Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT
Hüseyin ENSARİYAN
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT
Çeviren:İsmail BENDİDERYA
Cafer BENDİDERYA
ÖNSÖZ
Bismillahirrahmanirrahim
"Arş'ın sahibi "Rahman"ın katında yaratığı her mahlûk değerli ve her varlık kendi yer ve ağırlığınca bir kıymete haizdir.
Bu nedenledir ki, "sıkl" olanın değeri daha fazladır. Yine bu nedenledir ki bilenle bilmeyen bir değildir.
Peygamberle tebasının, inananla inanmayanın, insanlara fayda sağlayanla insanların faydasına muhtaç olanın elbette ki, değer ve konumları O'nun katında aynı değildir.
Yine Rahman'nın buyurduğu Kelam'da mahlûkatın en değerlisi, varlık âleminin başının tacı ve kâinatın efendisi olan Hz. Resul-i Ekrem'dir (s.a.a). O'na ait ve O'ndan olan; yani "sıkl"ında O'ndan ve değerinde de O'na ait bulunan "Ehl-i Beyt'i de mahlûkatın en değerlisi olmakta hak kazanmaktadır.
Yüce Allah'ın Kelamı'nda kendisine imandan sonra Resulü'ne iman şartı buyrulurken Hz. Resulün (s.a.a) konum ve "sık'lının ne denli özel ve erişilmez olduğu vurgulanır. Nitekim "Allah'a ve Resulu'ne itaat" farzdır.
Hz. Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.a) Ehl-i Beyt'ini "kendisinin bir parçası", "Nuh'un gemisi", "can"ı, "cennetin efendileri", "Kevser'in saki"si, hatta "Kevser'in kendisi", "ilim şehrinin kapısı", "sırların anahtarı"... Gibi fevkalede muazzam ve düşündürücü sıfatlarla tanımlar.
Bu tanımlar, tarih boyunca hiçbir peygamber tarafından hiç kimse için kullanılmış değildir.
Evet, her resulün vasisi vardır ve o da resul gibi hak ve hakikat eridir.
Ama fahr-ikâinat ve sunucu-i mahlûkat; bütün resullerin başının tacı olduğu gibi "sıkl"ın bir gereği olarak onun vasisi de vasilerin en mümtazı ve baş tacıdır.Kitaba "Arş Misafirleri" adını biz verdik.
Kitabın orijinal adı "Yeryüzünde Yaşayan Arşlılar'dı. Ancak, yazarın irfani bakış açısı birçok okura ağır gelebileceğinden ve kimi garaz sahipleriningarazını körükleyebileceğinden onlara Rahman'ın Yeryüzü Sakinlerine Gönderdiği "Misafirleri" dedik.
Çünkü onlar bizim gibi topraktan yaratılmış ve ete, kemiğe büründürülmüş olsalar da sırlar deryasında bizlerden farklı "varlık"lardı.
Mahlûkatın arasında yaşayıp bizlerle birlikte bulunmaları ise onların büyüklüğünden, bizim ise küçüklüğümüzden kaynaklanan bir sırdı. "Arşiyan-ı Ferşneşin" tanımlamasında hem azametlerinin, hem konumlarının cok özel oluşuna bir işaret vardır.
Yazarın tamamen irfani bir bakışla değerlendirmeye çalıştığı bu muazzam varlıklar icin bu tür tanımlamaların kullanılması aslında hem idrak kabiliyeti sınırlı bulunan, hem şeri kavrayışlarla irfani hakikatler arasındaki dengeyi kolayca ele geçiremeyen bizim gibi fakirler için bir anlayış kolaylığı amaçlanmaktadır. Yoksa "Resul-i Ekrem'in (s.a.a) canı" ve "Nuh'un gemisi" tabirini bir kitapla anlatmak nasıl mümkün olabilir?
Kitaptaki irfani nitelemelerin tamamında bu zorluğu aşma gayreti vardır. Anlaşılması gerçekten çok hayati, ama cok zor olan "yaradılış hakikati'ni çözmenin, görmenin, onunla bütünleşebilmenin yegâne yolu, bu sırrın en büyük anahtan olan Ehl-i Beyt'i tanımaktır.
Hz. Resul-i Ekrem'i (s.a.a) tanıyabilmek dahi ancak bundan sonra mümkünür. Çünkü o, Rahman'dan sonra sırların en büyüğüdür, onun canı ve onun deryasında seyreden kurtuluş gemisi de elbette ki, bu sırrın sırlarındandır...
İrfan deryasının tadına doyulmayan derinliklerinde boğulmadan bu sırlar incilerini görüp muhteşem mercanlarını seyredebilmek ve eteğini paha biçilmez incilerle doldurarak acziyet sathına hediye götürebilmek için yazılmış, bir kitabı okumaktasınız.
Bu nedenle alelade tanımlar ve tammlamaları bir kenara bırakarak ve elbette ki ancak Kitabullah ve Resulullah'in (s.a.a) seviye ve seniyelerini esas kabul ederek hazmi mümkün konulardır bunlar.
Birçok toplumda olduğu gibi İslam ümmeti arasında da bizzat sahabe devrinden başlayıp günümüze kadar uzanan bir çizgide bu emsalsiz varlıklarla kendisini eş tutma hatası hep süregelmiştir. "Sizden biri", "içinizden biri"... Gibi tabirler bu hataya düşme sebeplerindendir. Oysa güneş de ay gibi, içindeki milyarlarca yıldızdan bazılarının güneşin tam, elli milyon katı büyüklüğünde olduğu galaksiler de, uzaktan bakınca bizler için tıpkı güneş veya ay gibidir.
Ama sadece "gibi"dir.
Umarız bu mumtaz eseri okuduktan sonra bu gerçeği kavrar ve bu hakikat samanyolundaki güneşi tanıyarak kendi konum ve etkinliğimizin de kıymet ve değerini olduğu kadar kaynak ve gücünü de kavramış oluruz.
Bugünün insani için en ihtiyaç duyulan şey olan "özgüven" bununla mümkün olacaktır.
Arş'ın, insan türü için gözler önüne serip takdim ettiği örnekleri tanımanın bizlere kazandıracağı en asgari haslet, bu özgüvenin yanı sıra, onlara, yani, "Arş" a komşuluk gibi müstesna bir konum ve kesin kurtuluştur.
EHL-İ BEYT'İN ŞAHSİYETİ
EHL-İ BEYT'i TANIMA ZARURETİ
Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) son nefesine kadar, "Meveddet Ayeti" gereğince ümmeti onları tanımaya ve emirlerine itaate davet etmiş olduğu Ehl-i Beyt'i tanıma ve izlemenin lüzumu ve onların, Allah'ın Kitabı'yla sahih rivayetlerdeki konum ve mevkilerini öğrenip anlamanın zarureti tartışılmaz olup bu hakikate gereken ilgiyi göstermek dünya ve ahiret saadetini beraberinde getirecek, ona lakayt kal-maksa ebedi felaket ve helake yol açıp insanın bütün amel ve zahmetlerinin boşa gitmesine neden olacaktır.İmam Cafer Sadık (a.s), Mualla b. Hüneys'e şöyle buyurmaktadır:
Ey Mualla! Bir insan Rükün'le makam arasında yüzyıl boyunca Allah'a ibadet eder ve gündüzleri oru£ tutup gecelerini namaz, ibadet ve duayla geçirip ve kaşları gözlerine inecek, boyun kemikleri göğsüne yüksünecek kadar bu hal üzere yaşlanır, ama bizim hakkımız konusunda cahil olup bizim konum ve makamımızı bilmezse hiçbir sevaba erişemeyecektir.
Kur'an ayetleri ve sağlam rivayetlere dayanarak Ehl-i Beyt'i (a.s) tanımak, onlardan uzak kalmaya yol açan batıl hicaplarla perdelerin kalkmasına yarayacak; böylece o büyük zatların varlıklarının; sünnet, yöntem ve kültürlerinin etkisi insanın bütün yaşamını etkileyecektir.
Onların hayat sahnesindeki konumlanın anlaşılıp bireyin bunu yaşamına taşıyabilmesi ve o büyük zatları hayatının bütün boyutlarında kendisine örnek alması, ancak onları hakkıyla tanıyabilmekle mümkündür.
Ehl-i Zikir, Sıddıkiyn, Muhsiniyn, Muttakiyn, Mücahidin, Müminiyn, Sabirin, Ulul'elbab, Sırat, Sebil, Sarullah, Vechullah, Aynullah, Cenbillah, iznillah, Lisanullah, Veliyullah... Gibi Kur'an-ı Mecid'de ve sahih rivayetlerle sağlam islami metinlerde geçen terim ve kavramların gerçek misdakı ve en mükemmel ölçütünün Ehl-i Beyt olduğunu hakkıyla idrak edip anladığımızda, onlara karşı doğru davranma ve saadet bahsedici kültürlerinden gereğince yararlanabilme kapısı bize açılacak;
o zaman onlardan başka gerçek önder, kurtuluş gemisi ve hayat meşalesi tanımayacak; dünya ve ahiretle ilgili sorunlanmızda ve dini şüphe, vesvese ve vehimlerde, Kur'an'ın tabiriyle "İlimde sebata erişenler" olan Ehl-i Beyt'ten başkasına müracaat etmeyecek; aklımızı, ruhumuzu ve kalbimizi onların mutahhar maarifinin şarabıyla doyurabilecek ve:"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin..." Buyruğu gereğince Yüce Rabbimizin hoşnutluğunu kazanabilmek için bütün varlığımızla onların
İzinde yürüyecek, böylece Ehl-i Beyt'i (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) hoşnutluğu hasebiyle Rabbimizin hoşnutluğunu kazanabileceğiz.
Yüce Allah'ı, Kur'an'ı ve varlık âlemini tanımaya vesile olup hakikatlerin görülüp anlaşılmasına, nefsin antılıp temizlenmesine, bireyin içinin terbiye edilip dişinin süslenmesine ve en güzel ahlakla ahlaklanabilmesine neden olan "Ehl-i Beyt'i (a.s) tanıma" olayı, şüphe yok ki insanı cehennem ateşinden kurtarır. Onları gönülden sevip izlerinden yürümek Sırat Köprüsü'nden geçiş ruhsatı olabilecek, imamet ve velayetlerini kabullenmek, insanın azaptan korunmasını sağlayacaktır.
Hanefi mezhebinin seçkin ulemasından Kunduzi'nin gayet sağlam belgelerle aktardığı bir hadiste Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
Al-i Muhammed'i (Ehl-i Beyt'i -a.s-) tanımak insanı ateşten kurtarır, onları sevmek Sırat'tan geçiş ruhsatıdır, Al-i Muhammed'in velayeti azaptan kurtuluş vesilesidir.
Evet, Kur'an dili ve Sahih Sünnet-i Nebevi yoluyla Ehl-i Beyt'i tanıdığımızda dünya ve ahiret saadetinin kapıları yüzümüze agilacak, ebedi azap ve bedbahtlığın kapılarıysa bize kapanmış olacaktır.
İnsaf ve dikkatleriyle tanınan iki büyük Ehl-i Sünnet âlimi Şeyh Süleyman Kunduzi'yle İbrahim b. Muhammed Cüveyni, Muminler Emiri Hz. Ali'yle (a.s) ondan sonra kiimamlar hakkında Hz. Resulullah'tan (s.a.a) şu hadisi nakleder:
Ya Ali! Ben ilmin şehriyim, sen de bu şehrin kapısısın! Bir şehre ancak kapısından girilir. Beni sevdiğini söyleyip de sana düşmanlık eden kimse, beni sevdiği konusunda yalan söylemektedir. Çünkü sen bendensin, ben de sendenim. Senin etin benim etimden, kanın benim kanımdan, ruhun benim ruhumdan, gizlin ve aşikârın benim gizlin ve aşikârındandır; sen benim ümmetimin imamı ve benden sonra onlara benim halifemsin.
Sana uyan kurtulur, emrinden çıkan helak olur. Seni seven bundan yarar görür, sana düşman olan bundan zarar görür. Senin safında ve sana yardımcı olan kimse kurtulmuş, senden ayrılan helak olmuştur. Senin ve senin neslinden gelecek olan imamların benden sonraki durumu, Nuh'un gemisinin durumuna benzer; ona binen kurtulur, binmeyen boğulur. Siz Ehl-i Beyt'in durumu, yıldızlar gibidir; ne zaman bir yıldız batacak olsa mutlaka bir başka yıldız doğuverir ve kıyamete kadar böyledir bu!
Hak Teâla Hazretleri de kullarını O'nun ipine sımsıkı sarılmaya davet eder ki bu da, "Allah'ın ipi'nin ne olduğunu bilmekle mümkündür:"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a ve Ehl-i Beyt'e -a.s-) sımsıkı sarılın, dağılmayın, bölük pörçük olma-yın."
Bu ayette geçen "Hablullah", yani "Allah'ın ipi" kavramı hakkında Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyuruyor:"Yüce Allah'ın sağlam ipi, Kur'an ve Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'i olup Allah Teâla bunlara sımsıkı sarılmayı emretmiş ve "Hep birlikte Allah'ın ipine, yani Kur'an'a ve Ehl-i Beyt'e sarılın, dağılıp bölük bölük olmayın..." buyurmuştur."
Evet, marifet, bilim ve amelin sonsuz deryası, tüm fazilet ve kemallerin sahibi olan ve varlık âleminde emsalleri bulunmayan bu yüce zatlar, kimini kıyamet cehenneminden korkutmak, kimini iman ve amel şartıyla öbür dünyanın cennetiyle sevindirmek, kimini misalî cennet, kimini aklanı cennet, kimini kutsiyet ve maneviyat semasıyla müjdelemek ve liyakat ehlinin yakin makamına ermesine yardımcı olmak için Yüce Rahman'ın emriyle insanlara imam oldular.
Yüce Allah'ı ve kıyameti hakkıyla tanıyabilmek, manevî anlamları idrak edebilmek, Kur'an'ın gerçek anlamını kavramak, Nebevi sünneti anlamak, kemallerle faziletleri elde edebilmek, dünya ve ahirette saadeti yakalayabilmek, kötülük ve çirkinliklerden uzak kalabilmek, hasenatla donanıp günahlardan âmânda kalabilmek, Hakk'ın rızası ve likaullah makamına varmak,
cehennemden âmânda olup cennete girebilme liyakatini kazanmak, şeytanın vesvese ve hilelerine karşı koyabilme gücüne kavuşmak, günahtan uzak durmanın ve ibadet etmenin tadını alabilmek, takva hakikatini eliyle tutmuşçasına duyup yaşayabilmek ve dürüstlük, doğruluk, namusluluk, insanlık, sadakat ve safa gibi hasletlerle donanabilmek; Ehl-i Beyt'i tanıyıp onların emir ve hükümlerine uygun bir hayat sürdürmekle mümkündür.
Evet, Yüce Allah'ın (c.c) Kitabındaki sarih ayetlerle sahih hadis ve rivayetlerin de ortaya koyduğu üzere Ehl-i Beyt bütün maddî ve manevî bereketlerin menşeidir. Onları tanıyıp izinde yürümeden ve emirlerine uymadan hiçbir berekete kavuşulamayacağı gibi, bütün bereketlerden mahrum da kalınacaktır.
Hanefi ulemasından Şeyh Süleyman Kunduzi'yle İbrahim b. Muhammed Cüveyni, Hz. Ali'den (a.s) nakille Hz. Peygamber Efendimizden (s.a.a) şu hadisi aktarırlar:
Resulullah (s.a.a) bana "Ya Ali! Sana söylediklerimi yaz!" buyurdu. Ben "Ya Resulullah, unuturum diye mi korkuyorsunuz?" diye sorunca "Hayır" buyurdu, "Ben Rabbimden seni bütün hakikatleri hafızasında tutan insan kılmasını istedim.
Yazmanı, ortakların için istiyorum!" Bunun üzerine "Ey Allah Resulü! Benim ortaklarım kimlerdir?" diye sordum, "Senin soyundan gelecek olan imamlardır!" buyurdu ve ekledi: "Onların yüzü suyu hürmetine ümmete yağmur yağar, onların duaları kabul olur, onlar vasitasiyla Rabbim bu ümmetten belayı giderir, onlarin varlığı hürmetine gökten rahmet iner!" Bu sı-rada eliyle (yanımızda duran) Hasan'ı göstererek "Ve bu onların ilkidir" buyurdu ve "Bu da ikincileri!" buyurarak Hüseyin'e işaret etti ve ekledi "Ve Hüseyin'den sonra gelecek olan imamlar!
"Ehl-i Beyt'in" Kıstası ve Anlamı
Zorba iktidarlarla zalim sultan ve padişahların beslediği çömezler konumundaki bazı sözde Âlimler, üç kuruşluk dünyalık edinip şeytanın kesesinden birkaç altın alabilmek için ilmi ve dini konumlarnı kötüye kullanıyor, söz konusu sultanların iktidarını meşru gösterebilmek için elinden geleni yapiyor, bir taraftan yüreklerini yakan haset ve maraz ateşini söndürebilmek, bir taraftan da sultanların gölünü hoş tutabilmek amaciyla Müslümanların yönünü saptırıp yollarını değiştiriyor,
bu gayeyle dini gerçekler ve manevi terimlerin anlamını yanlış yorumlayarak tahrif ediyor, Kur'an ve sünnette hiçbir dayanağı bulunmayan ve hiçbir belgeye dayanmayan yorum ve teviller üretiyor; üstelik bunu da Kur'an ve sünnette onların söyleyip yazdıklarının tam tersi cihette gerçekler olduğunu bilerek yapıyorlardı!
Mezkûr satılmış ulema kılıklı saray çömezlerinin gerçek anlamını saptırmaya calıştığı Kur'anı terim ve gerçeklerden biri de "Ehl-i Beyt" terimidir. Yüce Allah (c.c), Kur'an'da Tathir Ayeti olarak bilinen ünlü ayette Ehl-i Beyt'e hitap eder.
------------------------
1- şura, 23: "Allah'm iman edip iyi işler yapan kullarını müjdelediği budur. Dedi: "Buna karşılık sizden o yakınlarımı (Ehlibeyt'i-mi) sevmekten başka bir mükâfat istemem.' iyilik yapana, yaptığı işteki iyiliğini artırınız. Kuşkusuz, Allah bağışlayandır ve şükrün karşılığını verendir (iyiliklere karşı kadirşinastır, az amele bol mükâfat verendir)."
Sevabul-A'mal ve İkabu'l-A'mal, s, s.455; el-Mehasin, c.1, s.90,
bab: 16, hadis: 40; Biharu'l-Envar, c.27, s.177, bab: 7, hadis: 24.
Al-i İmran, 7.
Al-i İmran, 31.
Yenabiu'l-Meveddde, c.l, s.78, bab: 3, hadis: 16; Feraidu's-
Simtayn, c.2, s.256, bab: 49, hadis: 525.
Heysemi Mecmau'z-Zevaid, c.9, s.l72'de, İbn Hacer Savaiku'i-Muhrika'da ve Taberani'de el-Evasit'te Ehlibeyt'e sevgi ve o mübarek Zatların maneviyatları hakkında çok değerli hadisler nakletmektedir. Ör: "Biz Ehlibeyt'i sevmeyi kendinize vazife bilin. Nitekim bize Ehlibeyt'i severek Allah'ı mülakat eden kimse bizim şefaatimizle cennete girer. Canını elinde tutan Allah'a andolsun ki bizim hakkımızı tanımadıkça hiçbir kulun Ameli kendisine fayda sağlamaz."
Yenabiu'l-Mevedde, c.1, s.95, bab: 4, hadis: 6; Feraidu's-Sımtayn, c.2, s.423; hadis: 517. Camiu'l-Ahbar, s.14, beşinci bölüm. Bu hadis Şeyh Saduk'un el-Emali adlı kitabında s. 269'da, kırk beşine oturumda, 18. hadis olarak geçmiştir; fakat "ilim şehri" yerine "hikmet Şehri" olarak kaydedilmiştir.
Al-i İmran, 103.
Tefsir-i Ayyaşı, c.1, s.194, hadis: 123; Tefsir-i Safî, c.1, s.365; Biharu'l-Envar, c.65, hadis: 233, : bab:24
Yenabiu'l Mevedde, c.1, s.73, bab: 3, hadis: 8; feraidu's Sımtayn, c.2, s.259, bab: 50, hadis: 527 .
---------------------
Tathir Ayeti
Ey Ehl-i Beyt (Sünni ve şia rivayetlerinin tamamında tevafuken Hz. Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin aleyhisselamlar) Allah sizden her nevi günah, kötülük ve çirkinliği gidermeyi ve sizi layık olduğu veçhiyle (bütün günah ve sapmalardan) tertemiz kılmayi irade etmiştir.
Kalpleri mühürlenmiş olan bu cahil ve kör taassuplu adamlar Müslümanların inanç ve düşüncelerini değiştirip saptırabilmek amacıyla, edebiyat kanunları ve Arapça gramerinin kurallarına dikkat etmeme gafleti göstererek yukarıdaki ayetin anlamını saptırmaya kalkışmışlardır. Zira bu ayetteki bütün zamirler "müzekker" olduğu halde, ayetteki zamirlerin Hz. Peygamber'in (s.a.a) eşleri olduğunu söylemiş ve ayetin onlara hitap ettiği iddiasında bulunmuşlardır.
H Zeyd b. Ali b. Hüseyin şöyle buyurmaktadır: "Yüce Allah'ın bu ayette Hz. Peygamber'in (s.a.a) eşlerine hitap ettiğini düşünen bir grup cahil, hiç şüphe yok ki yalan söylemekte ve büyük bir günah işlemektedir. Allah'a andolsun ki Yüce Rabbim bu ayette Resulullah'ın (s.a.a) eşlerine hitap etmiş olsaydı, Arapçanın en temel gramer kuralları gereğince ayette "...enkumu'r-ricse" yerine "...enkunne ricse" ve "...yutehhirekum tethira" ibaresi yerine de "...yutehhirekunne tethira" ibarelerinin geçmesi gerekirdi. Nitekim bundan önceki ve sonraki ibarelerde sadece Hz. Resulullah'in (s.a.a) eşlerine hitap edildiğinden, bütün zamirler müennes, yani kadın eklidir: "minkunne, uzkurne, buyutekunne, teberrecne, lestunne, gerne, eqimne, etine, eti'ne" gibi.
Ehl-i Sünnet'in en büyük hadis kaynaklarından biri olan Sahih-i Müslim'de kayıtlı aşağıdaki rivayet; Emevi ve Abbasi sultanlarının gönlünü hoş tutmak için Tathir Ayeti'nin anlamını saptıran ve Kur'an'da geçen "Ehl-i Beyt'ten maksadım Hz. Resulullah'ın (s.a.a) eşleri olduğunu iddia edecek kadar hakikatleri gizlemeye yeltenen takvasız saray ulemasına verilen en bilimsel cevaptır.
Müslim'in Sahih'inde şöyle kayıtlıdır: "Yezid b. Hayyan, Zeyd b. Erkam'dan rivayetle anlatır: Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) "Sakaleyn" hadisi olarak bildiğimiz "Aramzda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum: Allah'ın Kitab'ı ve benim soyum olan Ehl-i Beyt'im..." hadisini bize okuduğunda "Ya Resulullah, bu ayette geçen Ehl-i Beyt kimdir, sizin eşleriniz mi kastediliyor?" diye sorduk. Hazret "Hayır" buyurdu. "Vallahi kadın hayatının bir kısmını eşiyle birlikte geçirir ve bir süre sonra ondan boşanıp ayrılabilir ve ailesinin yanına dönebilir. Oysa Peygamber-'in Ehl-i Beyt'i, onun soyu, kökü ve nesli demektir, Peygamber'den sonra kendilerine sadakanın haram edilmiş olduğu kimselerdir onlar!"
Bunca açık bir gerçeğe rağmen söz konusu saray uleması bunu saptırmaya kalkışmış ve aralarında Ayşe'nin de olduğu Ümmü'l-Mümininlerle çok sayıda sahabe, tabiin ve Ehl-i Sünnet ulemasının "Ehl-i Beyy'i Hz. Ali, Hz. Fatima, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ve onun soyundan gelen 9 masum imam aleyhisselamlar olarak tanımlanmış olduğunu bildikleri halde kalplerindeki şia düşmanlığı ve hakikat karşısındaki inatları kendilerini saptırmış, nefislerine kulluk edip Emevi ve Abbasi hanedanlarının egemenlerine hoş görünebilmek için Kur'an'ın hakikatlerini örtbas etmekten çekinmemişlerdir.
Rivayetlerde "Ehl-i Beyt" Kavrami
Bizzat Hz. Resulullah Efendimizden (s.a.a) aktarılan cok sayıdaki sahih hadis ve rivayetlerde Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin imam Ali, Hz. Fatima, imam Hasan ve imam Hüseyin aleyhisselamlarla Hz. Hüseyin'in (a.s) soyundan 9 imam olduğu net ifadelerle belirtilmiştir.
Bu hakikati rivayet eden raviler şunlardır:
Ümmü Seleme, Ayşe, Ebu Said Hudri, Ebu Berze Eslemi, Ebul-Hemra, Hilal b. Haris, Ebu Leyla Ensari, Enes b. Malik, Bera b. Azib, Sevban b. Bucdud, Cabir b. Abdullah Ensari, Zeyd b. Erkam, Ebu Seleme Mahzumi'nin kızı Zeyneb, Sad b. Ebu Vakkas, Sabih, Abdullah b. Abbas, Ömer b. Ebi Selme, Hattaboğlu Ömer, Vasıla b. Aska.
Ehl-i Sünnet'in en muteber kaynak kitapları Ehl-i Beyt'in kimler olduğunu işte bu isimler vasıtasıyla aktarıp kaydetmiş, şia da Kur'an'a ve bu ravilerin aktardığı hadis ve rivayetlerle kendi ana kaynaklarında kayıtlı bilgilere bakarak Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) Ehl-i Beyt'ine gönül verip onlan bütün varlığıyla sevmiş, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hak halifeleri ve ümmetin hak imamları olarak onların emirlerine itaati farz bilmiş, onların izinden yürümeyi dünya ve ahiret saadeti telakki edip ebedi kurtuluş saymıştır.
Ehl-i Beyt âşıklarının kalbi güvenini artırıp bu hususta gönüllerini ferahlandıracak birkaç rivayeti aktarmakla yetiniyor, bu konuda gerekenleri yazmaya kalkışmamız halinde bunun elinizdeki kitaba sığmayacağını biliyoruz:
1.Hadis
Avam b. Hevşeb, Temimi'den şöyle rivayet eder: Ayşe bize şöyle anlattı: Hz. Resulullah (s.a.a) bir gün Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin'i çağırıp "Ya Rabbim!" buyurdu. "Bunlar benim Ehl-i Beyt'imdirler! Bunlardan her çeşit günah ve kötülüğü gider ve onları tam anlamıyla temiz kılıp her yönüyle antılmış eyle !'
'
2.Hadis
Cumey b. Umeyr anlahyor:
Annemle birlikte, Resulullah'ın (s.a.a) eşi Ayşe'yi görmeye gitmiştik. Annem ona "Resulullah'ın (s.a.a) Ali'ye karşı sevgisi nasıldı, anlatır mısın?" diye sorunca Ayşe şöyle dedi: 'Ali, erkekler arasında Resulullah'ın (s.a.a) en çok sevdiği insandı. Bir gün ilginç bir olaya şahit oldum, Hz.
Resulullah (s.a.a) Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i Ali'yle birlikte abasının altına alıp "Allah 'ıml Bunlar benim Ehl-i Beytimdir!" buyurdu, "Ya Rabbi! Her nevi günah ve kötülüğü onlardan uzak kıl ve onları tam anlamıyla ve her açıdan arıtılıp temizlenme haline ulaştır!" Bunu görünce ben de ilerleyip başımı hazretin abasının altına almak istedim, ama bana izin vermedi. "Ben sizin Ehl-i Beyt'inizden değil miyim?" diyesordum "Sen hayır üzeresin, sen hayır üzeresin!" diye cevap verdi."
3. Hadis
İsa b. Abdullah b. Malik, Hattaboğlu ömer'in, kendisine şöyle anlattığını söyledi:
Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğuna bizzat şahid oldum:
Ey insanlar! Ben sizin öncünüzüm ve sizler Havuz'un kenarında benim yanıma getirileceksiniz. Sınırları Sena'dan Basra'ya kadar olan bu Havuz'un kenarında, gökteki yıldızlar kadar altın kadehler vardır. Orada bana getirildiğinizde, dünyadayken Sakaleyn'e nasıl davrandığınızı soracağım sizden.
O halde bu iki emanetime karşı nasıl davranacağınıza çok dikkat edin! Bu iki ipin büyüğü, Allah'ın Kitabı'dır, bir ucu Allah'ın, diğer ucu sizin elinizdedir. Ona dört elle sarılın ve değişmeyin. Diğer ipse, daha küçük olanı, benim soyum olan Ehl-i Beyt'imdir. Yüce Rabbim bu ikisinin Kevser Havuzu'nda bana varıncaya kadar asla birbirinden aynlmayacağını haber vermiştir bana!
Hattaboğlu ömer şöyle ekliyor: Ben "Ya Resulullah! Sizin soyunuz olan Ehl-i Beyt'iniz kimlerdir?" diye sordum, şöyle cevap verdi: "Benim Ehl-i Beytim, Ali'yle Fatıma'nın (a.s) çocukları Hasan ve Hüseyin'in soyundan gelecek olan iyiliksever dokuz imamdır; bunlar benim etimden ve benim kanımdan olan soyumdur. "
4. Hadis
Musa b. Abdurrabih şöyle rivayet eder: Babası Ali'nin hayatta olduğu yıllarda, Hüseyin b. Ali'den şunu duydum: "Ceddim Resulullah'tan (s.a.a) şunu duydum: Biliniz ki benim Ehl-i Beyt'im sizin sığınağınız ve güvence vesilenizdir. O halde benim sevgimin hatırına onları sevin ve asla yoldan çıkıp sapmamanız için onlara uyun." Bu sırada "Ya Resulullah, sizin Ehl-i Beyt'iniz kimlerdir?" diye sorulunca "Ali'yle iki torunum ve bunlardan Hüseyin'in soyundan dokuz masum ve emin imamlar!" buyurdu, "Biliniz ki onlar benim soyum ve Ehl-i Beyt'imdirler, benim kanımdan, benim etimdendirler." Buraya kadar aktardığımız hadislerden anlaşılması gereken şey şudur:
On iki İmam şiası, Kur'an ve Sünnete dayanarak Ehl-i Beyt'e uyup onlarin izinden yürümekte, bunu farz bilmekte, onların velayet ve imametini kabul etmektedir; gerçek İslam-'ı onlardan almış olup reddi imkansiz apaçık delillerle senetlere dayanarak şunu ilan etmektedir; İslam mezheplerinin kaynak kitaplarında kayıtlı çok sayıda rivayet ve sahih hadisler gereğince Ehl-i Beyt,
Müminler Emiri Ebutaliboğlu Ali'yle Hz. Fatıma Zehra ve evlatları imam Hasan Mücteba'yla Eba Abdullah Hüseyin ve onun soyundan dokuz masum ve mutahhar imamdan başkası değildir. On iki İmam şiasi; âlim-hoca kılığına bürünerek Emevi ve Abbasi iktidarlarının propagandacılığına soyunup onları meşru göstermeye çalışan ve bu egemenlerin istekleri doğrultusunda Yüce Allah'ın dininin hakikatlerini değiştirmeye yeltenen tahrifçi ve vesveseci satılmış zavallılardan kıyamete kadar beridir ve ne pahasına olursa olsun sevgili Resulullah'ın (s.a.a) mübarek Ehl-i Beyt'ine uymaktan, onların yolunu ve fıkhını izlemekten, onları bütün kalbiyle sevmekten ve onlara reva görülen acılarla musibetlere gözyaşı dökmekten asla vazgeçmeyecektir.
Hadislerde, Ehl-i Beyt'i Tanımanın Gerekliliği
Mantık biliminde söz sahibi herkes; "tanıtılan" bir şey hakkında "Tanıtanın, tanıttığı hakikati gereğince tanıtabilmesi için tanıttığı şeyden daha üstün ve ileri olması gerektiği" görüşünde müttefiktir.
Ehl-i Beyt'in imametini ispatlayıp onların, peygamberlerin ilminin varisleri olup Yüce Allah'tan ilham aldıklarını belirttikten sonra şunu söylemekteyiz: Bu dünyada, Ehl-i Beyt'i gereğince tanıtabilmek için Yüce Allah'tan sonra, bizzat Ehl-i Beyt'in kendisinden başka kim vardır?
Ehli Beyt'in marifet ve kimliği hakkında bilgi sahibi olabilmek için bizzat Ehl-i Beyt'ten başka başvurulabilecek bir merci yoktur. Zira hiç kimse onları, onlardan daha iyi tanıyamaz. Başkalarının onlar hakkında söyleyecekleri hep eksik kalacak, kimse onları onlar kadar mükemmel tanımlayamayacak; bilen de bilmeyen de konuşacağından söylenenlere güven olmayacaktır.
Netice itibariyle Ehl-i Beyt'i en güzel şekilde tanımlayabilecek olan; yine kendisidir. Buraya kadar aktardıklanmız Ehl-i Beyt'i tanımanın ve onların kimlik ve kişiliğine vakıf olmanın bir zaruret ve kurtuluş vesilesi, münezzeh Yaradan'ın rızasını kazanma nedeni, gerçek İslam'ı doğru anlamanın en sağlam yolu ve gerçekte ilahi "Doğru Yol"un bizzat kendisi olduğu gerçeğini gözler önüne sermiş oldu sanırız.
Konunun önem ve hassasiyetine binaen gereğince vurguda bulunup meseleye gereken dikkat ve itinanın gösterilmesini sağlamak amacıyla birkaç hadisi daha aktarmanın yararlı olacağı inancındayız.
Müminler Emiri İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: insanların en saadetli olanı bizim başkalarına karşı ayrıcalık ve üstünlüklerimizin farkına varabilen, bizim aracılığımızla Yüce Allah'ın rızasına nail olan, bize ihlasla sevgi besleyen, bizim emrettiğimiz şeyleri yapıp, sakındırdığımız şeylerden uzak duran kimsedir. Böyle biri bizdendir ve ebedi cennette bizimle birlikte olacaktır.
Zer'a şöyle anlatır:
"Hz. imam Cafer Sadık'a (a.s) "Yüce Allah'ı (c.c) tanıma ve O'nu bilme amelinden sonra en üstün amel nedir?" diye sordum. İmam (a.s) şu cevabı verdi: "Allah'i tanıdıktan sonra hiçbir amel şu namaz kadar üstün değildir; namazı tanıdıktan sonra hiçbir şey zekâta denk değildir; bunlardan sonra ise oruç gelir. Bunlardan sonra hiçbir şey hacca denk değildir. Bütün bunların başı ve sonu bizi tanımaktır."
Evet; namaz, zekât, oruç ve haccın ne olduğunu ve bunların en doğru şekilde nasıl uygulanması gerektiğini hep Ehl-i Beyt'ten öğrenmek gerekir. Zira Kur'an onların evinde nazil olmuştur ve onlar Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ilminin varisleridir.Bu ise ancak onlan hakkıyla tanıma; emir, kültür ve hükümlerine vakıf olmakla mümkündür.
Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Yüce Rabbimin, benim Ehl-i Beyt'imi ve onların velayetini tanıma şerefiyle onurlandırığı kimse hiç şüphesiz bütün hayırlara ulaşmış demektir.
Ebu Basir "...kendisine hikmet verilene, hiç şüphesiz, büyük bir hayır da verilmiştir..." ayetinin tefsiri hakkında İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle aktarır: Bu ayette geçen büyük hayır, Allah'a itaat ve imamı tanımaktır.
EN ÜSTÜN VE EN İYİLER: EHL-İ BEYT
Varlık âleminde sırf madde, sırf maneviyat veya bu ikisinin karışımı olan varlıklar mevcuttur ki bunların kendi tiirleri arasında da en üstün ve en iyileri bulunmaktadır.
Bu üç tür varlık arasında en iyi ve en üstün konuma sahip olmanın sebebi ya Allah Teâla'nın onu bizzat seçip tayin etmesi, ya O'nun manevi teveccuhü, ya o varliğı bizzat kendisindeki kapasite ve cevher, ya da onun mukemmel bir iman, tam bir yakin ve takdire şayan amellere sahip bulunması yahut da bizim bilemeyeceğimiz bir nedenden dolayıdır.
Konunun biraz daha aydınlığa kavuşabilmesi için bu üç türün her birinin en üstün ve iyilerinden birkaç örnek vermemiz yeterli olacaktir:
Mekanlarınn En iyi ve En Üstünü
Kur'an-ı Mecid ve hadislerde bazı yer ve mekânların Yüce Allah'ın katında diğer mekânlardan daha üstün ve ayrıcalıklı bir konuma sahip bulunduğu ve Allah'ın bir lütfu olarak bir insanın bu mekânlarda bulunması halinde O'nun rahmet ve mağfiretine şamil olacağı, bu mekânlarda bulunmanın gerektirdiği bir dizi amel ve ibadetleri yerine getirmesi durumunda büyük sevaplar kazanacağı, bu kutsal mekanlara saygısızlıkta bulunmanın haram ve günah olduğu belirtilmiştir.
Kâbe, Yeri ve Çevresi
Bugün Kâbe-i Mükerreme'nin üzerinde bulunduğu yer ve toprak parcası Yüce Allah tarafından seçilmiş, bu seçilme ona kutsalık ve üstünlük kazandırmış, onu bütün diğer yerlerden daha üstün, kütsal ve ayricalıklı kılmıştır. Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) Şöyle buyuruyor: Yüce Allah her türün arasından birini secip üstün kılrmıştır; yeryüzünde de (bunca toprak parcası arasında) üzerinde Kâbe'nin bulunduğu yeri seçmiştir.
Kâbe, Yüce Allah'ın emriyle ve O'nun seçtiği bir arazi üzerine kurulmuş olan ilk "Ev"dir:
Şüphe yok ki insanların ibadet ve yakarışı için ilk kurulan Ev, Mekke'de kidir. Orası çok bereketli ve âlemler -bütün insanlar- için kutlu ve hidayet vesilesidir. Orada Allah'in rahmeti, rububiyeti ve lütfu gibi apaçik ayetleri ve bu cümleden olmak üzere ibrahim Makami vardir. Kim oraya girerse güvenlikte ve amandadir...
Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) Şöyle buyurur: Kâbe'yegiden ve onun hakkaniyet ve sayğınlığını kısmen de olsa taniyip idrak eden biri, bütün giinahları Yüce Allah tarafından bagışlanmış, dünya ve ahiret işleri konusunda kendisini tedirgin eden bütün kayğıları giderilmiş olarak döner oradan.
Zamanlarınn En İyisi
Kur'an-i Mecid Kadir Gecesi Zilhicce'nin ilk 10 gecesi ve Eyyamullah (Allah'in günleri) gibi zamanlara dikkat çekmekte ve insanlarin bu eşsiz fırsatları değerlendirerek Hakk'ın büyük ödüllerini kazanma liyakatine kavuşmalarını tavsiye etmektedir.
Kadir Gecesi
Ünlü el-Safi Tefsiri'nde ibn Abbas'tan şöoyle bir rivayet vardir:
Hz. Resulullah'a (s.a.a) israiloğullarindan birinin, Allah yolunda cihad amacıyla tam bin ay omzunda silah taşidiği söylendiğinde pek şaşırarak "Keşke benim ümmetimde de bu kadar büyük sevabı olan bir işe imkân olsaydı" temennisinde bulundu ve ellerini göğe acıp "Ya Rabbim!" dedi, "Benim ümmetimi en kisa ömürlü ve en az amelli ümmet kılmışssın!"
Bunun üzerine Yüceler Yücesi Rahmeti bol Allah, sevgili Peygamberine Kadir Gecesi'ni tanitarak şöyle buyurdu:
Kadir Gecesi, zaman açısından çok kısa ve amel fırsatı açısındandan da pek az olmasına rağmen, Allah yolunda cihad maksadıyla bin ay boyunca silah taşımış olan o mümin Yahudi'nin amelinden, senin ve senden sonra ümmetin için (her Ramazan'da, kiyamete kadar) daha hayırlı ve daha iyidir!
Kadir Gecesi'nde dua edip istiğfarda bulunmak, Kur'an okumak, ilmi söhbetler yapmak, sünnet namazlar kılmak, yatmadan sabahlamak, Hz. imam Hüseyin'i (a.s) ziyaret duasini okumak; bütün bunları Kadir Gecesi dışında ard arda bir ay boyunca yerine getirmekten daha yeğ ve daha sevaptır.
Zilhicce Ayının İlk On Gecesi
Kur'an-i Mecid'de buyrulmuş olduğu üzere Zilhicce'nin ilk on gecesi bilinen günlerden olup temettü ümresiyle temettü haccının gerçekleştirildiği en hayırlı günlerdendir.
Dokuzuncu günü Arefe Günü, onuncu gecesi Meş'ar'da kalmanin farz olduğu gece ve onuncu günü de Kurban Bayrami Günü!..
----------------------------
Ahzab, 33.
Tefsir-i Kummi, c.2, s.193; Biharu'l-Envar, c.35, s.206, bab: 5,hadis: 1.
Sahih-i Müslim, c.4, s.1493, bab: 4, hadis: 2408.
Sahih-i Müslim, c.4,1501, bab: 9, hadis: 2424.
Şeyh Saduk, el-Emali s.382.
Şevahidu't-Tenzil, c.2, s.61, hadis: 682.
Şevahidu't-Tenzil, c.2, s.61, hadis: 682.
Kifayetu'1-Eser, s.170; Biharu'l-Envar, c.36, s.341, bab: 41, hadis: 207 (biraz farkla).
Merhum Seyyid b. Tavus, Teraif adli eserinde Tathir Ayetinin Ehlibeyt hakkında indiğine dair önemli bir açıklamada bulunmakta ve Mısırlı büyük âlim Mukrizt'nin "Fazl-u Al-i Beyt" adlı eserinden konuyla ilgili birçok hadisi aktardıktan sonra Ehl-i Sünnet'in çeşitli kaynaklarından da yine Ehlibeyt hakkında çok önemli on hadise yer vermektedir. Bk. Taraif, 288.
Gureru'l-Hikem, s.115, Fi Zarureti'l imame, hadis: 1995.
Şeyh Tusi, el-Emali, s.694, Yevmu'1-Cuma oturumu, hadis: 1478; Vesailu'ş-şia, c.l, s.27, bab: 1, hadis: 34.
Begaretu'l-Mustafa, s.176; Şeyh Saduk, el-Emali, s.474, yetmiş ikinci oturum, hadis: 9; Biharu'l-Envar, c.27, s.88, bab: 4, hadis: 36.
Bakara, 269.
Usul-i Kâfi, c,l, s.185, "Marifetu'I-İmam" babi, hadis: 11; el-Mehasin, c.l, s.148, bab: 19, hadis: 60; Biharu'l-Envar, c.l, s.215, bab: 6,hadis: 22.
-Men La Yehzuruhu'l-Fakih, c.2, s.243, "İbtidau'l-Ka'bet-i ve
Fazliha" babı, hadis: 2306. Vesailu'ş-Şia, hadis: 17649.
- Al-i Imran, 96-97.
-Vesailu'ş-Şia, c.13, s.242, bab: 18, hadis: 17652.
Bir rivayette Şöyle geçmektedir: "Allah Teâla yeryüzünde kendisi için (Parmağıyla Ka'be-i Muazzama'ya işaret ederek) oradan daha sevimli bir yer Yaratmamiştir ve Allah katinda oradan daha sevimli ve daha degerli bir yer yoktur. Kur'an-i Kerim 'de işaret ettiği üzere, gökleri ve yeri yarattiği günden itibaren dört haram ayi Ka'be'den dolayi haram ilan etmiştir." Vesailu'ş-şia, c.13, s.242, bab: 18, hadis: 17651. 1-Kadir, 1.
-Kadir,1.
- Fecr, 1.
-İbrahim, 5.
- Mecmau'l-Bahreyn, c.10, s.665; Tefsir-i Safi, c.5, s.352.
Bakara, 197.