EHL-I BEYT MESAJI EHL-I BEYT MESAJI
RESULULLAH'TAN (S.A.A) SONRA ÜMMETİN İLMİ MERCİLERİ
Ayetullah Ibrahim EMINI
Resuli Ekrem (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem), velayet makamına sahip olup siyasi ve sosyal alanda müslümanlara rehberliğinin yanı sıra, onların akidevi, fıkhi ve ahlaki ihtiyaçlarını gideren ilmi ve kültürel merciliğe de sahipti. Müslümanlar ihtiyaç duyulan tüm ilmi meselelerde Peygamber'e (s.a.a) başvurup cevaplarını alırlardı. Bu cevapların bir kısmı vahy yoluyla gelen Kur'an ayetleri şeklinde müslümanlara iletilir; bir kısmı da yine vahy yoluyla hadisler şeklinde müslümanlara tebliğ edilirdi. Allahu Teala buyuruyor ki:
"O, kendi arzularına göre ko
nuşmaz. O (konuştukları), ancak vahyolunmakta olan bir vahiydir. Ona (bu Kur'an'ı) üstün bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir." 1 Peygamber (s.a.a), ilme ihtiyacın
devamlı olduğunu, vefatından sonra da müslümanların güvenilir bir ilmi merciye ihtiyaç duyacaklarını bildiği için kendi Ehli Beyt'ini, Kur'an'la birlikte müslümanların ilmi ihtiyaçlarına cevap verecek, güvenilir ve zengin bir ilim mercii olarak tanıttı. Bu konudaki hadisler sünni ve şii kaynaklarda mevcuttur. "Sekaleyn Hadisi" bunlardan sadece biridir.
Sekaleyn Hadisi, çeşitli senetler ve ifadelerle rivayet edilmiştir. Şimdi bu rivayetlere örnekler vermek yerinde olacaktır :
Müslim b. Haccac Nişaburi kendi Sahih'inde, Zeyd b. Erkam'dan şöyle rivayet ediyor:
Resulullah (s.a.a), Mekke ile Medine arasındaki Gadiri Hum'da konuşmak için ayağa kalktı ve Allah'a hamd ve senadan sonra, halka nasihatta bulunup şöyle buyurdu:
"Ey insanlar, ben ancak bir beşerim; yakında Rabbimin elçisi (Azrail) gelecek, ben de davetine icabet edeceğim. Aranızda iki değerli şey bırakıyorum; Birincisi, hidayet ve nurun bulunduğu Allah'ın Kitabı'dır. Öyleyse Allah'ın Kitabı'na sıkıca sarılın." Daha sonra da şöyle buyurdu: "Ikincisiyse Ehli Beytimdir. Ehli Beytim hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum, Ehli Beytim hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum, Ehli Beytim hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum." 2
Hakim Nişaburi, Zeyd b. Erkam'dan şu hadisi nakleder :
Resulullah (s.a.a) Veda Haccı'ndan dönerken Gadiri Hum'da konakladığında, orada bulunan ağaçların altını temizlemerini emredip, sonra da şöyle buyurdu:
Peygamber (s.a.a), ilmi mercie daima ihtiyaç duyulduğunu bildiği için kendi Ehli Beyt'ini, Kur'an'la birlikte güvenilir ve zengin bir ilmi merci olarak tanıttı. Bu konudaki hadisler sünni ve şii kaynaklarda mevcuttur. "Sekaleyn Hadisi" bunlardan sadece biridir.
"Allah'ın çağrısına icabet etmeme az kaldı. Ben aranızda, biri diğerinden daha büyük olan iki büyük ve değerli şey bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve Ehli Beytim. Bu ikisi hakkında nasıl davranacağınıza dikkat edin. Çünkü Kur'an ve Ehli Beytim, Havuz başında bana kavuşuncaya kadar birbirinden ayrılmazlar. Allah benim mevlam, ben de her mü'minin mevlasıyım." O anda Ali'nin (a.s) elini tutarak şöyle buyurdu: "Ben kimin mevlasıysam, Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol."3
Ahmed b.Yahya Belazuri, Zeyd b. Erkam'dan şöyle rivayet ediyor: "Peygamber (s.a.a) ile birlikte Veda Haccı'ndan dönerken, Gadiri Hum'a vardığımızda, birkaç büyük ağacın altının temizlenmesini istedi. Ağaçların altı süpürüldükten sonra, ayağa kalkarak şöyle buyurdu:
"Ilahi davete icabet etmeme galiba az kaldı. Doğrusu Allah, benim mevlam ve ben de her mü'minin mevlasıyım. Ve ben aranızda öyle bir şey bırakıyorum ki, ona sarılırsanız asla sapıklığa düşmezsiniz: Allah'ın kitabı ve öz soyum olan Ehli Beytim. O ikisi, Havuz'da bana kavuşuncaya kadar asla birbirinden ayrılmıyacaktır." Daha sonra Ali'nin elini tutarak şöle buyurdu: "Ben kimin velisiysem, Ali de onun velisidir. Allah'ım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol."
Ebu Tufeyl şöyle der: "Zeyd b. Erkam'a; 'Tüm bunları Resulullah'tan (s.a.a) kendi kulağınla mı duydun?' dediğimizde şu cevabı verdi: 'Ağaçların altında olan herkes tüm bunları, gözleriyle görüp, kulaklarıyla işitti.'" 4
Ibni Esir, Zeyd b. Erkam'dan rivayet ediyor: Resuli Ekrem (s.a.a.):
Doğrusu ben, aranızda öyle şey bırakıyorum ki, benden sonra eğer ona sarılırsanız asla sapmazsınız. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür; (biri) Allah'ın Kitabı, ki o gökten yere uzanan bir iptir, (diğeri) öz soyum olan Ehli Beytim. Bilin ki, bu ikisi Havuz'da bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ben aranızda biri diğerinden büyük (iki) öyle şey bırakıyorum ki, eğer onlara sarılırsanız asla dalalete düşmezsiniz:
Gökyüzünden yere sarkıtılan bir ip olan Allah'ın Kitabı ve benim öz soyum olan Ehli Beytim. Bu ikisi, Havuz'da bana kavuşuncaya kadar asla birbirinden ayrılmazlar. Öyleyse o ikisi hakkında, bana nasıl halef olacağınıza dikkat edin."5
Ali b. Ebi Bekr Heysemi, Zeyd b. Sabit'ten rivayet etmiştir:
Resullullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ben aranızda iki halife bırakıyorum: Allah'ın Kitabı, ki o gökle yer arasında sarkıtılmış bir iptir, ve Ehli Beytim. Bu ikisi Havuz'da bana ulaşana kadar asla bibirinden ayrılmazlar."6
Heysemi, aynı manayı başka bir tabirle Ebu Hüreyre, Ali b. Ebi Talib (a.s), Ebu Said Hudri, Zeyd b. Erkam ve Huzeyfe b. Useyd Gıfari'den de rivayet etmiştir.
Hatibi Bağdadi Ahmet b. Ali, Huzeyfe b. Useyd'den rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ey insanlar, ben, sizlerden önce bu dünyadan ayrılacağım ve sizler Havuz'da huzuruma vardığınız zaman, Sekaleyn'e (Allah'ın Kitabı ve Ehli Beyt'e) ne yaptığınızı soracağım. Öyleyse benden sonra o ikisine nasıl davranacağınıza dikkat edin. Sekali Ekber (büyük emanet ki o), bir tarafı Allah'ın elinde, diğer tarafı sizin elinizde olan Allah'ın Kitabı'dır. Öyleyse ona sımsıkı sarılın, dalalete düşmeyin ve onu değiştirmeyin."7
Ahmet b. Hanbel, Ebu Said'den rivayet ediyor:
Allah'ın Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Doğrusu ben, aranızda öyle şey bırakıyorum ki, benden sonra eğer ona sarılırsanız asla sapmazsınız. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür; (biri) Allah'ın Kitabı, ki o gökten yere uzanan bir iptir, (diğeri) öz soyum olan Ehli Beytim. Bilin ki, bu ikisi Havuz'da bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar."8
Sekaleyn hadisi, çeşitli tabir ve senetlerle büyük sahabilerden bazıları vasıtasıyla rivayet edilmiştir. Bu sahabilerden birkaçı şunlardır: Zeyd b. Erkam, Ebuzer Gıfari, Ebu Said Hudri, Ali b. Ebi Talib (a.s), Zeyd b. Said, Huzeyfe b. Yeman, Ibni Abbas, Selmani Farisi, Ebu Hüreyre, Cabir b. Abdullah, Huzeyfe b. Useyd Gıfari, Cübeyr b. Mut'im, Hasan b. Ali (a.s), Fatımatuz Zehra (s.a), Ümmü Hani binti Ebi Talib ve Ümmü Seleme.
Ali (a.s) kendi hilafeti döneminde, bir gün bir topluluğun arasında ayağa kalkarak, orada bulunanlardan; Gadiri Hum vakıasına şahid olanların ve Sekaleyn Hadisi'ni Allah Resulü'nden duyanların şahitlik etmelerini istediğinde, aralarında; Huzeyfe b.Sabit, Sehl b. Sa'd, Adiy b. Hatem, Ukbe b. Amr, Ebu Eyyub Ensari, Ebu Said Hudri, Ebu Şureyh Huzai, Ebu Kudame, Ebu Ya'la Ensari ve Ebu Haysem etTihan gibi şahsiyetlerin bulunduğu on yedi kişi ayağa kalkıp, bu vakıaya şahid olduklarını söylediler."9
Ahmed b. Hacer Heysemi şöyle yazıyor: "Sahabeden yirmiyi aşkın bir grup, Sekaleyn Hadisi'ni rivayet etmiştir."10
Seyyid Haşim Behrani, "Gayetul Meram" adlı kitabında; "Sekaleyn Hadisi hakkında, Ehli Sünnet kitaplarından otuz dokuz, Şia kitaplarından da seksen iki hadis nakletmiştir."11
Sekaleyn hadisinin geçtiği bazı Ehli Sünnet kaynakları:
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, s.1759 ve c.4, s.366371 ve c.5, s.181189.
Ebul Feda Ismail b. Kesir, Siretun Nebeviye'de; c.4, s.416.
Fahri Razi, etTefsirül Kebir, c.8, s.163.
Ibni Sabbağ, elFusulül Muhimme; s.22.
Muvaffak b. Ahmed Hanefi Harezmi, Menakıb, s.93.
Süleyman b. Ibrahim Kunduzi, Yenabiul Mevedde, s.3145.
Muhammed b. Ali esSabban, Nurul Ebsar'ın hamişinde basılan Is'afur Rağibin, s.110.
Ibnül Cevzi, Tezkiretül Havas, s.332.
Muhibbuddin Taberi, Zehairul Ukba, s.16.
Muhammed b. Yusuf Zerendi Hanefi, Nezmü Düreris Simtayn, s.231233.
Ali b. Hüsamüddin Muttaki, Müsnedi Ahmed'in hamişinde basılan Müntehabu Kenzil Ummal, c.1, s.69101; c.2, s.39; c.5, s.95.
Ahmed Şehabüddin Haffaci, Nesimur Riyaz, c.3, s.410. Ve diğerleri.
Bu hadisten şu önemli üç sonuca varabiliriz:
1 Ehli Beyt, Kur'an gibi mu'teber bir ilmi merci ve uyulması gereken şer'i hüccettir; sözlerinin tamamı sahihtir. Kim onlara uyarsa, doğru yoldan sapmaz.
2 Nasıl ki, Kur'an kıyamete kadar baki kalacaksa, Ehli Beyt de Kur'an'la birlikte kıyamete kadar baki kalacaktır.
3 Kur'an ve Ehli Beyt, hiçbir zaman birbirinden ayrılmayacaktır. Bir müslüman, "Kur'an bize yeter" veya "Ehli Beyt bize yeter" diyemez. Çünkü bunların ikisi de birbirinden ayrılmaz.
Ahmed b. Hacer Heysemi yazıyor:
"Resulullah (s.a.a), Kur'an ve Ehli Beyt'ini "Sekaleyn" diye adlandırmıştır. Çünkü Arabçada "sekal" dikkatle korunması gereken değerli ve güzel şeylere denir. Kur'an ve Ehli Beyt de böyledir. Zira her ikisi de ilmi ledünni (Allah vergisi ilim), yüce hikmet ve sırların ve de şer'i hükümlerin kaynağıdır. Bu nedenle Resulullah (s.a.a) halkı, Kur'an ve Ehli Beyti'ne sarılmaya ve onları takib etmeye teşvik ve davet ediyordu."12
Ehli Beyt Kimlerdir?
Ehli Beyt, kelime manası olarak bir evde aile büyüğünün sorumluluğu altında yaşayan kimselere denir. Öyleyse Resulullah'ın (s.a.a) evinde ve sorumluluğunda yaşayan herkese onun ehli beyti diyebilir miyiz?
Hüküm ile mevzu (yargı ile konu) arasında tenasüb (uyum) olması gerekir ilkesi gereğince, böyle bir ihtimal çok uzaktır. Çünkü hadislerde Ehli Beyt, takip edildiğinde dalalet ve hataya düşürmeyen, güvenilir bir ilmi merci olarak tanıtılmıştır. Öyleyse onlar dinin hükümlerini tam anlamıyla bilen, her türlü hata ve günahtan korunmuş olan kimseler olmalı. Halbuki bu özellikler, Peygamber'in (s.a.a) aile fertlerinin tümünde mevcut değildir. Sonuç olarak; Resulullah'ın Ehli Beyt'inin belirli ve özel kişiler olduğunu söylüyoruz.
Sekaleyn Hadisi'yle ilgili olarak Zeyd b. Erkam'dan; "Ehli Beyt kimlerdir? Acaba Peygaber'in hanımları mı?" diye sorulduğunda şöyle cevap verdi: "Allah'a andolsun, hayır. Boşanıp babasının veya yakınlarının evine gitme ihtimali bulunan kadın, nasıl Ehli Beyt olabilir. Ehli Beyt; kendilerine sadaka verilmesi haram kılınan Resulullah'ın evlatlarıdır." 13
Yine Ahmed b. Hacer şöyle yazıyor:
"Takip edilmesi vurgulanmış kimselerin, Allah'ın Kitabı'nı ve Resullullah'ın Sünneti'ni eksiksiz olarak bilmeleri gerekir. Çünkü ancak böyle kimseler Allah'ın Kitabı'ndan hiçbir zaman ayrılmazlar. Bu nedenle de diğer alimlerden üstün sayılırlar. Zira, Allah, onları her türlü pislik ve günahtan arındırmıştır."14
Bunun için bazı kaynaklarda, Sekaleyn hadisinin devamında şu cümle yer almıştır: "Onlardan, ne öne geçin ve ne de arkada kalın, sonra helak olursunuz. Onlara birşey öğretmeye kalkışmayın, Onlar daha iyi bilirler." 15
Allah'ın Resulü (s.a.a) de Ehli Beytini tanıtmıştır. Bir rivayette, Ümmü Seleme şöyle diyor: "Tathir Ayeti (Ancak Allah, siz Ehli Beyt'ten günah ve pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. (Ahzab/33) benim evimde nazil oldu ve Resulullah; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn'i çağırması için birini gönderdi. Onlar geldiği zaman da, "Işte bunlar benim Ehli Beytimdir" dedi."16
Resulullah'ın (s.a.a) Üveyoğlu Ömer b. Ebi Seleme şöyle diyor:
"Tathir Ayeti, Resulullah Ümmü Seleme'nin evindeyken nazil oldu. Allah'ın Resulü; Fatıma, Hasan ve Hüseyn'i yanına çağırdı. Hz. Ali de arkasında olduğu halde üzerlerine bir aba örttü ve şöyle dedi: "Allah'ım, bunlar benim Ehli Beytimdir; her türlü pisliği onlardan gider ve onları tertemiz kıl." O sırada Ümmü Seleme; "Ya Resulullah, ben de onlarla birlikte miyim?" diye sorduğunda; "Sen yerinde kal, sen de iyilerdensin" dedi."17
Amr b. Sa'd, babasından rivayet ediyor: "Ali Imran Suresi'nin 61. ayeti (Sana bilgi geldikten sonra, Isa hakkında kim seninle münakaşaya kalkışırsa de ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi (bizden olanları) ve kendinizi (sizden olanları) çağıralım. Sonra hepimiz dua edip yalvaralım da, Allah'ın lanetini yalancıların üzerine isteyelim.) nazil olduğu zaman, Resulullah (s.a.a); Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn'i çağırıp; "Allah'ım bunlar benim Ehli Beytimdir." dedi."18
Resulullah'ın hanımı Aişe'den rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.a) bir sabah, sırtında siyah kıldan dokunmuş işlemeli bir abayla dışarı çıktı. O anda Hasan geldi ve Resulullah onu abanın içine aldı. Daha sonra sırasıyla; Hüseyin, Fatıma, ve Ali geldi. Onları da abanın içine alıp Tathir Ayeti'ni (Ahzab/33) okudu." 19
Şimdiye kadarki hadislerden, Ehli Beyt'in belirli şahıslar olduğu ve Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin olduğunu açıkça belirtmiş olduğu anlaşıldı. Resulullah (s.a.a) kendisinden sonra, müslümanlara Ehli Beyt'ten olan imamlarını ve ilmi mercilerini tanıtmışlardır. Ayrıca, Peygamber (s.a.a) bu kimselerin özelliklerini, sayılarını ve hatta isimlerini dahi açıklamıştır.
Mesela, bir rivayette Ali (a.s) halka: "Allah aşkına söyleyin! Resulullah'ın (s.a.a) son hutbesini eda etmek için ayağa kalkarak; "Ey halk, ben, Allah'ın Kitabı ve Ehli Beytimi aranızda bırakıyorum. Bu ikisine sımsıkı sarılın ki, sapmayasınız. Çünkü her şeyden haberdar olan alemlerin Rabbi, bu ikisinin Havuz'da bana kavuşuncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını bana haber vermiştir" diye buyurduğunu ve o esnada Ömer b. Hattab'ın yerinden kalkıp: "Ya Resulullah, acaba Ehli Beytinizin hepsi de mi aynı özelliğe sahiptir?" dediğinde, Resulullah da: "Hayır. Ama, ilki kardeşim, vezirim, varisim ve mü'minlerin velisi olan Ali, sonra Hasan ve Hüseyin, daha sonra Hüseyin'in soyundan kıyamete kadar birbiri ardınca gelecek olan dokuz vasim dediğim gibidir (Yani, Ehli Beytimdir). Onlar; yeryüzünde Allah'ın şahidleri, kullarına hücceti, ilahi ilmin hazinesi ve hikmetin madenleridirler. Kim onlara itaat ederse, Allah'a itaat etmiş ve kim onlara baş kaldırırsa Allah'a başkaldırmış sayılır." buyurduğunu bilmiyor musunuz?" dediğin de, orada bulunanların hepsi, bu sözleri Resulullah'ın (s.a.a) söylediğine şahitlik ediyoruz, dediler.20
Ibrahim b. Muhammed Cüveyni, Abdullah b. Abbas'tan rivayet ediyor: "Resulullah'ın (s.a.a); "Ben, Ali, Hasan, Hüseyin ve Hüseyn'in soyundan dokuz kişi temiz ve masumuz." dediğini duydum."21
Sefine Hadisi:
Ibni Abbas, Resulullah'tan şöyle rivayet ediyor:
"Ehli Beyt'imin misali, Nuh'un gemisine benzer. Kim ona bindiyse kurtuldu, kim ondan yüz çevirdiyse boğuldu ve helak oldu."22
Islam Peygamberi, bu hadiste de Ehli Beyt'i, müslümanlara ilmi merci olarak tanıtmış, söz ve amellerini muteber ve sahih bilmiştir. Hadisten anlaşıldılğı üzere, müslümanlar, dalalet ve sapıklıktan kurtulmak için, Ehli Beyt'i takip etmekle yükümlüdürler.
Peygamber (s.a.a) Nübüvvet Ilmini Ali Ibni Ebi Talib'e (a.s) Öğretmiştir
Resulullah (s.a.a): Ehli Beyt'imin misali, Nuh'un gemisine benzer. Kim o gemiye bindiyse kurtuldu, kim ondan yüz çevirdiyse boğuldu ve helak oldu.
Müslümanların, Asrı Saadet döneminin zor ve buhranlı şartlarında, dinin tüm öğretilerini, hükümlerini ve kanunlarını kavrayıp koruyabilecek kapasitede olmadıkları ve buna hazırlıklı bulunmadıkları aşikar olarak belliydi. Ayrıca, Resulullah (s.a.a) biliyordu ki; Islam'ın yayılması ve bekasında, müslümanların ihtiyaç zamanında başvurabilecekleri, dini tümüyle eksiksiz olarak bilen ve her türlü hatadan masum olan bir ilmi merciin olması ve en önemlisi de nübüvvet ilminin, yukarıda sayılan özelliklere sahip ve Resulullah'a (s.a.a) vasi olabilecek birisine öğretilmesi gerekmektedir. Bu nedenlerle Resulullah, Ali ibni Ebi Talib'i (a.s) kendisine vasi seçerek ilahî ilimleri ve dinin hükümlerini yavaş yavaş ona öğretti. Rivayetlere göre, Hz. Resulullah (s.a.a) bu iş için Allah tarafından görevlendirilmişti.
Bir rivayette Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Resulullah (s.a.a) beni kendisine yaklaştırdı ve şöyle buyurdu: "Allah bana, seni kendime yaklaştırmamı ve sana söylediklerimi duyup ezberlemeni emretmiştir." Ve daha sonra şu ayet nazil oldu: "Gerçeği belleyipkavrayabilen kulaklar da, onu belleyipkavrasın."23
Ibni Abbas rivayet etmiştir: Hakka Suresi'nin 12. ayeti nazil olduğunda Resulullah şöyle buyurdu:
"Allah'tan, Ali'nin kulağını, ayette geçen kulaklardan kılmasını istedim."
Ali (a.s) şöyle diyordu: "Allah Resulü'nden duyduğum her şeyi iyice ezberledim ve onları hayatım boyunca unutmadım."24
Ibni Abbas Resulullah'tan rivayet ediyor: "Mi'rac'a gittiğim zaman, Allah benimle konuştu. Öğrendiğim her şeyi Ali'ye öğrettim. O, benim ilmimin kapısıdır."25
Hz. Ali (a.s) bir hutbesinde şöyle buyuruyor:
"Allah'ın salatı ona ve soyuna olsun, Resulullah'a ne kadar yakın olduğumu, onun katında nasıl bir mertebeye ulaştığımı bilirsiniz. Henüz çocuktum; o, beni himayesine aldı... Ne bir yalan söylediğimi duymuştur, ne de bir kötülük ettiğimi görmüştür. O, sütten kesildiğinden itibaren Allah, meleklerinden pek büyük bir meleği ona eş etmişti; o melek gecegündüz, ona yücelikler yolunu gösterdi; ona, en güzel huyları öğretti. Ben de her an, anasının ardından giden deve yavrusu gibi, onun ardından giderdim. O, bana her gün, huylarından birini belleterek ona uymamı buyururdu. Her yıl Hira dağına çekilerek kulluğa koyulurdu. (O zaman) onu ben görürdüm, başkası göremezdi. O gün Islam, Resulullah'la (Allah'ın salatı ona ve soyuna olsun) Hatice'den başkasının evinde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahiy ve peygamberlik nurunu görürdüm, peygamberlik kokusunu duyardım. ona vahiy gelirken şeytanın feryadını duydum ve "Ya Resulullah bu feryat nedir?" dedim. Buyurdu ki: "Bu feryat eden şeytandır; halkın kendisine kulluk etmesinden ümidini kesti artık. Sen, benim duyduğumu duymaktasın, gördüğümü görmektesin; ancak sen peygamber değilsin; fakat vezirsin ve hayır üzerindesin, ona ulaşmışsın."26
Hz. Ali'den, "Sizin niçin diğer sahabilerden daha fazla hadis rivayetiniz var?" diye sorulduğunda şöyle dedi: "Ben, Resulullah'tan bir şey sorduğumda cevap verir, sustuğum zaman da kendisi konuşmaya başlardı."27
Ali (a.s) bir hadiste şöyle buyuruyor: "Ben, her gün, her gece Resulullah'ın huzuruna varır, onunla her konuda konuşurdum. Sırrının mahremiydim. Benden saklı bir şeyi yoktu. Ashab, Resulullah'ın benden başka kimseye böyle davranmadığını bilirdi. Sık sık evime gelirdi. Beraberliğimiz onun evinden çok benim evimde olurdu. Bazen evine gittiğimde, hanımlarını ayrı bir yere gönderir ve ikimiz kalırdık. Ama o, benim eve geldiğinde, benimle yalnız kalmak için, Fatıma ve çocuklarımdan hiç birine, bizi yalnız bırakın, demezdi. O'na soru sorduğum zaman cevap verir, sorum tamamlanıp sustuğum zaman da kendisi anlatmaya başlardı. Kendisine inen tüm ayetleri, bana okuyup öğretti ve ben kendi elimle onları yazdım. Ayetlerin tefsirini, nasih ve mensuhunu, muhkem ve mütaşabihini, hass ve ammını bana öğretti; bana onları kavrayıp hıfzetme gücü bağışlaması için de, Allah'a dua etti. Benim için, bu duayı ettikten sonra hiçbir Kur'an ayetini ve yazdığım hiçbir ilmi unutmadım. Allah'ın, kendisine öğrettiği helal ve haramları, emir ve nehiyleri, geçmişte vuku bulmuş şeyleri, gelecekte meydana gelecek olayları, kendinden önceki peygamberlere inen kitapları (bütün bunların hepsini) o da bana öğretti; ben de onları kavrayıpbelledim, bir tek harfini dahi unutmadım. Daha sonra elini göğsüme koyup Allah'tan, kalbimi ilim ve nurla doldurmasını istedi. "Ey Allah'ın Resulü, anambabam sana feda olsun, bana ettiğin o duadan sonra hiçbir şeyi hatta yazmadıklarımı bile unutmadım; acaba bundan sonra da unutacağım diye bir kaygınız var mı?" diye sorduğumda; "Hayır. Senin için böyle bir kaygım yok." buyurdu."28
Yine, Ali (a.s) buyuruyor ki: "Allah'a andolsun, nazil olan her ayetin ne hakkında, nerede ve kimin için indiğini biliyorum. Çünkü, Allah, bana bilen bir kalp ve natık bir dil ihsan etmiştir."29
Bu nedenlerle, Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'yle yakından ilgilendi, vahiy yoluyla öğrendiği her şeyi ona öğretti, Allah'tan, Hz. Ali'nin öğrendiklerini unutmamasını istedi ve bu duası kabul oldu. Çünkü, Ali (a.s) öğrendiği hiçbir şeyi unutmadı.
Hz. Ali, Resulullah'ın (s.a.a) Ilminin Hazinesi
Ali (a.s), kendi zati yetenekleri, Resulullah'ın (s.a.a) inayeti ve ilahi yardımlar sayesinde tüm ilimlerin hazinesi olmuştur. Bu gerçeği Resulullah (s.a.a) birçok yerde beyan etmiştir. Mesela:
Resulullah (s.a.a), Ali'ye şöyle buyrdu: "Ilim sana afiyet olsun ey Ebul Hasan, sen ilmi su gibi içtin, susuzluğunu giderdin."30
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ben ilim şehriyim, Ali onun kapısıdır. Ilim isteyen kapıdan girmelidir."31
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ey Ali, Ben ilim şehriyim, sen kapısısın. Şehre kapısından başka bir yerden girilebileceğini söyleyen, yalancıdır."32
Peygamber (s.a.a) buyurdu: "Ben hikmet eviyim, Ali onun kapısıdır." 33
Selmani Farisi, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivayet ediyor: "Benden sonra halkın en bilgilisi Ali ibni Ebi Talib'dir."34
Abdullah şöyle rivayet ediyor: "Resululah'ın huzurundaydım. Ali'yi, kendisine sorduğumda şöyle buyurdu: "Hikmet on kısma ayrılmıştır. Dokuz kısmı Ali'ye, bir kısmı da diğerlerine verilmiştir.35
Enes b. Malik rivayet etmiştir: Resulullah, Ali'ye şöyle buyurdu: "Benden sonra ümmetimin ihtilafa düştüğü şeyleri sen açıklayacaksın."36
Ebu Said Hudri'den rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Hüküm vermede ümmetimin en üstünü ve en bilgilisi Ali ibni Ebi Talib'dir."37
Selmani Farisi, Resulullah'tan rivayet etmiştir: "Benden sonra Ali ibni Ebi Talib, ümmetimin en bilgilisidir."38
Ali (a.s) Bildiklerini, Diğer Imamlara Ulaşması Için Yazıyordu
Ali ibni Ebi Talib (a.s), hata ve unutkanlıktan masumdu ve hadisleri yazmaya ihtiyacı yoktu ama, başkalarına ulaşması için, duyduklarını bir kitaba yazması konusunda Resulullah (s.a.a) tarafından görevlendirilmişti.
Emirül Mü'minin Ali ibni Ebi Talib (a.s) rivayet ediyor: "Allah'ın Resulü şöyle buyurdu: "Ey Ali, Sana öğrettiğim şeyleri yaz." "Ya Resulullah, unutmamdan mı korkuyorsun?" dedim. Buyurdu: "Hayır. Çünkü Allah'tan, seni hafız karar kılmasını istemişim; ama, kendinden sonraki imamlara ulaşması için yaz."39
Ali (a.s) da, Resulullah'ın (s.a.a) emrine uyarak bildiklerini yazıyordu. Bu kitaplar diğer imamlara ulaştı ve onlar da bu kitaplardan rivayet etmeye başladılar. Buna birkaç örnek verelim:
Muhammed b. Hakim, Imam Musa b. Cafer'den rivayet ediyor: "Sizden önceki milletler, kıyasla amel ederek helak oldular. Halbuki sizin peygamberiniz, helalinden haramına kadar dinini tamamlayıp aranızdan ayrıldı. Ihtiyacınız olan her şeyi hayattayken getirdi. Getirdikleri, bir kitap halinde Ehli Beyt'in yanında mevcuttur. O kitapta, el ayasının çizilmesinin diyeti dahi açıklanmıştır.40
Azafir Seyrefi şöyle rivayet ediyor: Hakem b. Uteybe ile birlikte Hz. Bâkır'ın huzurundaydık. Hakem devamlı soru soruyor, Imam Bâkır da ihtiramla cevap veriyordu. Bir konuda ihtilafa düştüler. Imam oğluna şöyle dedi: "Oğlum, kalk o eski büyük kitabı bana getir." Kitabı açıp ihtilaf ettikleri konuyu bulduktan sonra, şöyle buyurdu: "Bu yazı Ali'nin (a.s) yazısı ve Resulullah'ın (s.a.a) öğrettikleridir. Ey Ebu Muhammed, Allah'a andolsun, sen, Seleme ve Ebul Mikdam nereye giderseniz gidin, kendilerine Cebrail'in nazil olduğu kimselerin ilminden daha doğru bir ilim bulamazsın."41
Zurare, imam Sadık'tan (a.s); tilki ve sincab gibi hayvanların kürkü üzerinde kılınan namazın sahih olup olmadığını sorduğunda, Imam Sadık, Resulullah'ın imlasıyla yazılmış bir kitap çıkardı. O kitabta şöyle yazılıydı: "Eti haram olan her hayvanın kürkü, kılı, derisi ve gübresi üzerinde namaz kılınmaz."42
Bekr b. Kerb Seyrefi şöyle rivayet eder: Hz. Sadık'tan (s.a) şöyle buyurduğunu duydum: "Bizde öyle bir şey var ki, yanımızda olduğu sürece, biz halka değil, halk bize muhtaçtır. O şey, içinde bütün helal ve haramların bulunduğu, Resulullah'ın imlası ve Ali ibni Ebi Talib'in hattıyla yazılan bir kitaptır."43
Görüldüğü gibi, hadislerden de anlaşıldığı üzere, Ehli Beyt'in elinde, Resulullah'ın imlası ve Hz. Ali'nin hattıyla yazılı, halkın her türlü dini, ilmi ihtiyaçlarını kapsayan ve Ehli Beyt'in, gerektiği yerlerde faydalandığı bir kitap veya kitaplar vardı.
Resulullah (s.a.a) ve Hz. Ali bu kitapların hazırlanması için, Allah'ın emri ve önceden hazırlanan programa uygun olarak, büyük emek harcıyorlardı. Bu işte iki büyük amaçları, hedefleri vardı:
1 Dini ilimler zaman aşımına uğramasın ve Resulullah'ın imlası ve Hz. Ali'nin yazısıyla hazırlanmış kitaplar halinde, müslümanların başvurabileceği mu'teber bir kaynak olarak Ehli Beyt'in elinde bulunsun.
2 Müslümanlar, dinin en iyi rehberleri ve nübüvvet ilminin koruyucuları olan Ehli Beyt'e yönelsinler. Çünkü onlarda başkalarında bulunmayan kaynak kitaplar vardır ve müslümanlar, dini ilimler ve şeriat hükümleri konusunda onlara başvurduklarında kesinlikle güvenilir olan bir ilmi mercie başvurmuş olacaklardır. Böylelikle de Resulullah, Ehli Beyt'in ilmi merciliğini pekiştirmiş oluyordu.
Babaları Yoluyla Hadis Nakletmek
Ali (a.s) ve onun neslinden olan on bir masum imam, hadislerini doğrudan veya dolaylı olarak Resulullah'tan (s.a.a) naklederler. Yani, Resulullah'ın Hz. Ali'ye öğrettiği hadisleri; Ali (a.s) de Imam Hasan'a, o da Imam Hüseyn'e aktarıyordu ve böylece hadisler birer birer imamların hepsine ulaşmış oluyordu. Ayrıca, hadislerin birçoğu sözlü olarak da imamlara ulaşmıştır. Bu şekilde her imam hadislerini, babaları yoluyla Resulullah'tan (s.a.a) rivayet ediyorlardı. Bu konuda imamlardan gelen rivayetler vardır. Mesela:
Cabir, Imam Bâkır'ın (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Ey Cabir, eğer biz, kendimizden hadis söylemiş olsaydık, helak olanlardan olurduk. Halk altın ve gümüşü nasıl biriktiriyorsa, biz de (öylece) Resulullah'tan (s.a.a) elde ettiğimiz hadisleri, sizlere naklediyoruz."44
Davud b. Ebi Ahval şöyle der: Imam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu duydum: "Eğer biz, kendimizden halka fetva verseydik, helak olanlardan olurduk. Verdiğimiz fetvalar, babalarımız yoluyla Resulullah'tan (s.a.a) bize ulaşan hadislerdir. Halkın altın ve gümüş biriktirdiği gibi, biz de Resulullah'ın hadislerini topladık."45
Hişam b. Salim, Himad b. Osman ve diğerleri şöle der: Imam Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini duydum: "Benim hadisim babamın, babamın hadisi ceddimin, ceddimin hadisi Hüseyn'in, Hüseyn'in hadisi Hasan'ın, Hasan'ın hadisi Emirül Mü'minin Ali'nin, onun hadisi Resulullah'ın ve Resulullah'ın hadisi de, Allah'ın sözüdür."46
Cabir der ki: Hz. Bâkır'a (a.s); "Bana hadis söylediğin zaman senedini zikret." dediğimde şöyle buyurdu: "Babam, ceddim Resulullah'tan, Resulullah Cebrail'den, o da Allahu Teala'dan rivayet eder. Sana söylediğim her hadis bu yolladır. Ey Cabir, doğru bir kimseden öğreneceğin bir hadis, sana dünya ve dünyadaki her şeyden daha iyidir."47
Netice Bütün anlatılanlardan şu sonuçlara varıyoruz:
1 Resulullah (s.a.a), risaleti müddetince, öngörülmüş dakik ve özverili bir programla, dinin bütün kanunlarını, hükümlerini ve öğretilerini yavaş yavaş Ali'ye (a.s) öğretip, bu konuda büyük çaba harcayarak müslümanların bütün ihtiyaçlarını gidermiş ve güvenilir ellere teslim etmiş oldu.
2 Ali (a.s), kendi zati istidat ve liyakati, Resulullah'ın duası, kendi çaba ve ciddiyetiyle tüm dini ilim ve öğretileri, Resulullah'tan öğrenip ezberledi ve asla unutmadı. Böylece nübüvvet ilminin hazinesi oldu.
3 Hz. Ali, nübüvvet ilmini iki yolla koruyordu:
a) Ezberleyerek akılda tutuyordu.
b) Resulullah'ın emriyle, öğrendiklerini, kendinden sonraki imamlara ulaşması için, kitap veya kitaplara yazıyordu.
4 Ali (a.s) de, ilmini aynı iki yolla kendinden sonraki imamlara bıraktı. Yani Peygamber'in hadislerini sözlü olarak Imam Hasan'a öğretti ve kitapları da ona bıraktı. Imam Hasan'a da aynı yolu izlemesini emretti.
5 Allah'ın Resulü (s.a.a) böylelikle Islam'ın gerçek ilim ve öğretilerini zaman aşımına uğramaktan koruyup, onu güvenilir ellere teslim etmiş oldu.
6 Ortam hazırlandıktan sonra, "Sekaleyn", "Sefine" ve "Ali Kur'an'la, Kur'an da Ali'yle birliktedir." hadislerini, meveddet ayet ve hadisini, ayrıca Tathir ayetini iblağ etmekle Ehli Beyt'i muteber bir ilmi merci olarak müslümanlara tanıtmış ve yeri geldiği zaman çeşitli tabirlerle ilmi onlardan almayı tavsiye etmiştir.
Eğer müslümanlar, Resullullah'ın vefatından sonra, Ali'nin ve Ehli Beyt'in ilmi merciliğini kabul etmiş ve en azından ilim elde etmek için bu aileye başvurmuş olsalardı, Islam'ın hayat veren gerçek öğretilerini elde edecek, mezhep farklılığı ve ihtilafına düşmeyeceklerdi. Bütün bunlar gerçekleşseydi, dünya şimdikinden daha farklı olurdu. Ama maalesef öyle olmadı ve müslümanlar, Ehli Beyt'in ilmi merciliğinden de yavaş yavaş kopup, dinin hüküm ve öğrenimlerini öğrenmek için bu zengin ve güvenilir kaynaktan yeterince yararlanmadılar. Ilmi ihtiyaçlarını temin etmek için sağa sola dağılarak, din hainleri ve hadis uyduranların tuzağına düştüler. Bu da Islam'a vurulan en büyük darbe olmuştur. Elbette ki bu komplolar yavaş yavaş gerçekleşti.
Resulullah'ın (s.a.a) ahiret yurduna irtihalinden sonraki o ilk dönemlerde müslümanlar, ihtiyaçlarını gidermede az çok Ali'ye (a.s) başvuruyor, fetva ve hüküm vermede onun ilminden faydalanıyorlardı. Özellikle de Ömer ibni Hattab, zor meseleleri çözmesi için defalarca Hz. Ali'ye başvurmuş ve görüşlerinden yararlanmıştır. Buna birkaç örnek verelim:
Ibni Abbas şöyle diyor: "Doğru sözlü biri, Hz. Ali'den (a.s) fetva olarak bir hadis naklettiğinde ona uyardık."48
Ebu Hüreyre, Ömer ibni Hattab'ın şöyle dediğini naklediyor: "Ali, hüküm vermede hepimizden üstündür." 49
Said b. Müseyyib şöyle diyor: "Ömer devamlı, Ali'nin olmadığı yerde zor bir meseleyle kaşılaşmaktan Allah'a sığınırdı."50
Uzeynetül Abdi şöyle diyor: Ömer'in yanına gidip şöyle sordum: "Umre'ye nereden başlayayım?" Şöyle dedi: "Ali'nin yanına git ve ondan sor."51
Resulullah'ın hanımı Aişe'den, ayakkabıya meshetmenin hükmü sorulduğunda; "Gidip Ali'den sorun." dedi.52
Ebu Said Hudri şöyle naklediyor: Ömer'in, Ali'den bir soru sorup cevabını aldığında şöyle dediğini duydum; "Ey Ebul Hasan, benim sağ kalıp, senin olmayacağın günden Allah'a sığınırım."53
Hulefai Raşidin döneminde Hz. Ali'nin (a.s) ilmi makam ve merciliğine daha fazla önem gösteriliyor ve Ebu Bekr, Ömer, Ibni Abbas, Ebu Said Hudri, Selmani Farisi ve Ebuzer Gıfari gibi sahabenin ileri gelenleri fıkıh ve yargı konularında genellikle Hz. Ali'nin görüşlerinden yararlanırlardı. Onun ilmi makamını tanır ve ona başvurmaktan çekinmezlerdi. Islami hilafetin henüz saltanat ve padişahlığa dönüşmediği o zamanlarda bu kaçınılmaz bir şeydi. Çünkü o dönemde, Ali'de (a.s) bulunan fazilet ve üstünlükleri bilen, onun takip edilmesi ve ilminden yararlanılması için Resulullah'ın tavsiyelerini duyan birçok sahabe bulunuyordu. Yani o dönemde Hz. Ali'nin zatında bulunan fazilet ve kemalleri ve ilmi makamını inkar ederek, Resulullah'ın bütün tavsiyelerini görmezlikten gelip, onu bir anda siyasi, ictimai ve ilmi mercilik sahnesinden uzaklaştırıp münzevi kılabilecek bir ortam hazır değildi. Işte bunun için, siyaset sahnesinden uzaklaştırılmasına rağmen ilmi merciliği henüz söz konusuydu.
Müslümanların, Ehli Beyt'in ilmi merciliğinden uzaklaşması faciası, hilafetin saltanata dönüşüp ve tahtlarını korumaktan başka amaçları olmayan kişilerin iş başına gelmesiyle zirveye ulaştı. Bu kimseler için Islam kanunlarına riayet etmek, Islami ilimler kaynağına başvurmak ve onları tanımak asla söz konusu değildi. Işte bu dönemden itibaren, Ehli Beyt yavaş yavaş münzevi edildi ve onların ilmi merciliği unutuldu. Bu akımın temeli, büyük bir ihtimalle Şam'da atılıp daha sonra diğer bölgelere sıçramıştır.
Şimdi akla şöyle bir soru geliyor: Ehli Beyt'e ilmi merci olarak artık başvurulmayışın sebebi neydi acaba? Imamet ve hilafetlerinin inkar edilmesi ilmi merciliklerinin de mi unutulmasını gerektiriyordu? Resulullah'ın (s.a.a), Ehli Beyt hakkındaki onca tavsiyesine rağmen müslümanlar, neden onların ilmi merciliğinden uzaklaştılar?
Bu sorunun tahlil ve tahkiki ve ona verilecek doğru cevap, geniş bir tarihi araştırmayı gerektirmektedir. Şimdilik şu kadarını söylemekle yetiniyoruz ki, Benî Ümeyye ve Benî Abbas hükumetlerinin siyaseti, Ehli Beyt'i unutturdu ve müslümanların, bu nübüvvet ilminin zengin kaynağından mahrum kalmasına sebep oldu. Bunlar, Ehli Beyt'in bir ilmi merci olarak dahi söz konusu edilmesini hükumetleri için tehlikeli görüyorlardı. Bunun sebebiyse açıktı; Ehli Beyt, Islam'ın gerçek hükümlerinin ve Resulullah'ın siretinin tercümanları ve yayıcısıydılar. Bu gibi ilimlerin halkın arasında yayılmasıysa, hakim güç için büyük sorun olabilirdi. Çünkü onlar, Islam kanunlarına göre değil, kendi istek ve arzularına göre hükmetmek istiyorlardı.
Ayrıca, Ehli Beyt'in ilmi merciliğinin söz konusu olması, halkın onlara olan muhabbetlerinin artmasına sebep olacaktı. Bu da hükümdarların istemediği bir şeydi. Çünkü onları kendilerine rakip olarak kabul ediyor ve onların halk tarafından tanınmasını hükumetleri için tehlikeli görüyorlardı.
Işte bu nedenlerden dolayı, Ehli Beyt'i siyaset sahnesinden uzaklaştırdıkları gibi ilmi mercilikden ve diniiçtimai bir mevkiye sahip olmaktan da uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Yani, Ehli Beyt'in ilmi merciliği, imamet ve rehberliklerinin kurbanı oldu.
Benî Ümeyye ve Benî Abbas halifeleri bu tehlikeli emellerini gerçekleştirmek için, ellerinden geleni yapmaktan geri kalmadılar. Ehli Beyt'i ve taraftarlarını, hapis, işkence, sürgün ve iftiralara tabi tuttular. Hadis uydurarak, onlara gidip gelmeyi ve hadislerini dinleyip nakletmeyi yasakladılar. Bu baskı, Imam Hasan, Imam Hüseyin ve Imam Seccad zamanında şiddetli olarak uygulanıyordu. Işte bu zamanlarda, müslümanlarla Ehli Beyt arasına engeller girdi ve sonraları da böylece devam etti. Bu baskı, Imam Bakır'ın zamanından sonra biraz azalmış ve Ehli Beyt'i sevenler, nübüvvet ilminin varislerinden az çok istifade ediyorlardıysa da bu yeterli olmuyordu. Çünkü düşmanlar yapacaklarını yapmış ve müslümanları bir kere Ehli Beyt'ten koparmışlardı. Bu nedenle Ehli Beyt'in ilmi merciliği söz konusu olmuyor ve onlardan istifade etmenin gerekliliği hissedilmiyordu. Üstelik bu zamana kadar Ehli Beyt'in ilmi merciliğini, zati kemallerini ve faziletlerini bilen ve Resulullah'ın (s.a.a) onlar hakkındaki tavsiyelerini duyupişiten muhlis sahabiler de vefat etmişlerdi. Bu sebeplerden sözkonusu hükümdarlar bütün planlarını kolaylıkla gercekleştirebiliyorlardı.
Elbette, müslümanlar arasında, bütün baskı ve kısıtlamalara rağmen, Ehli Beyt'e uyan ve ilimlerinden isti
dipnotlar
1 Necm/35.
2 Sahihi Müslim, c.4, s.1873.
3 ElMüstedrek Alas Sahiheyn, c.3, s.109.
4 Ensabül Eşraf, c.2, s.110.
5 Üsdül Gabe c.2. s.12.
6 Mecmauz Zevaid, c.9, s.162.
7 Tarihi Bağdadi, c.8, s.442.
8 Müstenedi Imam Ahmed b. Hanbel, c.3, s.59.
9 Yenabiul Mevedde, s.41.
10 EsSevaikül Muhrika, s.150.
11 Gayetul Meram, s.21184.
12 esSavaikul Muhrika, s.151.
13 Sahihi Müslim, c.4, s.1874.
14 EsSavaikul Muhrika, s.151.
15 EsSavaikul Muhrika.
16 ElMüstedrek, c.3, s.146.
17 Üsdül Gabe, c.2, s.12.
18 ElMüstedrek, c.3, s. 150.
19 Sahihi Müslim, c.4, s.1883.
20 Camiu Ehadisiş Şia, c.1, s.49.
21 Feraidüs Simtayn, c.2, s.133.
22 Mecmauz Zevaid, c.9, s.168; Yenabiul Mevedde, s.31; elMüstedrek, c.3, s.151; Feraidus Simtayn, c.2, s.242.
23 Hakka/12.
24 ElMenakıb Lil Harezmi, s.199.
25 Yenabiul Mevedde, s.79.
26 Nehcül Belağa, Kasıa hutbesi.
fade eden kimseler de vardı. Bunlar, Imamiye Şiası'ndan olan kimselerdi ki, baskı ve vahşete rağmen, güçleri yettiğince Ehli Beyt'in ilminden isti fade ediyorlardı. Ehli Sünnet kitaplarında da Ehli Beyt'ten hadisler görülse de çok azdır.
Son söz olarak şunu diyebiliriz ki, eğer Ehli Beyt'in ilmi merciliğine gereken ilgi ve saygı gösterilmiş olsaydı, bugün Islam alemi ve hatta bütün dünya bu halde olmazdı.
27 Tabakatu Ibni Sa'd, c.2, s.338;
Ensabül Eşraf, c.2, s.98.
28 Kafi, c.1, s.338.
29 Tabakat, c.2, s.338.
30 Zehairul Ukba, s.78. ElMenakıb Lil Harezmi, s.41.
31 Yenabiul Mevedde, s.82; elMenakıb Lil Harezmi: s.40; Müstedreki Hakim: c.3, s.127; Usdül Gabe, c.4, s.22.
32 Yenabiul Mevedde: s.82.
33 Yenabiul Mevedde: s.81.)Yenabiul Mevedde: s.81.
34 Feraidüs Simtayn, c.1, s.97.
35 Feraidüs Simtayn, c.2, s.94.
36 Müstedrek, c.3, s.122.
37 ElMenakıb Lil Harezmi, s.39.
38 ElMenakıb Lil Harezmi, s.40.
39 Yenabiul Mevedde, s.22.
40 "Besairüd Deracat, s.147.
41 Camiu Ehadisiş Şia, c.1, s.8.
42 Camiu Ehadisiş Şia, c.1, s.9.
43 Camiu Ehadisiş Şia, c.1, s.9.
44 Camiu Ehadisiş Şia, c.1, s.14.
45 Camiu Ehadisiş Şia; c.1, s.14.
46 Camiu Ehadisiş Şia, c.1, s.12.
47 Camiu Ehadisiş Şia, c.1, s.13.
48 Tabakat, c.2, s.338.
49 Tabakat, c.2, s.339.
50 Tabakat, c.2, s.339.
51 Zehairul Ukba, s.79.
52 Zehairul Ukba, s.79.
53 Zehairul Ukba, s.82.