Delillerle:CEVAP Delillerle:CEVAP
Değerli Alim: Abdullah TURAN'dan Mustafa İSLAMOĞLU'NA CEVAP
Bu yazı, sayın Mustafa İslamoğlu'nun, aşağıda zikredilen soruyu
cevaplarken, Şia Ekolü'ne yönelttiği mesnetsiz eleştirilerine cevaptır.
Soru: Ku'ran'da Ehlibeyt kavramı Hz. Nuh, Hz. İbrahim ve Hz. Lut için geçmektedir. Bu Şia kardeşlerimizin açık bir düşünsel çelişkisi midir?
Mustafa İslamoğlu'nun Cevabı: Evet, kanaatim öyledir. Şia'nın bu konuda sıkıntısı var. Sıkıntı nereden kaynaklanıyor? Sıkıntı aslında Allah Resulü'nün nübüvvet mirasının kan bağı yoluyla geçmesi, yani imamet teorisinden kaynaklanıyor, bu birincisi.
İkincisi de Ebu Talib'in mutlaka ve mutlaka bir şekilde kurtarılmaya çalışılmasıdır, efendim.
Peki, nasıl ve nerelere varıyor bu sıkıntı? Bir kere Kur'an'daki birçok kelimeyi hiç alakası olmadığı halde "Eimme" şeklinde okumaya başlıyorlar. Hiç Ehlibeyt'le alakası olmadığı halde Ehlibeyt'e yorumluyorlar.
Hatta Ehlibeyt kelimesi kuranda kan bağından daha geniş bir bağı ifade ediyor. Kesinlikle, yani evin ehli iman ehlidir, aslında. Kur'an'da Hz. Nuh'un oğlu için o senin Ehlibeyti'nden değildir, denilmiyor mu açıkça? Ama oğludur.
Oğul Ehlibeyt'ten olmuyor da, yedi kat yabancı iman edince iman Ehlibeyti'nden oluyor. Peygamberimiz de aynısını demedi mi? Selman biz Ehlibeyt'tendir, demedi mi?
Demek ki, Kur'an'ın bize sunduğu Ehlibeyt kan bağıyla sınırlı değildir.
Ama kan bağıyla ilgili Ehlibeyt kullanımları da vardır, Ku'ran'da. Özellikle spesifik olan fikhi hükümler getiren, mesela işte zekatla ilgili sadakayla ilgili ve özellikle de humusun paylaşım yerleriyle ilgili. Bunlar ayetlerle bellidir.
Ama peygamberlikle ilgili, Al-i İbrahim ve Al-i İmran, yani şimdi burada Ehlibeyt söz konusudur. "Al" ve Ehlibeyt arasında lügatçiler fark var demişseler de, ben doğrusu o söylenen farkın uygulamayla çeliştiği için, nakletmeğe bile gerek görmüyorum.
Dolayısıyla o zaman Şia ne yapıyor? Özellikle de büyük Şia müfessiri Kummi, tefsirinde Hz. Nuh'un oğlunu, Nuh'un oğlu olmaktan çıkarmış ve o senin ehlinden değildir, sözünü de tevil etmiş, Hz. Nuh'un eşi zinadan peydahladı demiş. Tevbe tevbe…..
Şimdi bakın bir şey söyleyeceğim. İftira haramdır. Sadece Müslüman'a değil, kafire de haramdır. Bir insan kafir olunca müşrik olunca ona iftira caiz mi olur? Hayır. Peki niye böyle … demin söylediğim iki sebep için.
Hz. İbrahim'in babası için de, o konuda da, Arap dilinde örnekleri vardır, amcaya da baba derler, diyorlar. Dolayısıyla o, Hz. İbrahim'in babası değil de amcasıymış; Amcası olunca ne olacak sanki? Yani bunlara hiç gerek yok, dolayısıyla evet, böyledir işte.
Cevap:
Saygıdeğer Mustafa İslamoğlu, Youtube'de yayınlanan, deşifresini yukarıda aktarmış olduğum Ehlibeyt kavramıyla ilgili bir soruya verdiğiniz cevapta, ne yazık ki, Şia Ekolü hakkında bir takım gerçeğe aykırı iddialarda bulunduğunuza şahit olmaktayım.
Bendeniz, yanlış olduğunu gördüğüm bu iddiaları aşağıda birer birer kısaca ele alarak, hem sizin iddialarınızın hangi açıdan yanlış olduğunu açıklayacağım, hem de o konudaki Şia'nın görüşünü özet niteliğinde olsa dahi, delilleriyle ortaya koymaya çalışacağım.
Siz, yukarıdaki cevabınızda özetle demişsiniz ki; Ehlibeyt kavramı Kur'an'da daha geniş bir anlamı ifade ettiği halde, Şia, iki gerekçeden dolayı bu kavramda gerçeğe aykırı olarak alan daraltması yapmıştır.
Birincisi, Peygamberimizin nübüvvet mirasının sırf kan bağıyla geçtiğini, yani imamet teorisini ispat etmek için; ikincisi ise, Ebu Talib'i bir şekilde kafirlikten kurtarıp iman ehli olarak tanıtmak için;
bu iki sebepten dolayı Şia, Ehlibeyt kavramında alan daraltması yaparak onu sadece kan bağıyla irtibatlı olmakla sınırlamış ve dolayısıyla da Peygamberimiz'in Ehlibeyt'inin sadece o hazretin kendi neslinden olan kimselerden oluştuğunu iddia etmiştir.
Ardından da kanınızca Şia'nın bu görüşünü çürütmek maksadıyla özetle demişsiniz ki; Şia'nın bu görüşü kesinlikle yanlıştır. Çünkü Kur'an'da Ehlibeyt kavramı daha geniş bir anlamda kullanılmıştır.
Örneğin açıkça Hz. Nuh aleyhisselam'ın kendi kanından olan oğlunun, onun Ehlibeyti'nden olmadığı söylenmiştir. Keza, peygamberimiz de, kendi neslinden olması bir yana, Arap bile olmayan Selman'ı Farsi'yi kendi Ehlibeyti'nden saymıştır.
Halbuki eğer Şia'nın Ehlibeyt kavramı hakkındaki bu görüşü doğru olsaydı, Hz. Nuh aleyhisselam'ın oğlu Kenan'ın, Şia'nın şart gördüğü kan bağıyla bağlı olma şartına sahip olduğu için o hazretin Ehlibeyti'nden sayılması, Selman'ı Farsi'nin de kan bağıyla bağlı olma şartına haiz olmadığı için, Allah Resulü'nün Ehlibeyti'nden sayılmaması icap ederdi.
Daha sonra da daha ileri giderek, Şia'nın, imamet teorisini ispat etmek amacıyla, hiç alakası olmadığı halde, Kur'an'da yer alan birçok kelimeyi "Eimme" şeklinde okuduğunu ve hiç alakası olmadığı halde, birçok ayeti de Ehlibeyt'e yorumladığını, iddia etmişsinizdir.
İddialarınızı bununla da sınırlı tutmamış, ardından Şia'nın, Kur'an'da Nuh'un oğlunun açıkça onun Ehlibeyti'nden sayılmadığını görünce, bunun altından çıkmak için, Nuh'un oğlunun haşa,
Nuh'a kan bağıyla bağlı olmadığını ve eşinin onu zinadan peydahladığını iddia ettiğini ileri sürmüş ve bunun için de bir Şia müfessiri olan Kummi'nin ismini anarak, bu zatın, Nuh'un eşinin bu oğlunu zinadan peydahladığını yazdığını ileri sürmüş, ardından da Şia'nın böylece, bir peygamber eşine iftira attığını iddia ederek, "tevbe tevbe! İftira atmak kafire bile olsa haramdır" diyerek, Şia ekolünü müfteri olmakla suçlamışsınızdır.
Bununla da yetinmeyerek, Şia'nın aynı takıntı yüzünden, sizce Kur'an'da kafir olduğu belirtilen, Hz. İbrahim peygamberin babası diye nitelenen kişinin de, Kur'an'ı Kerim'e rağmen, aslında onun babası olmayıp amcası olduğunu iddia ettiğini kaydederek,
"Amcası olsa sanki ne olacakmış", şeklinde alaycı bir üslupla sözünüzü bitirmiş ve böylece güya kendi zannınızca Şia Ekolünü yerden yere vurmuşsunuzdur.
Bunlar, sizin (yukarıda yer verdiğimiz cevabınızda) Şia Ekolüne yönelttiğiniz itiraz ve tenkitlerinizdi. Şimdi gelelim yanıldığınız hususlara:
a) Yanıldığınız yada yanlış yere Şia'ya isnat ettiğiniz ve Şia'nın görüşünü yansıtmayan birinci husus; sizin tabirle; Şia'nın, imamet teorisini ispat etmek ve Ebu Talib'i kurtarmak uğruna,
Ehlibeyt'i belirlemede, kan bağını yegane ölçü kabul ettiğine dair iddianızdır. Bu iddianız, kesinlikle Şia'nın görüş ve itikadını yansıtmamaktadır. Aksine, Şia'nın bu konudaki görüş ve inancı, sizin bu isnadınızın tam tersinedir. Şia, sırf kan bağının, Kur'an'da Allah Resulü'ne atfedilen Ehlibeyt kavramının ölçüsü olmayacağı; aksine,
bu anlamdaki Ehlibeyt kavramının yegane ölçüsünün, Ahzab Suresi'nin 33. ayetinde sözü edilen, her türlü kötülüklerden arınmanın, yani "masumiyetin" olduğu görüş ve inancındadır. Şia, bir kimse kan bağıyla ne kadar yakın olursa olsun, bu anlamda bir temizliğe sahip olmadığı sürece, anılan ayette işaret edilen Allah Resulü'nün Ehlibeyti kavramı dahiline giremeyeceği görüşündedir.
Şia, diğer ilahi peygamberler için de aynı kuralın geçerli olduğu ve onlara atfedilen Ehlibeyt kavramında da aynı kriterin geçerli olduğu inancındadır. Bunun içindir ki, Şia, örneğin,
Hz. Adem aleyhisselam'ın katil olan oğlu Kabil'i, Adem aleyhisselam'ın Ehlibeyti'nden kabul etmediği gibi, diğer evlatları içerisinde de sadece masum oldukları bilinen Hz. Habil ve Şis aleyhumasselam'ları o hazretin Ehlibeyti olarak kabul eder. Keza, Hz. Nuh aleyhisselam'ın oğulları içerisinde de bırakın tufanda diğer kafirlerle birlikte boğulup giden Ken'an-ı,
Hz. Nuh aleyhisselam'la birlikte gemiye binip kurtulan diğer üç oğlu içinden de, sadece Hz. Nuh aleyhisselam'dan sonra onun vasisi olan Sam'ın Hz. Nuh aleyhisselam'ın bu anlamdaki Ehlibeyti'nden olduğu görüşündedir.
Evet, Şia, Hz. Nuh'un diğer iki oğlunun ise, masumiyetin şart olmadığı ve Kenan'da olduğu gibi, kafirliğin de, hükmen aile ferdi olmaktan çıkarmadığı, lügat ve örfte söz konusu olan ev halkı anlamındaki Ehlibeyti'nden oldukları görüşündedir.
Bunun içindir ki, Şia, Allah Resulü'nün Ehlibeyti'ni açıklarken de, aynı ilkeyi esas almaktadır ve O Hazretle kan bağı olan herkesin, bu kavramın kapsamına girmediği; aksine, sadece masum olduklarına inandığı ve masumluklarına dair delil ikame ettiği,
ilki Hz. Ali aleyhisselam ve soncusu Hz. İmam Mehdi aleyhisselam olan on iki Ehlibeyt İmamları'nın[1] ve Allah Resulü'nün; "Babasının Annesi ve Cennet hatunlarının efendisi" olarak nitelediği, biricik kızı Hz. Fatime-i Zehra aleyhasselam'ın, Allah Resulü'nün Ehlibeyti'ni oluşturduğu görüşündedir. Dolayısıyla Şia,
Allah Resulü'nden önce vefat eden, bizzat kendi kanından olan sevgili erkek evlatları; Tahir ve İbrahim'in ve keza Allah Resulü'nün kızlıkları değil de, bizzat kendi kanından oluşan kızları oldukları sabit olduğu takdirde, Allah Resulü'nün diğer kızları olarak bilinen Zeynep, Ümmi Gülsüm ve Rukiyye'nin de, o hazretin bu anlamdaki Ehlibeyti kavramı dahiline girmedikleri inancındadır.
Keza Şia, aynı gerekçeyle Peygamberimiz'in eşleri içerisinde Hz. Hatice'nin çok yüce bir manevi makama sahip olduğunu vurgulamakla birlikte, o hazret de dahil olmak üzere Allah Resulü'nün eşlerini de,
bu anlamdaki Ehlibeyt'ten saymamaktadır. Yine Şia, on iki Ehlibeyt İmamları dışında; İmam Ali, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in soyundan gelenler de dahil olmak üzere, Ehlibeyt İmamları'nın soyundan gelen diğer kimselerin de, her ne kadar ilim ve irfan ehli olsalar dahi, masumiyet şartına haiz olmadıkları için, bu anlamdaki Ehlibeyt kapsamına girmedikleri görüşündedir. Buna göre Şia, Ehlibeyt sözcüğünü, iki farklı anlamda kullanmaktadır.
Birincisi, Allah Teala tarafından seçilmişliği ifade eden hatta bazı durumlarda masumiyeti dahi gerektiren Ehlibeyt (ev halkı) kavramı,
İkincisi ise, bir ferdin ister kendi soyundan olsun, ister olmasın, aile bireylerini ifade eden lügat ve örf anlamındaki Ehlibeyt (ev halkı) kavramı.
Burada, Şia'nın neye dayanarak Ehlibeyt sözcüğünü bu iki farklı anlamda kullandığı sorulabilir. Bunun cevabı şudur ki, Şia bu anlayışında hem Kur'an'a, hem Allah Resulü'nden gelen hadislere hem de açıklanacağı üzere akıla dayanmaktadır.
Şia, Ehlibeyt sözcüğünü bu iki anlamda kullanmıştır. Çünkü bizzat Kur'an-ı Kerim ve Allah Resulü, Ehlibeyt sözcüğünü bu iki anlamda kullanmış ve ileride göreceğimiz üzere akıl da bu iki anlamı teyit etmekte ve öyle olması gerektiğine hükmetmektedir.
Bakınız, Allah Teala, Kur'an-ı Kerim'de Ehlibeyt sözcüğünü hem seçilmiş, üstün kılınmış, arınmış ve salih kimseler anlamında kullanmıştır; hem de özel bir vasıf yüklemeden aile ferdi anlamında kullanmıştır.
Birinci kullanmaya örnek olarak, Hz. İbrahim ve Hz. İmran aleyhisselam'ın ailesi gibi, eski ümmetlerin içerisinden seçilen Ehlibeyt'ten bahseden ayetlerle Hz. Resulullah sallallahu aleyhi ve alih'in Ehlibeyti'nden bahseden ayetleri zikredebiliriz.
Geçmiş ümmetler içerisinde seçilmişliği ifade eden aile ve Ehlibeyt sözcüklerinin kullanılmasına örnek olarak, Allah Teala'nın şu ayetlerini zikredebiliriz:
Allah Teala, Al-i İmran Suresi'nde geçmiş ümmetler içerisinden seçkin kıldığı bazı kimseler ve soylar hakkında genel bir bilgi vererek şöyle buyurmuştur: "Allah, Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini, İmran ailesini, birbirinden gelme bir nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı. Allah işitendir, bilendir.
Sonar da İmran ailesinin seçilmişliği hakkında daha geniş bilgi vererek, şöyle buyurmuştur: "Hani İmran'ın karısı şöyle demişti: "Rabbim! Karnımdakini, azatlı bir köle olarak sırf sana adadım, benden (bunu) kabul buyur, doğrusu hakkıyla işiten ve bilen ancak Sensin." Onu doğurunca da, Allah onun ne doğurduğunu bilirken,
"Rabbim!" dedi, "Ben kız doğurdum. Elbette erkek, kız gibi değildir. Ben ona Meryem adını verdim ve onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırdım." Rabbi de onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yeşertti.
Zekeriya'yı da onun himayesi için görevlendirdi. Zekeriya onun yanına mabette her girişinde, yanında bir yiyecek bulurdu ve "Ey Meryem! Bu sana nereden geldi?" derdi, o da: "Bu, Allah'ın katındandır. Doğrusu Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır" derdi.
Sonra yüce Allah başka bir seçilmiş aile olan Hz. Zekeriya aleyhisselam ve ailesine işaretle şöyle buyurmuştur: "Zekeriya da orada Rabbine dua etti: "Rabbim!" dedi, "Bana kendi katından temiz bir nesil bağışla, doğrusu duayı hakkıyla işiten ancak Sensin.
" Böylece o Mabette durmuş namaz kılarken, melekler ona şöyle seslendiler: "Allah sana; Allah tarafından gelen bir Kelime'yi (İsa'yı) tasdik eden, efendi, iffetli, sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler."
Sonra yüce Allah yeniden İmran ailesine değinerek şöyle buyurmuştur: "Hani melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah seni seçti, tertemiz eyledi ve seni dünyaların kadınlarından üstün eyledi." "Ey Meryem!
Rabbine gönülden boyun eğ, secde et, rükû edenlerle birlikte rükû et." Hani melekler demişti ki: "Ey Meryem! Allah sana, Kendinden bir Kelime'yi, müjdeliyor, adı Meryem oğlu İsa, Mesih'tir; dünyada da, âhirette de itibarlıdır ve (Allah'a) yakın kılınmışlardandır." "İnsanlarla, beşikte iken de, yetişkin iken de konuşacaktır ve o, salihlerdendir." Meryem de: "Rabbim!" demişti, "Bana bir insan dokunmamışken nasıl çocuğum olabilir?" Melek de demişti ki: "İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır.
Bir işin olmasını dilerse ona; "ol" der; o da oluverir. Ona Kitâb'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek, onu İsrâiloğullarına bir peygamber kılacak, ve (o, İsrailoğullarına şöyle diyecek): "Ben size Rabbinizden bir ayet getirdim. Ben sizin için çamurdan kuş sureti yapar ona üflerim, o, Allah'ın izniyle, hemen kuş oluverir.
Allah'ın izniyle anadan doğma körleri, alacalıları iyileştiririm; ölüleri diriltirim; yediklerinizi ve evlerinizde sakladıklarınızı size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz,
bunda sizin için delil vardır." "Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmekle beraber, size yasak edilenlerin bir kısmını helal kılmak üzere, Rabbinizden size bir ayet getirdim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin; çünkü Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na kulluk edin, bu dosdoğru yoldur"[2]
Seçkin kıldığı Hz. İbrahim aleyhisselam, ailesi ve geçmiş ümmetlerden bazı diğer seçilmişler hakkında ise şöyle buyurmuştur: "Bu, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz hüccetimizdir. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Doğrusu Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir. Biz ona İshak'ı ve Yakup'u da armağan ettik, hepsini de doğru yola ilettik.
Daha önce Nuh'u ve soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u da doğru yola iletmiştik. Biz iyi davrananları işte böyle mükafatlandırırız. Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da (doğru yola iletmiştik), bunların hepsi de iyilerden idiler. İsmail'i, Elyesa'yı, Yunus'u, Lut'u da ki,
bunların hepsini alemlere üstün kıldık. Bunların babalarından, soylarından, kardeşlerinden de bir kısmını seçtik ve doğru yola ilettik. Bu, Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini ona iletir.
Eğer onlar da Allah'a şirk koşsalardı, yaptıkları amelleri elbette boşa giderdi. İşte bunlar kendilerine Kitâb, hüküm ve peygamberlik verdiklerimiz kimselerdir. Eğer kâfirler onları inkâr ederlerse, yerlerine onları inkâr etmeyecek bir kavim getiririz.
İşte bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir, (Ey Resulüm! Sen de) onların yoluna uy, "Sizden buna karşılık bir ücret istemem; bu, sadece herkes için bir hatırlatmadır." de. "[3]
Yine Hak Teala Hz. İbrahim aleyhisselam'ın ailesi hakkında şöyle buyurmuştur: "Yoksa onlar, Allah'ın lütfünden verdiği kimseleri mi kıskanıyorlar? Oysa İbrahim ailesine Kitâb ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik."[4]
Yine yüce Allah seçkin kıldığı Hz. İbrahim aleyhisselam ve ailesi hakkında şöyle buyurmuştur: "Biz ona (İbrahim'e) İshak'ı ve Yakup'u bahşettik. Nübüvveti ve Kitab'ı onun soyundan gelenlere verdik. Onu dünyada mükâfatlandırdık; doğrusu o âhirette de iyilerdendir."[5]
Yüce Allah Enbiya Suresi'nde ise seçkin kıldığı Hz. İbrahim aleyhisselam ve ailesi hakkında genel bir hüküm olarak şöyle buyurmuştur: "Biz, ona (İbrahim'e) İshak'ı ve fazladan bir bağış olarak Yakub'u lütfettik ve her birini salih insanlar yaptık.
Ve onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık. Kendilerine, hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar daima bize ibadet eden kimselerdi."[6]
Yine yüce Allah, Hz. İbrahim'in ailesi hakkında şöyle buyurmuştur: "O esnada İbrahim'in eşi ayakta idi ve gülünce, "Ona İshak'ı, ardından Yakup'u müjdeledik." Dedi ki: "Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı,
kocam da bir ihtiyar iken, çocuk mu doğuracağım?" Doğrusu bu şaşılacak bir şeydir." (Melekler) dediler ki: "Ey ev halkı! Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinize inmiştir. Şüphesiz O, övülmeye layıktır, yücelerin yücesidir."[7]
Yine yüce Allah, Meryem Suresi'nin başından itibaren seçkin kıldığı Hz. Yakup aleyhisselam ve ailesi, Hz. İmran aleyhisselam'ın ailesi, Hz. İbrahim aleyhisselam ve ailesi, keza Hz. Musa ve kardeşi Harun aleyhumasselam ve Hz. İsmail, Hz. İdris aleyhumasselam'dan örnek olarak bahsettikten sonra bunların seçilmiş bir aile ve soy oldukları hakkında genel bir bilgi vererek şöyle buyurmuştur:
"İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberlerden; Âdem'in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan; İbrahim ve İsrail'in (Yakub'un) neslinden, doğru yola erdirdiğimizden ve seçip beğendiklerimizdendirler. Onlara çok merhametli olan Allah'ın ayetleri okunduğunda onlar ağlayarak secdeye kapanırlardı."[8]
Yine yüce Allah, Hz. Yakub aleyhisselam'ın yerine geçen Hz. Yusuf aleyhisselam'dan bahsederken de şöyle buyurmuştur: "İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakup ailesine de nimetini tamamlayacaktır. Doğrusu Rabbin hakkıyla bilendir ve hikmet sahibidir."[9]
Yüce Allah, Hz. Musa aleyhisselam ve annesi hakkında ise şöyle buyurmuştur: "Musa'nın annesine: "Onu emzir, kendisine bir zarar geleceğinden endişelendiğinde ise, onu denize (Nil Nehri'ne) bırak; korkma, kaygılanma; Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız" diye vahyettik."[10]
Bu ve burada yer vermediğimiz benzeri birçok ayetlerde açıkça görüldüğü üzere, bu gibi ayetlerde yer alan "İbrahim ailesi, İmran ailesi, Yakup ailesi veya Ehlibeyti ve soyu gibi kavramların, -ayetlerde zikredilen örneklerin hep kan bağıyla bağlı olmalarına ve Al-i İmran Suresi'nin 34. ayetinde Allah Teala tarafından,
onların birbirinden gelme bir nesil oldukları açıkça vurgulanmasına rağmen-, sırf o hazretlerle kan bağıyla bağlı olan kimseler anlamında kullanılmadığı, aksine bu kavramların kapsamına girebilmek için, kan bağından önce,
Allah tarafından seçilmiş, alemlere üstün kılınmış, temizlenmiş olup salihlerden olmanın şart olduğu ortadadır. Öyle ki, şayet bir kimse o hazretlere kan bağıyla bağlı olduğu halde, kafir olmasını bırak; eğer seçilmişlerden, alemlere üstün kılınmışlardan ve salihlerden olmazsa, bu gibi kavramların dahiline girmediği gün gibi açıktır.
Binaenaleyh, bu gibi ayetlerde aile, Ehlibeyt ve soy kavramları lügatte ifade ettiği geniş anlamında değil, seçilmişliği ve üstün kılınmışlığı ifade eden dar bir anlamda kullanılmıştır.
Sizin tabirinizle alan daraltılmasına gidilmiştir. Açıktır ki, hiç kimse, bu ayetlerde yer alan bu kavramlar için, lügat ve örf dilindeki anlamlarını bahane ederek, alan genişletmesine gidemez.
Çünkü Allah Teala, bu kavramlardan bizzat kimleri kastettiğini, o kimselerde aradığı vasıf ve niteliklerin neler olduğunu ve onlara hangi unvan ve görevleri verdiğini açıkça beyan etmiştir. Böylesi bir netliğe rağmen, burada farklı bir tavır sergilemek, açık bir inkarcılıktan başka bir şey olamaz.
Bu arada burada şunu da vurgulamak isteriz ki, ayetlerde de açıkça görüldüğü üzere, bu kavramların dahiline girebilmek için, kişinin, erkek veya kadın olması bir önem arz etmemektedir.
Burada aranan yegana kriter, o kişinin seçilmişlerden ve alemlere üstün kılınmış salihlerden olmasıdır. Eğer bir kimse bu kritere sahip ise, ister kadın olsun,
(İbrahim'in ve İmran'ın eşleriyle Hz. Musa'nın annesi ve Hz. Meryem'de olduğu gibi), ister erkek olsun, (ayetlerde ismiyle yada unvanıyla anılan kutsal erkeklerde olduğu gibi), bu kavramın kapsamına girecektir; aksi takdirde, kan bağı açısından ne kadar yakın olursa olsun, bu kavramın dışında kalacaktır.
Dikkat edilmesi gereken başka bir incelik de şudur ki, anılan ayetlerde aile ve Ehlibeyt kavramı dahiline alınan bu kutsal kimselerin tamamı, Allah Teala'nın seçkin kıldığı kulları olarak gösterilmelerine rağmen, her birisinin kutsallık ve seçilmişlik derecesinin farklı olduğu da ayetlerden anlaşılmaktadır. Peygamberlik görevi verilen zatlar ve Hz. Meryem'de olduğu gibi,
bir kısmının masumiyet makamında olduğu kesin bir dille vurgulanırken; Hz. İbrahim'in eşi ve Hz. Musa'nın annesi gibi, diğer bazılarının ise, Allah Teala'dan vahiy alacak
ve gönderilen meleği görüp konuşabilecek kutsallıkta oldukları beyan edilmesine rağmen, masumiyet makamında olup olmadıkları konusu, açık ve net olarak beyan edilmemiştir.
Aile "ehil" kavramının, Kur'an-ı Kerim'de lügat ve örfte ifade ettiği anlamda kullanılmasına gelince, bunun için onlarca örnek zikredilebilir. Ama biz, sözün fazla uzamaması için, sadece birkaç örnekle yetineceğiz. Bu cümleden şu ayetleri zikredebiliriz:
1- "Hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Allah hakkıyla işiten ve bilendir." (Ali- İmran/121)
2- "Eğer aralarının açılmasından endişelenirseniz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin; bunlar düzeltmek isterlerse, Allah onların aralarını buldurur. Doğrusu Allah her şeyi bilen ve haberdar olandır." (Nisa/35)
3- "Allah, rasgele yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da kefareti, ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on düşkünü yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle azat etmektir.
Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yeminlerinizin kefareti işte budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun. Allah size böylece ayetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz." (Maide/89)
4- "Musa süreyi doldurup ailesiyle yola koyulunca, Tur tarafından bir ateş gördü. Ailesine: "Siz bekleyin, ben bir ateş gördüm, belki oradan bir haber yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm" dedi." (Kasas/29)
5- "Fakat orada Lut var" dedi. Onlar da: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz, onu ve ailesini elbette kurtaracağız, yalnız karısı hariç, o (azapta) kalacaklar arasındadır", dediler." (Ankebut/32)
6- "Biz, bizden bir rahmet ve akıl sahiplerine bir ibret olmak üzere ona (Eyyub'a) hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık." (Sad/43)
7- "Bedevilerden (Mekke'nin fethine katılmaktan) geri kalanları, sana: "Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile" diyecekler. Aslında onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler.
Sen de, de ki: "Eğer Allah, size bir zarar gelmesini dilerse, yahut bir fayda elde etmenizi isterse, O'na karşı kimin gücü bir şeye yeter ki? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
Aslında siz, Peygamberin ve inananların, ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu, gönüllerinize güzel görünmüştü de kötü sanıda bulunmuştunuz. Böylece hayırsız bir topluluk oldunuz." (Fetih/11-12)
Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Aslında bu anlamda onlarca ayet bulunmaktadır. Ama söz fazlaca uzamasın diye bu kadarıyla yetiniyoruz. Açıktır ki, bu gibi ayetlerde geçen aile "ehil" kelimesinden bu kelimenin lügat ve örfte ifade ettiği anlam, yani "aile bireyleri" kastedilmiştir.
Evet, Kur'an-ı Kerim'de, asıl anlamı aile olan "ehil" kelimesi, başka anlamlarda da kullanılmıştır. Mesela, bir şehrin halkını belirtmek için, o şehrin ehli, belli bir dine mensup olanları belirtmek için,
kitap ehli ve belli bir şeye daha layıklığı ifade etmek için, takva ehli ve rahmet ehli, denmiştir. Ama bu gibi tabirlerin konumuzla pek fazla bir alakası bulunmamaktadır. Dolayısıyla da burada üzerinde durmak istemiyoruz.
Binaenaleyh, konumuz açısından Kur'an-ı Kerim'de aile ve Ehlibeyt kavramları, lügat ve örfteki anlamında kullanıldığı gibi, aile içerisinden özel vasıfları taşıyan sadece belli kimseleri ifade etmek için de kullanılmıştır.
Ancak bu ikinci tür kullanımlarda, bu kelimeler lügat ve örf anlamlarından çıkarılarak, özel bir anlamda kullanıldıklarından, mutlaka bu gibi yerlerde özel anlamın kastedildiğini gösteren bir takım emare ve belirtilere de yer verilmiştir.
Yani bu gibi durumlarda, kimlerin kastedildiği, ya bizzat isimleri zikredilerek yada bunu gösterecek vasıflar sıralanarak, alan daraltması veya genişletilmesine gidildiği açıkça gösterilmiştir.
Yukarıda zikrettiğimiz geçmiş ümmetlere ait örneklerde bu husus açık ve net olarak ortadadır. Bunun aksine bir iddiada bulunan kimse, Kur'an-ı Kerim'in açık beyanıyla çelişkiye düşer ki, bu, açıkça inkarcılık demektir.
Mesela; kimse, Allah Teala'nın, seçerek alemlere üstün kıldığını belirttiği, İbrahim ve İmran ailesinden, lügat ve örf anlamındaki aile bireylerin kastedildiğini ve bizzat ayetlerin kendisinde kitap,
hikmet ve nübüvvet gibi makamların verildiği ve tertemiz kılındığı belirtilen kimseler dışındaki aile fertlerinin de bu kavram dahilinde olduğunu söyleyemez. Çünkü aksi takdirde bizzat Kur'an ile çelişkiye düşer. Kur'an'ın açık hükmüyle çelişmek de inkarcılık değil de nedir!
Geçmiş ümmetler hususunda bu açıdan bir şüphe yoktur. Ehlisünnet'in de bu zikrettiğimiz hususta farklı düşünmesi söz konusu değildir. Yani aslında İslam ümmeti bu konuda yekpare aynı görüşü savunmaktadır.
Şia ile Ehlisünnet'in ihtilafı, Allah Resulü'nün Ehlibeyti'ni anlatan ayet ve hadislerdedir. Şia, hem Kur'an-ı Kerim'de hem de hadislerde sizin tabirinizle alan daraltılmasına gidilerek, Allah Resulü'nün Ehlibeyti olarak,
sadece belli şart ve vasıflara haiz olan kimselerin kastedildiğini savunurken; Ehlisünnet, bunun doğru olmadığını ve Allah Resulü'nün Ehlibeyti'ni açıklayan ayet ve hadislerin lügat ve örfte ifade ettiği geniş mana bir yana, hatta Ehlibeyt kavramı Allah Resulü'nün dilinde, bütün iman ehlini kapsayacak kadar kapsamlı bir anlamda kullanıldığını iddia etmektedir. Söz, bu iki görüşten hangisinin doğru ve isabetli görüş olduğundadır. Bunu anlamamız için, kısaca da olsa, her iki fırkanın ortaya koyduğu delillere, bakmak zorundayız.
Şia'ya göre; Allah Resulü'nün Ehlibeyti de, aynen yukarıda zikrettiğimiz ayetlerde geçen, Hz. İbrahim'in, Hz. İmran'ın ve Hz. Zekeriya'nın Ehlibeyti gibi, Allah Teala tarafından seçilmiş, alemlere üstün kılınmış, ilahi ilim ve hikmetle donatılmış kimselerdirler; dahası, Allah Resulü'nün kendisi, bütün enbiya ve resullerin en üstünü olduğu gibi, Allah Resulü'nün vasileri olan Ehlibeyti de, Allah Resulü'nün mirascıları olarak, o Hazreti temsil ettikleri için, onların tamamından üstündürler.
Burada Şia'nın, bu görüşünde dayandığı delillere geçmeden önce, bir kez daha bunu vurgulamak isteriz ki, buraya kadarki açıklamamızdan ve şimdiye kadar gözden geçirdiğimiz Kur'an ayetlerinden şu husus açıklığa kavuşmuştur ki, bir peygamberin getirmiş olduğu ilim mirasının ve dahası, ilahi temsilcilik ve misyonunun, o peygamberin oğlu gibi, bizzat onun kanından olan kimselere geçmesi, Kur'an-i Kerim'in tabiriyle de bu kutsal kimselerin hep birbirinden gelme nesillerden olmaları, bir ırkçılık değildir.
Bu, bir krallığın babadan oğula geçmesi gibi, peygamber olan babanın peygamberliği oğluna devretmesi veya sınıfsal toplumlarda olduğu gibi, ilahi seçilişle seçilip üstün kılınmış olan bir kesimin, bu seçilmişliğini ve üstünlüğünü, kendi evlatlarına miras bırakmaları, demek değildir. Eğer, Hz. İshak, İsmail, Yakup, Yusuf, Zekeriya, Yahya aleyhimusselam ve benzeri kutsal şahsiyetlerde yaşandığı gibi, peygamber olan bir babadan sonra onun kanından gelen oğlu da peygamber veya ilahi temsilci olmuşsa,
bu, o sırada böylesi bir misyonu yüklenecek daha layık başka kimsenin olmadığından ve bizzat o kimsenin kendisinin ortaya koyduğu liyakat gereğince ilahi seçimle gerçekleşmiştir. Bunda asla beşeri bir duygu etkin olmamıştır.
Eğer Hz. Zekeriya aleyhisselam hayatının sonlarına doğru "Rabbim! Benim kemiklerim zayıfladı, saçım başım da ağardı ve ben Rabbim, sana ettiğim duamda asla bedbaht olmadım. Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır, tarafından bana bir veli (oğul) bana bahşet ki, o bana ve Yakup ailesine varis olsun.
Rabbim! Onu rızana layık kıl." (Meryem/3-6) şeklinde dua ediyorsa, bu, haşa o ilahi peygamberin ırkçılık duygularına sahip olduğundan değildir. Bu, büsbütün o sırada Hz. Zekeriya'nın ve Yakup ailesinin taşıdığı misyonu yüklenebilecek, onların sahip olduğu ilahi ilim ve hikmete emin olabilecek layık başka bir kimsenin bulunmadığından dolayıdır. Bunun için o hazret de yüce Allah'tan kendisine bu misyona layık bir evlat vermesini niyaz etmektedir.
Şia da eğer, Allah Resulü'nün Ehlibeyti'ni, Allah Resulü'nün vasileri ve yerindeki halifeleri olarak görüyorsa, bu da bir ırkçılık değildir; aksine, İslam ümmeti içerisinde bu emaneti taşıyacak, onlardan daha layık bir kimsenin bulunmadığından dolayıdır. Şimdi isterseniz, Şia'nın bu görüşünde dayandığı delillere dönelim:
Yukarıda Şia'nın, bu itikadını, hem Kur'an, Hem hadis, hem de akıla dayandırdığına işaret etmiştik. Şimdi Kur'an-i Kerim'den başlamak üzere, sırasıyla Şia'nın getirdiği bu delillere, özet niteliğinde bir göz atalım.
Şia'nın Kur'an-ı Kerim'den Getirdiği
Delillerden Bazıları:
1-Tathir Ayeti
Allah Teala, Tathir ayeti olarak bilinen bu ayet-i kerime'de şöyle buyurmuştur: "Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın, namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Allah sadece, sizden ey Ehlibeyt, kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." (Ahzab/33)
Burada bahis konusu olan Hak Teala'nın: "Allah sadece, sizden ey Ehlibeyt, kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." buyruğudur.
Şia, bizzat Ehlibeyt kavramının kullanıldığı ayetin bu bölümüyle ilgili iki iddiada bulunmaktadır.
Birincisi, ayette sözü edilen temizlikten maksat, bütün günahlardan arınma anlamındaki masumiyettir.
İkincisi ise, bu ayetin ilk yarısı ve önceki ve sonraki ayetlerin aksine, bu bölümünde Allah Resulü'nün eşleri kastedilmemiştir. Ayetin bu bölümünden sadece bu ayetin inişi sırasında orada bulunan, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin kastedilmiştir. On iki imamların diğer dokuz üyesinin de Ehlibeyt kavramına dahil oldukları ve dolayısıyla bu ayetin onları da kapsadığı ise, bizzat Allah Resulü tarafından açıklanmıştır.
Buna karşılık Ehlisünnet Ekolü, öncelikle ayette sözü edilen temizlikten maksadın, Şia'nın iddia ettiği bütün günahlardan arınma anlamındaki masumluk olmadığını, ikinci olarak da bu ayetin ilk yarısının, önceki ve sonraki ayetlerin açıkça Allah Resulü'nün eşlerinden bahsetmesini ve aile kavramının, eşi de kapsadığını gerekçe göstererek, ayetin bu bölümünden de öncelikli maksadın Allah Resulü'nün eşleri olduğunu ve Şia'nın Ehlibeyt olarak gösterdiği fertlerin ise, Allah Resulü tarafından ayetin kapsamı dahiline alındıklarını, ileri sürmüşlerdir.
Görüldüğü üzere, Şia'nın burada iki iddiası vardır. Birincisi, ayette sözü edilen temizlikten masumiyetin kastedildiğidir. İkinci iddiası ise ki, aslında birinci iddianın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır; ayette sözü edilen Ehlibeyt kavramından, eşlerin ve bütün aile bireylerinin değil de, sadece belli kimselerin kastedildiğidir.
Nitekim, önceki ümmetlerle ilgili yukarıda naklettiğimiz ayetlerde sözü edilen: "Al-i İbrahim, Al-i İmran ve Al-i Yakup" (İbrahim ailesi, İmran ailesi, ve Yakup ailesi) gibi kavramlardan, o hazretlerin ailelerine intisap eden bütün fertlerin değil de, onların içerisinden sadece Allah Teala'nın ilim, hikmet ve kitap vererek, seçip alemlere üstün kıldığı kimselerin kastedildiğini daha önce hep birlikte görmüştük. Biz, o ayetlerde Allah Teala'nın onları seçip alemlere üstün kılmasından bu sonuca varmıştık.
Şia, bu ayetle ilgili de aynı kuralın geçerli olduğunu ileri sürmektedir. Şia diyor ki, bu ayet ve ileride zikredeceğimiz, birçok diğer ayette, Allah Teala, Peygamber efendimizin Ehlibeyti'nin masum olduğunu ve önceki ümmetlerde kendilerine ilim ve hikmet vererek seçip alemlere üstün kıldığı aileler gibi, Allah Resulü'nün Ehlibeyti'ne de ilim ve hikmet vererek seçip alemlere üstün kıldığını açıklamaktadır.
Dolayısıyla bu ve benzeri ayetler, geneli değil de, özeli işaret etmektedir. Bu özelin de Peygamberimizin eşleri olmadığı gibi, Şia'nın ileri sürdüğü kimseler dışında, Peygamberle aile bağı olan veya aile bağı olsun yada olmasın iman ehlinden başka hiçbir kimsenin olmadığı ortadadır. Çünkü böyle özel bir mevkie sahip olmayı,
Şia'nın ileri sürdüğü bu zatlar dışında, ne Allah Resulü'nün eşleri iddia etmiştir, ne de ashap da dahil olmak üzere, başka bir iman ehli ve ne de Şia'nın inandığı Ehlibeyt bireyleri dışında kalanların böyle bir mevkiye sahip olduklarına dair herhangi bir emare mevcuttur. Zaten Şia'nın inandığı Ehlibeyt bireyleri dışında kalanların böyle bir iddiaları olsaydı da ki, yoktur; onların gözlerimiz önünde olan yaşam tarzları ve onlardan kalan eserleri onları yalanlan ilk ve en büyük kanıtlar olurdu.
Buna karşılık Şia'nın, Allah Resulü'nün Ehlibeyti olarak masum olduklarına inandığı kimselerin, hem kendileri, böyle özel bir mevkie sahip olduklarını açıkça ifade etmişlerdir hem de onların yaşam tarzları ve bize ulaşan eserleri onların seçilmiş zatlar olduklarının en büyük kanıtları olarak bütün insanlığın gözleri önündedir. Bu hakikati görmemek için bir insanın adeta zorla gözünü kapaması icap eder. Aksi takdirde, gözünü açan bir kimsenin, Ehlibeyt'in gün geçtikçe daha parlayan nurunu görmemesi olası değildir.
Binaenaleyh, Şia'nın, bu ayette geçen Ehlibeyt kavramından sadece özel kimselerin kastedildiği iddiasının temelini, ayette sözü edilen temizlikten masumiyetin kastedildiği tezi oluşturtmaktadır. Bunun dışında getirdiği, ayette geçen "künne" kadın zamirlerinin "küm" erkek zamirine dönüşmesi gibi, kanıtlar ise, sadece bu iddiayı pekiştiren birer emaredir. Yoksa Şia da, ayette geçen "Ehlibeyt" (ev halkı) sözcüğünün lügat ve örf anlamının, eş de dahil olmak üzere aileye intisap eden bütün fertleri içerdiğini bilmektedir. Bunu inkar etmesi de, zaten söz konusu değildir.
Buna göre, Şia'nın bu görüşünü reddederken, birilerinin; "Ehlibeyt kavramı lügat ve örf açısından, açıkça eş de dahil olmak üzere aileye intisap eden bütün fertleri kapsarken, sözü edilen ayetin öncesi ve sonrasında da açıkça Peygamberin eşlerinden söz edilirken ve Kur'an'da da birçok kez kişinin eşini de kapsayacak şekilde kullanılmışken,
Şia, sırf Peygamberin ilmi mirasının sadece kan bağıyla geçtiği anlamına gelen "İmamet" inancına dair iddiasını kanıtlamak uğruna, Allah Resulü'nün Ehlibeyti'nden bahseden sözünü ettiğimiz Tathir ayetindeki "Ehlibeyt" kavramında alan daraltması yaparak sadece belli kişilerde sınırlamıştır; oysa bu, hem bu kavramın kendi anlamına, hem bu ayetlerdeki söz akışına ve hem de Kur'an'daki diğer kullanımlarına aykırıdır" şeklindeki söylemleri, konuyla alakası olmayan çok basit bir istidlal yöntemidir.
Bu kimselerin, Şia'nın bu iddiasını çürütebilmeleri için, ilk önce yukarıda işaret ettiğimiz, Kur'an'da geçen; "Al-i İbrahim ve Al-i İmran ve Al-i Yakub" gibi kavramların, genel değil de özelde kullanılmalarına makul bir yorum getirerek, onların geçmiş ümmetlerdeki özel kişilerde kullanılmalarını sağlayan gerekçelerin, Allah Resulü'nün Ehlibeyti'nde bulunmadığını ispat etmeleri gerekir; ikinci olarak da Şia'nın, bu ayette özelin kastedildiğine dair ortaya koyduğu bütün delilleri birer birer çürütmeleri icap eder.
Peki Şia, bu ayette sözü edilen temizlikten masumiyetin kastedildiğini nasıl açıklıyor? Şia, bunun için birçok delil ikame etmiştir. Bendeniz, sözü fazla uzatmamak için, bütün bu delilleri burada zikretmeyeceğim. Zat-i aliniz ve isteyen her kes bu delilleri, konu üzerinde yazılmış geniş araştırma makaleleri ve kitaplarda görebilirler. Bendeniz, burada sadece önemli gördüğüm bir delili özetleyerek zikretmekle yetineceğim.
O da şu ki, bir yandan Allah Teala'nın, ayetin bu bölümünde birçok tekit edatı kullanarak sırf Ehlibeyt'ten her türlü kirliliği gidererek onları tertemiz kılmayı irade ettiğini belirtmesi, öte yandan da Allah Resulü'nün, Ehlibeyti'nin kimlerden oluştuğuna dair, ister Şia ister Sünni kaynaklarında yer alan bütün beyanlarında sadece Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i kendi Ehlibeyti olarak tanıtıp, eşlerini ise bu kavramın dışında tutması ve dahası, konuyla ilgili gelen bütün hadislerde ayetin bu bölümünün ayetin devamı olarak değil de, kendi başına müstakil bir cümle olarak nazil olduğunun yer alması, ayette sözü edilen Ehlibeyt sözcüğünden sırf o hazretlerin kastedildiğini göstermekle birlikte, sözü edilen temizlikten de masumiyetin kastedildiğini ortaya koymaktadır.
Zira Ehlibeyt'in, anılan kimselerle sınırlanması ve sırf onların temizlenmek istendiğinin söylenmesi, bu iradenin, yükümlülük anlamını ifade eden teşrii irade, değil de tahakkuk anlamını ifade eden tekvini irade olduğunu göstermektedir. Çünkü Allah Teala'nın yükümlülüğü ifade eden teşrii temizlik iradesi, sadece Ehlibeyt'le sınırlı değildir ve genele yöneliktir.
Oysa böylesi tekitlerle alanın daraltıldığı ve bu kadar güçlendirilerek temizliğin ifade edildiği bir yerde, Allah Resulü'nün, eşlerini dışarıda tutarak bu kavramı, sadece isimlerini andığımız "Al-i Aba" olarak nitelenen o hazretlere tatbik ettiğini görmekteyiz; bu ise, ancak tekvini iradeyle bağdaşmaktadır.
Malumdur ki, Allah Teala'nın tekvini iradesi ise, muradından şaşmaz ve Allah'ın tekvini olarak irade ettiği her şey, anında gerçekleşir. Çünkü Allah Teala, bir şeyi irade ettiği zaman; ona ol, dediğini, onun da anında oluverdiğini bildirmiştir. Burada da Ehlibeyt'in bütün kirlilikten arındırılıp tertemiz kılınmasını irade ettiğini buyurduğuna göre, bu, bu temizliğin onlarda gerçekleştiğini göstermektedir ve her türlü kirlilikten temizlenmenin anlamı ise masumiyetten başkası değildir.
Bu ayeti kerimenin Allah Resulü tarafından yalnızca Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e tatbik edildiği konusu, Ehlibeyt kaynaklı hadislerde kesin bir gerçek olarak ortaya konmuştur.
Ehlisünnet kaynaklarında da aynı içerikli onlarca muteber hadis nakledilirken, bunu reddeden tek bir hadis dahi nakledilmemiştir. Şimdi isterseniz, bu ayeti kerimede yer alan Ehlibeyt'ten maksadın sadece "Al-i Aba" olarak bilinen bu mukaddes zatlar olduğuna dair Ehlisünnet kaynaklarında yer alan hadislerin bazılarına kısaca bir göz atalım.
Bu arada Allah Resulü'nün, Ehlibeyti'nin kimlerden oluştuğunu açıkladığı bu hadisleri üç gruba ayırmamız mümkündür.
1- Allah Resulü'nün, bizzat o zatların isimlerini anarak, bu ayetin yalnızca onların hakkında indiğini açıkladığı hadisler.
2- Allah Resulü'nün Ehlibeyti'ne; "Al-i Aba" lakabının da verilmesine yol açan, bu zatları abasının altına alarak; "Allah'ım, her peygamberin Ehlibeyti vardır benim de Ehlibeytim bunlardır." dediği ve eşlerini onların dışında tuttuğunu beyan eden hadisler.
3- Bu ayetin inmesinden sonra, Allah Resulü'nün uzun bir süre, her namaza gittiğinde, Hz. Fatıma'nın kapısına da uğrayarak; "Haydin, namaza ey Ehlibeyt, namaza…" buyurarak Ehlibeyt'in, sırf o evde olanlarla sınırlı olduğunu bildiren hadisler.
Bizzat İsimlerin Anıldığı Hadislerden Örnekler:
1- Taberi Ebu Said-i Hudri'den naklen demiştir ki: Allah Resulü şöyle buyurdular: "Allah, sadece sizden ey Ehlibeyt, kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." ayeti beş kişi hakkında nazil olmuştur: Benim, Ali'nin, Fatıma'nın, Hasan, ve Hüseyin'in hakkında..."[11]
2- Ebu Said-i Hudri Ümmi Seleme'den naklen şöyle demiştir: "Allah, sadece sizden ey Ehlibeyt, kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.) ayeti onun evinde nazil olmuştur. Ümmi Seleme dedi ki: "Ben de o sırada evin kapısında oturmaktaydım ve dedim ki: "Ey Resulullah, ben de Ehlibeyt'ten değil miyim?" Buyurdular ki: "Sen hayır üzeresin, sen Peygamberin zevcelerindensin." Ümmi Seleme dedi ki: "O sırada sadece Allah Resulü, Ali Fatıma, Hasan ve Hüseyin evde bulunmaktaydı."
3- Suyuti İbn-i Murdeveyh'den Ümmi Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah, sadece sizden ey Ehlibeyt, kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." ayeti benim evimde nazil olmuştur. Evde yedi kişi vardı. Allah Resulü, Cebrail, Mikail, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin, (r.) Ben ise evin kapısında idim. Dedim ki: "Ey Resulullah, ben de Ehlibeyt'ten değil miyim?" buyurdular: "Sen hayır üzeresin, sen Peygamber eşlerindensin."
4- İbn-i Cerir, İbn-i Ebi Hatem ve Teberani Ebi Said-i Hudri'den şöyle tahriç etmişlerdir: dedi ki, Resulullah şöyle buyurdular: "Allah, sadece sizden ey Ehlibeyt, kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.) ayeti beş kişi hakkında nazil olmuştur: Benim, Ali'nin, Fatıma'nın, Hasan, ve Hüseyin'in hakkında..."[12]
5- M. Asım Köksal'ın İslâm Tarihi'nde (c.4, s.60) "ziynet eşyası" konusu geçer. Yazar o bölümde şöyle yazmıştır: "Bir gün, Peygamberimiz, kızı Hz. Fatıma'nın evine geldiğinde Hz. Hasan'la Hüseyin'in üzerlerinde, gümüşten birer bilezik dikilmiş olduğunu görünce, kızı Fatıma'ya, bu gümüşleri çocukların üzerinden sökmesini emretmiş ve ardından da şöyle buyurmuştur:
"Ey Sevban! Bunları filan oğullarına götür! Fatıma'ya, deniz hayvanı dişlerinden yapılan bir gerdanlıkla fil kemiğinden yapılmış iki bilezik satın al; çünkü bunlar benim Ehlibeytim'dirler; onların dünya hayatında, dünya metalarını üzerlerinde taşımalarını arzu etmem."[13]
Peygamber'in, Abasının Altına Alarak Ehlibeyt
Olduklarını Açıkladığı Hadislerden Örnekler:
1- Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensur adlı tefsirinde, Taberanî'nin, Ümmi Seleme'den şöyle tahriç ettiğini bildiriyor: "Resulullah, kızı Fatıma'ya şöyle buyurdular:"Kocanı ve çocuklarını yanıma getir." O da gidip onları getirdiğinde, Peygamber Fedek'ten getirilen abasını onların üzerine attı ve mübarek ellerini onların üzerine koyup şöyle buyurdular:
"Allah'ım, bunlar Muhammed'in ailesidir, kendi rahmet ve bereketlerini Muhammed'in ailesi üzerine indir; nasıl ki İbrahim'in ailesine indirdin. Şüphesiz sen, övülensin, yücesin."Ümmi Seleme diyor: "Ben de abanın altına girmek ve onlara katılmak istedim ve bunun için abanın bir ucunu kaldırdım. Resulullah abayı benim elimden çekti ve şöyle buyurdu:"Sen hayır üzeresin."
2- Suyuti, İbn-i Cerir, İbn-i Münzir, İbn-i Ebi Hatem, Teberani ve İbn-i Murdeveyh'in Peygamber'in zevcesi Ümmi Seleme'den naklettikleri diğer bir hadiste ise şöyle geçer:"Resulullah, Ümmi Seleme'nin evinde uzanmış, üzerine de bir Hayber abası örtmüştü. O sırada Fatıma biraz yemek getirdi. Resulullah:"(Ey Fatıma!) Kocanı ve çocukların Hasan ve Hüseyin'i de bana çağır." buyurdular. Fatıma da onları çağırdı. Yemek yedikleri sırada Resulullah'a: "Allah, sadece sizden ey Ehlibeyt,
kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." ayeti nazil oldu. Bu arada Peygamber üzerindeki abanın fazlasını onların (Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in) üzerine örttüler, ardından da elini abadan çıkarıp göğe kaldırarak şöyle dua ettiler:"Allah'ım, bunlar benim Ehlibeytim ve özgülerimdirler; sen (ey Rabbim), her türlü kirliliği onlardan gider ve onları tertemiz kıl." Allah Resulü, bu sözü üç defa tekrarladı. Ümmi Seleme diyor:"Ben de başımı o örtünün altına soktum ve:"Ey Resulullah! Ben de sizinle miyim?" dedim. Peygamber iki defa:"Sen hayır üzeresin." buyurdular."[14]
3- Suyuti'nin, İbn-i Ebi Şeybe'nin, Ahmed'in, Müslim'in İbn-i Cerir'in, İbn-i Ebi Hatem'in ve Hakim'in Aişe'den tahriç ettikleri bir rivayette ise şöyle yer almıştır:
"Bir gün Resulullah, üzerinde siyah yünden dokunmuş nakışlı bir kumaş olduğu halde dışarı çıktı. O sırada Hasan bin Ali geldi, Peygamber onu o kumaşın altına aldı; sonra Hüseyin geldi, Peygamber onu da o kumaşın altına aldı; sonra Fatıma geldi, Peygamber onu da o kumaşın altına aldı; daha sonra da Ali geldi, Peygamber onu da o kumaşın altına aldı ve ardından: "Allah sadece, sizden ey Ehlibeyt, kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." ayetini okudu."
4- Taberi'nin tahriç ettiği bir hadiste şöyle yazmıştır: "Bir gün Peygamber, üzerinde siyah yünden dokunmuş nakışlı bir kumaş olduğu halde dışarı çıktı. Bu esnada Hasan geldi, Peygamber onu o kumaşın altına aldı, sonra Ali geldi, onu da o kumaşın altına aldı ve ardından "Allah sadece, sizden ey Ehlibeyt, kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." ayetini okudu."
5- Taberi Ümmi Seleme'nin şöyle dediğini tahriç etmiştir: "Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin benim yanımda idiler (evimde idiler). Bu arada ben onlar için bir yemek hazırladım. Onu yediler, ardından da uyudular. Peygamber de onların üzerine bir aba yada bir kumaş örttü ve ardından da: "Allah'ım bunlar benim Ehlibeytim'dir. Onlardan her türlü kirliliği gider ve onları tertemiz kıl." diye dua etti."
6- Taberi, Ebi Ammar'in şöyle dediğini tahriç etmiştir: "Ben Vaile bin Aska'nın yanında oturuyordum. Bu arada orada bulunanlar Ali'yi anarak kendisine küfür ettiler. Onlar kalkıp gidince, bana: "Otur da sana şu küfrettikleri kişi hakkında bilgi vereyim." dedi ve ekledi:
"Ben Allah Resulü'nün yanında bulunuyordum ki yanına Ali, Fatıma Hasan ve Hüseyin de geldi. Bu esnada abasını onların üzerine çekerek: "Allah'ım, bunlar benim Ehlibeytim'dir. Allah'ım, onlardan her türlü kirliliği gider ve onları tertemiz kıl." diye dua etti."
7- Taberi, Ebu Ammar'ın şöyle dediğini tehriç etmiştir: "Ali'nin evine gittim ve Ali'yi sordum. Fatıma, "Resulullah'ı getirmek için gitmiştir" dedi. Bu esnada Resulullah çıka geldi.
Resulullah içeri girdi, ben de içeri girdim. Resulullah sergi üzerinde oturdu, Fatıma'yı sağ yanında, Ali'yi sol yanında, Hasan ve Hüseyin'i de önünde oturttu. Ardından da kendi elbisesiyle onların üzerini örterek: "Allah, sadece sizden ey Ehlibeyt, kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." ayetini okudu ve: "Allah'ım bunlar benim ailemdir, Allah'ım bunlar benim ailemdir." buyurdu".
8- Taberi, Ebu Said-i Hudri'den tahriç etmiştir ki, Ümmi Seleme şöyle dedi: "Allah, sadece sizden ey Ehlibeyt, kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." ayeti nazil olunca,
Allah Resulü, Ali'yi, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin'i çağırttı. Üzerlerine Hayber kumaşından bir aba örttü. Ardından da: "Allah'ım, bunlar benim Ehlibeytim'dir. Allah'ım onlardan her türlü kirliliği gider ve onları tertemiz kıl." diye dua etti." Ümmi Seleme diyor: "Ben de sizden değil miyim?" dedim. "Sen hayır üzerisin" buyurdu."[15]
9- Taberi, Ebu Hureyre'den tahriç etmiştir ki, Ümmi Seleme şöyle dedi: "Fatıma, bir tabak içerisinde undan yapılmış helva getirdi ve Resulullah'ın önüne koydu. Resulullah: "Amcanın oğlu ve çocukların neredeler?" buyurdu.
Fatıma: "Evdeler" dedi. Resulullah: "Onları da çağır" buyurdu. Bunun üzerine Fatıma, Ali'ye giderek, "Sen de iki oğlun da Resulullah'ın davetini icabet edin" dedi.
Ümmi Seleme diyor ki: "Resulullah onların geldiğini görünce, elini uzatarak yatak üzerindeki, abayı aldı ve onu yere sererek onları onun üzerinde oturttu. Sonra da abanın dört yanından tutarak kenarlarını onların başı ucunda birleştirdi ve sağ elini Rabbine açarak: "Bunlar Ehlibeyt'tir. Sen onlardan her türlü kirliliği gider ve onları tertemiz kıl" diye dua etti.
10- Taberi, Ömer bin Ebu Şeybe'den şöyle dediğini tahriç etmiştir: "Allah, sadece sizden ey Ehlibeyt, kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor" ayeti Ümmi Seleme'nin evinde nazil oldu.
Bu arada Allah Resulü, Hasan ve Hüseyin'i çağırtarak önünde oturttu, Ali'yi de çağırtarak arkasında oturttu. Sonra kendisinin ve onların üzerini abayla örttü, ardından da şöyle dua etti: "Bunlar benim Ehlibeytim'dir. Onlardan her türlü kirliliği gider ve onları tertemiz kıl." Bu esnada Ümmi Seleme: "Ben de onlardan mıyım?" dedi, Resulullah: "Sen kendi yerindesin ve sen hayır üzerisin" buyurdu."
11- Taberi Amir bin Sa'd'in şöyle dediğini tahriç etmiştir: "Sa'd dedi ki: "Resulullah'a vahiy nazil olduğunda Ali'yi, iki oğlunu ve Fatıma'yı elbisesinin altına aldı, ardında da şöyle dedi: "Rabbim, bunlar benim ailem ve Ehlibeytim'dir."
12- Taberi, Hakim bin Said'in şöyle dediğini tahriç etmiştir: " Ümmi Seleme'nin yanında Ali bin Ebu Talib'den söz ettik. Ümmi Seleme şöyle dedi: "Allah, sadece sizden ey Ehlibeyt, kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." ayeti onun hakkında inmiştir. Ümmi Seleme şöyle devam etti: "Resulullah benim evime geldi ve:
"Kimsenin gelmesine müsaade etme" dedi. Bu arada Fatıma geldi; fakat ben onu babasından alıkoyamadım. Sonra Hasan geldi, ben onun da ceddi ve annesinin yanına gelmesine engel olamadım. Sonra Hüseyin geldi, onu da alıkoyamadım. Böylece Allah Resulü'nün etrafında bir sergi üzerinde toplandılar. Resulullah da abasını onların üzerine örttü sonra da şöyle dua etti: "Bunlar benim Ehlibeytim'dir. Sen onlardan her türlü kirliliği gider ve onları tertemiz kıl" işte onların bir sergi üzerinde toplandıkları zaman bu ayet nazil oldu. Ben de: "Ey Resulullah, ya ben" dedim. "Sen hayır üzeresin buyurdular."
13- Suyuti şöyle rivayet etmiştir: Teberani, Ümmi Seleme'nin şöyle dediğini tahriç etmiştir: "Fatıma, babasına bir tabak içerisinde yemek getirdi ve onu Resulullah'ın önüne koydu.
Resulullah: "Amcanın oğlu nerededir?" dedi. Fatıma: "Evdedir" dedi. Resulullah: "Git onu da çocuklarını da bana çağır" dedi. Bu arada Fatıma, iki oğlunun elinden tutmuş halde, Ali de onların arkasınca yürüyerek gelip Resulullah'ın yanına vardılar. Resulullah, çocukları kendi kucağında oturttu. Ali ise sağında, Fatıma da solunda oturdu. Ümmi Seleme dedi ki: Bu esnada Allah Resulü yattığımız yerdeki elbiseyi aldı…"[16]
14- Suyuti şöyle rivayet etmiştir: İbn-i Murdeveyh ve Hatib Ebu Said-i Hudri'nin şöyle dediğini tahriç etmişlerdir: "Ümmü'l-Müminin Ümmi Seleme'nin günü idi. Bu esnada Cebrail Allah Resulü'ne "Allah,
sadece sizden ey Ehlibeyt, kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." ayetini indirdi. Ravi der: Bunun üzerine Allah Resulü, Hasan, Hüseyin, Fatıma ve Ali'yi çağırttı. Onların üzerini bir elbiseyle örttü.
Ümmi Seleme ise perde arkasındaydı. Sonra da şöyle dua etti: "Allah'ım, bunlar benim Ehlibeytim'dirler. Allah'ım, sen onlardan her türlü kirliliği gider ve onları tertemiz kıl." Ümmi Seleme: "Ey Allah'ın peygamberi ben de mi onlardanım" dedi. Resulullah: "Sen kendi yerindesin, sen hayır üzerisin" buyurdu.'[17]
İslam Kütüp hanesi