NaN%
El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân-c.6 El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân-c.6



Mâide Sûresi'nin Devamı
Mâide Sûresi 55-56 ........................................................................ 5


55- Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve namaz kılan ve rükû hâlinde iken zekât veren müminlerdir.

56- Kim Allah'ı, O'nun Resulünü ve sözü edilen müminleri veli edinirse, (bilsin ki) galip gelecek olanlar, yalnız Allah'ın hizbidir.

AYETLERİN AÇIKLAMASI

Görüldüğü gibi bu iki ayet Ehlikitab'ı ve kâfirleri veli edinmeyi yasaklayan ayetler arasında yer alıyor. Bundan dolayı Sünnî tefsircilerin bir bölümü, bu iki ayetin önceki ve sonraki ayetlerle aynı anlamı paylaştıklarını düşünerek hepsini aynı anlamda saymışlardır.

Bu ortak anlam, müminlerin yardımcı anlamında şahısları veli edinme konusun-daki görevlerini açıklıyor ve Yahudileri, Hıristiyanları ve kâfirleri veli edinmeyi yasaklıyor, veliliği sadece Allah'a, Peygamberine (s.a.a) ve namaz kılan ve rükû hâlinde iken zekât veren müminlere mahsus kılıyor. Çünkü bunlar gerçek müminlerdir.

Böylece münafıklar ile kalplerinde hastalık olanlar dışarıda bırakılarak gerçek müminlerin veliliğinin gerekliliği vurgulanıyor. Buna göre bu ayet, "Allah müminlerin velisidir." (Âl-i İmrân, 68) "Peygamber, müminler üzerinde kendilerinden daha çok yetki sahibidir." (Ahzâb, 6) "Onlar birbirlerinin velileridirler." (Enfâl, 72) "Mümin erkekler ve kadınlar birbirlerinin velileridirler, iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar." (Tevbe, 71) ayetleri ile aynı anlamı taşır. Dolayısıyla bu ayet, yardımcı olma anlamında Allah'ın, Peygamberinin ve müminlerin müminler üzerinde velâyeti bulunduğunu ifade etmektedir.

Bu durumda ayette açıklanması gereken tek bir nokta kalıyor. O da, "zekât veren" ifadesiyle bağıntılı olan "rükû hâlinde iken " şeklindeki hâl cümlesidir. Bu problem "rükû" kelimesinin mecazî anlamda kullanıldığını kabul etmekle ortadan kalkar. Bu mecazî anlam, mutlak anlamda yüce Allah'a boyun eğmek veya yoksulluk

6 .................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân-c.6

gibi sebeplerle düşük durumda olmaktır. O zaman ayetin anlamı şöyle olur: Sizin velileriniz (yardımcılarınız) Yahudiler, Hıristiyanlar ve münafıklar değildirler. Sizin velileriniz (yardımcılarınız) Allah, O'nun Resulü ve namaz kılan, zekât veren ve bütün bu durumlarda Rablerine boyun eğerek O'nun emirlerine kayıtsız şartsız uyan veya geçim darlığı çeken fakirler oldukları hâlde zekât veren müminlerdir.

Fakat bu iki ayet ile öncesi ve sonrasındaki ayetlere, ayrıca surenin bütününe yönelik irdeleyici ve dikkat yoğunlaştırıcı bir inceleme, bizi sözünü ettiğimiz tefsircilerin söylediklerinin tersine sonuçlara gö-türür. Onların sözlerindeki ilk yanlış, bu ayetler arasında anlam birliği olduğu, ayetlerin yardımcı olma anlamındaki veliliğe değinerek bunun hangisinin doğru ve hangisinin yanlış olduğunu ayırt ettiği yolundaki açıklamalarıdır.

Çünkü bu surenin Peygamberimizin son günlerinde, Veda Haccı sırasında indiği gerçek olmakla birlikte, diğer bir gerçek de onun bütün ayetlerinin hep birlikte inmemiş olmasıdır. Onun içindeki bazı ayetlerin bundan daha önce indiği şüphesizdir. Bunun< kanıtı, o ayetlerin içerikleridir.

Ayrıca bu ayetlerin iniş sebeplerine ilişkin aktarılan rivayetler de bunu desteklemektedir. Dolayısıyla ne bir ayetin bir ayetin öncesinde veya sonrasında yer alması, o ayetler arasında anlam bütünlüğüne delil sayılabilir, ne de iki ayet arasında belirli bir münasebetin olması, o ayetlerin birlikte indiklerine veya anlamları arasında bütünlük olduğuna delil teşkil eder.

Üstelik bir de şu var: Bu ayetlerin öncesindeki ayetler, yani "Ey inananlar, Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridirler." diye başlayan ayetler, müminlere Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyi yasaklamakta, münafıkları ve kalplerinde hastalık olanları onlara doğru koşmakla, onların tarafını tutmakla suç-lamakta, fakat Yahudilere ve Hıristiyanlara herhangi bir hitap yöneltmemekte, onlara herhangi bir mesaj vermemektedir.

Buna karşılık bu iki ayetin sonrasında yer alan ayetlerde, yani "Ey iman edenler, sakın sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve kâfirlerden dinlerinizi alaya alanları, eğlence konusu yapanları veli edinmeyin..." diye başlayan ayetlerde durum böyle değildir.

Mâide Sûresi 55-56 ............................................................... 7

Bu ayetler, Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyi yasakladığı gibi, onların durumunu ele alarak kendilerine hitap edilmesini emrediyor, sonra da onları münafıklık ve fasıklıkla suçluyor. Görülüyor ki, bu iki ayetin öncesinde ve sonrasında yer alan ayetlerin amaçları farklıdır. Böyleyken nasıl olur da aralarında anlam bütünlüğü olabilir?!

Bir de şu var: "Ey inananlar, Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyin..." diye başlayan ayetleri incelerken gördük ki, yardımcı olma anlamındaki velilik bu ayetlerle bağdaşmaz; bu ayetlerdeki özellikler ve kullanılan öğeler, özellikle "Onlar birbirlerinin velileridirler." ve "Sizden kim onları veli edinirse, onlardandır." ifadeleri yardımcılık anlamındaki velilikle uyuşmaz. Çünkü iki kavim arasında yardımlaşma anlaşması yapılması, o kavimlerden birinin diğerinden olmasını, o kavimden sayılmasını gerektirmediği gibi, böyle bir anlaş-mayı yasaklamanın gerekçesi olarak, o falanca kavmin fertleri birbirlerinin velileri, yardımcılarıdır, demek de yerinde olmaz.

Fakat sevgi anlamındaki velilik anlaşması yapmak böyle değildir. Çünkü bu tür bir anlaşma, taraflar arasında psikolojik ve ruhsal kaynaşmayı gerektirir, taraflardan birinin diğerinin hayatî meselelerinde ruhsal ve fiziksel tasarrufta bulunmasını mubah hâle getirir, iki toplumu ahlâkta ve davranışlarda birbirine yaklaştırarak bu toplumların kendine özgü özelliklerini giderir.

Şu da var ki, Peygamberimizi (s.a.a) yardımcı anlamında müminlerin velisi saymak caiz değildir. Bunun tersi doğrudur. Çünkü yüce Allah'ın önemle üzerinde durduğu ve Kur'ân'ın birçok ayetinde sözünü ettiği bu yardım, din konusundaki yardımdır. Bu durumda, dinin yasamacısı ve kanınlarının koyucusu olduğu için, 'Din Allah'ındır' denebilir.Bunun sonucu olarak Peygamberimiz veya müminler ya da her ikisi Allah'ın dinine yardım etmeye çağrılırlar veya Allah'ın koyduğu din hususunda Allah'ın yardımcıları olarak adlandırılırlar.

Şu ayetlerde buyrulduğu gibi: "Havarîler, 'Biz Allah'ın yardımcılarıyız' dediler." (Saff, 14) "Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder." (Muhammed, 7) "Allah peygamberlerden söz aldı ki, ... ona inanacaksınız ve ona yardım edeceksiniz."

8 .................................................. El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân - c.6

(Âl-i İmrân, 81) Bu anlamda daha birçok ayet vardır. Aynı şekilde örneğin dine çağırdığı, onu tebliğ ettiği için 'Din Peygamberindir' veya biri yasamacı, diğeri yol gösterici olması hasebiyle, 'Din Allah'ın ve Peygamberinindir' de denebilir. Bunun sonucu olarak insanlar dine yardım etmeye çağrılır veya dine yardım ettikleri gerekçesi ile müminler övülür. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Onlar ki, onu korudurlar ve ona yardım ettiler." (A'râf, 157) "Onlar ki, Allah'a ve Peygamberine yardım ederler..." (Haşr, 8) "Onlar ki, barındırdılar ve yardım ettiler..." (Enfâl, 72) Bu anlamda daha birçok ayet vardır.

Yine dinin hükümleri ile yükümlü oldukları ve o hükümlerle amel ettikleri için, 'Din Peygamberin ve müminlerindir.' de denebilir. Bu durumda da yüce Allah'ın onların velisi ve yardım edicisi olduğu ifade edilir. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Hiç şüphesiz, Allah kendisine yardım edenlere yardım eder." (Hac, 40) "Biz peygamberlerimize ve müminlere dünya hayatında ve şahitlerin (şahitlik için) ayağa kalktıkları gün mutlaka yardım ederiz." (Mü'min, 51) "Müminlere yardım etmek bizim üzerimize borçtur." (Rûm, 47) Bu anlamda başka ayetler de vardır.

Fakat herhangi bir bakımdan dini müminlere tahsis etmek, o konuda müminleri temel kabul edip Peygamberimizi dışarıda tutmak, sonra da onu o konuda müminlerin yardımcısı saymak doğru değildir. Çünkü Peygamberimizin müminlere en güzel şekilde ortak olmadığı, en iyi şekilde pay sahibi olmadığı hiçbir dinî üstünlük yoktur. Bundan dolayı Kur'ân'da Peygamberimizin (s.a.a) müminlerin yardımcısı olduğunu ifade eden bir tek ayet bile yoktur.

İlâhî kelâm, o benzersiz edebini gözetmeyi ihmal etmekten münezzehtir.

Bu gerçek, Kur'ân'da Peygamberimize izafe edilen veliliğin tasarruf yetkisi veya sevgi ve muhabbet anlamına geldiğinin en güçlü delillerindendir. Şu ayetlerde buyrulduğu gibi: "Peygamber, müminler üzerinde kendilerinden daha çok yetki sahibidir." (Ahzâb, 6) "Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve... müminlerdir." (Mâide, 55) Görüldüğü gibi hitap, müminlere yöneltilmiştir. Az önce de belirtildiği üzere, Peygamberi müminlerin yardımcısı anlamında onların velisi saymanın bir anlamı yoktur.

Mâide Sûresi 55-56 ............................................................. 9

Bu dediklerimizden şu sonuç ortaya çıktı: "Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü..." diye başlayan iki ayetin, öncesindeki ayetlerin yardımcı olma anlamındaki veliliğe değindikleri farz edilirse, bu iki ayetin içeriği o ayetlerin içeriği ile aynı değildir. İkinci ayetin sonundaki, "...galip gelecek olanlar, yalnız Allah'ın hizbidir." cümlesi sakın seni yanıltmasın. Çünkü galibiyet, yardım anlamındaki velâyetle uyuştuğu gibi, tasarruf velâyeti ve aynı şekilde sevgi ve muhabbet velâyetiyle de bağdaşır. Çünkü din mensuplarının nihaî hedefi olan dinî galibiyet, müminlerin herhangi bir vesile ile Allah'a ve Peygambere bağlanmaları ile gerçekleşir. Yüce Allah açık vaadi ile bu gerçeği müminlere duyurmuştur. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Allah, 'Ben ve peygamberlerim mutlaka galip geleceğiz' diye yazdı.

" (Mücâdele, 8) "Gönderilen peygamber kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti: Mutlaka kendilerine yardım edilecek ve galip gelecek olanlar, mutlaka bizim ordumuzdur." (Sâffât, 173)

Üstelik, Şiî ve Sünnî kanallardan gelen çok sayıdaki rivayete göre, bu iki ayet namaz sırasında yüzüğünü sadaka olarak veren Hz. Ali hakkında inmiştir. Buna göre, bu iki ayet genel değil, özel anlamlıdır. Bu konudaki rivayetlerin büyük bir kısmını inşaallah ayetleri hadisler ışığında incelerken nakledeceğiz.

Eğer çokluklarına ve yoğunluklarına rağmen bu tür rivayetler ayetlerin tefsirinde iniş sebebi olarak kabul edilmeyecek ise, hiçbir ayette hiçbir iniş sebebine dayanmak doğru olmaz. Bu açıktır. Dolayısıyla bu iki ayeti genel anlamlı sayarak müminlerin birbirlerinin velileri olduklarını ifade ettiğini söylemenin hiçbir dayanağı yoktur.

Evet, bazı tefsirciler bu rivayetlere itiraz etmişler. Oysa bu kadar çok sayıdaki rivayete itiraz etmeleri yersizdir. İleri sürdükleri itirazlar şunlardır:

1) Bu rivayetler, bu ayetlerin yardımcı olma anlamındaki velilikle ilgili zahirî içeriği ile çelişir. Bu noktaya yukarıda işaret edilmişti.

2) Bu rivayetler, çoğul kipi kullanıldığı hâlde tekilin kastedilmiş olmasını gerektirir. Çünkü bu rivayetlere dayanıldığı takdirde, "... namaz kılan ve rükû hâlinde iken zekât veren müminler"den Hz. Ali'nin kastedildiği kabul edilecektir ki, dil kuralları böyle bir tefsire müsait değildir.

10 .............................................. El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân - c.6

3) Bu rivayetler, zekâttan maksadın yüzüğü sadaka olarak vermek olmasını gerektirir ki, buna zekât adı verilemez. Sözü edilen tefsirciler şöyle demişler: Buna göre, ayeti genel anlamlı saymalı ve burada "kasr'ul-kalp" veya "kasr'ul-ifrad" sanatının söz konusu olduğunu kabul etmeliyiz. Çünkü münafıklar Ehlikitab'ın yardımına koşuyorlar ve bunu vurguluyorlardı. Bu sebeple yüce Allah, onları böyle davranmaktan sakındırdı ve onların velilerinin (yardımcılarının) Ehlikitap ve münafıklar değil, Allah, O'nun Resulü ve gerçek müminler olduğunu ifade etti.

Bu durumda tek bir problem kalıyor. O da bu anlamın "ve rükû hâlinde iken" ifadesi ile bağdaşmamasıdır. Bu problem de "rükû" kelimesinin Allah'a boyun eğme veya fakirlik ve düşük durumluluk şeklinde mecazî anlamda yorumlanması ile ortadan kalkar. İşte söz konusu tefsircilerin ileri sürdükleri itirazlar ve bu itirazlar ile ilgili açıklamaları bunlardır.

Fakat bu ve benzeri ayetleri incelemek, ileri sürülen açıklamaları tümü ile geçersiz kılmaktadır Önce bu ayetin yardım anlamındaki veliliği ifade eden bir anlatım içinde yer aldığı, dolayısıyla bu anlamda yorumlanması gerektiği tezini ele alalım. Daha önce belirtildiği üzere bu ayetlerin maksadı asla bu değildir. Eğer daha önceki ayetlerin yardım anlamındaki veliliği ele aldıkları farz edilse bile, bu ayet o ayetlerin bu maksadını paylaşmamaktadır.

"...namaz kılan ve rükû hâlinde iken zekât veren müminlerdir" ifadesinde çoğul kullanıldığı hâlde tekilin kastedilmesi konusuna gelince; bu kitabın üçüncü cildinde Mübahele ayeti incelenirken bu konuda verilen ayrıntılı cevabı biliyorsun. O cevabın özü şu idi: Çoğul kipi kullanıp bununla tekil kastetmek ve çoğul kipini tekil anlamında kullanmak ile, uyarlanabileceği örneklere uyarlansın diye çoğul lafzı ile genel bir hüküm ortaya koymak ya da çoğul lafzı ile bazı vasıfları haiz bir topluluktan haber vermek, ancak bu genel hükmün uyarlanabileceği örneğin ya da bu vasıfları taşıyan ferdin sadece bir tane olması, birbirinden farklı şeylerdir. Birinci şıkkı dilbilgisi kuralları kabul etmez. Fakat ikincisi kurallara uygundur ve kullanımı yaygındır.

Mâide Sûresi 55-56 ................................................................. 11

Bu itirazı yapanlar, acaba "Ey iman edenler, düşmanlarımı ve düşmanlarınızı veli edinmeyin. Siz onlara sevgi yolluyorsunuz...

Siz onlara gizlice sevginizi iletiyorsunuz." (Mümtehine, 1) ayeti hakkında ne diyecekler? Çünkü ayette Kureyşliler ile mektuplaşan Hatıb b. Ebu Baltaa'nın kastedildiğini biliyoruz. "Eğer Medine'ye dönersek, üstün olanlarımız aşağı konumda olanları oradan çıkaracak." (Münafıkun, 8) ayeti de öyledir. Çünkü bu sözü Abdullah b. Übey b. Selul'un söylediği biliniyor. "Sana, ne infak edeceklerini sorarlar." (Bakara, 215) ayeti de böyledir. Çünkü bu soruyu soran tek kişidir. "Mallarını gece-gündüz, gizli-açık (Allah yolunda) harcayanlar..." (Bakara, 274) ayeti de bu kategoriye girer. Çünkü rivayetlere göre, ayette sözü edilen harcama Hz. Ali veya Ebu Bekir tarafından yapılmıştır. Bu çeşit ayetler çoktur.

Bu örneklerin en şaşırtıcısı "Kalplerinde hastalık bulunanların, 'Bize bir felâketin gelmesinden korkuyoruz' diyerek..." (Mâide, 52) ayetidir. Çünkü bu itirazı yapan tefsircilerin de kabul ettikleri iniş sebebine ilişkin rivayetlere göre, bu sözü söyleyen Abdullah b. Übey'dir ve bu ayet sözünü ettiğimiz ayetler arasında yer almaktadır. Şöyle denebilir: Bu örneklerde, genellikle adı geçen kişiler gibi düşünen veya onların davranışlarını onaylayan başka kimseler de vardır. Bu yüzden yüce Allah onları ve onlar gibi olanları çoğul kipi ile ifade etmiştir.

Buna şöyle cevap verilebilir: Demek ki, bu kullanımı caiz kılan bir incelik söz konusu olduğu zaman dil kuralları bakımından bunun bir sakıncası yoktur. O hâlde, "Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve namaz kılan ve rükû hâlinde iken zekât veren müminlerdir." ayeti de pekâlâ bu kategoriye girebilir ve bunun inceliği de şu gerçeğe işaret olabilir: Ayette ifade edilen veliliğin de aralarında bulunduğu dinî üstünlükler, bazı müminlere rastgele verilip diğerlerine verilmeyen ayrıcalıklar değildir. Bunlar, ihlâsta ve amelde öne çıkmanın sonucudur, başka türlü elde edilemezler.

Bir de şu var: Sözünü ettiğimiz rivayetleri nakledenlerin büyük ço-ğunluğu sahabîler ile onların hemen arkasından gelen tabiîndir. Bunlar, dillerinin saflığı bozulmamış öz Araplardır. Eğer böyle bir kullanım, dilbilgisi kurallarına aykırı olup o dili kullananların yadırgadığı bir tarz olsaydı, onların tabiatı bunu kabul etmez ve buna itiraz etmek asıl onlardan beklenirdi. Oysa onların hiçbirinden böyle bir itiraz rivayet edilmemiştir.

Sözü edilen tefsircilerin "sadaka olarak yüzük vermeye zekât adı verilmez" şeklindeki itirazlarına gelince; buna şu şekilde cevap veririz: "Zekât" kelimesi, şeriat ehlinin dilinde bilinen ıstılâhî anlamını, onun dinde farz edildiğini bildiren ayetin inmesinden sonra kazanmıştır. Kelimenin sözlük anlamı ise, şeriat ehlinin dilindeki ıstılâhî anlamından daha geniş kapsamlıdır. Bu kelime, mutlak olarak veya namazla yan yana kullanıldığında "Allah rızası için mal harcama" anlamına gelir. Bu gerçek, eski peygamberlerden söz eden ayetlerde açıkça görülür. Meselâ Hz. İbrahim'den, Hz. İshak'tan ve Hz. Yakup'tan söz edilirken, "Onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. " (Enbiyâ, 73) buyruluyor.

Başka bir ayette Hz. İsmail'den söz edilirken, "O, ehline namaz kılmayı ve zekât vermeyi emrederdi ve Rabbi katında beğenilmiş bir kişi idi." (Meryem, 55) buyuruluyor. Hz. İsa'nın beşikte söylediği sözleri nakleden şu ayette de aynı şey söz konusudur: "Sağ< olduğum sürece bana namaz kılmayı ve zekât vermeyi emretti." (Meryem, 31) Oysa bu peygamberlerin şeraitlerinde İslâmiyet'te bilinen şekli ile malî zekâtın olmadığı bilinen bir gerçektir Şu ayetler de bu kategoriye girer: "Gerçekten kurtulmuştur, zekât verip arınan ve Rabbinin adını anıp namaz kılan. " (A'lâ, 15) "O

kimse ki, malını verip arınır." (Leyl, 8) "Onlar ki, zekât vermezler ve onlar ahireti inkâr ederler." (Fussilet, 7) "Onlar ki, zekâtı verirler." (Mü'mi-nûn, 4)

Mekke inişli surelerde, özellikle Fussilet ve benzeri gibi Peygamberimizin (s.a.a) peygamberliğinin başlangıç döneminde inen surelerde bu türden başka ayetler vardır. O sıralarda henüz bilinen anlamı ile zekât yasalaşmış değildi. Acaba o dönemde Müslümanlar bu ayetlerdeki "zekât" kelimesinden ne anlıyorlardı?! Hatta zekât ayeti olarak bilinen "Onların mallarından bir miktar sadaka al ki, onunla onları temizleyesin, arındırasın; ve onlara dua et, çünkü senin duan onların ıstıraplarını yatıştırır.

Mâide Sûresi 55-56 ............................................................ 13

"(Tevbe,103) ayeti, zekâtın sadakanın bir türü olduğunu ve zekât adını almasının sebebinin, mutlak olarak sadakanın temizleyici ve arındırıcı olması olduğunu gösterir. Ne var ki, bununla birlikte "zekât" kelimesi çoğunlukla şer'î dildeki sadaka anlamında kullanılmıştır. Bütün bu anlattıklarımızdan açıkça anlaşılıyor ki, mutlak sadakaya ve Allah yolunda yapılan malî harcamaya zekât adı verilmesinin hiçbir engeli yoktur. Yine ortaya çıktı ki, "rükû" kelimesine mecazî anlam vererek onu zahirî anlamından başka bir anlamda kullanmanın gerekçesi yoktur.

Ayrıca "Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve... müminlerdir." ifadesinin orijinalinde "inne" edatının ismi (veliyyukum=veliniz) tekil olduğu hâlde atfedilerek onun haberi olan cümlede (ellezîne âme-nû=müminler) çoğul getirilmesini göz önünde bulundurarak farklı yorumlar yapmanın da gerekçesi yoktur. Bundan iyice faydalanmalısın.

"Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve... müminlerdir." Ragıp İsfahanî, el-Müfredat adlı eserinde şöyle diyor: "Velâ ve tevalî kelimeleri, iki ve daha çok sayıda nesnenin aralarında yabancı bir nesne olmayacak şekilde bir arada bulunmaları demektir. Bu kelime istiâre yolu ile yer, nispet, arkadaşlık, yardım ve inanç bakımından yakınlık anlamında kullanılır. Vilâyet yardım, velâyet ise bir işi üstlenmek demektir. Velâyet ve vilâyet kelimelerinin, tıpkı delâlet ve dilâlet gibi, her ikisinin de aynı anlamı taşıdığı ve o anlamın, bir işi üstlenmek olduğu da söylenmiştir. Veli ve mevlâ kelimeleri de bu anlamda kullanılır. Bu kelimelerin her biri hem fail, yani muvalî, hem de mef'ul, yani muvalâ anlamına gelebilir. Mümin için 'O yüce Allah'ın velisidir' denir, fakat 'mevlâsıdır' dendiğine hiç rastlanmamıştır. Fakat 'Allah, müminlerin velisi ve mevlâsıdır' denir." Ragıp, sonra şöyle devam ediyor: "Tevellâ fiili, kendiliğinden geçişli (müteaddî binefsih) olarak kullanıldığı zaman tıpkı 'velâyet' gibi bir şeyin diğer şeye daha yakın noktada yer aldığını ifade eder.

Örneğin, 'velleytu sem'î keza=kulağımı şu yöne çevirdim', 'velleytu aynî keza=gözümü şu tarafa çevirdim' ve 'velleytu vechî keza=yüzümü şu yöne döndürdüm' dendiği zaman o uzuvların o yöne doğru döndürüldüğü ve o yöne daha yakın bir vaziyet aldığı anlamını ifade eder. Yüce Allah şöyle buyuruyor: 'Seni razı olaca ğın bir kıbleye çevireceğiz.

14 ............................................. El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân - c.6

Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Nerede olsanız, yüzünüzü ona doğru çevirin.' [Bakara, 144] Ancak lafızda veya takdirde 'an' harf-i cerriyle geçişli (müteaddî) kılınırsa, o zaman bir şeyden yüz çevirme, ondan uzaklaşma anlamını ifade eder." (Ragıp'tan aktardığımız burada son buldu.) Anlaşılan o ki, velâyet kelimesi ile ifade edilen yakınlık kavramı, insan tarafından ilk önce cisimlerin yerleri ve zamanları arasındaki yakınlık hakkında kullanılmıştır. Sonra da Ragıb'ın anlattığının tersine istiâre yolu ile manevî yakınlığı ifade etmek üzere kullanılmıştır. İnsanın gelişme süreci ile ilgili araştırmalar bu sonucu ortaya koyar. İnsanın, hayatında somut nesneleri algılayıp onlarla ilgilenmesi, kavramlar ve anlamlar hakkında düşünüp onlarda tasarrufta bulunmasından daha öncedir.

Özel bir yakınlık türü olan velilik, manevî meselelerde ele alındığında bunun gerekli sonucu şu olur: Veli, velisi olduğu kimsenin ancak kendi sahip olduğu ve kendi aracılığı olmaksızın başka hiç kimsenin sahip olmadığı bir hakka sahiptir. Dolayısıyla bir kimsenin kendisiyle ilgili başkasını yerine koyabileceği tüm tasarruflarda, onun yerini velisi tutar, başkası tutamaz. Ölünün velisi gibi. Ölünün sağlığında mülkiyet gerekçesi ile üzerinde tasarrufta bulunduğu malda velisi olan mirasçısı, mirasçılık veliliği gerekçesi ile tasarrufta bulunur. Küçük yaştaki çocuğun velisi, velilik gerekçesi ile küçük çocuğun malî işlerinde tasarrufta bulunarak işlerini düzenler. Yardımcı anlamındaki veli, yardım ettiği kimsenin işlerinde savunmasını kuvvetlendirme yönünde tasarrufta bulunur.

Yüce Allah da kullarının velisidir. Onların dünya ve ahiret işlerini plânlayıp düzenler. O'ndan başka veli yoktur. Allah müminlerin dinleri konusundaki işlerini düzenleme konusunda onların velisidir. Bu veliliği hidayet, hakka çağrı, tevfik, yardım etme ve başka yollarla gerçekleştirir.

Peygamber de, yasa koymak ve hüküm vermek suretiyle müminlerin lehine ve aleyhine hükmetmekle yetkili bir velidir. Devlet başkanı da, hükümdarlık yetkisinin çerçevesi içinde halka hükmeden bir velidir. Diğer velilik türlerinde de bu ölçüler geçerlidir. Köle azat etme, anlaşma yapma, komşuluk, boşama ve amca oğlu velilikleri, sevgi veliliği ve veliahtlık veliliği gibi...

Mâide Sûresi 55-56 ................................................................. 15

"Yuvellûn'el-edbâr" yani, sırtlarını savaş meydanına doğru çeviriyorlar. "Tevelleytum" yani, siz kendinizi veya yüzünüzü falan şeyin tersi yönüne çevirerek onu kabul etmediniz. Veliliğin değişik kullanım alanlarındaki ortak anlamının özü, veliye tasarruf ve düzenleme yetkisi veren bir yakınlık türüdür.

"Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve... müminlerdir." ayeti, bu ayette sözü edilen veliliğin aynı türden tek bir velilik olduğuna delâlet eder. Çünkü Allah, O'nun Resulü ve o müminler sayıldıktan sonra hepsi birlikte "sizin velinizdir" ifadesine bağlanıyor. Bundan bütün bu sayılanlardaki veliliğin aynı anlamda olduğu anlaşılır. Bir sonraki ayetteki "galip gelecek olanlar, Allah'ın hizbidir." cümlesi de bunu teyit eder. Çünkü bu ifade, Allah'ı, O'nun Resulünü ve söz konusu müminleri veli edinenlerin tümünün Allah'ın velâyeti altında olmaları hasebiyle O'nun hizbi olduğunu ima veya ifade ediyor. Dolayısıyla Peygamberin ve sözü edilen müminlerin velâyeti, Allah'ın velâyeti türünden bir velâyettir.

Yüce Allah, velâyet türlerinden tekvinî velâyeti kendine izafe eder. Bu velâyet O'nun her şeyi tasarrufu altında bulundurması, yaratıkların işlerini dilediği gibi düzenlemesi anlamına gelir. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Yoksa onlar Allah'tan başka veliler mi edindiler? Veli yalnız Allah'tır." (Şûrâ, 9) "Sizin Allah'tan başka bir veliniz, bir şefaatçiniz yoktur. Düşünüp öğüt almıyor musunuz." (Secde, 4) "Dünyada ve ahirette benim velim sensin." (Yûsuf, 101) "Allah kimi saptırırsa, artık onun O'ndan başka bir velisi olmaz." (Şûrâ, 44) Şu ayetler de okuduğumuz ayetlerle aynı anlamdadır: "Biz insana şah damarından daha yakınız." (Kaf, 16) "Biliniz ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer." (Enfâl, 24)

Yüce Allah'ın bazı ayetlerde kendine izafe ettiği yardım etme anlamındaki velâyeti de tekvinî velâyetin kapsamında sayabiliriz. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Bu böyledir. Çünkü Allah müminlerin velisidir (yardımcısıdır). Kâfirlerin ise velisi (yardımcısı) yoktur." (Muhammed, 11) "O'nun (Peygamberin) velisi (yardımcısı) Allah'tır." (Tahrîm, 4) Şu ayet de aynı anlamdadır: "Müminlere yardım etmek üzerimize borçtur." (Rûm, 47)

Yine yüce Allah, müminlerin dinî işleri ile ilgili olan yasa koyma, hidayet, irşat ve tevfik gibi konularda onların veliliğini de kendine izafe eder. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Allah müminlerin veli

16......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân - c.6

sidir, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır." (Bakara, 257) "Allah müminlerin velisidir." (Âl-i İmrân, 68) "Allah takva sahiplerinin velisidir." (Câsiye, 19) Şu ayet de aynı anlama gelir: "Allah ve Resulü bir işte hüküm verdikleri zaman artık mümin bir erkek ve kadının, işlerini kendi isteğine göre belirleme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (Ahzâb, 36)

Yüce Allah'ın Kur'ân'da kendine izafe ettiği velâyet türleri bunlardır. Bunlar özleri itibariyle "tekvinî velâyet" ile "teşriî velâyet"e dönerler. Bunlara "hakikî velâyet" ve "itibarî velâyet" de denebilir. Yüce Allah, Peygambere (s.a.a) mahsus velâyet türü olarak teşriî velâyeti zikreder. Teşriî velâyet yasa koymayı, hakka çağırmayı, ümmeti eğitmeyi, onlara hükmetmeyi ve aralarında hüküm vermeyi içerir. Şu ayetlerde buyrulduğu gibi: "Peygamber, müminler üzerinde kendilerinden daha çok yetki sahibidir." (Ahzâb, 6) Şu ayetler de aynı anlamdadır: "Biz sana hak olarak kitabı indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hüküm veresin." (Nisâ, 105) "Sen insanları kesinlikle doğru yola iletirsin." (Şûrâ, 52) "Allah, onlara kendilerinden olan ve onlara Allah'ın ayetlerini okuyan, onları arındıran, kendilerine kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderdi." (Cum'a, 2) "Sana da bu Kur'ân'ı indirdik ki, insanlara indirileni kendilerine açıklayasın." (Nahl, 44)

"Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin." (Nisâ, 59) "Allah ve Resulü bir işte hüküm verdikleri zaman artık mümin bir erkek ve kadının, işlerini kendi isteğine göre belirleme hakkı yoktur." (Ahzâb, 36) "Onların arasında Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Dikkat et de Allah'ın indirdiğinin bir kısmından seni şaşırtmasınlar." (Mâide, 49) Fakat daha önce de söylediğimiz gibi yüce Allah, ümmete yardımcı olma anlamındaki veliliği Peygamber efendimize (s.a.a) izafe etmemiştir.

Bütün bunlardan çıkan ortak sonuca göre Peygamberimizin, ümmeti Allah'a sevk etme, onları yönetme ve aralarında hüküm verme konusunda onlar üzerinde velilik yetkisi vardır. Onlar da ona mutlak anlamda itaat etmekle yükümlüdürler. Buna göre Peygamberimizin (s.a.a) veliliği Allah'ın teşriî veliliğinin kapsamına girer. Bununla şunu kastediyoruz:

Mâide Sûresi 55-56 ...................................................... 17

Peygamberimize (s.a.a) ümmetin önderi olarak itaat etmek farzdır. Çünkü ona itaat, Allah'a itaat ve onun velâyeti Allah'ın velâyetidir. Az önce okuduğumuz ayetlerin bir kısmı bunun delilidir. Şu ayetler gibi: "Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin." (Nisâ, 59) "Allah ve Peygamber bir işte hüküm verdikleri zaman..." (Ahzâb, 36) Bu anlamdaki diğer ayetler de öyledir. "Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve... müminlerdir." ayetinde Allah'a ve O'nun Resulüne atfedilerek müminler için söz konusu edilen velilik de, Allah ve Peygamberimiz için sabit olan bu anlamdaki veliliğin aynısıdır. Çünkü ayetin akışı, bu veliliğin bir velilik olduğunu ve bu veliliğin asaleten yüce Allah'ın, bağımlı olarak ve Allah'ın izni ile de Peygamberin ve ayette sözü geçen müminlerin hakkı olduğunu gösteriyor.

Eğer ayette Allah'a izafe edilen velilik, müminlere izafe edilen velilikten başka türde olsaydı, yanlış anlama ihtimalini ortadan kaldırmak için müminler için başka bir velilik zikredilmesi uygun oldurdu. Buna benzer durumlarda olduğu gibi. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "O sizin için hayırlı bir kulaktır. Allah'a inanır, müminlere inanır." (Tevbe, 61) Bu ayette "inanmak" kelimesi tekrarlanmış; çünkü her iki yerdeki anlamı birbirinden farklıdır. Bunun benzerini "Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin." (Nisâ, 59) ayetinde de görüyoruz. Kitabımızın önceki cildinde bu ayeti tefsir ederken bu hususa dikkat çekmiştik.

Üstelik "Sizin veliniz" ifadesindeki "veli" kelimesi tekil, izafe edildiği "müminler" kelimesi ise çoğuldur. Tefsirciler, bu durumu buradaki veliliğin tek anlamı olduğu ve bunun asaleten yüce Allah- 'a, bağımlı olarak da O'ndan başkalarına ait olduğu şeklinde açıklamışlar. Bütün bu dediklerimizden, "Sizin veliniz ancak..." ifadesindeki sınırlamanın "kasr'ul-ifrad" anlamında olduğu hususu da açıklık kazanmış oldu. Yani muhatapların, bu veliliğin hem ayette sayılanlar, hem de başkaları için söz konusu olduğunu zannetmemeleri için bu veliliğin sadece ayette sayılanlara mahsus olduğu vurgulanmıştır. Bu sınırlama, "kasr'ul-kalb" anlamını ifade etmeye yönelik bir sınırlama olarak da yorumlanabilir. (Bu durumda, "Allah, O'nun Resulü ve ayette sözü edilen müminler sadece sizin velinizdir, başkaları değil" gibi bir anlam ortaya çıkar.)

18 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân - c.6

"...namaz kılan ve rükû hâlinde iken zekât veren..." Bu ifade, (inananların velisi olarak bildirilen) "müminler" hakkında bir açıklamadır. "ve rükû hâlinde iken" ifadesi "zekât veren" ifadesiyle ilintili hâldir.

"Rükû" insan vücudunun belirli bir durumunu ifade eder. Beli bükülmüş yaşlı adama da "şeyh-i râki" derler. Şeriat dilinde ise ibadette belirli bir durum anlamına gelir. Yüce Allah, "rükûa varanlar ve secde edenler" (Tevbe, 112) buyuruyor. Rükû, Allah'a boyun eğmeyi, O'nun karşısında alçalmayı temsil eder. Fakat secdenin aksine bu ibadet biçimi İslâm'da namaz dışında meşru değildir. Rükû, boyun eğmeyi ve alçalmayı içerdiği için bazen istiâre yolu ile her boyun eğme ve alçalma veya fakirlik ve geçim sıkıntısı gibi normal olarak başkasına boyun eğme sonucunu doğuran hâller anlamında da kullanılır.

"Kim Allah'ı, O'nun Resulünü ve sözü edilen müminleri veli edinirse, (bilsin ki) galip gelecek olanlar, yalnız Allah'ın hizbidir." Ayette geçen "yetevelle" fiilinin mastarı olan "tevellî" veli edinmek demektir. "Müminler"den maksat, bir önceki ayette sözü edilen müminlerdir. "Galip gelecek olanlar, yalnız Allah'ın hizbidir." ifadesi, şartın cezası yerindedir, ama ceza değildir. Bu ifade, hükmün sebebine delâlet etsin diye büyük önermeyi sonuç yerine koymak kabilindendir. Buna göre ayetin anlamı, "Kim Allah'ı, O'nun Resulünü ve sözü edilen müminleri veli edinirse galiptir. Çünkü o Allah'ın hizbindendir ve Allah'ın hizbi kesinlikle galiptir" şeklindedir. Buna göre bu ifade, o kimselerin Allah'ın hizbi olduklarını kinaye yolu ile dile getiren bir ifadedir.

Ragıp İsfahanî'nin açıklamasına göre "hizb" katı ve sert bir topluluk demektir. Yüce Allah, Kur'ân'ın başka bir yerinde de buradakine yakın bir içeriği bulunan bir ayette "Allah'ın hizbi" tabirini kullanmış ve onların kurtuluşa eren kimseler olduklarını belirtmiştir. Sözünü ettiğimiz ayet şudur: "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir topluluğun babaları, oğulları, kardeşleri ve akrabaları da olsa Allah'a ve Peygambere düşman olanlarla dost olduklarını göremezsin. Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onlar Allah'ın hizbidirler. İyi bil ki,

Mâide Sûresi 55-56 ............................................................... 19

felâha erenler, yalnız Allah'ın hizbidir." (Mücadele, 22)

Ayette geçen "felah" kelimesi, istenileni elde etme, hedefe kavuşma anlamında zafer ve galibiyet demektir. Yüce Allah bu galibiyet ve felâhı, müminlere en güzel ifadelerle vaat etmiş, onlara buna kavuşacakları müjdesini vermiştir. "Müminler kesinlikle felâha ermiştir." (Mü'minûn, 1) ayetinde olduğu gibi. Bu anlamdaki ayetlerin sayısı çoktur. Bu ayetlerin hepsinde "felâh" kelimesi mutlak biçimi ile yer almıştır. Buna göre maksat mutlak galibiyet, mutlak felâhtır. Yani dünyada ve ahirette mutluluğa ermek, hakka erişmek, kötülüğe galip gelmek ve batılı yok etmektir. Bu sonuç, dünyada Allah'ın dostlarından oluşmuş ve şeytanın dostlarından arınmış takva sahibi sağlıklı bir toplumda varolabilen temiz hayatla, ahirette ise âlemlerin Rabbinin huzurunda gerçekleşebilir.

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI

el-Kâfi adlı eserde Ali b. İbrahim'den, o da babasından, babası da İbn-i Ebu Ümeyr'den, o da Ömer b. Üzeyne'den, o da Zürare, Fudayl b. Yesar, Bukeyr b. A'yun, Muhammed b. Müslim, Bureyd b. Muavi-ye ve Ebu'l-Carud'dan İmam Bâkır'ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilir: "Yüce Allah, Peygambere (s.a.a) Hz. Ali'nin (a.s) veliliğini emretti, ona, 'Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve namaz kılan ve rükû hâlinde iken zekât veren müminlerdir.' ayetini indirdi ve ulülemrin veliliğini farz kıldı. Ashap bunun ne olduğunu bilmediler. Bunun üzerine Allah, Hz. Muhammed'e (s.a.a) namazı, zekâtı, orucu ve haccı açıkladığı gibi velâyeti de açıklamasını emretti." "Allah'tan bu emir gelince, Peygamber (s.a.a) sıkıntıya kapıldı. İnsanların dinlerinden dönmelerinden, kendisini yalanlamalarından korktu. Bu sıkıntı üzerine yüce Allah ona, 'Ey Elçi, Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur.' (Mâide, 67) ayetini indirdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) Allah'ın emrini haykırdı. Gadir-i Hum günü 'Toplanın' diye seslendi ve ayağa kalkarak Hz. Ali'nin (a.s) veliliğini ilân etti. Ardından insanlara, orada olanların olmayanlara bu mesajı duyurmalarını emretti."

20 ................................................ El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân - c.6

Ömer b. Üzeyne'nin Ebu'l-Carud dışındaki ravilerin tümüne dayanarak naklettiğine göre İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: "Bu, son farz idi. Velâyet meselesi, son farz olduğu için yüce Allah arkasından, 'Bugün sizin dininizi olgunlaştırdım ve size nimetimi tamamladım.' (Mâide, 3) ayetini indirdi. Yüce Allah bu ayette, 'Bundan sonra size başka bir farz indirmeyeceğim. Size ait farzları tamamladım.' diyor." [Usûl-i Kâfi, c.1, s.289. h:4]

el-Burhan ve Gayet'ül-Meram adlı eserlerde Şeyh Saduk'un kendi rivayet zinciriyle Ebu'l-Carud'a dayanarak verdiği bilgiye göre İmam Bâkır (a.s) "Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve... müminlerdir." ayeti hakkında şöyle buyurdu: "Aralarında Abdullah b. Selâm'ın, Esed'in, Sâlebe'nin, İbn-i Yâmin'in ve İbn-i Suriya'nın bulunduğu bir grup Yahudi, Müslüman olmuştu. Bunlar Peygamberimize gelerek şu soruyu sordular: 'Ey Allah'ın elçisi! Hz. Musa, yerine Yuşa b. Nun'u vasiyet etti. Senin vasin kimdir? Senden sonra velimiz kim olacak?' Bunun üzerine, 'Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve namaz kılan ve rükû hâlinde iken zekât veren müminlerdir.' ayeti indi."

"O sırada Peygamberimiz onlara, 'Kalkın.' dedi, onlar da kalktılar ve mescide vardılar. İçeri girerken dışarı çıkan bir dilenci ile karşılaştılar. Peygamberimiz ona, 'Ey dilenci, sana bir şey veren oldu mu?' diye sordu. Dilenci, 'Evet, bu yüzüğü verdiler.' dedi. Peygamberimiz, 'Onu sana kim verdi?' diye sordu. Dilenci, 'Şu namaz kılan adam.' dedi. Peygamberimiz, 'Sana yüzüğü verirken ne durumda idi?' diye sordu. Dilenci, 'Rükû hâlinde idi.' dedi. Bunun üzerine Peygamber tekbir getirdi ve arkasından mescittekiler de tekbir getirdiler."

"Arkasından Peygamberimiz, 'Benden sonraki veliniz Ali'dir' dedi. Sahabîler de, 'Biz Allah'ın Rabbimiz, Muhammed'in peygamberimiz ve Ali'nin velimiz olmasına razı olduk.' dediler. Bunun üzerine, 'Kim Allah'ı, O'nun Resulü ve sözü edilen müminleri veli edinirse, (bilsin ki) galip gelecek olanlar, yalnız Allah'ın hizbidir.' ayeti indi." [el-Burhan, c.1, s.480; Gayet'ül-Meram, s.107] Tefsir'ul-Kummî adlı eserde müellif, babasından, o da Safvan'dan, o da Eban b. Osman'dan, o da Ebu Hamza Sumalî'den İmam Bâkır'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: "Peygamberimiz,

Mâide Sûresi 55-56 ........................................................ 21

aralarında Abdul-lah b. Selâm'ın da bulunduğu bir grup Yahudi ile oturduğu bir sırada bu ayeti indi. Peygamber mescide gitmek üzere çıktı. Karşısına bir dilenci çıktı. Peygamber ona, 'Sana bir şey veren oldu mu?' diye sordu. Dilenci, 'Evet, şu namaz kılan adam.' karşılığını verdi. Peygamberimiz yakına gelince onun Hz. Ali olduğunu gördü."

Ben derim ki: Bu rivayet, Tefsir'ul-Ayyâşî'de de İmam Bâkır'- dan (a.s) nakledilmiştir. [c.1, s.328, h:139] el-Emalî adlı eserde Şeyh Tusî, Muhammed b. Muhammed'- den -yani Şeyh Müfid'den-, o Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed-i Katip'ten, o Hasan b. Ali Zâferanî'den, o Ebu İshak İbrahim b. Muhammed Saka-fî'den, o Muhammed b. Ali'den, o Abbas b. Abdullah Anberî'den, o Abdurrahman b. Esved Kindî Yeşkurî'den, o Avn b. Ubeydullah'tan, o babasından, babası dedesi Ebu Râfi'den şöyle dediğini nakleder: "Bir gün Peygamberimizin yanına girdim. Peygamber uyuyordu. Odanın bir yanında bir yılan gördüm. Onu öldürüp Peygamberimizi uyandırmak istemedim. O sırada ona vahiy indiğini düşündüm. Bu yüzden Peygamber ile yılan arasında yere uzandım ve, 'Eğer yılandan bir kötülük gelirse ona değil, bana gelsin.' dedim."

"Durumdan memnundum. O sırada Peygamber (s.a.a) uyandı. Uyanırken 'Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve... müminlerdir.' ayetini okuyordu. Ayeti sonuna kadar okuyup bitirince, 'Ali'ye yönelik nimetini tamamlayan Allah'a hamdolsun. Allah'ın kendisine yönelik bu bağışı yüzünden ne mutlu ona!' dedi. Sonra bana dönerek, 'Burada ne işin var?' diye sordu. Kendisine odadaki yılan meselesini anlattım. Bana, 'Öldür onu.' dedi. Ben de dediğini yaptım. Sonra bana, 'Ey Ebu Râfi, bir gün gelecek bir grup Ali ile savaşacak. Ali hak üzere ve o grup batıl üzere olacak. O gün sen ne yapacaksın? Onlara karşı cihat etmek hak olarak Allah için yapılan bir cihattır. Buna gücü yetmeyen onlara kalbi ile karşı çıkmalıdır. Bunun ötesinde başka bir şey yoktur.' dedi. Peygamberimize, 'Ya Resulallah, benim için Allah dua et ki, eğer o zamanı görürsem, bana onlarla savaşma gücü versin.' dedim. Peygamberimiz benim için dua etti ve 'Her peygamberin bir güvendiği kişi vardır.

Benim güvenilir adamım da Ebu Râfi'dir.' dedi." Ebu Râfi sözlerine şöyle devam ediyor: "Osman'dan sonra halk

22 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân - c.6

Hz. Ali'ye biat edip Talha ile Zübeyr ona karşı çıkınca Peygamberimizin sözlerini hatırladım. Bunun üzerine Medine'deki evimi ve Hay-ber'deki arazimi sattım. Yanıma çocuklarımı alarak Hz. Ali ile birlikte sefere çıktım. Arzum onun önünde şehit olmaktı. Fakat ben bu arzuma yetişemeden o Basra'dan geri döndü. Sonra onunla birlikte Sıffin ve Nehrevan savaşlarında savaştım. Kendisi şehit edilinceye kadar onun-la birlikte oldum. Sonra Medine'ye döndüm. Orada ne evim ve ne arazim vardı. Hz. Hasan bana Yenbu'da bir parça arazi verdi ve Hz. Ali'nin evinin bir bölümünü bana ayırdı. Ben de ailemle birlikte orada oturmaya başladım."

Tefsir'ul-Ayyâşî'de müellif, Hasan b. Zeyd'den, o babası Zeyd b. Hasan'dan, o dedesinden Ammar b. Yasir'in şöyle dediğini rivayet eder: "Bir gün Hz. Ali nafile namazında rükû hâlindeyken başına bir dilenci dikildi. Hz. Ali parmağındaki yüzüğü çıkarıp dilenciye verdi. Dilenci varıp bunu Peygambere haber verdi. Bunun üzerine Peygambere, 'Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve namaz kılan ve rükû hâlinde iken zekât veren müminlerdir." ayeti indi. Peygamberimiz bu ayeti bize okudu ve arkasından şöyle dedi: 'Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır. Allah'ım, ona dost olanlara dost, düşman olanlara düşman ol!" [c.1, s.327, h:139]

Tefsir'ul-Ayyâşî'de müellif, Mufaddal b. Salih'ten, o da arkadaşlarının birinden iki imamdan (a.s) birinin (İmam Bâkır veya İmam Sadık) şöyle buyurduğunu nakleder: "Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve... müminlerdir." ayeti inince, Peygamberimiz sıkıntıya düş-tü, Kureyşlilerin kendisini yalanlayacaklarından korktu. Bunun üzerine yüce Allah, 'Ey Elçi, Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et...' ayetini indirdi. Peygamberimiz de Gadir-i Hum günü bu görevi yerine getirdi." [c.1, s.328, h:140]

Aynı eserde müellif Ebu Cemile'den, o da arkadaşlarının birinden iki imamdan (a.s) birinin (İmam Bâkır veya İmam Sadık) şöyle buyurduğunu nakleder: "Peygamberimiz şöyle buyurdu: Allah bana şu dört kimseyi sevmemi vayhetti: Ali, Ebuzer, Selman ve Mikdad." Ravi diyor ki: "Ben, 'Onca kimse arasında bunu (kimin veli olduğunu) bilen biri yok muydu?' diye sordum. Bunun üzerine İmam, 'Üç kişi vardı.' karşılığını verdi. 'Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulü ve... müminlerdir.' ayeti ile 'Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden olan ulülemre itaat edin.' ayetlerinin kimin