İTİKADÎ ESASLAR VE DİNÎ BUYRUKLAR DÖRDÜNCÜ CİLT İTİKADÎ ESASLAR VE DİNÎ BUYRUKLAR DÖRDÜNCÜ CİLT
BİRİNCİ KISIM İTİKADÎ ESASLAR
DİN
Din, dillerde çokça dolaşan bir sözdür. Genellikle alemlerin bir Allah’ı olduğuna inanıp, onun razı olması için özel ameller yapan kişiye “dindar” denir.
Bir toplum veya bir millet içinde kanunlar gereğince bireyler için görevler belirlenip onlara göre yaşadıklarını ve bundan dolayı dine ihtiyaç duymadıklarını düşünmek mümkündür; ancak İslamî hükümlere ve kanunlara dikkatle bakıldığı zaman bu düşüncenin aksi ispat olacaktır. Zira İslam dini yalnızca Allah’a kulluk etmenin içeriğini açıklamamıştır. Bu konuya ilave olarak; insanın bireysel ve toplumsal yaşantısıyla ilgili olan konular hakkında da genel ve özel kanunlar belirleyip, insanlık âlemini çok şaşırtıcı bir şekilde araştırarak bireysel ve toplumsal her hareket veya her durgunluk için uygun bir yasa açıklamıştır. Kuşkusuz böyle bir dine “merasim dini” demek olanaksızdır.
Yüce Allah Kur-anı kerimde İslam dinini biraz önce açıklandığı gibi sıfatlandırmıştır. Yine Tevrat ve İncil ilahî kitapları olup bireysel ve toplumsal kanunlara sahip olan Yahudilik ve Hıristiyanlığı da böyle tanıtmaktadır. Nitekim bu konuda şöyle buyurmaktadır:
وَ كَيْفَ يحَُكِّمُونَكَ وَ عِندَهُمُ التَّوْرَئةُ فِيهَا حُكْمُ اللَّهِ ثُمَّ يَتَوَلَّوْنَ مِن بَعْدِ ذَلِكَ وَ مَا أُوْلَئكَ بِالْمُؤْمِنِينَ إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَئةَ فِيهَا هُدًى وَ نُورٌ يحَْكُمُ بهَِا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُواْ لِلَّذِينَ هَادُواْ وَ الرَّبَّنِيُّونَ وَ الْأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظ ُوْ مِن كِتَبِ اللَّهِوَ كَانُواْ عَلَيْهِشهَُدَاءَ فَلَاتَخْشَوُاْ النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَ لَاتَشْترَُواْ بَِايَتىِثَمَنًا قَلِيلًا وَ مَنلَّمْ يحَْكُم بِمَاأَنزَلَ اللَّهُفَأُوْلَئكَ هُمُالْكَفِرُونَ وَكَتَبْنَا عَلَيهِْمْفِيهَا أَنَّ النَّفْسَبِالنَّفْسِ وَالْعَينَْبِالْعَينِْ وَالْأَنفَ بِالْأَنفِ وَالْأُذُنَ بِالْأُذُنِوَ السِّنَّبِالسِّنِّ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌفَمَن تَصَدَّقَ بِهِفَهُوَ كَفَّارَةٌ لَّهُ وَ مَن لَّمْيحَْكُم بِمَا أَنزَلَاللَّهُ فَأُوْلَئكَهُمُ الظَّلِمُونَ وَقَفَّيْنَا عَلىَءَاثَرِهِم بِعِيسىَ ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقًا لِّمَابَينَْ يَدَيْهِ مِنَالتَّوْرَئةِوَ ءَاتَيْنَهُالْانجِيلَ فِيهِ هُدًىوَ نُورٌ وَ مُصَدِّقًالِّمَا بَينَْ يَدَيْهِمِنَ التَّوْرَئةِ وَهُدًى وَ مَوْعِظَةًلِّلْمُتَّقِينَ وَ لْيَحْكمُْ أَهْلُ الْانجِيلِ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فِيهِ وَ مَن لَّمْ يحَْكُم بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئكَ هُمُ الْفَسِقُونَ وَ أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَبَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَينَْ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَبِ وَ مُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللَّهُّ
İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken seni nasıl hakem yapıyorlar, ondan sonra da (verdiğin hükümden) dönüyorlar. Kuşkusuz Tevrat’ı biz indirdik, onda hidayet ve nur vardır. (Allah’ın emirlerine) teslim olan peygamberler, onunla Yahudilere ve Hıristiyanlara hüküm verirlerdi, kendilerini tanrıya vermiş zahitler ve âlimler de Allah’ın kitabını korumakla görevlendirildiklerinden onunla (hüküm verirlerdi) ve onu gözetip kollarlardı… Onların ardından yanlarındaki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona içinde yol gösterme ve nur bulunan, kendinden önceki Tevrat’ı doğrulayan ve korunanlar için yol gösterme ve öğüt olan İncil’i verdik. İncil sahipleri, Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsinler… Sana da kendinden önceki kitabı doğrulayıcı ve onu koruyup kollayıcı olarak bu kitabı (Kur-anı) gerçekle indirdik. Artık onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet…
Günümüzde Yahudilerin ve Hıristiyanların ellerinde olan Tevrat ve İncil de (bozulmalarına karşın;) bu konuyu onaylamaktadırlar. Zira Tevrat’ın içinde hukukî ve adlî birçok hüküm bulunmaktadır. İncil de Tevrat’ın yasalarını onaylamaktadır.
Netice
Bir önceki açıklamalardan anlaşıldığı gibi; Kur-an ıstılahına göre, insanın kendisinden kaçmasının mümkün olmadığı hayat metoduna din denir. Din ile (insanların yasalaştırdığı) toplumsal kanunlar arasındaki fark şudur: Din, yüce Allah’ın tarafından gelmektedir; ancak toplumsal kanunlar, insanların düşüncelerinin ürünüdürler. Başka bir ifadeyle; din, insanların toplumsal hayatı ile yüce Allah’a kulluk etmek arasında bağlantı kurmaktadır. Ancak toplumsal kanunlarda bu bağa önem verilmemektedir.
Kanunları Allah’a Bağlamanın Güzel Sonuçları
Din insanın toplumsal hayatı ile Allah’a kulluk etmek arasında kurmuş olduğu bağın sonucu olarak, insanın bireysel ve toplumsal işlerinin hepsinde ilahî bir mesuliyet icat edip, onu bütün hal ve hareketlerinde yüce Allah katında sorumlu olarak görmektedir.
Yüce Allah sonsuz kudreti ve sınırsız ilmi ile insanı bütün yönleriyle kuşatıp aklında düşündüğü fikirleri ve kalbinin derinliklerinde sakladığı sırları bilmektedir. Hiçbir şey kendisinden gizli değildir. Bundan dolayı din de (insanî kanunlar gibi) emniyeti sağlamak ve suçluları cezalandırmak amacıyla muhafızlar (memurlar) görevlendirip yasalar çıkarmıştır. Dinin, insanî kanunlara karşı başka bir üstünlüğü daha vardır ve o da şudur: Din, insanı gözetleme ve kontrol etme yönetimini, işi konusunda gaflet edip yanlışa düşmeyen ve cezasından (azabından) kaçılamayan bir muhafızın eline teslim etmektedir.
Yüce Allah kelamında şöyle buyurmaktadır:
وَ هُوَ مَعَكمُْ أَيْنَ مَا كُنتُم
Nerede olursanız olun, O sizinle birliktedir.
Yine şöyle buyurmaktadır:
وَ اللَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ محُِيط
Allah yaptıkları şeyleri kuşatmıştır.
Yine şöyle buyurmaktadır:
وَ إِنَّ كلاًُّ لَّمَّا لَيُوَفِّيَنهَُّمْ رَبُّكَ أَعْمَلَهُمْ إِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَبِير
Kuşkusuz Rabbin, hepsinin işlediklerinin karşılığını tam olarak verecektir. Çünkü Allah, yaptıklarından bütünüyle haberdardır.
Eğer insanî kanunlarla yönetilen bir yerde yaşayan bir kişinin hali ile dinî yasalarla yönetilen bir ortamda yaşayan bir kimsenin durumunu karşılaştırırsak, bizim için dinin üstünlüğü ve yararları tamamen ortaya çıkacaktır. Çünkü bireylerinin hepsi dindar olan ve dinî görevlerini yapan toplumdaki insanlar, Allah’ın bütün işlere hazır ve nazır olduğunu bildikleri için, birbirlerine karşı güven duygusu içinde yaşayacaklardır. Bundan dolayı böyle bir ortamda yaşayan bireylerin hepsi birbirlerinin dillerinden ve ellerinden gelecek olan tehlikelere karşı güven içinde olup, ömürlerini huzur dolu bir şekilde geçirecekler ve sonunda da ebedî mutluluğa ulaşacaklardır. Ama insanî kanunların egemen olduğu bir ortamda ise yalnızca görevlinin kendilerini gördüğünü anladıkları zaman yasak işi yapmaktan vazgeçeceklerdir. Aksi takdirde (herhangi bir görevli yokken) yasak işleri yapmaktan kesinlikle çekinmeyeceklerdir.
Evet, güzel ahlaka önem veren bir toplumda kalp huzuru belli bir noktaya kadar sağlanabilir; ancak ahlak da insanî kanunlara değil, dinî yasalara ait bir ilkedir.
Din Fıtrîdir
İnsan, Allah’ın kendisine verdiği fıtrattan ve doğal hükümlerden dolayı dine muhtaçtır. Çünkü insan hayat süreci içinde mutlu olabilmek için uğraşır. İhtiyaçlarını gidermek için etkili olan sebeplere ve araçları elde etmeye çalışır. Kuşkusuz her zaman etkili olan ve yenilgi tanımayan bir sebep ister. Öte taraftan tabiat aleminde her zaman etkili olan ve hiç yenilgi yüzü görmeyen bir dahi sebep bulunmamaktadır.
İşte insanın mutlu olabilmek için yenilmeyen bir sebep, hayatını sürdürebilmek için yıkılmayan bir dayanak ve gerçek manevî huzuru bulabilmek için kendisine bağlanacağı bir hakikat istemesinin nedeni dindir. Çünkü irade konusunda hiçbir zaman yenik düşmeyen ve hiçbir eksikliği bulunmayan yegane varlık yüce Allah’tır. Kendisi vesilesiyle yüce Allah ile bağlantı kurulması gereken hayat metodu ise İslam dinidir.
Dolayısıyla şöyle söylemek mümkündür: İnsanın içgüdüsünden kaynaklanan istek, tevhit, nübüvvet ve mead olmak üzere dinin üç esasını ispat eden en güzel delildir. Zira (insanın özel yapısının gereği olarak) fıtrî idrak hiçbir zaman hata yapmaz. Örnek olarak insan hiçbir zaman dostluğun anlamını düşmanlıkla karıştırmaz. Susuzluğu suya doygunluk olarak hissetmez.
Evet bazen insan kanatlanıp bir kuş gibi uçmak veya gökyüzünde bir yıldız olup doğmak ve batmak istemektedir. Ancak bu tür düşünceler hayalden başka bir şey değildir. Öte taraftan insan ruhunun derinliklerinden gelen duygudan dolayı hakikî bir dayanak istemektedir. Kayıtsız şartsız bir huzur veya insanî mükemmel bir yaşam arzulamaktadır. Bu tür düşüncelerden hiçbir zaman vazgeçmemektedir. Eğer varlık aleminde yenilmeyen bir sebep (Allah) olmasaydı bu tür düşüncelerin peşine düşmezdi. Eğer (ahiret aleminin huzuru ve rahatlığı gibi) kayıtsız şartsız bir huzur ve bir rahatlık var olmasaydı doğal olarak araştırmaya koyulmayacaktı. Eğer bizlere nübüvvet vesilesiyle ulaşan din metodu hak olmasaydı (dinin) istekleri insan ruhunun derinliklerine etki etmezdi.
Genel Hatlarıyla Dinler Tarihi
Dinî bakımdan kısaca dinlerin oluşumunu araştırma konusunda güvenilebilecek en garantili yol Kur-anın beyan ettiği özet açıklamadır. Zira Kur-an yanlış, hata, taassup, garaz v.b. gibi şeylerden münezzehtir. Allah’ın dini olan İslam dini (Allah katında din yalnız islam’dır.) insanın var olduğu ilk günden itibaren onunla birlikte idi. Zira Kur-anı kerimde de açıklandığı gibi; insanların soyları Adem ve Havva olmak üzere bir kadın ve bir erkeğe dayanmaktadır. Adem peygamber idi ve kendisine ilahî vahiyler nazil olmaktaydı.
Adem’in dini çok sade olup genel konuları içermekteydi. Örnek olarak; insanlar Allah’ı zikretmek zorundaydılar. Birbirlerine özellikle anne ve babaya iyilik yapmakları gerekmekteydi. Fesat, cinayet v.b. gibi çirkin işlerden uzak durmaları gerekiyordu.
Ademden ve eşinden sonra çocukları günleri ihtilafsız bir şekilde geçiriyorlardı.
Günden güne insanların sayıları çoğaldığı için bir araya gelip gruplar halinde yaşamaya başladılar. Aynı zamanda güzel yaşama metotlarını da yavaş yavaş öğrenip kendilerini medeniyete biraz daha yaklaştırıyorlardı.
İnsanların sayıları çoğaldığı için çeşitli kabilelere bölündüler. Her kabile içinde kabile üyelerinin kendilerine saygı gösterdiği büyük insanlar bulunmaktaydı. Hatta öldükten sonra da heykellerini yapıp saygı göstermeye devam ettiler. Dolayısıyla söz konusu olan günlerde insanlar arasında puta tapıcılık yayılmaya başladı. İmamlardan (Aleyhimusselam) nakledildiği gibi; puta tapıcılığın ortaya çıkması böyle olmuştu. Puta tapıcılık tarihi de bunu doğrulamaktadır.
Sonra güçlülerin zayıflara yaptıkları zulümlerden dolayı insanlar arasında ihtilaflar meydana geldi. Bu ihtilaflar hayat süreci içinde farklı kargaşaların ortaya çıkmasına neden oldu.
Mutluluk yolundan saptıran söz konusu ihtilaflar insanları helake sürüklemeye başladı. Dolayısıyla yüce Allah ilahî kitaplar ışığında insanların ihtilaflarını çözmeleri için peygamberler seçip gönderdi. Nitekim yüce Allah kelamında şöyle buyurmaktadır:
كاَنَ النَّاسُ أُمَّةًوَحِدَةً فَبَعَثَاللَّهُ النَّبِيِّنَمُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَ أَنزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَبَبِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَينَْ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَ مَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلَّا الَّذِينَ أُوتُوهُ مِن بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَتُ بَغْيَا بَيْنَهُمْ فَهَدَى اللَّهُ الَّذِينَ ءَامَنُواْ لِمَا اخْتَلَفُواْ فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ وَ اللَّهُ يَهْدِى مَن يَشَاءُ إِلىَ صِرَطٍ مُّسْتَقِيم
İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah müjdeci ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla birlikte hak yolu gösteren kitaplar da gönderdi.
Ulu’l Azim Peygamberler ve Öteki Peygamberler
İlahî bir kitaba ve şeriata sahip olan peygamberler beş tanedir. Nitekim aşağıdaki ayette onlara şöyle işaret edilmiştir:
شَرَعَ لَكُم مِّنَ الدِّينِ مَا وَصىَ بِهِ نُوحًا وَ الَّذِى أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَ مَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَهِيمَ وَ مُوسىَ وَ عِيسىَ أَنْ أَقِيمُواْ الدِّينَ وَ لَا تَتَفَرَّقُواْ فِيه
“Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye Nuh’a vahyettiğimizi, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size de şeriat (din) kıldı.
Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (Aleyhimusselam) olmak üzere bu beş kişiye Ulu’l Azim peygamberler denir. Ancak Allah’ın peygamberleri yalnızca bunlarla sınırlı değildir. Çünkü her ümmetin bir peygamberi vardı ve yüce Allah tarafından birçok peygamber gönderilmişti. Kur-anı kerim peygamberlerin çoğunun adını açıklamamıştır.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
وَ لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِّن قَبْلِكَ مِنْهُم مَّن قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَ مِنْهُم مَّن لَّمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَ
Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, sana kıssalarını anlatmadığımız kimseler de var.
Yine şöyle buyurmaktadır:
وَ لِكُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولٌ
Her ümmetin bir peygamberi vardır.
Yine şöyle buyurmaktadır:
وَ لِكلُِّ قَوْمٍ هَاد
Her ümmetin bir hidayet edeni vardır.
Evet Ulu’l Azim peygamberlerden sonra gelen peygamberler, insanları Ulu’l Azim peygamberlerin şeriatlarına davet ettiler. Böylece risalet ve davet sürmüş oldu. Nihayet yüce Allah peygamber efendimiz Muhammed b. Abdullah’ı (Sallellahu aleyhi ve alihi) peygamberlerin sonuncusu olarak, dinî kanunların en sonuncusu ve en mükemmeli ile birlikte seçip gönderdi. Onun getirdiği ilahî kitap, ilahî kitapların sonuncusu oldu. Netice olarak getirdiği din ve şeriat da kıyamete kadar evrenselliğini koruyacaktır.
1-Hazreti Nuh (Aleyhisselam)
Yüce Allah’ın ilahî bir kitap ve şeriatla birlikte seçip insanlara gönderdiği ilk peygamber, Nuh (Aleyhisselam) idi.
Nuh (Aleyhisselam) zamanının insanlarını tevhide, Allah’ı birlemeye, şirkten sakınmaya ve puta tapıcılıktan kaçınmaya davet etti. Nitekim Kur-anı kerimdeki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi; sınıfsal farklılıkları yok etmek, zulmün kökünü kazımak ve adaletsizliği ortadan kaldırmak için çok mücadele etmiştir. (O günün insanları için yeni olan) delil gösterme vesilesiyle öğretilerini açıklamıştır.
Cahil, inatçı ve isyankar insanlara karşı yıllarca süren mücadelelerden sonra küçük bir grubu doğru yola hidayet etti. Yüce Allah gönderdiği tufan vasıtasıyla kafirleri helak edip yeryüzünü onların necis bedenlerinden arındırdı. Taraftarlarıyla birlikte kurtulan Nuh (Aleyhisselam) ise dünyada dinî bir toplumun temellerini atmış oldu.
Bu değerli peygamber, zulümle, adaletsizle ve tuğyanla mücadele eden ilahî görevlilerin birincisi ve tevhit şeriatını kuranların ilkidir. Hak dine ve hakikate yaptığı değerli hizmetlerden dolayı, yüce Allah insanlık alemi var oldukça payidar kalacak olan özel bir selamla selamlanmıştır:
سَلَمٌ عَلىَ نُوحٍ فىِ الْعَلَمِين
Alemlerde Nuh’a selam olsun.
2-Hazreti İbrahim (Aleyhisselam)
Nuh’dan (Aleyhisselam) uzunca yıllar geçtikten sonra Hud, Salih v.b. gibi birçok peygamber insanları Allah’a davet etmelerine karşın; şirk ve put pazarı günden güne çoğaldı. Nihayet bütün dünyayı kaplayınca yüce Allah engin hikmeti gereğince İbrahim’i (Aleyhisselam) seçip gönderdi.
İbrahim (Aleyhisselam) çok güzel ahlaka sahip mükemmel bir insandı. Tertemiz fıtratıyla hakikati araştırıp yüce Allah’ın birliğini kavradı. Yaşadığı sürece şirkle ve zulümle mücadele etti.
İbrahim (Aleyhisselam) , Kur-anı kerimin ve Ehli Beyt’in (Aleyhimusselam) de açıkladığı gibi; çocukluk dönemini bir mağarada insanların gürültü ve patırtısından uzak bir şekilde geçirdi. Yalnızca ara sıra yemek getiren annesini görüyordu.
Bir gün annesiyle birlikte mağaradan dışarı çıkıp şehirle tanıştı. Amcası olan Azer’in yanına geldi. Ancak gördüğü her şey onun için yeni idi ve kendisine çok şaşırtıcı geliyordu.
Tertemiz fıtratı onu şaşırtıcı binlerce olaydan dolayı gördüğü varlıkların yaratılışlarına yöneltti. Bu bakımdan yaratılmalarının nedenini ve sebebini araştırmaya koyuldu. Azer’in ve başkalarının yontup taptıkları putları gördü. Onlar hakkında bir takım sorular sordu. Ancak putların ilahlığı hakkında yapılan açıklamalar onu ikna etmedi.
Venüs gezegenine, aya ve güneşe tapan bir grup insan gördü. Bunların hepsi bir süre sonra battıkları için İbrahim (Aleyhisselam) ilah olduklarını inkar etti.
İbrahim (Aleyhisselam) bu aşamalardan sonra yüce Allah karşısındaki kulluğunu ve puta tapıcılıktan uzak olduğunu insanlara ilan etti. Artık şirk ve puta tapıcılıkla mücadele etmekten başka bir düşüncesi kalmamıştı. Bu bakımdan dur durak bilmeksizin puta tapıcılarla mücadele etmeye başlayıp, onları tevhide davet etti.
Nihayet bir gün put evine girip, bütün putları kırdı. İnsanlara göre cinayetlerin en büyüğü olan bu olaydan dolayı onu yargıladılar. Yargılamadan sonra ateşin içinde yakmaya karar verdiler. Ön hazırlıklar yapıldıktan sonra onu ateşin içine attılar. Ancak yüce Allah’ın koruması altında ateşin içinden sağlıklı bir şekilde dışarı çıktı.
Ömrünün sonlarında iki tane çocuk sahibi oldu. Çocuklardan biri Yakub’un (Aleyhisselam) babası İshak (Aleyhisselam) idi. Öteki ise Mısır Araplarının babası İsmail (Aleyhisselam) idi. İsmail’i (Aleyhisselam) bebeklik döneminde yüce Allah’ın emri üzere annesiyle birlikte hicaza götürdü. Dağlar arasında kupkuru susuz bir yere yerleştirdi. Böylece bedevî olan Arapları tevhit dinine davet etti. Sonra Kabe’yi yaptı. İslam dininin ortaya çıkışına ve Peygamberimizin (Sallellahu aleyhi ve alihi) davetine kadar Araplar arasında yaygın olan hac amellerini duyurdu.
İbrahim (Aleyhisselam) fıtrat dinine sahiptir. Kur-an ayetine göre ilahî bir kitaba sahipti. Allah’ın dinini “İslam” ve ona iman edenleri de “Müslüman” olarak adlandıran ilk peygamberdir. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam olmak üzere dünyada var olan tevhit dinleri ona dayanmaktadırlar. Zira adı geçen dinlerin önderleri olan Hazreti Musa (Aleyhisselam) , Hazreti İsa (Aleyhisselam) ve Hazreti Muhammed (Sallellahu aleyhi ve alihi) onun yaptığı davetin aynısını yapmışlardır.
3-Hazreti Musa Kelimullah (Aleyhisselam)
İmran’ın oğlu Musa (Aleyhisselam) üçüncü Ulu’l Azim peygamberdir. İlahî bir kitap ve şeriat sahibidir. Yakup’un (Aleyhisselam) soysundan dünyaya gelmiştir.
Musa’nın (Aleyhisselam) bir çok mücadeleye sahne olan bir hayatı olmuştur. İsrail oğullarının Mısır’da Kıptîler arasında zillet ve esaret altında yaşadıkları ve firavunun emriyle çocuklarının kesildikleri çok kötü bir dönemde dünyaya gelmiştir.
Musa’nın annesi, rüyasında kendisine söylendiği gibi; Musa’yı tahta bir sepetin içine koyup Nil nehrine bıraktı. Su, sepeti sürükleyip firavunun sayarının önüne getirdi. Firavunun emriyle sepeti alıp içini açtıkları zaman ortasında bir çocuk gördüler.
Firavun, karısının ısrarından dolayı çocuğu öldürmekten vazgeçti. Çocukları olmadığı için onu evlatlık edinip, emzirmesi amacıyla öz annesine teslim ettiler.
Musa (Aleyhisselam) gençlik çağına kadar firavunun sorumluluğu altında idi. Adam öldürme olayından sonra firavunun korkusundan dolayı Mısır’dan kaçmak zorunda kalıp Medyen’e gitti. Orada Şuayb (Aleyhisselam) peygamber ile karşılaştı. Şuayb’ın (Aleyhisselam) kızlarından biri ile evlenip, yıllarca onun koyunlarını güttü.
Birkaç yıl sonra öz vatanına geri dönmeye karar verip, ailesini alarak hazırladığı erzakla birlikte Mısır’a yöneldi. Yolculuk esnasında Tur-i Sina’ya ulaştığı zaman yüce Allah tarafından peygamber olarak seçilip, firavunu tevhit dinine davet etmekle, İsrail oğullarını Kıptîlerin ellerinden kurtarmakla ve kardeşi Harun’u veziri yapmakla görevlendirildi.
Ancak görevini duyurduktan ve ilahî mesajı açıkladıktan sonra, puta tapan ve aynı zamanda kendini rab olarak tanıtan firavun, onun peygamberliğini kabul etmedi ve İsrail oğullarının özgür olmalarına karşı çıktı. Musa (Aleyhisselam) yıllarca insanları tevhit dinine davet etmesine ve birçok mucize göstermesine karşın; firavun ve yandaşları tepki olarak inatçılıktan ve düşmanlıktan başka bir şey göstermediler.
Nihayet Musa (Aleyhisselam) Allah’ın emriyle İsrail oğullarına hicret etmelerini emredip, geceleyin Mısır’dan ve Sina çölünden kaçmalarını sağladı. Kızıl denize ulaştıkları zaman olaydan haberdar olan firavun da onları takip ederek arkalarında geldi. Musa (Aleyhisselam) mucize yaparak denizi ortadan ikiye ayrılmasını sağlayıp kavmini sudan geçirdi. Ancak firavun ve ordusu denizin içinde boğuldular.
Bu olaydan sonra yüce Allah Tevrat’ı Musa’ya (Aleyhisselam) nazil kılarak şeriat kelimesini İsrail oğulları arasına yerleştirdi.
4-Hazreti İsa Mesih (Aleyhisselam)
Hazreti İsa (Aleyhisselam) Ulu’l Azim peygamberlerin dördüncüsüdür. İlahî bir kitap ve şeriat sahibi idi. İsa (Aleyhisselam) olağan üstü bir şekilde dünyaya gelmiştir. Çok takvalı ve iffetli bir kadın olan annesi Meryem, mukaddes evde ibadetle meşgul iken yüce Allah tarafından Ruh-ul Kudüs nazil olarak, ona İsa’nın dünyaya geleceği müjdesini verdi ve Meryem İsa’ya hamile kaldı.
İsa (Aleyhisselam) dünyaya geldikten sonra, insanların annesine yapmış oldukları iftiralar karşısında beşikte iken konuşmaya başladı ve annesinin masumiyetini savundu. Kendisine peygamberlik ve kitap verileceğini insanlara bildirdi.
Sonra gençlik döneminde insanları hak dine davet etmeye başladı. Musa’nın (Aleyhisselam) dinini çok az bir değişiklikle diriltti. Dostları olan Havarileri tebliğci olarak çeşitli bölgelere gönderdi.
Daveti her tarafa yayıldıktan bir süre sonra, Yahudiler onu öldürm istediler. Ancak yüce Allah onu kurtararak Yahudiler başka birini onun yerine tutuklayıp astılar.
Şu nükteyi hatırlatmak gerekir ki; yüce Allah Kur-anı kerimde İsa’ya (Aleyhisselam) ilahî bir kitap olan İncil’in nazil olduğunu ve ölümünden sonra ona nispet verilen İncillerden ayrı olduğunu açıklamaktadır. Hıristiyanlar arasında Luka, Markas, Matta ve Yuhanna olmak üzere dört İncil resmî olarak tanınmaktadır.
Dipnotlar
--------------------------------------
1-Maide: 43-48
2-Hadid: 4
3-Enfal: 47
4-Hud: 111
5-Al-i İmran: 19 (????? ???????? ????? ??????? ??????????)
6-Bakara: 213
7-Şura: 13
8-Ğafir: 78
9-Yunus: 47
10-Rad: 7
11-Saffat: 79
12-Mısır'da padişahlara firavun denir.