NaN%
1001 Hadis ışıgında:İMAM Ali(a s) 1001 Hadis ışıgında:İMAM Ali(a s)


Yazar:Üstad Ali Rızâ Sâbirî
Çeviri:Musa AYDIN
KEVSER SURESİ
Rahman, Rahim Allah'ın Adıyla

"Şüphesiz biz, sana Kevser'i verdik.

Şu hâlde Rabbin için namaz kıl ve tekbir

alırken, namazda ellerini boğazına kadar kaldır.

Doğrusu asıl soyu kesik olan, sana kin duyandır."

Üstad Ali Rızâ Sâbirî

takdim

Tarihin en güzide şahsiyetlerinden birisi olan ve kitabın içeriğinde de görüleceği gibi birçok, şahsına münhasır özellik ve üstünlüklere sahip olan bir insan-ı kamilin faziletlerini içeren bu güzel eseri yayınlama bahtiyarlığını bize nasip buyuran Yüce Tanrı'ya sonsuz hamdüsenâlar olsun. Öyle bir şahsiyet ki sadece dostlarını değil, düşmanlarını bile, sadece Müslümanları değil gayrı Müslimleri bile kendine hayran bırakmıştır! İşte size bu hayranlığı ifade eden sözlerden bazı örnekler:

"İnsanlar arasında Ali; mahsus (duyu organlarıyla hissedilir) gerçekler arasındaki makul (akılla idrak edilen) gerçek gibidir." (Ünlü İslam Filozofu ve Tabibi İbn Sina)

"İnsanlardan müstağni oluşu ve herkesin ona muhtaç olması, onun herkesin imamı olduğunun en açık delilidir." (Büyük nahiv alimi ve A'ruz ilminin kurucusu ve meşhur lügat yazarı Halil b. Ahmet Ferahidi)

"Ali'nin sevgisi ateşten koruyucudur / Ali insanların ve cinlerin imamıdır / Gerçekten de Mustafa'nın vasisidir / Cennet ve Cehennemi bölüştürendir." (Şafii Mezhebinin imamı Muhammed İdris-i Şafii)

"Ali b. Ebi Talib için var olan ve nakledilen onca faziletler Resulullah'ın ashabından hiç kimse için nakledilmemiştir." (Hanbeli Mezhebinin İmamı Ahmed b. Hanbel Şeybânî)

Her kim dinde Ali bin Ebi Talib'i önder kabul ederse, şüphesiz kurtuluşa erer. Zira Peygamber de, "Allah'ım Ali nerede olursa olsun, hakkı vücudunun etrafında döndür." buyurmuştur. (Meşhur Sünni tefsirci, Mefatih'ul-Gayb tefsirinin yazarı Fahrettin Râzî.)

"Ben, düşmanlarının kin ve haset yüzünden faziletlerini inkâr ettiği, dostlarının korkudan faziletlerini gizlediği kimse hakkında ne diyeyim? Buna rağmen faziletleri doğu ve batıyı kaplamış her yere yayılmıştır." (Meşhur edip ve bilgin, Keşşaf Tefsiri'nin ve Esâsü'l-Belağa kitabının yazarı Zımahşerî)

"Ama Ali'ye gelince, onu sadece sevebilir ve aşık olabiliriz. Zira o, değerli bir yiğit ve nefsi yüce bir insandı. Vicdanının kaynağından sevgi ve iyilik seli akmaktaydı. Kalbinden güçlülük ve yiğitlik alevleri yükselmekteydi. Aslanlardan daha cesurdu ama, bu cesareti merhamet, kalp yumuşaklığı ve sevgiyle karışıktı. Kufe'de kalleşçe öldürülmesine sebep olan tek şey şiddetli adaletiydi… (Meşhur İngiliz yazarı ve filozofu. Thomas Karlayl)

"Ali, insanlık adaletinin sesiydi; o, ibadet mihrabında, şiddetli adaletinden ötürü öldürüldü!..." (Lübnanlı meşhur Hıristiyan yazar Corc Cordak)

"İmam Ali (a.s) kıyamete kadar artık annelerin bir benzerini doğuramayacağı bir şahsiyettir. Hidayet talipleri haber ve söz peşine düşünce, her sözünde kendilerine bir nur veren yegane şahsiyet Ali'dir. Evet O, beşeriyet kalıbına dökülen kemal abidesidir…" (Meşhur Mısırlı Profesör ve yazar Abdulfettah Abdulmaksud)

Fakat ne var ki hiç kimse Ali'yi, Ali'nin Allah'ından, Allah'ın elçisinden ve masum evladından daha iyi anlatamaz. Çünkü kimse onu onlardan daha iyi tanıyamaz, tanımamıştır! İşte bu değerli eser Ali'yi (a.s) bu zaviyeden bizlere tanıtmayı amaçlamaktadır.

Ya Rabbi, böylesine büyük bir nimete, böyle eşsiz bir İmam'a ve böyle bir hayat önderinin izcisi olma şerefine sahip olduğumuz için onur duyuyor ve sana şükrediyoruz. Ona ve tertemiz evlâdına her yönüyle lâyık olabilmeyi, onların istediği gibi yaşamayı ve ölmeyi de bize nasip buyur...

Burada, bu değerli eserle, aziz ve yüce İmamımızı daha iyi tanıma imkânını bize sağlayan müellif ve mütercimimize şükranlarımızı sunmayı bir borç biliriz…
Mütercimin Önsözü
Hz. Emirü'l-Müminin Ali (a.s), tarihin en meşhur şahsiyetlerinden olduğu kadar, en meçhul şahsiyetlerinden de birisidir. Çoğu insanımız, değil onun gerçek ve hakiki şahsiyet ve makamını (ki bizim gibilerin onu tanıması-idrak etmesi imkânsızdır; bundan dolayı da Allah Resulü (s.a.a) "Ya Ali, seni Allah'tan ve benden başka kimse hakkıyla tanımamıştır." buyurmuştur) maalesef zahiri anlamda dahi onu doğru dürüst tanımıyoruz.

Kahir çoğunluğumuzun onun hakkındaki bilgisi "Allah'ın Aslanı" lakabıyla anlatılmak istenen cengaverliği ve Zülfikâr'ından öteye geçmi-yor. Kısacası onu, sadece gece gündüz kılıcından kan damlayan bir savaşçı olarak biliyoruz! Bir kısmımız ise, onun hakkında uydurulan bazı efsaneleri tekrarlayıp duruyor ve onu tanıdığımızı zannediyoruz.

Oysa o yüceler yücesi, en az savaş meydanlarında olduğu kadar ibadet mihrabının da eşsiz bir kahramanıydı; insanî ve imânî değerler cephesinde de aynı, ilimde de, siyaset meydanında da aynı, yönetimde de, adalet, fazilet ve insanlığa hizmette de aynı. Kısacası o, bütün meydanların ve sahaların kahramanı, öncüsü ve ilkiydi. O, aslında bizim gibiler için, zıtlar denilebilecek muhtelif özellikleri kendinde barındıran bir şahsiyettir.

Ali zâlimlere feryat demektir

Ali mazlûmlara imdât demektir

Bir ayak mihrapta, biri meydanda

Bir eli mızrakta, biri Kur'ân'da

Zülfikâr tutarken kükreyen Ali

Öksüzü okşarken titreyen Ali

Ne güzel söylenmiştir onun hakkında: "Ali (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) canlı bir mucizesiydi; tıpkı Hz. Musâ'nın elindeki asa gibi, Hz. İsâ'nın ölüleri diriltmesi gibi."[1]

Mucize Kur'ân'ı getirdin bize

Bir insan eğittin, o da mucize

Artık ne hacet var başka bir söze

Üstâd-ı Murtezâ sensin ey Resul

Ali (a.s) tek kelimede her yönüyle yaşanmış mükemmel bir İslâm örneğidir. Evet, İslâm'ın ve onun yüce peygamberinin büyük hüneri, Ali gibi bir şahsiyeti yetiştirip insanlığa takdim etmesidir. Bu yüzden İslam'ı tanımak ve yaşamak isteyen birisinin, Ali'yi tanıması, onu örnek ve önder edinmesi icap eder.

Gerçi biz istesek de onun gibi olmamız mümkün değildir. Ancak kendisinin de buyurduğu gibi takvamızla, çabamızla ona yardımcı olmamız,[2] imkân ve kabiliyetimiz ölçüsünde bir nebze olsun ona benzememiz gerekir. Gerçek bir Ali dostluğu, ciddi ve samimi bir Ali taraftarlığı da ancak bu şekilde anlam kazanır.

İşte bu değerli eser de, Ali'yi (a.s) dostlarına ve bütün fazilet aşıklarına tanıtmak, ona olan inançlarını pekiştirmek ve amelî olarak onu örnek ve önder edinmelerine yardımcı olmak amacıyla hazırlanmıştır. Rabb'im, değerli yazarına, bize ve bütün Ali dostlarına, Ali'nin rızâsını, dünyada imdadını, mahşerde şefaatini ve cennette refakatini nasip buyursun. Amin!

Musa Aydın


Müellifin Önsözü



Ali kimdir?

Cevaplanması en zor, hatta bizim için imkânsız olan sorulardan birisidir, bu soru. Allah ve Resulü'nden ve mutahhar eşi ve evladından gayrı kimdir ki bu sorunun cevabını hakkıyla vermiş olsun?! "Ya Ali, seni Allah'tan ve benden başka kimse hakkıyla tanımamıştır" buyurduğuna göre Resul-i Kibriya (s.a.a), Ali'yi ancak Ali'nin Allah'ın-dan ve Allah'ın Resulü'nden öğrenmek gerekir.

Bu yüzden, Allah'a tevekkül ederek ve ondan yardım dileyerek, Kur'ân ayetlerinde ve Peygamber sözlerinde tecelli eden Ali simasını bir nebze de olsun hak ve hakikat taliplerine ve Ali aşıklarına göstermeyi amaçlamış bulunuyoruz. Ama yine de itiraf ediyoruz ki, elinizdeki çalışma, deryadan damla bile değildir. Menâkıb-ı Ahmed b. Han-bel'de ve diğer bir çok kaynakta nakledildiğine göre Allah Resulü şöyle buyurmuştur:

"Şayet ağaçlar kalem, deniz mürekkep olsa, cinler hesap etse, insanlar da katip olsalardı, Ali b. Ebî Tâlib'in faziletlerini sayıp bitiremezlerdi!"[3]

Meşhur bir alim ise şöyle diyor:

"Ali'nin dostları korkularından onun faziletlerini saklamaya mecbur kalmışlardır; düşmanları ise daima kin ve düşmanlıklarının bir gereği olarak, onun faziletlerini hasır altı etmeye çabalamışlardır; ama buna rağmen onun faziletleri, doğu ve batı arasını doldurmuştur."

Bir de saklanmasaydı ne olurdu acaba?

Seçilmiş 1001 hadisten[4] ve kısa tarihî bilgilerden[5] oluşan bu mütevazı çalışmayı, mevlâ ve efendimiz, imâm ve rehberimiz, Allah'ın galip aslanı, onun sâlih ve hâlis kulu, vasîlerin efendisi, şâh-ı evliyâ, cân-ı Resul-i Kibriyâ, Allah ve Resulü'nün habibi, aşık canların tabibi, emir-i beyan, konuşan Kur'ân, hak ve hakikatin keskin burhanı, muttakilerin imâmı, Emirü'l-Müminin Hz. Aliyye'l-Murtezâ'nın yüce ve mukaddes ruhuna, ithaf ediyorum. Allah'ın sonsuz selâmı onun, mutahhar eşinin ve evladının üzerine olsun.

Ey yüce sultanım, sen Süleyman'sın, ben ise ağzında çekirge bacağını sultana takdim için taşıyan bir karınca. Ey gönlümün sultanı, lütuf ve ihsanından bu aciz köleni mahrum kılmayacağına inancım tamdır…

Çaba bizden, tevfik Allah'tandır…

Ali Rızâ Sâbirî


GİRİŞ



1- İMÂM ALİ'NİN (A.S) DOĞUM TARİHİ VE YERİ

• Ebû Hamza Sümâlî'den şöyle nakledilmiştir: İmâm Zeynü'l-Âbidin'in (a.s) şöyle buyurduğunu duydum: "Fâtı-ma bint-i Esed (r.a), tavaf hâlinde olduğu bir sırada doğum sancısı tuttu. Ardından Kâbe'nin içerisine girerek Hz. Emirü'l-Müminin'i (a.s) orada dünyaya getirdi."[6]

• Attâb b. Üseyd'in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Hz. Emirü'l-Müminin Ali b. Ebî Tâlib (a.s), bi'setten on iki yıl önce, Recep ayının on üçüncü gecesi, Cuma günü, Mekke'de Beytullah'il-Harâm'da dünyaya geldi. Resulullah (s.a.a) o sırada 28 yaşındaydı."[7]

• Hz. Ali (a.s) Fil yılından 30 yıl geçtiği bir sırada Allah'ın halis ayı Receb'in on üçünde, Mekke'de Beytullah'il-Harâm'ın (Kâbe'nin) içinde dünyaya geldi. Beytullah'il-Harâm'da ne ondan önce ne de sonra başka hiçbir kimse dünyaya gelmemiştir. Allah-u Teâlâ onu yüceltmek, rütbesini yükseltmek ve kerametini açığa vurmak için bu fazileti sadece ona has kılmıştır."[8]

• Yine şöyle rivâyet edilmiştir: "Resulullah'ın (s.a.a) vasîsi ve onun halifesi olan, adil İmâm, mürşid olan sey-yid, en büyük sıddık, vasîlerin efendisi ve muvahhidlerin İmâmı, Ebû'l-Hasan Emirü'l-Müminin Ali b. Ebî Tâlib b. Abdi'l-Muttalib b. Hâşim b. Abd-i Menâf (a.s), Mekke'de Beytu'l-Harâm'ın içinde, Fil yılından 30 yıl sonra, Recep ayının 13. gecesinde, Cuma günü dünyaya geldi. Annesi Fâtıma bint-i Esed b. Hâşim b. Abd-i Menâf'dır. O (Hz. Ali) Hâşimîlerden ilk iman eden kimsedir."[9]

2- İMÂM ALİ'NİN (A.S) MÜBAREK VeLADETİNİN KEYFİYETİ

• Bir gün Abbâs b. Abdi'l-Muttalib, Yezid b. Ka'neb, Benî Hâşim'den ve Beni Uzzâ kabilesinden bir grupla birlikte Kâbe'nin önünde oturuyorlardı. Tam o sırada, Esed kızı Fâtıma Mescid'e geldi. O, tam dokuz aylık hamileydi ve artık doğum sancısı çekiyordu. İlerleyip Kâbe'nin önünde durdu ve yüzünü semaya kaldırarak Hak Teâlâ'ya şöyle yalvardı: "Allah'ım, ben gönderdiğin her peygambere ve resule ve indirdiğin her kitaba iman etmişim; Kâbe'yi bina eden ceddim İbrahim Halil'in söylediklerini tasdik etmişim.

O hâlde bu Beyt'in ve onu bina edenin ve karnımda olan ve benimle konuşan ve konuşmalarıyla benimle ünsiyet kuran ve senin celal ve azamet âyetlerinden olan bu ço-cuğun hürmetine sana yalvarıyorum; doğum yapmayı bana kolaylaştır!"

Abbâs ve Ka'neb'ten şöyle nakledilmiştir: "Fâtıma sözlerini bitirdikten sonra, Kâbe'nin arka duvarının yarıldığını gördük; Fâtıma yarılan yerden Kâbe'nin içine girdi ve gözden kayboldu. Ardından Kâbe'nin duvarı Allah'ın izniyle yeniden birleşti! Biz Kâbe'nin kapısını açmaya uğraştık, ama bir türlü başarılı olamadık. Anladık ki bu, Allah tarafından gerçekleşen bir olaydır.

Fâtıma üç gün Kâbe'nin içinde kaldı. Bütün Mekke'nin çarşı pazarında, sokaklarında, evlerinde, hep bu olay konuşuluyordu. Bilahare dördüncü gün gelip çattı. Kebe'nin üç gün önce de yarılmış olan duvarı tekrar yarıldı ve Fâtıma bint-i Esed, elinde oğlu Esedullah-ı Gâlip, Ali b. Ebî Tâlib (a.s) ile birlikte dışarıya çıktı ve orada bulunan insanlara şöyle seslendi: "Ey insanlar, Allah beni insanların arasından seçti ve beni diğer kadınlara vermediği bir faziletle faziletlendirdi. Zira onun seçtiği evde çocuğumu dünyaya getirdim.

Üç gün o saygın evde kaldım; cennet meyvelerinden ve yemeklerinden yedim. Elimde çocuğumla birlikte dışarıya çıkmak istediğimde, gaybdan bir ses bana şöyle seslendi: "Ey Fâtıma, bu değerli çocuğun ismini Ali koy!...

Hiç şüphesiz ben Ali-yi A'lâ'yım; onu kendi kudret, izzet ve celalimden yarattım; onu adaletimden yeteri kadar nasiplendirdim; onun adını kendi adımdan münşak ettim; onu mübarek adabımla edeplendirdim; onu gizli ilimlerimden haberdar ettim; o, benim saygın evimde dünyaya geldi; evimin üzerinde ilk ezanı o okuyacaktır;

putları Kâbe'nin üzerinden aşağıya atıp kıracaktır; beni azamet, yücelik ve tevhidle anacaktır; o, bütün yaratıklarımın arasından seçtiğim Habib'im ve Resul'üm olan Muhammed'den sonra imâm ve onun vasîsi olacaktır. Ne mutlu o kimseye ki onu sevsin ve ona yardım etsin! Ve Ona itâat etmeyen, ona yardımda bulunmayan ve onun hakkını inkâr eden kimsenin vay haline!"[10]

3- İMÂM ALİ'NİN (A.S) BABA VE ANNE TARAFINDAN NESEBİ

• Menâkıb-u Ali b. Ebî Tâlib kitabında senediyle şöyle nakledilmiştir: "O, Ebû Tâlib oğlu, Abdü'l-Muttalib oğlu, Hâşim oğlu, Abd-ü Menâf oğlu, Kusay oğlu, Kilâb oğlu, Mürre oğlu, Ka'b oğlu, Lüveyy oğlu, Gâlib oğlu, Fihr oğlu, Mâlik oğlu, Nazr oğlu, Kinâne oğlu, Hüzeyme oğlu, Müdrike oğlu, Muzar oğlu, Nizâr oğlu, Ma'd oğlu, Adnân oğlu Ali'dir. Ebû Tâlib'in ismi ise Abd-ü Menâf'tır."[11]

• Aynı kitapta, senediyle yine şöyle nakledilmiştir: "Ali b. Ebî Tâlib'in annesi Esed kızı Fâtıma b. Hâşim b. Abd-i Menâf b. Kusay'dır. Fâtıma, Hâşimî bir kocaya evlat doğuran ilk Hâşimiye kadındır. O, Müslüman olduktan sonra (Medine'de) Resulullah'a hicret etmiştir."[12]

• Onun (Hz. Ali) annesi Fâtıma bint-i Esed b. Hâşim b. Abd-i Menâf'tır. O, Resulullah'a anne gibiydi; Resulul-lah, onun kucağında büyümüştür. İlk İman eden kadınlardandır ve Resulullah'la birlikte Medine'ye hicret etmiştir. Vefat ettiğinde Peygamber (s.a.a) onu kendi gömleğiyle kefenlemiştir."[13]

4- İMÂM ALİ'NİN (A.S) BAZI LAKAPları VE KÜNYELERİ

• İmâm Ali'nin (a.s) lakapları Murtazâ, Haydar ve Enzeü'l-Betîn'dir.[14]

• Keşfü'l-Ğumme kitabında ise Hz. Ali (a.s) için şu la-kap ve künyeler sayılmıştır: "Emirü'l-Müminin (Mümin-lerin Emiri), Ya'subü'd-Dîn (dinin reisi), Murtazâ (razı olunmuş), Nefsü'r-Resul (Resulullah'ın canı-özü), Sâhibu'l-Livâ (sancak sahibi), Seyyidü'l-Arap (Arapların efendisi), Ebû'r-Reyhaneteyn (iki reyhanın babası), Hâdî (hidâyet edici), Fârûk (hakkı batıldan ayıran), Emîrü'l-Berere (iyilerin emîri)…"[15]

• İmâm Ali'nin künyeleri şunlardır; Ebû'l-Hasan, Ebû's-Sıbtayn (iki torunun babası) ve Ebû Turâb; Ebû Turâb künyesi Resulullah (s.a.a) tarafından Hz. Ali'ye verilmiştir.[16]

• İhkâku'l-Hak kitabında ise şöyle yazıyor: "Hz. Ali'nin künyesi Ebû'l-Hasan'dır; Resulullah ise ona Ebû Turâb künyesini takmıştır. Hz. Ali de en çok bu künyeyle çağrılmayı severdi."[17]

5- İMÂM ALİ'NİN (A.S) İSİMLENDİRİLMESİ

1) Kemâlü'd-Dîn kitabında Merhum Şeyh Sadûk kendi senediyle Mufazzal b. Ömer'den, o da İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), o da babalarından Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Ben göğe (Mîrâc'a) çıkarıldı-ğımda Rabbim (celle celâluhu) bana şöyle vahyetti: 'Ey Muhammed, hiç şüphesiz ben yeryüzüne baktım ve seni ondan seçtim ve böylece seni peygamber kıldım ve kendi ismimden sana bir isim türettim. Evet ben Mahmûd'um ve sen Muhammed.

Sonra ikinci kere yere baktım, ondan Ali'yi seçtim ve onu senin için vasî, halife, kızının kocası ve zürriyetinin babası olarak karar kıldım. Ve onun için (de) isimlerimden bir isim türettim. Evet, ben "Aliyyü'l-A'lâ"-yım, o ise Ali'dir…"[18]

2) Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kıyâmet günü olduğunda Ali b. Ebî Tâlib'i yedi isimle çağırırlar: Ya sıddık (ey çok doğru), ya Dâll (ey kılavuz), ya Âbid (ey ibâdet eden), ya Hâdi (ey hidâyet eden), ya Mehdi (ey hidâyet olunmuş), ya Fetâ (ey yiğit), ya Ali (ey Ali), sen ve Şîaların hesapsız olarak cennete geçin."[19]

6- MUVAHHİDLER SÜLALESİ

3) Esbağ b. Nübâte'den şöyle nakledilmiştir: "Emirü'l-Müminin (salavatullahi ve selâmuhu aleyh)'in şöyle buyurduğunu duydum: 'Allah'a andolsun ki ne babam, ne dedem Abdü'l-Muttalib, ne Hâşim ve ne de Abd-ü Menâf, hiçbir puta asla tapmamışlardır.' İmâm'a (a.s) 'Peki neye tapıyorlardı?' diye sorduklarında şöyle buyurdu: 'Onlar Allah'ın evine doğru İbrahim'in dini üzere namaz kılıyorlardı ve o dinin kurallarına göre amel ediyorlardı."[20]

7- RESULULLAH'ın (S.A.A), İMÂM ALİ'NİN (A.S) ANNESİNE GÖSTERDİĞİ SAYGI VE HÜRMET

4) Şeyh Sadûk El-Emâlî kitabında senetli bir şekilde Abdullah b. Abbâs'dan şöyle nakletmiştir: "Bir gün, Ali b. Ebî Tâlib (a.s) ağlayarak ve 'İnnâ Lillahi ve İnnâ İleyhi Râciûn' söylediği hâlde Resulullah'ın huzuruna vardı. Resulullah (s.a.a) ne olmuş 'Ya Ali?' diye sorunca, Hz. Ali şöyle cevap verdi: 'Ya Resulallah, annem Fâtıma bint-i Esed vefat etti.' Bunun üzerine Resulullah da ağladı. Sonra şöyle buyurdu:

"Allah annene rahmet etsin ey Ali, hiç şüphesiz o senin annen idiyse, benim de annemdi. Al benim şu sarığımı ve şu iki elbisemi onu onlarla kefenle ve kadınlara ona iyi gusül vermelerini söyle ve ben gelinceye kadar onu (evden) çıkarma. Ben, kendim onun (defin) merasimini üsleneceğim."

İbn Abbâs diyor ki: "Bir müddet sonra Resulullah (s.a.a) geldi ve Ali'nin (a.s) annesi dışarıya çıkarıldı. Peygamber (s.a.a) ona o güne kadar başka hiçbir kimseye kılmadığı bir (cenaze) namazı kıldı.

Sonra ona kırk tekbir getirdi. Daha sonra mezara inerek orada uzandı. O sırada Resulullah'tan hiçbir ses ve hareket duyulmuyordu. Sonra şöyle buyurdu: 'Ey Ali, mezarın içerisine gir; ey Hasan mezarın içerisine gir.' Onlar da mezara girdiler. Resulullah, yapacağı işleri sona erdirince 'Ya Ali çık, ya Hasan çık' diye seslendi ve onlar da dışarıya çıkınca Peygamber (s.a.a) onun başına yaklaşıp şöyle buyurdu:

"Ya Fâtıma, ben Âdem oğullarının efendisi Muhammed'im ve bununla övünmüyorum. Münker ve Nekîr (isimli melekler) sana gelip 'Rabbin kimdir?' diye sorduklarında, onların cevabında de ki: 'Allah benim Rabb'imdir; Muhammed benim peygamberimdir; İslam benim dinimdir, Kur'ân benim kitabımdır ve oğlum benim İmâmım ve velimdir.' Sonra şöyle devam etti: Allah'ım, Fâtıma'yı sağlam söz üzerine sabit kıl."

Sonra mezardan dışarıya çıktı ve eliyle mezara biraz toprak döktü. Sonra sağ elini sol eline vurarak ellerini temizledi ve şöyle buyurdu: "Muhammed'in canını elinde tutana (Allah'a) andolsun ki, Fâtıma benim sağ elimi sol elime vurmamın sesini duydu."

Burada Ammâr b. Yâsir ayağa kalkarak şöyle arz etti: "Babam ve anam sana feda olsun ya Resulallah, ona öyle bir namaz kıldın ki, ondan önce benzerini kimseye kılmamıştın (bunun sebebi neydi?)" cevabında şöyle buyurdu:

"Ey Ebâ Yakzân (Ammâr'ın künyesi), o benden böyle bir davranışa lâyıktı. Zira onun Ebû Tâlib'den birçok evladı vardı. Onların malı da fazlaydı, ama bizim malımız azdı; fakat buna rağmen onları aç bıraktığı hâlde, beni doyururdu; onları çıplak bıraktığı hâlde, beni giydirirdi; onları kirli bıraktığı hâlde, beni temizler, yağlardı."

Ammâr tekrar "Ya Resulallah, neden ona kırk tekbir getirdin?" diye sordu. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

"Evet ey Ammâr, sağ tarafıma baktığımda kırk sıra meleğin saf bağladığını gördüm. Her saf için bir tekbir getirdim."

Ammâr yine sordu: "Mezarın içine yattınız ve hiçbir ses ve hareket duyulmadı sizden (bunun sebebi neydi?)." Buyurdu ki:

"Şüphesiz insanlar Kıyâmet gününde çıplak olarak haşredileceklerdir.

Ben o sırada sürekli Rabb'imden onu giyinik olarak haşretmesini istiyordum. Muhammed'in nefsini elinde tutana (Allah'a) andolsun ki, onun mezarından çıktığım sırada başının ucunda, ellerinin yanında ve ayaklarının yanında her birisinde nurdan ikişer çırağın bulunduğunu gördüm.

Ve onun mezarıyla görevli iki melek, onun için istiğfar etmektedirler ve bu Kıyâmete kadar böyle devam edecektir."[21]



1. Bölüm

• İmâm Ali'nin (a.s) İslâm'ı ve İmanı

• İmâm Ali'nin (a.s) İlmi

• İmâm Ali'nin (a.s) İbâdeti

• İmâm Ali'nin (a.s) Ahlâkı ve Sireti

• İmâm Ali'nin (a.s) Adaleti ve Beytülmal Hakkındaki Hassasiyeti

imâm ali'nin (a.s) islâm'ı ve imânı

8- İLK MÜSLÜMAN OLANv

5- Resulullah (s.a.a): "Ya Ali, sen ilk Müslüman olan ve ilk iman eden kimsesin. Ve sen bana, Hârûn'un Musâ'ya olan nispetini taşıyorsun."[22]

6- Selmân-ı Fârisî'den Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Havuz başında sizden benim yanıma ilk gelecek kimse, sizden ilk Müslüman olan Ali b. Ebî Tâlib'dir."[23]

7- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a) ile birlikte ilk Müslüman olan kimse benim."[24]

8- Resulullah (s.a.a): "Ali, Müslümanlardan ilk Müslüman olan kimsedir."[25]

9- Senetli bir hadiste İmâm Ebulhasan Ali b. Musâ Rızâ (a.s), babalarından şöyle nakletmiştir: "Hiç şüphesiz ilk Müslüman olan kimse, Hz. Ali'dir (a.s)."[26]

10- Selmân-ı Fârisî Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu:

"Benden sonra bu ümmetin en hayırlısı, ondan ilk Müs-lüman olan Ali b. Ebî Tâlib'dir."[27]

11- Zeyd b. Erkam'dan şöyle nakledilmiştir: "Resulul-lah (s.a.a) ile birlikte ilk Müslüman kimse, Ali b. Ebî Tâ-lib'dir."[28]

9- İLK İMAN EDEN

12- Resulullah (s.a.a): "Ali, Müminlerin ilkidir."[29]

13- Resulullah (s.a.a): "Ali, insanların ilk iman edenidir."[30]

14- Resulullah (s.a.a): "Ali, bana ilk iman eden kimsedir."[31]

15- Ebûzer'den (r.a) ve Selmân'dan (r.a) şöyle nakledilmiştir:

"Resulullah (s.a.a) Ali'nin (a.s) elinden tuttu ve şöyle buyurdu: 'Bilin ki hiç şüphesiz bu, bana ilk iman eden kimsedir ve Kıyâmet günü benimle ilk müsafaha edecek kimse de odur."[32]

16- Zeyd b. Erkam'dan şöyle nakledilmiştir; dedi ki:

"Resulullah'tan (s.a.a) sonra Allah'a ilk iman eden kim-se Ali b. Ebî Tâlib'dir."[33]

10- İMÂM ALİ'NİN (A.S) İMANININ AĞIRLIĞI

17- Resulullah (s.a.a): "Hiç şüphesiz, eğer gökler ve yer bir kefeye koyulsa ve Ali'nin imanı da başka bir kefeye, hiç şüphesiz Ali b. Ebî Tâlib'in imanı ağır basar."[34]

11- İMÂM ALİ (A.S), RESULULLAH'IN (S.A.A) EĞİTİMİNDE

18- Mücâhid b. Cebr'in (Ebü'l-Haccâc) şöyle dediği nakledilmiştir:

"Allah (azze ve celle)'nin Ali b. Ebî Tâlibe verdiği nimetlerden, yaptığı ihsanlardan ve onun için murad ettiği hayırlardan birisi de şudur ki, Kureyş şiddetli bir kıtlığa müptela oldu; Ebû Tâlib'in ise kalabalık bir ailesi vardı. Resulullah (s.a.a) Hâşim oğullarının en zenginlerinden olan amcası Abbâs'a dedi ki:

"Ey Ebelfazl, kardeşin Ebû Tâlib, kalabalık bir aileye sahiptir. İnsanların duçar olduğu şu kıtlığı da görüyorsun. Hadi gel de ona gidip ailesini hafifletelim. Çocuklarından birisini ben, birisini de sen al ve geçimlerini üstlenelim."

Abbâs da 'Hadi kalk gidelim' dedi. Birlikte Ebû Tâli-b'in kapısına gelip şöyle dediler: 'Biz insanlardan şu kıtlık gidinceye kadar senin aile yükünü hafifletmek istiyoruz.' Ebû Tâlib de 'Akîl'i bana bırakın sonra istediğinizi yapabilirsiniz.' Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) Ali'yi (a.s), Abbâs da Caferi aldı.

Böylece Ali (a.s) Resulullah (s.a.a) peygamberliğe erişinceye kadar onun yanında kaldı; peygamber olunca da ona iman edip tâbi oldu ve onu tasdik etti. Cafer de Müslüman olup ihtiyaçsız hale gelinceye kadar Abbâs'ın yanında kaldı."[35]

19- Bir hadiste şöyle geçer: "Hiç şüphesiz Emirü'l-Müminin (Ali) (a.s) dünyaya geldiğinde, Resulullah (s.a.a) 30 yaşındaydı. Allah Resulü (s.a.a) onu çok ama çok sevdi ve annesine dedi ki: 'Onun beşiğini benim yatağımın yanına yerleştir.

Onun bakım ve eğitim işini büyük ölçüde bizzat üslendi; yıkama zamanında Ali'yi kendisi temizlerdi; sütü ona eliyle içirirdi; uyumak istediğinde beşiğini sallardı; uyanık iken çocuk diliyle onunla konuşurdu; onu göğsünde taşır ve şöyle derdi: 'Bu benim kardeşimdir, velimdir, yardımcımdır, seçtiğim kimsedir, halifemdir, sığınağımdır, damadımdır, vasîmdir, kızımın kocasıdır ve vasiyetime eminimdir.' Resulullah (s.a.a) onu sürekli omzuna alır Mekke'nin dağlarında sokaklarında ve vadilerinde dolaştırırdı."[36]

20- Hz. Ali (a.s) şöyle derdi: "Ben Allah Resulü (s.a.a) 'den duyduğum her şeyi mutlaka ezberler ve asla unutmazdım."[37]

12- İMÂM ALİ'yi (A.S) TANIMANIN ZARURETİ

21- Resulullah (s.a.a): "Ya Ali, Allah'ı benden ve senden başkası hakkıyla tanımamıştır. Ve seni Allah'tan ve benden başka kimse hakkıyla tanımamıştır."[38]

22- Birçok hadiste Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir; buyurdu "Ya Ali, Allah'ı benden ve senden başkası (hakkıyla) tanımamıştır ve beni Allah'tan ve senden başkası (hakkıyla) tanımamamıştır ve seni Allah'tan ve benden başkası 8hakkıyla) tanımamıştır."[39]

23- Resulullah (s.a.a): "Bilin ki, kim Ali'yi tanır ve onu severse, Allah ölüm meleğini Peygamberlere gönderdiği gibi ona gönderir ve Münker ve Nekîr'in korkularını ondan uzaklaştırır. Mezarını nurlandırır ve onu yetmiş yıllık mesafe kadar genişletir ve Kıyâmet günü onun yüzünü ak eder."[40]

24- Hz. Hüseyin (a.s) Resulullah'tan (s.a.a) bir hadiste şöyle nakletmiştir: "Kim Peygamberi (s.a.a) sevdiğini zanneder ama vasîyi sevmezse hiç şüphesiz yalan söylemiştir. Ve kim Peygamberi tanıdığını zanneder ama vasîyi tanı-mazsa hiç şüphesiz kâfir olmuştur."[41]

25- Ebû Salt-ı Hirevî'den senetli bir şekilde şöyle nakledilmiştir: 'İmâm Rızâ'dan (a.s) duydum ki, babaları kanalıyla Emirü'l-Müminin'den (a.s) şöyle naklediyordu: Dedi ki 'Resulullah'ın (s.a.a) şöyle dediğini duydum:

"Ben Allah (c.c)'dan duydum ki şöyle buyurdu: 'Ali b. Ebî Tâlib benim kullarım üzerindeki hüccetim, beldelerimdeki nurum ve ilmimin eminidir. Onu tanıyanı cehenneme sokmayacağım; bana isyan etse (bazı günahları işlese) dahi ve onu inkâr edeni cennete sokmayacağım; bana (bazı konularda) itâat etse dahi."[42]

26- Esbağ b. Nübâte, Emirü'l-Müminin'den (a.s) şöyle duyduğunu nakleder; buyurdu: "Beni ve hakkımı tanımayan kimsenin vay haline' Bilin ki, hiç şüphesiz benim hakkım Allah'ın hakkıdır; bilin ki, hiç şüphesiz Allah'ın hakkı benim hakkımdır."[43]

13- ALİ'YE (A.S) BAKMAK İBÂDETTİR

27- Bir hadiste Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: "Ali b. Ebî Tâlib'in yüzüne bakmak ibâdettir…"[44]

28- Resulullah (s.a.a): "Beytü'l-Harâm'a bakmak ibâdettir ve Ali'nin yüzüne bakmak ibâdettir."[45]

14- ALİ'yi (A.S) ANMAK, İBÂDETTİR

29- Resulullah (s.a.a): "Ali'yi zikretmek (anmak), ibâdettir."[46]

30- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"Ali b. Ebî Tâlib'e bakmak, ibâdettir; onu anmak, ibâdettir; hiçbir kulun imanı, onun velâyeti olamadan ve onun düşmanlarından teberri edilmeden kabul olmaz."[47]

15- ALİ'NİN (A.S) ZİKRİ, MECLİSLERİN ZİYNETİ

31- Câbir b. Abdullah-i Ensâri, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu: "Meclislerinizi, Ali b. Ebî Tâ-lib'i zikretmekle (anmakla) süsleyin."[48]

16- İMÂM ALİ'NİN (A.S) FAZİLETLERİNİ YAYMANIN FAZİLET VE SEVABI

32- Yahyâ Basrî diyor ki, Muhammed b. Zekeriyyâ Cevherî, Muhammed b. Ammâre'den, o da babasından, o da İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), o da babası İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s), o da Sâdık babalarından Resulul-lah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu hadis etti:

"Hiç şüphesiz Allah Tebâreke ve Teâlâ, kardeşim Ali b. Ebî Tâlib için sayılamayacak kadar fazilet karar kılmıştır. Kim onun faziletlerinden bir tanesini, ona ikrar ettiği hâlde zikrederse, Allah onun yakın ve uzak geçmişteki günahlarını bağışlar…

Kim Ali b. Ebî Tâlib'in faziletlerinden birisini yazarsa, o yazı yok olmadığı sürece melekler onun için mağfiret dilerler ve kim onun faziletlerinden birisini dinlerse, Allah onun kulağıyla işlediği günahlarını bağışlar ve kim onun faziletlerinden bazısının yazıldığı bir yazıya bakarsa, Allah onun gözle işlediği günahların bağışlar."

Sonra Resulullah (s.a.a) şöyle devam etti: "Ali b. Ebî Tâlib'e bakmak ibâdettir ve hiçbir kulun imanı onun velâyetini kabul etmeden ve düşmanlarından teberri etmeden kabul olmaz!"[49]

33- Yine senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), o da babasından o da dedesi Hz. Hüseyin'den (a.s), o da babası Hz. Ali'den (a.s) şöyle rivâyet etmiştir; buyurdu ki:

"Ömer b. Hattâp bize hadis etti ve dedi ki; Resulul-lah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: 'Ali'nin bu ümmete olan üstünlüğü, Ramazan aynın diğer aylara olan üstünlüğü gibidir; Ali'nin bu ümmete üstünlüğü, Kadir gecesinin diğer gecelere üstünlüğü gibidir; Ali b. Ebî Tâlib'in bu ümmete üstünlüğü, Cuma gününün diğer günlere üstünlüğü gibidir.

O hâlde ne mutlu ona iman edip velâyetini tasdik eden kimseye ve yazıklar olsun, onu ve hakkını inkâr eden kimseye. Kıyâmet günü onu kendi rahmetinden hiçbir şeye kavuşturmamak Allah'ın üzerine bir haktır. Muhammed'in (s.a.a) şefaati ona ulaşmayacaktır."[50]

34- Câbir b. Abdullah-i Ensârî'den şöyle nakledilmiştir: Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum:

"Hiç şüphesiz Ali'de öyle hasletler (özellikler) vardır ki, eğer onlardan bir tanesi bile bütün insanlarda olsaydı, fazilet olarak onunla yetinirlerdi."[51]

35- Câbir Cu'fî'nin, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s), onun da Câbir b. Abdullah-i Ensârî'den naklettiğine göre; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

"Hiç şüphesiz Cebrâîl bana indi ve dedi ki: 'Şüphesiz Allah, ashabın arasında hutbe okuyarak Ali b. Ebî Tâlib'in üstünlüğünü açıklamanı emretmektedir. Ashabın da senden sonra bunu tebliğ etsinler.

Yine Allah bütün meleklere senin zikredeceklerini dinlemeyi emretmiştir. Allah sana vahyediyor Ey Muhammed, hiç şüphesiz kim Ali hakkındaki emrine muhalefet ederse, ateşe girecektir ve kim (bu konuda) sana itâat ederse, cennet onun hakkıdır."[52]

17- Eğer Bazıları SENİN HAKKINDA, İSÂ (A.S) HAKKINDA DEDİKLERİNİ DEMESELERDİ…

36- Câbir b. Abdullah'tan şöyle rivâyet edilmiştir: "Hz. Ali (a.s), Hayber'i fethederek Resulullah'ın (s.a.a) yanına geldiğinde, Allah Resulü (s.a.a) ona şöyle buyurdu:

'Ümmetimden bazı gruplar, senin hakkında Hıristiyan-ların Mesih İsâ b. Meryem hakkında dediklerini demeselerdi, senin hakkında öyle bir söz söylerdim ki, yanından geçtiğin her topluluk, ayaklarının altındaki toprağı ve ab-dest suyunun fazlalığını şifa için alırlardı.

Ancak senin (faziletinde) şu kadarı yeterlidir ki sen bendensin, ben de senden; sen benden miras alırsın, ben de senden ve sen bana göre Hârûn'un Musâ'ya olan nispetini taşıyorsun; sadece sen peygamber değilsin. Sen benim borcumu ödersin ve benim sünnetim üzere savaşırsın. Hiç şüphesiz sen, yarın (mahşer gününde, Kevser) havuzu başında benim halifem olacaksın."[53]

18- SEN OLMASAYDIN, BENDEN SONRA MÜMİNLER TANINMAZDI

37- İmâm Hüseyin (a.s) babası Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakletmiştir; dedi ki Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ey Ali, eğer sen olmasaydın, benden sonra müminler tanın-mazdı!"[54]

38- Resulullah (s.a.a): "Eğer sen olmasaydın ya Ali, benden sonra müminler tanınmazdı."[55]

39- Resulullah (s.a.a): "Ey Ali, sen asla sapmazsın ve asla hata yapmazsın; sen olmasaydın, benden sonra Allah'ın hizbi (taraftarları) tanınmazdı."[56]

40- Resulullah (s.a.a): "Ali'nin hizbi, Allah'ın hizbidir; onun düşmanlarının hizbi ise Şeytan'ın hizbidir."[57]




İMÂM ALİ'NİN (A.S) İLMİ
19- İMÂM ALİ'NİN (A.S) İLMİ

41- Muhammed b. Müslim, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle duyduğunu rivâyet etmektedir:

"Cebrâîl (a.s), cennetten Hz. Muhammed'e (s.a.a) iki tane nar getirdi; Ali (a.s) Resulullah'la karşılaşıp, narları elinde görünce, 'Şu iki nar nedir elinizde?' diye sordu; şöyle buyurdu: 'Şu gördüğün nübüvvettir ve senin onda nasibin yoktur. Ama ötekisi ilimdir.' Sonra Allah Resulü (s.a.a) onu ikiye böldü ve yarısını Ali'ye (a.s) verdi, yarısını ise Resulullah'ın kendisi aldı.

Ardından şöyle buyurdu: 'Sen onda benim ortağımsın, ben de senin." İmâm Bâkır (a.s) şöyle devam etti: "Allah'a andolsun ki Resulullah (s.a.a) Allah'ın kendisine öğrettiği her şeyi, bir harfini bile bırakmadan Ali'ye (a.s) öğretti." Sonra İmâm Bâkır (a.s) elini göğsüne koyarak: "Sonra bu ilim bize ulaşmıştır." buyurdu."[58]

42- Mufazzal b. Ömer İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle duyduğunu nakletmiştir:

"Emirü'l-Müminin Ali (a.s) şöyle buyuruyordu: 'Bana öyle özellikler verilmiştir ki benden önce kimseye verilmemiştir. Ben ölümlerden ve belalardan haberdarım ve insanlar arasındaki ihtilaflarda nasıl hüküm vereceğimi bilirim."[59]

43- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) senetli bir şekilde şöyle rivâyet edilmiştir:

"Ali (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) bildiği her şeyi biliyordu. Allah-u Teâlâ'nın Resulü'ne öğrettiği her şeyi Resulul-lah (s.a.a) de Emirü'l-Müminin Ali'ye (a.s) öğretmiştir."[60]

44- İmâm Muhammed Bâkır (a.s): "Ali b. Ebî Tâlib (a.s), Allah'ın Muhammed'e (s.a.a) bir hediyesiydi. O bütün vasîlerin ve kendinden önceki peygamberler ve resullerin ilmini miras almıştır."[61]

45- Hafs b. Karti'l-Cühenî, İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle duyduğunu rivâyet etmektedir:

"Ali (a.s), helal ve haramın sahibiydi (helal ve haram olan her şeyi bilirdi) ve Kur'ân ilmine sahipti. Biz de onun yolundayız."[62]

46- Ebû-s Sabâh, İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s) kendisine şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

"Allah, Peygamberi'ne (s.a.a) tenzil ve te'vili (Kur'ân-'ın zâhirî ve bâtınî manalarını) öğretmiştir. Resulullah (s.a.a) de onları Ali'ye (a.s) öğretmiştir."[63]

47- Süleymânü'l-A'meş, babasından Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"İnen her âyetin kimin hakkında indiğini, nerede indiğini ve kime indiğini biliyorum. Rabb'im, bana düşünen bir kalp ve fasih bir dil bahşetmiştir."[64]

48- Ebû Râfi'den şöyle rivâyet edilmiştir; Resulullah (s.a.a), vefatıyla sonuçlanan hastalığında Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurdu: "Ya Ali, bu Allah'ın kitabıdır; onu al." Ali (a.s) da onu bir elbisenin içerisinde topladı ve evine gitti. Resulullah (s.a.a) vefat ettikten sonra Hz. Ali (a.s) oturup onu Allah'ın indirdiği şekilde düzenledi. O, Kur'ân'a alim birisiydi."[65]

49- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"(Ey insanlar), Allah her ilmi bende toplamıştır; ben de bildiğim her ilmi, "Muttakilerin İmâmı"nda topladım. Ben her ilmi, Ali'ye öğrettim. O'dur açık ve şüphesiz olan İmâm!"[66]

50- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Hiç şüphesiz Allah Tebâreke ve Teâlâ, Resulullah'a (s.a.a) Kur'ân'ı öğretti. Bunun yanı sıra başka şeyler de öğretti. Allah Resulü (s.a.a) de Allah'ın öğrettiklerini Ali'ye (a.s) öğretti"[67]

51- Yine İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:

"Şüphe yok ki Allah, helal ve haramı, Kur'ân'ın tevilini ve insanların ihtiyacı olan şeyleri Resulü'ne öğretti. Allah Resulü (s.a.a) de bunların hepsini Ali'ye (a.s) öğretti."[68]

52- Resulullah (s.a.a): "Ali, ümmet içerisinde Allah'ın indirdikleri hakkında en çok bilgi sahibi olan kimsedir."[69]

53- Resulullah (s.a.a): "Ali, Peygamber ashabının en çok ilim sahibi olanıdır."[70]

54- Resulullah (s.a.a): "Ali, insanların ilim açısından en bilgili olanıdır."[71]

55- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakledilmiştir:

"Hz. Ali'ye (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) ilmi hakkında sorduklarında şöyle buyurdu: "Peygamber'in (s.a.a) ilmi, bütün Peygamberlerin ilmidir; geçmişte olanların ve Kıyâmet gününe kadar olacakların ilmidir.

Sonra şöyle devam etti: "Nefsimi elinde tutana (Allah'a) andolsun ki hiç şüphesiz ben de Peygamber'in (s.a.a) bildiğini biliyorum; geçmişte olanların ve benimle Kıyâmet arasında olup biteceklerin hepsini biliyorum."[72]

56- Selmân-i Fârisî, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu:

"Benden sonra ümmetimin en çok ilim sahibi olanı, Ali b. Ebî Tâlib'dir."[73]

57- İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s) babasından şöyle naklettiği rivâyet edilmiştir:

"Ali'nin (a.s) kitabında (insanlar için) ihtiyaç olan her şey yazılıdır; hatta bir çiziğin, yaralanmanın ve hayvan ısırmanın (diyet-kısas hükümleri) bile."[74]

58- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) nakledildiğine göre Emirü'l-Müminin (a.s) İbn Abbâs'a şöyle buyurmuştur:

"Allah, kuşların dilini bile bize öğretmiştir; Süleyman b. Dâvûd'a (a.s) öğrettiği gibi. Aynı şekilde karada ve de-nizde bulunan bütün canlıların dilini de."[75]

20- İMÂM ALİ (A.S), ALLAH'IN KONUŞAN KİTABI

59- Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"Şu (Kur'ân), Allah'ın suskun kitabıdır; ben ise Allah'ın konuşan kitabıyım."[76]

21- KİTAB'IN İLMİ, İMÂM ALİ'NİN (A.S) YANINDADIR

60- Fuzayl b. Yesâr, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) Kur'ân'da geçen "…Bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter)"[77] cümlesinin tefsirinde şöyle nakletmiştir; buyurdu:

"Bu âyet Ali (a.s) hakkında nazil olmuştur. O, Resulul-lah'tan (s.a.a) sonra bu ümmetin âlimidir."[78]

61- Yine İmâm Bâkır'dan (a.s) "O kâfirler: "Sen Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber değilsin" diyorlar. De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter)" âyetinin tefsirinde şöyle nakledilmiştir: "Kitap ilminin sahibi Ali'dir (a.s)."[79]

62- Câbir de aynı âyetin tefsirinde İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakletmiştir:

"O (kitap ilmine sahip olan kimse), Ali b. Ebî Tâ-lib'dir."[80]

63- Ebû Basîr'den şöyle rivâyet edilmiştir: "İmâm Cafer-i Sâdık'a (a.s) "De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter)" âyetindeki "yanında kitap ilmi bulunan" kimse hakkında "Acaba o, Ali b. Ebî Tâlib (a.s) midir?" diye sorduğumda, "O'ndan başka kim olabilir ki?" diye cevap verdi."[81]

22- İMÂM ALİ (A.S), RESULULLAH'IN (S.A.A) İLİM KAPISI

64- Resulullah (s.a.a): "Ali, benim ilmimin kapısıdır."[82]

65- Resulullah (s.a.a): "Ben, öğrendiğim her şeyi, mutlaka Ali'ye de öğrettim; o, benim ilim şehrimin kapısıdır."[83]

66- Ebûzer-i Gıfârî Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu: "Ali, benim ilmimin kapısı ve ümmetime açıklayan-dır…"[84]

67- İbn Abbâs Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu:

"Rabb'imin huzuruna vardığımda, benimle konuştu ve münâcât etti; ben de öğrendiğim her şeyi Ali'ye öğrettim; o, benim ilmimin kapısıdır."[85]

68- Resulullah (s.a.a): "Ben, bildiğim her şeyi Ali'ye de öğrettim; o, benim ilim şehrimin kapısıdır."[86]

69- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a), Hayber fethedildiğinde bana buyurdu ki:

"Sen, benim ilmimin kapısısın; senin evlatların, benim evlatlarımdır; senin etin, benim etimdir ve senin kanın, benim kanımdır."[87]

23- RESULULLAH (S.A.A), İMÂM ALİ'YE (A.S) BİN İLİM KAPISI ÖĞRETMİŞTİR

70- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s): "Resulullah (s.a.a), Ali'ye (a.s) bin kapı öğretti ki, her kapıdan da onun için bin kapı açıldı."[88]

71- İmâm Muhammed Bâkır (a.s): "Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) bin harf öğretmiştir ki, her harf, bin harfi açmaktadır."[89]

72- Ebû Hamza Sümâlî, İmâm Bâkır'dan (a.s), Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Hiç şüphesiz Resulullah (s.a.a), bana bin kapı öğretmiştir ki, her kapı bin kapıyı açmaktadır."[90]

73- İmâm Cafer-i Sâdık: "Resulullah (s.a.a) Ali'ye (a.s) bir kapı öğretti ki ondan bin kapı açılır."[91]

74- Hz. Ali (a.s), soru sormak isteyen bir Yahudi'ye hitaben şöyle buyurdu:

"İstediğiniz şeyden sorabilirsiniz. Hiç şüphesiz Peygamber (s.a.a), bana ilimden bin kapı öğretmiştir ve her kapıdan benim için bin kapı ayrılmıştır. O hâlde sorun onlardan."[92]

75- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s) babası İmâm Bâkır'dan (a.s) şöyle nakletmiştir:

"Hiç şüphesiz Peygamber (s.a.a), Ali'ye (a.s) bin kelime anlatmıştır ki her kelime bin kelimeyi açmaktadır."[93]

76- Ebû Hamza Sümâlî, İmâm Zeynü'l-Âbidin'den (a.s) şöyle nakletmiştir; buyurdu: "Resulullah (s.a.a), Ali'ye (a.s) bir kelime öğretti ki bin kelimeyi açmaktaydı ve o bin kelimenin her birisi ise bin kelimeyi açmakta."[94]

77- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s): "Resulullah (s.a.a), Ali'ye (a.s) bir harf öğretti ki bin harfi açmaktaydı ve o bin harften her biri de bin harfi."[95]

78- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s): "Resulullah (s.a.a), Ali'ye (a.s) bin kelime ve bin kapı vasiyet etti ki her kelime ve her kapı bin kelime ve bin kapıyı açmaktaydı."[96]

79- Esbağ b. Nübâte, Emirü'l-Müminin Ali'den (a.s) şöyle duyduğunu nakletmektedir; buyurdu:

"Hiç şüphesiz Resulullah (s.a.a) bana, geçmişte olan ve Kıyâmet'e kadar olacak helal ve haramdan bin kapı öğretti ki, her kapı bin kapıyı açmaktadır ki toplam bir milyon kapı eder. Hatta ben ölümlerin belaların ve insanlar arasındaki ihtilaflarda nasıl hüküm verileceğinin ilmini biliyorum."[97]

80- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir. "Resulullah (s.a.a), dilini benim ağzıma koydu; bununla kalbimde bin ilim kapısı açıldı ki her birisinden de bin kapı açılmaktadır."[98]

24- İMÂM ALİ (A.S), PEYGAMBER'İN (S.A.A) İLİM ŞEHRİNİN KAPISIDIR

81- İmâm Ali b. Musâ Rızâ (a.s) babalarından Resulul-lah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Ey Ali, ben ilim şehriyim, kapı da sensin. Şehre kapının dışında bir yerden ulaşacağını zanneden yalan söylemiştir."[99]

82- Resulullah (s.a.a): "Ben ilim şehriyim ve Ali onun kapısıdır. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: 'Evlere kapılarından girin.'[100] O hâlde, kim ilim istiyorsa, ona kapısından girsin."[101]

83- Hamza b. Ebî Saîd-i Hudrî, babasından nakletmiştir; Resulullah'tan (s.a.a) duydum ki şöyle buyuruyordu:

Ben ilim şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde kim ilim istiyorsa, onu Ali'den alsın."[102]

84- Resulullah (s.a.a): "Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapsıdır. O hâlde şehre girmek isteyen, onun kapısından gelsin."[103]

85- İbn Abbâs'tan nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde kim ilim isterse, kapıya gelsin."[104]

86- İbn Abbâs'tan yine şöyle nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

"Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde kim ilim isterse, kapı tarafından gelsin."[105]

87- İbn Abbâs'tan bir de şu şekilde nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde ilmi isteyen, şehrin kapısına gelsin."[106]

88- Saîd b. Cübeyr, İbn Abbâs'tan nakletmiştir; Resu-lullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

"Ey Ali, ben ilmin şehriyim ve sen onun kapısısın; şehre ancak kapısından gelinir. Beni sevdiğini zannedip de sana buğz eden kimse, yalancıdır; zira hiç şüphesiz sen bendensin, ben de senden; senin etin, benim etimdir; senin kanın benim kanımdır ve senin ruhun, benim ruhumdandır…"[107]

89- Hz. Ali'den (a.s) senetli bir şekilde nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

"Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır ve evlere ancak kapılarından girilir."[108]

90- Esbağ b. Nübâte, Hz. Ali'den (a.s) nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

"Ben ilmin şehriyim ve sen onun kapısısın. Ya Ali o şehre kapısının dışında bir yerden girebileceğini sanan kimse, yalancıdır."[109]

25- İMÂM ALİ (A.S), PEYGAMBER'İn (S.A.A) İLİM HAZİNESİNİN ANAHTARIDIR

91- İmâm Rızâ (a.s), babaları (İmâm Kâzım (a.s) ve İmâm Sâdık (a.s)) kanalıyla İmâm Muhammed Bâkır (a.s) 'dan, o da Câbir b. Abdullah-i Ensârî'den şöyle nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:

"Ben ilmin hazinesiyim ve Ali onun anahtarıdır. O hâlde kim hazineyi isterse, anahtara gelsin."[110]

92- Resulullah (s.a.a): "Ali, benim ilmimin haznedarıdır."[111]

26- İMÂM ALİ (A.S), FIKIH ŞEHRİNİN KAPISIDIR

93- Resulullah (s.a.a): "Ben fıkıh şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O hâlde kim ilim isterse, kapıya gelsin."[112]

27- İMÂM ALİ (A.S), HİKMET ŞEHRİNİN KAPISIDIR

94- Câbir b. Abdullah-i Ensârî'den nakledilmiştir; Re-sulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

"Ben hikmet şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O hâlde kim şehre (girmeyi) istiyorsa, onun kapısına gelsin."[113]

95- Resulullah (s.a.a): "Ben hikmet şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O hâlde kim hikmet isterse, kapıya gelsin."[114]

96- Senetli bir şekilde Hz. Ali (a.s) kanalıyla Resulul-lah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:

"Ben hikmet eviyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde kim hikmet isterse, onun kapısından gelsin."[115]

97- Abdullah'tan şöyle nakledilmiştir: "Ben Peygamber'in (s.a.a) yanındaydım; Ali hakkında sorulunca, şöyle buyurdu: "Hikmet on parçaya bölünmüştür; bunlardan dokuz kısmı Ali'ye, bir kısmı ise (diğer) insanlara verilmiştir."[116]

98- İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre, Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurmuştur:

"Ey Ali, ben hikmet şehriyim ve sen onun kapısısın; şehre kapının dışında başka bir yerden asla girilmez."[117]

28- BENİ KAYBETMEDEN, SORUN BANA

99- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s) babaları kanalıyla Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakletmiştir; buyurdu:

"Allah (azze ve celle)'nin kitabından bana sorun. Allah'a andolsun ki Allah'ın kitabından inen her âyetin gece veya gündüz mü, seferde veya hazerde mi indiğini Allah Resulü (s.a.a) bana okudu ve onun tevilini bana öğretti."[118]

100- İmâm Ali (a.s): "Allah'ın kitabından bana sorun; hiç şüphesiz ben her âyetin gece mi yoksa gündüz mü, sahrada mı yoksa dağda mı indiğini biliyorum."[119]

101- Senetli bir şekilde Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"Sorun bana beni kaybetmeden! Ölümlerin, belaların ve neseplerin ilmini bilen kimseye sormak istemez misiniz?"[120]

102- İmâm Ali (a.s): "Ey insanlar, sorun bana beni kaybetmeden; hiç şüphesiz ben göğün yolları hakkında, yerin yollarından daha çok bilgi sahibiyim!..."[121]

103- İmâm Ali Rızâ (a.s), babaları kanalıyla İmâm Hüseyin'den (a.s) şöyle nakletmiştir: "Emirü'l-Müminin (salavatullahi aleyh) bize hutbe okuyarak şöyle buyurdu: "Kur'ân'dan bana sorun ki size kimin hakkında ve nerede nâzil olduğunu haber vereyim."[122]

104- Ümery b. Abdullah şöyle demiştir: "Ali b. Ebî Tâlib (a.s), Kûfe minberinde bize hutbe okuyarak şöyle buyurdu: "Ey insanlar, sorun bana, beni kaybetmeden; zira benim sinemde yüklü bir ilim vardır!"[123]

105- İmâm Ali (a.s): "Sorun bana, beni kaybetmeden; hiç şüphesiz ben Arş'ın altında sorulduğum her şeyden haber verebilirim!"[124]

106- İmâm Emirü'l-Müminin (a.s): "Sorun bana, beni kaybetmeden; taneyi yaran ve insanı yaratan (Allah'a) an-dolsun ki ben Tevrat'ı, Tevrat ehlinden, İncil'i, İncil ehlinden ve Kur'ân'ı, Kur'ân ehlinden daha iyi bilirim!"[125]

107- Ebân, Selim'den şöyle nakletmiştir: "Kûfe mescidinde Hz. Ali'nin (a.s) yanında oturmuştum, insanlar da onun etrafını sarmıştı. İmâm (a.s) şöyle buyurdu:

"Beni kaybetmeden Allah'ın kitabından bana sorun; Allah'a andolsun ki, Allah'ın kitabından inen her âyeti Resulullah (s.a.a) bana okudu ve onun tevilini bana öğretti…"[126]

29- PERDELER KALKSA, YAKİNİM ARTMAZ

108- Saîd b. Müsayyib diyor ki Ali (a.s) şöyle buyuruyordu: "Bana göklerin yollarından sorun; zira ben onları yerin yollarından daha iyi tanırım. Ve eğer perdeler kaldırılsa, benim yakinim artmaz!"[127]

109- Emirü'l-Müminin Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir; buyurdu: "Eğer perdeler kalksa, benim yakinim artmaz!"[128]

30- İMÂM ALİ'NİN (A.S) ELİFSİZ HUTBESİNDEN BÖLÜMLER

110- İbn Ebî'l Hadîd şöyle yazmaktadır: "Bu, bir çoklarının naklettiği elifsiz bir hutbedir. Nakledildiğine göre Resulullah'ın (s.a.a) ashabından bir grup, harflerden hangisinin Arap kelimelerinde daha çok kullanıldığı konusunda tartıştılar ve hepsi bunun "Elif" harfi olduğunda ittifak ettiler. Orada bulunan Ali (a.s), her hangi bir ön hazırlık söz konusu olmadan, şu elifsiz hutbeyi okudu[129]:

"Minneti büyük, nimeti bol olan, rahmeti gazabından öne geçen, kelimesi eksiksiz olan, meşiyyeti geçerli olan ve hükmü yerine ulaşan kimseye (Allah'a) hamd ederim. O'na, rububiyetine ikrar eden, ubudiyetine boyun eğen, gü-nahından ayrılan, onun tevhidine itiraf eden, azap vaadinden ona sığınan ve ondan mağfiret dileyen bir kimsenin hamdı gibi hamd ederim; öyle bir mağfiret ki onu akraba ve evlatlarından yüz çevirttiren (Kıyâmet) gününün (sıkıntılarından) kurtarsın.

Biz, O'ndan yardım, irşâd ve hidâyet diliyoruz. O'na iman edip ona tevekkül ediyoruz. Ben O'na ihlaslı ve yakin ehli birisinin şehâdeti gibi şehâdet ediyorum. O'nun yeganeliğine imanlı ve yakinli birisi gibi inanıyorum.

Mülkünde ortağı ve yaratışında yardımcısı olmadığına tereddütsüz inanan bir kulun tevhidi gibi onu birliyorum. O, herhangi birisinin kendisine danışman, vezir, muavin, yardımcı ve benzer olmasından yücedir…"[130]

31- İMÂM ALİ'NİN (A.S) NOKTASIZ HUTBESİNDEN PASAJLAR

111- Hz. Ali'den (a.s) nakledilen noktasız hutbenin bazı bölümleri şöyledir: "Bütün övgüler Allah'a mahsustur; o ki övgünün ehli ve yeridir. O'nun içindir hamdın en sağlamı ve en tatlısı, en mübareği ve en yukarı noktası, en temizi ve en yücesi, en değerlisi ve en iyisi! O Vahittir (yeganedir), Ehattır (tektir) ve Samettir (noksansız ve ihtiyaçsızdır). Ne babası vardır, ne de evladı...

Bilin ki ilk olmak ona mahsustur; eşi-dengi yoktur. O'nun hükmünü reddedebilecek kimse yoktur. O'ndan başka ilah yoktur; O'dur "Melik" (padişah), "Selâm" (selamet veren), "Musâvvir" (şekillendiren), Allâm (çok bilen), Hâkim (hüküm süren), Vedûd (çok seven-şefkatli), Mutahhir (temizleyici) ve Tâhir (temiz) olan. Onun işi beğenilmiş ve haremi bayındırdır.

Kerem ve bağış O'ndan umulur. Kelamını size öğretmiş, nişanelerini göstermiş, hükümlerini sizin elinize sunmuş, helalini helal ve haramını haram kılmıştır.

Muhammed'e (s.a.a) risâletini yüklemiştir; o Resul ki yücedir; efendidir, işi sağlamdır; temizlenmiş bir temizdir; Ademoğullarından, doğumu en temiz olanı, yıldızı en çok parlayanı, en çok sabit ve sağlam olanı, dalı hepsinden daha canlı ve taze olanı, ahdine en sâdık olanı, genç ve ihtiyarlarının en değerli olanıdır…

Allah'ım, hamd ve devamı, mülk ve kemali, sana mahsustur. O'ndan başka ilah yoktur; O'nun Hilmi, bütün hi-limleri kapsamış; O'nun hükmü her hükmü sağlamlaştırmış, O'nun ilmi her ilmi alt etmiştir."[131]

32- İMAM ALİ (A.S); ÜMMETİN EN İYİ HÜKÜM VERENİDİR

112- İki kişi arasındaki bir ihtilafta Ali'nin (a.s) verdiği bir hüküm hakkında Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ali b. Ebî Tâlib, sizin aranızda Allah'ın hükmüyle hükmetmiştir."[132]

113- Resulullah (s.a.a): "Sizin, (yargılarda) en iyi hüküm vereniniz Ali'dir."[133]

114- Resulullah (s.a.a): "Ali, ihtilaflar hakkında hüküm vermede insanların en bilgilisidir."[134]

115- Senetli bir şekilde Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir; buyurdu:

"Benden sonra sünnete ve (yargılarda) hüküm verme hususunda, ümmetimin en bilgilisi Ali b. Ebî Tâlib'dir."[135]

116- Senetli bir şekilde İbn Abbâs'ın Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivâyet ettiği nakledilmiştir; buyurdu:

"Ali b. Ebî Tâlib, benden sonra ümmetimin en bilgilisi ve ihtilaf ettikleri konularda en iyi hüküm verenidir."[136]

117- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a) beni (temsilcisi olarak) Yemen'e gönderdi. Ben 'Ya Resulallah, benim daha yaşım küçüktür' dediğimde, Allah Resulü elini benim göğsüme koyarak şöyle buyurdu:

'Git; hiç şüphesiz Allah senin dilini sabit kılıp kalbini hidâyet edecektir." Hz. Ali (a.s) sonra şöyle buyurmuştur: "Ondan sonra ihtilaf edipte karşıma gelen iki hasım arasında vereceğim hüküm hakkında asla tereddüde düşmedim."[137]

118- Yine senetli bir şekilde Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a), beni Yemen'e gönderdi. Ben 'Ya Resulallah dedim, beni onların arasında hüküm vermek için gönderiyorsunuz, oysa ben bir gencim ve nasıl yargılayıp hüküm vereceğimi bilmiyorum."

Bunun üzerine Allah Resulü eliyle benim göğsüme vurdu; sonra şöyle buyurdu: "Allah'ım, onun kalbini hidâyet et ve dilini sabit kıl!" Hz. Ali şöyle devam etmiştir: "Ondan sonra iki kişi arasında verdiğim hiçbir hükümde tereddüde düşmedim."[138]

33- İMÂM ALİ'NİN (A.S) TAVİZSİZLİĞİ

119- İmâm Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Canıma andolsun ki ben hakka muhalefet eden ve yolunu sapmış kimselere karşı tavizkar ve gevşek davranmayacağım."[139]

120- Resulullah (s.a.a): "Ali'den şikâyet etmeyin; zira o, Allah'ın zâtı hakkında katıdır ve müdâra ehli değildir."[140]

121- Resulullah (s.a.a): "Ali, dinin direğidir." Yine şöyle buyurmuştur: "Bu (Ali), benden sonra hak uğruna insanlara kılıç sallayacaktır!"[141]



İMÂM ALİ'NİN (A.S) VERDİĞİ HÜKÜMLERDEN ÖRNEKLER

34- BİR OLAYDA BEŞ KİŞİ ARASINDA VERDİĞİ HÜKÜM

122- Senetli bir şekilde Esbağ b. Nübâte'den şöyle nakledilmiştir: "Beş kişiyi zina suçuyla Halife Ömer'in yanına getirdiler. Halife, onların her birisine şer'î had uygulanması için emir verdi. Orada hazır bulunan Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: 'Ya Ömer, bu onların hakkında verilmesi gereken hüküm değildir.

Ömer 'O hâlde (uygun) haddi onlara siz uygulayın' dediğinde, Hz. Ali (a.s), onlardan birsini öne alıp boynunu vurdu; diğer birisini recm etti; bir diğerine kırbaç haddi uyguladı; dördüncüsüne bir haddin yarısı kadar (elli kırbaç) vurdu; beşincisini ise mazur gördü ve serbest bıraktı. Bunu gören Halife Ömer, hayrete düştü; insanlar da şaşırıp kaldı.

Ömer şöyle dedi: 'Ey Ebe'l-Hasan, tek bir olayda suçlu olan beş kişiye ayrı ayrı beş hüküm uyguladın ki hiçbirisi diğerine benzemiyor (bunun sebebi nedir)?' Hz. Emirü'l-Müminin (a.s) şöyle buyurdu:

"Bunlardan birincisi zimmî (İslam devletinde yaşayan kitap ehli) idi; (işlediği suç ile) zimmîlik vasfını kaybettiği için haddi kılıçtan başka bir şey değildi. İkincisi evli bir kişi olduğu için haddi recm idi. Üçüncüsü bekar olduğu için haddi yüz kırbaç idi. Dördüncüsü köle olduğu için cezası kırbaç haddinin yarısı idi. Beşincisi ise akılsız bir deli idi (ve dolayısıyla her hangi bir cezayı hak etmemişti)."[142]

35- BİR ERKEK VE BİR KIZ ÇOCUK ÜZERİNDE İHTİLAF EDEN İKİ CARİYE

123- Câbir Cu'fî, Temim b. Huzâm el-Esedî'den şöyle nakletmiştir: "Halife Ömer'in yanına bir erkek ve bir de kız çocuk üzerinde ihtilaf eden iki cariye getirildi. Ömer şöyle dedi: 'Sıkıntıları gideren Ebu'l-Hasan (Ali) nerededir?' Hz. Ali'yi yanına çağırdılar ve o olayı kendisine anlattı.

Hz Ali, iki şişe istedi ve onların ağırlığını tarttı. Daha sonra cariyelerden her birisinin şişelerden birisine sütlerini sağmasını emretti. Ardından sütleri tarttı ve biri diğerinden ağır geldi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Erkek evlat, sütü ağır gelen cariyenindir, kız evlat ise sütü hafif olanın.

' Bunu gören Halife Ömer 'Bu hükmü neye dayanarak söyledin Ey Ebel-Hasan?' diye sorunca, Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: 'Çünkü Allah, erkeğin payını kadının payının iki katı olarak belirlemiştir!"[143]

36- İKİ KADININ BİR ÇOCUK ÜZERİNDEKİ İHTİLAFI

124- Rivâyet edildiğine göre Halife Ömer zamanında iki kadın bir çocuk üzerinde ihtilaf etti; her birisi çocuğun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu ve hiçbirisinin şahidi yoktu. Meselenin hükmünü bilmeyen Halife Ömer, hüküm vermesi için Emirü'l-Müminin'e (a.s) sığındı. Ali (a.s), iki kadını yanına çağırdı. Onlara vaaz edip korkuttu.

Kavga ve ihtilafta devam edince, 'Bana bir testere getirin!' buyurdu. Bunu gören kadınlar 'Testereyi ne yapacaksın?' diye sordular. Şöyle buyurdu: 'Çocuğu ikiye ayırıp her bir parçasını sizden birisine vereceğim.' Bunu duyan kadınlardan birisi susup bir şey söylemedi. Ama diğeri şöyle dedi: 'Ey Ebe'l-Hasan, seni Allah'a yemin veriyorum ki eğer illa da bunu yapacak isen, ben hakkımdan vazgeçip çocuğu ona bırakıyorum.

Ali (a.s) bunu duyunca 'Allah-u Ekber dedi, bu senin çocuğundur, onun değil; eğer onun olsaydı çocuğa acır ve ona şefkatli davranırdı.' Durum buraya varınca, diğer kadın da hakkın diğer kadından yana olduğunu ve kendisinin çocuğun sahibi olmadığını itiraf etti. Ömer buna sevindi ve hüküm vermedeki sıkıntısını giderdiği için Emirü'l-Müminin'e (a.s) dua etti."[144]

37- BİR EMANET OLAYINDA VERDİĞİ HÜKÜM

125- Senetli bir şekilde Haneş b. Mu'temer'den şöyle rivâyet edilmiştir: "İki kişi Kureyş'ten bir kadının yanına gelerek yüz dinar onun yanında emanet olarak bırakıp şöyle dediler: 'Bu emaneti bizden herhangi birimiz tek başına gelip isterse, ona vermeyeceksin; ancak ikimiz bir arada gelirsek, emaneti teslim edeceksin.

Aradan bir yıl geçtikten sonra iki kişiden birisi kadının yanına gelerek şöyle dedi: 'Arkadaşım vefat etti; dolayısıyla dinarları bana teslim et.' Kadın bundan sakındı; ancak adam kadının akrabalarını devreye sokarak onun üzerinde baskı kurmaya çalıştı ve bilahare kadın vermeye mecbur kaldı. Sonra aradan bir yıl daha geçti.

Bu sefer diğer adam kadına gelerek dinarları ondan istedi. Kadın onun cevabında şöyle dedi: 'Arkadaşın senin öldüğünü zannettiği için bana gelip dinarları istedi; ben de ona verdim.' Adam bunu kabul etmeyince aralarındaki ihtilaftan dolayı Halife Ömer'in yanında dava açtılar ve adam Halife'nin kadının aleyhine hüküm vermesini istedi.

Ömer adamı haklı bularak kadına 'Sen sorumlusun (adamın parasını kendisine vermelisin)' dedi. Kadın şöyle dedi: 'Seni Allah'a yemin veriyorum, bizim hakkımızda hüküm verme ve bizi Ali b. Ebî Tâlib'in yanına gönder.' Ömer de öyle yaptı. Hz. Ali (a.s) o iki kişinin kadına hile yaptıklarını anlayınca, ona şöyle dedi:

'Siz ikiniz kadına 'emaneti bizden yalnız gelene verme' dememiş miydiniz?' Adam 'Evet' dedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Malın bizim yanımızdadır; git arkadaşınla birlikte gel, malınızı size iade edelim.' Hz. Ali'nin bu hükmü Ömer'e ulaşınca şu cümleyi kullandı: 'Allah beni Ali b. Ebî Tâlib'den sonra yaşatmasın."[145]