ADALET GÜNEŞİ İMAM MEHDİ(AF) ADALET GÜNEŞİ İMAM MEHDİ(AF)
İTHAF
Bu kitabı Hz. Bakiyyetullah İmam-ı Zaman’a (a.s),
İslam İnkılabın’ın Rehberi aga Humeyni’ye (r.a),
İmam-ı Zaman’ın gerçek dost ve takipçilerine,
Ve İslam şehitlerinin ithaf ediyorum.
TAKDİM
Bismillahirrahmanirrahim
Dünyanın üzücü ve karmaşık hali sıcak-soğuk savaşlar, silahlanma yarışması ve korkunç buhranlar günümüzde insanların huzurunu bozmuş, ruhunu yıpratmıştır.
Savaş silahlarının üretim ve çoğaltımı insan neslini yoklukla tehdit etmektedir. Büyük yağmacıların tuğyan ve başına buyrukluğu insanları, hayati ihtiyaçlarından bile mahrum bırakmıştır.
Zayıf sınıfların günden güne artan mahrumiyeti, açlıktan ölen insanların feryadı fakirlik ve işsizliğin korkunç boyutlara varması, uyanık vicdanları perişan etmiştir.
Ahlakı değerlerin unutulması, dine karşı artan rağbetsizlik, ilahi kanunlardan yüzçevirmek, maddecilik, sanayıleşmede makul ölçülerı görmezlikten gelmek ve fuhuş ile şehvetperestliğin yaygınlığı dünyanın aydın ve vicdanı uyanık insanlarını tedirgin etmektedir.
Bu ve benzeri yüzlerce mesele, ileri görüşlü insanları şaşkınlığa düşürmüştür. İnsanlığın çöktüğünü ilan eden tehlike çanlarının sesi dünyanın her yanında duyulmaktadır.
Nitekim kimi düşünürler de insanlığın geleceği hususunda kötümserliğe kapılarak bu sorunların halledilmesinin mümkün olmayacağını ileri sürerler. Bazıları da ileri giderek beşeriyetin terakkisini bütünüyle görmezlikten gelip ilim ve sanatı eleştirmekteler;
halbuki bunlar ilim ve sanatın olumsuz hiçbir etkisinin olmadığını, aksine, bu büyük nimetlerden suistifade eden ve onu doğru yoldan saptırıp fesada bulaştıranların bencil ve isyankâr insanlar olduğunu itiraf etmektedirler. (Bu muhtelif ideolji ve mekteplere bağlı olan düşünürlerin içinde bülunduğu bir çıkmazdır.)
Şiâ'ya Göre Dünyanın Geleceği
Ehl-i Beyt mektebine bağlı olanlarise, asla ümitsizliğe kapılmamışlardır. Beşeriyetin akibeti hususunda iyimserdirler. Dünyada liyakat sahibi ve iyi insanların başarılı olacağına inanırlar; lakin, dünyanın ıslah ve idaresi için beşerî hüküm ve kanunların yeterli olmadığını kabul ederek şöyle derler:
"Mühtelif ideolojiler ve insanoğlunun uydurduğu kandırıcı ekoller insanı, hiç bir zaman sefalet girdabından kurtaramaz ve insanlığın içinde bulunduğu tehlike ve buhranları ortadan kaldıramaz. Sadece vahiy kaynağından kaynaklanan İslam’ın güçlü ve kapsamlı kanunları beşerin saadetini temin edebilir."
Ehl-i Beyt mektebine bağlı olanlar, altın bir çağın beklentisi içindedirler. O zaman dünyanın idaresi her çeşit hata, yanlışlık, bencillik ve düşmanlıktan münezzeh olan masum bir İmamın elinde olacaktır.
Genel olarak Ehl-i Beyt Şiası büyük bir ümit ve iyimserlik nimetine sahiptir. Bu karanlık çağda bile tevhid hükümetinin altın çağını zihinlerinde yaşatmakta ve böyle bir dönemı bekleyerek kendilerini böyle bir evrensel inkılâba hazırlamaktadırlar.
Kurtuluş Beklentisi Ve Geri Kalmışlığın Sebebi
Şia'ya dil uzatmak için söz konusu edilen mevzulardan biri de bu mektebe inanların kurtuluş beklentisi içinde olmaları ve Mehdi’ye (a.s) inanmalardır. Bazıları "Şia'nin geri kalmışlığının sebeplerinden biri gaybî bir kurtarıcıya iman etmeleridir.
Bu inanç şiileri pasıfleştirerek, sosyal girişimlerden alıkoymuştur. Çünkü onlar sosyal işlerin ıslahını Mehdi’den bekliyorlar." diye şia'yı eliştiriyorlar.
Bu kısa inceleme de müslümanların ve Şia'nın geri kalmışlığının sebeplerini araştırmaya fırsatımız yoktur ama özet olarak şöyle diyebiliriz: Müslümanların gerikalmışlığının sebebi, İslamî inanç ve hükümler değildir elbette.
İslam alemini sefalete düşüren şey, dış etkenlerdir. Kesin olarak diyebiliriz ki semâvî dinlerden hiçbirisi İslâm kadar sosyal ilerlemeyi ve insanlığın terakki ve azametini üstelememiştir.
İslâm fesat ve zulümle savaşmayı ve kötülükten alıkoymayı, müslümanların kesin vazifelerinden biri olarak kabul etmiş ve sosyal ıslahatı, adaletseverliği ve iyiliği emretmeyi dinî farzların başında saymıştır.
İyiliği emretme ve kötülükten sakındırmaya o kadar önem vermiştir ki bu iş için bir grubu hazırlamayı ve techiz etmeyi tüm müslümanlara farz kılmıştır.
Allah-u Teala Al-i İmran suresinin 104. ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun, kurtuluşa erenler işte bunlardır."
Kur’ân-ı Kerim bu büyük görevi müslümanların üstünlük ölçüşü olarak kabul etmekte ve Al-i İmran suresinin 110. ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a iman edersiniz."
İslâm Peygamber’i (s.a.a) de müslümanların işlerinin ıslahı için çalışmayı, İslâm’ın rükünlerinden biri saymış ve şöyle buyurmuştur: "Herkim İslâm dünyasının sosyal işlerinde ilgisiz olur, önemsemez ve çalışmazsa müslüman değildir."
Kur’an-ı Kerim müslümanlara, düşman karşısında donanmış ve hazırlıklı olmayı emrederek Enfâl suresinin 60. ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın."
Bu çeşit ayet ve yüzlerce hadise rağmen İslâm’ın müslümanlara, dünyadaki bunca tekniksel ve ilmî gelişmeleri görmezlikten gelmeleri, İslâm dünyasını tehdit eden tehlikeleri küçümsemeleri,
İslâm ve müslümanlara seyirci kalarak sırf vadedilmiş Mehdi’yi beklemeleri için izin verdiği söylenilebilir mi? Müslümanlar, İslâm dünyasına vurulan darbeler karşısında susup "Allah’ım,
Mehdi’nin zuhurunu yakın kıl!" diyerek sırf duayla ağır sorumluluklarından kaçabilirler mi? Biz bu kitapta kurtuluşu beklemenin bu kitapta sosyal soanların üstesinden gelmek toplumda ve adaletı yaygınlaştırmak için itici bir güç olarak çok olumlu bir olduğunu açıkladık;
biri kalplerinde ümit ışığı sönenler asla başarı ve saadet çaba göstermezler, oysa başarı beklentisi içinde olanlarsa ellerinden geldiğince çalışır, hedefe ulaşmak için tüm yolları deneyerek malum bir doğrultusunda kendilerini hazırlarlar.
Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Al-i Muhammed’in hükümeti kesinlikle kurulacaktır. O halde Kâim’imizin (Mehdi’nin) ashab ve dostlarından olmak isteyenler dikkatli olmalı, sakınmalı, iyi ahlak ile ahlaklanmalı ve Al-i Muhammed’in Kâim’inden kurtuluş beklemelidir.
Kâim’imizin zuhuru için böyle bir hazırlık gören ve beklenti içinde olan ama tevfik elde edemeyen ve Onun zuhurundan önce ölen kimseler Onun dostlarının sevabına nâil olacaklardır.
" İmam (a.s) daha sonra şöyle buyuruyor: "Ciddi bir şekilde çalışınız. Başarı ve kurtuluş hususunda ümitli olunuz. Ey Allah’ın teveccüh ettiği kimseler! Başarı ve zafer sizlere kutlu olsun!"[1]
İslam, müslümanların savaş mucadele ve fedakarlığa hazırlık olması meselesine o kadar önem vermiştir ki İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Bir tek ok saklamakla olsa da Mehdi’nin (a.s) zuhuru için hazırlanın".[2]
Allah Tealâ dünyanın karışık durumunu, müslümanlar vasıtasıyla ıslah etmeyi, zulüm sistemini ortadan kaldırmayı, küfür ve maddeciliği yoketmeyi ve mukaddes İslam dinini yaymayı irade etmiştir.
Şüphe yok ki böyle büyük ve evrensel bir inkılâp, salahiyyet ve liyakâtı gerektirmekte olup, ön hazırlık görülmeksizin gerçekleşmeyecektir.
Kur’an-ı Kerim de bu meseleyi tastik etmekte ve yeryüzünde bu kudreti elde etmek için ön şartların varlığını gerekli bilmektedir. Allah Tealâ Enbiyâ suresinin 105.
ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Andolsun biz Zikir’den (Tevrat), sonra Zebur’da da "Hiç şüphesiz yer yüzüne salih kullarım varisçi olacaktır" diye yazdık.
" Bütün bu zikredilenler ışığında büyük inkılâbın öncüleri olan msülümanların bu hususta hazırlıklı olmaları bağlamında hiçbir sorumluluklarının olmadığı söylenebilir mi? Bunun mantıktan uzak olduğu apaçık ortadadır.
Müslümanlara Bir Mesaj
Ey müslümanlar! Gaflet dönemi sona ermiştir! Gaflet uykusundan uyanınız! İhtilaflardan kaçınınız! Hep birlikte güçlü tevhid bayrağı altında toplanınız! Doğu ve Batıya teslim olmayınız!
Heryerde medeniyet kervanının öncüsü siz olunuz! Azamet, istiklâl ve medeniyetinizi güçlü İslâm temelleri üzerine bina ediniz! Kur’ân-ı Kerim’in ruhundan ilham alınız!
İslâm’ın izzetli yolunda yürüyünüz! Batıdan islam beldelerine sızan tehlikeli ekol ve fikirleri kurutmağa çalınız! Beşeri medeniyet kafilesine, siz kendi şahsiyet, yücelik ve hürriyetinizi elde etmeye çalışınız!
Cehalet, dogmatizm ve hurafelerle savaşınız, sömürgecilerin ümitsizliğe kapılması ve sizlerden kaçması için gençlerinizi İslâmî gerçeklerle tanıştırınız!
Ey aziz Müslümanlar! İzzet, büyüklük ve iktidar, liyakatli ve salahiyetli insanlara özgüdür. Sizler liyakatinizi ispatlayınız! Kur’an’dan ahlâkî, iktisadî ve sosyal ilimlerinin değerli kaynaklarını çıkarınız.
İslam’ın güçlü ve kurtarıcı programlarını tüm dünyaya takdim ediniz. Onlara İslam’ın inziva dini olmadığını amelen gösteriniz! İslâm beşerin ilerleme ve saadeti için gelmiştir.
Sizler dünyanın hayır severlerini ümitvar ediniz! Onları bu mukaddes savaşa çağırınız! İnsanlık dünyasının hayırseverlik ve medeniyet kafilesine öncülük ediniz.
Ey yiğit İslâm gençleri! Sizler bu mukaddes savaş daha büyük bir pay ve sorumluluk taşıyorsunuz! Bu yüzden, ziyadesiyle çalışmak, İslam’ın azameti,
müslümanların ilerlemesi ve İmam-ı Zaman’ın mukaddes hedeflerinin tahakkuku için ciddiyet göstermek zorundasınız! Sizler dünyayı adaletle dolduracak olan Mehdi’nin (a.s) yâr ve ashabından olmalısınız!
Nitekim Emir-el Müminin Ali(a.s) şöyle buyurmuştur: "Vâ’dedilmiş Mehdi’nin yâr ve ashabının tümü gençlerdir. Onlar arasında yaşlılar çok az bulunur."[3]
Tevfik sadece Allah’tandır.
Hazreti Ayatullah:İbrahim Emini
Kum İlmiye Havzesi
1967
MEHDİİNANCININ TARİHİ
Mehdi inancı ne zaman ve nasıl ortaya çıktı? Rasulullah zamanında da Mehdi’den söz ediliyor muydu? Yoksa Resulullah’ın vefatından sonra mı müslümanlar arasına bu inanç girdi?
Bazı şüpheciler diyor ki bu inanç İslam’ın ilk zuhurunda yoktu; birinci yüzyılın ikinci yarısında müslümanlar arasında ortaya çıktı. Bazıları Muhammed b. Hanefiye’yi Mehdi olarak adlandırdılar. Onun vasıtasıyla İslam için parlak bir gelecek va’dettiler.
Öldüğü zaman da "ölmemiştir "Radva" dağında yaşıyor ve bir gün dışarı çıkacaktır" dediler.
Gerçek şu ki Mehdi inancı müslümanlar arasında İslam’ın ilk zuhurundan beri yaygın idi. Resul-i Ekrem (s.a.a) bir defa değil defalarca Hz. Mehdi'nin geleceğinden haber vermiştir;
Mehdi’nin (a.s) devleti, alametleri, eserleri, ismi ve künyesi hakkında açıklamalarda bulunmuştur. Resulullah’tan (s.a.a) bu hususta Şia ve Ehl-i sünnet kanalıyla nakledilen hadisler tevatür haddini bile aşmaktadır. Örnek olarak bu hadislerden bir kaçını burada zikrediyoruz:
Abdullah b. Mes’ud Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Ehl-i Beyt’imden adı Mehdi olan birisi ümmetime hüküm etmedikçe dünyanın sonu gelmez."[4]
Ebu’l Hicaf da Peygamber’in (s.a.a) üç defa şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Mehdi hususunda müjdeler olsun sizlere.
Halkın dağıldığı ve zorlukların baş gösterdiği zaman Mehdi zuhur edecektir. Zulüm ve sitemle dolan yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Onun yolundan gidenlerin kalbini ibadetle dolduracak ve adaleti herkesi kaplayacaktır."[5]
Diğer bir hadisde de Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Bizden olan hak uzere Kâim kıyam etmedikçe asla
kıyamet kopmaz. Bu da Allah’ın izin verdiği bir zamanda olacaktır. Ona uyan kurtulur, ondan geri kalan ise helak olur. Ey Allah’ın kulları, Allah’tan korkun;
Mehdi zuhur edince, herşeyi bırakıp mümkün olan her vesileyle ona doğru koşunuz. Zira o Allah’ın halifesi ve benim vasimdir."[6] Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Evlatlarımdan olan Mehdi’yi inkar eden beni inkar etmiştir.
"[7] Ve yine Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Hüseyin’in evlatlarından olan birisi ümmetimin işlerini ele geçirmedikçe dünya sona ermez. O, zulüm ve sitem ile dolan yeryüzünü adaletle dolduracaktır."[8]
PEYGAMBER’İN EHL-İ BEYT’İNDEN OLAN MEHDİ
Bu konuda hadisler oldukça fazladır. Bütün bunlardan da Mehdi inancının Resulullah'ın (s.a.a) döneminde de kesin bir konu olarak telakki edilildiği anlaşılmaktadır.
Müslümanlar Hz. Mehdi konusunu Pegamber'den defalarca duydukları için artık duyarken yadıgamıyorlardı Bazı hadisler de Peygamber (s.a.a) Hz. Mehdi'nin nişanelerinden bile haber vermiş ve şöyle buyurmuştu:"Mehdi ve va’dedilen Kâim, benim Ehl-i Beyt’imdendir.
"Hz. Ali (a.s) şöyle buyurur: "Resulullah’a şöyle dedim: "Acaba va’dedilen Mehdi bizden midir, yoksa başkasından mı?" Resulullah şöyle buyurdu: "Bizden olacaktır. Allah Tealâ bu dini Mehdi vasıtasıyla sona erdirecektir. Nitekim bu dinin ortaya çıkışı da bizimle oldu.
Bizim vasıtamızla şirkten kurtuldukları gibi bizimle de fitnelerden kurtulacaklardır. Allah Tealâ bizim bereketimizle şirk ve putperestlik döneminin düşmanlıklarından sonra, kalplerini birleştirip onları dinde kardeş kıldığı gibi,
fitne döneminin düşmanlıklarını da kalplerinden silecektir."[9] Ebu Said-i Hudri de Peygamber’in (s.a.a) minber üzerinde şöyle buyurduğunu nakleder: "Ehl-i Beyt’imden olan va’dedilmiş Mehdi âhir zamanda zuhur edecektir.
Gök ona yağmurunu yağdıracak ve yer ona bitkilerini bitirecektir. İnsanlar yeryüzünü zulümle doldurduktan sonra o yeryüzünü adaletle dolduracaktır."[10] Ümm-ü Seleme (r.a) ise Peygamber’den (s.a.a) şöyle nekletmiştir:
"Mehdi benim Ehl-i Beyt’imden ve Fatıma’nın (s.a) evlatlarındandır."[11] Hakeza Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Kâim, (kıyam edecek olan Mehdi) benim evlatlarımdandır. Adı; benim adım,künyesi; benim künyem, huyu; benim huyum ve davranışları da benim davranışlarım olacaktır.
İnsanları benim dinime çağıracak, Allah’ın kitabına davet edecektir. Ona itaat eden, bana itaat eder. Ona isyan eden bana isyan eder. Gaybetinde onu inkar eden beni inkar etmiştir. Onu tekzib eden beni tekzib etmiştir.
Onu tasdik eden, beni tasdik etmiştir. Onu tekzib edenleri, onun hakkındaki sözlerimi inkar edenleri ve ümmetimi sapıtanları Allah nezdinde şikayet edeceğim. Zalimler yakında işlerinin sonucunu göreceklerdir."[12]
Ebu Eyyub-i Ensari ise Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu naklediyor: "Ben peygamberlerin efendisi ve büyüğüyüm. Ali de vasilerin efendisidir (Hasan ve Hüseyin). İki torunum evlatların en iyisidir. Masum imamlar bizden ve Hüseyin’in neslindendir.
Bu ümmetin Mehdi’si de bizdendir." Peygamber'ın (s.a.a) huzurun da olan bedevilerden biri kalkarak şöyle dedi: "Ya Resulallah, sizden sonraki imamlar kaç kişidir?
"Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:"Esbat (Ya’kub’un evlatları), İsa’nın havarileri ve Beni İsrail’in nakibleri sayısınca olacaklardır."[13] (Yani oniki kişidirler.)Hüzeyfe Resulullah’tan (s.a.a) şöyle nakleder: "Benden sonraki imamlar Beni İsrail’in nakibleri sayısıncadır. Bunların dokuzu Hüseyin’in soyundan gelecektir.
Bu ümmetin Mehdi’si de bizdendir. Bilin ki, onlar hak ile ve hak da onlar iledir. Benden sonra onlara nasıl davranacağınızı dikkat ediniz."[14] Said b. Musayyib, Osman ve Ömer’den şöyle rivayet eder: "Biz Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duyduk:"Benden sonraki imamlar oniki kişidir. Bunların dokuzu Hüseyin’dendir. Bu ümmetin Mehdi’si de bizdendir.
Benden sonra onlara sarılan, şüphesiz ki Allah’ın kopmaz ipine sarılmıştır. Onları terkeden ise Allah’ı terketmiş sayılır."[15]Bu hususta daha birçok hadis mevcuttur. Daha fazla inceleme yapmak isteyenler ilgili hadis kitaplarına müracaat edebilirler.
EHL-İ SÜNNET KİTAPLARINDA MEHDİ İLE İLGİLİ HADİSLER
Biri kakişta ben bir sünni olarak "şia'ya ait hadis kaynaklarında yeralan bu mevzuyla ilgili hadislerde tereddüt ediyorum" diye bilir ve bu hadislerin Şia'ya özgü aldığunu ve Ehl-i Sünnet'in müteber kaynaklarında yer almadığını söyleyebilir..[16]
Böyle düşünen bir kardeşimize cevabımız ise şöylerdir: "Gerçi Ümeyye oğullarıyla Abbasiler döneminin zor şartları, o dönemin siyasetçilerinin baskısı ve şiddetli mezheb taassubları velayet, imamet ve Ehli Beyt hakkındaki hadislerin müzakere edilmesine ve kitaplarda yazılmasına izin vermiyordu.
Ama yine de Ehl-i Sünnetin hadis kitaplarını Mehdi ile ilgili hadislerle doludur. Örneğin: Abdullah, Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu naklediyor: "Ehl-i Beyt’imden adı da benim adım olan birisi araplara hükümet etmedikçe dünya son bulmaz."[17]
Tirmizi kendi Sahihinde bu hadisi nakletmiş ve "Bu hadis sahihtir" demiştir. Sonra Mehdi hakkında Hz. Ali (a.s), Ebu Said, Ümm-ü Seleme ve Ebu Hüreyre den de bir takım hadisler nakledildiğini keydetmiştir.[18] Hz. Ali b. Ebi Talib (a.s) Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
"Eğer (dünyanın sonuna) bir gün kalsa bile zulümle dolan dünyayı adaletle doldurması için benim Ehl-i Beyt’imden olan birisi mutlaka gönderilecektir.
"[19] Ümm-ü Seleme de Peygamber’den (s.a.a) şu hadisi duyduğunu nakleder: "Va’dedilmiş Mehdi benim Ehl-i Beyt’imden ve Fatıma’nın(a.s) evlatlarındandır.
"[20]Ebu Said duyduğunu Peygamber’den (s.a.a) şöyle işittiğini nakleder: "Bizim Mehdi’miz çıkık alınlı ve ince burunludur. Zulümle dolduktan sonra yeryüzünü adalet ile dolduracaktır.
O, yeryüzünde tam yedi yıl hükümet edecektir."[21]Hz. Ali (a.s) da Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu naklediyor: "Va’dedilmiş Mehdi benim Ehl-i Beyt’imdendir. Allah-u Tealâ onun için gerekli şartları bir gecede hazırlar."[22] Ebu Said ise Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder: "Yeryüzü zulümle dolacaktır.
Daha sonra Ehl-i Beyt’imden olan birisi zuhur edecek yedi veya dokuz yıl hüküm sürecek ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır."[23] Ebu Said Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Ahir zamanda sultan(ları) tarafından ümmetime şiddetli bir bela gelecektir. Öyle bir bela ki ondan daha şiddetlisi duyulmamıştır. Öyle ki geniş yeryüzü onlara daralacak ve zulümle dolacaktır.
Müminler bu zulümden kurtulmak için bir sığınak ve bir kurtarıcı bulamamacaklar. Daha sonra Allah-u Teala Ehl-i Beyt’imden birini zulümle dolan yeryüzünü adaletle doldurması için gönderecektir.
Gökyüzü ve yeryüzünün sakinleri ondan razı olacaklar. Yeryüzü bütün bitkilerini onlara yeşertecek ve gökyüzü sürekli onlara yağmur yağdıracaktır,
yedi veya dokuz yıl halk arasında yaşayacaktır ve Allah-u Teala’nın yeryüzüne indirdiği bunca hayır sebebiyle ölüler yeniden yaşamayı arzulayacaklardır."[24]Böyle hadisler Ehl-i Sünnet kitaplarında da oldukça çoktur. Ama bu bir kaç hadis iddiamızın ispatı için yeterli olduğunu sanıyorum.
BİR YAZARlN İTİRAZl
Mısırda basılmış olan El-Mehdiyye Fil-İslam adlı bir kitabın yazarı şöyle diyor: "Muhammed b. İsmail Buhari ve Müslim b. Haccac Nişaburi, Mehdi ile ilgili hadisleri mu’teber sihahtan sayılan ve rivayetleri dikkat ve ihtiyat ile yazılmış olan kitaplarında nakletmemişlerdir.
O hadisler Sünen-i Ebi Davud, İbn-i Mace, Tirmizi, Nesai, ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i gibi nakillerinde dikkat edilmemiş olan kitaplarda mevcuttur. Hadis alimleri ve bu cümleden İbn-i Haldun o hadisleri zayıf saymış ve reddetmiştir."[25]
İBN-İ HALDUN VE MEHDİ İLE İLGİLİ HADİSLER
Konunun açıklığa kavuşması için İbn-i Haldun’un sözlerini kısaca nakletmek istiyorum. Haldun, Mukaddime adlı kitabında şöyle yazmıştır: "Bütün müslümanlar arasında meşhur olduğu üzere ahir zamanda Peygamber’in Ehl-i Beyt’inden olan birisi zuhur edecek, dini güçlendirecek, adaleti yayacak ve tüm İslam ülkelerine hakim olacaktır.
" Bunların kaynak ve dayanağı ise Tirmizi, Ebu Davud, İbn-i Mace, Hakim, Taberani ve Musullu Ebu Ya’la gibi bilginlerin kitaplarında yer alan bir takım hadislerdir. Ama Mehdi’yi inkâr edenler bu hadisleri muhkem saymazlar. O halde biz Fatıma’nın soyundan olan Mehdi ile ilgili hadisleri ve inkâr edenlerin itirazını zikretmeliyiz ki hakikat açıklığa kavuşsun.
Ama önceden şunu bildirmek gerekir ki o hadislerin ravilerinin adil ve güvenilir olmadıklarını söyleyenler olsa ve öte yandan onların adil ve güvenilir olduğunu söyleyenler de bulunsa o hadisler itibardan düşer. Zira adil ve güvenilir olmadığı iddiası, adil ve güvenilir olduğu iddiasından daha önceliklidir.
Bazıları bizlere "Bu sakınca Sahih-i Müslim ve Buhari hadislerinin ravileri için de sözkonusudur. Zira onların adil ve güvenilir olmadıklarını söyleyenler de vardır." derse biz şöyle cevab veririz:
"Bu iki kitaptaki hadislerle amel etmek alimlerin, üzerinde icma ve ittifak ettikleri bir şeydir. Bu makbuliyet ve ittifak onların zayıflığını telafi etmektedir. Lâkin diğer kitaplar o iki kitabın derece ve mesabesinde değildir."[26]
İbn-i Haldun’un sözlerinin özeti buydu. Daha sonra da o hadislerin ravilerinden bazısını ele almış ve haklarındaki "cerh" ve "ta'dil"leriyle ilgili iddiaları nakletmiştir.
HADİSLERİN MÜTEVATİR OLMASl
Biz cevab olarak şöyle diyoruz: "Ehl-i Sünnet alimlerinden çoğu Mehdi ile ilgili hadisleri mütevatir olarak kabul etmişlerdir. Veya en azından mütevatir oluşunu tenkit konusu yapmadan başkalarından nakletmişlerdir. Örneğin İbn-i Hacer-i Haysemi "Es-Sevaik-ül Muhrika" kitabında,
Şeblenci "Nur-ül Ebsar" kitabında, İbn-i Sabbağ "El-Fusul-ül Muhimme", Muhammed Es-Sabban "İs’af-ür Rağibin, Genci-i Şafiî El-Beyan kitabında, Şeyh Mansur Ali "Ğayet-ul Me’mul" ’da,
Suveydi "Sebaik-uz Zeheb" adlı kitapta Hz. Mehdi ile ilgi hadislerin mütevatir olduğunu yazmışlerdır. Tevatür ise bazı hadislerde var olan senet zayıflığını telafi etmektedir.
Askalani şöyle yazar: "Mütevatir haberler yakin ifade eder; binaenaleyh onlarla amel etmek için tartışmaya gerek yoktur."[27]
Şafii müftüsu ve şeyh-ül islam Seyyid Ahmed şöyle diyor: "Mehdi hakkındaki hadisler sayı yönünden çok ve mütevatir hadislerdir. Bu hadislerden bazısı sahih, bazısı hasen ve bazısı da zayıftır.
Bu hadislerden dir çoğu senet yönünden zayıftır; ama sayı yönünden çok olması ve ravi ve kaydedenlerinin fazla oluşu o hadislerin birbirini güçlendirmesine ve neticede yakın ifade etmesine yetmektedir."[28]
Velhasıl Resulullah’ın (s.a.a) ashabından olan çok sayıda kişi Hz. Mehdi (s.a) ile ilgili hadisleri rivayet etmişlerdir. Örneğin Abdurrahman b. Avf, Ebu Said El-Hudri, Kays b. Cabir, İbn-i Abbas, Cabir, İbn-i Mes’ud, Ali b. Ebi Talib (a.s), Ebu Hüreyre, Sevban, Selman-i Farisi, Ebu Emame, Hüzeyfe, Enes b. Malik Ümm-ü Seleme …
Bu hadisleri Ehl-i Sünnet muhaddis ve alimleri kendi kitablarında yazmışlardır. Örneğin: Ebu Davud, Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace, Hakim, Nesai, Taberani, Ravyani, Ebu Nuaym-i İsfahanî,
Deylemi, Beyhaki, Sa’lebi, Hameveyni, Menavi, İbn-i Meğazili, İbn-i Cevzi, Muhammed-us Sabban, Maverdi, Genci-i Şafii, Sem’âni, Harezmi, Şa’rani, Darakutni,
İbn-i Sebbağ-i Maliki, Şeblenci, Muhibbuddin Taberi, İbn-i Hacer-i Haysemi, Şeyh Mansur Ali Nasıf, Muhammed b. Talha, Celaluddin Siyuti, Şeyh Süleyman-i Hanefi, Kurtubi, Bağavi vb…
HER YERDE TAZ’İF ÖNCELİK TAŞIMAZ
Hakkında cerh ve taz'if (ravinin güvenilir olmadığı iddiası) olan İbn-i Haldun’un da zikrettiği ravilerin bir çoğunun tevsiki (güvenilir olduğu iddiası) de vardır.
Nitekim İbn-i Haldun da bunlardan bazısını zikretmiştir. Her yerde ve mutlak cerh'in ta’dil ve tevsike nisbeten mukaddem ve öncelikli olduğu söylemek de doğru değildir.
Zira belli bir sıfat taz’if ve cerh edenler nezdinde zaaf sebebi sayılsa bile başkaları nezdinde zaaf sebebi olarak kabul görmeyebilir. O halde sadece cerh eden kimsenin, cerh sebebini beyan ettiği taktirde sözüne itina gösterilir.
Askalani "Lisan-ul Mizan" kitabının önsözünde şöyle yazar: "Sadece sebebi sabit ve tayin edildiği taktirde taz’if, ta’dil ve tevsike mukaddemdir. Aksi taktirde cerh edenin sözüne itibar edilmez."
Ebu Bekir Ahmed b. Ali b. Sabit-i Bağdadi şöyle demiştir: "Ravileri hakkında bir takım ta’n ve taz’iflerin vaki olduğu bazı hadislere Buhari, Müslim ve Ebu Davud temessük ve ihticac etmişlerdir. Bu da gösteriyor ki; onların nezdinde bu ta’n ve taz’ifin sebebi malum olmadığı için bunlara itina göstermemişlerdir."[29]
Hatib ise şöyle yazıyor: "Ta’dil ve taz’if eşit olurlarsa, taz’if mukaddem ve önceliklidir. Ama eğer taz’if, ta’dilden daha az olursa bu hususta görüşler farklıdır.
En iyi söz şudur ki tafsile kail olup şöyle diyelim: Eğer taz’ifin sebebi zikredilmiş ve bize göre de yeterli sebebler ise o zaman taz'if mukaddemdir. Ama eğer sebebi zikredilmemişse ta’dil mukaddemdir."[30]
Velhasıl mutlak ve küllî olarak "Taz’if her yerde ta’dile öncelik taşır." demek doğru değildir. Eğer tüm taz’iflere itina edecek olursak elimizde şüphe götürmez çok az hadis kalır. Bu hususta hak sınırını aşamamak açıklığa kavuşması için daha dikkatli olmak gerekir.
Şİİ OLMAK ZAAF SEBEBİ OLABİLİR Mİ?
Zaaf sebeblerinden birinin de "şii olmak" olduğunu söyleyenler oluyor. Örneğin İbn-i Haldun Mehdi ile ilgili hadislerin ravilerinden biri olan Kutn b. Halife’yi sırf şii olduğu hasebiyle reddetmiş ve hakkında şöyle yazmıştır:"Acelî, "hadis açısından Kutn’un iyi olduğunu ama biraz Şia’ya temayülü bulunduğunu" söylüyor.
Ahmed b. Abdullah b. Yunus ise şöyle diyor: "Kutn ile karşılaşıyordum ama onu bir köpek gibi terkediyordum." Ebu Bekr b. Ayyaş ise şöyle diyor: Kutn b. Halife’nin hadislerini sırf şii olduğu için terkettim. Ama Ahmed, Yahya b. Kuttan, İbn-i Muin, Nesai ve diğerleri onu güvenilir bulmuş ve tevsik etmişlerdir."[31]
Hakeza İbn-i Haldun bu hadis ricallerinden biri olan Harun hakkında da şöyle yazmaktadır: "Harun, şiilerin çocuklarındandır."[32] Bazıları o hadislerin ricallerinden biri olan Yezid b. Ebi Ziyad’ı icmalen taz’if etmişlerdir.
Ama bazıları taz’ifin sebebini de beyan etmişlerdir. Muhammed b. Fuzeyl, şöyle diyor: "Yezid b. Ebi Ziyad şia’nin önde gelenlerinden idi." İbn-i Adiyy ise şöyle der: "Yezid b. Ebi Ziyad Kufe’nin Şiilerindendi."[33]
İbn-i Haldun Ammar-ı Zehebi hakkında şöyle yazar: Gerçi Ahmed, İbn-i Muin, Ebu Hatem, Nesai ve diğerleri Ammar’ı güvenilir olarak kabul etmişlerdir. Ama Bişr b. Mervan ona şiilik nisbetini vermekle şah damarını kesmiştir."[34]
İbn-i Haldun, Abdurrazzak b. Hemmam hakkında şöyle der: Ehl-i Beyt’in faziletleri hakkında bazı hadisler nakletmiştir ve şii olduğu meşhurdur."[35]
İNANÇ AYRlLlĞl
Bazen ravi için taz’if sebebi olarak görüş ve inanç ayrılığı öne sürülüyor. Bu sebeple güvenilir ve doğru konuşan insanlara iftira ediliyor ve naklettiği rivayetler reddediliyordu.
Örneğin o zamanlar çok hassas olan konulardan biri Kur’ân’ın mahluk olup olmadığı mevzusu idi. Bazıları Kur’ân’ın mahluk olmadığını ve kadim; bazıları ise Kur’ân’ın mahluk ve hadis olduğunu söylüyorlardı.
Bu iki grup arasında tartışmalar, sürtüşmeler ve hatta tekfirler vuku buldu. Ravilerden çoğu Kur’ân’ın mahluk olduğuna inanıyordu. Veya en azından bu hususta şüpheleri vardı. Bu yüzden bunları taz’if ve hatta tekfir ettiler.
"Ezva-un Ala-s Sünnet-il Muhammediye" kitabının yazarı diyor: Alimler Ebu Lehia gibi bazı ravileri tekfir ettiler. Bunların tek suçu Kur’ân’ın yaratılmış olduğuna inanmalarıydı.
Bundan da öte, rivayet edildiği üzere Muhasibi babasının mirasını reddederek şöyle demişti: İki ayrı dinden olanlar birbirine varis olamayacakları için ben de babamın, mirasını istemiyorum." Bu zatın babası Vakıfi yani Kur’ân’ın mahluk olup olmadığı mevzuunda hiçbir görüş belirtemeyenlerdendi.[36]
Bu tür mezhebî bağnazlık ve körkörüne taasub bazılarının güvenilir olma ve sadakatinin tümüyle görmezlikten gelinmesine sebeb oluyor; onun naklettiği rivayet ve hadisler tümüyle reddediliyordu.
Öte yandan bu bağnazlık bazı insanların cinayet ve kötülüklerinin tümüyle unutulmasına ve dolayısıyla da tevsik ve ta’dil edilmelerine sebeb oluyordu. Örneğin Aceli, Ömer b. Sa’d hakkında şöyle diyor: "Ömer b. Sa’d tabiinden güvenilir bir insan ve de kendisinden rivayet edilen bir ravidir."
Halbuki Ömer b. Sa’d, cennet ehlinin efendisi ve Resulullah’ın (s.a.a) ciğerparesi olan Hz. Hüseyin’i (a.s) öldüren bir cinayetkârdan başkası değildir.[37]
Keza Muaviye tarafından binlerce günahsız insanı öldürmekle görevlendirilen ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) halifesi Ali b. EbiTalib’e (a.s) açıkça söven Busr b. Artat’ı da mazur görmekte ve müctehid saymaktadırlar."[38]
Yahya b. Muin, Utbe b. Said hakkında şöyle der: "O güvenilir bir insandır. Nesai, Ebu Davud, ve Darekutni de onu tevsik etmişlerdir." Halbuki Utbe b. Said, bilindiği üzere, Haccac b. Yusuf’un yakın dostlarından idi.
Buhari de Mervan b. Hakem’in hadislerini kitaplarında yazmış ve onlara itimad etmiştir. Halbuki Cemel savaşının gerçek müsebbibi Mervan idi. Talha’yı Ali ile savaşmaya teşvik ve tahrik ediyordu. Savaş esnasında da Talha’yı bu adam öldürmüştür!"[39]
Bu örneklerden raviler hakkında görüş belirtenlerin, hüküm verme tarzı ve sevgi, nefret, dostluk ve düşmanlığın nerelere kadar vardığı belli oluyor.
"Ezva" kitabının yazarı şöyle diyor: Bu alimlerin yaptıklarına dikkatlice bir bakın Hz. Ali’nin (a.s) öldürülmesine razı olan, Talha’yı öldüren ve Hz. Hüseyin’i (a.s) şehid edenlerin elebaşı olan kimseleri nasıl da güvenilir kabul ettiklerini ve buna karşılık Buhari ve Müslim gibi kimselerin ümmetin alim ve hafızları olan Hammad b. Müslime’yle yine alim ve zahid olan Mekhul’un hadislerini nasılda reddettiğini görünüz.[40]
Velhasıl eğer birisi Ehl-i Beyt ve Ali b. Ebi Talib’in (a.s) faziletlerini nakleder veya Şia akaidine uyan bazı hadisler rivayet ederse Hülefa mektebine bağlı bazı dimseler bunu büyük bir suç sayar ve sözkonusu müslümanların naklettiği hadislerin sıhhatinden şüphelendiklerini söyler ya da resmen reddederlerdi !
Hele bir de mezkur müslüman şahısın şii olması kesinlik kazanmışsa; işte o zaman anlaşılması güç bir düşmanlık ve garazla, onun naklettiği hadisleri kesinlikle tardederlerdi!
Bazı meşhur kimselerin bu üzücü tavrı Cerir’in ifadelerinde açıkça bellidir: Cerir şöyle diyor: "Cabir-i Cu’fi ile karşılaştım ama ondan hiç bir hadis yazmadım. Zira ric’ate inanıyordu."[41]
YERSİZ BAĞNAZLlK
Bağnazlık, kin, dogmacılık ve düşmanlık, araştırma ve inceleme ruhuyla asla bağdaşmaz. Hakikatleri anlamak ve araştırma yapmak isteyen kimse, her şeyden önce yersiz bağnazlık, şartlandırıcı sevgi ve düşmanlıklardan uzak olmalı, daha sonra da tam bir tarafsızlıkla inceleme ve araştırmaya koyulmalıdır.
Şahıs, eğer hadis yoluyla ispat edilecek olan bir mev[cd1] zuyu araştırmak istiyorsa, önce o hadislerin ravilerinin güvenilir olup olmadığına bakmalı ve eğer güvenilir ise rivayetlerine itimad etmelidir.
Bu kimselerin sünni veya şii olması, araştırıcının tavrını etkilememelidir. Güvenilir ve emin insanların rivayetlerini sırf şii olduğu iddiasıyla reddetmek, müslüman bir araştırmacıya yakışmayan ve insafa aykırı düşen bir davranıştır. Nitekim Ehl-i Sünnet’ten insaf sahibi kimseler de buna teveccüh etmişlerdir.
Askalani şöyle yazar: "Taz’if edenin sözünün iyice incelenmesi ve üzerinde durulması gereken yerlerden biri de taz’if eden ile taz’if edilen kimsenin arasında inanç ayrılığı, ve düşmanlığın olduğu durumlardır.
Örneğin Ebu İshak-i Cevzecani, "Nasibi" (Ehl-i Beyt düşmanı ve onlara söven kimselerin) mezhebinden olduğu için şii mezhebinden olan Kufe ehlini taz’if eder ve haklarında kötü laflar kullanarak onların güvenilir olmadığını iddia eder.
Hatta bu adam A’meş, Ebi Nuaym ve Abdullah b. Musa gibi tanınmış hadis ravilerine bile dil uzatmış ve onların güvenilir olmadığını söylemiştir. Kuşeyri şöyle yazar: "İnsanların düşmanlıkları tıpkı ateşten çukurlardır. O halde bu gibi hususlarda bir ravi hakkında tevsik varid olmuşsa taz’iften önceliklidir."[42]
Muhammed b. Osman-ı Zehebi, Eban b. Tağlib’in hal tercümesini yazdıktan açıkladıktan sonra şöyle der. "Eğer bizlere "Eban bid’at ehlidir, niçin onu tevsik ediyorsunuz?" diye soracak olurlarsa şöyle cevap veririz: "Bid’at iki çeşittir. Birincisi küçük bid’attır; şiilikte aşırı gitmek veya sadece şii olmak gibi.
Elbette bu bid’at çeşidi tabiinde ve onlara tabi olanların çoğunda mevcuttu. Ama buna rağmen onlar din, takva ve doğruluk ehli idiler. Eğer böyle insanların hadisleri reddedilecek olursa Nebevi hadislerin çoğu elden gider ve bu da büyük bir zarara yol açar.
İkinci kısım bid’at ise büyük bid’attır, tam rafiziliktir; rafizilikte aşırı gitmek gibi… Elbette ki bunların hadis ve sözleri bütünüyle reddedilmelidir.[43]
Velhasıl araştırarak hakikatleri anlamak isteyen bir insan bu gibi bağnazlıklara elbette ki itina etmemeli, ravilerin taz’if ve tevsik sebeplerini bulmak için mutlaka konuyu araştırmalıdır.
SAHİH-İ MÜSLİM, BUHARİ VE HZ. MEHDİ (A.S) İLE İLGİLİ HADİSLER
Bu noktada demek gerekir ki Müslim ve Buhari’nin Sahih’inde bir hadisin olmaması o hadisin zayıflığının delili değildir. Zira mezkur kitapların yazarları elbette ki tüm hadisleri yazmak niyetinde değillerdi.
Darekutni şöyle diyor: "Bazı hadisleri Müslim ve Buhari kendi kitaplarında yazmamışlardır. Halbuki bu yazmadıkları hadislerin senedi de tıpkı yazdıkları hadislerin senedi gibidir."
Beyhaki ise şöyle diyor: "Müslim ve Buhari tüm hadisleri toplamak niyetinde değillerdi. Bunun açık delili ise şudur ki Sahih-i Buhari’de yer alan hadislerden bazıları Sahih-i Müslim’de yer almamış ve Sahih-i Müslim’de yer alan bazı hadisler de Sahih-i Buhari’de yer almamıştır!"[44]
Müslim sadece sahih olan hadisleri yazdığını iddia etmiştir. Halbuki Ebu Davud da aynı iddiada bulunmaktadır.
Ebu Bekir b. Dase şöyle der: "Ebu Davud’un şöyle dediğini duydum: Ben kitabımda tam dort bin sekiz yüz hadis yazdım ki hepsi de sahih veya sahihe benzer hadislerdir."
Ebu-s Sabah ise Ebu Davud’dan şöyle nakledildiğini yazar: "Ben Sünenimde dort bin sekiz yüz sahih veya sahihe benzer hadisi yazdım. Bazı hadisler zayıf ise de onların zayıflığını da zikrettim. O halde hakkında sustuğum her hadis mu’teber sayılmalıdır."
Hattabi şöyle diyor: "Sünen-i Ebi Davud, eşi yazılmamış değerli bir eserdir. Bütün müslümanlarca kabul edilmektedir. Bu kitap lrak, Mısır, Cezayir ve diğer beldelerdeki İslam alimlerince makbul görülmüştür."[45]
Velhasıl Sahih-i Müslim ve Buhari’nin hadisleri de diğer kitaplardaki hadisler gibi ravileri incelenmeli, sahih veya zayıf oldukları araştırılmalıdır.
Ve yine demek gerekir ki doğruluk ve sıhhatini itiraf ettiğiniz Sahih-i Müslim ve Buhari’de de Hz. Mehdi (a.s) ile ilgili hadisler vardır. Gerçi bu hadislerde Mehdi lafzı yoktur,
ama Mehdi hakkında olduğu kesindir. Örneğin: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "İmamınız kendinizden olduğu halde İsa b. Meryem nazil olduğunda sizler yapacaksınız."[46] Mezkur iki kitapta bu hadisin benzeri diğer bir takım hadisler de vardır.
GEREKLİ HATlRLATMA
Unutmamak gerekir ki İbn-i Haldun’un Mehdi ile ilgili hadisleri tümden red veya kabul ettiği söylenemez. Zira daha önce de belirttiğimiz üzere bu tanınmış araştırmacı,
mezkür eserinde şöyle yazmıştır: Bütün müslümanlar arasında Hz. Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’inden birinin ahir zamanda kıyam edeceği ve alemi adaletle dolduracağı meselesi meşhurdur.
Görüldüğü gibi İbn-i Haldun Mehdi inancının müslümanlar arasında meşhur olduğunu kabul etmektedir. Nitekim, ravileri tevsik veya taz’if ettikten sonra şöyle yazıyor:
"Mehdi ile ilgili hadislerin durumu işte budur. Onlardan çok azı dışında tümü şüpheli ve zayıftır."[47]
Burada da hadisleri tümden reddetmemiş ve onlardan az bir bölümünün sıhhatini itiraf etmiştir.
Keza, Mehdi ile ilgili hadisler İbn-i Haldun’un mukaddemesinde tevsik veya taz’if edilen hadislerden ibaret değildir. Sünni ve şii kitaplarında mütevatir ve yakin ifade eden bir çok başka hadisler de vardır.
Bu yüzden, denilebilirki eğer İbn-i Haldun da bu hadisleri görmüş olsaydı Mehdi inancının derin dini kökleri olan ve vahy kaynağından kaynaklanan bir inanç olduğunda bir zerre olsun şüphe etmezdi. O halde bazılarının İbn-i Haldun’un Mehdi ile ilgili hadisleri reddettiği veya çürüttüğü iddiası doğru değildir.
İBN-İ HALDUN’UN BİR BAŞKA İFADESİ
İbn-i Haldun bu bahsin sonunda şöyle diyor: "Daha önce de dediğim gibi bir hareket başlatmak, insanları etrafına toplamak, güç elde etmek ve hükümet kurmak isteyen bir insan bu hedefine ancak mutaassıp ve çok sayıda akraba ve yakınları olduğu taktirde ulaşabilir.
Bu yakınları da onu ciddi bir şekilde savunan, hedefine ulaşma yolunda ona yardımcı olan ve kavmi bağnazlıkları sebebiyle ona taraftarlık eden kimseler olmalıdır. Aksi taktirde başarı ve zafer elde edemez.
Mehdi inancı için de bu problem vardır. Zira Fatımiler, hatta Kureyş taifesi dağılmış ve kavmi tutuculuk ve bağnazlıkları da kalmamıştır. Kavmi tutuculuğun yerini başka tutuculuk ve bağnazlıklar almıştır.
Evet Hz. Hasan ve Hüseyin’in bir grub evladı sadece Hicaz’da kalmıştır. Onların gücü ve nüfuzu yok değil; ama bedevidirler ve çeşitli bölgelere dağılmışlardır. Aralarında tam bir birlik ve dayanışma yoktur.
Ama Mehdi mevzuunu kabul edecek olursak şöyle demek gerekir: Mehdi onların arasından zuhur edecek ve onlar da birleşip hedefe ulaşma ve kudret ve şevket elde etme yolunda ona yardımcı olacaktırlar. Vaadedilmiş Mehdi’yi böylelikle tasavvur edebiliriz, bunun dışında tasavvur edilemez.[48]
CEVAP
İbn-i Haldun’un bu sözüne cevaben şöyle diyoruz: "Evet gerçekten de, eğer birisi kıyam etmek, kudret elde etmek ve devlet kurmak istiyorsa sadece onu savunan, kendisine taraftarlık eden ve hedefine ulaşmasında ona yardımcı olan bir grup insanla zafere ulaşabilir. Vaadedilmiş Mehdi ve onun evrensel inkılabı hakkında da bu geçerlidir.
Ama onun taraftarlarının sadece Ali (a.s)’ın soyundan olan seyyidler ile Kureyş kabilesinden olduğunu söylemek doğru değildir. Elbette ki devlet ve idarecilik eğer bir kavim veya kabileye ait olursa onun taraftar ve hamileri de kavimî ve kabileni bağları taşıyanlarla sınırlı olacaktır. Nitekim beylik ve kabilecilik döneminde devletler böyle kuruluyordu.
Genel olarak belli sınırlar dahilinde ve özel bir ünvanla kurulan bir hükümetin savunucuları da o sınırlar içinde olan ve o özel bağı taşıyan kimselerdir. Bunun belli bir kabile, yurt veya sınırlı bir hedef için kurulan bir devlet olması hiç bir şeyi değiştirmez.
Ama bir devlet kapsamlı bir mektep ve program üzere tesis olacak olursa o mektep, program ve mesleğin mutlaka taraftarları olmalı belli bir grup o mektebi tanımalı,
onun hakimiyyetini gönülden istemeli bu hedefe ulaşma ve önderlerini destekleme yolunda fedakarlıkta bulunmalıdır. Va’dedilmiş Mehdi’nin evrensel ve inkılapçı hükümeti de işte bu türdendir.
Onun mektebi kapsamlı ve cıhanşumul bir mekteptir. Bu mektep bütün gücüyle maddeciliğe yönelen ve ilahi kanunlardan yüz çeviren insanoğlunu ilahi hüküm ve programlara yöneltmek istemekte,
bu dakik ve ince programları icra etmekle onların sorunlarını halletmek istemektedir. bu mektebın hedefı bir çok ihtilaf ve sürtüşmelerin kaynağı olan hayali sınırları beşerin zihninden silecek ve hepsini güçlü tevhid bayrağı altında toplamaktan İslam dini ve Allah inancını bütün dünyaya yaymaklar, İslam’ın gerçek programlarını icra ederek zulmün köklerini kurutarak ve sulh, sefa ve adaleti dünyaya hakim kılmaktır.
Böyle derin bir hareket ve cıhanşumul inkılap için sadece Hicaz, Medine ve diğer beldelere dağılmış olan seyyidler ve Kureyşlilerin kavmi tutuculuk adıyla Hz. Mehdi’yi savunması ve hedefine ulaşmasında ona yardımcı olması yeterli değildir.
Hz. Mehdi’nin (a.s) zafere ulaşması için ilahi ve gaybi yardımların yanısıra güçlü taraftarları bulunmalı ve bunlar da ilahi kanun ve programların meziyet ve üstünlüklerine inanmış kimseler olmalı,
canı gönülden bu hükümlerin icra edilmesini istemeli, böyle bir cıhanşumul inkılabın ön hazırlıklarını görmeli ve insanî ülkü ve hedeflere ulaşma yolunda her türlü fedakârlıkta bulunmalıdırlar. Bu tür insanlar ilahi kanun ve mesajları taşıyan masum, gaybi yardımlara maşhur masum bir önder de bulacak olurlarsa onu savunur ve adil bir hükümet kurmak için fedakârlık ederler.
HZ.MEHDİ’NİN (A.S)VARLlĞl KESİNDİR
Hz. Mehdi (a.s) hakkında sünni ve şiilerin Peygamber’den (s.a.a) naklettiği bir çok hadis vardır. Bunlara dikkat eden herkes İslam Peygamber’i (s.a.a) zamanında bile Mehdi mevzuunun kesin bir mevzu olarak müslümanlarca bilindiğini anlar.
Müslümanlar o dönemden beri hakkı hakim kılacak, İslam’ı tüm aleme yayacak ve adaleti ikame edecek birini bekliyordu.
Bu inanç onlar arasında o kadar yaygın idi ki aslını kesin olarak kabullenip, teferruatıyla ilgileniyorlardı. Bazen "Mehdi hangi soydan gelecektir?" diye soruyorlardı. Bazen de isim ve künyesi hakkında tartışıyorlardı.
Bazen, niçin Mehdi olarak adlandırıldığından söz ediyor, bazen zuhur alametleri ve kıyam tarihini sorarak "Acaba Mehdi ve kıyam edecek olan kimse, yani "Kâim" aynı şahıslar mıdır?" diyor, kimi zaman da gaybetin sebeblerini ve gaybet günündeki görevlerinin ne olduğunu soruyorlardı.
Peygamber (s.a.a) de bazen Mehdi’nin varlığını haber vererek şöyle buyuruyordu: "Va’dedilmiş Mehdi benim neslimden, Fâtıma’nın (s.a) evlatlarından ve Hüseyin’in sülbunden dünyaya gelecektir". diye buyuruyordu; bazen de Mehdi’nin isim ve künyesini açıklıyor, kimi zaman da onun alamet ve özelliklerini beyan ediyordu.