MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ
MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ
ÖNSÖZ
Bazıları “Kültürel alanda birçok ihtiyaçlar olmasına rağmen; İmam Mehdi (a.f) konusunu incelemenin ve bu konuya değinmenin ne önemi vardır? Acaba bu konu hakkında yeterince sohbet edilip kitap ve makale yazılmamış mıdır?” diye sorabilirler.
Cevap olarak şöyle söylemek gerekir:
Mehdilik konusu, insan yaşamı için hayati önem taşıyan konulardan biridir. Ve insan yaşamının çeşitli yönleriyle direkt olarak ilişkisi bulunmaktadır.
Bu bakımdan, geçmişteki çalışmalar da göz önünde bulundurularak, bu konu hakkında söylenmemiş birçok hakikat ve gerçeğin var olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla âlimlerin, bilginlerin ve araştırmacıların bu konunun üzerine ellerinden geldiği kadar eğilmeleri ve bu alanda daha çok araştırma yapmaları gerekmektedir.
İmam Mehdi’yi (a.f) tanıma konusunun öneminin kavranabilmesi ve bu konunun daha net, daha sahih bir şekilde anlaşılabilmesi için aşağıdaki noktalara dikkatlerinizi çekmek istiyoruz:
1- İmam Mehdi (a.f) konusu, Şiî’ itikadına göre usul-u dininin bir parçası olan imamet inancına dayanmaktadır. Bu konu hakkında, Kuran ve İslami hadislerde, geniş bir şekilde araştırma yapılmıştır.
Şiî ve Sünnî kaynaklarda Peygamber (s.a.a) efendimizden şöyle nakledilmiştir:
“Kim zamanının imamını tanımadan ölürse, cahiliye ölümü üzere ölmüştür.”[1]
İnsanın manevi dünyasıyla bu şekilde ilişkisi olan bir konunun incelenmesi, açıklanması ve gerçeklerinin öğrenilmesi için özel bir çaba gösterilmesi gerekmez mi?
2- İmam Mehdi (a.f) bütün pisliklerden arınmış tertemiz imamet zincirinin on ikinci imamıdır. Yüce imamet konusu, Allah Resulü’nün (s.a.a) bizlere bıraktığı iki ağır (İki önemli) emanetten birisidir. Çünkü Ehl-i Sünnet ve Şii kaynaklarında Peygamber efendimizden (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
“Şüphesiz ben sizin aranızda iki ağır (İki önemli) emanet bırakıyorum. Onlar, Allah’ın kitabı ve İtretimdir. Eğer bu ikisine sık,ı sıkı sarılırsanız hiçbir zaman sapıklığa düşmezsiniz...”[2]
Bu anlamda, Allah’ın emir ve buyruğu olan Kuran-ı Kerim’den sonra, hangi yol imamın yolundan daha aşikâr ve hidayete daha yakın olabilir? Acaba Allah’ın kitabı Kuran-ı Kerim’in açıklanması ve tefsir edilmesi; Resulullah’ın (s.a.a) hak halifesinin açıklaması, tefsiri ve beyanı olmadan ne kadar mümkün olabilir?
3- İmam Mehdi (a.f) yaşayan, hazır, huzurda olan, nezaretçi ve gören kimsedir. Mehdi (a.f) hakkında özellikle gençler arasında bir takım sorular gündeme getirilmektedir. Önceki dönemlerde yaşayan âlimlerin eserlerinde bu sorulara cevaplar bulunsa da; birçok soru işareti cevapsız kalmış veya verilmiş olan cevaplar yeterince doyurucu olmamıştır.
4- İmamet konusunun öneminin Şiilerin fikirsel ve ameli yapısı içinde hayati önem taşıması nedeniyle; düşmanlar sürekli İmam Mehdi (a.f) hakkında bir takım şüpheler ortaya atıp zihinlerde kuşkular uyandırmaya çalışmışlardır. Böylelikle hazrete inanan kimseleri şek ve şüpheye sürüklemeyi hedeflemişlerdir.
Böyle kişiler, bazen hazretin doğumu hakkında şüphe uyandırmaya çalışmışlar, bazen uzun ömürlü olmasını olanaksız bir olay olarak lanse etmeye çalışmışlar ve bazen de hazretin kayıp olarak yaşamasının mantık dışı olduğunu öne sürmüşlerdir. Bunlara benzer, yüzlerce şüphe ortaya atmışlardır. Bazen de Ehl-i Beyt (a.s) mektebini ve maarifini bilmeyen cahil dostlar, Mehdilik konusu hakkında yanlış olan ve mektepsel dayanağı bulunmayan konuları beyan etmişlerdir. Sonunda da bir takım insanları yanlış yola sürüklemişler ve sürüklemeye de devam etmektedirler.
Örneğin; İmam Mehdi’yi (a.f) beklemek, silahlı kıyamı ve gaybet zamanında hazret ile görüşme gibi konular hakkında, sahih rivayetler ile çelişen yanlış ve mantık dışı görüşler öne sürmüşler ve sürdürmeye de devam etmektedirler. Bu gerçekleri göz önünde bulunduracak olursak, Mehdilik konusunun doğru ve sahih bir şekilde incelenmesi gerektiğini anlayacağız.
Yukarıda açıklanan noktaları göz önünde bulundurarak kitabımızda İmam Mehdi’nin (a.f) nurani yaşamını inceleyeceğiz. Aynı zamanda, gençlerin akıllarında oluşan İmam Mehdi’nin (a.f) yaşamı ile ilgili sorulara cevap vereceğiz. Yanlış yolda olanların yanlışlarını inceleyip eleştirerek, bu gibi görüşlerin zararına değinip doğru yolu sunmaya çalışacağız. Allah’ın yeryüzündeki hüccetini tanıma ve aşina olma yolunda bir adım atmış olduğumuzu ümit ediyoruz.
1.FASIL /İMAMET
Peygamber efendimizin (s.a.a) vefatından sonra, yeni oluşmuş İslam camiasının en önemli meselesi hilafet ve halife konusu idi. Bazıları, sahabelerin bir kısmının oyu ile Ebu Bekir’in halife olmasını doğru olarak kabul ettiler. Bazıları ise; Peygamber efendimizin (s.a.a) halifesinin, yine peygamberimizin belirlemesi ve seçmesi sonucuyla İmam Ali’nin (a.s) olduğuna inandılar. Sonraki dönemlerde birinci grup Amme; (Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat) ikinci grup ise Hasse; (Teşeyyü) olarak tanınmışlardır.
Dikkat edilmesi gereken başka bir nokta da, Şii ve Sünni ekolleri sadece halifenin şahsı (kim olacağı) konusunda ihtilaf etmemektedirler. Aynı zamanda bu iki ekol; imam kavramı, imamın makamı ve özellikleri konusunda da derin ayrılıklar içindedirler. Bu bakış açısıyla da iki ekol bir birlerinden ayrılmaktadırlar.
Konunun daha iyi anlaşılması için; imam ve imametin manasını açıklayarak iki ekolün bu konu hakkındaki farklı görüşlerini beyan etmeye çalışacağız.
“İmamet” sözlükte önder ve lider olmak anlamına gelir. “İmam”; belirli bir çizgide bir grubun sorumluluğunu üstlenen kimseye denir. Istılahta ise; imamet, çeşitli manalara sahiptir.
Ehl-i Sünnet’e göre; imamet, bir nevi dünyevi hâkimiyettir (İlahi bir makam değildir). İslami camiayı idare edip yönetmekle mükelleftir. Her camianın bir rehbere ve yöneticiye ihtiyacı olması gibi; İslam camiası ve ümmeti de peygamber efendimizden (s.a.a) sonra kendisine bir rehber, yönetici ve başkan seçmek zorundadır. Seçimin nasıl yapılacağı ve kimin seçileceği konusunda, İslam her hangi bir yol ve yöntem sunmamıştır. Bundan dolayı, Peygamber efendimizin (s.a.a) yerine halife seçimi çeşitli yollarla mümkündür. Örnek olarak; milletin veya camianın büyüklerinin oy çoğunluğu ile birisini seçmeleri, önceki halifenin bir kişiyi tayin etmesi-vasiyet etmesi, ihtilal ve devrimle, hatta askeri darbe gibi değişik yollarla da olabilir.
Fakat Şiiler, imamet konusuna nübüvvetin devamı olarak inanmaktadırlar. İmamı ise, Allah’ın yeryüzünde yaşayan kulları arasındaki hücceti ve Allah ile mahlûklar arasındaki feyiz vasıtası olarak bilmektedirler.
Şiiler şöyle inanmaktadırlar:
“İmam” İlahi bir tayin ile belirlenmeli ve Peygamber efendimiz (s.a.a) tarafından tanıtılmalıdır.
Bu görüş imamet düşüncesinin Şii ekolündeki yüce ve büyük makamından kaynaklanmaktadır. Çünkü imam; Müslümanların rehberi, ilahi ahkâmların açıklayıcısı, Kuran-ı Kerim’in müfessiri ve saadete ulaştıran yol göstericidir.
Başka bir tabirle, Şii kültürüne göre imam; din ve dünya işleri olmak üzere iki kısımda da halkın önderidir. Nitekim Ehl-i Sünnet, halifenin sadece halkın dünya işlerini idare etmekle mükellef olduğuna inanmaktadır.
İmama Olan İhtiyaç
İki ekolün görüşü anlaşıldıktan sonra şu soruya cevap vermek yerinde olacaktır; “Kur’an-ı Kerim ve Peygamber efendimizin (s.a.a) sünneti elimizde olmasına rağmen, Şiilerin inandığı gibi bir din rehberine ve imama gerek var mıdır?
İmamın olmasının zarureti ile ilgili birçok deliller beyan edilmiştir. Fakat biz delillerden sadece birini sunmakla yetineceğiz:
İnsanların, peygamberlere ihtiyaçları olduğunu açıklayan deliller; imamlara da ihtiyaçları olduğunu belirtmektedir.
Zira Bilindiği gibi İslam dini en son dindir. Peygamber efendimiz Hz. Muhammet (s.a.a) Allah Peygamberlerinin en sonuncusudur. Bu bakımdan, İslam dini beşerin kıyamete kadar olan bütün ihtiyaçlarına cevap vermelidir.
Bununla birlikte Kur’an-ı Kerim İlahi maarif ve hükümlerin esaslarını, genel olarak beyan etmiştir. Bunların açıklanmasını, şerh edilmesini ve ayrıntılarının anlatılmasını Peygamber efendimize (s.a.a) bırakmıştır.[3]
Fakat bilindiği gibi Peygamber efendimiz (s.a.a) İslam camiasının rehberi olarak kendi zamanında yaşayan Müslümanların ihtiyaçlarını (kapasitelerine göre) ilahi ayetlerle açıklamıştır.
Bundan dolayı peygamberimizin (s.a.a.) liyakatli halifeleri, onun gibi sonu olmayan deniz misali bir ilme sahip olarak açıklanamayan hakikatleri beyan etmeleri ve Müslüman camianın zaman akışı içinde ortaya çıkan ihtiyaçlarına cevap verip sorunlarını halletmeleri gerekir.
Aynı şekilde imamlar (a.s); Peygamber efendimizden (s.a.a) kalan mirasın bekçileri, koruyucuları, Kur’an-ı Kerim’in gerçek açıklayıcıları ve müfessirleridirler.
Çünkü Allah’ın dinini tahriften, düşmanların oyunlarından ve garezli insanların tuzaklarından koruyup tertemiz İslam kaynağını kıyamet gününe kadar korumaları gerekmektedir.
Bunlara ilave olarak şöyle söyleyebiliriz;
“İmam” kâmil bir insan olarak, bütün boyutlarıyla mükemmel bir örnektir. Beşerin böyle bir örneğe ciddi bir şekilde ihtiyacı vardır. İnsanların, onun hidayet ve yönlendirmesi ile kâmil bir insan olarak terbiye edilmeleri gerekir.
Böylelikle insanlar, ilahi öğretmenin yönlendirmesi neticesinde yanlış yola sapmalardan, asi nefsin tuzaklarından ve dış şeytanlardan kendilerini korumalıdırlar.
İmamın vazifeleri şunlardır:
- Toplumsal işleri idare edip yönetmek (Hükümet kurmak)
- Allah’ın gönderdiği, Peygamber efendimizin (s.a.a) getirdiği dini tahriften korumak ve Kur’an-ı Kerim’i sahih bir şekilde beyan edip açıklamak.
- İnsanların manevi hidayeti ve nefislerinin tezkiye edilmesi için çalışmak.[4]
İmamın Özellikleri
Hayatın ve dinin devam etmesinin garantisi olan, beşerin ihtiyaçlarına cevap veren ve seçkin bir şahsiyeti bulunan Peygamber efendimizin (s.a.a) halifesi; bulunduğu rehberlik ve önderlik makamına uygun olarak bir takım üstün özelliklere sahip olmalıdır. Allah Peygamberi’nin (s.a.a) halifesinde bulunması gereken en önemli özellikler şunlardan ibarettir:
Takvalı olmalıdır. Günahlardan kaçınmalıdır. Küçük günahları dahi işlemeyecek ismet makamına sahip olmalıdır.
İlahi ilme bağlı olan ve Peygamber efendimizin (s.a.a) ilminden kaynaklanan ilme sahip olmalıdır. Bu bakımdan maddi ve manevi, dini ve dünyevi bütün alanlardaki sorulara cevap verebilmelidir.
En yüksek derecedeki ahlaki faziletlere sahip olmalıdır.
Dini öğretiler ışığında, beşeri camiayı yönetip doğru ve sahih bir şekilde idare etmelidir.
İmam için zikrettiğimiz özellikleri göz önünde bulunduracak olursak, böyle bir insanın seçiminin halkın ilim ve bilgisi dâhilinde olamayacağı açık bir şekilde anlaşılacaktır. Sadece Allah-u Teala sonsuz ilmiyle Peygamberin (s.a.a) halifesini ve ondan sonraki önderi seçebilir. Bundan dolayı imamın en önemli özelliklerinden biri de Allah tarafından seçilip atanmasıdır.
Zikrettiğimiz özelliklerin önemli olmasından dolayı her biri hakkında kısaca açıklama yapmaya çalışacağız:
İmamın İlmi
Milletin rehberlik ve önderlik görevini üstlenmiş olan imam, dini bütün boyutları ile bilmesi ve kanunlarını eksiksiz bir şekilde tanıması gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim’in bütün ayetlerinin tefsirini ve Peygamber efendimizin (s.a.a) sünnetini bilmelidir. Dini maarifleri açıklayıp halkın çeşitli konulardaki bütün sorularına cevap verebilmelidir. Onlara en iyi şekilde yol gösterebilmelidir.
Böyle olan bir ilim membaının, halkın bütün kesimlerinin itimat edip güvendiği bir kimse konumunda olacağı çok açıktır. Bu şekil bir ilme sahip olabilme, sadece ilahi ilme bağlı olabilme sonucunda mümkündür.
Bundan dolayı Şii şöyle inanmaktadır;
İmamların ve Peygamber efendimizin (s.a.a) hak halifelerinin ilmi, ilahi sonsuz ilimden kaynaklanmaktadır.
İmam Ali (a.s) hak imamın nişaneleri hakkında şöyle buyuruyor:
“İmam; Allah’ın helalleri, haramları, emirleri, nehiyleri, çeşitli hükümler ve insanların ihtiyacı olan bütün meseleler konusunda en bilgin olan kişidir.”[5]
İmamın İsmeti
İmametin temel şartlarından ve imamın en önemli özelliklerinden birisi de “İsmet” sıfatıdır. İsmet; hakikate olan ilimden ve kuvvetli iradeden kaynaklanan bir özelliktir. İmamda, bu iki özelliğin bulunmasından dolayı her türlü günaha ve hataya (düşmekten) duçar olmaktan korunmaktadır. İmam; dini maarifleri tanıma, açıklama, onlara amel etme, İslam toplumunun maslahat ve zararlarını bilme konusunda her türlü sürçmeden masumdur.
İmamın masum olması konusunda çeşitli akli ve nakli (Kuran’dan ve Hadislerden) deliller vardır. Akli delillerin en önemlileri şunlardan ibarettir:
A- Din ve dindarlık yolunun korunması, imamın masum olmasına bağlıdır. Zira imam dinin korunmasından, tahrif olmamasından ve halkın din yoluna hidayet olmasından sorumludur. İmamın yalnızca sözleri değil; hatta başkalarının amellerini onaylayıp onaylamama konusundaki tutumu da, toplumun ameli üzerinde etkili olmaktadır.
Dolayısıyla dini anlama ve ona amel etme konusunda her türlü sürçmeden korunmuş olması ve böylelikle izleyicilerini doğru yola hidayet etmesi gerekir.
B- İnsanların, dini tanıma ve uygulama konusunda hatasız olmamaları; toplumların imama ihtiyaç duymalarının delillerinden biridir. Eğer halkın rehberi de hata sahibi olursa halkın imama tam olarak güvenmesi nasıl sağlanabilir?! Başka bir ifadeyle; imam, masum olmazsa, halk imama uyma ve emirlerini yerine getirme konusunda şek ve şüpheye düşecektir.[6]
Kur’an-ı Kerim’de imamın masum olması gerektiğine işaret eden ayetler de bulunmaktadır. Onlardan birisi Bakara suresinin 124. ayetidir. Bu ayette, Allah-u Teala Hz. İbrahim’e (s.a) nübüvvet makamından sonra yüce imamet makamını vermiştir. Daha sonra Hz. İbrahim kendi neslinde de imamlar karar kılınmasını isteyince yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“...zalimler benim ahdime nail olamaz!”
Yani; imamet makamı, Hz. İbrahim’in (a.s) neslinden olanlara, ancak zalim olmayan insanlara mahsustur.
Kur’an-ı Kerim, Allah’a şirk koşmayı büyük bir zulüm olarak kabul etmektedir. Aynı şekilde, Allah’ın emirlerini çiğnemenin de nefse zulüm olduğunu bildirmiştir.
Dolayısıyla kim hayatının her hangi bir döneminde günah işlemişse zalim olarak telakki edilmiş ve imamet makamına layık görülmemiştir. Böylelikle bu gibi insanlar bu makama ulaşamayacaklardır.
Başka bir ifadeyle; hiç şüphesiz Hz. İbrahim (a.s) “İmamet makamını” zürriyetinden gelip bütün ömrü boyunca günah işleyen veya başlangıçta iyi sonra kötü olan insanlar için istememiştir. Buna göre geriye iki grup kalmaktadır:
1. Başlangıçta günahkâr olanlar. Ancak sonra tövbe edip iyi olan insanlar.
2. Hiç günah işlemeyen insanlar.
Allah-u Teala kelamında birinci grubu kabul etmemiştir. Sonuç olarak “İmamet” makamının, ikinci grup için sınırlandırılmış olduğu anlaşılacaktır. Yani hiç günah işlemeyen insanlar bu makama ulaşabileceklerdir.
İmamın Toplumsal Yöneticiliği
İnsanın, toplumsal bir yapıya sahip olması ve toplumun, insan ruhu, hal ve hareketleri üzerinde büyük tesiri bulunması nedeniyle; İnsanın sahih bir şekilde terbiye edilip Allah’a yakınlaşması yolunda rüşt etmesi için müsait ve münasip toplumsal ortam yaratılmalıdır.
Böyle ideal bir toplumun yaratılması da ancak ilahi bir hükümetin kurulması ve teşkil edilmesi ile mümkündür.
Bu bakımdan, insanların imamı ve önderi camiayı yönetebilme gücüne sahip olmalıdır. Kur’an ve nebevi sünnet başta olmak üzere, İslami öğretilerden ilham alarak ve işgüzar becerikli insanlardan yararlanarak İslam hükümetini kurabilmelidir.
Ahlaki Kemal ve Sıfatlara Sahip Olması
İmam, camianın önderi ve rehberi olduğu için; bütün çirkinliklerden, kötülüklerden, uygunsuz ve beğenilmeyen sıfatlardan uzak olmalıdır. Bununla birlikte ahlaki bütün güzel sıfatlara da en iyi şekilde sahip olmalıdır. Zira imam kâmil bir insan olarak takipçileri ve yarenleri için en güzel örnek ve olgu konumundadır.
İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor:
“İmamın nişaneleri vardır: O, insanların en bilgilisi..., en takvalısı, en sabırlısı, en cesuru, en cömerdi ve en çok ibadet edenidir.”[7]
Bunlara ilave olarak; imam, Peygamberimizin (s.a.a) makamında oturmuş olan, onun halifeliğini yapan, insanları eğitip öğreten ve terbiye eden kimsedir. Bu açıdan da; imam, diğer insanlardan daha fazla İlahi ahlaka sahip olmak zorundadır.
İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
“(Allah’ın emriyle) kendini halkın imamı karar kılmış olan kimse; başkalarına öğretmeden önce kendi öğrenimi için gayret göstermeli ve başkalarını söz ile terbiye etmeden önce davranışlarıyla terbiye etmelidir.”[8]
İmamın Allah Tarafından Belirlenmesi
Şia inancına göre; Peygamberin (s.a.a) halifesi ve imam olan kimse, sadece Allah’ın emriyle ve Allah’ın seçimi ile belirlenebilir. Daha sonra Peygamber imam olan kimseyi tanıtır. Bu bakımdan hiçbir kimsenin veya gurubun bu işe karışma hakkı yoktur.
İmamın, Allah tarafından seçilmesinin birçok delili vardır. Şimdi onlardan bir kaçını aşağıda zikredeceğiz:
A- Kuran-ı Kerim’in buyruğu üzere her şeyin tek ve mutlak hâkimi Allah’tır. Herkesin sadece Allah’a itaat etmesi gerekir. Allah’ın bu hâkimiyeti (layık gördüğü ve maslahat bildiği) istediği kimseye vermesi inkâr edilemeyecek bir gerçektir.
Bundan dolayı, peygamberler nasıl Allah tarafından seçilmişlerse, imamlar da Allah tarafından seçilmelidirler. Bu bakımdan halk üzerinde velayet hakkına sahip olacaklardır.
B- Önceki sayfalarda imam için ismet, ilim... gibi bir takım özellikleri açıkladık. Böyle bir özelliğe (hem de en üstün derecede) sahip olan bir insanın bulunması ve belirlenmesi, sadece aşikârı ve gizliyi bilen Allah tarafından mümkündür. Nitekim Allah Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’e (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Ben, seni bütün insanlara imam yapacağım”[9]
Güzel ve Kapsamlı bir Açıklama
Açıklamalarımızın sonunda sekizinci imamımız Hz. İmam Rıza’dan (a.s) imamın makamı ve özellikleri hakkında nakledilen hadisin bir kısmını zikretmemiz çok uygun olacaktır:
“Onlar (İmamet konusunda ihtilaf eden kişiler ve imametin seçimle olduğunu zanneden kimseler) cahillik ettiler... Yoksa insanlar, kendi seçimlerine ve oylamalarına bırakılacak kadar, ümmet içerisindeki imamet makamının değer ve yüceliğini bilmekte midirler?
Hiç şüphesiz imamet makamının kıymeti, şanı, makamı, hakikati ve derinliği; halkın kendi akılları ile ona ulaşıp, kendi oyları ile seçerek bulmalarından daha yüce, daha azim, daha büyük ve daha derindir...
Hiç şüphesiz imamet makamı; Allah azze ve celle tarafından, nübüvvet ve Halilullah makamından sonra üçüncü aşama da Hz. İbrahim’e verildi... İmamet; Allah’ın hilafeti, Resulullah’ın (s.a.a) hilafeti, Emirü’l-Müminin Ali’nin (s.a) makamı, Hasan ve Hüseyin’in (a.s) mirasıdır. Kuşkusuz imamet; dinin dizgini, Müslümanların birlik nedeni, dinin hayrı ve müminlerin izzetidir... Namazın, orucun, haccın ve cihadın kâmil olması ve... sınırların korunması imamdan (Velayetini kabul etmekten) dolayıdır.
İmam; Allah’ın helâlini helal ve Allah’ın haramını haram kılar. (Allah’ın hükümlerine göre hükmeder) Allah sınırlarını ayakta tutar. Allah’ın dinini savunur. Hikmetle, güzel öğütle ve açık delille insanları Allah yoluna davet eder.
İmam doğan güneş gibidir. Nuru bütün âlemi kapsar. Kendisi ufuktadır. Öyle ki eller onu tutamaz ve gözler ona ulaşamaz. İmam parlayan ay, ışık saçan lamba, ışıldayan nurdur. Karanlıklarda, şehir ve çöl yollarında, deniz girdaplarında yol gösteren ve hidayet eden yıldızdır. (Her türlü fitne ve cahillikten insanı kurtaran önderdir.)...
İmam; iyi bir dost, şefkatli bir baba, can yoldaşı, küçük ve büyük çocuklara karşı iyi bir anne, büyük musibetlerde insanlar için bir sığınaktır. İmam günahlardan ve ayıplardan uzak olan kimsedir. Onun özel bir ilmi, sabrı ve hilmi gibi kendine has nişaneleri vardır... İmam kendi zamanının tek (eşsiz) kimsesidir. Hiçbir kimse onun (makamına) yaklaşamaz ve hiçbir bilgin de onun ile boy ölçüşemez. Hiç bir kimse onun yerini alamaz. Onun bir benzeri ve örneği yoktur...
Öyleyse imamı tanıyabilecek olan kimdir? Veya imamı seçmesi mümkün olan şahıs kimdir? (Yani; kim seçim ile imamı atayabilir?)
Heyhat! Heyhat! İşte burada idrakler yollarını kaybetmişler ve akıllar hayretler içinde şaşırıp kalmışlardır. (Bu konuda) Gözler ışıksız, büyükler küçük, hekimler şaşkın... konuşup sohbet edenler onun şan ve faziletlerinden yalnızca birisini beyan etmekten aciz kalmışlardır. Onların hepsi, güçsüz ve aciz olduklarını itiraf ederler...![10]
2.FASIL / HZ.MEHDİ’NİN(A.F)BİYOGRAFİSİ
BİRİNCİ BÖLÜM
İMAM MEHDİ’Yİ (A.F) TANIYALIM
Şiilerin on ikinci ve son imamı, Resulullah’ın (s.a.a) halifesi olan İmam Mehdi (a.f) Cuma günü sabahı, Şaban ayının on beşinde 255 h.k ??(868 miladi) yılında Irak şehirlerinden biri olan Samerra’da dünyaya geldi.
Değerli babası, Şiilerin on birinci imamı, Hz. İmam Hasan Askeridir. (a.s) Annesi ise yüce bir kadın olan Nergis hatundur. Nereli olduğu hakkında çeşitli rivayetler nakledilmiştir. Bir rivayete göre; Nergis hatun, Rum İmparatorunun oğlu “Yuşa”nın kızıdır. Annesi ise; Hz. İsa’nın (a.s) vasisi olan Şem’un’un neslinden gelmektedir.
Rivayetlere göre ilginç ve hayret verici bir rüya sonucunda Müslüman olmuştur. İmam Askeri’nin (a.s) yol göstermesi sonucunda, Müslümanlara karşı savaşmak üzere harekete geçen Rum ordusuna katılmış ve bir grup dostu ile birlikte Müslümanlara esir düşmüştür. Daha sonra İmam Hadi (a.s) birisini, onu satın alıp Samra’ya getirmesi için göndermiştir.[11]
Bu konu hakkında başka değişik rivayetler de nakledilmiştir.[12] Fakat önemli ve dikkat edilmesi gereken konulardan birisi, Nergis hatunun İmam Hadi’nin (a.s) kız kardeşi Hekime hatunun evinde kalarak dini eğitim, öğretim ve terbiye görmesidir. Hekime hatun, imam Mehdi’nin (a.f) annesine çok büyük bir ilgi ve alaka göstermekteydi.
Nergis hatun; yıllar önce Peygamber efendimiz[13] (s.a.a), Emirü’l-Müminin[14] (a.s) ve İmam Sadık’ın[15] (a.s) kendisi hakkında övgülerde bulundukları yüce bir kadındır. Bu yüce hatunu, cariyelerin en iyisi ve efendisi olarak tanıtmışlardır.
Şu noktayı da hatırlatmak gerekmektedir:
İmamı Zaman’ın (a.f) annesi Nergis hatun; Susen, Reyhane, Melike, Seygel gibi başka isimlere de sahip olduğu zikredilmiştir.
İsim, Künye ve Lakabı
İmamı Zaman’ın (a.f) ismi ve künyesi[16] İslam Peygamberi’nin (s.a.a) isim ve künyesinin aynısıdır. Bazı rivayetlerde, Mehdi’nin (a.f) zuhuruna kadar isminin söylenmesi men edilmiştir. Hazretin meşhur lakapları şunlardır: Mehdi, Kaim, Muntazar, Bakiyyetullah, Hüccet, Halef-i Salih, Mansur, Sahibi’l-Emr, Sahibi’z-Zaman, Veliyi Asr’dır. Bu lakapların içinde en meşhur olanı “Mehdi” dir.
Bu lakapların her biri, yalnızca hazrete has bir özelliğine işaret etmektedir.
O büyük, yüce ve iyiliklerin imamına “Mehdi” denmiştir. Zira O, hidayet olmuş ve milleti hak yola davet etmektedir. “Kaim” denilmesinin nedeni, hak üzere kıyam edeceğinden dolayıdır. “Muntazar” denilmesinin nedeni, herkesin onu beklemesinden dolayıdır. “Bakiyyetullah” denilmesinin nedeni, Allah’ın yeryüzünde geriye kalan tek hücceti ve İlahi son imamı olmasından dolayıdır. “Hüccet” ise Allah’ın mahlukları üzerine şahidi olmasından, “Halef-i Salih” Allah evliyalarının liyakatli halifesi olmasından, “Mansur” Allah tarafından yardım edilmesinden, “Sahibi’l-Emr” ilahi adalet hükümetini kurmakla sorumlu olduğundan, “Sahibi’z-Zaman ve Veliyi Asr” ise zamanın tek hakimi, tek rehberi olmasından dolayı sahip olduğu lakaplarıdır.
Doğumu
Peygamber efendimizden (s.a.a) içeriği şöyle olan bir çok rivayet nakledilmiştir;
Resulullah’ın (s.a.a) soyundan “Mehdi” isminde birisi kıyam edecek ve zulmün kökünü yeryüzünden kazıyacaktır.
Zalim Abbasi hâkimleri, içeriği bu tür olan hadisleri bildiklerinden dolayı dünyaya gelişinin ardından, hazreti öldürmeyi planlıyorlardı. Bundan dolayı İmam Cevad (a.s) zamanından itibaren masum imamların (a.s) yaşamları sıkıntı, eziyet, siyasi ve askeri baskılarla geçmiştir.
Bu baskı ve kısıtlamalar İmam Hasan Askeri (a.s) zamanında doruğa ulaşmıştır. Nitekim Abbasiler hazretin evine giriş çıkışlarının hepsini kontrol etmeye başladılar.
Bu durum karşısında son hak hüccet ve vaat edilmiş ilahi kurtarıcının doğumu gizlice ve halktan habersiz olması gerekiyordu.
Bundan dolayı on birinci imamın yakın dostları ve arkadaşları bile İmam Mehdi’nin (a.f) doğumundan habersiz idiler. Doğumdan birkaç saat önceye kadar da, on ikinci imamın (a.f) annesi Nergis hatunda hamilelik belirtileri görünmüyordu.
İmam Cevad’ın (a.s) kızı Hekime hatun İmam Mehdi’nin (a.f) doğum olayını şöyle nakletmiştir:
“İmam Hasan Askeri (a.s) birisini göndererek beni yanına çağırdı. Yanına vardığım zaman; “Ey hala! Bu akşam iftar için yanımızda kal! Çünkü on beş Şaban akşamıdır. Allah bu gece yeryüzünde (son) hüccetini aşikâr edecektir.”
Ben de “annesi kimdir?” diye sordum. “Nergis” diye buyurdu. “Canım sana feda olsun! Onda hamilelik belirtisi görmedim.” dedim. Hazret “Doğru söylüyorsun” diye buyurdu.
Sonra (Nergis’in) yanına gittim ve selam verip oturdum. O ayakkabılarımı çıkarmak için yanıma yaklaştı. Sonra “nasılsınız hanımefendim?” dedi. “Hayır, benim ve benim hanedanımın hanımefendisi olan sensin.” dedim. Söylediğimi kabul etmedi ve “Halacığım ne diyorsun?” dedi. “Kızım bu akşam Allah sana öyle bir evlat verecek ki dünya ve ahiret efendisi olacak” dediğim zaman utandı ve hayâ etti.
Hekime şöyle devam etti: Yatsı namazından sonra iftar yemeğini yiyip yatağıma uzandım. Gece yarısı (gece) namazını kılmak için kalktım ve namazımı kıldım. Bu arada Nergis hiçbir şey yokmuş gibi uyuyordu. (Namazın) devamında yapılan müstehapları da yerine getirdikten sonra uyudum. Sonra bir korku ile uyandım. Fakat O, hala uyuyordu. Bir müddet sonra uyandı (Gece) namazını kılıp tekrar uyudu.
Hekime daha sonra şöyle devam etti: Dışarı çıktım, fecir zamanının olup olmadığını anlamak için gökyüzüne baktım. Birinci fecrin olduğunu gördüm[17] Nergis henüz uyuyordu. Sonra şüpheye kapıldım! Ansızın İmam Hasan Askeri (a.s) bulunduğu yerden “Ey Hala! Acele etme! (doğum) yakındır.” diye seslendi. Bende oturdum ve “Secde” suresi ile “Yasin” suresini okumakla meşgul oldum. Nergis ıstıraplı bir halde uyandı. Hemen yanına gittim “İsmullahi aleyki”[18] (Allah’ın ismi üzerine olsun) bir şey mi oldu? dedim. “Evet hala!” dedi. “Kendine hakim ol, heyecanlanma, bu sana haber verdiğim şeydir.” dedim. Bu esnada ben ve Nergis halsizleştik. Daha sonra efendimin sesiyle (Yeni doğan bebeğin) kendime geldim, elbiseyi üzerinden aldım ve O’nu secde ederken gördüm! Kucağıma aldım. O tertemiz bir haldeydi!
Bu esnada İmam Hasan Askeri (a.s) beni çağırdı: “Ey hala! Çocuğumu benim yanıma getir!” dedi. O’nu İmam Hasan Askeri’nin (a.s) yanına götürdüm... Kucağına aldı ve şöyle buyurdu:
“Oğlum konuş! O’da konuşmaya başladı ve şöyle dedi: “Eşhedü Ella İlahe İllallah vehdehu La Şerike Leh ve Eşhedü Enne Muhammeden Resulullah” (Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed O’nun Resulü’dür.) sonra Emirü’l-Müminin’e ve diğer imamlara (a.s) selam gönderdi. Babasının ismine geldiğinde durdu. İmam Hasan Askeri (a.s) “Ey Hala! O’nu annesinin yanına götür O’na da selam etsin... dedi.
Hekime hatun şöyle devam etmiştir: Bir gün sonra on birinci imamın (s.a.a) yanına gittim ve selam verdim. Perdeyi kenara çektim mevlamı (İmam Mehdi’yi -a.f-) görmek istiyordum. Fakat O’nu göremedim. Değerli babasından “Canım sana feda olsun! Efendime ne oldu?” diye sordum. Hazret; “Ey hala” O’nu Musa’nın (a.s) annesinin Musa’yı (a.s) emanet ettiği kimseye (Allah’a) emanet ettim.” diye buyurdu.
Hekime şöyle eklemiştir: Yedinci gün olduğunda yine imamın (a.s) evine gittim, selam verdim ve oturdum. İmam (a.s); “Oğlumu yanıma getir.”diye buyurdu. Bende efendimi getirdim. İmam (a.s) “Oğlum konuş! dedi. Bebek (İmam Mehdi -a.f-) Allah’ın birliğine şahadet edip, Peygamber efendimize (s.a.a) ve yüce babalarına selam gönderdikten sonra şu ayeti okudu:
“Ve bizse yeryüzünde zayıf bir hâle getirilmesi istenenlere lütfetmeyi ve onları, halka rehber kılmayı ve yeryüzüne, onları miras bırakmayı dilemedeydik.
İstiyorduk ki onları yeryüzünde yerleştirip kuvvetlendirelim ve Firavun'la Hâmân’a ve askerlerine de, onlardan çekindikleri şeyleri gösterelim.”[19] [20]
Sıfatları ve Özellikleri
Peygamber efendimizden (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’ten (a.s) rivayet edilen hadislerde, İmam Mehdi’nin (a.f) sıfatları ve vasıfları beyan edilmiştir. Onlardan bir bölümünü aşağıda zikredeceğiz:
Yüce imam; genç, buğday tenli, alnı açık, nurlu, kaşları hilal şeklinde, gözleri siyah ve büyük, burnu ince ve güzel, dişleri bembeyaz hafif aralıklıdır. Sağ yanağında siyah bir ben ve omuzlarının arasında nübüvvet mühürü gibi bir alamet bulunmaktadır. Mübarek boyu postu yerli yerinde ve göz kamaştırıcıdır.
Masumların (a.s) hadislerinde İmam Mehdi’nin (a.f) özellikleri şu şekilde beyan edilmiştir:
“O ibadet ehli, gece (ibadetle) meşgul, zahit, sade yaşayan, sabırlı, hilimli, adaletli ve iyilik yapmayı seven bir kimsedir. O ilimde herkesten üstün, mübarek vücudu temizlik ve bereket kaynağıdır. O kıyam ve cihat ehlidir. Büyük dünya inkılabının rehberi, son kurtarıcı ve beşeriyete vaat edilen ıslah edicidir.. O mübarek nurani insan; Resulullah’ın (s.a.a) neslinden, Hz. Fatıma’nın (s.a) çocuklarından ve Seyidi Şüheda’nın (İmam Hüseyin’in –s.a-) soyundan olan dokuzuncu oğuldur. Zuhur ettiğinde Kâbe’ye yaslanacak ve Peygamber’in (s.a.a) bayrağını eline alacaktır. Kıyamıyla bütün dünyada Allah’ın dinini ihya edecektir. Hükümlerini dünyanın her yerinde icra edecektir. Dünya zulümle dolduktan sonra bütün dünyayı şefkat ve adaletle dolduracaktır.”[21]
İmam Mehdi’nin (a.f) hayatı ve yaşamı üç dönemden oluşmaktadır:
1- Gizlilik Dönemi: Hazretin gizlilik dönemi doğumundan İmam Hasan Askeri’nin (a.s) şehit edilmesine kadar olan süreyi kapsamaktadır.
2- Gaybet Dönemi: İmam Hasan Askeri’nin (a.s) şehadetinden başlayıp, İmam Mehdi’nin (a.f) Allah’ın izniyle zuhur edeceği döneme kadar olan süreyi kapsamaktadır.
3- Zuhur Dönemi: Gaybet dönemi bittiği zaman on ikinci imam (a.f) Allah’ın izniyle zuhur edecektir. Dünyayı iyilik, güzellik, kardeşlik, dostluk ve adaletle dolduracaktır. Hiçbir kimse vaat edilen İmam-ı Asr’ın (a.f) ne zaman zuhur edeceğini bilemez. Rivayetlerde hazretin zuhur zamanını belirleyenlerin ve zamanını biliyorum diyen kimselerin yalancı oldukları nakledilmiştir.[22]
İKİNCİ BÖLÜM
İMAM MEHDİ’NİN (A.F) DOĞUMUNDAN İMAM ASKERİ’NİN (A.S) ŞAHADETİNE KADAR OLAN DÖNEM
Hz. Mehdi’nin (a.f) yaşantısının bu döneminde birçok önemli noktalar vardır. Şimdi bunlardan bir kısmına aşağıda değineceğiz:
İmam Mehdi’nin (a.f) Şialara Tanıtılması
İmam Mehdi’nin (a.f) doğumunun gizli olmasından dolayı Şiilerin; imamlarını ve Allah’ın yeryüzündeki son hüccetini tanımaları konusunda şüpheye ve yanlış yola sapmalarından korkuluyordu.
Bundan dolayı, İmam Askeri (a.s) vazifesi gereğince oğlunu (İmam Mehdi -a.f-) Şiilerin ileri gelenlerine ve itimat sahibi güvenilir insanlara tanıtması gerekiyordu. Çünkü onların da Ehl-i Beyt (a.s) dostlarına bu haberi ulaştırmaları lazımdı. İmam-ı Zaman’ı (a.f) tanıtırken de, onu tehdit edecek hiçbir tehlikede olmamalıydı.
Şii büyüklerinden, on birinci imamın özel dostlarından olan Ahmet b. İshak şöyle nakletmiştir:
“İmam Hasan Askeri’nin (a.s) huzuruna vardım. Kendisinden sonraki imam hakkında soru sormak istiyordum. Ancak koruşmaya başlamadan önce İmam (a.s) şöyle buyurdu:
“Ey Ahmet! Allah-u Teala Âdem’i (a.s) yarattığından beri yeryüzünü hüccetsiz bırakmamıştır. Kıyamete kadar da böyle devam edecektir.! Allah’ın hücceti sebebiyle bela yeryüzü ehlinden kaldırılır. (O’nun bereketli vücudu hürmetine)Yağmur yağar, yeryüzünün nimetleri yeşerir.”
“Ey Resulullah’ın (s.a.a) oğlu! Sizden sonraki imam ve halife kimdir?” diye sordum.
Hazret hızlı bir şekilde içeriye girip geri döndü. Omzunda dolunay gibi nur yüzlü, üç yaşında bir erkek çocuk vardı. Hazret şöyle buyurdu:
“Ey Ahmet b. İshak! Eğer Allah-u Teala ve O’nun hüccetleri nezdinde değerin olmasaydı, oğlumu sana göstermezdim. Şüphesiz bunun künyesi ve ismi Resulullah’ın (s.a.a) künyesi ve ismi ile aynıdır. Yeryüzü zulüm ile dolduğu gibi, O da adalet ile dolduracaktır.”
“Ey efendim! Kalbimin sükûnet bulması için her hangi bir nişanesi var mıdır?” diye sordum.
(Bu esnada) Çocuk konuşmaya başladı ve fasih bir Arapçayla şöyle dedi:
“Yeryüzündeki Bakiyyetullah ve Allah düşmanlarından intikam alacak olan kimse benim. Ey Ahmet b. İshak! Gözün ile gördükten sonra alâmet peşinde olma!!...”
Ahmet b. İshak şöyle diyor: “(Bu sözleri duyduktan) Sonra, sevinçli bir şekilde İmamın (a.s) evinden ayrıldım...”[23]
Muhammed b. Osman ve Şiaların büyüklerinden birkaç kişi şöyle naklediyorlar:
“Şiilerden oluşan kırk kişi, on birinci imamın (a.s) yanında toplandık. Hazret çocuğunu bize gösterip şöyle buyurdu: “Benden sonra bu sizin imamınız ve benim halifemdir. Onun emrine uyun, benden sonra dinde ayrılığa düşmeyin. Yoksa helak olursunuz ve (Biliniz ki!) bugünden itibaren O’nu göremeyeceksiniz.”[24]
Şunu da belirtmek gerekir ki, özellikle tavsiye edilen dinî sünnetlerden birisi de akîke etmek ve velime vermektir. Akîke ve velîme; koyun kesip, insanlardan bir gruba yedirmektir. Bu sünnetlerin; çocuğunun uzun ömürlü olmasında, sağlık ve sıhhatinde çok önemli etkileri vardır. İmam Hasan Askeri (a.s) defalarca çocuğu için akîke kurbanı kesmiştir.[25] Böylelikle İmam Hasan Askeri (a.s), Peygamber efendimizin (s.a.a) güzel sünnetine göre amel etmenin yanında, Şiilerine on ikinci imamın doğduğunu da bildirmek istemiştir.
Muhammed b. İbrahim şöyle diyor:
“İmam Askeri (a.s) bir koyun kesip Şiilerinden birisine gönderdi ve şöyle buyurdu: “Bu oğlum (Muhammed)’in akîke kurbanıdır.”[26]
Mucizeleri ve Kerametleri
İmam Mehdi’nin (a.f) hayatında araştırılıp okunması gereken en güzel dönemlerden birisi de gaybetten önce, doğumunun ilk zamanlarında, onda görülen mucize ve kerametlerdir. İlahî büyük nişanelerden olan hazretin hayatının bu bölümünden genellikle gaflet edilmiştir. Biz onlardan sadece birini numune olarak zikrediyoruz:
İbrahim b. Ahmet Nişaburî şu şekilde nakletmiştir:
“(Şiileri öldürmeye karşı çok istekli bir komutan olan) Zalim Amr b. Avf beni öldürmek istiyordu. Çok korkmuştum. Nitekim korku bütün vücudumu sarmıştı. Bundan dolayı hanedan ve ailem ile vedalaştıktan sonra, imam Hasan Askeri (a.s) ile de vedalaşmak için evine doğru yola koyuldum. İmam (a.s) ile vedalaştıktan sonra kaçmayı düşünüyordum. Eve girince İmam Hasan Askeri’nin (a.s) yanında yüzü ayın on dördü gibi parlayan ve yüzündeki nur beni şaşkınlık içerisinde bırakan bir erkek çocuğu gördüm. Neredeyse aklımdaki (yani; öldürülmek ve kaçmakla ilgili olan) her şeyi unutacaktım.
(Bu esnada çocuk) bana şöyle dedi: “Ey İbrahim! Kaçmana gerek yok. Çok yakında Allah, onun şerrini senden uzaklaştıracaktır.”
Şaşkınlığım iyice arttı. İmam Hasan Askeri’ye (a.s) canım size kurban olsun! Aklımdaki olan şeylerden haber veren, bu çocuk kimdir? dedim. İmam Askeri (a.s): “O benim çocuğum ve benden sonra yerime geçecek olan kimsedir...”diye buyurdu.
İbrahim şöyle devam etmiştir:
“Dışarı çıktım. Allah’ın lütfüne ümit bağlamıştım. On ikinci imamdan (a.s) duyduklarıma inanıyor ve güveniyordum. Birkaç gün sonra amcam, Amr b. Avf’ın ölüm haberi müjdesini bana verdi.”[27]
Sorulara Cevap Vermesi
İlahi imamet zincirinin parlayan son yıldızı, hayatının ilk yıllarında da Şiilerin çeşitli sorularına ikna edici kesin delillerle çok güzel cevaplar veriyordu. Böylelikle onların kalplerini sakinleştiriyor ve güven kazanmalarını sağlıyordu. Şimdi bu cevaplardan birini kısaca aşağıda zikredeceğiz:
Şiilerin büyüklerinden olan Sad b. Abdullah Kummî, İmam Hasan Askeri’nin (a.s) vekili Ahmet b. İshak Kummî ile birlikte soru sorup cevap almak için on birinci imamın yanına gittiler. Bu görüşme şu şekilde nakledilmiştir:
“Soru sormak istediğim zaman İmam Askeri (a.s) çocuğuna işaret etti ve şöyle buyurdu: “Gözümün nurundan sorun!” Bu esnada çocuk bana döndü ve “Ne istiyorsan sor!”... dedi.
Ben “?????” (Mukatta harfleri) ne demektir? diye sordum.
Şöyle buyurdu: “Bu harfler gaybî haberlerdendir. Allah, kulu (ve Peygamberi) Zekeriya’ya (s.a) manasını bildirdi. Daha sonra Muhammed (s.a.a) için açıkladı. Olay şöyle gerçekleşmiştir:
Zekeriya (a.s) beş kişinin (Âl-i Aba’nın) isimlerini kendisine öğretmesini istedi. Allah-u Teala Cebrail’i (a.s) gönderdi ve O’na bu isimleri öğretti. Zekeriya (a.s) (Mukaddes isimleri); Muhammed (s.a.a), Ali, Fatıma, ve Hasan (a.s) isimlerini zikredince bütün sıkıntıları gidiyordu. Hüseyin’in (a.s) ismini anınca sıkıntı ve hüzün boğazına takılıyor ve donup kalıyordu. Bir gün “Allah’ım! Niçin bu isimlerden dördünü zikredince bütün üzüntülerim gidiyor, endişelenmekten kurtuluyor ve kalbim sakinleşiyor da Hüseyin’in (a.s) ismini anınca gözyaşlarım boşalıyor ve feryadım yükseliyor?” dedi.
Allah, O’na Hüseyin’in (a.s) olayını (Kerbelayı) bildirdi ve şöyle buyurdu: “?????” (bu olayın simgesidir.) “?” Kerbela’nın rumuzudur. “?” O’nun ailesinin “zulüm göreceği” (yok) edileceğinin belirtisidir. “?” Hüseyin’e (a.s) zulüm ve cefa eden “Yezid’in” isminden kinayedir, “?” susuzluğa işaret etmektedir ve “?” İmam Hüseyin’in (a.s) sabrı ve istikametinin nişanesidir...
“Ey efendim! Halk, kendi imamlarını seçmekten niçin men edilmiştir?” diye sordum.
Şöyle buyurdu: Islah eden imamı mı, fesat çıkaran imamı mı (kastediyorsun)?”
“Toplumu ıslah eden imamı kastediyorum.” dedim.
Hiçbir kimsenin başkasının kalbindeki barışseverlilikten ve bozgunculuktan haberi olmadığını göz önünde bulundurarak, acaba insanların seçtiği kişinin bozgunculuk çıkaran bir kişi olma olasılığı yok mudur? dedi, “Evet bu olasılık vardır.” dedim. İmam “İşte nedeni budur.”diye buyurdu.[28]
Maddi Hediyeleri Kabul Etmesi
Şia inançlarından birisi de masum İmamlara (s.a) verilen malı imamdır. Ayrıca İmamlara hediye gönderilmesi de yaygındı. İmamlar (a.s) bunları kabul ettikten sonra, toplumda ihtiyacı olanlara dağıtıyor ve onların sıkıntılarını gideriyorlardı.
İmam Hasan Askeri’nin (a.s) vekillerinden biri olan İbn-i İshak şöyle nakleder: Gönderilen bir miktar eşyayı, on birinci imam’a (a.s) götürdüm. Yanında nur yüzlü oğlu (İmam Mehdi) de oturuyordu. İmam bana dönerek şöyle buyurdu:
“Ey İbn-i İshak! Helal ve haram olanları birbirinden ayırması için, eşyaları aç ve çıkar.”
İlk keseyi çıkardım. Çocuk “Bu kese filan şahsındır. Kum şehrinin filan mahallesindendir. (İsmini ve oturduğu mahallenin adını da söyledi.) İçinde altmış iki eşref (altın) vardır. Altmış iki eşreften kırk beşi, sahibinin babasından miras kalan sattığı taşlık yerin parasıdır. On dört dinarı sattığı dokuz elbisenin ve üç dinarı da dükkânlarının kirasıdır.”dedi.
İmam Askeri (a.s): “Oğlum! Doğru söyledin. Şimdi [Bu malların] hangisinin haram olduğu konusunda yol göster.”diye buyurdu. Çocuk çok dikkatli bir şekilde haram sikkeleri belirledi ve haram olmalarının nedenini de net bir şekilde açıkladı.
Sonra başka bir keseyi çıkardım. Çocuk kese sahibinin ismini, adresini ve oturduğu mahallenin adını söyledikten sonra şöyle buyurdu:
“O kesenin içinde elli eşref vardır. Ona dokunmamız doğru değildir.” Sonra paraların niçin haram olduğunu tek tek açıkladı!
İmam Askeri (a.s); “Oğlum! Doğru söyledin.”diye buyurdu. Sonra Ahmet b. İshak’a döndü ve şöyle buyurdu:
“Bunların hepsini sahiplerine geri ver. Ve onlara, (malları gerçek) sahiplerine geri vermelerini tavsiye et. Bizim bunlara ihtiyacımız yoktur...”[29]
Babasının Cenaze Namazını Kılması
İmam Mehdi (a.f), büyük gaybet dönemi başlamadan önce, İmam Mehdi’nin yaşamının en önemli olaylarının sonuncusu; değerli babası ve on birinci imamın (a.s) temiz bedeni için kılmış olduğu cenaze namazıdır.
On birinci imamın (a.s) hizmetçisi Ebu’l Edyân bu konu hakkında şöyle nakletmiştir:
“İmam Hasan Askeri (a.s) mübarek ömrünün son günlerinde bana bir kaç mektup verdi ve şöyle buyurdu:
“Bu mektupları Medâin şehrine götür. On beş gün sonra Samerra’ya döneceksin ve benim evimden ağlama sesleri duyacaksın. [Bedenimi] Musalla taşının üzerinde göreceksin.”
Ey efendim! Böyle bir durumda, sizin yerinize geçecek, imam ve halife kimdir? diye sordum. İmam (a.s); “Benim mektuplarımın hesabını, sana soracak olan kimse, benden sonraki imamdır.”diye buyurdu.
Başka ne gibi nişanesi var? diye sordum. “Benim namazımı kılan kimse, benden sonraki imamdır” diye buyurdu.
“Başka nişaneler de açıklayın.” dedim.
İmam (a.s); “Keseden haber veren kimse, benden sonraki imamdır” diye buyurdu. Ancak imamın heybeti, kesenin içindekini sormama engel oldu?
Mektupları Medâin şehrine götürdüm. Cevaplarını aldım. İmamın (a.s) buyurduğu gibi on beş gün sonra Semarra’ya geri döndüm. İmam’ın (a.s) evinden ağlama, sesleri duydum. İmam Hasan Askeri’nin (a.s) mübarek bedenini musalla taşının üzerinde gördüm.
Bu esnada, İmam Hasan Askeri’nin (a.s) evinin önünde oturmuş olan kardeşi Cafer’i, bir grup Şii’nin (kardeşinin vefatından dolayı) başsağlığı dilemekte ve (İmametinden dolayı) tebrik etmekte olduklarını gördüm!!
Kendikendime “Eğer bu (Cafer) imam olursa imamet yok olur gider.”dedim. Çünkü onu tanıyordum, şarap içen, kumar oynayan, saz ehli bir kimseydi.
(İmamet nişanesi peşinde olduğum için) ilerledim. (diğerleri gibi) Başsağlığı dileyip tebrik ettim. Fakat O hiçbir şey hakkında (mektuplar hakkında bile) bana bir şey sormadı.
Bu esnada (hizmetçilerden birisi olan) Akid, evden dışarı çıktı ve (Cafer’e dönerek) “Ey efendim! Kardeşin (İmam Askeri -a.s-) kefenlenmiştir. Artık kalkıp cenaze namazını kılınız!” dedi. Ben, Cafer ve bir grup Şii eve girdik. On birinci imamı kefenlenmiş bir şekilde tabutta gördüm. Cafer kardeşinin namazını kılmak için öne geçti.
Tekbir getirmek üzereyken buğday tenli, kıvırcık saçlı, dişleri bitişik olan bir çocuk içeri girdi. Cafer’in elbisesinden tutarak “Ey amca! Arkaya geç, babamın namazını kılmaya ben senden daha evlayım” dedi.
Cafer, yüzünün rengi kaçmış ve sararmış bir şekilde arkaya geçti. O çocuk öne geçerek İmamın (a.s) cenaze namazını kıldırdı. Sonra (bana) “Sende olan mektupların cevaplarını bana ver” dedi. Mektupları O’na verdim.
Kendi kendime “İki nişane (Bu çocuğun imametini gösteren iki nişane) ortaya çıkmıştır. Ancak kese nişanesi henüz belli olmamıştır.” dedim. Cafer’in yanına gittim. O’nun ah vah ettiğini gördüm. Şiilerden birisi “O çocuk kimdir?” diye sordu.
Cafer, “Allah’a ant olsun! O’nu hiçbir zaman görmedim ve tanımıyorum.” dedi.
Ebu’l Edyân nakletmeye şöyle devam etti:
“Biz toplu halde oturuyorduk. Bu esnada Kum ahalisinden bir grup geldi. İmam Hasan Askeri’yi (a.s) sordular. İmamın (a.s) şehit edildiğini duyduktan sonra “Kime başsağlığı dileyelim.?” dediler. İnsanlar, Cafer’i gösterdiler. Onlar da Cafer’e selam verdiler ve başsağlığı dilediler.
Sonra Cafer’e dönerek “Bizim yanımızda mektuplar ve bir miktar mal var. Bu mektupların kimin ve malların ne kadar olduğunu bize söyle” dediler.
Cafer öfkelenerek ayağa kalktı ve “Bizden gaybî ilim mi soruyorsunuz? dedi. Bu esnada hizmetçi içeri girdi ve “Filan şahısların mektupları sizin yanınızda mıdır? (mektupların sahiplerinin isimlerini, özelliklerini söyledi.) Ayrıca sizin yanınızda bin dinar var. On dinarının üzerindeki resimler silinmiştir.” dedi.
Onlar da mektupları ve malları ona verdiler ve şöyle dediler: “Seni bunları almak için gönderen kimse imamdır”...[30]
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KURÂN VE RİVAYETLER IŞIĞINDA İMAM MEHDİ(A.F)
a- Kurân
Kur’an-ı Kerim, ilahi maariflerin en berrak pınarıdır. Kur’an-ı Kerim, insanların ihtiyaç duyduğu ilimlerin ve hikmetlerin en evrenselidir. Nitekim baştan sona doğrularla dolu, geçmiş ve gelecek haberleri bildirmekte olan bir kitaptır. Açıklamadığı hiçbir hakikat yoktur.
Elbette âlemdeki var olan hakikatlerin büyük bir kısmı ilahî ayetlerin derinliklerinde saklıdır. Bu hakikatlerin gerçeğine ve derin manasına, yalnızca Allah’ın Salih kulları ulaşabilir. Onlar; Kur’an ehli ve gerçek müfessirlerdir. Yani Peygamber efendimiz (s.a.a) ve onun tertemiz Ehl-i Beyt’idir.
Son ilahî elçinin kıyamı ve inkılâbı cihanın en büyük hakikatlerinden birisidir. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde, bu konuya işaret edilmiştir. Birçok rivayette, bu ayetlerin tefsiri nakledilmiştir. Bunlardan bir kaçını örnek olarak aşağıda zikrediyoruz:
(Tevrat'tan) sonra Zebur'da da yazdık. Muhakkak ki, yeryüzünü salih kullarım miras alacaktır."[31]
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Yeryüzüne mirasçı olacak salih kullardan maksat; İmam Mehdi (a.f) ve dostlarıdır.”[32]
Kasas suresinin beşinci ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
“Ve bizse yeryüzünde zayıf bir hâle getirilmek istenenlere lütfetmeyi ve onları, halka rehber kılmayı ve yeryüzüne, onları miras bırakmayı dilemedeydik.”
İmam Ali (a.s) buyurdu:
“Onlar, Muhammed’in (s.a.a) ailesidir. Allah, onlardan olan Mehdi'yi (a.f) (uzun) mücadelelerden sonra görevlendirecek, onları aziz (saygın) ve düşmanlarını zelil kılacaktır.”[33]
Aynı şekilde Hud suresinin 86. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
“Eğer inanan insanlar iseniz Allah'ın bıraktığı (Bakiyyetullah) sizin için daha hayırlıdır...”
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu:
“(Kaim) ortaya çıktığı zaman arkasını Kâbe'ye yaslayacak ve ilk okuyacağı ayet budur. Sonra şöyle söyleyecek:
Allah'ın geride bıraktığı benim. Ben, O'nun hüccceti ve halifesiyim. Ona teslim olan herkes: 'Ey yeryüzündeki Bakiyyetullah! Selam sana' diye selam verecekler.”[34]
Allah-u Teala Hadid suresinin 17. ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“Biliniz ki Allah yeryüzünü ölümünden sonra diriltir. Belki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık.”
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Yani Allah sapık yöneticilerin zulmü ile ölü bir hâle getirilmiş yeryüzünü, Kaim'in zuhur zamanında adaleti ile diriltecektir.”[35]
b- Rivayetler
İmam Mehdi (a.f) konusu, birçok rivayete sahip olan konulardan birisidir. Nitekim Mehdi’nin (a.f) hayatının her dönemi hakkında; doğumu, çocukluk dönemi, Gaybet-i Suğra ve Gaybet-i Kübra dönemleri, zuhur nişaneleri, zuhur dönemi, evrensel hükümeti… gibi konularda ayrı ayrı olmak üzere din önderlerinden nakledilmiş bir çok rivayet bulunmaktadır.
Hazretin dış görüntüsü, ahlakî özellikleri, gaybet döneminin özellikleri, zuhurunu bekleyenlere verilecek sevaplar ve mükâfatlar hakkında değerli birçok hadis külliyatı bulunmaktadır.
Bu hadislerin birçoğunun hem Şii kaynaklarında hem de Ehl-i Sünnet kaynaklarında nakledilmiş olması çok ilgi çekicidir. İmam Mehdi (a.f) hakkında nakledilen hadislerin birçoğu “Mütevatir”[36] derecesindedir.
İmam Mehdi’nin (a.f) ilginç özelliklerinden birisi de, bütün masumların (a.s), onun hakkında çok latif ve değerli hadisler nakletmiş oldukları konusudur.
Bu hadisler, bir bütün olarak çok kıymetli ve insanı bilgilendiren bir bilgi hazinesi oluşturmaktadır. Bu hadisler, adalet bayraktarının olağan üstü kıyamını ve inkılâbını anlatmaktadırlar.
Şimdi değerli imamların (a.s) her birinden İmam Mehdi (a.f) hakkında buyurdukları hadislerden birer örnek nakletmek çok uygun olacaktır:
Değerli İslam Peygamberi (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Ne mutlu onu gören kimseye, ne mutlu onu seven kimseye ve ne mutlu onun imametini kabul eden kimseye.”[37]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“[Âl-i Muhammed’in (s..a.a)] zuhurunu bekleyin ve Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Hiç şüphesiz Allah nezdinde en sevimli işlerden birisi de zuhuru beklemedir.”[38]
Hz. Fatma’nın (s.a) sahifesinda [39] şöyle bulunmaktadır:
“(Allah dedi ki;) …Sonra cihanda bulunanlara rahmetten dolayı, vasiler zincirini, Hasan Askeri’nin (a.s) oğlu ile tamamlayacağım. (O, öyle birisidir ki;) Musa’nın (s.a) kemaline, İsa’nın (a.s) heybetine ve Eyüp’ün sabrına sahiptir...”[40]
İmam Hasan (a.s), Resulullah’tan (s.a.a) sonraki dönemlerde yaşanan zorluklar hakkında olan hutbelerinden birinde şu noktaya değinmektedir:
“Allah, ahir zamanda birisini gönderecektir... O’nu melekleri ile destekleyip yardım edecektir. Dostlarını ve yaranlarını koruyacaktır... O’nu yeryüzünde olan herkese üstün kılacaktır... O yeryüzünü adalet, aydınlık ve aşikâr delillerle dolduracaktır... Ne mutlu! O günü görene ve onun sözlerini duyana...”[41]
İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“...Allah O’nun eliyle ölmüş yeryüzünü yeniden diriltip canlandıracaktır. Sonra onun eliyle, müşrikler istemese de, hak dini diğer bütün dinlere üstün kılacaktır. Onun; bazıları dinden dönüp sapıtacakları ve bazılarının ise sabit kalacakları bir Gaybet dönemi olacaktır. Onun gaybet döneminde yalanlamalara ve eziyetlere sabır gösterenlerin; Resulullah'ın (s.a.a) yanında kılıçla cihat eden kimseler gibi olduğunu biliniz.”[42]
İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Kim, bizim Kaimimizin (a.f) gaybet döneminde dostluğumuz üzere sabit bir şekilde sadık kalırsa, Allah ona Bedir ve Uhud’da şehit olan bin şehidin sevabını verir.”[43]
İmam Muhammet Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Bir zaman gelecek ki halkın imamı kayıp olacaktır. Ne mutlu! O zaman [velayet] üzerinde sabit kalan kimselere...”[44]
İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Kaim’in (a.f) iki gaybet dönemi vardır. Birisi kısa süreli, diğeri uzun sürelidir.”[45]
İmam Musa Kazım (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“İmam (Mehdi -a.f-) gözlerden kaybolacaktır. Fakat hiçbir zaman müminlerin kalplerinden çıkmayacaktır.”[46]
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“(Mehdi -a.f-) Ortaya çıktığı zaman yeryüzü onun nuru ile aydınlanacaktır. İnsanlar arasında adalet terazisi kurulacak ve hiçbir kimse başka birisine zulmetmeyecektir...”[47]
İmam Cevat (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Kaimimizin (a.f) gaybet döneminde (insanın) onun zuhurunu beklemesi gerekir. Kıyam ettiği zaman ise, ona boyun eğip emirlerine uyması gerekir.”[48]
İmam Hadi (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Benden sonraki imam, Hasan'dır (a.s) (Hasan Askerî'dir). Sonra oğlu “Kaim”dir (a.f). O, zulüm ve haksızlık ile dolmuş olan yeryüzünü adalet ve hakkaniyetle dolduracak olan kimsedir.”[49]
İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Beni öldürmeyip halifemi bana gösteren Allah’a şükürler olsun. O, insanlar içinde yaratılış ve ahlak olarak Allah Resulü’ne (s.a.a) en çok benzeyen kimsedir.”[50]
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BAŞKALARININ GÖRÜŞÜNE GÖRE İMAM MEHDİ(A.F)
İmam Mehdi (a.f) konusu, onun kıyamı ve evrensel inkılâbı; Şii kitaplarının yanı sıra, öteki İslami fırkalarının itikat kültürlerinde de beyan edilmiştir. Bu konu geniş bir şekilde ele alınmıştır. Onlar da Peygamber’in (s.a.a) temiz ailesinden ve Hz. Fatma’nın (s.a) çocuklarından[51] olan Mehdi’nin (a.f) varlığına ve zuhuruna inanmaktadırlar.
Ehl-i Sünnet’in vaat edilen Mehdi’ye (a.f) olan inançlarının ne kadar ve hangi ölçülerde olduğunu anlayabilmemiz için; âlimlerinin ve bilginlerinin yazmış oldukları kitaplara müracaat etmemiz gerekir. Birçok Ehl-i sünnet müfessiri tefsir kitaplarında, Kur’an ayetlerinin bazılarının Mehdi’nin (a.f) ahır zamanda zuhuruna dalalet ettiğini açıkça belirtmişlerdir. Örneğin; Fahri Razi[52] ve Kurtubi[53] gibi...
Aynı şekilde Ehl-i Sünnet muhaddisleri İmam Mehdi (a.f) ile ilgili hadisleri kitaplarında nakletmişlerdir. Bu kitaplar arasında çok muteber kitaplar da bulunmaktadır. Örnek olarak, Sıhah-i Sitte[54] ve Hanbelî mezhebinin rehberi Ahmet b. Hanbelî’nin Müsnedi… ve bunlar gibi diğer kitapları gösterebiliriz.
Aynı şekilde geçmişte ve günümüzde birçok Ehl-i Sünnet âlimi, yalnızca İmam Mehdi (a.f) hakkında olan bağımsız ve müstakil kitaplar yazmışlardır. Eb-u Naim İsfahani, Mecmua-i Erbain’de (Kırk hadis), Suyuti “el-urfi’l-Verdi fi Ahbar-i el-Mehdi (a.f)” kitaplarında bu konuyu geniş bir şekilde incelemişlerdir.
Aynı zamanda, çok önemli noktalardan biri de şudur;
Ehl-i Sünnet âlimlerinden bazıları Mehdilik akidesini savunma noktasında, bu inancı inkâr edenlerin aleyhine kitaplar ve makaleler de yazmışlardır. İlimsel olarak ve hadislerden oluşan delillere dayanarak, İmam Mehdi (a.f) akidesinin kesin oluşunu ve inkâr etmenin mümkün olmadığını savunmuşlardır.
Muhammed Sıddık Mağribî, İbn-i Haldun’un görüşlerini reddeden bir kitap yazmış ve onun görüşlerini eleştirmiştir.[55]
Bunlar, Ehl-i Sünnet’in İmam Mehdi (a.f) meselesi hakkında düşünce ve inançlarından oluşan birkaç örnektir.
Bu bölümün sonunda, yüzlerce rivayet içerisinden sadece iki tanesini nakletmekle yetiniyoruz. Bu hadisler Ehl-i Sünnet’in en meşhur ve itimat edilen kitaplarında bulunmaktadır:
İslam Peygamber’i (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Eğer dünyanın ömründen sadece bir gün kalmış olsa bile, Allah o günü, soyumdan gelen ismi benim ismimle aynı olan bir kişinin zuhur etmesi için uzatacaktır.”[56]
Ve yine şöyle buyurmaktadır:
“Benim soyumdan olan bir kimse kıyam edecektir. Onun ahlakı ve adı, bana benzemektedir. Yeryüzünü, zulüm ve haksızlık ile dolmuş iken adalet ve hakkaniyetle dolduracaktır.”[57]
Şunu da belirtmek gerekir ki; dünyanın sonunda zuhur edecek bir ıslah ediciye ve dünyayı adaletle dolduracak bir kurtarıcıya inanmak; evrensel bir anlayış ve herkes tarafından kabul edilen bir görüştür.
Kutsal dinlerin gerçek takipçileri, din kitaplarının öğretisi esasınca, vaat edilen büyük kurtarıcının kıyamını beklemektedirler.
Zebur, Tevrat ve İncil gibi kutsal kitapların yanı sıra; Hinduların, Zerdüştlerin ve Brahmanların kitaplarında da büyük kurtarıcının zuhuruna değinilmiştir. Elbette her millet ve dinde bu kurtarıcının kendine has lakabı vardır. Zerdüştiler; bu büyük kurtarıcıyı “Suşyanis-dünya kurtarıcısı”, Hıristiyanlar; “Mesih-i Mevut-Vaat edilen Mesih”, Yahudiler; “Sürur-u Mikail” olarak adlandırmışlardır.
Zerdüştlerin mukaddes kitapları Camasipnâme’de şöyle bir yazı bulunmaktadır:
“Arap peygamber, son peygamberdir. Mekke dağları arasında görünecektir... Köleleri ile birlikte yiyecek ve onlar gibi oturacaktır... Onun dini bütün dinlerin en üstünü olacak ve kitabı bütün kitapları batıl edecektir... Cihan güneşi ve Zamanın şahı isimlerine sahip olan ve peygamberin kızının çocuklarından dünyaya gelecek olan bir kimse; Allah’ın izniyle dünyada padişah olacaktır. O, Peygamberin son halifesidir... ve onun devleti kıyamete kadar devam edecektir...[58]
Kaynaklar
--------------------------------------------
1- Biharu’l-Envar, c.51, h.7, s.160
[2]- Biharu’l-Envar, c.2, s.100
[3]- Kur’an-ı Kerim Peygamber efendimize (s.a.a) hitaben şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamberim! Sana da Kur-an’ı indirdik ki, insanlara vahyedileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.” Nahl, 44
[4]- Şunu söylemek gerekir ki; Masum imam tarafından “Hükümet Kurulması” ortama ve şartlara bağlıdır. Her ne kadar imam zuhur ettiği dönemde, halkın içinde ve onlarla birlikte olup görünecekse de, diğer vazifelerini gaybet döneminde de yerine getirmektedir. Bu bölümde insanların imama manevi boyutta ihtiyaçlarına işaret ettik. Fakat bütün alemin imamın varlığına olan ihtiyacı konusunu ise “Gaybette olan İmamın Faydaları” bölümünde inceleyeceğiz.
[5]- Mizanü’l-Hikmet, c.1, s.861
[6]- Buna ilave olarak şunu ekleyebiliriz; Eğer imam hatadan korunmamış olursa, insanlarihtiyaçlarına cevap verecek başka bir imamın peşine gitmeleri gerekir. Eğer o da aynı şekilde olursa, başka bir imam gerekecektir. Bu silsile farzımız sonsuza kadar devam edecektir. Felsefi olarak böyle bir farz mümkün değil muhaldir.
[7]- Maani’l-Ahbar, c.4, s.102
[8]- Mizanu’l-Hikmet, bab.147, s.850
[9]- Bakara, 124
[10]- Usul-u Kafi, bab.15, h.1, s.255
[11]- Kemaluddin, c.2, bab.41, s.132
[12] - Biharu’l-Envar, c.5, h.29, s.22 ve h.14, s.11
[13]- Biharu’l-Envar, c.5, h.7, s.21
[14]- Gaybet-i Tusi, h.478, s.470
[15]- Kemaluddin, c.2, bab.33, h.31, s.21
[16]- Künye; Arap dilinde bir çeşit isimdir ki “Eb” veya “Ümmü” ile başlar. Örneğin; Eba Abdullah ve Ümmü’l-Benin.
[17]- Maksat sabah ezanından önce ufukta görülen beyazlıktır.
[18]- Bu cümle “Bela senden uzak olsun” manasında kinayeli bir sözdür.
[19]- Kasas, 5 ve 6
[20]- Kemaluddin, c.2, bab.42, h.1, s.143
[21]- Muntahabu’l-Eser, ikinci fasıl, s.329’dan 383’e kadar.
[22]- İhticac, c.2, numara.344, s.542
[23]- Kemaluddin, c.2, bab.38, h.1, s.80
[24]- Kemaluddin, C.2, bab.43, h.2, s.162
[25]- Kemaluddin, C.2, bab.42, h.2, s.162
[26]- Kemaluddin, C.2, bab.42, h.2, s.158
[27]- İsbatu’l-Hudat, c.3, fasıl.7, s.700
[28]- Kemaluddin, c2, bab.43, h.21, s.190; Bu konu hakkındaki açıklamalar kitabın birinci faslında; İmamın, Allah tarafından seçilmesi bölümünde zikredilmiştir.
[29]- Kemaluddin, c.2, bab.43, h.21, s.190
[30]- Kemaluddin, c.2, bab.43, h.25, s.223
[31]- Enbiya, 105
[32]- Tefsir-i Kummî, c.2, s.52
[33]- Gaybet-i Tusî, h.143, s.184
[34]- Kemaluddin, c.1, bab.32, h.16, s.603
[35]- Gaybet-i Numanî, s.32
[36]- Kısaca mütevatir; yalan ve uydurma olduğu imkansız derecede olan hadislere denir.
[37]- Biharu’l-Envar, c.52, s.309
[38]- Biharu’l-Envar, c.52, s.123
[39]- Mezkur rivayette Cabir-i Ensarî’nin şöyle dediği nakledilmiştir: “Ben, Resulullah (s.a.a) döneminde, İmam Hüseyin’in (s.a) doğumunu tebrik etmek için Hz. Fatma’nın (s.a) yanına gittim. Hazretin elinde yeşil bir sayfa gördüm. O sayfada güneş gibi parlak nurlu yazılar gördüm. “Bu sayfa ne sayfasıdır?” Diye sordum. “Bu sayfayı Allah, Resulü’ne (s.a.a) hediye etti. Bunda babamın, kocamın, iki oğlumun ve çocuklarımın halifelerinin ismi yazılıdır. Allah Resulü (s.a.a) beni sevindirmek için bunu bana verdi” dedi.
[40]- Kemaluddin, c.1, bab.28, h.1, s.569
[41]- İhticac, c.2,s.70
[42]- Kemaluddin, c.1, bab.30, h.3, s.584
[43]- Kemaluddin, c.1, bab.31, h.3, s.592
[44]- Kemaluddin, c.1, bab.32, h153, s.602
[45]- Gaybet-i Numanî, bab.10, fasıl.4, h.5, s.176
[46]- Kemaluddin, c.1, bab.34, h.6, s.57
[47]- Kemaluddin, c.1, bab.35, h.5, s.60
[48]- Kemaluddin, c.1, bab. 36, h.1, s.70
[49]- Kemaluddin, c.1, bab.37, h.7, s.118
[50]-Kemaluddin, c.1, bab. 37, h.7, s.118
[51]- el-Müstedrek âla Sahiheyn, c.4, s.557
[52]- Tefsir-i Kebir, c.16, s.40
[53]- Tefsir-i Kurtubi, c.8, s.121
[54]- Altı sahih kitaba denir. Ehl-i Sünnet nezdinde en muteber altı hadis külliyatı kitaplarına verilen isimdir. Bunlar Ehl-i sünnet yanında en muteber ve güvenilir hadis kitaplarıdır. Bu kitaplar; “Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Sünen-i Ebu Davut, Sünen-i İbn-i Mace, Sünen-i Nesai, Camii Tirmizi”dir. Ehl-i Sünnet, bu kitaplarda nakledilen hadisleri sahih olarak kabul ederler. Bu konuda Peygamber efendimizin (s.a.a.) şu şekilde buyurduğuna inanmaktadırlar: “Kur-anı Kerim’den sonra, bunlar (Sıhah-i Sitte) en güvenilir ve muteber kitaplardır.”
[55]- İbn-i Haldun, Ehl-i Sünnetin büyük sosyologu olarak bilinmektedir. İmam Mehdi (a.f) hakkında olan bir takım hadisleri, eleştirmiş ve onları zayıf olarak kabul etmiştir. Aynı zamanda, İmam Mehdi (a.f) hakkında olan bir takım hadisleri de sahih olarak kabul etmiş ve Mehdilik meselesi konusunda şekke düşmüştür. Muhammed Sıddık Mağribî “İbrazu’l-Vehm el-Meknun min Kelam-i İbn-i Haldun” kitabını yazarak İbn-i Haldun’un bu konudaki görüşlerini reddetmiştir.
Aynı şekilde “Abdulmuhsin İbn-i Hamd el-İbad” “er-Reddü ala Men Kezebe bi’l-Ahadisi’s-Sahihe el-Varide fi’l Mehdi (a.f)” makalesini yazarak İbn-i Haldun’un şüphelerine cevap de vermiştir.
[56]- Sünen-i Ebi Davud, c.2, h.4282, s.106
[57]- Mucem-i Kebir, c.10, h.10229, s.83
[58]- Edyan ve Mehdeviyet, s.21