Islâm’da Aile Düzeni Islâm’da Aile Düzeni
Üstad Hüseyin ENSARİYAN
Bir Değerlendirme[1]
Allah’a hamd, efendimiz ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a.a) ve pak, tertemiz ve masum Ehl-i Beyti’ne salât ve selamdan sonra…
Şüphesiz aile teşkilinin önemi ve aile ile ilgili ilkeler İslâm dininde ispat edilmeye ihtiyaç duyulmayacak kadar açık ve nettir. Bu önem sebebiyle azameti yüce olan Allah-u Teâlâ Kur’ân’da, masum imamlar sünnette ve takva ve görüş sahibi müfessirler, İslâm’da aile sistemi hakkında son sözü söylemişler ve en yapıcı konuları beyan etmişlerdir.
Bugün mukaddes aile sisteminde çatlaklar oluştuğu ve aile kurumunun zaruri ilke ve değerlerine itinasızlık gösterildiği için bizzat hayatın temelleri yokluğa sürüklenmiştir. Aile sisteminin bozulması ve ailenin temel ilkelerine itinasızlık çağımızı, tedavisi mümkün olmayan“insanın kendine yabancılaşması” hastalığına sürüklemiş ve onu “insanın insana yabancılaşması” diye adlandırmaya layık kılmıştır.
Aile düzeni ıslah edilmeden“makul toplumsal hayat” diye de yorumlanabilecek salih bir toplumun vücuda gelebileceğini düşünmek, tümüyle yersiz ve de gerçeklere aykırı bir beklentidir.
İslâm’da aile sistemi hakkında dikkate değer ve faydalı kitaplardan biri de Hacı Şeyh Hüseyin Ensariyan’ın (Allah-u Teâlâ onu teyit etsin) yazmış olduğu bu “İslâm’da Aile Düzeni” kitabıdır. Ben bu kitabın büyük bir bölümünü okudum. Söylemek gerekirse bu kitapta söz konusu edilen araştırmalar ve yapılan düzenlemeler, insanların geneli için faydalı bir eserin önemli şartlarına sahiptir. Örneğin:
1- Kaynakların araştırılması.
2- Kaynakların konuyla tam bir uyum içinde uyarlanması ve yorumlanması.
3- Kaynakların bütün açıklığıyla zikredilmesi.
4- Maksadı anlatmak için akıcı ve güzel ifadelerin kullanılması.
5- Yazarın çeşitli araştırmalardaki iman ve ihlâsı.
Dolayısıyla İslâm’da aile düzeni ile ilgili meselelerde hakikati arayan kimselerin bu değerli kitabı okumaları ve araştırmaları oldukça faydalı ve eğitici olacaktır.Yüce Allah’tan değerli yazar Hüccet’ül-İslâm ve’l-Müslimin Ensa-riyan’ın günden güne artan başarı ve teyitlerini dilerim.
Muhammed Taki Caferi Önsöz
“Sana iki nasihat vereyim de dinle, yüz hazine elde et, Hayat kapısından gir, ayıplama peşinden koşma! Yine bahara eriştin, buna şükrane olarak İyilik fidanını dik, doğru yolda yürü Sevgilinin yüzünü görmek istiyorsan aynayı temiz tut.
Yoksa demir ve tunçtan ne gül biter, ne nesrin![2] Aile kurmanın önemi ve zarureti İslâm’da ispat etmeye bile gerek kalmayacak kadar açık bir konudur. Zira insanın yaratılış hedeflerine ulaşmasında en büyük katkısı olan toplumsal barış ve huzur, sadece salih ailelerin bir araya gelmesiyle oluşan erdemli bir toplumda mümkündür. Büyük insanlık toplumunun küçük bir birimi olan aile kurumunu ıslah etmeksizin, insan için akla dayalı bir toplumsal hayat düşünmek yersiz bir düşüncedir ve de gerçekten uzaktır.
Kur’ân-ı Kerim’in “Ey İnsanlar!”, “Sakının” ve “Tümünüz Allah’tan sakınınız”[3] gibi genel hitaplarının sırları ve “Bir topluluk kendini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez”[4] ayetinden elde edilen genel prensipler de, bu hakikati ifade etmektedir.
İlâhi rahmetin ve gaybi yardımların bir topluma inişi, elbette ki bir takım şartları gerektirmektedir. Bütün toplum genelinde bir ıslahın gerçekleşmesi ve ıslah için gerekli ortamların[5] oluşması da bu şartlardan sadece bir kaçıdır. Kur’ân-ı Kerim, Hz. Hud’un dilinden şöyle buyurmaktadır: “Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tövbe edin ki size gökten bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın.”[6]
Başka bir yerde ise Allah-u Teâlâ gaybi yardımlarını sabır ve toplu takvaya bağlı kılmış[7], Hud suresi 3. ayette güzel hayattan nasiplenmenin koşullarından birinin de toplu olarak Allah’a dönmek ve mağfiret dilemek olduğunu beyan etmiştir.
Bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere bir toplumun ıslahı sadece toplumsal düzlemde hareket edildiği takdirde mümkündür. Ferdi ıslah hareketiyle bir toplumu ıslah edebilmek mümkün değildir. Bir topluluğa ilâhi rahmetin inişi de, bizzat o topluluğun değişim içinde oluşuna bağlıdır. Bu önemli nükte Kur’ân ayetlerinde yer alan ifadelerden de açık bir şekilde istifade edilmektedir.[8] Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyun.”[9]
Huzur ve barış içinde bir toplum oluşturmak isteniyorsa, bu işe önce aile kurumundan başlamak gerekir. Şüphesiz evlilik hususunda en önemli şart, gelin ve damadın başlatmak istedikleri bu yeni evlilik hayatına fiziksel ve ruhsal açıdan hazırlıklı olup olmadığıdır. Zira tıp ilminde bazı fiziksel hastalıklar insanın evliliğine engel teşkil ettiği gibi, psikoloji ilminde de bazı ruhsal hastalıklar evliliğe engel teşkil etmektedir.
Hatta ruhsal engeller, fiziksel engellerden çok daha önemli ve hayati bir konumda bulunmaktadır. Dolayısıyla evlenmek isteyen genç kız ve erkekler önce bu yeni hayata fiziksel ve ruhsal açıdan hazırlıklı olup olmadıklarını test etmek zorundadırlar. Keşke insan evlenmeden önce birçok fiziksel tahliller yaptırdığı gibi, yetkili merkezlere gidip ruhsal tahliller de yaptırsaydı da, bu tahliller doğrultusunda akıllıca hareket edebilseydi. Bu durumda eminim birçok ailevi sorunlar ortaya çıkmayacak ve çıksa da çok kolay bir şekilde çözüme kavuşmuş olacaktı.
Şüphesiz bu kitap da insanın evlilik için hazırlıklı olup olmadığını test edebileceği bir laboratuar konumundadır. Kitapta yer alan ayetler, hadisler ve öğütler bu konuda insana çok yardımcı olmakta ve bu yeni hayata giriş yolunu aydınlatmaktadır.
Ayrıca toplumda aile içinde çekişmeleri ve toplumda boşanmayı da en aza indirgemek istiyorsak, önce aile bireylerini, birbirine karşı taşıdıkları hakları ve görevleri, kısaca aile hayatı hakkında bilinçlendirmek gerekir. Şüphesiz toplumda ortaya çıkan birçok ailevi ihtilafların ve sonuçta boşanmaların en büyük sebebi, bu aile bireylerinin aile içinde taşıdıkları görev ve haklarını bilmeyişi ve de başkalarının yersiz müdahaleleridir.
Elinizdeki kitap, Kur’ân ve rivayetlerden istifade ederek mutlu ve salih bir aile teşkili için gerekli olan bilgileri vermek, bu konuda okuyucuyu görüş sahibi kılmak;[10]
“Eğer bakışın Allah’a olursa Şüphesiz görüş sahibi olursun” ve de aileyi oluşturan bireyleri ile bu bireylerin oluşturduğu toplumun kalbinde, Hakk’ın nurunu tecelli ettirmek istemektedir.
“Eğer Hakk’ın aşk nuru ruhuna yansıyacak olursa, Şüphesiz gökyüzündeki güneşten daha güzel olursun.” Elbette bu başarıyı elde etmek için sadece bilmek ve sevmek yeterli değildir. Ayrıca bu bilgilerle birlikte amel etmek de gereklidir.
“Başında eğer vuslat isteği varsa Hafız Sanat ehlinin dergâhının toprağı olmalısın.” Elinizdeki kitap; “Nizam-i Hanevade der İslâm” kitabının tercümesidir. Kitabın konuları 30 bölümden oluşmaktadır. Bu kitabın yazarı, güçlü hatip, Hüccet’ül-İslâm ve’l-Müslimin Üstad Hüseyin Ensari-yan’dır.[11]
Yazar 1985 yılında toplumda hissedilen ihtiyaç gereğince, muharrem, sefer ve ramazan aylarında bu konuları konuşma şeklinde beyan etmiştir. Bu konuşmalar, toplum genelinde, aileler üzerinde olumlu etkiler yaratmıştır. Kitabın en önemli özelliği ise mukaddes Kum ilmi havzaları tarafından kadınlara ait ilmi havzalar için ders kitabı olarak seçilmiş olmasıdır. Şu anda da kadınların ilmi medreselerinde ders kitabı olarak okutulmaktadır. Kısa bir müddet zarfında bu kitap on dokuz baskı yapmıştır. Şimdiye kadar Türkçe dışında, Arapça, İngilizce ve Urducaya da çevrilmiştir. Allah’ın lütfü sayesinde bu değerli eser Türkçeye de kazandırılmış ve okuyucuların istifadesine sunulmuştur. Bu kitabın ilmi nezaretini bizzat kendim üstlendim.
Kitabın tercümesini yapan Kadri Çelik’e, tashihini yapan Fahrettin Altan’a ve bu konuda zahmet çeken diğer kardeşlere Allah’tan başarı dilerim. Gelin ve damada götürdüğünüz ve birkaç saat sonra da solup sararan bir demet gül yerine, aile hayatı hakkında çok önemli bilgiler içeren bu kitabı hediye olarak verebilirsiniz. İnşallah Hakk’ın rahmet eserleri yeni evli çiftin hayatında açık bir şekilde tezahür eder ve sizler için de hayırlara vesile olur.
Seyyid Ali Hüseyni Buhti
“İbret alasınız diye her şeyi çift yaratmışızdır.” (Zâriyât/49)
Birinci Bölüm
Varlık Âleminde Evlilik Normu
Cansız Varlıklarda Bileşim ve Birleşim Normu
Hak Teâlâ’nın âdilce, hekimce ve âlimce iradesi, sağlam varlık düzeninde ve yaratılış meydanını yaymada her şeyden bir çift yaratmıştır. Bu düzende çift bulmak ve bu düzende her şeyin çift ve eş olması istisnası olmayan bir gerçektir. Beşeri ilimler ve ilmi araştırmalar henüz onu keşfetmeden önce, Kur’ân-ı Kerim birçok ayetlerde, örneğin, mübarek Zâriyât suresi 49. ayette cansız varlıklar, bitkiler, hayvanlar ve insanlar, kısacası bütün bir varlık âlemine hâkim olan bu gerçeği haber vermiştir.
Bu büyük haber, ilmi söz ve bu açık beyan özellikle de yaratılış evi; ve yuvasının bütün varlıklarına oranla ilmi Rönesans’tan asırlar öncesine ait olduğuna teveccüh ederek bir okuryazarın, kitabın ve okulun olmadığı Mekke ve Medine gibi bir şehirde Kur’ân-ı Kerim’in mucizelerinden bu kitabın asaletine delalet eden sağlam bir delil, bu defterin ilmi olduğuna dair büyük bir burhan; ve peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’in (s.a.a) nübüvvetinin doğruluğunun güçlü bir etkeni konumundadır. Kur’ân-ı Kerim’in yaratılışın diğer meseleleri hakkında da bir takım ayetleri vardır ki bugünkü beşerin ilimleri bunun karşısında şaşkınlığını ifade etmiş, hayrete düşmüştür. Hangi makam ve mertebede olursa olsun insanlardan hiç kimse için burada Kur’ân'ın hakkaniyeti ve insanların hayatının hidayet meşalesi olduğu hususunda hiçbir şek ve şüphe bırakmamaktadır.
“Bu kitap (Kur’ân), onda asla şüphe yoktur[12]”
Allah’ın rahmet ve inayeti her türden çiftler ve eşlerin zatında bir çekim, cazibe, âşıkane ilişki ve birbirine karşı istek karar kılmıştır. Böylece bu cazibe, çekim, istek ve ilişki belli bir düzen altında ve belli şartlar doğrultusunda hem yaratılış âleminde ve hem de yasama alanında evliliğe, çiftleşmeye, üretime ve neslin devamına ve türün çoğalmasına sebep olmaktadır ve bu yolla da yüce yaratılış düzeninin bekasına neden olmaktadır. Aynı zamanda bütün varlıklar, hangi türden ve çeşitten olursa olsun, hayatın lezzetine, hayatta mutluluğa, kendisinin ve diğerlerinin varlığından faydalanmaya çalışmaktadırlar.
Cansız varlıklar âleminde üretim ve neslin devamı ilişkisi ise var olduğu şekliyle bir unsurun diğer bir unsurla bileşimi ve neticede de üçüncü bir unsurun ortaya çıkışı şeklindedir. Örneğin, yanan ve yakıcı olan hidrojen ve oksijen gibi iki unsurun bileşimi ve bu yanıcı ve yakıcı iki gazın birleşimi ile soğuk hayat ve neşat sebebi bir su vücuda gelmektedir. Veya cezp etme veya cezp olma suretinde birçok sonuçlarıyla beraber veya iki negatif ve pozitif akım suretinde birçok menfaatler ortaya çıkmakta ve varlık âleminin ilginçliklerinden ve de âlemlerin Rabbi olan Allah’ın rahmet ve iradesinin ürünü sayılmaktadır. İşte bu iki veya daha fazla element arasındaki ilişki, birbirine meyletme ve özetle cansız varlıklar arasındaki bu aşk çizgisi türün devamını ve neslin çoğalmasını sağlamakta, yüce yaratılış düzenin ve varlık boyutunun güzel tecellisini sağlamaktadır.
Gerçekten de bu ne ilginç bir kudret ve ne büyük bir iradedir ki iki yanıcı ve yakıcı element arasında öylesine bir ülfet, ilişki ve aşk haleti karar kılmıştır ki bu iki elementin birleşiminden soğuk bir suyu, sefalı bir kaynak, kaynayan nehirler, büyük denizler, sonsuz okyanuslar ve latif yağmurlar vücuda gelmektedir.
Bu ne kadar ilginç bir güçtür ki elementlerin birleşmesiyle siyah ve kara toprağın bağrında ve kayaların kalbinde, katran gibi ve geceden daha karanlık bir yatağın kalbinde elmas vücuda gelmektedir.
Bu ne üstün bir iradedir ki, Yemen madenlerin karanlığında birkaç maddenin bileşimi ile kırmızı akik taşı, Nişabur’un toprağının derinliklerinde gök mavisi firuze taşı ve toprağın hayvan fosilleri ile karışımı sayesinde beşerin ihtiyaç duyduğu binlerce tür madde vücuda gelmektedir.
Bu ne rahmet ve lütuftur ki, taş toprak ve diğer maddelerin taş ve toprakla bileşimi sayesinde altın, gümüş, bakır ve demir gibi faydalı ürünler yaratılış evine teslim edilmektedir.
Bu ne irade ve hikmettir ki, birkaç elementin birbiri ile bileşimi ve birleşimi sayesinde bunca nimetler kullara ihsan edilmiştir?
Bu ne irade ve hikmettir ki güneş ile yer arasında, bu ateş ve yeryüzü elementleri topluluğunda bunca sevgi, ülfet, aşk ve muhabbeti yaratmıştır. Öyle ki güneşin elementlerinin yeryüzü elementleri ile bileşimi ve güneş maddelerinin yeryüzü maddeleri ile birleşimi sayesinde bunca büyük nimetler vücuda gelmiştir. Nitekim Allah-u Teâlâ da Kur’ân-ı Kerim’de bu nimetleri hiçbir gücün sayamayacağını açıkça bildirmiştir.
Allah-u Teâlâ gökleri ve yeri yaratmış, yukarı âlemden su indirmiş, onun sebebiyle sizlere rızık olarak meyveler yaratmış, gemileri sizin emrinize müsahhar kılmıştır ki denizde O’nun emriyle hareket etsin. Nehirleri bütün bir yeryüzünde sizin emrinize vermiş, hareket halinde olan ve varlık denizinde akıp giden güneş ve ayı sizlere ram etmiştir. Gece ve gündüzleri sizin iradenize boyun eğdirmiş ve Allah’tan istediğiniz her şeyi sizlere ihsan buyurmuştur. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sizler asla O’nun nimetlerini sayamazsınız.[13]
Elementlerin meyil, çekim, cezp etme ve cezp olma, negatif ve pozitif ölçüsü ve aralarındaki üretim ve tenasül için aşk ilişkisi belli bir düzen, özel kanunlar ve âdilce ilke ve esas üzeredir.
Bu istek ve çekiş gücü ifrat ve tefritten uzaktır. Bu ilişki ve muhabbet asla soğumamaktadır. Bu güzel ve âşıkane meydanda ihtilaf, dağılma, kahır ve kavga yoktur. Bu candan evlilikte ayrılık ve boşanmanın anlamı yoktur.
Eğer yaratılış alanının bu sahnesinde ihtilaf, darılma, boşanma, ayrılık ve sevgisizlik olmuş olsaydı, şüphesiz fesat ve bozulma lanetli sofrasını açar, durum altüst olur ve düzen tümüyle yok olup giderdi.
Cansızlar âlemindeki elementlerin her birinin belli bir hacmi ve ağırlığı vardır. Aralıkları belli bir ölçüye dayalıdır. Gelişimi ve akışı kendi durumuyla uyum içindedir. Her birinin diğeri ile bileşimi eşitlik esasına dayalıdır.
Elementler kendine ait bu sistemden el çekmemekte bir diğeri ile düşmanlık ve kavga içinde bulunmamaktadır. Bu en güzel sistem içinde her nerede yer alırlarsa kendi kanuni ve varlıksal sınırlarına riayet etmektedirler.
“Aya erişmek güneşe düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yürürler”[14]
Elementler ağırlık, hacim, uzunluk, genişlik, derinlik, renk ve sıfat açısından kendi düzen ve sistemlerini korumaktadırlar. Yukarıdaki âlemde yer alan unsurların birbirinden uzaklıkları örneğin yaklaşık yüzeli milyon kilometre birbirinden uzak olan yeryüzü ve güneşin uzaklığı asla bu uzaklığı azaltmamakta veya çoğaltmamaktadırlar.
Zira uzaklığın çoğalması yeryüzündeki bütün varlıkların donmasına sebep olacak, azalması ise toprak yerküresindeki elementlerin bütünüyle yanmasına neden olacaktır. Dolayısıyla âlemde Hak Teâlâ’nın bütün varlıkların varlığında tecelli eden sonsuz hikmet, adalet ve ilminden başka bir şey göze çarpmamaktadır. Bu yüzden hâl, basiret, insaf ve vicdan sahibi, uyanık, gözü açık ve temiz kimseler batın ve kalp gözleriyle bu varlık âlemine baktıklarında tam bir huzu ve huşu içinde bütün varlıklarıyla yaratış sahibini, varlığın yaratıcısını ve insanı şaşkınlığa düşüren bu düzenin düzenleyicisini anmakta, kalp ve ruhlarının derinliklerinden şöyle feryat etmektedirler: “Rabbimiz! Bunu batıl ve boş yere yaratmadın”[15]
“Vücut kapısı ve duvarındaki bunca ilginç resim.
Her kim seni düşünmezse duvara olur resim”
Evet, düzen ve kanun, had ve hudut, hak ve hakikat varlık âlemindeki bütün unsurların batınında ve zahirinde tecelli etmiştir. Bütün varlıkların vücut tablosunda Hakk’ın isim ve sıfatları göze çarpmaktadır. İsim ve sıfatlar çizgisi o kadar açıktır ki okuryazar olmayan sıradan bir kimse tarafından bile kolayca okunabilir ve derk edilebilir.
“Canı tecellide olanın nezdinde
Bütün âlem Hak Teâlâ'nın sıfatıdır.”
Hepsinden daha ilginç olanı ise bütün bu varlıkların kendine has bir sistemle Hz. Rab’den ibaret olan sevgililerine ve hedeflerine ulaşmak için doğru bir yolda hareket etmeleridir.
“Doğrusu son varış Rabbine’dir.”[16]
Bitkiler Âleminde Birlikte Yaşama Düzeni
Bitkilerin hayat alanındaki bileşim programı veya başka bir tabirle aşılama, üreme ve tenasül bakanları şaşkınlık ve hayrete düşüren bir hâlet içindedir. Elde ettiğim kısa bir fırsat bu önemli konunun bütün boyutlarını açıklamaya ve yorumlamaya izin vermemektedir. Birkaç cümlede özel şart, ilginç kanun, oldukça dakik ve düzenli programlamalarla birlikte olan bu hakikatin uzaktan bir panoramasını siz dostların bilgisine arz etmek istiyorum.
Eğer çiçeklerin arasına dikkatle bakacak olursak, onların arasında zarif birer bayrağı andıran erkek organların olduğunu görürüz. Bunların çiçeklerdeki sayısı farklılık içindedir. Aynı zamanlarda belli bir hesaba dayanmaktadırlar.
Bu erkek organların üzerinde küçük bir çıkıntıyı andıran sarı renkli başçık vardır ve bu erkek organlarının başçık kısımlarında ise oldukça küçük dört tane polen kesesi bulunur. Onların arasında da birçok diploide, polen ana hücreleri mevcuttur.
Polenler mikroskobik küçük taneler olup pratik olarak hayvanların nutfesiyle tam bir uyum içindedirler.
Bu polenler ile dişi bölüm arasında döllenme olduğunda çiçeğin tohumu oluşmaktadır. Polenler küçük olmasına rağmen kendince oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir ve çok ilginç incelikleri bulunmaktadır.
Onlar arasında çok sayıda protoplazma maddeleri, yağ maddeleri, şeker, nişasta ve azot maddeleri bulunmaktadır. Yine aralarında biri büyük ve biri de küçük olan iki çekirdek vardır. Büyük olan çekirdeğe tüp çekirdeği, küçük olan çekirdeğe ise generatif çekirdek denmektedir. Her ikisinin de önemli görevini yakında bilgilerinize arz edeceğiz.
Dişi organ: Bu çiçeğin üstünde yer alan kısımdır, üzerinde de dişi organın tepecik kısmı denen bir çıkıntı vardır. Yüzeyi yapışkan bir sıvı ile örtülüdür. Bu yapışkan sıvının işi erkek polenleri kendine çekip korumak ve onları döllendirmektir.
Çiçeğin alt bölümündeki dişi kısmında embriyo kesesi denen bir çıkıntı vardır. Onun ortasında da küçük çekirdekler bulunmaktadır. Belli bir kanalla embriyo duvarına bağlanmıştır. Onun vesilesiyle su ve gerekli maddeleri kendine cezp etmektedir. Çekirdeklerin de kendi payınca mülahaza edilmesi gereken ilginç bir yapısı vardır.
Tozlaşma ve Döllenme: Başlıklardaki polen kesesi yırtılıp polenler dişi organın tepecik kısmına geldiğinde hemen büyümeye başlar ve burada hatırlatmak gerekir ki polenlerin dişi organının tepecik kısmına getirilmesi hususunda birçok farklı araçlar vardır ki onları müşahede etmek yaratılış âlemini inceleyen kimseler onları müşahede edince derin bir şaşkınlığa uğramaktadırlar.
Örneğin bu hayati görevi, kendi işlerinin farkında olmaksızın çeşitli böcekler yerine getirmektedirler. Yani çiçeğin taç yapraklarındaki renk, güzel koku, özel şeker maddesi sebebiyle bu böcekler çiçeklere doğru hareket etmekte, çiçeklere konmakta ve bu polenler onların tüylü ayağına yapışarak bir noktadan diğer bir noktaya götürülmektedirler. Bu iş özellikle dişi ve erkek kanalları ayrı olan iki gövde üzere duran çiçeklerde oldukça büyük bir öneme sahiptir.
Söylediğimiz gibi polenler dişi organın tepecik kısmına konunca hemen gelişmeye başlamaktadırlar. Böylece tüp çekirdeği de onunla birlikte büyüyerek embriyo kesesine doğru akmaktadır. Onun yakınlarında tümüyle ortadan kalkmakta ve yok olmaktadır ama daha küçük olan generatif çekirdek bu ince kanal arasından geçerek embriyoya girmekte ve bileşik çekirdeklerle o gizli ve karanlık ortamda döllenme vücuda getirmektedir. Böylece çiçeğin döllenmesi gerçekleşmekte ve asıl tohum meydana gelmektedir.
Hava, su ve insan da, bitkilerin bu döllenme ortamını sağlayan diğer aracılar konumundadırlar.
Bitkilerin hayatında da cansızların durumunda olduğu gibi bir takım kanunlar birleşim şartları döllenme ve üreme normları hiçbir ihtilaf sevgisizlik çekişme ve boşanma olmaksızın Hakk’ın iradesiyle işini sonuçlandırmakta ve bu yolla canlı varlıkların özellikle de insanın rızık sofrasını çeşitli meyveler ve tahıl ürünleri ile süslemektedir.
Hayvanlarda Birleşim, Üreme ve Döllenme Normu
Erkek canlının dişi canlıya, dişinin erkeğe meyli ve hayattan lezzet alma, üreme ve neslin bekası için bu iki canlı arasında cari olan aşk ilişkisi nitelendirilemeyecek ilginçliklerden biridir.
İrade, bilinç, canlıların bu hayati meseleye ilgisi, aralarında çiftleşme ve birlikte yaşama işinde hâkim olan düzen ve normlar, dikkatlice bakan herkesi şaşkınlık ve ilginçlikler deryasına boğmaktadır.
Yuva yapma, sınırları koruma; yer, mekân, vakit ve zaman tercihi, hepsinden de önemlisi döllenme, yavru bakımı, yavru için yiyecek temin etmek, çocuk için gerekli işlerin öğretimi, olaylar ve tehlikeler karşısında çocuğun korunması ve hayvanların hayat alanlarına hâkim olan ve hakikatte Hak Teâlâ’nın iradesinin tecellisi olan diğer programlar, varlık meselesinin ilginçliklerinden sayılmalıdır.
Yumurtlayan ve memeli hayvanların çiftleşme, döllenme, yumurtaları koruma, cenin veya yavrunun korunma işinde ilginçliklerle dolu dünyası, insanı hayret ve şaşkınlığa düşürmektedir.
Hayvanlarda birleşme, üreme ve çiftleşme normları uyumlu normlar ve ilâhi yasalardır.
“Hiç bir canlı yoktur ki Allah ona el koymamış bulunsun. Rabbim elbette doğru yoldadır.”[17]
Hiçbir hayvan cinsel şehvet küpü olduğu hâlde kendi türünden erkeği olan başkasına asla rağbet etmemektedir.
Erkek hayvan şehvetini kirliliğe bulaştırmamaktadır ve aksi bir işe asla yeltenmemektedir. İlâhi doğru yoldan asla sapmamaktadır.
Hayvanların cinsel içgüdü alanında hiçbir kirlilik ve sapma işlemi yoktur.
Erkek hayvanın dişi hayvan için spermi bizzat kendine aittir ve bu yolda başkasına teveccüh etmemektedirler.
Onlarda; başkasına göz koymak, başkasını takip etmek ve başka bir erkeğin eşi olan dişiye saldırı ve tecavüz söz konusu değildir.
Bu konuda yumurtlayan veya memeli hayvanlar arasında hiçbir fark yoktur.
“Yaratılış tümüyle kalbe sahibinin bir uyarısıdır.
Allah’ı ikrar etmeyenin kalbi yoktur”
Hayatın tüm konularındaki düzen ve uyum olayı, özellikle de kuşlar, sürüngenler, otobur hayvanlar ve deniz hayvanlarındaki üretim ve soyun bekası çok ve dikkat ehli kimseler içinse çok şaşırtıcıdır.
Hayvanların kendilerine hâkim olan kanun ve şartlarla yaşama şekli, Hakk’ın hidayet fezasından uzak düşen ve maneviyat ve nuraniyet ortamından uzak yaşayan kimseler için bir ibret ortamı ve ders sınıfı konumundadır.
Hayvanlar da, düzen ve kanunlar açısından cansız hayvanlar, elementler, ay, güneş, gök, yeryüzü ve bitkiler gibidirler!
İnsan ve Evlilik
Cansız varlıklar, bitkiler ve hayvanlar âleminde birleşme, bileşim, üreme, neslin bekası ve türeme yaratılış kanunları ve içgüdülerin doğru bir yönlendirişi ile gerçekleşmektedir. Ama bu hayati konu ve doğal yüce program mutlaka Kur’ân-ı Kerim ve peygamberler ile imamların sözlerinde tecelli eden ilâhi kanunlar ve şer’i normlar üzere olmalıdır.
Bu gerçeğin ilk mayası Hak Teâlâ’nın iradesiyle kadın ve erkekte içgüdü, istek, dostluk, aşk ve sevgi şeklinde takdir edilmiştir:
“İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O’nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen topluluk için dersler vardır.”[18]
“İnsanı sudan yaratarak, ona soy sop veren o’dur. Rabbin her şeye kadirdir”[19]
Temiz ve asil İslâm kültüründe eş seçimi bizzat müstahaptır, oldukça beğenilmiş bir iş ve güzel bir programdır. Elbette bu insanın bekâr kaldığı ve evli olmadığı zaman hayatın temiz iffetini günah, suç, fuhuş ve kötülüklerle kirletmediği takdirde geçerlidir. Aksi takdirde evlilik ve hayat teşkili zaruri, farz bir konu ve kesin bir teklif olarak ortaya çıkmaktadır.
İşte burada Hak Teâlâ’nın evlilik hususundaki emirlerini can ve gönülden hayata geçirmek ve de özellikle maddi, geçim ve masraflar boyutunda bu evliliğin geleceğinden asla korkmamak gerekir. Zira Hayat geçimini sağlamaktan korkma hususunda geleceğinden endişeye kapılmak şeytani bir şeydir ve de nefsin zayıflığından ve varlık âleminin yöneticisine itimat ve tevekkülünün olmayışından kaynaklanmaktadır.
Şimdi de evlilik ve geçimi temin etme hususunda garanti veren Allah-u Teâlâ’nın mübarek Nur suresinde ne buyurduğunu hep beraber okuyalım:
“İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfü ile zenginleştirir. Allah lütfü bol olandır, bilendir.”[20]
“Enkihu” (nikâhlayınız) edebi kaideler açısından emirdir ve bu emirde toplumdaki tüm bireyleri kadın erkek herkesi kapsamaktadır. Bu ayet-i şerifeden evliliğe ihtiyaç duyan ve bu yol dışında temizlikleri ve esenlikleri temin edilmeyen kimseler için evliliğin farz olduğu istifade edilmektedir. Ayrı bir boyutta ise ailelerin özellikle annelerin babaların ve bu konuda mali güçleri olan kimselerin kız ve erkeklerin ortak hayatını teşkil için teşebbüste bulunmalarının gereği istifade edilmektedir.
Evlilik İşinin Gerçekleşmesinde Zorluk Çıkarmayınız
Erkeğin kadına ve kadının erkeğe meyli özellikle de içgüdüler goncasının şehvet gülünün, şiddet, kudret ve kuvvetin tomurcuklanmaya başladığı bir dönemde evliliğe duyulan ihtiyaç doğal, insani ve hayati bir iştir ve hiç kimse bunu asla inkâr edemez.
Gelecek hakkında ortak hayatın başlangıcında ve evlilik sözleşmesinin yapıldığı anda kız ve erkek tüm gençlerin vücudundaki istekler arzular ve emeller herkes için özellikle de evliliğe hazırlıklı kız ve erkek çocukları olan anne, babalar için gün ortasındaki güneş gibi belirgin ve apaçık bir gerçektir.
Hepsinden önemlisi de günahı önlemek ve toplumu fuhuş ve kötülük girdabına yuvarlanmaktan kurtarmak için en üstün, en sağlam ve en iyi metot ve program, kız ve erkek çocukları ihtiyaç duyulduğunda ve münasip bir zamanda evlendirmektir. Bu, ahmak kimseler, cahil insanlar, şuursuz kadın ve erkek dışında hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçektir.
Bu esas üzere birinci aşamada baba, anne, akvam, akraba ve ailenin kız ve erkeklerini evlendirme meselesinde payı olan herkesin bu ilâhi isteğin hazırlıklarını kolaylaştırması kendi elleriyle en sade metot ve en kolay şivelerle evlilik ortamını sağlaması gereklidir. Sonraki aşamada ise birbiriyle evlenmek isteyen kız ve erkek çocukların istek, içgüdü, şehvet ve meyillerinin doğal bir yolda yer alması, saadet dolu bir hayatın temellerinin atılması, dünya ve ahiret hayrının temin edilmesi, birbirine karşı yersiz beklentiler içinde olunmaması ve zor şartlar icat etmekten kaçınılması için zaruridir.
Şüphesiz Kur’ân ayetleri ve rivayetler esasınca da kendi işinde özellikle de geçim konusunda ve hususen de kız ve erkeklerin evlilik meselesinde sıkı tutmayan ve kolaylaştıran kimselere Allah-u Teâlâ da dünya ve ahirette özellikle de kıyamet sahnesinde, hesap, kitap ve mizan hususunda merhametli davranacaktır. Ama işleri zorlaştıran kadın ve erkekler, yersiz bahane peşinde koşanlar, kız ve erkeklerin içgüdüler ve şehvetlerin baskısı altında sinirsel, ruhsal ve şiddet hastalıklarına duçar olmasına ve o masum yüzlerin günah ve suçla kirlenmesine, istek ve arzularının körelmesine sebep olanlar, dünya ve ahirette ve özellikle de kıyamet sahnesinde kötü bir şekilde hesaba çekilecek, Allah’ın gazap ve hışmına uğrayacak ve Allah’ın ateşinde yanacaklardır.
Nikâh meselesinde fazla dikkat göstermek, insanı farkında bile olmadan sıkı tutmaya duçar kılar. Oysa tabiat sisteminde iki çiftin evliliği çok sade ve basit bir şekilde gerçekleşmektedir. Eğer varlıkların hayat sahnesinde evlilik işi zor ve sıkı bir iş olsaydı şüphesiz bu en güzel sistem bugün olduğu şekliyle var olmayacaktı.
Anneler ve babalar! Kızlar ve erkekler! Bu insani ve ilâhi programın ön hazırlıklarında, mehriye tayininde, şartların ve nişan töreninin düzenlenmesinde, nikâh ve evlilik merasiminde ve yerel adet ve geleneklerin icrasında sıkı davranmayınız. İki ailenin kudret ve gücü dışında bir takım programlar önermeyiniz ve böylece evlilik işini kolaylaştırınız ki rahmet sahibi olan Allah-u Teâlâ da dünya ve ahirette sizin işlerinizi kolaylaştırsın.
Geliniz takva ehlinin yolunu takip ediniz. O hayır ve bereket kaynaklarından ders alınız. Hayatı, o hak evliyalarının sıfatları esasınca düzenleyiniz ki iyi talih, saadet, dünya ve ahiret hayrının temini, şerafet ve yüceliğin gerçekleşmesi, ezel ve ebed cemalinin âşıklarıyla uyum içinde olmaya bağlıdır.
Müminlerin Emiri Ali (a.s) takva ehlini şöyle tanımlamaktadır: “Nefisleri iffetli, hacetleri hafif, hayırları umulur ve kötülüklerinden güvende olunur.”[21]
Özetle evlilik işinde pay sahibi olanlar, yersiz beklentilerden, gücü aşan işleri yüklemekten, heva ve hevese uymaktan, yanlış adet ve geleneklere bağlanmaktan, birbirini çekememekten, birbiriyle yarışmaktan ve nikâh işlerindeki bütün sıkı tutma hareketlerinden sakınmalıdırlar. Başlangıçta evlilik binasını takva, hayır, salah, kolaylık ve sadece Hakk’ın rızayetini elde etme temeli üzere kurmalıdırlar. Evlilik işi gerçekleştiğinde ise erkek daha önce evlenmek için gördüğü, beğendiği, kendisi ile evlenmek üzere sözleştiği eşiyle hayatını sürdürmeli ve o ikisi arasında ortaya çıkan ilâhi rahmet ve sevginin bekasını garanti etmelidir. Ayrıca kadın da nikâh akdinden önce nikâh unvanıyla şer’i olarak görüştüğü, kendisini kabul ettiği eşiyle uyum içinde olmalı, hayatı kendisine kolaylaştırmalı, tüm boyutlarında haklarına riayet etmelidir.
Makam ve şahsiyetini korumak, fazla mehriye tayin etmenin, lüks toplantılar düzenlemenin, çok misafir ağırlamanın, gereksiz ve mantıksız adet ve gelenekleri yürürlüğe koymanın ve şartlarda sıkı davranmanın ipoteğinde değildir. Haysiyetini koruma, kendine denk bir eş seçmek, sade ve kolay programlar düzenlemek, iki aile tarafından İslâmi ahlâka uymak, birbirine karşı kadın ve erkeğin insani ve ilâhi haklara riayet etmesi, sevgi ve muhabbeti sürdürmesi, eşliğin bekası için kadın ve erkek tarafından birbirine aşk ve sevgi beslenmesi hayatın kargaşalıklardan ve fitneden uzak kalması, sinirsel ve ruhsal hastalıklara sebep olan etkenlerden soyutlanması sayesindedir.
Müminlerin Emiri Ali (a.s) ve Fatımat’üz Zehra (a.s) gibi bir kadın ve erkeğin hayatı, Müslüman olan her kadın ve erkek için en iyi hayat dersi konumundadır.
Hz. Fatıma (a.s), aile bireylerinin huzuru, özellikle de değerli eşinin rahatlığı için evinde hayat ortamını sağlarken Hz. Ali (a.s) da iyi bir eş olma, merhametli bir baba, çocuklar için bir pedagog ev aile işlerinde merhametli bir yardımcı olmanın en yüce örneği konumundaydı. Hz. Ali (a.s) evin sıradan işleri olan temizlik, hamur yoğurma ve çocuklara bakma hususunda yardımlaşmaktan asla sakınmıyordu.
O, eşinin ev işlerini yapmakta zorluğa düşmesine izin vermiyor, hayatın tüm işlerinin Fatıma’nın (a.s) boynunda olmasına rızayet göstermiyordu.
Kadın ve erkeğin birbirlerinin haklarına riayet etmeleri ve hayatın tüm alanlarında birbirlerine yardımcı olmaları farzdır. Zulüm ve baskının sadece Firavun, Nemrut ve tarihteki tağutların amellerine özgü olduğunu zannetmeyiniz. Aksine, haksız yere başkasının incinmesine sebep olan her davranış zulümdür. Allah-u Teâlâ zulmü ve zalimi sevmez. Allah-u Teâlâ her ne kadar az da olsa ve her kimden olursa olsun en küçük bir saldırıdan bile uzaktır.
Sonraki sözlerimizde ve gelecekteki konuşmalarımızda tedrici olarak İslâm'da aile nizamıyla ilgili bütün meselelere Allah’ın izniyle işaret edeceğiz. Bu bölümde evliliğin önemi ve değeri, nikâhın faydaları, hayatın teşkil zamanı ve ilâhi tertemiz ilâhi kültürdeki konumu ile ilgili olarak önemli hadis kitaplarından bazı rivayetleri nakletmekle yetineceğim. Sizleri dikkatle bu hadisler üzerinde düşünmeye davet ediyorum. Bu yolla ilâhi meseleleri sağlamlığına vakıf olacak ve böylece sizler için İslâm dininin hikmete dayalı güzel programların başka hiçbir kültürde olmadığını görmüş olacaksınız.
Rivayetler Açısından Evliliğin Önemi ve Değeri
Resulullah (s.a.a)’den şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Gök kapıları dört zamanda açılır: Yağmur yağarken, çocuk babasının yüzüne bakarken, Kabe kapısı açılırken ve nikâh anında.”[22]
Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Evleniniz ve bekâr kız ve erkeklerinizi evlendiriniz. Müslüman erkeğin mutluluğunun belirtisi bir kadın veya erkeğin evlilik masraflarını üstlenmesidir. Allah-u Teâlâ nezdinde hiçbir şey İslâm'da nikâh sebebiyle imar edilen bir evden daha sevimli değildir.”[23]
Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bekâr çocuklarınızı evlendiriniz. Şüphesiz Allah-u Teâlâ onların ahlâkını güzelleştirir, rızıklarını ve mürüvvetlerini artırır.”[24]
Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Nikâh benim sünnetimdir. Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”[25]
Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim evlenirse dininin yarısını korumuş olur diğer yarısı hakkında da Allah’tan korkmalıdır.”[26]
İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Bir adam babamın yanına geldi ve babam ona şöyle dedi: “Senin eşin var mıdır? ” O, “Hayır” deyince babam şöyle buyurdu: “Dünya ve içindekiler benim olduğu hâlde bir gece olsun eşim olmaksızın tek başıma yatmayı hoş görmüyorum.”[27] Babam daha sonra konuşmasını sürdürerek şöyle buyurdu: “Evli bir erkeğin kıldığı iki rekât namaz, bekârın geceyi ibadetle gündüzü de oruç tutarak geçirmesinden daha üstündür.”
Daha sonra babam ona yedi dinar verdi ve şöyle buyurdu: “Bu parayla evlilik işlerini temin et. Zira Allah’ın Resulü şöyle buyurmuştur: “Evleniniz, şüphesiz bu sizler için rızkın genişlemesine sebep olur.”
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey gençler! Sizden her kimin gücü varsa evlensin. Şüphesiz bu gözleri daha iyi (haramlara karşı) kapatır ve cinsel organları (haram işlemekten) korur.”[28]
Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teâlâ katında İslâm'da evlilikten daha sevimli bir bina yoktur.”[29]
Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim evlenirse şüphesiz kendisine saadetin yarısı verilmiş olur.”[30]
Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim gençliliğin ilk yıllarında evlenirse şeytan şöyle feryat eder: “Eyvahlar olsun! Eyvahlar olsun! Bu genç dininin üçte ikisini benden korudu.” O hâlde kul dininin diğer üçte biri hakkında da Allah’tan sakınmalıdır.”[31]
Gerçekten de İslâm’da ne kadar yüce değerler vardır! İslâm kadın ve erkeğe ne kadar büyük menfaatler nasip kılmıştır. İslâm evliliğe ne kadar da büyük bir önem vermiştir. Keşke aileler bu ilâhi ve insani iş hususunda kolaylaştırıcı önlemlere başvursalardı sıkı tutmaktan ve gücü aşan şartları gerçekleştirmek için ortam sağlamaktan sakınsalardı. Kendi makamlarına uygun olarak bu merasimi yerine getirmeye teşebbüste bulunsalardı. Bu mesele hakkında hazır olan ve elden gelen şeyle yetinme yolunu kat etselerdi de kız ve erkek çocuklar kendi doğal isteklerine ulaşsalardı ve arzuları yerine getirilseydi. Hakk'ın nimetleri olan şehvet ve içgüdüleri inkâra dönüşmeseydi. Onların temiz iffetleri günah ve suçlarla kirlenmeseydi.
Arzu ve isteklerin hapsedilmesi, içgüdü ve şehvetlerde sapıklık, fesat ve kirliliğin yaygınlaşması, namahreme bakmak ve günah isteği, kendi kendini tatmin ve zina, başkasının namusuna tecavüz, eğitimde gevşeklik, ibadette tembellik, sinirsel ve ruhsal hastalıkların ortaya çıkması ve diğer belaların kökleri nereden kaynaklanmaktadır?
Birinci aşamada bu soruları önce sıkı davranan anne ve babalara, yanlış adet ve geleneklerin esiri olanlara, başkalarıyla adeta yarışanlara; ikinci aşamada, takvadan uzak olan kız ve erkeklere; üçüncü aşamada da, gençleri evlendirme hususunda yardım etmeye gücü olduğu hâlde Allah-u Teâlâ yolunda mal infakından sakınanlara sormak ve onlardan cevap almak gerekir. Onların bu dünyada verecekleri her mantıklı, akli ve kabul edilir cevapları şüphesiz kıyamet günü ilâhi adalet mahkemesinde de verecekleri cevap olacaktır.
“Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır.” (A’râf/26)
İkinci Bölüm
ile ve Toplumda İlâhi Takva
Takvanın Hakikati
Kavramsal olarak en güzel ve en asil kavrama sahip olan bu manevi kelimenin kökü ve terminolojik mastarı “veka” dır.
“Veka” kelimesi ise kendini korumak, sakınmak, haramlar ve ilâhi yasaklar karşısında varlığını tümüyle korumaktır.
“Veka” hakikatte ruhiye, kudret, kuvvet ve bir güçtür ki, günahı terk etmek riyazet, nefsi haram lezzetler ve günahlar karşısında koruma yoluyla elde edilmektedir.
Takva elde etmek ve günahtan sakınmak ruhiyesini elde etmek için atılan adım en iyi adımdır ve ameller arasında da en beğenilmiş amellerdendir.
Takva elde etmek ibadettir ve bu ibadet Hz. Rabb’ın emriyle gerçekleşmektedir. Takva şüphesiz Hakk’ın hoşnutluğuna sebep olan önemli programlardan biridir.
Bedensel, mali ve ahlâki ibadetleri yerine getirme felsefesi, insani hayat alanında takvanın tahakkuk etmesidir.
Takvayı vücuda getirmeyen bir ibadet, hareket ve amel, ibadet değildir.
Takva yüceliğin esası, şerafetin kökü, saadetin temeli, dünya ve ahiret hayrının anahtarıdır.
Bir toplum, binlerce aileden; bir aile, kadın, erkek ve birkaç çocuğun bileşimidir.
Hakikatte aile ve toplum binasının malzemesi bireylerdir. Eğer tüm insan bireyleri takva ruhuna sahip olursa, salim bir aile ve yüce bir toplum ortaya çıkar. Böyle bir aile ortamında iç ve dış güvenlik hâkim olacaktır. Bireylerin tekâmülü takva sebebiyle en iyi şekilde gerçekleşecektir. Sonuç olarak da bütün bireyler birbirine oranla hayır kaynağı olacak ve hepsi birbirinin kötülüğünden güven içinde olacaktır.
Takva ehli kimse, Hakk’ın sevgilisidir. Peygamberlerin (a.s), imamların, menfaat ve yücelik sahibi varlıkların inayetine mazhardır.
Takva ehli olan kimsenin, güzel bir sireti, ilâhi ve melekuti bir sureti vardır. Bu kimseler ahlâki güzelliklerle birliktedirler. Çirkinlikler, kötülükler ve aşağılıklardan da uzaktırlar.
Fert, aile ve toplumun haysiyeti, ilâhi takva iledir. Allah-u Teâlâ katında hiçbir fert, aile ve toplum, takva ehlinden daha değerli değildir.
Kadın, erkek, baba, anne, çocuk ve toplum bireylerinin birbirlerinden gördükleri zararlar onların takvasızlığının sonucudur.
İnsanların evlerde ve toplumda birbirlerinden gördükleri vahşet, takvanın olmamasının acı meyvesidir.
İnsanların hayat sahasında gördükleri birçok zararlar takvanın olmamasından dolayıdır.
Gerçekten de sağlam bir aile teşkil etmek, takva ile süslenen kadın ve erkeklere ilâhi bir farzdır. İlâhi menfaat ile birlikte olan bu takva çocuklara da sirayet ettirilmelidir. Kadın ve erkek, işlerinin başlangıcında, çocuklarında takva ortamının hazırlanmasına olanak sağlamalıdırlar.
Kur’ân ayetlerinde ve rivayetlerde yer alan takvanın birçok menfaatlerine bakmak ne de güzeldir! Böylece bunun bir değerlendirmesini yapınız ve bu gerçeğin bir panoramasına bir göz atınız. Eğer kız ve erkek çocuklarının tümü takvalı olursa ve bunlar da bu melekuti sermaye ile evlilik işine teşebbüste bulunurlarsa nasıl bir aile ve nasıl bir toplum vücuda gelir?
Takva ve Değerli Aşamaları
Bilinç ve basiret sahibi olanlar Kur’ân'ın tabiriyle basiret ehli olan kimseler, ruhsal ve manevi yolculuğu kat edenler, takva için üç aşama zikretmişlerdir:
Hass’ul-hassın takvası, hassın takvası ve halkın genelinin takvası.
İmam Sadık (a.s) çok önemli bir rivayette bu üç mertebeyi şu şekilde açıklamaktadır: “İlâhi takvasının ilk mertebesi; Allah rızası için olan takvadır. O da bırakın şüpheyi terk etmeyi, helalı bile terk etmektir ve işte bu, hass'ul-hassın takvasıdır.
Takvanın ikinci aşaması Allah’tan olan takvadır. Bu da kendisini bütün şüphelerden korumaktır. Nerede kaldı ki harama bulaşsın! Bu ise hassın takvasıdır.
Takvanın üçüncü mertebesi ise cehennem azabı ve Allah’ın elim cezası sebebiyle korkudan kaynaklanan takvadır ve bu takva, bütün günahları ve haramları terk etmekten ibarettir. Bu takva ise genelin takvasıdır.”[32]
Elbette İmam Sadık’ın (a.s) sözündeki helali terk etmekten maksat, bu tür bir takvaya sahip olan kimselerin helal olan birçok şeyin ardından gitmemeleridir. Zira onlara bir ihtiyaç duygusu içinde olmazlar. İhtiyaç duydukları helal hususunda da tam bir kanaat içinde bulunurlar.
Herkesin kanaate gücü yeter ve eğer bir kimse kanaate gücünün yetmediğini söyleyecek olursa bu söz pek inandırıcı olmaz.
Helal ile yetinmek, hayatın maddi işlerini sınırlandırmak, lüks evlerde oturmaktan sakınmak, pahalı bineklere binmekten sakınmak, pahalı elbiseler giyinmekten kaçınmak ve renkli sofralar kurmaktan imtina etmek ahlâki bir iştir, beğenilmiş bir programdır ve ilâhi takvanın hayatın bütün boyutlarında gerçekleşmesi için bir ortamdır.
Hacı Sebzevari ve Kanaat
1983 yılında tebliğ için Sebzevar şehrine gitmiştim. Orada büyük filozof ve değerli arif Hacı Molla Hâdi Sebzevari’nin ailesini araştırdım. İlim, bilgi, hikmet, felsefe ve Kur’ân-ı Kerim'in tefsiri hususunda derin bilgisi olan torunlarından birinin hayatta olduğunu söylediler. İmamı olduğu camide iki defa Kur’ân-ı Kerim'in tümünü tefsir ettiğini belirttiler. Bu yüzden onu görmeye gittim. Onun ahlâki durumu, tutumları ve hayat modeli Hacı Sebzevari’nin temiz hayatının bir panoraması gibiydi. Değerli atasının durumu hakkında bilgi istedim. Benim için onun hâletlerinden ve programlarından uygun şeyler söyledi. Örneğin dediğine göre Hacı Sebzevari ülke büyüklerinin ve ilmi şahsiyetlerin teveccüh ettikleri bir kimseydi. Farklı bölgelerden hatta en uzak mekânlardan onun ilminden istifade etmek için yanına geliyorlardı. Hacı Sebzevari ev, hayat, yiyecek, elbise hususunda az ile yetiniyordu. Hacı Sebzevari bazen temizlik ve sağlığına riayet ederek bir elbiseyi on yıldan fazla giyiniyordu. O elbiseyi yamamaktan asla utanmıyordu ve bu program ilâhi veli kulların ve peygamberlerin metodudur.
Gösteriş ve İsraf
Gösteriş ve israf hak açısından şeytani, beğenilmeyen bir iştir. Nefsani istekler ve hayvani şehvetlerle uyum içinde olan bir programdır. İnsanın hayatın bütün kesimlerinde ilâhi hadlere ve özellikle de kanaate riayet etmesinin ne sakıncası olabilir ki? Kanaat rahatlık sebebi, özgürlük nedeni, ıstırap, endişe ve deruni güvensizliğin devasıdır. Kanaat olduğu takdirde kendine yakışır bir ev, bir araç, sıradan bir taşıt, elbise ve yeterli derecede yiyeceklere olan ihtiyaç giderilir.
Hayatı yaşarken gösteriş yapmaktan sakınmak gerekir. Normal harcamalarda bulunmaya alışmak gerekir. Fazladan masraflardan ve moda diye adlandırılan şeylerden kaçınmak gerekir.
Kıyafet ve hayat modeli hususunda batıyı örnek almamalıyız. Onların birçok hataları ve yanlışlıkları vardır. Sanat ve teknik, onların dedikleri, yazdıkları, söyledikleri ve ifade ettikleri her şeyin doğru olduğunu bize düşündürmemelidir. Onların kıyafet ve yaşam modeli hakkındaki tutumlarının gerçeklerle mutabık olduğu kanısına kapılmamalıyız.
İslâm dininde önemli olan şey ruhsal, bedensel, şehirsel, bölgesel, mahalle ve çevre temizliğidir. Bu kültürde maddi, manevi, ahlâki, ferdi ve toplumsal olarak göz önünde bulundurulan şey, insanın ahiret ve dünya maslahatına olan şeylerdir.
İsraf, gösterişe kaçmak, ağır masraflara katlanmak, kanaatten ve iktisattan uzak hayatın zahiri şeklini süslemek hatta Müslümanların ibadet yeri olan mescitlerin yapımında bile gösterişe kaçmak bu temiz kültürde ve insan yetiştiren ekolde kınamıştır.
Mescitler ve evler, batın açısından maneviyatın en üst düzeyinde ve zahir açısından ise sade ve süssüz olmalıdır. Böylece kalpler heva ve hevese duçar olmaz ve ruhlar haktan uzaklaşmaz.
Sade elbiseler giyiniz ama giyinmenin adabına riayet ediniz. İhtiyaç duyduğunuz kadar yiyecek temin ediniz ama yeme adabına riayet ediniz. Size uygun bir taşıt temin ediniz ama sürücülük kurallarını görmezlikten gelmeyiniz. Yaşamak için bir ev alınız ama bu ev ruhunuzu esir almamalıdır. Bütün bunlar takvanın ve Hak Teâlâ’ya teveccühün sonuçlarıdır.
Yahudi ve Hıristiyanların hayatı, ev, ev eşyası, taşıt, giyecek, yiyecek ve süslenme hususunda israf içindedir. Hıristiyanların kiliseleri ve havraları altınlarla süslenmiş heykellerle, antika, tablo ve milyonlarca dolar değerindeki mobilyalarla döşenmiştir.
Hahamların, keşişlerin ve hatta Hıristiyanların önderi Papa’nın bile insanı hayrete düşüren israf ve savurganlık derecesinde bir yaşamı vardır. Eğer Papa’nın özel başlığını veya elbisesini satacak olurlarsa milyonlarca insan açlıktan kurtulur. Mal biriktirmek, faiz yemek, gün ortasında büyük yolsuzluklar yapmak ve diğer binlerce rüsva işler Allah’ın düşmanlarının işidir. Hakk’ın dostları ise hak isteklerle uyum içinde olmalı, israf ve savurganlığa düşmekten kendini korumalıdır.
Bütün bu konumların etkeni ve koruyucusu şüphesiz takvadır. Takva ile süslenmiş bir ev, takvalı kadın ve erkek ilâhi bir hazineye ve arşi/ilâhi bir sermayeye sahiptirler. Onların hayatı mutluluk, incelik, sefa, samimiyet, rahatlık, güvenlik, insaf, yücelik ve şerafet ve gerçeklerle iç içedir.
Ev ve ibadet yerleri öyle bir şekilde olmalıdır ki, insan onda güvenlik içinde olmalı ve kendisi için Hz. Maşuka (Allah) kavuşacağı bir platform konumunda olmalıdır.
Özetle evin temellerini takva ve kanaate riayet, Allah’a ve kıyamete teveccüh ederek öyle bir şekilde bina etmek gerekir ki ahireti bayındır kılmak için bir vesile olsun ve insana Allah’ın rızayetini kazandırsın.
Bugün de, takva ve kanaat şartıyla az bir gelirle dahi yaşamak mümkündür. Eğer program boyunca bir sorun ortaya çıkar ve mümin de az bir geliri ile bu sorununa karşı koyamazsa, diğer müminlerin ve Allah-u Teâlâ ehli kimselerin hiç vakit kaybetmeksizin mümin kardeşinin yardımına koşmaları, onu sıkıntı, zorluk, zahmet ve acıdan kurtarmaları gerekir.
Birbirinizi Takvaya Davet Ediniz
Bütün kadın ve erkeklerin takvanın iki mertebesine yani hasların hassının takvası ile hasların takvasına gücü yetmeyeceğine teveccüh ederek kadın ve erkekleri takvanın bu iki aşamasına davet etmekten sakınmak gerekir. Zira takvanın bu iki mertebesi peygamberlere, imamlara ve Allah’ın has velilerine aittir. Ama bütün kadın ve erkeklerin genel takva ile süslenmesi yani ahlâki, şehevi ve mali haramlardan sakınması mümkündür. O hâlde insanlar birbirlerini yumuşak bir dille ve güzel bir ahlâkla genel takvaya davet etmelidirler ve birbirlerini çeşitli haramları terk etmeye teşvik etmelidirler. Böylece takva melekuti perdesini ve arşi/ilâhi sevgisini hayat çölüne rahatlıkla serebilsin ve herkes özellikle de aile ve toplum onun menfaatlerinden istifade edebilsin.
Bütün boyutlarıyla halkın genelinin takva ile süslenmesi, özellikle de kadın ve erkeğin takvalı olması ve takvayı çocuklarına da intikal ettirmesi ilâhi bir görevdir.
Hak ve hakikat ehli kimseler şöyle demektedirler: “Çocuk ilâhi bir emanettir. Çocuğun kalbi, ruhu, nefsi ve batını her türlü resimden ve suretten arınmış bir cevher, tablo ve temizlik sebebidir.
Bu resimsiz ve şekilsiz tablo, her türlü resim ve şekli kabullenme kabiliyetine sahiptir. Eğer evde çocuğu her türlü hayırlı söz, amel ve ahlâka alıştıracak ve yüzüne gerçekleri öğrenme yolu açacak olurlarsa, çocuk dünya ve ahiret saadetine ulaşır. Onun böyle bir makama ulaşmasına sebep olan anne ve baba da onların sevabına ortak olur. Bu anlamda çocuk pedagogları ve çocuğu terbiye eden kimseler ortaktırlar.
Ama eğer baba ve anne, günah ve takvasızlık sebebiyle çocuğun nefis, ruh ve kalp sayfasına şeytani resimler ve çizgiler çizecek olurlarsa ve çocuk onların yanında ahlâki rezaletlere ve aşağılıklara bulaşacak olursa, dolayısıyla tıpkı hayvanlar gibi sadece karnını ve şehvetini düşünecek; şekavet ve helak olma meydanına oturacak olursa onun da günahı şüphesiz anne babasının veya öğretmen veya pedagogu’nun boynunadır.
Dipnotlar
-------------------------------------------------
[1]- Bu değerlendirme, değerli araştırmacı, Nehc’ül-Belâğa’nın büyük müfessiri, ilâhi öğretilerin öğretmeni, Mesnevi’nin şârihi Allame Muhammed Taki Caferi tarafından kaleme alınmıştır.
[2]- Hafız
[3]- Nûr, 31
[4]- Ra’d, 11
[5]- Sabır, istikamet, takva, istiğfar ve toplu tövbe gibi
[6]- Hûd suresi, 52
[7]- Âl-i İmrân, 125
[8]- Kur’ân’da yer alan ifadeler şunlardır: “Mağfiret dileyin, tövbe edin, sabredin, sakının” ki hepsi de çoğul kipi şeklinde kullanılmıştır, tekil değil.
[9]- Tahrim, 60
[10]- “Eğer başında vuslat isteği varsa Hafız
Hüner ehlinin eşiğinin toprağı olmalısın.” (Hafız)
[11]- Yazarın kitaplarından bazıları da şunlardır. On iki ciltlik İrfan-i İslâmi, Şerh-i Sehife-i Seccadiye ve de Türkçeye de çevrilen Şerh-i Dua-i Kumeyl
[12]- Bakara, 3
[13]- İbrâhim, 32- 34
[14]- Yasin, 40
[15]- Âl-i İmrân, 191
[16]- Necm, 42
[17]- Hûd, 56
[18]- Rûm, 21
[19]- Furkân, 54
[20]- Nûr, 32
[21]- Hidayet’ul-İlm, 651
[22]- İzdivac der İslâm, 17
[23]- a. g. e. 7
[24]- a. g. e. 8
[25]- Bihar, c. 103, s. 220
[26]- a. g. e.c. 103, s. 219
[27]- Vesail, c. 14, s. 7
[28]- İzdivac der İslâm, 14
[29]- Bihar, c. 103, s. 222
[30]- Müstedrek’ul Vesail, Ebvab’ul Mukaddemat, 1. bab.
[31]- Bihar, c. 103, s. 221
[32]- Mevaiz’ul-Adediyye, 180