NaN%
HADİSLER IŞIĞINDA RESULULLAH'IN ŞEMAİLİ HADİSLER IŞIĞINDA RESULULLAH'IN ŞEMAİLİ


Muhammed Hüseyin TABATABAİ (r.a)

eKitap: www.islamkutuphanesi.com



HADİSLER IŞIĞINDA RESULULLAH'IN ŞEMAİLİ


Peygamber efendimizin (s.a.a) üstün ahlâkı ve güzel edebini

yansıtan Kur'ân ayetlerinin büyük bir kısmı, emir ve yasak şeklinde

sunulmuştur. Bu yüzden bu bölümde, Peygamberimizin (s.a.a)

üstün ahlâkı hakkında bütünsel bir fikir veren, onun güzel edebine

işaret eden, aynı zamanda Kur'ân ayetleriyle desteklenen örnekleri,

onun (s.a.a) sünnetine dayanan rivayetlerden derlemeyi

uygun gördük.


1- Meani'l-Ahbar adlı eserde Ebu Hâle Temimî'den, o da İmam

Hasan b. Ali'den (ikisine de selâm olsun), diğer bir kanalda da İmam

Rıza'dan, o da atalarından, onlar Ali b. Hüseyin'den, o Hasan

b. Aliden (hepsine selâm olsun), başka bir rivayet kanalında da

Ebu Hâle-nin çocuklarından birinden, o da Hasan b. Ali'den (her ikisine

selâm olsun) rivayet eder ki:


"Dayım Hind b. Ebu Hâle Peygamber efendimizi (s.a.a) iyi vasfeden

biriydi. Ben de Peygamberin (s.a.a) vasıflarını özümseyip

kalben bağlanırım diye onun bana Peygamberi anlatmasını çok

isterdim. Bu yüzden Peygamberin (s.a.a) nasıl biri olduğunu ona

sordum. Dedi ki:

"Resulullah (s.a.a) iri ve heybetli birisiydi. Yüzü on dördündeki

ay gibi parlardı. Orta boylu birinden daha uzun, ince uzun boylu birinden

daha kısaydı. Başı büyükçeydi. Saçları ne kıvırcık, ne de

düzdü, hafif dalgalıydı. Saçlarını salıverdiği zaman ortadan ayırırdı.



................................................ 423



Topladığı zaman da kulak memesini geçmezdi. Parlak ve berrak

renkliydi. Alnı genişti. Kaşları ince, uzun ve genişti, bitişik değildi.

İki kaşının arasında sinirlendiğinde belirginleşen bir damar vardı.

Bu damar öyle bir parlaktı ki, dikkat etmeyenler onu burnunun

devamı sanırlardı. Sakalları gürdü. Yanakları düz ve az etliydi. Ağzı

nispeten büyük ve genelde dudakları hafifçe açıktı. Dişleri beyaz

ve seyrekti. Göğsünün ortasından karna uzanan kılları inceydi.

Boynu ceylan boynu gibi güzel, gümüş gibi parlaktı.



Dengeli bir vücut yapısı vardı. Cüsseli ve sağlam yapılıydı. Karnı

ve göğsü dümdüzdü. İki omzunun arası genişti. Eklemleri iriydi.

Geniş göğüslüydü. Vücudu oldukça güzel ve uyumluydu. Boyun

çukurundan göbeğine kıldan bir çizgi uzanıyordu. Bunun dışında

memeleri ve karnı kılsızdı. Kolları, omuzları ve göğsünün üst kısmı

daha kıllıydı. Bilekleri uzundu. El ayası genişti. Elleri ve ayakları iriydi.

Dört bir yanı düzgündü. Kemikleri düz ve çıkıntısızdı. Ayaklarının

altı çukurdu (düz taban değildi). Ayakları genişti, suya bassa

altından su kaynıyor gibi olurdu. Yere bastığında tam basardı. Ayağını

kaldırdığında tam kaldırarak yere sürtmezdi. Adımlarını

denk atardı. Teenni ve vakarla yürürdü. Çabuk yol alırdı. Yürüdüğü

zaman yokuş aşağı iniyormuş gibi yürürdü. Bir tarafa baktığında

bütün vücuduyla o tarafa dönerdi. Bakışlarını yere indirirdi. Göğe

baktığından çok yere bakardı. Bakışlarının çoğu anlıktı. Karşılaştığı

kimseye ilk selâm veren o olurdu."

"Ona dedim ki: 'Şimdi de bana Peygamberimizin (s.a.a) konuşma

tarzını anlat.' Dedi ki:

"Sürekli hüzünlüydü. Devamlı düşünceli olurdu. Dinlenmesi ve

rahatı yoktu. Uzun süre sessiz kalırdı ve gerekmedikçe

konuşmazdı. Avurtlarıyla söze başlar ve avurtlarıyla sözü tamamlardı

(açık ve net konuşurdu). En açıklayıcı ve anlamlı sözlerle konuşurdu,

sözünde faz-lalık ve eksiklik bulunmazdı. Yumuşak huyluydu.

Kaba ve aşağılayıcı değildi. Az dahi olsa onun katında nimet

değerliydi. Hiçbir nimeti kötülemezdi. Tattığı yiyecekleri yermediği

gibi övmezdi de."

"Dünya ve dünyalık şeyler onu öfkelendirmezdi. Hak çiğnendiği

zaman da (gazabından) kimse onu tanımazdı ve onu alıncaya

kadar kimse öfkesinin önünde duramazdı. Bir şeyi gösterdiğinde

bütün eliyle işaret ederdi. Bir şeye hayret ettiği zaman elini ters


424 .................................... – c.6


çevirirdi. Konuştuğu zaman ellerini kavuşturur, sağ elinin ayasını

sol elinin baş parmağının ayasına vururdu. Bir şeye kızdığı zaman

ondan yüz çevirir, gözlerini yumardı. Gülmesi genellikle gülümse

şeklindeydi. Gülümsediği zaman inci dişleri görünürdü."



Şeyh Saduk der ki: "Buraya kadar olan kısım, Kasım b. Menî'in

İsmail b. Muhammed b. İshak b. Cafer b. Muhammed'den aktardığı

rivayettir. Sonuna kadar geri kalan kısmı ise Abdurrahman'ın

rivayetidir."


İmam Hasan (a.s) der ki: "Bu rivayeti bir süre Hüseyin'e (a.s)

açmadım. Sonra ona anlattım. Baktım ki, o bu rivayeti benden

önce duy-muş. Bunu nereden öğrendiğini sordum. Baktım ki, babasından

(a.s) Peygamberimizin (s.a.a) girişini, çıkışını, oturuşunu,

şeklini sormuş, Peygamberimizle (s.a.a) ilgili olarak öğrenilmesi

gereken hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır."


İmam Hüseyin (a.s) dedi ki: "Babama Peygamberimizin (s.a.a)

bir yere nasıl girdiğini sordum. Buyurdu ki: Peygamberin (s.a.a)

eve girmesi kendi elinde olan bir durumdu (dilediği zaman eve girerdi).

Evine girdiği zaman zamanını üç kısma ayırırdı. Bir kısmını

Allah için, bir kısmını ailesi için, bir kısmını da kendisi için ayırırdı.

Sonra kendisi için ayırdığı kısmı kendisi ile insanlar arasında pay

ederdi. Bunu özel dostları aracılığı ile bütün halka teşmil ederdi.

Bu zamandan, onlardan esirgeyip sırf kendine sakladığı zaman

olmazdı."


"Günlük hayatının ümmete ayırdığı kısmında faziletli kimselere

öncelik vermesi onun (s.a.a) edebinin bir göstergesiydi. Onları

da dindeki değerlerine göre ayırırdı. İçlerinde kimisi bir, kimisi iki

ve kimisi de daha fazla ihtiyaç sahibi olurdu. Durumlarına göre onlarla

ilgilenirdi. Onların durumlarını düzeltecek, kendilerini ıslâh

edecek şeylerle uğraşmaya yöneltirdi. Ümmetinin hâlini sorardı.

Onlar için gerekli olan şeyleri bildirmeye özen gösterirdi ve şöyle

derdi: Burada bulunanlar benim sözlerimi bulunmayanlara bildirsin.

İhtiyacını bana bildirmeye güçleri yetmeyenlerin ihtiyaçlarını

bana bildirin. Çünkü bir yöneticiye, ihtiyacını bildirmeye güç yetirmeyen

birinin ihtiyacını bildiren kimsenin kıyamet günü yüce Allah

ayaklarını sabitleştirir. Onun yanında sadece bunlardan söz edilebilirdi.

Hiç kimsenin bundan başka bir şey söylemesini kabul


.............................................. 425


etmezdi. İnsanlar ihtiyaçlarını bildirmek için onun yanına girip çıkarlardı.

Bir şey tatmadan evinden çıkan olmazdı. Aydınlanmış,

hayra delâlet edebilecek bir hâlde evinden çıkarlardı."

"Ona, Peygamberimizin (s.a.a) evinden çıkarken nasıl hareket

ettiğini de sordum. Buyurdu ki: Peygamberimiz (s.a.a) kendisini ilgilendirmeyen

meselelerle ilgili olarak konuşmaktan kaçınırdı. İnsanları

kaynaştırırdı, ayırıp dağıtmazdı. Her kavmin saygın kişilerine

saygı gösterir, onları kavimlerine yönetici olarak atardı. İnsanlardan

sakınır, kendisini onlardan korurdu. Ama güler yüzünü ve

üstün ahlâkına uygun davranışını hiç kimseden esirgemezdi. Ashabının

hâl hatırını sorardı. İnsanları başka insanlardan sorardı. İyi

işlerin iyiliğini vurgular ve onu güçlendirirdi. Çirkin işlerin çirkinliğini

söyler ve onu aşağılardı. İşlerinde ılımlıydı ve çelişkiye

düşmezdi."



"Halkın gaflet edip batıla eğilim göstermelerinden endişe ettiği

için durumlarından gafil kalmazdı. Haktan hiçbir eksikliğe

gitmez, hakkın sınırlarını da aşmazdı. İnsanlar içinde ona en yakın

ve dost olanlar, insanların en hayırlıları olurdu. Müslümanların en

çok hayrını isteyenler, onun katında en üstün konuma sahip olurdu.

Katında en saygın yere sahip olanlar, yardım ve destek bakımından

en güzel örneği sergileyen kimseler olurdu."

İmam Hüseyin (a.s) der ki: "Ona (babam Hz. Ali'ye -a.s-), Peygamber

efendimizin (s.a.a) oturuşunu da sordum. Buyurdu ki: Allah'ı

anmadan oturmaz ve yerinden kalkmazdı. Bir mecliste kendisine

yer ayırmaz ve başkalarının da yer beğenip ayırmalarına

engel olurdu. Bir kavmin oturduğu yere geldiğinde kimsenin oturmadığı

boş bir yere otururdu ve insanlara da böyle davranmalarını

emrederdi. Yanında oturan herkesle ilgilenirdi. Yanında oturanların

hiçbiri, bir başkasının onun yanında kendisinden daha saygın

ve daha değerli olduğunu düşünmezdi. Onun yanında oturan kimse,

o oradan ayrılmadan yanında kalmaya devam ederdi. Ondan

bir ihtiyacının giderilmesini isteyen kimse, ihtiyacını almadan veya

en azından güzel bir söz duymadan dönüp gitmezdi."

"Güzel ahlâkıyla bütün insanları kuşatmıştı. İnsanlara bir baba

gibi davranırdı. Hak söz konusu olduğunda bütün insanlar onun

yanında eşitti. Onun oturduğu meclis, hilmin, hayânın, doğruluğun

ve güvenilirliğin meclisi olurdu. Meclisinde sesler yükselmez, say


426....................................... – c.6


gınlıklar çiğnenmezdi. Bir sürçme olduğunda onun tekrarı olmazdı.

Orada oturanlar dengeli davranır ve sürekli olarak takva duygusuna

bağlı kalırlardı. Mütevazı olur, büyüklere saygı gösterir,

küçüklere merhamet ederlerdi. İhtiyaç sahiplerini kendilerine tercih

eder ve yabancıları korurlardı."


"Sonra, Peygamberimizin (s.a.a) oturuşlarındaki davranışı nasıldı?

diye sordum. Buyurdu ki: Daima güler yüzlüydü. Yumuşak

huyluydu. Yanındaki insanlara son derece yumuşak davranırdı. Kırıcı,

kaba, gürültücü değildi. Çirkin söz söylemez, kimseyi ne ayıplar,

ne de överdi. Hoşuna gitmeyen, canının çekmediği bir şeyden

hoşlanmadığını belli etmezdi. Dolayısıyla ondan ümit kesilmezdi,

ümit bağlayanlar ümitsizliğe kapılmazdı."


"Üç şeyden uzak dururdu. Gösteriş, çok mal biriktirmek, kendisini

ilgilendirmeyen şeylerle ilgilenmek. İnsanlar hakkında da üç

şeyden uzak dururdu: Hiç kimseyi yermez, ayıplamazdı; hiç kimsenin

kusurlarını ve ayıplarını araştırmazdı; ancak sevabını umduğu

şeyler hakkında konuşurdu. Konuşmaya başladığı zaman yanında

oturanlar başlarının üzerinde kuş varmış gibi pür dikkat kesilirlerdi.

Ancak o sustuktan sonra konuşmaya başlarlardı. Onun

yanında laf dalaşına girmez, çekişmezlerdi. Birisi konuşunca diğerleri,

o sözlerini tamamlayıncaya kadar seslerini keserlerdi. Onun

yanında birbirlerinin sırasını gözeterek konuşurlardı. Onların

güldüğü şeye kendisi de gülerdi. Hayret ettikleri şeye o da hayret

ederdi."

"Yabancı bir kimsenin istekleri ve konuşması kabaca da olsa

ona karşı sabırlı davranırdı. Öyle ki kimi kaba yabancılara karşı

ashabı harekete geçer, onu Peygamberden uzaklaştırmak isterlerdi.

Ama o, 'Bir ihtiyaç sahibinin bir şey istediğini gördüğünüz

zaman ona yardım edin.' buyururdu. Bir nimetin karşılığında teşekkür

mahiyetinde olmadığı sürece kimsenin övgüsünü kabul

etmezdi. Hiçbir kimsenin konuşmasını kesmezdi. Ancak o kimse

hakkın sınırlarını aştığı zaman ya onu böyle konuşmaktan

nehyeder veya yanından kalkardı."



"Ona Peygamberin (s.a.a) sükûtunu da sordum. Buyurdu ki:

Onun sükûtu dört şeyden ileri gelirdi. Hilim, sakınma, değerlendirme,

düşünme. Değerlendirmeye gelince; insanları gözlemleme


................................................. 427


ve onları dinleme şeklinde olurdu. Düşünmeye gelince; kalıcı ve

yok olup gidici olanın düşünürdü. [Hilme gelince;] hilim ve sabır nitelikleri

onda birleşmişti, hiçbir şey onu öfkelendirmez, metanetini

kırmazdı. Sakınmaya gelince; dört şeyde kendisini gösterirdi: Güzele

uyardı ki, insanlar onu örnek alsınlardı. Çirkini terk ederdi ki,

insanlar ondan kaçınsınlar-dı. Ümmetinin ıslâhı üzerinde düşünürdü.

Dünya ve ahiret hayrına olacak işleri yapardı."


Ben derim ki: Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserin müellifi bu hadisi

Muhammed b. İshak b. İbrahim Taleganî'nin kitabından naklen

aktarmıştır. Taleganî de bu hadisi güvenilir ravileri aracılığıyla Hz.

Hasan (a.s) ve Hüseyin'den (a.s) aktarmıştır. Bihar'ul-Envar adlı

eserde şu açıklamaya yer verilir: "Bu rivayet meşhurdur. Birçok Ehlisünnet

âlimi de bu hadisi eserlerinde rivayet etmişlerdir."

Bu hadisin tümünün anlamını veya bazı bölümlerinin anlamını

içeren başka rivayetler çok sayıdaki sahabîden de aktarılmıştır.

Hadiste geçen "el-Merbû" kelimesi, uzun boylu ile kısa boylu

arasında bir boy uzunluğuna sahip olan kimse (orta boylu) demektir.

el-Müşezzeb, bedeni fazla etli olmayan (ince) uzun boylu demektir.

Rec-l'uş-şa'r, düz ile kıvırcık arası saç (hafif dalgalı) demektir.

el-Akîka, top edilmiş uzun saç demektir. Ezher'ul-levn, parlak

ve berrak renk anlamındadır.

el-Ezc, ince ve uzun kaş demektir. es-Sevabiğ, geniş kaş anlamındadır.

el-Karan, kaşların bitişik olmasıdır. eş-Şemem, güzel

ve düzgün olup ortası kemerli burun anlamındadır. Kess'ül-lihye,

uzun olmayıp gür olan sakal demektir. Sehl'ül-hadd, yanağın düz

olup çok etli, tombul olmaması demektir. Zalî'ul-fem, ağzın büyük

olması anlamındadır. Erkekler için ağzın büyük olması bir güzellik

belirtisi kabul edilir. el-Müfellec, ayakların, ellerin veya dişlerin arasının

açık olması demektir. el-Eşneb, beyaz dişli demektir.

el-Meşrebe, göğsün ortasından karna uzanan kıllar demektir.

ed-Dumye, ceylan demektir. el-Minkeb, baş, omuz ve kasın buluştuğu

yer (omuz) demektir. el-Keradîs, el-kurdus'un çoğuludur ve

bir mafsalda buluşan iki kemiğe denir. Enver'ül-mütecerrid; elmütecerrid,

et-tecerrüd kelimesinin ism-i faili olsa gerek, elbise ve

benzeri şeyleri üstünden çıkarmak, soyunmak demektir. Bununla



428 ............................. – c.6



Peygamberimizin (s.a.a) elbisesini çıkardığında dış görünüşünün

güzel, bedensel yaratılışının hoş ve çekici olduğu kastedilmiştir.

el-Lübbe, göğüste gerdanlığın yeri anlamındadır. es-Sürre, bildiğimiz

göbektir. ez-Zend, kol ile elin buluştuğu kısım (bilek) demektir.

eş-Şesen, ayakların ve ellerin iri olması anlamına gelir.

Sebît'ül-ka-sab, kemiklerin düzgün olması, çarpık olmaması demektir.

Ahmas'ul-kadam, ayağın altında yere değmeyen çukur anlamındadır.

el-Hum-san, karnı çekik olan demektir. Humsan'ulahmaseyn,

ayakların altının yere değmeyecek şekilde iyice çukur

olması demektir. el-Fusha, genişlik demektir. el-Kal', güçlü yürüme

anlamına gelir.



et-Tekeffu, meyilli yürümek demektir. Zerî'ul-meşye, hızlı yürüme

anlamındadır. es-Sabab, yolun veya yerin baş aşağı olması

demektir. Hâfız'ut-tarf ifadesi, sonrasındaki cümlede "yere bakardı"

şeklinde açıklanmıştır.




el-Eşdâk, şıdk'ın çoğuludur. Yanakların iç kısmı (avurt) demektir.

Sözün avurtlarla açılıp onlarla son bulması, düzgün ve açık konuşmadan

kinayedir. Araplar, "teşeddeka=tüzgün ve fasih konuşmak

için avurtlarını eğdi." derler. ed-Demes, ed-dimâse kökünden

gelir. Bir sonraki cümle (Kaba ve aşağılayıcı değildi) bunun açıklaması

konumundadır. ez-Zevak, yiyecekten tadılan şey demektir.

İnşahe, en-nuşuh kökünden gelir ve "yüz çevirdi" demektir.

Yefterru misle habb'il-ğe-mam, güzel ve tatlı gülmek anlamını ifade

eder. Habb'ul-ğemam, dolu anlamına gelir. Bu ifade, Peygamberimizin

(s.a.a) güzel ve tatlı güldüğünden ve gülerken dişlerinin

göründüğünden kinayedir.


"Sonra kendisi için ayırdığı kısmı kendisi ile insanlar arasında

pay ederdi..." Yani kendine ayırdığı vaktinde yalnız kalırdı, ama bu,

insanlarla bütün irtibatını kestiği anlamına gelmezdi. Bilakis çok

yakınında olanlar aracılığıyla insanlarla ilişkisini sürdürürdü, onların

sorularına cevap verir, ihtiyaçlarını giderirdi. Kendine ayırdığı vaktinden,

insanlardan esirgeyip kendisine sakladığı bir bölüm olmazdı.

er-Ruvvad, er-râid'in çoğuludur. Halka önderlik eden veya kafilenin

önünde gidip onlar için mera veya konaklayacak menzil arayan

kimse demektir.


......................................... 429



"Bir mecliste kendisine yer ayırmaz ve başkalarının da yer

beğenip ayırmalarına engel olurdu." Burada kastedilen, başta

veya önde olayım diye kendisi için özel bir yer seçmediğidir.

Dolayısıyla hadiste geçen "Bir kavmin oturduğu yere geldiğinde..."

ifadesi, bu cümlenin bir açıklaması gibidir. "Meclisinde...

saygınlıklar çiğnenmezdi." Yani, onun yanında insanların

saygınlıkları ayıplanmazdı. el-Ubne, ayıp de-mektir. el-Hurum ise,

hürmet (saygınlık) kelimesinin çoğuludur.


"Bir sürçme olduğunda onun tekrarı olmazdı." el-Feletat, elfelte-

nin çoğuludur; sürçme demektir. Yani yanında oturanlardan

biri bir yanlışlık yapıp sürçtüğü zaman o hatayı onlara açıklar, böylece

dikkat eder, ikinci kez o hataya düşmezlerdi. el-Bişr, güler yüzlülük

demektir. es-Sahhab, çok haykıran, feryat eden, gürültü çıkaran

anlamına gelir.


"Onun yanında birbirlerinin sırasını gözeterek konuşurlardı."

el-Evliye, el-velî'nin çoğuludur. Bunun anlamı da ardından gelen,

tâbidir. Kastedilen anlam şudur: Onlar birbirinin ardından sırayla

konuşurlardı, birbirlerinin sözlerine müdahale etmez, birbirlerinin

sözlerini kesmez, biri konuşurken gürültü çıkarmazlardı. "Öyle ki

kimi kaba yabancılara karşı ashabı harekete geçer, onu Peygamberden

uzaklaştırmak isterlerdi." Yani ashabı Peygambere karşı

kaba davranan yabancıyı çekip Peygamberi ondan kurtarmak isterlerdi.

"Bir nimetin karşılığında teşekkür mahiyetinde olmadığı sürece

kimsenin övgüsünü kabul etmezdi." Yani bir başkasına verdiği

herhangi bir nimetin karşılığı olarak teşekkürden başka hiçbir

övgüyü kabul etmezdi. Hadiste geçen "mukâfi" kelimesi, "kâfee"

fiilinden gelir, karşılığını verdi demektir. Ya da eşitlik anlamına gelen

el-mukâfee kökünden türemiştir. Bu durumda, verdiği bir nimetin

hakkı olan abartısız ve aşırılığa kaçmayan bir övgünün dışında

hiçbir övgüyü hoş karşılamazdı, anlamı çıkar. "Hiçbir kimsenin

konuşmasını kesmezdi. Ancak o kimsenin hakkın sınırlarını

aştığı..." Yani bir kimse konuşurken hakkın sınırlarını aşsaydı, onu

bu işten sakındırır veya yanından kalkıp giderdi. el-İstifzaz, küçük

düşürmek ve metaneti yitirmek anlamına gelir.


2- İhya'ul-Ulûm adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimizin

(s.a.a) konuşmaları son derece fasih ve tatlı idi... Özlü sözlerle

konuşurdu. Konuşmasında eksiklik ve fazlalık olmazdı. Sözleri

430 ................ – c.6



nuşurdu. Konuşmasında eksiklik ve fazlalık olmazdı. Sözleri birbirine

bağlı idi. Sözleri arasında duraklamalar olurdu. Bu duraklamalarda

dinleyiciler sözlerini algılayıp anlama imkânı bulurlardı.

Sesi gür ve son derece tatlı nağmeli idi." [c.7, s.135)


3- et-Tehzib adlı eserde İshak b. Cafer'e, o da kardeşi İmam

Musa Kâzım'a (a.s), o da dedelerine dayanılarak verilen bilgiye göre

Hz. Ali (a.s) şöyle diyor: "Peygamberimizin (s.a.a) şöyle dediğini

duydum: Ben üstün ve güzel ahlâk örnekleri ile gönderildim."


4- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre Ebu Said

Hudrî şöyle diyor: "Peygamberimiz (s.a.a) evden dışarı çıkmamış

utangaç bir genç kızdan daha da utangaçtı. Hoşlanmadığı bir şey

olunca, bunu onun yüz ifadesinden anlardık." [s.17]


5- el-Kâfi adlı eserde Muhammed b. Müslim'e dayanılarak verilen

bilgiye göre İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor:

"Bir gün bir melek Peygamberimize (s.a.a) gelerek dedi ki: 'Allah

seni mütevazı bir kul peygamber olmak ile padişah peygamber

olmak arasında serbest bırakıyor.' dedi. Peygamber efendimiz

(s.a.a) Cebrail'e baktı. Cebrail de ona eli ile, 'Mütevazı ol.' işaretini

yaptı. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a), 'Mütevazi bir kul peygamber

olmayı tercih ediyorum.' dedi. Yeryüzü hazinelerinin anahtarları

yanında olan o melek de, 'Böyle olman, Allah katındaki derecende

hiçbir noksanlığa yol açmaz.' dedi." [c.2, s.122, h:5]

6- Nehc'ül-Belâğa adlı eserde verilen bilgiye göre Hz. Ali (a.s)

şöyle diyor: "Temiz ve pâk Peygamberini (s.a.a) örnek al (ona uy).

Dünyada... ağız dolusu bir lokma yemediği gibi, gözünün ucuyla bile

bakmadı ona. Dünya ehlinin bedeni en zayıf ve karnı en aç olanıydı

(karnı dünyadan yana boştu). Dünya ona olduğu gibi sunuldu,

fakat onu kabul etmedi. Allah'ın bir şeyden nefret ettiğini öğrenince

o da ondan nefret etti, bir şeyi küçümsediğini öğrenince o

da onu küçük gördü. Eğer Allah'ın nefret ettiğini sevmekten ve

küçük gördüğünü yüceltmekten başka kusurumuz olmasa bu kusur,

Allah'a isyan etme, O'nun emrine karşı çıkma bakımından tek

başına yeterli bir kusurdur. Peygamber (s.a.a) yerde yemek yer,

köleler gibi otururdu. Ayakkabısını kendi eli ile tamir ederdi. Çıplak

sırtlı merkebe biner ve birini de arkasına bindirirdi."

.............................. 431

"Evinin kapısında asılı perdede bir resim görünce, eşlerinden

birine, 'O resmi kaldır. Çünkü ona baktığımda dünya ve onun cazibeleri

aklıma geliyor.' derdi. Kalbi ile dünyadan yüz çevirmişti. Onun

nefsindeki anısını öldürmüştü. Bu yüzden onun süslerinin gözünden

uzak olmasını istiyordu. Böylece dünyanın süslü elbiselerini

heves etmek, dünyada yerleşmeyi düşünmek ve dünyadan

makam ummak istemiyordu. Dünyayı gönlünden çıkarmış, kalbinden

sıyırmış ve gözünden uzaklaştırmıştı. Bu böyledir; insan bir

şeyden nefret edince, ona bakmaktan ve onun yanında anılmasından

da nefret eder."

7- el-İhticac adlı eserde Musa b. Cafer'in (a.s) babasından, onun

da dedelerinden, onların da İmam Hasan'dan (a.s) naklederek

verdikleri bilgiye göre İmam Ali (a.s) uzun bir rivayetin bir yerinde

şöyle buyurmuştur: "Peygamberimiz (s.a.a) öyle çok ağlardı

ki, namaz kıldığı yer ıslanırdı. Hiçbir günahı olmadığı hâlde Allah'-

tan korktuğu için ağlardı..." [c.1, s.331, en-Nu'man Yayınevi]

8- el-Menakıb adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz

(s.a.a) baygın düşene kadar ağlardı. Kendisine, 'Senin önceki ve

sonraki bütün günahların affedilmiş değil mi?' diye sorulduğunda,

'Ben şükreden bir kul olmayayım mı?' karşılığını verirdi. Peygamberimizin

(s.a.a) vasîsi olan Hz. Ali (a.s) de ibadetleri sırasında böyle

baygın düşerdi."

Ben derim ki: Peygamberimize (s.a.a) bu soruyu soran kimse,

ibadetin amacının azaptan kurtulmak olduğu faraziyesine dayanıyordu.

Rivayetlere göre bu tür ibadet kölelerin ibadetidir. Peygamberimizin

(s.a.a) verdiği cevap ise, ibadetin Allah'a şükretmek

maksadı ile yapılması gerektiği ilkesine dayanıyor ki, bu da seçkinlerin

ibadetidir ve ibadetlerin başka ve farklı bir çeşididir. Ehlibeyt

İmamlarından (Allah'ın selâmı onlara olsun) gelen rivayete

göre, öyle ibadetler var ki, azap korkusu ile yapılır. Bu ibadetler

kölelerin ibadetidir. Öyle ibadetler var ki, sevap arzusu ile yapılır.

Bu ibadetler tacirlerin ibadetidir. Öyle ibadetler de var ki, Allah'a

şükretmek için, bazı rivayetlere göre ise Allah sevgisinin etkisi ile,

diğer bazı rivayetlere göre de Allah buna lâyık olduğu için yapılır.

[bkz. Bihâr'ul-Envâr, c.70, s.255, h:7]

Bu rivayetlerin anlamını dördüncü ciltte, "Şükredenleri ise Allah

ödüllendirecektir." (Âl-i İmrân, 144) ayetinin tefsiri sırasında

432.......................... – c.6


uzun uzun açıkladık. Orada şu gerçeği vurguladık: Allah'a ibadet sırasında

O'na şükretmek, O'na ihlâsla yönelmek demektir. Şükreden

kullar, "Hâşâ Allah, onların taktıkları sıfatlardan münezzehtir.

Fakat Alah'ın halis kulları hariç." (Sâffât, 159-160) gibi ayetlerde

kastedilen halis edilmiş seçkin kullardır.


9- İrşad-i Deylemî adlı eserde şöyle yer alır: "İbrahim Peygamber

(a.s) namaz kılarken Allah korkusunun etkisi ile, korkuya kapılmış

kimselerin seslerine benzer bir ses çıkarırdı. Peygamber

(s.a.a) de öyle yapardı."" [c.1, s.105]

10- Ebu'l-Futuh tefsirinde Ebu Said Hudri'den şöyle nakledilir:

"Yüce Allah, 'Ey inananlar! Allah'ı çok zikredin.' (Ahzâb, 41) ayetini

indirdiğinde, Peygamberimiz (s.a.a) o kadar çok Allah'ı zikretmeye

daldı ki, kâfirler, 'Bu adamı cinler çarptı' dediler."


11- el-Kâfi adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Zeyd

Şeh-ham'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Pey-gamberimiz (s.a.a) her gün yetmiş kere Allah'a tövbe

ederdi." Kendisine, "Peygamberimiz (s.a.a) 'estağfirullahe ve

etûbu ileyhi (Allah'tan af diler, ona tövbe ederim)' diyerek mi tövbe

ederdi?" diye sordum. İmam bana, "Hayır, etûbu ilellah (Allah'a

tövbe ederim) derdi" karşılığını verdi. Kendisine, "O tövbe ettikten

sonra günah işlemezdi. Biz ise tövbe ediyor, fakat arkasından yine

günah işliyoruz" dedim. Buyurdu ki: "Allah yardımcımız olsun." [Usûl-

i Kâfi, c.2, s.432]

12- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde Kitab'un-Nübüvvet adlı eserden

aktarılarak verilen bilgiye göre İmam Ali (a.s) Peygamberimizi

(s.a.a) tanıtırken şöyle derdi: "O insanların en cömerdi, en cesuru,

en doğru sözlüsü, en ahdine sadık olanı ve en yumuşak huylusu

idi. Yakınları da en saygın yakınlardı. Onu ilk görenler, ondan korkup

çekinirlerdi. Onunla oturup kalkarak onu tanıyanlar onu severlerdi.

Ben, ne ondan önce ve ne ondan sonra onun gibi birini görmedim.

Allah'ın selâm ve rahmeti onun üzerine olsun." [s.18]

13- el-Kâfi adlı eserde Ömer b. Ali'ye dayanılarak verilen bilgiye

göre İmam Ali (a.s) şöyle dedi: "Peygamberimizin (s.a.a) yeminlerinden

biri 'Lâ ve's-teğfirullahe (Hayır, Allah'tan af dilerim.)' şeklinde

idi." [Fürû-i Kâfi, c.7, s.140]

14- İhya'ul-Ulûm adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberi

................................ 433

miz (s.a.a) şiddetli vecde geldiği zaman sık sık mübarek sakalını

sıvazlardı. [c.7, s.140]


15- Yine aynı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) insanların

en cömerdi idi. Yanında dinar ve dirhem diye hiç para kalmazdı.

Eğer elinde bir şey kalır da onu birine vermeden akşam

olurduysa, onu ihtiyacı olan birine vermeden evine gitmezdi. Allah-

'ın kendisine verdiklerinden sadece yıllık geçimini karşılayacak

kadarını alırdı. Bunlar da en ucuzundan bir miktar arpa ve hurma

olurdu. Diğerlerini Allah yolunda harcardı."


"Kendisinden ne istenirse verirdi. Sonra yıllık geçimi için sakladığı

azığa döner, onu da muhtaçlara vererek onları kendinden

öne geçirirdi. Öyle ki, birçok zaman dünya malından kendisine bir

şeyler gelmemiş olurduysa, yıl sonu gelmeden muhtaç duruma

düşerdi. Kendisine ve dostlarına zararı dokunsa da hakkı yerine

getirirdi. Düşmanları arasında korumasız gezerdi. Dünyanın hiçbir

işi onu korkutmazdı."


"Fakirlerle oturup kalkar, yoksullarla birlikte yemek yerdi. Faziletli

kimseleri ahlâkları yüzünden üstün tutar, şerefli kimselere

iyilik ederek onlarla yakınlık kurardı. Yakınları ile sık sık görüşür,

fakat onları kendilerinden daha faziletli olan kimselere tercih

etmezdi. Hiç kimseye zulmetmez, hakkını çiğnemezdi. Özür beyan

edenlerin mazeretlerini kabul ederdi."

"Köleleri ve cariyeleri vardı. Fakat yemekte ve giyimde kendini

onlardan üstün tutmazdı. Bütün zamanını ya Allah için bir amel işleyerek

veya kendi için faydalı olan bir iş yaparak geçirirdi. Dostlarının

bahçelerinde gezintilere çıkardı. Hiç kimseyi fakir ve hastalıklı

olduğu için küçümsemezdi. Hiçbir padişahtan da padişah olduğu

için korkmazdı. Her ikisini (padişahı da, fakiri de) aynı üslûpla Allah'a

çağırırdı." [c.7, s.120]

16- Yine aynı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) insanların

en zor öfkeleneni ve en çabuk hoşnut olanı idi. İnsanlara

insanlarn en şefkatlisi, insanlar için insanların en hayırlısı ve insanlara

insanların en yararlı olanı idi." [c.7, s.115]

17- Yine aynı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a)

sevinince ve hoşnut olunca, insanların en güzel hoşnut olanı idi. Öğüt

verirken ciddî idi. Öfkelendiğinde -ki yalnız Allah için öfkelenir


434...................... – c.6



di- öfkesine hiçbir şey karşı koyamazdı. Bütün işlerinde böyle idi.

Başına bir dert geldiğinde, işi Allah'a havale eder, kendinde güçkuvvet

olmadığını belirtir ve Allah'tan kurtuluş yolu göstermesini

isterdi."


Ben derim ki: Allah'a tevekkül etmek, işleri O'na havale etmek

ve insanın güç-kuvvetten uzak olduğunu belirterek Allah'tan çıkış

yolu göstermesini istemek, birbirine bağlı ilkelerdir ve hepsi birlikte

aynı temel inançtan kaynaklanırlar. Bu temel inanç, bütün gelişmelerin

Allah'ın yenilmez iradesine, sonsuz ve ezici gücüne dayandığı

gerçeğidir. Kur'ân'da ve sünnette bu gerçeğe yönelik çağrı

sık sık vurgulanmaktadır. Şu ayetlerde olduğu gibi, "Tevekkül edenler

yalnız Allah'a tevekkül etsinler." (İbrahîm, 12) "Ben işimi Allah'a

havale ediyorum." (Mü'min, 44) "Kim Allah'a tevekkül ederse,

O ona yeter." (Talâk, 3) "Biliniz ki, yaratmak da, emretmek de, O'a

mahsustur." (A'râf, 54) "Ve şüphesiz son varış Rabbinedir." (Necm,

42) Kur'ân'da bu anlamda daha birçok ayet olduğu gibi bu konudaki

rivayetler de sayılamayacak kadar çoktur.


Bu ahlâkla ahlâklanmak ve bu edep kurallarını gözetmek, insana

gerçeklerin mecrasını izleme ve realitelerle uyumlu işler

yapma imkânı verir, onu fıtrat dinine bağlı tutar. Çünkü bütün işlerin

Allah'ın iradesine dayandığı ilkesi, kesin bir gerçektir. Nitekim

yüce Allah, "İyi bilin ki, bütün işler Allah'a döner." (Şûrâ, 53) buyuruyor.

Ayrıca bu düşüncenin başka önemli bir faydası da vardır ki,

o da şudur: İnsanın sonsuz bir gücün ve yenilmez bir iradenin sahibi

olduğuna inandığı Rabbine dayanması, onun iradesini güçlendirir

ve azminin dayanaklarını pekiştirir. O zaman, insan önüne

çıkan hiçbir engel yüzünden tökezlemez, hiçbir sıkıntı ve yorgunluk

yüzünden azmi gevşemez, hiçbir nefsanî dürtünün ve hiçbir

şeytanî vesvesenin, içinde uyandırdığı vehimler yüzünden yolundan

dönmez.



Hz.Muhammed'in(s.a.a)Gündelik Hayatındaki Bazı Sünnetler ve Edep Kuralları


18- İrşad-i Deylemî adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz

(s.a.a) elbiselerini kendisi yamalar, pabuçlarını kendisi diker, kölelerle

birlikte yemek yer, yerde oturur, eşeğe biner ve arkasına biri


...................................... 435


ni bindirirdi. Ailesinin ihtiyaçlarını eve taşımaktan utanmazdı.

Zenginlerle de, fakirlerle de el sıkışır, el sıkıştığında karşı taraf elini

bırakmadıkça kendisi karşı tarafın elini bırakmazdı. Zenginfakir,

büyük-küçük karşılaştığı herkese selâm verirdi. Çürük hurma

olsa bile kendisine edilen ikramı küçümsemezdi."


"Peygamberimiz (s.a.a) az masraflı geçinir, yüce karekterli,

güzel geçimli ve güler yüzlü idi. Tebessüm eder, fakat gülmezdi.

Mahzun görünüşlü idi, ama asık suratlı değildi. Alçak gönüllü idi,

ama zillet görüntüsü vermezdi. Cömertti; fakat israfa kaçmazdı.

İnce kalpli idi. Bütün Müslümanlara karşı merhametli idi. Çok yemek

yediği için geğirdiği hiç işitilmemiş, hiçbir zaman hiçbir şeye

karşı tamahkârlık göstermemiştir." [c.1, s.115, Beyrut baskısı]

19- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz

(s.a.a) aynaya bakar, saçını ve sakalını tarardı. Kimi zaman

[ayna bulamadığında] suya bakarak saçını düzeltirdi. Aile fertlerine

karşı yaptığından daha çok ashabı için süslenirdi ve 'Allah, kulunun

arkadaşlarının yanına giderken hazırlanıp süslenmesini sever.'

derdi." [s.34]


20- İlel'uş-Şerâyi, Uyûn-u Ahbar'ir-Rıza ve el-Mecalis adlı eserlerin

İmam Rıza'ya (a.s), onun da dedelerine (hepsine selâm olsun)

dayanarak verdiği bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) şöyle

dedi: "Şu beş şeyi ölünceye kadar bırakmam: Kölelerle birlikte yer

sofrasında yemek yemek, çıplak sırtlı eşeğe binmek, elimle keçi

sağmak, yünden dokunmuş elbise giymek ve çocuklara selâm

vermek. Bunları, benden sonra sünnetim olsun diye yapıyorum."

[İlel'üş-Şerâyi, s.130, bab:108, h:1]


21- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre

İmam Ali (a.s), Benî Sa'd kabilesinden birine şöyle dedi: "Sana

kendim ve eşim Fatıma hakkında bir bilgi vereyim istemez misin?...

Bir sabah biz henüz yataktayken Peygamber (s.a.a) bize

geldi ve 'es-Selâmu aleykum' dedi. Biz içinde bulunduğumuz durumdan

utandığımız için ses çıkarmadık. Arkasından yine, 'es-

Selâmu aleykum' dedi. Biz yine ses çıkarmadık. Arkasından bir

daha 'es-Selâmu aleykum' deyince, eğer cevap vermezsek geri

döner diye korktuk. Çünkü hep böyle yapardı. Bir eve varınca, kapıda

üç kere selâm verir ve eğer girmesine izin verilmezse geri

dönerdi. İşte bu endişe ile, 'Ve aleyk'es-selâm, ey Allah'ın Resulü,

436 ................................. – c.6


buyur.' dedik. Bunun üzerine içeri girdi." [c.1, s.11, h:32]



22- el-Kâfi adlı eserde Rib'î b. Abdullah'a dayanılarak verilen

bilgiye göre İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle dedi: "Peygamberimiz

(s.a.a) kadınlara selâm verir, onlar da onun selâmına cevap verirlerdi.

İmam Ali (a.s) de kadınlara selâm verirdi. Fakat genç kızlara

selâm vermek istemezdi. Bunun sebebini şöyle açıklardı: Seslerinin

hoşuma gideceğinden ve böylece selâm vermekten beklediğim

sevaptan daha büyük zarara uğrayacağımdan korkuyorum."

[Usûl-i Kâfi, c.2, s.148, h:1]


Ben derim ki: Bu rivayeti, Şeyh Saduk mürsel olarak [raviler

zincirine yer vermeyerek]1 ve Tabersî'nin torunu, el-Mişkat adlı eserinde

el-Mehasin adlı eserden iktibas ederek nakletmiştir.


23- Yine el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdülazim

b. Abdullah el-Hasanî'nin merfu olarak aktardığı bir hadiste

şöyle dediğini nakleder: "Peygamberimizin (s.a.a) üç türlü oturuşu

var-dı: 'Kurfesa' diye adlandırılan birinci şekilde ayak bileklerini

diker ve ayak bileklerinin önünden elleri ile dirseklerini kavrardı.

İkincisinde dizleri üzerine çömelirdi. Üçüncüsünde bir ayağını

büker ve öbür ayağını onun üzerine uzatırdı. Bağdaş kurarak

oturduğu hiç görülmemiştir." [Usûl-i Kâfi, c.2, s.558, h:2


24- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserin Kitab'un-Nübüvvet adlı eserden

iktibas ederek naklettiğine göre İmam Ali (a.s) şöyle diyor:

"Peygamberimizin (s.a.a), el sıkıştığı kişinin elini karşı taraf elini

çekmeden bıraktığı hiç görülmemiştir. Biri ona uzun uzun bir ihtiyacını

arz ettiğinde veya onunla arasında yaptığı konuşmayı uzattığında,

karşı taraf konuşma yerinden ayrılmadan önce onun konuşma

yerinden ayrıldığı hiç görülmemiştir. Biri onunla tartıştığında

susardı (tartışmayı kesen taraf mutlaka o olurdu), karşı taraf

susana kadar onu dinlerdi. Onunla oturana doğru ayaklarını uzattığı

hiç görülmemiştir. "


"İki iş arasında tercih yapması istendiğinde, mutlaka zor olanı

seçerdi. Şahsına yapılan hiçbir haksızlığın intikamını almaya

kalkışmazdı. Yalnız Allah'ın yasaklarının çiğnendiği durumlar hariç.

O zaman yüce Allah adına öfkeye kapılırdı. Ölünceye kadar bir

1- [Men La Yahzuruh'ul-Fakih, c.3, s.300, h:19]