İMAM RIZA(a.s)'DAN HADİS PINARI İMAM RIZA(a.s)'DAN HADİS PINARI
Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s)
Şeyh Saduk İbn-i Babeveyh (H. 305-381)
Muhakkikin Önsözü
Allah’ın Adıyla
Değerli okuyucular, elinizde bulunan bu kitap, Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s)[1] kitabının Türkçe tercümesidir.
Bu değerli hadis kitabı Şia-i İmamiyye’nin temel kaynak kitaplarından sayılmaktadır. Adından da anlaşıldığı üzere bu kitapta sadece İmam Ali bin Mûsa er-Rıza (a.s)’dan nakledilen hadisler bir araya getirilmiştir.
Bazı biyografistlerin “Şia’nın Gururu” diye adlandırdığı Şeyh Saduk Kummî adıyla meşhur olan değerli muhaddis Muhammed bin Ali bin Babeveyh Kummî, H.K. 4. asrın ikinci yarısında bu kitabı kaleme almıştır.
Burada kitabın tercüme, tahkik ve baskısı hakkında açıklama yapmadan önce, kısa da olsa, bu büyük muhaddisin hayatıyla tanışmamızın daha iyi olacağı kanısındayız:
Şeyh Saduk’un Ailesi
Şeyh Saduk Şia aleminin köklü ve ilmî hanedanlarından biri olan İbn-i Babeveyh hanedanına mensuptur. Bu hanedandan büyük şahsiyetler ortaya çıkmıştır. Örneğin:
1- Şeyh Saduk’un babası olan ve Saduk-i Evvel diye bilinen Ali bin Babeveyh Kummi, Kum şehrinin büyük alimlerinden olup ikiyüze yakın değerli ilmî eserler ortaya koymuş ve 294’ten fazla senetlerde rivayet edilmiştir.[2]
O; Kum, Bağdat ve Kûfe’de 35’ten fazla büyük alimlerin nezdinde ilim tahsil etmiştir ki bu şahsiyetlerden bazısı bizzat İmam Hâdi (a.s) ve İmam Hasan-i Askerî (a.s)’ın öğrencilerindendi.
2- Hüseyin bin Ali bin Babeveyh, Şeyh Saduk’un kardeşidir.
3- Hüseyin bin Hasan, Şeyh Saduk’un kız kardeşinin çocuğudur.
4- Hasan bin Hüseyin, Şems’ul-İslam Haska diye de bilinir ve Şeyh Tûsi’nin öğrencisidir.
5- Şeyh Munteheb’ud-Din Razî, Şems’ul-İslam Haska’nın torunudur.
Doğumu ve Tahsili
Muhammed bin Babeveyh Kummî (Şeyh Saduk) H.K. 305 yılından sonra İmam Zaman (a.f.)’in bereketli duaları neticesinde dünyaya gelmiştir.[3]
Şeyh Saduk ilk önce Kum alimleri ve muhaddislerinin nezdinde hadis ve fıkıh ilminin temel eğitimini aldı. Daha sonra yaptığı bir çok yolculuklarda şii ve sünni bir çok fakih ve muhaddislerden ilim elde etti.
Kum’da babası Ahmed bin Ali bin İbrahim Kummî Muhammed bin Hasan bin Hüseyin bin İdris ve diğerlerinden ilim öğrendi. Gençlik yıllarında, diğer İslam ülkelerindeki büyük alimlerin ilminden de istifade etmek için bir çok yolculuklara çıktı.
Yolculukları
Şeyh Saduk’un içinde bulunduğu şartlar çerçevesinde yapmış olduğu yolculukları da gerçekten de çok ilginçtir. Şeyh Saduk Kum’dan; Meşhed, Belh, Buhara, Merv, bu yol üzerindeki şehirler, Bağdat, Kûfe, Mekke, Medine, Hamedan, Serkand, Serkaz’a kadar bir çok beldeleri gezmiştir.
H.K. 347 yılında Rey şehrinde İbn-i Cerrade’den; H.K. 352 yılında Nişabur’da Ebu Ali Hüseyin Beyhakî’den ve aynı yıl Merv şehrinde Mevrudî’den ve Ebu Yûsuf Rafî’den hadis öğrenmiştir.
354 yılında Kûfe’de Sekunî-i Kufî ve Ebu Zer Bezzaz’dan; Mekke ve Medine arasındaki Fid kasabasında da İbn-i Câfer Beyhakî’den ilim öğrenmiştir. 355 yılında Hemedan’da bulunmuş ve 367 yılında da yeniden Meşhed’e gidip Ebul Berakat’a hadis imla etmiş ve ders vermiştir. Aynı yıl Mâvera’un-Nehir ve Belh şehirlerine de yolculuk etmiştir.
Ogünlerde İlak’ta Ebu Abdullah Nîmet’in isteği üzere “Men-la Yehzuruh’ul- Fakih” kitabını telif etmiştir. Şeyh Saduk’un eserlerine ve yazmış olduğu mektuplarına baktığımızda;
sorulan sorulara verdiği cevaplarda da görüleceği gibi Mısır, Vasıt, Bağdat, Hamedan, Nişabur, Medain, Basra, Kûfe ve Kazvin’de bir çok kimsenin onun ilminden yararlanmış olduğu anlaşılmış olacaktır.
Hadis Öğretimi ve Tartışmaları
Şeyh Saduk’un eğitim ve ilmi tartışmaları hususunda da ilginç konular göze çarpmaktadır.
Şeyh Saduk Meşhed’de Salı ve Cuma günleri hadis dersi veriyordu. Burada imla ettiği (ders verdiği) hadisler “Emalî” veya “Mecalis” adıyla basılmıştır. Bu dersler, 22 Recep Cuma 367 H.K. tarihinde başlamış, 19 Şâban 368’de de sona ermiştir.
Şeyh Saduk İmamet, İmam’ın gaybeti ve Hz. Mehdî (a.f)’in ömrü hakkında da farklı mezheplerin mütekellimleriyle bir çok tartışmalar gerçekleştirmiştir ki; merhum Şuşterî bu ilmi tartışmaları “Mecalis’ul-Müminin” adlı kitapta bir araya getirmiştir.
Bu tartışmaların en önemlisi Rey Şehrinde ve Âl-i Bûye sultanlarından Rukn’ud-Devle’nin huzurunda gerçekleşmiştir.
Şeyh Saduk bu ilmi tartışmaların birinde kendisine, “Neden İmamiye taifesi hiçbir eksiltme ve artış olmaksızın sadece on iki İmam’ın imametine inanmaktadır?” diye sorulunca şöyle cevap vermiştir:
“İmamet de ilahi farizelerinden biridir. Her farize ise belli bir sayı ile sınırlandırılmıştır. Örneğin; gece-gündüz olmak üzere sadece on yedi rekât namaz farz kılınmıştır.
Bu esas üzere imamların sayısı da on iki ile sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla namaz rekâtlarının neden az veya çok olmadığı sorulamayacağı gibi Peygamber (s.a.a)’in halifelerinin neden on iki kişi olduğu hususu da sorulamaz.
Hakeza Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de namazın rekâtlarının sayısını belirtmediği gibi, imamların sayısını da belirtmemiştir. Sadece Ulu’l-Emr’e (emir sahiplerine) itaati emretmiştir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) imamların sayısını beyan etmiştir.”
Başkalarının Gözünde Şeyh Saduk
Gerek Ali bin Babeveyh Saduk (baba), gerekse Muhammed bin Babeveyh Saduk (oğul); her ikisi de “İbn-i Babeveyh ve Saduk” diye ün salmışlardır. Fıkıh ve hadis kitaplarında ise “Sadukeyn” diye tanınmaktadırlar.
Ama hem “İbn-i Babeveyh” ve hem de “Saduk” lakapları mutlak ve kayıtsız kullanıldığı takdirde Muhammed bin Babeveyh’in (oğlunun) lakabıdır.
Velhasıl, büyük ilmî şahsiyetler de Merhum Şeyh Saduk’u çok övmüşlerdir.
Bir vasıta ile Şeyh Saduk’un öğrencisi olan Şeyh Tusî,[4] “Rical” adlı kitabında şöyle yazmaktadır: “Şeyh Saduk çok değerli ve büyük bir şahsiyetti. Çok sayıda hadisleri ezberlemişti, 300’e yakın ilmî eser kaleme almıştır.”
İbn-i İdris, “Serair” adlı kitabında onu “hadis uzmanı, eleştirmen, rical alimi, büyük hadis hafızı” gibi kelimeler ile övmektedir.
İbn-i Şehrâşub onu “Kumlu savaşçı”, Neccaşi ve Allame Hilli onu “Şianın yüzakı” ve Allame Behr’ul-Ulum onu “Şeriatın Sütunu, Sâdık ve Muhaddislerin Reisi” diye adlandırmışlardır.
Şeyh Saduk’un Rey’de İkâmeti
Merhum Şeyh Saduk şöhretinin en üst noktasında olduğu H.K. 347 yılında Rükn’ud-Devle Deylemî’nin (Âl-i Bûye sultanlarından biri) daveti üzere hükümetinin başkenti yani Rey şehrine hicret etti ve o zamandan vefatına kadar asıl sükûnet mahalli Rey şehri oldu.
Vefatı
Şeyh Saduk’un yetmiş küsür yıl süren iftihar dolu yaşamı, uzun ve mükerrer seferleri ve üçyüz cilde yakın değerli kitapları yadigâr bırakmasından sonra H.K. 381 yılında, Rey şehrinde son buldu ve kabri Rey şehrinde olup “İbn-i Babeveyh” adı ile meşhurdur.
Başlıca Eserleri
Önceki sayfalarda işaret edildiği gibi, Merhum Şeyh Saduk 300 cilde yakın kitap yazmıştır, Merhum Neccaşî Rical kitabında onun 189 kitabının adını kaydetmiştir.
Onun kaleme aldığı eserlerin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:
1- Men la Yehzuruh’ul-Fakih[5]
2- Kemal’ud-Din ve Temam’un-Ni’met
3- Emalî[6]
4- Sıfat’uş-Şia
5- el-Hisal
6- İlel’uş-Şerayi
7- Tevhid
8- Uyun-u Ahbar
9- Mean’il-Ahbar
10- Velayet-i Ali (a.s)
11- Marifet
12- Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (Elinizdeki kitap)
Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s)
Bu kitap, Merhum Şeyh Saduk’un 69 bölüm halinde kaleme aldığı iki ciltlik hadis kitabıdır. Birinci cildi 30 bölüm olup 348 hadisten oluşmaktadır. İkinci cildi ise 39 bölüm olup 604 hadisten oluşmaktadır.
Birkaç Hatırlatma
1- Şeyh Saduk’un bu kitabı yazmaktan maksadı, sadece İmam Rıza (a.s)’dan nakledilen hadis ve rivayetleri bir araya getirmek idi. Dolayısıyla sadece sahih rivayetleri bir araya toplamak istememiştir.
Maksadı, sadece ilgili hadisleri nakletmek olmuştur. Muteber hadis olup olmadığına fazla dikkat etmemiştir. Siz değerli okuyucular kitabı okurken bizzat Şeyh Saduk’un kendisinin zayıf kabul ettiği rivayetleri de naklettiğini göreceksiniz.
Ayrıca kitabın muhakkiki de gerekli yerlerde bu gibi hususlara işaret etmiştir.
2- Hadis ravileri daha çok Peygamber (s.a.a) ve tahir imamlar (a.s)’ın hadislerini olduğu gibi nakletmeye çalışmışlardır. Şüphesiz ki bir çok hadis ilk günkü sıhhat ve doğruluğu ile bizlere ulaşmamıştır. Dolayısıyla bir takım uydurma hadislerde mevcuttur ve kitaplarda yer almıştır.
Hakeza ravilerin unutkanlığı, beyan tarzı, yazı üslûbu, yanlış duyma, yanlış okuma ve nüsha almadaki yanlışlıklar gibi sebeplerden dolayı bazı hadisler tümüyle sahih bir şekilde bizlere ulaşmamıştır.
Ama herkes kendi isteği ve düşünceleri esasınca, varolan hadisleri eleştirme ve reddetme hakkına da sahip değildir. Bu önemli görev hadis uzmanlarının ve İslam bilginlerinin işidir. Bu önemli görevi büyük fakihler ve alimler üstlenmeli ve konuyla ilgili görüş belirtmelidirler.
3- Kur’an-ı Kerim muhkem, müteşabih, mutlak, mukayyet, genel, özel vs. ayetlere sahip olduğu gibi, hadisler de aynı özelliğe sahiptir. Dolayısıyla, hemen hüküm vermemek gerekir ve rivayetlere bakarken ilmî olmayan metotlardan istifade etmemek gerekir.
Bu kitapta yer alan bir hadiste de yer aldığı üzere müteşabih hadisleri muhkem hadislerle karşılaştırmalı ve mümkün olduğu kadar bu hadislerin arasını bulmaya çalışmalıyız.[7]
Tercüme işinin aşamaları
El-Mehdî (a.f) Hüseyniyesi’nin müdüriyeti, dini ve kültürel görevleri ışığında Şia’nın kaynak kitaplarını tercüme etme ve bastırma kararı almış, bu işe de elinizdeki kitapla başlamanın uygun olacağı kanaatine varmıştır.
Bu amaçla, kitap tercüme edildikten sonra güvenilir olması açısından tercümelerin, hadislerin metniyle tatbik edilmesi sürecine girildi. Tatbik aşamasından sonra da edit için editöre verildi.
Bu işle birlikte kitabın tahkik işi başlatıldı, daha sonra dizgiye verildi. Elhamdulillah sonunda elinizdeki mevcut hale getirildi.
Ayrıca hatırlatmak gerekir ki bu kitabın tercümesi Gaffari Bey’in tashih ettiği nüsha esasınca yapılmıştır ve kitabın tahkikinde de Gaffari Bey’in açıklamalarından istifade edilmiştir.
Ayrıca kitabın tahkik ve tehzibinin yanı sıra, kitapta tekrar edilmiş hususlar, ihtiyaç duyulmamış bölümler veya özel bir zamana özgü olan kısımlar da tercüme edilmemiştir. Elbette yerinde bunun sebepleri de beyan edilmiştir.
Muhterem Okuyucular!
Kitabın tahkiki ve işleminin takibi hususunda emeği geçen biri olarak, bu kitabın mevcut hale gelişinde katkısı bulunan kardeşlerimize de teşekkür etmeyi bir borç biliriz.
Davamızın nihayeti Hamd’ın, alemlerin rabbi Allah’a mahsus oluşudur.
El-Mehdi Hüseyniyesi
Müellifin Önsözü
Hamd Allah’a ki, tek ve kahredicidir, güçlü ve kuvvetlidir, merhamet eden ve bağışlayandır, yeri ve göğü yaratandır, karanlık ve ışığı icat edendir, zaman ve dehri takdir edendir, sebep ve işleri tedbir edendir, kabirdekileri (ölüleri) diriltendir, açık ve saklı olandan haberdardır, geçmiş ve geleceği bilendir, lütuf ve ihsan onundur, güç ve kudret ona mahsustur.
Her durumda Allah’a hamd ediyorum, en iyi ameller için ondan kılavuzluk istiyorum, azgınlık ve sapıklıktan ona sığınıyorum, nimetlerin artmasını hakkedecek ve vaatlerin gerçekleşmesini tamamlayacak bir şükürle ona şükrediyorum; helak ve azaptan insanları kurtaracak amelleri yapmaya muvaffak olmak için ondan yardım diliyorum.
Allah’tan başka bir ilahın olmadığına şehadet ediyorum; o öyle bir Allah’tır ki, evveldir; başlangıçlıkla tavsif edilmez, ahirdir; nihayetle vasfedilmez.[8] Öyle bir ilah ki, ezelî ve ebedîdir, gizli olan her şeyi bilendir.
Yine şehadet ediyorum ki, Muhammed (s.a.a), onun değerli kulu ve emin elçisidir, Allah’a kulluk etmekle maruftur, şefaat için seçilmiştir. Allah-u Teala eğrilikleri doğrultmak, hüccetleri nasbetmek (göstermek) ve müminlere rahmet ve kâfirlere hüccet olması için onu göndermiş ve onu müşriklerin istememesine rağmen Allah’ın dinini aşikâr ve hakim kılması için meleklerle onaylamıştır. Allah’ın salât ve selamı ona ve pak Ehl-i Beyt’ine olsun.
Yine şehadet ediyorum ki, Ali bin Ebu Talib müminlerin emiri, Müslümanların mevlası (önderi) ve alemlerin Rabb’inin elçisinin halifesidir. Yine şehadet ediyorum ki, onun evlatlarından olan İmamlar, kıyamete kadar Allah’ın hüccetleri ve Peygamberlerin ilminin varisleridirler. Allah’ın salâtı, selamı, rahmeti ve bereketi onların hepsinin üzerine olsun.
Kitabın Yazarı Ebu Câfer Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Mûsa bin Babaveyh el-Kummî el-Fakih (r.a) şöyle diyor:
“Sahip Ebul Kasım İsmail bin Abbad’ın[9] (Allah ömrünü uzatsın, devletini, nimetini ve egemenliğini daimi kılsın) kasidelerinden iki kaside elime geçti; bu kasideler İmam Rıza (a.s)’a selam etmekle ilgili idi.
O; Ehl-i Beyt’i sevdiğinden, onların velayetine sarıldığından, onların itaatlerinin farz olduğuna inandığından, imametlerini kabul ettiğinden, onların soyuna ikram ve hürmet ettiğinden ve onların Şialarına ihsanda bulunduğundan ve bana yaptığı lütuf ve iyiliği karşısında kusurlarımı telafi etmek ve onun yanında mukarreb olmaktan dolayı, onun yanında Ehl-i Beyt’in ilminden daha değerli ve sevimli bir şey olmadığını bildiğimden ötürü bu kitabı onun kütüphanesi için telif ettim.
Umulur ki, özrümü kabul eder, kusurumdan geçer ve onun hakkındaki ümit ve arzumu gerçekleştirir. Allah (c.c) onun elini adaletle açsın, sözünü hak ile yüceltsin, kudretini hayır üzere sürekli kılsın ve zorlukları onun kerem ve bahşişiyle kolaylaştırsın.
Bu kitaba iki kasideyi zikretmekle başladım. Çünkü bu iki kaside, bu kitabın hazırlanmasına sebep olmuştur. Tevfik Allah’ın yardımı iledir.
Sayın Sahip İsmail bin Abbad (r.z), İmam Rıza (a.s)’a salât ve selam hediye ederken şöyle diyor:
“Ey kutsal ve tertemiz mekân olan Tus şehrine giden!
Benim selamımı Hz. Rıza (a.s)’a ilet ve toprağa verilenlerin en hayırlısı olan en değerli kabrin başına in.
Yemin olsun Allah’a, öyle bir yemin ki, Ehl-i Beyt’in velayetinde gark olan bir kimse bu yemini etmiştir.
Eğer arzularımı gerçekleştirmek kendi elimde olsaydı, (Hz. Rıza’nın) evinin yanı başı olan Tus’da konaklardım.
Ve hızlı giden develer gibi koşardım...
Öyle bir Meşhed’e (İmam’ın ziyaretine) ki, ışıkla kuşatılmış, nur ve yücelikle defnedilmiştir.
Ey efendim ve efendimin oğlu! Günlerimin yüzü, rahatsız ve asık suratlı olduktan sonra güldü.
O zaman ki, Nasibîlerin bayrakları yıkılmış oldu.
Sizin velayetiniz hakkında, hakkı açıkça beyan ettim, hak ise sürekli mübarektir.
Ey Peygamber’in oğlu! O Peygamber ki, Allah-u Teala onun vasıtasıyla kibirli zalimlerin belini kırdı.
Ey Peygamber’in vasisinin oğlu! O vasi ki, üstünlükte güçlü kahramanlardan öne geçmiştir.
Ve ey kusursuz iftiharı sahiplenen ve yüceliği karışıksız ve şüphesiz olarak kuşanan!
Nasibîlerin oğulları Yahudî gibidirler; bazen Yahudîlikleri Mecusiyetle de karışıyor.
Nice necisler, Müslümanların kabristanında defnedilmiştir; onların Hıristiyanların mezarlığına atılmaları daha iyi olurdu.
Onların alimleri ile tartıştığımda onlar, bir bakarsın ki, öküz ve manda oluyorlar (mantıksızca konuşuyorlar).
Onların alınlarına iyice baktığında, şeytanın hissesini (eserini) onda görmüş olursun!
Bunlar, makamınızın yücelmesine sebep olan ezan sesini, kilisenin çan sesinden ayırt edemiyorlar!
Siz (Ehl-i Beyt), yakînin sağlam ipisiniz; ömür boyu ona sarılacağım, o ip (insanı rahatlatan ve) üzüntüyü gideren bir iptir.
Nice fırkalar (gruplar) sizin hakkınızdaki sözlerimden dolayı beni tekfir ettiler, (ama) ben onların reislerini çekiçle (veya balyozla) hor ve hakir ettim!
Delil ve hüccet ile onları zelil kıldım, o uyumsuzlar benim karşımdan kaçıverdiler!
İbn-i Abbad, siz Ehl-i Beyt’e sığınmıştır; öyleyse bundan dolayı aslan yatağında aslandan korkmaz.
Ey efendilerim! Allah katında, Allah onu (kendisini kastediyor) Firdevs cennetine bırakması için onun şefaatçisi olun.
Sizin hakkınızda nice övgüler söylemiştir; ki sanki onlar tavusun teleğidir.
Bu methiyeleri (övgüleri), nice okuyanlar der ki; (İbn-i Abbad) incileri kâğıtlara serpmiştir.
Bu şiirleri söyleyen, Süleyman’ın Belkıs’ın tahtına malik (sahip) olduğu gibi kendi şiir defterine maliktir (onunla iftihar etmektedir).
Allah-u Teala onu dileğine kavuştursun, tâ ki İmam’ı Tus’da ziyaret etmiş olabilsin.”
İmam Rıza (a.s)’a selam ihda ettiği diğer bir kasidesinde de şöyle diyor:
“Ey kalkıp aceleyle hareket eden ziyaretçi!
Adeta şimşek gibi geçip gidiyorsun.
Benim halis selamımı Tus’taki mevlam Hz. Rıza’ya ilet.
Seçkin Peygamber’in torunu ve beğenilmiş Vasi’nin oğluna.
O kimseye ki, sabit bir izzete sahiptir; izzet ve azameti yücedir.
Velayetini kendisine farz bilen muhlisten taraf o’na de ki;
Göğsümde kalbimi yakıp eriten bir ateş vardır.
Bu ateş, dostların kalbini inciten Nasibîlerin eliyle tutuşturulmuştur!
Onlardan yüz çeviriyor, haklarında açıkça söz söylüyor ve hiçbir şeyi gizlemiyorum!
Onlarla muhalefet ediyor ve Rafizî[10] olmuştur derlerse de aldırış etmiyorum!
Rafizîliğim size (Ehl-i Beyt’e) karşı muhalefet ve buğzeden kimse için ne de güzeldir.
Eğer edebilseydim, kor ateşin üzerinde olsam dahi onu ziyaret ederdim!
Fakat (ne yazık ki), vuku bulan bazı meselelere duçar olmuşum!
Bu yüzden, ziyaret yerine methiye yazdım.
Bu şiirler emanettir, İmam Rıza’nın razı olması için ona okunacaktır.
İbn-i Abbad bu methiyesiyle bâtıl olmayan (kabul olacak) bir şefaat arzu ediyor.”
Abdullah bin Fazl el-Haşimî, İmam Sâdık (a.s)’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Kim bizim hakkımızda bir beyit şiir söylerse, Allah-u Teala cennette onun için bir ev yapar.”
Yine İmam Sâdık (a.s)’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Kim bizim hakkımızda bir beyit şiir söylerse, Ruh-ul Kudus ile teyit edilir.”
Hasan bin Cehm de şöyle diyor: “İmam Rıza (a.s)’nın şöyle buyurduğunu duydum:
“Kim bizim hakkımızda methedici bir şiir söylerse Allah-u Teala cennette, dünyanın yedi katından daha büyük olan bir şehir onun için yapar; her mukarreb melek ve her mürsel Peygamber onu o şehirde ziyaret ederler.”
Öyleyse Allah-u Teala, sayın Sahib bin Abbad’a bütün değerli sözleri, iyi amelleri, güzel ahlakı, uygun sîreti (tavrı) ve adaletli davranışlarından dolayı büyük mükâfat versin ve “İbn-i Abbad, bela ve zorlukları ondan uzaklaştıran kimseye sığınmıştır” (İbn-i Abbad, size (Ehl-i Beyt’e) sığınmıştır;
bu işiyle korktuğu her şeyden güvende kalacaktır)” şeklindeki şiirinin sebebine, kendilerine sığındığı kimselerin hakkı hürmetine onu arzularına kavuştursun, bela ve sevilmeyecek şeyleri ondan uzaklaştırsın, onu dilediği her hayra kavuştursun, isimleri yüzüğü kaşında olan kimseleri onun şefaatçisi kılsın. Yüzüğünün kaşındaki yazı şöyle idi:
“Şefi-u İsmail’e fi’l ahire, Muhammed’un ve’l itret’ut-tahire.” Yani: “İsmail’in ahiretteki şefaatçisi Hz. Muhammed (s.a.a) ve onun pak Ehl-i Beyt’idir.”
Allah-u Teala onun devletini kendi lütfu ve ihsanı ile uzun, sebatlı, nizamlı, sona kadar sürekli, kutlu ve bâki kılsın.”
(Merhum Şeyh Saduk, burada kitabın 69 bölümünün isimlerini zikrediyor, ama biz, o bölümlerin isimlerini kitabın fihristi bölümünde zikredeceğimizden dolayı onları burada zikretmeyi gerek görmedik. Çev.)
HZ.ALİ BİN MÛSA’YA RIZA LAKABININ VERİLMESİNİN SEBEBİ
Yazar, Rey şehrinde oturan Ebu Câfer Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Mûsa bin Babaveyh-i Kummî –Allah ona itaat için yardım etsin ve onu razı olduğu şeylere muvaffak kılsın- derki:
1- Ahmed bin Muhammed bin Ebu Nasr-ı Bezentî’den şöyle dediği naklolunmuştur: İmam Cevad’a arz ettim ki; sizin muhaliflerinizden bazıları Memun’un babanızı kendi veliahdı olarak beğenip seçtiği için ona Rıza adını verdiğini sanıyorlar. Hz. İmam Cevad buyurdular; And olsun Allah’a ki bu doğru değil, yalan söylüyorlar.
Allah Tebareke ve Teala, ona Rıza adını verdi. Çünkü o göklerde Allah için, yeryüzünde Hz. Peygamber ve ondan sonraki İmamlar için razı olmuş biri idi. Bezentî der ki: Peki diğer babaların Allah, Hz. Peygamber ve İmamlar (a.s) için razı olmuş kimseler değiller miydi? diye arz ettiğimde buyurdular ki: Elbette.
Ben de: Peki neden onların içerisinde sadece babanız Rıza olarak adlandırıldı? dedim. Buyurdular ki: Çünkü dostları ve taraftarları ondan razı oldukları gibi, düşmanları ve muhalifleri de ondan razı idiler. Bu durum babalarından hiç biri için tahakkuk etmedi. Bunun içindir ki, onların arasında sadece babama “Rıza” adı verildi.
2- Süleyman bin Hafs el-Mervezî’den rivayet olunmuştur ki, Hz. İmam Kâzım (a.s), oğlu Ali’ye Rıza derdi. Örneğin: “Oğlum Rıza’yı çağırın”, “Oğlum Rıza’ya dedim”, “Oğlum Rıza bana dedi” şeklinde buyururlardı. İmam Rıza’ya seslendiklerinde ise “Ey Ebul Hasan” diye hitap ederlerdi.
2.BÖLÜM
İMAM RIZA’NIN DEĞERLİ ANNESİ HAKKINDA
1- Muhammed bin Yahya es-Suli derki: Ebul Hasan er-Rıza (a.s), Ali bin Mûsa bin Câfer bin Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebu Talib’in kendisidir. Annesi “Tuktem” adındaki Ümmü Veled idi.[11] Bu ad, İmam Kâzım’ın cariyesi olduktan sonra kendisine verildi.
2- Beyhakî, Suli’den o da Avn bin Muhammed-i Kindî’den, o da Ebul Hasan Ali bin Meysem’den (Kindî onun hakkında; İmamların tarihi konusunda ondan daha bilgilisini görmedim, diyor) naklediyor: Acemin en büyük şeref sahiplerinden olan Hz. İmam Kâzım’ın annesi Hamide-i Müseffa Tuktem adında muvellede[12] bir cariye aldı.
Tuktem akıl, din ve hatununa (Hz. Hamide’ye) saygısı bakımından kadınların en seçkinlerinden idi. Edebinden dolayı Hamide onu aldığı günden beri onun karşısında oturmamıştı. Bundan dolayı idi ki, Hamide-i Müseffa, oğlu Hz. İmam Mûsa-ı Kâzım’a “Oğlum! Tuktem’den daha üstün birini görmedim. Şüphesiz eğer ondan bir nesil dünyaya gelirse Allah (c.c) o nesli pak kılar. Onu sana hediye ediyorum, ona iyi davran” dedi.
Tuktem Hz. İmam Rıza’yı dünyaya getirdiğinde İmam Kâzım (a.s) ona “Tahire” adını verdi.
Ali bin Meysem şöyle devam ediyor: İmam Rıza çok süt emerdi, dolgun bir çocuktu. Bu yüzden “Bir süt annesi bulmakta bana yardım edin” buyurdu. Sütün azalmış mıdır? diye sorduklarında şöyle dediler: Vallahi yalan söylemiyorum, sütüm azalmadı ama, fakat kıldığım bazı namaz ve bazı zikirlerim var ki, bu çocuğu doğurduğumdan bu yana onların hepsini yerine getirmeye vakit bulamıyorum.
Hakim Ebu Ali, Suli’nin dilinden (naklen) şöyle der: Hz. İmam Rıza’nın annesinin adının Tuktem olduğuna dair delil olarak bir şairin İmam (a.s)’ı methettiği şu şiiri örnek verebiliriz:
“Bilin ki insanların en üstünü, nefs, baba, ecdad, kavim ve aşiret açısından saygıdeğer Ali’dir.
Tuktem onu doğurdu ki, ilim ve hilimde sekizinci imam olsun ve ilahi hücceti halka tamamlasın.”
Sulî derki; Bazıları bu şiiri babamın amcası İbrahim bin Abbas’a nisbet vermişlerdir. Ama böyle bir şey bana naklolunmamıştır. Bana naklolunmayan ve kimseden işitmediğim bir şeyi ne kabul ederim, ne de reddederim. Ama babamın amcası İbrahim bin Abbas’a ait olduğundan hiç şüphe etmediğim şiir şudur:
“Alimin ameli, ehli için adil bir şahit olarak yeterlidir.
Görüyorum ki, onların dikkate şayân yeni bir malları (servetleri) vardır, ama bu yeni malın eski mal ile hiçbir benzerliği yoktur.[13]
(Ey Ehl-i Beyt’in ailesi!) Kendi malınızla size minnet ediyorlar, mallarınızdan ancak yüzde birini size veriyorlar.
Düşmanlarınızı öven, Allah’a hamd-ü sena etmemiştir.
Sen, (her ikiniz de Abdülmuttalib’in sekizinci evladı olmanıza rağmen) Memun’dan üstünsün; babalarının onun babalarından üstün oldukları gibi...
Sulî derki: Bu beyitleri babamın el yazısıyla ona ait bir defterin arkasında gördüm. Babam bu şiirler hakkında şöyle demiştir: “Kardeşim bu şiirleri bana okudu ve amcamızın, Ali yani İmam Rıza hakkında o şiirleri yazdığını söyledi.”
O defterin de, okunması özlenilecek şu mahiyette bir dipnot göze çarpıyordu: “Kasimihi fi’l ku’ded”ten kasıt, Memun’dur. Çünkü Abdülmuttalib, İmam Rıza ve Memun’un sekizinci babaları oluyor.[14]
Tuktem şiirlerde çok göze çarpan Arap kadınlarının isimlerindendir. Örneğin:
Tafel hıyalani fehaca sekama
Hıyalu tukna ve hıyalu Tuktema
Sulî derki: Babamın amcası İbrahim bin Abbas, İmam Rıza hakkında övücü çok şiirler yazmıştı ki, çekinmeden onları okurdu. Ama daha sonra, onları gizlemek zorunda kaldı. Bir müddet sonra onları tekrar oradan buradan toplamaya çalıştı. Hz. İmam Rıza’nın annesinin adının “Sekenen Nevbiyye”, “Erva”, “Necme” ve “Ümmü’l Benin” olduğunu söyleyenler olmuştur.
3- Ali bin Meysem babasından naklediyor: İmam Kâzım (a.s)’ın annesi Hamide, İmam Rıza (a.s)’ın annesi Necme’yi aldığında şöyle söylüyordu. Gece rüyamda Hz. Resulullah’ı gördüm, bana; “Hamide! Necme’yi oğlun Mûsa’ya bağışla. Zira ondan yeryüzünün en hayırlı insanı dünyaya gelecek.” Ben de onu oğlum Mûsa’ya bağışladım.
Necme İmam Rıza (a.s)’ı dünyaya getirdiği zaman İmam Kâzım (a.s) ona “Tahire” adını verdi. Necme, Erva, Seken, Semane, ve Tuktem ona verilen diğer isimlerdir.
Ali bin Meysem sözlerinin devamında şöyle dedi: Babamdan; annem şöyle diyordu diye dediğini duydum: Hamide Necme’yi satın aldığında o bakireydi.
4- Hişam Ahmer, İmam Kâzım (a.s)’ın kendisine şöyle buyurduğunu naklediyor: "Acaba Mağrip (yer adı) ehlinden buraya gelen birisini tanıyor musun?"
Arzettim ki: Hayır.
Buyurdular: Kızıl tenli birisi gelmiş, gel birlikte onun yanına gidelim.
Bineğe binerek birlikte onun yanına gittik. O mağrip ehlinden birisiydi, yanında da bir çok sayıda köle vardı. İmam (a.s) ona: “Kölelerini bize göster” diye buyurdular. Adam dokuz tane cariye (kadın köle) İmam’a gösterdi. İmam (a.s) onların her birini gördükçe buna ihtiyacım yok, diyordu.
Daha sonra diğerlerini göster, buyurunca adam: Bunlardan başkası yok, diye cevap verdi. İmam (a.s): “Var, göster” buyurdular. Adam yemin ederek: Sadece hasta bir cariye var, dedi. İmam (a.s); “Onu göstermenin ne sakıncası vardır?” buyurdu.
Ama adam onu göstermekten sakındı. Daha sonra İmam (a.s) geriye döndü ve ertesi gün beni o adamın peşine göndererek şöyle buyurdular: Ona de ki, onun hakkında son düşündüğün fiyat ne kadardır? Şu kadardır derse, de ki: Kabul ediyorum, onu aldım.
Hişam diyor ki: Adamın yanına gittim ve o, filan miktardan aşağı olmaz deyince, ben de kabul ediyorum, al bu para senin dedim. O da; bu cariye de senin malın, ama söyle bakalım dün seninle gelen o şahıs kimdi? dedi. Ben de Beni Haşim’dendir, dedim. Adam; Beni Haşim’in hangi boyundandır? deyince, onların büyüklerindendir, dedim.
Adam: Biraz daha açıklama yap, dedi. Ben daha fazla bilmiyorum dedim. Adam öyleyse ben bu hizmetçi hakkında sana anlatayım, dedi: Ben bu cariyeyi Mağrib’in en uzak şehirlerinin birinden aldım ve Ehl-i Kitaptan olan bir kadın beni görünce şöyle dedi: Bu cariyenin senin yanında ne işi var? Ben: Kendim için satın aldım, dedim.
Kadın: Bu cariyenin senin gibi birisinin yanında kalması doğru değildir, o yeryüzündeki en hayırlı adamın yanında yaşamalıdır, kısa bir müddet sonra onun evinde öyle bir çocuk dünyaya getirecektir ki, doğu ve batı alemi onun karşısında boyun eğmek zorunda kalacak.
Hişam diyor ki: Onu satın aldıktan sonra İmam Kâzım (a.s)’ın yanına getirdim ve kısa bir müddet sonra Ali bin Mûsa er-Rıza (a.s)’ı dünyaya getirdi.
Bu hadisi, aynı şekilde Muhammed bin Ali Macivleveyh, amcası Muhammed bin Kasım’dan o da Muhammed bin Ali el-Kûfi’den, o da Muhammed bin Halid’den, o da Hişam-i Ahmer’den benim için nakletti.
3.BÖLÜM
İMAM RIZA (A.S)’IN DOĞUM TARİHİ
1- Attab bin Useyd, bir grup Medine ehlinden şöyle duyduğunu rivayet etmiştir: İmam Rıza (a.s) 153. Hicri, Rebi-ul Evvel ayının onbirinde, Medine'de İmam Sâdık (a.s)'ın vefatından beş yıl sonra bir Perşembe günü dünyaya geldi. Tus’un Nevkan ilçesinin Senabat köyünde vefat etti.
Humeyt bin Kahtabet’ut-Tai’nin evinde bulunan ve Hârun’un da gömülü olduğu kubbenin altında kıble tarafına doğru gömüldü. İmam Rıza (a.s) Hicretin 203. yılı Ramazan ayının yirmibirinde (veya yirmisinde), Cuma günü vefat etti. İmam (a.s), kırkdokuz yıl, altı ay ömür sürdü. Bu müddetin yirmi dokuz yıl, iki ayını değerli babası Mûsa bin Câfer ile birlikte geçirdi ve babasından sonra kendi İmamet döneminde ise yirmi yıl dört ay yaşam sürdüler.
İmam Rıza (a.s) yirmi dokuz yaşından iki ay almıştı ki, İmamet makamına ulaştı. Onun imamet dönemi, Hârun'ur-Reşid’in hilafet dönemine rastlamaktadır. Hârun’dan sonra Zübeyde’nin oğlu Muhammed Emin, üç yıl yirmibeş gün hükümdarlık etti.
Daha sonra Emin devre dışı bırakılarak amcası İbrahim bin Şekle ondört günlüğüne iş başına getirildi. Daha sonra Emin hapisten çıkarıldı ve yeniden onun adına halktan biat alındı. Bu defasında bir yıl altı ay yirmiüç gün padişahlık etti. Emin’den sonra Abdullah Memun başa geçerek yirmi yıl yirmiüç gün padişahlık etti.
Bu müddet zarfında İmam Rıza (a.s)’ı ölümle tehdit ederek kendi rızası olmadığı halde onu veliaht yapıp bu iş için halktan biat aldı. Memun bu iş için defalarca hazrete ısrarda bulundu ama İmam (a.s), bu teklifi kabul etmekten çekindi. Fakat kendisini ölüm tehlikesiyle karşı karşıya görünce şu duayı okudu:
“Allah’ım! Sen beni, kendi elimle kendimi ölüme atmaktan nehyetmişsin. O, beni mecbur etmiştir. Eğer onun veliahtlığını kabul etmezsem ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalacağım. Yûsuf ve Danyal’ın mecbur olarak zamanlarındaki tağutların hükümetine girmek zorunda kaldıkları gibi, ben de bu işi kabullenmeye mecbur edildim.
Allah’ım! Benim için senin ahdinden başka ahit ve senin tarafından verilen velayetten başka da velayet yoktur. Allah’ım! Beni dinini ayakta tutmaya ve peygamberin Hz. Muhammed (s.a.a)’in sünnetini ihya etmeye muvaffak kıl. Şüphesiz benim mevlam ve yardımcım sensin. Sen ne güzel mevla ve ne de güzel yardımcısın!”
Daha sonra İmam (a.s) hüzünlü ve ağlar bir halde veliahtlığı kabul etti. Kabul ederken de kimseyi görevden almayacağını ve kimseyi göreve atamayacağını, hiçbir adet ve geleneği değiştirmeyeceğini, sadece uzaktan nezaret edeceğini şart koştu.
Bunun üzerine Memun hem yakınlarından, hem de halktan İmam Rıza (a.s) adına biat topladı.
İmam Rıza (a.s)’ın fazilet, üstünlük ve güzel tedbirli işleri açığa çıkınca Memun kıskanarak İmam’a karşı kalbinde kin beslemeye başladı. Nihayet bu duruma tahammül edemeyip hileye başvurarak zehirle İmam’ı şehit etti.
2- Temin bin Abdullah el-Kureşî'den şöyle rivayet edilmiştir: Ali bin Meysem'in babası, annesinden naklediyor: Hz. Rıza (a.s)'ın annesi Necme'den işittim; şöyle diyordu: Oğlum Ali'ye hamile kaldığım zaman onun ağırlığını hissetmiyordum. Uykudayken karnımdan tesbih (süphanallah), tehlil (lâ ilahe illallah) ve temcid zikirleri duyuyordum.
Bu ses beni korkutuyordu. Uyandığımda ise bir şey işitmiyordum. Onu doğurduğum zaman, iki elini yere koydu, başını göğe doğru kaldırdı, dudaklarını da hareket ettiriyordu; sanki bir şeyler söylüyordu. Babası Mûsa bin Câfer (a.s) yanına geldi ve bana "Necme! Rabbinin bu bağışı sana kutlu olsun!" diye buyurdu.
Sonra onu beyaz bir bezde İmam Kâzım'a verdim. Sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okudu. Sonra Fırat suyu istedi, ondan damağına sürdü, sonra onu bana geri verdi ve: Al onu. O, yeryüzündeki "Bakiyyetullah"tır (Allah'ın bâki bıraktığı hüccettir), buyurdu.
4.BÖLÜM
İMAM MÛSA BİN CAFER (A.S)'IN OĞLU İMAM RIZA (A.S)'IN İMAMETİ VE VESAYETİ HAKKINDA AÇIK BEYANI
1- Muhammed bin İsmail bin Fazl el-Haşimi'den şöyle rivayet edilmiştir: Ebul Hasan Mûsa bin Câfer (a.s)'ın huzuruna çıktım, şiddetli bir şekilde hastaydı.
Ona; Allah'ın bize göstermesini istemediğim şey (ölüm), gerçekleşirse o zaman kime başvuralım (sizden sonra İmam kimdir)? dedim. Şöyle cevap verdi: "Oğlum Ali'ye; zira onun mektubu benim mektubumdur. O benim vasim ve benden sonraki halifemdir."
2- Ali bin Yaktîn'den şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Mûsa Kâzım (a.s)'ın huzurunda idim. Oğlu Ali de yanındaydı. İmam şöyle buyurdu: Ey Ali! Bu oğlum çocuklarımın efendisidir ve ben kendi künyemi ona verdim.
(Ali bin Yaktîn diyor ki;) Hişam (Bu sözü benden işittiğinde) eliyle alnına vurdu ve dedi: "İnna lillah", Allah'a andolsun ki, bu sözle sana kendisinin ölüm haberini vermiştir.
3- Hüseyin bin Nuaym es-Sahhafî'den şöyle rivayet edilmiştir: Ben, Hişam bin Hakem ve Ali bin Yaktîn Bağdat'taydık. Ali bin Yaktîn dedi ki; ben, salih kul Mûsa bin Câfer (a.s)'ın huzurundaydım, oğlu Rıza (a.s) onun yanına geldiğinde şöyle buyurdu: "Ey Ali! Bu benim çocuklarımın efendisidir ve ben kendi künyemi ona verdim."
O sırada Hişam eliyle alnına vurdu ve dedi: "Yazıklar olsun sana! Ne dedin?" Sonra Ali bin Yaktîn dedi ki; "Allah'a and olsun ki, o bu sözüyle sana, kendisinden sonra imametin onda (Hz. Rıza'da) olduğunu haber vermiştir."
4- Ali bin Yaktîn'den şöyle rivayet edilmiştir: Mûsa bin Câfer (a.s) -ondan bir şey sormadan- bana şöyle buyurdu: "Bu, çocuklarımın en fakihi, en alimidir." Ve eliyle Rıza (a.s)'ı göstererek; "Kendi künyemi ona verdim" buyurdular.
5- Mensur bin Yûnus Buzurc'dan şöyle rivayet edilmiştir: Bir gün Mûsa bin Câfer (a.s)'ın huzuruna gittim, bana şöyle buyurdu: "Mensur! Bugün ne yaptığımı biliyor musun?" Hayır, dedim. Buyurdu ki; "Oğlum Ali'yi vasi ve kendimden sonraki halife yaptım. Onun yanına git, bu münasebetten dolayı onu tebrik et ve ona bunu benim sana emrettiğimi söyle."
Mensur, sözünün devamında şöyle dedi: Ben onun huzuruna çıktım. Onu tebrik ettim ve bunu bana babasının emrettiğini söyledim.
(Şeyh Saduk diyor ki;) Mensur sonradan Hz. Rıza (a.s)'ın imametini inkâr etti ve (İmam Kâzım (a.s)'a ait olan) onun elindeki mallara el koydu ve sattı.
6- Dâvud bin Kesir'den şöyle rivayet edilmiştir: Ebu Abdullah'a (İmam Câfer-i Sâdık) dedim ki; Canım sana feda olsun! Eğer sana bir şey olursa kime baş vuralım? Buyurdular ki; "Oğlum Mûsa'ya."
Sonra o olay gerçekleşti. Allah'a andolsun ki ben, Mûsa bin Câfer'in imameti hakkında bir an bile şüphe etmedim. Sonra yaklaşık otuz yıl geçti. İmam Mûsa Kâzım (a.s)'ın huzuruna gittim. Ona: Canım sana feda olsun! Eğer size bir şey olursa kime müracaat edelim? dediğimde; "Oğlum Ali'ye" buyurdular. Sonra o olay da gerçekleşti. Allah'a andolsun ki, Ali Rıza (a.s) hakkında bir an olsun şüphe etmedim.
7- Dâvud-u Rakkî'den şöyle rivayet edilmiştir: İmam Mûsa Kâzım (a.s)'a dedim ki; Canım sana feda olsun! Ben yaşlanmışım, senden sonra kimin imam olacağını bana söyle. İmam Kâzım (a.s), Hz. Rıza (a.s)'ı işaret ederek; "Benden sonra sizin sahibiniz budur" buyurdular.
8- Dâvud-u Rakkî'den şöyle rivayet edilmiştir: Ebu İbrahim'e, yani İmam Mûsa Kâzım (a.s)'a şöyle dedim: Babam sana feda olsun! Ben artık yaşlanmışım, seninle bir daha buluşamayacağımdan korkuyorum. Senden sonra kimin imam olacağını bana bildir. Buyurdular ki: "Oğlum Ali'dir."
9- Yezid bin Selit-i Zeydî diyor: Ben ve yol arkadaşlarım Mekke yolunda İmam Sâdık (a.s) ile karşılaştık. İmam (a.s)'a: "Anam babam size feda! Siz ve ecdadınız tertemiz imamlarsınız, ölümden kimse kaçıp kurtulamaz, o halde bana (kendinizden sonraki imam hakkında) bir şey söyle de kendimden sonrakilere (evlat ve akrabalarıma) onu söyleyeyim" diye arzettim.
İmam cevaben bana şöyle buyurdular: "Evet, bunlar benim evlatlarımdır; O ise (oğlu Hz. İmam Rıza’ya işaretle) hepsinden üstündür. O ilim, hüküm, hikmet, anlayış ve cömertlik sahibidir; halkın dini meseleler hakkında ihtilafa düştükleri meseleleri (çok iyi) bilmektedir; onda güzel ahlak, iyi komşuluk huyu vardır; O, Allah'ın (c.c) kapılarından bir kapıdır ve onda bunların hepsinden daha üstün olan başka bir özellik de vardır."
Babam İmam (a.s)'a; "Anam babam size feda olsun! O özellik nedir? diye sordu. İmam (a.s) buyurdular ki; "Allah azze ve celle, bu ümmetin yardımcısını, feryada koşanını, alemini (nişanesini), nûrunu, anlayış, hüküm ve hikmet sahibini, en iyi mevlüdü (doğan çocuğu), en iyi genci ondan vücuda getirecektir.
Allah-u Teala onun vasıtasıyla kan dökmeyi önleyecek, insanların arasını ıslah edecek, onları barıştıracak; dağınıklığı, kargaşa ve kopukluğu düzeltecek, çıplağı örtecek, açı doyuracak, korkana güven verecek, yağmuru yağdıracak, kullar onun vesilesiyle emre boyun eğecekler;
o, gençlerin ve olgunlaşmış kişilerin en hayırlısı, en üstünüdür, ergenlik çağına ermeden aşireti, onunla (onun imameti ile) müjdelenecektir. Onun konuşması hüküm ve hikmettir, susması ise ilim ve bilinç üzeredir; halkın ihtilafa düştüğü meseleleri onlara açıklayacaktır."
Yezid bin Selit sözlerine şöyle devam ediyor: Babam ona; Anam babam sana kurban olsun! Acaba ondan sonra onun bir evladı olacak mı? diye sordu. İmam (a.s): Evet, diye buyurdu ve sonra sustu.
Yezid daha sonra şöyle diyor: Bir müddet sonra Ebul Hasan (yani, İmam Mûsa bin Câfer -a.s-) ile görüştüm. Kendilerine arzettim: Anam babam sana feda olsun! (Sonraki imam hakkında) babanızın bana haber verdiği gibi, sizin de bana haber vermenizi istiyorum.
İmam (a.s), cevaben buyurdular ki: “Babam öyle bir zamanda yaşıyordu ki, bizim zamanımız öyle değil.”
Yezid diyor: İmam'a dedim ki: Sizden bu kadarına razı olan kimseye Allah lanet etsin![15]
Yezid sözünün devamında şöyle diyor:
İmam benim bu sözüme gülüp şöyle buyurdular: “Ey Eba Umare! Bil ki, ben evimden çıktım, zahirde (görünüşte) bütün oğullarıma vasiyet ettim, onları oğlum Ali ile ortak kıldım, ama gizlide sadece Ali'ye vasiyette bulundum (onu kendime vasi yaptım).
Rüyamda Resulullah (s.a.a)'ı gördüm, Emir'ul Müminin Ali (a.s) da onunla birlikte idi; Resulullah (s.a.a)'in yanında bir yüzük, bir kılıç, bir âsa, bir kitap ve bir de sarık vardı. Kendisine: Bunlar nedir? diye sordum. Buyurdular ki: Sarık Allah'ın saltanatının, kılıç izzetinin, kitap nûrunun, âsa gücünün nişanesidir; yüzük de bütün bunları kapsıyor. Sonra Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: İmamet, oğlun Ali’ye yetişecektir.”
Yezid daha sonra sözlerini şöyle sürdürdü: İmam (a.s) bana buyurdular ki: Ey Yezid! Bu konu senin yanında emanettir, öyleyse onu akıl sahibi, sadakatli ve Allah'ın, kalbini iman üzere ısındırdığı insanlar dışında kimseye söyleme ve Allah-u Teala'nın nimetlerine karşı nankörlük etme.
Eğer senden tanıklık isterlerse tanıklık et. Çünkü Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: "Allah sizlere, emanetleri ehline ulaştırmayı emrediyor." (Nisa/58) Yine Allah-u Teala buyuruyor ki: "Kendisinde olan bir şehadeti (tanıklığı) Allah'tan gizleyenden daha zalim kimdir?" (Bakara/140)
Dedim ki; Allah'a and olsun ki, kesinlikle böyle bir işi yapmayacağım. Sonra, Ebul Hasan (İmam Kâzım) sözlerini şöyle sürdürdü: “Daha sonra Resulullah (s.a.a) onun vasıflarını bana açıkladı ve şöyle buyurdular: "Oğlun Ali öyle biridir ki, Allah'ın nûruyla bakar, Allah'ın bildirmesiyle duyar, hikmetle konuşur, doğru davranır; hata yapmaz, alimdir, cahil değildir, hüküm (hikmet) ve ilimle doludur.
Onunla birlikte olacağın süre ne kadar da azdır; o kadar azdır ki, yok gibi sayılır! Öyleyse seferden dönüşünde işlerini düzenle, kendine boş vakit ayarla; çünkü sen, onlardan ayrılıp başka şeylerle birlikte olacaksın. O halde evlatlarını topla ve Allah'ı onlara tanık kıl; (şüphesiz) Allah, tanıklık için yeterlidir."
Sonra, İmam Kâzım (a.s) şöyle buyurdular: “Ey Yezid! Ben bu yıl vefat edeceğim. Ali bin Ebu Talib ve Ali bin Hüseyin'in adaşı olan oğlum Ali’ye birincisinin (Hz. Ali'nin) anlayışı, ilmi, zaferi ve heybeti verilmiştir. O, Hârun'dan ancak dört yıl geçtikten sonra konuşabilir (bu müddetten önce konuşmaya hakkı yoktur), dört yıl geçtikten sonra, istediğin her şey hakkında ondan soru sor; Allah'ın izniyle cevabını verecektir."
10- Abbas Nehhas'il Esedî şöyle diyor: Hz. Rıza (a.s)'a; Bu zamanın imamı siz misiniz? diye sorduğumda İmam (a.s): Evet, Allah'a and olsun ki, ben bütün insan ve cinlerin imamıyım, buyurdular.
11- Süleyman bin Hafs el-Nervezî diyor: İmam Ebul Hasan Mûsa bin Câfer (a.s)'ın yanına gittim ve kendisinden sonraki İmam ve Allah'ın hücceti hakkında soru sormak istiyordum. İmam (a.s), ben hiçbir şey sormadan bana bakıp şöyle buyurdular: “Süleyman! "Ali" benim oğlum ve vasimdir. Benden sonra Allah'ın insanlara olan hüccetidir.
O, benim evlatlarımın en üstün olanıdır. Eğer benden sonra yaşayacak olursan, halifemi (yerime geçeni) tanımak isteyen Şiaların ve velayet ehli kimselerin nezdinde onun (Ali bin Mûsa'nın) imamlığına tanıklık et!"
12- Ali bin Ubeydullah el-Haşimî şöyle diyor: Şia ve dostlarımızdan yaklaşık altmış kişi Resulullah (s.a.a)'in kabri yanındaydık, İmam Kâzım (a.s), oğlu Ali'nin elinden tuttuğu bir halde bize doğru gelerek şöyle buyurdu: Benim kim olduğumu biliyor musunuz? Bizler: Siz efendimiz ve büyüğümüzsünüz, dedik.
İmam (a.s): Öyleyse benim isim ve nesebimi söyleyiniz, buyurdu. Biz İmam'ın cevabında şöyle arz ettik: Siz, Mûsa bin Câfer bin Muhammed'siniz. İmam: Benim yanımdaki kimdir? buyurdular. Bizler ise; Ali bin Mûsa bin Câfer (a.s)'dır, dedik. O zaman İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Öyleyse şahit olunuz ki o, hayatımda vekilim ve ölümümden sonra da vasimdir."
13- Abdullah bin Merhum şöyle diyor: Barra'dan Medine'ye doğru hareket ettim. Yolda Basra'ya götürülmek üzere olan İmam Kâzım (a.s) ile karşılaştım.[16] İmam (a.s), birilerini yanıma göndererek beni çağırttılar ve birkaç kitap vererek bunları Medine'ye ulaştırmamı emrettiler. "Size feda olayım, bunları kime vereyim?" diye sorduğumda şöyle buyurdular: "Oğlum Ali'ye ver. O benim vasim, işlerimin sorumlusu ve evlatlarımın en üstünüdür."
14- Abdullah bin Haris -ki annesi Câfer-i Tayyar'ın neslindendir- şöyle diyor: İmam Kâzım (a.s) bizleri toparlayarak şöyle buyurdu: Acaba sizi niçin çağırdığımı biliyor musunuz? Bizler: Hayır, dedik. İmam (a.s): “Şahit olunuz ki, bu oğlum Ali, benim vasim, işlerimin sorumlusu ve benden sonra halifemdir.
Benden talebi olan ve kendisine vade verdiğim herkes bu oğluma müracaat ederek onu ondan istesinler. Benimle görüşmek zorunda olan kimseler de ancak onun mektup ve yazısı ile benimle görüşsünler.” diye buyurdular. (Yani; bütün işlerinizde oğlum Rıza'ya müracaat ediniz, eğer zaruri olarak benimle görüşülecek bir iş olursa yine, önce oğlum Rıza (a.s)'ın yanına gidiniz onun vermiş olduğu yazılı izinle benim görüşüme geliniz.)
15- Haydar bin Eyüp şöyle diyor: Muhammed bin Yezid-i Haşimî şöyle dedi: Şimdi Şialar Ali bin Mûsa (a.s)'ı kendilerine imam olarak seçecekler. Ben: Nasıl? diye sordum. Şöyle dedi: İmam Kâzım (a.s), onu (İmam Rıza'yı) yanına çağırarak vasiyette bulundu (onu kendine vasi tayin etti).
16- Yine, Haydar bin Eyüp'ten şöyle dediği naklediliyor: Medine şehrinde "Kuba" denilen yerde toplanmıştık; Muhammed bin Zeyd bin Ali de o mahallede oturuyordu. Muhammed, yanımıza her zamanki vaktinden geç gelince ona; Allah bize sana feda olmayı nasib etsin, neden bu kadar geciktiniz? diye sorduğumuzda cevaben şöyle dedi:
İmam Kâzım (a.s) bugün, Ali ve Fatıma (s.a) evlatlarından benimle beraber on yedi kişiyi toplayarak hayatında ve ölümünden sonra oğlu Ali'nin onun vasisi ve vekili olduğuna dair sözlerini, ister yararına olsun, ister zararına, tamamıyla kabul ettiği hususunda bizleri şahit tuttu. Daha sonra Muhammed bin Zeyd şöyle dedi: Ey Haydar! Allah'a and olsun ki, bugün imamet onun için karar kılındı ve Şialar ondan (İmam Kâzım (a.s)'dan) sonra Rıza (a.s)'a uyacaklardır.
Haydar diyor ki: Bu sözü ondan duyunca şöyle dedim: Bu nasıl söz? Allah onu yaşatacaktır! Muhammed ise cevaben şöyle dedi: Ey Haydar! Ona vasiyet etmesi, imameti ona bırakması demektir.Ali bin Hakem diyor ki: Haydar, İmam Rıza (a.s)'ın imamlığında şüphe ettiği bir halde dünyadan göçtü.
17- Abdurrahman bin Haccac şöyle diyor: Ebul Hasan Mûsa bin Câfer (a.s), oğlu Ali'ye vasiyet etti (onu kendine vasi kıldı) ve onun için bir yazı yazarak Medine büyüklerinden altmış kişiyi şahit tuttular.
18- Hüseyin bin Beşir şöyle diyor: Resulullah (s.a.a), Gadir-i Hum günü Hz. Ali'yi yüksek bir yere çıkararak onu kendi vasisi kıldığı gibi, İmam Kâzım (a.s) da oğlu Ali (a.s)'ı ayağa kaldırıp şöyle buyurdular: "Ey Medine (veya ey mescit) halkı! Bilin ki bu (Ali), benden sonraki vasimdir."
19- Hasan bin Ali el-Hazzaz şöyle diyor: Ali bin Ebu Hamza ile birlikte Mekke'ye doğru hareket ettik. Ali kendisiyle birlikte mal ve eşya götürüyordu. Ona: Bunlar nedir, diye sordum. O, "Bunlar salih kulun (İmam Kâzım (a.s)'ın) mallarıdır. Bunları oğlu Ali (a.s)'a ulaştırmamı emretmiştir. Çünkü onu kendi vasisi kılmıştır" dedi.
(Kitabın yazarı Şeyh Saduk) şöyle diyor: Ali bin Ebu Hamza, İmam Kâzım (a.s)'ın vefatından sonra bu meseleyi inkâr ederek malları İmam Rıza (a.s)'a ulaştırmadı.
20- Seleme bin Muhriz şöyle diyor: İmam Sâdık (a.s)'a arz ettim: İcliyye fırkasından olan biri bana şöyle dedi: Bu yaşlı adamın (Hz. Sâdık'ın) kaç yıl daha yaşaması ümit edilir?
Bir iki yıl sonra dünyadan gidecek ve artık ümit bağlayacağınız bir kimse de kalmayacak! İmam Sâdık (a.s), bu söze karşı şöyle buyurdu: "Ona neden şöyle söylemedin: Mûsa bin Câfer henüz gençtir, ona helal olan bir cariye aldık, Allah'ın izniyle (çok geçmeden) fakih bir evlada sahip olacağını göreceksin."
21- İsmail bin Hattab şöyle rivayet ediyor: İmam Ebul Hasan (Mûsa bin Câfer), sürekli oğlu Ali (a.s)'ı methedip övüyordu. Onun fazilet ve iyiliğini zikrediyordu; ondan başka kimseyi böyle övmezdi. Sanki bu tavrıyla etraftakilerin ona (Hz. Rıza'ya) ilgi duymalarını sağlamak istiyordu.
22- Câfer bin Halef diyor ki: İmam Ebul Hasan Mûsa bin Câfer (a.s)'dan işittim, şöyle buyuruyordu: "Evlat görmedikçe ölmeyen kimseye ne mutlu! (Hz. Rıza'yı işaret ederek) Allah-u Teala da benden sonra bâki kalacak bu çocuğumu bana gösterdi."
23- Hüseyin bin Muhtar diyor: İmam Kâzım (a.s) hapisteyken bazı mektupları bize yetişti. Onlarda şöyle yazılmıştı: "İmamet makamım büyük oğluma yetişmektedir (yani; benden sonra imam olacak odur)."
24- Yine, Hüseyin bin Muhtar'dan şöyle rivayet ediliyor: İmam Kâzım (a.s) Basra'dan geçtiğinde elimize mektupları ulaştı. Mektubun kenarında şöyle yazıyordu: "Ahdim (sahip olduğum imamet makamı) büyük oğluma yetişir."
25- Ziyad bin Mervan el-Kandî şöyle diyor: İmam Kâzım (a.s)'ın huzuruna vardım; yanında oğlu Ali (a.s) da vardı. İmam Kâzım (a.s) bana şöyle buyurdu: "Ey Ziyad! Bunun (Ali'nin) yazısı benim yazımdır, sözü benim sözümdür, elçisi (gönderdiği kimse) benim elçimdir, ne söylerse söz onun sözüdür."
Bu kitabın yazarı (Şeyh Saduk) şöyle diyor: Ziyad bin Mervan el-Kandi'nin kendisi bu hadisi naklettiği halde İmam Kâzım (a.s)'ın şehadetinden sonra onu (Ali’yi) inkâr etti ve Vakifîlerden oldu. İmam Kâzım (a.s)'ın onun yanındaki mallarını sahiplenerek İmam Rıza (a.s)'a iade etmedi.
26- Nasr bin Kâbus şöyle diyor: Mûsa bin Câfer (a.s)'a arz ettim ki: Babanızdan; sizden sonra imam kimdir, diye sorduğumda bize senin imam olduğunu haber verdi. Onun vefatından sonra halk sağa sola gitti (sapıttı), fakat ben ve arkadaşlarım senin imametini kabul ettik. O halde kendinizden sonra kimin imam olacağını bana buyurun. İmam (a.s): “Oğlum Ali'dir, buyurdular. "
27- Yine, Nasr bin Kâbus'tan şöyle naklediliyor: İmam Kâzım (a.s) bana şöyle buyurdu: "Oğlum Ali çocuklarımın en büyüğüdür, hepsinden daha çok sözümü dinleyip emrime itaat edendir. Benimle beraber "Cefr" ve "Camia" kitaplarına bakıyor. Peygamber veya peygamberin vasisinden başka hiç kimse bu iki kitaba bakamaz."
28- Mufazzal bin Ömer şöyle söylüyor: Hz. İmam Kâzım (a.s)'ın huzuruna vardığımda oğlu Ali (a.s) kucağında idi. Onu öpüp dilini emiyordu. Omzuna alıp sonra bağrına basarak şöyle buyuruyorlardı: "Babam, annem sana feda olsun! Kokun ne de güzeldir, tabiatın ne de temizdir, faziletin ne kadar da aşikârdır!"
İmam (a.s)'a “Size feda olayım; bu çocuğa karşı kalbimde, sizden başka hiç kimseye duymadığım büyük bir sevgi oluştu” dedim. İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu: "Mufazzal! Onun bana olan nispeti, benim babama olan nispetim gibidir (yani; o da benim gibi imamdır). "(Allah'ın seçkin kulları), birbirinden türeyen bir nesildir. Allah işitip bilendir." (Âl-i İmran/34)
İmam (a.s)'a: O, sizden sonra imam mıdır, diye sorduğumda İmam (a.s): "Evet, kim ona itaat ederse hidayet olur ve kim ona itaatsizlik ederse kâfir olur."
29- Muhammed bin Sînan şöyle diyor: İmam Kâzım (a.s) Irak'a götürülmeden bir yıl önce huzuruna vardım; oğlu Ali de önünde idi. Bana hitaben; ey Muhammed! diye buyurdu. Ben de: Lebbeyk! (Buyurun, hizmetinize hazırım) dedim.
İmam (a.s): "Bu yıl bir olay olacaktır, ondan dolayı sabırsızlık gösterme!" diye buyurdu. Sonra başını aşağı eğip eliyle yere vurdu. Daha sonra başını kaldırarak şöyle buyurdu: "Allah zalimleri saptıracaktır, Allah dilediğini yapar." (İbrahim/27)
Arz ettim: Size feda olayım! Olay nedir? Buyurdu ki: "Kim (benden sonra) bu oğluma hakkı hususunda zulmeder ve onun imametini inkâr ederse aynen Hz. Ali bin Ebu Talib (a.s)'a hakkı hususunda zulmeden ve Hz. Muhammed (s.a.a)'den sonra onun imametini inkâr eden kimse gibi olur."
Ravi diyor ki: İmam'ın bu sözleri söylemesiyle kendi ölümünden ve oğlunun imametliğinden haber verdiğini anladım. Bundan dolayı şöyle dedim: Allah'a and olsun ki, eğer Allah-u Teala bana uzun ömür verirse onun hakkını vereceğim, imametini ikrar edeceğim. Şehadet ederim ki o, sizden sonra Allah'ın, halkın üzerine hücceti ve onları Allah'ın dinine davet edendir.
İmam (a.s), bu sözlerime karşı şöyle buyurdu: "Ey Muhammed! Allah sana uzun ömür verecektir, sen halkı onun ve ondan sonraki imamın imametine davet edeceksin."
"Canım size feda olsun! Ondan sonraki imam kimdir?" diye sorduğumda; "Onun oğlu", buyurdular. Bunun üzerine arz ettim: Razı ve teslim oldum. İmam (a.s) buyurdu ki: Evet (doğru söylüyorsun), seni Emir el-Müminin Ali (a.s)'ın kitabında böyle buldum. Sen, bizim Şialarımız arasında zifiri karanlık bir gecede parlayan şimşekten daha aşikârsın.
Sonra şöyle buyurdular: "Ey Muhammed! Mufazzal benim üns ve rahatlığım (samimi dostum) idi, sen de o iki imama (İmam Rıza ve İmam Cevad) üns ve rahatlık sebebi olacaksın. Ateşe sana dokunması, haramdır.”