BİR ÜVEY ANNE ÖRNEĞİ:ÜMMÜL BENİN BİR ÜVEY ANNE ÖRNEĞİ:ÜMMÜL BENİN
DR.MUHAMMED RIZA YEKTAI
Çeviri:Musa Ayaztekin
Tashih ve Eklemeler:Metin Atam
1.BÖLÜM:KISACA ÜMMÜL BENİN VE CELÂL ABBAS ÜMMÜL BENİN
Hz. Ebulfazl el-Abbas'ın (a.s) annesi ve îmam Ali'nin (a.s) eşidir. Hz. Fatıma'nın (s.a) şehadetinden sonra, kardeşi Akil aracılığıyla Hz. Ali (a.s) onunla evlenmiştir.
Asıl adı Fatıma Bint-i Hizam'dır. Benî Kilab kabilesindendi ve kız kardeşi Lubeyd, bir şairdi.
Asil bir kadın olan Ümmül Benin, köklü ve cesur bir aileden gelmişti. Hz. Zehra'nın evlatlarına karşı oldukça şefkatliydi. İmam Ali'yle (a.s) evliliğinden dört oğlu oldu. Abbas, Cafer, Abdullah ve Osman'dan oluşan bu oğullarının tümü, Aşura günü, Hz. Hüseyin'in (a.s) yanında şehit oldular.
Ummül Benin, evlatlarının şehadetinden sonra her gün Abbas'ın (a.s) çocuklarını da yanına alarak Baki Mezarlığı'na gider, şehit evlatlarını anarak gözyaşı döker, Medine kadınları da ona eşlik ederek ağlarlardı.
Ebulfazl el-Abbas hakkında çeşitli şiirler de söylemiştir. Ümmül Benin'e taziye için gelenlere "Artık bana Ümmül Benin (oğullarının anası) demeyin, çünkü oğullarım yanımda değil; hepsi şehit oldu!" diyordu.
Beni Ümmül Benin (oğullarının anası) diye çağırmayın!
Bana o aslanların kahramanlıklarını hatırlatın! Bir zamanlar oğullarım vardı, onlarla anılırdım Oysa bugün devran döndü, şimdi yalnızım!
Dört çocuk annesi bu yüce kadına henüz çocukları olmadan önce Fatıma diye hitap edilirdi. Bu çocuklar dünyaya geldikten sonra "oğullarının anası" manasına gelen Ümmül Benin künyesi kullanıldı.
Oğullarından Ebulfazl el-Abbas 34, Abdullah 25, Osman 21, ve Cafer 19 yaşlarında şehit oldular.
CELAL ABBAS
Hz. Ali'nin (a.s) oğlu, Hz. Hüseyin'in (a.s) kadreşidir. Aşura günü Hüseynîlerin bayraktarıydı.
Abbas, lügatte orman aslanı ve aslanların dahi korkup kaçtığı aslan anlamına gelir.
Annesi, daha sonraları Ümmül Benin (oğullarının anası) künyesiyle tanınan Fatıma el-Kilabiyye'dir.
Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma'nın (s.a) şehadetinden sonra ümmül Beninle evlenmiş, Abbas bu evlilikten dünyaya gelmişti. Ümmül Benin'in en büyük oğluydu. 4 Şaban 26 hicrî'de (15 Mayıs 647) doğduğu rivatyet edilmiştir.
Ümmül Benin'in dört yiğit oğlu vardı ve bunların hepsi İmam Hüseyin'in (a.s) saflarında Kerbela'da dahil olmuşlardı. Hz. Ali şehit olduğunda Abbas 14 yaşındaydı. Kerbela'da şehit olduğunda ise henüz hayatından 34 yıl geride kalmıştı.
Ebulfalz ve Ebu Fazıl künyeleriyle anılan Abbas-meşhur lakapları ise Kamer-î Benî Haşim, Sakka, Sahib-i Livai'l Hüseyin, Alemdar, Ebu'1-Kırba, Abdu's-Salih ve Babu'l-Havaic idi.
Hz. Abbas, Ubeydullah b. Abbas'ın (babasının amcazadesi) kızı Lubabe ile evlenmiş, bu evlilikten Ubeydullah ve Fazl adlarında iki oğlu olmuştu. Bazıları Muhammed ve Kasım adlarında iki oğlunun daha olduğunu rivayet etmişlerdir.
Uzun boylu, güzel yüzlü ve oldukça cesur bir savaşçıydı. Yüz güzelliğinin çekiciliğinden dolayı Kamer-i Benî Haşim (Haşim oğullarının ay yüzlüsü) lakabı ona bu yüzden verilmişti.
Kerbela hadisesinde İmam Hüseyin'in (a.s) bayraktarlığını yapmış, Ehlibeyt'e ve küçük çocuklara su verme işini üstlenmiş, çadırların güvenliğinden bizzat kendi ilgilenmiş ve hayatta kaldığı sürece Eh-libeyt'in güven içinde çadırlarda kalmalarını sağlamıştır.
İmam Hüseyin (a.s), Tasua günü düşman ordusundan bir gün daha mühlet alması için onu görevlendirdiğinde "Canım sana feda olsun, ey kardeşim!" tabirini kullanmış, böylece onun ne denli yüce bir konuma sahip olduğunu dile getirmiştir.
Aşura günü diğer üç kardeşi, Hz. Abbas'tan önce şehadete erdiler.
Hz. Abbas, İmam Hüseyin'den (a.s) savaş meydanına çıkmak için izin isteyince, İmam (a.s) meydana gitmeden susuz yavrularına ve susuzluk ateşi içinde yanan çadırlara su getirmesini istedi.
Bunun üzerine Fırat'a doğru hareket etti. Buraya varıp su tulumlarını doldurduktan sonra geri dönerken düşman tarafından muhasaraya alındı ve su yolunda onlarla savaşmaya başladı. Çatışma sırasında her iki eli de kesildi ve Fırat nehri kenarında şehit düştü. Şehadetinden önce de meydana çıkarak Hz. Hüseyin'in (a.s) yanında defalarca savaşmıştı.
Hz Abbas (a.s), fedakârlık ve vefa abidesiydi. Fırat nehrine su almak için girdiğinde susuz olmasına rağmen İmam Hüseyin (a.s) ve çocuklarının susuz olduğunu düşünerek onlar su içmedikçe bir yudum dahi su içmeyeceğine dair yemin etmiş, kendi kendine şunları söylemişti:
Ey nefis, Hüseyin'den sonra zelil olasın
Ondan sonra olmamalı, yaşamamalısın
Hüseyin şuracıkta ölümle yüz yüzeyken
Serin suyu sen mi yudumlayacaksın?
Andolsun ki bu, benim dinimde yoktur!
Sağ eli kesildiğinde şu recezi okumuştu:
Sağ kolumu kesseniz de vallahi
Sonsuza dek savunurum dinimi
Ve savunurum yakinen inandığım İmam'ı
Tertemiz ve Emin olan Peygamber'in neslini
|Sol kolu kesilince de şu şiiri okudu:
Ey nefis, korkmayasın küffardan
Müjdele beni Cabbar'ın rahmetiyle
Ve seçkin Peygamber'in yanında olmakla
Hileyle sol kolumu kesti zalimler
O halde ey Rabbim, kızgın ateşe ulaştır onları!
Hz. Abbas'ın şehadeti, İmam Hüseyin (a.s) için çok ağır ve yıkıcı oldu. İmam (a.s), yaralı kardeşinin başucuna vardığında "Belim şimdi büküldü, çarem tükendi ve düşmanımın şamatası yükseldi!"1 şeklinde yürek yakan sözlerle feryat etmişti. Mübarek bedeni Fırat'ın küçük uzantısı, olan Alkame'nin kenarında kaldı.
İmam (a.s) daha sonra çadırlara dönerek onun şehadet haberini Ehlibeyt'e bildirdi. Kerbela şehitlerinin defni sırasında da mübarek bedeni aynı yerde toprağa verildi. İmam Hüseyin (a.s) ile Hz, Abbas'ın kabri arasındaki mesafe bu yüzdendir.
Hz. Abbas'ın (a.s) sahip olduğu yüce makamı, ziyaretnamesinde geçen tabirlerden de anlamak mümkündür. İmam Cafer Sadık'tan (a.s) nakledilen ziyaretnamesinin bir bölümünde şöyle geçmektedir:
"Selam olsun sana ey Allah'ın, Peygamberinin, Emi-rülmüminin'in, Hasan ve Hüseyin'in emrine itaatkâr olan salih kul!.. Allah'ı şahit tutarım ki sen, Bedir savaşçılarının ve Allah yolunda cihat edenlerin izlediği yolu izledin. Onlar tam bir ihlâsla düşmanlarıyla cihat etmişler, dostlarının zafere ulaşması için ellerinden gelen çabayı göstermişler ve sevdikleri kimselerin düşmanlarını onlardan uzaklaştırmalardı (sen de öyle yaptın)..."1
İmam Zeynelabidin de (a.s) Abbas b. Ali'nin yüce makamı hakkında şöyle buyurmuştur: "Allah, amcam Abbas'a rahmet eylesin. Hiç kuşkusuz o fedakârlık sergiledi, imtihan verdi ve kendi canım kardeşi için feda etti. Derken her iki kolu da (bu fedakârlık sırasında) kesildi. Allah da bu kolları yerine ona, cennette meleklerle birlikte uçacağı iki kanat verdi. Nitekim daha önce de Cafer b. Ebu Talib'e aynım vermişti. Doğrusu Abbas'ın yüce Allah katında Öyle bir makamı vardır ki kıyamet gününde bütün şehitler ona gıpta edeceklerdir."
Ziyaret-i Nahiye-i Mukaddese'de Hz. Mehdi'nin (a.s) diliyle ona şöyle selam verilmiştir: "Emirül-müminin'in oğlu Ebulfazl el-Abbas'a selam olsun! (Doğrusu o) canım kardeşine feda etti, bugünüyle yarınından pay aldı, onun için feda oldu, onu korudu ve ona su getirmeye giderken elleri kesildi..."
2.BÖLÜM DERYADİL DERYADİLİN ARAYIŞINDA
Burası Ali (a.s) ve Fatıma'nın (s.a) evi.,.
Öyle bir ev ki kuzeyi adalet, güneyi kanaat, doğusu onur ve batısı da mazlumiyettir.
Burası safa, samimiyet, her daim açık olan zulüm görmüşlerin, mazlumların ve kimsesizlerin başında oturduğu bir sofradır...
Tüm aile efradı daima anıp unutmamış olsa da on dört yıl oldu bu aşiyandan ayrılalı. Ancak on dört yıl onun ayrılığının matemi için az bir zaman değildir. Bu on dört yılın her bir anında ev halkı onun oturmasının, kalkmasının, tavır ve davranışlarının gözlerinde canlanmasıyla kim bilir nasıl bir irkilmeye maruz kaldıklarını Allah bilir.
Burası Medine... Peygamber şehri... Ezan ve Bilal'ın şehri...Minber ve mihrap şehri...Kardeşlik ve eşitlik şehri...Özgürlük ve ilim şehri...Selman ve Ebuzer şehri...Burası dilâver erkek ve kadınların şehri...Burası evlerin aynı olduğu, râzü niyaz şehri...Burası kılıç ve şahadet şehri...Nihayetinde burası siyaset ve din şehri!
Bu şehir Haydar için bağrında barındırdığı bunca şeye rağmen başka bir anlam ifade etmektedir. Zira Ali için Medine, Fatıma'nm şehridir. Herkes için simge ve Örnek olanın şehri, vefakâr ve fedakâr eşin şehridir. Hiçbir beklentisi, iddiası olmayan eşin şehridir. Burası vilayet sahasını şahadet sınırına kadar koruyan samimi, içten ve mücahit mevzi arkadaşının şehridir.
Şimdi, Ali için Fatıma'sız Medine şehri, lale rengine boyanmış, değerlerin altüst olduğu şehirdir. Burası hatıralar, gözyaşları, ayrılık ve yalnızlık şehridir. Burası Ali'nin (a.s) derdini kuyulara fısıldadığı ve mehtabın geceyi hafifçe aydınlattığı zamanlarda ah ve feryadının yükseldiği şehirdir.
Şimdi hicretin 25. yılıdır...
Ali (a.s) şimdi bir eş, yoldaş, anne ve sonuç olarak bir analık seçme durumundadır. Ne kadar zor bir seçim! Ne kadar çetin bir iş!
Ali'nin (a.s) böyle bir seçimde izlediği metot nasıl bir metottur?
Ehlibeyt'in takipçisi olmak ve Allah'ın aslanının yolunu takip etmek isteyen biri için sorulması gereken en aslî ve esaslı sorudur bu. Zira hayat birtakım seçimlerden ibarettir. Ortak hayat ise insanın en önemli seçimlerinden biridir.
Eş seçimi insanı yüceltebildiği gibi yerden onu mahvedip yok da edebilir.
Evlilik hususunda iki ayrı ana yol vardır:
1-Eş seçiminde aceleci davranmak: Bu durumda genellikle şahıs önce âşık olur, daha sonra akılsal bir denge üzere hayat sürmek ister. Yani eş seçiminde akılsal değerlere öncelik ve Önem vermek yerine önce duygularını,hislerini ön planda tutar. Bu aşk türünü "akıl dışı aşk" olarak nitelemek mümkündür. Hğer bu durum söz konusu olursa, insan mutsuz olabilir. Zira bu evlilik tarzında acelecilik söz konusudur ve aklın hiçbir fonksiyonu göz önüne alınmaz.
2-Aklı ön planda tutarak yapılan seçim: Bu
yöntemde ise kişi aşk ve duygularına öncelik tanımaz. Zira bu gibi durumlarda aşk, insanın gözünü kör eder, akıl ve şuuru ikinci plana iter.
Binaenaleyh, seçim akıl yoluyla yapılmalı, ortak yaşantının temeli şuur ve aklın ışığında şekillenmelidir.
Eğer ortak ve müşterek hayat bu esas üzere kurulacak olursa, bu durumda söz konusu edilen aşka"akıl ötesi aşk" adı verilir. Yani hayat aklın ışığı ve aşkın heyecanıyla yoğrulmuş olacaktır.
Diğer taraftan eğer seçim akıl ve şuur doğrultusunda yapılacak olursa, bu durumda da "en iyinin seçimi" kuralına bir yere kadar riayet edilmiş olur.
Ancak Hz. Ali (a.s), eş seçiminde aceleci davranmıyor. En iyiyi seçebilmek adına işi bilen birine müracaat ediyor. Kardeşinin adı Akil'dir. Akil, Arap yarımadasında nesepleri ve soy ilmini en iyi bilen bir mütehassıstır. Âlim ve yüce makam sahibi kardeş, bu mahir kardeşe müracaat etmekte özel bir ihtimam göstermektedir. Bu Haydan yöntem, bir evlilik stratejisi olarak takip edilmeli, basite alınmamalıdır.
Deryadil, deryadil arayışında olduğundan Haydar-ı Kerrar, eşini ve hayat arkadaşını seçerken kendi kardeşi Akil'e şöyle diyor:
-Benim için Arapların arasında seçkin ve cesur bir kadın bul; zira böyle bir kadınla evlenmek, onunla dilaver ve cengâver evlatlara sahip olmak istiyorum.
Buna göre evlilikte asalet özel bir konuma sahiptir, evlatlar da yine özel bir konumdadır. Çiftçilikte verimli bir toprak nasıl bir öneme sahipse, evlilikte de hikmetleri kabul edebilecek potansiyele sahip bir iç güzellik o derecede Önemli ve dikkat gerektiren bir mevzudur. Kim güzel ve sağlıklı bir meyve istiyorsa, önce sağlıklı bir ağaç seçmelidir. Sağlam ağaç, temiz ağaç demektir.
Ne yazık ki kötü ağaca denk gelenler de olmakladır. Evlilik konusunda gereken hassasiyeti göstermeyenler için başa gelen bu durumda gerçekleşen orlak yaşamın semeresi, hiç kuşkusuz ayrılıktan başka bir şey olmayacaktır.
Asalet çok önemlidir. Ancak her şey onunla da sınırlı değildir. Tek başına yeterli olmaz. Bu nedenle evlilik hayatında mutlu olabilmek için seçim, saf ve halis olmalıdır. Zira evlatlar annelerin kucaklarında büyümektedirler. Aslan yürekli anneden aslan yürekli evlatlar olur.
özetle; eğer deryadil, deryadil arayışında ise muttakilerin Mevlası cesur ve deryadil idi. Kendisi gibi cesur ve deryadil bir eşin arayışında idi. Topluma ve tarihe kahraman ve cesur evlatlar hediye etmek istiyordu.
Acaba İmam Ali (a.s) neden sadece cesaret sıfatını vurguluyordu?
Belki de cevabı şunda gizlidir: Bütün faziletler ve üstünlükler, cesaret ve kalenderlik sıfatlarının gölgesinde var olmakta ve gelişmektedir.
Korkak ve asaleti olmayan birinin eş olarak seçilmesi insanı dünya ve ahirette mutluluğa ulaştırmadığı gibi nesli de zayi eder.
3.BÖLÜM İKİ DERYADİL BİR MAHFİLDE
Akil, kardeşine layık bir eş seçiminde her türlü özeni göstermiş Benî Kilab kabilesinden Fatıma'yı İmam Ali'ye (a.s) takdim ediyor. Bu kabile, Araplar arasında cesaret ve edepleriyle meşhurdur.
Fatıma'nın babası Hizam ve annesi Leyla adını taşımaktadır. Anne ve babasının ataları nesilden nesle cesaretleriyle övülmüş ve tanınmışlardır. Örneğin; Fatıma'nın baba tarafından dedesi, Amir adlı meşhur bir şahıstı. Araplar arasında "mızraklarla dans eden adam" olarak bilinirdi ve bu lakapla anılırdı.
Bu nedenle Akil, Ali cesareti ile Amir cesaretinin birbirine karışıp en büyük cesaret örneğinin hâsıl olmasını istiyordu.
Emsali bulunamayan Allah'ın aslanı İmam Ali (a.s), Akil'in önerisini kabul ederek onu Fatıma'yı istemesi için elçi olarak yolladı. Akil, Hizam ile sohbet edip kızı Fatıma'yı İmam Ali'ye istedi.
Ancak Hizam, tam bir sadakat ve doğrulukla bedevi bir kızın bedevi kültürüyle yetişmiş olmasından dolayı İmam Ali'ye (a.s) layık olmadığını dile getirdi. İmam Ali'nin (a.s) daha kültürlü bir bayanla evlenmesi gerektiğini, bu iki kültürün birbirine uygun olmadığını söyledi.
Akil, İmam Ali'nin (a.s) onun bahsettiği her şeyden haberdar olduğunu belirterek buna rağmen Fatıma ile evlenmek istediğini söyledi. Fatıma'nın babası Akil'den eşi ve kızıyla konuşmak için biraz zaman istedi. Zira anne, her zaman için kızının psi-kolojisine daha aşinadır.
Hizam, eşinin ve kızı Fatıma'nın yanına geliyor. Eşi, kızının saçlarını taramaktadır. Kızı Fatıma ise dün gece gördüğü rüyayı annesine şöyle anlatmaktadır:
-Anne! Dün gece rüyamda her tarafı yemyeşil ağaçlarla dolu bir bahçede oturuyordum. Altından ırmaklar akan bu bahçede ağaçlar meyve doluydu. Ay ve güneş parıldıyor, ben de onlara bakıyordum. Yaratılışın azameti ve Allah'ın yarattıkları hakkında derin düşüncelere dalmıştım. Direkleri olmayan gökyüzü, ayın ve yıldızların ışıklan ve daha birçok şey hakkında tefekkür ediyordum.
Ben bu düşüncelere dalmışken ansızın ayın gökyüzünden aşağı indiğini ve eteğime yerleştiğini gördüm. Etrafa izleyenlerini hayran bırakan bir nur saçıyordu. Şaşkınlık içindeydim. Derken üç yıldızın daha eteğime kondu. Onların nuru beni mest etmiş, kendimden geçirmişti. Henüz şaşkınlığımı atamamıştım ki ansızın bir münadi beni ismimle çağırdı.
Sesi duyuyor, ancak sahibini göremiyordum. "Ey Fatıma! Nuraniyetin nedeniyle gözün aydın olsun, müjdeler olsun, Nurlu ay ve üç nurlu yıldız nedeniyle gözün aydın olsun! Onların babası Hz. Peygamberden sonra tüm insanların efendisi ve en üstünüdür!" diyordu. Bu esnada uykudan uyandım. Korku içindeydim. (Sonra annesine dönerek): Anne! Bu rüyanın tabiri nedir? diye sordu.
Annesi: Kızım! Sen sadık bir rüya görmüşsün. Kızcağızım! Çok yakında pek ulu bir erkekle evleneceksin. Öyle biri ki tüm ümmet ona itaat etmektedir. Bu evlilikten dört çocuğun olacak; onların ilkinin yüzü ay gibi aydın ve nurlu olacak. Diğer üçü de yıldız gibi parlayacak!
Ana-kız arasındaki bu dostane sohbetin hemen akabinde Hizam odaya girerek Akil'in mesajını iletti. Ali'nin (a.s) Fatıma'yı istemesine nasıl baktıklarını sordu.
Kızımızı Ali'ye layık bir eş olarak görüyor musun? Bil ki onun evi vahiy, nübüvvet, ilim, hikmet ve edep evidir. Eğer kızını bu eve layık biliyorsan kabul edeyim. Eğer o eve layık değilse, olumsuz cevap vereyim.
Leyla şöyle cevap verdi:
-Ey Hizam! Allah'a yemin olsun ki ben onu güzel bir şekilde eğittim ve terbiye ettim. Onun gerçekten saadetli olmasını Allah'tan diliyorum. Allah'tan Mevlam Ali b. Ebu Talib'e hizmet etmesi için salih olmasını niyaz ediyorum. Kızımı Ali b. Ebu Talip ile evlendir. Daha sonra Hizam, kızına dönerek onun görüşünün ne olduğunu sordu.
Fatıma susarak rızasını dile getirdi. Kısa bir sevinç anından sonra Allah'a şöyle ahdetti: Allah'a yemin olsun ki ben, Hasan ile Hüseyin'e muhabbet dolu bir anne olacağım!
Akil, kardeşinin vekâleti ile Ali ile Fatıma'nın nikâh akdini okudu. Kısa bir süre sonra Fatıma'yı da alarak yâr diyarına doğru yola koyuldu...
NUR HANESİNDE HUZUR
Burası Ali'nin evi...
Bu ev sadelik ve güzellik ışıldamaktadır...
Bu evde kanaat lambası ortalığı aydınlatmaktadır...
Burada elde dokunmuş kilimler tam bir tevazu ile her yeri kapsamış durumdadır,..
İbadet ve velayet kokusu, bu evin fezasını tüm zerrelerine kadar doldurmuştur...
Burada eşitlik ve doğruluk, varlığa yeni bir can katmaktadır...
Burası Allah'ın velisinin, Allah'ın evi büyüklüğündeki evidir...
Scfalı, sevimli ve güzel bir evdir. Öyle bir ev ki yüce ruh sahibinin oturduğu bir saraydır adeta. Bu sarayda ne bildik sarayların mutfağı gibi bir mutfak, ne de sofraları gibi bir sofra vardır.
Bu sarayda aşk ve esenlik sofrası açılır. Bu sarayın bahçesine dostluk ekilir, doğruluk biçilir. Burada kin ve nefret üreme fırsatı bulamaz.
Sultanlar sultanı, celâl ve ceberûtu tatlı bir sadelik ve gönüllere hitap eden bir güzellikte özetlemektedir.
Bu evde âlem ve âdem birbiriyle uyum içindedir. Ev ve ev halkı ahenk içindedir.
Bu ev küçük bir evdir; ancak yüce insanlara ev Nahipliği yapmaktadır.
Şimdi bu evin kapılarını açın ki Fatıma geliyor. Bir kez daha Haydar'ın evi bir annenin nuru ile münevver oluyor. İki deniz bir mahfilde!..
Bir kadın ve bir erkek... Her ikisi de dertli, ancak mert.
Bu ev sevimli bir evdir. Zira sevimli iki Fatıma'ya ev sahipliği yapmıştır; Fatıma hanesidir.
Bu Fatıma'nın seccadesi öteki Fatıma'nın seccadesidir. Burada küskünlük ve kırgınlık bir kenara bırakılmıştır. Bu evde yücelik ve kalenderlik ilk sözü söyler.
Bu mekân hareket ve bereket merkezidir. Bu evin ziyneti ve nuru, Tathir Ayeti, Kevser Suresi ve Nur Ayeti'nden kaynaklanmaktadır.
Bu küçük sınıfta büyük dersler işlenmektedir.
Evlilik, fedakârlık, kardeşlik ilişkileri, annelik, üvey annelik, sebat, sabır ve daha birçok güzellikler...
Ama yine de üvey annenin gelişiyle, bir endişe ve tasa vardır. O Fatıma'nın evlatları, bu Fatıma'yı kabul edecekler mi? Bu Fatıma da doğru ve yapıcı olmakta maharetli mi?
4.BÖLÜM ÜVEY ANNELİK VE ÖZGÜVEN
Fatıma, tüm varlığı ile bu nur hanesinde hazır oldu. Bu üvey annelik, tam bir bilinç ve sabır terkibinin hüneriydi. Bu evde Fatıma'nın Hasan ile Hüseyin'i hastadır. Bu yeni gelin, tam bir ihlâsla şöyle söylüyor:
-Bu iki evlat sağlıklarına kavuşmadıkları sürece evlilik zevkini tatmayacağım!
Allah'ın nzası gözeterek bu iki yadigârın sağlıkları nu kavuşması için olağanüstü bir gayret gösterip bitkicilik yapmaktadır. Etrafı aydınlatan bir mum, ciğeri yanan bir anne misali sağlıklarına kavuşmaları İçin gecenin karanlığında bile bu iki yavrunun başu-cunda sabahlamaktadır. Ancak hastalık süvari gibi gelip piyade gibi gitmektedir.
Bu Üvey anne neden böyle bir çabanın içinde?
Zira ilk adımdır bu. En zor adım da budur. Zira üvey annenin en önemli ihtiyacı özgüvendir. Özgüven ise kendini yetiştirmeye ortam hazırlamaktadır.
ÜVEY ANNELERE CİDDİ BİR UYARI
Hiç şüphesiz üvey annelik çok zor bir iştir. Ama insan zorluklarla pişmeli ve refaha ulaşmalıdır. Buna göre refah ve varlık, zorluklarda saklıdır. Genellikle üvey annelik zorluk çıkarma cihetinde bulunur.
Fatıma, üvey annelikte özgüven hocasıdır. Özgüven, insanın kendisine saygısının olması demektir. Özgüven ise "Yaşasın bugün!" demektir. Zira özgüveni olan bir kimse için hafta, yedi gün boyunca "bugün" demektir. Özgüveni olmayan kimse içinse her hafta yedi "yarın"dan oluşur.
Özgüvenli biri için "burası ve şimdi" çok önemlidir. Zira "dün ve yarın" varlık ifade etmezler. Eğer üvey anne bir eve girmişse ve birtakım sorunlar varsa, mesela; eşinin çocuğu hasta ise, onu ihmal edemez.
Zira bir çatı altında yaşayanların kaderleri bir-birleriyle iç içedir. Bazı üvey anneler zorluklarla karşılaşınca alınır ya da onlarla boğuşur. Böyleleri çobanlık bile yapmaya layık değillerdir. Zira ilişki kurmasını beceremezler. İlişki ise bilgi ve duygu alışverişidir. Doğru ve yapıcı bir ilişki kurmak, hüner ister. Bazı insanlar ise bu hünerden yoksundur.
Özgüven demek, kendi ayaklan üstünde durmak demektir. Boş çuval, boş olduğu sürece dik durmaz. O halde özgüven, olumlu düşüncelerle donanmak, kötü ve olumsuz düşüncelerden uzak durmak demektir. Özgüven demek; nefsi arındırmak, izzet-i nefsin doruklarından iffet-i nefsin doruklarına ulaşmak demektir.
Üvey anne için özgüven, yaşamın idare edilmesi; eşinin çocuklarıyla yan yana bulunmaktan, onları en az kendi çocukları kadar sevmekten razı olmak ve zevk almak demektir.
Tüm boyutlarıyla özgüven demek, Fatıma demektir. Bir kadın yeni bir eve geliyor ve kendi ayakları üsünde duruyor. Tüm sorunlarla savaşıyor. Kendi ve baskalarının sıkıntılarına derman oluyor. Hiçbir şeyden korkmuyor ve yılmıyor...
Bu Fatıma da aynen diğer Fatıma (s.a) gibi Ali'yi (AS) kendine İmam ve Rehber olarak kabul ediyor. Sadece eş olmak için değil, aynı zamanda İmam için bir taraftar , öğrenci ve takipçi olmaya çalışıyor.
Fatıma'nın evlatları için hem annelik, hem de bakıcılık yapmaktadır. Tüm bunlar belki de Ali mektebinin ve Amirî cesaretinin sayesinde özgüvene dönüştüğü içindir.
Evet, iman sahibi kimseler bir bardak suda fırtınalar koparmazlar. Küçük meselelerden dolayı ne kendilerinin, ne de başkalarının sinirlerini alt üst etmezlcr. Bilakis daima "aile düzeninde aslî konulara" eğilir ve aile ocağını her zaman sıcak tutarlar.
5.BOLÜM BENİ "FATIMA" ADIYLA ÇAĞIRMA!
İyi anne olmak hünerdir. Ama iyi üvey anne olmak daha büyük bir hünerdir. Zira aile düzeninde tadilat her zaman daha zordur. Başkasının çocuğuyla İrtibat ve ilişki kurmak, analık görevini ifa etmek, büyük bir çaba ister; ince düşünceli olmayı ve konu-şurken titiz davranmayı gerektirir.
Ama Benî Kilab'ın Fatıma'sı; ince düşünceye, zarafet ve titizliliğe cesareti de katmaktadır. O, Ali'nin ivindc sadece Ali'yi görmemektedir. Bilakis Fatımının (S.A) evlatlarına karşı da aşk doludur. Bu nedenle fatıma, çok ama çok değerlidir.
Cennet, sahip olduğu tüm o azametiyle anaların ayakları altındadır.
O, Fatıma'nın (s.a) evlatlarının sorunlarını Benî Kilab'ın fatıma'sının sorunları olarak algılamaktadır. Hiçbir zaman onlara "bu sizin sorununuzdur" dememiştir.
Bu duyguların sahibi Fatıma, bir gün, eşi ve Resulullah'tan sonra insanların en hayırlısı İmam Ali'ye (a.s) bir değişiklik hususunda şöyle der: Senden bir isteğim var!
İmam Ali: Ne istersen söyle, diye cevap verir.
Fatıma: Benim ismimi değiştirmeni istiyorum, der. Zira sen beni Fatıma diye sesleyince Hasan, Hüseyin ve Zeyneb'in çehresinde hüzün görüyorum. Anneleri Fatıma'yı (s.a) hatırlayıp üzülüyorlar!
İmam da bu sözü duyunca Fatıma'nm adını Ümmü Benin künyesiyle değiştirir. Ne kutlu ve ne mübarek bir değişim bu!
O andan sonra Ümmül Benin artık endişeli değil dir. Zira o güzel ismini kaybetmişti, ama Fatıma evlatlarının çehresine mutluluk ve huzur hediye etmişti
Ümmül Benin, sağlıklı ve sevinç dolu bir aileni tesis edilmesi için sadece ince düşünceli olmanın yeterli olmadığını, bilakis amelin de olması gerektiğini ispatlıyordu. Fedakârlığı zirveye taşıdı ve hatta işinin bile değişmesine razı oldu...
Ümmül Benin isminin değişmesiyle artık Fatıma evlatlarının gönlünde her zamankinden daha çok hakimiyet sahibi oldu. Üvey annelik hakkında en yöntemi keşfetti ve bu keşif, tarih boyunca eşi görülmemiş bir keşif oluyordu.
İşte, bu en büyük hüner olmaktan Öte bir şey Hatta Ümmül Benin için "üvey anneliğin en
Sİmgesi" itirafında bulunmak yerinde bir tanımlama gerek.
6.BÖLÜM YASEMİN KOKUSU: ABBAS
Fatımanın isminin ümmül benin olarak değişmesinden sonra bir kez daha yasemin kokusu fezasında herkesi duygulandırıp sarhoş etmiş durumda. Hz. Fatıma'nın (s.a) evlatları şimdi her zamankiden daha fazla üvey annelerini kendi annelerinin yerine koymaya başladılar.
Bir kez daha bu Fatıma, o Fatımanın (s.a) kokusunu hissettirmekte.Bir kez daha yasemin kokusu, bu evin her köşesinde buram buram kokmakta...Burusı Medine şaban ayinin dördü...Hicretin 26. yılı...İmam Ali as Mescid-i Nebi'de oturmuş, ashap onun etrafında halka kurmuşlardı.
bir Arap çıkageldi. Selam verip (a.s) elini öptü ve bir kenara çekildi.Müminlerin Emiri: Bir arzun mu var? diye sordu. Bedevî; Ey mevlam! Siz daha iyi bilirsiniz!
Müminlerin Emiri: Ey Kamber! Eve git ve kızım Zeyneb'e evde olan o şeyi seninle bana göndermesini tembihle!
Kamber, Müminlerin Emiri'nin evine doğru yola koyuldu. İki kez kapıyı çaldı, ancak üçüncü defasında kapıyı Fızza açtı. Kamber'e ne istediğini sordu.
Kamber, İmam'ın mesajını iletti; Fızza da içeri girdi. Bu sırada evin içinden sevinç çığlıkları yükseldi...
Bir süre sonra Fızza geri döndü. Kamber sevinç çığlıklarının sebebini sordu. Fızza, Müminlerin Emiri ve Ümmül Benin'in bir çocukları olduğunu bildirdi.
Derken Kamber, mescide dönerek memuriyeti! yerine getirdi.
Müminlerin Emiri, "Yüzünde sevinç belirtileri var!" deyince Kamber: Ey Müminlerin Emiri! Size bir müjdem var, dedi.
Müminlerin Emiri: Hayrola Kamber, inşallah hayırlı bir haberdir, dedi.
Kamber: Ey mevlam! Allah size bir evlat inayet etti. Fatıma kızı Zeynep, hizmetçiniz Fızza aracılı ile sizden bu çocuğa verilecek ismi soruyor, dedi.
Müminlerin Emiri: Ey Kamber! Bu çocuğun Alllah katında çok yüce bir makamı var. Onun isim ve lakapları oldukça fazladır. Kısa bir süre sonra eve giderek isim ve künyesini belirleyeceğim, diye yanıt verdi.
Şimdi, bu evde, bir ay parçasının kundağı Zeynebin kucağında... Yavaş yavaş da babasının kucağına yaklaşmaktadır...
* bu evladın sağ kulağına ezan, sol kulağına ikamet okuyor. Ciğer paresi bu evladı, o andan itibaren her lahza hakka, şahadete ve fazilete aşina olsun; Ve velayet sedası daima kulağında çınlasın istiyor.
müminlcrin Emiri Ümmül Benin'e sordu: Bu çocuğa ne isim seçtiniz?
Ümmül Benin: Ben hiçbir işte sizden Öne geçmedim.Kendiniz hangi ismi beğeniyorsanız o ismi koyun,dedi.
Muminlerin emiri: O zaman ben de ona amcamın adını veriyorum, cevabınınıverdi. Muminlerin emiri İmam Ali, iştiyakla bu bebeğin ellerini öpüyor aşk ile gözyaşı döküyordu.
Ümmül şaşkınlık içindeydi. Belki de içten içe Müminlerin Emiri çocuğumun elinde bir noksanlık mı gördü diye soruyordu.
Büyük bir edeble ona bu tavrının nedenini sordu. İmamda bu şefkatli anneyi ilahî iradeden haberdar kıldı: Abbas'ın iki eli, Hüseyin'e yardım ederken kesilecekti!..
Muhabbet dolu anne ve ev halkı figan etmeye başlamıştı. Velayet makamı, Abbas'ın annesine, evladı; ve iki gözünün nurunun Allah katında yüce bir makamı olacağını bildirerek ona tesellide bulundu: Allah, kesilecek olan iki kolunun yerine ona iki kanat ihsan edecek, böylece Abbas ebedî cennette meleklerle birlikte uçacaktı...
Bu müjdeyi duyan Ümmül Benin'in gözyaşı, yerini sevince bıraktı. Zeyneb-i Kübra Abbas'in künye ve lakaplarını sorunca Müminlerin Emiri şöyle buyurdu: Künyesi Ebulfazl, ancak lakabı çok daha fazladır. Kamer-i Benî Haşim ve Sakka, bu lakaplar-dandır.
Zeyneb-i Kübra: Babacığım, dedi. Onun adı Abbas'tır; zira onda cesaret alametleri görülmektedir. Künyesi Ebulfazl'dır; çünkü onda cemalin mazharı mevcuttur. Sakka'ya gelince; acaba bunun anlamı nedir? Kardeşim Saki mi olacak?
Müminlerin Emiri şöyle cevap verdi: Kızcağızım!! Abbas'ın mesleği sakilik değildir. O, yabancılara SU taşımayacak. Bilakis kendi ailesinin ve akrabalarının sakisi olacaktır.
Bu sözleri duyan Zeyneb'in rengi değişti, ağlamaya başladı. Bunun üzerine Müminlerin Emiri: Ağlama kızım, dedi. Kardeşini kucağına al; senin de, bu kardeşinin de Allah katında yüce bir makamı var!
Ümmül Benin evlenmeden önce gördüğü rüyayı zeyneb-i Kübra'ya anlatıyor. Fatıma kızı, şöyle söylüyor; Allah'a andolsun ki Abbas aydan daha üstündür!.,
Hicretin 26. yılı, Şaban ayının dördünde, Medide doğan bu ay, Ali evini sevince boğmuştu.
Ali'nin evinde kimsenin kendini muallim veya olarak göstermesine gerek yok. Zira bu feza, başlı başına eğitici bir ortamdır. Abbas, böyle bir fezada büyümektedir.
Bu evde anne ve üvey anne kelimeleri kullanılmaz, Bu evde herkes birbiriyle kardeştir. Kardeş ve üvey kardeş söylemi söz konusu bile değildir.
İmam Ali oturmuş, Zeynep ile Abbas'ı iki yanına aliyor. Biri sağında, biri solunda...
Artık Abbas'ın dili yavaş yavaş açılmaya başlamıştır, Baba, oğluna şöyle diyor: Söyle bakalım:
Abbas, "bir" diye karşılık veriyor.
Baba tekrar oğluna dönüyor: Şimdi "iki" de bakalım , Allah'a bir dediğim dille "iki" demekten utunırım. Sevincini evladının alnını Öperek gösteriyor.
Diğer tarafta da Fatıma (s.a) evlatlarını kendi evlatlarına tercih eden bir anne görüyoruz. Büyük bir fedakârlıkla sevgi ve muhabbetinin büyük bir kısmını onlara gösteriyor...
Ümmül Benin, üç güzel sıfatı bünyesinde barındırmaktadır: Edep, cesaret ve şairlik...
Bu sıfatlan Abbas'a da aşılıyor, hünerle çocuk yetiştiriyor. Onu da kendi gibi edepli, cesur ve şair olarak yetiştirmeye gayret ediyor.
Bu nedenle Abbas, yasemin çiçeğinin bir tecellisi oluveriyor. Annesinin ninnilerinden etkilenmiş bu çiçek. Konuşması harika, niyeti tertemiz ve beyanı emsalsiz...
İşte bunlar ona zahirinde ve batınında ayrı bir güzellik bahşediyor.
Evet, Müminlerin Emiri gibi bir baba, Ümmül Benin gibi hassas bir anne, adeta tek başına bir ordu ve komutan olan bir Abbas yetiştiriyor...
O, şiir ve kılıcın hünerli birlikteliğine sahipti! düşmanın hayâsızca saldırıları onu ürkütmüyor, kalbine korku salmıyor.
IŞILDAYAN AYIN YANINDA ÜÇ YILDIZ
Ümmül Benin, tıpkı rüyasında gördüğü gibi, Allah ona bir ay ve üç yıldız hediye etmişti.
Kamer-i Benî Haşim, hicretin 26. yılında vahiy hanedanını sevince boğmuştu.
Ağabeyi Abbas'tan sekiz yaş küçük olan Abdullah. hicretin 34. yılında doğdu.
İmam Ali (a.s) tarafından, Habeşistan muhacirlein biri olan Osman b. Mazun'un anısına Osman adı verilen diğer oğulları ise hicretin 38. yılında dünyaya geldi.
Osman'dan iki yaş küçük olan Cafer ise hicretin 40. yılında dünyaya geldi.
Ümmül Benin... Oğullarının anası... Elhak ki Ali'nin eşi, böyle bir künyeyi hak etmektedir. Yetiştirdiği evlatlar da kendisi gibi edepli, cesur ve şair idiler.
ÇOCUKLARIN EĞİTİMİ
İmam Ali'nin Ümmül Benin ile evlenmesinin hedefi sebat ve cesaret sahibi evlatlar yetiştirmekti.Bu nedenle İman (a.s),
Abbas'ı en iyi şekilde eğitti.
İslami İlim ve adabın eğitimi
Kuran İlimlerinin eğitimi
Hadis rivayet eğitimi
Beşeri bilimler ve ahlaki değerler eğitimi
Ziraat bilimi vc zirai eğitim
Binicilik , kıllıç kullanma ve okçuluk eğitimi
Askeri bilimler ve savaş adabı eğitimi
Tüm bu eğitimler neticesinde Abbas, ilmi ve cesaretiyle Araplar arasında dillere destan bir karakter oldu.
Kamer-i Benî Haşim, hatta Haşimoğulları arasında bile dolunay misali parlıyor, gören gözleri kendine hayran bırakıyordu.
Düşmanla savaş meydanında karşılaştığında sağlam bir dağ gibiydi ve yılmak bilmeyen bir kalple çarpışıyordu. Atılan oklar ve savrulan kılıçlar karşısında asla korkuya kapılmıyordu. Bunun sırrı ise annesiyle babasının verdiği terbiye ve eğitimde saklıydı.
Sıffın Savaşı'nda İmam Hüseyin'in kuvvetli bir kolu olarak Muaviye ordusuna saldırmış, sonuç olarak kesilen suyollarını yeniden açmayı başarmıştı...
Sıffın gününde bir genç görüyoruz...
Yüzü peçeli olarak cepheye çıkmış, kendisiyle teke tek savaşacak bir cengâver arıyor. Batıl tarafının savaşçıları bu gençle karşılaşmak istemiyorlar. Ama Muaviye, Ebu Şasâ'yı bu gençle savaşması için yanına çağırıyor.
Ebu Şasâ: Şam ahalisi beni bin süvariye bedel olarak kabul ediyor. Bu gence karşı savaşmak bana uygun düşmez. Ama oğullarımdan birini onun karşısına çıkaracağım, diyor.
Meydandaki yüzü peçeli bu genç, onu öldürüyor Ebu Şasâ ikinci oğlunu yolluyor, o da öldürülüyor
böylece Ebu Şasâ'nın yedi oğlu bu genç tarafından öldürülüyor. Bu sahneyi gören Ebu Şasâ hiddetle savaş meydanına koşuyor. Ancak o da oğullarının akıbetine uğruyor!..
İmam Ali'nin ordusunda sevinç, ama aynı zamanki bir pişkinlik hâkim olmuştur. Gencin yüzünde peçe olduğundan kimse onu tanıyamamaktadır. Kahraman genç, edeple İmam'ın yanına dönüyor. İmam, yüzündeki peçeyi kaldırınca herkes onun Kamer-i haşim olduğunu görüyor!..
HASAS BİR BABA, MÜCEVHER GİBİ BÎR EVLAT
Peygambcr'in (s.a.a) hicretinden 37 yıl geçmişti.Müminlerin emiri Sıffın Savaşı'ndan döndükten evlatlarına hitaben şöyle bir vasiyetname yazdı. "Bu, Allah'ın kulu Ali b. Ebu Talib'in kendi malları hususundaki emirlerini içeren vasiyetidir.Böylece Allah'ı razı edip onu cennet ve güven yurduna götürmesini temenni etmektedir.
Hasan b. Ali, bu vasiyeti yerine getirecek, Olduğu gibi benim mal varlığımdan harcayacak, yine layık olduğu gibi o maldan infakta bulanacaktır. Eğer Hasan'ın başına bir şey gelir ve Hüseyin hayatta olursa, bu sorumluluk onundur vasiyetimi kardeşi gibi yerine getirmelir.
Fatma'nın iki oğlunun mirastaki hakkı Ali'nin diğer evlatlarının mirastaki hakları ka-dardır. Fatıma'nm evlatlarının bu iş için seçilmesi Allah'ı razı etmek, Resulüne yakın olmak ve onunla olan akrabalığımın hürmetini yerine getirmek içindir.
Bu işi sorumluluğuna alan kimseye malın aslına dokunmamasını
ve sadece onun gelirini harcamasını şart koşuyorum. Ancak belirttiğim yöntem ve şartlar doğrultusunda bunu yapmalıdır. Hurmalıklardaki hurma ağaçlarını satmasın. O kadar çok çoğalsın ki daha önce hurmalığı görenler tekrar gördüklerinde tanıyamayacak şekle girsin!"
Baba, Fatıma'nın evlatlarına vasiyet ediyor. Ancak bunun nedenini diğer evlatlarına da açıklıyor. Bu eğitimde Abbas'ın şahsiyeti bir mücevher gibi işleniyor. Böylece en üstün öğrenci sıfatına kavuşuyor. Cesaret, edep ve adalette Müminlerin Emiri ve Ümmül Benin gibi hünerli, bilgili ve değerli olması hedefleniyor.
İKİ KARDEŞİN MEKTEBİNDE DİLAVER ABBAS
Âlem ve âdem el ele verip bu yetenekli genci talim ve terbiye altına almak istiyor. İmam Hasan ile İmam Hüseyin tıpkı Müminlerin Emiri ve Ümmül Benin gibi dilâver kardeşlerini Kurânî ve semavî öğretiler doğrultusunda yetiştirmektedirler. Kamer-i Beni haşim'in kemal ve keramet mecmuasına sahip görmek, artık hiç de zor olmayacaktır.
7.BÖLÜM MİHRAP ŞEHİDİ MUTLU VE MUTMAİN
hicretin 40. yılı... ramazan ayının 19. sabahı...
peygamberler mescidi olan Küfe Mescidi'nde büyük gerçekleşiyor. Kabe'nin evladı, kendi kanına boyanmış. Kısık, içten, ama kurtuluşu ifade eden bir nağme inliyor: Kabe'nin Rabbine and olsun ki kurtuldum. O doğarken sevinçli, bugün şehit olurken mutlu ve mutmain.
Şimdi bu rehber kendi kanına öylesine boyanmış e öyle bir hale gelmiş ki artık kendi ayaklarıyla evine gidemiyor evinin kapısına ulaştırıyorlar.
Baba kızının bu halde görmesine dayanamayacağını bunun için iki oğluna yaslanarak kendi ayaklarıyla eve giriyor.
Şimdi, Ümmül Benin'in en acılı günlerinden biri, ilki, başlangıcı!..
Azamet ve cesaret abidesi kocasını şehadet yatağında görüyor.
Zaman ne kadar da akıcı!.. Haydar ile geçirdiği on beş yıllık ortak hayat, ansızın tüm hatıralarıyla gözlerinin Önünden geçiyor. Aman ya Rabbi! Burası nasıl bir ev?!
Sadelik ve güzelliğin zirvesinde, birkaç okyanusu bünyesinde barındıran küçük bir ev! Kerpiçten yapılan bu ev hiçbir saraya benzemiyor nedense...
Kanaat, maneviyat ve adalet evi...
Ümmül Benin adım adım bu aile ile hareket ederek tüm dersleri öğrenmişti. Ancak şimdi, geriye kalan son dersi de tamamlaması gerekiyordu: Yeryüzünden payidar cennete doğru ruhanî yolculuk dersi.
Ama neden Ali kurban edildi? Hiç kimse onun kadar Kuranî değildi ki!
Yaralı haliyle kâinatın en güzel gülleri Hasan, Hüseyin ve diğer evlatlarına öğütte bulunan İmam (a.s), şunları söylüyordu:
"Sizlere Allah'tan çekinmeyi öğütlüyorum. Dünya sizi istese de siz dünyayı istemeyin. Onu elde edemediğiniz ya da kaybettiğiniz için üzülmeyin. Doğru sözlü olun ve ahiret mükâfatı için çalışın. Zalime düşman, mazluma dost olun.
Siz ikinizi, diğer evlatlarımı, akrabalarımı ve bu vasiyetimi okuyan herkesi Allah'tan çekinmeye, işlerde düzenli olmaya, birbirinizle barışık olmaya davet ediyorum. Zira Hz. Peygamber'den (Allah'ın selamı O'na ve Ehlibeyt'ine olsun) şöyle buyurduğunu duydum: Birbirinizle barışmanız barışık olmanız, kıldığınız tüm namazlardan ve tuttuğunuz her oruçtan daha üstündür.
Allah için! Allah için! Yetimleri unutmayın. Onları bir gün tok, bir gün aç bırakmayın.
Allah için! Allah için! Komşuları unutmayın. Zira komşular, Peygamber'inizin, haklarında Öğütlerde bulunduğu zümredendir. Daima onlar hakkında nasihatte bulunurdu.
Öyle ki pek yakında komşular için de mirasta bir hak belirleyecek diye düşündük.
Allah için! Allah için! Kurân'ı unutmayın. Ona amel etmede hiç kimse sizden öne geçmesin.
Allah için! Allah için! Namazı unutmayın. Namaz dininizin direğidir.
Allah için! Allah için! Allah'ın beytini unutmayın. Var olduğunuz sürece o beyti boş bırakmayın. Eğer Allah'ın evini ziyaret etmeyi terk ederseniz, ilahî azabın inmemesi için zaman tanınmaz.
Allah için! Allah için! Allah yolunda malınızla, canınızla ve dilinizle cihat etmeyi unut-mayın. Birbirinize sıkı sıkı sarılın. Sakın ola ki birbirinize sırtınızı dönüp irtibatınızı kesmeyesiniz.
Ey Abdulmuttalip oğulları! Müminlerin Emiri öldürüldü diyerek Müslümanların kanına girmeyin. Unutmayın ki benim kanımın kısası hususunda sadece katilim kısas edilir. Bakın, bana vurduğu bir kılıç darbesi karşılığında siz de ona bir kılıç darbesi vurun. Sakın vücut organlarını kesmeyin. Ben Hz. Peygamberden duydum: "Öldüreceğiniz kuduz bir köpek bile olsa, ona eziyet etmeyin!" derdi.
ALİ KOKUSUNUN DEVAMI
Mihrap şehidinin vasiyeti gerçekte mutlu bir yaşamın özetlenmesiydi. Müminlerin Emiri son vasiyetini gönüllere hitap eden cümlelerle bitirdikten sonra henüz on dört yaşında olan Abbas'ı hiçbir zaman kin ve nefretin barınmadığı bağrına bastı. Basiret sahibinin sözleri ve nasihatleri dinlenmeye şayandı. Şöyle nasihat ediyordu:
Ey evladım! Çok yakında kıyamet günü gözüm senin vesilenle aydınlanacak.
Ey evladım! Aşura günü geldiğinde Fırat'ın serin sularına girince sakın ola ki kardeşin Hüseyin susuzken sen su içmeyesin!
Bütün bunlardan kısa bir süre sonra samimi çehrelere yetimlik hüznü kondu. Ehlibeyt'in gönül aynaları kırıldı.
KABE EVLADININ DEFNİ; GECE VAKTİ VE GİZLİCE
Ümmül Benin bu ağaca bağlı bir dal değildir. Bilakis bu ağacın kökündendir. Ama tüm varlığı ile gaybe gönül vermiştir. Belki de Ümmül Benin için Müminlerin Emiri'nin şahadetinden daha acı verici olan, onun mazlumluğuydu. Zira en şiddetli mazlum-luğunu şehadetinden sonra gösteriyordu.
Bundan daha büyük bir mazlumiyet olabilir mi ki; adalet ve velayet sembolü gece vakti, gizlice, mazlumane bir şekilde toprağa verilisin? Risalet bahçesinin biricik ailesi, yas merasimi bile düzenleyenlesin?!
Evet, bu aile daima bencil kimselerden iki darbe görmüştür: Birincisi, açıkça yapılan eziyetler; ikincisi, gizliden gizliye yapılan namertlikler. İşte, Abbas da bu mazlumiyetin mirasçısıdır.
-------------
el-Kamil, İbn-i Esir, c.3, s.333; Edebu't-Tajf, c.l, s.72.
Sefinetu'l-Bihar, c.l, s.510.
Riyahaynu'ş-Şeria, c.3, s.294.
Bu bölüm, yayınevimiz tarafından yayımlanan Kerbela Ansiklopedisinden alınmıştır. (Bkz: Kerbela Ansiklopedisi, Cevad Muhaddisî, Ümmül Benin terimi, s.466-467, ilk baskı.)
Lügatname, dehhüda.
el-îrşad, c.27, s.90.
Biharu'l-Envar, c.45, s.41; Maali's-Sibtayn, c.l, s.446; Maktel ,Harezmi c.2t s.30.