HZ.MEHDİ(A.F) HAKKINDA HADİSLER (GAYBET-İ NUMANİ) HZ.MEHDİ(A.F) HAKKINDA HADİSLER (GAYBET-İ NUMANİ)
HZ.MEHDİ(A.F) HAKKINDA HADİSLER (GAYBET-İ NUMANİ)
YAZAR: Şeyh Muhammed bİn İbrahİm-i Numanî
İCİNDEKİLER
Âl-İ Muhammed’İn sırrının ehlİ olmayanlardan korunmasi ve onlara bildirilmemesİ hakkındakİ rİvayetler
“Allah'ın İpİne sımsıkı sarılın” ayetİnİn yorumu İle İlgİlİ rİvayetler
İmamet ve vasİyetİn Allah'ın tayİnİ İle olduğu ve onun bİr İmamdan dİğerİne edâ olunan bİr emanet olduğuna daİr rİvayetler:
İmamlarin “onİkİ İmam” olduğuna ve onlarin Allah tarafından seçİldiğiğİne daİr rİvayetler
Süleym bİn Kays’ın kİtabindan
İmamlarin onİkİ tane olduğuna daİr sünnİ kaynaklarindan, kur’andan ve tevrat’tan deiller(72)
“İmam olduğunu İddiİa eden ve İmam olmadığı halde kendİnİ İmam zannedenler ve hz. Mehdİ’nİn kiyamindan önce kalkan bayraklarin sahİbİnİn taĞut olduĞu hakkindakİ rİvayetler.”
Sünni alimlerin naklettikleri hadisler Abdullah bin Mes’ud’dan naklolunanlar:
Allah’ın yeryüzünü asla hüccetsİz(90) birakmayacağına dâİr rİvayeler
Eğer yeryüzünde İkİ kİşİ kalsa, birisinin mutlaka İmam olduğuna daİr rİvayetler
Onİkinci İmamımız, beklenen İmam hz. Mehdİ aleyhİsselam’ın gaybetİ hakkindakİ rİvayetler ve bu konuda mevlamiz emİrülmümİnİn ve dİğer İmamlarimızın uyarılari
(Şİİlerİn hz. Mehdİ’nİn zuhurunu bekleyİp sabretmelerİ ve Allah’ın emrİnde acele etmemelerİ hakkindakİ rİvayetler)
Şİİlerİn gaybet zamaninda İmtİhan olunup dağılacakları ve İmamlar aleyhİmusselam’in emİrlerİne gerçek manada çok az İnsanin uyacaıina dâİr rİvayetler
hz. Mehdİ aleyhİsselam’ın vasıfları, ve Kur’ânda onun hakkinda nazİl olan ayetler
hz. Mehdİ aleyhİsselam’ın hükümlerİ
Hazretİn özellİklerİ ve yapacağı işler.
hz. Mehdİ aleyhİsselam’ın fazİletİ.
Kur’an-i Kerİm'de hz. Mehdİ aleyhİsselam hakkındakİ ayetler.
hz. Mehdİ aleyhİsselam’ı tanıtıcı vesİleler
hz. Mehdİ aleyhİsselam’ın gömleğİnİn özelliklerİ hakkında.
hz. Mehdİ aleyhİsselam’ın ordusu ve atlarinin özellİklerİ hakkinda.
Kaİm aleyhİsselam’ın kiyamından önce vuku bulacak olan alametler
“Hakkın sahİbİnİn-aleyhİsselam-zuhurundan önce gerçekleşecek olan zor durumlar hakkındakİ rİvayetler.”
Sahİb-ul emr aleyhİsselam’in zuhur vaktİnİ belİrtenlerİn yalancı olduğu ve ismİnİn açikça söylenmesİnİn yasak olduğuna daİr rİvayetler
Kâİm aleyhİsselam’ın cahİl halktan göreceğİ şeyler ve kıyamindan önce haşimoğulları’nın davranışları hakkindakİ rİvayetler.
Süfyanİ’nİn zuhurunun kesİnlİkle gerçekleşeceği ve onun Kaim aleyhİsselam’dan önce ortaya çikacağına dair rivayetler
Resulullah’ın bayrağı ve onun cemel savaşından sonra, sadece Kâİm aleyhİsselam tarafindan açılacağına daİr rİvayetler.”
Kâİm aleyhİsselam’in ashabi olan gazap ordusu, sayıları; özellİkleri ve İmtİhan olacakları şeyler hakkındaki rİvayetler
Kaİm aleyhİsselam’ın zuhurundan önce ve sonra Şİa’nin durumu hakkinda
“Kaİm aleyhİsselam’ın yenİ bİr davet başlatacağı ve İslamin başlangıçta garİp olduğu gİbİ garİp olarak gerİ döneceğİne daİr.”
İmam Kaİm aleyhİsselam’ın yaşı ve İmamet verİldİğİndekİ durumu hakkındakİ rİvayetler
İmam Cafer-İ Sadık aleyhİsselam’in oğlu İsmaİl hakkındakİ hadİsler ve kardeşİ İmam Musa-i Kazim aleyhİsselam’ın İmametİ hakkindakİ hadİsler.
İmam’ını tanıyanlar İçİn zuhurun erken veya geç olmasının farketmediğİne daİr.
Kaİm aleyhİsselam’ın kıyamdan sonrakİ hükümetİnİn süresİne daİr.
Bismillahirrahmanirrahim
Şeyh Ebu'l Farac Ali bin Yakub bin ebu Kurret-el kanâî (r.a) şöyle der: katip ebul hüseyn muhammed bin ali el becelî’nin nakline göre ebu abdullah muhammed bin İbrahim numânî, halep şehrinde şöyle buyurdu:
hamd alemlerin rabbine olsun o, istediğini doğru yola hidayet edendir. kullarını yokluktan varlık alemine çıkardığı için, şükredilmeyi haketmiştir. o insanları en iyi surette yaratmış, sayılarını saymanın mümkün olmadığı zahirî ve bâtinî birçok nimetler yaratarak şöyle buyurmuştur: “allahın nimetlerini saymak isterseniz sayamazsınız.”(1)
ayrıca yüce allah rabbliğine, ilim ve tevhidine ikrarı kullarına göstermiş ve onları irşâd ederken pâk akıllar, yüce hikmetler, mükemmel yaratıcılık, salim fıtrat, güzel sıbğat (renk), derin ayetler ve açık bürhanları kullanmış; hemen ardından seçilmiş, müjdeleyici-korkutucu, halka yol gösterip onları hidayet eden, hatırlatıp uyaran, tebliğ edip edâ eden, ilimle konuşan, rüh-ul kudüs ile onaylanan galip hüccetler’i, batıl ehline karşı amansız ayetler olan hayırlı ve pâk peygamberleri göndermiştir.
bu kâmil akıl sahibi insanlara mücizeler vermiş, onlara kerametler bağışlayarak normal halkın içinde üstünlükler vermiş, gayıptan haber vererek onlara kendi kudretinden hediyeler bağışlıyarak şöyle buyurmuştur: “o, gaybı bilendir. gaybı kimseye açıklamaz, yalnız razı olduğu resul dışında.”(2) tüm bunlar, peygamberlerin kudretini çoğaltmak ve şanını yüceltmek içindir. böylece artık halkın resullerden sonra allah’a karşı hüccetleri kalmamış, ama allah’ın halka hücceti eksiksiz olmuş ve tamamlanmıştır.
halkın içinde allah’ın rabbliğine ilk önce ikrar eden muhammed’i bizlere gönderdiği ve bizleri minnetdar ettiği için allah’a hamdolsun. o, allah’ın seçkinlerinin en sonuncusudur. allah’ın sevdiklerinin içinde en mahbub olanı, peygamberinin içinde en kerametlisi, derecesi en yüce olanı ve en özel yakınlığa sahip olanıdır. allah peygamberlerde olan faziletlerin hepsini ona vererek, onlara verdiklerinin çok daha fazlasını ona ihsan etmiş ve onu diğer peygamberlerden üstün kılan menzilette ona yer vermiştir. böylece gökte peygamberler cemaat halinde namaz kılarlarken onu imam olarak karar kılmış ve onu makamını hepsinin üstüne çıkarmıştır. ona şefaat makamını vermiş, onu en yüce makama çıkarıp onunla ceberüt makamında konuşmuştur. öyleki mukarreb, kerrüb ve arşın etrafında dönen meleklerin makamını aşmıştır.
sonra ona diğer kitaplardaki ilimleri de içine alan ve o kitaplara hakim olan kur’anı nazıl ederek şöyle buyurmuştur. “o, herşeyi açıklayandır.”(3) onda açıklanmamış hiçbirşey bırakmamıştır. böylece allah, hz. muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih) sayesinde bizleri sapıklıktan ve körlükten kurtarmıştır. cehâletten, alçaklıktan çıkarıp; onunla ve getirdiği kitapla bizleri ganî etmiştir. sonra dinini kâmil kılmış, bizleri rey ve kıyas yerine pâk ve hidayet edici imamlara yöneltmiş, peygamberimiz ve imamlarımız sayesinde kemal yoluna ulaşmamızı sağlamıştır.
allah, hz. muhammed’e ve onu kardeşi emirülmüminin ali bin ebu talib aleyhumesselam’a salât göndersin. o, fazilette peygamberden hemen sonra gelir. o zor ve şiddetli zamanlarda allah resülüne yardımcı ve destek olurdu. o, küfür ve cehalet ehline karşı allah’ın kılıcı, onun ihsan ve adâlet eli idi ve her durumda resulullah’ın yolunu izlerdi. hak nerede ise ali de orada idi ve o resûl’ün ilminin hazinesi, sırrının emîni, onun emrine icabet eden idi.
ve allah onun pâk, hayırlı ve kâmil ehl-i beyt’inden olan imamlara da salât göndersin.
onları, rahmetin kaynağı, nimetin mekânı, karanlıklardaki ay ve yıldızlar, varlıkların nûru, ilim deryaları, allah’ın halka girmelerini davet ettiği ve yollarından ayrılmamaları konusunda uyardığı selam kapısıdırlar. bu konuda şöyle buyurmuştur: “ey iman edenler! toplu halde selam (sulh)’a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. o size karşı açık bir düşmandır.” allah onlara en efdal ve en şerefli, en yüce, en olgun ve kamil salatını göndersin. ayrıca kendisine ve muhammed ile ehl-i beyt’ine yaraşan selamlarını göndersin.
teşeyyü mektebi peygamberi hz. muhammed’e ve onun ehl-i beyt’ine mensup bir mekteptir. yüce allah imameti hak din ve lisan-ı sıdk olarak karar kılmış, imameti kabul eden için bir ziynet ve onun ehli olanlar için ise kurtuluş ve cemâl olarak teyid etmiştir. ve her kim imamet bağına bağlanmak isterse onun şartlarına uymalıdır. -yani namazlarına dikkat edip, zekatını vermeli, hayra doğru koşmalı günahlardan ve kötülüklerden kaçınmalı, sâir mahzurlardan münezzeh olmalı, gizlide ve açıkta allah’tan korkmalı, nefsiyle ve kalbiyle allah’a yaklaşmak için çaba harcamalıdır.- ama bizler şii olduğunu iddia eden bazı fırkaların düşüncelerinin farklı farklı olduğunu, mezheplerinin ayrıldığını allah azze ve celle’nin farzlarını hafif aldıklarını, allah’ın bazı haram ettiği şeylerden kaçınmadıklarını, bazılarının çok yüksekten uçtuklarını bazılarının ise tefritten dolayı yere düştüklerini gördük. Şiilerden çok az bir grup zamanın imamı, veliyy-i emirleri ve allah’ın kendileri için seçtiği en hayırlı insan olan hz. mehdi aleyhisselam hakkında şüpheye düşmemişlerdir. halbuki allah hz. mehdi hakkında şöyle buyurmaktadır: “ve rabbin istediğini yaratır ve onlar için en hayırlı olanı seçer”(4)
bu çok zor gaybet olayının imtihanları ve zorlukları hakkında daha önceden hz. resulullah sallallahu aleyhi ve alih hatırlatmalarda bulunmuş ve hz. ali aleyhisselam’da bunu bildirmişti. hz. ali aleyhisselam’dan naklolunan hutbeler ve rivayetlerde de görüldüğü üzere o hazret gaybet olayının büyük bir imtihan olduğunu bildirmiş, halkı bu konuda uyaran hadisler buyurmuştur. daha sonra ilim ve rivayet ehli olan alimler, hz. ali’nin evlatları olan imamlar (aleyhimusselam)ın herbirinden rivayetler nakletmişlerdir. öyle ki hiçbir imamımız bu konunda söylenmedik söz bırakmamış, bunun yüce allah’ın halkı denediği bir imtihan olduğunu buyurmuşlardır. bu imtihanın sebebi de kötü fiiller ve çirkin ameller, eksik itaatler, allah’ın hikmetlerine karşı çıkıp acele etmeler, peşine düşülen şehvetler ve allah’ı gazaplandıran zayi olmuş haklardır.
bakınız emirülmüminin aleyhisselam alimler ve ilim talep edenler hakkında kumeyl bin ziyâd’a ne buyuruyor: “…veya hakk ehlini eleştirir, hiç basireti yoktur. eğer kalbine en ufak bir tereddüt gelirse, hemen şüpheler onu etkiler.” İşte tüm bunlar alimlerin çoğunu şüpheye, hayrete, körlüğe ve dalâlete düşürmüş, onlardan çok az bir bölümü allah’ın dininde sabit kalmış, allah’ın ipine sımsıkı sarılarak doğru yoldan çıkmamışlardır. İşte bu az grup, şiddetli fırtınaların titretemediği ve fitnelerinin zarar veremediği serapların parlamasının kandıramadığı ve şahıslar vesilesiyle dine girmediği için onlar yüzünden dinden çıkmayan hakta sabit olan fırkadırlar.
bu konunda imamımız ebu abdullah cafer-i sadık aleyhisselam da şöyle buyurur: “eğer bir insan bu dine bazı şahısların hatırına girerse aynı adamlar yüzünden de dinden çıkar. ama herkim kitap ve sünnet üzerine bu dine girerse, dağlar yerinden oynasa da dinden çıkmaz.”
eğer bir insan şüphelenip hayrete düşer, fitnelere kapılır saçma ve batıl mezheplere geçerse mutlaka cahilliği, hadisleri bilmemezliği ve basiretsizliği yüzündendir. böyle insanlar eşkiyadırlar, ilim peşinde koşmayı önemsemezler ve ilmi asıl kaynağından almazlar. hatta eğer çok hadis ezbere bilseler dahi, o hadislerin üzerinde tefekkür etmedikleri için, hiç ezberlememiş gibidirler. bakın İmamımız cafer-i sadık aleyhisselam ne buyuruyor: “Şiilerimizin bizim katımızdaki derecelerini anlamak için bizden ne kadar hadis naklettiklerine ve ne kadar anladıklarına bakın.” rivayetin dirâyete (derin anlamaya) mutlaka gereksinimi vardır: “manasını iyice anladığın bir rivayet, anlamayıp da naklettiğin bin rivayetten hayırlıdır.” çeşitli sebeplerden dolayı birçok insan bu batıl mazheplere yöneldiler. bazıları bilgisizlik ve cahillik yüzündendir. bunlar en basit tereddütlerle şüpheye düşmüş ve ehl-i beyt mektebinden ayırlmışlardır. bazıları ise dünya ve dünya malı yüzünden o mezheplere geçmişlerdir. bazı zorba ve zenginler onları dünya malına meylettirince onların lehine ve dinin aleyhinde çalışmaya başlamışlardır. yüce allah’ın aziz kitabında da şu şekil buyurduğu gibi bazı şeytanların sözleriyle gururlanmışlardır: “İnsanlardan ve cinlerden olan şeytanların bazıları diğerlerine saçma sözleri gururlansınlar diye telkin ederler.”(5) İşte bu sözlerle gururlananlar serap sahibi gibidirler. parladığı zaman susuz olan insanlar su ümindi ile ona koşarlar ama yaklaştıkları zaman yüce allah’ın da buyurduğu gibi hiçbir şey bulamazlar.(6)
bazıları ise hakka ihlasla inanmayıp sırf ikiyüzlülük, kariyer talep etmeleri ve şehvetleri yüzünden bu mektebi kabullenir göründükleri için allah onların cemâlini ellerinden almış, durumlarını değiştirmiş ve ateşini hazırlamıştır.
bazıları ise ehl-i beyt mektebine zayıf imanları ile yaklaşmış din hakkında da konuştukları herşeyin ve inançlarının doğru olduğunu zennetmişlerdir. İşe allah velilerinin üçyüz yıl boyunca bizleri uyardıkları gaybet olayı vuku bulunca hayrete düşüp olayı inkar etmişlerdir. aynı şekilde yüce allah şöyle buyurmaktadır:
«tıpkı ateş yakan birine benzer. etrafını aydınlatınca allah onların nurunu yokeder ve onları karanlıkların içinde yalnız bırakır da hiç göremezler.»(7) ve yine şöyle buyurur: «onları aydınlatınca onunla giderler ve onları karanlığa boğunca ayağa kalkarlar.»(8)
İşte biz, her zaman doğru konuşan imamlarımızdan (aleyhimusselam) gelen rivayetlere uyarak allah azze ve celle’nin başkalarına hediye etmediği ilim kaynağı olan ehl-i beyt’ten yararlanarak diğer kardeşlerimizin hatasına düşmeyip şekk ve şüpheye değil de yakıne ulaştık.
ben burada emirülmüminin aleyhisselam’dan başlayıp diğer pâk ve doğru sözlü imamlarımızdan bizlere ulaşan nurâni hadisleri rivayet ederek gaybet konusunu inkâr edenlere karşı bu önemli konuyu açıklığa kavuşturmaya, ayrıca bu inançta olan mektep mensuplarının hüccetini (delillerini) güçlendirmeye, böylece allah azze ve celle’nin rızasını kazanmaya çalıştım.
yıllardır imamlarımız (aleyhisselam)dan naklolunan bu rivayetleri okuyarak tek tek düşünen kardeşlerimiz -ki allah eğer onların kalb gözlerini açmış ve onlara basiret vermiş ise- onlar şu konuyu çok iyi anlayacaklardır: eğer bu gaybet olayı gerçekleşmeseydi imamiyye mezhebi batıl olurdu. ama yüce allah, imamlarımız (aleyhimusselam)ın uyarı ve korkutmalarını tasdik etti ve asırlar boyunca onlardan rivayet olunan hadisleri doğruladı. ve şiileri de ellerinde olan hadisleri tasdik etmeye ve o hadislere sarılıp teslim olmaya ilzâm etti böylece ellerindeki hadislerin doğruluğunu gören şiilerin de yakîni arttı. allah’ın velileri olan ehl-i beyt (aleyhimusselam), şiilerini fitne ve şüphelere karşı uyardı ve gaybetin süresinin uzun olacağını belirterek allah’ın halkı imtihan ettiğini açıkladılar: “deliller sayesinde helâk olması gerekenler helâk oldu, yaşaması gerekenler de ihyâ oldular.”
meysemi’nin bir arkadaşından naklettiğine göre imamımız cafer-i sadık (aleyhisselam) şöyle buyurdu: “hadid suresindeki şu ayet, gaybet zamanında yaşayanlar hakkında nazil olmuştur: kendilerine daha önce kitap verilip de süre uzun olduğu için kalpleri taşlaşanlar gibi olmayın. onlardan çoğu fasıktırlar. sonra allah şöyle buyurdu: “doğrusu allah yeryüzü öldükten sonra onu tekrar diriltir. biz delilleri size açıkladık, belki düşünürsünüz diye.”(9) daha sonra İmam (aleyhisselam) buyurdu ki: “süre, gaybet süresidir.”
yüce allah şöyle buyurmaktadır: ey ümmet-i muhammed! ve ey şia topluluğu! kendilerine daha önce kitap verilip de sürelerinin uzadığı kimseler gibi olmayın. bu ayetin tevili başka zamanlarda yaşayanlar değil sadece gaybet zamanında yaşayanlar hakkındadır. yüce allah, şiileri allah’ın hücceti konusunda şüphelenmemeleri veya gözlerini açıp kapayıncaya kadar da olsa yeryüzünün hüccetsiz kalmayacağı konusunda şek etmeyi menetmiştir. bakınız aynı şekilde emirülmüminin aleyhisselam kumeyl bin ziyad’a şöyle buyurmuştur:
“evet, vallahi yeryüzü asla hüccetsiz kalmaz. o hüccet yâ zahir ve mâlumdur veya gizli ve çekinendir. böylece allah’ın hüccetleri ve delilleri bâtıl olmaz. ve onları şüphe ve tereddüt etmemeleri konusunda uyarmıştır. aksi halde süre uzar da kalpleri taşlaşır.”
sonra İmam cafer-i sadık aleyhisselam şöyle buyurdu: “bundan sonraki ayette yüce allah’ın ne buyurduğunu duymuyor musun: “biliniz ki allah yeryüzü öldükten sonra onu tekrar diriltir. biz delilleri size açıkladık, belki düşünürsünüz diye.” yani zulüm imamları, yeryüzünü öldürdükten sonra allah, kaim’in zuhurundaki adâlet ile onu ihyâ edecektir.” bu ayetin her bir bölümünün tevili diğer bölümlerin tevilini onaylamaktadır. yalnız biz ileride de zikredeceğimiz hadislerle bazı müminlerin nasıl elendiğini ve imtihanı kaybettiklerini açıklayacağız.
malik bin damra, emirülmüminin aleyhisselam’ın şiilerine şöyle buruduğunu nakleder: “kuşlar içindeki arılar gibi olun. kuşların hepsi arıları küçümseler. eğer arının karnında ne olduğunu bilseler, ona böyle davranmazlardı.
halkın içine bedenlerinizle karışın, ama kalpleriniz ve amellerinizle onlardan uzaklaşın. her şahıs amelleriyle ölçülür. ve herkes kıyamet gününde sevdiğiyle birlikte haşr olur. sizler o çok sevdiğiniz ve arzuladığınız (hz. mehdi) görmeden önce ey şia topluluğu birbirinizin yüzüne tükürecek ve birbirinizi yalancılıkla suçlayacaksınız. ve hz. mehdi’yi kabullenenler tıpkı gözdeki sürme ve yemekteki tuz kadar az olacaktır. ve yemekteki en az şey tuzdur. size bu konuda bir misâl vereceğim: adamın biri bir miktar yemeği (pirinci) ayıklayarak tuzlayıp bir eve koyar ve kapısını uzun bir süre kapatır. sonra kapıyı açtığında pirincin kurtlandığını görür. sonra tekrar ayıklayarak tuzlar ve evin kapının tekrar kapatır. uzun bir süre kapıyı açtığında onun tekrar kurtlandığını ve bozulduğunu görür. uzun süre aynı olayı tekrarlar. sonunda hiçbir böceğin zarar veremediği bir avuç pirinç kalır. İşte sizler de böylesiniz. fitneler sizleri elekten ayıklar gibi ayıklayacak, sonunda fitnelerin asla zarar vermeyeceği bir grup kalacaktır.”
ve İmam cafer-i sadık aleyhisselam’dan rivayet olunmuştur. İmam şöyle buyurdu: “allah’a andolsun ki eleneceksiniz. vallahi sağa sola o kadar uçacaksınız ki sonunda allah’ın kendilerinden ahit aldığı kalbine imânı yazıp ruhuyla onayladığı az bir grup dışında kimse kalmayacak.”
başka bir rivayette imamlarımız aleyhimusselam şöyle buyururlar: “bu işi (gaybeti) kabullenen çok az bir grup kalacaktır.”
evet gaybeti kabullenen ve sayısı az olan bu grup gaybette sabrettmekle emrolunmuşlardır. İşte büreyd-i İdî, İmam muhammed bakır (aleyhisselam)ın ayeti hakkında şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“ey iman edenler! sabredin, sabrı tavsiye edin ve irtibât kurun.”(10) “farzları edâ etmeye sabredin, düşmanlarınıza karşı birbirinize sabrı tavsiye edin ve beklenen imamınızla irtibat kurun.”
İşte emirülmüminin aleyhisselam sayısı az olan bu fırkaya şöyle buyurmaktadır: “hidâyet yolunda olanların sayısının azlığı sizi korkuya düşürmesin.”
yine esbağ bin nebâte, emirülmüminin aleyhisselam’ın küfe minberinde şöyle buyurduğunu nakleder: “ey halk! ben imanın burnuyum, ben hidayetin burnu ve iki gözüyüm. ey halk! hidayet yolunda yürüyenlerin azlığı sizi korkutmasın. doğrusu halk, üzerinde doyanların az, açların çok olduğu bir sofraya oturmuştur. allah ise yardım istenmesi gerekendir. halk rıza ve gazap üzerine toplanır. salih peygamebrin devesini bir kişi kestiği halde allah tüm halka azap gönderdi. çünkü onlar, onun yaptığına razı olmuşlardı. bunun hakkında allah azze ve celle ayette şöyle buyurmuştur: “sonra arkadaşlarını çağırdılar da o devenin ayaklarını kesip öldürdü. nasıldı benim azabım ve korkutmalarım?”(11)
ve şöyle buyurdu: “ayaklarını kesip öldürmüşlerdi deveyi, sonra rableri de onları suçlarından dolayı helâk edip orayı düzleyiverdi. ve o bu işin sonundan korkmazdı.”(12)
emirülmüminin aleyhisselam şöyle buyuruyor: “yoldan giden suya ulaşır. ama yoldan çıkan bataklıkta batar gider.” hz. ali’nin bu sözünde imamlar (aleyhimusselam)ın nizâmına sarılmak gerektiğine dair delil vardır. onlardan sarf-ı nazar edip onların yolundan ayrılmanın bataklığa varacağını da bildirmektedir. bu tip insanlar imtihanı kaybederek iftiralar atanların sözlerine inanıp sağa sola sapmaktalar. halbuki bunların sözü tıpkı örümcek ağı veya serap gibidir. nasıl ki allah azze ve celle şöyl buyurmaktadır: “elif lâm mim. halk iman ettik dedikleri için imtihan olunmayacağını ve terkedileceklerini mi zannederler. biz onlardan öncekileri denedik. elbette allah doğru söyleyenleri ve yalancıları bilecektir.”(13)
resulullah’dan rivayet olunduğuna göre o hazret şöyle buyurdu: “fitneye bulaşmış olan herkesle tartışmayın. onun hücceti öleceği zamana dek ertelenmiştir. süresi bitince günahı ve suçu onu mahveder ve yakar.”
ben bu kitapta onikinci imamımız İmam mehdi sahib-uz zaman (allah onun zuhurunu acil etsin) ve diğer bazı konular hakkında elimden geldiğince hz. ali ve diğer imamlarımızdan rivayet olunan hadis-i şerifleri toplamaya çalıştım. İmamlarımızın sırlarının korunmasından başlayan yirmi altı bölümdeki hadisleri bu kitapta topladım. allah bizleri bir göz açıp kapayıncaya kadar ve hatta daha az dahi olsa ehl-i beyt’ten ayırmasın. Şüphesiz o bağışlayandır, kerimdir.
muhammed bin İbrahim-i numanî
1. bölüm
Âl-i Muhammed’in sırrının ehli olmayanlardan korunması ve onlara bildirilmemesi hakkindaki rivayetleri
1- âmir bin vâsile’den:
emirülmüminin aleyhisselam şöyle buyurdu:
“allahın ve resülünün yalanlanmasını ister misiniz? halka anladıkları dilden konuşun ve inkâr edecekleri şeyleri (söylemekten) çekinin.”
2- …enes bin malik’den resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve âlih) şöyle buyurduğunu duydum:
“halkın kabullenmeyeceği şeylerden bahsetmeyin. siz allah ve resülünün yalanlanmasını hiç ister misiniz?”
3- …abdül’âlâ bin a’yân’dan:
İmam cafer-i sadık aleyhisselam bana şöyle buyurdu:
“ey abdül’âlâ! bizim velâyetimiz sadece tanıyıp kabullenmekle olmaz. bizim velayetimiz, onu ehli olmayanlardan koruyup saklamakla mümkündür. benim şiilerime selam gönder ve onlara şöyle söyle: halkın anladıkları şeyleri anlatıp onların kabul etmeyeceği şeyleri söylemeyen ve böylece bizi halka sevdiren bir kula allah rahmet eylesin. (sonra buyurdu ki: bize karşı savaşan düşmanlarımız, bizim istemediğimiz şeyleri halka anlatanlardan daha kötü değillerdir.)”
4- …abdü’âlâ bin a’yân’dan:
“İmam cafer-i sadık aleyhisselam buyurdu ki:
“bu velayeti ehli olmayanın yanında gizlemedikçe onu kabul etmiş sayılmazsınız. bizim söylediğimizi söyleyip, bizim söylemediğimizi de söylememeniz yeterlidir. eğer bizim söylediğimizi söyler, sustuğumuz şeye de teslim olursanız, tıpkı bizim iman ettiğimiz gibi iman etmiş olursunuz. yüce allah buyuruyor ki: “eğer sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, hidayete ererler.”(14) ali bin hüseyn aleyhisselam buyurdu ki: halka anladıkları dilden konuşun, onların takâtı olmayan şeyleri onlara yüklemeyin. aksi halde bize düşman kesilirler.”
5- …abdül’âlâ bin âyân’dan:
İmam cafer-i sadık -aleyhisselam- şöyle buyurdu:
“bizim velayetimiz sadece tasdikleyip kabul etmekle olmaz. bizim velayetimiz ehli olmayanlardan korumakla mümkündür. benden allahın selamını ve rahmetini şiilere söyle ve onlara de ki, imamınız şöyle diyor: halkın anladıkları şeyleri anlatıp onların kabul etmeyeceği şeyleri söylemeyen ve böylece bizi halka sevdiren bir kula allah rahmet eylesin. sonra bana şöyle buyurdu: bize karşı savaşan düşmanlarımız, bizim istemediğimiz şeyleri halka anlatanlardan daha kötü değillerdir.”
6- …muhammed bin hazzâz’dan:
İmam cafer-i sadık aleyhisselam şöyle buyurdu:
“bizim sırlarımızı halka ifşa eden, tıpkı bizim hakkımıza karşı çıkan gibidir.”
7- …hasan bin serrî’den:
İmam cafer-i sadık aleyhisselam şöyle buyurdu:
“ben bir adama birşeyler söylüyorum. o da (ehli olmayanlara) aynen anlatarak benim lânetimi kazanıyor ve ben ondan beraat ediyorum.”
8- …İbn-i muskân’dan:
İmam cafer-i sadık aleyhisselam bana şöyle buyurdu:
“bir kavim vardır ki beni kendilerinin imamı sanarlar. allah’a andolsun ki ben onların imamı değilim. allah onlara lânet etsin. ben her ne kadar onu örttüysem, onlar o örtüyü yırttılar. ben kezâ ve kezâ diyorum. onlar da diyorlar ki: “İmam başka birşey söylemek istiyordu.” ben sadece bana itaat edenlerin imamıyım.”
9- …kerrâm-ı has’emi’den:
İmam cafer-i sadık aleyhisselam şöyle buyurdu:
“vallahi eğer ağızlarında kilit olsaydı, onlara yapması geretiği işleri söylerdim. vallahi eğer takiyye edebilen birini görseydim, ona çok şeyler anlatırdım. allah bana yardımcı olsun.”
10- …ebu basir’den:
İmam muhammed bâkır aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu duydum:
“allah bir sırrı cebrail’e söyledi: cebrail ise o sırrı muhammed’e iletti. muhammed ise o sırrı ali’ye öğretti. ali ise o sırrı allah’ın istediklerine birer birer öğretti. siz ise o sırrı yolda konuşuyorsunuz.”
11- …mufazzal’dan:
İmam cafer-i sadık aleyhisselma benim elimden tutarak şöyle buyurdu:
ey mufazzal! bu iş sadece sözle olmaz. hayır, vallahi onu allahın koruduğu gibi korumalısın. allahın onu şerif kıldığı gibi sen de onu şerif kılmalısın. onun hakkını da tıpkı allahın emrettiği gibi edâ etmelisin.”
12- hafs bin nasîb’i fer’ân’dan:
muallâ bin huneys’in katledildiği günden sonra İmam cafer-i sadık aleyhisselam’ın yanına gittiğim de bana şöyle buyurdu:
ey hafs! muallâ’ya birşeyler anlattım. o da gidip ifşâ edince kılıçla öldürüldü. halbuki ben ona demiştim ki: kim bizim sözlerimizi korursa, allah da onu korur. dinini de dünyasını da muhafaza eder. ve her kim sırrımızı ifşâ ederse, onun dinini ve dünyasını elinden alır. ey muallâ! her kim bizim zor sözlerimizi gizlerse allah onun iki gözünün arasına bir nur karar kılar ve halkın içinde onu aziz kılar. ve her kim sırrımızı ifşâ ederse ya silahla öldürülür ya da şaşkınlık içinde ölür.”
2. bölüm
“Allah'ın ipine sımsıkı sarılın” ayetinin yorumu ile ilgili rivayetler
1- cabir bin abdullah-ı ensâri’den: yemenlilerden bir grup resululllah’ın (sallallahu aleyhi ve âlih) yanına gelince peygamber şöyle buyurdu: “yemenliler sevinerek geliyorlar.” resulullah’ın yanına girince de o hazret şöyle buyurdu: “bunlar öyle bir kavimdir ki kalpleri yumuşaktır ve imanları sağlamdır. onlardan mansur adlı biri ortaya çıkacak, benim halifeme ve halifemin vasisine yetmiş bin kişiyle yardım edecektir. onların kılıçlarının bağı, deridendir.” dediler ki: ey resulullah! senin vasin kimdir? buyurdu ki: “o öyle birisidir ki yüce allah ona sarılmanızı emrederek şöyle buyurdu: allahın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılmayın!”(15) dediler ki: ey resulullah! bu ipin ne olduğunu bize açıklar mısın? Şöyle buyurdu: o, yüce allahın şu ayetindir: “fakat allahtan bir iple ve halktan bir iple!”(16) allahın ipi, allahın kitabıdır. halktan olan ip ise benim vasimdir.
dediler ki: ey resulullah! kimdir senin vasin? Şöyle buyurdu: allah onun hakkında şu ayeti nazil etmiştir: “bir nefis sonunda diyecek ki: allahın yanında olduğu halde ona aldırış etmedim”(17)
dediler ki: ey resulullah! allahın yanında olan bu şey nedir? Şöyle buyurdu:
allahu teala onun hakkında buyurmuştur ki: “o gün zalim elini ısırarak der ki: keşke resulullah’ın yolunu izleseydim.”(18)
o benim vasimdir ve benden sonra bana ulaşan yol o’dur. dediler ki:
ey resulullah! seni hak peygamber olarak gönderen allah’a andolsun ki bize vasini göster. onu görmeyi çok istiyoruz.
peygamber şöyle buyurdu: allah kıyafetleri tanıyan müminlere onu bir ayet olarak karar kılmıştır. eğer kalbi sağlam ve kulağı olan bir şahit gibi ona bakarsanız onu tanırsınız. tıpkı benim peygamber olduğumu anladığınız gibi onun da vasim olduğunu anlarsınız. safları karıştırarak çehrelere bakmaya başladılar. çünkü yüce allah, kur’an-ı kerimde buyuruyor ki:
“halktan bir bölümünün kalplerini onlara doğru yönelt.”(19) yani ona ve onun evlatlarına. (aleyhisselam)
cabir der ki: eş’arilerden ebu âmir-i eş’ari kalktı. hevlâni’lerden ise ebu gurret-il hevlâni, beni kays’dan osman bin kays ve zebyân ayağa kalktılar. düsilerden de arne-î düsî ve lâhik bin alakâ ayağa kalktılar. safları karşıtırıp çehrelere baktılar ve saçının önü dökülmüş hafif şişman(20) birinin elinden tuttular. dediler ki: ey resulullah! kalbimiz buna doğru yöneldi. peygamber de buyurdu ki: peygamberiniz onu tanıtmadan siz onu tanıdığınız için siz allah’ın seçkinlerisiniz. onun vasi olduğunu nasıl anladınız? ağlayarak dediler ki: ey resulullah! kavmin çehresine baktığımızda hiçbir şey hissetmedik. ama buna bakınca kalplerimiz titredi. sonra ona tam olarak güvendik ve mutmain olduk. sonra ciğerlerimiz yandı ve gözlerimiz yaşardı ve kalplerimiz serinledi. sanki o bizim babamız, biz de onun evlatları gibiydik.
resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih) buyurdu ki: “onun te’vilini sadece allah bilir ve ilim de derim olanlar.” İşte siz onlardansınız. cabir şöyle der: bu yüce kavim emirülmüminin (aleyhisselam)a cemal ve sıffin’de yardım ettiler ve sıffin savaşında şehid oldular. ve resulullah onları cennetle müjdeledi ve onların ali bin ebi talible -aleyhisselam- savaşırkan şehit olacakları haberini verdi.
2- ali bin hüseyn (aleyhisselam) şöyle buyurdu:
“bir gün resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih) ashabı ile birlikte mescitte oturmuştu. buyurdu ki: “biraz sonra cennetlik biri bu kapıdan içeriye girerek baz sorular soracak. sonra tıpkı muzâr kabilesinin adamları gibi uzun boylu bir adam içeriye girdi. İlerleyerek resulullah’a selam verdı oturdu. sonra dedi ki:
ey resulullah! allah nazil ettiği bir ayette buyuyor ki: “allahın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılmayın!” sımsıkı sarılarak asla ayrılmamamız emredilen bu ipi açıklar mısın? resulullah bir süre basını öne eğdikten sonra mübarek başını kaldırdı. sonra ali bin ebi talibi -aleyhisselam- gösterip şöyle buyurdu:
İşte bu allah’ın ipidir ki kim ona sarılırsa dünyasında kurtulur, ahiretinde de dalâlete uğramaz. o adam ayağa kalkarak hz. ali’ye sarıldı ve dedi ki:
allahın ve resülünün ipine sarıldım. sonra arkasını dönerek gitti. o sırada ashaptan biri ayağa kalkarak dedi ki:
ey resulullah! onun yanına giderek allah’tan beni affetmesi için dua etmesini isteyebilir miyim? resulullah buyurdu ki:
eğer onu bulabilirsen iste. der ki: o adam onu bularak kendisi için allah’a dua etmesini istedi. o ise dedi ki: cihadının çokluğuna ve ilimle dolu olduğuna delalet eder. (ç.)
resulullahın bana ne dediğini ve benim de ona ne dediğimi anladın mı? dedi ki: evet. dedi ki: eğer o ipe sarılırsan allah seni bağışlar, aksi halde asla seni bağışlamaz.”
* * * *
eğer allahın sarılıp ayrılmamamızı emrettiği bu ipin ne olduğunu resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih) bizlere açıklamasaydı ve onun hz. ali aleyhisselam olduğunu bildirmeseydi, inatçı olanlar onu başkalarına yorumlayacaklardı. ama resulullah, veda haccınd iken hayf mescidindeki meşhur hutbesinde buyurdu ki:
“ben sizin rehberinizim. ve sizler bana havzun başında ulaşacaksınız. o havuzun genişliği san’â ile basra arasındaki mesafe kadardır. gökteki yıldızların sayısınca orada kadehler vardır. İşte ben sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum: büyük emanet kur’andır. ve küçük emanet ise itretim ve ehl-i beyt’imdir. o ikisi allah ile sizin aranızda; allahın uzattığı iptir. ona sarıldığınız sürece sapıtmazsınız. onun bir ucu sizde bir diğer ucu ise allahtadır. herşeyden haberdâr ve lütuf sahibi olan allah o ikisinin asla birbirinden ayrılmadan bana ulaşacaklarını bildirdi. tıpkı bu iki parmağım gibi -işaret parmaklarını gösterdi- sonra işaret ve orta parmağını göstererek dedi ki: İşte böyle! bunu ondan üstün kıldı.
evet kur’an, ehl-i beyt iledir, ehl-i beyt ise kur’an ile. o ikisi allahın sağlam ipidirler. tıpkı resulullah’ın da buyurduğu gibi birbirlerinden ayrılmazlar. İşte bu, allahın gözünü ve kalbini açtığı bir adama açık bir delildir ki: eğer birisi kur’an ilmini, tevilini, tenzilini, muhkem ve müteşabihini, helâl ve haramını, özel ve genelini allahın ve resulünün emrettiği bu ehli beyt’ten değil de başkasından öğrenebileceğini zannederse hem kendisi dalâlete düşer, hem de başkalarını sapıttırıp helâk olmalarına neden olur.”
resulullah hazretleri ehl-i beyti, bu ümmete örnek olarak gösterip buyuruyor ki:
“benim ehl-i beyt’im, tıpkı nuh’un gemisi gibidir. ona binen kurtulur, ondan ayrılan helak olur.” ve buyurmuşlardır ki:
“benim ehl-i beyt’im, tıpkı ben-i İsrâil’deki hitte (mağfiret) kapısı gibidir. her kim oradan girerse günahları affolunur. ve yaratanından bolluk ve rahmeti hakkeder. nasıl ki yüce allah şöyle buyuruyor: kapıdan secde ederek girin ve hitta “mağfiret” deyin. biz sizin hatalarınızı affederiz ve ihsan edenlere biz de ihsan ederiz.”(21)
emirülmüminin aleyhisselam şii ve sünnilerin naklettiği meşhur hutbesinde şöyle buyuruyor:
ademin gökten yere inerken getirdiği ilimi ve bütün peygamberleri son peygambere kadar birbirinden üstün kılan şey, resulullahın ehl-i beyt’indedir.
nereye doğru gidiyor ve başıboş dolaşıyorsunuz? ey nuh’un gemisinde oturanın evlâdı, ehl-i beyt de aranızda o gemi gibidir. tıpkı orada gemi sayesinde kurtuldukları gibi, burada sizler bu ehl-i beyt sayesinde kurtulursunuz. İmamlardan ayrılanlara eyvahlar olsun. ve buyurdu ki:
bizler sizin içinizde ashab-ı kehf’in mağarası gibiyiz. ve tıpkı hitte; kurtuluş kapısı gibiyiz. öyleyse hepiniz oraya dahil olun. aynı hutbesinde şunları da buyurmuştur:
muhammed’in ashabından hatırlayanlar çok iyi bilirler ki o, şöyle buyurmuştur: ben ve ehli beyt’im pâk ve tahiriz. onlardan öne geçmeyin yoksa sapıtırsınız. ve onladan ayrılmayın aksi halde helâk olursunuz. onlara karşı çıkmayın yoksa cahil olursuınuz. onlara birşey öğretmeyin. çünkü onlar sizden daha çok bilirler. onlar halkın küçüğünden ve büyüğünden daha çok bilirler. her nerede olursa hakka ve hakk ehline uyun. ve her nerede olursa batılı ve batıl ehlini reddedin.”
ama halk böyle övülen, sıfatları mükemmel olan ve davet olunan birini terkettiler, ondan yüzçevirdiler, onlardan vazgeçtiler ve resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih)in emriyle alay ettiler. ve onun sözünü hiçe saydılar. allahın, resulullah’ın diliyle emrederek itaat etmelerini ve bilmedikleri şeyleri ondan öğrenmelerini istediği ehl-i beyt’i terkettiler. allah şöyle buyurmuştur:
“eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.”(22) ve buyurmuştu ki:
“allah’a, resulüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin.”(23)
ve resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih) kurtuluşun şartının; onlara sarılmak, sözlerine uymak, onların emrine teslim olmak, ilimi onlardan öğrenmek ve onların nuru ile münevver olmak olduğunu buyurmuştur. ama halk bunların başkalarında olduğunu iddia ettiler. ve onlardan vazgeçerk başkalarına yöneldiler. onların yerine başkalarının geçmesine de razı oldular. halbuki allah onları ilimden uzaklaştırmıştır. ve her olayı kendi heva ve heveslerine göre yorumlamışlardır. ve kendi mantıkları, re’yleri ve kıyasları sayesinde, allahın tayin ettiği oniki imama ihtiyaçları olmadığını zannettiler. ve onlar kendi akıl ve hevâlarına ve reylerine sığındıkları için allah onları kendileriyle başbaşa bıraktı. böylece fasid olup dalâlet uğradılar. kendileri helâk oldukları gibi başkalarını da helâk ettiler. allah onlar hakkında buyuruyor ki:
“de ki: sizlere amelleri hüsrana uğrayanları söyleyeyim mi: onların dünyadaki amelleri dalâlette olduğu halde, kendilerinin iyi işler yaptıklarını zannederler!”(24)
allahın, bu ümmetin zalimlerinin kıyamet günü ehl-i beyt’e yaptıklarından dolayı nasıl da pişman olacaklarını anlatan şu ayetini sanki okumamışlardır:
“o gün o zalim elini ısırarak diyecek ki: keşke resulün yolundan gitseydim. ve diyecek ki: yazıklar olsun bana. keşke filâncayı dost edinmeseydim.”(25)
resul, muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih) değil midir? ve “filanca” diye adı getirilen, dostluğu ve birlikteliği kınanan şahıs kimidir?
sonra diyor ki: “benim yanıma geldikten sonra beni bana gelen zikir den saptırdı.”(26) yani ben islama girip de ikrar ettikten sonra geldi. peki bu dostunun gelmesinden sonra alıkoyulduğu bu “zikir” nedir? o zikir, kafirlere ve zulüme karşı zafere sayelerinde ulaşılan kuran ve ehl-i beyt değil midir? allah, resulünü “zikir” diye adlandırarak buyuruyor ki:
allah sizere zikiri, resul olarak gönderdi.”(27) ve buyurdu ki:
“eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.”(28) buradaki zikir, resulden başka ne olabilir? buradaki zikir, ilim kaynağı olan ehl-i beyt’ten başka kim olabilir? sonra yüce allah buyuruyor ki:
“Şeytan, insanı yalnız bırakandır.” demek ki onu dünyada hüsrana uğratıp, ahirette yalnız bırakan ve onu zikirden uzaklaştıran bu dostluk, şeytanın dostluğunun ta kendisidir. sonra yüce allah resulünün kıyamet günü şöyle söyleyeceğini bildiriyor:
“resul der ki: ey rabbim! doğrusu kavmim bu kur’anı hafife aldılar.” yani sen bu kur’ana ve ehl-i beyt’e sarılmayı ve ayrılmamayı emrettiğin halde onlar bunları terkettiler ve yalnız bıraktılar.
bu hitaplar, sitemler ve kınamalar resulullahın diliyle kur’anın nazil olduğu kavim ve ondan sonra ehl-i beyt’e zulmeden ümmetle ilgili değil midir? onlar allahın kitabına uymadıkları için resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih) kıyamet günü onların aleyhinde şahitlik edecek, kendisinin kur’an ve ehl-i beyt’e sarılma sözünü terkettiklerini ve onları yalnız bırakıp nefsi hevâ ve heveslerine uyduklarını bildirecektir. onlar kur’an ve muhammede şekk ederek ehl-i beyt’in faziletlerini kıskandıkları için dinleri yerine dünyevi amelleri tercih ettiler.
İşte bakınız! kur’anın bu ayetine uyan şu hadisi hiçkimse inkâr etmez: resulullah buyurdu ki:
ashabından bir kavim kıyamet günü benim yanımdan uzaklaştırılacak. ben de diyeceğim ki: ey rabbim! ashabım, ashâbım. sonra denilecek ki: ey muhammed! onların senden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun? ben de diyeceğim ki: uzaklaşsınlar, defolsunlar.”(29)
allahın şu ayeti de bunu onaylarak tasdik ediyor:
“muhammed sadece bir resüldür ve ondan önce de resuller gelip geçmiştir. eğer o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (cahiliyete) mi döneceksiniz? eğer birisi geriye dönerse bu, allah’a ziyan getirmez. ve allah, şükredenlere ihsân eder.”(30) bu ayet açıkça işaret etmektedir ki, bir topluluk peygamberin ölümünden sonra gerisin geriye dönecektir. onlar allahın ve resülünün emrine karşı çıkanlardır. onlar fitneye bulaşmış insanlar olup, yüce allah onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
“onun emrine karşı çıkanlar bir fitneye bulaşmaktan ya da acı bir azâba uğramatan korksunlar.”(31)
allah onlara azâbını artırmış ve âl-i muhammed’e zulmedenleri uzaklaştırmış, onları sevmeyi ve başkasına değil de sadece ehl-i beyt’e tabi olmayı ise allah’a ulaşmanın yolu olarak göstermiştir:
“de ki; ben peygamberliğim karşısında sadece yakınlarım (olan ehl-i beyt’imi) sevmenizi istiyorum.”(32) ve buyuruyor ki:
“hakka hidayet edene mi uymak daha doğrudur yoksa hidayete ulaşmadıkça hidayet etmeyene mi? ne oluyor size nasıl hükmediyorsunuz.”(33)
İslam ümmeti içinde azıcık insafı olan ve yalanı sevmeyen bir grup insan şöyle der:
bütün zor ve çetin sorunlarda her zaman resulullahın (sallallahu aleyhi ve âlih) ve vasisi hz. ali (aleyhisselam) ashabı yönlendirir ve hidayet ederdi. ama ashap asla hz. ali’yi irşâd etmemiş ve ona yol göstermemiştir. onlar her zaman hz. ali’ye muhtaç idiler ama hz. ali hiçbirine muhtaç değildir. onlara her zaman ilim öğretirdi ama onlar hz. ali’ye hiçbir şey öğretemediler.
ve allah resulü’nün kızı fatıma (sallallahu aleyha)’ya öyle eziyetler ettikler ki vasiyetinde geceleyin gizlice defnolunmasını istedi ve babasının ümmetinde onun istedikleri dışında kimse ona cenaze namazı kılmadı.
eğer islamda hiçbir musibet olmasaydı ve islam düşmanlarının bizim aleyhimizde hiçbir delili olmasaydı dahi hz. fatımâ’nın başına gelen musibetler ve onun gazaplanması ve cenazesine onlardan kimsenin katılmamasını istemesi dahi en büyük musibet ve hayâdır. yalnız allahın kalbini mühürlediği insanlar bunun pek önemli bir hadise olmadığını kaydederler. hatta onu inciteni temize çıkarıp onu fatımâ’dan, kocasından ve evlatlarından üstün bilir. ve onun şanını ehl-i beyt’ten daha da yüceltir. ve onun fatımâya yaptıklarını onun hak meziyetlerinden biri olarak sayar. ve o, bu işiyle hz. muhammed’den sonraki en üstün(!) insan konumuna gelmiştir. ve yüce allah buyuruyor ki:
“gözler kör olmaz ama göğüslerdeki kalpler kör olur.”(34)
âl-i muhammed’in düşmanlarının, zalimlerin ve onları sevenlerdeki bu körlük kıyamet gününe kadar devam edecektır. allah o gün hakkında buyuruyor ki:
“sen bundan gaflette idin, senden perdeleri kaldırdık ve senin gözün bugün demir gibidir (keskindir).”(35) ve: “o gün zalimlerin mazeretlerinin yararı olmayacak, lânet onlaradır ve kötü yer de onlaradır.”(36)
bundan daha şaşırtıcı olan şudur ki:
bu kör ve sağırlar iddia ediyorlar ki kur’anda farzlar ve sünnetler hakkında herşey yokur. ve onlar bu konularda birşey bulamayınca kıyasa ve re’ye başvuruyorlar. ve hz. resulullah’a yalan ve iftiralar atıyorlar ve onun -haşa- kıyas’a müsade ettiğini iddia ediyorlar. onlar bu konunda maaz’dan rivayet olunan uydurma bir hadisi(37) delil getiriyorlar. halbuki yüce allah kur’anı kerimde buyuruyor ki:
“ve herşeyi açıklayasın diye sana kitabı indirdik.”(38) ve buyuruyor ki: “kur’anda hiçbir şeyi (açıklanmamış) bırakmadık.”(39) ve buyuruyor ki: “ve herşeyi mübin imamda karar kıldık.”(40) ve: herşeyi kitap olarak getirdik.”(41) ve buyuruyor ki: “de ki: ben sadece bana vahyolana itaat ederim.”(42) ve buyuruyor ki: “ve onların arasında allah’ın indirdikleriyle hükmet.”(43)
öyleyse her kim -allah; herşeyi açıklayasın diye buyurduğu halde- dünya ve âhiretle ilgili farz veya sünnet olan bir şeyin ve şeriat ehlinin muhtaç olduğu konuların kur’anda bulunmadığını söylerse allah’ın sözünü kendisine geri döndürmüş, allah’a iftira atmış ve onun kitabını anlayamayıp yalanlamış olur.”
keşke onlar kendilerini kandırmasalar da tabi oldukları imamlarının, bunları kur’anda bulamadıklarını çünkü onların kendilerine ilim verilen kur’an ehli olmadıklarını bilseydiler. onlar kur’an konusunda allah ve resulünden hiçbir nasip alamamışlardır. aksine yüce allah kur’anın bütün ilmini resulullahın ehl-i beyt’ine (aleyhisselam) vermiş, halkın onlara yönelmesini istemiş ve onların kur’anın ilminin hazinesi, varisleri ve tercümanları olduğunu defalarca vurgulaşmıştır.
eğer onlar allahın şu iki ayetine uysaydılar:
“eğer bilmediklerini allah’ın resulüne ve onlardan dan emir sahiplerine sorsaydılar, ilmi onlardan olanlar mutlaka bilirlerdi”(44), “eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.” allah da onları hidayet nurûna ulaştırır, onlara bilmediklerini öğretir ve onalrın kıyas ve re’ye kaçmalarını da engellerdi. böylece kulların amel ettikleri dinde ihtilâf olmazdı. ama bunlar resulullaha iftira atıp kıyasa onun izin verdiğini iddia ediyorlar. kur’an-ı kerim ise onları uyarıp şöylece menetmektedir:
“eğer allahtan başkasından olsaydı, onda birçok ihtilaflar bulurlardı.”(45) ve buyuruyor ki: “deliller geldikten sonra ihtilaf edip dağılanlar gibi olmayın.”(46) ve buyuruyor ki: ımsıkı sarılın ve ayrılmayın.”(47)
allahın ihtilaf ve ayrılığı kınadığı ayetler hayli fazladır. dinde ihtilâf ve ayrılık dalâlettir. onlar ise bunu câiz bilip buna resulullahın izin verdiği iftirasını atıyorlar allah ise buyuruyor ki:
“ayrılıp ihtilâf edenler gibi olmayın.”
bundan daha açık bir söz olur mu? bu açıklamadan sonra halkın allah karşısında mazertleri olabilir mi? kendi başımıza kalıp kıyas yapıp kendi reyimize dayanmaktan allah’a sığınırız. allah’ın bizleri hidayet ettiği bu yol da; ehli beyt yolunda sabit kılmasını niyaz ederiz.
ve dinine irşad edip ehl-i beyt sevgisini nasip ettiği, onların emrettiğine uyup menettiklerinden çekinmemize yardımcı olduğu için yüce allah’a şükrediyor, bu konuda ehli beytten vazgeçmeyeceğimizi ve onlarda asla süphe etmediğimizi, onlardan öne geçmeyerek onlardan geride kalmayacağımızı tekrar vurguluyoruz. Şüphesiz onlardan öne geçen dinden çıkar, onlardan ayrılan boğulur, onlara karşı çıkan helâk olur, onlara uyan onlara katılır ve resulullah da böyle emretmiştir.
Kaynaklar
-------------------------------------------
(1)- mübarek “İbrahim” süresi 34. ayet-i şerife.
(2)- mübarek “cinn” süresi 26 ve 27. ayet-i şerife.
(3)- mübarek “nahl” suresi 89. ayet-i şerife.
(4)- mübarek “kısas” suresi 68. ayet-i şerife.
(5)- mübarek “en’am” suresi 112. ayet-i şerife.
(6)- mübarek “nûr” suresi 39. ayet-i şerife işaret etmektedir.
(7)- mübarek “bakara” suresi 17. ve 20. ayet-i şerife.
(8)- mübarek “bakara” suresi 17. ve 20. ayet-i şerife.
(9)- mübarek “hadid” suresi 16 ve 17. ayet-i şerifeler.
(10)- mübarek “al-i İmrân” suresi 200. ayet-i şerife.
(11)- mübarek “kamer” suresi 309 ve 31. ayet-i şerifeler.
(12)- mübarek “Şems” suresi 14 ve 15. ayet-i şerifeler.
(13)- mübarek “ankebut” suresi 1 ve 2 ayetler.
(14)- mübarek “bakara” süresi 137. ayet-i şerife.
(15)- mübarek “al-i İmran” suresi 103. ayet-i şerife.
(16)- mübarek “al-i İmran” suresi 112. ayet-i şerife.
(17)- mübarek “zümer” suresi 56. ayet-i şerife.
(18)- mübarek “furkân” suresi 27. ayet-i şerife.
(19)- mübarek “İbrahim” suresi 47. ayet-i şerife.
(20)- hz. ali aleyhisselam meşhur ve maruf vasıflarındandır.
(21)- mübarek “bakara” suresi 58. ayet-i şerife.
(22)- mübarek “enbiya” suresi 7. ayet-i şerife.
(23)- mübarek “nisa” suresi 60. ayet-i şerife.
(24)- mübarek “kehf” suresi 103. ayet-i şerife.
(25)- mübarek “furkân” suresi 27. ve 28. ayet-i şerifeler.
(26)- mübarek “furkân” suresi 29. ayet-i şerife.
(27)- mübarek “talâk” suresi 10. ve 11. ayet-i şerifeler.
(28)- mübarek “enbiyâ” suresi 7. ayet-i şerife.
(29)- müsned-i ahmed bin hanbel c.1 s.453 ve 454, sahih-i buhari (rikâk bölümü).
(30)- mübarek “âl-i İmrân” suresi 144. ayet-i şerife.
(31)- mübarek “nür” suresi 63. ayet-i şerife.
(32)- mübarek “Şurâ” suresi 33. ayet-i şerife.
(33)- mübarek “yunûs” suresi 35. ayet-i şerife.
(34)- mübarek “hacc” suresi 46. ayet-i şerife.
(35)- mübarek “kâf” suresi 22. ayet-i şerife.
(36)- mübarek “mümin” suresi 52. ayet-i şerife.
(37)- bu konudaki hadis tirmizi ve ebu dâvud ‘da yazılıdır.
(38)- mübarek “nahl” suresi 89. ayet-i şerife.
(39)- mübarek “en’âm” suresi 38. ayet-i şerife.
(40)- mübarek “yasin” suresi 12. ayet-i şerife.
(41)- mübarek “nebe” suresi 29. ayet-i şerife.
(42)- mübarek “en’âm” suresi 50. ayet-i şerife.
(43)- mübarek “mâide” suresi 49. ayet-i şerife.
(44)- mübarek “nisâ” suresi 83. ayet-i şerife.
(45)- mübarek “nisâ” suresi 82. ayet-i şerife.
(46)- mübarek “âl-i İmran” suresi 105. ayet-i şerife.
(47)- mübarek “âl-i İmran” suresi 103. ayet-i şerife.