HZ.ALİ(A.S)’NİN İMAMETİ HZ.ALİ(A.S)’NİN İMAMETİ
HZ.ALİ(A.S)’NİN İMAMETİ
KUR'AN VE AKIL ÇERÇEVESİNDE HZ.ALİ(A.S)’NİN İMAMETİ
MUHAMMED CEVVAD MUGNİYYE
ÇEVİRİ: NEDİM AYBACI
İLAHİ ADALETTEN
Muammalı Evren
Evrenden Daha Muammali Olan:Akil
B İ R İ N C İ K İ T A P
HZ.ALİ(A.S)’NİN İMAMETİ VE AKIL
بِسْـــــــــــــــــــــــــــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيم
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
YAZARIN ÖNSÖZÜ
“Kur'an ışığında Hz. Ali” ile “Hz. Ali’nin İmameti ve Akıl” adlı kitaplarım dört kez basıldı, her defasında bütün nüshaları kısa zamanda tükendi. Bu durum, her iki kitabımın da hakkettikleri ilgiyi gördüklerini göstermektedir.
Bu nedenle ve bir çok yerden gelen yoğun isteğe dayanarak her iki kitabı “Kur'an ve Akıl çerçevesinde Hz. Ali’nin İmameti” adı ile tek bir kitap halinde yayımlamağa karar verdim. Başarı Allah’tandır
M.C.MUĞNİYYE
ÇOĞU HAKTAN NEFRET EDER
HAK’TAN BAŞKA İMAM YOKTUR
Herkes "Hak’tan başka imam yoktur" der, ancak iş fiile geldiği zaman büyük çoğunluk bunun tersini yapar.
Örneğin: Hak der ki "Sen başkasının hatalarından önce kendi hatalarından sorumlusun, başkalarının hatalı olabileceği gibi sen de hatalı olabilirsin." İnsanın hırsı, taraftarlığı,
öğrenimi, eğitimi, yetişme tarzı; araştırmacı ise eksik araştırması, sıradan okuyucu ise tek yanlı kitap okuması gibi değişik faktörler hatanın oluşmasında büyük rol oynar. Bütün bu unsurlar başkası için ne kadar geçerli ise senin için de o kadar geçerlidir.
Eğer başkasının delillerini yeterince incelemeden senin yüzde yüz haklı, ötekilerin yüzde yüz haksız olduğuna inanıyorsan kendine Haktan başka imam edinmişsin demektir. Bu durumda sen, Hak yolunda değilsin.
Evet başkasının düşünceleri yanlış olabilir; peki bunun tersi mümkün değil mi? Onların düşünceleri de sağlam bir temele dayanmış olamaz mı? Eğer, "ne olursa olsun
ötekiler hatalıdır" diyorsan her şeyden önce önyargılı olduğun için hatalı olan sensin. Onların düşüncelerinin doğru yada yanlış olduğuna karar vermeden önce araştırma ve inceleme yapmalısın.
Eğer kendini hatadan ve çelişkiden sakınmak istiyorsan, düşünceleri atalarının düşüncelerine ters düşse bile peşin hükümlü olmaktan vazgeçmeli, seni gerçeğe götürecek yolları aramalısın.
Bunun yöntemi, gerçeğini öğrenmek istediğin şeye göre değişir. Görülebilir, işitilebilir veya dokunulabilir ise, bunun göz, kulak veya dokunma yoluyla yapılması mümkündür.
Ancak akli bir konu ise bunu sadece akıl yolu ile bulabilirsin. Örneğin Hz.Muhammed’in (s.a.a), İmameti, Nass'la (metin) Hz.Ali (a.s)'ye bıraktığını okursan veya duyarsan bunun doğru olup olmadığına hemen karar vermeyebilirsin, ama emin olmak istiyorsan senin muteber kabul ettiğin hadis kitaplarını incelemen yeterlidir.(1)
“Hakka ve doğruluğa giden yol bellidir” diyebilirsin. Mutlaka bu böyledir; ancak her hataya düşen hatalı olduğunu bilmemekte, dolayısı ile Hakka giden yolu arama gereği duymamaktadır. Hatalı insanları iki gruba ayırmamız mümkündür:
Bilinçli olarak hatasında ısrar edenler ve bilgisizlikten dolayı hatalı olduğunu bilmeyenler.
Hatasından bilinçli olarak dönmek istemeyenlere yapabileceğimiz hiç bir şey yoktur. Onlara bin bir delil de getirsek hatalarından dönmeyeceklerdir.
Bilgisizlikten dolayı hatalı olduğunu bilmeyenlere ise delilleri göstermek ve elimizden geldiğince onları ikna etmeğe çalışmak vazifemizdir.
AKILDAN BAŞKA İMAM YOKTUR
Akıldan başka imam yoktur, bu gerçek Kur'an-ı Kerim ve Hz.Muhammed (s.a.a) tarafından dile getirilmiştir. Hz.Muhammed (s.a.a) insanlara aklı imam ve önder edinmelerini emretmiştir. Yağmurun gerçekliği bile aklın ve düşüncenin ürünüdür. Hatta bir hadise göre Hz.Muhammed (s.a.a) "Dinimin aslı akıldır" demiştir.
Aklın elle tutulan, gözle görülen veya kulakla işitilen bir şey olmadığı şüphesizdir. O dokunamadığımız ama içimizde hissettiğimiz bir şeydir. Aklın İmametinin anlamı Hakkın imametidir. Her kim ki Hak daima onunla ve o daima Hakla beraberse akıl ve din buyruklarına göre imam odur.
Soru: Bu vasıfta biri var mıdır?
Cevap: Evet vardır. Hz.Muhammed (s.a.a)'tir
Soru: Bu vasıfta Hz.Muhammed (s.a.a)’ten başka biri var mıdır?
Cevap: Evet vardır. Hz.Muhammed (s.a.a) kim için “Hak daima onunla ve o daima Hakla beraberdir” demişse odur.
Hz.Muhammed (s.a.a)’in Hz. Ali İbn-i Ebu Talib (a.s) için:
"علي مع الحق والحق مع علي، يدور معه كيفما دار"
"Hak daima onunla ve o daima Hakla beraberdir, ne tarafa dönse Hak onunla döner”
dediği bütün Müslümanlarca bilinmektedir.(2)
Bunun anlamı “Hz Ali (a.s) hiç hata yapmayan bir alim, hiç zulüm yapmayan bir adil, Allah’a hiç karşı gelmeyen bir itaatkar”dır.
Eğer din ve akıl böyle birine itaat etmeyi emretmiyorsa, insanlığın ne bir anlamı ne de bir kıymeti vardır!
TUHAF BİR İDDİA
İlginç olan bir durum da bazılarının, "Mademki Hak Ali ile beraberdir o halde Hak ondan önce hilafete gelenlerle de beraberdir, çünkü Ali Halifelerle birlikte idi" demeleridir.
Bunu diyenler aynı zamanda Abdurrahman İbn-i Avf’ın hilafeti Hz.Ali (a.s)’ye vermek için Allah’ın Kitabı, Peygamberin sünnetinin yanı sıra iki şeyhin -Ebu Bekir ve Ömer’in- yolundan gitme şartını ileri sürdüğünde,
Hz. Ali (a.s)’nin: "iki şeyhin yolundan gitmektense Hilafeti hiç almam" dediğini gayet iyi bilir. Buna rağmen Abdurrahman İbn-i Avf’ı haklı kabul ederler.
Çelişkiyi görüyor musun sayın okuyucum, "Ali Hak’la beraberdir....." hadisi Hz. Ali (a.s)’nin haklı olduğunu ispat ettiği kadar iki şeyhin haklı olduğunu da ispat etmektedir,
çünkü Ali onlarla birlikte idi!. Aynı zamanda Hz. Ali (a.s) iki şeyhin yolunda yürümediği için haksızdır. Biri sana "Halil’in bütün serveti babası İbrahim’den, İbrahim’in bütün serveti
oğlu Halil’den miras kaldı" derse ne kadar mantıklı bulursun?.
Çelişkinin gerçek netliğini, Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim’i ’incelediğimizde görebiliyoruz, Sahih-i Buhari’nin El Fiten kitabının birinci bölümünde harfiyen şöyle yazmaktadır:
" قال النبي: (ص) أنا فرطكم على الحوض، ليرفعن إلي رجال منكم ، حتى إذا أهويت لأناولهم اختلفوا دوني ـ أي أخذوا – فأقول: أي ربي أصحابي ... يقول: لا تدري ما أحدثوا بعدك"
"Peygamber dedi ki: Ben Havz’ın başında bana yükseltilecekleri beklerken, eğilerek ellerini tutmak istediğim kişiler göreceğim; ancak bazılarının bana ulaşması engellenecektir 'Allah’ım bunlar benim Sahabem", diyeceğim, Allah da bana 'senden sonra ne yaptıklarını bilmiyorsun' diyecektir."
Sahih-i Müslim, baskı 1348 H, cilt 2, S:61’de ise şöyle yazmaktadır:
"إني على الحوض انتظر من يرد علي منكم، فوالله ليقطعن دوني رجال ، فاقو لن : أي ربي مني ومن أمتي... فيقول لا تدري ما عملوا بعدك؟ . ما زالوا يرجعون على أعقابهم."
Havz’ın başında sizden gelecek kişileri bekleyeceğim zaman, gördüklerime elimi uzatacağım ancak benden uzaklaştırılacaklardır, 'Allah’ım bunlar benden, benim ümmetimden' diyeceğim, Allah da bana 'senden sonra ne yaptıklarını bilmiyorsun' diyecektir."
Bu hadisler Al-i İmrân suresinin 144. ayeti ile pekişmektedir.
وَمَا مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ أَفَإْن مَاتَ أَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلَى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللَّهَ شَيْئًا وَسَيَجْزِي اللَّهُ الشَّاكِرِينَ}(آل عمران/144)
"Muhammed Bir peygamberdir ondan önce de peygamberler gelip gitmiştir, şimdi ölür yada öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz ?"
Buna rağmen derler ki "Ayırt edilmeksizin bütün sahabeler adildir." bize göre bu konudaki ısrarlarının nedeni, Halifelerin haklılıklarından kuşku duymamak için Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim hatta Kur'an-ı Kerim'den bile olsa gerçek delilleri görmek istememeleridir. Neden mi: Ata inancı söz konusudur.
O inanç, Kur'an-ı Kerim'in ve sahihlerin delillerine karşı da olsa kıyasın temelidir.
▬
İMAMETİN AKIL İLE İLİŞKİSİ
AKIL VE AKIL DIŞI
Akla İbrahim’in evin içinde olup olmadığını sorarsan, sana bunun kendi ihtisas alanına girmediğini söyler. Ama onun nerede olduğu veya yerin altında ne gibi hazinelerin ve madenlerin olduğunu öğrenmek istediğini söylersen, senden araştırmanı, deney ve gözlem yapmanı ister ve doğrulara ulaşman için her zaman sana ışık tutacağını söyler.
Bu tür bilgiler akıldan gelmez; ama akıl sayesinde gelir. Görsel veya işitsel delillerin bile aklın yardımına ihtiyacı vardır; çünkü insan akıldan yoksun olduğu zaman bir hiçtir. Ancak, aklın delilleri kabul etmesi ayrı, delilleri eleştirip doğrusuna ulaşması ayrıdır.
Eğer akla "İbrahim evde olabilir mi" diye sorarsan sana hemen evet cevabını verir ki bu bilgi akıl dışından değil aklıdan gelir. Çünkü doğru bilgiye ulaşmak sadece akıldan veya sadece deney ve gözlemden gelmez;
eğer öğrenilmesi istenen gerçek, araştırmayı gerektiren nazari bir olgu ise mümkün olup olmadığını ancak akıl sayesinde öğrenebilirsin. Ama eğer gerçek sadece maddi ise –cismin kapsadığı elementleri öğrenmek gibi- o zaman bunun yöntemi deneydir.
Eğer Uluhiyet (Tanrısallık), Peygamberlik veya İmametle ilgili konuları sorarsan bu sorular aşağıdaki detayları gerektirir.
ULUHİYETLE İLGİLİ
Yaratıcıyı ancak akıl yoluyla idrak edebiliriz; çünkü doğa ötesini deneyle öğrenmemiz imkansızdır. Allah’ın vahyi ile onun varlığını kabul etmek, doğru ve Hak olduğu iddia edilen bir şeyin doğru olduğu iddia edildiği için kabul etmeye benzer.
Bu yüzden Allah’ın varlığını ispat etmekte aklımızı kullanmalıyız. Kur'an-ı Kerim de, insana Allah’ın varlığını akıl yoluyla idrak edebileceğini söylemiştir.
Eğer akla: "Allah’ın varlığının ispatı nedir?" diye sorarsak, bize: "Evrene, evrenin içindeki harekete, düzene ve dengeye bakın, sonra bunu açıklamak için dilediğiniz kadar teori ve varsayım düşünün ilim ve mantığın, tek bir açıklama dışında hepsini reddettiğini göreceksiniz, o da her şeyi bilen ve her şeye kadir olan Allah’tır diyen açıklamadır." der.
Mantık ehline göre imkansız olan şey aklın imkansız kabul ettiği şeydir. Örneğin, iki çelişiğin birleşmesi veya birlikte yükselmesi gibi, eğer "evrende su vardır" iddiası gerçekse bunun tersi olan "evrende su yoktur" iddiası gerçek dışı demektir.
Bir şeyin aynı anda iki çelişik şeyle vasıflandırılması düşünülemez. Bu durumda "evrende her şey rastlantı sonucu meydana geldi" teorisi yalan ise, bizim "evren bir irade ve tasarı sonucu meydana geldi" diyen tezimiz doğrudur.
Bu konuda bir örnek vermek istiyorum, eğer adının ve soyadının ufukta ışıkla yazıldığını görürsen, bunun zekalı bir insan tarafından yapılan bir aletle gerçekleştiğini düşünürsün.
Bunun yerine "çarpışan iki otomobilin veya iki trenin veya patlayan yanardağın saçacağı ışıkların rastlantı sonucu senin adını soyadını havaya yazmalarının mümkün olduğunu" ileri sürer ve "bu bir varsayımdır" diyecek olursan, şüphesiz bunu akıllı hiç bir insana kabul ettiremezsin.
"Varsaydığımız bir şeyi gözümüzle görmedikçe elimizle dokunmadıkça o varsayımın ne anlamı var" diyebilirsiniz. O zaman, gözümüzle görmediğimiz, elimizle dokunmadığımız aklının varolduğu varsayımının da bir anlamı yoktur. Doğa bilimcileri bile delile ihtiyaç duymaksızın varsayımın geçerliliğini kabul etmekteler.
Görmeden dokunmadan akılları ve önsezileri ile atomun varlığını hatta şeklini, özelliklerini ve etkinliğini belirlediler. Eğer bilim adamları sadece duyularla bilinenlere değer verselerdi bilimin kapıları her zaman kapalı kalmaz mıydı?.
"Bu dünyanın gerçeğini en iyi anlatan şey gözle görülmeyen, bilinmeyen, gizemli, ancak aklımızla ve vicdanımızla var olduğunu bildiğimiz yönleridir" diyen ne kadar doğru söylemiştir. (3)
PEYGAMBERLİK
Peygamberlik, Allah (c.c)’la kulları arasında bir elçiliktir, İyiliğe davet eder, şerden sakınmayı tavsiye eder,
peygamberliğin varlığı gereklidir ve gerekli olanın varlığı kaçınılmazdır. İnsana, kedisine ve topluma karşı olan görevlerini ve haklarını belirler. Filozofların çoğu:
"Akıl, insanın Allah’a karşı yapmakla yükümlü olduğu hükümlerin var olduğunu bilir, yalınız bunun ne olduğunu ancak peygamber yardımı ile öğrenebilir" der.
Bu durumda biz, Peygamberliğe Hz. Muhammed (s.a.a)’in penceresinden bakarız, onun hayatı, sıfatı, şeriatı ve öğretileri bizi şüphe duymaksızın Peygamberliğin varlığına inandırır.
Onun şeriatı ve öğretilerine peygamberlik dışında bir varsayım düşünecek olursak mantıklı bir düşünce olmayacaktır. Bilim ve bilgiden uzak bir ortamda büyüyen bir ümmi,
insanlığın bilmediği farklı bilim ve sanatlarda insanlığın o güne kadar tanımadığı, yüceliği ve azameti akıllara durgunluk veren, bunlarla insanlığı karanlıktan ışığa çıkaran muhtelif öğreti ve nazariyeler getirsin!. Bunu ancak doğaüstü olarak açıklamamız mümkündür.
Hz. Muhammed (s.a.a), peygamberliğini inkar edenlere Kur'an-ı Kerim'le meydan okumuştur. Bizde aynı şeyi yaparak, "ümmi bir kişinin hiç kitap okumadan, bilim ve bilim adamları hakkında hiçbir şey duymadan nasıl yasa, ahlak,
tıp ve matematik konularında bir kitap yazabileceğini peygamberlik dışında bir açıklama ile açıklamaları için ihtisas sahiplerine meydan okuyoruz." Nasıl bu evrenin düzeni mutlaka güçlü bir düzenleyen olmadan açıklanamıyorsa,
bu doğa üstü olayın açıklaması da sadece vahiy ve peygamberliktir. Bilim, öğretmen olmadan öğrenmeyi, tedavi olmadan ölüyü diriltmeyi - bilimsel olarak açıklamaktan aciz kaldığı zaman metafiziğe başvurmak zorunda kalmaktadır.
İMAMET
Burada kastettiğimiz imam, peygamberden sonra peygamberin istisnasız bütün yetkilerini kullanan yetkilidir. Bu, tamamen peygamberlik gibi ilahi bir makamdır. Bunun için "Peygamberin Hilafeti" olarak adlandırılır ve ümmetin peygamberine yaptığı itaati İmam'ına yapmasını gerektirir.
İmam Zeyn El Abidin (a s) “Sahife i Seccadiye” de imamı dua üslubu ile tarif ederken şunları söylüyordu:
"Allah’ım; kitabını, haddini (ceza uygulamasını), şeriatını ve peygamberinin sünnetini onunla tesis et, zalimlerin senin dininde yok ettiklerini onunla dirilt,
yolundaki zulmün pasını onunla gider, yolundaki sıratı onunla inşa et, haksızları sıratından onunla uzaklaştır, eğri yolun yolcularını onunla yok et, senin yolunda olanlara karşı onu yumuşat,
düşmanlarına karşı onun elini serbest bırak, Allah’ım bize onun şefkatini, rahmetini, acımasını ihsan et ve bizi onu dinleyen ve ona itaat edenlerden kıl.”
Dedesi Ali İbn-i Ebu Talip (a.s) ise imamın görevlerini anlatırken: "İmam, Rabbinin emirlerini vaazla bildirmek, nasihatte içtihat yapmak, sünneti ihya etmek, hak edenlere haddi uygulamak, hakkı sahiplerine vermekle yükümlüdür." Der.
Bu sözler akıl ile imametin ilişkisini açıklamaktadır. Aynı ilişki, Allah’ın kitabını, haddini, şeriatını, peygamberlerinin sünnetlerini uygulamak, zalimlerin yok ettikleri din izlerini diriltmek,
Allah’a giden yolu aydınlatmak, Allah’ın yolundan sapanları uzaklaştırmakla bağlantılıdır. Bu konuyu özetlememiz gerekirse, Aklın İmamet konusundaki hükmü, bilimin, adaletin ve itaatin iyi, çirkinliğin, cehaletin, zulmün ve günahın kötü olduğunu kabul ettiği hükme eşittir.
TUHAF BİR DURUM
İlginç ve tuhaf durumlardan biri de, Şiilerin İmamda "ilimde hatasız, amelde günahsız" şart ve sıfatlarını arama, hatta olmazsa olmaz kabul etme görüşünü,
Ehl-i Sünnetin kınaması ve hor görmesidir. Bunu kınamalarının sebebi, onların, "cahil ve fasık da olsa yöneticinin itaati vaciptir (gereklidir)" demeleri ve ona karşı gelmeyi haram saymalarıdır!
Şeyh Ebu Zehra "Mezehib El İslamiyye" adlı kitabının "yönetici şeriattan dışarı çıkarsa" bölümünde harfiyen şöyle yazmaktadır. "Ehl-i Sünnete göre imamda aranan şartlarda esas tercih onun adil, erdemli ve hayır sahibi olmasıdır. Eğer değilse zalimin zulmüne katlanmak ona karşı gelmekten daha iyidir."
Ebi Ya’la El Ferra, (Vefatı 458 Hicri), "El Ahkam El Sultaniyye" adlı kitabında (Baskı yılı 1938) 4. sayfada derki" "Fasık olmak imametin devamını engellemez, ister bu ahlak, -yani şehvete kapılarak günah işlemek olsun-, ister inanç -yani yorumda Haktan şüpheye düşmek olsun.!-"
Bunun anlamı da cahil ve fasık bir kişi Müslümanların imamı olabilir. Allah ve din adına hükmedebilir!... Doğrusu anlayamıyorum! Bir cahil, fasık ve günahkar nasıl insanları Hakla yönetecek ve Hakka yönlendirecektir?!
Keşke bunu, Kur'an, Şeriat ve İslam adına hükmedene değil de kendisini seçen ve imam kabul eden kişilerin imamı olarak kabul etselerdi.
Ayrıca "Kur'an-ı Kerim (Bakara suresi ayet 193) derki:
َقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ لِلَّهِ فَإِنْ انتَهَوْا فَلاَ عُدْوَانَ إِلاَّ عَلَى الظَّالِمِينَ (البقرة/193)
"Bir fitne kalmayıncaya, din tamamıyla Allah'ın dîni oluncaya dek onlarla çarpışın. Vazgeçtikleri zaman, düşmanlık ve saldırı sadece zalimleredir."
Buna karşın Sahihi Buhari, 9. bölüm, kitabı Fiten'de, Peygambere mal edilen şu hadis geçmektedir: "yöneticilerinden kötü bir şey görenler sabretsin”.
bu durumda; ya Hz. Muhammed (s.a.a)’in sözleri ona vahiy inen Kur'an-ı Kerim’le çelişkilidir ya da ona mal edilen bu hadis yalan ve iftiradır. Şiiler, birinci şıkkın imkansız olduğunu bildiklerinden ikincisini kabul ettiler.
Dolayısı ile bütün sahabelerin adil olduğuna inanmadılar. Ehl-i Sünnet ise, tam tersine bütün sahabelerin adil olduğuna inanarak Buhari’nin naklettiği hadisleri aynen kabul ettiler.
Oysa bunun kaçınılmaz sonucu, Peygamber (s.a.a)'in sözlerinin Kur'an-ı Kerim’le çelişkili olduğuna inanmaktır. Allah da Peygamber de bundan münezzehtir.
İLAHİ ADALET
MUAMMALI EVREN
Evrende bulunan her şey Allah’ın bilgisi ve gücünü gösteren birer ispattır. Modern keşiflerden önce gördüğümüz deliller, gecenin ve gündüzün değişimi, yerde biten bitkiler,
yediğimiz ve içtiğimiz, veya gözümüz görmeden aklımızın görebildiği idi. Bilim ve bilimsel araçlar geliştikçe öğrendik ki, çok küçük olan atomdaki güç, bir saniyede şehirleri, dağları yıkıp milyonlarca canlıyı öldürebilmektedir.
Ayrıca, evrendeki yıldız sayısının kum tanelerinin sayısından daha fazla olduğunu, en küçük yıldızın dünyadan bir milyon kat daha büyük olduğunu, her yıldız kümesine galaksi dendiğini ve her galaksinin yüz milyondan fazla yıldız barındırdığını,
galaksi sayısının iki milyondan fazla olduğunu ve bütün bu evrenin hacminin boş uzaya göre dünyanın boşluğunda uçan bir sinekten farksız olduğunu biliyoruz.
Bu örnek modern bilimin keşfettiği ve Allah’ın gücünü gösteren milyonlarca örneklerden sadece biridir. Kur'an-ı Kerim’in ayeti de alim ve mucitlere belirgin bir Arapça dili ile "Size verilen ilim çok azdır. İbret alın ey akıllı insanlar" demeye devam etmektedir.
EVRENDEN DAHA MUAMMALI OLAN: AKIL
Ya aklımız? O evren hakkında okuduğumuz ve öğrendiğimizden de ötedir. Evren maddedir, çapı ve ölçüsü vardır. Enistein, evrenin çapını 70 milyon ışık yılı olarak hesapladı.
Akıl ise dibi olmayan bir kuyu, tavanı olmayan bir gök ve sonsuz bir evrendir. O, her şeyi kendisine sığdırır ama hiçbir şey onu kendisine sığdıramaz. O, Hz. Ali’nin (a.s) aşağıdaki beyitlerinde sözünü ettiği büyük alemdir.
"وتزعم أنك جرم صغير
وفيك انطوى العالم الأكبر
"Küçük varlık olduğunu iddia etmektesin – oysa büyük alem sende saklıdır."
Evet akıl evrenden daha büyüktür, ve ondan daha büyük sadece onun yaratıcısıdır. Ancak benzetme yapacak olursak kelimenin kelimeyi söyleyenle oranı, veya daha azıdır.
İLAHİ ADALET
İlahi Adalet, tıpkı İlahi güç gibi sadece onun (c.c) bilgisinin kapsamındadır Evrende, insanda, Allah’ın şeriatı ve hükümlerinde delil ve belirtileri vardır. Bunu, şu şekilde izah etmek mümkündür:
HÜCCET
Eğer birinden alacağın varsa, alacağını istemen senin hakkındır. Eğer ödemeyi reddederse eksiksiz olarak zorla alma hakkın doğar, bağışlarsan Allah bağışlayanları sever.
Allah da (c.c) Adil ve Cömerttir. Cömertliği ve rahmeti ile günahları denizin köpüğü kadar olsa bile günahkarı affedebilir, mükafatlandırabilir de... :
وَإِذْ قَالَ اللَّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ أَأَنتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّي إِلَهَيْنِ مِنْ دُونِ اللَّهِ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أَقُولَ مَا لَيْسَ لِي بِحَقٍّ إِنْ كُنتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلاَ أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ إِنَّكَ أَنْتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ}(المائدة/116
مَاقُلْتُ لَهُمْ إِلاَّ مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنْ اعْبُدُوا اللَّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ وَكُنتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا مَا دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنتَ أَنْتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنْتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ}(المائدة/117
{إِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَإِنَّهُمْ عِبَادُكَ وَإِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَإِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيم المائدة/118
{قَالَ اللَّهُ هَذَا يَوْمُ يَنفَعُ الصَّادِقِينَ صِدْقُهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الأَنهارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيم (المائدة/119
لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا فِيهِنَّ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ }(المائدة/120
"Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, “beni ve annemi Allah’tan başka iki Tanrı bilin” diye sen mi söyledin? Buyurduğu zaman o, “Haşa! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz, hem ben söyleseydim sen şüphesiz onu bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, ben senin zatında olanı bilmem.
Gizlilikleri eksiksiz bilen yalınızca sensin. Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim. Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin dedim. İçlerinde olduğum müddetçe onlar üzerinde kontrolcü oldum.
Beni vefat ettirince onlar üzerinde gözetleyici yalınız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin. Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin
Maide Suresi 116-117-118-119-120
Yukarıdaki ayette "Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin" dediğini okuduk. Bu Allah’ın dilediği kimseyi –başkasını ilah edinse bile- affedebileceğini göstermektedir.
Kulun amelinde yeterli neden olmadan ve aşağıdaki şartlar oluşmadan adalet sahibi Allah (c.c)'ın azap ederek cezalandırması imkansızdır.
TEBLİĞ
Geçerli nedenin oluşması için ilk şart, tebliğin emin bir Peygamber tarafından yapılmasıdır. Tıpkı devlet memurunun ödemen gereken gelir vergini veya birine olan borcunu ödemen gerektiğini,
ödemen için gerekli mühleti ve ödemediğin takdirde hapis ile cezalandırılacağını veya malına el konulacağını ihtar ederek bildirmesi gibidir. Devlet, vatandaşın ödemeyeceğini bilse de gerekli ihtarı yapmadan nasıl cezalandırmıyorsa,
Allah da (c.c) emrettiği zaman kulunun itaatsizlik yapacağını günah işleyeceğini bildiği halde cezalandırmaz, önce emrederek ona gerekli fırsatı verir. itaatsizlik ve isyandan sonra duyduğu, anladığı ve bilerek karşı geldiği için cezalandırır. Allah (c.c) Kur'an-ı Kerim’de diyor ki.
وَلَوْ أَنَّا أَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِهِ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلاَ أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَذِلَّ وَنَخْزَى}(طه/134)
"Eğer biz bundan önce onları bir azapla helak etseydik, derlerdi ki: Rabbimiz! Bize bir elçi gönderseydin de, şu aşağılığa düşmeden önce ayetlerine uysaydık!"
Taha suresi: 134.
وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً}(الإسراء/15)
"Biz bir peygamber göndermedikçe –kimseye – azap edecek değiliz.
İsra Suresi: 15"
رُسُلاً مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ ِلأَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللَّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا}(النساء/165)
Müjdeleyici ve sakındırıcı peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın!
Nisa Suresi: 165”
ÜSLUP VE AHENK
İkinci şart, tebliğin yapısı ve üslubudur. İkna edici olmalıdır ki önyargıdan ve taraftarlıktan arınan insanlar inansın... ikna için gerekli olan üslup, dava sahibinin dava gerçeğini basitleştirerek,
yumuşak ve davet edilen kişiyi çekecek şekilde yapmasıdır. Ayrıca izah etmek için örnekler vererek düşünme, inceleme, olayları dikkatle tartma ve ondan sonra karar vermeyi salık vermesidir. Davasını emrivakiyle dayatmaması, kendini daha alim, üstün ve kutsal göstermemesi gerekir. Allah (c.c) der ki:
إِنَّ اللَّهَ لاَ يستحي أَنْ يَضْرِبَ مَثَلاً مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلاً (البقرة/26)
"Şüphesiz Allah, bir sivrisineğin üzerindekinden - yani sivrisinekten küçük misal vermekten çekinmez. İman etmişlere gelince onlar böyle misallerin Rablerinden gelen Hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kafir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne demek ister?. Derler." Bakara suresi 26
Ayrıca, Hz. Muhammed'e (s.a.a)
ادْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ ... (النحل/125)
"Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde tartış... Nahl:125"
diye seslenir. Hz. Musa ve Hz. Harun'a da
اذْهَبَا إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى/ {فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًا لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَى}(طه/44)
Firavun'a gidin çünkü o iyice azdı, ona yumuşak söz söyleyin belki o aklını başına alır veya korkar." Taha:44
Diye hitap eder. Hak İnsanlara anlatılırken gönüle yakın olması için daima güzel ve mütevazı bir üslup kullanılmalıdır.
Bütün şüphe ve kuşkuları gidererek ikna etmenin en temel şartlarından biri de, çağrı sahibinin yaptığı çağrıyla uyum içinde olmasıdır. Uyum sözü ile sadece davet ettiği şeyleri kendisinin uygulaması değildir.
Yaptığı çağrının, canı, kanı ve eti ile kaynaşması ve kişiliği ile bütünleşmesi gerekir. Konuştuğu zaman sanki çağrı konuşuyor, eylem yaptığı zaman sanki çağrı eylem yapmış olmalıdır.
"Buna karşın "Benim bir şeytanım vardır. Bazen beni etkiler" diyen bir kişi, (4) Kur'an-ı Kerim'de "O arzusuna göre konuşmaz , bildirdikleri vahiyden başka değildir" denilmiş olan -
peygamberin Halifesi olamaz. O, tıpkı dünkü ve bugünkü yöneticiler gibi kendi zamanının dünyevi bir yöneticisidir! O kendisini seçenlerin ve onu kabul edenlerin adıyla konuşabilir. Eğer Allah ve Peygamber adına hükmettiğini iddia ederse bu iddia onu bazen etkileyenden kaynaklanır!
Diyebilirsin ki: "Hz. Muhammed (s.a.a)'den başka, bu İslam çağrısıyla -yukarıda izah ettiğimiz şartlara- uyum sağlayacak kişi var mıdır?"
Cevap: Evet! Kim söz ve fiille Hz. Muhammed (s.a.a)'in uzantısı ise İslam çağrısı ile uyum içerisindedir.
İkinci soru: Hz. Muhammed (s.a.a)'in süreği var mıdır?
Cevabı öyle birine bırakıyorum ki, o mecbur kalmadan ve ancak kaçma imkanı bulamadığı zaman Hz Ali (a.s) veya oğulları ile ilgili bir fazilet anlatır. Öyle bir hadisçi ki Ehl-i Sünnet ona güvendiği kadar hiç kimseye güvenmez.
Yani Buhari'den söz ediyorum. Buhari, Sahihinin beşinci kısmında bulunan Hz Ali (a.s)'nin faziletleri bölümünde şöyle demektedir: "Peygamber Hz. Ali'ye dedi ki: Sen bendensin bende sendenim."
Bilindiği gibi Hz. Muhammed (s.a.a) Hz. Ali (a.s) 'nin ne babası nede oğludur. Sen bendensin derken, kendi ruhunu Ali (a.s)'nin ruhuna, aklını aklına, ilmini ilmine,
İmanını imanına, ahlakını ahlakına empoze ettiği anlamına gelmektedir. Hz. Muhammed (s.a.a) onu istediği gibi yetiştirdikten sonra bütün sahabelerin içinden kardeşliğine seçti.
Kardeşliğin sırrı da burada yatmaktadır. Ahmed'in Mesned'inde Hz. Ali'nin peygambere "Ben hariç bütün dostlarını birbirine kardeş ilan ettin" dediği zaman Hz. Muhammed (s.a.a) ona "Çünkü seni kendime ayırdım, ben senin kardeşinim sende benim kardeşimsin. Senden başka bunu kim iddia ederse yalancıdır" diye yazmaktadır.
Bu konuda Hz. Ali (a.s) "Peygamber (s.a.a)'i yavru devenin annesini takip ettiği gibi takip ederdim, her gün ilminden bir şeyler verir ve onun gibi uygulamamı isterdi." Demektedir.
Üçüncü ve son olarak diyebilirsin ki "Ehl-i Sünnete göre en büyük ve en güvenilir Muhaddis (Hadisi Şerifi nakleden) olduğu halde nasıl Buhari için O mecbur kalmadan ve ancak kaçma imkanı bulamadığı zaman Hz Ali (a.s) veya oğulları ile ilgili bir fazilet anlatır diyebiliyorsun?"
Cevap vereyim: Zaten onun büyüklüğünün ve yüceliğinin sırrı da budur! Şimdi Ali ve oğullarına karşı olan taassubunu gösteren bir örnek vereyim: El Hafız El Askalani,
Feth El Beeri Bişerh Sahih El Buhari adlı 1959 baskılı kitabının C:8 S:71’de aralarında Nesai’nin de bulunduğu bir grup Alim ve Muhaddisten naklederek harfiyen derki:
"Hiçbir sahabe hakkında Ali (a.s) kadar doğru hadis anlatılmamıştır" aynı bölümün 76’ncı sayfasında da İmam Ahmed dedi ki: "Ali (a.s) hakkında duyduğumuz kadar hiçbir sahabe hakkında hadis duymadık."
Buna rağmen Buhari bu sayısız hadislerden çok azını zikretmiş ve bu çok az olan hadisleri de normal hali ile bırakmamıştır! Tahrif, budama, değiştirme ve eksiltme yoluna başvurmuştur.
Müslim dahil bir çok Muhaddis "Al Raye" (sancak) hadisini "Sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki Allah'ın Fethi onun eli ile gerçekleştirecektir. O Allah’ı ve Resulünü sever; Allah ve Resulu de onu sever.Diyerek sancağı Ali’ye verdi." Diye anlatır.
Buhari hariç hepsi "O Allah’ı ve Resulü'nü sever Allah ve Resulu de onu sever." ibaresini nakletti. Doğrusu Buhari’nin bu cümleyi neden eksilttiğini anlayamadım.! Buhari, Allah'ın ve Resulü'nün sevdiğini sevmediği için mi?
yoksa çok sahih (doğru) (!) olan kitabını onurlandırabilmek için Muaviye ve ciğer yamyamı olan annesini yazarken fazileti dünyayı dolduran kişiden bahsetmek zorunda kalınca faziletini budayarak yazdı? Ancak zavallının unuttuğu şey onun adı Levhi Mahfuzda yazıldığı gibi kalplerin ve akılların derinliğinde de yazılıdır.
Demek ki Buhari'ye ve kitabına duyulan bu güvenenin ve mal edilen bu yüceliğin sırrı, onun Ali ve oğullarına karşı olan taassubunda gizlidir.