CİHAD HÜKÜMLERİ

CİHAD HÜKÜMLERİ0%

CİHAD HÜKÜMLERİ Yazar:
Grup: İLMİ FIKH
Sayfalar: 0

CİHAD HÜKÜMLERİ

Yazar: KEVSER YAYINCILIK
Grup:

Sayfalar: 0
Gözlemler: 775
İndir: 275

Açıklamalar:

CİHAD HÜKÜMLERİ
  • CЭHAD HЬKЬMLERЭ

  • Humus Hьkьmleri 1

  • Humus Hьkьmleri 2

  • Taklit Hьkьmleri

  • Taharet Hьkьmleri1

  • Taharet Hьkьmleri2

  • Taharet Hьkьmleri3

  • Oruз Hьkьmleri

  • Namaz Hьkьmleri1

  • Namaz Hьkьmleri2

  • Namaz Hьkьmleri3

  • Namaz Hьkьmleri4

  • MARUFU EMRETMEK VE MЬNKERDEN SAKINDIRMAK

  • ЭHTЭYAT, ЭЗTЭHAD VE TAKLЭT

  • CЭHAD HЬKЬMLERЭ

  • Humus Hьkьmleri 1

  • Humus Hьkьmleri 2

  • Taklit Hьkьmleri

  • Taharet Hьkьmleri1

  • Taharet Hьkьmleri2

  • Taharet Hьkьmleri3

  • Oruз Hьkьmleri

  • Namaz Hьkьmleri1

  • Namaz Hьkьmleri2

  • Namaz Hьkьmleri3

  • Namaz Hьkьmleri4

  • MARUFU EMRETMEK VE MЬNKERDEN SAKINDIRMAK

  • ЭHTЭYAT, ЭЗTЭHAD VE TAKLЭT

Kitabın 'İçin de ara
  • Başlat
  • Önceki
  • 0 /
  • Sonraki
  • Son
  •  
  • Gözlemler: 775 / İndir: 275
Boyut Boyut Boyut
CİHAD HÜKÜMLERİ

CİHAD HÜKÜMLERİ

Yazar:
Türkçe
fikh CİHAD HÜKÜMLERİ




S.1062: Hz. Mehdi'nin (Allah, zuhurunu yakın eylesin) gaybeti döneminde cihad-ı ibtidaî'nin* hükmü nedir? Ve acaba bütün şartları taşıyan veliyy-i fakih, cihad-ı ibtidaî hususunda hüküm verebilir mi?
C: Bütün şartları taşıyan veliyy-i fakihin, maslahat icabederse cihad-ı ibtidaî hükmünü vermesinin câiz olduğunu söylemek uzak bir görüş değildir ve hatta güçlü olan görüş budur.
S.1063: İslam'ın tehlikeye maruz kaldığını teşhis ettikten sonra anne ve baba razı olmazsa İslam'ı savunmanın hükmü nedir?
C: İslam ve müslümanları savunmak farz olup anne-babanın iznine bağlı değildir; ancak, bununla birlikte mümkün olduğu kadar onların rızasını elde etmeye çalışmak iyidir.
S.1064: İslam beldelerinde yaşayan ehl-i kitaba* zımmî hükmü uygulanır mı?
C: Himayesinde yaşadıkları İslam hükümetinin kanun ve kurallarına teslim oldukları müddetçe kendilerine verilen amanla çelişen bir iş yapmazlarsa kendileriyle antlaşılan kimselerin hükmündedirler.
S.1065: Bir müslümanın, kafirlerin veya müslümanların beldelerinde yaşayan ehl-i kitaptan veya ehl-i kitaptan olmayan kafir bir erkek veya kadını istimlak etmesi câiz midir?
C: Câiz değildir; ancak, kafirlerin İslam beldelerine saldırdığı takdirde yakalanan savaş esirlerinin durumu veliyy-i fakihin görüşüne bağlıdır ve müslümanların böyle bir hakkı yoktur.
S.1066: Muhammedî ?z İslam'ı* korumak, canı muhterem olan bir kişinin kanının dökülmesine bağlı olursa bu işi yapmak bize câiz midir?
C: Canı muhterem olan bir kimsenin kanını haksız yere dökmek şer'an haram olup Muhammedî öz İslam'la çelişmektedir. Bu yüzden, Muhammedî ?z İslam'ı korumanın suçsuz bir kişiyi öldürmeye bağlı olduğu anlamsızdır. Ancak, maksadınız mükellef olan bir kişinin Allah Azze ve Celle'nin yolunda cihad etmede ve Muhammedî öz İslam'ı savunmada öldürülmeye maruz kaldığı durumlarsa bunun çeşitli yerleri vardır; mükellef kendi teşhisine göre İslam'ın tehlikede olduğu bilincine varırsa öldürülmeye maruz kalacağından korksa bile İslam'ı savunması farzdır.
TERCÜME HAKKINDA

1
fikh Humus Hükümleri

BAGIS, HEDİYE, PARASAL ÖDÜLLER, MİHİR VE MİRAS
S.860: Bağışta ve bayram hediyesinde humus* var mıdır?
C: Bağış ve hediyede humus yoktur. Fakat, yıllık ihtiyacından fazlasının humusunu vermesi ihtiyaten müstehaptır.
S.861: Bankaların ve Karzulhasene kurumlarının (faizsiz borç verme alanında çalışan mali kurumların) kendi müşteri ve üyelerine verdiği ödüllerde humus var mıdır? Yakın akraba ve tanıdıklar tarafından verilen parasal hediyelerde de humus var mıdır?
C: ?ok değerli olmayan ödül ve hediyelerde humus farz değil. Çok değerli olan hediye ve ödüllerde ise, humusun farz olması uzak bir ihtimal değildir.
S.862: Şehit Kurumunun şehid ailelerine verdiği paranın yıllık ihtiyaçlarından fazla kalan miktarında humus var mıdır?
C: Şehit kurumunun şehid ailelerine verdiği hediyelerde humus yoktur.
S.863: Baba, kardeş ve akrabanın verdiği harçlık hediye sayılır mı? Harçlık veren şahıs malının humusunu vermeyen birisi ise harçlığı alan şahsın aldığı miktarın humusunu vermesi gerekir mi?
C: Bağış ve hediyenin gerçekleşmesi onları veren şahsın kastına bağlıdır. Eğer kendilerine verilen harçlıkda humusun lazım gelip, gelmediği hususunda kesin bilgileri yoksa onun humusunu vermeleri farz değildir.
S.864: Kızıma çeyiz olarak verdiğim dâireye humus lazım gelir mi?
C: Kızınıza bağışta bulunduğunuz dâirede -bu bağış sizin maddi durumunuza g?re ?rfen normal karşılanırsa- humus yoktur.
S.865: İnsanın, kendi malını üzerinden bir yıl geçmeden hanımına hediye etmesi, -hanımının o malı ev alımı veya başka ihtiyaçlarında kullanmak için biriktireceğini bildiği takdirde- câiz midir?
C: Bu işi yapması câizdir. Hanımına bağışta bulunduğu mal, örfen onun maddi durumuna uygun miktarda olur ve humus vermekten kaçmak kastıyla da olmazsa onda humus yoktur.
S.866: Eşler, mallarına humus lazım gelmemesi için, humus yılı tamamlanmadan yıllık kazançlarını birbirlerine hediye ediyorlar. Bu konuda hüküm nedir?
C: Humustan kaçmak için bu şekilde bağış yapmakla üzerlerine farz olan humus kalkmaz. Ama gerçekten hediye etme niyetleri olursa, bu durumda ?rfen onların durumlarına uygun sayılan miktarı hariç, bu şekilde bağış yapmakla (hediye vermekle) üzerlerine farz olan humus kalkmaz.
S.867: Müstehap hac masrafları için bir meblağ şirkete yatıran bir şahıs Beytullah'ı ziyarete muvaffak olmadan vefat ediyor. Bu paranın hükmü nedir? Bu durumda ölen şahsın yerine naib tutularak müstehap haccın yerine getirilmesi ve bu paranın humusunun verilmesi farz mıdır?
C: Para karşılığında şirketten aldığı belge (kazandığı hak) şu anki değeri ile onun mirasından sayılır. Eğer ölen şahsın boynunda hac mükellefiyeti yoksa bu parayı hacca naib* g?ndermekte kullanmak farz değildir. Şahsın hac seferi için humusu çıkarılmamış ticaret kazancından verdiği para, şirket ile şahıs arasındaki anlaşma gereği bu yolculuğun karşılığı veya ücreti olarak ödenmişse onda humus yoktur. Çünkü bu takdirde, o para ölen şahısın yıllık giderinden sayılır.
S.868: Babadan oğluna bağış veya miras yolu ile bir bağ kalıyor. Bağ hediye ya da miras olarak oğula devredildiğinde yüksek bir değere sahip değildi, şimdi değeri yükselmiştir; acaba, fiyat artışı sonucu meydana gelen bu değer artışında humus var mıdır?
C: Değerleri sonradan yükselse bile hediye ve mirasda humus yoktur.
S.869: Sigorta şirketinin bana borcu var; tedavi masrafı olan bu parayı anlaşmaya göre bana ödeme yapması gerekiyor. Acaba, bu parada humus var mıdır?
C: Sigortanın kefalet olarak ödediği malda humus yoktur.
S.870: İleride gereken evlilik eşyaları almak için kendi maaşımdan biriktirdiğim nakit paraya humus lazım gelir mi?
C: Maaşınızdan biriktirdiğiniz nakit paranın, evlenmek için gerekli olan eşyaları almak için olsa bile humus yılının başında humusunu vermeniz farzdır.
S.871: İmam Humeyni'nin Tahrir-ul Vesile kitabında "kadının mihrinde humus yoktur" denilmekte. Fakat, bu hüküm peşin verilen mihirde mi, süreli olan mihirde mi olduğu açıklanmamıştır. Bu konuyu açıklar mısınız?
C: Ne peşin mihir'de (mihr-i muaccelde) ve ne de süreli mihirde (mihr-i müeccelde) humus yoktur. Bunun para veya mal olması da farketmez.
S.872: Devlet, bayram ?ncesi memurlara bayramlık olarak az bir karşılıkla ev eşyası veya gıda maddeleri veriyor. Bunlardan bir kısmı yılbaşına kadar elimizde kalıyor. "Memurlara verilen karşılıksız bayramlıkta (hediye olduğu için) humus yoktur". Fakat bize verilen bu mallar tam anlamıyla hediye sayılmaz; çünkü, bunların karşılığında bir miktar para veriyoruz. Acaba o mallar için verdiğimiz para miktarına mı, yoksa onun tam değerine mi humus lazım gelir?
C: S?z konusu takdirde elinizde kalan malın bizzat kendisini veya şimdiki değerini ölçü alıp humusunu vermeniz farzdır.
S.873: Humus borcunu deftere kaydeden bir şahıs humusunu ?demek üzereyken vefat ediyor. Bir kız çocuğu dışında ailesinin bütün fertleri bu humusu vermek istemiyorlar. Aynı zamanda bu mirastan ölü ve kendileri için harcama yapıyorlar. Bunu dikkate alarak şu hususları cevaplandırmanızı rica ederiz. 1- Ölünün menkul veya gayrimenkul mallarını damadının ya da varislerinden birinin kullanmasının hükmü nedir? 2- Merhumun evinde damad ve varislerinin yemek yemelerinin hükmü nedir? 3- Bu şahısların ölünün malında geçmişte yapmış oldukları tasarruflarının hükmü nedir?
C: Eğer ölü, malından bir miktarının humus olarak verilmesini vasiyet etmişse ya da varisleri ölüden kalan mirasda bir miktar humus borcu olduğunu biliyorlarsa o malda tasarruf edemezler. Vasiyetini yerine getirmedikçe ya da humus borcu mirastan çıkarılmadıkça o malda tasarruf etmeleri gasp hükmündedir. Geçmişte yapmış oldukları harcamalar için de zamindirler.

BORÇ, MAAS, SİGORTA, EMEKLİLİK VE KEFALET
S.874: Humusu verilmesi gereken bir miktar kazancım var. Ama öte yandan özel araba aldığım için bir miktar borçlanmış bulunmaktayım. Acaba, yıllık kazancımdan borçlu olduğum miktarı düşebilir miyim?
C: Araba için alınan borç yıllık kazançtan düşülmez.
S.875: Memurların peşin olarak veya taksitle ödenmesi gereken borçları olduğu halde, yıllık giderlerinden fazla ellerinde kalan malda humus var mıdır?
C: Yıl içinde alınan borç, yıllık giderini karşılamak veya o yılki bazı ihtiyaç duyulan eşyaları satın almak için ise ellerinde kalan kazançtan çıkarılabilir; aksi takdirde, kalan malın humusunu vermeleri farzdır.
S.876: Temettü haccı için alınan borcun humusunun verilmiş olması gerekir mi?
C: Borç olarak alınan malda humus yoktur.
S.877: Beş yıldır bir konut kooperatifine ev yeri temin etmek ümidiyle para ödemekteyim; ancak, şu ana kadar arsayı bana teslim etmediler. Ben de ödediğim bu paraları geri almaya karar verdim. Bir kısmı borç olarak, bir kısmı evin halısını satarak ve diğer bir kısmı da eşimin öğretmenlik maaşından artırılarak elde edilmiş olan bu parayla ilgili olarak aşağıda ki iki soruya cevap vermenizi rica ediyorum: 1- Eğer, o parayı geriye alabilir de sadece ev ya da arsa alımında kullanırsam ona humus lazım gelir mi? 2- Ne kadar humus vermeliyim?
C: Hediyede, borç olarak alınan malda ve yıllık gideri karşılamak için alınan malın humus yılı geçtikten sorna satımıyla elde edilen parada humus yoktur.
S.878: Bir kaç yıl önce bankadan kredi aldım ve onu bir yıllığına kendi hesabıma yatırdım. Ancak, o parayı hiç çalıştırmadım ve onun taksitlerini düzenli olarak ödüyordum. Aldığım bu borca humus lazım gelir mi?
C: Sorudaki takdirde taksitleri ?denen miktarda humus verilmelidir.
S.879: Humus yılı hesabıma, Haziran ayının maaşını aldıktan sonra başladım. Evde olan nakit ve yiyecekleri hesapladım. üzerimde "810" Tümen humus olduğu ortaya çıktı. Ev yaptırdığım için de borçluyum. On iki yıl da borçlu kalacağım; humus konusunda görevim nedir?
C: Ev yapımı ve benzeri işler için alınan borçların yıllık taksitlerini yıl içinde yıllık kazançtan verilmesi câizdir. Ancak yıl içinde verilmezse o yılın kazancından çıkarılamaz. Kazançlardan kalan miktarda (yıl sonunda) humus farzdır.
S.880: Başka bir geliri olmayan kimsenin babasının malıyla veya üniversitenin vermiş olduğu kredilerle aldığı kitaplarda humus var mıdır? Kitap alımı için kullanılan bu paranın humusunu babası vermemiş ise, humusunu vermesi gerekli midir?
C: Borç ve babanın verdiği para ile alınan kitaplarda humus yoktur. Ancak, o malın humusunun verilmediğini kesin olarak biliyorsa, o zaman onun humusunu vermesi farzdır.
S.881: Bir miktar borç para alan kimse, senesi dolmadan ?nce onu ?demezse bu paranın humusunu borç veren mi vermelidir, borç alan mı?
C: Borç aldığı malda borçlunun üzerine humus lazım gelmez. Ama, borç veren kimse kazancının humusunu çıkarmadan borç vermişse yıl sonuna kadar alacaklı olduğu parayı alabilirse humus yılı girdiğinde o paranın humusunu vermesi farzdır. Ama, yıl sonuna kadar alacaklı olduğu parayı borçludan alamazsa o zaman parayı alacağı zamana kadar onun humusunu vermesi farz değildir; parasını alıncaya kadar bekler, aldığında humusunu vermesi farz olur.
S.882: Emekli olanların aldıkları parada humus var mıdır?
C: Alınan bu para, eğer onun çalıştığı dönemde maaşından kesilerek emekli olduğunda ona ödeniyorsa aldığı yılın, yıllık giderlerinden fazla kalanının humusunu vermesi farzdır.
S.883: İslam Cumhuriyeti Devleti tarafından esirlerin baba ve annelerine maaş ödeniyordu. Bu paralar bankada biriktirilmiştir. Kendileri burda olsalardı bu parayı kullanabilirlerdi. Acaba bu durumda bu paralara humus lazım gelir mi?
C: Siz konusu malda humus yoktur.
S.884: Bir miktar borcum var. Elimde bulunan yıllık kazancımdan ?deyebilme imkanım olmasına rağmen alacaklı istemediğinden dolayı ödemedim. Acaba, bu borcu yıllık kazancımdan düşebilir miyim?
C: Yıllık geçimi temin etmek için alınan para borcu veya veresiye malın borcu o yılın kazancından düşülür ve bu borca tekabül eden miktarda humus yoktur. Ama, bu borç yıllık ihtiyaçların giderilmesi için olmaz veya geçmiş yılların borcu olursa onu kazancından ödemesi câiz olmasına rağmen yıl sonuna kadar ödemediği takdirde o yılın kazancından düşemez.
S.885: Bir kaç yıl zarfında ödemesi gereken bir borcu olan kimsenin banka hesabında parası olursa humus yılı girdiğinde humus vermesi farz mıdır?
C: Yıllık ihtiyacı karşılamak için alınmayan borç ister vadesi dolmuş olsun, ister dolmasın yılın kazancından çıkarılamaz. Ama; aynı yılın giderini karşılamak için alınan borç, yılın kazancından çıkarılabilir. Bunda humus yoktur.
S.886: Yapılan sözleşmeler gereği, insanın ya da malın gördüğü hasar karşılığında sigorta şirketinin verdiği malda humus var mıdır?
C: Sigorta şirketlerinin hasar karşılığı olarak sigortalıya ödediği malda humus yoktur.
S.887: Geçen yıl bir mitkar borç alarak bir arsa satın aldım; gayem değeri yükselince bu arsayı ve şimdiki evimi satarak yeni bir ev satın almak ve bu yolla ev sorunumu çözmekti. Şimdi humus yılımın başı olduğuna dikkat ederek geçen yılın kazancından ve humus lazım gelen diğer mallarımdan o borcu düşebilir miyim?
C: Gelecekte satmak amacıyla arsa satın almak için alınan borcu, borç aldığınız yılın kazancından düşemezsiniz. Borç aldığınız yılın giderlerinden elinizde fazla kalanının humusunu vermeniz farzdır.
S.888: Bankadan aldığım kredinin geri ödeme tarihi humus yılımdan sonradır. Ancak, bu yıl o hesabı kapatmazsam gelecek yıl ödeme imkanımın olmamasından korkuyorum. Bu durumda, humus yılım girdiğinde humus konusunda ne yapmalıyım?
C: Borç, sermaye artırmak için alınmamışsa ve aynı yılın kazancı, yıl çıkmadan önce borcun ödenmesinde kullanılırsa humus yoktur. Fakat borç, sermayeyi artırmak amacıyla alınmış ise veya kazancınızı biriktirerek o sene geçtikten sonra borcunuzu ödemek istiyorsanız o zaman kazancınızın humusunu vermeniz farzdır.

EV, ARABA VE ARSA SATIŞI
S.889: Humusu verilmeyen mal ile yapılan eve humus lazım gelir mi? Eğer humus lazım gelirse, şu anki mi, yoksa inşa edildiği dönemdeki değeri üzerinden mi verilmelidir?
C: Eğer söz konusu ev kendisinin oturması için olursa ve evin inşaat malzemelerini ve işçi ücretlerini bizzat humusu verilmeyen para ile karşılamışsa o evin bugünkü adilane fiyatı üzerinden humusunu vermelidir. Ama evi borç ve veresiye mal ile yaptırır, sonra humusu verilmeyen malla borcunu öderse, sadece ödediği borç miktarındaki paraya humus vermelidir.
S.890: Başka bir ev satın almak için evimi sattım; daha sonra ona humus lazım geldiğini öğrendim. Humusunu verdiğim takdirde diğer bir ev almağa gücüm yetmiyor. Evi satmadan öncede evin d?şemesi için paraya ihtiyacım vardı. Bu durumda yapmam gereken nedir?
C: Satılan dâireden elde edilen para aynı yıl içinde ihtiyaç olan ev alımı veya diğer ihtiyaçları karşılamak için kullanılırsa onda humus yoktur.
S.891: Bir süre ?nce içinde oturduğum dâireyi sattım. Bu da tam humus yılımın başına rastladı. Kendimi şer'î hakları yerine getirmekle görevli biliyorum. Yaşadığım şu günlerde bir zorlukla karşılaştım, bu konuda yapmam gereken nedir?
C: Satılan evi humusu olmayan mal ile almışsanız onun satışından elde edilen parada humus yoktur. Yine, elde edilen parayı satış yılının giderlerini karşılamak için, mesela; ihtiyacınız olan ev veya diğer şeyleri satın almak için harcarsanız humusunu vermeniz farz değildir.
S.892: Şehirlerden birinde inşaat halinde olan bir evim var. Ben de şu anda devlet lojmanlarında kaldığım için o eve ihtiyacım yok; onu satarak geliri ile kendime özel bir otomobil almak istiyorum, acaba evin satış bedelinde humus var mıdır?
C: S?z konusu evi aynı yılın kazancıyla, o yılın ihtiyacı olarak oturmak için almış veya inşa etmişseniz, onun satış bedeline humus lazım gelmez.
S.893: Evime bir kaç demir kapı satın aldım; beğenmediğim için iki yıl sonra sattım. Bu satıştan elde edilen parayı, (bu kapıların yerine) aynı fiyata aluminyumdan kapı yapmaları için aluminyum şirketine yatırdım. Acaba bu parada humus var mıdır?
C: Sorudaki takdirde kapıların satışından elde edilen para aynı yıl ev kapılarının alımında kullanılmışsa onda humus yoktur.
S.894: Bir şirkete, ileride bana ev yeri vermeleri için, bir kısmını borç temin ederek 100 bin tümen verdim. Şu anda o paranın üzerinden bir yıl geçmektedir; şimdiye kadar borcumun bir miktarını da ödemiş bulunmaktayım; bu paraya humus lazım gelir mi ve (eğer gelirse) ne kadar gelir?
C: Eğer ihtiyaç olan ev için alınan yer, önceden bir miktar ?deme yapılmaya bağlı ise ona verdiğiniz parada -kazancınızdan olsa bile- humus yoktur.
S.895: Evini satıp ondan aldığı parayı kâr ortaklığı için bankaya yatırırsa humus yılı girdiğinde hükmü nasıl olur? Ev alıncaya kadar bu parayı elinde bekletirse hükmü nedir?
C: S?z konusu evi yıllık kazancından, oturmak için yıllık ihtiyacından sayılsın diye kazanç yılında almış veya inşa etmiş olur ve evde bir süre oturmuşsa, sonra onu satarsa, satış bedelinde humus yoktur.
S.896 a: Ev için depozit olarak verilen parada humus var mıdır? b: Ev veya araç almak için tedricen biriktirilen paraya humus lazım gelir mi?
C: Geçimde gerekli olan eşyaları satın almak için biriktirilen mal kazançtan olursa, humus yılı geldikten sonra ona humus lazım gelir. Kazancından ev sahibine verdiği borca, borçludan parayı almadığı sürece humus lazım gelmez.
S.897: Kazanç yılı esnasında yılın kazancıyla otomobil satın alan bir şahıs bir kaç yıl sonra humus yılı içerisinde bu otomobili satıyor. Bu satıştan elde edilen paranın bir kısmıyla daha önceleri almış olduğu arabanın borcunu ödüyor ve bir kısmını da önceki yıllara ait vergi borçlarının aylık taksitlerini ödeyebilmek için bankaya yatırıyor ve bunlardan artan parayı ise banka da olan kâr ortaklığı hesabına yatırıyor. Bu durumda: 1- Otonun satışından alınan paranın tümüne humus lazım gelir mi? 2- Arabasının borcunu bu paradan düşebilir mi? 3- Bu para ile arabanın borcunu, vergi borçlarının tamamını veya en azından bir yılın taksitlerini ödeyebilir mi?
C: Arabanın satış bedelini, borç ve buna benzer ihtiyaçları için satışının gerçekleştiği humus senesinde sarf etmişse onda humus yoktur. Ama, kâr-zarar ortaklığı ve gelecekteki vergi borçlarını ödeyebilmek için bankaya yatırmış olduğu paranın humusunu humus yılı girdiğinde, ihtiyaten farz olarak vermelidir.
S.898: Bir kaç yıl önce humusu verilmemiş para ile bir araba satın aldım. Şu an onu aldığım fiyatın bir kaç katına satabilirim. Şimdi onu satarak oturmam için bir ev almak istiyorum. Arabamı sattığımda ondan alacağım paranın tümüne mi, yoksa sadece satın aldığımda ödediğim paraya mı humus lazım gelir? Şöyle ki, alım - satımdaki fiyat farkı arabanın satış yılının kazancından hesaplanarak, onun üzerinden bir yıl geçtikten sonra, ihtiyaçlarda kullanılmadığı takdirde ona humus lazım gelir mi?
C: Eğer arabaya ihtiyacınız olur ve onu kazanç yılında yıllık kazancınızdan alır ve sonra satarak bedeliyle humus yılında ev satın almak gibi bir ihtiyacınızı karşılamak için sarfederseniz arabanın bedelinde humus yoktur. B?yle değilse, ihtiyaten farz olarak humus yılının sonunda onun satışından elde edilen paranın humusunu vermek üzerinize farzdır. Eğer arabanızı ticari amaçla çalıştırmak için veresiye veya borç para ile almış iseniz ve sonra onun borçlarını kazancınızla öderseniz, sadece onun borçlarına ödemiş olduğunuz miktarının humusunu vermelisiniz. B?yle değil de, onu kazancınız ile satın almış iseniz, satış günündeki bedelinin tamamının humusunu vermeniz farzdır.
S.899: Sade bir evim vardı. Bazı sebeplerden dolayı başka bir ev almaya karar verdim. Ev alımında eksik kalan parayı tamamlamak ve borçlarımı ödeyebilmek için ticarî amaçla çalıştırdığım arabayı satmak zorunda kaldım. Bankadan ve şehrimizin “Karzulhasene” kurumundan da kredi aldım. Elbette, arabanın satışı humus yılım girmeden önce gerçekleşti; ondan elde edilen para ile borçlarımın bir kısmını kapattım. Acaba bu satıştan elde edilen parada humus var mıdır?
C: Sorudaki takdirde arabanın satış bedelinde humus yoktur.
S.900: İnsanın yıllık kazancı ile kendisinin veya ailesinin ihtiyacını karşılamak amacıyla satın aldığı ev, otomobil ve ihtiyaç olan diğer eşyaları, zaruret ya da daha iyilerini almak amacıyla satacak olursa humus yönünden bunların durumu ne olur?

C: Satılan şeyin bedelini aynı humus yılında ihtiyaç olan şeyde sarfetmiş ise ona humus lazım gelmez. Böyle değil ise yeni humus yılı girdiğinde humusunu ihtiyaten farz olarak vermelidir. Ancak, humusunu verdiğinde geriye kalan miktar gelecek yılın ihtiyacını karşılamazsa üzerine humus farz olmaz.
S.901: Mü'min bir şahıs, özel arabasını yada evini satıp, onlardan alacağı paranın üstünü tamamlayarak daha iyisini almak istiyor. Buradaki humusun hükmü nedir?
C: İhtiyacı olan şeyi satar ve onun satış bedelini aynı humus yılının ihtiyacında kullanırsa onda humus yoktur. Ama, o parayı, yıl sonuna kadar harcamazsa onun humusunu ihtiyaten farz olarak vermelidir. Ancak, elindeki malın humusunu verdiğinde geri kalanı gelecek yılın ihtiyacını karşılamazsa o zaman humusunu vermek üzerine farz değildir.
S.902: Humusu verilmiş maldan ticaret kastı olmaksızın sadece yararlanmak amacıyla ev, araba veya diğer ihtiyaçlarını alır, sonra bir sebepten dolayı satarsa o malların fiyatının yükselmesi yüzünden humus lazım gelir mi?
C: Sorudaki takdirde kıymet yükselmesinden meydana gelen kârda humus yoktur.

DEFİNE, GANİMET VE HARAMLA KARIŞMIŞ HELAL MAL
S.903: Kişilerin kendi sahip oldukları arazilerinde buldukları definenin hükmü nedir?
C: Bulunan şey, ondan önceki arazi sahibine ait olması ihtimali yoksa bulana aittir; elbette eğer yirmi dinar altın veya ikiyüz dirhem gümüş ya da bunlardan birinin değerinde başka bir şey olursa humusunu vermesi üzerine farz olur. Bu hüküm, bulan şahsın bulduğu şeye sahip olmasına bir engel olmadığı takdirdedir; ama, hükümet veya gayrisi ona engel olursa ve bulduğu şeyi zorla ondan alırsa, bulduğu şeyden nisap miktarı kadar ona kaldığı takdirde, sadece kalan miktarın humusunu vermesi üzerine farzdır. Ama ona bir şey kalmazsa zorla alınan şeyin humusunu vermekle yükümlü değildir.
S.904: Bir şahsın emlakında yaklaşık yüz yıl önce yere gömülen bir miktar gümüş para bulunursa, bu define o emlakın sahibi veya alıcısı vb. gibi kanuni varisine mi aittir?
C: Bu da ?nceden açıklanan define hükmündedir.
S.905: Madenlerin humusu hususunda şüphemiz var. Şöyle ki, büyük fakihler tarafından da açıklandığı üzere, çıkarılan madenlerin humusunu vermek farzdır. Devlet tarafından işletilen madenlerde devletin, madenleri müslümanlara harcaması humusun farz oluşunu kaldırmaz. Çünkü; bu madenler bizzat ya hükümete ait bir maldır; ki bu durumda, o madenleri işletmeye kalkışan ve sonra ordan elde edilen gelirleri başkalarına hediye veya tasadduk eden şahıs gibidir. Bu ise humus delillerinin alanına giriyor. Çünkü bu delilleri sınırlandırmaya dâir delil yoktur. Veya hükümet, milletin vekili olarak madenleri işletiyor. Bu durumda diğer vekaletlerde olduğu gibi vekil edene humus farzdır. Ya da hükümet halkın velisi olarak madenleri işletiyor. Herhalukârda madenleri humusla ilgili delillerin genel ifadesinin kapsamından çıkarmaya bir delil yoktur. Öte yandan madenler kazanç gibi de olmadıkları için yıllık gider ondan çıkarılmaz. Bu husustaki görüşünüz nedir?
C: Madenlerde, humusun farz olma şartlarından biri, onu bir kişi veya birkaç ortağın işletmesi ve ortaklardan her birinin özel malı olan payı, nisap miktarına ulaşmasıdır; bu şartlarda humus farz olur. Fakat; hükümetin işlettiği madenler, şahıs veya şahısların özel mülkü olmadığı için onlarda humusun farz olma şartı yoktur. Bu durumda, hükümetin üzerine humusun farz olması söz konusu değildir. Buna binaen, bu madenlerde humusun farz olmayışı bir istisna değildir. Evet, ?zel madenleri işleten şahıs ve ortakların her birinin payı, işletme ve tasfiye masrafları çıkarıldıktan sonra nisaba ulaşırsa humus farz olur; nisab miktarı, altında yirmi dinar, gümüşte ikiyüz dirhem veya bunlardan birinin değerindeki bir şeydir.
S.906: Bir insanın malına haram mal karışsa, bu malın hükmü nedir? Ve nasıl temizlenir? Eğer malına haram karışıp karışmadığını bilmezse ne yapmalıdır?
C: Malında haram malın olduğunu bilirse fakat, onun miktarını kesin olarak bilemezse ve sahibini de tanımazsa onu temizlemenin yolu humusunu vermektir. Ama, malına haramın karışıp, karışmadığında şüphe ederse bir şey vermesi farz olmaz.
S.907: Hicri-kameri yılı girmeden önce birisine bir miktar borç verdim. Borç alan şahıs onu çalıştırmak istiyor; kârında ise ortak olacağız. Şimdi o mal benim elimde değil ve humusunu da vermemişim bu hususta görüşünüz nedir?
C: Şimdilik borç verdiğiniz malın humusunu vermeniz farz değil. Fakat, onu teslim aldığınız vakit farz olur. Ama, borç verdiğiniz malın çalıştırılmasından elde edilen kazançta sizin hakkınız yoktur. Eğer ondan bir şey talep ederseniz bu faiz olur ve haramdır. Onu, kâr ve zarar ortaklığı kasdıyle vermişseniz anlaşmaya göre kazancına ortak olursunuz ve sermayenin humusunu vermeniz farz olur.
S.908: Ben bankada memur olarak çalışıyorum. Bankada, yaptığım iş gereği beşyüzbin tümen uzun vaadeli kâr ve zarar ortaklığı hesabıma yatırmam gerekti; bu para dört yıldan bu yana aynı hesaptadır. Her ayda kâr ortaklığı payımı alıyorum. Bu parada humus var mıdır?
C: Bu parayı çekmek ve teslim almak imkanı olmadığı sürece, onun humusunu vermeniz farz değildir.
S.909: Bankadan bir belge almadan, kişinin kendi hesabına teminat olarak yatırdığı paraya humus lazım gelir mi?
C: Bankaya yatırılan para, kazancından olursa ve humus senesinin girişinde o meblağı bankadan çekme imkanı varsa sene başında paranın humusunu vermesi farzdır.
S.910: Kiracının, mülk sahibine teminat adıyla borç olarak verdiği paranın humusu kiracıya mı farzdır, mülk sahibine mi?
C: Eğer verilen para kiracının kazancından olursa, söz konusu para kiracıya iade olduktan sonra onda humus farz olur. Mülk sahibi bu parayı borç olarak almışsa üzerine humus farz olmaz.
S.911: Eğer, hükümet, memurların maaşını bir kaç sene geciktirerek verirse, memurlar bu parayı aldıklarında o senenin kazancından hesap ederek humus senesinin başında humusunu vermeleri mi gerekir? Yoksa bu paranın humusu yok mudur?
C: Teslim alınan bu para o senenin kazancından sayılır. O senenin ihtiyacından fazla kalan miktarında humus farzdır.

YILLIK GİDER (İHTİYAÇ)
S.912: Belirli zamanlarda yararlandığı özel bir kütüphanesi olan bir kimse bir kaç sene bu kütüphaneden yararlanmazsa, gelecekte yararlanma ihtimali olduğunu göz önünde bulundurarak istifade edilmeyen müddet süresinde kitaplara humus lazım gelir mi? Bu kütüphanenin şahsa, babasından intikal etmiş olması veya kendisinin satın almış olması humus açısından fark eder mi?
C: Kütüphane, ?rfen toplumsal durumuna uygun ?lçüde olur ve ileride ondan istifade etmeğe ihtiyacı olursa bir süre istifade etmese dahi, onlarda humus yoktur.
S.913: Kişinin, hanımı için aldığı altına humus lazım gelir mi?
C: Onun toplumsal durumuna uygun miktarda olursa humus lazım gelmez.
S.914: Devletler arası kitap fuarında, kitap almak için önceden para yatırılıyor; ama, kitaplar bir süre sonra teslim alınıyor. Bu süre zarfında o paraya humus lazım gelir mi?
C: Sipariş verilen kitaplar, örfen o şahsın toplumsal durumuna uygun olur, bunlara ihtiyaç duyar ve temini de ?nceden satış bedelini vermeye bağlı olursa onda humus yoktur.
S.915: Kalabalık bir ailesi olan kimse, ihtiyacı gereği durumuna uygun olarak ikinci bir arsası olursa, humus senesinin içinde o arsada bina yapmaya durumu müsait de olmazsa veya binası bir senede bitmezse, acaba onda humus var mıdır?
C: İhtiyaç duyduğu bir veya birden fazla evinin olması veya ihtiyaç duyduğu evi yaptırmak için bir veya birden fazla arsasının olması humusun ona farz olmayışı hükmünü değiştirmez. Ölçü, onun toplumsal durumu gereği bunlara ihtiyaç duyması ve malî durumunun bunu tedrici olarak yapmasını gerektirmesidir.
S.916: Evde bulunan mutfak takımlarından sadece bir kısmının kullanılması bunlara humus lazım gelmemesi için yeterli midir?
C: Evin eşyalarında humusun olmamasında ölçü, sene boyunca onları kullanmasa dahi toplumsal durumu gereği onlara ihtiyaç duyduğunun söylenilmesidir.
S.917: Evdeki mutfak eşyalarını ve halıyı bir yıl boyunca kullanmazsa, ama bu eşyaları bulundurmaya misafirleri için ihtiyaç duyarsa bu eşyalarda humus farz olur mu?
C: Bu eşyalarda humus farz değildir.
S.918: Eğer bir bölgede, genelde kız tarafının verdiği çeyiz eşyalarını hazırlamak damat ailesinin görevi sayılırsa ve bu eşyalar damat ailesi tarafından tedricen alınıp hazırlanıyorsa ve böylece üzerinden bir yıl geçiyorsa bu eşyaların humus yönünden hükmü nedir? Bu hususta İmam Humeyni'nin, “kız ailesinin hazırladığı çeyiz” konusundaki fetvasını da hatırlatmak istiyoruz.
C: Gelecekte kullanmak için ev eşyalarını temin etmek halk nezdinde ihtiyaçtan sayılır ve bunları temin etmek için tedrici olarak almaktan başka bir yol olmazsa onda humus yoktur.
S.919: Acaba; bir takım kitabın sadece bir cildinden yararlanmak, o kitapların hepsinden humusu kaldırır mı? Yoksa, hepsinden humusun kalkması için her ciltten örneğin, bir sayfa okunması mı gerekir?
C: Eğer, kitap takımının tümüne ihtiyaç duyması söz konusu olursa veya gerekli olan cildi elde edebilmesi hepsini almaya bağlı olursa onda humus yoktur. Aksi takdirde; şimdilik onun ihtiyacının dışında olan ciltlerin humusunu vermesi farzdır, her ciltten yalnız bir sayfa okumak da humusu kaldırmaz.
S.920: Sene içinde kazançtan alınan ve daha sonra sigorta kurumu tarafından bedeli ödenen ilaçlar -eğer humus senesinin başına kadar bozulmadan kalırsa- bunlara humus farz olur mu?
C: İhtiyaç olduğunda kullanmak için alınan ve ihtiyaç duyulması mümkün olan ilaçlar için aynı durum bâki ise onlarda humus yoktur.
S.921: Oturacak bir evi olmayan ve ev satın almak için gelirinden bir kısmını biriktiren kimsenin biriktirdiği o meblağa humus lazım gelir mi?
C: Senenin kazancından ilerde ihtiyaç duyacağı bir şeyi temin etmek için bile olsa biriktirdiği şeyin üzerinden humus yılı geçerse, onun humusunu vermek farz olur.
S.922: Eşim, malzemelerinin bir kısmı borç parayla temin edilen bir halı dokumaktadır. Şimdi halının bir kısmı dokunmuştur. Bu arada humus senesi de geçmektedir. Acaba, halının dokunması bitirilip satıldıktan sonra önceki humus yılı içerisinde dokunan miktarın humusunu vermek farz mıdır? Ayrıca, satış bedelini de evin ihtiyaçlarına kullanmak istiyorum. Sermayenin hükmü nedir?
C: Halının satış bedelinden sermayenin borç olan miktarını çıktıktan sonra geriye kalan satış bedeli, satış senesinin kazancından sayılır. Bu para, dokumanın tamamlandığı ve satıldığı sene, geçim masrafları için sarf edilmişse onda humus yoktur.
S.923: ?ç katlı bir binanın sahibiyim. Her katta iki oda bulunmaktadır. Bir katında ben, diğer iki katında da çocuklarım oturmakta. Acaba, hayattayken veya ölümümden sonra bu binaya humus lazım gelir mi? Lazım geldiği takdirde ölümümden sonra varislere onu ödemelerini vasiyet edeyim?
C: Sorudaki takdirde, o binada humus yoktur.
S.924: Kullanmakta olduğumuz ev eşyalarının humusu nasıl hesaplanır?
C: Kullanmakla asılları yok olmayan eşyalarda humus yoktur. Ama, pirinç, yağ ve bunun gibi günlük tüketilen ihtiyaç maddelerinden olan eşyalar sene başına kadar fazla kalırsa, kalan miktarında humus vardır.
S.925: Bir miktar arsası olan ve barınacak bir evi olmayan bir kimse bina yapmak için başka bir arsa satın alıyor ve yeterli parası olmadığından ev yaptıramıyor; onun üzerinden humus yılı geçerse ona humus lazım gelir mi? Lazım geldiği takdirde, alış fiyatının humusunu vermesi kifayet eder mi; yoksa arsanın humusunu, şimdiki fiyatı üzerinden mi hesaplamalıdır?
C: Ev yapımına ihtiyaç duyduğu senenin kazancından almışsa onda humus yoktur.
S.926: Bir ?nceki soruda, eğer bina yapmaya başlamış ve bitmeden onun üzerinden humus senesi geçerse acaba, inşaat malzemelerine sarf ettiği paranın humusu onun üzerine farz mıdır?
C: Sorudaki takdirde, onun üzerine humus farz olmaz.
S.927: Evinin birinci katında oturan kimse şimdilik ihtiyacı olmadığı halde ilerde çocuklarının oturması için oturduğu evin üzerine bir kat daha eklerse ikinci kata sarfettiği paraya humus lazım gelir mi?
C: Eğer çocuklarının geleceği için yapmış olduğu evinin ikinci katı fiilen onun toplumsal durumuna uygun ihtiyaçlarından sayılırsa ona sarfettiği şeye humus lazım gelmez.
S.928: Senesinin ihtiyacından olan şeye humus gelmez diyorsunuz. Oturacağı evi olmayan bir şahsın arsası olur ve yaptıramadığı için bu arsa bir yıldan fazla elinde kalırsa, bu arsa onun ihtiyaçlarından sayılmaz mı?
C: Eğer arsa, ihtiyaç duyulan evin yapımı için olursa, ihtiyacından sayıldığı için humusunu vermesi farz olmaz. Ama; kastı, onu satarak satış bedelini ev yapımında sarfetmek olursa ve onu yıllık kazancından almışsa o zaman humusunu vermesi farzdır.
S.929: Humus yılım, 23 Ağustos'ta başlıyor. Normalde her yıl Haziran ayında okulların ve üniversitelerin sınavları başladığından, üzerinden altı ay geçtikten sonra bizim fazla mesai ücretimizi veriyorlar. Humus senesi girmeden ?nce hak ettiğim bu fazla mesai ücretini humus senesi bittikten sonra alırsam ona humus lazım gelir mi?
C: Alınan ücret, çalışma yılının değil, teslim alınan yılın kazancından sayılır; eğer alınan yılda ihtiyaç için sarfedilirse onda humus yoktur.
S.930: Bazen bize (kooperatif şirketlerince) pazar fiatından daha ucuza buzdolabı gibi ev eşyaları satılıyor. Gelecekteki fiyatlarının, şimdiki fiatların çok üzerinde olacağı düşüncesiyle evlilik için lazım olan bu eşyaları şimdiden alıyoruz; acaba, evde kullanılmadan bekletilen bu eşyalara humus lazım gelir mi?
C: Gelecekte yararlanmak üzere bu eşyaları kazançtan almışsanız ve alış senesinde ihtiyacınız söz konusu değilse, yıl sonundaki normal fiyatı üzerinden humusunu vermeniz farzdır. Fakat, onları ihtiyaç zamanı bir arada almak mümkün olmadığı için tedricen almak yöresel olarak adet olsa, toplumsal durumuna uygun olması halinde ihtiyaçtan sayılır ve o zaman onlara humus lazım gelmez.
S.931: Hayır işler için medreselere, afetzedelere, Filistin ve Bosna Hersek gibi yerlere yaptığımız infaklar, senenin ihtiyacından sayılır mı? Bu hayırları yapmadan önce humuslarını vermek farz mıdır? Yoksa esasen bunlarda humus yok mudur?
C: Bu infaklar, o senenin ihtiyacından sayılır ve onlarda humus yoktur.
S.932: Halı almak için geçen yıl bir miktar para biriktirdik. Geçen senenin sonlarına doğru bir halıcıya müracaat ederek isteğimize uygun bir halı siparişi verdik. Bu iş yeni yılın ikinci ayına kadar devam etti. Humus yılımın başı, yılın birinci ayı olduğunu göz önünde bulundurarak acaba, bu parada humus var mıdır?
C: Biriktirilmiş para humus yılının başına kadar ihtiyaç olan halının alımında kullanılmamışsa onda humus farzdır.
S.933: Özel okul kurma alanında çalışmak için kurulan bir şirketin yöneticileri, ortakların az olan sermayelerinden yararlanmanın yanısıra, diğer harcamaları karşılamak amacıyla bankadan borç almaya ve sermayeyi artırmak ve borçları ödemek için ortaklardan her ay belirli miktarda aidat almaya karar almıştır. Bu şirket şimdiye kadar kâr aşamasına geçmemiştir. Acaba, ortakların aylık olarak ödenen aidatlarına ve ana sermayenin tamamına humus lazım gelir mi?
C: Ortakların, şirketin ana sermayesine katkıda bulunmak için verdikleri aidatın ve okul tesisinde kullanmak üzere şirkete verdikleri ortaklık hissesinin humusunu vermeleri farzdır. Şirketin ana sermayesini oluşturan ortakların ödediği paraların humusu verildikten sonra, şirketin ana sermayesinin yekününde humus yoktur.
S.934: ?alışmakta olduğum yer, bir kaç seneden beridir bana bir miktar para borçludur. Şimdiye kadar da bu para bana ödenmemiştir. Acaba, bu parayı aldığımda ona humus lazım gelir mi? Veya humusun lazım gelmesi için o paranın üzerinden bir sene geçmesi gerekir mi?
C: Parayı humus senesinde almak mümkün değilse, o para alış senesinin kazancından sayılır. Eğer alış senesi içinde ihtiyaçta kullanılırsa onda humus yoktur.
S.935: Acaba, humusun taalluk etmemesinin ?lçüsü, ihtiyaç olduğu için senenin kazancından elde edilen malların, sene boyunca kullanılması mıdır? Yoksa ihtiyaca binaen alınması mı; gerçi yıl boyunca hiç kullanılmazsa bile?
C: Elbise ve sergiler gibi kullanmakla aslı yok olmayan eşyalarda humusun farz olmamasında ölçü, onlara ihtiyaç duyulmasıdır. Ama, pirinç ve zeytin gibi günlük tüketilen mallarda ise ölçü tüketimdir. Bu gibi maddeler ihtiyaç senesinden fazla kalırsa onda humus farzdır.
S.936: Bir şahıs, ailesinin rahatlığı ve ihtiyaçlarını gidermek için sene içinde kazançtan elde edilen humusu verilmemiş maldan araba almak isterse o malın humusunu vermesi farz mı? Eğer söz konusu arabayı mesleği ile ilgili işlerde veya her iki alanda kullanmak için alırsa acaba o malda humus farz olur mu?
C: Aldığı araba, mesleği ile ilgili işler için olursa, onun hükmü meslek aletleri hükmündedir ve meslek aletlerinde de humus farzdır. Ama; örfen onun toplumsal durumuna uygun olma şartiyle şahsî hayat ihtiyaçlarını gidermek için olursa onda humus yoktur.

ANLAŞMA, EL DEĞİŞTİRME VE HUMUSUN BAŞKA MALLARA KARIŞMASI
S.937: ?zerine farz olan humusu şimdiye kadar ödemeyen ve şimdi ise ödemeleri zor veya imkansız olan kimselerin humusla ilgili hükmü nedir?
C: Farz olan humusun ?demesinin zor oluşu, humusu onların üzerinden kaldırmaz; humus yetkilisi veya onun vekiliyle anlaşarak humuslarını borca çevirmek ve kendi imkanları dahilinde zaman ve miktar yönünden bu borçlarını taksitle ödemeye çalışmakla da olsa humusu ödemelidirler.
S.938: Bir iş yerim, bir de taksitli borçla aldığım evim vardır. Şer-i vazifemi yerine getirmek için, kendime humus yılı tayin ettim. Ailemin oturduğu adı geçen evin humusunu bağışlamanızı rica ediyorum. Ama işyerinin humusunu taksitle ödeme imkanım var.
C: Bu durumda, oturmakta olduğunuz ev için humus yoktur. Ama işyeringin humusunu ise, bu konuda izinli vekillerimizden biriyle humusunuzu borca çevirmek hususunda anlaştıktan sonra tedricen bile olsa vermeniz farzdır.
S.939: Yurt dışında bulunan humus vermemiş bir insan, humusu verilmemiş parayla bir ev satın almıştı; şimdi ise önceden farz olan humusunu verecek kadar parası yoktur. Ama, her yıl o humus borcunu ödemek amacıyla o yılın humusundan bir miktar fazla veriyor; bu doğru mudur?
C: Bu durumda, ?nceden farz olan humusunu borca çevirmek üzere humus yetkilisiyle anlaştıktan sonra bu borcunu tedricen ?demeye başlaması farzdır. Şimdiye kadar verdiğini ise geçerli kabul ediyorum.
S.940: Bir kaç yılın kazancının humusunu ödemesi farz olduğu halde şimdiye kadar humus olarak bir şey ödememiş olan kimse, üzerine farz olan humusun miktarını hatırlamazsa humus mükellefiyetinden nasıl kurtulabilir?
C: ?zerine humus lazım gelen malların hepsini hesap ederek humusunu vermesi farzdır. Verip, vermediğinden şüphe ettiği humuslarda ise, humus yetkilisi veya vekili ile anlaşması yeterlidir.
S.941: Ben ailemle birlikte yaşayan bir gencim. Babam, üzerine farz olan humus ve zekâtı ödemiyor. Hatta faizli malla ev yaptırmıştır; bu evde yediğim yemeğin haram olduğu açıktır. İmkanım olmadığı için de evden ayrılamıyorum. Bu konuda sorumluluğum nedir?
C: Babanızın, malının faizle karışmış olduğunu ve farz olan humus ve zekâtı ödemediğini bilmeniz kullanmakta olduğunuz malların haram olmasını gerektirmez; bu hususta kesin bilginiz olmadığı takdirde onlardan istifade etmeniz haram değil. Ama eğer, kullandığınız malın haram olduğunu kesin olarak biliyorsanız onu kullanmanız câiz değildir. Ancak; ailenizden ayrılmanız ve onlarla yaşamamanız sizin için çok çetin olursa, bu durumda onlarla yaşamanız ve mallarından yararlanmanız câizdir. Ama, yararlandığınız mallardaki humus, zekât veya başkasının malının kefaleti sizin üzerinizedir.
S.942: Babam humus ve zekât vermiyor. Bu konuda kendisini uyardım. Ama o, “biz fakiriz ve bu nedenle humus ve zekât bize farz olmaz” diye cevap verdi. Bu meselede hüküm nedir?
C: Eğer onun zekât ve humusun çıkarılmasını gerektirecek kadar malı yoksa, üzerine humus ve zekât farz olmaz ve sizin bu konuyu araştırmanız farz değildir.
S.943: Birlikte çalıştığımız şahıslar humus vermiyorlar ve kendilerine humus yılı da belirlememişlerdir. Onlarla alış-veriş yapmamızın, çalışmamızın, yemek yememizin v

S.hükmü nedir?
C: Alış-veriş için onlardan aldığınız mallarda veya onlara gittiğinizde yararlandığınız şeylerde humus olduğunu bilirseniz onlardan istifade etmeniz câiz olmaz. Onlardan, alış-veriş ile aldığınız malın humus miktarında muameleniz fuzuli olur ve bu miktarda, humus yetkilisinin veya vekilinin iznini almanız gerekir. Ancak, onlarla muaşereti, mallarından yararlanmayı terketmek ve ikramlarını kabul etmemek çok çetin olursa onların mallarından yararlanmanız câizdir. Fakat; bu durumda onların mallarından tasarruf ettiğiniz miktarın humusunun kefaleti sizin üzerinizedir.
S.944: Ev alım ve yapımı için kazançtan biriktirilen paranın humusunun çıkarılması farz mıdır?
C: Humus yılı girdiğinde, malının humusunu çıkarması mükellefe farzdır.
S.945: Humusu çıkarılmamış maldan, camiye yardımda bulunan kimseden bu malı almak câiz midir?
C: Eğer, yardım olarak verilen malda humus olduğu kesin olarak bilinirse alınması câiz değildir. Eğer alınırsa mala humus taalluk eden miktarında, humus yetkilisi veya vekiline müracaat edilmesi farzdır.
S.946: Dinî g?revlerini yerine getirmeyen ve ?zellikle namaz kılmayan ve humus vermeyen müslümanlarla muaşeret etmenin hükmü nedir? Acaba, dini görevleri yerine getirmedikleri için onların evlerinde yemek yemek sakıncalı mı? Eğer sakıncalı ise, bir kaç kez onların evinde yemek yiyen kimsenin hükmü nedir?
C: Onlarla muaşeret etmek, dinî görevleri terketmelerini desteklemeği gerektirmezse bir mahzuru yoktur. Fakat; muaşereti terketme, onları dinî vazifelerini yerine getirmeğe yönlendirmek hususunda etkili olursa bu durumda, "marufu emretmek ve münkerden nehyetmek" için geçici olarak muaşereti terketmek farzdır. Ama, yemek ve benzeri mallarına humus taalluk ettiğini bilmezse onlardan istifade etmenin bir mahzuru yoktur. Aksi takdirde humus yetkilisinin izni olmaksızın istifade edilmesi câiz değildir.
S.947: Arkadaşım, çoğu kez beni yemeğe davet ediyor. Ama, son zamanlarda eşinin humus vermediğini öğrendim. Acaba, humus vermeyen kişinin yemeğini yemem câiz midir?
C: Size getirilen yemeğin humuslu olduğunu bilmedikçe, onların yemeğini yemenizin bir sakınca yoktur.
S.948: Humusunu ?demek için ilk defa mallarını hesaplamak isteyen kimse oturmak için aldığı evi, hangi parayla aldığını bilmezse veya bir kaç yıl boyunca biriktirilmiş bir parayla aldığını bilirse, humus yönünden hükmü nedir?
C: Eğer hangi parayla aldığını bilmezse, ihtiyaten farz olarak evin humus konusunda humus yetkilisi ile anlaşmalıdır. Ama, evi humus taalluk etmiş bir malla almış ise şimdiki değeri üzerinden onun humusunu vermesi farzdır. Fakat; evi borç olarak almış ve daha sonra borcunu humusu verilmeyen parayla ?demişse, borcunu ödemek için verdiği paranın humusunu vermesi farzdır.
S.949: Şehirlerin birinde, halktan bir miktar humus alan bir alim bu parayı size veya büronuza şahsen nakletmesi zor olduğundan banka havalesi ile g?nderebilir mi? Şu da bellidir ki, bankadan teslim alınan para o şehirde yatırılan paranın aynısı değildir.
C: Humus ve diğer şer'î hakların banka kanalıyla iletilmesinde sakınca yoktur.
S.950: Humusu verilmemiş parayla alınan arazide namaz kılmak câiz midir?
C: Eğer arazi, bizzat humusu verilmeyen mal ile alınırsa bu muamele humus miktarında fuzulidir ve geçerliliği humus yetkilisinin iznine bağlıdır; humus yetkilisi izin vermediği sürece orada namaz kılmak câiz değildir.
S.951: Müşteri, satın aldığı malın humusunun ödenmediğini bilirse, bu malı kullanması câiz midir?
C: Satın alınan malda humus olduğu takdirde, satılmış malın humus miktarında alış-veriş fuzulidir ve -muamelenin bu miktarda- geçerliliği humus yetkilisinin iznine bağlıdır.
S.952: Kendisiyle alış-veriş yapan müşterinin, parasının humusunu verip vermediğini bilmeyen esnafın o paranın humusunu vermesi farz mıdır?
C: Müşterinin ödediği parada humus olduğunu bilmiyorsa, esnafın üzerine bir şey gelmez. Bunu araştırması da farz değildir.
S.953: Kâr amacıyla üretim alanındaki bir işe yüz milyon yatırım yapan ortaklardan biri humusunu vermiyorsa, diğer ortakların onunla ortak olmaları sahih midir? Humus vermeyen şahıstan borç para alıp onu işletebilirler mi? Ortakları çok olan işte, her ortak kendi kazanç payının humusunu vermekle mi sorumludur, yoksa bütün ortaklar tarafından şirket mi humusu vermelidir?
C: Malına humus lazım gelen ve onu vermeyen kişiyle humus miktarındaki ortaklık fuzulidir. O miktarda humus yetkilisine müracaat etmek gereklidir. Ortak sermayede, bazı ortakların hissesinin humusu verilmemiş olursa o sermayede tasarruf câiz değildir. Ortakların, ortak gelirden aldıkları hisseler yıllık giderlerinden fazla gelirse, onun humusunu vermeye mükelleftirler.
S.954: Ortaklarım humus vermedikleri takdirde vazifem nedir?
C: Ortak malda tasarruflarının helal olması için, ortakların her biri hissesine taalluk eden şer-î hakları vermeleri farzdır. Eğer, diğer ortaklar bunu ödemiyorlarsa ve şirketten ayrılmanız çetin olursa bu takdirde ortaklığa devam etmenize müsade ediyorum.
S.955: 1989 yılında eğitim dâiresinde çalışanlar için kooparatif şirketi kuruldu. Şirketin ilk sermayesini eğitim dâiresinde çalışanların yüz tümenlik hisseleri oluşturmaktadır. Ortaklığın başlangıcında ana sermaye çok azdı. Ama, şimdi üyelerin sayılarının artmasıyla, ortak sermaye onsekiz milyona yükseldi; ayrıca şirket bir takım araçlara da sahiptir. Şirketin getirdiği kazanç, ortakların hissesi oranında paylaşılıyor ve ortaklardan her birisi isterse kendi payını çekerek ayrılabiliyor. Şimdiye kadar sermaye ve kazancın humusu verilmemiştir. Kurumun sorumlu yöneticisi olarak, sermaye ve kazanca lazım gelen humusu hesaplayarak ?demem câiz midir? Bu hususta ortaklardan izin almam gerekir mi?
C: Şirketin ana sermayesi ve kazancının humusunu vermek, hisseleri oranında ortakların kendilerine farzdır. Fakat; şirket yöneticisinin bunu üstlenmesi üyelerin iznine veya vekalet vermelerine bağlıdır.
S.956: Bir grup, kendi aralarında ihtiyaç zamanlarında birbirlerine borç vermek için Karzulhasene kurumu kurmuşlar. Bütün üyeler kurum kurulurken ödedikleri para dışında, ana sermayeyi artırmak için her ay ödenmek üzere belirli bir aidat vermekle yükümlüdürler. Kurumda toplanan sermaye, sürekli borç olarak üyelerin yanında bulunduğundan, bu paranın humusunun nasıl ödenmesi gerektiğini, açıklamanızı istirham ederiz.
C: Ortaklık hissesini, humus yılı geçtikten sonra kazancından vermek istiyorsa, ilk önce onun humusunu vermesi farzdır. Ama, ortaklık hissesini yıllık kazancı esnasında vermişse ve onu geri alması mümkünse sene sonunda humusunu vermesi farzdır; sene sonunda alamıyorsa geri alabilinceye kadar humusunu vermesi farz değildir.
S.957: Acaba “Karzulhasene” kurumu için tüzel kişilik var mıdır? Eğer varsa, o tüzel kişiliğin kazancına humus gelir mi? O tüzel kişiliğe sahip değilse, onun humus mükellefiyetinin durumu nedir?
C: Kurumun ana sermayesi ortaklık sebebiyle üyelerin olursa; elde edilen kazanç üyelerin her birinin şahsî malı sayılır ve mallarının humusunu vermeleri herkesin kendi üzerine farz olur. Fakat, kurumun ana sermayesi, şahıs veya şahısların değil de, umumî vakıftan veya benzeri mallardan olursa, ondan elde edilen kazançta humus yoktur.
S.958: Mü'minlerden oniki kişilik bir grup anlaşıp, her ay örneğin; yirmişer dinar ödeyerek her ay toplanan para kendi şahsî masraflarında kullanması için bir şahsa veriliyor. Son sırada yeralan şahıs -bu parayı- oniki ay sonra alıyor. Sonuncu şahıs gerçekte bu müddet içerisinde her ay ödediği miktarın toplamı olan ikiyüzkırk dinarını geri alıyor. Acaba bu para onun ihtiyacından sayılır mı, yoksa ona humus lazım gelir mi? Eğer bu şahsın humus yılının belirli bir zamanı olursa ve aldığı paradan bir kısmı senenin sonuna kadar yanında kalırsa, alınan bu miktar paranın humusundan kurtulmak için müstakil bir süre tayin edebilir mi?
C: Verdiği miktar senelik gelirinden olursa ve ondan aldığı parayı aynı senenin geçiminde sarfederse onda humus yoktur. Eğer, verdiği para, önceki senenin gelirinden olursa, aldığı miktarın humusunu vermelidir. Eğer, iki senenin gelirinden olursa; her sene kendi hükmüne tabidir. Senenin gelirinden aldığı miktar, aynı senenin ihtiyacından fazla olursa humusunu vermemek için özel bir humus vakti tayin etmeye hakkı yoktur. Yıllık gelirinin hepsi için bir humus senesi tayin etmesi ve bu senenin gelirlerinden ihtiyaçtan fazla kalan miktarın humusunu vermesi farzdır.
S.959: Depozitli bir ev kiraladım. Acaba; depozit olarak verilen paranın üzerinden bir sene geçtikten sonra bu paranın humusunu vermem farz olur mu?
C: Kazancınızdan olursa ev sahibinden geri aldığınızda humusunu vermelisiniz.
S.960: Birtakım bayındırlık işleri için çok miktarda paraya ihtiyacımız vardır. Bu parayı birden vermemiz zor olduğu için bu işe ait ortaklaşa bir sandık kurduk, her ay bu sandığa bir miktar para yatırarak biriktiriyoruz. Gerekli sermayeyi topladıktan sonra işe başlayacağız; acaba, sandıkta biriktirdiğimiz bu parada humus var mıdır?
C: Herkesin yatırdığı para, inşaatta kullanıncaya kadar kendi mülkiyetinde kalır ve humus yılı yetiştiğinde onu sandıktan alabiliyorsa herkese kendi malının humusunu vermesi farz olur.
S.961: Bir kaç yıl önce malımı hesapladım ve kendim için humus yılı belirledim. O zaman benim humusu verilmiş 98 koyunum, bir miktar nakit param ve bir de motorsikletim vardı. Bir kaç yıl önce koyunlarımdan bir kısmını sattım ve bu vesileyle nakit param arttı. Şimdi 60 koyunum ve bir miktar da nakit param var; bu durumda, malımın tümüne mi humus lazım gelir, yoksa sadece artan miktarına mı?
C: Şimdiki koyunlarınızın değeriyle mevcut paranız, o zamanki humusunu verdiğiniz 98 koyununuzun değeriyle nakit paranızdan fazla olursa, sadece artan miktarda humus farz olur.
S.962: Humusunu vermesi gereken malı (arsası veya evi) olan kimse o malın humusunu yıllık gelirinden verebilir mi, yoksa o malının humusunu gelirinden vermek için önce yıllık gelirinin humusunu vermesi mi gerekiyor?
C: ?zerine farz olan malın humusunu yıllık gelirinden vermek isterse, yıllık gelirinin de humusunu vermelidir.
S.963: Bazı şehitlerin malik oldukları ziraat yeri, sanat vb. şeylerde olan gelirlerini veya Şehit Kurumu'nun şehit çocukları için verdiği aylıkları biriktiriyoruz. Bazen bunların bir bölümü onların zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için harcanıyor. Bu biriktirilmiş paralarda ve aylıklarda humus var mıdır, yoksa humusun verilmesi onlar büyüyünceye kadar geciktirilmesi mi gerekiyor?
C: Aziz şehid evladlarına babalarından miras olarak geçen veya şehid kurumundan verilen mallarda humus yoktur. Ama, miras aldıkları veya şehid kurumunun hediye olarak verdiği malın kârına gelince; eğer şer'î bulûğ çağına erişinceye kadar o mal onların malı olarak kalırsa mükellefiyete ulaştıklarında onlardan her birine kârının humusunu vermesi ihtiyaten farzdır.

fikh Humus Hükümleri

BAGIS, HEDİYE, PARASAL ÖDÜLLER, MİHİR VE MİRAS
S.860: Bağışta ve bayram hediyesinde humus* var mıdır?
C: Bağış ve hediyede humus yoktur. Fakat, yıllık ihtiyacından fazlasının humusunu vermesi ihtiyaten müstehaptır.
S.861: Bankaların ve Karzulhasene kurumlarının (faizsiz borç verme alanında çalışan mali kurumların) kendi müşteri ve üyelerine verdiği ödüllerde humus var mıdır? Yakın akraba ve tanıdıklar tarafından verilen parasal hediyelerde de humus var mıdır?
C: ?ok değerli olmayan ödül ve hediyelerde humus farz değil. Çok değerli olan hediye ve ödüllerde ise, humusun farz olması uzak bir ihtimal değildir.
S.862: Şehit Kurumunun şehid ailelerine verdiği paranın yıllık ihtiyaçlarından fazla kalan miktarında humus var mıdır?
C: Şehit kurumunun şehid ailelerine verdiği hediyelerde humus yoktur.
S.863: Baba, kardeş ve akrabanın verdiği harçlık hediye sayılır mı? Harçlık veren şahıs malının humusunu vermeyen birisi ise harçlığı alan şahsın aldığı miktarın humusunu vermesi gerekir mi?
C: Bağış ve hediyenin gerçekleşmesi onları veren şahsın kastına bağlıdır. Eğer kendilerine verilen harçlıkda humusun lazım gelip, gelmediği hususunda kesin bilgileri yoksa onun humusunu vermeleri farz değildir.
S.864: Kızıma çeyiz olarak verdiğim dâireye humus lazım gelir mi?
C: Kızınıza bağışta bulunduğunuz dâirede -bu bağış sizin maddi durumunuza g?re ?rfen normal karşılanırsa- humus yoktur.
S.865: İnsanın, kendi malını üzerinden bir yıl geçmeden hanımına hediye etmesi, -hanımının o malı ev alımı veya başka ihtiyaçlarında kullanmak için biriktireceğini bildiği takdirde- câiz midir?
C: Bu işi yapması câizdir. Hanımına bağışta bulunduğu mal, örfen onun maddi durumuna uygun miktarda olur ve humus vermekten kaçmak kastıyla da olmazsa onda humus yoktur.
S.866: Eşler, mallarına humus lazım gelmemesi için, humus yılı tamamlanmadan yıllık kazançlarını birbirlerine hediye ediyorlar. Bu konuda hüküm nedir?
C: Humustan kaçmak için bu şekilde bağış yapmakla üzerlerine farz olan humus kalkmaz. Ama gerçekten hediye etme niyetleri olursa, bu durumda ?rfen onların durumlarına uygun sayılan miktarı hariç, bu şekilde bağış yapmakla (hediye vermekle) üzerlerine farz olan humus kalkmaz.
S.867: Müstehap hac masrafları için bir meblağ şirkete yatıran bir şahıs Beytullah'ı ziyarete muvaffak olmadan vefat ediyor. Bu paranın hükmü nedir? Bu durumda ölen şahsın yerine naib tutularak müstehap haccın yerine getirilmesi ve bu paranın humusunun verilmesi farz mıdır?
C: Para karşılığında şirketten aldığı belge (kazandığı hak) şu anki değeri ile onun mirasından sayılır. Eğer ölen şahsın boynunda hac mükellefiyeti yoksa bu parayı hacca naib* g?ndermekte kullanmak farz değildir. Şahsın hac seferi için humusu çıkarılmamış ticaret kazancından verdiği para, şirket ile şahıs arasındaki anlaşma gereği bu yolculuğun karşılığı veya ücreti olarak ödenmişse onda humus yoktur. Çünkü bu takdirde, o para ölen şahısın yıllık giderinden sayılır.
S.868: Babadan oğluna bağış veya miras yolu ile bir bağ kalıyor. Bağ hediye ya da miras olarak oğula devredildiğinde yüksek bir değere sahip değildi, şimdi değeri yükselmiştir; acaba, fiyat artışı sonucu meydana gelen bu değer artışında humus var mıdır?
C: Değerleri sonradan yükselse bile hediye ve mirasda humus yoktur.
S.869: Sigorta şirketinin bana borcu var; tedavi masrafı olan bu parayı anlaşmaya göre bana ödeme yapması gerekiyor. Acaba, bu parada humus var mıdır?
C: Sigortanın kefalet olarak ödediği malda humus yoktur.
S.870: İleride gereken evlilik eşyaları almak için kendi maaşımdan biriktirdiğim nakit paraya humus lazım gelir mi?
C: Maaşınızdan biriktirdiğiniz nakit paranın, evlenmek için gerekli olan eşyaları almak için olsa bile humus yılının başında humusunu vermeniz farzdır.
S.871: İmam Humeyni'nin Tahrir-ul Vesile kitabında "kadının mihrinde humus yoktur" denilmekte. Fakat, bu hüküm peşin verilen mihirde mi, süreli olan mihirde mi olduğu açıklanmamıştır. Bu konuyu açıklar mısınız?
C: Ne peşin mihir'de (mihr-i muaccelde) ve ne de süreli mihirde (mihr-i müeccelde) humus yoktur. Bunun para veya mal olması da farketmez.
S.872: Devlet, bayram ?ncesi memurlara bayramlık olarak az bir karşılıkla ev eşyası veya gıda maddeleri veriyor. Bunlardan bir kısmı yılbaşına kadar elimizde kalıyor. "Memurlara verilen karşılıksız bayramlıkta (hediye olduğu için) humus yoktur". Fakat bize verilen bu mallar tam anlamıyla hediye sayılmaz; çünkü, bunların karşılığında bir miktar para veriyoruz. Acaba o mallar için verdiğimiz para miktarına mı, yoksa onun tam değerine mi humus lazım gelir?
C: S?z konusu takdirde elinizde kalan malın bizzat kendisini veya şimdiki değerini ölçü alıp humusunu vermeniz farzdır.
S.873: Humus borcunu deftere kaydeden bir şahıs humusunu ?demek üzereyken vefat ediyor. Bir kız çocuğu dışında ailesinin bütün fertleri bu humusu vermek istemiyorlar. Aynı zamanda bu mirastan ölü ve kendileri için harcama yapıyorlar. Bunu dikkate alarak şu hususları cevaplandırmanızı rica ederiz. 1- Ölünün menkul veya gayrimenkul mallarını damadının ya da varislerinden birinin kullanmasının hükmü nedir? 2- Merhumun evinde damad ve varislerinin yemek yemelerinin hükmü nedir? 3- Bu şahısların ölünün malında geçmişte yapmış oldukları tasarruflarının hükmü nedir?
C: Eğer ölü, malından bir miktarının humus olarak verilmesini vasiyet etmişse ya da varisleri ölüden kalan mirasda bir miktar humus borcu olduğunu biliyorlarsa o malda tasarruf edemezler. Vasiyetini yerine getirmedikçe ya da humus borcu mirastan çıkarılmadıkça o malda tasarruf etmeleri gasp hükmündedir. Geçmişte yapmış oldukları harcamalar için de zamindirler.

BORÇ, MAAS, SİGORTA, EMEKLİLİK VE KEFALET
S.874: Humusu verilmesi gereken bir miktar kazancım var. Ama öte yandan özel araba aldığım için bir miktar borçlanmış bulunmaktayım. Acaba, yıllık kazancımdan borçlu olduğum miktarı düşebilir miyim?
C: Araba için alınan borç yıllık kazançtan düşülmez.
S.875: Memurların peşin olarak veya taksitle ödenmesi gereken borçları olduğu halde, yıllık giderlerinden fazla ellerinde kalan malda humus var mıdır?
C: Yıl içinde alınan borç, yıllık giderini karşılamak veya o yılki bazı ihtiyaç duyulan eşyaları satın almak için ise ellerinde kalan kazançtan çıkarılabilir; aksi takdirde, kalan malın humusunu vermeleri farzdır.
S.876: Temettü haccı için alınan borcun humusunun verilmiş olması gerekir mi?
C: Borç olarak alınan malda humus yoktur.
S.877: Beş yıldır bir konut kooperatifine ev yeri temin etmek ümidiyle para ödemekteyim; ancak, şu ana kadar arsayı bana teslim etmediler. Ben de ödediğim bu paraları geri almaya karar verdim. Bir kısmı borç olarak, bir kısmı evin halısını satarak ve diğer bir kısmı da eşimin öğretmenlik maaşından artırılarak elde edilmiş olan bu parayla ilgili olarak aşağıda ki iki soruya cevap vermenizi rica ediyorum: 1- Eğer, o parayı geriye alabilir de sadece ev ya da arsa alımında kullanırsam ona humus lazım gelir mi? 2- Ne kadar humus vermeliyim?
C: Hediyede, borç olarak alınan malda ve yıllık gideri karşılamak için alınan malın humus yılı geçtikten sorna satımıyla elde edilen parada humus yoktur.
S.878: Bir kaç yıl önce bankadan kredi aldım ve onu bir yıllığına kendi hesabıma yatırdım. Ancak, o parayı hiç çalıştırmadım ve onun taksitlerini düzenli olarak ödüyordum. Aldığım bu borca humus lazım gelir mi?
C: Sorudaki takdirde taksitleri ?denen miktarda humus verilmelidir.
S.879: Humus yılı hesabıma, Haziran ayının maaşını aldıktan sonra başladım. Evde olan nakit ve yiyecekleri hesapladım. üzerimde "810" Tümen humus olduğu ortaya çıktı. Ev yaptırdığım için de borçluyum. On iki yıl da borçlu kalacağım; humus konusunda görevim nedir?
C: Ev yapımı ve benzeri işler için alınan borçların yıllık taksitlerini yıl içinde yıllık kazançtan verilmesi câizdir. Ancak yıl içinde verilmezse o yılın kazancından çıkarılamaz. Kazançlardan kalan miktarda (yıl sonunda) humus farzdır.
S.880: Başka bir geliri olmayan kimsenin babasının malıyla veya üniversitenin vermiş olduğu kredilerle aldığı kitaplarda humus var mıdır? Kitap alımı için kullanılan bu paranın humusunu babası vermemiş ise, humusunu vermesi gerekli midir?
C: Borç ve babanın verdiği para ile alınan kitaplarda humus yoktur. Ancak, o malın humusunun verilmediğini kesin olarak biliyorsa, o zaman onun humusunu vermesi farzdır.
S.881: Bir miktar borç para alan kimse, senesi dolmadan ?nce onu ?demezse bu paranın humusunu borç veren mi vermelidir, borç alan mı?
C: Borç aldığı malda borçlunun üzerine humus lazım gelmez. Ama, borç veren kimse kazancının humusunu çıkarmadan borç vermişse yıl sonuna kadar alacaklı olduğu parayı alabilirse humus yılı girdiğinde o paranın humusunu vermesi farzdır. Ama, yıl sonuna kadar alacaklı olduğu parayı borçludan alamazsa o zaman parayı alacağı zamana kadar onun humusunu vermesi farz değildir; parasını alıncaya kadar bekler, aldığında humusunu vermesi farz olur.
S.882: Emekli olanların aldıkları parada humus var mıdır?
C: Alınan bu para, eğer onun çalıştığı dönemde maaşından kesilerek emekli olduğunda ona ödeniyorsa aldığı yılın, yıllık giderlerinden fazla kalanının humusunu vermesi farzdır.
S.883: İslam Cumhuriyeti Devleti tarafından esirlerin baba ve annelerine maaş ödeniyordu. Bu paralar bankada biriktirilmiştir. Kendileri burda olsalardı bu parayı kullanabilirlerdi. Acaba bu durumda bu paralara humus lazım gelir mi?
C: Siz konusu malda humus yoktur.
S.884: Bir miktar borcum var. Elimde bulunan yıllık kazancımdan ?deyebilme imkanım olmasına rağmen alacaklı istemediğinden dolayı ödemedim. Acaba, bu borcu yıllık kazancımdan düşebilir miyim?
C: Yıllık geçimi temin etmek için alınan para borcu veya veresiye malın borcu o yılın kazancından düşülür ve bu borca tekabül eden miktarda humus yoktur. Ama, bu borç yıllık ihtiyaçların giderilmesi için olmaz veya geçmiş yılların borcu olursa onu kazancından ödemesi câiz olmasına rağmen yıl sonuna kadar ödemediği takdirde o yılın kazancından düşemez.
S.885: Bir kaç yıl zarfında ödemesi gereken bir borcu olan kimsenin banka hesabında parası olursa humus yılı girdiğinde humus vermesi farz mıdır?
C: Yıllık ihtiyacı karşılamak için alınmayan borç ister vadesi dolmuş olsun, ister dolmasın yılın kazancından çıkarılamaz. Ama; aynı yılın giderini karşılamak için alınan borç, yılın kazancından çıkarılabilir. Bunda humus yoktur.
S.886: Yapılan sözleşmeler gereği, insanın ya da malın gördüğü hasar karşılığında sigorta şirketinin verdiği malda humus var mıdır?
C: Sigorta şirketlerinin hasar karşılığı olarak sigortalıya ödediği malda humus yoktur.
S.887: Geçen yıl bir mitkar borç alarak bir arsa satın aldım; gayem değeri yükselince bu arsayı ve şimdiki evimi satarak yeni bir ev satın almak ve bu yolla ev sorunumu çözmekti. Şimdi humus yılımın başı olduğuna dikkat ederek geçen yılın kazancından ve humus lazım gelen diğer mallarımdan o borcu düşebilir miyim?
C: Gelecekte satmak amacıyla arsa satın almak için alınan borcu, borç aldığınız yılın kazancından düşemezsiniz. Borç aldığınız yılın giderlerinden elinizde fazla kalanının humusunu vermeniz farzdır.
S.888: Bankadan aldığım kredinin geri ödeme tarihi humus yılımdan sonradır. Ancak, bu yıl o hesabı kapatmazsam gelecek yıl ödeme imkanımın olmamasından korkuyorum. Bu durumda, humus yılım girdiğinde humus konusunda ne yapmalıyım?
C: Borç, sermaye artırmak için alınmamışsa ve aynı yılın kazancı, yıl çıkmadan önce borcun ödenmesinde kullanılırsa humus yoktur. Fakat borç, sermayeyi artırmak amacıyla alınmış ise veya kazancınızı biriktirerek o sene geçtikten sonra borcunuzu ödemek istiyorsanız o zaman kazancınızın humusunu vermeniz farzdır.

EV, ARABA VE ARSA SATIŞI
S.889: Humusu verilmeyen mal ile yapılan eve humus lazım gelir mi? Eğer humus lazım gelirse, şu anki mi, yoksa inşa edildiği dönemdeki değeri üzerinden mi verilmelidir?
C: Eğer söz konusu ev kendisinin oturması için olursa ve evin inşaat malzemelerini ve işçi ücretlerini bizzat humusu verilmeyen para ile karşılamışsa o evin bugünkü adilane fiyatı üzerinden humusunu vermelidir. Ama evi borç ve veresiye mal ile yaptırır, sonra humusu verilmeyen malla borcunu öderse, sadece ödediği borç miktarındaki paraya humus vermelidir.
S.890: Başka bir ev satın almak için evimi sattım; daha sonra ona humus lazım geldiğini öğrendim. Humusunu verdiğim takdirde diğer bir ev almağa gücüm yetmiyor. Evi satmadan öncede evin d?şemesi için paraya ihtiyacım vardı. Bu durumda yapmam gereken nedir?
C: Satılan dâireden elde edilen para aynı yıl içinde ihtiyaç olan ev alımı veya diğer ihtiyaçları karşılamak için kullanılırsa onda humus yoktur.
S.891: Bir süre ?nce içinde oturduğum dâireyi sattım. Bu da tam humus yılımın başına rastladı. Kendimi şer'î hakları yerine getirmekle görevli biliyorum. Yaşadığım şu günlerde bir zorlukla karşılaştım, bu konuda yapmam gereken nedir?
C: Satılan evi humusu olmayan mal ile almışsanız onun satışından elde edilen parada humus yoktur. Yine, elde edilen parayı satış yılının giderlerini karşılamak için, mesela; ihtiyacınız olan ev veya diğer şeyleri satın almak için harcarsanız humusunu vermeniz farz değildir.
S.892: Şehirlerden birinde inşaat halinde olan bir evim var. Ben de şu anda devlet lojmanlarında kaldığım için o eve ihtiyacım yok; onu satarak geliri ile kendime özel bir otomobil almak istiyorum, acaba evin satış bedelinde humus var mıdır?
C: S?z konusu evi aynı yılın kazancıyla, o yılın ihtiyacı olarak oturmak için almış veya inşa etmişseniz, onun satış bedeline humus lazım gelmez.
S.893: Evime bir kaç demir kapı satın aldım; beğenmediğim için iki yıl sonra sattım. Bu satıştan elde edilen parayı, (bu kapıların yerine) aynı fiyata aluminyumdan kapı yapmaları için aluminyum şirketine yatırdım. Acaba bu parada humus var mıdır?
C: Sorudaki takdirde kapıların satışından elde edilen para aynı yıl ev kapılarının alımında kullanılmışsa onda humus yoktur.
S.894: Bir şirkete, ileride bana ev yeri vermeleri için, bir kısmını borç temin ederek 100 bin tümen verdim. Şu anda o paranın üzerinden bir yıl geçmektedir; şimdiye kadar borcumun bir miktarını da ödemiş bulunmaktayım; bu paraya humus lazım gelir mi ve (eğer gelirse) ne kadar gelir?
C: Eğer ihtiyaç olan ev için alınan yer, önceden bir miktar ?deme yapılmaya bağlı ise ona verdiğiniz parada -kazancınızdan olsa bile- humus yoktur.
S.895: Evini satıp ondan aldığı parayı kâr ortaklığı için bankaya yatırırsa humus yılı girdiğinde hükmü nasıl olur? Ev alıncaya kadar bu parayı elinde bekletirse hükmü nedir?
C: S?z konusu evi yıllık kazancından, oturmak için yıllık ihtiyacından sayılsın diye kazanç yılında almış veya inşa etmiş olur ve evde bir süre oturmuşsa, sonra onu satarsa, satış bedelinde humus yoktur.
S.896 a: Ev için depozit olarak verilen parada humus var mıdır? b: Ev veya araç almak için tedricen biriktirilen paraya humus lazım gelir mi?
C: Geçimde gerekli olan eşyaları satın almak için biriktirilen mal kazançtan olursa, humus yılı geldikten sonra ona humus lazım gelir. Kazancından ev sahibine verdiği borca, borçludan parayı almadığı sürece humus lazım gelmez.
S.897: Kazanç yılı esnasında yılın kazancıyla otomobil satın alan bir şahıs bir kaç yıl sonra humus yılı içerisinde bu otomobili satıyor. Bu satıştan elde edilen paranın bir kısmıyla daha önceleri almış olduğu arabanın borcunu ödüyor ve bir kısmını da önceki yıllara ait vergi borçlarının aylık taksitlerini ödeyebilmek için bankaya yatırıyor ve bunlardan artan parayı ise banka da olan kâr ortaklığı hesabına yatırıyor. Bu durumda: 1- Otonun satışından alınan paranın tümüne humus lazım gelir mi? 2- Arabasının borcunu bu paradan düşebilir mi? 3- Bu para ile arabanın borcunu, vergi borçlarının tamamını veya en azından bir yılın taksitlerini ödeyebilir mi?
C: Arabanın satış bedelini, borç ve buna benzer ihtiyaçları için satışının gerçekleştiği humus senesinde sarf etmişse onda humus yoktur. Ama, kâr-zarar ortaklığı ve gelecekteki vergi borçlarını ödeyebilmek için bankaya yatırmış olduğu paranın humusunu humus yılı girdiğinde, ihtiyaten farz olarak vermelidir.
S.898: Bir kaç yıl önce humusu verilmemiş para ile bir araba satın aldım. Şu an onu aldığım fiyatın bir kaç katına satabilirim. Şimdi onu satarak oturmam için bir ev almak istiyorum. Arabamı sattığımda ondan alacağım paranın tümüne mi, yoksa sadece satın aldığımda ödediğim paraya mı humus lazım gelir? Şöyle ki, alım - satımdaki fiyat farkı arabanın satış yılının kazancından hesaplanarak, onun üzerinden bir yıl geçtikten sonra, ihtiyaçlarda kullanılmadığı takdirde ona humus lazım gelir mi?
C: Eğer arabaya ihtiyacınız olur ve onu kazanç yılında yıllık kazancınızdan alır ve sonra satarak bedeliyle humus yılında ev satın almak gibi bir ihtiyacınızı karşılamak için sarfederseniz arabanın bedelinde humus yoktur. B?yle değilse, ihtiyaten farz olarak humus yılının sonunda onun satışından elde edilen paranın humusunu vermek üzerinize farzdır. Eğer arabanızı ticari amaçla çalıştırmak için veresiye veya borç para ile almış iseniz ve sonra onun borçlarını kazancınızla öderseniz, sadece onun borçlarına ödemiş olduğunuz miktarının humusunu vermelisiniz. B?yle değil de, onu kazancınız ile satın almış iseniz, satış günündeki bedelinin tamamının humusunu vermeniz farzdır.
S.899: Sade bir evim vardı. Bazı sebeplerden dolayı başka bir ev almaya karar verdim. Ev alımında eksik kalan parayı tamamlamak ve borçlarımı ödeyebilmek için ticarî amaçla çalıştırdığım arabayı satmak zorunda kaldım. Bankadan ve şehrimizin “Karzulhasene” kurumundan da kredi aldım. Elbette, arabanın satışı humus yılım girmeden önce gerçekleşti; ondan elde edilen para ile borçlarımın bir kısmını kapattım. Acaba bu satıştan elde edilen parada humus var mıdır?
C: Sorudaki takdirde arabanın satış bedelinde humus yoktur.
S.900: İnsanın yıllık kazancı ile kendisinin veya ailesinin ihtiyacını karşılamak amacıyla satın aldığı ev, otomobil ve ihtiyaç olan diğer eşyaları, zaruret ya da daha iyilerini almak amacıyla satacak olursa humus yönünden bunların durumu ne olur?

C: Satılan şeyin bedelini aynı humus yılında ihtiyaç olan şeyde sarfetmiş ise ona humus lazım gelmez. Böyle değil ise yeni humus yılı girdiğinde humusunu ihtiyaten farz olarak vermelidir. Ancak, humusunu verdiğinde geriye kalan miktar gelecek yılın ihtiyacını karşılamazsa üzerine humus farz olmaz.
S.901: Mü'min bir şahıs, özel arabasını yada evini satıp, onlardan alacağı paranın üstünü tamamlayarak daha iyisini almak istiyor. Buradaki humusun hükmü nedir?
C: İhtiyacı olan şeyi satar ve onun satış bedelini aynı humus yılının ihtiyacında kullanırsa onda humus yoktur. Ama, o parayı, yıl sonuna kadar harcamazsa onun humusunu ihtiyaten farz olarak vermelidir. Ancak, elindeki malın humusunu verdiğinde geri kalanı gelecek yılın ihtiyacını karşılamazsa o zaman humusunu vermek üzerine farz değildir.
S.902: Humusu verilmiş maldan ticaret kastı olmaksızın sadece yararlanmak amacıyla ev, araba veya diğer ihtiyaçlarını alır, sonra bir sebepten dolayı satarsa o malların fiyatının yükselmesi yüzünden humus lazım gelir mi?
C: Sorudaki takdirde kıymet yükselmesinden meydana gelen kârda humus yoktur.

DEFİNE, GANİMET VE HARAMLA KARIŞMIŞ HELAL MAL
S.903: Kişilerin kendi sahip oldukları arazilerinde buldukları definenin hükmü nedir?
C: Bulunan şey, ondan önceki arazi sahibine ait olması ihtimali yoksa bulana aittir; elbette eğer yirmi dinar altın veya ikiyüz dirhem gümüş ya da bunlardan birinin değerinde başka bir şey olursa humusunu vermesi üzerine farz olur. Bu hüküm, bulan şahsın bulduğu şeye sahip olmasına bir engel olmadığı takdirdedir; ama, hükümet veya gayrisi ona engel olursa ve bulduğu şeyi zorla ondan alırsa, bulduğu şeyden nisap miktarı kadar ona kaldığı takdirde, sadece kalan miktarın humusunu vermesi üzerine farzdır. Ama ona bir şey kalmazsa zorla alınan şeyin humusunu vermekle yükümlü değildir.
S.904: Bir şahsın emlakında yaklaşık yüz yıl önce yere gömülen bir miktar gümüş para bulunursa, bu define o emlakın sahibi veya alıcısı vb. gibi kanuni varisine mi aittir?
C: Bu da ?nceden açıklanan define hükmündedir.
S.905: Madenlerin humusu hususunda şüphemiz var. Şöyle ki, büyük fakihler tarafından da açıklandığı üzere, çıkarılan madenlerin humusunu vermek farzdır. Devlet tarafından işletilen madenlerde devletin, madenleri müslümanlara harcaması humusun farz oluşunu kaldırmaz. Çünkü; bu madenler bizzat ya hükümete ait bir maldır; ki bu durumda, o madenleri işletmeye kalkışan ve sonra ordan elde edilen gelirleri başkalarına hediye veya tasadduk eden şahıs gibidir. Bu ise humus delillerinin alanına giriyor. Çünkü bu delilleri sınırlandırmaya dâir delil yoktur. Veya hükümet, milletin vekili olarak madenleri işletiyor. Bu durumda diğer vekaletlerde olduğu gibi vekil edene humus farzdır. Ya da hükümet halkın velisi olarak madenleri işletiyor. Herhalukârda madenleri humusla ilgili delillerin genel ifadesinin kapsamından çıkarmaya bir delil yoktur. Öte yandan madenler kazanç gibi de olmadıkları için yıllık gider ondan çıkarılmaz. Bu husustaki görüşünüz nedir?
C: Madenlerde, humusun farz olma şartlarından biri, onu bir kişi veya birkaç ortağın işletmesi ve ortaklardan her birinin özel malı olan payı, nisap miktarına ulaşmasıdır; bu şartlarda humus farz olur. Fakat; hükümetin işlettiği madenler, şahıs veya şahısların özel mülkü olmadığı için onlarda humusun farz olma şartı yoktur. Bu durumda, hükümetin üzerine humusun farz olması söz konusu değildir. Buna binaen, bu madenlerde humusun farz olmayışı bir istisna değildir. Evet, ?zel madenleri işleten şahıs ve ortakların her birinin payı, işletme ve tasfiye masrafları çıkarıldıktan sonra nisaba ulaşırsa humus farz olur; nisab miktarı, altında yirmi dinar, gümüşte ikiyüz dirhem veya bunlardan birinin değerindeki bir şeydir.
S.906: Bir insanın malına haram mal karışsa, bu malın hükmü nedir? Ve nasıl temizlenir? Eğer malına haram karışıp karışmadığını bilmezse ne yapmalıdır?
C: Malında haram malın olduğunu bilirse fakat, onun miktarını kesin olarak bilemezse ve sahibini de tanımazsa onu temizlemenin yolu humusunu vermektir. Ama, malına haramın karışıp, karışmadığında şüphe ederse bir şey vermesi farz olmaz.
S.907: Hicri-kameri yılı girmeden önce birisine bir miktar borç verdim. Borç alan şahıs onu çalıştırmak istiyor; kârında ise ortak olacağız. Şimdi o mal benim elimde değil ve humusunu da vermemişim bu hususta görüşünüz nedir?
C: Şimdilik borç verdiğiniz malın humusunu vermeniz farz değil. Fakat, onu teslim aldığınız vakit farz olur. Ama, borç verdiğiniz malın çalıştırılmasından elde edilen kazançta sizin hakkınız yoktur. Eğer ondan bir şey talep ederseniz bu faiz olur ve haramdır. Onu, kâr ve zarar ortaklığı kasdıyle vermişseniz anlaşmaya göre kazancına ortak olursunuz ve sermayenin humusunu vermeniz farz olur.
S.908: Ben bankada memur olarak çalışıyorum. Bankada, yaptığım iş gereği beşyüzbin tümen uzun vaadeli kâr ve zarar ortaklığı hesabıma yatırmam gerekti; bu para dört yıldan bu yana aynı hesaptadır. Her ayda kâr ortaklığı payımı alıyorum. Bu parada humus var mıdır?
C: Bu parayı çekmek ve teslim almak imkanı olmadığı sürece, onun humusunu vermeniz farz değildir.
S.909: Bankadan bir belge almadan, kişinin kendi hesabına teminat olarak yatırdığı paraya humus lazım gelir mi?
C: Bankaya yatırılan para, kazancından olursa ve humus senesinin girişinde o meblağı bankadan çekme imkanı varsa sene başında paranın humusunu vermesi farzdır.
S.910: Kiracının, mülk sahibine teminat adıyla borç olarak verdiği paranın humusu kiracıya mı farzdır, mülk sahibine mi?
C: Eğer verilen para kiracının kazancından olursa, söz konusu para kiracıya iade olduktan sonra onda humus farz olur. Mülk sahibi bu parayı borç olarak almışsa üzerine humus farz olmaz.
S.911: Eğer, hükümet, memurların maaşını bir kaç sene geciktirerek verirse, memurlar bu parayı aldıklarında o senenin kazancından hesap ederek humus senesinin başında humusunu vermeleri mi gerekir? Yoksa bu paranın humusu yok mudur?
C: Teslim alınan bu para o senenin kazancından sayılır. O senenin ihtiyacından fazla kalan miktarında humus farzdır.

YILLIK GİDER (İHTİYAÇ)
S.912: Belirli zamanlarda yararlandığı özel bir kütüphanesi olan bir kimse bir kaç sene bu kütüphaneden yararlanmazsa, gelecekte yararlanma ihtimali olduğunu göz önünde bulundurarak istifade edilmeyen müddet süresinde kitaplara humus lazım gelir mi? Bu kütüphanenin şahsa, babasından intikal etmiş olması veya kendisinin satın almış olması humus açısından fark eder mi?
C: Kütüphane, ?rfen toplumsal durumuna uygun ?lçüde olur ve ileride ondan istifade etmeğe ihtiyacı olursa bir süre istifade etmese dahi, onlarda humus yoktur.
S.913: Kişinin, hanımı için aldığı altına humus lazım gelir mi?
C: Onun toplumsal durumuna uygun miktarda olursa humus lazım gelmez.
S.914: Devletler arası kitap fuarında, kitap almak için önceden para yatırılıyor; ama, kitaplar bir süre sonra teslim alınıyor. Bu süre zarfında o paraya humus lazım gelir mi?
C: Sipariş verilen kitaplar, örfen o şahsın toplumsal durumuna uygun olur, bunlara ihtiyaç duyar ve temini de ?nceden satış bedelini vermeye bağlı olursa onda humus yoktur.
S.915: Kalabalık bir ailesi olan kimse, ihtiyacı gereği durumuna uygun olarak ikinci bir arsası olursa, humus senesinin içinde o arsada bina yapmaya durumu müsait de olmazsa veya binası bir senede bitmezse, acaba onda humus var mıdır?
C: İhtiyaç duyduğu bir veya birden fazla evinin olması veya ihtiyaç duyduğu evi yaptırmak için bir veya birden fazla arsasının olması humusun ona farz olmayışı hükmünü değiştirmez. Ölçü, onun toplumsal durumu gereği bunlara ihtiyaç duyması ve malî durumunun bunu tedrici olarak yapmasını gerektirmesidir.
S.916: Evde bulunan mutfak takımlarından sadece bir kısmının kullanılması bunlara humus lazım gelmemesi için yeterli midir?
C: Evin eşyalarında humusun olmamasında ölçü, sene boyunca onları kullanmasa dahi toplumsal durumu gereği onlara ihtiyaç duyduğunun söylenilmesidir.
S.917: Evdeki mutfak eşyalarını ve halıyı bir yıl boyunca kullanmazsa, ama bu eşyaları bulundurmaya misafirleri için ihtiyaç duyarsa bu eşyalarda humus farz olur mu?
C: Bu eşyalarda humus farz değildir.
S.918: Eğer bir bölgede, genelde kız tarafının verdiği çeyiz eşyalarını hazırlamak damat ailesinin görevi sayılırsa ve bu eşyalar damat ailesi tarafından tedricen alınıp hazırlanıyorsa ve böylece üzerinden bir yıl geçiyorsa bu eşyaların humus yönünden hükmü nedir? Bu hususta İmam Humeyni'nin, “kız ailesinin hazırladığı çeyiz” konusundaki fetvasını da hatırlatmak istiyoruz.
C: Gelecekte kullanmak için ev eşyalarını temin etmek halk nezdinde ihtiyaçtan sayılır ve bunları temin etmek için tedrici olarak almaktan başka bir yol olmazsa onda humus yoktur.
S.919: Acaba; bir takım kitabın sadece bir cildinden yararlanmak, o kitapların hepsinden humusu kaldırır mı? Yoksa, hepsinden humusun kalkması için her ciltten örneğin, bir sayfa okunması mı gerekir?
C: Eğer, kitap takımının tümüne ihtiyaç duyması söz konusu olursa veya gerekli olan cildi elde edebilmesi hepsini almaya bağlı olursa onda humus yoktur. Aksi takdirde; şimdilik onun ihtiyacının dışında olan ciltlerin humusunu vermesi farzdır, her ciltten yalnız bir sayfa okumak da humusu kaldırmaz.
S.920: Sene içinde kazançtan alınan ve daha sonra sigorta kurumu tarafından bedeli ödenen ilaçlar -eğer humus senesinin başına kadar bozulmadan kalırsa- bunlara humus farz olur mu?
C: İhtiyaç olduğunda kullanmak için alınan ve ihtiyaç duyulması mümkün olan ilaçlar için aynı durum bâki ise onlarda humus yoktur.
S.921: Oturacak bir evi olmayan ve ev satın almak için gelirinden bir kısmını biriktiren kimsenin biriktirdiği o meblağa humus lazım gelir mi?
C: Senenin kazancından ilerde ihtiyaç duyacağı bir şeyi temin etmek için bile olsa biriktirdiği şeyin üzerinden humus yılı geçerse, onun humusunu vermek farz olur.
S.922: Eşim, malzemelerinin bir kısmı borç parayla temin edilen bir halı dokumaktadır. Şimdi halının bir kısmı dokunmuştur. Bu arada humus senesi de geçmektedir. Acaba, halının dokunması bitirilip satıldıktan sonra önceki humus yılı içerisinde dokunan miktarın humusunu vermek farz mıdır? Ayrıca, satış bedelini de evin ihtiyaçlarına kullanmak istiyorum. Sermayenin hükmü nedir?
C: Halının satış bedelinden sermayenin borç olan miktarını çıktıktan sonra geriye kalan satış bedeli, satış senesinin kazancından sayılır. Bu para, dokumanın tamamlandığı ve satıldığı sene, geçim masrafları için sarf edilmişse onda humus yoktur.
S.923: ?ç katlı bir binanın sahibiyim. Her katta iki oda bulunmaktadır. Bir katında ben, diğer iki katında da çocuklarım oturmakta. Acaba, hayattayken veya ölümümden sonra bu binaya humus lazım gelir mi? Lazım geldiği takdirde ölümümden sonra varislere onu ödemelerini vasiyet edeyim?
C: Sorudaki takdirde, o binada humus yoktur.
S.924: Kullanmakta olduğumuz ev eşyalarının humusu nasıl hesaplanır?
C: Kullanmakla asılları yok olmayan eşyalarda humus yoktur. Ama, pirinç, yağ ve bunun gibi günlük tüketilen ihtiyaç maddelerinden olan eşyalar sene başına kadar fazla kalırsa, kalan miktarında humus vardır.
S.925: Bir miktar arsası olan ve barınacak bir evi olmayan bir kimse bina yapmak için başka bir arsa satın alıyor ve yeterli parası olmadığından ev yaptıramıyor; onun üzerinden humus yılı geçerse ona humus lazım gelir mi? Lazım geldiği takdirde, alış fiyatının humusunu vermesi kifayet eder mi; yoksa arsanın humusunu, şimdiki fiyatı üzerinden mi hesaplamalıdır?
C: Ev yapımına ihtiyaç duyduğu senenin kazancından almışsa onda humus yoktur.
S.926: Bir ?nceki soruda, eğer bina yapmaya başlamış ve bitmeden onun üzerinden humus senesi geçerse acaba, inşaat malzemelerine sarf ettiği paranın humusu onun üzerine farz mıdır?
C: Sorudaki takdirde, onun üzerine humus farz olmaz.
S.927: Evinin birinci katında oturan kimse şimdilik ihtiyacı olmadığı halde ilerde çocuklarının oturması için oturduğu evin üzerine bir kat daha eklerse ikinci kata sarfettiği paraya humus lazım gelir mi?
C: Eğer çocuklarının geleceği için yapmış olduğu evinin ikinci katı fiilen onun toplumsal durumuna uygun ihtiyaçlarından sayılırsa ona sarfettiği şeye humus lazım gelmez.
S.928: Senesinin ihtiyacından olan şeye humus gelmez diyorsunuz. Oturacağı evi olmayan bir şahsın arsası olur ve yaptıramadığı için bu arsa bir yıldan fazla elinde kalırsa, bu arsa onun ihtiyaçlarından sayılmaz mı?
C: Eğer arsa, ihtiyaç duyulan evin yapımı için olursa, ihtiyacından sayıldığı için humusunu vermesi farz olmaz. Ama; kastı, onu satarak satış bedelini ev yapımında sarfetmek olursa ve onu yıllık kazancından almışsa o zaman humusunu vermesi farzdır.
S.929: Humus yılım, 23 Ağustos'ta başlıyor. Normalde her yıl Haziran ayında okulların ve üniversitelerin sınavları başladığından, üzerinden altı ay geçtikten sonra bizim fazla mesai ücretimizi veriyorlar. Humus senesi girmeden ?nce hak ettiğim bu fazla mesai ücretini humus senesi bittikten sonra alırsam ona humus lazım gelir mi?
C: Alınan ücret, çalışma yılının değil, teslim alınan yılın kazancından sayılır; eğer alınan yılda ihtiyaç için sarfedilirse onda humus yoktur.
S.930: Bazen bize (kooperatif şirketlerince) pazar fiatından daha ucuza buzdolabı gibi ev eşyaları satılıyor. Gelecekteki fiyatlarının, şimdiki fiatların çok üzerinde olacağı düşüncesiyle evlilik için lazım olan bu eşyaları şimdiden alıyoruz; acaba, evde kullanılmadan bekletilen bu eşyalara humus lazım gelir mi?
C: Gelecekte yararlanmak üzere bu eşyaları kazançtan almışsanız ve alış senesinde ihtiyacınız söz konusu değilse, yıl sonundaki normal fiyatı üzerinden humusunu vermeniz farzdır. Fakat, onları ihtiyaç zamanı bir arada almak mümkün olmadığı için tedricen almak yöresel olarak adet olsa, toplumsal durumuna uygun olması halinde ihtiyaçtan sayılır ve o zaman onlara humus lazım gelmez.
S.931: Hayır işler için medreselere, afetzedelere, Filistin ve Bosna Hersek gibi yerlere yaptığımız infaklar, senenin ihtiyacından sayılır mı? Bu hayırları yapmadan önce humuslarını vermek farz mıdır? Yoksa esasen bunlarda humus yok mudur?
C: Bu infaklar, o senenin ihtiyacından sayılır ve onlarda humus yoktur.
S.932: Halı almak için geçen yıl bir miktar para biriktirdik. Geçen senenin sonlarına doğru bir halıcıya müracaat ederek isteğimize uygun bir halı siparişi verdik. Bu iş yeni yılın ikinci ayına kadar devam etti. Humus yılımın başı, yılın birinci ayı olduğunu göz önünde bulundurarak acaba, bu parada humus var mıdır?
C: Biriktirilmiş para humus yılının başına kadar ihtiyaç olan halının alımında kullanılmamışsa onda humus farzdır.
S.933: Özel okul kurma alanında çalışmak için kurulan bir şirketin yöneticileri, ortakların az olan sermayelerinden yararlanmanın yanısıra, diğer harcamaları karşılamak amacıyla bankadan borç almaya ve sermayeyi artırmak ve borçları ödemek için ortaklardan her ay belirli miktarda aidat almaya karar almıştır. Bu şirket şimdiye kadar kâr aşamasına geçmemiştir. Acaba, ortakların aylık olarak ödenen aidatlarına ve ana sermayenin tamamına humus lazım gelir mi?
C: Ortakların, şirketin ana sermayesine katkıda bulunmak için verdikleri aidatın ve okul tesisinde kullanmak üzere şirkete verdikleri ortaklık hissesinin humusunu vermeleri farzdır. Şirketin ana sermayesini oluşturan ortakların ödediği paraların humusu verildikten sonra, şirketin ana sermayesinin yekününde humus yoktur.
S.934: ?alışmakta olduğum yer, bir kaç seneden beridir bana bir miktar para borçludur. Şimdiye kadar da bu para bana ödenmemiştir. Acaba, bu parayı aldığımda ona humus lazım gelir mi? Veya humusun lazım gelmesi için o paranın üzerinden bir sene geçmesi gerekir mi?
C: Parayı humus senesinde almak mümkün değilse, o para alış senesinin kazancından sayılır. Eğer alış senesi içinde ihtiyaçta kullanılırsa onda humus yoktur.
S.935: Acaba, humusun taalluk etmemesinin ?lçüsü, ihtiyaç olduğu için senenin kazancından elde edilen malların, sene boyunca kullanılması mıdır? Yoksa ihtiyaca binaen alınması mı; gerçi yıl boyunca hiç kullanılmazsa bile?
C: Elbise ve sergiler gibi kullanmakla aslı yok olmayan eşyalarda humusun farz olmamasında ölçü, onlara ihtiyaç duyulmasıdır. Ama, pirinç ve zeytin gibi günlük tüketilen mallarda ise ölçü tüketimdir. Bu gibi maddeler ihtiyaç senesinden fazla kalırsa onda humus farzdır.
S.936: Bir şahıs, ailesinin rahatlığı ve ihtiyaçlarını gidermek için sene içinde kazançtan elde edilen humusu verilmemiş maldan araba almak isterse o malın humusunu vermesi farz mı? Eğer söz konusu arabayı mesleği ile ilgili işlerde veya her iki alanda kullanmak için alırsa acaba o malda humus farz olur mu?
C: Aldığı araba, mesleği ile ilgili işler için olursa, onun hükmü meslek aletleri hükmündedir ve meslek aletlerinde de humus farzdır. Ama; örfen onun toplumsal durumuna uygun olma şartiyle şahsî hayat ihtiyaçlarını gidermek için olursa onda humus yoktur.

ANLAŞMA, EL DEĞİŞTİRME VE HUMUSUN BAŞKA MALLARA KARIŞMASI
S.937: ?zerine farz olan humusu şimdiye kadar ödemeyen ve şimdi ise ödemeleri zor veya imkansız olan kimselerin humusla ilgili hükmü nedir?
C: Farz olan humusun ?demesinin zor oluşu, humusu onların üzerinden kaldırmaz; humus yetkilisi veya onun vekiliyle anlaşarak humuslarını borca çevirmek ve kendi imkanları dahilinde zaman ve miktar yönünden bu borçlarını taksitle ödemeye çalışmakla da olsa humusu ödemelidirler.
S.938: Bir iş yerim, bir de taksitli borçla aldığım evim vardır. Şer-i vazifemi yerine getirmek için, kendime humus yılı tayin ettim. Ailemin oturduğu adı geçen evin humusunu bağışlamanızı rica ediyorum. Ama işyerinin humusunu taksitle ödeme imkanım var.
C: Bu durumda, oturmakta olduğunuz ev için humus yoktur. Ama işyeringin humusunu ise, bu konuda izinli vekillerimizden biriyle humusunuzu borca çevirmek hususunda anlaştıktan sonra tedricen bile olsa vermeniz farzdır.
S.939: Yurt dışında bulunan humus vermemiş bir insan, humusu verilmemiş parayla bir ev satın almıştı; şimdi ise önceden farz olan humusunu verecek kadar parası yoktur. Ama, her yıl o humus borcunu ödemek amacıyla o yılın humusundan bir miktar fazla veriyor; bu doğru mudur?
C: Bu durumda, ?nceden farz olan humusunu borca çevirmek üzere humus yetkilisiyle anlaştıktan sonra bu borcunu tedricen ?demeye başlaması farzdır. Şimdiye kadar verdiğini ise geçerli kabul ediyorum.
S.940: Bir kaç yılın kazancının humusunu ödemesi farz olduğu halde şimdiye kadar humus olarak bir şey ödememiş olan kimse, üzerine farz olan humusun miktarını hatırlamazsa humus mükellefiyetinden nasıl kurtulabilir?
C: ?zerine humus lazım gelen malların hepsini hesap ederek humusunu vermesi farzdır. Verip, vermediğinden şüphe ettiği humuslarda ise, humus yetkilisi veya vekili ile anlaşması yeterlidir.
S.941: Ben ailemle birlikte yaşayan bir gencim. Babam, üzerine farz olan humus ve zekâtı ödemiyor. Hatta faizli malla ev yaptırmıştır; bu evde yediğim yemeğin haram olduğu açıktır. İmkanım olmadığı için de evden ayrılamıyorum. Bu konuda sorumluluğum nedir?
C: Babanızın, malının faizle karışmış olduğunu ve farz olan humus ve zekâtı ödemediğini bilmeniz kullanmakta olduğunuz malların haram olmasını gerektirmez; bu hususta kesin bilginiz olmadığı takdirde onlardan istifade etmeniz haram değil. Ama eğer, kullandığınız malın haram olduğunu kesin olarak biliyorsanız onu kullanmanız câiz değildir. Ancak; ailenizden ayrılmanız ve onlarla yaşamamanız sizin için çok çetin olursa, bu durumda onlarla yaşamanız ve mallarından yararlanmanız câizdir. Ama, yararlandığınız mallardaki humus, zekât veya başkasının malının kefaleti sizin üzerinizedir.
S.942: Babam humus ve zekât vermiyor. Bu konuda kendisini uyardım. Ama o, “biz fakiriz ve bu nedenle humus ve zekât bize farz olmaz” diye cevap verdi. Bu meselede hüküm nedir?
C: Eğer onun zekât ve humusun çıkarılmasını gerektirecek kadar malı yoksa, üzerine humus ve zekât farz olmaz ve sizin bu konuyu araştırmanız farz değildir.
S.943: Birlikte çalıştığımız şahıslar humus vermiyorlar ve kendilerine humus yılı da belirlememişlerdir. Onlarla alış-veriş yapmamızın, çalışmamızın, yemek yememizin v

S.hükmü nedir?
C: Alış-veriş için onlardan aldığınız mallarda veya onlara gittiğinizde yararlandığınız şeylerde humus olduğunu bilirseniz onlardan istifade etmeniz câiz olmaz. Onlardan, alış-veriş ile aldığınız malın humus miktarında muameleniz fuzuli olur ve bu miktarda, humus yetkilisinin veya vekilinin iznini almanız gerekir. Ancak, onlarla muaşereti, mallarından yararlanmayı terketmek ve ikramlarını kabul etmemek çok çetin olursa onların mallarından yararlanmanız câizdir. Fakat; bu durumda onların mallarından tasarruf ettiğiniz miktarın humusunun kefaleti sizin üzerinizedir.
S.944: Ev alım ve yapımı için kazançtan biriktirilen paranın humusunun çıkarılması farz mıdır?
C: Humus yılı girdiğinde, malının humusunu çıkarması mükellefe farzdır.
S.945: Humusu çıkarılmamış maldan, camiye yardımda bulunan kimseden bu malı almak câiz midir?
C: Eğer, yardım olarak verilen malda humus olduğu kesin olarak bilinirse alınması câiz değildir. Eğer alınırsa mala humus taalluk eden miktarında, humus yetkilisi veya vekiline müracaat edilmesi farzdır.
S.946: Dinî g?revlerini yerine getirmeyen ve ?zellikle namaz kılmayan ve humus vermeyen müslümanlarla muaşeret etmenin hükmü nedir? Acaba, dini görevleri yerine getirmedikleri için onların evlerinde yemek yemek sakıncalı mı? Eğer sakıncalı ise, bir kaç kez onların evinde yemek yiyen kimsenin hükmü nedir?
C: Onlarla muaşeret etmek, dinî görevleri terketmelerini desteklemeği gerektirmezse bir mahzuru yoktur. Fakat; muaşereti terketme, onları dinî vazifelerini yerine getirmeğe yönlendirmek hususunda etkili olursa bu durumda, "marufu emretmek ve münkerden nehyetmek" için geçici olarak muaşereti terketmek farzdır. Ama, yemek ve benzeri mallarına humus taalluk ettiğini bilmezse onlardan istifade etmenin bir mahzuru yoktur. Aksi takdirde humus yetkilisinin izni olmaksızın istifade edilmesi câiz değildir.
S.947: Arkadaşım, çoğu kez beni yemeğe davet ediyor. Ama, son zamanlarda eşinin humus vermediğini öğrendim. Acaba, humus vermeyen kişinin yemeğini yemem câiz midir?
C: Size getirilen yemeğin humuslu olduğunu bilmedikçe, onların yemeğini yemenizin bir sakınca yoktur.
S.948: Humusunu ?demek için ilk defa mallarını hesaplamak isteyen kimse oturmak için aldığı evi, hangi parayla aldığını bilmezse veya bir kaç yıl boyunca biriktirilmiş bir parayla aldığını bilirse, humus yönünden hükmü nedir?
C: Eğer hangi parayla aldığını bilmezse, ihtiyaten farz olarak evin humus konusunda humus yetkilisi ile anlaşmalıdır. Ama, evi humus taalluk etmiş bir malla almış ise şimdiki değeri üzerinden onun humusunu vermesi farzdır. Fakat; evi borç olarak almış ve daha sonra borcunu humusu verilmeyen parayla ?demişse, borcunu ödemek için verdiği paranın humusunu vermesi farzdır.
S.949: Şehirlerin birinde, halktan bir miktar humus alan bir alim bu parayı size veya büronuza şahsen nakletmesi zor olduğundan banka havalesi ile g?nderebilir mi? Şu da bellidir ki, bankadan teslim alınan para o şehirde yatırılan paranın aynısı değildir.
C: Humus ve diğer şer'î hakların banka kanalıyla iletilmesinde sakınca yoktur.
S.950: Humusu verilmemiş parayla alınan arazide namaz kılmak câiz midir?
C: Eğer arazi, bizzat humusu verilmeyen mal ile alınırsa bu muamele humus miktarında fuzulidir ve geçerliliği humus yetkilisinin iznine bağlıdır; humus yetkilisi izin vermediği sürece orada namaz kılmak câiz değildir.
S.951: Müşteri, satın aldığı malın humusunun ödenmediğini bilirse, bu malı kullanması câiz midir?
C: Satın alınan malda humus olduğu takdirde, satılmış malın humus miktarında alış-veriş fuzulidir ve -muamelenin bu miktarda- geçerliliği humus yetkilisinin iznine bağlıdır.
S.952: Kendisiyle alış-veriş yapan müşterinin, parasının humusunu verip vermediğini bilmeyen esnafın o paranın humusunu vermesi farz mıdır?
C: Müşterinin ödediği parada humus olduğunu bilmiyorsa, esnafın üzerine bir şey gelmez. Bunu araştırması da farz değildir.
S.953: Kâr amacıyla üretim alanındaki bir işe yüz milyon yatırım yapan ortaklardan biri humusunu vermiyorsa, diğer ortakların onunla ortak olmaları sahih midir? Humus vermeyen şahıstan borç para alıp onu işletebilirler mi? Ortakları çok olan işte, her ortak kendi kazanç payının humusunu vermekle mi sorumludur, yoksa bütün ortaklar tarafından şirket mi humusu vermelidir?
C: Malına humus lazım gelen ve onu vermeyen kişiyle humus miktarındaki ortaklık fuzulidir. O miktarda humus yetkilisine müracaat etmek gereklidir. Ortak sermayede, bazı ortakların hissesinin humusu verilmemiş olursa o sermayede tasarruf câiz değildir. Ortakların, ortak gelirden aldıkları hisseler yıllık giderlerinden fazla gelirse, onun humusunu vermeye mükelleftirler.
S.954: Ortaklarım humus vermedikleri takdirde vazifem nedir?
C: Ortak malda tasarruflarının helal olması için, ortakların her biri hissesine taalluk eden şer-î hakları vermeleri farzdır. Eğer, diğer ortaklar bunu ödemiyorlarsa ve şirketten ayrılmanız çetin olursa bu takdirde ortaklığa devam etmenize müsade ediyorum.
S.955: 1989 yılında eğitim dâiresinde çalışanlar için kooparatif şirketi kuruldu. Şirketin ilk sermayesini eğitim dâiresinde çalışanların yüz tümenlik hisseleri oluşturmaktadır. Ortaklığın başlangıcında ana sermaye çok azdı. Ama, şimdi üyelerin sayılarının artmasıyla, ortak sermaye onsekiz milyona yükseldi; ayrıca şirket bir takım araçlara da sahiptir. Şirketin getirdiği kazanç, ortakların hissesi oranında paylaşılıyor ve ortaklardan her birisi isterse kendi payını çekerek ayrılabiliyor. Şimdiye kadar sermaye ve kazancın humusu verilmemiştir. Kurumun sorumlu yöneticisi olarak, sermaye ve kazanca lazım gelen humusu hesaplayarak ?demem câiz midir? Bu hususta ortaklardan izin almam gerekir mi?
C: Şirketin ana sermayesi ve kazancının humusunu vermek, hisseleri oranında ortakların kendilerine farzdır. Fakat; şirket yöneticisinin bunu üstlenmesi üyelerin iznine veya vekalet vermelerine bağlıdır.
S.956: Bir grup, kendi aralarında ihtiyaç zamanlarında birbirlerine borç vermek için Karzulhasene kurumu kurmuşlar. Bütün üyeler kurum kurulurken ödedikleri para dışında, ana sermayeyi artırmak için her ay ödenmek üzere belirli bir aidat vermekle yükümlüdürler. Kurumda toplanan sermaye, sürekli borç olarak üyelerin yanında bulunduğundan, bu paranın humusunun nasıl ödenmesi gerektiğini, açıklamanızı istirham ederiz.
C: Ortaklık hissesini, humus yılı geçtikten sonra kazancından vermek istiyorsa, ilk önce onun humusunu vermesi farzdır. Ama, ortaklık hissesini yıllık kazancı esnasında vermişse ve onu geri alması mümkünse sene sonunda humusunu vermesi farzdır; sene sonunda alamıyorsa geri alabilinceye kadar humusunu vermesi farz değildir.
S.957: Acaba “Karzulhasene” kurumu için tüzel kişilik var mıdır? Eğer varsa, o tüzel kişiliğin kazancına humus gelir mi? O tüzel kişiliğe sahip değilse, onun humus mükellefiyetinin durumu nedir?
C: Kurumun ana sermayesi ortaklık sebebiyle üyelerin olursa; elde edilen kazanç üyelerin her birinin şahsî malı sayılır ve mallarının humusunu vermeleri herkesin kendi üzerine farz olur. Fakat, kurumun ana sermayesi, şahıs veya şahısların değil de, umumî vakıftan veya benzeri mallardan olursa, ondan elde edilen kazançta humus yoktur.
S.958: Mü'minlerden oniki kişilik bir grup anlaşıp, her ay örneğin; yirmişer dinar ödeyerek her ay toplanan para kendi şahsî masraflarında kullanması için bir şahsa veriliyor. Son sırada yeralan şahıs -bu parayı- oniki ay sonra alıyor. Sonuncu şahıs gerçekte bu müddet içerisinde her ay ödediği miktarın toplamı olan ikiyüzkırk dinarını geri alıyor. Acaba bu para onun ihtiyacından sayılır mı, yoksa ona humus lazım gelir mi? Eğer bu şahsın humus yılının belirli bir zamanı olursa ve aldığı paradan bir kısmı senenin sonuna kadar yanında kalırsa, alınan bu miktar paranın humusundan kurtulmak için müstakil bir süre tayin edebilir mi?
C: Verdiği miktar senelik gelirinden olursa ve ondan aldığı parayı aynı senenin geçiminde sarfederse onda humus yoktur. Eğer, verdiği para, önceki senenin gelirinden olursa, aldığı miktarın humusunu vermelidir. Eğer, iki senenin gelirinden olursa; her sene kendi hükmüne tabidir. Senenin gelirinden aldığı miktar, aynı senenin ihtiyacından fazla olursa humusunu vermemek için özel bir humus vakti tayin etmeye hakkı yoktur. Yıllık gelirinin hepsi için bir humus senesi tayin etmesi ve bu senenin gelirlerinden ihtiyaçtan fazla kalan miktarın humusunu vermesi farzdır.
S.959: Depozitli bir ev kiraladım. Acaba; depozit olarak verilen paranın üzerinden bir sene geçtikten sonra bu paranın humusunu vermem farz olur mu?
C: Kazancınızdan olursa ev sahibinden geri aldığınızda humusunu vermelisiniz.
S.960: Birtakım bayındırlık işleri için çok miktarda paraya ihtiyacımız vardır. Bu parayı birden vermemiz zor olduğu için bu işe ait ortaklaşa bir sandık kurduk, her ay bu sandığa bir miktar para yatırarak biriktiriyoruz. Gerekli sermayeyi topladıktan sonra işe başlayacağız; acaba, sandıkta biriktirdiğimiz bu parada humus var mıdır?
C: Herkesin yatırdığı para, inşaatta kullanıncaya kadar kendi mülkiyetinde kalır ve humus yılı yetiştiğinde onu sandıktan alabiliyorsa herkese kendi malının humusunu vermesi farz olur.
S.961: Bir kaç yıl önce malımı hesapladım ve kendim için humus yılı belirledim. O zaman benim humusu verilmiş 98 koyunum, bir miktar nakit param ve bir de motorsikletim vardı. Bir kaç yıl önce koyunlarımdan bir kısmını sattım ve bu vesileyle nakit param arttı. Şimdi 60 koyunum ve bir miktar da nakit param var; bu durumda, malımın tümüne mi humus lazım gelir, yoksa sadece artan miktarına mı?
C: Şimdiki koyunlarınızın değeriyle mevcut paranız, o zamanki humusunu verdiğiniz 98 koyununuzun değeriyle nakit paranızdan fazla olursa, sadece artan miktarda humus farz olur.
S.962: Humusunu vermesi gereken malı (arsası veya evi) olan kimse o malın humusunu yıllık gelirinden verebilir mi, yoksa o malının humusunu gelirinden vermek için önce yıllık gelirinin humusunu vermesi mi gerekiyor?
C: ?zerine farz olan malın humusunu yıllık gelirinden vermek isterse, yıllık gelirinin de humusunu vermelidir.
S.963: Bazı şehitlerin malik oldukları ziraat yeri, sanat vb. şeylerde olan gelirlerini veya Şehit Kurumu'nun şehit çocukları için verdiği aylıkları biriktiriyoruz. Bazen bunların bir bölümü onların zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için harcanıyor. Bu biriktirilmiş paralarda ve aylıklarda humus var mıdır, yoksa humusun verilmesi onlar büyüyünceye kadar geciktirilmesi mi gerekiyor?
C: Aziz şehid evladlarına babalarından miras olarak geçen veya şehid kurumundan verilen mallarda humus yoktur. Ama, miras aldıkları veya şehid kurumunun hediye olarak verdiği malın kârına gelince; eğer şer'î bulûğ çağına erişinceye kadar o mal onların malı olarak kalırsa mükellefiyete ulaştıklarında onlardan her birine kârının humusunu vermesi ihtiyaten farzdır.

2
fikh Humus Hükümleri

adlarına babalarından miras olarak geçen veya şehid kurumundan verilen mallarda humus yoktur. Ama, miras aldıkları veya şehid kurumunun hediye olarak verdiği malın kârına gelince; eğer şer'î bulûğ çağına erişinceye kadar o mal onların malı olarak kalırsa mükellefiyete ulaştıklarında onlardan her birine kârının humusunu vermesi ihtiyaten farzdır.
S.964: Ticaret amacıyla kullanılan mallarda humus var mıdır?
C: Sermaye yıllık gelirden olursa humusu farzdır; ancak, kâr etmek için sermayeden harcanan ambar, nakliye, kantar, dellal parası vb. gibi şeyler ticaretin kârından istisna edilir ve onlarda humus yoktur.
S.965: Sermaye ve ondan elde edilen kârda humus var mıdır?
C: Sermaye, aylık maaş gibi bir nevi kazançla elde edilen gelirlerden oluşursa onda humus farzdır. O sermayeyle yapılan ticaretin kârının yıllık giderlerden artan miktarında da humus vardır.
S.966: Nisab haddine ulaşmış sikkesi olan kimse, zekâtına ilaveten onun humusunu da vermesi farz mıdır?
C: Yıllık gelirden sayılırsa humusun farz olmasında diğer gelirlerin hükmündedir.
S.967: Ben ve eşim eğitim bakanlığı görevlilerindeniz. Eşim aylığını bana hediye ediyor. Benim meslek arkadaşlarımla üyesi olduğum ziraat şitketinde hissem var. Ancak, şirkete verdiğim paranın benim mi, eşimin mi aylığından olduğunu bilmiyorum; ancak, humus yılına kadar eşimin aylığından biriktirdiğim para, yıllık aldığı paradan azdır; acaba bu parada humus farz mıdır?
C: Biriktirilen paranın sizin aylığınızdan olan miktarında humus farzdır. Ancak, eşiniz tarafından size hediye edilen ve yine sizin aylığınızdan mı, yoksa eşinizin size verdiği hediyeden mi olduğunda şüphe ettiğiniz paranın humusunu vermeniz farz değildir; ancak, onun da humusunu vermeniz veya humusunu bir miktar parayla musalaha etmeniz ihtiyaten müstehaptır.
S.968: İki yıl karzulhasene olarak bankada kalan parada humus farz mıdır?
C: Yıllık gelirden biriktirilen miktarın bir defa humusu verilmelidir ve karzulhasene olarak bankada biriktirilmesi humusun kalkmasını gerektirmez; ancak borçlulardan alınmadığı sürece humusunu vermek farz değildir.
S.969: Bir miktar para biriktirmek için kendi harcamalarında veya tekeffülünde olan ailesi için yaptığı harcamalarda tasarruf ederek para biriktiren veya bir sorununu çözmek için borç alan kimsenin biriktirdiği veya borç aldığı para humus yılına kadar kalırsa onun humusunu vermesi farz olur mu?
C: Biriktirdiği mal humus yılına kadar kalırsa onda humus farz olur; ancak, borç aldığı paranın humusunu vermesi farz değildir; ancak aldığı borcun taksitlerini yıllık gelirinden verirse ve humus yılı ulaştığında borç aldığı para harcanmadan kalırsa humusunu vermesi farzdır.
S.970: Bir kaç yıl önce inşaat yaptırmak için bir arsa aldım. Orada bir ev yaptırmak amacıyla günlük harcamalarımdan bir miktarını tasarruf ederek biriktirirsem şu an kirada oturduğum dikkate alınarak yıl sonunda biriktirdiğim bu paranın humusunu vermek farz olur mu?
C: Yıllık gelirinizin bir miktarını biriktirirseniz ve humus yılınız gelinceye kadar öylece kalırsa onun humusunu vermeniz farz olur; ancak eğer humus yılınız gelmeden önce onunla inşaat için gerekli olan malzemeleri alırsanız onda humus farz olmaz.
S.971: Evlenmek için biraz para elde etmek amacıyla sermayemin bir b?lümünü ticaret için birine verdim; şimdi benim paraya ihtiyacım var; ünivetsite öğrencisi olmam dikkate alınarak humus meselesi hususunda musalaha etmem mümkün müdür?
C: Bu para yıllık gelirinizden olur ve humus yılınıza kadar da kalırsa, humusunu vermeniz üzerinize farz olur ve humusu verilmesi belli olan şey üzerinde musalaha yapılmaz.
S.972: Geçen yıl Hac Kurumu benden hac kafileleri için gerekli olan bir takım şeyler satın aldı ve bu yaz mevsiminde sattığım eşyaların bedelini aldım (213 bin tümen) ve geçen sene de 80 bin tümen almıştım; kendime humus yılı belirlemişim ve her yıl giderlerimden artan miktarın humusunu veriyorum. Şu anda satmış olduğum o eşyalara kendi ihtiyacım olduğu dikkate alınırsa o paranın humusunu vermem farz mıdır? Şunu da hatırlatayım ki sattığım malların değeri şimdiye kadar çok değişmiş bulunmaktadır.
C: S?z konusu eşyaları humusu verilmiş maldan almışsanız onları satarak elde ettiğiniz parada humus yoktur; aksi durumda humusunu vermek zorundasınız.
S.973: Benim bir dükkanım var; her yıl elimdeki nakit parayı ve mevcut malları hesaplamaktayım. Mallardan bazıları humus yılı ulaşıncaya kadar satılmıyor; yıl sonunda o malların humusunu satılmadan mı vermem gerekiyor, yoksa satıldıktan sonra mı? O malların humuslarını verdikten sonra satarsam gelecek yıl nasıl hesaplamam gerekiyor ve eğer satılmaz da değer kazanırsa bu durumda hükmü ne olur?
C: Satmadığınız mallara yıl sonuna kadar müşteri çıkmazsa, şimdilik artan fiyatının humusunu vermeniz farz değildir, onu satarak elde ettiğiniz kârı gelen yılın kârıyla hesaplayarak humusunu vermelisiniz; değeri artan ve yıl esnasında müşteri çıkmasına rağmen değeri artması için yıl sonuna kadar satmadığınız mallara gelince, yıl sonunda o malların artan değerinin humusunu vermelisiniz.
S.974: Burada üç katlı bir bina var. Resmî senetlere istinaden o binaya 1973 yılından itibaren dört kişi ortaktır. Binanın beşte üçü, üç kardeşe aittir -her birine bir hisse-, diğer iki hisse ise onların annelerinindir. Binanın bir katında kardeşlerden biri oturmakta, diğer iki katı ise maliklerin giderlerini karşılamak için kiraya verilmiştir; şunu da belirteyim ki, o kardeşlerden birisi bu evden başka bir şeye sahip değildir. Bu durumda, diğer iki katın humusu farz mıdır, yoksa bu onların giderlerinden mi sayılır? C: ?cretiyle giderlerini karşılamak için kiraya verdikleri dâireler sermaye hükmündedir; dolayısıyla yıllık gelirle yapılmış veya satın alınmış olursa humusu farz olur; ancak, miras veya hediye olursa humusu farz olmaz.
S.975: Bir miktar humusu verilmiş buğdayı olan kimse yeni mahsül elde edinceye kadar o buğdaydan yararlanıyor. Daha sonra onun yerine yeni mahsülden bırakıyor ve bir kaç yıl böyle devam ediyor. Acaba yenilen buğdayın yerine bırakılan bu yeni buğdaya humus lazım gelir mi? Eğer humus lazım gelirse acaba hepsine mi lazım gelir?
C: Humusu verilmiş buğdayı kullandığında, kullanılan kısmın karşılığını yeni buğdaydan bırakması, yeni buğdaya humusun farz olmasını önlemez. Buna göre; yerine konulmuş yeni buğdaydan senenin geçimi için sarfettiği miktarda humus yoktur ve senenin sonunda fazla kalan buğdayda ise humus farzdır.
S.976: Ben, Allah'ın yardımıyla her sene malımın humusunu veriyorum. Ama; malımın humusunu hesapladığım senelerde hesabımda şüphem vardı. Bu şüphemin hükmü nedir? Acaba; bu sene mevcut mallarımın tümünün humus hesabını (yeniden) yapmam farz mıdır? Yahut; bu konudaki şüphe geçerli sayılmaz mı?
C: Geçmiş senelere ait kazancınızın humus hesabının doğru oluşunda şüpheniz olursa, bu şüphe geçersizdir ve ikinci defa onların humusunu vermeniz farz değildir. Ama; belirli bir kârın, humusu verilmiş olan geçmiş senelerin kazancından mı veya humusu verilmemiş olan bu senenin kazancından mı olduğunda şüpheniz olursa; bu durumda onun humusunu vermeniz üzerinize farz olur. Ancak; önceden humusu verildiğine kanaat getirirseniz onda da humus yoktur.
S.977: Humusu verilmiş onbin tümen parayla bir halı aldım. Bir müddet sonra onu onbeşbin tümene sattım. Acaba; humusu verilmiş maldan fazla olan beş bin tümen kazançtan sayılır mı? Ve ona humus lazım gelir mi?
C: Satış kastıyle almış iseniz, alış bedelinden fazlası kazançtan sayılır. Ve yıllık giderden fazla kalan miktarında humus farz olur.
S.978: Kazançlardan her birisi için bir humus vakti tayin eden kimse, süresi dolan kazancının humusunu süresi dolmamış kazançlarından vermesi câiz midir? Bu kazançların yıl sonuna kadar kalacağını ve bunları geçimi için kullanmıyacağını bildiği halde hüküm nedir?
C: Kazançlarından her biri için müstakil bir humus vakti tayin etmesi câiz olduğu yerlerde humusunu (humusu verilmemiş) başka bir kazançtan vermesi câiz değildir. Ancak; diğer kazancının humusunu vermiş ise, bu müstesna. Geçim için kullanılmayacak olan kazançlarının humusunu, kazandığı an veya humus vakti geldiğinde vermekte muhayyerdir.
S.979: İki katlı bir binası olan ve kendisi de o binanın üst katında oturmakta olan bir kimse, binanın alt katını kira almadan bir şahısa vererek ondan borç para almıştır. Acaba; aldığı borç paraya humus lazım gelir mi?
C: Aldığı borç karşılığında evi ücretsiz vermesinin şer'î bir yönü yoktur. Herhalukârda borç olarak alınan parada humus yoktur.
S.980: Vakıflar dâiresine ait bir binayı yetkililerden muayenehane olarak aylık belli bir ücretle kiraladım. Benim talebimi kabul ettikleri için benden kiradan başka bir miktar para da önceden aldılar. Söz konusu para şimdi benim tasarrufumdan çıkmış ve hiç bir zaman da elime geçmeyecektir. Acaba bu parada humus var mıdır?
C: Bu meblağ kazançtan olur ve verilmesi hava parası anlamını taşırsa humusunu vermek farzdır.
S.981: Yıllık humus hesaplaması olmayan bir kimse bir milyondan fazla para harcayarak bir artezyen kuyusu kazdırmıştır; o, bu yolla kurak bir araziyi bayındırlaştırmak ve meyve ağacı dikerek onlardan istifade etmek istiyor. Bu ağaçların meyva vermesi, büyük bir masrafla beraber uzun bir zamanın geçmesini de gerektirmektedir. Şimdi bu şahıs kendisine taalluk eden humusu vermek için mallarının hesabını yapmak istiyor. Öte yandan enflasyon nedeniyle kuyu, yer ve bahçenin fiyatları sarfettiği miktarın kaç katı artmıştır. Mallarının günlük değerinin humusunu vermeye gücü yetmez. Bahçe ve bahçenin içindekilerin humusunu para olarak değil de, arazinin kendisinden vermeye mükellef edilirse çok zor duruma düşecek. Çünkü bu yolla ailesinin geçimini temin etmeği ve refaha kavuşmayı arzulamaktadır. Bu şahsın humus mükellefiyeti nedir? Humus vermekte zorluğa düşmemesi için humusunu nasıl hesaplamalıdır?
C: Meyva ağaçları dikmek ve bahçe yapmak amacıyla ihya edilen kurak arazinin bayındırlaştırılması için yapılan masraflar çıkıldıktan sonra hiç şüphesiz onda humus vardır. Yerin humusunu, yerden veya günlük kıymetinden vermekte tercih sahibidir. Ama; kuyu, su boruları, su tulumbası, ağaçlar ve bunlardan başka şeylere sarfettiği masrafları, borçla veya bunları veresiye satın almakla elde etmiş ve borcunu humusu verilmeyen paradan ödemiş ise; sadece bu borca sarfettiği paranın humusunu vermesi farzdır. Fakat; bunları humusu verilmemiş parayla almış ise, bu malların şimdiki normal (adilane) kıymetini hesaplayarak humusunu vermesi farzdır. Eğer, üzerine farz olan humusu, bir defada vermeye gücü yetmezse; vekillerimizin birisiyle humusunu borca çevirme hususunda anlaşmalı ve humus borcunu taksitle ?demelidir. Taksitlerin süre ve miktarını ayarlamada ise kendi imkanını gözetir.
S.982: Evlendiği günden bu güne kadar borçlu olan ve yıllık humus hesaplaması olmayan bir şahıs simdi humusunu vermek istiyor. Humus hesabına nasıl başlamalı?
C: Şu ana kadar giderlerinden artan bir kazancı yoksa geçmişlerinden dolayı onun humus mükellefiyeti yoktur.
S.983: Vakfedilen arazi ve eşyanın mahsul ve gelirlerinin humus ve zekât hükümleri nedir?
C: Özel vakıf olsalar dahi vakfedilmiş malların kendisinde humus ve zekât yoktur. Bunların mahsullerinde de ister özel vakıf olsun, ister genel vakıf, humus yoktur. Genel vakıf olarak vakfedilen malların mahsülleri vakfedilen kimseler tarafından alınmadıkça zekâtı da yoktur. Ancak; söz konusu mahsüller, vakfedilen kimseler tarafından alındıktan sonra zekâtı farz eden şartları taşırsa onlarda zekât vardır. Özel vakfın mahsülünde ise kendilerine vekfedilmiş kimselerin her birinin hissesi, nisab miktarına ulaşırsa onda zekât farzdır.
S.984: Küçük çocukların kazançlarına (örneğin bir vekil tarafından çocuk adına kazanılan paraya) humus lazım gelir mi?
C: ?ocuklar için elde edilen kazançlar, onların bulûğ çağına ulaşıncaya kadar mülkiyetlerinde kalırsa ihtiyaten farz olarak humusunu vermeleri farzdır.
S.985: Meslek araçlarında humus var mıdır?
C: Meslek aletlerinin hükmü aynen sermayenin hükmü gibidir ve humusu verilmesi farzdır.
S.986: Bundan bir kaç yıl önce hacca gitmek üzere hac müessesesine isim yazdırdım ve bu sefer için gerekli olan parayı da müessesenin hesabına yatırdım. Ancak; şimdiye kadar hacca gidemedim ve bu paranın daha önce humusunu verip vermediğimi de bilmiyorum. Acaba, şimdi bu para için humus vermem gerekir mi? Hacca gitmek üzere verilen paranın üzerinden bir kaç yıl geçerse o paraya humus lazım gelir mi?
C: Eğer verdiğiniz para o yılki kazancınızdan olur ve bir anlaşma üzere hacca gitmek için bu parayı ücret veya bedel olarak yatırmış iseniz o paranın humusunu vermeniz farz değildir.
S.987: Humuslarını hesaplama yılının dönümü 12. ayın sonu olarak belirleyen memurlar, normalde gelecek ay başına kadar kullanmak üzere son maaşlarını yeni yıl girmeden 5 gün önce alıyorlar. Acaba bu son maaşta humus var mıdır?
C: Sene bitmeden (yani 5 gün içinde) yıllık giderlerinde kullanmadıkları miktarda humus farz olur.
S.988: ?niversite ?ğrencilerinden bazıları, , tasarruf ederek eğitim bakanlığı tarafından verilen bursun bir kısmını daha sonraki yıllardaki ihtiyaçları için biriktiriyorlar. Acaba, bu paraya humus lazım gelir mi?
C: Hibe ve burs olarak verilen mallarda humus yoktur.

HUMUSU HESAPLAMANIN YOLU
S.999: Humusu gelecek yıla ertelemenin hükmü nedir?
C: Humusu bir sonraki yıl vermekle üzerine farz olan humus eda olmuş olur. Ama, humus yılı girip bir mala humus farz olduktan sonra humusunu vermeden onu kullanamaz. Eğer humusunu vermeden o malla herhangi bir eşya veya yer satın alırsa o zaman humus taalluk eden miktar için humus yetkilisinden izin alarak satın aldığı o malların şu anki değeri üzerinden humusunu vermesi farzdır.
S.990: Biraz nakit, biraz da bazı şahıslardan alacaklı olduğum bir miktar param var. Diğer taraftan ev yaptırmak üzere aldığım arsa için borçluyum, bu arsanın satış bedeli olarak bir kaç ay sonra ödenmesi gereken bir çek verdim. Acaba, bu borcu yukarıda zikrettiğim paradan düşerek humus verebilir miyim? Ayrıca ev yaptırabilmek için almış olduğum bu arsaya humus lazım gelir mi?
C: Bir kaç ay sonra ?denmesi gereken çeki humus vakti gelmeden yıllık kazancınızdan istifade ederek ödemeniz câizdir. Fakat, humus yılının başına kadar paranızı borç ödemede kullanmazsanız -humus yılı girdikten sonra- borcunuzu ondan çıkaramazsınız ve tümünün humusunu vermeniz gerekir. Ev yaptırabilmek için bu arsaya ihtiyacınız varsa onda humus yoktur.
S.991: Ben bekarım. İleride evlilik masraflarımı karşılayabilmem için mal biriktirmem câiz midir?
C: Evlenmek amacıyla olsa da, yıllık gelirinizden biriktirdiğiniz paranın üzerinden bir humus yılı geçerse onun humusunu vermeniz farzdır.
S.992: Humus hesaplamak için belirlediğim yıl, 10. ayın sonunda bitiyor. Acaba 10. ayda aldığım maaşda humus var mıdır? Eğer masraflardan artakalan kısmını eşime hediye edersem yine o paraya humus lazım gelir mi?
C: Humus yılı girmeden önce alınan veya humus yılının son gününden bir gün önce alınması mümkün olan maaşın giderlerden artakalan kısmında humus vardır. Ama ondan eşinize veya başka birine hediye ederseniz ve bu hediye etme işi humustan kaçmak kastıyla olmazsa, ayrıca hediyenin miktarı da sizin toplumsal malî durumunuza uygun olursa, hediye edilen malda humus yoktur.
S.993: Humusu verilmiş bir malı harcarsam malî yıl sonunda harcadığım miktarı o yılın kazancından çıkarabilir miyim?
C: Senenin kazancından harcanan humusu verilmiş malın karşılığı -o yılın kazancından- çıkarılamaz.
S.994: Humus lazım gelmeyen bir mal -hediye ve ödüller gibi- ana sermayeye karışırsa humus senesinin sonunda, karışan miktarı ana sermayeden çıkarmam ve sonra geri kalan malın humusunu vermem câiz olur mu?
C: ?ıkarılmasında sakınca yoktur.
S.995: ?ç yıl önce humusu verilmiş parayla bir dükkan açtım. Humus yılımın sonu şemsî yılın sonuna rastlamaktadır. Humus yılım bitmek üzereyken ana sermayem borç olarak milletin elindedir. Bunun dışında çok miktarda borcum da var; bu hususta benim şer'î vazifem nedir?
C: Humus yılının sonu geldiğinde yanınızda ana sermayeden veya kazançtan bir şey olmazsa veya olan mallarınızın toplamı humusu verilmiş ana sermaye kadar olursa üzerinize humus farz değildir. Veresiye satışınızla ilgili borçlar ise aldığınız senenin kazancından sayılır.
S.996: Dükkandaki malların sene sonunda kıymetini tayin etmek bize çok zor geliyor; bunu nasıl hesaplayalım?
C: Yıllık kazancınızı hesaplamak için dükkandaki mallarınıza tahmini bir fiyat bırakıp o fiyat üzerinden humusunu veriniz.
S.997: Nakite d?nüşünceye ve kâra geçinceye kadar bir kaç yıl elimdeki sermayenin humusunu hesaplamayıp bundan sonra, önceki sermayenin dışındaki paranın humusunu hesaplamamın şer'î bir sakıncası var mıdır?
C: Humus vakti girdiğinde malınızın içinde az da olsa humus olursa, humusunu vermediğiniz sürece o malda tasarruf hakkınız yoktur. Eğer humusunu vermeden önce o malda tasarruf ederseniz muamelenin humus miktarına tekabül eden kısmı fuzuli alış-veriş hükmüne girer; ve onun geçerli olması humus yetkilisinin iznine bağlı kalır. İzinden sonra da, önce o malın toplamının humusunu vermeniz üzerinize farz olur. Sonra ise aynı paradan o yıl elde ettiğiniz kazancın yıllık giderlerden artakalan kısmının humusunu vermeniz farzdır.
S.998: Dükkan sahiplerinin humus vermede kullanabilecekleri en kolay y?ntemi bize izah eder misiniz?
C: Humus yılının sonunda yanındaki nakit para ve eşya olarak bulunan malların hesabını yapmalı ve asıl sermayeyle olan farkını belirlemelidir. Neticede kazançtan sayıldığı için sermayeden fazla olan miktarın humusunu vermelidir.
S.999: Bankadaki ticaret ortaklığına yatırdığım paranın kârını önceden hakketmiş olmama rağmen, geçen yılın üçüncü ayının ilk gününü kazançlarımın humusunu vermek amacıyla humus yılımın başı olarak kararlaştırdım. Bu süre zarfında humusu olmayan bir maldan (geçimim için) yararlanıyordum. Acaba yıllık gelirleri hesaplamak için bu yöntem doğru mudur?
C: Tasarruf edebileceğiniz bir kazancı elde ettiğiniz gün, humus yılınızın başlangıcıdır. Humus yılını o günden sonraya ertelemeniz câiz değildir.
S.1000: Bir kaç yıl önce düşük fiyatla bir arsa satın alan kimse, şimdi malının temizlenmesi için humusunu vermek istiyor. Acaba; bu arsanın humusunu satın aldığı değerden mi yoksa çok fazla yükselmiş olan şu anki değerinden mi vermelidir?
C: Arsayı satmak amacıyla (miktarı belirlenmiş ama) aynı belirlenmemiş bir parayla almışsa, alış bedeli olarak ödediği paranın ve o güne kadar artış gösteren miktarın hepsinin humusunu vermelidir; çünkü bu sermayenin kârı sayılır. Ama satmak amacıyla satın aldığı arsayı humusu verilmeyen paranın aynı ile satın almış ise bu iki kısma ayrılır: Eğer yıllık kazancıyla kazanç yılı esnasında almışsa, arsanın kendisinden veya bugünkü değerinin üzerinden humusunu vermesi farzdır. Ama; yıllık kazançtan humus vakti ulaştıktan sonra humusunu vermeden o arsayı alırsa, mala taalluk eden humus miktarındaki alış-verişin geçerliliği humus yetkilisinin iznine bağlıdır. Eğer humus yetkilisi veya onun tarafından izinli birisi izin verirse muamele geçerli olur ve o zaman arsanın kendisinden ya da şu anki değerinin üzerinden humusunu vermesi farzdır. Fakat eğer arsayı üzerinde ev yapmak için satın almış ise ve şimdiye kadar da ev yapmamış ise birinci durumda fiyat artışında humus yoktur. İkinci durumda da, satın alma yılından sonraki fiyat artışında humus yokutur. Ancak üçüncü durumda, humus yetkilisi muameleye izin verdikten sonra arsanın kendisinin veya bugünkü fiyatının üzerinden humsu farzdır.
S.1001: Humus yılı girmeden önce gelirinden, bir miktarını birisine borç verirse ve bu para humus yılı geçtikten sonra kendisine geriye ?denirse, bu malın humus hükmü nedir?
C: Sorudaki takdirde, borçludan alacaklı olduğu malı aldığında humusunu vermelidir.
S.1002: İnsan, humus yılının içinde aldığı eşyaları humus yılı geçtikten sonra satarsa hükmü nedir?
C: Eşyaları satmak amacıyla almış ise humus yılının başına kadar satma imkanı olursa onların kazancının humusunu vermesi farzdır. Aksi takdirde satmadığı sürece onlarda humus yoktur. Sattığında ise onlardan elde edilen kazanç satış senesinin kazancından sayılır.
S.1003: Memur, humus yılı girdikten sonra aldığı maaşının humusunu vermesi farz mıdır?
C: Maaşı, humus yılının başına kadar alması mümkün idiyse humusunu vermesi farzdır. Aksi takdirde aldığı senenin kazancından sayılır.
S.1004: Bir şahıs malî yılın sonunda aynı yılın gelirinden fazla kalan miktarca başka birine borçlu olursa, bu miktarda humus var mıdır?
C: Borcu, aynı yılın ihtiyaçlarını karşılamak için almış ise o yılın kazancından çıkarabilir; aksi takdirde çıkaramaz.
S.1005: Değeri sürekli değişmekte olan sikke altının humusu nasıl verilir?
C: Değeri üzerinden humusunu vermek isterse, vereceği günün kıymeti ölçü alınarak hesaplanır.
S.1006: Yıllık humus hesabını altın değerinden hesaplamak isteyen bir şahısın örneğin, ana sermayesinin hepsi 100 sikke altın olursa, bunun 20'sini humus olarak verse ve elinde de humusu verilmiş 80 sikke altın kalsa, gelecek yılda (bu şahsın ana sermayesi olan 80 altında bir artış söz konusu olmadan) sadece altınların değeri yükselse acaba ona da humus lazım gelir mi? Ayrıca, yükselen değerin humusunu vermek farz mıdır?
C: Humusu verilen sermayeyi çıkarabilmede ölçü, asıl sermayedir. Çalıştırdığı asıl sermayesi altın ise malî yıl başında, geçen yıla oranla altının değeri yükselmiş olsa da humusu verilen altınları çıkarılabilir. Ama, ana sermaye para olursa ve humus yılında onları altınla değiştirip humusunu vermişse, gelecek yılın humus zamanında sadece geçen yılın humusu verilmiş paralarının değerini hesaplayarak sermayeden çıkarabilir, ama altınlarını çıkaramaz. Buna göre gelecek yıl altınların değeri yükselirse, yükselen miktarı çıkaramaz çünkü o kazançtandır ve onda da humus farzdır.

HUMUS YILI BELİRLEMEK
S. 1007: Yıllık kazancını yıl içerisindeki ihtiyaçlarını gidermede harcayacağını bilen kimsenin humus yılı tayin etmesi farz mıdır? Genelde mükellefe, humus yılının başlangıcını tayin etmesi farz mıdır? Gelirinden yıl sonunda hiç bir miktarın artmayacağını bilen bir şahsın yıl başı tayin etmemesinin şer'î açıdan bir sakıncası var mıdır?
C: Humus yılının başlangıcını tayin etmek mükellefe bağlı değildir; bu gerçek bir olgu olup, şahsın kazanca başlamasıyla birlikte başlar. Örneğin, çiftçilerin humus yılı biçin vakti, işçi ve memurların ise gelirlerini almaya başlamalarıyla birlikte başlar. Belli bir günü humus yılının başlangıcı olarak tayin etmek müstakil bir farz olmayıp mükellefin humusunu hesaplamasına bir vesile olduğu için farz olmuştur. Bu yüzden yıllık kazancının tamamını geçimi için harcayan bir şahısa humus yılı belirlemek farz değildir.
S.1008: Humus yılı, işe başlanıldığı ay mı başlar, yoksa maaşın alındığı ay mı?
C: Humus yılı, ister memur olsun ister işçi maaşın alındığı veya alınması mümkün olan gün başlar.
S.1009: Humus vermek için humus yılının başlangıcı nasıl tayin edilebilir?
C: Memur ve işçilerin humus yılları ilk kazançlarını almalarıyla birlikte başlar. Tüccarların humus yılı ise alış verişe başladıkları gün başlar.
S.1010: Babasıyla birlikte yaşayan bekar bir gencin humus yılı belirlemesi farz mıdır? -Farz ise- humus yılına ne zaman başlamalı ve nasıl hesaplamalıdır?
C: Kazancı az da olsa bekar bir gencin humus yılı belirlemesi ve yıllık gelirini hesaplaması farzdır. Yıl sonuna kadar kazancından elinde bir şeyler kalırsa, onların humusunu vermelidir. İlk kazanç elde ettiği günden itibaren humus yılı başlar.
S.1011: Maaşlarını ev işlerinde ortak harcayan eşlerin birlikte humus yılı belirlemeleri câiz midir?
C: Her ikisinin kendine ?zgü bir humus yılı vardır ve humus yıllarının sonunda maaş ve gelirlerinden ellerinde kalan miktarın humuslarını vermeleri farzdır.
S.1012: Fıkhî hükümlerde İmam Humeyni'yi taklit eden bir ev hanımıyım. Eşim gelirinin humusunu, humus vaktinde vermektedir. Benim de bazı gelirlerim oluyor, bundan dolayı humus yılı tayin etmem gerekir mi? İlk kazanç elde ettiğim günü humus yılının başlangıcı sayarak sene sonunda ihtiyaçlardan artakalan miktarın humusunu verebilir miyim? Ayrıca yıl ortasında ziyaret ve hediyeler için harcadığım miktara humus lazım gelir mi?
C: İlk kazanç elde ettiğiniz günü humus yılının başlangıcı olarak saymanız farzdır. Humus yılında gelirlerinizden adı geçen masraflar gibi şahsî masraflarda kullandığınız miktarda humus yoktur. Yıllık geçiminizden fazla kalan kazancınızın humusunu vermeniz farzdır.
S.1013: Humus, hicri şemsî yılına göre mi hesaplanır, yoksa hicri kamerî yılına göre mi?
C: Mükellef bu konuda muhayyerdir.
S.1014: Humus yılının başlangıcının 11. ay olduğunu söyleyen bir kimse bu tarihi unutarak 12. ayda humusu verilmemiş parayla halı, saat vb. ev eşyası satın almıştır. Buna göre, bu eşyaların şer'î hükmü nedir? Şu anda humus yılının başlangıcını 11. aydan 9. aya almak istiyor -ayrıca geçen yılı ile bu yıldan da taksitle ödemekte olduğu 83000 tümen humus olarak borcu vardır-.?
C: Yılın geçen bölümünün humusunu hesaplamadan humus yılının başlangıcını ileriye veya geriye almak câiz değildir. Ayrıca, bu iş humusun verilmesi gereken şahısların zararına da yol açmamalıdır. Ama, humusu verilmemiş parayla alınmış olan mallarla ilgili muamelenin humus miktarına tekabül eden kısmı fuzulidir ve geçerliliği humus yetkilisi veya vekilinin iznine bağlıdır. İzin alındıktan sonra alınan eşyaların şimdiki fiyatı üzerinden humusunu vermek farzdır.
S.1015: İnsan, malının humusunu kendisi hesaplayıp farz olan humusunu vekillerinizden birine verebilir mi?
C: Humus senesi belli olan bir kimse bunu yapabilir.

HUMUS YETKİLİSİ VE HUMUSUN KULLANILACAĞI YERLER
S.1016: Acaba seyyid hissesinin hayırlı işlerde örneğin, bir seyyid evlendirmekte kullanılması câiz midir?
C: Seyyid hissesinin hükmü de mübarek İmam hissesi gibi humus yetkilisine aittir, yetkiliden izin alındıktan sonra seyyid hissesini adı geçen yerde kullanmanın hiç bir sakıncası yoktur.
S.1017: İmam'ın (a.s) hissesini hayır işlerinde (medrese ve öksüzler yurdu gibi yerlerde) kullanabilmek için taklit ettiği müçtehitten mi izin alması gerekir veya herhangi bir müctehidin izni yeterli midir? Yoksa müçtehidin izni şart değil midir?


C: Hisselerin her ikisinin de yetkisi müslümanların veliyy-i emrine aittir. Üzerinde ya da malının bir miktarında İmam (a.s) veya seyyid hissesi olan kimse onu humus yetkilisine ya da izin verdiği vekiline vermesi farzdır. Ama, adı geçen yerlerde kullanmak isterse kullanmadan önce izin almalıdır. Ayrıca, mükellef bunun yanısıra humus konusunda taklit ettiği müçtehidin fetvasına da riayet etmelidir.
S.1018: Müslümanların veliyy-i emri ve taklit mercii ayrı şahıslar olursa, humusun hangisine verilmesi gerekir?
C: Humusu, humus yetkilisine vermek farzdır, o da müslümanların veliyy-i emridir. Taklit ettiği müçtehidin bu konudaki fetvası farklı olursa bu hariç.
S.1019: İmam Humeyni'nin mukallidleri humuslarını kime vermeleri gerekir?
C: Tahran'daki büromuza g?nderebilirler ya da şehirlerdeki izinli vekillerimize verebilirler.
S.1020: B?lgemizdeki vekillerinize humus verdiğimizde bazen İmam (a.s)'ın hissesini geri veriyorlar ve sizin tarafınızdan izinli olduklarını söylüyorlar. Acaba, bize geri verilen bu miktarı ihtiyaçlarımızda kullanmamız câiz midir?
C: İzinli olduğunu iddia eden kimse hakkında şüphe ederseniz edepli bir şekilde bizim el yazımızla olan izin belgesini göstermesini ya da bizim mühürümüzü taşıyan bir makbuz vermesini isteyiniz. Eğer izine dayalı olarak bir işe girişirlerse o iş tarafımızdan onaylanmıştır.
S.1021: Humusu verilmeyen mal ile çok değerli bir mülk alıp onun tadilatı için çok miktarda para harcadıktan sonra onu baliğ olmayan oğluna hediye ederek adına tapulayan kimsenin şu anda hayatta olduğunu dikkate alarak, humus konusundaki sorumluluğu nedir?
C: Mülkün alımı ve tadilatında harcanılan para yıllık kazancından olur ve kazancı elde ettiği yılda alıp hediye ederse ve bu hediye ?rfen onun toplumsal durumuna uygun olursa o zaman onda humus yoktur. Aksi takdirde, bu mülkün humusunu vermesi farzdır. Humusunu vermeden bağışta bulunursa humus miktarındaki bağışı fuzuli olup geçerliliği izne (humus yetkilisinin iznine) bağlıdır.
SEYYİD HAKKI
S.1022: Annemin seyyid* olduğunu dikkate alarak şu sorulara cevap vermenizi rica ediyorum: 1- Acaba ben de seyyid sayılır mıyım? 2- ?ocuklarım ve neslimden gelenler seyyid sayılırlar mı? 3- Anne tarafından seyyid olanla, baba tarafından seyyid olan arasında ne fark vardır?
C: Seyyitlerle ilgili şer'î hükümler baba vasıtasıyla bu soydan gelenler içindir. Fakat; anne tarafından Peygamber'e (
S.a.a) intisap edenler de Resul-i Ekrem'in (
S.a.a) evlatlarıdırlar (ama onlar seyyitlerle ilgili şer'î hükümlerden yararlanamazlar).
S.1023: İmam Ali'nin (a.s) oğlu Hz. Ebulfazl Abbas'ın (a.s) çocukları diğer seyyidlerle aynı hükmü taşıyorlar mı, örneğin, bu aileye mensup olup dini tahsil yapan öğrencilere has elbise giyme şerefine nail olabilirler mi? Hz. Ebu Talib'in oğlu Akil'in çocukları için de hüküm aynı mıdır?
C: Baba tarafından Ebulfazl Abbas'ın soyundan olanlar alevi seyyitleridirler. Hz. Ali'nin (a.s) -Hz. Fatıma'nın (
S.a) çocukları dışında- ve Hz. Akil'in soyundan gelen seyyitler, Haşimî seyyitlerin özel imtiyazlarından yararlanma hakkına sahiptirler.
S.1024: Son zamanlarda amca oğullarımdan birine ait şahsî bir belge buldum ve bu belgede amcamın oğlunun ismi seyyid olarak yazılmıştı, akrabalarımızın içerisinde de seyyid olduğumuz söylenmektedir; bulunan bu belgeye dayanarak seyyid olmam hususunda mübarek görüşünüz nedir?
C: Sadece akrabalarınızdan birine ait bir belgede seyyid lakabıyla anılması sizin seyyid olduğunuza dâir şer'î bir delil sayılmaz. Seyyid olduğunuz itminan yoluyla ya da şer'î bir delille ispatlanmadıkça seyyidlik için geçerli olan şer'î hükümleri kendi hakkınızda tatbik etmemelisiniz.
S.1025: Bir çocuğu evlat edindim, ismini de Ali koydum; ona nüfus cüzdanı almak için nüfus idaresine müracaat ettiğimde nüfusta onun lakabını “seyyid” diye yazmak istediler, ama ben bunu kabul etmedim. Çünkü ceddim Resulullah'tan (
S.a.a) korkuyorum ve şimdi iki mahzur arasında kaldım; ya evlat edinme işinden vazgeçeceğim ya da seyyid olmayan birinin seyyid olduğunu kabullenmekle günaha düşeceğim; bana yol gösterir misiniz?
C: Öz evlatla ilgili olan hükümler, evlat edinilen kimse için geçerli değildir. Öz babası tarafından seyyid olmayan birisine seyyidlik hükümleri uygulanamaz. Herhalukârda; sahipsiz çocuğu koruyup işlerini üstlenmek gerçekten güzel ve şer'an beğenilir bir ameldir.

HUMUSLA İLGİLİ MUHTELİF KONULAR
S.1026: Bazıları seyyitlerin (Resulullah'ın -
S.a.a- soyundan olan Haşimiler'in) su ve elektirik paralarını ödüyorlar. Bunu humustan sayabilirler mi?
C: Humustan, şimdiye kadar seyyitlerin malî hissesi kastıyla verilen geçerlidir; ancak bundan sonrası için vermeden ?nce izin almaları farzdır.
S.1027: Humustan, İmam (a.s)'ın hissesinin üçte biriyle dinî kitaplar satın alarak dağıtmak câiz midir?
C: Bizim tarafımızdan yetkili vekillerimiz yararlı dinî kitaplar hazırlayıp yayınlamayı gerekli görürlerse, belirlenmiş şer'î yerlerde harcanması câiz olan humusun İmam hissesi kısmının üçte birinden alarak bu işi yapmaları câizdir.
S.1028: Humusun seyyid hissesi kısmını, kocası gayr-i seyyit ama fakir olan, çocuk sahibi, evli ve fakir seyyide kadına vermek câiz midir? Ayrıca, o kadının bu parayı çocukları ve kocası için harcaması câiz midir?
C: Kocası fakir olması yüzünden karısının nafakasını vermekten aciz olursa ve karısı şer'an fakir olursa ihtiyaçlarını gidermek için seyyid hissesini alması câizdir; seyyid hissesinden aldığı o parayı kendisi, çocukları ve hatta kocası için harcayabilir.
S.1029: Dinî medreselerde verilen aylıkların dışında giderlerini karşılayacak miktarda diğer yerlerden gelirleri olan kimselerin dinî medreselerde talebelere verilen İmam veya seyyid hissesinden almalarının hükmü nedir?
C: Şer'an müstahak olmayan ve ilmiye havzasının aylık kuralları kapsamına girmeyen kimse bunları alamaz.
S.1030: Seyyide bir kadın, babasının ailesini geçindirmede kusur ettiğini ve geçimlerini sağlamak için camilerde halkın yardım toplamasına mecbur kaldıklarını iddia ediyor; - bölge halkı da o seyyidi zengin, ama kendi ailesine karşı cimri birisi olarak tanımaktadırlar- onların nafakalarını seyyit hissesinden karşılamak câiz midir? Babalarının mesela: "Benim üzerime ailemin sadece yiyecek ve giyeceklerini karşılamak farzdır; ancak, kadınlara mahsus eşyalar ve normalde küçük çoçuklara verilen günlük harçlıklar gibi diğer ihtiyaçları karşılamak farz değildir" diyor; bu durumda ihtiyaçlarını giderecek miktarda onlara seyyid hissesinden vermek câiz midir?
C: Birinci durumda masraflarını babalarından alamazlarsa onlara masrafları miktarınca seyyit hissesinden vermek câizdir. İkinci durumda -yiyecek, giyecek ve oturma dışında- hallerine uygun derecede başka bir şeye ihtiyaçları olursa ihtiyaçlarını giderecek miktarda seyyid hissesinden vermek câizdir.
S.1031: Herkes şahsen seyyid hissesini muhtaç olanlara verebilir mi?
C: ?zerinde seyyid hissesi olan kimse bunun için izin almalıdır.
S.1032: Sizi taklit eden bir şahıs, humusun seyyid hissesini bizzat kendisi fakir seyyide verebilir mi, yoksa humusun tümünü, -yani hem seyyid hissesini ve hem de İmam (a.s)'ın hissesini- şer'î yerlere harcaması için sizin vekilinize mi vermesi gerekir?
C: Bu hususta seyyid hissesiyle İmam (a.s)'ın hissesi arasında bir fark yoktur.
S.1033: Şer'î haklar (humus, zekât, redd-ül mezalim) hükümet işlerinden sayılır mı? Üzerine humus farz olan bir kimse şahsen seyyid hissesini, zekât ve redd-ül mezalimi muhtaçlara verebilir mi?
C: Zekât ve redd-ül mezalimi dindar ve iffetli fakirlere verebilir; ancak, humusu belirlenen şer'î yerlerde harcanması için bizim büromuza veya yetkili olan vekillerimize vermesi farzdır.
S.1034: Bir iş ve mesleği olan seyyitler humusa müstehak mıdırlar?
C: Gelirleri, kendi hallerine uygun ve normal şekilde geçimlerini karşılamak için yeterli olursa humusa müstehak değillerdir.
S.1035: Ben 25 yaşında görevli bir gencim. Şimdi bekâr ve yaşlı babamla annemin yanında yaşamaktayım. Dört yıldır bütün masraflarını ben karşılıyorum ve babam çalışamadığı için geliri de yoktur. Ayrıca, bir taraftan yıllık kazancımın humusunu vermeye ve diğer taraftan ailemin bütün masraflarını karşılamaya imkanım yoktur; hatta geçen yılların kazancının humusundan 19 bin tümen borçluyum ve ilerde ödemek için onu defterime yazmış bulunmaktayım; bunu göz önünde bulundurarak yıllık gelirimin humusunu babam ve annem gibi akrabalarıma vermem câiz midir?
C: Baba ve anneniz günlük hayatlarını idare edecek malî güce sahip değillerse ve siz de bunu karşılayacak güce sahipseniz onların masraflarını karşılamak size farzdır ve bir farz olarak onlara verdiğiniz şeyi, üzerinize gelen humustan sayamazsınız.
S.1036: ?zerimde yüz bin tümen İmam hissesi vardır ve onu size vermem farzdır; diğer taraftan burada yardıma ihtiyacı olan bir cami vardır; bu parayı, caminin yapım ve tamamlanmasına harcaması için caminin cemaat imamına verebilir miyim?
C: Günümüzde İmam (a.s)'ın hissesinin dini ilmiye havzalarının idaresi için harcanmasını gerekli biliyorum; caminin binasının tamamlanması için de mü'minlerin bağışlarından yararlanılabilir.
S.1037: Babamızın kendi hayatında malının humusunu tamamen vermediği mühtemeldir. Onun malından bir arsayı hastane yapılması için bağış yapmış bulunuyoruz; bu arsayı babamızın mallarının humusundan sayabilir miyiz?
C: O arsa humustan sayılmaz.
S.1038: Hangi durumlarda humus, onu veren kimseye bağışlanabilir?
C: İmam ve seyyid hissesi bağışlanamaz.
S.1039: -Mesela- humus yılının sonunda masrafından yüz bin tümen fazla kalan kimse onun humusunu verirse, sonraki yıl bu para yüz elli bin tümene ulaşırsa o yılda elli bin tümenin mi humusunu vermesi gerekir, yoksa yüz elli bin tümenin mi?
C: Humusu verilmiş mal sonraki yıl harcanmaz ve kendi halinde kalırsa ikinci defa humusu yoktur. Eğer, hem onun gelirlerinden ve hem de bizzat humusu verilmiş maldan alınarak yıllık masrafta harcanmışsa humusu verilmemiş malın humusu verilmiş mala oranına göre yılın sonunda geri kalanının humusunu vermesi farzdır.
S.1040: Henüz evlenmemiş olan ve evleri olmayan dinî ilimler talebelerinin tebliğ ve çalışmalarıyla veya İmam (a.s)'ın hissesi yoluyla elde ettikleri gelirlerinin humusu var mı, yoksa bu gelirleri humusun istisnalarından olarak humusunu çıkarmadan evlilik masrafları için biriktirebilirler mi?
C: Taklit mercileri tarafından dini ilmiye havzalarında dersle meşgul olan muhterem talebelere hediye edilen şer'î hakların (humus, zekât vb.) humusu yoktur; ancak tebliğ ve çalışmalarıyla elde ettikleri diğer gelirler aynen humus yılının başına kadar kalırsa onun humusunu vermeleri farzdır.
S.1041: Humusu verilmiş ve humusu verilmemiş mallardan karışık olarak bir miktar mal biriktiren kimse, bazen nafakası için ondan bir miktarını alır veya bazen de ona bir şey ekliyor. Humusu verilmiş malın miktarının belli olduğunu dikkate alarak geriye kalan bütün malın mı, yoksa sadece humusu verilmemiş malın mı humusunu vermelidir?
C: Humusu verilmemiş malın, humusu verilmiş mala oranına göre geri kalan malın humusunu vermelidir
S.1042: Satın alınan ve üzerinden bir kaç yıl geçen kefenin humusunu vermek farz mıdır? Farz olduğu takdirde, acaba; satın alındığı fiyatının mı humusu verilmelidir?
C: Kefen, humusu verilmiş malla satın alınmışa artık humusu yoktur; aksi durumda, şimdiki değeri üzerinden humusu verilmelidir.
S.1043: Ben dini ilimler talebesiyim. Yanımda olan bir miktar malla ve diğerlerinin yardımıyla, ayrıca seyyid hissesi alarak ve bir miktar da borçlanarak küçük bir ev satın alabildim. Şimdi o evi sattım; üzerinden bir yıl geçerse ve bu müddet zarfında başka bir ev satın almazsam ev satın almak için topladığım mevcut mala humus lazım gelir mi?
C: İhtiyaç için olan evin satış bedeline humus lazım gelmez.
S.1044: Ben, 1962 yılında İmam Humeyni'yi taklit ettim ve İmam'ın fetvalarına uygun olarak şer'î hakları ona verdim. 1967'de İmam şer'î haklar ve vergiler hususunda sorulan soruya şöyle cevap verdi: "Şer'î haklar humus ve zekâttır; vergilerin şer'î haklarla bir ilişkisi yoktur." Günümüzde İslam Cumhuriyeti nizamında yaşadığımızı dikkate alarak, şer'î hakları ve vergileri vermeye karşı üzerimize farz olan vazife nedir?
C: Kanun ve kurallara uygun olarak İslam Cumhuriyeti tarafından alınan vergileri o kanunun kapsamına girenlerin vermeleri farz olmasına rağmen, bu İmam ve seyyid hissesinden sayılmaz ve mallarına lazım gelen humusu müstakil olarak vermeleri gerekir.
S.1045: Şer'î hakları -paraların değerinin sabit kalmadığına nazaran- dolara çevirebilir miyiz ve acaba bu iş şer'an câiz midir?
C: ?zerinde şer'î haklar olan kimse için câizdir; ancak, hakları verince verdiği günün fiyatını hesaplaması gerekir. Ama, şer'î hakları toplamak için veliyy-i emrin tarafından vekil olan emin kimse, bu hususta kendisine izin verilmesi dışında aldığı parayı başka bir paraya değiştiremez; fiyatların değişmesi de parayı değiştirmeye şer'î bir engel değildir.
S.1046: Bir kültür müessesesi ilerdeki malî ihtiyaçlarını karşılamak için sermayesi şer'î haklardan olan bir ticaret bölümü oluşturmuştur; bu ticaretin kârının humusunu vermek farz mıdır? Ve bunun humusunu aynı müesseseye harcamak câiz midir?
C: Kârından kültür müessesesinde yararlanmak için bile olsa belirli yerlerde harcanması gereken şer'î haklarla ticaret etmek sakıncalıdır. Onunla ticaret edildiği takdirde kâr da belirlenen şer'î yerlerde harcanmasında sermayeye tabidir ve bunun humusu yoktur. Evet, müesseseye bağışlanan hediyelerle ticaret etmenin sakıncası yoktur. Ancak; sermayesi belli bir kişinin veya kişilerin malı olmayıp, müessesenin malı olursa bu yolla elde edilen fayda ve kârlarında humus yoktur.
S.1047: Bir şeyin humusunun verilip verilmediğinde şüphe edersek ve humusunun verildiğini zannedersek vazifemiz nedir?
C: Şüphe ettiğiniz şeye humus lazım geldiğini kesin olarak bilirseniz, humusunun verildiğine dâir de kesin bilgi elde etmelisiniz.
S.1048: Umum halk için buğday üğüten değirmenin gelirine humus ve zekât lazım gelir mi?
C: Umum için vakfedilmişse humusu yoktur.
S.1049: Yedi yıl önce üzerime bir miktar humus farz olmuştu. Bir müçtehidle görüşüp onu borca çevirerek bir bölümünü ?dedim, diğer bir bölümü de üzerimde kaldı. O zamandan şimdiye kadar geri kalan miktarını veremedim; vazifem nedir?
C: Sırf şimdilik edâ etmekten aciz olmanız vazifenin üzerinizden kalkmasına sebep olmaz, verebilecek güce sahip olduğunuz zaman bu borcu tedricen de olsa vermeniz farzdır.
S.1050: Babamın, üzerinde humus olmayan malın humusu olarak verdiği parayı şimdiki malın humusundan sayabilir miyim?
C: Geçmişte harcanan mal şimdiki humus borcundan sayılmaz.
S.1051: İnsanın bulûğ çağına erişmeyen çocuklarına humus ve zekât farz olur mu?
C: Bulûğ çağına erişmeyen kimseye malın zekâtını vermek farz olmaz; ancak, onun malına humus lazım gelirse şer'î velisine onun humusunu vermesi farzdır. Ama, malının kârlarının humusunu vermek velisine farz değildir, ihtiyaten farz olarak bulûğ çağına erdikten sonra çocuğun kendisi vermelidir.
S.1052: Şer'î hakları ve İmam (a.s)'ın hissesini taklit mercilerinden birinin izniyle harcarsa, ?rneğin; dinî medrese veya hüseyniyye yaptırırsa üzerine farz olan şer'î haklar olarak harcadığı malı geriye almaya ya da o müessesenin binasını satmaya hakkı var mı?
C: Şer'î hakları kendisine vermesi farz olan kimseden aldığı izine uygun olarak, üzerinde olan şer'î hakları vermek niyetiyle onu bir medrese yapımında vb. yerde harcarsa, verdiğini tekrar geri almaya ve sahibiymiş gibi ondan yararlanmaya hakkı yoktur.

ENFAL S.1053: Şehir içi araziler kanununa uygun olarak: 1- İslam hükümetinin tasarrufunda olan ölü (bayındırlaşmamış) topraklar enfaldan sayılmaktadır. 2- Şehirlerdeki bayındırlaşmış ve bayındırlaşmamış topraklar sahiplerince hükümet ve belediyelerin ihtiyacı olduğu takdirde normal fiyattan satılmalıdır. Sorum şu: 1- Tapusu kendi adına olan, ancak, bu kanun sebebiyle tapusu itibarsız olan bayındırlaşmamış arsayı imam ve seyyid hissesi olarak vermenin hükmü nedir? 2- Arsası, ister bayındırlaşmış olsun ister bayındırlaşmamış (bu kanuna göre) hükümete veya belediyeye satması gerekirken o arsayı imam ve seyyid hissesi olarak vermesinin hükmü nedir?
C: Asaleten bayındırlaşmamış olan toprak, adına tapu olan kimsenin şer-î mülkü olmadığına göre bunu humus olarak vermesi veya üzerine olan humus borcundan sayması sahih değildir. Buna göre, belediye veya hükümetin kanun çerçevesinde karşılığını vererek veya karşılığını vermeksizin sahibinden istimlak etmesi câiz olan arsayı sahibi, humus olarak veremez veya onu, üzerinde olan humustan sayamaz.
S.1054: Toprağını satarak kâr etmek maksadıyla bir tuğla fabrikasının bitişiğinde kendisi için bir arsa satın alırsa bu enfaldan sayılır mı? Enfaldan sayılmaması farzı üzerine devlet onun toprağı için vergi isteyebilir mi? Bilindiği üzere belediye bu durumda yüzde on vergi almaktadır.
C: Bu iş (İran'da) İslamî şura meclisinden geçen ve anayasayı koruma şurası tarafından onaylanan bir kanun uyarınca yapılırsa sakıncası yoktur.
S.1055: Belediyenin, şehri bayındırlaştırmak için nehirlerin kumlarını kullanmak hususunda öncelik hakkı var mıdır; câiz olması durumunda bir kimse (belediyeden başkası) kendisinin malik olduğunu iddia ederse bu iddiası geçerli midir?
C: Bu iş, belediye için câizdir ve umuma ait olan büyük nehirlerin dibine kişilerin sahip olduğu iddiası geçerli değildir.
S.1056: ??lde yaşayan göçmenlerin otlaklarından yararlanmadaki ?ncelik hakları (her kabile kendi otlağına karşı) -on yıllardır bu şekil göç edildiğine göre- tekrar dönme kastıyla oradan göçmeleriyle kalkar mı?
C: G?çmelerinden sonra hayvanlarının otlaklarına karşı şer'î öncelik haklarının sabit kalması sakıncalıdır; bu hususta ihtiyat etmek daha iyidir.
S.1057: Otlağı ve ziraat tarlası az olan bir köy halkı, genel geçimlerini otlak yerlerinin otlarını satmakla karşılamaktadır. İslam İnkılabı'ndan sonra da şimdiye kadar bu şekilde devam etmiştir; ancak, şimdi sorumlular onları bu işten alıkoydular, köy ahalisinin maddi fakirlikleri ve otlakların ölü topraklar olduğu dikkate alındığında köy heyetinin, halkı otlakların otunu satmaktan alıkoymaya ve onu satarak köyün genel giderleri için harcamaya hakkı var mıdır?
C: Bir kimsenin şer'î mülkü olmayan umumi otlakların otunu hiç kimsenin satması câiz değildir; ancak, devlet tarafından köy işleri için tayin edilen sorumluların, otlaklarında hayvanlarını otlatmasına izin verdiği kimseden köy işlerinde harcamak için bir şey alması câizdir.
S.1058: G?çebelerin, onca yıldır devamlı istifade ettikleri yazlık ve kışlık otlakları istimlak etmeleri câiz midir?
C: Eskiden beri hiç kimsenin mülkü olmayan tabii otlaklar enfaldan ve umumi mallardan sayılmaktadır ve onların sorumlusu müslümanların veliyy-i emridir; göçebelerin eskiden beri oralara gedip-gelmeleri o yerlerin onların malı olmasını gerektirmez.
S.1059: (G?çebe) otlaklarını satmak hangi durumda sahih ve hangi durumda sahih değildir?
C: Enfal ve umumi mallardan olup hiç kimsenin malı olmayan otlakları hiç bir durumda satmak veya satın almak sahih değildir.
S.1060: Biz, ormanların birinde hayvanlarını otlatan sürü sahiplerinden olup elli yıldan beridir bu işle uğraşmaktayız. Elimizde mirasla şer'î malik olduğumuzu ispatlayan bir belge ve resmi senet var. Ayrıca, bu orman Hz. Ali (a.s), İmam Hüseyin (a.s) ve Hz. Abbas b. Ali'ye (a.s) de vakfedilmiştir. Sürü sahipleri bu ormanda yaşamakta olup evleri, ziraat tarlaları ve bostanları var. Son zamanda orman koruyucuları bizi buradan çıkararak ormana musallat olmak istiyorlar; acaba bizi bu ormandan çıkarmaya hakları var mı?
C: Bir şeyin miras yoluyla başkasına intikal etmesinin sahih olması, miras bırakan kimsenin o şeye önceden şer'an malik olmasına bağlı olduğu gibi, vakfın sahih olması da şer'an insanın önceden ona malik olmasına bağlıdır. Dolayısıyla, belli bir kimsenin mülkü olmayan, hiç bir şekilde ihya ve imar geçmişi olmayan orman ve otlakların, hiç kimsenin özel mülkü sayılmadığından, vakfolması veya miras bırakılması da sahih değildir. Herhalukârda; ormanın tarla, ev, vb. şekillerde ihya edilen ve belli bir kişinin mülkü olan miktarının tasarruf hakkı -vakf olursa- şer'an onun sorumluluğunu taşıyan kimsenindir. Ancak vakfolmazsa sahibinindir. Tabii orman ve otlak şeklinde orman ve otlakların geri kalan kısmı ise enfaldan ve umumi mallardan olup sorumlusu kanunî kurallar gereğince İslam devletidir.
S.1061: (Otlatma izni olan) sürü sahipleri, otlakların yanındaki başkalarının tarlalarındaki sularla sürülerini sulamak ve kendileri su içmek için sahipleri razı olmaksızın o tarlalara girebilirler mi?
C: Sırf başkalarının mülkleri yanındaki otlaklarda hayvanlarını otlatmaya izin almak, başkalarının tarlalarına girmenin ve onların sularından yararlanmanın câiz olması için yeterli değildir; dolayısıyla, sahipleri razı olmaksızın bunu yapmaları câiz değildir.

3
fikh Taklit Hükümleri

İHTİYAT, İÇTİHAD VE TAKLİT
Soru 1: Taklidin farzoluşu; taklidî bir mesele midir, yoksa içtihadi bir konu mudur?
Cevap: Taklit, içtihadi ve aklî bir meseledir.
S.2: Sizce ihtiyata uymak mı daha iyidir, taklit etmek mi? C: İhtiyata uymak, ihtiyat yerlerini ve nasıl ihtiyat edileceğini bilmeye bağlıdır; bunu ise çok az kimse yapabildiğinden ve yine ihtiyata uymak genelde çok vakit harcamayı gerektirdiğinden, gerekli tüm şartları taşıyan müçtehidi taklit etmek daha iyidir.
S.3: Hükümlerde fakihlerin fetvaları arasında ihtiyatın sınırı nedir? Hayatta olmayan müçtehidlerin fetvalarını da bu kapsama almak farz mıdır?
C: İhtiyattan maksat, ihtiyata uyulmasının farz olduğu yerlerde, muhtemelen farz olan bütün fıkhî ihtimallere uymaktır.
S.4: Kızım bir kaç hafta sonra bulûğ yaşına erişecek, dolayısıyla taklit mercii seçmesi farz olacaktır; ancak bunu idrak etmesi zordur, bu durumda yapılması gereken nedir?
C: Bu konuda kendisi, şer'î vazifesinin ne olduğunun farkında olmazsa onu uyarmanız, irşad etmeniz ve aydınlatmanız gerekir.
S.5: Mevzunun teşhisi mükellefin vazifesi ve hükmün teşhisinin de müçtehidin vazifesi olduğu meşhurdur; o zaman müçtehidin teşhisleri karşısında ne yapmak gerekir?
C: Mevzunun teşhisi mükellefin vazifesidir, bu alanda müçtehidinin teşhisine uyması mükellefe farz değildir; ancak onun teşhisine güvenirse veya konu içtihadi konulardan olursa o zaman ona uyması gerekir.*
S.6: Genelde karşılaşılan şer'î meseleleri öğrenmeyi terkeden, günahkâr sayılır mı?
C: Şer'î meseleleri öğrenmemek, bir farzın terketmesine veya haram bir işi yapmasına sebep oluyorsa günahkâr sayılır.
S.7: Bazı insanlar geniş bilgiye sahip değiller, mercilerinin kim olduğunu sorduğumuzda, bilmiyoruz veya filan adamın merciine taklit ediyoruz diyorlar, mercinin risalesine bakmayı ve onunla amel etmeyi önemsemiyorlar; bunların amellerinin hükmü nedir?
C: Amelleri, ihtiyata veya ilahi hükümlerin gerçeğine ya da taklit etmesi gereken müçtehidin fetvasına uygun olursa doğrudur.
S.8: A'lem müçtehit bazı meselelerde ihtiyaten farz diyor, bu durumda a'lemiyette sonraki derecede yer alan diğer müçtehide başvurabiliriz; sorumuz şudur: Eğer başvurduğumuz diğer müçtehit de ihtiyaten farz derse o zaman o ikisinden başkasının fetvasıyle amel etmemiz câiz midir? A'lemiyette üçüncü derecede yer alan müçtehit ve diğerleri de aynı şekilde hüküm verirlerse o zaman ne yapmak gerekir? Meseleyi izah etmenizi rica ediyoruz.
C: Bu tür meselelerde ihtiyat etmeyip fetva veren müçtehitlere, a'lemlik sıralarını gözeterek başvurmanın sakıncası yoktur. (Yani eğer a'lem olmakta ilk sırayı alan müçtehidin fetvası yok ise o meselde alemiyette ikinci sırayı alanın fetvasına müracaat edilir. Eğer onun da fetvası yoksa a'lem olmakta üçüncü sırada yer alan müçtehide müracaat edilir.)
TAKLİT ETMENİN ŞARTLARI
S.9: Mercilik sorumluluğunu üstlenmeyen ve amel etmek için risalesi olmayan müçtehidi taklit etmek caîz midir?
C: Taklit edeceği müçtehidin içtihad şartlarını taşıdığı mükellef tarafından kesin olarak bilinirse sakıncası yoktur.
S.10: Namaz ve oruç gibi tek dalda içtihad eden bir müçtehit o dalda taklit edilebilir mi?
C: Fetva verdiği meseleler kendisi için geçerlidir; ancak câiz olma ihtimali olmasıyla beraber başkasının onu taklit etmesi sakıncalıdır.
S.11: Kendilerine ulaşılması mümkün olmayan başka beldelerdeki müçtehidler taklit edilebilir mi?
C: Şartları taşıyan müçtehit ile şer'î meselelerde onu taklit eden kimsenin aynı ülkenin vatandaşı olması ve aynı şehirde oturmaları gerekli değil.
S.12: Müçtehit ve taklit merciinde geçerli olan adalet cemaat imamında gerekli olan adaletin aynısı mıdır?
C: Merciilik makamı önemli ve hassas olduğundan ihtiyaten farz olarak taklit merciinin adil olmasının yanısıra nefsine hakim olması ve dünya malına düşkün olmaması da gereklidir.
S.13: Muhtelif zaman ve mekana ait şartları bilmek içtihat şartlarından mıdır?
C: Zaman ve mekan şartlarını bilmenin bazı meselelerde tesiri olabilir.
S.14: İmam Humeyni'nin fetvasına göre taklit mercii ibadet ve muamele hükümlerini bildiği gibi, siyasi, ekonomi, askeri, toplumsal, toplumu idare etme gibi meseleleri de bilmesi gereklidir. Buna dayanarak, biz İmam'dan sonra bazı alimlerin tavsiyesi üzerine sizi taklit ettik. Böylece taklit merciimiz ve rehberimiz siz oldunuz. Bu konuda görüşünüz nedir?
C: Taklit merciinin şartları Tahrir-ul Vesile ve diğer kitaplarda genişçe zikredilmiştir. Ama bu şartları taşıyan ve taklit için de salahiyeti olan müçtehidi tanımak, mükellefin kendi görüşüne bırakılmıştır.
S.15: Taklit merciinin a'lem olması gerekli midir? A'lemiyyetin ölçüleri nelerdir?
C: A'lem ile gayri a'lem'in farklı olan fetvalarında a'lemi taklit etmek ihtiyata uygundur. Allah'ın hükümlerini anlamada, ilahi teklifleri delillerden istinbat etmede (çıkarmada) diğer müçtehitlerden daha güçlü olmak, a'lem olmanın ölçüleridir; şer'î hükümlerin mevzularını belirlemek ve şer'î mükellefiyetlerle ilgili fıkhî görüşü açıklamak hususunda etkili olan zamanın şartlarını tanımanın da içtihatta etkisi vardır.
S.16: A'lem müçtehidin taklidde muteber bilinen diğer şartları taşımadığı ihtimali olursa, a'lem olmayan bir müçtehidi taklit etmek câiz midir?
C: Sırf merciilik şartlarını taşımadığı ihtimali üzerine ihtilaflı meselelerde a'lem olmayanı taklit etmek ihtiyaten câiz değildir.
S.17: Bir kaç müçtehitten her birisinin fıkhın belli bölümlerinde a'lem oldukları bilinirse, her birini kendi dalında taklit etmek doğru mudur?
C: Değişik dallarda muhtelif merciileri taklit etmenin sakıncası yoktur. Eğer her bir mercii kendisi taklit edilen meselelerde a'lem olur ve diğer müçtehitlerle o meselede fetvaları farklı olursa her dalın a'lemini taklit etmek ihtiyaten farzdır.
S.18: A'lem bir müçtehit olduğu halde, a'lem olmayan bir müçtehidi taklit etmenin hükmü nedir?
C: A'lem olmayan müçtehidin fetvası, a'lem müçtehidin fetvasıyla çelişmeyen meselelerde a'lem olmayan müçtehide müracaat etmenin sakıncası yoktur.
S.19: Taklit merciinin a'lemiyeti hakkındaki görüşünüz nedir? A'lemi taklit etmenin gerekliliğinin delili nedir?
C: Gerekli şartları taşıyan fakihler birden fazla olur ve fetvaları da farklı olursa, müçtehit olmayan birisinin, a'lem olanı taklit etmesi ihtiyaten farzdır. Ancak; a'lemin fetvası ihtiyatın tersine (muhalifine) olur ve gayri a'lemin fetvası ihtiyata uygun olursa a'lemi taklit etmek farz olmaz. Delil: 1-İnsanlar arasında geçerli olan yöntem.* 2-(Hücceti teşhis etmek hususunda) tayin ile tahyir arasındaki tereddüt hallerinde aklın tayini gerekli bilmesi.
S.20: Hangi müçtehidi taklit etmeliyiz?
C: Fetva verme ve merciilik makamının şartlarını taşıyan müçtehidi taklit etmek farzdır. A'lem olması da ihtiyattır.
S.21: İlk taklit eden kimse ölü müçtehidi taklit edebilir mi?
C: İlk taklit eden kimse ihtiyaten diri ve a'lem müçtehidi taklit etmeyi terketmemelidir.
S.22: İlk taklit eden kimse ölü müçhetidi taklit edebilmesi için diri müçtehidi mi taklit etmelidir? (yani ölüyü taklit etmek konusunda hayatta olan bir müçtehidin fetvasına göre mi davranmalıdır?)
C: Ölü müçtehidi ilk taklit edenin taklit etmesinin veya onda bâki kalmasının hükmü, diri ve a'lem müçtehidin görüşüne bağlıdır.
A'lemİyet, İçtİhat ve Fetvaları Nasıl öğrenelİm?
S.23: İki adil şahidin şehadet etmesi üzerine belli bir müçtehidin salahiyetini öğrendikten sonra, tekrar başkalarından da araştırmam bana farz mıdır?
C: Taklit şartlarını taşıyan belli bir müçtehidin salahiyeti hakkında iki uzman alim ve adil kişinin şehadet etmesine güvenilebilir ve artık bunu başkalarından sormak farz değildir.
S.24: Taklit merciini seçme ve onun fetvalarını elde edebilmenin yolları nelerdir?
C: Taklit merciinin müçtehit veya a'lem olması, bir kaç yolla tesbit edilir: 1. Denemeyle. 2. Kesin bilgi edinmekle; bu bilgi halk arasında meşhur olmasıyla elde edilse bile. 3. İtminan yoluyla. 4. İki adil bilir kişinin şehadet etmesiyle. Taklit merciinin fetvasını elde etmek de bir kaç yolla olur: 1. Kendisinden duymakla. 2. İki adil kişinin nakletmesiyle; velevki bir adil kişinin nakletmesiyle de olabilir. 3. Sözüne güvenilen bir kişinin söylemesiyle. 4. Müçtehidin hatasız ve güvenilir olan risalesine başvurmakla.
S.25: Merci seçimi için vekil tayin etmek -Çocuk, babasını ve öğrenci, üstadını vekil tayin etmesi gibi- doğru mudur?
C: Vekil tayin etmeden maksad; şartları taşıyan müçtehidi araştırmak ise, sakıncası yoktur. Bunların bu konudaki görüşleri, kesin bilgi ve itminana vesile olursa veya şahitlik sıfatlarını taşıdıkları takdirde geçerli ve muteber olur.
S.26: Bazı müçtehidlerden kimi taklit etmem gerektiğini sorduğumda; bana “falan müçtehidi taklit etmek mükellefiyetinin üzerinden kalkmasına sebeb olur” dediler. Ben o müçtehidin a'lem olduğunu bilmiyorsam veya a'lem olmadığına ihtimal veriyorsam, ya da başkalarının da benzer şehadetleri olduğu için onun a'lem olmadığına mutmain olursam acaba onların sözüne itimat edebilir miyim?
C: Fetva verebilecek bir müçtehidin, a'lemiyeti şer'an belli olursa ve buna zıt bir delil meydanda olmazsa ona şer'an uymak gerekli olur. Kesin bilgi ve güven hasıl olması da gerekmez. Bu durumda muhtemel zıt delilleri de araştırmak gerekmez.
S.27: Şer'î hükümlerle ilgili sorulara cevap vermeye izinli olmayan, bir çok yerde hataya düşen ve ahkamı da yanlış nakleden birisinin, şer'î hükümlere cevap vermeyi üstlenmesi câiz midir. Risaleden (ilmihalden) okuyarak naklederse, ona güvenilerek amel edilebilir mi?
C: Şer'î hükümleri ve fetvaları nakletmek için izin gerekmez. Ama, hata ve yanlışlık yaparsa bu mesuliyeti üstlenmesi câiz değildir. Herhangi bir konuda fetva nakletmede yanlışlık yapar da, daha sonra farkederse naklettiği şahıslara hata yaptığını bildirmesi farzdır. Herhalukârda sözünün ve naklinin sıhhatına güven ve itminan hasıl olmadıkça, her fetva nakledenin sözüyle amel etmek câiz değildir.
S.28: A'lem olmayan bir müçtehidin fetvasına göre ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmıştık. Eğer, ölen müçtehidin fetvasında bâki kalmak, a'lem müçtehidin iznini gerektiriyorsa, bâki kalmak için a'leme müracaat etmek farz mıdır?
C: A'lem olmayan müçtehidin fetvası bu konuda a'lem olan müçtehidin fetvasyla aynı olursa, gayri a'lemin fetvasına uymanın sakıncası yoktur. Ve a'leme de dönmeye gerek yoktur.
S.29: Yeni ortaya çıkan meselelerde, delillerden doğru bir şekilde hüküm çıkaramayan a'lem müçtehitten dönmek câiz midir?
C: Mükellefin ihtiyat etmesi mümkün olursa ihtiyat eder. Eğer mümkün olmazsa, aynı meselede a'lemiyette sonraki derecede yer alan müçtehide dönmesi ve onu taklit etmesi farzdır.
S.30: Ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmak hususunda izin aldığım müçtehitten İmam Humeyni'nin bazı fetvalarından hayattaki bir müçtehidin fetvalarına dönmek için izin almam gerekli midir? Veya bu hususta diğer müçtehitlere de müracaat edilebilir mi?
C: Bu konuda, ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmak hususunda izin aldığınız müçtehide müracaat etmeniz farzdır.
S.31: A'lem'den dönüp, gayri a'lem taklit edilebilir mi
C: Gayri a'leme dönmek ihtiyatın zıddınadır. Hatta ihtiyata göre a'lemin fetvası gayri a'lemin fetvasıyla farklı olursa ondan dönmek câiz değildir.
S.32: Büyük müçtehitlerden birisinin fetvasına göre İmam'da bâki kaldım. Ama sizin fetvalarınızı öğrendikten sonra, önceki durumdan vazgeçip amellerimi İmam'ın ve sizin fetvalarınıza uyarak yapıyorum. Benim bu dönüşümde bir sakınca var mıdır?
C: Farz ihtiyat gereği, diri bir müçtehitten, diri olan başka bir müçtehide geçmek câiz değildir; ancak, mükellefe göre ikinci müçtehit birinci müçtehitten daha bilgili olur ve fetvaları da farklı olursa, bu durumda farz ihtiyat gereği ikinci müçtehide dönülmelidir.
S.33: İmam Humeyni'yi taklit edip onun taklidinde bâki kalan birisi, herhangi bir meselede -örneğin; Tahran gibi kentlerin (seferilik hükmü yönünden) büyük şehir olup olmadığı hususunda- başka bir müçtehide dönebilir mi?
C: İmamdan başka bir taklit merciine dönmek câizdir. Eğer; imamı diri müçtehitten a'lem biliyorsa, onda bâki kalmakla ihtiyatı terk etmemesi uygundur.
S.34: Ben bir gencim, bulûğ çağına ermeden İmam'ı taklit ediyordum, ama benim bu taklidim şer'î ölçülere dayanmıyordu. Sadece İmam'ı taklit etmenin üzerimdeki teklifi kaldırdığını inanıyordum. Bir müddet sonra başka bir müçtehide rücu edip taklit ettim. Ama ona rücu edişim doğru değildi. Onun da vefatından sonra size rücu ettim. İkinci müçtehidi taklit etmemin hükmü ve bu aradaki amellerimin hükmü nedir? Şimdi ne yapmam gerekir?
C: İmam Humeyni'nin sağlığında ve vefatından sonra bâki kaldığınız dönemlerdeki amelleriniz doğrudur. Ama, diğer müçtehidi taklit ettiğiniz süre içerisinde taklit etmeniz gereken müçtehidin fetvalarına uygun olarak amel etmişseniz veya ameliniz şu an taklit etmeniz gereken müçtehidin fetvasına uygun ise, o zaman amellerinizin doğru olduğuna karar verilir; aksi takdirde, amellerinizi yenilemeniz gerekir. Şimdi ise, ölen müçtehidinizde (İmam'ın taklidinde) bâki kalabileceğiniz gibi, şer'î ölçülere göre uygun gördüğünüz bir müçtehide de rücu edebilirsiniz.
Ölü Müçtehİdİn
Taklİdİnde Bâkİ Kalmak
S.35: İmam Humeyni'nin vefatından sonra her hangi bir müçtehidi taklit eden birisi tekrar İmam'a dönebilir mi?
C: Merciilik şartlarını taşıyan diri bir müçtehitten ölü müçtehide dönmek ihtiyaten câiz değildir; ama diri müçtehit merciilik şartlarını taşımazsa ona rücu edişi batıldır. Böylece ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmış olur. Dolayısıyla yine onda bâki kalabileceği gibi, isterse taklit edilmesi câiz olan bir başka müçtehidi taklit eder.

S.36: İmam Humeyni'nin sağlığında bulûğa erdim ve onu taklit ettim. Ancak; taklit meselesini hakkıyla anlamış değildim. Şimdi ne yapmalıyım?
C: İmam Humeyni'nin sağlığında ona taklit ediyor ve amellerini onun fetvalarına göre yapıyorduysan, bazı meselelerde bile taklit etmiş olsan, tüm meselelerde onun taklidinde bâki kalabilirsin.
S.37: Ölü müçtehit a'lem olduğu takdirde, onda bâki kalmanın hükmü nedir?
C: Ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmak her surette câizdir, farz değildir. Ama; ölü a'lem müçtehidin taklidinde bâki kalmakla ihtiyat terkedilmemelidir.
S.38: Ölü müçtehitte bâki kalmak için, a'lem müçtehitten izin almak gerekir mi? Yoksa herhangi bir müçtehitten izin almak yeterli midir?
C: Ölü müçtehitte bâki kalma meselesinde a'lemi taklit etmek farz değildir. Bu fakihlerin ittifak ettikleri takdirdedir.
S.39: İmam Humeyni'nin taklit eden bir şahıs, İmam'dan sonra bazı meselelerde başka müçtehide rücu etmiş ve şimdi o müçtehit de vefat etmiştir. Bu adamın görevi nedir?
C: Bir önceki taklit merciinde bâki kalabilir. İkinci müçtehide rücu ettiği meselelerde de isterse bâki kalır, isterse diri müçtehide geçebilir.
S.40: İmam Humeyni'nin vefatından sonra, onun ölüde bâki kalınamayacağına dâir fetvasının olduğunu sanarak diri bir müçtehidi taklit ettim. Şimdi yeniden İmam Humeyni'ye geçebilir miyim?
C: Tüm meselelerde başka bir müçtehidi taklit ettikten sonra İmam Humeyni'ye dönemezsin. Ancak; diri müçtehidin fetvasına göre a'lem olan ölü müçtehitte bâki kalmak farz ise ve sana göre de İmam diri müçtehitten daha a'lem ise İmam'ın taklidinde bâki kalman farz olur.
S.41: Tek bir meselede bazen diri a'lem müçtehide, bazen de ölü müçtehide, görüşleri farklı olduğu halde rücu etmem câiz midir?
C: Ölü müçtehitte bâki kalmak câizdir. Ancak ondan diri müçtehide geçtikten sonra yeniden ölü müçtehide rücu etmek doğru (câiz) değildir.
S.42: İmam Humeyni'yi taklit edenlerin onda bâki kalmaları için diri müçtehitten izin almaları mı gerekiyor? Yoksa taklit mercii müçtehitlerin çoğunluğunun ölüde bâki kalmanın câiz olduğuna fetva vermeleri yeterli midir?
C: Zamanımızdaki ulemanın ölüde bâki kalmayı câiz bilmeleri hususundaki ittifaklarına dayanarak, İmam'da bâki kalmak câizdir. Bu konuda belirli bir müçtehide rücu etmek gerekmez.
S.43: Mükellefin, müçtehidin hayatında amel ettiği veya etmediği meselelerde o öldükten sonra taklidinde bâki kalmasının hükmü nedir?
C: Tüm meselelerde hatta amel etmediği meselelerde bile ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmak câizdir.
S.44: Ölü müçtehitte bâki kalmanın câiz olduğu esasına göre teklif çağına ermeden o müçtehidin fetvalarına uyanlar için de aynı hüküm geçerli midir?
C: Hatta baliğ olmadan bile taklit ederse, müçtehit hayatta iken taklit tahakkuk bulduğu takdirde bâki kalmasının sakıncası yoktur.
S.45: Bizler İmam Humeyni'yi taklit ediyoruz; onun vefatından sonra onun taklidinde bâki kalmışız. Ama, istikbar ve tağutlarla mücadele döneminde yaşadığımızdan hükmünü bilmediğimiz yeni meseleler ortaya çıkıyor; bu yüzden bütün şer'î meselelerde size rücu etmeye ihtiyaç duyuyoruz, sizi taklit edebilir miyiz?
C: İmam'da bâki kalmanız câizdir. Şimdilik ondan dönmeniz için hiçbir sebep yoktur. Ancak, yeni çıkan bazı meselelerde ihtiyaç duyulursa, bizimle yazışabilirsiniz. Allah sizi kendi rızasına muvaffak kılsın.
S.46: Mükellef; başka bir müçtehidin, taklit ettiği kendi müçtehidinden daha a'lem olduğunu anlarsa görevi nedir?
C: İhtiyaten farz olarak farklı olan fetvalarda a'lemliği bilinen müçtehidi taklit etmelidir.
S.47: Mükellef hangi durumlarda taklit ettiği müçtehitten başka bir müçtehide geçebilir?
C: İkinci müçtehit daha bilgili olur ve fetvası birinci müçtehidin fetvasıyla farklı olursa farz ihtiyat gereği ikinci müçtehide geçmelidir. Ancak eğer ilimde eşit olurlarsa ihtiyat gereği geçmek câiz değildir.
S.48: A'lem müçtehidin fetvası zamana uygun olmaz veya onun fetvasıyla amel etmek zor olursa gayri a'leme geçilebilir mi?
C: Sadece fetvaları zamana uymuyor bahanesiyle veya onun fetvalarına uymak zor olduğu için a'lem müçtehitten başkasına geçmek câiz değildir.
S.49: Mukassır cahil kimdir?
C: Cahil olduğunu bilen ve cahilliğini giderme yollarını da bildiği ve buna gücü yettiği halde onu gidermeyen kimsedir.
S.50: Kasır cahil kimdir?
C: Cahil olduğunu veya cahilliğini gidermenin yollarını bilmeyen kimsedir.
S.51: İhtiyat-ı farzın manası nedir?
C: Yani bir işi ihtiyat olarak yapmak veya terketmek farzdır.
S.52: Fetvalarda gelen "işkallidir" (sakıncalıdır) tabiri haram olduğunu mu belirtmektedir? C: Yerine göre değişir. Eğer bir şeyin câiz olmasında sakınca olursa yapılmasının haram olduğunu gösterir. S.53: "Sakıncalıdır" "müşküldür" "sakıncadan uzak değildir" "sakıncası yoktur" tabirleri fetva mıdır, ihtiyat mı? C: "Sakıncası yoktur" tabiri fetva, diğerleri ihtiyattır. S.54: "Caiz değildir" tabiriyle "Haramdır" tabirinin farkı nedir? C: Amelde hiçbir farkı yoktur. Mercİlİk ve Rehberlİk
S.55: Taklit merciinin fetvalarıyla Müslümanların veliyy-i emrinin (rehberinin) siyasi, kültürel ve toplumsal konulardaki fetvalarının çelişmesi halinde Müslümanların görevi nedir? Bu hususta bir ölçü var mıdır? Mesela müzik konusunda taklit merciinin fetvası rehberin fetvasıyla farklıysa hangisine uyulması gerekir? Velliyy-i fakihin hükmü mercii taklidin fetvasına nerede tercih edilmelidir? C: İslam ülkesinin idaresi ve müslümanların geneline ait konularda müslümanların veliyy-i emrinin (rehberin) görüşüne uyulması gerekir. Taklit merciinin fetvasına sadece ferdî meselelerde uyulabilir. S.56: Bildiğiniz gibi Usul-u Fıkıh'da "içtihatta tecezzi" (içtihadın bölünmesi) adı altında bir bölüm vardır. İmam'ın merciilik ile rehberlik makamını ayırması içtihadın tecezzisinde atılan bir adım değil midir? C: Taklit mercii ile rehberliğin ayrılmasının içtihattaki tecezziyle bir ilgisi yoktur. S.57: Ben herhangi bir taklit merciini taklit etmiş olursam, veliyyi emr-i müslimin de saldırgan kafirlere, zalimlere karşı savaş veya cihad ilan ederse, taklit ettiğim müçtehit de savaşa katılmama izin vermezse o zaman onun emrine uymalı mıyım? C: Veliyyi emr-i müsliminin emirlerine, müslümanların genelini ilgilendiren meselelerde uyulması farzdır. Müslümanların geneline ait olan meselelerden biri de tağut ve kafirlerin saldırıları karşısında İslam ve müslümanları savunmaktır. S.58: Veliyyi fakih'in hükmü ve fetvası ne derece mükellefi bağlar. A'lem olan mercii taklidin fetvasıyla farklı olduğu takdirde hangisi öncelik taşır ve hangisine uyulmalıdır? C: Veliyyi emr-i müslimin'in hükmüne uymak herkese farzdır. Taklit merciinin fetvası veliyyi emr'in hükmüyle farklı olduğu takdirde, taklit merciinin fetvasının geçerliliği kalmaz. Velİyy-İ Fakİh ve Şer'İ Hakİmİn Hükmü
S.59: Velayet-i fakihe mefhum ve misdak yönünden inanmak aklî delile mi dayanmaktadır, şer'î delile mi? C: Adil ve alim fakihin hükümet etmesi anlamına olan velayet-i fakih, şer'î bir hükümdür. Ve akıl da bunu desteklemektedir. Mistakını belirlemek için ise, İslam Cumhuriyeti'nin anayasasında açıklanmış olan insanlar arasında kabul edilmiş aklî bir yol (yöntem) mevcuttur. S.60: Şer'î hükümlerin uygulanması İslam ve müslümanların maslahatı gereği veliyyi fakih'in hükmüyle durdurulabilir mi? C: Duruma göre değişir. S.61: İslam hükümetinde yayın organları veliyy-i fakih'in emrinde ve kontrolünde mi olması gerekiyor, yoksa dini havzalar ve başka teşkilatların mı? C: Veliyyi emr-i müslimin'in emir ve kontrolünde olması gerekir. Bu organlar ilahi ilim ve maarifi yaymak, İslam ve müslümanlara hizmet etmek, İslam toplumunun sorununu çözmek ve fikri yönden ilerletmek, müslümanların birliğini korumak, kardeşlik ruhunu aralarında yaymak ve benzeri işlerle görevlidir. S.62: Mutlak şekilde velayet-i fakih'i kabul etmeyenlere hakiki müslüman denilebilir mi? C: İmam Mehdi'nin (canımız ona feda olsun) gaybeti döneminde içtihad veya taklit yönünden mutlak şekliyle velayet-i fakih'i kabul etmeyenler bu görüşlerinden dolayı dinden çıkıp mürted olmazlar. S.63: Veliyy-i fakih'in velayeti (tasarruf hakkı) tekvini midir? Ve bu velayet hakkından istifade ederek maslahat için dini hükümleri herhangi bir sebepten dolayı, örneğin; genel bir maslahatı gözeterek kaldırabilir mi? Neshedebilir mi? C: Resulullah (s.a.a)'ın irtihalinden sonra İslam'da hiçbir şer'î hüküm neshedilemez. Mevzunun değişmesi, zaruretlerin ortaya çıkması veya bazı geçici sebeplerden dolayı bazı hükümlerin uygulanmaması neshetmek demek değildir. Tekvini velayet ise kabul edildiği taktirde sadece masumlara mahsustur. S.64: Adil fakihin velayetini (tasarruf hakkını) sadece hisbi işlerle (yetimin malını korumak gibi Allah Teala'nın terkedilmesine razı olmadığı işlerle) sınırlı bilenlere karşı nasıl bir tavır almalıyız? Şunu da biliyoruz ki, bu görüşte olanların bazı temsilcileri onlara uyarak bu fikri yaymaktalar. C: Velayet-i fakih ilkesi, her asır ve zamanda toplumun yönetimi, toplumsal meselelerin idaresi için hak olan İsna Aşeriyye mezhebinin esaslarından biri sayılır. Bunun kökü imamet esasına dayanmaktadır. Kendine göre bir delile dayanarak fakihin velayeti olmadığına inanan ise mazurdur. Ancak; böyle birisinin tefrika ve bölücülük yapması câiz değildir. S.65: Veliyy-i fakih'in emri tüm müslümanları mı bağlar, yoksa sadece onu taklit edenler için mi geçerlidir? Fakihin mutlak velayetine inanmayan birisinin veliyy-i fakih'in emrine uyması farz mıdır? C: Şia fıkhına göre, müslümanların veliyy-i emrinin emirleri tüm müslümanları bağlar. Onun emir ve yasaklarına uymak diğer fakihleri taklit edenler bir yana, o fakihlere bile farzdır. Bize göre fakihin velayetini kabul etmek, İslam'a bağlılık ve masum imamların (a.s) velayetinden ayrılmaz. S.66: Fakihin mutlak velayetinin (velayet-i fakih-i mutlakın) anlamı nedir? C: Şartları taşıyan fakihin mutlak velayetinden maksat, şudur: Kıyamete kadar bâki kalacak ve semavi dinlerin sonuncusu olan yüce İslam dini, hükümet ve yönetim dinidir. İslam toplumunun tüm kesimleri için, ümmeti iç ve dış düşmanlardan koruyacak, onlara adil bir şekilde hükmedecek, zayıfların hakkını koruyup, savunacak, siyasi, ekonomik vb... konularda ilerlemelerini sağlamaları için gerekli vesileleri hazırlayacak bir veliyy-i emr, bir şer'î hakim, yani bir rehberin olması gerekir. Yukarıda zikredilenlerin uygulamaya geçirilmesi bazılarının istek, çıkar ve aşırı serbestliğiyle çelişebilir. Müslümanların emiri (yöneticisi) İslam fıkhı ışığında toplumu yönettiğinde ihtiyaç duyduğu gerekli icraatları yapması ona farzdır. Buna göre de İslam ve müslümanların maslahatlarıyla ilgili konularda karar ve yetkisi tüm halkın yetkisinden üstte olmalıdır... Bunlar, fakihin mutlak velayetinin sadece küçük bir bölümünü oluşturur. S.67: Ölü müçtehidde bâki kalmak fakihlerin fetvalarına göre; bir müçtehidin izinine bağlı olduğu gibi, ölmüş veliyy-i fakihin emir ve hükümlerinin de geçerliliği, diri olan veliyy-i fakihin iznine mi bağlıdır. Yoksa kendiliğinden bâki midir? C: Veliyy-i emr-i müslimin tarafından alınan karar ve hükümler belirli bir zaman için ve geçici olmazsa aynen geçerliliğini korur. Ancak sağ olan veliyy-i fakih onu kaldırmayı maslahat görürse kaldırabilir. S.68: Mutlak velayeti kabul etmeyen ve İslam Cumhuriyeti'nde yaşayan bir fakihin veliyy-i emrin emirlerine uyması farz mıdır? Eğer veliyy-i emrin emrine uymazsa fasık olur mu? Veya mutlak velayeti kabul eden bir fakih kendisini bu makama daha uygun bildiğinden veliyy-i emrin emirlerine uymazsa fasık olur mu? C: Veliyy-i emr-i müsliminin hükümet ve yönetimle ilgili emirlerine uymak tüm mükelleflere hatta fakih bile olsa farzdır. Ben daha uygunum bahanesiyle velayet makamını üstlenmiş kimseye muhalefet etmek câiz değildir. Elbette; bu hüküm, veliyy-i fakihin belirlenmiş kanuni yoldan velayet makamını üstlenmiş olduğu takdirde geçerlidir. Eğer; kanuni yoldan başa geçmiş olmazsa mesele tamamen değişir. S.69: Gaybet döneminde, şartları taşıyan bir müçtehidin, ceza kanunlarını uygulamaya yetkisi var mıdır? C: Gaybet döneminde ceza kanunlarını uygulama farzdır; buna yetkili şahıs müslümanların veliyy-i emridir. S.70: Velayet-i fakih; taklidi bir konu mudur? Yoksa itikadi bir mesele midir? Velayet-i fakihe inanmayanın hükmü nedir? C: Velayet-i fakih, mezhebin esaslarından olan velayet ve imamete ait konulardandır. Ancak diğer fıkhî hükümlerin şer'î delillerinden çıkarıldığı gibi, velayet-i fakih'e ait olan hükümler de şer'î delillerden çıkarılmaktadır. Buna göre de, istidlal yoluyla velayet-i fakih'in kabul edilemeyeceği görüşüne varan kisme mazurdur. S.71: Bazı yetkililerden "idare etme velayeti" diye bir şey duyuyoruz, yani bir üst yetkiliye kayıtsız şartsız itaat etme. Bu konudaki görüşünüz ve şer'î vazifemiz nedir? C: İslam devletinde geçerli idari kanun ve kurallara dayalı olarak verilen emirlere muhalefet etmek câiz değildir. Ama; İslami kavramlar arasında "yönetim ve idare etme velayeti" diye bir şey yoktur. S.72: Amirler kendi şahsi işlerini kendileri yapacak olsalar vakitleri zayi oluyor diye, o işleri için emirlerinin altında olanlara emir verebilirler mi? C: Mesulların (üst makamların) herhangi bir görevliye kendi şahsî işlerini yaptırmak için emir vermeleri câiz değildir. Eğer; şahsi işlerinde çalıştırırlarsa onların normal ücretleri, çalıştıranların üzerine gelir. S.73: Veliyy-i fakih tarafından çeşitli teşkilatlarda görevlendirilmiş olan temsilcinin, çıkarmış olduğu kararlara uymak farz mıdır? C: Veliyy-i fakih tarafından kendisine verilen salahiyet çerçevesinde çıkardığı, uyulması zorunlu kurallara muhalefet etmek câiz değildir. Takdim
Bismillahirrahmanirrahim
Hamd, temiz olan şeyleri helal, kötü ve iğrenç şeyleri haram kılan Allah'a mahsustur. Salat ve selam, müjdeleyici ve korkutucu olan Resulü Hz. Muhammed'e, onun her türlü k?tülükten temiz olan pâk Ehl-i Beyt'ine ve muttaki ashabına olsun. Bir kaç yıldan beri İslam aleminin Rehberi Ayetullah Uzma Seyyid Ali Hamenei'nin bürosuna dünyanın dört bir tarafından şer'î sorular yağmaya başladı.
Bu sorular birikip çoğaldı ve onbinleri geçti. Ayetullah Uzma Hamenei bu soruların bazılarını kendi görüşlerine göre ve bazılarını da asrının büyük fakihi İslam Cumhuriyeti'nin Kurucusu Ayetullah Uzma İmam Ruhullah-il Musevi Humeyni'nin görüşüne g?re cevaplandıryordu. Bu sorular mecmuası çeşitli fıkhi konulara ve şer'î meselelere ?zellikle günümüzde s?z konusu olan yeni meselelere ışık tutmaktaydı.
Alimlerden bir çoğu, mü'minlerin yararlanmasını sağlamak için bunların basılıp yayınlanmasına ısrar ediyorlardı. Ancak, Ayetullah Uzma Hamenei bir türlü buna razı olmuyordu. Ama seçkin ve ehl-i hibre (uzman) ulemanın mercilik sorumluluğunu onun üzerine yüklemesinden ve dünyanın dört bir yanından mü'minlerin ilmihal yayınlanmasını ısrarla istemelerinden sonra mü'minlerin isteklerine cevaben bu soru ve cevapların yayınlanmasına müsade ettiler.
Bu sorular risalesi b?lümlere ayrılıp düzenlendikten sonra Arapça'ya çevrilmiştir; Ayetullah Uzma Hamenei, yoğun meşguliyetlerine rağmen bu risaleyi dikkatle gözden geçirmiş ve basılıp yayınlanmasına dair muvafakatlerini bildirmişlerdir.
Son olarak, bu risaleyi hazırlayarak mü'minlere sunulmasında gayret g?steren alim kardeşlerimize teşekkür ediyoruz.
Ayetullah Uzma Seyyid Ali Hamenei'nin İrtibat Bürosu,
Şer'î Soruları Cevaplandırma Bölümü

4
fikh Taharet Hükümleri

Suların Hükmü
S.74: Tazyiksiz olarak yukarıdan aşağıya doğru akan azsuyun alt tarafı necise ulaşırsa, üst tarafının hükmü nedir?
C: Eğilimi, “su yukarıdan aşağıya doğru akıyor” denecek miktarda olursa, yukarıdan aşağı doğru akan suyun üst tarafı temizdir.
S.75: Necis olan bir kumaşı, akar su veya kür suda yıkarken pâk olması için onu suyun dışında mı sıkmak gerekir, yoksa suyun içinde de sıkmak yeterli midir?
C: Necis olan kumaş ve benzerini akar su veya kür suda yıkarken sıkmak şart değildir. Hızla haraket ettirmek gibi herhangi bir yolla onun içindeki suyun dışarı çıkarılması yeterlidir.
S.76: İçindeki doğal tuz sebebiyle yoğunlaşan deniz suları, örneğin, Urumiye gölünün suyu ve ondan daha katı olan sularla abdest alma ve gusletmenin hükmü nedir?
C: Suyun, içindeki tuz dolayısıyla yoğunlaşması, ona mutlak su denilmesine mani olmaz; mutlak suyla ilgili şer'î hükümlerin bir su hakkında geçerli olmasındaki ölçü, halkın ona mutlak su demesinden ibarettir.
S.77: Bir suya kür hükmünü uygulamak için onun kür olduğunun bilinmesi farz mıdır, yoksa önceden kür olduğu bilinirse şimdi de kür olduğuna karar verilebilir mi? Mesela; Tren deposu ve benzerlerinde olan sular gibi?
C: Suyun önceden kür olduğu bilinirse, yine de kür olduğuna karar verilmesi câizdir (kür su hükmündedir).
S.78: İmam Humeyni'nin İlmihal'inin 147. meselesinde şöyle bir fetva yeralmıştır: “İyiyi kötüden ayırteden çocuğun taharet ve necaset hakkındaki sözüne, baliğ oluncaya kadar itibar edilmez.” Bu fetva pratikte bir çok zorluklara sebep oluyor. Bu durum karşısında şer'î görevimiz nedir?
C: Bulûğ çağına yakın bir yaşta olan çocuğun sözüne itibar edilir.
S.79: Bazen suya klor gibi bazı maddeler döküldüğünde su süt rengini alıyor; böyle bir suya muzaf su denilir mi? Ve böyle bir suyu abdest alma ve diğer pâklik işlerinde kullanmanın hükmü nedir?
C: Bu su, muzaf su hükmünde değildir?
S.80: Bir şeyi temizlemede akar su ile kür su arasında bir fark var mıdır?
C: Bu açıdan bu ikisi arasında hiç bir fark yoktur.
S.81: Kaynatılarak buharlaştırılan tuzlu suyun buharından oluşan su ile abdest alınabilir mi?
C: Kaynayan tuzlu suyun buharından oluşan su damlalarına mutlak su denilirse, mutlak su hükmündedir.
S.82: Necis olan elbiseleri çok su ile yıkarken sıkmak gerekiyor mu? Yoksa necasetin akıp gitmesinden sonra üzerinden su akması yeterli midir?
C: Çok suda necasetin bertaraf olmasından sonra silkelemekle bile olsa suyun ona nüfuz ederek ayrılması yeterlidir ve sıkmaya gerek yoktur.
S.83: Necis olan büyük bir sergiyi veya halıyı musluk suyu ile yıkadığımızda, sadece necis olan yere borulardan gelen suyun akıtılması yeterli midir? Yoksa artık suyun ondan ayrılması da mı gerekiyor?
C: Borulardan akan suyla temizlerken artık suyun çıkarılması veya çıkması şart değildir; ayn-ı necisin (necisin kendisinin) giderilmesinden sonra suyun necis olan yere ulaşıp akmasıyla o şey pâk olur.
S.84: Ayağın altı necis olduğunda pâk olması için onbeş adım yürümek şarttır. Acaba; bu onbeş adım yürümek ayn-ı necaset yok olduktan sonra mıdır, yoksa ayn-ı necaset giderilmeden de yeterli midir? Başka bir ifadeyle; onbeş adım yürümekle ayak altındaki ayn-ı necaset yok olursa ayak altı pâk olur mu?
C: Onbeş adım yürümek ölçü değildir, ayn-ı necasetin yok olacağı kadar yürümek yeterlidiri. Eğer; ayn-ı necis daha az yürümekle de giderilirse ayak altı pâk olur.
S.85: Asfalt vb. şeylerle döşenmiş olan caddelerde yürümek, toprak gibi ayak altını temizler mi?
C: Asfalt vb. şeylerle döşenmiş olan caddeler ayak altını ve ayakkabı gibi ayağı koruyan şeyleri pâk etmez.
S.86: Güneş pâkedici midir? Eğer pâkediciyse şartları nelerdir?
C: Ayn-ı necis giderildikten sonra güneş vurmasıyla yer, bina gibi büyük gayri menkuller, binaya çakılı olan şeyler ve onda kullanılan tahta, kapı ve benzerleri temizlenir. Ancak; güneş vurduğunda onların ıslak olması şarttır.
S.87: Yıkanırken renk veren necis olmuş elbise nasıl pâk olur?
C: Elbisenin rengi suyu muzaf etmezse, üzerine su dökmekle pâk olur.
S.88: Guslederken şahsın kullandığı kova ve benzeri kablara su sıçramaktadır. Acaba; bu su pâk kalır mı ve bu suyla gusül tamamlanabilir mi?
C: Söz konusu kovaya damlayan su, bedenin pâk yerinden olursa, su pâktır ve onunla guslü tamamlamanın bir sakıncası yoktur.
S.89: Necis çamur ile yapılan tandırın temizlenmesi mümkün müdür?
C: Yıkanarak onun yüzeyi temizlenebilir. Tandırın, hamur yapışan yüzeyinin temizlenmesi yeterlidir.
S.90: Hayvandan çıkarılarak yeni bir özellik alacak şekilde üzerinde kimyasal işlem yapılan necis yağlar necisliğinde bâki kalır mı, yoksa ona istihale hükmü mü uygulanır?
C: Necis maddelerin veya hayvandan alınan haram parçaların temiz ve helal olmaları için onlara yeni bir özellik kazandıracak şekilde üzerlerinde kimyasal işlem yapılması yeterli değildir.
S.91: Köyümüzdeki hamamda oluşan buhar, hamamın düz tavanına ulaştıktan sonra su damlacıkları halinde yıkanan kimselerin üzerine damlıyor. Acaba; bu su damlacıkları pâk mıdır ve bu su damlacıklarının düşmesinden sonra alınan gusül sahih midir?
C: Hamamın buharı ve oluşan su damlacıkları temizdir. Bu su damlacıklarının bedene değmesi guslün sıhhatine bir zarar vermez ve bedeni necis etmez.
S.92: Bilimsel araştırmalara göre, içme suyuna kirletici madensel kalıntıların, bakteri ve mikropların karıştırılması, onun yoğunluğunu yüzde bir bölü on'a vardırıyor. Arıtma tesisleri ise, bu maddeleri sudan arındırarak fiziksel (renk, tad ve koku), kimyasal (kirletici madensel kalıntılardan temizlenmesi) ve sıhhi olma (zararlı mikroplar ve bakterilerden arındırılması) yönünden onu bir çok nehir ve göl suyundan daha temiz ve sağlıklı bir su haline getiriyor. Bu durumda, eğer tasfiye edilen o su necis ise, yapılan bu işlemle pâk olur mu ve ona istihale hükmü uygulanır mı? Yoksa bu arıtmadan sonra elde edilen su necis midir?
C: Su necis olduğu taktirde suyu arıtma, buharlaştırıp tekrar su haline getirme şeklinde olmadıkça, yalnızca kirletici maden kalıntılarını, mikropları, bakterileri ve benzeri şeyleri sudan arıtmakla istihale gerçekleşmez. Ama; her zaman kullanılmış olan suların necis olduğu belli değildir.
S.93: Bölgemizde cenazeye, tahtadan yapılan sedye üzerinde gusül veriyorlar; cenazenin bedeninde ayrıca necis olursa, tahtanın ilk defa dökülen suyu emdiğini dikkate alarak, ölünün temiz olmasıyla birlikte tahta da temiz oluyor mu?
C: Cenazeye gusül verildiğinde onunla birlikte sedye de temiz olur; onun ayrıca yıkanması gerekmez.
HELAYA GİTMENİN hükümlerİ
S.94: Göçebeler, özellikle de göç zamanlarında idrar mahallini temizlemek için yeterli su bulamıyorlar. Acaba; tahta ve taş parçalarıyla temizlemeleri yeterli midir?
C: İdrar mahalli sudan başka bir şeyle temizlenmez. Ama; suyla temizlemek mümkün olmazsa bu halle kılınan namaz sahihtir.
S.95: Az su ile idrar ve gâit mahallini temizlemenin hükmü nedir?
C: İdrar mahalli, ihtiyat gereği iki defa yıkamakla temizlenir. Gâit mahallini ise, ayn-ı necaset ve eseri giderilinceye kadar yıkamak gerekir.
S.96: Namaz kılanın genel olarak idrar ettikten sonra istibra etmesi gerekir. Ama; idrar yerinin yara olması nedeniyle istibra ettiğimde kan geliyor ve bu kan, yıkamak için kullandığım suya karışarak, beden ve elbisemin necis olmasına sebep oluyor. Eğer, istibra etmezsem, muhtemelen yara iyileşecektir. Dolayısıyla, yaranın devam etmesi istibrayı sürdürdüğümden kaynaklandığı kesindir. Bu durumu sürdürürsem yaram üç aya kadar iyileşmez; bu durumda, istibra edip etmemem gerektiğini açıklar mısınız?
C: İstibra etmek farz değildir. Hatta; zarar verirse câiz de değildir. Evet; eğer insan idrar ettikten sonra istibra yapmaz ve ondan şüpheli bir rutubet gelirse idrar olduğuna hükmedilir.
S.97: Ben bir üniversite öğrencisiyim. Bir kaç yıldır bir hastalığa düçar oldum, bu yüzden de çok zorluk çekmekteyim. Şöyle ki, idrar edip istibra yaptıktan sonra bazen idrar mahallinden hacim itibariyle bir damlanın dörtte biri kadar olan bir akıntı geliyor. Bu akıntı bazen idrardan beş dakika veya daha fazla bir süre geçtikten sonra geliyor. Önceleri istibra yapmıyordum ve benden gelen bu akıntı bir kaç damla kadardı. Ama, şimdi istibra yaptığım için akıntı miktarı bir damlanın dörtte biri veya daha az miktarına ulaşmıştır. Bu akıntının temiz olup olmadığını bilmiyorum; acaba, bu halde kıldığım namaz sahih midir?
C: İstibradan sonra gelen şüpheli akıntının, idrar olduğu kesin bilinmedikçe temizdir.
S.98: İdrar ve istibradan sonra bazen gayri ihtiyarı olarak insandan çıkan idrara benzer akıntı necis midir? Eğer, insan uzun bir süre geçtikten sonra bunun farkına varırsa, önceden bu halde kılmış olduğu namazların hükmü nedir? Ayrıca; gayri ihtiyari olarak gelen bu rutubetin çıkıp çıkmadığını araştırması gerekiyor mu?
C: İstibradan sonra çıkan ve idrar olup olmadığında şüphe edilen rutubet idrar hükmünü taşımaz; onun temiz olduğuna hükmedilir. Bu gibi yerlerde araştırmak da farz değildir.
S.99: İnsandan çıkan rutubetler hakkında bir açıklama yapar mısınızı?
C: Meniden sonra bazen gelen suya “vezy”, idrardan sonra gelen suya “vedy” ve karı koca oynaşmasından sonra bazen gelen suya da “mezy” denilir. Meni dışında bunların hepsi pâk olup abdesti de bozmazlar.
S.100: Kıblenin tam ters istikametine yerleştirildiğine inandığımız tuvalet taşının bir süre sonra ancak kıble yönünün 20 ila 22 derece uzaklığına yerleştirilmiş olduğunun farkına vardık. Bu durumda; tuvalet taşının yönünü değiştirmemiz gerekir mi?
C: “Kıbleye doğru değildir” denecek durumdaysa öylece kalmasının sakıncası yoktur.
S.101: İdrar mecrasında bulunan bir hastalık nedeniyle idrar edip istibra yaptıktan sonra idrarımı tutamıyorum ve bir rutubet çıkıyor. Doktora gittim ve tavsiyelerini yerine getirdim. Ama, bir fayda vermedi. Bu durum karşısında görevim nedir?
C: İstibra yaptıktan sonra idrarın çıkıp çıkmadığına dâir şüpheye itina edilmez. Eğer; idrarın damlalar halinde geldiğini kesin olarak biliyorsanız, İmam Humeyni'nin ilmihalinde bulunan meslus ile ilgili hükme göre amel etmeniz gerekir. Bundan fazla bir şey yapmanıza gerek yoktur.
S.102: Gâit mahallini temizlemeden önce nasıl istibra edilir?
C: Gâit mahallini temizlemeden önce ve sonrası arasında istibranın keyfiyeti hususunda bir fark yoktur.
S.103: Bazı kurum ve şirketlerde çalışmak insanın bir takım tıbbi incelemelerden geçmesine bağlıdır. Bu incelemeler avret yerinin açılmasını da içeriyor. Çalışmaya ihtiyaç olursa bu câiz midir?
C: Bir işe istihdam edilebilmesi için zorunlu olsa bile, mükellefin avret yerini (İslam dininde) saygın sayılan kişilerin önünde açması câiz değildir. Fakat; o işten vazgeçmesi çetin olur ve işe girmesi zorunlu olursa bu hariç.
Abdest Hükümlerİ
S.104: Akşam namazı için aldığım abdestle Kur'an-ı Kerim'e dokunabilir miyim ve onunla yatsı namazını kılabilir miyim?
C: Sahih bir abdest aldıktan sonra, abdest bozulmadıkça onunla taharetli yapılması gereken her amel yapılabilir.
S.105: Başına peruk takan ve çıkardığında zahmete düşen bir kimse, takma saçın üzerine meshedebilir mi?
C: Takma saçın üzerine meshetmek câiz değildir. Meshetmek için onu çıkarmak farzdır. Ancak; onu çıkarması normalde tahammül edilemeyecek kadar bir çetinlik ve meşakkati gerektirirse çıkarması gerekmez.
S.106: Bazıları abdest alırken yüze yalnızca iki avuç su dökülmesi gerektiğini ve üçüncü kez su dökmenin abdesti batıl ettiğini söylüyorlar. Bu söz doğru mudur?
C: Yüze iki avuç veya daha fazla su dökmenin bir sakıncası yoktur. Ancak; yüzü ve kolları iki defadan fazla yıkamak câiz değildir.
S.107: İnsanın saç ve cildinde doğal olarak oluşan yağ -suyun bedene ulaşmasını önleyen- bir engel sayılır mı?
C: Suyun beden veya saça ulaşmasını önlemedikçe engel sayılmaz.
S.108: Bir süreden beridir, ayaklarıma meshederken parmaklarımın ucundan değil, parmaklarımın üstünün az gerisinden başlayarak ayaklarıma meshediyorum. Böyle meshetmem sahih midir? Eğer, böyle meshetmem sakıncalıysa, kılmış olduğum namazları kaza etmem farz mıdır?
C: Parmakların ucundan meshedilmezse abdest batıl olur ve böyle bir abdestle kılınan namazların kazasını kılmak da farzdır.
S.109: Ayak meshinin nihaî noktası olan “kaab” neresidir?
C: Meşhur görüşe göre “kaab”, ayak üstü kamburu diye tabir edilen ayağın üst kısmında bulunan hafif kemik çıkıntısına kadardır. Ama, terkedilmemesi gereken ihtiyat gereği, ayak eklemine kadar meshedilmelidir.
S.110: Devletin, İslami ülke dahilinde yaptırdığı camilerde, sınır merkezlerinde ve devlet dairelerinde abdest almanın hükmü nedir?
C: Şer'î açıdan bir sakıncası yoktur.
S.111: Abdest alırken, bir defa yıkamak amacıyla -abdest uzvuna- bir kaç avuç su dökmenin bir zararı var mıdır? Yine, bir defa yıkamak niyetiyle bir kaç avuç su döker ama birden fazla yıkanırsa hükmü nedir?
C: Niyeti ve bir defa yıkaması ölçüdür; bir kaç avuç su dökmenin zararı yoktur.
S.112: Birisine ait olan araziden çıkan kaynak çeşme suyunu borularla bir kaç km. uzaklıkta olan bir bölgeye götürmek için su borularının söz konusu şahısa ve diğerlerine ait tarlalardan geçirilmesi gerekiyor. Tarla sahipleri razı olmadıkları takdirde bu suyu abdest, gusül ve diğer temizlik işleri için kullanmak câiz midir?
C: Eğersu kendiliğinden kaynıyorsa, su yer üzerinde akmadan doğrudan boruya bağlanmışsa ve kaynağın bulunduğu tarlayla diğer tarlalardan sadece boruların geçiş yeri olarak istifade edilmişse, bu suyu kullanmak, örfen kaynağın bulunduğu ve diğer tarlalarda tasarruf sayılmazsa sakıncası yoktur.
S.113: Mahallemizde su basıncı oldukça düşüktür; su üst katlarda çok zayıf akıyor; hatta bazen kesiliyor. Alt katlarda da zayıf akıyor. Bu yüzden bazı komşular su pompası bağlatmışlardır; pompa çalıştığı zaman üst kattaki dairelerde su kesiliyor, alt katlarda ise kesilmese bile istifade edilemeyecek kadar zayıflıyor, sonuçta abdest ve gusül almak zorlaşıyor ve hatta bazen imkansız hale geliyor. Ama, pompalar çalışmazsa herkesin abdest ve gusül gibi işleri için su yetiyor. Öte yandan yetkililer su pompası takmayı yasaklamış ve takıldığının farkına varınca önce açmalarına dâir ikazda bulunuyor ve eğer açmazlarsa onları cezalandırmanın yanısıra pompayı kendileri açtırıyorlar. Bu durumda: 1- Şer'î açıdan su pompası kullanmak câiz midir. Biz de kullanabilir miyiz? 2- Caiz değilse, su pompası çalıştığı zaman alınan abdest ve guslün hükmü nedir?
C: Böyle bir durumda su pompası kullanmak câiz değildir, su pompasının çalışmasıyla alınan abdest ve gusül de sakıncalıdır.
S.114: Namaz vakti girmeden önce abdest almanın hükmü nedir? Bir fetvada “namaz vaktinin girmesi yaklaştığında abdest alırsa, onunla kılınan namaz sahihtir” buyurmuştunuz. Namaz vaktinin girmesinin yakınlaşmasından maksat nedir?
C: Ölçü; örfen “namaz vakti yakınlaşmıştır” denilmesidir. Bu vakitte o namaz için abdest almanın bir sakınca yoktur.
S.115: Abdestte, parmakların yürüme esnasında yere gelen alt kısmını meshetmek müstehap mıdır?
C: Ayakların mesh yeri parmakların ucundan başlayıp ayak eklemine kadardır. Parmakların alt kısmının meshedilmesinin müstehap oluşu sabit değildir.
S.116: Abdest alan kimsenin, abdest kastıyla yüz ve ellerini yıkarken eliyle musluğu açıp kapatmasının hükmü nedir?
C: Sakıncası yoktur ve abdestine bir halel getirmez; ancak, sol kolunu yıkadıktan sonra, meshetmeden önce eğer elini ıslak musluğa vurursa, elindeki abdest suyuna dıştan su karıştığı takdirde abdestin doğruluğu sakıncalıdır.
S.117: Bazı kadınlar tırnaklarındaki ojenin abdest için engel olmadığını ve ince çorap üzerinden meshetmenin câiz olduğunu iddia ediyorlar; bu konuda görüşünüz nedir?
C: Eğer oje, suyun tırnaklara geçmesine engel oluyorsa, abdest batıldır. Çorap her ne kadar ince olsa bile, onun üzerinden meshetmek câiz değildir.
S.118: Savaşta yaralanarak omuriliğinin kesilmesi nedeniyle idrarını kontrol edemeyen bir kimsenin almış olduğu abdestle Cuma hutbelerini dinleyip, Cuma ve ikindi namazlarını aynı abdestle kılması câiz midir?
C: Abdest alır almaz ara vermeksizin namaza başlaması ve ayrıca ikindi namazı için yeniden abdest alması farzdır. Ama; eğer ilk abdestten sonra (abdesti bozacak) bir hades meydana gelmezse, her iki namazı da ilk abdestle kılabilir. Yine, abdestten sonra (abdesti bozan) bir hades meydana gelmezse Cuma namazının hutbelerinden önce alınan abdest Cuma namazı için de yeterlidir.
S.119: Savaşta omuriliğinin kopması nedeniyle idrarını kontrol edemeyen bir kimsenin, abdestten hemen sonra namaz kılmayıp, cemaat namazına katılmak amacıyla namazını ertelemesi câiz midir?
C: Eğer abdest aldıktan sonra, idrarı damlalar halinde geliyorsa, abdestle namaz arasında fasıla vermemesi gerekir.
S.120: Abdest almaya kudreti olmayan kimse, abdest aldırması için kendisine bir yardımcı (naib) tutar, ancak abdest niyetini kendi yapar ve kendisi mesheder; eğer, kendisinin meshetmeye de kudreti olmazsa yardımcı onun elinden tutarak ona meshettirir ve eğer bundan da aciz ise yardımcı onun elinden rutubet alarak mesheder. Şimdi şunu sormak istiyorum: Yardımcı tutan kimsenin eli olmazsa hükmü nedir?
C: Eğer yardımcı tutan kimsenin eli olmazsa, onun kolundan rutubet alınarak meshedilmelidir ve eğer kolu da olmazsa, onun yüzünden rutubet alınarak baş ve ayaklarına meshedilmelidir.
S.121:Abdest alırken içinde su bulunan kabın, ibrik gibi borulu mu olması gerekiyor? Eğer borulu olmazsa, onunla alınan abdest batıl mıdır?
C: Abdest suyunun bulunduğu kabın borusu olması gerekmez. İster suyu kabdan eline döksün, ister elini onun içine daldırarak avucuyla su alsın, borusuz kabda bulunan suyla abdest almanın bir sakıncası yoktur.
S.122: Cuma namazının kılındığı yerin yakınında merkez camisine ait bir abdesthane bulunmaktadır. Oranın su parası caminin gelirinin dışından temin ediliyor. Bu durumda, Cuma namazı kılanların da o suyu kullanmaları câiz midir?
C: Eğer oranın suyu mutlak namaz kılanlar için vakfedilmişse sakıncası yoktur.
S.123: Öğle ve ikindi namazlarından önce alınan abdest, akşama kadar bozulmadığı takdirde onunla akşam ve yatsı namazları da kılınabilir mi? Yoksa, her namaz için ayrıca niyet edip abdest almak mı gerekiyor?
C: Her namaz için abdest almak gerekmez; alınan abdest bozulmadıkça istendiği kadar namaz kılınabilir.
S.124: Farz bir namaz için vakit girmeden önce abdest almak câiz midir?
C: Namaz vaktinin yaklaştığında, farz namazı kılmak amacıyla abdest almanın sakıncası yoktur.
S.125: Ayaklarım felç olmuştur. Özel ayakkabı ve koltuk dayanağı ile yürüyorum. Abdest alırken ayakkabılarımı çıkarmam mümkün olmuyor. Bu durumda, ayaklarıma meshetmek hususundaki şer'î vazifem nedir?
C: Eğer ayakkabıyı çıkarıp ayaklara meshetmeniz çok çetin ise; ayakkabının üzerinden meshetmeniz yeterli ve doğrudur.
S.126: Gittiğimiz yerde su bulmak için kilometrelerce araştırmamıza rağmen sadece kirli bir su bulursak görevimiz nedir? Acaba, bu durumda teyemmüm mü etmemiz gerekir, yoksa o suyla abdest mi almalıyız?
C: Eğer su pâk olur ve kullanılması zararlı olmazsa, o suyla abdest alınmalıdır ve su bulunan yerde teyemmüm alınamaz.
S.127: Abdest almak kendiliğinden müstehap mıdır? Kurbet (Allah'a yakın olmak) kastı ile namaz vakti girmeden abdest alıp sonra onunla namaz kılmak sahih midir?
C: Abdestli olmak kastıyla abdest almak şer'î açıdan beğenilen bir şeydir. Müstehap olarak alınan abdestle de namaz kılmak câizdir.
S.128: Devamlı olarak abdestinde şüpheye düşen bir kimse camiye girmek, namaz kılmak, Kur'an okumak ve masumların mezarını ziyaret etmek gibi durumlarda ne yapmalıdır?
C: Abdestten sonra taharetinde şüphe etmesine itibar edilmez. Abdestin bozulduğunu kesin bilmedikçe onunla namaz kılıp Kur'an okuması câizdir.
S.129: Abdestin doğru olması için suyun kol ve elin (abdestte yıkanan miktarın) her yerine akması şart mıdır? Yoksa ıslak elle abdest uzuvlarının üzerine meshetmek yeterli midir?
C: Yıkamada ölçü, elle sıvamakla bile olsa suyun, uzuvların her yerine ulaşmasıdır. Ama, yalnızca ıslak elle meshetmek yeterli değildir.
S.130: Başı sağ elle meshetmek câiz olduğu gibi, sol elle de meshetmek câiz midir? Yine başı aşağıdan yukarıya doğru meshetmek de câiz midir?
C: Başın meshi ihtiyat gereği sağ elin ıslaklığıyla yapılmalıdır; ancak başın yukarıdan aşağıya, yani tepeden alna doğru meshedilmesi gerekmez.
S.131: Başa meshetmede ıslaklığın saça çıkması yeterli midir? Yoksa elin ıslaklığının başın derisine de ulaşması mı gerekir. Ayrıca, peruk kullanıldığında nasıl meshedilmelidir?
C: Deriye meshetmek farz değildir. Peruğu çıkarmak mümkün değilse onun üzerine meshetmek yeterlidir.
S.132: Abdest ve gusül azalarını yıkama arasında ara vermenin hükmü nedir?
C: Gusülde fasıla vermenin (muvalatı terketmenin) bir sakıncası yoktur. Ama; abdestte, bir önceki aza kuruyacak kadar ara verirse, abdesti batıl olur.
S.133: Sürekli olarak bağırsaklarından az miktarda yel çıkan bir kimsenin abdest ve namaz hususunda görevi nedir?
C: Namaz için gerekli olan süre miktarınca bile kendini tutamıyorsa ve namaz esnasında abdestini yenilemesi de meşakkatli olursa, bir abdestle bir namaz kılmasının sakıncası yoktur; yani namaz esnasında abdesti batıl olsa bile her namaz için bir abdestle yetinir.
S.134: Toplu konutlarda oturan bazı şahıslar, kendi paylarına düşen kapıcı, yararlandıkları sıcak su, soğuk su ve klima gibi hizmetlerin paralarını ödemiyor ve bu gibi hizmetlerin karşılığını razı olmadıkları halde komşularının üzerine yıkıyorlar; acaba, şer'î açıdan bunların namaz, oruç vb. ibadetleri batıl mıdır?
C: Şer'î açıdan onlardan her biri, faydalandıkları ortak imkanların ücreti karşısında borçludurlar. Kasıtları kullandıkları suyun tutarını vermemek ise onunla abdest ve gusül almaları sakıncalı ve hatta batıldır.
S.135: Cenabet guslü aldıktan üç-dört saat sonra namaz kılmak isteyen bir şahıs, guslünün batıl olup olmadığında şüphe etmektedir. Bu durumda, ihtiyat olarak abdest almasında bir sakınca var mıdır?
C: Böyle bir durumda abdest alması farz değildir; ama, ihtiyat olarak abdest almasında sakınca yoktur.
S.136: Bulûğ çağına ermemiş küçük çocuklar da küçük hades yüzünden taharetsiz (abdestsiz) sayılırlar mı? Bu durumda, onların Kur'an'ın yazısına dokunmalarına müsade etmek câiz midir?
C: Çocuk, abdesti bozan şeylerin vaki olmasıyla muhdis (abdestsiz) olur. Ama, çocuğun Kur'an-ı Kerim'in yazısına el sürmesini önlemesi mükellefe farz değildir.
S.137: Abdest uzuvlarından biri yıkandıktan sonra henüz abdest bitmeden önce necis olursa hükmü nedir?
C: Bu, abdestin sahih olmasına bir halel getirmez. Ama, namaz kılmak için necasetten temizlenmek amacıyla o uzvu yıkamak gerekir.
S.138: Ayaklara meshederken, ayakların üzerlerinde su damlaları olmasının abdest için bir sakıncası var mıdır?
C: Meshedenin meshedilene -eldeki suyun ayağa-etki etmesi için, meshedilen yerdeki su damlalarını kurulamak gerekir.

S.139: Örneğin; eğer sağ kol omuzdan kesilmiş olursa, sağ ayağın meshi kalkar mı?
C: Hayır; kalkmaz ve bu durumda sol elle meshetmek gerekir.
S.140: Abdest aldıktan sonra aldığı abdesttin batıl olduğunu anlayan kimsenin hükmü nedir?
C: Yeniden abdest almalı ve batıl abdestle yerine getirmiş olduğu namaz gibi taharetin şart olduğu ibadetleri de yenilemelidir.
S.141: Abdest uzuvlarında, bezle sarılmasına rağmen kanı durmayıp devamlı kanayan bir yara bulunan kimse nasıl abdest almalıdır?
C: Yarayı naylon gibi kanı geçirmeyen bir şeyle sararak cebire abdesti alması gerekir.
S.142: İrtimasi abdestte yüz ve kolları iki defadan fazla suya daldırmak câiz midir?
C: Birincisi farz ve ikincisi müstehap olamak üzere yüz ve kolları iki defa suya daldırmak câizdir. Evet; abdest suyuyla meshedilebilmesi için kollarını (suya daldırırken değil) sudan çıkarırken abdest için yıkamayı kastetmelidir.
S.143: Abdestten sonra yüz ve kolları kurulamak mekruh mudur? Ve bu ikisini kurulamamak müstehap mıdır?
C: Bu iş için bir mendil veya özel bir bez ayırırsa sakıncası yoktur.
S.144: Kadınların saç ve kaşları boyamada kullandıkları suni boyalar, abdest ve gusül için sakınca teşkil eder mi?
C: Eğer sadece boya olur ve suyun saça ulaşmasına engel olmazsa abdest ve guslü sahihtir.
S.145: Mürekkep, suyun (bedene) ulaşmasını engeller mi? Dolayısıyla elde mürekkep bulunması abdestti batıl eder mi?
C: Mürekkeb suyun deriye ulaşmasını engelliyorsa abdesti batıl eder; konunun teşhisi ise mükellefin görevidir.
S.146: Başa meshederken, başın ıskallığının yüzün rutubetine kavuşması abdesti batıl eder mi?
C: Bunun bir sakıncası yoktur. Ancak; ayaklara eldeki abdest suyuyla meshetmek ihtiyata daha uygundur. Dolayısıyla, bu ihtiyata göre amel edebilmek için yüzün rutubetinin ellerin rutubetine karışmaması için başa meshederken elin, alnın üst kısmına değmemesine dikkat edilmelidir.
S.147: Abdest alması, normalde abdest alınabilecek zamandan fazla süren kimse, abdest uzuvlarını yıkadığını kesin olarak bilmesi için ne yapmalıdır?
C: Vesveseden sakınmalı ve şeytanı ümitsizliğe kaptırmak için vesveselerine itina etmeyip diğerleri gibi sadece şer'î açıdan farz olan miktarla yetinmeye çalışmalıdır.
S.148: Vücudumun bazı yerlerinde döğme şekiller var; bazıları bunun abdest, gusül ve namazı batıl ettiğini söylemekteler, bu hususta yapmam gereken nedir?
C: Vücudunuzdaki döğme, sadece boya olur ve suyun deriye ulaşmasına engel olmazsa abdest ve guslünüz sahihtir. Namazınıza da bir sakınca teşkil etmez.
S.149: İdrar ve istibra edip abdest aldıktan sonra insandan çıkan idrar mı, meni mi olduğu şüpheli olan bir rutubetin hükmü nedir?
C: Bu durumda taharetli olduğunu kesin olarak bilmesi için, hem abdest almalı ve hem de gusletmelidir.
S.150: Abdestte, kadınlarla erkeklerin arasındaki farkı açıklar mısınız?
C: Abdestin keyfiyetinde kadınla erkek arasında herhangi bir fark yoktur. Ancak; kolları yıkarken erkekler kolun dış kısmından (dirseğin üstünden), kadınların ise kolun iç kısmından yıkamaya başlamaları müstehaptır.
Allah'ın İsİmLERİne ve Kur'an Ayetlerİne Dokunmak
S.151: Allah Teala'ya dönen zamirlere -“O'nun yüce adıyla” cümlesinde olan “O” zamiri gibi- dokunmanın hükmü nedir?
C: Zamir, lafz-ı celale (Allah Teala'nın ismi) hükmünde değildir (zamire abdestsiz dokunmanın sakıncası yoktur).
S.152: Arapça ve Farsça'da “Ayetullah” kelimesinde olduğu gibi lafz-ı celale (“Allah” kelimesi) yerine “ilah” veya “...l ” yazılmaktadır. Bu ikisine abdestsiz olarak dokunmanın hükmü nedir?
C: Hemze harfi ve noktalar lafz-ı celale (“Allah” kelimesi) hükmünde değildir, ama; “ilah” kelimesi aynı hükümdedir.
S.153: Çalıştığım kurumda yazılan bütün mektuplarda “Allah” kelimesi “...l ” şeklinde yazılmaktadır; lafz-ı celale yerine bir Elif ve üç nokta yazılmasının şer'an bir mahzuru var mıdır?
C: Bunun şer'an bir mahzuru yoktur.
S.154: Lafz-ı celaleye abdesti olmayan kimselerin ellerinin değebileceği ihtimaline dayanarak lafz-ı celalenin “...l ” şeklinde yazılması câiz midir?
C: Bunun bir mahzuru yoktur.
S.155: Körler, altı noktadan oluşan özel bir alfabeye parmaklarını sürerek okumaktalar. Bu alfabeyle Kur'an-ı Kerim öğrenirken ve bu yazıyla yazılan “Allah” kelimesine dokunurken körlerin abdestli olmaları gerekir mi?
C: Harflerin sembolleri olan bu alfebenin noktaları harf hükmünde değildir. Dolayısıyla, bu alfabe, Kur'an-ı Kerim ve Allah'ın isimlerinin harflerinin sembolü olarak kullanıldığında, bunlara dokunmak için abdestli olmak gerekli değildir.
S.156: Abdestsiz bir kimsenin (içinde “Allah” kelimesi olan) “Abdullah” ve “Habibullah” gibi şahıs isimlerine dokunmasının hükmü nedir?
C: Abdesti olmayan bir kimsenin, bileşik bir ismin bir bölümü olsa bile lafz-ı celale'ye (“Allah” kelimesine) dokunması câiz değildir.
S.157: Hayız olan bir kadının, Resulullah'ın (
S.a.a) isminin yazılı olduğu kolyeyi boynuna takması câiz midir?
C: Boynuna takmasının sakıncası yoktur, ama Resulullah'ın (
S.a.a) ismini (hayız iken) bedenine temas ettirmemesi gerekir.
S.158: Abdestsiz olarak Kur'an-ı Kerim'in yazısına dokunmanın haram oluşu, Mushaf-ı Şerif'e mi mahsustur, yoksa ayrı bir kitapta, tabloda veya duvarda vb. gibi şeylerde yazılmış Kur'an ayetlerini de içeriyor mu?
C: Mushaf-ı Şerif'e mahsus değildir; başka bir kitapta, dergide, gazetede, tabloda veya duvar üzerine yazılmış olsa bile, Kur'an'a ait tüm ayet ve kelimeleri içerir.
S.159: Üzerine “Ayet-el Kursi” gibi Kur'an ayetleri yazılmış olan bir tabağı bereket ve hayra vesile olsun diye yemek için kullanmanın bir sakıncası var mıdır?
C: Bunun sakıncası yoktur. Ancak, abdestsiz olarak Kur'an ayetlerine el sürmemeleri gerekir.
S.160: Daktilo gibi yazı araçlarıyla Allah'ın isimlerini, Kur'an ayetlerini ve masumların isimlerini yazan kimselerin yazarken abdestli olmaları gerekir mi?
C: Abdestli olmaları şart değildir. Ancak, abdetsiz olarak bu tür yazılara dokunmaları câiz değildir.
S.161: İran İslam Cumhuriyeti'nin arması, lafz-ı celale isimlerinden midir? Onun idari kağıtlar üzerinde basılıp yazışmalarda kullanılmasının hükmü nedir?
C: Yazışmalarda lafz-ı celalenin ve İran İslam Cumhuriyeti'nin armasının yazılmasının bir sakıncası yoktur. İran İslam Cumhuriyeti arması örfen lafz-ı celale biliniyorsa taharetsiz dokunulması haramdır.
S.162: Devlet dairelerinde bazı resmî yazışma kağıtlarının baş kısmı İran İslam Cumhuriyeti'nin armasıyla süslenmiştir. Yine; hastanelerde ve kiliniklerde kullanılan reçete üzerinde arapça, “Şifa veren O'dur” ibaresi yazılmıştır. Bu kağıtların kullanıldıktan sonra atılmalarının veya kana bulaştırılmalarının hükmü nedir?
C: Yazışma kağıtlarının, lafz-ı celale ve onun hükmünde olan ibarelerle süslenmesinin sakıncası yoktur. Ama; onlara hürmetsizlik etmekten ve onları necis etmekten sakınmak gerekir.
S.163: Üzerine Kur'an ayetleri yazılı olan posta pullarını kullanmanın hükmü nedir? Yine; lafz-ı celaleyi ve diğer ilahi isimleri veya kurumların Kur'an-ı Kerim ayetlerini içeren armalarını dergilerde ve günlük yayınlanan gazetelerde basmanın hükmü nedir?
C: Kur'an ayetlerini ve ilahi isimleri vb. basıp yayınlamanın bir sakıncası yoktur. Ancak; bu yazıların ulaştığı kimseler onlara hürmetsizlik etmemek, necis etmemek ve taharetsiz el sürmemek gibi şer'î hükümlerine riayet etmeleri gerekir.
S.164: Üzerinde Allah'ın ismi olan posta pullarını çöp kutusuna atmanın ve onlara abdestsiz el sürmenin hükmü nedir?
C: Lafz-ı celale'ye abdestsiz el sürmek, onu necis etmek ve saygısızlık olacak yerlere atmak câiz değildir.
S.165: Yüzük kaşlarına yazılan yazılara el sürmek câiz midir?
C: Eğer dokunulduğunda taharetin şart olduğu kelimelerden olursa, taharetsiz el sürmek câiz değildir.
S.166: Esnafların sattıkları eşyaları, kesin olarak Allah'ın isimlerinin yazılı olduğu bilinen gazetelerle sarması ve bu gazetelere abdestsiz olarak el sürmek câiz midir?
C: Gazetelerde yazılı olan Allah'ın ismine, Kur'an ayetlerine ve masumların (a.s) isimlerine saygısızlık sayılmadığı takdirde onları satılan şeyleri sarmakta kullanmanın sakıncası yoktur. Ama; abdestsiz olan kimsenin bilerek onlara el sürmesi câiz değildir.
S.167: Yakılma, ayak altında kalıp çiğnenme ihtimali olmasını dikkate alarak gazetelerde peygamberlerin isimlerini ve Kur'an ayetlerini yazmanın hükmü nedir?
C: Gazete, dergi gibi şeylerde Kur'an ayetlerini ve masumların isimlerini yazmanın şer'î açıdan bir sakıncası yoktur. Ama; onlara (Kur'an ayetleri ve masumların isimlerine) saygısızlıkta bulunmak, necis etmek ve abdestsiz olarak el sürmekten sakınmak gerekir.
S.168: Allah'ın isimlerinin yazılı olan şeyleri nehir ve kanallara atmanın hükmü nedir; bu saygısızlık sayılır mı?
C: Örf açısından saygısızlık sayılmadığı takdirde, bunları nehir ve kanallara atmanın sakıncası yoktur.
S.169: Acaba sınav kağıtlarını inceledikten sonra çöpe atarken veya yakarken araştırıp onların üzerinde Allah ve masumların isimlerinin yazılı olmadığından emin olmamız gerekir mi? Yine bir tarafı yazılmış olan kağıtları atmak israf sayılır mı?
C: Araştırmak gerekmez; bir kağıtta Allah'ın isminin yazılı olduğu bilinmezse onu çöpe atmanın sakıncası yoktur. Ama; yalnızca bir tarafı yazılmış olan kağıtların, yine yazmada veya karton yapımında kullanılmaları mümkün olursa, yakılmaları veya atılmalarının israf olma ihtimali vardır ve sakıncasız değildir.
S.170: Saygı gösterilmesi farz olup taharetsiz olarak dokunulması haram olan mübarek isimler hangileridir?
C: Allah Teala'nın zatına mahsus isimlerine ve Allah'a mahsus olan sıfat isimlerine abdestsiz olarak dokunmak câiz değildir. Peygamberlerin ve masum imamların (a.s) isimlerine de aynı hükmü uygulamak ihtiyat gereğidir.
S.171: Büyük elçilik açıldığı günden beri, dahili kuruluşlar tarafından çok sayıda gazete ve dergi gönderilmiştir; bunların sayfalarının çoğunda Allah Teala'nın isimleri vb. vardır; bunları ne yapmamız gerekir?
C: Saygısızlık olmadığı takdirde yere defnedilmeleri veya çöle bırakılmalarının sakıncası yoktur.
S.172: Mukaddes isimleri ve Kur'an ayetlerini gerektiğinde yok etmenin şer'î yolları nelerdir. Yine, bir takım önemli bilgileri korumak için onları yok etmek gerektiğinde lafz-ı celale ve Kur'an ayetlerinin yazılı olduğu kağıtları yakmanın hükmü nedir?
C: Toprağa defnedilmelerinin veya tekrar suyla hamur yapılmalarının bir sakıncası yoktur. Saygısızlık olduğu takdirde yakmak câiz değildir; ancak, Kur'an ayetleri ve mübarek isimlerin onlardan kesilerek alınmaları imkansız olursa bu hariç.
S.173: İki harfi bir arada kalmayacak şekilde mübarek isimleri ve Kur'an ayetlerini küçük parçalara keserek okunmaz hale getirmenin hükmü nedir? Yine, onların yok edilip hükümlerini düşürmek için bazı harfler ekleyerek veya bazı harfleri silerek yazı şekillerinin değiştirilmesi yeterli midir?
C: Küçük parçalara kesmek, lafz-ı celalenin ve Kur'an ayetlerinin yazısını yoketmedikçe yeterli değildir. Nitekim; harfin şeklinin değiştirilmesi neticesinde hükmünün kalkması uzak bir ihtimal olmamasına rağmen yazı şeklini değiştirmek ihtiyaten onların hükmünün kalkması için yeterli değildir. Herhalukârda bu harflere abdestsiz el sürmekten sakınmak ihtiyata daha uygundur.
Cenabet Guslü Hükümlerİ
S.174: Cünüp olan kimsenin, vakit daraldığında teyemmüm edip, necis beden ve elbiseyle namaz kılması câiz midir, yoksa beden ve elbisesini temizlemeli ve namazını kaza olarak mı kılmalıdır?
C: Eğer; vakit, beden ve elbisesini temizlemek veya elbisesini değiştirmek için yeterli olmaz, soğuk vb. nedenlerle çıplak olarak da namaz kılamazsa, gusül yerine teyemmüm edip, necis beden ve elbiseyle namaz kılmalıdır. Böylece kıldığı namaz, onun üzerinden mükellefiyeti kaldırır ve bu namazı kaza etmesi gerekmez.
S.175: Cinsi münasebet olmaksızın meninin rahime ulaşması cünüp olmaya sebep olur mu?
C: Hayır, bununla cünüp olunmaz.
S.176: Tıbbî aletlerle dahili muayene edildikten sonra kadınların gusletmeleri farz mıdır?
C: Meni gelmedikçe gusül farz olmaz.
S.177: Sünnet yeri kadar dahil olur, ama meni gelmezse, cenabet guslü yalnızca kadına mı farz olur yoksa erkeğe mi ya da her ikisine de mi farz olur?
C: Böyle bir durumda her ikisine de farz olur.
S.178: Hangi durumda ihtilam dolayısıyla kadınlara gusül farz olur? Acaba, kocasıyla şakalaşma ve oynaşma esnasında gelen rutubet meni hükmünde midir? Bu durumda bedende gevşeklik meydana gelmezse ve tatmin olmazsa yine de kadına gusül farz olur mu? Velhasıl cima yapmaksızın kadınlar nasıl cünüp olurlar?
C: Kadın, uykudan uyandıktan sonra elbisesinde meni belirtilerini görürse, ona cenabet guslü farz olur. Ama; şakalaşma ve benzerinden sonra görülen rutubet, bedenin gevşemesi ve kadının tatmin olmasıyla birlikte olmazsa, meni hükmünde değildir.
S.179: Bekâr kızdan, elinde olmayarak bir rutubet gelirse, ona cenabet guslü farz olur mu? Ve bu rurubet meni sayılır mı, yoksa guslün lazım olması için şehvetle birlikte mi olması gerekir?
C: Rutubetin çıkması şehvetten dolayı olup, şehvetle birlikte olursa, şehvet kendi iradesi dışında bile olsa, bu rutubetin meni olduğuna hükmedilir.
S.180: Şehveti tahrik edici bir kitabı okumakla veya başka bir sebepten dolayı şehveti tahrik olan bekâr bir kıza gusül farz olur mu? Gusül farz olduğu takdirde hangi gusül farz olur?
C: Şehveti tahrik edici kitapları okumak câiz değildir. Herhalukârda, meni gelirse cenabet guslü farz olur.
S.181: Şakalaşma halinde kendisinden şehvetle bir su çıktığını hisseden kadına cenabet guslü farz olur mu?
C: Meni olduğunu bilirse, ona gusül farz olur. Yine ondan şehvetle gelen suyun meni olup olmadığında şüphe ederse ona gusül farz olur.
S.182: Kocasıyla cima yaptıktan sonra rahminde meni kaldığı halde hemen gusleden bir kadından, gusülden sonra meni gelirse guslü sahih midir? Ve gusülden sonra çıkan meni pâk mıdır?
C: Herhalukârda, dışarıya gelen meni necistir. Ama; guslettikten sonra gelen meni erkeğin menisi olursa, tekrar gusletmesi gerekmez.
S.183: Bir süreden beridir cenabet guslü hakkında şüpheye düşmüşüm; hatta hanımıma bile yaklaşamıyorum; bununla birlikte gayri iradi olarak bende bir durum meydana geliyor ve üzerime cenabet guslünün farz olduğunu zannediyorum. Hatta, bir günde bir kaç defa guslediyorum. Bu durum karşısında benim görevim nedir?
C: Gelen rutubet, şer'î açıdan meninin çıkması için tayin edilen alametleri taşımadıkça veya meni geldiğini kesin olarak bilmedikçe, sırf şüphe etmekle cenabet guslü farz olmaz.
S.184: Hayız halindeyken yapılan cenabet guslü sahih midir ve kadının üzerinden cenabet guslü mükellefiyetini kaldırır mı?
C: Böyle bir durumda guslün doğruluğu şüphelidir.
S.185: Hayız halinde cünüp olan bir kadının, temizlendikten sonra cenabet guslü yapması da farz mıdır, yoksa hayız bulunduğundan dolayı farz olmaz mı?
C: Hayız guslü aldıktan sonra ayrıca cenabet guslü de yapması farzdır; ancak, cenabet guslü alırsa hayız guslünden kifayet eder. Ancak; her iki gusle de niyet etmesi ihtiyata daha uygundur.
S.186: Hangi durumda insandan gelen rutubetin meni olduğuna hükmedilir?
C: Rutubet şehvetle ve sıçrayarak gelir, beden de gevşerse onun meni olduğuna hükmedilir.
S.187: Bazen guslettikten sonra, el ve ayak tırnaklarının kenarlarında sabun kalıntılarının kalmış olduğu görülüyor. Elbette, bu durum gusül esnasında değil, hamamdan çıkıp dikkat edince anlaşılıyor. Bu durumda, görev nedir? Bu kalıntıların altına suyun işleyeceği kesin olarak bilinmediği halde, bazıları bilmeyerek veya bu hususa dikkat etmeksizin abdest alıyor ve guslediyorlar.
C: Bedenin kurumasından sonra ortaya çıkan bir sabun kalıntısı veya kireçleme, derinin yıkanmasına engel teşkil etmedikçe, abdest ve guslün sahih olmasına bir zarar vermez.
S.188: Karısıyla öpüştüğü veya oynaştığı zaman erkekten gelen rutubetin hükmü nedir?
C: Rutubetin dışarıya çıkışı, sıçrayarak ve bedenin gevşemesiyle birlikte olmazsa, meni hükmünü taşımaz.
S.189: Kardeşlerden birisi, gusletmeden önce bedeni temizlemenin farz olduğunu ve gusül esnasında bedeni örneğin meniden temizlemenin guslü batıl ettiğini söylüyor. Bu söz doğru ise, geçmişte kılmış olduğumuz namazlar batıl mı oluyor ve onları kaza etmek mi gerekir? Elbette; ben bu hükmü bilmiyordum.
C: Bedeni temizlemek için yapılan yıkamayı cenabet guslü için yapılan yıkamadan ayırmak gerekir. Ancak; gusle başlamadan önce bedenin tümünün temiz olması gerekmez; her uzvun guslünden önce sadece o uzvun temiz olması yeterlidir. Buna göre her uzuv, gusül vermeden önce temiz olursa hem gusül, hem de onunla kılınmış olan namaz sahihtir. Ama; her uzuv, gusül vermeden önce temiz olmazsa, hem gusül ve hem de onunla kılınmış olan namaz batıldır ve namazı kaza etmek farzdır.
S.190: Uykudayken insandan gelen rutubet meni hükmünde midir? Elbette, bu rutubet geldiğinde üç alametten hiç birisi, -yani “sıçrıyarak, şehvetle gelmesi ve bedenin gevşemesi”- gerçekleşmemiş ve sadece uyandıktan sonra iç çamaşırında rutubet olduğunu görmüştür.
C: İhtilamdan dolayı rutubet gelirse veya meni olduğu kesin olarak bilinirse o rutubet meni hükmündedir ve cenabete sebep olur.
S.191: Ben fakir aileden bir gencim, sık sık muhtelim oluyorum ve babamdan hamam ücretini istemekten utanıyorum; evimizde de banyo yoktur. Bu konuda bana yol gösterir misinizi?
C: Şer'î görevleri yerine getirmekte utanılmaz. Utanmak, farzı terketmek için şer'î bir mazeret değildir. Herhalukârda, eğer gusletmeye imkanınız olmazsa, namaz ve oruç için gusül yerine teyemmüm etmelisiniz.
S.192: Köylerin birisinin hamamı bozulduğu için uzun süreden beri kapalı olarak kalmıştı. Köy halkı temizlik hususunda büyük zorluklarla karşılaşıyordu; köy halkının baskısı sonucu, ilgili devlet dâiresine yazılı olarak başvurduk. O yazıyla şunları ifade ettik: “Köyümüzün hamamı kar ve yağmur sonucu tahrib olmuş ve artık tamir edilmeyecek bir durumdadır; dolayısıyla, yeni bir hamamın yapılmasına ihtiyacımız vardır.” Söz konusu daire ise bu iş için gerekli ödeneği ayırıp yapım ve onarma kurumu aracılığıyla yeni bir hamam yaptırdı. Yukarda anlattıklarımız göz önüne alınarak bu hamamdan temizlik ve gusül için yararlanmanın şer'î bir sakıncası var mıdır?
C: Her ne kadar gerçek olmayan bir şeyi yazmak ve gerçek olmayan bir şeyi söylemek câiz değilse de, mezkûr durumda halkın o hamamdan yararlanmasının sakıncası yoktur.
S.193: Ben büyük bir zorlukla karşı karşıyayım. Bir damla suyla bile bedenimi yıkamam ve hatta ıslak elimle meshetmem dahi vücuduma zarar veriyor. Vücudumun bir kısmını yıkadığımda dahi kalp atışlarım hızlanıyor ve bir çok yan etkilere de sebep oluyor. Cünüp olursam namaz kılmak, camiye girmek vb. işler için bir kaç ay gusül yerine teyemmüm etmem gerekecek. Bu durumda, eşimle münasebette bulunmam câiz midir? C: Cima etmeyi terketmeniz farz değildir. Cünüp olduktan sonra cenabet guslü yapmaktan mazur olursanız taharetin şart olduğu amelleri yapmak için şer'î göreviniz gusül yerine teyemmüm etmektir. Teyemmüm yaptıktan sonra camiye girip namaz kılmanız, Kur'an'ın yazısına dokunmanız ve cenabetten temiz olmanın şart olduğu bütün diğer amelleri yapmanızın bir sakıncası yoktur.
S.194: Farz veya müstehap bir gusül alırken kıbleye doğru dönmek farz mıdır?
C: Gusül alırken kıbleye doğru dönmek farz değildir.
S.195: Gusül almada kullanılmış olan bir suyla tekrar gusül almak doğru mudur? Elbette, önceki gusül az suyla alınmıştır ve beden de gusülden önce temizlenmiştir. Yine, karı-kocanın birbirlerinin gusül almada kullanmış olduğu suyla tekrar gusül alması sahih midir?
C: Gusül almada kullanılmış olan su temiz ise (gusülde kullanmaktan başka bir necasete değmesi söz konusu değilse) onunla tekrar gusül almanın hiç bir sakıncası yoktur. Yine karı-koca birbirlerinin gusül almada kullanmış oldukları suyla gusül alabilirler.
S.196: Cenabet guslü alan kimse gusül esnasında küçük abdesti bozan bir durumla karşılaşırsa, guslü yeniden baştan başlaması mı gerekir? Yoksa, guslü bitirip abdest alması mı lazımdır?
C: Guslü baştan alması gerekmez ve onun bir etkisi yoktur, guslünü sona erdirmelidir. Ancak; o gusül namaz gibi küçük hadesten pâk olmanın (abdestli olmanın) şart olduğu ameller için abdest yerine geçmez.
S.197: İdrardan sonra gayr-i ihtiyari ve şehvetsiz olarak meniye benzer yoğun bir rutubet gelmektedir. Bu rutubet meni hükmünde midir?
C: Meni olduğu kesin olarak bilinmedikçe veya meni için şeriatça belirlenen alametleri taşımadıkça o rutubet meni hükmünde değildir.
S.198: Üzerine birden fazla müstehap veya farz gusül yahut her iki türden gusül lazım gelen kimsenin, yalnızca bir gusül alması diğerinden kifayet eder mi?
C: O gusüller arasında cenabet guslü de olur ve ona niyet ederse, diğerlerinden kifayet eder. Nitekim hepsinin niyetine bir gusül ederse, tümünden kifayet eder.
S.199: Cenabet guslü dışındaki bir gusül abdest yerine geçer mi?
C: Cenabet guslü dışındaki bir gusül, abdest yerine geçmez.
S.200: Cenabet guslü alındığında suyun beden üzerinde akması şart mıdır?
C: Asıl ölçü, “gusül niyetiyle beden yıkandı” denmesidir; suyun akması şart değildir.
S.201: Eğer insan, hanımıyla münasebette bulunarak kendini cünüp ettiği takdirde, gusül etmek için su bulunmayacağını ya da vaktin gusül ve namaz için yeterli olmadığını bilirse, hanımıyla münasebette bulunması câiz midir?
C: Gusülden aciz kaldığı takdirde teyemmüm edebilecekse kendisini cünüp etmesinin sakıncası yoktur.
S.202: Ben 22 yaşında bir gencim, bir süreden beridir saçlarım dökülmeğe başladı, bu da beni çok üzüyordu; bu yüzden başıma saç ektirdim. Sormak istediğim şudur: Eğer guslederken başıma ektirdiğim saç suyun başımın derisinin bazı yerlerine ulaşmasına engel olursa, bu guslün hükmü nedir?
C: Eğer ektirdiğiniz saçları söktürmek imkansızsa veya söktürülmesinin size zararı ya da çetinliği varsa ve o saç olduğu takdirde suyu deriye ulaştırmak da imkansız ise, o halde aldığın gusül doğrudur.
S.203: Cenabet guslünde başla bedenin diğer uzuvları arasında tertibe riayet etmek yeterli midir, yoksa, sağ ve sol taraf arasında da tertibe riayet etmek gerekir mi?
C: Farz ihtiyat gereği, sağ tarafı, sol taraftan önce yıkayarak sağ ve sol taraf arasında da tertip riayet edilmelidir.
S.204: Tertibî gusül alırken önce sırtımı yıkayıp, sonra tertibi gusül almaya niyet etmemde bir sakınca var mıdır?
C: Niyet edip gusle başlamadan önce sırtı veya bedenin herhangi bir yerini yıkamanın bir sakıncası yoktur. Tertibî guslün alınış şekli şöyledir: Bedenin tamamını temizledikten sonra gusle niyet eder ve ilk önce baş ve boynu yıkar, sonra ihtiyat gereği bedenin sağ tarafını omuzdan ayak altına kadar, sonra da sol tarafını yıkar, böylece alınan gusül sahihtir. S.205: Kadına, gusül ederken saçlarının tamamını yıkaması farz mıdır? Acaba, suyun başın derisinin tamamına ulaşması yeterli değil mi?
C: İhtiyaten farz olarak saçların tamamı yıkanmalıdır.


5
fikh Taharet Hükümleri

Suların Hükmü
Batıl Gusüllerle İlgİlİ Hükümler
S.206: Bulûğ çağına eriştiğinde guslün farz oluşunu ve alınma şeklini bilmeyen ve böylece on seneye yakın bir süre geçtikten sonra taklit etmesi gerektiğini ve guslün ona farz olduğunu anlayan bir kimsenin vazifesi nedir? Namaz ve oruçlarını kaza etmek gibi sorumlulukları var mıdır?
C: Cünüp halinde kılmış olduğu bütün namazları kaza etmelidir. Yine, uykuda muhtelim olma veya başka bir yolla cünüp olduğunu bilir, ama cünüplünün oruçları için gusletmesinin gerekli olduğunu bilmezse, cünüp halinde tutmuş olduğu oruçları da kaza etmelidir. Hatta; daha güçlü görüş gereğince, hükmü bilmemesi onun kendi kusurundan dolayı olursa (öğrenmek hususunda şer'î bir mazereti olmazsa), üzerine keffaret de farz olur. Ancak; kesinlikle cünüp olduğunu bilmez ve oruç tutacağı günü şafak vaktine kadar da cünüp olduğunun farkına varmazsa, üzerine ne orucun kazası, ne de keffareti farz olmaz.
S.207: 14 yaşından önce ve sonra istimna eden ve meni geldiği halde gusül etmeyen bir gencin görevi nedir? Acaba; istimna edip ondan meni geldiği bu süre içerisinde gusletmesi farz mıydı? Veya bu süre içerisinde kılmış olduğu bütün namazlar, tuttuğu oruçlar batıl mıdır ve onları kaza etmesi mi gerekir? Elbette, muhtelim olduğunda da gusletmiyordu ve meni gelmesinin guslü gerektirdiğini de bilmiyordu.
C: Bir defa gusletmek, şimdiye kadar vaki olmuş olan bütün cenabetler için kifayet eder. Kesin olarak cenabet halinde kılmış olduğunu bildiği bütün namazları da kaza etmelidir. Ama; oruca gelince, eğer oruç tutacağı günlerin akşamları cünüp olduğunu bilmiyorduysa o oruçlar doğrudur ve kaza etmesi de gerekmez. Eğer ondan meni geldiğini, cünüp olduğunu biliyor, ama orucunun sahih olması için gusül etmesi gerektiğini bilmiyorduysa, böylece tutmuş olduğu bütün oruçları kaza etmelidir. Ayrıca; hükmü bilmemesi kendi kusurundan kaynaklanmış (bilmemekte bir mazereti yok) ise her gün için keffaret de vermesi ihtiyata daha uygundur.
S.208: Malesef, bir kaç yıl boyunca cenabet hususunda ve cenabet guslü hükümleri hakkında hiç bir bilgim yoktu. Aynı zamanda, namaz kılıyor ve oruç tutuyordum. Bu durumda ne yapmam gerekir?
C: Bu süre içerisinde oruç tuttuğunuz günlerde cünüp olduğunuzdan kesinlikle haberiniz yokduysa oruçlarınız sahihtir. Ama; cünüp olarak kıldığınızı bildiğiniz namazları kaza etmeniz gerekir.
S.209: Cünüp olduktan sonra aldığı gusüller yanlış ve batıl olan kimsenin hükmü bilmediğini dikkate alarak kılmış olduğu namazların hükmü nedir?
C: Batıl gusül ile cünüp olarak kılınan namazlar batıldır, yenilenmesi veya kaza edilmesi gerekir.
S.210: Farz gusüllerden birinin niyetiyle guslettim. Hamamdan çıktıktan sonra tertip üzere gusül almadığımın farkına vardım, ama; yalnızca tertibi niyet etmenin yeterli olduğuna ihtimal verdiğimden yeniden gusül almadım. Fakat şimdi tereddüt içerisindeyim, acaba bütün namazlarımı kaza mı etmem gerekir?
C: Eğer yaptığınız guslün doğru olduğuna ihtimal verir ve gusül alırken, guslün doğruluğunda şart olan konuların da farkında idiyseniz, sizin üzerinize bir şey farz değildir. Eğer, yaptığınız guslün batıl olduğuna dâir kesin bilginiz varsa, bütün namazlarınızı kaza etmeniz gerekir.
S.211: Cenabet guslü alırken, önce sağ tarafımı, sonra başımı, daha sonra da sol tarafımı yıkıyordum. Konuyu sorup öğrenmedim de; bu durumda benim namaz ve oruçlarımın hükmü nedir?
C: Bu şekilde alınan gusül batıldır; dolayısıyla, böyle yapılan gusül ile kılınmış olan namazlar da batıldır ve kaza edilmesi gerekir. Ama; oruçlara gelince; mezkûr şekilde alınan guslün doğru olduğuna inanıyorduysanız ve kasıtlı olarak sabah ezanına kadar cünüp olarak kalmadıysanız, orucunuz sahihtir.
TeyemmÜmLE İlgİLİ Hükümler
S.212: Teyemmümün sahih olduğu toprak, alçı ve mermer taşı gibi şeyler duvarda olursa, onların üzerine teyemmüm etmek sahih midir? Yoksa onların yer üzerinde olması mı gerekir?
C: Teyemmümün doğruluğunda bunların yerin üzerinde olması şart değildir.
S.213: Eğer cünüp olur ve hamama ulaşma imkanım olmadığından bir kaç gün cünüp olarak kalırsam, acaba gusül yerine bir defa teyemmüm ettikten sonra diğer namazlar için önceki gibi abdest almam veya teyemmüm etmem gerekir mi? Yoksa, bir teyemmümle yetinebilir miyim? Yenilemem gerektiğinde abdest mi almam gerekir, teyemmüm mü?
C: Cünüp olan kimse, gusül yerine doğru olarak teyemmüm ettikten sonra, küçük abdesti bozulursa, ihtiyat gereği gusül yerine teyemmüm etmeli, daha sonra abdest almalıdır.
S.214: Gusülde olan hükümler gusül yerine olan teyemmümde de geçerli midir? Yani, teyemmümle de camiye girmek câiz midir?
C: Vakit darlığı yüzünden gusül yerine alınan teyemmüm hariç, gusül için geçerli olan bütün şer'î eserleri (hükümleri) gusül yerine yapılan teyemmüme de uygulamak câizdir.
S.215: Omuriliği kopması yüzünden meslus olan (idrarını tutamayan) bir kimsenin, hamama gitmesinde bir miktar zahmet olduğundan dolayı Cuma ve ziyaret guslü gibi müstehap gusüller yerine teyemmüm edebilir mi?
C: Taharetin şart olduğu yerler dışında, teyemmümün gusül yerine geçebilmesi şüphelidir. Ama; guslün meşakkati gerektirdiği yerlerde, beğenilir olma kastıyla müstehap gusüller yerine teyemmüm edilmesinin bir mahzuru yoktur.
S.216: Su olmadığı veya suyun kendisine zararlı olduğu için gusül (cenabet guslü) yerine teyemmüm eden bir kimse, camiye gidip cemaat namazı kılabilir mi? Bu adamın Kur'an okumasının hükmü nedir?
C: Teyemmüm etmesini câiz kılan mazereti kalkmadıkça ve teyemmüm batıl olmadıkça yaptığı teyemmümle taharetin şart olduğu bütün amelleri yapabilir.
S.217: Uykuda iken insandan bir rutubet gelir ve uyandıktan sonra hiç bir şey hatırlamaz, ama elbisesinde rutubet olduğunu görürse, sabah namazının vakti daralması nedeniyle hatırlamak için düşünmeye de vakti olmazsa; bu durumda ne yapmalıdır? Abdest yerine mi teyemmüm etmeğe niyet etmelidir, gusül yerine mi?
C: Eğer, ihtilam olarak cünüp olduğunu bilirse, gusletmesi farzdır; vakit dar ise bedenini temizledikten sonra, teyemmüm etmelidir. Sonra da gusül eder. Ama; eğer ihtilam ve cünüp olduğunda şüphe ederse üzerine cenabet görevi gelmez.
S.218: Hadis-i şerifte, her gün hamama gitmek insanı zayıflattığının buyrulduğu dikkate alınarak; bir kaç gece aralıksız cünüp olan kimsenin görevi nedir?
C: Gusletmesi farzdır; ama, eğer suyun ona zararı olursa, görevi teyemmüm etmektir.
S.219: Namaz kılmak ve mübarek Ramazan ayını oruç tutmak isteyen bir kimse, gayri ihtiyari olarak meni gelmesi yüzünden devamlı cünüp oluyor ve bir takım nedenlerden dolayı her saat ve her gün gusletmesi mümkün değildir. Namaz ve oruçları yerine getirebilmek için bu adamın ne yapması gerekir?
C: Eğer, cenabet guslünü terketmeğe dâir şer'î bir mazereti var ise, onun yerine teyemmüm etmelidir Oruç ve namazları da sahihtir.
S.220: Bir hastalık nedeniyle elimde olmadan, zevk söz konusu olmaksızın benden sık sık meni geliyor. Bu durumda namaz konusunda görevim nedir?
C: Eğer, her namaz için gusletmenin size zararı veya çetinliği olursa, vücudunuzu temizledikten sonra teyemmümle namaz kılmalısınız.
S.221: Guslederse hasta olacağına inandığından dolayı cenabet guslünü terkedip sabah namazını teyemmümle kılan bir kimsenin hükmü nedir?
C: Eğer, gusletmenin ona zarar vereceğine inanırsa, teyemmüm etmesinin sakıncası yoktur ve onunla namazı da sahihtir.
S.222: Tehlikeli olmayan bir cilt hastalığım var. Yıkandığımda cildim kuruyor; hatta el ve yüzümü yıkadığımda da bu durum ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, vücuduma yağ sürmek zorundayım. Bu yüzden de abdest almak istediğimde zorluk çekiyorum; özellikle de sabah namazı için abdest almam çok zor oluyor. Bu durumda, sabahları abdest yerine teyemmüm etmem câiz midir?
C: Eğer, su kullanmanın size zararı varsa, abdest almaktan kaçının ve onun yerine teyemmüm edin.
S.223: Vaktin dar olduğunu zannederek teyemmümle namaz kıldıktan sonra, abdest için de yeterli vaktin olduğunu anlayan bir kimsenin bu namazının hükmü nedir?
C: O namazı yeniden kılması gerekir.
S.224: Hamamı olmayan bir yerde yaşıyoruz. Bazen mübarek Ramazan ayında sabah ezanından önce uykudan uyandığımda cünüp olduğumu görüyorum. Bu vakitte suyun soğuk olmasının yanısıra, halkın gözü önünde genç bir adam gece yarısı kalkıp bir küçük kazan ve benzerinde ısıtılan suyla gusletmesi de ayıptır. Bu durumda, yarının orucu hususunda görevim nedir? Teyemmüm edebilir miyim? Ve gusledemediğim takdirde orucu yememin hükmü nedir?
C: Bir işin yalnızca zor olması veya halkın gözünde ayıp olması şer'î açıdan özür sayılmaz; gusletmek mükellefe çok çetin veya zararlı olmadıkça mümkün olan bir yolla gusletmelidir. Ama, eğer çok meşakkatli veya zararlı olursa, görevi teyemmüm etmektir. Bu durumda, şafaktan önce teyemmüm ederse orucu sahihtir. Ama, eğer teyemmüm de etmezse orucu batıldır; ancak, gün boyunca orucu bozan şeylerden sakınması gerekir.
KadınlarLA İLGİLİ HükÜmLER
S.225: Annem, Peygamber efendimizin neslindendir. Acaba, ben de seyyide sayılır mıyım ki, altmış yaşına kadar aybaşı gördüğüm kanı hayız kabul edip kan gördüğüm zamanlar namaz ve oruçlarımı terkedeyim?
C: Babası Haşimî olmayan bir kadının annesi seyyide olsa bile, elli yaşından sonra kan görürse istihaze hükmündedir.
S.226: Günü belli olan adak orucuna niyet ettiğinde hayız olan kadının hükmü nedir?
C: Günün az bir kısmında bile olsa hayız olunca orucu batıl olur ve temizlendikten sonra onu kaza etmesi farzdır.
S.227: Kadının, temizlendiğine kanaat getirdikten sonra gördüğü lekelerin hükmü nedir? Elbette bu lekeler kan veya suyla karışmış kan özelliğini taşımıyor.
C: Kan değilse hayız hükmünü taşımamaktadır. Konunun teşhisi kadının görevidir.
S.228: Oruç tutmak için ilaç kullanarak adet olmayı önlemenin hükmü nedir?
C: Bunun bir sakıncası yoktur.
S.229: Hamile olan bir kadın, hamilelik döneminde zayıf bir kanama geçirir ama, çocuğu düşmezse gusletmesi farz olur mu?
C: Kadının, hamilelik döneminde gördüğü kan, eğer hayız sıfatı ve şartlarını taşırsa hayızdır, aksi takdirde istihazedir; eğer, çok veya orta istihaze olursa gusletmesi farz olur.
S.230: Adet süresi belli -örneğin yedi gün- olan bir kadın hamileliği önlemek için spiral kullandığı için her defasında oniki gün kan görmeğe başlamıştır; acaba, yedi günden fazlası hayız kanı mıdır, istihaze midir?
C: Eğer kan on gün içerisinde kesilmezse, adet günleri hayız, geri kalanı ise istihazedir.
S.231: Hayız ve nifaslı kadınların, imamların evlatlarının mezarlarının bulunduğu türbelere girmeleri câiz midir?
C: Saygısızlık sayılmazsa câizdir.
S.232: Kürtaj yaptıran bir kadın nifaslı mı sayılır?
C: Pıhtılaşmış bir kan bile olsa, kadının çocuk düşürdükten sonra gördüğü kan nifas hükmündedir.
S.233: Kadının yaise olduktan sonra gördüğü kanın hükmü ve bu kadının vazifesi nedir?
C: İstihaze hükmünde olması uzak bir ihtimal değildir.
S.234: İstenmiyen hamileliklerden korunma yollarından biri de hamileliği önleyici ilaçlar kullanmaktır. Fakat, bu ilaçları kullanan kadınlar adet günlerinde ve ondan sonra kan lekeleri görüyorlar, bu kan lekelerinin hükmü nedir?
C: Bu lekeler hayızın şeriatca belirlenen şartlarını taşımıyorsa hayız hükmünde olmayıp istihaze hükmündedir.
MEYYİTLERLE İLGİLİ HÜKÜMLER
S.235: Günümüzde, ister erkek olsun, ister kadın, ölülerin kefen ve defin işleri bazı erkekler (mezarlığın sorumluları veya orda ücretle çalışanlar) tarafından yapılmaktadır. Bunların ölünün mahremi olmadıkları da bilinmektedir; bu durumda bu tür yapılan defin işleminin bir mahzuru var mıdır?

C: Ölüye gusül veren kimsenin erkek ve kadın olma yönünde ölüyle aynı cinsten olması şarttır. Ölüyle aynı cinsten olanın gusül verme imkanı olduğu takdirde hemcins olmayanın gusül vermesi doğru değildir ve gusül batıl olur. Ama; kefen ve defin işleminde ölüyle aynı cinsten olması şart değildir.

S.236: Köylerde genelde ölülere evlerin içerisinde gusül veriyorlar. Bazen küçük çocukları olan ölünün bir vesisi de olmuyor; bu gibi yerlerde görüşünüz nedir?
C: Ölünün gusül, kefen ve defninde gerekli olan normal miktardaki tasarruflar için çocuğun velisinin izni gerekmez. Dolayısıyla, varislerin arasında -çocuk gibi- kayyimi gerektirenlerin bulunması, bu gibi tasarruflara engel teşkil etmez.
S.237: Yüksek bir yerden düşerek veya başka bir kaza sonucu ölen bir kimsenin bedeninden kan gelmeğe devam ettiği takdirde görev nedir? Kanın kendiliğinden veya tıbbî yollarla kesilmesi mi beklenmelidir? Yoksa, kan gelmesine rağmen defnetmeleri mi gerekir?
C: Mümkün olduğu takdirde, gusülden önce ölünün bedeninin temizlenmesi farzdır. Bu durumda, kanın kendiliğinden veya bir vesileyle engellenerek kesilinceye kadar beklemek mümkünse, beklemeleri gerekir.
S.238: Şimdilik saha halini almış olan bir yeri kanal geçirmek için kazdıklarında yaklaşık 40 ile 50 yıl önce defnedilmiş olup mezarının izleri kaybolan bir ölüye ait kemikler bulunmuştur. Acaba, bakmak için bu kemiklere el sürmenin bir sakıncası var mı? Ve bu kemikler necis midir?
C: Gusül verilmiş olan müslüman ölünün kemikleri necis değildir ve toprağa defnedilmesi gerekir.
S.239: İnsan, kendisi için almış olduğu kefen ile babasını, annesini veya yakın bir akrabasını kefenlemesi câiz midir?
C: Bunun bir sakıncası yoktur.
S.240: Tıbbî incelemeler yapan bir grup, bazı tıbbî inceleme ve deneyler yapmak için ölünün kalp ve diğer bazı uzuvlarını bedeninden çıkarıp bir gün sonra defnediyorlar. Dolayısıyla, şu soruları cevaplandırmanızı rica ediyoruz: a) Üzerinde deney ve inceleme yapılan cenazelerin müslüman cenazeleri olduğuna göre bu işi yapmamız câiz midir? b) Bu kalp ve dokuları ölünün bedeninden ayrı defnetmek câiz midir? c) Bu kalp ve dokuları ayrı defnetmenin bir çok zorlukları bulunduğu için onları başka bir cenazenin bedeniyle birlikte defnetmek câiz midir?
C: Korunması gereken bir canı kurtarmak veya toplumun muhtaç olduğu tıbbî bilgiyi elde etmek ya da halkın hayatını tehdid eden bir hastalığı keşfetmek, bir cesedi teşrih etmeği gerektirirse bu iş câizdir. Ama, bu amaç için müslüman ölünün bedeninden yararlanmamak ihtiyata daha uygundur. Müslümanın cesedinden koparılan uzuvlara gelince; bu konudaki şer'î hüküm, onların o müslümanın cesediyle birlikte defnedilmeleridir. Fakat; eğer onların meyyitin bedeniyle birlikte defnedilmesinin sakıncası varsa, ayrı olarak defnedilebilirler.
S.241: İnsanın kendisi için kefen alıp farz ve müstehap namaz vakitlerinde onu yere serip üzerinde namaz kılması, Kur'an okuması ve ölürken onu kendine kefen yapması câiz midir? Yine, İslam dininde, insanın kendisi için kefen alıp onun üzerine Kur'an ayetlerini yazması ve yalnızca kefen olarak kullanması câiz midir?
C: Mezkûr şeylerin hiç birisinin sakıncası yoktur.
S.242: Son zamanlarda yaklaşık yediyüz yıl öncesine ait olan mezar içerisinde bir kadın iskeleti bulunmuştur. Kafatasında bir miktar saç bulunan bu iskelet kamil bir insan iskeletinden ibarettir. Arkeologlar onun müslüman bir kadının iskeleti olduğunu söylüyorlar. Acaba; ibret olsun diye bu iskeletin mezar şeklinde yapılan bir yere konarak, ahireti hatırlatan bazı ayet ve hadislerin de yazılarak tarihî eserler müzesi tarafından sergilenmesi câiz midir?
C: Eğer iskeletin müslüman bir ölüye ait olduğu tesbit edilirse, hemen yeniden defnedilmesi gerekir.
S.243: Bir köyde kimsenin malı, mülkü veya vakfı olmayan bir mezarlık var. Acaba, köy halkının, şehirden veya başka bir köyden olan cenazenin ya da o mezarlığa defnedilmeyi vasiyet etmiş olan birisinin oraya defnedilmesini önlemeleri câiz midir?
C: Eğer, o mezarlık bir kimsenin özel mülkü değilse ve yalnızca o köyün halkı için de vakfedilmemişse, köy halkının, diğerlerinin ölülerini oraya defnetmelerini engellemeye hakları yoktur. Ve birisi orada defnedilmeyi vasiyet etmişse, vasiyete göre amel edilmesi farzdır.
S.244: Bazı hadislerde mezarların üzerine su dökmenin müstehap olduğu yeralmıştır -Lealiy-yil Ahbar kitabında olan hadisler gibi-. Acaba bu, ölünün defnedildiği güne mi mahsustur, yoksa her zaman için geçerli midir? Bu konudaki görüşünüz nedir?
C: Sevabı olacağı ümidiyle cenazenin defnedildiği gün ve diğer günler mezar üzerine su serpmenin bir sakıncası yoktur. Ama; bunun müstehap olduğunu isbatlamak zordur.
S.245: Niçin ölüyü geceleyin defnetmiyorlar? Ölüyü geceleyin defnetmek haram mıdır?
C: Ölüyü geceleyin defnetmenin bir mahzuru yoktur.
S.246: Trafik kazasında ölen bir kimseyi yıkayıp, kefenleyip, mezarlığa getirerek mezara koymak istediklerinde tabut ve kefeninin, ölünün başından akmakta olan kana bulaşmış olduğunu gördüler; bu durumda, kefeni değiştirmeleri gerekir mi?
C: Mümkünse kefenin kana bulaşan bölümünü yıkamak veya kesmek ya da kefeni değiştirmek gerekir, aksi halde öylece defnetmeleri câizdir.
S.247: Bu şahıs kanlı kefenle defnedilirse, hükmü nedir?
C: Ona gusül vermek veya kefenini değiştirmek için mezarını açarak onu çıkarmak farz olmadığı gibi, câiz de değildir.
S.248: Kanlı kefenle defnedilen bu ölünün defnedilmesinden üç ay geçtikten sonra, mezarını açmak câiz midir?
C: Mezkûr durumda mezarı açmak câiz değildir.
S.249: Aşağıdaki üç soruya cevap verir misiniz: 1- Hamile kadın doğum esnasında ölürse karnındaki çocuğun aşağıdaki durumlarda hükmü nedir: a) Çocuğa, yeni ruh verilmiştir (üç aylık veya daha fazladır) ama, anne rahminden çıkarıldığı takdirde ölme ihtimali çok güçlüdür. b) Çocuk yedi aylık veya daha fazladır. c) Çocuk anne rahminde ölmüştür. 2- Hamile kadın doğum esnasında ölürse karnındaki çocuğun da ölüp ölmediği araştırmaları diğerlerine farz mıdır? 3- Hamile kadın doğum esnasında ölmüştür ve karnındaki çocuk sağdır. Ama; -normalin aksine- birisi çocuğun sağ olmasına rağmen annesinin karnındaki çocukla birlikte defnedilmesini emretmektedir. Bu konuda görüşünüz nedir?
C: Çocuk annesiyle birlikte ölmüşse çıkarılması farz olmadığı gibi câiz de değildir. Ama; eğer ölen annenin rahminde çocuk sağ kalır ve çıkarıldığı takdirde yaşayacağı ihtimal verilirse, onu hemen çıkarmak için acele etmek farzdır. Çocuğun, anne rahminde ölmüş olduğu anlaşılmadıkça annesini, karnındaki çocuğuyla birlikte defnetmek câiz değildir. Eğer; çocuk sağ olarak annesiyle birlikte defnedilir ve -ihtimalen bile- defnedildikten sonra sağ kaldığı zannedilirse, hemen kabrin açılıp çocuğun anne rahminden sağ olarak çıkarılması farzdır. Nitekim; eğer çocuğun, ölmüş olan annesinin rahminde yaşaması defnin geciktirilmesine bağlı olursa, çocuğun hayatını kurtarmak için defnin geciktirilmesi farzdır. Eğer; birisi “ölmüş hamile kadını rahmindeki sağ çocuğuyla birlikte defnedilmesi câizdir” der, diğerleri de onun görüşünün doğru olduğunu sanarak anneyi öylece defneder ve bu, çocuğun da mezarda ölmesine sebep olursa, çocuğun diyeti bizzat defneden mübaşiret eden kimsenin üzerinedir. Ama; eğer çocuğun ölümü bu görüşü ileri süren kimseye dayanırsa diyet onun üzerinedir.
S.250: Belediye, mezarlıktan daha iyi yararlanılması için mezarların iki kat halinde yapılmasını kararlaştırmıştır. Bu konudaki şer'î hükmü açıklamanızı rica ederiz?
C: Mezarın açılmasını gerektirmediği ve bir müslümana saygısızlık olmadığı takdirde müslümanların mezarlarını bir kaç kat yapmak câizdir.
S.251: Bir çocuk su kuyusuna düşmesi sonucu orada boğularak ölmüştür. Kuyuda bulunan su dolayısıyla çocuğun bedeni çıkarılamıyor bu durumda ne yapmak gerekir?
C: Kuyuda bırakılır ve kuyu onun mezarı olur. Eğer; kuyu başkasının mülkü değilse ya da sahibi razı olursa, o kuyunun kullanılmayarak kapatılması farzdır.
S.252: Bölgemizde sine ve zincir vurma törenleri sadece Ehl-i Beyt imamları (a.s), şehidler ve din büyüklerinin matem merasimlerinde yapılmaktadır. Acaba; silahlı kuvvetler yetkililerinin veya İslam Cumhuriyeti ve bu müslüman halka önemli hizmetleri geçen şahsiyetlerin de vefatında bu tür törenlerin yapılması câiz midir?
C: Aslında böyle bir durumda bu tür merasimler düzenlemenin sakıncası yoktur; ama bu işlerin ölü için bir faydası da yoktur. Bunların yerine ölü için Fatiha meclisleri düzenlemek ve onun için Kur'an okumak daha iyidir.
S.253: Geceleyin mezarlığa gitmenin mekruh olduğu bilinmekle birlikte, geceleyin mezarlığa gitmenin İslami terbiye açısından etkili olduğunu gören bir kimsenin hükmü nedir?
C: Bunun bir sakıncası yoktur.
S.254: Kadınların cenaze teşyiine katılmaları ve cenazeyi taşımaları câiz midir?
C: Sakıncası yoktur.
S.255: Bazı aşiretler arasında, biri ölünce matem törenlerine katılanlara yemek vermek üzere çok sayıda koyun kesmek bir gelenek halini almıştır. Bu iş bazen büyük boyutta zarar verecek şekilde borç altına girmeği gerektiriyor. Bu gelenekleri yaşatmak için bu zararları üstlenmek câiz midir? Ölü sahiplerinin ve bu merasimlere katılanların şer'î hükmü nedir?
C: Eğer; yemek verme masrafları, büyük varislerin malından ve onların rızası ile olursa, her ne şekilde ve her ne miktarda olursa olsun câizdir. Ama; eğer ölünün kendi malından vermek isterlerse bu onun vasiyyetinin keyfiyetine bağlıdır.
S.256: Şu anda bir bölgede mayın patlaması sonucu ölen kimseye şehid hükmü uygulanır mı?
C: Yıkamamak ve kefenlememek hükmü sadece savaşta öldürülen şehide mahsustur.
S.257: İnkılap muhafızları ordusunda görev yapan kardeşler bazen Mehabad, Urumiye veya diğer bölgelerde İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı savaşan düşman çeteleriyle çatışıyorlar; dolayısıyla şehid düşenler oluyor. Acaba; bu aziz şehidlere gusül veya teyemmüm vermek farz mıdır? Yoksa bu bölgeler de savaş meydanı mı sayılmaktadır?

C: Eğer; o bölgeler hak ve batıl ordusu arasında savaş meydanı olursa, hak ordusundan ölenler şehid hükmündedirler.
S.258: Sakalını tıraş eden bir kimse, -çocukları da ya yurt dışına kaçan münafıklardandır ya da pişmanlığını ilan edenlerdendir- mü'min bir kimsenin cenaze namazında mü'minlere imamlık edebilir mi?
C: Diğer cemaat namazları ve cemaat imamlarında gerekli olan şartların, cenaze namazında şart olmadığı uzak bir ihtimal değildir. Gerçi; o şartlara cenaze namazında da riayet etmek ihtiyata daha uygundur.
S.259: Mü'min bir kişi (dünyanın herhangi bir yerinde) İslam hükümlerini icra etmek yolunda veya gösteri sırasında ya da Caferî fıkhını uygulama yolunda öldürülürse şehid sayılır mı?
C: Onun için şehid sevabı vardır; ama, şehidin defniyle ilgili hükümler, savaş meydanında, savaş esnasında, şehid edilen kimseye mahsustur.
S.260: Uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan dolayı kanun gereği idama mahkum olup yüksek divan yetkililerinin onayı ile idam edilen bir kimsenin cenaze namazı kılınır mı? Ve onun için düzenlenen matem merasimleri, Kur'an okuma ve Ehl-i Beyt mersiyeleri okuma merasimlerinin hükmü nedir?
C: İdam hükmü infaz edilen bir müslüman da aynen diğer müslümanlar gibidir; ölülere uygulanan bütün hüküm ve gelenekler onun hakkında da uygulanır.
S.261: Canlı bir insanın bedeninden kopmuş olan etli kemiğe dokunmak meyyite dokunma guslünü gerektirir mi?
C: Mezkûr durumda meyyite dokunma guslü farz olur.
S.262: Çekilen dişin üzerinde gelen diş etine dokunmak meyyite dokunma guslünü gerektirir mi?
C: Hayır, guslü gerektirmez.
S.263: Elbisesiyle birlikte defnolunan şehide dokunmak meyyite dokunma guslünü gerektirir mi?
C: Mezkûr şehide dokunmak meyyite dokunma guslünü gerektirmez.
S.264: Ben tıp fakültesinde okuyan bir öğrenciyim. Otopsi esnasında bazen ölünün bedenine dokunmak zorunda kalıyorum. Elbette, biz bu ölülerin müslüman ölüler olduklarını bilmiyoruz. Fakat, yetkili kişiler kesin olarak onların gusül verilmiş olan müslüman ölüleri olduğunu söylüyorlar. Bunlara atfen bu ölülere dokunduktan sonra namazla ilgili olarak görevimizin ne olduğunu ve üzerimize meyyite dokunma guslü farz olup olmadığını açıklamanızı rica ediyoruz.
C: Bir ölüye gusül verilmiş olduğu size isbatlanmadıkça ve bu hususta şüphede olduğunuz sürece, o ölünün bedenine veya ondan kopan uzuvlarına dokunmak guslü farz kılar ve meyyite dokunma guslü yapmadıkça namaz sahih olmaz. Ama; eğer ona gusül verilmiş olduğu isbatlanırsa, onun guslünün doğru verilip verilmediğinde şüphe edilse bile onun bedenine veya ondan kopan uzuvlarına dokunmak guslü gerektirmez.
S.265: İsmi ve nereli olduğu bilinmeyen bir şehid bir kaç çocukla birlikte bir mezarda defledilmiş ve bir aydan sonra bu şehidin, mezarın bulunduğu şehrin halkından olmadığını kanıtlayacak bazı belirtiler ele geçmiştir. Acaba; bu durumda o mezarı açmak câiz midir?
C: Şer'î hükümlere uygun olarak defnedilmişse, artık hiç kimse mezarı açmak hakkına sahip değildir.
S.266: Mezarı kazmaksızın ve üzerindeki toprak giderilmeden, bazı özel kameralarla kabrin içerisinden bilgi ve filim elde etmek mümkün olursa, buna da mezarı açmak denir mi?
C: Mezarı kazmadan ve mezarı açıp ölünün bedenini açığa çıkarmadan, ölünün bedenini kameraya almaya mezarı açmak denmez.
S.267: Belediye, sokağı genişletmek amacıyla mezarlığın etrafındaki makbere odalarını yıkmak istiyor. Bunu göz önünde bulundurarak aşağıdaki soruları cevaplamanızı rica ediyoruz: 1- Mezarlık görevlilerinin bu odalarda bulunan mü'minlerin kabirleri hususundaki vazifeleri nedir? 2- Bu ölülerin kemiklerini ordan çıkarıp ayrı bir yerde defnetmek câiz midir?
C: Mü'minlerin mezarlarını yıkmak ve açmak câiz değildir. Ama; eğer mezar açılır ve Müslüman ölünün bedeni veya çürümemiş kemikleri ortaya çıkarsa, onu yeniden defnetmek farzdır. Mezarlık görevlilerinin ise, mezarlık görevlileri olarak bu konuda özel bir mükellefiyetleri yoktur.
S.268: Şer'î ölçülere riayet etmeksizin Müslümanların mezarlarını yıkmağa kalkışan bir kimseye karşı diğer Müslümanların görevi nedir?
C: Şart ve derecelerine riayet ederek münkerden nehyetmek diğer Müslümanlara farzdır.
S.269: Babam 36 yıl önce bir mezarda defnolmuştur. Şimdi de vakıf idaresinden izin alarak kendim o mezardan yararlanmak istiyorum. Mezar vakıf olduğuna göre kardeşlerimden de izin almam gerekir mi?
C: Ölülerin defnedilmesi için genel vakıf olan bir yerde bulunan mezar hususunda, orada defnedilmiş olan cenazenin varislerinden izin almak şart değildir. Ancak; cenazenin kemikleri toprak olmadan önce, oraya başka bir cenazeyi defnetmek için mezarı açmak câiz değildir.
S.270: Ben tıb tahsili yapmakta olan bir üniversite öğrencisiyim. Araştırma için ihtiyaç duyduğumuz doğal kemikler ders okuduğumuz yerde az olduğundan, eski mezarlarda bulunan kemiklerden yararlanmamız câiz midir? Yine, müzelerde veya mezarlarda bulunan kemiklere el sürmekle meyyite dokunma guslü farz olur mu?
C: Mezarı açmağı gerektirdiği takdirde, Müslüman mezarlığından kemik almak câiz değildir. Ve eğer; kemikler gusül verilmiş olduğu bilinmeyen bir cenazeye ait olursa ona dokunmak meyyite dokunma guslünü farz kılar.
S.271: Hangi durumlarda mezarı açmak câizdir? Müslüman mezarlığını yıkıp başka bir merkez durumuna getirmenin (şer'î bir) yolu varsa, açıklamanızı rica ederiz.
C: Mezarı açmak haramdır, bundan istisna edilen yerler ilmihal kitaplarında açıklanmıştır. Müslümanların ölülerinin defnedilmesi için vakfedilmiş olan Müslüman mezarlığını başka bir şeye değiştirmek câiz değildir.
S.272: Dinî merciden izin aldıktan sonra mezarları açıp ölülerin defni için vakfedilmiş olan mezarlığı başka bir şeye değiştirmek câiz midir?
C: Mezarı açmanın câiz olmadığı ve ölülerin defni için vakfedilmiş olan mezarlığın tahrip edilmesinin câiz olmadığı yerlerde izin fayda vermez.
S.273: Yirmi yıl önce ölmüş olan bir kişinin mezarına, yalnışlıkla aynı köyde yeni ölen bir hanımın cenazesini defnetmişler. Elbette, söz konusu kişiye ait mezarda hiç bir kalıntıya rastlanmamıştır. Buradaki şer'î hüküm nedir?
C: Bu durumda diğerlerine düşen bir görev yoktur. Cenazenin başka bir meyyitin kabrine defnedilmesi, cenazeyi başka bir yere nakletmek için mezarın açılmasını câiz kılmaz.
S.274: Caddelerin birisinin ortasında dört tane mezar bulunmaktadır. Bu mezarlar yolun genişletilmesini engelliyor. Öte yandan, mezarları açmak da şer'î açıdan câiz değildir. Bu konuda belediyenin şer'î hükümlerin dışına çıkmaması için ne yapmamız gerektiği hususunda bizleri aydınlatmanızı rica ediyoruz.
C: Eğer mezarları açmaksızın yolu onların üzerinden yaptırmak mümkün olur veya mezarların olduğu yerden caddenin geçmesi zorunlu olursa bir sakıncası yoktur. Aksi takdirde, mezarların üzerinden yolu genişletmek câiz değildir.
Necaset Hükümlerİ
S.275: Kan pâk mıdır?
C: İster insan olsun, ister hayvan; kanı sıçrayarak çıkan canlıların kanı necistir.
S.276: İmam Hüseyin (a.s)'ın yas merasimlerinde bazen başı şiddetle duvara vurmaları sonucu başlarından bu merasime katılanların üzerine kan sıçrıyor, bu kan pâk mıdır?
C: İnsan kanı her durumda necistir.
S.277: Kanlı bir elbiseyi yıkadıktan sonra onun üzerinde kalan hafif kan lekesi necis midir?
C: Eğer kanın kendisi kalmaz ve yalnızca yıkamakla gitmeyen renk kalırsa, pâktır.
S.278: Yumurtada olan kan noktacığının hükmü nedir?
C: Pâktır. Ama; yenilmesi haramdır.
S.279: Haramla cünüp olan kimsenin ve necis yiyen hayvanın terinin hükmü nedir?
C: Necaset yiyen devenin teri necistir. Ama; necaset yiyen diğer hayvanlarla, haramla cünüp olan kimsenin teri güçlü görüş gereği pâktır. Fakat; haramla cünüp olanın teriyle namaz kılmamak ihtiyaten farzdır.
S.280: Ölüye sidir ve kafur ile gusül verildikten sonra, normal su ile gusül verilmeden önce, ölünün bedeninden damlayan su damlacıkları pâk mıdır?
C: Ölünün üçüncü guslü tamamlanmadıkça necaset hükmünde bâki kalır.
S.281: El, dudak ve ayaklardan bazen kopan deri parçaları pâk mıdır?
C: Ellerden, dudaklardan, ayaklardan veya bedenin ayrı bir yerinden kendiliğinden kopan deri parçaları pâktır.
S.282: Bir şahıs, savaş alanında domuzu öldürüp etini yeme mecburiyetinde kalmıştır. Bu kimsenin bedeninin rutubeti ve ağzının suyu necis midir?
C: Haram ve necis et yiyen kimsenin ağzının suyu ve bedeninin teri necis değildir. Ve onun için istibra (bir kaç gün yemeğini kontrol etmesi) da söz konusu değildir. Ancak; ıslak olarak domuzun bedenine değen her şey necistir.
S.283: Ressamlık ve yazı işlerinde kullanılan fırça ve kalemlerin iyi kaliteli olanları gayri İslamî ülkelerden getirilmektedir. Bunlar genellikle domuz kılından imal edilmektedir. Bu gibi fırça ve kalemlere herkes kolaylıkla ulaşabiliyor ve özellikle kültürel merkezlerde ve tebliğ bürolarında çokca bulunmaktadır. Bu gibi fırça ve kalemleri kullanmanın şer'î hükmü nedir? Ve bunlarla Kur'an ayeti ve hadis-i şerif yazmak câiz midir?
C: Domuz kılı necistir ve şeriatca taharetin şart olduğu yerlerde kullanmak câiz değildir. Ama; taharetin şart olmadığı yerlerde onları kullanmanın sakıncası yoktur. Fırçanın domuz kılından yapılıp yapılmadığı bilinmediği takdirde ise onu taharetin şart olduğu işlerde de kullanmanın sakıncası yoktur.
S.284: Almanya'ya gelen büyük alimlerden birisi, burada sadece üç şeye, yani; et, deri ve yağlar hususunda şüphe edilirse itina edilmesi gerektiğini ve diğer şeylerde şüpheye itina etmek gerekmediğini ileri sürdü; bu görüş doğru mudur? Ama, burada bir kısım nebati yağlar vardır ki, üzerlerindeki yazı gereğince sakıncalı maddelerden arıdırlar. Fakat; kardeşlerden birinin yaptığı inceleme sonucu onlardan bir kısmına az bir miktarda hayvan yağı katıldığı halde bunun yazılmadığı anlaşılmıştır. Bu konunun şer'î hükmü nedir?
C: Et, yağ ve deri gibi helal oluşu veya helal oluşu ve temizliği şer'î usullere göre kesilmeğe bağlı olan her şey, gayr-i İslami ülkelerde haram olma bakımından leş ve şer'î usûllere göre kesilmeyen et hükmündedir. Ama, temizlik açısından şer'î usullere göre kesilmediği kesin olarak bilinmediği takdirde pâktır. Hayvanî yağa gelince; şer'î usullere göre kesilmemiş hayvandan çıkarıldığı veya necis bir şeye değerek necis olduğu bilinmedikçe temiz ve helaldir.
S.285: Cünüp olan bir kimsenin elbisesi meni ile necis olursa, el veya elbise ıslak olduğu takdirde ona el sürmenin hükmü nedir? Yine cünüp olan kimse, elbisesini temizlemesi için diğerine vermesi câiz midir? Ve ihtilam olan şahsın elbisesini kendi isteğiyle yıkayan kimseye, elbisesinin necis olduğunu haber vermesi garekir mi?
C: Meni necistir, sirayet edici bir rutubetle başka bir şeye değdiğinde onu da necis eder. Elbiseyi yıkayan kimseye onun necis olduğunu söylemek gerekmez.
S.286: Ben idrardan sonra istibra yapıyorum; fakat, istibradan sonra benden meni kokusu veren bir akıntı geliyor. Bu durumda namaz hususunda görevim nedir?
C: Eğer; meni olduğunu kesin olarak bilmiyorsanız ve meninin şeriatca belirlenen alametleri de bulunmazsa, meni hükmünü taşımaz.
S.287: Karganın pisliği necis midir?
C: Pâktır.
S.288: İlmihal kitaplarında eti yenilmeyen hayvanların ve kuşların pisliğinin necis olduğu yazılmıştır. Bu durumda sığır, koyun ve tavuk gibi eti yenilen hayvanların pisliği pâk mıdır?
C: Eti yenilen hayvanların pisliği pâktır.
S.289: Eğer; tuvalet taşının kenarında veya tuvaletin içinin herhangi bir yerinde gâit olur ve kür su ya da az suyla yıkanır ama ayn-ı necis kalırsa, ayn-ı necisin olmadığı ve yıkanırken su ulaştığı yerler pâk mıdır?
C: Necasete bağlı olan necis suyun ulaşmadığı yerler temizdir.
S.290: Misafir, konuk olduğu evde herhangi bir şeyi necis ederse ev sahibine haber vermesi gerekir mi?
C: Necis ettiği şey yiyecek, içecek ve yemek kapları değilse bildirmesi gerekmez.
S.291: Necis olmuş şeye değen başka bir şey de necis olur mu? Eğer; necis olursa, bu hüküm zincirleme olarak bütün vasıtalar için mi geçerlidir, yoksa yalnızca yakın vasıtalar için mi?
C: Necis olmuş şeye değen başka bir şey necis olur. Ve yine necislenmiş şeye değen şey de necis olur; ve yine ihtiyat gereği ikinci necislenmişe değen şey de necis olur. Ama, üçüncü necislenmişe değen şey necis olmaz.
S.292: Şer'î usullere göre kesilmemiş olan hayvanın derisinden imal edilmiş ayakkabıyı giyen kimsenin, her abdest almadan önce ayağını yıkaması gerekir mi? Bazıları, ayakkabı içerisinde ayağın terlediği takdirde ayakları yıkamanın gerektiğini söylüyorlar. Genel olarak da her türlü ayakkabıda az-çok ayaklar terlemektedir. Bu konuda görüşünüz nedir?
C: Böyle bir ayakkabı içerisinde ayakların terlediği anlaşılırsa namaz için ayakları yıkamak gerekir.
S.293: Devamlı kendisini necis eden çocuğun elinin rutubeti, ağız suyu ve artığının hükmü nedir. Yine, ıslak ellerini avret yerlerine süren çocukların hükmü nedir?
C: Necis olduğu kesin olarak bilinmezse pâktır.
S.294: Ben bir dişeti hastalığına yakalanmış bulunmaktayım. Doktorun teşhisine göre devamlı olarak dişetlerimi fırçalamam gerekiyor. Dişlerimi fırçalamam ise diş etlerimin bazı yerlerinin siyahlaşmasına sebep oluyor. Dişetlerimin içerisinde kan toplanmış gibi oluyor. Üzerine bıraktığım kağıt mendil kırmızılaşıyor. Bu yüzden kür suyla ağzımı temizlemeğe çalışıyorum. Ancak; katılaşmış olan bu kan uzun bir müddet kalıyor ve yıkamakla da gitmiyor. Ağzımı kür sudan çıkardığımda ağzımda kalan ve dişeti altındaki kana değen bu su necis midir, yoksa o da ağız suyunun bir parçası sayılarak pâk mıdır?
C: Ondan sakınmak ihtiyata uygun olmakla birlikte temizdir.
S.295: Yemek yerken diş etlerinde katılaşmış olan kana değen yemek necis olur mu? Necis olduğu takdirde, yemeği yuttuktan sonra ağzın iç kısmı necis kalır mı?
C: Mezkûr durumda, yemek necis olmaz ve yutulmasında bir sakınca yoktur. Ağzın içi de temizdir.
S.296: Bir süredir makyaj malzemelerinin necis olduğuna dâir söylentiler var; söylentiye göre, çocuk dünyaya geldiğinde dış zar alınıp, soğuk hava depolarında muhafaza ediyorlar ve hatta dünyaya ölü olarak gelen çocuğu alıp aynı şekilde muhafaza ediyorlar ve bundan da ruj gibi makyaj malzemeleri yapıyorlar. Biz de bazen bunları kullanıyoruz ve hatta bazı zamanlar ruj yeniliyor bile; bunlar necis midir?
C: Söylentiler, makyaj malzemelerinin necis olduğuna dâir şer'î delil sayılmazlar. Şeriatca muteber olan bir yolla onların necis olduğu isbatlanmadıkça sürece onları kullanmanızın sakıncası yoktur.
S.297: Elbiseden veya kumaş parçalarından ince küçük tüyler dökülmektedir. Elbise yıkarken leğene baktığımızda bu tüyleri görüyoruz. Bu durumda, musluğun altında suyla dolu olan leğene elbiseyi daldırdığımızda leğenin kenarlarından etrafa su taşıyor. Ben de leğenden taşan suyun içerisinde bu tüylerin olması nedeniyle bu sudan ihtiyat edip o yerleri yıkıyorum. Yine, çocukların elbiselerini çıkardığımda kuru bile olsalar çıkardığım yere bu tüylerden düşmüştür düşüncesiyle oraları yıkıyorum, bu ihtiyat gerekli midir?
C: Sorudaki durumda, musluktan su döküldüğü halde leğenden taşıp akan su, elbiseden ayrılıp su yüzünde yüzen tüylerle birlikte pâktır. Nitekim çocukların necis elbiselerinin çıkarıldığı yerin, kuru olduğu takdirde bu tüylerle necis olmasının bir dayanağı yoktur. Böylece, sorudaki her iki hususta da ihtiyat etmek için bir sebep yoktur.
S.298: Rutubet ne derecede olursa necasetin sirayet etmesine sebep olur?
C: Ölçü, yaş bir cisim başka bir cisme değdiğinde birinin ıslaklığının hissedilir bir şekilde diğerine geçmesidir.
S.299: Hıristiyan ve Yahudiler gibi dinî azınlıkların da elbiselerini verdikleri kuru temizleyicilere verilen elbiseler pâk mıdır? Ayrıca; buralarda temizleme işlemi kimyasal maddelerle yapılmaktadır.
C: Kuru temizleyicilere verilen elbiseler önceden necis değillerse, yine de temizdirler ve elbiselerin ehl-i kitap olan dini azınlıkların elbiselerine değmeleri onların necis olmasına sebep olmaz.
S.300: Tam otomatik çamaşır makinelerinde yıkanan necis elbiseler pâk olur mu? Bu çamaşır makinelerinin çalışma tarzı şöyledir: Birinci defada çamaşır tozuyla birlikte çamaşır makinesine koyulan çamaşırların üzerine bir miktar su dökülür ve çamaşır makinesi biraz çalışınca, çamaşır makinesinin kapâk camı ve etrafındaki plastik üzerinde köpük oluşur. Sonra köpük bunları tamamen kapatınca ikinci kez su alıyor. Daha sonra da makine otomatik olarak çamaşırı üç defa az suyla yıkıyor ve her defasında suyu dışarıya atıyor. Sizden ricamız, böyle yıkanan çamaşırların pâk olup olmadıklarını açıklamanızdır.
C: Necasetin kendisi giderildikten sonra, musluğa bağlı olan su, çamaşır makinesinin içerisindeki elbiselere ve çamaşır makinesinin içinin her tarafına ulaştıktan sonra ondan ayrılıp dışarı çıkarsa bu şekilde yıkanan elbiseler pâktırlar.
S.301: Yere, havuza veya çamaşır yıkanan hamamlara dökülen su, insanın elbisesine sıçrarsa, elbise necis olur mu?
C: Temiz yere dökülen sudan sıçrayan su da pâktır.
S.302: Belediyeye bağlı çöp kamyonlardan caddelere akan su, bazen şiddetli rüzgar nedeniyle halkın üzerine sıçramaktadır. Bu su pâk mıdır?
C: O suyun necise değmesi sonucunda necis olduğu kesin olarak bilinmediği takdirde temizdir.
S.303: Cadde üzerindeki çukurlarda toplanan sular pâk mıdır?
C: Bu tür sular pâktır.
S.304: Yemek, içmek hususunda, temizlik ve necaset hükümlerine önem vermeyen kimselerin evlerine gidip gelmenin hükmü nedir?
C: Taharet ve necaset konusunda necis olduğu kesin olarak bilinmeyen bir şey, şeriatın zahiri hükmüne göre pâk sayılır.
S.305: Aşağıda geçen kusmukların şer'î açıdan hükümlerini açıklar mısınız: a- Süt emen çocuğun kusmuğu. b- Süt emen ve yemek yiyen çocuğun kusmuğu. c- Bulûğa ermiş insanın kusmuğu.
C: Hepsi pâktır.
S.306: Eğer bir kaç şeyden biri necis olur ama; hangisinin necis olduğu bilinmezse bunlara değen şeyin hükmü nedir?
C: Onların hepsine değmedikçe, bazısına değen şey hakkında necis hükmü uygulanmaz.
S.307: Hangi dinden olduğu bilinmeyen bir kimse elinde sirayet edici (geçici) ıslaklık olduğu halde yiyecek maddeleri satmaktadır; satış esnasında gıda maddelerine dokunmaktadır. Ona hangi dine mensup olduğu sorulması gerekir mi, yoksa “her şeyin aslında temiz olduğu” ilkesi onun hakkında da geçerli midir? Elbette, bu kimse İslam ülkesi vatandaşlarından değildir ve oraya çalışmak için gelmiştir.
C: Ona hangi dine bağlı olduğunu sormak farz değildir. Onun kendisi ve ıslak olarak dokunduğu şeyler hakkında “her şeyin temiz olduğu” ilkesi geçerlidir.
S.308: Eğer insanın kendi evinde veya akrabalarından birinin evinde ya da her zaman gidip geldiği evlerin birinde necasete ehemmiyet vermeyen bir kimse olur ve bu şahıs o evin ve evdeki eşyaların temizlenmeyecek kadar geniş ölçüde necis olmasına sebep olursa, bu evde yaşayanların görevleri nedir? Böyle bir durumda insan nasıl temiz kalabilir. Özellikle de sahih olması taharete bağlı olan namazlar için ne yapmak gerekir. Bu durumun hükmü nedir?
C: Evin hepsini temizlemek gerekmez. Namazın sahih olması için de namaz kılanın elbisesiyle -secdede- alnın temas ettiği yerinin temiz olması yeterlidir. Evin ve eşyalarının necis olması, namazda ve yemek-içmekte temizliğe riayet etmekten fazla bir yükümlülük gerektirmez.
fikh Taharet Hükümleri

Suların Hükmü
Batıl Gusüllerle İlgİlİ Hükümler
S.206: Bulûğ çağına eriştiğinde guslün farz oluşunu ve alınma şeklini bilmeyen ve böylece on seneye yakın bir süre geçtikten sonra taklit etmesi gerektiğini ve guslün ona farz olduğunu anlayan bir kimsenin vazifesi nedir? Namaz ve oruçlarını kaza etmek gibi sorumlulukları var mıdır?
C: Cünüp halinde kılmış olduğu bütün namazları kaza etmelidir. Yine, uykuda muhtelim olma veya başka bir yolla cünüp olduğunu bilir, ama cünüplünün oruçları için gusletmesinin gerekli olduğunu bilmezse, cünüp halinde tutmuş olduğu oruçları da kaza etmelidir. Hatta; daha güçlü görüş gereğince, hükmü bilmemesi onun kendi kusurundan dolayı olursa (öğrenmek hususunda şer'î bir mazereti olmazsa), üzerine keffaret de farz olur. Ancak; kesinlikle cünüp olduğunu bilmez ve oruç tutacağı günü şafak vaktine kadar da cünüp olduğunun farkına varmazsa, üzerine ne orucun kazası, ne de keffareti farz olmaz.
S.207: 14 yaşından önce ve sonra istimna eden ve meni geldiği halde gusül etmeyen bir gencin görevi nedir? Acaba; istimna edip ondan meni geldiği bu süre içerisinde gusletmesi farz mıydı? Veya bu süre içerisinde kılmış olduğu bütün namazlar, tuttuğu oruçlar batıl mıdır ve onları kaza etmesi mi gerekir? Elbette, muhtelim olduğunda da gusletmiyordu ve meni gelmesinin guslü gerektirdiğini de bilmiyordu.
C: Bir defa gusletmek, şimdiye kadar vaki olmuş olan bütün cenabetler için kifayet eder. Kesin olarak cenabet halinde kılmış olduğunu bildiği bütün namazları da kaza etmelidir. Ama; oruca gelince, eğer oruç tutacağı günlerin akşamları cünüp olduğunu bilmiyorduysa o oruçlar doğrudur ve kaza etmesi de gerekmez. Eğer ondan meni geldiğini, cünüp olduğunu biliyor, ama orucunun sahih olması için gusül etmesi gerektiğini bilmiyorduysa, böylece tutmuş olduğu bütün oruçları kaza etmelidir. Ayrıca; hükmü bilmemesi kendi kusurundan kaynaklanmış (bilmemekte bir mazereti yok) ise her gün için keffaret de vermesi ihtiyata daha uygundur.
S.208: Malesef, bir kaç yıl boyunca cenabet hususunda ve cenabet guslü hükümleri hakkında hiç bir bilgim yoktu. Aynı zamanda, namaz kılıyor ve oruç tutuyordum. Bu durumda ne yapmam gerekir?
C: Bu süre içerisinde oruç tuttuğunuz günlerde cünüp olduğunuzdan kesinlikle haberiniz yokduysa oruçlarınız sahihtir. Ama; cünüp olarak kıldığınızı bildiğiniz namazları kaza etmeniz gerekir.
S.209: Cünüp olduktan sonra aldığı gusüller yanlış ve batıl olan kimsenin hükmü bilmediğini dikkate alarak kılmış olduğu namazların hükmü nedir?
C: Batıl gusül ile cünüp olarak kılınan namazlar batıldır, yenilenmesi veya kaza edilmesi gerekir.
S.210: Farz gusüllerden birinin niyetiyle guslettim. Hamamdan çıktıktan sonra tertip üzere gusül almadığımın farkına vardım, ama; yalnızca tertibi niyet etmenin yeterli olduğuna ihtimal verdiğimden yeniden gusül almadım. Fakat şimdi tereddüt içerisindeyim, acaba bütün namazlarımı kaza mı etmem gerekir?
C: Eğer yaptığınız guslün doğru olduğuna ihtimal verir ve gusül alırken, guslün doğruluğunda şart olan konuların da farkında idiyseniz, sizin üzerinize bir şey farz değildir. Eğer, yaptığınız guslün batıl olduğuna dâir kesin bilginiz varsa, bütün namazlarınızı kaza etmeniz gerekir.
S.211: Cenabet guslü alırken, önce sağ tarafımı, sonra başımı, daha sonra da sol tarafımı yıkıyordum. Konuyu sorup öğrenmedim de; bu durumda benim namaz ve oruçlarımın hükmü nedir?
C: Bu şekilde alınan gusül batıldır; dolayısıyla, böyle yapılan gusül ile kılınmış olan namazlar da batıldır ve kaza edilmesi gerekir. Ama; oruçlara gelince; mezkûr şekilde alınan guslün doğru olduğuna inanıyorduysanız ve kasıtlı olarak sabah ezanına kadar cünüp olarak kalmadıysanız, orucunuz sahihtir.
TeyemmÜmLE İlgİLİ Hükümler
S.212: Teyemmümün sahih olduğu toprak, alçı ve mermer taşı gibi şeyler duvarda olursa, onların üzerine teyemmüm etmek sahih midir? Yoksa onların yer üzerinde olması mı gerekir?
C: Teyemmümün doğruluğunda bunların yerin üzerinde olması şart değildir.
S.213: Eğer cünüp olur ve hamama ulaşma imkanım olmadığından bir kaç gün cünüp olarak kalırsam, acaba gusül yerine bir defa teyemmüm ettikten sonra diğer namazlar için önceki gibi abdest almam veya teyemmüm etmem gerekir mi? Yoksa, bir teyemmümle yetinebilir miyim? Yenilemem gerektiğinde abdest mi almam gerekir, teyemmüm mü?
C: Cünüp olan kimse, gusül yerine doğru olarak teyemmüm ettikten sonra, küçük abdesti bozulursa, ihtiyat gereği gusül yerine teyemmüm etmeli, daha sonra abdest almalıdır.
S.214: Gusülde olan hükümler gusül yerine olan teyemmümde de geçerli midir? Yani, teyemmümle de camiye girmek câiz midir?
C: Vakit darlığı yüzünden gusül yerine alınan teyemmüm hariç, gusül için geçerli olan bütün şer'î eserleri (hükümleri) gusül yerine yapılan teyemmüme de uygulamak câizdir.
S.215: Omuriliği kopması yüzünden meslus olan (idrarını tutamayan) bir kimsenin, hamama gitmesinde bir miktar zahmet olduğundan dolayı Cuma ve ziyaret guslü gibi müstehap gusüller yerine teyemmüm edebilir mi?
C: Taharetin şart olduğu yerler dışında, teyemmümün gusül yerine geçebilmesi şüphelidir. Ama; guslün meşakkati gerektirdiği yerlerde, beğenilir olma kastıyla müstehap gusüller yerine teyemmüm edilmesinin bir mahzuru yoktur.
S.216: Su olmadığı veya suyun kendisine zararlı olduğu için gusül (cenabet guslü) yerine teyemmüm eden bir kimse, camiye gidip cemaat namazı kılabilir mi? Bu adamın Kur'an okumasının hükmü nedir?
C: Teyemmüm etmesini câiz kılan mazereti kalkmadıkça ve teyemmüm batıl olmadıkça yaptığı teyemmümle taharetin şart olduğu bütün amelleri yapabilir.
S.217: Uykuda iken insandan bir rutubet gelir ve uyandıktan sonra hiç bir şey hatırlamaz, ama elbisesinde rutubet olduğunu görürse, sabah namazının vakti daralması nedeniyle hatırlamak için düşünmeye de vakti olmazsa; bu durumda ne yapmalıdır? Abdest yerine mi teyemmüm etmeğe niyet etmelidir, gusül yerine mi?
C: Eğer, ihtilam olarak cünüp olduğunu bilirse, gusletmesi farzdır; vakit dar ise bedenini temizledikten sonra, teyemmüm etmelidir. Sonra da gusül eder. Ama; eğer ihtilam ve cünüp olduğunda şüphe ederse üzerine cenabet görevi gelmez.
S.218: Hadis-i şerifte, her gün hamama gitmek insanı zayıflattığının buyrulduğu dikkate alınarak; bir kaç gece aralıksız cünüp olan kimsenin görevi nedir?
C: Gusletmesi farzdır; ama, eğer suyun ona zararı olursa, görevi teyemmüm etmektir.
S.219: Namaz kılmak ve mübarek Ramazan ayını oruç tutmak isteyen bir kimse, gayri ihtiyari olarak meni gelmesi yüzünden devamlı cünüp oluyor ve bir takım nedenlerden dolayı her saat ve her gün gusletmesi mümkün değildir. Namaz ve oruçları yerine getirebilmek için bu adamın ne yapması gerekir?
C: Eğer, cenabet guslünü terketmeğe dâir şer'î bir mazereti var ise, onun yerine teyemmüm etmelidir Oruç ve namazları da sahihtir.
S.220: Bir hastalık nedeniyle elimde olmadan, zevk söz konusu olmaksızın benden sık sık meni geliyor. Bu durumda namaz konusunda görevim nedir?
C: Eğer, her namaz için gusletmenin size zararı veya çetinliği olursa, vücudunuzu temizledikten sonra teyemmümle namaz kılmalısınız.
S.221: Guslederse hasta olacağına inandığından dolayı cenabet guslünü terkedip sabah namazını teyemmümle kılan bir kimsenin hükmü nedir?
C: Eğer, gusletmenin ona zarar vereceğine inanırsa, teyemmüm etmesinin sakıncası yoktur ve onunla namazı da sahihtir.
S.222: Tehlikeli olmayan bir cilt hastalığım var. Yıkandığımda cildim kuruyor; hatta el ve yüzümü yıkadığımda da bu durum ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, vücuduma yağ sürmek zorundayım. Bu yüzden de abdest almak istediğimde zorluk çekiyorum; özellikle de sabah namazı için abdest almam çok zor oluyor. Bu durumda, sabahları abdest yerine teyemmüm etmem câiz midir?
C: Eğer, su kullanmanın size zararı varsa, abdest almaktan kaçının ve onun yerine teyemmüm edin.
S.223: Vaktin dar olduğunu zannederek teyemmümle namaz kıldıktan sonra, abdest için de yeterli vaktin olduğunu anlayan bir kimsenin bu namazının hükmü nedir?
C: O namazı yeniden kılması gerekir.
S.224: Hamamı olmayan bir yerde yaşıyoruz. Bazen mübarek Ramazan ayında sabah ezanından önce uykudan uyandığımda cünüp olduğumu görüyorum. Bu vakitte suyun soğuk olmasının yanısıra, halkın gözü önünde genç bir adam gece yarısı kalkıp bir küçük kazan ve benzerinde ısıtılan suyla gusletmesi de ayıptır. Bu durumda, yarının orucu hususunda görevim nedir? Teyemmüm edebilir miyim? Ve gusledemediğim takdirde orucu yememin hükmü nedir?
C: Bir işin yalnızca zor olması veya halkın gözünde ayıp olması şer'î açıdan özür sayılmaz; gusletmek mükellefe çok çetin veya zararlı olmadıkça mümkün olan bir yolla gusletmelidir. Ama, eğer çok meşakkatli veya zararlı olursa, görevi teyemmüm etmektir. Bu durumda, şafaktan önce teyemmüm ederse orucu sahihtir. Ama, eğer teyemmüm de etmezse orucu batıldır; ancak, gün boyunca orucu bozan şeylerden sakınması gerekir.
KadınlarLA İLGİLİ HükÜmLER
S.225: Annem, Peygamber efendimizin neslindendir. Acaba, ben de seyyide sayılır mıyım ki, altmış yaşına kadar aybaşı gördüğüm kanı hayız kabul edip kan gördüğüm zamanlar namaz ve oruçlarımı terkedeyim?
C: Babası Haşimî olmayan bir kadının annesi seyyide olsa bile, elli yaşından sonra kan görürse istihaze hükmündedir.
S.226: Günü belli olan adak orucuna niyet ettiğinde hayız olan kadının hükmü nedir?
C: Günün az bir kısmında bile olsa hayız olunca orucu batıl olur ve temizlendikten sonra onu kaza etmesi farzdır.
S.227: Kadının, temizlendiğine kanaat getirdikten sonra gördüğü lekelerin hükmü nedir? Elbette bu lekeler kan veya suyla karışmış kan özelliğini taşımıyor.
C: Kan değilse hayız hükmünü taşımamaktadır. Konunun teşhisi kadının görevidir.
S.228: Oruç tutmak için ilaç kullanarak adet olmayı önlemenin hükmü nedir?
C: Bunun bir sakıncası yoktur.
S.229: Hamile olan bir kadın, hamilelik döneminde zayıf bir kanama geçirir ama, çocuğu düşmezse gusletmesi farz olur mu?
C: Kadının, hamilelik döneminde gördüğü kan, eğer hayız sıfatı ve şartlarını taşırsa hayızdır, aksi takdirde istihazedir; eğer, çok veya orta istihaze olursa gusletmesi farz olur.
S.230: Adet süresi belli -örneğin yedi gün- olan bir kadın hamileliği önlemek için spiral kullandığı için her defasında oniki gün kan görmeğe başlamıştır; acaba, yedi günden fazlası hayız kanı mıdır, istihaze midir?
C: Eğer kan on gün içerisinde kesilmezse, adet günleri hayız, geri kalanı ise istihazedir.
S.231: Hayız ve nifaslı kadınların, imamların evlatlarının mezarlarının bulunduğu türbelere girmeleri câiz midir?
C: Saygısızlık sayılmazsa câizdir.
S.232: Kürtaj yaptıran bir kadın nifaslı mı sayılır?
C: Pıhtılaşmış bir kan bile olsa, kadının çocuk düşürdükten sonra gördüğü kan nifas hükmündedir.
S.233: Kadının yaise olduktan sonra gördüğü kanın hükmü ve bu kadının vazifesi nedir?
C: İstihaze hükmünde olması uzak bir ihtimal değildir.
S.234: İstenmiyen hamileliklerden korunma yollarından biri de hamileliği önleyici ilaçlar kullanmaktır. Fakat, bu ilaçları kullanan kadınlar adet günlerinde ve ondan sonra kan lekeleri görüyorlar, bu kan lekelerinin hükmü nedir?
C: Bu lekeler hayızın şeriatca belirlenen şartlarını taşımıyorsa hayız hükmünde olmayıp istihaze hükmündedir.
MEYYİTLERLE İLGİLİ HÜKÜMLER
S.235: Günümüzde, ister erkek olsun, ister kadın, ölülerin kefen ve defin işleri bazı erkekler (mezarlığın sorumluları veya orda ücretle çalışanlar) tarafından yapılmaktadır. Bunların ölünün mahremi olmadıkları da bilinmektedir; bu durumda bu tür yapılan defin işleminin bir mahzuru var mıdır?

C: Ölüye gusül veren kimsenin erkek ve kadın olma yönünde ölüyle aynı cinsten olması şarttır. Ölüyle aynı cinsten olanın gusül verme imkanı olduğu takdirde hemcins olmayanın gusül vermesi doğru değildir ve gusül batıl olur. Ama; kefen ve defin işleminde ölüyle aynı cinsten olması şart değildir.

S.236: Köylerde genelde ölülere evlerin içerisinde gusül veriyorlar. Bazen küçük çocukları olan ölünün bir vesisi de olmuyor; bu gibi yerlerde görüşünüz nedir?
C: Ölünün gusül, kefen ve defninde gerekli olan normal miktardaki tasarruflar için çocuğun velisinin izni gerekmez. Dolayısıyla, varislerin arasında -çocuk gibi- kayyimi gerektirenlerin bulunması, bu gibi tasarruflara engel teşkil etmez.
S.237: Yüksek bir yerden düşerek veya başka bir kaza sonucu ölen bir kimsenin bedeninden kan gelmeğe devam ettiği takdirde görev nedir? Kanın kendiliğinden veya tıbbî yollarla kesilmesi mi beklenmelidir? Yoksa, kan gelmesine rağmen defnetmeleri mi gerekir?
C: Mümkün olduğu takdirde, gusülden önce ölünün bedeninin temizlenmesi farzdır. Bu durumda, kanın kendiliğinden veya bir vesileyle engellenerek kesilinceye kadar beklemek mümkünse, beklemeleri gerekir.
S.238: Şimdilik saha halini almış olan bir yeri kanal geçirmek için kazdıklarında yaklaşık 40 ile 50 yıl önce defnedilmiş olup mezarının izleri kaybolan bir ölüye ait kemikler bulunmuştur. Acaba, bakmak için bu kemiklere el sürmenin bir sakıncası var mı? Ve bu kemikler necis midir?
C: Gusül verilmiş olan müslüman ölünün kemikleri necis değildir ve toprağa defnedilmesi gerekir.
S.239: İnsan, kendisi için almış olduğu kefen ile babasını, annesini veya yakın bir akrabasını kefenlemesi câiz midir?
C: Bunun bir sakıncası yoktur.
S.240: Tıbbî incelemeler yapan bir grup, bazı tıbbî inceleme ve deneyler yapmak için ölünün kalp ve diğer bazı uzuvlarını bedeninden çıkarıp bir gün sonra defnediyorlar. Dolayısıyla, şu soruları cevaplandırmanızı rica ediyoruz: a) Üzerinde deney ve inceleme yapılan cenazelerin müslüman cenazeleri olduğuna göre bu işi yapmamız câiz midir? b) Bu kalp ve dokuları ölünün bedeninden ayrı defnetmek câiz midir? c) Bu kalp ve dokuları ayrı defnetmenin bir çok zorlukları bulunduğu için onları başka bir cenazenin bedeniyle birlikte defnetmek câiz midir?
C: Korunması gereken bir canı kurtarmak veya toplumun muhtaç olduğu tıbbî bilgiyi elde etmek ya da halkın hayatını tehdid eden bir hastalığı keşfetmek, bir cesedi teşrih etmeği gerektirirse bu iş câizdir. Ama, bu amaç için müslüman ölünün bedeninden yararlanmamak ihtiyata daha uygundur. Müslümanın cesedinden koparılan uzuvlara gelince; bu konudaki şer'î hüküm, onların o müslümanın cesediyle birlikte defnedilmeleridir. Fakat; eğer onların meyyitin bedeniyle birlikte defnedilmesinin sakıncası varsa, ayrı olarak defnedilebilirler.
S.241: İnsanın kendisi için kefen alıp farz ve müstehap namaz vakitlerinde onu yere serip üzerinde namaz kılması, Kur'an okuması ve ölürken onu kendine kefen yapması câiz midir? Yine, İslam dininde, insanın kendisi için kefen alıp onun üzerine Kur'an ayetlerini yazması ve yalnızca kefen olarak kullanması câiz midir?
C: Mezkûr şeylerin hiç birisinin sakıncası yoktur.
S.242: Son zamanlarda yaklaşık yediyüz yıl öncesine ait olan mezar içerisinde bir kadın iskeleti bulunmuştur. Kafatasında bir miktar saç bulunan bu iskelet kamil bir insan iskeletinden ibarettir. Arkeologlar onun müslüman bir kadının iskeleti olduğunu söylüyorlar. Acaba; ibret olsun diye bu iskeletin mezar şeklinde yapılan bir yere konarak, ahireti hatırlatan bazı ayet ve hadislerin de yazılarak tarihî eserler müzesi tarafından sergilenmesi câiz midir?
C: Eğer iskeletin müslüman bir ölüye ait olduğu tesbit edilirse, hemen yeniden defnedilmesi gerekir.
S.243: Bir köyde kimsenin malı, mülkü veya vakfı olmayan bir mezarlık var. Acaba, köy halkının, şehirden veya başka bir köyden olan cenazenin ya da o mezarlığa defnedilmeyi vasiyet etmiş olan birisinin oraya defnedilmesini önlemeleri câiz midir?
C: Eğer, o mezarlık bir kimsenin özel mülkü değilse ve yalnızca o köyün halkı için de vakfedilmemişse, köy halkının, diğerlerinin ölülerini oraya defnetmelerini engellemeye hakları yoktur. Ve birisi orada defnedilmeyi vasiyet etmişse, vasiyete göre amel edilmesi farzdır.
S.244: Bazı hadislerde mezarların üzerine su dökmenin müstehap olduğu yeralmıştır -Lealiy-yil Ahbar kitabında olan hadisler gibi-. Acaba bu, ölünün defnedildiği güne mi mahsustur, yoksa her zaman için geçerli midir? Bu konudaki görüşünüz nedir?
C: Sevabı olacağı ümidiyle cenazenin defnedildiği gün ve diğer günler mezar üzerine su serpmenin bir sakıncası yoktur. Ama; bunun müstehap olduğunu isbatlamak zordur.
S.245: Niçin ölüyü geceleyin defnetmiyorlar? Ölüyü geceleyin defnetmek haram mıdır?
C: Ölüyü geceleyin defnetmenin bir mahzuru yoktur.
S.246: Trafik kazasında ölen bir kimseyi yıkayıp, kefenleyip, mezarlığa getirerek mezara koymak istediklerinde tabut ve kefeninin, ölünün başından akmakta olan kana bulaşmış olduğunu gördüler; bu durumda, kefeni değiştirmeleri gerekir mi?
C: Mümkünse kefenin kana bulaşan bölümünü yıkamak veya kesmek ya da kefeni değiştirmek gerekir, aksi halde öylece defnetmeleri câizdir.
S.247: Bu şahıs kanlı kefenle defnedilirse, hükmü nedir?
C: Ona gusül vermek veya kefenini değiştirmek için mezarını açarak onu çıkarmak farz olmadığı gibi, câiz de değildir.
S.248: Kanlı kefenle defnedilen bu ölünün defnedilmesinden üç ay geçtikten sonra, mezarını açmak câiz midir?
C: Mezkûr durumda mezarı açmak câiz değildir.
S.249: Aşağıdaki üç soruya cevap verir misiniz: 1- Hamile kadın doğum esnasında ölürse karnındaki çocuğun aşağıdaki durumlarda hükmü nedir: a) Çocuğa, yeni ruh verilmiştir (üç aylık veya daha fazladır) ama, anne rahminden çıkarıldığı takdirde ölme ihtimali çok güçlüdür. b) Çocuk yedi aylık veya daha fazladır. c) Çocuk anne rahminde ölmüştür. 2- Hamile kadın doğum esnasında ölürse karnındaki çocuğun da ölüp ölmediği araştırmaları diğerlerine farz mıdır? 3- Hamile kadın doğum esnasında ölmüştür ve karnındaki çocuk sağdır. Ama; -normalin aksine- birisi çocuğun sağ olmasına rağmen annesinin karnındaki çocukla birlikte defnedilmesini emretmektedir. Bu konuda görüşünüz nedir?
C: Çocuk annesiyle birlikte ölmüşse çıkarılması farz olmadığı gibi câiz de değildir. Ama; eğer ölen annenin rahminde çocuk sağ kalır ve çıkarıldığı takdirde yaşayacağı ihtimal verilirse, onu hemen çıkarmak için acele etmek farzdır. Çocuğun, anne rahminde ölmüş olduğu anlaşılmadıkça annesini, karnındaki çocuğuyla birlikte defnetmek câiz değildir. Eğer; çocuk sağ olarak annesiyle birlikte defnedilir ve -ihtimalen bile- defnedildikten sonra sağ kaldığı zannedilirse, hemen kabrin açılıp çocuğun anne rahminden sağ olarak çıkarılması farzdır. Nitekim; eğer çocuğun, ölmüş olan annesinin rahminde yaşaması defnin geciktirilmesine bağlı olursa, çocuğun hayatını kurtarmak için defnin geciktirilmesi farzdır. Eğer; birisi “ölmüş hamile kadını rahmindeki sağ çocuğuyla birlikte defnedilmesi câizdir” der, diğerleri de onun görüşünün doğru olduğunu sanarak anneyi öylece defneder ve bu, çocuğun da mezarda ölmesine sebep olursa, çocuğun diyeti bizzat defneden mübaşiret eden kimsenin üzerinedir. Ama; eğer çocuğun ölümü bu görüşü ileri süren kimseye dayanırsa diyet onun üzerinedir.
S.250: Belediye, mezarlıktan daha iyi yararlanılması için mezarların iki kat halinde yapılmasını kararlaştırmıştır. Bu konudaki şer'î hükmü açıklamanızı rica ederiz?
C: Mezarın açılmasını gerektirmediği ve bir müslümana saygısızlık olmadığı takdirde müslümanların mezarlarını bir kaç kat yapmak câizdir.
S.251: Bir çocuk su kuyusuna düşmesi sonucu orada boğularak ölmüştür. Kuyuda bulunan su dolayısıyla çocuğun bedeni çıkarılamıyor bu durumda ne yapmak gerekir?
C: Kuyuda bırakılır ve kuyu onun mezarı olur. Eğer; kuyu başkasının mülkü değilse ya da sahibi razı olursa, o kuyunun kullanılmayarak kapatılması farzdır.
S.252: Bölgemizde sine ve zincir vurma törenleri sadece Ehl-i Beyt imamları (a.s), şehidler ve din büyüklerinin matem merasimlerinde yapılmaktadır. Acaba; silahlı kuvvetler yetkililerinin veya İslam Cumhuriyeti ve bu müslüman halka önemli hizmetleri geçen şahsiyetlerin de vefatında bu tür törenlerin yapılması câiz midir?
C: Aslında böyle bir durumda bu tür merasimler düzenlemenin sakıncası yoktur; ama bu işlerin ölü için bir faydası da yoktur. Bunların yerine ölü için Fatiha meclisleri düzenlemek ve onun için Kur'an okumak daha iyidir.
S.253: Geceleyin mezarlığa gitmenin mekruh olduğu bilinmekle birlikte, geceleyin mezarlığa gitmenin İslami terbiye açısından etkili olduğunu gören bir kimsenin hükmü nedir?
C: Bunun bir sakıncası yoktur.
S.254: Kadınların cenaze teşyiine katılmaları ve cenazeyi taşımaları câiz midir?
C: Sakıncası yoktur.
S.255: Bazı aşiretler arasında, biri ölünce matem törenlerine katılanlara yemek vermek üzere çok sayıda koyun kesmek bir gelenek halini almıştır. Bu iş bazen büyük boyutta zarar verecek şekilde borç altına girmeği gerektiriyor. Bu gelenekleri yaşatmak için bu zararları üstlenmek câiz midir? Ölü sahiplerinin ve bu merasimlere katılanların şer'î hükmü nedir?
C: Eğer; yemek verme masrafları, büyük varislerin malından ve onların rızası ile olursa, her ne şekilde ve her ne miktarda olursa olsun câizdir. Ama; eğer ölünün kendi malından vermek isterlerse bu onun vasiyyetinin keyfiyetine bağlıdır.
S.256: Şu anda bir bölgede mayın patlaması sonucu ölen kimseye şehid hükmü uygulanır mı?
C: Yıkamamak ve kefenlememek hükmü sadece savaşta öldürülen şehide mahsustur.
S.257: İnkılap muhafızları ordusunda görev yapan kardeşler bazen Mehabad, Urumiye veya diğer bölgelerde İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı savaşan düşman çeteleriyle çatışıyorlar; dolayısıyla şehid düşenler oluyor. Acaba; bu aziz şehidlere gusül veya teyemmüm vermek farz mıdır? Yoksa bu bölgeler de savaş meydanı mı sayılmaktadır?

C: Eğer; o bölgeler hak ve batıl ordusu arasında savaş meydanı olursa, hak ordusundan ölenler şehid hükmündedirler.
S.258: Sakalını tıraş eden bir kimse, -çocukları da ya yurt dışına kaçan münafıklardandır ya da pişmanlığını ilan edenlerdendir- mü'min bir kimsenin cenaze namazında mü'minlere imamlık edebilir mi?
C: Diğer cemaat namazları ve cemaat imamlarında gerekli olan şartların, cenaze namazında şart olmadığı uzak bir ihtimal değildir. Gerçi; o şartlara cenaze namazında da riayet etmek ihtiyata daha uygundur.
S.259: Mü'min bir kişi (dünyanın herhangi bir yerinde) İslam hükümlerini icra etmek yolunda veya gösteri sırasında ya da Caferî fıkhını uygulama yolunda öldürülürse şehid sayılır mı?
C: Onun için şehid sevabı vardır; ama, şehidin defniyle ilgili hükümler, savaş meydanında, savaş esnasında, şehid edilen kimseye mahsustur.
S.260: Uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan dolayı kanun gereği idama mahkum olup yüksek divan yetkililerinin onayı ile idam edilen bir kimsenin cenaze namazı kılınır mı? Ve onun için düzenlenen matem merasimleri, Kur'an okuma ve Ehl-i Beyt mersiyeleri okuma merasimlerinin hükmü nedir?
C: İdam hükmü infaz edilen bir müslüman da aynen diğer müslümanlar gibidir; ölülere uygulanan bütün hüküm ve gelenekler onun hakkında da uygulanır.
S.261: Canlı bir insanın bedeninden kopmuş olan etli kemiğe dokunmak meyyite dokunma guslünü gerektirir mi?
C: Mezkûr durumda meyyite dokunma guslü farz olur.
S.262: Çekilen dişin üzerinde gelen diş etine dokunmak meyyite dokunma guslünü gerektirir mi?
C: Hayır, guslü gerektirmez.
S.263: Elbisesiyle birlikte defnolunan şehide dokunmak meyyite dokunma guslünü gerektirir mi?
C: Mezkûr şehide dokunmak meyyite dokunma guslünü gerektirmez.
S.264: Ben tıp fakültesinde okuyan bir öğrenciyim. Otopsi esnasında bazen ölünün bedenine dokunmak zorunda kalıyorum. Elbette, biz bu ölülerin müslüman ölüler olduklarını bilmiyoruz. Fakat, yetkili kişiler kesin olarak onların gusül verilmiş olan müslüman ölüleri olduğunu söylüyorlar. Bunlara atfen bu ölülere dokunduktan sonra namazla ilgili olarak görevimizin ne olduğunu ve üzerimize meyyite dokunma guslü farz olup olmadığını açıklamanızı rica ediyoruz.
C: Bir ölüye gusül verilmiş olduğu size isbatlanmadıkça ve bu hususta şüphede olduğunuz sürece, o ölünün bedenine veya ondan kopan uzuvlarına dokunmak guslü farz kılar ve meyyite dokunma guslü yapmadıkça namaz sahih olmaz. Ama; eğer ona gusül verilmiş olduğu isbatlanırsa, onun guslünün doğru verilip verilmediğinde şüphe edilse bile onun bedenine veya ondan kopan uzuvlarına dokunmak guslü gerektirmez.
S.265: İsmi ve nereli olduğu bilinmeyen bir şehid bir kaç çocukla birlikte bir mezarda defledilmiş ve bir aydan sonra bu şehidin, mezarın bulunduğu şehrin halkından olmadığını kanıtlayacak bazı belirtiler ele geçmiştir. Acaba; bu durumda o mezarı açmak câiz midir?
C: Şer'î hükümlere uygun olarak defnedilmişse, artık hiç kimse mezarı açmak hakkına sahip değildir.
S.266: Mezarı kazmaksızın ve üzerindeki toprak giderilmeden, bazı özel kameralarla kabrin içerisinden bilgi ve filim elde etmek mümkün olursa, buna da mezarı açmak denir mi?
C: Mezarı kazmadan ve mezarı açıp ölünün bedenini açığa çıkarmadan, ölünün bedenini kameraya almaya mezarı açmak denmez.
S.267: Belediye, sokağı genişletmek amacıyla mezarlığın etrafındaki makbere odalarını yıkmak istiyor. Bunu göz önünde bulundurarak aşağıdaki soruları cevaplamanızı rica ediyoruz: 1- Mezarlık görevlilerinin bu odalarda bulunan mü'minlerin kabirleri hususundaki vazifeleri nedir? 2- Bu ölülerin kemiklerini ordan çıkarıp ayrı bir yerde defnetmek câiz midir?
C: Mü'minlerin mezarlarını yıkmak ve açmak câiz değildir. Ama; eğer mezar açılır ve Müslüman ölünün bedeni veya çürümemiş kemikleri ortaya çıkarsa, onu yeniden defnetmek farzdır. Mezarlık görevlilerinin ise, mezarlık görevlileri olarak bu konuda özel bir mükellefiyetleri yoktur.
S.268: Şer'î ölçülere riayet etmeksizin Müslümanların mezarlarını yıkmağa kalkışan bir kimseye karşı diğer Müslümanların görevi nedir?
C: Şart ve derecelerine riayet ederek münkerden nehyetmek diğer Müslümanlara farzdır.
S.269: Babam 36 yıl önce bir mezarda defnolmuştur. Şimdi de vakıf idaresinden izin alarak kendim o mezardan yararlanmak istiyorum. Mezar vakıf olduğuna göre kardeşlerimden de izin almam gerekir mi?
C: Ölülerin defnedilmesi için genel vakıf olan bir yerde bulunan mezar hususunda, orada defnedilmiş olan cenazenin varislerinden izin almak şart değildir. Ancak; cenazenin kemikleri toprak olmadan önce, oraya başka bir cenazeyi defnetmek için mezarı açmak câiz değildir.
S.270: Ben tıb tahsili yapmakta olan bir üniversite öğrencisiyim. Araştırma için ihtiyaç duyduğumuz doğal kemikler ders okuduğumuz yerde az olduğundan, eski mezarlarda bulunan kemiklerden yararlanmamız câiz midir? Yine, müzelerde veya mezarlarda bulunan kemiklere el sürmekle meyyite dokunma guslü farz olur mu?
C: Mezarı açmağı gerektirdiği takdirde, Müslüman mezarlığından kemik almak câiz değildir. Ve eğer; kemikler gusül verilmiş olduğu bilinmeyen bir cenazeye ait olursa ona dokunmak meyyite dokunma guslünü farz kılar.
S.271: Hangi durumlarda mezarı açmak câizdir? Müslüman mezarlığını yıkıp başka bir merkez durumuna getirmenin (şer'î bir) yolu varsa, açıklamanızı rica ederiz.
C: Mezarı açmak haramdır, bundan istisna edilen yerler ilmihal kitaplarında açıklanmıştır. Müslümanların ölülerinin defnedilmesi için vakfedilmiş olan Müslüman mezarlığını başka bir şeye değiştirmek câiz değildir.
S.272: Dinî merciden izin aldıktan sonra mezarları açıp ölülerin defni için vakfedilmiş olan mezarlığı başka bir şeye değiştirmek câiz midir?
C: Mezarı açmanın câiz olmadığı ve ölülerin defni için vakfedilmiş olan mezarlığın tahrip edilmesinin câiz olmadığı yerlerde izin fayda vermez.
S.273: Yirmi yıl önce ölmüş olan bir kişinin mezarına, yalnışlıkla aynı köyde yeni ölen bir hanımın cenazesini defnetmişler. Elbette, söz konusu kişiye ait mezarda hiç bir kalıntıya rastlanmamıştır. Buradaki şer'î hüküm nedir?
C: Bu durumda diğerlerine düşen bir görev yoktur. Cenazenin başka bir meyyitin kabrine defnedilmesi, cenazeyi başka bir yere nakletmek için mezarın açılmasını câiz kılmaz.
S.274: Caddelerin birisinin ortasında dört tane mezar bulunmaktadır. Bu mezarlar yolun genişletilmesini engelliyor. Öte yandan, mezarları açmak da şer'î açıdan câiz değildir. Bu konuda belediyenin şer'î hükümlerin dışına çıkmaması için ne yapmamız gerektiği hususunda bizleri aydınlatmanızı rica ediyoruz.
C: Eğer mezarları açmaksızın yolu onların üzerinden yaptırmak mümkün olur veya mezarların olduğu yerden caddenin geçmesi zorunlu olursa bir sakıncası yoktur. Aksi takdirde, mezarların üzerinden yolu genişletmek câiz değildir.
Necaset Hükümlerİ
S.275: Kan pâk mıdır?
C: İster insan olsun, ister hayvan; kanı sıçrayarak çıkan canlıların kanı necistir.
S.276: İmam Hüseyin (a.s)'ın yas merasimlerinde bazen başı şiddetle duvara vurmaları sonucu başlarından bu merasime katılanların üzerine kan sıçrıyor, bu kan pâk mıdır?
C: İnsan kanı her durumda necistir.
S.277: Kanlı bir elbiseyi yıkadıktan sonra onun üzerinde kalan hafif kan lekesi necis midir?
C: Eğer kanın kendisi kalmaz ve yalnızca yıkamakla gitmeyen renk kalırsa, pâktır.
S.278: Yumurtada olan kan noktacığının hükmü nedir?
C: Pâktır. Ama; yenilmesi haramdır.
S.279: Haramla cünüp olan kimsenin ve necis yiyen hayvanın terinin hükmü nedir?
C: Necaset yiyen devenin teri necistir. Ama; necaset yiyen diğer hayvanlarla, haramla cünüp olan kimsenin teri güçlü görüş gereği pâktır. Fakat; haramla cünüp olanın teriyle namaz kılmamak ihtiyaten farzdır.
S.280: Ölüye sidir ve kafur ile gusül verildikten sonra, normal su ile gusül verilmeden önce, ölünün bedeninden damlayan su damlacıkları pâk mıdır?
C: Ölünün üçüncü guslü tamamlanmadıkça necaset hükmünde bâki kalır.
S.281: El, dudak ve ayaklardan bazen kopan deri parçaları pâk mıdır?
C: Ellerden, dudaklardan, ayaklardan veya bedenin ayrı bir yerinden kendiliğinden kopan deri parçaları pâktır.
S.282: Bir şahıs, savaş alanında domuzu öldürüp etini yeme mecburiyetinde kalmıştır. Bu kimsenin bedeninin rutubeti ve ağzının suyu necis midir?
C: Haram ve necis et yiyen kimsenin ağzının suyu ve bedeninin teri necis değildir. Ve onun için istibra (bir kaç gün yemeğini kontrol etmesi) da söz konusu değildir. Ancak; ıslak olarak domuzun bedenine değen her şey necistir.
S.283: Ressamlık ve yazı işlerinde kullanılan fırça ve kalemlerin iyi kaliteli olanları gayri İslamî ülkelerden getirilmektedir. Bunlar genellikle domuz kılından imal edilmektedir. Bu gibi fırça ve kalemlere herkes kolaylıkla ulaşabiliyor ve özellikle kültürel merkezlerde ve tebliğ bürolarında çokca bulunmaktadır. Bu gibi fırça ve kalemleri kullanmanın şer'î hükmü nedir? Ve bunlarla Kur'an ayeti ve hadis-i şerif yazmak câiz midir?
C: Domuz kılı necistir ve şeriatca taharetin şart olduğu yerlerde kullanmak câiz değildir. Ama; taharetin şart olmadığı yerlerde onları kullanmanın sakıncası yoktur. Fırçanın domuz kılından yapılıp yapılmadığı bilinmediği takdirde ise onu taharetin şart olduğu işlerde de kullanmanın sakıncası yoktur.
S.284: Almanya'ya gelen büyük alimlerden birisi, burada sadece üç şeye, yani; et, deri ve yağlar hususunda şüphe edilirse itina edilmesi gerektiğini ve diğer şeylerde şüpheye itina etmek gerekmediğini ileri sürdü; bu görüş doğru mudur? Ama, burada bir kısım nebati yağlar vardır ki, üzerlerindeki yazı gereğince sakıncalı maddelerden arıdırlar. Fakat; kardeşlerden birinin yaptığı inceleme sonucu onlardan bir kısmına az bir miktarda hayvan yağı katıldığı halde bunun yazılmadığı anlaşılmıştır. Bu konunun şer'î hükmü nedir?
C: Et, yağ ve deri gibi helal oluşu veya helal oluşu ve temizliği şer'î usullere göre kesilmeğe bağlı olan her şey, gayr-i İslami ülkelerde haram olma bakımından leş ve şer'î usûllere göre kesilmeyen et hükmündedir. Ama, temizlik açısından şer'î usullere göre kesilmediği kesin olarak bilinmediği takdirde pâktır. Hayvanî yağa gelince; şer'î usullere göre kesilmemiş hayvandan çıkarıldığı veya necis bir şeye değerek necis olduğu bilinmedikçe temiz ve helaldir.
S.285: Cünüp olan bir kimsenin elbisesi meni ile necis olursa, el veya elbise ıslak olduğu takdirde ona el sürmenin hükmü nedir? Yine cünüp olan kimse, elbisesini temizlemesi için diğerine vermesi câiz midir? Ve ihtilam olan şahsın elbisesini kendi isteğiyle yıkayan kimseye, elbisesinin necis olduğunu haber vermesi garekir mi?
C: Meni necistir, sirayet edici bir rutubetle başka bir şeye değdiğinde onu da necis eder. Elbiseyi yıkayan kimseye onun necis olduğunu söylemek gerekmez.
S.286: Ben idrardan sonra istibra yapıyorum; fakat, istibradan sonra benden meni kokusu veren bir akıntı geliyor. Bu durumda namaz hususunda görevim nedir?
C: Eğer; meni olduğunu kesin olarak bilmiyorsanız ve meninin şeriatca belirlenen alametleri de bulunmazsa, meni hükmünü taşımaz.
S.287: Karganın pisliği necis midir?
C: Pâktır.
S.288: İlmihal kitaplarında eti yenilmeyen hayvanların ve kuşların pisliğinin necis olduğu yazılmıştır. Bu durumda sığır, koyun ve tavuk gibi eti yenilen hayvanların pisliği pâk mıdır?
C: Eti yenilen hayvanların pisliği pâktır.
S.289: Eğer; tuvalet taşının kenarında veya tuvaletin içinin herhangi bir yerinde gâit olur ve kür su ya da az suyla yıkanır ama ayn-ı necis kalırsa, ayn-ı necisin olmadığı ve yıkanırken su ulaştığı yerler pâk mıdır?
C: Necasete bağlı olan necis suyun ulaşmadığı yerler temizdir.
S.290: Misafir, konuk olduğu evde herhangi bir şeyi necis ederse ev sahibine haber vermesi gerekir mi?
C: Necis ettiği şey yiyecek, içecek ve yemek kapları değilse bildirmesi gerekmez.
S.291: Necis olmuş şeye değen başka bir şey de necis olur mu? Eğer; necis olursa, bu hüküm zincirleme olarak bütün vasıtalar için mi geçerlidir, yoksa yalnızca yakın vasıtalar için mi?
C: Necis olmuş şeye değen başka bir şey necis olur. Ve yine necislenmiş şeye değen şey de necis olur; ve yine ihtiyat gereği ikinci necislenmişe değen şey de necis olur. Ama, üçüncü necislenmişe değen şey necis olmaz.
S.292: Şer'î usullere göre kesilmemiş olan hayvanın derisinden imal edilmiş ayakkabıyı giyen kimsenin, her abdest almadan önce ayağını yıkaması gerekir mi? Bazıları, ayakkabı içerisinde ayağın terlediği takdirde ayakları yıkamanın gerektiğini söylüyorlar. Genel olarak da her türlü ayakkabıda az-çok ayaklar terlemektedir. Bu konuda görüşünüz nedir?
C: Böyle bir ayakkabı içerisinde ayakların terlediği anlaşılırsa namaz için ayakları yıkamak gerekir.
S.293: Devamlı kendisini necis eden çocuğun elinin rutubeti, ağız suyu ve artığının hükmü nedir. Yine, ıslak ellerini avret yerlerine süren çocukların hükmü nedir?
C: Necis olduğu kesin olarak bilinmezse pâktır.
S.294: Ben bir dişeti hastalığına yakalanmış bulunmaktayım. Doktorun teşhisine göre devamlı olarak dişetlerimi fırçalamam gerekiyor. Dişlerimi fırçalamam ise diş etlerimin bazı yerlerinin siyahlaşmasına sebep oluyor. Dişetlerimin içerisinde kan toplanmış gibi oluyor. Üzerine bıraktığım kağıt mendil kırmızılaşıyor. Bu yüzden kür suyla ağzımı temizlemeğe çalışıyorum. Ancak; katılaşmış olan bu kan uzun bir müddet kalıyor ve yıkamakla da gitmiyor. Ağzımı kür sudan çıkardığımda ağzımda kalan ve dişeti altındaki kana değen bu su necis midir, yoksa o da ağız suyunun bir parçası sayılarak pâk mıdır?
C: Ondan sakınmak ihtiyata uygun olmakla birlikte temizdir.
S.295: Yemek yerken diş etlerinde katılaşmış olan kana değen yemek necis olur mu? Necis olduğu takdirde, yemeği yuttuktan sonra ağzın iç kısmı necis kalır mı?
C: Mezkûr durumda, yemek necis olmaz ve yutulmasında bir sakınca yoktur. Ağzın içi de temizdir.
S.296: Bir süredir makyaj malzemelerinin necis olduğuna dâir söylentiler var; söylentiye göre, çocuk dünyaya geldiğinde dış zar alınıp, soğuk hava depolarında muhafaza ediyorlar ve hatta dünyaya ölü olarak gelen çocuğu alıp aynı şekilde muhafaza ediyorlar ve bundan da ruj gibi makyaj malzemeleri yapıyorlar. Biz de bazen bunları kullanıyoruz ve hatta bazı zamanlar ruj yeniliyor bile; bunlar necis midir?
C: Söylentiler, makyaj malzemelerinin necis olduğuna dâir şer'î delil sayılmazlar. Şeriatca muteber olan bir yolla onların necis olduğu isbatlanmadıkça sürece onları kullanmanızın sakıncası yoktur.
S.297: Elbiseden veya kumaş parçalarından ince küçük tüyler dökülmektedir. Elbise yıkarken leğene baktığımızda bu tüyleri görüyoruz. Bu durumda, musluğun altında suyla dolu olan leğene elbiseyi daldırdığımızda leğenin kenarlarından etrafa su taşıyor. Ben de leğenden taşan suyun içerisinde bu tüylerin olması nedeniyle bu sudan ihtiyat edip o yerleri yıkıyorum. Yine, çocukların elbiselerini çıkardığımda kuru bile olsalar çıkardığım yere bu tüylerden düşmüştür düşüncesiyle oraları yıkıyorum, bu ihtiyat gerekli midir?
C: Sorudaki durumda, musluktan su döküldüğü halde leğenden taşıp akan su, elbiseden ayrılıp su yüzünde yüzen tüylerle birlikte pâktır. Nitekim çocukların necis elbiselerinin çıkarıldığı yerin, kuru olduğu takdirde bu tüylerle necis olmasının bir dayanağı yoktur. Böylece, sorudaki her iki hususta da ihtiyat etmek için bir sebep yoktur.
S.298: Rutubet ne derecede olursa necasetin sirayet etmesine sebep olur?
C: Ölçü, yaş bir cisim başka bir cisme değdiğinde birinin ıslaklığının hissedilir bir şekilde diğerine geçmesidir.
S.299: Hıristiyan ve Yahudiler gibi dinî azınlıkların da elbiselerini verdikleri kuru temizleyicilere verilen elbiseler pâk mıdır? Ayrıca; buralarda temizleme işlemi kimyasal maddelerle yapılmaktadır.
C: Kuru temizleyicilere verilen elbiseler önceden necis değillerse, yine de temizdirler ve elbiselerin ehl-i kitap olan dini azınlıkların elbiselerine değmeleri onların necis olmasına sebep olmaz.
S.300: Tam otomatik çamaşır makinelerinde yıkanan necis elbiseler pâk olur mu? Bu çamaşır makinelerinin çalışma tarzı şöyledir: Birinci defada çamaşır tozuyla birlikte çamaşır makinesine koyulan çamaşırların üzerine bir miktar su dökülür ve çamaşır makinesi biraz çalışınca, çamaşır makinesinin kapâk camı ve etrafındaki plastik üzerinde köpük oluşur. Sonra köpük bunları tamamen kapatınca ikinci kez su alıyor. Daha sonra da makine otomatik olarak çamaşırı üç defa az suyla yıkıyor ve her defasında suyu dışarıya atıyor. Sizden ricamız, böyle yıkanan çamaşırların pâk olup olmadıklarını açıklamanızdır.
C: Necasetin kendisi giderildikten sonra, musluğa bağlı olan su, çamaşır makinesinin içerisindeki elbiselere ve çamaşır makinesinin içinin her tarafına ulaştıktan sonra ondan ayrılıp dışarı çıkarsa bu şekilde yıkanan elbiseler pâktırlar.
S.301: Yere, havuza veya çamaşır yıkanan hamamlara dökülen su, insanın elbisesine sıçrarsa, elbise necis olur mu?
C: Temiz yere dökülen sudan sıçrayan su da pâktır.
S.302: Belediyeye bağlı çöp kamyonlardan caddelere akan su, bazen şiddetli rüzgar nedeniyle halkın üzerine sıçramaktadır. Bu su pâk mıdır?
C: O suyun necise değmesi sonucunda necis olduğu kesin olarak bilinmediği takdirde temizdir.
S.303: Cadde üzerindeki çukurlarda toplanan sular pâk mıdır?
C: Bu tür sular pâktır.
S.304: Yemek, içmek hususunda, temizlik ve necaset hükümlerine önem vermeyen kimselerin evlerine gidip gelmenin hükmü nedir?
C: Taharet ve necaset konusunda necis olduğu kesin olarak bilinmeyen bir şey, şeriatın zahiri hükmüne göre pâk sayılır.
S.305: Aşağıda geçen kusmukların şer'î açıdan hükümlerini açıklar mısınız: a- Süt emen çocuğun kusmuğu. b- Süt emen ve yemek yiyen çocuğun kusmuğu. c- Bulûğa ermiş insanın kusmuğu.
C: Hepsi pâktır.
S.306: Eğer bir kaç şeyden biri necis olur ama; hangisinin necis olduğu bilinmezse bunlara değen şeyin hükmü nedir?
C: Onların hepsine değmedikçe, bazısına değen şey hakkında necis hükmü uygulanmaz.
S.307: Hangi dinden olduğu bilinmeyen bir kimse elinde sirayet edici (geçici) ıslaklık olduğu halde yiyecek maddeleri satmaktadır; satış esnasında gıda maddelerine dokunmaktadır. Ona hangi dine mensup olduğu sorulması gerekir mi, yoksa “her şeyin aslında temiz olduğu” ilkesi onun hakkında da geçerli midir? Elbette, bu kimse İslam ülkesi vatandaşlarından değildir ve oraya çalışmak için gelmiştir.
C: Ona hangi dine bağlı olduğunu sormak farz değildir. Onun kendisi ve ıslak olarak dokunduğu şeyler hakkında “her şeyin temiz olduğu” ilkesi geçerlidir.
S.308: Eğer insanın kendi evinde veya akrabalarından birinin evinde ya da her zaman gidip geldiği evlerin birinde necasete ehemmiyet vermeyen bir kimse olur ve bu şahıs o evin ve evdeki eşyaların temizlenmeyecek kadar geniş ölçüde necis olmasına sebep olursa, bu evde yaşayanların görevleri nedir? Böyle bir durumda insan nasıl temiz kalabilir. Özellikle de sahih olması taharete bağlı olan namazlar için ne yapmak gerekir. Bu durumun hükmü nedir?
C: Evin hepsini temizlemek gerekmez. Namazın sahih olması için de namaz kılanın elbisesiyle -secdede- alnın temas ettiği yerinin temiz olması yeterlidir. Evin ve eşyalarının necis olması, namazda ve yemek-içmekte temizliğe riayet etmekten fazla bir yükümlülük gerektirmez.
6
fikh Taharet Hükümleri

Suların Hükmü
Sarhoş Edİcİ Şeyler
S.309: Ateşte kaynayan ve üçte biri gitmeyen, ancak, sarhoş edici de olmayan üzüm ve hurma suyunun hükmü nedir?
C: İçilmesi haramdır, ama necis değildir.
S.310: İçerisinde bir veya bir kaç üzüm tanesi olan yetişmemiş üzümün (korukun) suyunu çıkarmak amacıyla kaynatılırsa, kaynatıldıktan sonra geriye kalan suyun haram olduğu söylenmektedir. Bu söz doğru mudur?
C: Eğer üzüm taneleri, çok az olur ve ona üzüm suyu denilmeyecek şekilde korukun suyunda kaybolup giderse helaldır. Ama eğer, üzüm tanelerinin kendisi ateşde kaynarsa haramdır.
S.311: Günümüzde -sarhoş edici- alkol bir çok ilaçların (özellikle de sıvı ilaçların) ve güzel kokuların (özellikle de dış ülkelerden getirilen kolonyaların) yapımında kullanılmaktadır. Bu durumda, bunu bilen veya bilmeyen kimselerin bu tür şeylerin alım-satımına, teminine, kullanımına ve diğer istifadelerine izin veriyor musunuz?
C: Mezkûr alkolün asaleten sıvı ve sarhoş edici şeylerden olduğu bilinmezse temizdir ve bunun karışık olduğu sıvı maddelerin alım satımı câizdir.
S.312: Sağlık görevlilerinin tedavi ederken ellerini ve tıbbî malzemeleri mikroplardan temizlemek için beyaz alkol kullanmaları câiz midir? Beyaz alkol tıbbî bir alkol olmanın yanısıra içilebilir de. Formülü ise “C2 HOOH”tır. Ayrıca, üzerine bu alkolden bir damla veya daha fazla dökülmüş elbiseyle kılınan namaz sahih midir?
C: Asaleten sıvı olduğu bilinmeyen alkol sarhoş edici olsa bile temizdir, onun tıbbî ve gayri tıbbî işlerde kullanılmasının bir sakıncası yoktur. Böyle bir maddenin bulaştığı elbiseyle namaz kılmak sakıncasızdır.
S.313: İlaç ve gıda sanayiinde “Kefir” denen bir madde kullanılmaktadır. Bu madde, karıştırılınca elde edilen maddede yüzde beş veya yüzde sekiz oranında bir alkol meydana gelmektedir. Bu miktardaki alkol o maddeyi kullanan kimse için herhangi bir sarhoşluğa yol açmıyor. Bu maddenin kullanılmasında şer'î açıdan bir mahzur var mıdır?
C: Elde edilen maddede bulunan alkol kendi zatında sarhoş edici ise, elde edilen maddeye karıştırılması ve miktarının az olması yüzünden sarhoş edici olmasa bile, necis ve haramdır. Ama; eğer onun kendi zatında sarhoş edici olup olmadığından veya aslen sıvı olup olmadığından şüphe edilirse hüküm değişir.
S.314: a- Etilalkol necis midir? (Galiba sarhoş edici içkilerin içerisinde olup sarhoşluğa yol açan alkol bu alkoldür) b- Alkolün necis olmasındaki ölçü nedir? c- Bir meşrubatın sarhoş edici olduğunu tespit etmenin yolu nedir? d- Sanaî alkolünden maksat nedir?
C: a- Aslen sıvı ve sarhoş edici olan bütün alkoller necistir. b- Ölçü aslen sıvı ve sarhoş edici olmasıdır. c- Eğer; mükellefin kendisinin kesin bilgisi olmazsa, güvenilir uzman kişinin bildirmesi yeterlidir. d- Sanaî alkolünden maksat boyacılık, ressamcılık ve benzeri işlerde kullanılan alkoldür.
S.315: Çarşı pazarda satılmakta olan ülke içerisinde üretilen kola, pepsi gibi meşrubatları içmenin hükmü nedir? Elbette, bu gibi mamullerin temel maddeleri dış ülkeden getirilmektedir ve bunların alkolü ihtiva etme ihtimali vardır.
C: Bu gibi şeyler temiz ve helaldir. Ama eğer, mükellef bunların aslen sıvı olan sarhoş edici alkolü ihtiva ettiğini kesin olarak bilirse necis ve haramdır.
S.316: Gıda maddelerini satın alırken onları satan veya yapan kimselerin onlara ellerini vurup vurmadığını veya onların yapımında alkol kullanıp kullanmadıklarını araştırmak gerekir mi?
C: Sormak ve araştırmak gerekmez.
S.317: Kimyasal gazlara karşı etkili olan bir ilacın (sprey atropine sülfat) formülünde alkol temel role sahiptir. Yani; alkol de eklenmezse bu ilaç üretilemez. Öte yandan bu ilaç, İslam ordularını kimyasal sinir gazları karşısında koruyabilecek bir silahtır. Acaba anlattığımız şekilde alkolü ilaç sanayiinde kullanmamız câiz midir?
C: Aslen sıvı ve sarhoş edici olan alkol,
necis ve haramdır. Ancak; onun bir ilaç olarak kullanılmasında Herhalukârda bir sakınca yoktur.

Vesvese ve Çaresİ
S.318: Bir kaç yıldan beridir vesveseye duçar olmuş bulunmaktayım. Bu durum, beni çok rahatsız etmektedir. Günden güne vesvesem daha da şiddetlenerek her şeyden şüphe eder hale geldim. Hayatım sanki şüphe üzerine kurulmuştur. Çoğunlukla da yiyecek maddeler ve ıslak eşyalar hususunda şüpheye düşüyorum. Bu nedenle, diğer normal insanlar gibi hareket edemiyorum. Bir yere gittiğimde ayağımın terlediğini ve necise değmesi sonucu, necis olacağını düşünerek hemen çorabımı çıkarıyorum ve hatta halı üzerinde oturamıyorum. Oturduğumda da elbiseme halı tüyleri yapışmaması ve onu suyla yıkamak zorunda kalmamak için, her zaman üstümü çırparak halının üzerinden kalkıyorum. Şimdi; artık bu işlerimden utanıyorum. Her zaman rüyamda maneviyatlı birisini görüp ona derdimi söylemeyi arzu ediyorum. Bu konuda bana yol göstermenizi rica ediyorum.
C: Taharet ve necaset hükümleri, ilmihal kitaplarında açıklanmıştır. Şeriatın necis olduğuna hükmettiği ve insanın kesin olarak bildiği şeyler dışında her şey şeriatca temizdir. Bu durumda; vesveseden kurtulmak için rüya görmeğe veya mucize olmasına gerek yoktur. Sadece mükellefin kendi şahsi düşüncelerini bir kenara atarak mukaddes İslam şeriatına inanıp onunla amel etmesi ve necis olduğunu kesin olarak bilmediği şeyleri necis saymaması gerekir. Kapının, duvarın, halının, kullandığınız diğer eşyaların necis olduğunu nereden biliyorsunuz? Üzerinde yürümekte olduğunuz veya oturmakta olduğunuz halının tüylerinin necis olduğunu ve onun çorabınıza, elbisenize ve bedeninize sirayet edeceğini nereden biliyorsunuz? Velhasıl; bu halinizle vesveseye önem vermeniz câiz değildir. Vesveseye itina etmemeğe çalışmanız ve vesveseye itina etmemeğe devam etmeniz inşaallah kendinizi vesvesenin pençesinden kurtarmaya yardım edecektir.
S.319: Ben bir kaç çocuk annesi, yüksek tahsilli bir kadınım. Taharet konusunda zorluk çekiyorum. Dindar bir ailede büyüdüğüm için İslam'ın bütün hükümlerine riayet etmek istiyorum. Küçük çocuklarımın idrar ve gâitini temizlediğim zaman, tuvalet taşına dökülen su ayağıma, yüzüme ve hatta başıma bile sıçrıyor, bu yüzden her defasında suyun sıçradığı yerleri yıkamak zorunda kalıyorum. Bu ise yaşantımda bir çok zorluklara sebep oluyor. Öte yandan, taharet meselesi, benim dinim ve akidemle ilgili olduğu için önem vermek zorundayım. Hatta; bu yüzden psikologa bile müracaat ettim; ama, bir netice alamadım. Bu arada beni zor durumda bırakan diğer şeyler de vardır. Örneğin; necis olan şeyin tozu veya çocuğun eli necis olduğu zaman ya onları yıkamak zorunda kalırım ya da bir şeye el sürmelerini önlüyorum. Necis olan bir şeyi yıkamak benim için çok zor oluyor; eğer, aynı şey yalnızca kirli olsaydı onu yıkamak benim için kolay olurdu. Bu hususta bana yol göstererek yaşantıyı kolaylaştırmanızı rica ediyorum.
C: a) Mukaddes İslam şeriatına göre necaset ve taharette şüphe edildiğinde taharet asıldır. Yani; bir şeyin necis olduğu hususunda şüphe edildiğinde hemen onun temiz olduğuna hükmetmek gerekir. b) Necaset konusunda şiddetli hassasiyetleri olan kimseler (bu gibileri İslam fıkhında vesveseci olarak adlandırırlar) bazı yerlerde bir şeyin necis olduğunu kesin bilseler dahi, normal bir insanın kanaat getireceği şekilde gözleriyle görmedikçe, o şeyin necis olmadığına hükmetmeleri gerekir. Bu hüküm, böyle kimseler hakkında mezkûr hassasiyetleri kalkıncaya kadar geçerlidir. c) Necis olan her şey veya bedenin herhangi bir yerinin temiz olması için, necasetin aynının giderilmesinden sonra musluk suyuyla yalnızca bir defa yıkanması yeterlidir. Tekrar yıkamak ya da suyun altına tutmak gerekmez. Necis olan şey, elbise ve benzeri şeyler olduğu takdirde de içindeki suyun dışarı çıkması için normal miktarda sıkılır. d) Siz, necaset konusunda şiddetli bir hassasiyete yakalandığınızdan dolayı şunu bilmelisiniz ki, necis toz nasıl olursa olsun sizin için necis değildir. Çocuğun elinin necis veya temiz olduğuna da dikkat etmeniz gerekmez. Kanın bedenden temizlenip temizlenmediğini de inceden inceye araştırmanıza gerek yoktur. Bu hüküm; hassasiyetinizin tamamen yok olmasına kadar geçerlidir. e) İslam dininin hükümleri kolaylık üzere kurulmuştur. Bu hükümler insan fıtratıyla tam bir uyum içerisindedir. Öyleyse; bu hükümler yoluyla cisim ve ruhunuza eziyet edip zarar vermeyin. Bu gibi konulardaki ıstırap ve vesveseciliğiniz yaşantınıza acı vermekten başka bir şeye yaramaz. Allah Teala, ne kendinize ve ne de sizinle ilişkide olanlara eziyet etmenize razı değildir. Kolaylık dininin şükrünü yerine getirin. Bu nimetin şükrü de Allah Teala'nın emirlerine uygun olarak hareket etmekle olur. f) Bu durum; geçici ve tedavisi olan bir durumdur. Bir çok insan vesveseye müptela olduktan sonra yukarıda söylenildiği şekilde amel ederek ondan kurtulmuşlardır. Siz de, Allah Teala'ya tevekkül edin, himmet ve iradenizi kullanarak kendinizi bu konuda rahatlatın.
EHL-İ KİTAp VE DİĞER FIRKALARIN HÜKMÜ
S.320: Bazı fakihler ehl-i kitabın temiz, bazıları da necis olduğunu söylüyorlar; bu konuda sizin görüşünüz nedir?
C: Ehl-i kitabın zat itibarıyla necis olduğu malum değildir. Onların zat itibarıyla temiz oldukları görüşündeyiz.
S.321: Ehl-i kitaptan olup da, fikrî olarak peygamber efendimizin peygamberliğine inanan; ama buna rağmen, kendi baba ve dedelerinin geleneklerini sürdüren kimseler taharet açısından kafir hükmündeler mi?
C: Yalnızca peygamber efendimizin peygamberliğine inanması bir kimsenin Müslüman olduğuna hükmetmek için yeterli değildir. Ancak eğer; onlar ehl-i kitaptan sayılıyorlarsa (yine de) temizdirler.
S.322: Bir kaç arkadaşla birlikte bir ev kiraladık; sonra arkadaşlarımızdan birinin namaz kılmadığını gördük, sebebini sorunca, kalben Allah'a inandığını ama namaz kılmadığını söyledi. Biz onunla birlikte yemek yiyoruz ve aramızda geniş ve çok yakın ilişkiler var. Acaba, böyle birisi pâk mıdır?
C: Sadece namazı, orucu veya diğer şer'î farzları terketmesi Müslüman'ın mürtet olmasına (dinden çıkmasına) ve necis olmasına sebep olmaz. Bir Müslüman'ın mürtet olduğu ispatlanmadıkça diğer Müslümanların hükmündedir.
S.323: Ehl-i kitaptan kastedilen hangi dinlerdir. Ve onlarla ilişki sınırlarını belirleyen ölçü nedir?
C: Ehl-i kitaptan maksat, kendisini ilahî bir dine mensup kılıp, Allah'ın peygamberlerinden bir peygamberin (a.s) ümmeti sayan Yahudiler, Hıristiyanlar ve Zerdüştiler gibi semavi kitapları olan kimselerdir. Hatta; yaptığımız araştırmaya göre Sabiiler de ehl-i kitaptandır. İşte bunlar ehl-i kitap hükmünde olan kimselerdir ve İslam'ı ölçü ve ahlaka riayet edilerek bunlarla muaşerette bulunmanın bir sakıncası yoktur.
S.324: Aliyullahiler adında bir fırka vardır; Emir-ul Mü'minin Ali'yi (a.s) ilah olarak kabul eden, namaz ve oruç yerine dua etmeğe inanan bunlar necis midir?
C: Eğer, Emir-ul Mü'minin Ali'nin (a.s) ilah olduğuna inanıyorlarsa, onlar ehl-i kitap olmayan gayri müslimlerin hükmündedir.
S.325: “Hz. Ali (a.s) ilah değildir, ama ilahtan aşağı da değildir” diyen ve Aliyyullahiler olarak adlandırılan fırkanın hükmü nedir?
C: Eğer Allah Teala'ya ortak koşmuyorlarsa, müşrik hükmünde değildirler.
S.326: On iki imam Şiaları tarafından Hz. İmam Hüseyin (a.s) veya Ashab-ı Kisa (a.s) için yapılan nezirler Aliyullahiler fırkasının toplandığı yerlere harcamak -ki, bu gibi yerlerin güçlenmesine sebep oluyor- câiz midir?
C: Muvahhidlerin önderi Hz. Ali'nin (a.s) ilah olduğuna inanmak batıl bir akidedir. Bu inanç kişinin İslam dininden çıkmasına sebep olur. Bu akidenin yayılmasına yardım etmek haramdır; ayrıca, nezredilen şey, ancak nezredildiği yerde harcanabilir.
S.327: Bizim bölgemizde ve diğer bazı bölgelerde kendilerine İsmailiyye ismini veren bir fırka vardır. Bunlar imamlardan altısına inanıyorlar; ama, dinî farizalardan hiç birine inanmıyorlar; yine velayet-i fakih ilkesine de inançları yoktur. Bu fırkaya mensup olanlar necis midir?
C: Yalnızca imamların (a.s) altısına veya herhangi bir dini hükme inanmamak dinin aslını ve peygamber efendimizin peygamberliğini inkara götürmezse, kafir olmaya ve necisliğe sebep olmaz. Ama eğer; imamlardan (a.s) birine ihanet eder veya (haşa) küfrederlerse, kafir ve necis olurlar.
S.328: Halkın mutlak çoğunluğunun kafir (Budist) olduğu bir ülkede bir üniversite öğrencisi bir ev kiralarsa, evin taharet ve necaset açısından hükmü nedir? Bu evi yıkayıp temizlemek gerekir mi? Şunu da belirtmek gerekir ki, bu evler çoğunlukla tahtadan yapıldığından onları yıkamak mümkün değildir. Ayrıca; otellerin ve otellerdeki eşyaların hükmü nedir?
C: Ehl-i kitap olmayan bir kafirin, beden ve elinin tesir edici ıslaklıkla bir şeye değdiği ispatlanmadıkça onun necis olduğuna hükmedilmez; necis olduğu kesin olarak bilinse de ev ve otellerin kapı ve duvarlarını ve onlarda olan eşyaları yıkamak gerekmez. Ancak; necis olan şey yemek, içmek veya namazda kullanılırsa, onu yıkamak gerekir.
S.329: Huzistan bölgesinde kendilerine Sabiiler adını veren büyük bir grup yaşamaktadır. Onlar; “biz Hz. Yahya'ya (a.s) tabiyiz ve onun kitabı bizim yanımızdadır” diyorlar. Din alimlerinin görüşünde de bunların Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen Sabiiler olduğu ispatlanmıştır. Bunların ehl-i kitap olup olmadığı hususunu açıklamanızı rica ediyoruz.
C: Adı geçen taife ehl-i kitap hükmündedir.
S.330: Kafir birinin yaptığı evin necis olduğu ve orda namaz kılmanın mekruh olduğu söylenmektedir. Bu doğru mudur?
C: Böyle bir evde namaz kılmak mekruh değildir.
S.331: Yahudilerin ve diğer kafir fırkalarının yanında çalışmanın ve onlardan ücret almanın hükmü nedir?
C: Eğer iş haram işlerden olmaz, İslam'ın ve Müslümanların genel maslahatlarına da aykırı olmazsa, sakıncası yoktur.
S.332: Askerlik görevini yaptığım bölgede, Elhak mezhebine mensup olan aşiretler yaşamaktadır. Onlardan yoğurt, süt gibi yiyecek, içecek alıp yemek câiz midir?
C: Eğer, İslam'ın temel inançlarına inanıyorlarsa, taharet ve necaset konusunda diğer Müslümanların hükmündedirler.
S.333: Öğretim görevlisi olarak yaşadığımız köyün halkı Elhak fırkasına mensup oldukları için namaz kılmazlar ve biz onların yemek ve ekmeklerinden yemek zorundayız. Çünkü; sürekli olarak bu köyde kalıyoruz. Bu durumda, bizim namazlarımızın bir sakıncası var mı?
C: Eğer tevhidi, nübüvveti veya dinin diğer zaruri hükümlerinden birini inkar etmezler ve peygamber efendimizin risaletinin eksik olduğuna da inanmazlarsa; onların kafir ve necis olduklarına hükmedilmez. Aksi takdirde, onlara dokunulduğunda ve yemeklerini yerken taharet ve necaset hükümlerine riayet edilmelidir.
S.334: Akrabalarımızdan biri komünist idi. Çocukluğumuzda bizlere bir çok eşya ve araç-gereç vermişti. Şimdiye kadar aynı şekilde kalan o eşya ve araç-gereçlerin hükmü nedir?
C: Eğer, kafir ve mürtet olduğu ispatlanır ve bulûğ çağına ulaştığında, Müslüman olduğunu belirtmeden kafirliği seçmiş olursa, onun malları diğer kafirlerin malları hükmündedir.
S.335: Aşağıdaki sorulara cevap vermenizi rica ediyoruz: 1- İlkokul, ortaokul ve lise gibi çeşitli tahsil dönemlerinde erkek veya kız, okulun içinde veya dışında, mükellef olsun veya olmasın batıl Bahai fırkasına mensup öğrencilerle Müslüman öğrencilerin oturup kalkmalarının, tokalaşmalarının hükmü nedir? 2- Bahaî olduklarını söyleyen veya Bahaî oldukları kesin olarak bilinen öğrencilere karşı eğitim görevlilerinin ve öğretmenlerin tutumu nasıl olmalıdır? 3- Su muslukları ve sabun gibi bütün öğrencilerin ortaklaşa kullandıkları eşyaları kullanmanın şer'î hükmü nedir? Elbette, bu gibi eşyalara ıslak el ve bedenle dokunulduğu bilinmektedir.
C: Batıl Bahaî fırkasına bağlı olan her şahıs necistir. Taharetin şart olduğu işlerde, Bahailer'in ıslak olarak temas ettikleri şeyde taharet hükümlerine riayet etmek gerekir. Ama; eğitim görevlileri ve öğretmenlerin Bahaî öğrencilere karşı tutumlarına gelince, onlarla olan ilişkilerin kanunlara ve İslam ahlakına uygun olmalıdır.
S.336: Mü'min kadın ve erkeklerin, sapık Bahaî fırkası karşısındaki görevlerini ve o fırkaya mensup olanların, İslam toplumu arasında bulunmalarının getirdiği yükümlülüklerin neler olduğunu açıklar mısınız?
C: Sapık Bahaî fırkasının hile ve fesatlarına karşı koymak ve diğer Müslümanların onlara meyletmelerini engellemek bütün mü'minlere bir görevdir.
S.337: Bazen sapık Bahai fırkası mensupları bizlere yiyecek veya başka şeyler getiriyorlar, onlardan yararlanmak câiz midir?
C: Onların hediyelerini geri çevirip kabul etmemek farz değildir. Onların bedenlerinin ıslak olarak temas ettiğinden şüphelendiğiniz yerde de, o şeylerin pâk olduklarına hükmedin. Ancak; onları irşat ederek İslam'a meyillendirmeğe çalışmalısınız.
S.338: Çevremizde bir çok Bahaî fırkası mensupları yaşamaktadır. Onlar evimize de çok gelip gidiyorlar. Bazıları, onların necis, bazıları da pâk olduklarını söylüyorlar. Bu Bahailer ise kendilerinden güzel ahlak göstermekteler. Bunlar pâk midir?
C: Onlar necistirler. Onlar sizin din ve imanınızın düşmanıdırlar. Onlardan sakının.
S.339: Müslümanların ve kafirlerin ortak olarak kullandıkları otobüs ve tren koltuklarının hükmü nedir? Bazı bölgelerde kafirlerin sayısı Müslümanlardan daha çoktur. Öte taraftan hava sıcaklığı, terlemeye ve rutubetin sirayet etmesine sebep olduğu da bilinmektedir.
C: Necis oldukları bilinmezse, temiz hükmündedirler.
S.340: Yurt dışında öğrenim görmek gayri müslimlerle ilişkide bulunmayı gerektiriyor. Böyle bir yerde, kafirlerin ıslak elinin temas etme ihtimali olduğu takdirde, onların eliyle imal edilen (şer'î usullere göre kesilmeyen hayvanın eti gibi haramdan olan bir şeyi ihtiva etmemek kaydıyla) gıda maddelerini yemenin hükmü nedir?
C: Yalnızca, kafirin elini yaş olarak gıda maddesine dokundurduğu ihtimali o gıda maddelerinden çekinmeyi farz kılmaz; kesin olarak temas ettiği bilinmedikçe o şey temiz hükmünü taşır. Eğer kafir; ehl-i kitaptan olursa, zat itibariyle necis değildir ve elinin ıslak olarak bir şeye değmesi onun necis olmasına sebep olmaz.
S.341: İslam hükümetinde yaşamakta olan bir Müslüman, bir kafirin hizmetinde olur ve onun bütün masrafları o kafir tarafından karşılanır ve aralarında sıcak dostluk ilişkisi olursa; böyle bir Müslüman'la sıkı ailevi ilişki kurup bazı vakitler onun yemeğinden yemek câiz midir?
C: Sözü edilen Müslüman'la diğer Müslümanların ilişki kurmalarında bir sakınca yoktur. Ancak; söz konusu Müslüman'ın akidesinde ve diğer konularda, hizmet ettiği gayri müslim tarafından saptırılma ihtimali varsa, onun bu işten uzaklaşması ve diğer Müslümanların da onu münkerden nehyetmeleri farzdır.
S.342: Kayınbiraderim (maalesef bazı sebeplerden dolayı) bir kaç yıl önce tamamen dinden çıkarak mürtet oldu. Hatta; dinin bazı mukeddasatına ihanet edecek kadar ileri gitti. Ama, şimdi mürtet oluşundan bir kaç yıl geçtikten sonra, gönderdiği bir mektupla İslam'a inandığını, fakat namaz kılmadığını ve oruç tutmadığını belirtmektedir. Bu durumda, annesinin, babasının ve diğer aile fertlerinin onunla ilişkileri nasıl olmalıdır? Necis telakki edilmesi gereken kafir hükmünde midir?
C: Önceden mürtet olduğu ispatlanmışsa, sonradan tevbe edince pâk olur. Anne-babasının ve diğer aile fertlerinin de onunla ilişkilerinde bir mahzur yoktur.
S.343: Oruç gibi dinin zaruri hükümlerinden birini inkar eden kimse kafir hükmünde olur mu?
C: Eğer dinin zaruriyatından bir şeyi inkar etmesi, peygamberliği inkar etmek veya peygamber efendimizi yalanlamak ya da şeriati eksik bilmek anlamına gelirse bu küfür (kafirlik) ve irtidat sayılır.
S.344: Mürtet ve harbî kafirler için konulan ceza kanunları İslam önderliğinin yükümlülüğü dahilinde olan siyasî bir hüküm müdür? Yoksa kıyamet gününe kadar değişmez olan şer'î bir ceza mıdır?
C: Bu cezalar şer'î ve ilahî olan bir hükümdür.

7
fikh Oruç Hükümleri

Farz Oluşu ve Sıhhatinin Şartları
S.739: Kızım mükellef olmuştur. Fakat; bünyesi zayıf olduğundan Ramazan ayının orucunu tutamıyor. Gelecek Ramazan ayına kadar da orucunun kazasını yerine getiremeyecektir; bu durumda ne yapması gerekir?
C: Sırf zaaf ve güçsüzlükten dolayı oruç ve kazasından aciz olması orucun kazasının ondan kalkmasına sebep olmaz; tutmadığı Ramazan oruçlarının kazasını yerine getirmesi farzdır.
S.740: Yeni bulûğ çağına erdikleri için oruç tutmaları zor olan kızların hükmü nedir? Acaba kızların bulûğ yaşı, dokuz yaşını doldurmaları mıdır?
C: Kızlar için şer'î erginlik yaşı, meşhur kavle göre kameri yıl hesabıyla dokuz yaşını doldurmalarıdır. Dokuz yaşını doldurduktan sonra onlara oruç farz olur; sırf bazı mazeretlerden dolayı oruç tutmayı terketmeleri câiz değildir. Fakat; gün esnasında oruç zararlı olursa veya oruç tutmaları ağır bir meşakket ve güçlüğe sebep olursa, bu durumda oruçlarını yemeleri câiz olur.
S.741: Ben kesin olarak ne zaman mükellefiyet çağına erdiğimi bilmiyorum. Sizden ricam, oruç ve namazımın kazasının ne zamandan itibaren bana farz olduğunu açıklamanızdır. O d?nemde meselenin hükmünü bilmediğim dikkate alınarak; acaba, yediğim oruçların kaffareti de farz olur mu, yoksa sadece kazalarını yerine getirmem yeterli midir?
C: Size farz olan, sadece kesin mükellefiyet çağına erdikten sonra, kaza olduğunu kesin bildiğiniz oruç ve namazlarınızın kazasıdır. Elbette; mükellefiyet çağına erdiğinizi kesin olarak bildikten sonra, bilerek yediğiniz oruçların kazası dışında üzerinize keffaret de farz olur.
S.742: Kızım dokuz yaşında olduğu için oruç üzerine farzdır. Ancak; oruç tutması çok meşakkatli olduğu için yemiştir. Bu durumda orucun kazası ona farz mıdır?
C: Ramazan ayında yediği orucu kaza etmesi farzdır.
S.743: İnsan önemli bir mazereti göz önünde bulundurup orucun kendisine farz olmadığına dâir yüzde ellinin üzerinde bir ihtimale dayanarak oruç tutmaz da daha sonra orucun kendisine farz olduğunun farkına varırsa, kaza ve keffaret hususunda vazifesi nedir?
C: Sırf orucun kendisine farz olmadığı ihtimaliyle Ramazan ayının orucunu yemiş olursa, bu durumda; kaza dışında keffaret de farz olur. Eğer kendisine bir zarar ulaşmasından korkarak orucunu yemişse ve korkusu insanların nezdinde makbul olan geçerli bir sebebe dayanırsa, keffaret farz olmaz, ama; kazasını tutması farzdır.
S.744: G?rev b?lgesinde seferî olmasından dolayı geçen Ramazan ayının orucunu tutmayan bir asker bu yıl yine görev bölgesinde olduğu için büyük bir ihtimalle orucunu tutamayacaktır. Askerliğini tamamladıktan sonra, bu iki yılın orucunu kaza etmek istediğinde üzerine keffaret de farz olur mu?
C: Ramazan ayının orucu, seferde olması mazeretiyle kaza olur ve bu mazeret sonraki Ramazan ayına kadar devam ederse, bu durumda sadece oruçları kaza etmesi farzdır; keffaret vermesi farz değildir.
S.745: Oruçlu kimse cünüp olur ve ?ğleden önce de bunun farkına varmaz; farkına varınca irtimasî gusül ederse* , orucu batıl olur mu? Guslettikten sonra bunu farkederse orucun kazası farz olur mu?
C: İrtimasi gusül alması unutkanlık ve gaflet yüzünden olursa gusül ve orucu sahihtir; orucun kazası farz değildir.
S.746: Öğleden önce ikamet edeceği yere ulaşmak niyetiyle hareket eden seferî bir şahıs yolda karşılaştığı bir olay yüzünden o vakitte ikamet edeceği yere ulaşamazsa, orucu sakıncalı mıdır? Acaba böyle birisine o günün orucunun keffareti de farz mıdır, yoksa sadece kaza etmesi yeterli midir?
C: Seferde tuttuğu oruç sahih değildir, ikamet edeceği yere ulaşamadığı için o günün orucunu kaza etmesi farzdır. Bu durumda keffaret farz olmaz.
S.747: Ramazan ayında uçak iki buçuk-üç saat sürecek uzak bir noktaya gitmek için yüksek bir noktadan uçuş yapmak ister, hostes ve pilot kendi dengelerini iyi korumak için, her yirmi dakikada bir su içmeye ihtiyaç duyarlarsa, bu durumda; kaza dışında keffaret de farz olur mu?
C: Oruç zararlı olursa, yemeleri câizdir. O günün orucunu da kaza etmelidirler. Bu durumda keffaret farz olmaz.
S.748: Ramazan ayında akşam ezanına iki saat veya daha az bir süre kala, hayız olan kadının orucu batıl olur mu?
C: Evet, orucu batıl olur.
S.749: Bedeni ıslanmayacak şekilde özel dalgıç elbisesi ve benzeriyle suya dalan kimsenin orucunun hükmü nedir?
C: Elbise başına yapışmış olursa, orucunun sahih olması sakıncalıdır; ihtiyaten farz olarak orucunu kaza etmelidir.
S.750: Ramazan ayında orucunu yiyerek, aç kalma zahmetinden kurtulmak için kasıtlı olarak yolculuk yapmak câiz midir? (Çünkü yolculuk yapınca seferî olur ve dolayısıyla orucunu yemesi farz olur.)
C: Bu yolculuğun sakıncası yoktur. Yolculuğu, orucun zorluğundan kurtulmak için olsa bile orucu yemesi farzdır.
S.751: ?zerinde farz oruç olan kimse bu oruçlarını tutmak ister, ancak; bir olay nedeniyle farz oruç tutamazsa, sünnet oruca niyet etmesi sahih midir? Mesela; sünnet oruc tutulması uygun olan bir günde güneş doğduktan sonra yolculuğa çıkıp öğleden sonra hiç bir şey yemeden ve içmeden dönerse, niyet vaktinin geçmesi yüzünden farz oruca niyet edemeyen böyle bir kimse, sünnet oruca niyet edebilir mi?
C: ?zerine Ramazan ayının orucunun kazası farz olursa, farz oruca niyet etmenin zamanı geçse bile, müstehap oruca niyet etmesi sahih değildir.
S.752: Ben sigara içmeğe alışkınım. Mübarek Ramazan ayında elimde olmadan (sigara içmediğim için) sinirleniyorum. Bu halim ailemi huzursuz ediyor, ben de şahsen bu durumdan rahatsız oluyorum; bu durumda vazifem nedir?
C: Ramazan ayının orucu üzerinize farzdır; oruçluyken sigara içmeniz veya hiç bir haklı sebep yokken diğerlerine sert davranmanız câiz değildir. Sigarayı bırakmanın sinirlenmeyle de bir alakası yoktur.
Hamile ve Süt Veren Kadın
S.753: Hamile kadına hamileliğinin ilk aylarında oruç tutması farz mıdır?
C: Sırf hamile olmak orucun farz olmasını engellemez; ancak oruç tutması yüzünden kendisi veya cenin için bir zarar geleceğinden korkar ve bu korkusu halk tarafından yerinde bulunursa oruç tutması farz olmaz.
S.754: Hamile olan kadın orucun cenine zararlı olup olmadığını bilmezse oruç tutması farz olur mu?
C: Oruç tuttuğunda cenine bir zarar gelmesinden korkar ve bu korkusu halk tarafından kabul edilen bir sebebe dayanırsa, orucunu yemesi farzdır; aksi durumda oruç tutması farz olur.
S.755: Hamile bir kadın diğer bir çocuğunu da emzirir ve aynı zamanda Ramazan ayının orucunu da tutar, rahmindeki bebeği ölü olarak dünyaya getirirse; önceden oruç tutmasının zararlı olduğuna ihtimal verdiği halde oruç tutmuşsa tuttuğu oruç sahih midir? Diyet vermesi de farz olur mu? Eğer zararlı olmasına ihtimal vermeden tutmuş, ancak sonra zararlı olduğu anlaşılmışsa vazifesi nedir?
C: Önceden orucun zararlı olacağından korkar ve bu korkusu halk tarafından doğrulanacak şekilde olursa veya sonradan orucun kendisine veya cenine zararlı olduğu anlaşılırsa orucu sahih değildir. O orucu kaza etmesi farzdır. Ancak; ceninin diyetinin farz oluşu, annesinin oruç tuttuğu için ceninin öldüğünün ispatlanmasına bağlıdır.
S.756: Allah'a şükürler olsun bir çocuk sahibi oldum. Bebeğime şimdi süt emzirmekteyim; Ramazan ayı girmek üzeredir ve ben oruç tutmaya kararlıyım, ama oruç tuttuğumda bünyem zayıf olduğu için sütüm kesiliyor ve bebeğim ise her on dakikada bir süt istiyor; bu durumda vazifem nedir?
C: Oruç tutmanız sebebiyle, sütünüzün azalması veya kurumasından dolayı bebeğe zarar dokunacağından korkarsanız orucunuzu yemeniz câizdir. Tutamadığınız her günün orucu için fakire bir mudd (yaklaşık 750 gr) taam (yiyecek maddeleri) vermeniz ve sonra da iftar ettiğiniz orucu kaza etmeniz farzdır.
Hastalık ve Doktorun Menetmesi
S.757: Dine bağlılıkları zayıf olan bazı doktorlar, zararlı olduğu bahanesiyle hastaları oruç tutmaktan menetmekteler. Bu gibi doktorların sözleri şer'an geçerli sayılır mı?
C: Doktor kendisi güvenilir olmaz, s?zü de güven kazandırmaz ve orucun zararlı olduğu hususunda endişe ve korkmaya da sebep olmazsa bu durumda onun sözü geçerli değildir.
S.758: Annem yaklaşık onüç yıldır hasta olduğu için bu süre içerisinde oruçlarını tutamadı. Ben, annemin ilaç kullanmak zorunda kaldığı için bu farizadan mahrum olduğunu biliyorum. Bu durumda tutmadığı oruçların kazasının farz olup olmadığı hususunda bizi aydınlatır mısınız?
C: Hasta olduğu için oruç tutamamışsa, tutamadığı oruçlarını kaza etmesi farz değildir.
S.759: Bünyem zayıf olduğundan dolayı bulûğ çağından itibaren oniki yaşına kadar oruç tutmadım; şimdi vazifem nedir?
C: Mükellefiyet çağına ulaştıktan sonra Ramazan ayında tutmadığınız oruçları kaza etmeniz farzdır. Ramazan ayının orucunu kasıtlı olarak ve şer'î bir mazeretiniz olmaksızın yemişseniz, kaza dışında keffaret de farz olur.
S.760: G?z doktoru oruç tutmamı yasaklayarak gözümden rahatsız olduğum için kesinlikle oruç tutmamam gerektiğini söylemesine rağmen rahat edemediğimden oruç tutmaya karar verdim. Ancak; bir çok zorluklarla karşılaştım. Bazen akşam ezanına kadar bir şey hissetmememe rağmen, bazen de ikindi vakitlerinde rahatsız oluyordum. Bu durumda orucun bana farz olup olmadığında şüphe ettiğim halde orucumu akşama kadar sürdürüyordum; sorum şudur: Acaba oruç tutmak bana farz mıdır? Oruç tuttuğum günlerde akşama kadar orucumu sürdürebileceğimden emin olmadığım durumlarda niyetim ne olmalıdır?
C: Dindar ve emin bir doktorun s?züne dayanarak oruç tutmanızın size zararlı olduğuna dâir itminan kazanırsanız veya oruç tuttuğunuzda gözünüze bir zarar dokunmasından endişelenirseniz, oruç tutmanız farz değildir; hatta câiz bile olmaz. Zararlı olacağından endişelendiğiniz durumda oruç niyeti etmeniz de sahih değildir. Ancak; size bir zarar gelmesinden endişelenmezseniz oruç tutmanızın sakıncası yoktur; tabi, orucun sahih olması gerçekten onun zararlı olmamasına bağlıdır.
S.761: Ben tıbbı gözlük kullanıyorum, derecesi şimdi yüksektir, doktora müracaat ettiğimde gözüme özen göstermediğim takdirde gözlüğümün derecesinin daha da yükseleceğini söyledi. Bun yüzden, Ramazan ayında oruç tutmam mümkün olmazsa vazifem nedir?
C: Eğer gözünüze zararlıysa oruç tutmanız farz değildir; hatta orucunuzu yemeniz farzdır. Hastalığınız gelecek Ramazan'a kadar devam ederse, her günün orucu için fakire bir mudd taam ( yaklaşık 750 gr. ağırlığında yemek; pirinç, buğday vb.) vermeniz gerekir.
S.762: Annem ağır bir hastalığa yakalanmıştır. Babam da cismen zayıf olduğu için zorluk çekmektedir ve buna rağmen her ikisi de oruç tutmaktalar. Oruç tutmalarının hastalıklarının şiddetlenmesine sebep olduğu bazen belli oluyor. Şimdiye kadar onları, en azından hastalıkları ağırlaştığında oruç tutmamaya ikna edemedim; bu hususta bizi aydınlatır mısınız?
C: Orucun hastalığa sebep olduğunu veya hastalığı ağırlaştırdığını ya da oruç tutmaya gücü olmadığını belirlemek hususunda ölçü; oruç tutan kimsenin kendi teşhisidir. Ama orucun zararlı olduğunu anlar ve buna rağmen yine oruç tutmak isterse bu durumda oruç tutması haram olur.
S.763: Geçen yıl uzman bir doktor vasıtasıyla böbreklerimden amaliyat oldum. Doktor, ömrüm boyunca oruç tutmamı bana yasakladı. Ben şimdiye kadar hiç rahatsızlık hissetmedim, normal olarak yiyip içmekteyim, bu durumda vazifem nedir?
C: Bizzat kendiniz orucun size zararlı olacağından endişelenmez ve buna şer'î bir deliliniz de olmazsa, Ramazan ayının orucunu tutmanız farzdır.
S.764: Bazı doktorların şer'î hükümden haberdar olmamalarını göz önünde bulundurarak bir kimseyi oruç tutmaktan meneden doktorun sözünü dinlemek farz mıdır?
C: Doktorun s?zünden orucun kendisine zararlı olacağına mutmain olursa veya dokturun s?züne veya halk tarafından kabul edilen diğer bir sebebe istinaden orucun kendisine zararlı olacağından korkarsa, oruç tutması farz değildir.
S.765: B?breğimde taş toplanıyor. Böbrekte kireçlenme yoluyla taş oluşmasından korunmanın tek yolu, devamlı sıvı maddeler içmektir. Doktorlar, oruç tutmamın câiz olmadığına inanmaktalar, bunu dikkate alarak Ramazan ayının orucu karşısında vazifem nedir?
C: B?breğin rahatsız olmasını engellemek gündüzleri su veya sıvı şeyler içmeyi gerektiriyorsa oruç tutmanız farz değildir.
S.766: Şeker hastalığına yakalanan kimseler günde bir veya iki defa iğneyle ensülin kullanmak zorunda kalıyorlar. Böyle hastalar için doktorlar, şeker miktarının ani düşüşünün baygınlığa yol açmaması için bazen günde dört defa yemek yemelerini tavsiye ediyor; bu gibi insanların oruca karşı vazifeleri hakkında görüşünüzü belirtir misiniz?
C: Sabahtan akşama kadar (oruçlu kalıp) yemek ve içmekten sakınmak zararlı olursa oruç tutmaları farz olmadığı gibi, oruç tutmaları câiz bile değildir.
Yemek ve İçmekten Sakınmak
S.767: Oruçlu olan bir kimsenin ağzından kan gelirse, orucu batıl olur mu?
C: Bu yüzden orucu batıl olmaz, ancak kanın boğaza ulaşmasını engellemesi farzdır.
S.768: Oruçlu kimsenin mübarek Ramazan ayında seut otunu (buruna çekilen bir tür ezilmiş ot) kullanmasının hükmü nedir?
C: Bu otu kullanmak burun yoluyla bir şeyin boğaza ulaşmasına sebep olursa câiz değildir.
S.769: Dilin altına bırakılan ve bir kaç dakika sonra dışarı atılan tütün ve diğer şeyden yapılan "nas" maddesi orucu batıl eder mi?
C: "Nas" maddesine karışan salyayı yutmak orucu batıl eder.
S.770: Nefes darlığına yakalanan kimselerin kullandığı sıvı bir maddeyi sıkıştırılmış halde içeren küçük bir ilaç tüpü vardır. Ağıza sıkıldığında, kişinin ağzına gaz tozu püskürtüyor ve solunum yoluyla hastanın akciğerine girerek nefes darlığını gideriyor. Hasta şahıs, bu ilacı günde bir kaç kez kullanmak zorunda kalıyor. Bu tıbbî ilacı kullanmaksızın oruç tutmak imkansız veya çok zor olduğuna göre bu hastaların oruç tutması câiz midir?
C: Ağız yoluyla akciğere dahil olan madde sadece hava olursa, oruca zarar vermez. Ama sıkıştırılmış havayla birlikte ilaç da çıkarsa, bu ilaç toz veya pudra şeklinde olsa bile boğaza girdiği takdirde orucun sahih olması sakıncalıdır ve bu durumda ondan kaçınmak farzdır. Ama bu ilacı kullanmadığı takdirde oruç tutması çok meşakkatli olursa kullanması câiz olur.
S.771: Oruçluyken çoğu zaman tükürüğüm damağımdan sızan kanla karışıyor. Bazen tükürüğümün kanla karışarak mideme gidip gitmediğinden şüphe ediyorum; bu hususta beni aydınlatır mısınız?
C: Damağınızdan akan kan, tükrüğünüzde yok olursa pâktır; onu yutmak da sakıncasızdır. Kanla karışıp, karışmadığında şüphe edilen tükrüğü yutmanın sakıncası olmadığı gibi oruca da zararı yoktur.
S.772: Ramazan ayında bir gün dişlerimi temizlemeden oruç tuttum. Tabiatıyla dişlerimin arasında kalan yemek artıklarını da yutmuyordum. Ancak; onlardan bir kısmı boğazıma kaçtı. Bu durumda; o günün orucunu kaza etmem farz olur mu?
C: Dişlerinizin arasında yemek artıklarının kaldığını veya onların boğazınıza kaçacağını bilmiyorduysanız ve boğazınıza kaçması kasıtlı olmamışsa, o günün orucundan dolayı üzerinize bir şey farz olmaz.
S.773: Damağından çok kan gelen oruçlu kimsenin orucu batıl olur mu? Oruçlu kimsenin bir maşrapayla başına su dökmesi câiz midir?
C: Damaktan çıkan kanı yutmadığı müddetçe orucu batıl olmaz. Maşrapa ve benzeri şeylerle başa su dökmek de oruca zarar dokundurmaz.
S.774: Kadınların tedavi için alttan kullandıkları fitillerin oruca bir zararı var mıdır?
C: Bu ilaçları kullanmanın oruca zararı yoktur.
S.775: Diş doktoru ve diğerlerinin mübarek Ramazan ayında oruçlu bir kimseye iğne yapmasının hükmü nedir?
C: Oruçlu kimsenin iğne yaptırmasının sakıncası yoktur. Ancak; besleyici olur ve damara yapılırsa, ihtiyaten ondan sakınmak gerekir.
S.776: Hastanelerde olduğu gibi, beslenme için sıvı maddeleri damar yoluyla bedene enjekte etmek orucu bozar mı?
C: Oruçluyken damar yoluyla beslenmek için bedene sıvı maddeleri enjekte etmenin câiz olması sakıncalıdır. Bundan sakınmakla ilgili ihtiyat terkedilmemelidir.
S.777: Oruçluyken tansiyonun yükselmesini ?nlemek için hap yutmak câiz midir?
C: Tansiyonun yükselmesini ?nlemek için Ramazan ayında kullanmak zaruri olursa, sakıncası yoktur. Ancak; onu yutmakla oruç batıl olur.
S.778: Tedavi için kullanılan haplara yemek ve içmek denilmediğini görüyoruz. Acaba tedavi için hap kullanabilir miyim; bunun orucuma sakıncası var mıdır?
C: Fitil olarak kullanılan hapların oruca zararı yoktur. Ancak; yutmak yoluyla kullanılan haplar orucu batıl eder.
S.779: Ramazan ayında karım beni cimaya mecbur etti. Bu durumda vazifem nedir?
C: Kasıtlı olarak cima yapan kimsenin hükmündesiniz. Her ikinize kaza dışında keffaret de farzdır.
S.780: Ramazan ayında insanın karısıyla şaka yapmasının oruca zararı var mıdır?
C: Meni çıkmasına sebep olmazsa oruca sakıncası yoktur; aksi durumda câiz değildir. Kasıtlı Olarak Cünüp Kalmak,
S.781: Sabah ezanına kadar bazı zorluklardan dolayı cenabetli kalan (gusül etmeyen) kimsenin oruç tutması câiz midir? C: Ramazan ayı orucu ve kazası hariç, oruç tutmasının sakıncası yoktur. Ancak; Ramazan ayı orucu ve kazasında gusletmekten mazur olursa, teyemmüm etmesi gerekir; teyemmüm de edemezse, orucu sahih olmaz. S.782: Eğer bir adam cenabetli olduğu halde bir kaç gün oruç tutar ve cenabetten temizlenmenin oruç için şart olduğunu bilmezse, cenabetli olarak oruç tuttuğu günlerden dolayı üzerine keffaret farz olur mu, yoksa sadece kazası yeterli midir? C: Eğer cenabetli olduğunu bildiği halde gusül veya teyemmümün de farz olduğunu bilmediği için cenabetli olarak sabahlarsa, ihtiyat gereği hükmü bilmemesi kusurî olmazsa, (hükmü ?ğrenme imkanı olmasına rağmen öğrenmemişse) kaza dışında üzerine keffaret de farz olur. Ama; hükmü bilmemesi kusurî (imkansızlık yüzünden) olursa keffaret farz olmaz; gerçi keffaret vermesi ihtiyata uygundur. S.783: Kaza veya müstehap oruç tutan cenabetli kimsenin güneş doğduktan sonra gusül alması câiz midir? C: Fecir doğuncaya (sabah ezanının vaktine) kadar kasıtlı olarak cenabetli kalırsa, Ramazan ayı orucu ve kazası sahih olmaz. Ama; bunların dışındaki oruçların, özellikle müstehap orucun sahih olması akvadır (güçlü görüştür). S.784: Mübarek Ramazan ayından on gün önce evlenmiş olan mü'min bir kardeşimiz, cenabetle ilgili olarak şer'î hükmün sabah ezanından sonra cünüp olan kimsenin, öğle ezanından önce guslederse orucunun sahih olacağını duymuş (bu hükmü kesin bildiğini bile sanıyormuş) ve buna dayanarak hanımıyla cima ediyormuş, sonradan hükmün bildiği gibi olmadığının farkına varıyor, acaba bunun hükmü nedir? C: Fecir doğduktan sonra kasıtlı olarak cünüp olan kimse, kasıtlı olarak orucunu yiyen şahısın hükmündedir, (bu iş) kaza ve keffareti gerektirir. S.785: Ramazan ayı gecesinde bir yerde misafir olan kimse geceleyin ihtilam oluyor; misafir olduğundan ve yanında da yeterli elbise olmadığından dolayı oruçtan kaçmak için yarın sefere gitmeyi amaçlıyor; acaba, bu şahıs hiç bir şey yemeden sabah ezanından sonra sefere çıkmak niyetiyle hareket ederse, sefere çıkmayı niyet etmesi keffareti üzerinden kaldırır mı? C: Cenabetli olduğunun farkında olarak fecir doğmadan önce gusül ve teyemmüm etmeksizin sabahlarsa, sırf geceleyin sefere çıkmayı amaçlamak veya gündüz sefere çıkmak keffareti düşürmek için yeterli değildir. S.786: Acaba su olmadığından veya başka bir mazeret yüzünden cenabet guslü yapamayacak olan kimsenin Ramazan gecesinde bilerek cünüp olması câiz midir? C: Bu şahsın üzerine farz olan, teyemmüm yapmaktır. Cünüp olduktan sonra teyemmüm için yeterli vakit varsa câizdir. S.787: Mübarek Ramazan ayında sabah ezanından önce uykudan uyanan, fakat ihtilam olduğunun farkına varmadan tekrar uyuyan kimse, sonra sabah ezanı esnasında uyanır ve sabah ezanından önce muhtelim olduğunu kesin bilirse orucunun hükmü nedir? C: Sabah ezanından önce, muhtelim olduğunun farkına varmamışsa orucu sahihtir. S.788: Bir mükellef, mübarek Ramazan ayında sabah ezanından sonra uykudan kalkıp muhtelim olduğunu görür, fakat tekrar uyur, güneş doğduktan sonra (sabah namazını kılmaksızın) uyanırsa, guslünü öğle ezanına kadar geciktirir ve öğleden sonra guslederek öğle ve ikindi namazını kılarsa orucunun hükmü nedir? C: Orucu sahihtir, cenabet guslünü ?ğleye kadar geciktirmesinin sakıncası yoktur. S.789: Ramazan ayı gecesinde sabah ezanından önce muhtelim olup olmadığında şüphe eden bir mükellef, şüphesine itina etmez ve tekrar uyur, sabah ezanından sonra uykudan kalkıp ezandan önce muhtelim olduğunun farkına varırsa orucunun hükmü nedir? C: Birinci uykudan uyandıktan sonra kendisinde ihtilamdan bir eser g?rmez, sadece muhtelim olduğuna ihtimal verir ve durumunu araştırmazsa, tekrar uyuyup ezandan sonra kalkar ve ezandan önce muhtelim olduğunu anlarsa orucu sahihtir. S.790: Mübarek Ramazan ayında necis suyla gusleden ve bir hafta sonra suyun necis olduğunu hatırlayan kimsenin bu müddet içerisindeki oruç ve namazının hükmü nedir? C: Namazı batıldır ve kaza etmesi gerekir; ama orucu sahihtir. S.791: Bir adam yakalandığı bir hastalık yüzünden idrarı damla damla akmaktadır, fakat bu durumu geçicidir. Yani her idrardan sonra bir saat veya daha çok devam etmektedir. Bu adamın oruçla ilgili vazifesi nedir? Şöyle ki, bazı gecelerde cünüp oluyor, ezandan bir saat önce uykudan kalkıyor idrar damlalarıyla beraber meni de çıkması mümkündür; cenabetten temizlenmiş halde sabahlaması için vazifesi nedir? C: Sabah ezanından önce gusleder veya cenabet yerine teyemmüm ederse, -bundan sonra elinde olmaksızın meni çıksa da- orucu sahihtir. S.792: Sabah ezanından sonra veya önce uyur, uykuda muhtelim olur ve ezandan sonra kalkarsa guslü için tanınan müddet ne kadardır? C: Sorudaki takdirde cenabetli olması o günkü orucuna zarar dokundurmaz; ancak namaz için gusletmesi farzdır, guslü namaz vaktine kadar da geciktirebilir. S.793: Ramazan ayı veya başka günlerin orucu için cenabet guslü almayı unutur ve gündüz hatırlarsa vazifesi nedir? C: Ramazan ayında sabah ezanından önce cenabet guslünü unutur ve cünüplü olarak sabahlarsa, orucu batıl olur. İhtiyat gereği Ramazan ayının orucunun kazası (hüküm açısından), Ramazan ayının orucu hükmündedir. Ama; diğer oruçlarda bununla oruç batıl olmaz. Oruçluyken veya Diğer Hallerde İstimna
S.794: Yaklaşık yedi yıldır Ramazan ayı orucunun bir kaç gününü istimna yaparak batıl ettim; ancak üç Ramazan ayı boyunca orucumu kaç gün bozduğumu bilmiyorum, ama 25, 30 günden az olacağını sanmıyorum; dolayısıyla vazifemi iyice bilmiyorum, lütfen keffaretimin miktarını bildirir misiniz? C: Şer'an haram olan istimna yoluyla Mübarek Ramazan ayının batıl edilen her gününün orucu için iki keffaret vardır. Onlar altmış gün oruç tutmak ve altmış fakiri doyurmakdan ibarettir; her gün için altmış miskini doyurmakla ilgili olarak her miskine bir mudd (yaklaşık 750 gr.) yiyecek (buğday, vb. gıda maddelerini) verebilirsiniz, ama nakit para keffaret sayılmaz. Ancak; keffaret sahibi tarafından niyabeten taam (yiyecek) alması ve sonra keffaret olarak onu kendisine kabul etmesi için fakire nakit parayı teslim etmenin sakıncası yoktur. Keffaret taamını satın almak için vereceği paranın miktarı, keffaret vermek için seçtiği buğday, pirinç vs gibi taamın fiyatına bağlıdır. İstimna ile batıl ettiğiniz oruçların kaç gün olduğu hususunda ise kesin bildiğiniz miktarın kaza ve keffaretini yerine getirmekle yetinebilirsiniz. S.795: İstimnanın orucu batıl ettiğini bildiği halde oruçluyken istimna yapan mükellefin, üzerine cem keffareti farz olur mu? İstimnanın orucu batıl ettiğini bilmez ve istimna yaparsa hükmü nedir? C: Her iki durumda kasıtlı olarak istimna yaparsa cem keffareti* farz olur. S.796: Mahrem olmayan kadınla telefonla konuşma esnasında oluşan tedirginlikten dolayı ve arada istimna sebeplerinden hiç birisi olmadan Mübarek Ramazan ayında benden meni çıktı; ancak, o kadınla konuşmam lezzet alma kastıyla değildi, bu durumda acaba orucum batıl olur mu? Eğer batıl olursa keffaret de farz mıdır? C: Daha ?nce bir kadınla konuşmanız yüzünden adetiniz icabı sizden meni çıkmıyorduysa ve o kadınla telefonla konuşmanız şehvet ve lezzet kastıyla da değildiyse, buna rağmen elinizde olmaksızın sizden meni çıktıysa böyle bir şey orucu batıl etmez ve üzerinize de bir şey gelmez. S.797: Bir kaç yıldır Ramazan ayında ve diğer aylarda istimnaya müptela olan kimsenin namaz ve orucunun hükmü nedir? C: İstimna mutlaka haramdır, meni çıkmasına sebep olursa cenabete yol açar; oruçluyken bu işi yaparsa haramla orucu batıl etme hükmündedir. Gusül ve teyemmüm almaksızın, cünüplü olarak namaz kılar veya oruç tutarsa namaz ve orucu batıldır ve onları kaza etmesi farzdır. S.798: Erkeğe, karısının eliyle istimna yapması câiz midir? Ve acaba cima halinde oluşuyla cima dışında oluşu arasında bir fark var mıdır? C: Meni gelinceye kadar erkeğin karısıyla oynamasının ve bedenini bedenine sürmesinin sakıncası yoktur; yine meni gelinceye kadar kadının kocasıyla oynamasının sakıncası yoktur ve bu haram olan istimnadan değildir. S.799: Doktor, bekar bir adamın menisini tahlil etmek ister ve onun da menisini vermesi ancak istimnayla mümkün olursa, istimna etmesi câiz midir? C: Tedavi buna bağlıysa sakıncası yoktur. S.800: Bazı tıp merkezlerinde döllenme yapıp yapamayacağını bilmek amacıyla meni üzerinde tıbbi araştırmalar yapmak için erkekten istimna yapmasını istiyorlar; bu durumda erkeğin istimna yapması câiz midir? C: D?llenme yapıp yapamayacağını bilmek için bile olsa şer'an istimna yapmak câiz değildir. Ancak; eşlerin çocuklarının olmamasına sebep olan hastalığı teşhis etmek buna bağlı olursa câizdir. S.801: Kişinin kendi parmağıyla makattan prostat bezini tahrik etmesi sonucu, beden birden boşalmadan ve gevşemeden meni çıkarmak câiz midir? C: Bu iş câiz değildir, çünkü bu da haram olan bir çeşit istimnadır. S.802: Karısı yanında olmayan erkek şehvetini tahrik etmek için karısını hayal edebilir mi? C: Şehevi hayeller meni çıkarmak için olur veya hayal eden kişi bunun kendisinden meni çıkmasına sebep olacağını bilirse haramdır. S.803: Bulûğ çağına eriştiği ilk dönemlerde Ramazan ayının orucunu tutan bir kimse oruçluyken istimna ederek cünüp olur ve oruç tutmak için cenabetten temizlenmenin gerektiğini bilmeyerek bir kaç gün bu halde oruç tutarsa, sadece o günleri kaza etmesi yeterli midir, yoksa bu konuda başka bir hükmü mü vardır? C: Sorudaki takdirde ona hem kaza, hem de keffaret farzdır. S.804: Oruçlu bir kimse Ramazan ayında şehveti tahrik eden bir manzaraya bakar ve cünüp olursa orucu batıl olur mu? C: Meni çıkması kastıyla bakarsa veya baktığında cünüp olacağını bilirse ya da adet ve alışkanlığı gereğince baktığında cünüp oluyorsa, buna rağmen kasten bakar ve cünüp olursa bilerek cünüp olan kimsenin hükmündedir. İftarla İlgili Meseleler
S.805: Genel toplantılarda ve resmî oturumlarda orucu iftar etmenin vakti hususunda Ehl-i Sünnet'e uymak câiz midir? Bu hususta Ehl-i Sünnet'e uymanın takiyye sayılmadığını ve bunu gerektiren başka bir neden de olmadığını görürse mükellefin vazifesi nedir? C: İftar vaktinin girmesinde mükellefin (ister Şia olsun ister Ehl-i Sünnet'ten) başkalarına uyması câiz değildir. Akşamın girdiğini ve gündüzün bittiğini bizzat kendisi veya şer'î bir delille tesbit etmeden ihtiyari olarak iftar etmesi câiz değildir. S.806: Oruçlu olur da, annem yemeye veya içmeye zorlarsa bu orucumu batıl eder mi? C: Başka birisinin davet ve ısrarıyla bile olsa bir şey yemek ve içmek orucu batıl eder. S.807: Bir şeyi zorla oruçlu kimsenin ağzına sokarlarsa veya oruçlu kimsenin başını zorla suya daldırırlarsa orucu batıl olur mu? Orucunu batıl etmeye zorlarlarsa, mesela "eğer yemezsen mal veya canına bir zarar verilecek" derlerse ve oruçlu kimse bu gibi zararları defetmek için bir şey yerse orucu sahih olur mu? C: Oruçlu kimsenin elinde olmaksızın boğazına bir şey dökerlerse veya başını zorla suya sokarlarsa orucu batıl olmaz. Ancak; başkasının zorlamasıyla kendisi bir şey yerse orucu batıl olur. S.808: Yolculuk etmek isteyen oruçlu kimse ?ğle ezanından önce ruhsat haddine ulaşmadan (bulunduğu yerin en son evlerinin g?rülmeyeceği kadar uzaklaşmadan) önce iftar etmenin câiz olmadığını bilmez, bu hükme vakıf olmazsa ve kendisini seferî sayıp ruhsat haddinden önce iftar ederse orucunun hükmü nedir; kaza etmesi farz mıdır, yoksa başka bir hükmü mü vardır? C: Kasıtlı olarak orucunu yiyen kimse hükmündedir. S.809: Nezle olur da ağzımda bir miktar nezle suyu toplanır ve dışarı çıkaracağıma onu yutarsam orucum batıl olur mu? Ramazan ayının bir kaç gününü akrabalarımdan birinin evinde geçirdim ve bu arada hem nezle olduğumdan ve hem de utancımdan farz gusül (cenabet guslü) yerine teyemmüm etmekle yetindim ve ?ğleden önce gusletmedim. Bu işi bir kaç gün tekrarladım; bu müddet içinde tuttuğum oruçlar sahih midir? Eğer sahih değilse üzerime keffaret farz olur mu? C: Oruçluyken balgam ve nezle suyunu yutmakla boynunuza bir şey gelmez; eğer ağız boşluğuna ulaştıktan sonra yutmuşsanız ihtiyaten orucu kaza etmelisiniz. Ama oruç tutmanız gereken sabahın fecrinden önce guslü terkedip yerine teyemmüm almanız şer'î bir mazeret yüzünden olursa veya teyemmümü vaktin dar olduğu son zamanda alırsanız, teyemmümle orucunuz sahihtir, aksi durumda bu müddet içindeki oruçlarınız batıldır. S.810: Ben demir madeninde çalışmaktayım ve işim gereği her gün maden ocağına girerek çalışmak zorundayım. Oradaki iş araçlarını kullandığımda ağzıma toz kaçıyor; yılın diğer aylarında da durumum b?yledir, bu durumda vazifem nedir? Bu halde orucum sahih midir? C: Oruçluyken toz yutmak orucu batıl eder, dolayısıyla toz yutmaktan kaçınmak farzdır. Ancak; yutmaksızın sırf ağız ve buruna girmesi orucu batıl etmez. S.811: Oruçlu kimsenin, gıda verici ve vitamin taşıyan iğne yaptırmasının hükmü nedir? C: Oruçlu kimse besleyici maddesi olan ve damardan yapılan iğneden ihtiyaten sakınmalıdır. Eğer; yaptırırsa ihtiyaten o günün orucunu kaza etmelidir. S.812: Bir adam Ramazan ayını oruç tutar ve oruçlu olduğu halde orucuna şer'an zararlı olduğuna inandığı bir iş yapar, ancak Ramazan ayından sonra bu işin orucuna zararlı olmadığı anlaşılırsa orucunun hükmü nedir? C: Orucu bozmayı kastetmez ve gerçekten orucu batıl eden bir iş de yapmazsa orucu sahihtir. Orucu Yemenin Keffareti ve Miktarı
S.813: Kendine taam (buğday, pirinç vb.) satın alması için fakire bir mudd (yaklaşık 750 gr.) taamın parasını vermek kifayet eder mi?
C: Fakirin, kendisinden vekil olarak parayla taam satın alacağına ve sonra onu keffaret olarak kabul edeceğine güvenirse sakıncası yoktur.
S.814: Fakirlerden bir grubunu doyurmak için vekil olan bir kişi, kendi çalışması ve aşçılığı karşılığında kendisine verilen keffaret malından ücret alabilir mi?
C: İş ve pişirme ücretini alması câizdir; ancak onu keffaretten alması câiz değildir.
S.815: Hamile olduğu veya doğumu yaklaştığı için oruç tutamayan bir kadın, doğumdan sonra gelecek Ramazan ayından önce tutmadığı oruçları kaza etmesi gerektiğini bildiği halde; kasıtlı veya kasıtsız olarak orucu kaza etmez ve bir kaç yıl geciktirirse sadece o yılın keffaretini vermesi yeterli midir, yoksa geciktirdiği bütün yılların keffaretini mi vermesi gerekir? Kasıtlı olduğu durumla, kasıtsız olduğu durum arasındaki farkı açıklar mısınız?
C: Bir kaç yıl geciktirmiş olsa kazasını geciktirdiği oruçlar için bir kere fidye vermesi farzdır; fidye ise her gün için bir mudd (yaklaşık 750 gr.) taam vermektir. Elbette; sonraki Ramazan'a kadar geçiktirmesi şer'î bir özrü olmaksızın önemsemezlik yüzünden olursa fidye farz olur; ancak orucun sıhhatına engel olan şer'î bir mazereti olursa fidye farz olmaz.
S.816: Hasta olması yüzünden oruç tutamayan ve sonraki Ramazan ayına kadar da kazasını yerine getiremeyen kadının orucunun fidyesi kendisine mi farzdır, kocasına mı?
C: Sorudaki takdirde, her gün için bir mudd taam fidye vermesi kadının kendisine farzdır ve bu fidye kocasına farz değildir.
S.817: ?zerinde on gün farz oruç olan ve Şaban ayının yirmisinde oruçlarını tutmaya başlayan kimse öğleden önce veya sonra kasıtlı olarak orucunu yiyebilir mi? Eğer orucunu öğleden önce veya sonra yerse ne kadar keffaret vermesi gerekir?
C: Bu durumda orucunu yemesi câiz değildir ve eğer kasıtlı olarak öğleden önce yerse keffaret farz olmaz; ancak ?ğleden sonra yerse keffaret farz olur; keffareti ise on fakiri doyurmak ve eğer bunu yapamazsa üç gün oruç tutmaktır.
S.818: İki yıl arka arkaya hamile olan ve bu iki yılda oruç tutamayan, ancak şimdi oruç tutmaya gücü olan kadının hükmü nedir? Üzerine cem keffareti mi farz olur, yoksa sadece tutmadığı oruçları kaza mı etmesi gerekir? Orucunu böyle geciktirmesinin hükmü nedir?
C: Ramazan ayının orucunu şer'î bir mazeret yüzünden tutmamışsa, üzerine sadece kaza farzdır; orucunu yemekte mazereti, orucun rahmindeki veya doğurmuş olduğu bebeğe zarar korkusu olursa -kazayla birlikte- her gün için bir mudd taam fidye vermesi de farz olur; ancak Ramazan ayından sonra şer'î bir mazereti olmaksızın orucun kazasını gelecek Ramazan ayına kadar geciktirirse yine her gün için fakire bir mudd taam fidye vermesi farzdır.
S.819: Orucun keffaretinde kazayla keffaret arasında tertip farz mıdır?
C: Farz değildir.
Orucun Kazası
S.820: Ramazan ayında dini bir görev için seferde olmam nedeniyle üzerimde 18 gün kaza oruç var, vazifem nedir? Acaba üzerime kaza farz olur mu?
C: Seferde olmanız yüzünden tutmadığınız Ramazan ayının oruçlarını kaza etmeniz farzdır.
S.821: Ramazan ayının orucu için ecîr olan (bedelle bir ölüden taraf oruç tutmayı üzerine alan) kimse öğleden sonra orucunu yerse, üzerine keffaret farz olur mu?
C: Keffaret farz değildir.
S.822: Ramazan ayında dini bir görev için seferde olan ve bu yüzden oruç tutamayan kimseler, üzerinden bir kaç yıl geçtikten sonra tutmadıkları oruçları şimdi kaza etmek isterlerse keffaret vermeleri farz mıdır?
C: Ramazan ayının kazasını sonraki Ramazan'a kadar geciktirmeleri, oruç tutmalarına engel olan mazeretlerinin devam etmesi yüzünden olursa, sadece tutmadıkları orucu kaza etmeleri yeterlidir ve her gün için bir mudd fidye vermeleri gerekmez. Ama; ihtiyaten müstehap olarak fidye de vermeleri daha iyidir. Ancak; Ramazan ayının orucunun kazasını sonraki Ramazan'a kadar geciktirmeleri bir mazeret olmaksızın önemsemezlik yüzünden olursa, hem kaza etmeleri ve hem de fidye vermeleri farzdır.
S.823: Cehaleti yüzünden yaklaşık on yıl namaz kılmayan ve oruç tutmayan bir kimse tövbe ederek Allah'a döner ve üzerine farz olduğu halde yerine getirmediği şeyleri yerine getirmeyi azmederse, ancak tutmadığı bütün oruçların kazasını edemez ve üzerine gelen keffareti verecek kadar malı da olmazsa sadece istiğfar etmesi yeterli midir?
C: Hiç bir durumda tutmadığı oruçların kazası üzerinden kalkmaz. Ancak; keffaret olarak iki ay oruç tutamaz ve altmış fakiri de doyuramazsa, mümkün olduğu kadar fakirlere sadaka vermesi farzdır.
S.824: Sonraki Ramazan ayından önce tutmadığı oruçları kaza etmesinin farz olduğunu bilmeyerek oruç tutmayan kimsenin hükmü nedir?
C: Farz olduğunu bilmeyerek kazayı sonraki Ramazan'a kadar geciktirmesinin fidyesi üzerinden kalkmaz.
S.825: 120 gün oruç tutmayan bir kimse ne yapmalıdır; her gün için altmış gün oruç tutması mı gerekir? Ve acaba üzerine keffaret farz olur mu?
C: Tutmadığı Ramazan ayının oruçlarını kaza etmesi farzdır. Eğer, orucu şer'î bir mazereti olmaksızın kasten yemişse, kaza dışında her gün için keffaret vermesi de farzdır. Keffaret ise, altmış gün oruç tutmak veya altmış fakiri doyurmak ya da her birine bir mudd olmak üzere altmış fakire taam vermektir.
S.826: ?zerimde farz oruç varsa, farz oruçlarımın kazası olması niyetiyle ve eğer yoksa, mutlak kurbet kastıyla (Allah'a yakın olmak niyetiyle) yaklaşık bir ay oruç tuttum, bir ay boyunca tuttuğum bu oruç üzerime farz olan kaza oruçlarımdan sayılır mı?
C: İster kaza orucu olsun, ister müstehap, emredildiğiniz şeyi yerine getirme niyetiyle oruç tutarsanız ve üzerinizde de kaza oruç olursa, o oruçlarınız kaza oruçlarınızdan sayılır.
S.827: ?zerine ne kadar kaza orucun farz olduğunu bilmeyen kimse, üzerinde kaza oruç olmadığı inancıyla müstehap oruç tutarsa, tuttuğu bu oruçlar kaza oruçlarından sayılır mı?
C: Müstehap niyetiyle tuttuğu oruçlar üzerindeki kaza oruçlarından sayılmazlar.
S.828: Şer'i hükmü bilmeyerek açlık ve susuzluk yüzünden kasıtlı olarak orucu yiyen kimse hakkında görüşünüz nedir? Bu kimsenin üzerine sadece kaza mı farzdır, yoksa keffaret vermesi de mi gerekir?
C: Şer'i hükmü bilmez ve öğrenme imkanı varken öğrenmezse, kaza dışında ihtiyaten keffaret de vermesi farzdır.
S.829: Bulûğa eriştiği ilk yıllarda, zayıf ve güçsüz oluşundan oruç tutamayan kimse, sadece onların kazasını mı tutmalıdır, yoksa kaza dışında keffaret de mi vermelidir?
C: Oruç tutması zararlı değilmişse ve orucu kasıtlı olarak yemiş ise, kaza dışında keffaret de vermesi farzdır.
S.830: Kaç gün orucu bozduğunu ve kaç gün namaz kılmadığını bilmeyen kimsenin vazifesi nedir? Orucu kasıtlı mı, yoksa şer'î bir mazeret yüzünden mi bozduğunu bilmeyen kimsenin hükmü nedir?
C: Yerine getirmediğini kesin olarak bildiği oruç ve namazları yerine getirmekle yetinmesi câizdir. Kasıtlı olarak orucu bozduğunda şüphe ederse keffaret farz olmaz.
S.831: Ramazan ayında orucunu tutan bir kimse, yemek için sahurda uyanmaz, dolayısıyla akşama kadar oruç tutamazsa ve gündüz başına gelen bir olay yüzünden de orucu bozarsa, üzerine bir keffaret mi, yoksa cem keffaret mi gelir?
C: Açlık, susuzluk vs. gibi sebeplerle tahammülü çetin olan duruma düşünceye kadar orucuna devam eder ve sonra orucunu yerse, sadece kaza farz olur ve keffaret vermesi gerekmez.
S.832: ?zerime farz olan kaza orucunu yerine getirip getirmediğimde şüphe edersem vazifem nedir?
C: Geçmişte üzerinize kaza orucunun farz olduğunu kesin bilirseniz, (oruç tutarak) o kazayı yerine getirdiğinize dâir kesin bilgi elde etmeniz farzdır.
S.833: Bulûğ çağına eriştiğinden bu yana ilk defasında Ramazan ayından 11 gününü oruç tutan, bir gününü öğle üzeri bozan ve 18 gün oruç tutmayan kimse 18 gün için üzerine keffaret geldiğini bilmezse vazifesi nedir?
C: Ramazan ayının orucunu kasıtlı olarak ve kendi isteğiyle tutmazsa, orucu bozduğunda ister keffaretin farz olduğunu bilsin, isterse bilmesin kazadan başka keffaret de üzerine farz olur.
S.834: Doktorun, orucun zararlı olduğunu söylemesi nedeniyle oruç tutmayan hasta, bir kaç yıl sonra orucun kendisine zararlı olmadığını ve doktorun kendisini oruçtan men etmek hususunda yanıldığını anlarsa, üzerine kaza ve keffaret farz olur mu?
C: Güvenilir ve uzman bir doktorun bildirmesi neticesinde veya halk arasında geçerli sayılan başka bir kaynaktan, kendisine bir zarar ulaşacağından korktuğu için oruç tutmazsa, sadece kaza farz olur.
Oruçla İlgili Diğer Meseleler
S.835: Belli bir günde oruç tutmayı nezreden kadın oruç halinde hayız olursa hükmü nedir?
C: Hayız olursa, orucu batıl olur ve temizlendikten sonra kazası farzdır.
S.836: "Deyyer" limanında oturan bir kimse, Ramazan ayının birinden yirmiyedisine kadar oruçlu olur ve yirmisekizinci günün sabahı "Dubay"a yolculuk eder, ayın yirmidokuzunda oraya ulaşırsa ve o gün orada Ramazan bayramı olduğu ilan edilirse vatanına döndüğünde tutmadığı oruçların kazası farz mıdır? Eğer bir günü kaza ederse Ramazan ayında yirmisekiz gün oruç tutmuş olur ve eğer iki günü kaza etmek isterse 29'uncu günde bulunduğu yerde Ramazan bayramı ilan edilmiş olmasıyla çelişir. Bu şahsın hükmü nedir?
C: Yirmidokuzuncu günde o yerde bayram ilan edilmesi şer'an sahih olan bir yolla olursa o günün kazası farz değildir. Ancak; yirmidokuzuncu günde bayram ilan edilmesinden Ramazan ayının ilk gününde orucu yerine getirmediği anlaşılır ve bu yüzden yerine getirmediğini kesin bildiği orucun kazasını tutması farzdır.
S.837: Akşam üzeri bir şehirde iftar eden ve sonra henüz güneşin batmadığı başka bir şehre yolculuk yapan bir kimsenin o günkü orucunun hükmü nedir? Güneş batmadan önce orada yemek yiyebilir mi?
C: Orucu sahihtir ve daha ?nce akşam olduktan sonra şehrinde iftar etmişse, ikinci şehirde güneş batmadan önce yemek yiyebilir.
S.838: Bir şehid, arkadaşlarından birine kendisi için ihtiyaten bir miktar oruç kaza edilmesini vasiyyet eder ve şehidin varisleri ise bu gibi hususlara ?nem vermedikleri için bu işi onlara bırakmak mümkün olmazsa, arkadaşına da bu iş çetin olursa, bu sorunu halletmenin başka bir yolu var mı?
C: Arkadaşı ona kendisinin oruç tutmasını vasiyet ederse bu durumda şehidin varislerinin bu hususta bir vazifesi yoktur; şehitten taraf nayip olarak oruç tutmak arkadaşına zor olursa, oruç onun da üzerinden kalkar.
S.839: Ben çok şüphe eden bir kimseyim veya başka bir tabirle s?yleyecek olursam çok vesvese etmekteyim; dini meselelerde, ?zellikle füru-u din ile ilgili konularda çok şüphe etmekteyim. Şüphelerimden birisi şudur: Ben geçen Ramazan ayında ağzıma yoğun tozun girdiğinde ve onu yutup yutmadığımda şüphe ettim veya ağzıma aldığım suyu dışarı çıkarıp çıkarmadığımda da şüphe ettim; acaba orucum sahih midir?
C: Sorudaki takdirde, orucunuz sahihtir ve bu gibi şüphelere itina edilmez.
S.840: Hz. Fatıma'dan (s.a) nakledilen Kisa hadis-i şerifesi muteber hadis midir? Acaba; oruçlu iken bu hadis Hz. Fatıma'ya (s.a) nispet verilebilir mi?
C: Nispet verme o konudaki kitaplardan nakletme yoluyla olursa sakıncası yoktur.
S.841: Bazı alimlerden ve diğerlerinden, müstehap oruç tutan kimse oruçluyken yemeğe davet edilirse o yemekten yiyebileceğini, bunun orucunu batıl etmediğini ve sevabını aldığını duymaktayız. Bu hususta görüşünüzü açıklar mısınız?
C: Müstehap oruçluyken mü'min bir kimsenin yemeğe davetini kabul etmek şer'an iyi bir iştir ve mü'min kardeşinin davetiyle yemek yemesi orucu batıl ediyorsa da, ancak; insan orucun sevap ve mükafatından mahrum olmaz.
S.842: Ramazan ayında, birinci günün duası, ikinci günün duası şeklinde her gün için özel dualar nakledilmiştir; bu duaların sıhhatinde şüphe edilirse, onları okumanın hükmü nedir?
C: Herhalukârda, o dualar nakledilmiştir ve şer'an beğenilen bir iş sayılacağı ümidiyle okumanın sakıncası yoktur.
S.843: Oruç tutmak isteyen kimse sahur için uyanamaz ve bu yüzden oruç tutamazsa; oruç tutmayışının günahı kendi üzerine midir, yoksa onu uyandırmayan kimsenin üzerine mi? Ve eğer sahurda yemek yemeksizin oruç tutarsa orucu sahih midir?
C: Sahurda bir şey yememek sebebiyle bile olsa oruç tutmaktan aciz olduğu için orucu yemek ma'siyet ve günah değildir ve bu hususta diğerlerinin üzerine bir şey yoktur. Sahurda yemek yemeksizin oruç tutmak da sahihtir.
S.844: Mescid-ul Haram'da i'tikaf günlerinin üçüncü gününün orucunun hükmü nedir?
C: Yolcu olur ve Mekke-i Mükerreme'de on gün kalmayı niyet ederse veya yolculukta oruç tutmayı nezrederse iki gün oruç tuttuktan sonra üçüncü günün orucunu tutarak i'tikafını tamamlaması farzdır. Ancak; on gün kalmaya niyet etmezse ve yolculukta oruç tutmayı da nezretmemişse, yolculukta oruç tutması sahih değildir. Oruç sahih olmazsa, i'tikaf da sahih olmaz.
Hilali Görme
S.845: Bildiğiniz gibi ayın sonunda (veya başında) hilalin şu durumları vardır:
a) Hilalin batışı güneşin batışından önce olur.
b) Hilalin batışı güneşin batışıyla aynı zamanda olur.
c) Hilalin batışı güneşin batışından sonra olur.
Buna g?re şu soruları aydınlatmanızı rica ediyoruz:
1- Fıkhî açıdan bu üç halden hangisi ayın ilk günü sayılır?
2- Bu üç halin dakik elektironik hesap programlarıyla dünyanın en uzak noktaları için hesaplandığını farzedersek, bu hesaplardan gelecek ayın ilk gününü tespit etmek için istifade edebilir miyiz, yoksa gözle görmek mi şarttır?
C: Ayın ilk gününün tespitinde ölçü, güneşin batışından sonra batan ve batmadan önce halk nezdinde normal yöntemle g?rülebilen hilaldir.
S.846: Herhangi bir şehirde Şevval ayının hilali görülmediği halde; (İslam Cumhuriyeti'nde) televizyon ve radyodan Şevval ayının girdiğinin ilan edilmesi yeterli midir, yoksa bunu araştımak mı gerekir?
C: Hilalin g?rüldüğüne veya veliyy-i fakih tarafından bayram ilan edildiğine dâir hüküm verildiğine güven verirse yeterlidir ve araştırmaya gerek yoktur.
S.847: Havanın bulutlu oluşu veya başka sebeplerden dolayı Ramazan veya Şevval ayının ilk gününün hilalinin görünmeyişinden Ramazan ayının ilk günü ve Ramazan bayramı tespit edilemezse, Şaban veya Ramazan ayından otuz gün geçmeden Japonya'da, İran'ın ufukuna uyarak amel etmemiz câiz midir veya takvime mi güvenmemiz gerekir? Hükmümüzü açıklar mısınız?
C: Ufukları bir olan komşu şehirlerde bile ne hilali görme yoluyla, ne iki adilin şehadet vermesi yoluyla ve ne de şer'î hakimin hüküm vermesi yoluyla ayın ilk günü tespit olmazsa, ayın ilk günü olduğunu bilmek için ihtiyat etmek farzdır. Japonya'nın batısında yeralan İran'da hilalin g?rülmesi, Japonya'da yaşayanlar için geçerli değildir.
S.848: Hilalin g?rünmesi hususunda ufukların bir olması şart mıdır?
C: Ufukları bir olan veya yakın olan beldelerde veya doğuda olan beldelerde hilalin görünmesi yeterlidir.
S.849: Ufukların bir olmasından maksat nedir?
C: Maksat bir meridyen çizgisinde olan şehirlerdir; bir meridyende olan iki şehre o iki şehrin ufukları birdir denir.
S.850: Ayın 29'unda "Tahran ve Horasan"da Ramazan bayramı olursa Tahran ve Horasan'la ufukları bir olmayan mesela: "Buşehr"de yaşayanların da bayram etmeleri câiz midir?
C: İki şehrin ufuğu arasındaki fark, birinde hilal görüldüğünde diğerinde görülmeyecek kadar fazla olursa; batıda olan şehirlerde hilalin görünmesi güneşin batıda olan şehirlere oranla daha ?nce battığı doğudaki şehirlerin ahalisi için yeterli değil, ama aksi olursa yeterlidir.
S.851: Bir şehrin alimleri arasında hilalin tesbit olup olmadığı konusunda ihtilaf olur ve onların adil olduğu mükellef nezdinde belli olursa ve her birinin incelemelerinde hassas olduklarına güvenirse, mükellefin vazifesi nedir?
C: Red ve ispatta iki delil arasında ihtilaf olursa, şöyle ki; bazıları hilalin göründüğünün ve bazıları ise görünmediğinin tespit olduğunu iddia ederlerse, bu iki şehadetin çelişmesi hükmüne girer, bu durumda; mükellef her iki görüşü bırakıp, (şer'î bir delil olmadığı durumlarda başvurması gereken) ikinci mertebedeki ilkelere uymalıdır. Ancak; aralarındaki ihtilaf hilalin tespit olduğunda ve tespit olunduğunun bilinmediğinde olursa; şöyle ki, bazıları hilalin g?ründüğünü iddia eder ve diğer bir grup hilali görmediklerini s?ylerlerse hilalin g?ründüğünü iddia eden iki adilin sözleri mükellef için şer'î hüccettir ve onlara uyması farzdır. Yine şer'î hakim (veliyy-i fakih) hilalin göründüğüne hükmederse, bütün mükellefler için hükmü şer'î hüccettir ve ona uymaları farzdır.
S.852: Bir adam hilali g?rür ve aynı şehirde olan hakimin veya başkasının bir sebep yüzünden hilali göremediklerini bilirse, hilali gördüğünü hakime bildirmekle mükellef midir?
C: Bildirmesi farz değildir. Ancak; bildirmediği takdirde şer'î açıdan kötü bir sonuç (mefsede) ortaya çıkacaksa bildirmelidir.
S.853: Bildiğiniz gibi büyük fakihlerden bir çokları ilmihallerinde Şevval ayının ilk gününün ispatlanmasını beş yolla sınırlandırmışlardır. Şer'î hakimin nezdinde tespit oluşu o yolların içinde yoktur. Bu durumda; sırf Şevval ayının ilk gününün bazı taklit mercilerince ispatlanışıyla mü'minlerin çoğu nasıl bayram edebilirler? Bu yolla hilalin tespitine güvenmeyen bir kimsenin vazifesi nedir?
C: Şer'î hakim, (veliyy-i fakih) hilalin tespit olduğuna hükmetmedikçe, sırf onun yanında tespit olması başkalarının kendisine uyması için yeterli değildir. Ancak; bununla hilalin tesbit olduğuna dâir bir kimsede güven hasıl olursa yeterlidir.
S.854: Müslümanların Veliyy-i emri mesela: Yarın Ramazan bayramı olduğuna hükmederse ve radyo-televizyon falan, filan şehirlerde hilalin göründüğünü bildirirse, bayram bütün beldeler için mi tespit olur, yoksa sadece o şehirlerde ve o şehirlerle ufukları bir olan şehirlerde mi tespit olur?
C: Hakimin hükmü bütün beldeleri kapsarsa, hükmü tüm beldelerin şehirlerinde geçerlidir.
S.855: Hilalin küçük ve ince olması ve ayın ilk gününün hilalinin özelliklerinde olması önceki gecenin ayın ilk gecesi olmadığına ve önceki ayın otuzu olduğuna delil olabilir mi? Bir kişi nezdinde Ramazan bayramı tespit olursa ve sonra bu yolla önceki günün bayram olmadığını anlarsa Ramazan ayının otuzuncu gününün kazasını ifa etmesi farz olur mu?
C: Sırf hilalin küçük ve alçakta olması veya büyük ve yüksekte olması, genişliği veya darlığı ayın birinci gecesinin veya ikinci gecesinin hilali oluşuna şer'î bir hüccet ve delil değildir. Ancak; mükellef bundan bu konuda kesin bilgi edinirse, bilgisine göre amel etmesi farzdır.
S.856: Ayın dolunay halinde (ayın ondördüncü gecesi) olduğu geceye istinaden ayın ilk gününü hesaplamak câiz midir? Şöyle ki, bu vasıtayla şek ettiği günün, örneğin; Ramazan ayının otuzuncu günü olduğu tespit edilebilir ki, o gün oruç tutmayan kimse Ramazan ayının otuzuncu günün kazasının kendisine farz olduğunu ve Ramazan ayının bâki olduğunu istishap ederek oruç tutan kimse de bu hususta bir mükellefiyetinin kalmadığını anlar.
C: Bu konu, zikredilen hususlar için şer'î bir delil değildir. Ancak; mükellefin bir şeye kesin bilgi elde etmesine sebep olursa mükellefin kendi bilgisine uygun olarak davranması farzdır.
S.857: Ayın ilk gününde istihlal (hilalı gözleme) farz-ı kifâye midir, yoksa ihtiyaten farz mıdır?
C: İstihlal (hilalı gözleme), şer'an kendiliğinden farz değildir.
S.858: Şaban ayı otuzla bitmese bile Mübarek Ramazan ayının ilk günü hilali görmekle mi tespit olur, takvimle mi?
C: Ramazan ayının ilk günü şu yollarla tespit olur:
a) Mükellefin şahsen hilali görmesiyle.
b) İki adil kişinin şehadetiyle.
c) Halk arasında kesin kanaat getirecek derecede yaygınlaşmasıyla.
d) Şaban ayından otuz gün geçmesiyle.
e) Şer'î hakimin hükmüyle.
S.859: Herhangi bir devletin hilalin g?rüldüğünü ilan edilmesine uymanın câiz olduğu yerde ve bu ilan hilalin diğer beldelerde görüldüğüne dâir ilmi bir ölçü niteliğini taşıdığı takdirde bu devletin İslami bir devlet olması şart mıdır; yoksa zalim ve fasık bir devlet bile olsa bununla amel edilebilir mi?
C: Bu hususta ?lçü mükellefe g?re yeterli olacak bir b?lgede (?rneğin ufukları yakın olan bir bölgede) hilalin görüldüğüne dâir güven hasıl olmasıdır.



8
fikh Namaz Hükümleri

Namazın Önem ve şartları
S.345: Kasten namazı terkeden veya namazı hafife alan kimsenin hükmü nedir?
C: Günlük beş vakit namaz İslam dininin en önemli farzlarındandır; hatta namaz dinin direğidir. Namazı terketmek ve hafife almak şer'an haram olup kıyamette cezalandırılmaya sebep olur.
S.346: Su ve teyemmüm edilecek bir şey bulamayan kimseye namaz farz mıdır?
C: İhtiyat gereği vakit içerisinde namazı kılmalı ve vakitten sonra abdest veya teyemmümle namazı kaza etmelidir.
S.347: Farz namazda niyet nerelerde çevrilebilir?
C: Şu yerlerde niyeti çevirmek farzdır: 1- İkindi namazı esnasında öğle namazını kılmadığının farkına varırsa niyetini ikindi namazından öğle namazına çevirmelidir. 2- Yatsı namazı esnasında akşam namazını kılmadığını hatırlarsa ve niyeti çevirme yeri geçmemişse -dördüncü rekatın rukusuna varmamışsa- niyetini yatsı namazından akşam namazına çevirmelidir. 3- Üzerine tertiple kılması gereken iki kaza namazı farz olur da unutarak sonra kılması gereken namazı önce kılarsa niyetini çevirmelidir. Şu yerlerde de niyeti çevirmek müstehaptır: 1- Farz namazda niyeti edâdan kazaya çevirmek; elbette bununla namazın fazilet vakti geçmezse. 2- Cemaat namazına yetişmek için niyeti farz namazdan müstehap namaza çevirmek. 3- Cuma öğlesinde Cuma Suresi'ni okumayı unutarak başka bir sureyi okuyan ve surenin yarısına yetişen veya yarısını geçen kimsenin farz namazını Cuma Suresi'yle kılmak için niyetini farz namazdan nafile namaza çevirmesi.
S.348: Cuma günü hem Cuma namazını ve hem de öğle namazını kılmak isteyen kimsenin bunların hiç birinin farz olduğunu niyet etmeksizin sadece kurbet kastı mı etmelidir (Allah'a yakın olmak için kılmaya niyet etmelidir) veya birinde farz ve kurbet kastı ve diğerinde ise sadece kurbet kastı mı etmeli, yoksa her ikisinde hem farz, hem de kurbet kastı mı etmelidir?
C: Her ikisinde de kurbet kastı etmek yeterlidir; hiç birinde farz kastı etmek gerekli değildir.
S.349: Namazın farz olduğu ilk vakitten itibaren ağzından veya burnundan kan gelmeye başlar, namazın son vaktine kadar devam ederse hüküm nedir?
C: Vücudunu temizleyemez ve farz namazın vaktinin geçmesinden de korkarsa namazı o haliyle kılmalıdır.
S.350: Namazda müstehap zikirleri okurken vücudun tamamen sâbit olup hareket etmemesi farz mıdır?
C: Namazdaki zikirleri okurken vücudun hareket etmemesinin farz oluşunda, farz ve müstehap zikirler arasında fark yoktur.
S.351: Hastanelerde idrarın dışarı çıkması için bazı kimselere sonda takılıyor, bu durumda ister uykuda olsun, ister uyanık ve ister namaz halinde olsun elinde olmaksızın hastadan idrar çıkıyor, bu halde kıldığı namazı yenilemesi farz mıdır, yoksa bu haliyle kıldığı namaz yeterli midir?
C: Bu haldeki şer'î vazifesine uygun olarak namaz kılarsa, namazı sahihtir, yenilemesi ve kaza etmesi de farz değildir.
Namaz vakİtlerİ
S.352: Günlük farz namazların vakitlerine dâir Şia mektebinin dayandığı deliller nelerdir? Bildiğiniz gibi Ehl-i Sünnet yatsı namazının vaktinin girmesini akşam namazının kaza olmasına delil göstermekteler; öğle ve ikindi namazlarında da durum aynıdır; dolayısıyla yatsı namazının vakti girdiğinde ve imam yatsı namazı için kalktığında me'mum'un bir arada akşam ve yatsı namazlarını kılmak için ona uyamayacağını ileri sürmekteler.
C: Delilimiz Kur'an ayetlerinin ve sünnet-i şerifenin mutlak (kayıtsız ve genel ifadeli) olmalarıdır. Ayrıca cem etmenin (iki namazı bir arada kılmanın) câiz olduğuna delalet eden hadisler de vardır. Ehl-i Sünnet'te de iki namazı birinin vaktinde cem etmenin câiz olduğuna dâir hadisler mevcuttur.
S.353: İkindi namazının vakti akşamla son bulur ve öğlenin vakti, akşama, ikindi namazı kılınacak kadar bir zamanın kalmasıyla son bulur şimdi şunu sormak istiyorum: Akşamdan maksat nedir; maksat güneş battığı zaman mı yoksa akşam ezanının okunduğu zaman mıdır (tabi ufuklara göre)?
C: İkindi namazının vaktinin sonu güneşin batmasıdır.
S.354: Güneşin batmasıyla akşam ezanı arasında kaç dakika geçmesi gerekir?
C: Zahiren, bu mevsimlere göre değişir.
S.355: İşimin gereği ancak gece saat onbirde evime dönebiliyorum, müracaat edenlerin sayısının çok olmasından iş arasında akşam ve yatsı namazını kılmaya fırsat olmuyor; -buna göre- gece saat onbirden sonra akşam ve yatsı namazını kılmak sahih midir?
C: Gece yarısından geciktirilmezse sakıncası yoktur, ancak, namazı geceleyin saat onbirinden sonraya bırakmamaya, hatta namazı ilk vaktinde kılmaya çalışılmalısınız.
S.356: Namazın edâ niyetiyle kılınmasının sahih olması için ne kadarı edâ vaktinde kılınmış olması gerekir? Bu miktarın edâ vaktinde kılınıp kılınmadığında şüpheye düşerse hüküm nedir?
C: Edâ sayılabilmesi için bir rekatının son vakitte kılınması yeterlidir; vaktin, en azından bir rekat için yeterli olup olmadığında şüphe ettiğinizde edâ ve kaza kastı etmeksizin üzerinize olan farz namazı kılma niyetiyle namaz vazifesini yerine getirmelisiniz.
S.357: İslam Cumhuriyetinin gayr-i islamî ülkelerdeki elçiliklerinde, her ülkenin büyük şehirleriyle ilgili şer'î vakitleri belirlemek için zaman cetveli hazırlanmıştır. 1- Bu cetvellere ne kadar güvenilebilir? 2- O ülkenin diğer şehirlerindeki insanların vazifesi nedir?
C: Ölçü, mükellefin itminan etmesidir; (emin olmasıdır) ama bu cetvelin gerçeğe uygun olduğuna itminanı olmazsa ihtiyat etmesi ve şer'î vaktin girdiğine kesin bilgi elde edinceye kadar beklemesi farzdır.
S.358: Fecr-i sadık* ve fecr-i kazib* hakkında görüşünüz nedir? Bu hususta namaz kılan kimsenin vazifesi nedir?
C: Sabah namazı ve oruçta şer'î ölçü Fecr-i Sadık'tır; bu da mükellefin teşhisine bağlıdır.
S.359: Liselerden birinde okul sorumluları öğleden sonra saat ikide, öğrencilerin dersleri başlamadan biraz önce cemaatle öğle ve ikindi namazlarını kılıyorlar. Namazın saat ikiye kadar geciktirilmesinin sebebi ise, sabah derslerinin şer'î öğleden kırk beş dakika önce bitmesi, ve öğrencileri öğlene kadar bekletmenin zor oluşudur. Namazın ilk vaktinde kılınmasının önemini dikkate alarak bu husustaki görüşünüz nedir?
C: İlk vakitte okulda olmadıkları takdirde, namaz kılacak olanlar gelinceye kadar cemaat namazını geciktirmenin sakıncası yoktur.
S.360: Öğle namazını öğle ezanından sonra, ikindi namazını da vakti girdiğinde, yine akşam ve yatsı namazlarını da kendi vakitlerinde (günlük namazları beş vakit olarak) kılmak farz mıdır?
C: Vakit girdikten sonra mükellef namazı cem etmekle ayrı ayrı kılmak arasında serbesttir.
S.361: Ay ışığıyla aydınlık olan gecelerde namaz saatinin girdiğini ve fecr-i sadıkın da doğduğunu kesin olarak bilmek mümkün olmasına rağmen sabah namazı için 15-20 dakika beklemek farz mıdır?
C: Fecrin doğması, sabah namazının vaktinin girmesi ve oruç için yemekten sakınmanın farz oluşunda aydın olan gecelerle diğer geceler arasında bir fark yoktur; gerçi bu hususta ihtiyat etmek iyidir.
S.362: İki il arasında ufukların farklı olmasından kaynaklanan şer'î vakitlerdeki fark her üç vakit için aynı mıdır? Mesela, öğle namazının vaktinde iki il arasındaki fark 25 dakika olursa, sabah ve akşam vakitleri için de aynı miktarda fark geçerli midir? Yoksa sabah ve akşam namazlarında değişiyor mu? C: Sırf fecrin doğmasında veya öğle vaktinde ya da güneşin batışında -akşam vaktinde- aralarındaki farkın aynı olması diğer vakitlerde de aynı farkın geçerli olmasını gerektirmez; üç vakitte -sabah, öğle, akşamda- genellikle çeşitli şehirler arasında zaman farkı aynı değildir.
S.363: Ehl-i Sünnet, akşam namazını (şia mezhebine göre belirlenen) şer'î akşamdan önce kılmaktadır. Hac mevsiminde ve hac mevsimi dışında namazda onlara uymamız câiz midir ve bu namaz yeterli midir?
C: Ehl-i Sünnet'in namazı vaktinden önce kıldığı belli değil; onların cemaatlarına katılarak onlara uymak sakıncasızdır ve -bu namaz- yeterlidir. Ancak; vakit hususunda takiyye söz konusu olmazsa, namazı, vakti girdikten sonra kılmak gerekir.
S.364: Danimarka'da ve Norveç'te bazı mevsimlerde gündüzlerin çok uzun olduğunu dikkate alarak, namaz ve oruca karşı vazifem nedir?
C: Günlük namazlar için her yerin ufuğu göz önünde bulundurulmalıdır; gündüzün uzun olması sebebiyle oruç tutmak çok çetin olursa edâ olarak yerine getirmenin farz oluşu üzerinizden kalkar ve kazası farz olur.
S.365: Güneş ışığının yaklaşık 7 dakikada yeryüzüne ulaştığını dikkate alarak sabah namazının vaktinin sona ermesinde ölçü güneşin doğması mıdır, yoksa güneş ışığının yeryüzüne ulaşması mı?
C: Ölçü, güneşin doğması ve namaz kılacak olan kimsenin bulunduğu ufuktan görünmesidir.
S.366: Radyo, televizyon ve gazete gibi iletişim araçlarıyla her günün şer'î vakti bir gün önceden bildiriliyor, bunlara güvenmek ve radyo veya televizyondan ezan okunmasıyla vaktin girdiğine hükmetmek câiz midir?
C: Ölçü, mükellefin vaktin girdiğine itminan etmesidir.(güvenmesidir.)
S.367: Ezanın başlamasıyla namaz vakti de başlıyor mu, yoksa namaza başlamak için ezanın bitmesini beklemek mi gerekir? Oruçlu kimse ezanın başlamasıyla iftar edebilir mi, yoksa ezanın bitmesini mi beklemesi gerekir?
C: Vakit girdikten sonra, ezanın okunmasına başlandığına itminanı olursa ezanın bitmesini beklemesi farz değildir.
S.368: Tertip üzere kılınması gereken namazlarda, sonra kılınması gereken namazı önce kılmak câiz midir; yatsı namazının akşam namazından önce kılınması gibi?
C: Yanlışlıkla veya gaflet yüzünden öne geçirirse ve bu halde namazı bitirirse namazı doğrudur; ancak bilerek olursa namaz batıl olur.
Kıble Hükümlerİ
S.369: Bazı fıkıh kitaplarında güneşin Mayısın 25'inde ve Temmuzun 17'sinde dikey olarak Ka'be'nin üzerinde olduğu yazılıdır. Bu iki günde dünyanın her hangi bir yerinde Mekke'de ezan okunduğu vakit, yere dikey olarak batırılan çubuğun gölgesiyle kıble yönü teşhis edilebilir mi? Camilerin mihrapları çubuğun gölgesinin yönüyle farklı olursa hangisi doğrudur? Kıblenin yönünü belirlemede kullanılan pusulaya güvenmek doğru mudur?
C: Çubuğun gölgesinin yönüne veya pusulaya güvenmek mükellefe kıble yönü hakkında güven verirse sahihtir ve ona uygun olarak hareket etmek farzdır; aksi takdirde kıbleyi teşhis etmek için camilerin mihraplarına, Müslümanların kabirlerine güvenmenin de sakıncası yoktur.
S.370: Muharebede savaşın şiddeti yüzünden kıble yönünü teşhis edemezse namazı herhangi bir yöne kılmak sahih midir?
C: Vakit olursa dört tarafa namaz kılmalıdır, aksi durumda vaktin yettiği kadar kıble yönü oluşuna ihtimal verdiği taraflara namazı tekrarlamalıdır.
S.371: Kabe'nin ortasından, doğru bir çizgi yeri yararak yerin merkezinden geçirilirse yer küresinin diğer tarafında Kabe'nin karşısındaki noktadan çıkar; o noktada Kıble'ye karşı nasıl durulur?
C: Kıble'ye karşı durmanın farz olmasındaki ölçü yer küresinin üzerinde Ka'be'ye doğru durmaktır; yani, yeryüzünde olan kimse Mekke-i Mükerreme'de bina edilen Kabe'ye karşı durmalıdır; dolayısıyla durduğu noktadan yer küresinin üzerinden Ka'be'ye doğru uzanan tüm çizgiler mesafe açısından eşit olurlarsa o şahıs istediği tarafa durarak namaz kılabilir; ancak bir tarafın Ka'be'yle mesafesi örfen, kıbleye doğru durmuş denilecek kadar az ve kısa olursa kısa mesafeli yönü seçmesi farzdır.
S.372: Kıbleyi bilmediğimiz ve öğrenmek için de bir vesilemizin olmadığı bir yerde her dört tarafın kıble olma ihtimali olursa, üzerimize farz olan vazife nedir?
C: Dört taraf da kıble olma ihtimali yönünden eşitse namazı kıbleye doğru kıldığına dâir kesin bilgi elde edebilmesi için her dört tarafa, aynı namazı tekrarlamalıdır.
S.373: Kıble nasıl teşhis edilir? Güney ve kuzey kutuplarında namaz nasıl kılınır?
C: Kutuplarda kıbleyi tayin etmenin ölçüsü, namaz kılan kimsenin bulunduğu yerden Kabe'ye en kısa ve en yakın çizgiyi teşhis edip o çizgi doğrultusunda durmasıdır.
namaz kılanın yerİ
S.374: Zalim bir hükümetin gasbettiği yerlerde oturmak, namaz kılmak veya oralardan geçmek câiz midir?
C: Gasbedilmiş olduğu bilinirse, gasbedilmiş yerin hükmü uygulanır; dolayısıyla tasarruf etmek câiz değildir ve tasarruf eden kimse zamindir (kefildir).
S.375: Geçmişte vakfolan, sonraları ise hükümetin tasarruf ederek okul yaptığı yerde namazın hükmü nedir?
C: Şer'î bir sebeple tasarruf edildiği ihtimali itina edilir derecede olursa orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.
S.376: Ben bir kaç okulda cemaat namazı kıldırıyorum, bu okulların bazı bölümleri sahiplerinin rızası olmaksızın onlardan alınmıştır; bu okullarda benim ve öğrencilerin namazlarının hükmü nedir?
C: Arsanın şer'î malikinden gasbedildiği ispatlanmazsa orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.
S.377: Bir kimse, humus farz olan bir elbiseyle veya humuslu bir halı üzerinde bir müddet namaz kılarsa bu namazlarının hükmü nedir?
C: Bu gibi mallarda humus farz olduğunu veya onları kullanmanın hükmünü bilmezse geçmiş namazları sahihtir.
S.378: Namazda erkeklerin kadınlardan önde durması farz mıdır?
C: Namazda erkeklerin kadınlardan önde durması farz değildir; hatta aralarında bir karış miktarınca mesafe olursa, kadınların erkeklerden önde durmalarının sakıncası yoktur.
S.379: İmam Humeyni'nin ve İslam İnkılabı şehidlerinin resimlerini camilere asmanın hükmü nedir? Bilindiği üzere İmam Humeyni fotoğrafların camilere asılmamasını istemiştir; bir de bu işin mekruh olduğu da söylenmektedir.
C: Şer'an camilere bu resimleri asmanın sakıncası yoktur; kıble yönünde ve namaz kılanın karşısında olmazsa mekruh da değildir.
S.380: Bir kimse (İslam Cumhuriyetinde) devlete ait bir lojmanda oturuyor, oturma süresi bitmiş ve kendisine evi boşaltması bildirilmiştir; boşaltması için tanınan süre bittikten sonra o kimsenin o evdeki namaz ve orucunun hükmü nedir?
C: Tanınan süre bittikten sonra ilgili yetkililer tarafından evden yararlanma hususunda izinli olmazsa o evdeki tasarrufları gasb hükmündedir.
S.381: Üzerinde resim bulunan halının üzerinde ve resimli mühürlere namaz kılmak mekruh mudur?
C: Bunun kendiliğinden bir sakıncası yoktur. Ancak; Şia'ya iftira edenlerin eline bahane verecek şekilde olursa bu tür şeyleri üretmekten ve üzerinde namaz kılmaktan sakınmak farzdır.
S.382: Namaz kıldığımız yer pâk olmaz, ama; secde ettiğimiz yer pâk olursa namazımız sahih midir?
C: Yerin necaseti elbiseye veya vücuda geçecek şekilde olmazsa ve secde yeri de pâk olursa orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.
S.383: Arsası geçmişte mezarlık olan bir dâirede çalışmaktayım, bundan yaklaşık 40 yıl önce bu mezarlık terkedilmiştir ve 30 yıl önce üzerine bu bina yapılmıştır; şimdi o mezarlığın hepsini dâireler kapsamış, yapımı tamamlanmıştır ve mezarlıktan bir eser kalmamıştır; bu durumda şer'an görevlilerin bu gibi dâirelerde namaz kılmaları sahih midir?
C: Söz konusu binanın arsasının mezarlık için vakfedilmiş olduğu şer'î bir yolla ispatlanması dışında, bu dâireyi kullanmanın ve onda namaz kılmanın sakıncası yoktur.
S.384: Mü'min gençler -marufa emretmek için- haftada bir veya iki gün namazlarını gezi yerlerinde, parklarda kılmayı kararlaştırmışlar; ancak bazı büyükler parkların mülkiyeti belli olmadığını söylüyorlar; oralarda namazın hükmü nedir?
C: Şimdiki parklarda, namaz kılma ve benzeri şekillerde yararlanmanın sakıncası yoktur ve sırf gasbedilmiş olma ihtimaline önem verilmez.
S.385: Şehrimizdeki liselerden birinin arsası bir şahsa aitti. ve şehir planına göre bu arsanın parka dönüştürülmesi gerekiyordu, ama; olağanüstü ihtiyaç yüzünden, valiliğin onayıyla oranın okula dönüştürülmesine karar verildi; sahibinin, arsanın -hükümet tarafından- istimlakına, orada namaz kılınmasına ve benzeri şeylere razı olmadığını açıkladığını dikkate alarak orada namaz kılmanın hükmü nedir?
C: Arsanın, asıl sahibinden alınması İslamî Şurâ meclisi tarafından tasvip edilen ve Anayasa'yı Koruma Konseyi tarafından onaylanan kanun uyarınca gerçekleşmişse oradan yararlanmanın ve orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.
S.386: Şehrimizde birbirine yakın ve aralarında sadece bir duvar bulunan iki cami var; bundan bir süre önce mü'minlerden bir grup, camileri birleştirmek için aralarındaki duvarın büyük bir bölümünü yıktılar, bu hareket bu camilerde namaz kılma hususunda bazılarında şüphe uyandırdı ve bu hususta hâlâ şüphe içindeler; bu meselenin çözümü nedir, açıklar mısınız?
C: İki cami arasındaki duvarın kaldırılması, o camilerde namaz kılmanın sakıncalı olmasını gerektirmez.
S.387: Yollardaki dinlenme tesislerinde yemek yemeyen bir kimsenin, bu tesislerde bulunan namazhanelerde namaz kılması câiz midir, yoksa sahibinden izin mi alması gerekir?
C: Namazhanenin tesis sahibine ait olduğuna ve oradan sadece lokantada yemek yiyenlerin yararlanabileceklerine izin verildiği ihtimali olursa izin alınması farzdır.
S.388: Gasbedilmiş bir yerde seccade, tahta vb. üzerinde namaz kılan kimsenin namazı batıl olur mu?
C: Gasbedilmiş yerde kılınan namaz seccade ve tahta üzerinde de olsa batıldır.
S.389: Günümüzde hükümetin tasarrufunda olan bazı şirket ve kurumlara ait binalar, şer'î mahkemenin hükmüyle sahiplerinin ellerinden alınmış olması sebebiyle bazıları oralarda kılınan cemaat namazlarına katılmıyorlar; bu alanda görüşünüz nedir?
C: Cemaat namazına katılmak esasen zorunlu değildir; isteyen, hangi sebeple olursa olsun cemaat namazına katılmayabilir. Ama; o binanın şer'î açıdan hükmüne gelince; müsadere hükmünü veren yetkilinin kanuni salahiyeti olduğu ve müsadere hükmünü şeriat ve kanun ölçülerine göre verdiği ihtimali olursa şer'an onun amelinin sahih olduğuna hükmedilir; buna göre, oradan yararlanmak câizdir ve gasp hükmüne girmez.
S.390: Bir caminin bitişiğinde hüseyniye olursa orada cemaat namazı kılmak sahih midir ve acaba ikisinin sevabı eşit midir?
C: Camide kılınan namazın, cami dışında kılınan namazdan daha faziletli olduğunda şüphe yoktur; ancak şer'an hüseyniye veya başka bir yerde cemaat namazı kılmak sakıncasızdır.
S.391: Haram müzik çalınan bir yerde namaz kılmak sahih midir?
C: Haram müziği dinlemeyi gerektirecekse orada durmak câiz değildir; ancak orada namaz kılınırsa sahihtir. Müzik sesi, dikkati toplamaya engel olursa, orada namaz kılmak mekruhtur.
S.392: Namaz vakti yaklaştığı bir zamanda kayıklarla önemli görevlere gönderilen kimselerin namazlarının hükmü nedir; şu da var ki, vaktinde namaz kılmazlarsa ondan sonra namazı edâ olarak kılamayacaklardır?
C: Bu durumda, mümkün olacak şekilde kayığın içinde namaz kılmaları farzdır.
Mescİd hükümlerİ
S.393: İnsanın kendi mahallesindeki camide namaz kılmasının müstehap olmasına rağmen mahalle camisini boş bırakarak cemaat namazı için şehrin merkez camisine gitmesinin sakıncası var mıdır?
C: Mahalle camisini terketmek, diğer bir camide ve özellikle şehrin merkez camisinde cemaat namazı kılmak için olursa sakıncası yoktur.
S.394: Banilerinden bazılarının, kendileri ve kendi kabileleri için yaptıklarını iddia ettikleri camide diğerlerinin namaz kılmalarının hükmü nedir?
C: Cami, cami olarak bina edildikten sonra bir kavme, gruba, kabileye ve soya mahsus olmaz; bütün müslümanların ondan istifade etmesi câizdir.
S.395: Kadınların, namazlarını camilerde mi, yoksa evlerinde mi kılmaları daha faziletlidir?
C: Camide namaz kılmanın faziletli oluşu erkeklere mahsus değildir.
S.396: Günümüzde Mescid-ül Haram'la sa'y yeri olan Sefa ve Merve arasında yaklaşık yarım metre yüksekliğinde ve bir metre genişliğinde alçak bir duvar vardır, o duvar mescidle sa'y yeri arasında müşterektir; kadınlar, camiye girmeleri câiz olmayan adet günlerinde -ay başlarında- bu duvarın üzerinde oturabilirler mi?
C: Duvarın, Mescid'in bir parçası olduğuna dâir kesin bilgi olmazsa sakıncası yoktur.
S.397: Mahalle camisinde spor yapmak veya uyumak câiz midir? Diğer camilerde hüküm nedir?
C: Cami spor yeri değildir; camide uyumak ise mekruhtur.
S.398: Gençlere fikrî, kültürel, akidevî ve askerî eğitimler vermek için caminin avlusundan yararlanmak câiz midir? Bu işler için camilerin balkonlarından yararlanmanın hükmü nedir? Bu tür faaliyetler için tahsis edilmiş yerlerin azlığını da hatırlatmak isteriz.
C: Bu, caminin avlu ve balkonunun nasıl vakfedildiğine bağlıdır. Bu alanda caminin cemaat imamı ve dernek üyelerinin görüşlerini almak şarttır; şunu da hatırlatayım ki, cemaat imamı ve dernek üyelerinin muvafakatiyle camilerde gençlere dinî dersler vermek iyi ve takdir edilir bir çalışmadır.
S.399: Bazı bölgelerde, özellikle köylerde camilerde düğün törenleri düzenliyorlar; yani evlerde şarkı söylüyor ve oynuyorlar, sonra kahvaltı veya akşam yemeklerini ise camide yiyorlar, bu iş şer'an câiz midir?
C: Davetlilere camide yemek vermenin kendiliğinden sakıncası yoktur; ancak düğün meclislerini camide düzenlemek caminin İslam'daki değerine ters düştüğü için câiz değildir. Eğlendirici şarkı ve müzik dinlemek gibi şer'an haram olan işler ise mutlaka haramdır.
S.400: Bazı kooparatifler yerleşim bölgeleri yapıyorlar; ilk önce bu yerleşim bölgelerinde cami gibi umumi merkezlerin yapılması hususunda görüş birliği sağlanıyor. Acaba evler şirkete üye olanlara verilince üyelerden bazılarının önceki ittifaktan vazgeçerek, biz cami yapılmasına razı değiliz demeye hakları var mı?
C: Şirket, bütün üyelerinin muvafakatini aldıktan sonra cami yapmaya başlar, bina tamamlanmış ve cami vakfolmuş olursa bazı üyelerin önceki anlaşmalarından vazgeçmelerinin bir etkisi yoktur; ancak bazı üyeler vakıf olması gerçekleşmeden önceki anlaşmalarından vazgeçerlerse bu durumda bütün üyelere ait olan mülkte (arsada) üyelerin rızası olmaksızın cami yapmak câiz değildir; fakat lazım bir akidde (anlaşmada) şirketin bütün üyelerine şirkete ait olan yerin bir bölümünü cami yapmaya ayrılması şart edilirse ve şirketin üyeleri de bunu kabul ederlerse bu durumda, anlaşmadan vazgeçmeye hakları yoktur ve vazgeçmelerinin de bir etkisi olmaz.
S.401: Gayr-i İslamî kültürel saldırıya karşı çıkmak amacıyla yaklaşık otuz ilk ve ortaokul öğrencisini camide topladık; Bu grup, yaş ve fikir seviyelerine göre Kur'an, ahkam ve İslami ahlak dersleri alıyorlar; Koro şeklinde ve org takımı olarak bu gruptan yararlanmanın hükmü nedir? Şer'î ölçülere, (İran'da) radyo, televizyon ve kültür bakanlığının kurallarına riayet edilerek bu tür müzik aletleriyle camide yapılan çalışmaların hükmü nedir?
C: Kültürel saldırıyla mücadele etmek ve marufu emretmek, münkerden sakındırmak farzını yerine getirmek müzik aletlerinden istifade etmeye bağlı değildir, özellikle cami gibi mukaddes bir yerde! İbadet, ve -dinî öğretileri, inkılabî düşünceleri- tebliğ etmek için olan caminin hürmetini korumak farzdır.
S.402: (İran'da) İslami irşad bakanlığı tarafından dağıtılan sinema filimlerini camide, Kur'an derslerinde katılanlara göstermenin şer'î açıdan bir sakıncası var mıdır?
C: Caminin, sinama filimlerinin gösterildiği bir yere dönüştürülmesi câiz değildir; ancak gerek duyulduğu ve ihtiyaç görüldüğü zaman caminin imamının muvafakatiyle bazı filimleri göstermenin sakıncası yoktur.
S.403: Masum imamların doğum günü münasebetiyle camilerde neşelendirici müziklerin yayınlanmasının şer'an sakıncası var mıdır?
C: Açıktır ki, caminin özel dini bir hürmeti vardır; dolayısıyla camiden müzik yayınlamak, onun hürmetine uygun olmazsa, haram olan eğlendirici türden bile olmasa haramdır.
S.404: Sesi caminin dışına çıkan cami hoparlörlerinden istifade etmek ne zaman câizdir? Ezandan önce -hoparlörden- inkılabî marşlar ve Kur'an-ı Kerim yayınlamanın hükmü nedir?
C: Komşular ve mahallede oturanları rahatsız etmeyecek vakitlerde ezandan önce bir kaç dakika Kur'an yayınlanmasının sakıncası yoktur.
S.405: Merkez camiinin tanımı nedir?
C: Bir şehirde, bir kabileye veya çarşıya mahsus olmaksızın o şehrin halkının çoğunluğunun toplanması için yapılan camidir.
S.406: Camilerden birinin üstü örtülü bir bölümü otuz yıldır terkedilmiştir ve orada namaz kılınmamaktadır, bu yüzden harabeye dönüşmüş ve bir bölümü de ambar yapılmıştır. 15 yıldan beri burada yerleşmiş bulunan inkılab muhafızları son zamanlarda bazı onarımlar yapılmışlar. Bu onarımların sebebi ise bu binanın uygun olmayan durumu, özellikle tavanının yıkılmak üzere oluşuydu; ancak, bu birliklerde bulunan kardeşler caminin şer'î hükümlerini bilmediklerinden ve bilenlerin de onları aydınlatmadıklarından caminin bu bölümünde bir takım odalar yapmışlardır ve bu onarımlar için çok miktarda para harcanmıştır, şimdi binanın yapımı bitmek üzeredir; bunu dikkate alarak şu sorulara cevap verir misiniz: 1- Bu işi yöneten ve düzenleyenler, şer'î hükmü bilmedikleri takdirde bu iş için beyt-ul maldan harcanan paradan şer'an sorumlu mudurlar? Ayrıca, bu yüzden günahkâr sayılırlar mı? 2- Harcanan paraların beyt-ul maldan harcandığını göz önünde bulundurarak (caminin bu bölüme ihtiyacı olmadığı ve orada namaz kılınmadığı müddetçe) caminin bütün şer'î hükümlerine riayet edilerek bu odalarda Kur'an ve din hükümlerinin öğretimi ve caminin diğer işleri için yararlanmak câiz midir? Yoksa, bu odaların yıkılması mı gerekir?
C: Caminin üstü örtülü bölümünde yapılan odaların yıkılarak eski haline dönüştürülmesi farzdır. Oraya harcanan paralarda ifrat ve tefrite düşülmemişse, ayrıca, bu iş bilerek yapılmamışsa ve öğrenmemekte de kusur edilmemişse herhangi birinin sorumlu olduğu söylenemez. Caminin üstü örtülü bölümünde cami imamının denetimi altında Kur'an-ı Kerim, din ahkâmı ve diğer İslamî öğreti halkaları oluşturmanın ve bu bölümden dinî törenler için yararlanmanın namaz kılanları rahatsız etmediği taktirde sakıncası yoktur; namaz ve benzeri ibadî vazifelere zarar dokunmaması ve halk birliklerinin camide bulunmaları için cemaat imamının, bu birliklerle ve caminin diğer sorumlularıyla yardımlaşması farzdır.
S.407: Bir kaç cami cadde genişletme planına girmektedirler. Taşıtların rahat hareket edebilmesi için bu camilerin bazılarının tamamen ve bazılarının da bir bölümünün yıkılması gerekiyor, bu hususta görüşünüzü nedir?
C: Önemsenmemesi ve göz ardı edilmesi mümkün olmayan bir maslahat olması dışında, camiyi veya caminin bir bölümünü yıkmak câiz değildir.
S.408: Halkın abdest alması için camilere bırakılan su, az miktarda şahsi istifadeler için kullanılabilir mi? Örneğin, esnaflar, soğuk su olarak veya arabaya koymak için bu sudan alabilirler mi? Bu camileri belirli bir şahıs vakfetmediğinden, onun izin vermesi diye bir şey de söz konusu değildir.
C: Sadece namaz kılanların abdest almaları için vakfedildiği bilinmezse, örfen caminin bulunduğu mahallede komşular ve oradan geçenlerin bu gibi sudan yararlanmaları normal olursa, -ihtiyat etmek daha iyi olmasına rağmen- bu tür istifadelerin sakıncası yoktur.
S.409: Mezarlığın yanında bir cami var; müslümanlar mezarları ziyarete geldiklerinde, -örneğin akrabalarının mezarlarını yıkamak için- camiden su alıyorlar, o suyun camiye vakfolunduğu veya genel halka ait olduğu bilinmiyor; suyun camiye vakfolmadığı, ancak, abdeste ve taharet için kullanmaya tahsis edildiği takdirde bu gibi tasarruflar câiz midir?
C: Caminin dışındaki bir mezarı yıkamak için camiden su almak halk arasında yaygın olur ve kötü (münker) sayılmazsa ayrıca o suyun sadece abdest veya abdest ve taharet için vakfedildiğine dâir delil de olmazsa sakıncası yoktur.
S.410: Caminin onarıma ihtiyacı varsa şer'î hakimden veya onun vekilinden izin almak gerekir mi?
C: Camiyi karşılık beklemeden -kendi veya hayır severlerin malıyla- onarmak, şer'î hâkimden izin almayı gerektirmez.
S.411: Üzerinde çok zahmet çektiğim mahalle camisinde defnedilmeye vasiyet etmem câiz midir? Ben bu caminin içinde veya avlusunda defnedilmeği arzuluyorum.
C: Vakf akdi okunduğunda ölünün defnedilmesi istisna edilmemişse orada defin câiz değildir ve bu alanda vasiyyetiniz geçerli değildir.
S.412: Bundan yaklaşık yirmi yıl önce bir cami yapılmış ve mübarek "Sahibezzeman" (Allah zuhurunu yakın eylesin) ismi verilmiştir ve bu ismin caminin vakıf akdinde zikredildiği de belli değildir; acaba caminin ismini merkez camii olarak değiştirmenin sakıncası var mıdır?
C: Sadece ismin değiştirilmesinde sakınca yoktur.
S.413: Burada eskiden beri süregelen yaygın bir adet var. Muharrem, Sefer, Ramazan aylarında ve diğer dinî münasebetlerde harcanması için camiye adaklar yapılıyor. Son zamanlarda camilerde ısıtma ve benzeri teçhizatlardan yararlanılmaktadır. Mahalle ahalisinden biri ölünce camide onun için anma merasimi (Fatiha meclisi) düzenleniyor. Bu merasimlerde caminin aydınlatma ve ısıtmasından yararlanılıyor ve merasimi düzenleyenler bu masrafları karşılamıyorlar, bu şer'an câiz midir?
C: Özel yas merasimleri ve benzerlerinde caminin imkanlarından yararlanmanın câiz oluşu o imkanların camiye ne adla nezir edildiğine veya ne için vakfedildiğine bağlıdır.
S.414: Bir köyde yeni yapılmış bir cami var (bu cami eski caminin yerine inşa edilmiştir) yeri eski caminin bir parçası olan bu caminin bir köşesinde şer'î hükmü bilmemelerinden dolayı bir çayhane yapmışlar, onun üzerinde de bir kütüphane yapmışlar; bu hususta görüşünüz nedir?
C: Önceki caminin yerinde çayhane yapmak sahih değildir ve oranın yine camiye dönüştürülmesi farzdır; caminin üstü de cami hükmündedir, dolayısıyla caminin bütün şer'î eser ve hükümleri orda da geçerlidir; ancak kitap mütalaa etmek için oraya kitap rafları bırakmak ve orada kitap bulundurmak namaz kılanlara engel olmazsa sakıncası yoktur.
S.415:"Köylerin birinde yıkılmak üzere olan bir cami vardır, yol açmaya engel olmadığından onu yıkmak için de herhangi bir gerekçe yok." Acaba bu camiyi tamamen yıkmak câiz midir? Bu camiye ait bir miktar eşya da var, bu eşyalar kime verilmelidir?
C: Camiyi yıkmak câiz değildir ve genel olarak caminin harabe olması onu camilikten çıkarmaz; caminin eşyaları ve gelirlerine eğer o camide ihtiyaç olmazsa istafade etmek için diğer camilere verilmesinin sakıncası yoktur.
S.416: Şimdiki vakıflarda caminin bir parçasını oluşturan kütüphaneler gibi, caminin binasına girmeden ve camide tasarruf etmeden caminin avlusunun bir köşesinde müze yapmak câiz midir?
C: Caminin avlusunun vakıf şekliyle çelişirse veya caminin binasının değişmesine sebep olursa caminin avlusunda müze veya kütüphane yapmak câiz değildir. Bu iş için caminin yakınında ayrı bir yer yapmak daha iyidir.
S.417: Vakfedilmiş bir yerde cami, dini medrese ve umumi kütüphane yapılmıştır; bunların hepsi şimdi faaliyet halindedir. Burası şimdi belediyenin yıkım projesi içine girmektedir; bunları yıkarak belediyeden yardım alıp daha iyi bir bina yapmak için belediyeyle nasıl yardımlaşılabilir?
C: Belediye onu yıkar da karşılığını verirse bunu almanın sakıncası yoktur; ancak, önemli bir maslahat olmaksızın vakfedilmiş cami ve medreseyi yıkmak hadd-ı zatında câiz değildir.
S.418: Merkez camiyi büyültmek için caminin avlusunda bulunan ağaçlardan bir kaçını kesmek gerekiyor; bu iş câiz midir? Elbette, caminin avlusu büyüktür ve orada çok ağaç bulunmaktadır.
C: Camiyi genişletmeye gerek varsa ve caminin avlusunu camiye eklemek ve ağaçları kesmek vakfı değiştirmek sayılmazsa sakıncası yoktur.
S.419: Önceden caminin üstü kapalı bölümünden olan, belediyenin bayındırlaştırma projesi alanına girdikten sonra yıkılarak yol olan yerin hükmü nedir?
C: Önceki cami haline dönüşmesi ihtimali uzaksa orada camiye dâir şer'î hükümlerin geçerli oluşu belli değildir.
S.420: Ben bir müddettir camilerden birinde cemaat namazı kıldırıyorum ve o caminin nasıl vakfedildiğinden de haberim yok; caminin gider açısından bir takım sorunlarla karşılaştığı dikkate alındığında caminin bodrumunu camiye uygun bir iş için kiraya vermek câiz midir?
C: Bodruma cami denilmezse ve caminin ihtiyacı olan eklerden de olmazsa sakıncası yoktur.
S.421: Caminin giderlerini karşılamak için bir emlakı olmadığından caminin yönetim kurulu -dernek üyeleri- caminin üstü kapalı bölümünün altında bodrum kazmışlar ve caminin ihtiyaçlarını karşılamak için orada bir iş yeri oluşturmak istiyorlar; bu iş câiz midir?
C: Caminin üstü kapalı bölümünün altını işyeri ve benzeri şeyler yapmak için kazmak câiz değildir.
S.422: Kafirlerin, tarihi eserleri görmek için bile olsa müslümanların camisine girmeleri câiz değil midir?
C: Caminin necis olmasını, hürmetinin çiğnemesini veya cünüp birisinin camide durmasını gerektirmezse Mescid-ul Haram dışında diğer camilere girmelerinin kendiliğinden sakıncası yoktur.
S.423: Kafirlerin eliyle yapılan bir camide namaz kılmak câiz midir?
C: Orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.
S.424: Kafir bir kimse cami yapılması için veya camiye yardım için mal bağışlarsa onu kabul etmek câiz midir?
C: Sakıncası yoktur.
S.425: Birisi geceleyin camiye gelerek orada uyur da cünüp olursa ve uyandığında camiden çıkamazsa vazifesi nedir?
C: Camiden çıkamaz ve başka bir yere gidemezse camide kalmasının câiz olması için hemen teyemmüm etmesi farzdır.
dİğer dİnİ yerlerİn hükümlerİ
S.426: Hüseyniyeyi belli şahıslar adına kaydettirmek câiz midir? Ve bu hayır işte katkısı olanlar buna razı olmazlarsa hükmü nedir?
C: Dini törenlerin düzenlenmesi için vakfedilen hüseyniyeleri belli kişilerin adına kaydettirmeye gerek yoktur; herhalukârda hüseyniyeleri bazı kişilerin adına kaydettirmek onun yapımında katkısı olan kimselerin tümümün iznine bağlıdır.
S.427: İlmihal kitaplarında cünüp ve hayız kadının Ehl-i Beyt imamlarının (a.s) haremlerine -türbelerine- girmelerinin câiz olmadığı yazılmıştır; haremden maksat sadece kubbenin altı mıdır, yoksa kubbeye eklenen bütün binaları da kapsamına alır mı?
C: Haremden maksat, kubbenin altı ve örfen harem ve türbe denilen yerlerdir. -Sonradan- eklenen binalar harem hükmünde değildir; dolayısıyla cami unvanı olmazsa cünüp kimsenin ve hayız kadının oraya girmesinin sakıncası yoktur.
S.428: Eski bir caminin yanında bir hüseyniye yapılmıştır, şimdi namaz kılanlar camiye sığmadıklarından söz konusu hüseyniyeden cami olarak yararlanmak için bu hüseyniyeyi camiye eklemek câiz midir?
C: Hüseyniyede namaz kılmanın sakıncası yoktur; ancak hüseyniye, şer'an sahih bir şekilde hüseyniye olarak vakfedilmişse camiye dönüştürülmesi ve cami diye bitişik olduğu camiye katılması câiz değildir.
S.429: İmamzadelerin türbelerine adak edilen sergi ve eşyaların bölgenin merkez camisinde kullanmanın hükmü nedir?
C: İmamzadenin türbesinin ve ziyaretçilerinin ihtiyacından fazla olursa sakıncası yoktur.
S.430: Hz. Ebulfazl (a.s) ve diğerlerinin ismiyle kurulan hüseyniyeler cami hükmünde midir? Bu yerlerin hükmü nedir?
C: Hüseyniyeler cami hükmünde değildir.
Namaz kılanın elbİsesİ
S.431: Necis olduğuna dâir şüpheye düştüğüm elbiseyle kıldığım namaz batıl mıdır?
C: Necasetinde şüphe edilen elbise pâk hükmündedir ve onunla namaz kılmak sahihtir.
S.432: Almanya'dan deri bir kemer satın aldım. Onun doğal deri mi, sun'i deri mi ve yine tezkiye edilmiş (şer'î ölçülere göre kesilmiş) hayvanın mı, yoksa tezkiye edilmemiş hayvanın mı olduğunu bilmiyorum. Onunla namaz kılmanın şer'an bir sakıncası var mıdır? Kıldığım namazların hükmü nedir?
C: Doğal deri olup olmadığında şüphe edilirse onunla namaz kılmanın sakıncası yoktur; ancak onun doğal deri olduğu tespit edilir; ama, şer'î ölçülere göre tezkiye edilip edilmediğinde şüphe edilirse, pâk olmasına rağmen haram olması ve onunla namaz kılmanın doğru olmaması bakımından leş hükmündedir; fakat, önceden kılınan namazlar sahihtir.
S.433: Bedeninde veya elbisesinde necaset olmadığını düşünerek namaz kılan şahıs, sonradan bedeninin veya elbisesinin necis olduğunun farkına varırsa namazı batıl mıdır? Namaz esnasında bunun farkına varırsa hüküm nedir?
C: Bedeninin veya elbisesinin necis olduğunu bilmeyerek namaz kılar ve sonra necis olduğunu anlarsa namazı sahihtir, dolayısıyla namazını yeniden kılması veya kaza etmesi farz değildir; ama namaz esnasında farkına varırsa, namazı batıl edecek bir şey yapmadan, necisin giderilmesi mümkün olursa bu işi yapmalı ve namazını tamamlamalıdır, ancak namazın şeklini koruyarak necisi gideremezse ve vakit de geniş olursa namazı bozup necisi giderdikten sonra namazı yeniden kılması farzdır.
S.434: Eti yenilmeyen hayvanların bir parçasının insanın üzerinde bulunduğunda ihtiyaten farz olarak namazı yenilemesi gerektiğini söyleyen bir müçtehidi taklit eden kimse, eğer doğru şekilde kesilip kesilmediğinde şüphe ettiği bir hayvana ait deri parçasını namazda üzerinde bulundurursa bu halde kıldığı namazların hükmü nedir? Elbette, söz konusu deri parçasını kemer gibi namazda satır (örtü) olmaya yeterli olmayan bir şey olarak bulundurmuştur.
C: Tezkiye edilip edilmediğinde (şerî usullere göre kesildiğinde) şüphe edilen hayvan, yenilmesinin haram oluşu ve onda namaz kılmanın câiz olmayışı açısından leş hükmündedir; fakat pâktır.
S.435: Bir kadın namaz esnasında saçının göründüğünün farkına varır da hemen örterse namazını yenilemesi farz mıdır?
C: Saçını görünmesi kasten açmamışsa namazı yenilemek farz değildir.
S.436: Birisi idrar yerini taş veya ağaç ya da başka bir şeyle temizlemek zorunda kalır ve eve döndüğünde de suyla temizlerse; bu durumda namaz için iç çamaşırını değiştirmesi veya temizlemesi farz mıdır?
C: Elbisesi idrar rutubetiyle necis olmamışsa temizlemesi farz değildir.
S.437: İthal edilen bazı sanayi araçlarının kullanımı ancak İslam fıkhına göre kafir ve necis sayılan yabancı mutahassısların yardımıyla gerçekleşiyor; onlar, bu araçları el vasıtasıyla yağlıyorlar; dolayısıyla, bu araçların pâk olması mümkün değildir. Çalışma esnasında işçilerin beden ve elbiselerinin bu aletlere değdiğini iş arasında beden ve elbiselerini tamamen temizleme fırsatı bulamadıklarını dikkate alarak namazla ilgili olarak vazifelerinin ne olduğunu söyler misiniz?
C: Makine ve aletleri çalıştıran kafirin, pâklığına hükmedilen ehl-i kitap oluşuna veya çalışma esnasında eldiven giydiğine ihtimal verilirse sırf kafir çalıştırdığı için makine ve aletlerin kesin olarak necis olduğu söylenemez; ancak, aletlerin dolayısıyla çalışma anında elbise ve bedenin necis olduğu kesin olarak bilindiği takdirde namaz için bedenin temizlenmesi ve elbisenin temizlenmesi ya da değiştirilmesi farzdır.
S.438: Namaz kılan şahsın, kan ile necis olmuş mendil veya benzeri bir şeyi üzerinde taşıması veya onu cebine bırakması namazı batıl eder mi?
C: Mendil avret mahallini örtemeyecek kadar küçük olursa sakıncası yoktur.
S.439: Günümüzdeki mevcut alkollü kokuların sürülmüş olduğu elbiseyle namaz kılmak sahih midir?
C: Söz konusu kokunun necis olduğu bilinmezse onunla namaz kılmanın sakıncası yoktur.
S.440: Namazda kadına vücudunu ne derecede örtmesi farzdır? Kısa kollu elbiseyle ve çorapsız olarak namaz kılmanın sakıncası var mıdır?
C: Ölçü, elbisenin çarşaf gibi yüzün abdestte yıkanması farz olan miktarı, bileklere kadar eller, ayak bileklerine kadar da ayaklar dışında bütün bedeni örtmesidir.
S.441: Kadınlara namazda ayaklarını örtmeleri farz mıdır?
C: Bileklere kadar ayakları örtmek farz değildir.
S.442: Örtünürken ve namazda çenenin tamamını örtmek farz mıdır, yoksa sadece alt kısmını örtmek yeterli midir veya çeneyi örtmek, yüzün şer'an farz olan miktarını örtmenin mukaddimesi olduğu için mi farzdır?
C: Çenenin tamamını değil, sadece alt kısmını örtmek farzdır; çünkü, çene yüzden sayılır.
S.443: Çorap ve takke gibi namazda örtü olarak yeterli olmayan necis olmuş şeyle ilgili hüküm, unutarak veya hükmü bilmeyerek ya da hükmü bilip de bunların necis olduğunu bilmeyerek kılınan namazlara mı mahsustur, yoksa mevzuda (namazda örtü sayılmayacak şeylerin necis olup olmadığında) şüphe etme veya hükümde (bu tür şeylerin necis olması namazı batıl edip etmediğinde) şüphe etme durumunu da mı kapsamına almaktadır?
C: Hüküm sadece unutma ve bilmemek durumuna mahsus değildir; namazda örtü olarak yeterli olmayan bir şey necis olursa, bildiği ve farkında olduğu durumda bile onunla namaz kılmak câizdir.
S.444: Namaz kılan kimsenin üstünde kedi tüyü veya salyasının bulunması namazı batıl eder mi?
C: Evet, namazın batıl olmasına sebep olur.
Gümüş ve altın kullanmak
S.445: Erkeklerin altın yüzük takmasının hükmü nedir? (Özellikle namazda).
C: Erkeklerin altın yüzük takması câiz değildir ve onunla kılınan namaz da batıldır.
S.446: Erkeklerin beyaz altından (plâtinden) yapılmış yüzük takmasının hükmü nedir?
C: Beyaz altın denilen şey, sarı altında bulunan maddeden başka bir maddeye sahipse ondan yapılan yüzüğü takmak haram değildir.
S.447: Zinet için olmaz ve kimse de göremezse şer'an altın takmalarının sakıncası var mıdır?
C: Ziynet kastıyla olmasa ve başkaları görmese bile erkeklerin mutlak surette altın takmaları haramdır.
S.448: Erkeklerin altın kullanmasının hükmü nedir? Bazılarının nikah akdi okunması gibi kısa bir zaman için erkeğin altın takmasının sakıncasının olmadığını iddia ettiklerini görüyoruz.
C: Erkeklerin altın kullanmaları haramdır; ister kısa süreli olsun, isterse uzun süreli, haram olma yönünden hiç bir farkı yoktur.
S.449: Namaz kılanın elbisesinin hükümlerini ve erkeğin altınla zinet etmesinin haram olduğunu dikkate aldığımızda şu hususların hükmü nedir: a) Altınla ziynetlenmekten maksat erkeklerin mutlak olarak, hatta kemik ameliyatı ve diş yaptırma gibi durumlarda bile altın kullanmaları mıdır? b) Yaşadığımız bölgenin gelenekleri gereği, yeni evlenen gençler sarı altından olan nişan yüzüğü takarlar; bunun halkın genelinde kesinlikle erkek için ziynet sayılmadığı, sadece kişinin evlilik hayatına başladığının belirtisi olduğu dikkate alındığında bunun hükmü ne olur?
C: a) Erkeklerin altın kullanmasının haram oluşunun ölçüsü ona “ziynet” denilmesi değildir. Her ne şekilde ve her ne niyetle olursa olun, erkeklerin altın takmaları haramdır. Neticede altın takmak ister yüzük olsun, ister bilezik, ister zincir vb. olsun erkeklere haramdır. Ama ameliyatta veya diş yapımında erkeğin altın kullanmasının sakıncası yoktur. b) Erkeklerin sarı altından olan nişan yüzüğü takmaları mutlak surette haramdır.
S.450: Kadınların kullanmadığı erkeklere mahsus altın mücevherlerin yapım ve satımının hükmü nedir?
C: Altın mücevherler yapmak erkeklerin kullanması için olursa haramdır; yine onun bu gayeyle alım ve satımı da haramdır.
S.451: Bazı misafirliklerde gümüş tabaklarda tatlı sunduklarını görmekteyiz; bu, gümüş tabakta yemek yemek sayılır mı? Hükmünü açıklar mısınız?
C: Yemek kastıyla gümüş tabaktan bir şey almak haramdır.
S.452: Erkekler için dişleri altınla kaplamak veya altın diş taktırmak câiz midir?
C: Sakıncası yoktur; ancak ziynet için olursa -ikisi aşağı ve ikisi yukarıda olmak üzere- öndeki dört dişte sakıncalıdır.
S.453: Dişleri altınla kaplamanın sakıncası var mıdır? Dişleri platinle kaplamanın hükmü nedir?
C: Dişleri altın veya platinle kaplamanın sakıncası yoktur; ancak ziynet için olursa dişleri, özellikle alt ve üst taraftan ön dişleri altınla kaplatmak sakıncasız değildir.
Ezan ve İkaAmet
S.454: Bizim köyümüzde müezzin devamlı Mübarek Ramazan ayında halkın, sabah ezanı okunurken veya ezan bitinceye kadar yemek yiyebilmesi ve su içebilmesi için vaktin girmesinden bir kaç dakika önce ezan okuyor; acaba bu iş câiz midir?
C: Ezanın çabuk okunması halkı yanıltmazsa ve fecrin doğduğunu ilan etmek için olmazsa sakıncası yoktur.
S.455: Bazıları marufu emretme ve münkerden nehyetme vazifesini yerine getirme amacıyla umuma ait yollarda toplu olarak ezan okuyorlar ve onların bu hareketinin bölgede fesadı önlemekte ve diğerlerini, özellikle gençleri namazı ilk vaktinde kılmaya teşvik etmekte büyük bir etkisi vardır. Ancak, birisi bu hareketin İslam dininde yeri olmadığını, bunun bid'at olduğunu öne sürdü ve onun bu sözü bizde şüphe uyandırdı; bu konuda görüşünüzü açıklar mısınız?
C: Günlük farz namazları ilan etmek için ilk vakitte ezan okunması, onun işitenler tarafından tekrarlanması ve okunduğunda sesin yükseltilmesi tekid edilen şer'î müstehaplardandır; yolların kenarında topluca ezan okumak da hürmetsizliğe, yolu kapamaya ve başkalarını rahatsız etmeye sebep olmazsa sakıncası yoktur.
S.456: Ezan okumak, siyasî-ibadî bir amel olup çok sevabı olduğundan bazı mü'minler namaz vakti girdiğinde, özellikle sabah namazı vaktinde evlerinin damına çıkarak hoparlörsüz ezan okumaya karar almışlar. Sorum şu: Komşulardan bazıları bu amele itiraz ettiği durumda bunun hükmü nedir?
C: Başkalarını rahatsız etmemek ve komşuların evlerine bakmamak şartıyla yaygın olduğu şekilde damın üzerinde ezan okumanın sakıncası yoktur.
S.457: Mübarek Ramazan ayının seherlerine mahsus programları (sabah ezanı dışında) herkesin duyması için caminin hoparlöründen yayınlamanın hükmü nedir?
C: Mübarek Ramazan ayının gecelerinde Kur'an okumak, dua okumak, dini programlara katılmak vb. için halkın genelinin uyanık kaldığı yerlerde sakıncası yoktur; ancak caminin komşularını rahatsız edecek olursa câiz değildir.
S.458: Cami ve diğer merkezlerde sabah ezanından önce bir kaç kilometreye ulaşan yüksek sesle Kur'an-ı Kerim ve ezandan sonra dua yayınlamak câiz midir? Bu durumun bazen yarım saattan fazla sürdüğünü de hatırlatalım.
C: Sabah namazının vaktinin girdiğini ilan etmek için yaygın olan şekilde ezanı hoparlörden yayınlamanın sakıncası yoktur; ancak hangi vakitte olursa olsun caminin hoparlöründen Kur'an, dua vb. şeyleri yayınlamanın komşuları rahatsız ettiği taktirde şer'î bir dayanağı yoktur; hatta bu iş sakıncalıdır. Esasen Kur'an ve dua yayınlayarak başkalarını rahatsız etmek doğru değildir.
S.459: Erkeğin, namaz için kadının okuduğu ezanla yetinmesi câiz midir?
C: Bütün bölümlerini duyarsa kadının ezanıyla yetinmesinin câiz oluşu uzak bir görüş değildir.
S.4
0: Farz namazlar için okunan ezan ve ikaametde Hz. Ali'nin (a.s) emirliğine, velayetine dâir üçüncü şehadeti vermek hususunda görüşünüz nedir?
C: Şer'an ezan ve ikaametin cüzü değildir; ancak ezan ve ikâmetin bir cüzü olduğu kastıyla olmazsa sakıncası yoktur. Hatta, Resulullah'ın (Allah'ın selamı ona ve masum vasilerine olsun) halifesi hususunda kendi inancını itiraf etmek ve dile getirmek için olursa şer'an iyi bir iştir.
9
fikh Namaz Hükümleri

Namazın Önem ve şartları
kıraat hükümlerİ
S.461: Sesli kılmadığımız namazların hükmü nedir?
C: Erkeklerin sabah, akşam ve yatsı namazlarında Fatiha ve sureyi sesli okumaları farzdır. Bilerek sesiz okurlarsa namazları batıl olur.
S.462: Sabah namazının kazasını kılmak istediğimizde sesli mi kılmamız gerekir, sessiz mi?
C: İster kaza olsun, ister edâ her durumda, sabah, akşam ve yatsı namazlarında hatta gündüz kaza edilse bile Fatiha ve sureyi sesli okumak (erkeklere) farzdır.
S.463: Bir rekatın niyet, tekbiret-ul ihram, Fatiha suresi, sure, rüku ve secdeden oluştuğunu, diğer taraftan öğle ve ikindi namazının bütün rekatlarının, akşam namazının üçüncü rekatının ve yatsı namazının son iki rekatının sessiz kılınması gerektiğini de biliyoruz; ancak radyo ve televizyonda üçüncü rekatın rüku ve secdesini sesli kıldıklarını görüyoruz. Oysa üçüncü rekatın rüku ve secdesi de sessiz kılınması gereken rekatın bir cüzüdür; bu meselenin hükmünü açıklar mısınız?
C: Sabah, akşam ve yatsı namazlarını sesli kılmanın, öğle ve ikindi namazlarını ise sessiz kılmanın farz oluşu yalnız Fatiha ve surenin kıraatı (okunuşu) için geçerlidir. Nitekim, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekatından sonraki rekatları sessiz kılmanın farz oluşu da sadece Fatiha veya tesbihatın okunuşu için geçerlidir. Rüku ve secde zikrinde, teşehhüdü, selamı okumada ve günlük beş vakit namazın diğer zikirlerinde mükellef sesli ve sessiz okuma arasında serbesttir.
S.464: -Günlük onyedi rekat dışında- onyedi rekat da ihtiyaten kaza namazı kılmak isteyen kimse sabah, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekatını sesli mi kılması gerekiyor, sessiz mi?
C: İhtiyaten kılınsa bile günlük namazları sesli veya sessiz kılmanın farz oluşunda kazayla edâ arasında hiç bir fark yoktur.
S.465: Salat (namaz) kelimesinin "ta" harfiyle bittiğini biliyoruz, ancak ezanda hayye ala-s salah ("ha" harfiyle) şeklinde okunuyor; bu sahih midir?
C: Vakfedildiğinde (durulduğunda) salat kelimesini "ha" ile bitirmenin sakıncası olmadığı gibi bu gereklidir de.
S.466: İmam Humeyni (kuddise sirruh) "Fatiha Suresi'nin Tefsiri"nde "melik" şeklindeki kıraatın "malik" şeklindeki kıraata tercih edildiğini ileri sürmüştür; farz ve farz olmayan namazlarda Fatiha Suresi'ni okurken bu kelimeyi her iki şekilde okumak sahih midir?
C: Bu hususta ihtiyat etmenin (her ikisini de okumanın) sakıncası yoktur.
S.467: Namaz kılan kimse "gayr-il mağzubi aleyhim..." cümlesini okurken hemen atfetmek yerine vakfetmesi ve sonra "ve la-z zallin" cümlesini söylemesi sahih midir ve yine teşehhüdde "Allahumme salli ala Muhammedin ve âl-i Muhammed" cümlesinde "Muhammed" kelimesi üzerinde vakfederek daha sonra "ve Âl-i Muhammed" söylemesi sahih midir?
C: Cümlenin bütünlük ve birliğini bozmayacak kadar vakfetmenin sakıncası yoktur.
S.468: İmam Humeyni'ye (kuddise sirruh) şöyle bir soru yöneltildi: Tecvid ilminde "Zad" harfinin telaffuzu hususunda bir kaç görüşün olduğuna göre siz hangi görüşe amel ediyorsunuz? İmam (kuddise sirruh) bu soruya şu cevabı verdi: Harflerin mahreçlerini -çıkış yerini- tecvid bilginlerinin görüşüne göre bilmek farz değildir; her harfin telaffuzu, Arap örfünde “bu şahıs şu harfi edâ etti” denecek şekilde olmalıdır. Soru şudur: a) “Arap örfünde bu şahıs şu harfi edâ etti” ibaresinin yorumu nasıldır? b) Tecvid kuralları sarf ve nahiv kuralları gibi Arap örfü ve lügatından alındığına göre, Arab'ın örf ve lügatının birbirlerinden ayrıldığı nasıl söylenebilir? c) Bir kimse kıraattaki harfleri doğru mahreçlerinden -çıkış yerlerinden- edâ etmediğini veya genel olarak harf ve kelimeleri doğru bir şekilde edâ etmediğini -sağlam bir yolla- bilirse ve her açıdan sahih kıraatı öğrenmeye uygun ortam olursa, şöyle ki: Öğrenmek için iyi bir yeteneği veya uygun bir fırsatı olursa -yeteneği çerçevesinde- sahih kıraatı veya sahihe yakın bir kıraatı öğrenmeye çalışması farz mıdır?
C: Kıraatın sıhhatinde ölçü, tecvid kurallarının iktibas ve istihraç kaynağı sayılan arapların nezdindeki kıraattir. Buna göre, tecvid bilginlerinin, harflerden birinin nasıl kıraat edildiği hususundaki farklı görüşleri arapların bu harfi nasıl telaffuz ettiklerinde anlayış ihtilafından kaynaklanıyorsa merci ve kaynak arapların kendi örfleridir; ancak farklı görüşler arapların bu harfin telaffuzu hakkındaki ihtilaflarından kaynaklanıyorsa bu durumda mükellef istediği görüşü seçmekte serbestir.
S.469: İlk baştan niyeti veya alışkanlığı Fatiha ve sonra İhlas suresini okumak olan kimse hangisini okuyacağını tayin etmeden gaflet sebebiyle “bismillahirrahmanirrahim” derse başa dönerek hangisini okuyacağını belirledikten sonra yeniden besmele çekmesi gerekir mi?
C: Yeniden “bismillahirrahmanirrahim” demesi gerekmez, ondan sonra okumak istediği sure için ilk önce söylediği besmele yeterlidir.
S.470: Farz namazlarda arap kelimelerini kamil olarak edâ etmek farz mıdır? Kelimeler sahih ve kamil arapçayla telaffuz edilmezse namazın sıhhatine hükmedilir mi?
C: Namazda Fatiha, sure ve diğer bütün zikirlerin sahih bir şekilde okunması farzdır; namaz kılan kimse arap kelimelerini gerektiği şekilde okuyamazsa öğrenmesi farzdır ve eğer öğrenmekten aciz olursa mazurdur.
S.471: Namazda içten okumaya -yani kelimeleri telaffuz etmeyerek içinden geçirmeye- kıraat söylenebilir mi?
C: Buna kıraat söylenmez, namazda ancak kelimeleri kıraat denecek şekilde telaffuz etmek yeterlidir.
S.472: Bazı müfessirlere göre Fil, Kureyş, İnşirah ve Duha gibi Kur'an-ı Kerim'in bazı sureleri tek başına kamil bir sure sayılmazlar. Dolayısıyla, -namazda- bu surelerden birini, mesela Fil suresini okuyan kimse hemen peşinden Kureyş suresini de okumalıdır, yine İnşirah suresini okuyan peşinden Duha suresini de okumalıdır. Eğer, bir kimse meseleyi bilmeyerek namazda sadece Fil suresini veya İnşirah suresini okursa vazifesi nedir?
C: Bu meseleyi bilmeyerek Fil ve Kureyş veya İnşirah ve Duha surelerinden sadece birini okumakla yetinen kimsenin geçmiş namazları sahihtir.
S.473: Namaz esnasında gaflet ederek öğle namazının üçüncü rekatında Fatiha ve sureyi okursa ve namazını bitirdikten sonra bunun farkına varırsa namazı yeniden kılması farz mıdır? Farkına varmasa namazı sahih midir?
C: Sorudaki takdirde namazı sahihtir ve üzerine hiçbir şey gelmez.
S.474: İmam Humeyni (kuddise sirruh) öğle ve ikindi namazında sessiz kılmanın ölçüsünü, ses tonunun çıkmaması biliyordu ve biz biliyoruz ki on harf dışında diğer harfler cehrî (aşikâr) okunan harflerdir; buna göre, öğle ve ikindi namazlarını sessiz kılacak olursak cehrî okunan on sekiz harfi nasıl edâ etmeliyiz?
C: Sessiz kılmada ölçü, cehrî okunan harflerin ses tonunu çıkarmamak değildir; ölçü söz konusu ses tonunu izhar etmemektir; sesli kılmada ölçü ise onu açıktan söylemektir.
S.475: İster erkek olsun, ister kadın İslam'a yeni giren ve arap dilini bilmeyen yabancılar namaz ve diğer dini farizelerini nasıl edâ etmeleri gerekir? Esasen bu durumda Arapça öğrenmeye gerek var mıdır?
C: Namazda tekbiret-ul ihram, Fatiha, sure, teşehhüd ve selamı ve yine arapçanın şart olduğu diğer bütün şeyleri öğrenmek farzdır.
S.476: Gece nafilelerinin veya sesli kılınması gereken namazların nafilelerinin de sesli kılınmasına ve yine sessiz kılınması gereken farz namazların nafilelerinin de sessiz kılınmasına dâir delil var mıdır. Cevabınız olumlu ise sesli kılınması gereken farz namazların nafilelerinin sessiz kılınması ve bunun aksi yeterli midir? Bu konuda fetvanız nedir?
C: Sesli kılınması gereken farz namazların nafilelerini sesli ve sessiz kılınması gereken farz namazların nafilelerini de sessiz kılmak müstehaptır; ancak muhalefet edilir de tersine kılınırsa yine de yeterlidir.
S.477: Namazda Fatiha suresini okuduktan sonra tam bir sureyi okumak farz mıdır, yoksa Kur'an-ı Kerim'den bir miktar okumak da yeterli midir? Birinci durumda sureyi okuduktan sona Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerini okumak câiz midir?
C: Günlük farz namazlarda tam bir sure yerine Kur'an-ı Kerim'den bir kaç ayet okumak yeterli değildir; ancak tam bir sure okuduktan sonra Kur'an ünvanıyla bir kaç ayet okumanın sakıncası yoktur.
S.478: Namazda Fatiha ve sureyi veya kelimelerin harekelerini -önemsemeyiş veya konuştuğu lehcesi yüzünden- yanlış okursa, mesela "yuled" kelimesini fetheyle okuyacağına kesreyle okuyup "yulid" derse hükmü nedir?
C: Kasıtlı veya öğrenmeye gücü olduğu halde öğrenmeyen bir cahil olursa namazı batıldır, aksi durumda namazı sahihtir.
S.479: Okuma-yazma bilmeyen 35-40 yaşlarındaki bir kimse, çocuklukta anne-babasından namazı öğrenmemiş; bu şahıs, namazı sahih okumayı öğrenmek için çaba harcamasına rağmen namazın zikir ve kelimelerini sahih bir şekilde edâ edemiyor; hatta bazı kelimeleri hiç söyleyemiyor, bu adamın namazı sahih midir?
C: Söyleyebildiği kadarını söylerse namazı sahihtir.
S.480: Ben namazı anne ve babamdan öğrendiğim ve okulda bize öğrettikleri gibi telaffuz ediyordum. Sonraları namazda yanlış kıraat ettiğimi anladım; İmam Humeyni'nin fetvasına göre kıldığım namazları yenilemek bana farz mıdır?
C: Bu durumda kıldığınız geçmiş namazlar sahihtir; yenileme ve kaza gerekmez.
S.481: Duyu organları sağlam olan bir kimse hastalık dolayısıyla konuşma özelliğini yitirirse işaretle namaz kılmasının hükmü nedir?
C: Bu durumda namazı sahih ve yeterlidir.
zİkİr
S.482: Kasıtlı olarak rüku zikrini secdede ve secde zikrini de rükuda okumanın sakıncası var mıdır?
C: Allah Teala'nın mutlak zikri olarak okursa sakıncası yoktur; rüku, secde ve namazı sahihtir.
S.483: Birisi yanlışlıkla secdede rüku zikrini veya rükuda secde zikrini söylerse ve sonra hemen farkına vararak hatasını düzeltirse namazı batıl olur mu?
C: Bunun sakıncası yoktur ve namazı sahihtir.
S.484: Namazı bittikten sonra veya namaz esnasında zikri yanlış söylediğinin farkına varırsa hükmü nedir?
C: Zikrin, yani rüku ve secdenin yeri geçmişse üzerine bir şey gelmez.
S.485: Namazın üç ve dördüncü rekatlarında "tesbihat-ı erbaa"yı bir kere söylemek yeterli midir?
C: Yeterlidir; ancak, üç kere tekrarlamak ihtiyata daha uygundur.
S.486: Namazda "tesbihat-ı erbaa"nın üç defa söylenmesi gerekmektedir; ancak insan yanlışlıkla dört defa söylerse, namazı kabul olur mu?
C: Sakıncası yoktur.
S.487: Namazın üç ve dördüncü rekatlarında "tesbihat-ı erbaa"yı üç kere mi, dört kere mi veya üçten az mı söylediğini bilmeyen kimse ne yapmalıdır?
C: Bir kere de söylemek yeterlidir ve üzerine herhangi bir sorumluluk gelmez; eğer rüku etmemişse üç kere söylediğini kesin olarak bilinceye kadar tekrarlayabilir.
S.488: Namazda, kıyam halinde olduğu gibi, beden hareket halindeyken de "bi havlillahi ..." zikrini okumak câiz ve sahih midir?
C: Sakıncası yoktur; zâten bu zikir namazın bir sonraki rekatı için kıyam edildiğinde söylenilir.
S.489: Zikirden maksat nedir? Acaba Resulullah (
S.a.a) ve Ehl-i Beyt'ine salavat getirmeği de kapsamına alır mı?
C: Allah Teala'nın ismini kapsamına alan her şey zikirdir; Resulullah ve Ehl-i Beyt'ine (Allah'ın salavatı onların üzerine olsun) salavat ise en faziletli zikirlerdendir.
S.490: Bir rekatlık “Vitir” namazında ellerimizi kunut için kaldırarak Allah Teala'dan hacetlerimizi istediğimizde; hacetlerimizi kendi dilimizle -mesela Farsça- söylememizin sakıncası var mıdır?
C: Kunutta Farsça dua etmenin sakıncası yoktur; kunutta bütün dualar, Arapça olmayan herhangi bir dille okunabilir.
Secde hükümlerİ
S.491: Çimento, mozaik üzerine secde ve teyemmüm etmenin hükmü nedir?
C: Bunların üzerine secde etmenin ve bunlarla teyemmüm etmenin sakıncası yoktur.
S.492: Elleri, namaz kılarken küçük delikleri olan mozaik üzerine koymanın sakıncası var mıdır?
C: Soruda farz edildiği gibi olursa sakıncası yoktur.
S.493: Alnın toprağa değmesini engelleyecek kadar kir tabakası oluşmuş ve siyahlaşmış mühüre secde etmenin sakıncası var mıdır?
C: Kir, alınla toprak arasında engel oluşturacak miktarda olursa secde ve namaz batıldır.
S.494: Secde ederken alnı ve özellikle secde yeri türban veya çarşafla örtünmüş olan kadın -bu halde kıldığı- namazlarını yenilemesi farz mıdır?
C: Secde esnasında bunun farkında olmazsa namazlarını yenilemesi farz değildir.
S.495: Bir kadın secde yaptığında alnının tamamen toprağa değmediğini, başörtüsü veya çarşafın engel olduğunu anlarsa başını mühürden kaldırıp engeli giderdikten sonra tekrar secdeye koymasının hükmü nedir? Engeli giderip yeniden başını mühüre koyması müstakil secde sayılırsa kıldığı namazların hükmü nedir?
C: Alnının toprağa değmesi için başını kaldırmadan oynatmalıdır; toprağa secde etmek için başını yerden kaldırması bilgisizlik veya unutkanlıkla olursa ve bu işi yalnızca bir rekatta ve iki secdenin birinde yaparsa namazı sahihtir ve yenilemesi farz değildir. Ancak; toprağa secde etmek için başını yerden kaldırması kasıtlı olur veya bu işi bir rekatın iki secdesinde de yaparsa namazı batıldır ve yenilemesi farzdır.
S.496: Secde halinde yedi uzvun yere temas etmesi farzdır; ancak, biz savaşta ma'lul olduğumuz için özel sağlık durumumuz nedeniyle tekerlekli sandalye kullanmaktayız, bu yüzden namazda ya toprağı kaldırıp alnımıza koyuyoruz veya mührü sandalyenin koluna bırakarak onun üzerine secde yapıyoruz; bu amelimiz sahih midir?
C: Mühür* ü sandalyenin koluna bırakarak ona secde etmeniz mümkünse öyle yapın ve namazınız sahihtir, aksi durumda -bunu yapamıyorsanız- işaretle bile olsa rüku ve secdeyi mümkün olan her şekilde yerine getirin ve bunun sakıncası yoktur. Allah'ın izniyle muvaffaksınız.
S.497: Mukaddes ziyaret yerlerinde -haremlerde- yere döşenen mermer taşlarının üzerine secde etmenin hükmü nedir?
C: Mermer taşının üzerine secde etmenin sakıncası yoktur.
S.498: Secdede ayağın baş parmağına ilaveten diğer parmakların da yere temas etmesinin hükmü nedir?
C: Sakıncası yoktur.
S.499: Son zamanlarda namaz için rekat ve secdelerin sayısını belirleyen ve bir hadde kadar şüpheyi gideren "mühr-ü emin" diye bir mühür yapmışlar. Bunu yapan şirket, taklit mercilerinin bunun üzerine secde edilmesini câiz bildiklerini iddia ediyor; mühürün altında çelikten bir yay var; dolayısıyla alın üzerine koyulduğunda mühür aşağı doğru hareket etmektedir. Bunun üzerine secde etmenin sahih olup olmadığı konusunda görüşünüz nedir?
C: Üzerine secde edilmesi sahih olan şeylerden olursa ve alnı üzerine koyduktan ve bastıktan sonra sabit durursa üzerine secde etmenin sakıncası yoktur.
S.500: Secdeden kalkıp oturunca hangi ayağımızı diğerinin üzerine koymalıyız?
C: Sağ ayağın üstünü sol ayağın içi kısmının üzerine koymak müstehaptır.
S.501: Secde ve rükuda farz zikiri okuduktan sonra hangi zikri okumak daha faziletlidir?
C: Farz zikrin kendisini tek sayıyla bitirmek kaydıyla tekrarlamak; ve secdede buna ilaveten dünyevî ve uhrevî hacetler için dua etmek müstehaptır.
S.502: Radyo veya teyip kasetinden secde ayeti dinlenildiğinde şer'î vazife nedir?
C: Teyip kasetinden secde ayetini dinlemekle secde farz olmaz; ancak, secde ayeti radyodan veya hoparlörden naklen (canlı olarak) yayınlanırsa ihtiyaten secde etmek farzdır.
selam vermenİn hükümlerİ
S.503: Erkek ve kız çocuklarının selamını almak farz mıdır?
C: Kadın ve erkeklerin selamını almak nasıl farz ise mümeyyiz (iyiyi kötüden ayıran) erkek ve kız çocuklarının selamını almak da farzdır.
S.504: Birisi selamı duyar da gaflet yüzünden veya başka bir sebepten dolayı cevap vermezse ve araya az bir fasıla girerse bu aradan sonra yine de selamın cevabını vermek farz mıdır?
C: Verilen cevap selamın cevabıdır denilmeyecek kadar gecikirse, farz değildir.
S.505: Birisi "Esselamu aleykum cemian" diye bir topluluğa selam verirse ve diğerleri selamı alırsa o toplulukta namaz kılan kimsenin selamı alması farz mıdır?
C: Selamı başkası alırsa, ihtiyaten onun almaması gerekir.
S.506: Selamın has deyimiyle olmayan selamı almakta görüşünüz nedir?
C: Namazda olursa böyle bir selamı almak câiz değildir; namaz dışında olursa (hareket ve işaretle değil) sözlü olup örfen selam sayılırsa ihtiyat gereği böyle bir selamı almak gerekir.
S.507: Bir kişi bir anda bir kaç kez selam verirse veya bir kaç kişi bir anda selam verirlerse hepsine toplu olarak bir selam vermek yeterli midir?
C: Birinci durumda bir kere selam vermek yeterlidir, ikincisinde ise hepsini kapsayacak bir kelimeyle (çoğul şahısla) hepsinin selamını alma kastıyla bir kere selam verirse yeterlidir.
S.508: "Selamun aleykum" yerine sadece "selam" diyen kimsenin selamını almak farz mıdır? Bulûğ çağına erişmeyen birisi "selamun aleykum" derse selamını almak farz mıdır?
C: Örfen ona selam denilirse selamı almak farzdır; selam veren çocuk mümeyyiz olursa selamını almak farzdır.
namazı batıl eden şeyler
S.509: Teşehhüdde, Emir-ul Mü'minin Hz. Ali'nin (a.s) velayetine şahadet etmek namazı batıl eder mi?
C: Farz namazların teşehhüdlerinde olmayan bir şeyi, gerçekte hak ve sahih bile olsa şer'en teşehhüdün bir parçası gibi ve teşehhüdde geldiği kastıyla yerine getirmek namazı batıl eder.
S.510: İbadetlerinde riyaya (amelleri gösteriş için yapmaya) tutulan bir kimse şimdi nefsiyle mücadele ediyor; bu mücadele de riya sayılır mı? Riyadan nasıl sakınmalıdır?
C: İbadetler Allah'a kurbet (yakınlaşma ve rızasını kazanma) kastıyla yerine getirilmelidir. Riyadan kurtulmak için, Allah Teala'nın azametini ve kendi nefsinin zayıflığını, başkaları gibi Allah Teala'ya muhtaç olduğunu, kendisinin ve diğer insanların şanı yüce Allah Teala'ya kul olduğunu düşünmelidir.
S.511: Namaz halinde kadınların ellerini birbirinin üstüne koymaları farz mıdır?
C: Farz değildir. Elleri bağlamak şeklinde olursa câiz de değildir.
S.512: Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin cemaat namazlarına katıldığımızda cemaat imamı Fatiha suresini okuduktan sonra yüksek sesle amin deniliyor. Bunun hükmü nedir?
C: Sorudaki takdirde, onlara uymak "amin" kelimesini söylemeyi gerektirirse sakıncası yoktur, aksi durumda câiz değildir.
S.513: Bazen farz namazdayken çocuğ1un tehlikeli bir iş yaptığını görüyoruz; bu durumda çocuğu veya evdekileri uyarmak için Fatiha veya diğer surelerden bazı kelimeleri veya bazı zikirleri yüksek sesle okumak câiz midir? Namaz esnasında birisine bir şeyi anlatmak veya sorusuna cevap vermek için el veya kaşı oynatmanın hükmü nedir?
C: Ayet ve zikir kastıyla okuması şartıyla diğerlerini uyarmak için ayet ve zikirleri okurken sesi yükseltmek, namaz durumundan çıkmaya sebep olmazsa sakıncası yoktur. Ama; namazda gerekli istikrarla ya da namazın şekliyle çelişen bir hareketi yapmak veya namazda konuşmak namazın batıl olmasına sebep olur.
S.514: Namaz kılan şahıs namaz esnasında güldürücü bir şeyi hatırlayarak veya komik bir olayın vuku bulmasından dolayı gülerse namazı batıl olur mu?
C: Sesli (kahkahayla) gülerse namazı batıl olur.
S.515: Namazda, kunuttan sonra elleri yüze çekmek namazı batıl eder mi? Namazı batıl ederse; günah da sayılır mı?
C: Sakıncası yoktur; namazı da batıl etmez.
S.516: Namazda gözleri kapamak câiz midir? Çünkü gözleri açmak fikrin namaz yerine başka şeylere kaymasına sebep oluyor.
C: Namazda gözleri kapamanın şer'an bir sakıncası yoktur.
S.517: Namaz esnasında bazen Kâfir Baasçı Saddam rejimiyle savaşta yaşadığım bazı manevi halleri hatırlıyorum ve bu, namazda daha fazla huşu etmeme yardımcı oluyor; bu, namazı batıl eder mi?
C: Namazın sıhhatine zararı yoktur.
S.518: İki kişi, üç gün dargın olursa bu süre içinde namaz ve oruçları batıl olur mu?
C: İki kişinin dargın olması ve aralarının bozulması namaz ve oruçlarını batıl etmez.
namazDakİ şüphelerİN hükümlerİ
S.519: Namazın üçüncü rekatında kunut tutup tutmadığında şüphe ederse hükmü nedir? Namazını tamamlaması mı gerekir, yoksa şüphe ettiğinde namazı bozması mı gerekir?
C: Bu şüpheye itina edilmez ve namazı sahihtir; bu hususta mükellefin üzerine bir şey gelmez.
S.520: Nafile namazlarında rekatlar dışındaki hususlarda şüpheye itina edilir mi? Mesela; bir mi, yoksa iki secde mi yaptığında şüphe ederse hükmü nedir?
C: Nafile namazlarda, zikir ve amellerde şüphe etmenin hükmü farz namazlardaki şüphenin hükmüyle aynıdır; yeri geçmemişse itina edilir ve yeri geçmişse itina edilmez.
S.521: Kesir-uş şek (çok şüphe eden) kimse şüphesine itina etmemelidir; ancak namazda şüphe ederse vazifesi nedir?
C: Vazifesi, şüphe ettiği şeyi yaptığını kabul etmesidir; ancak yaptığını kabul etmesi namazın batıl olmasını gerektirirse şüphe ettiği şeyi yapmadığını kabul etmelidir; bu konuda rekatlar, ameller ve zikirler arasında hiç bir fark yoktur.
S.522: Bir kaç yıl sonra ibadetlerinin batıl olduğunu anlayan veya bu konuda şüpheye düşen kimsenin vazifesi nedir?
C: Amelden sonraki şüpheye itina edilmez; batıl olduğunu kesin olarak bildiği ibadetlerin ise telafisi mümkün olan miktarını kaza etmelidir.
S.523: Yanlışlıkla namazın bazı bölümlerini diğer bölümlerinin yerine yaparsa veya namaz esnasında başka yere bakarsa ya da yanlışlıkla konuşursa namazı batıl olur mu? Vazifesi nedir?
C: Namazda yanlışlıkla yapılan işler namazı batıl etmez; sadece, bazı yerlerde sehiv secdesi yapmasını gerektirir, ama yanlışlıkla da olsa bir rüknü fazlalaştırır veya azaltırsa namazı batıl olur.
S.524: Namazın bir rekatını unutur ve sonuncu rekatta hatırlarsa; mesela namazın birinci rekatını ikinci rekat sanarak üçüncü ve dördüncü rekatı kılar ve son rekatta onun üçüncü rekat olduğunun farkına varırsa şer'î vazifesi nedir?
C: Selamdan önce namazın eksik rekatını yerine getirmeli ve daha sonra selam vermelidir. Bu durumda yanlışlıkla fazla bir şey yaparsa veya rükün olmayan bazı farzları yapmazsa iki sehiv secdesi yerine getirmelidir. Eğer farz teşehhüdü de yapmamışsa ihtiyaten teşehhüdün de kazasını yapmalıdır.
S.525: İhtiyat namazının bir rekat mı, iki rekat mı kılınması gerektiği nasıl anlaşılır?
C: İhtiyat namazının rekatlarının sayısı namazda eksik olduğuna ihtimal verilen rekatlar miktarıncadır; o halde iki ile dört arasında şüphe ederse iki rekat ihtiyat namazı kılması gerekir, üçle dört arasında şüphe ederse bir rekat ihtiyat namazı kılması farzdır.
S.526: Namazın zikirlerinden veya Kur'an'ın ayetlerinden ya da kunut dualarından bir kelimeyi farkında olmadan veya yanlışlıkla okursa sehiv secdesi farz olur mu?
C: Farz olmaz.
kaza namazı
S.527: Ben onyedi yaşına kadar ihtilam, gusül vb. şeyleri bilmiyordum, bu konuda kimseden de bir şey duymamıştım, kendim de cenabet ve guslün farz oluşunun ne demek olduğunu anlıyamıyordum; dolayısıyla bu yaşa kadar yerine getirdiğim namaz ve oruçlarım sakıncalıdır, buna göre üzerime farz olan vazifeyi açıklar mısınız?
C: Cenabet halinde kıldığınız bütün namazların kazasını kılmanız farzdır, ancak cenabetin ne demek olduğunu bilmediğiniz halde tuttuğunuz oruçlar sahih ve yeterlidir; kazası da farz değildir.
S.528: Ne yazık ki, bilinçsizlik ve irade zaafı yüzünden çirkin istimna amelini yapıyordum, dolayısıyla bazen namaz kılmıyordum; ancak namazımı ne kadar kılmadığımı bilmiyorum. Ama; namazlarımı peşpeşe terketmiş değilim, sadece cenabetli olup gusül almadığım zamanlarda terketmiş bulunmaktayım. Ben altı ay boyunca bu durumda olduğumu sanıyorum ve şimdi bu müddetin (altı ay) namazlarının kazasını yerine getirmeye kararlıyım; acaba, bu namazların kazası farz mıdır?
C: Kılmadığınızı veya hadesli olarak kıldığınızı bildiğiniz günlük farz namazları kaza etmeniz farzdır.
S.529: Üzerine kaza namazının farz olup olmadığını bilmeyen bir kimsenin üzerine kaza namazı farz oluğu takdirde, kıldığı müstehap veya nafile namazlar kaza namazları yerine sayılır mı?
C: Nafile ve müstehap namazlar kaza namazları sayılmazlar, üzerinde kaza namazı varsa kaza namazı niyetiyle kılması farzdır.
S.530: Ben yaklaşık yedi ay önce bulûğ yaşına erdim ve bulûğ yaşına ermeden bir kaç hafta önce bulûğ için tek belirtinin hicri kameri yılına göre onbeş yaşını bitirmek olduğunu sanıyordum. Bu arada erkeklerin bulûğ belirtilerinden bahseden bir kitap okudum ve onda bulûğun bende varolan diğer belirtilerinin de olduğunu gördüm. Ancak; ben bu belirtilerin ne zaman gerçekleştiğini bilmiyorum; şimdi bu süre zarfındaki namaz ve oruçların kazasını etmek üzerime farz mıdır? Şunu da hatırlatayım ki, ben bazen namaz kılıyordum ve geçen yılın Ramazan ayının hepsini oruç tuttum; bu meselenin hükmü nedir?
C: Şer'î bulûğ çağına eriştikten sonra yerine getirmediğinizi kesin olarak bildiğiniz bütün oruç ve namazların kazasını yerine getirmeniz farzdır.
S.531: Bir kişi Ramazan ayının, mesela yirmisinde, yirmibeşinde ve yirmiyedisinde olmak üzere üç kere cenabet guslü alırsa ve daha sonra gusüllerinden birisinin batıl olduğunu kesin olarak bilirse bu durumda namaz ve orucunun hükmü nedir?
C: Orucu sahihtir; ancak üzerine farz olan görevini yerine getirdğinine emin olacilecek şekilde namazlarını kaza etmesi farzdır.
S.532: Cehalet yüzünden bir süre gusülde tertibe uymayan bir şahsın namaz ve orucunun hükmü nedir?
C: Guslü batıl edecek şekilde tertibe riayet etmemişse, mesela baş ve boyunu yıkamadan önce sağ tarafı veya sağ tarafı yıkamadan sol tarafı yıkamışsa, bu durumda büyük hadesle kıldığı namazların kazası farzdır; ancak o zamanlar guslünün sahih olduğuna inanıyorduysa orucu sahihtir.
S.533: Bir yıllık namazını kaza etmek isteyen kimse nasıl kaza etmelidir?
C: Namazlardan birisiyle başlayarak günlük farz namazları kıldığı gibi kılmalıdır.
S.534: Üzerine bir miktar kaza namazı farz olan kimse namazını aşağıdaki tertip üzere kaza edebilir mi? 1) Peşpeşe yirmi sabah namazı. 2) Yirmi öğle ve yirmi ikindi namazı. 3) Yirmi akşam ve yirmi yatsı namazı. Bir yıl bu şekilde devam etmesi câiz midir?
C: Namazı bu şekilde kaza etmenin sakıncası yoktur.
S.535: Bir adam başından aldığı darbe yüzünden eli, sol ayağı ve dili felç olmuştur. Ayrıca, namazı nasıl kılacağını unutmuş ve öğrenemiyor da; ancak, kitaptan okuyarak veya teyip kasetinden dinleyerek namazın muhtelif bölümlerini ayırtedebiliyor; şimdi namaz konusunda iki problemi var: Birincisi, idrar yerini temizleyemiyor ve abdest de alamıyor. İkincisi, namazın kıraatında problemi var; bu adamın hükmü nedir? Yine yaklaşık altı ay kılmadığı namazlarının hükmü nedir?
C: Bedenin necis olması -temizlemesi mümkün olmazsa-, namazına zarar vermez. -Diğerlerinin yardımıyla bile olsa- abdest veya teyemmüm alabilirse, hatta teyip kasedinden dinleme veya yazıya bakma vb. şekilde bile olsa kılabildiği şekilde namazını kılması farzdır ve bütün vakit boyunca baygın olması dışında kılmadığı namazların kazası da farzdır.
S.536: Gençliğimde öğle ve ikindi namazlarımı akşam, yatsı ve sabah namazından daha fazla kaza ettim; ancak, onların sayı ve sırasını bilmiyorum; acaba bu hususta devr namazı gerekli midir? Devr namazının ne olduğunu açıklar mısınız?
C: Tertibe uymak farz değildir, kılmadığınızı kesin olarak bildiğiniz miktarda namazlarınızı kaza etmeniz yeterlidir, sırayı koruyabilmek için namazları tekrarlamak ve devr* etmek farz değildir size.
S.537: Bir kâfir, müslüman olursa yerine getirmediği namaz ve oruçların kazası üzerine farz mıdır?
C: Farz değildir.
S.538: Evlendikten sonra bazen benden sıvı bir akıntı geliyordu ve ben onun necis olduğuna inanarak cenabet guslü alıyor ve dolayısıyla abdest almaksızın namaz kılıyordum; bu akıntıya ilmihal kitaplarında "mezy" deniliyor; şimdi ben cenabetli olmaksızın gusül alarak abdestsiz kıldığım namazların hükmünün ne olduğunu bilmiyorum, açıklar mısınız?
C: O akıntının çıkmasından sonra abdest almaksızın cenabet guslüyle kıldığınız bütün namazların kazasını yerine getirmeniz farzdır.
S.539: Bazıları -İslam aleyhine yapılan propaganda sonucu- bir kaç yıl namaz ve diğer farizaları yerine getirmemişler. Ancak, İmam Humeyni'nin gelmesinden sonra tövbe etmişler. Şimdi ise yerine getirmedikleri farizaların kazasını yerine getiremiyorlar, vazifeleri nedir?
C: Yerine getirmedikleri farizaları mümkün olduğu miktarda kaza etmeleri farzdır.
S.540: Bir kişi ölür de üzerine Ramazan ayının orucu ve namazının kazası farz olursa ve geriye bıraktığı mal da eğer Ramazan ayının orucu için harcanırsa namazlarının kazası kalır ve eğer namazları için harcanırsa oruçları kalırsa bu durumda hangisini diğerine tercih etmek gerekir?
C: Namazla oruç arasında tercih yoktur; dolayısıyla hayatta olduğu müddetçe kendisi namaz ve orucunu kaza etmelidir ve kendisi yerine getirmezse hayatının sonunda geriye bıraktığı mirasın üçte birinin yettiği kadar namaz ve oruçlarını kaza etmesi için birisini ecîr tutmalarını (para karşılığında ölüden taraf bu amelleri yerine getirmesi üzere bir şahısla anlaşmalarını) vasiyyet etmelidir.
S.541: Çoğu zaman namaz kılıyordum ve kılmadığım namazlardan bazılarının da kazasını yerine getirmişim. Kaza olmuş namazlarım, uykuda olduğum veya beden ve elbisemin necis olduğu ve onları temizlemenin bana ağır geldiği durumlarda kaza olmuştu; bu durumda günlük namazların, âyât ve seferî namazların kazasını (miktar olarak) nasıl hesaplamam gerekir?
C: Kılmadığınıız kesin olarak bildiğiniz miktarı kaza etmeniz yeterlidir, bu miktardan seferî ve âyât namazı olduğunu kesin olarak bildiğiniz miktarı seferî ve âyât namazı olarak kılmalısınız, geri kalanı da günlük namaz olarak kılmalısınız. Üzerinize bundan fazla bir şey gelmez.
büyük oğlun Babasının Namazını Kaza Etmesİ
S.542: Babam iki yıl süren beyin rahatsızlığı yüzünden iyiyi kötüden ayırtedemiyordu, yani tefekkür ve düşünme gücünü kaybetmişti; dolayısıyla bu iki yıl zarfında namaz ve oruçlarını yerine getiremedi; babam hasta olmayıp da sağlıklı olsaydı oruç ve namazlarının kazası, evin büyük oğlu olduğum için, benim üzerime farz olacağını biliyorum; ama bu durumda babamın hasta olarak yerine getirmediği oruç ve namazlarının kazası yine üzerime farz mıdır?
C: Düşünme gücünün zaafı delilik denecek kadar olmazsa ve namaz vakti boyunca baygın da olmazsa babanızın yerine getirmediği namazları kaza etmek farzdır.
S.543: Bir adam ölürse oruçlarının keffaretini vermek kimin üzerine farzdır? Oğul ve kızlarına keffareti vermek farz mıdır, yoksa onu başka birisi de verebilir mi?
C: Babanın üzerine farz olan muhayyer keffaret olsa, şöyle ki, keffaret olarak oruç tutmakla it'am (fakirleri doyurmak) hususunda muhayyer (serbest) idiyse, bu durumda keffaret, geriye bıraktığı mirastan çıkarılabilirse mirastan alınmalıdır ve eğer çıkarılamazsa ihtiyaten farz olarak büyük oğlu oruç tutmalıdır.
S.544: Yaşlı bir adam bazı sebeplerden dolayı ailesinden ayrılmıştır ve şimdi de onlarla irtibat kurması çok zordur. Evin büyük oğlu olan bu adamın bu süre içerisinde babası vefat etmiştir ve o, babasının üzerine ne kadar kaza namazı farz olduğunu v
S. bilmiyor ve yine -bunları yerine getirmesi için- birini ecîr tutmaya parası da yoktur ve yaşlı olduğu için kendisi de kaza etmeğe gücü yetmiyor, vazifesinin ne olduğunu açıklar mısınız?
C: Babasının kazaya bıraktığını bildiği namazları dışında üzerine bir şey farz değildir ve büyük oğula mümkün olan her şekilde babasının namazlarını kaza etmesi farzdır; kaza etmekten aciz olursa mazurdur.
S.545: Anne-baba ölür de büyük çocuğu kız ve ikinci çocuğu ise erkek olursa namaz ve oruçlarının kazası oğluna farz mıdır?
C: Ölçü, babasının erkek çocukları varsa erkek çocuklar arasında büyük oğlu olmasıdır ve sorudaki takdirde, babanın ve aynı şekilde annenin namaz ve orucunun kazası ikinci çocuğu olan oğlunun üzerine farzdır.
S.546: Büyük oğul babasından önce ölürse -ister baliğ olsun ister olmasın- babanın namazlarının kazası diğerlerinin üzerinden kalkar mı?
C: Babanın namaz ve oruçlarını kaza etmek vazifesi babanın ölüm sırasında hayatta olan büyük oğlunun üzerinedir; o oğlu babasının ilk çocuğu veya ilk oğlu olmasa bile durum aynıdır.
S.547: Ben babamın büyük oğluyum; acaba -babamın farz namazlarını kaza etmem gerektiğinden- hayatta olduğu müddetçe -kazaya kalan namaz ve oruçlarını- babamdan sorup araştırmak benim görevim midir, yoksa babamın mı bana bildirmesi gerekiyor? Bana bildirmediği takdirde görevim nedir?
C: Size, araştırma ve sorma farz değildir; bu hususla ilgili olarak babanın vasiyyet etmesi farzdır. Herhalukârda, babanın büyük oğlu babasının vefatından sonra onun yerine getirmediğini kesin olarak bildiği namaz ve oruçlarını kaza etmekle mükelleftir.
S.548: Bir adam ölür de sadece çocuklarının oturduğu bir evi miras kalırsa, diğer taraftan üzerine namaz ve oruç kazası farz olursa, büyük oğlu da günlük meşguliyeti yüzünden onları kaza edemezse acaba bu evi satarak onun namaz ve oruçlarının kazasını başka birine yaptırması farz mıdır?
C: Babanın üzerinde olan namaz ve oruçların kazası her durumda büyük oğlunun üzerine farzdır; ancak; meyyit, malının üçte biriyle kazaları için birisini ecîr tutmalarını vasiyet ederse ve malının üçte biri de üzerinde olan bütün kaza namaz ve oruçlar için yeterli olursa, mirasının üçte birini bu iş için harcamak farz olur.
S.549: Üzerine babasının kaza namazı farz olan büyük oğul ölürse büyük oğulun mirasçılarının üzerine bir şey gelir mi, yoksa kaza namazı babasının ikinci oğlunun mu üzerine intikal eder?
C: Büyük oğulun üzerine farz olan babasının namaz ve oruçlarının kazası ne oğlunun ve ne de kardeşinin üzerine farz olmaz.
S.550: Babası hiç namaz kılmazsa onun bütün kaza namazlarını yerine getirmek büyük oğlunun üzerine farz mı olur?
C: İhtiyaten (farz olarak) bu durumda da babasının namazlarını kaza etmesi gerekir.
S.551: Bütün ibadetlerini kasten terkeden babanın 50 yıla yaklaşık bütün namaz ve oruçlarını kaza etmesi büyük oğulun üzerine farz mıdır?
C: İsyan ederek terkettiği durumda babasının kazalarının büyük oğula farz olmadığını söylemek uzak bir görüş değildir; ancak, bu gibi durumda da ihtiyata amel edip kazaları yerine getirmek terkedilmemelidir.
S.552: Babamın üzerine bir miktar kaza namazı farz olmuştur. Ancak, babam onları kaza edemiyor. Ben ise evin büyük oğluyum -babam hayatta olduğu müddetçe- babamın kılmadığı namazlarını kaza edebilir miyim veya bu iş için başkasını ecîr tutabilir miyim?
C: Hayatta olan kimsenin namaz ve oruçlarını onun yerine başkasının kaza etmesi sahih değildir.

fikh Namaz Hükümleri

Namazın Önem ve şartları
kıraat hükümlerİ
S.461: Sesli kılmadığımız namazların hükmü nedir?
C: Erkeklerin sabah, akşam ve yatsı namazlarında Fatiha ve sureyi sesli okumaları farzdır. Bilerek sesiz okurlarsa namazları batıl olur.
S.462: Sabah namazının kazasını kılmak istediğimizde sesli mi kılmamız gerekir, sessiz mi?
C: İster kaza olsun, ister edâ her durumda, sabah, akşam ve yatsı namazlarında hatta gündüz kaza edilse bile Fatiha ve sureyi sesli okumak (erkeklere) farzdır.
S.463: Bir rekatın niyet, tekbiret-ul ihram, Fatiha suresi, sure, rüku ve secdeden oluştuğunu, diğer taraftan öğle ve ikindi namazının bütün rekatlarının, akşam namazının üçüncü rekatının ve yatsı namazının son iki rekatının sessiz kılınması gerektiğini de biliyoruz; ancak radyo ve televizyonda üçüncü rekatın rüku ve secdesini sesli kıldıklarını görüyoruz. Oysa üçüncü rekatın rüku ve secdesi de sessiz kılınması gereken rekatın bir cüzüdür; bu meselenin hükmünü açıklar mısınız?
C: Sabah, akşam ve yatsı namazlarını sesli kılmanın, öğle ve ikindi namazlarını ise sessiz kılmanın farz oluşu yalnız Fatiha ve surenin kıraatı (okunuşu) için geçerlidir. Nitekim, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekatından sonraki rekatları sessiz kılmanın farz oluşu da sadece Fatiha veya tesbihatın okunuşu için geçerlidir. Rüku ve secde zikrinde, teşehhüdü, selamı okumada ve günlük beş vakit namazın diğer zikirlerinde mükellef sesli ve sessiz okuma arasında serbesttir.
S.464: -Günlük onyedi rekat dışında- onyedi rekat da ihtiyaten kaza namazı kılmak isteyen kimse sabah, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekatını sesli mi kılması gerekiyor, sessiz mi?
C: İhtiyaten kılınsa bile günlük namazları sesli veya sessiz kılmanın farz oluşunda kazayla edâ arasında hiç bir fark yoktur.
S.465: Salat (namaz) kelimesinin "ta" harfiyle bittiğini biliyoruz, ancak ezanda hayye ala-s salah ("ha" harfiyle) şeklinde okunuyor; bu sahih midir?
C: Vakfedildiğinde (durulduğunda) salat kelimesini "ha" ile bitirmenin sakıncası olmadığı gibi bu gereklidir de.
S.466: İmam Humeyni (kuddise sirruh) "Fatiha Suresi'nin Tefsiri"nde "melik" şeklindeki kıraatın "malik" şeklindeki kıraata tercih edildiğini ileri sürmüştür; farz ve farz olmayan namazlarda Fatiha Suresi'ni okurken bu kelimeyi her iki şekilde okumak sahih midir?
C: Bu hususta ihtiyat etmenin (her ikisini de okumanın) sakıncası yoktur.
S.467: Namaz kılan kimse "gayr-il mağzubi aleyhim..." cümlesini okurken hemen atfetmek yerine vakfetmesi ve sonra "ve la-z zallin" cümlesini söylemesi sahih midir ve yine teşehhüdde "Allahumme salli ala Muhammedin ve âl-i Muhammed" cümlesinde "Muhammed" kelimesi üzerinde vakfederek daha sonra "ve Âl-i Muhammed" söylemesi sahih midir?
C: Cümlenin bütünlük ve birliğini bozmayacak kadar vakfetmenin sakıncası yoktur.
S.468: İmam Humeyni'ye (kuddise sirruh) şöyle bir soru yöneltildi: Tecvid ilminde "Zad" harfinin telaffuzu hususunda bir kaç görüşün olduğuna göre siz hangi görüşe amel ediyorsunuz? İmam (kuddise sirruh) bu soruya şu cevabı verdi: Harflerin mahreçlerini -çıkış yerini- tecvid bilginlerinin görüşüne göre bilmek farz değildir; her harfin telaffuzu, Arap örfünde “bu şahıs şu harfi edâ etti” denecek şekilde olmalıdır. Soru şudur: a) “Arap örfünde bu şahıs şu harfi edâ etti” ibaresinin yorumu nasıldır? b) Tecvid kuralları sarf ve nahiv kuralları gibi Arap örfü ve lügatından alındığına göre, Arab'ın örf ve lügatının birbirlerinden ayrıldığı nasıl söylenebilir? c) Bir kimse kıraattaki harfleri doğru mahreçlerinden -çıkış yerlerinden- edâ etmediğini veya genel olarak harf ve kelimeleri doğru bir şekilde edâ etmediğini -sağlam bir yolla- bilirse ve her açıdan sahih kıraatı öğrenmeye uygun ortam olursa, şöyle ki: Öğrenmek için iyi bir yeteneği veya uygun bir fırsatı olursa -yeteneği çerçevesinde- sahih kıraatı veya sahihe yakın bir kıraatı öğrenmeye çalışması farz mıdır?
C: Kıraatın sıhhatinde ölçü, tecvid kurallarının iktibas ve istihraç kaynağı sayılan arapların nezdindeki kıraattir. Buna göre, tecvid bilginlerinin, harflerden birinin nasıl kıraat edildiği hususundaki farklı görüşleri arapların bu harfi nasıl telaffuz ettiklerinde anlayış ihtilafından kaynaklanıyorsa merci ve kaynak arapların kendi örfleridir; ancak farklı görüşler arapların bu harfin telaffuzu hakkındaki ihtilaflarından kaynaklanıyorsa bu durumda mükellef istediği görüşü seçmekte serbestir.
S.469: İlk baştan niyeti veya alışkanlığı Fatiha ve sonra İhlas suresini okumak olan kimse hangisini okuyacağını tayin etmeden gaflet sebebiyle “bismillahirrahmanirrahim” derse başa dönerek hangisini okuyacağını belirledikten sonra yeniden besmele çekmesi gerekir mi?
C: Yeniden “bismillahirrahmanirrahim” demesi gerekmez, ondan sonra okumak istediği sure için ilk önce söylediği besmele yeterlidir.
S.470: Farz namazlarda arap kelimelerini kamil olarak edâ etmek farz mıdır? Kelimeler sahih ve kamil arapçayla telaffuz edilmezse namazın sıhhatine hükmedilir mi?
C: Namazda Fatiha, sure ve diğer bütün zikirlerin sahih bir şekilde okunması farzdır; namaz kılan kimse arap kelimelerini gerektiği şekilde okuyamazsa öğrenmesi farzdır ve eğer öğrenmekten aciz olursa mazurdur.
S.471: Namazda içten okumaya -yani kelimeleri telaffuz etmeyerek içinden geçirmeye- kıraat söylenebilir mi?
C: Buna kıraat söylenmez, namazda ancak kelimeleri kıraat denecek şekilde telaffuz etmek yeterlidir.
S.472: Bazı müfessirlere göre Fil, Kureyş, İnşirah ve Duha gibi Kur'an-ı Kerim'in bazı sureleri tek başına kamil bir sure sayılmazlar. Dolayısıyla, -namazda- bu surelerden birini, mesela Fil suresini okuyan kimse hemen peşinden Kureyş suresini de okumalıdır, yine İnşirah suresini okuyan peşinden Duha suresini de okumalıdır. Eğer, bir kimse meseleyi bilmeyerek namazda sadece Fil suresini veya İnşirah suresini okursa vazifesi nedir?
C: Bu meseleyi bilmeyerek Fil ve Kureyş veya İnşirah ve Duha surelerinden sadece birini okumakla yetinen kimsenin geçmiş namazları sahihtir.
S.473: Namaz esnasında gaflet ederek öğle namazının üçüncü rekatında Fatiha ve sureyi okursa ve namazını bitirdikten sonra bunun farkına varırsa namazı yeniden kılması farz mıdır? Farkına varmasa namazı sahih midir?
C: Sorudaki takdirde namazı sahihtir ve üzerine hiçbir şey gelmez.
S.474: İmam Humeyni (kuddise sirruh) öğle ve ikindi namazında sessiz kılmanın ölçüsünü, ses tonunun çıkmaması biliyordu ve biz biliyoruz ki on harf dışında diğer harfler cehrî (aşikâr) okunan harflerdir; buna göre, öğle ve ikindi namazlarını sessiz kılacak olursak cehrî okunan on sekiz harfi nasıl edâ etmeliyiz?
C: Sessiz kılmada ölçü, cehrî okunan harflerin ses tonunu çıkarmamak değildir; ölçü söz konusu ses tonunu izhar etmemektir; sesli kılmada ölçü ise onu açıktan söylemektir.
S.475: İster erkek olsun, ister kadın İslam'a yeni giren ve arap dilini bilmeyen yabancılar namaz ve diğer dini farizelerini nasıl edâ etmeleri gerekir? Esasen bu durumda Arapça öğrenmeye gerek var mıdır?
C: Namazda tekbiret-ul ihram, Fatiha, sure, teşehhüd ve selamı ve yine arapçanın şart olduğu diğer bütün şeyleri öğrenmek farzdır.
S.476: Gece nafilelerinin veya sesli kılınması gereken namazların nafilelerinin de sesli kılınmasına ve yine sessiz kılınması gereken farz namazların nafilelerinin de sessiz kılınmasına dâir delil var mıdır. Cevabınız olumlu ise sesli kılınması gereken farz namazların nafilelerinin sessiz kılınması ve bunun aksi yeterli midir? Bu konuda fetvanız nedir?
C: Sesli kılınması gereken farz namazların nafilelerini sesli ve sessiz kılınması gereken farz namazların nafilelerini de sessiz kılmak müstehaptır; ancak muhalefet edilir de tersine kılınırsa yine de yeterlidir.
S.477: Namazda Fatiha suresini okuduktan sonra tam bir sureyi okumak farz mıdır, yoksa Kur'an-ı Kerim'den bir miktar okumak da yeterli midir? Birinci durumda sureyi okuduktan sona Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerini okumak câiz midir?
C: Günlük farz namazlarda tam bir sure yerine Kur'an-ı Kerim'den bir kaç ayet okumak yeterli değildir; ancak tam bir sure okuduktan sonra Kur'an ünvanıyla bir kaç ayet okumanın sakıncası yoktur.
S.478: Namazda Fatiha ve sureyi veya kelimelerin harekelerini -önemsemeyiş veya konuştuğu lehcesi yüzünden- yanlış okursa, mesela "yuled" kelimesini fetheyle okuyacağına kesreyle okuyup "yulid" derse hükmü nedir?
C: Kasıtlı veya öğrenmeye gücü olduğu halde öğrenmeyen bir cahil olursa namazı batıldır, aksi durumda namazı sahihtir.
S.479: Okuma-yazma bilmeyen 35-40 yaşlarındaki bir kimse, çocuklukta anne-babasından namazı öğrenmemiş; bu şahıs, namazı sahih okumayı öğrenmek için çaba harcamasına rağmen namazın zikir ve kelimelerini sahih bir şekilde edâ edemiyor; hatta bazı kelimeleri hiç söyleyemiyor, bu adamın namazı sahih midir?
C: Söyleyebildiği kadarını söylerse namazı sahihtir.
S.480: Ben namazı anne ve babamdan öğrendiğim ve okulda bize öğrettikleri gibi telaffuz ediyordum. Sonraları namazda yanlış kıraat ettiğimi anladım; İmam Humeyni'nin fetvasına göre kıldığım namazları yenilemek bana farz mıdır?
C: Bu durumda kıldığınız geçmiş namazlar sahihtir; yenileme ve kaza gerekmez.
S.481: Duyu organları sağlam olan bir kimse hastalık dolayısıyla konuşma özelliğini yitirirse işaretle namaz kılmasının hükmü nedir?
C: Bu durumda namazı sahih ve yeterlidir.
zİkİr
S.482: Kasıtlı olarak rüku zikrini secdede ve secde zikrini de rükuda okumanın sakıncası var mıdır?
C: Allah Teala'nın mutlak zikri olarak okursa sakıncası yoktur; rüku, secde ve namazı sahihtir.
S.483: Birisi yanlışlıkla secdede rüku zikrini veya rükuda secde zikrini söylerse ve sonra hemen farkına vararak hatasını düzeltirse namazı batıl olur mu?
C: Bunun sakıncası yoktur ve namazı sahihtir.
S.484: Namazı bittikten sonra veya namaz esnasında zikri yanlış söylediğinin farkına varırsa hükmü nedir?
C: Zikrin, yani rüku ve secdenin yeri geçmişse üzerine bir şey gelmez.
S.485: Namazın üç ve dördüncü rekatlarında "tesbihat-ı erbaa"yı bir kere söylemek yeterli midir?
C: Yeterlidir; ancak, üç kere tekrarlamak ihtiyata daha uygundur.
S.486: Namazda "tesbihat-ı erbaa"nın üç defa söylenmesi gerekmektedir; ancak insan yanlışlıkla dört defa söylerse, namazı kabul olur mu?
C: Sakıncası yoktur.
S.487: Namazın üç ve dördüncü rekatlarında "tesbihat-ı erbaa"yı üç kere mi, dört kere mi veya üçten az mı söylediğini bilmeyen kimse ne yapmalıdır?
C: Bir kere de söylemek yeterlidir ve üzerine herhangi bir sorumluluk gelmez; eğer rüku etmemişse üç kere söylediğini kesin olarak bilinceye kadar tekrarlayabilir.
S.488: Namazda, kıyam halinde olduğu gibi, beden hareket halindeyken de "bi havlillahi ..." zikrini okumak câiz ve sahih midir?
C: Sakıncası yoktur; zâten bu zikir namazın bir sonraki rekatı için kıyam edildiğinde söylenilir.
S.489: Zikirden maksat nedir? Acaba Resulullah (
S.a.a) ve Ehl-i Beyt'ine salavat getirmeği de kapsamına alır mı?
C: Allah Teala'nın ismini kapsamına alan her şey zikirdir; Resulullah ve Ehl-i Beyt'ine (Allah'ın salavatı onların üzerine olsun) salavat ise en faziletli zikirlerdendir.
S.490: Bir rekatlık “Vitir” namazında ellerimizi kunut için kaldırarak Allah Teala'dan hacetlerimizi istediğimizde; hacetlerimizi kendi dilimizle -mesela Farsça- söylememizin sakıncası var mıdır?
C: Kunutta Farsça dua etmenin sakıncası yoktur; kunutta bütün dualar, Arapça olmayan herhangi bir dille okunabilir.
Secde hükümlerİ
S.491: Çimento, mozaik üzerine secde ve teyemmüm etmenin hükmü nedir?
C: Bunların üzerine secde etmenin ve bunlarla teyemmüm etmenin sakıncası yoktur.
S.492: Elleri, namaz kılarken küçük delikleri olan mozaik üzerine koymanın sakıncası var mıdır?
C: Soruda farz edildiği gibi olursa sakıncası yoktur.
S.493: Alnın toprağa değmesini engelleyecek kadar kir tabakası oluşmuş ve siyahlaşmış mühüre secde etmenin sakıncası var mıdır?
C: Kir, alınla toprak arasında engel oluşturacak miktarda olursa secde ve namaz batıldır.
S.494: Secde ederken alnı ve özellikle secde yeri türban veya çarşafla örtünmüş olan kadın -bu halde kıldığı- namazlarını yenilemesi farz mıdır?
C: Secde esnasında bunun farkında olmazsa namazlarını yenilemesi farz değildir.
S.495: Bir kadın secde yaptığında alnının tamamen toprağa değmediğini, başörtüsü veya çarşafın engel olduğunu anlarsa başını mühürden kaldırıp engeli giderdikten sonra tekrar secdeye koymasının hükmü nedir? Engeli giderip yeniden başını mühüre koyması müstakil secde sayılırsa kıldığı namazların hükmü nedir?
C: Alnının toprağa değmesi için başını kaldırmadan oynatmalıdır; toprağa secde etmek için başını yerden kaldırması bilgisizlik veya unutkanlıkla olursa ve bu işi yalnızca bir rekatta ve iki secdenin birinde yaparsa namazı sahihtir ve yenilemesi farz değildir. Ancak; toprağa secde etmek için başını yerden kaldırması kasıtlı olur veya bu işi bir rekatın iki secdesinde de yaparsa namazı batıldır ve yenilemesi farzdır.
S.496: Secde halinde yedi uzvun yere temas etmesi farzdır; ancak, biz savaşta ma'lul olduğumuz için özel sağlık durumumuz nedeniyle tekerlekli sandalye kullanmaktayız, bu yüzden namazda ya toprağı kaldırıp alnımıza koyuyoruz veya mührü sandalyenin koluna bırakarak onun üzerine secde yapıyoruz; bu amelimiz sahih midir?
C: Mühür* ü sandalyenin koluna bırakarak ona secde etmeniz mümkünse öyle yapın ve namazınız sahihtir, aksi durumda -bunu yapamıyorsanız- işaretle bile olsa rüku ve secdeyi mümkün olan her şekilde yerine getirin ve bunun sakıncası yoktur. Allah'ın izniyle muvaffaksınız.
S.497: Mukaddes ziyaret yerlerinde -haremlerde- yere döşenen mermer taşlarının üzerine secde etmenin hükmü nedir?
C: Mermer taşının üzerine secde etmenin sakıncası yoktur.
S.498: Secdede ayağın baş parmağına ilaveten diğer parmakların da yere temas etmesinin hükmü nedir?
C: Sakıncası yoktur.
S.499: Son zamanlarda namaz için rekat ve secdelerin sayısını belirleyen ve bir hadde kadar şüpheyi gideren "mühr-ü emin" diye bir mühür yapmışlar. Bunu yapan şirket, taklit mercilerinin bunun üzerine secde edilmesini câiz bildiklerini iddia ediyor; mühürün altında çelikten bir yay var; dolayısıyla alın üzerine koyulduğunda mühür aşağı doğru hareket etmektedir. Bunun üzerine secde etmenin sahih olup olmadığı konusunda görüşünüz nedir?
C: Üzerine secde edilmesi sahih olan şeylerden olursa ve alnı üzerine koyduktan ve bastıktan sonra sabit durursa üzerine secde etmenin sakıncası yoktur.
S.500: Secdeden kalkıp oturunca hangi ayağımızı diğerinin üzerine koymalıyız?
C: Sağ ayağın üstünü sol ayağın içi kısmının üzerine koymak müstehaptır.
S.501: Secde ve rükuda farz zikiri okuduktan sonra hangi zikri okumak daha faziletlidir?
C: Farz zikrin kendisini tek sayıyla bitirmek kaydıyla tekrarlamak; ve secdede buna ilaveten dünyevî ve uhrevî hacetler için dua etmek müstehaptır.
S.502: Radyo veya teyip kasetinden secde ayeti dinlenildiğinde şer'î vazife nedir?
C: Teyip kasetinden secde ayetini dinlemekle secde farz olmaz; ancak, secde ayeti radyodan veya hoparlörden naklen (canlı olarak) yayınlanırsa ihtiyaten secde etmek farzdır.
selam vermenİn hükümlerİ
S.503: Erkek ve kız çocuklarının selamını almak farz mıdır?
C: Kadın ve erkeklerin selamını almak nasıl farz ise mümeyyiz (iyiyi kötüden ayıran) erkek ve kız çocuklarının selamını almak da farzdır.
S.504: Birisi selamı duyar da gaflet yüzünden veya başka bir sebepten dolayı cevap vermezse ve araya az bir fasıla girerse bu aradan sonra yine de selamın cevabını vermek farz mıdır?
C: Verilen cevap selamın cevabıdır denilmeyecek kadar gecikirse, farz değildir.
S.505: Birisi "Esselamu aleykum cemian" diye bir topluluğa selam verirse ve diğerleri selamı alırsa o toplulukta namaz kılan kimsenin selamı alması farz mıdır?
C: Selamı başkası alırsa, ihtiyaten onun almaması gerekir.
S.506: Selamın has deyimiyle olmayan selamı almakta görüşünüz nedir?
C: Namazda olursa böyle bir selamı almak câiz değildir; namaz dışında olursa (hareket ve işaretle değil) sözlü olup örfen selam sayılırsa ihtiyat gereği böyle bir selamı almak gerekir.
S.507: Bir kişi bir anda bir kaç kez selam verirse veya bir kaç kişi bir anda selam verirlerse hepsine toplu olarak bir selam vermek yeterli midir?
C: Birinci durumda bir kere selam vermek yeterlidir, ikincisinde ise hepsini kapsayacak bir kelimeyle (çoğul şahısla) hepsinin selamını alma kastıyla bir kere selam verirse yeterlidir.
S.508: "Selamun aleykum" yerine sadece "selam" diyen kimsenin selamını almak farz mıdır? Bulûğ çağına erişmeyen birisi "selamun aleykum" derse selamını almak farz mıdır?
C: Örfen ona selam denilirse selamı almak farzdır; selam veren çocuk mümeyyiz olursa selamını almak farzdır.
namazı batıl eden şeyler
S.509: Teşehhüdde, Emir-ul Mü'minin Hz. Ali'nin (a.s) velayetine şahadet etmek namazı batıl eder mi?
C: Farz namazların teşehhüdlerinde olmayan bir şeyi, gerçekte hak ve sahih bile olsa şer'en teşehhüdün bir parçası gibi ve teşehhüdde geldiği kastıyla yerine getirmek namazı batıl eder.
S.510: İbadetlerinde riyaya (amelleri gösteriş için yapmaya) tutulan bir kimse şimdi nefsiyle mücadele ediyor; bu mücadele de riya sayılır mı? Riyadan nasıl sakınmalıdır?
C: İbadetler Allah'a kurbet (yakınlaşma ve rızasını kazanma) kastıyla yerine getirilmelidir. Riyadan kurtulmak için, Allah Teala'nın azametini ve kendi nefsinin zayıflığını, başkaları gibi Allah Teala'ya muhtaç olduğunu, kendisinin ve diğer insanların şanı yüce Allah Teala'ya kul olduğunu düşünmelidir.
S.511: Namaz halinde kadınların ellerini birbirinin üstüne koymaları farz mıdır?
C: Farz değildir. Elleri bağlamak şeklinde olursa câiz de değildir.
S.512: Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin cemaat namazlarına katıldığımızda cemaat imamı Fatiha suresini okuduktan sonra yüksek sesle amin deniliyor. Bunun hükmü nedir?
C: Sorudaki takdirde, onlara uymak "amin" kelimesini söylemeyi gerektirirse sakıncası yoktur, aksi durumda câiz değildir.
S.513: Bazen farz namazdayken çocuğ1un tehlikeli bir iş yaptığını görüyoruz; bu durumda çocuğu veya evdekileri uyarmak için Fatiha veya diğer surelerden bazı kelimeleri veya bazı zikirleri yüksek sesle okumak câiz midir? Namaz esnasında birisine bir şeyi anlatmak veya sorusuna cevap vermek için el veya kaşı oynatmanın hükmü nedir?
C: Ayet ve zikir kastıyla okuması şartıyla diğerlerini uyarmak için ayet ve zikirleri okurken sesi yükseltmek, namaz durumundan çıkmaya sebep olmazsa sakıncası yoktur. Ama; namazda gerekli istikrarla ya da namazın şekliyle çelişen bir hareketi yapmak veya namazda konuşmak namazın batıl olmasına sebep olur.
S.514: Namaz kılan şahıs namaz esnasında güldürücü bir şeyi hatırlayarak veya komik bir olayın vuku bulmasından dolayı gülerse namazı batıl olur mu?
C: Sesli (kahkahayla) gülerse namazı batıl olur.
S.515: Namazda, kunuttan sonra elleri yüze çekmek namazı batıl eder mi? Namazı batıl ederse; günah da sayılır mı?
C: Sakıncası yoktur; namazı da batıl etmez.
S.516: Namazda gözleri kapamak câiz midir? Çünkü gözleri açmak fikrin namaz yerine başka şeylere kaymasına sebep oluyor.
C: Namazda gözleri kapamanın şer'an bir sakıncası yoktur.
S.517: Namaz esnasında bazen Kâfir Baasçı Saddam rejimiyle savaşta yaşadığım bazı manevi halleri hatırlıyorum ve bu, namazda daha fazla huşu etmeme yardımcı oluyor; bu, namazı batıl eder mi?
C: Namazın sıhhatine zararı yoktur.
S.518: İki kişi, üç gün dargın olursa bu süre içinde namaz ve oruçları batıl olur mu?
C: İki kişinin dargın olması ve aralarının bozulması namaz ve oruçlarını batıl etmez.
namazDakİ şüphelerİN hükümlerİ
S.519: Namazın üçüncü rekatında kunut tutup tutmadığında şüphe ederse hükmü nedir? Namazını tamamlaması mı gerekir, yoksa şüphe ettiğinde namazı bozması mı gerekir?
C: Bu şüpheye itina edilmez ve namazı sahihtir; bu hususta mükellefin üzerine bir şey gelmez.
S.520: Nafile namazlarında rekatlar dışındaki hususlarda şüpheye itina edilir mi? Mesela; bir mi, yoksa iki secde mi yaptığında şüphe ederse hükmü nedir?
C: Nafile namazlarda, zikir ve amellerde şüphe etmenin hükmü farz namazlardaki şüphenin hükmüyle aynıdır; yeri geçmemişse itina edilir ve yeri geçmişse itina edilmez.
S.521: Kesir-uş şek (çok şüphe eden) kimse şüphesine itina etmemelidir; ancak namazda şüphe ederse vazifesi nedir?
C: Vazifesi, şüphe ettiği şeyi yaptığını kabul etmesidir; ancak yaptığını kabul etmesi namazın batıl olmasını gerektirirse şüphe ettiği şeyi yapmadığını kabul etmelidir; bu konuda rekatlar, ameller ve zikirler arasında hiç bir fark yoktur.
S.522: Bir kaç yıl sonra ibadetlerinin batıl olduğunu anlayan veya bu konuda şüpheye düşen kimsenin vazifesi nedir?
C: Amelden sonraki şüpheye itina edilmez; batıl olduğunu kesin olarak bildiği ibadetlerin ise telafisi mümkün olan miktarını kaza etmelidir.
S.523: Yanlışlıkla namazın bazı bölümlerini diğer bölümlerinin yerine yaparsa veya namaz esnasında başka yere bakarsa ya da yanlışlıkla konuşursa namazı batıl olur mu? Vazifesi nedir?
C: Namazda yanlışlıkla yapılan işler namazı batıl etmez; sadece, bazı yerlerde sehiv secdesi yapmasını gerektirir, ama yanlışlıkla da olsa bir rüknü fazlalaştırır veya azaltırsa namazı batıl olur.
S.524: Namazın bir rekatını unutur ve sonuncu rekatta hatırlarsa; mesela namazın birinci rekatını ikinci rekat sanarak üçüncü ve dördüncü rekatı kılar ve son rekatta onun üçüncü rekat olduğunun farkına varırsa şer'î vazifesi nedir?
C: Selamdan önce namazın eksik rekatını yerine getirmeli ve daha sonra selam vermelidir. Bu durumda yanlışlıkla fazla bir şey yaparsa veya rükün olmayan bazı farzları yapmazsa iki sehiv secdesi yerine getirmelidir. Eğer farz teşehhüdü de yapmamışsa ihtiyaten teşehhüdün de kazasını yapmalıdır.
S.525: İhtiyat namazının bir rekat mı, iki rekat mı kılınması gerektiği nasıl anlaşılır?
C: İhtiyat namazının rekatlarının sayısı namazda eksik olduğuna ihtimal verilen rekatlar miktarıncadır; o halde iki ile dört arasında şüphe ederse iki rekat ihtiyat namazı kılması gerekir, üçle dört arasında şüphe ederse bir rekat ihtiyat namazı kılması farzdır.
S.526: Namazın zikirlerinden veya Kur'an'ın ayetlerinden ya da kunut dualarından bir kelimeyi farkında olmadan veya yanlışlıkla okursa sehiv secdesi farz olur mu?
C: Farz olmaz.
kaza namazı
S.527: Ben onyedi yaşına kadar ihtilam, gusül vb. şeyleri bilmiyordum, bu konuda kimseden de bir şey duymamıştım, kendim de cenabet ve guslün farz oluşunun ne demek olduğunu anlıyamıyordum; dolayısıyla bu yaşa kadar yerine getirdiğim namaz ve oruçlarım sakıncalıdır, buna göre üzerime farz olan vazifeyi açıklar mısınız?
C: Cenabet halinde kıldığınız bütün namazların kazasını kılmanız farzdır, ancak cenabetin ne demek olduğunu bilmediğiniz halde tuttuğunuz oruçlar sahih ve yeterlidir; kazası da farz değildir.
S.528: Ne yazık ki, bilinçsizlik ve irade zaafı yüzünden çirkin istimna amelini yapıyordum, dolayısıyla bazen namaz kılmıyordum; ancak namazımı ne kadar kılmadığımı bilmiyorum. Ama; namazlarımı peşpeşe terketmiş değilim, sadece cenabetli olup gusül almadığım zamanlarda terketmiş bulunmaktayım. Ben altı ay boyunca bu durumda olduğumu sanıyorum ve şimdi bu müddetin (altı ay) namazlarının kazasını yerine getirmeye kararlıyım; acaba, bu namazların kazası farz mıdır?
C: Kılmadığınızı veya hadesli olarak kıldığınızı bildiğiniz günlük farz namazları kaza etmeniz farzdır.
S.529: Üzerine kaza namazının farz olup olmadığını bilmeyen bir kimsenin üzerine kaza namazı farz oluğu takdirde, kıldığı müstehap veya nafile namazlar kaza namazları yerine sayılır mı?
C: Nafile ve müstehap namazlar kaza namazları sayılmazlar, üzerinde kaza namazı varsa kaza namazı niyetiyle kılması farzdır.
S.530: Ben yaklaşık yedi ay önce bulûğ yaşına erdim ve bulûğ yaşına ermeden bir kaç hafta önce bulûğ için tek belirtinin hicri kameri yılına göre onbeş yaşını bitirmek olduğunu sanıyordum. Bu arada erkeklerin bulûğ belirtilerinden bahseden bir kitap okudum ve onda bulûğun bende varolan diğer belirtilerinin de olduğunu gördüm. Ancak; ben bu belirtilerin ne zaman gerçekleştiğini bilmiyorum; şimdi bu süre zarfındaki namaz ve oruçların kazasını etmek üzerime farz mıdır? Şunu da hatırlatayım ki, ben bazen namaz kılıyordum ve geçen yılın Ramazan ayının hepsini oruç tuttum; bu meselenin hükmü nedir?
C: Şer'î bulûğ çağına eriştikten sonra yerine getirmediğinizi kesin olarak bildiğiniz bütün oruç ve namazların kazasını yerine getirmeniz farzdır.
S.531: Bir kişi Ramazan ayının, mesela yirmisinde, yirmibeşinde ve yirmiyedisinde olmak üzere üç kere cenabet guslü alırsa ve daha sonra gusüllerinden birisinin batıl olduğunu kesin olarak bilirse bu durumda namaz ve orucunun hükmü nedir?
C: Orucu sahihtir; ancak üzerine farz olan görevini yerine getirdğinine emin olacilecek şekilde namazlarını kaza etmesi farzdır.
S.532: Cehalet yüzünden bir süre gusülde tertibe uymayan bir şahsın namaz ve orucunun hükmü nedir?
C: Guslü batıl edecek şekilde tertibe riayet etmemişse, mesela baş ve boyunu yıkamadan önce sağ tarafı veya sağ tarafı yıkamadan sol tarafı yıkamışsa, bu durumda büyük hadesle kıldığı namazların kazası farzdır; ancak o zamanlar guslünün sahih olduğuna inanıyorduysa orucu sahihtir.
S.533: Bir yıllık namazını kaza etmek isteyen kimse nasıl kaza etmelidir?
C: Namazlardan birisiyle başlayarak günlük farz namazları kıldığı gibi kılmalıdır.
S.534: Üzerine bir miktar kaza namazı farz olan kimse namazını aşağıdaki tertip üzere kaza edebilir mi? 1) Peşpeşe yirmi sabah namazı. 2) Yirmi öğle ve yirmi ikindi namazı. 3) Yirmi akşam ve yirmi yatsı namazı. Bir yıl bu şekilde devam etmesi câiz midir?
C: Namazı bu şekilde kaza etmenin sakıncası yoktur.
S.535: Bir adam başından aldığı darbe yüzünden eli, sol ayağı ve dili felç olmuştur. Ayrıca, namazı nasıl kılacağını unutmuş ve öğrenemiyor da; ancak, kitaptan okuyarak veya teyip kasetinden dinleyerek namazın muhtelif bölümlerini ayırtedebiliyor; şimdi namaz konusunda iki problemi var: Birincisi, idrar yerini temizleyemiyor ve abdest de alamıyor. İkincisi, namazın kıraatında problemi var; bu adamın hükmü nedir? Yine yaklaşık altı ay kılmadığı namazlarının hükmü nedir?
C: Bedenin necis olması -temizlemesi mümkün olmazsa-, namazına zarar vermez. -Diğerlerinin yardımıyla bile olsa- abdest veya teyemmüm alabilirse, hatta teyip kasedinden dinleme veya yazıya bakma vb. şekilde bile olsa kılabildiği şekilde namazını kılması farzdır ve bütün vakit boyunca baygın olması dışında kılmadığı namazların kazası da farzdır.
S.536: Gençliğimde öğle ve ikindi namazlarımı akşam, yatsı ve sabah namazından daha fazla kaza ettim; ancak, onların sayı ve sırasını bilmiyorum; acaba bu hususta devr namazı gerekli midir? Devr namazının ne olduğunu açıklar mısınız?
C: Tertibe uymak farz değildir, kılmadığınızı kesin olarak bildiğiniz miktarda namazlarınızı kaza etmeniz yeterlidir, sırayı koruyabilmek için namazları tekrarlamak ve devr* etmek farz değildir size.
S.537: Bir kâfir, müslüman olursa yerine getirmediği namaz ve oruçların kazası üzerine farz mıdır?
C: Farz değildir.
S.538: Evlendikten sonra bazen benden sıvı bir akıntı geliyordu ve ben onun necis olduğuna inanarak cenabet guslü alıyor ve dolayısıyla abdest almaksızın namaz kılıyordum; bu akıntıya ilmihal kitaplarında "mezy" deniliyor; şimdi ben cenabetli olmaksızın gusül alarak abdestsiz kıldığım namazların hükmünün ne olduğunu bilmiyorum, açıklar mısınız?
C: O akıntının çıkmasından sonra abdest almaksızın cenabet guslüyle kıldığınız bütün namazların kazasını yerine getirmeniz farzdır.
S.539: Bazıları -İslam aleyhine yapılan propaganda sonucu- bir kaç yıl namaz ve diğer farizaları yerine getirmemişler. Ancak, İmam Humeyni'nin gelmesinden sonra tövbe etmişler. Şimdi ise yerine getirmedikleri farizaların kazasını yerine getiremiyorlar, vazifeleri nedir?
C: Yerine getirmedikleri farizaları mümkün olduğu miktarda kaza etmeleri farzdır.
S.540: Bir kişi ölür de üzerine Ramazan ayının orucu ve namazının kazası farz olursa ve geriye bıraktığı mal da eğer Ramazan ayının orucu için harcanırsa namazlarının kazası kalır ve eğer namazları için harcanırsa oruçları kalırsa bu durumda hangisini diğerine tercih etmek gerekir?
C: Namazla oruç arasında tercih yoktur; dolayısıyla hayatta olduğu müddetçe kendisi namaz ve orucunu kaza etmelidir ve kendisi yerine getirmezse hayatının sonunda geriye bıraktığı mirasın üçte birinin yettiği kadar namaz ve oruçlarını kaza etmesi için birisini ecîr tutmalarını (para karşılığında ölüden taraf bu amelleri yerine getirmesi üzere bir şahısla anlaşmalarını) vasiyyet etmelidir.
S.541: Çoğu zaman namaz kılıyordum ve kılmadığım namazlardan bazılarının da kazasını yerine getirmişim. Kaza olmuş namazlarım, uykuda olduğum veya beden ve elbisemin necis olduğu ve onları temizlemenin bana ağır geldiği durumlarda kaza olmuştu; bu durumda günlük namazların, âyât ve seferî namazların kazasını (miktar olarak) nasıl hesaplamam gerekir?
C: Kılmadığınıız kesin olarak bildiğiniz miktarı kaza etmeniz yeterlidir, bu miktardan seferî ve âyât namazı olduğunu kesin olarak bildiğiniz miktarı seferî ve âyât namazı olarak kılmalısınız, geri kalanı da günlük namaz olarak kılmalısınız. Üzerinize bundan fazla bir şey gelmez.
büyük oğlun Babasının Namazını Kaza Etmesİ
S.542: Babam iki yıl süren beyin rahatsızlığı yüzünden iyiyi kötüden ayırtedemiyordu, yani tefekkür ve düşünme gücünü kaybetmişti; dolayısıyla bu iki yıl zarfında namaz ve oruçlarını yerine getiremedi; babam hasta olmayıp da sağlıklı olsaydı oruç ve namazlarının kazası, evin büyük oğlu olduğum için, benim üzerime farz olacağını biliyorum; ama bu durumda babamın hasta olarak yerine getirmediği oruç ve namazlarının kazası yine üzerime farz mıdır?
C: Düşünme gücünün zaafı delilik denecek kadar olmazsa ve namaz vakti boyunca baygın da olmazsa babanızın yerine getirmediği namazları kaza etmek farzdır.
S.543: Bir adam ölürse oruçlarının keffaretini vermek kimin üzerine farzdır? Oğul ve kızlarına keffareti vermek farz mıdır, yoksa onu başka birisi de verebilir mi?
C: Babanın üzerine farz olan muhayyer keffaret olsa, şöyle ki, keffaret olarak oruç tutmakla it'am (fakirleri doyurmak) hususunda muhayyer (serbest) idiyse, bu durumda keffaret, geriye bıraktığı mirastan çıkarılabilirse mirastan alınmalıdır ve eğer çıkarılamazsa ihtiyaten farz olarak büyük oğlu oruç tutmalıdır.
S.544: Yaşlı bir adam bazı sebeplerden dolayı ailesinden ayrılmıştır ve şimdi de onlarla irtibat kurması çok zordur. Evin büyük oğlu olan bu adamın bu süre içerisinde babası vefat etmiştir ve o, babasının üzerine ne kadar kaza namazı farz olduğunu v
S. bilmiyor ve yine -bunları yerine getirmesi için- birini ecîr tutmaya parası da yoktur ve yaşlı olduğu için kendisi de kaza etmeğe gücü yetmiyor, vazifesinin ne olduğunu açıklar mısınız?
C: Babasının kazaya bıraktığını bildiği namazları dışında üzerine bir şey farz değildir ve büyük oğula mümkün olan her şekilde babasının namazlarını kaza etmesi farzdır; kaza etmekten aciz olursa mazurdur.
S.545: Anne-baba ölür de büyük çocuğu kız ve ikinci çocuğu ise erkek olursa namaz ve oruçlarının kazası oğluna farz mıdır?
C: Ölçü, babasının erkek çocukları varsa erkek çocuklar arasında büyük oğlu olmasıdır ve sorudaki takdirde, babanın ve aynı şekilde annenin namaz ve orucunun kazası ikinci çocuğu olan oğlunun üzerine farzdır.
S.546: Büyük oğul babasından önce ölürse -ister baliğ olsun ister olmasın- babanın namazlarının kazası diğerlerinin üzerinden kalkar mı?
C: Babanın namaz ve oruçlarını kaza etmek vazifesi babanın ölüm sırasında hayatta olan büyük oğlunun üzerinedir; o oğlu babasının ilk çocuğu veya ilk oğlu olmasa bile durum aynıdır.
S.547: Ben babamın büyük oğluyum; acaba -babamın farz namazlarını kaza etmem gerektiğinden- hayatta olduğu müddetçe -kazaya kalan namaz ve oruçlarını- babamdan sorup araştırmak benim görevim midir, yoksa babamın mı bana bildirmesi gerekiyor? Bana bildirmediği takdirde görevim nedir?
C: Size, araştırma ve sorma farz değildir; bu hususla ilgili olarak babanın vasiyyet etmesi farzdır. Herhalukârda, babanın büyük oğlu babasının vefatından sonra onun yerine getirmediğini kesin olarak bildiği namaz ve oruçlarını kaza etmekle mükelleftir.
S.548: Bir adam ölür de sadece çocuklarının oturduğu bir evi miras kalırsa, diğer taraftan üzerine namaz ve oruç kazası farz olursa, büyük oğlu da günlük meşguliyeti yüzünden onları kaza edemezse acaba bu evi satarak onun namaz ve oruçlarının kazasını başka birine yaptırması farz mıdır?
C: Babanın üzerinde olan namaz ve oruçların kazası her durumda büyük oğlunun üzerine farzdır; ancak; meyyit, malının üçte biriyle kazaları için birisini ecîr tutmalarını vasiyet ederse ve malının üçte biri de üzerinde olan bütün kaza namaz ve oruçlar için yeterli olursa, mirasının üçte birini bu iş için harcamak farz olur.
S.549: Üzerine babasının kaza namazı farz olan büyük oğul ölürse büyük oğulun mirasçılarının üzerine bir şey gelir mi, yoksa kaza namazı babasının ikinci oğlunun mu üzerine intikal eder?
C: Büyük oğulun üzerine farz olan babasının namaz ve oruçlarının kazası ne oğlunun ve ne de kardeşinin üzerine farz olmaz.
S.550: Babası hiç namaz kılmazsa onun bütün kaza namazlarını yerine getirmek büyük oğlunun üzerine farz mı olur?
C: İhtiyaten (farz olarak) bu durumda da babasının namazlarını kaza etmesi gerekir.
S.551: Bütün ibadetlerini kasten terkeden babanın 50 yıla yaklaşık bütün namaz ve oruçlarını kaza etmesi büyük oğulun üzerine farz mıdır?
C: İsyan ederek terkettiği durumda babasının kazalarının büyük oğula farz olmadığını söylemek uzak bir görüş değildir; ancak, bu gibi durumda da ihtiyata amel edip kazaları yerine getirmek terkedilmemelidir.
S.552: Babamın üzerine bir miktar kaza namazı farz olmuştur. Ancak, babam onları kaza edemiyor. Ben ise evin büyük oğluyum -babam hayatta olduğu müddetçe- babamın kılmadığı namazlarını kaza edebilir miyim veya bu iş için başkasını ecîr tutabilir miyim?
C: Hayatta olan kimsenin namaz ve oruçlarını onun yerine başkasının kaza etmesi sahih değildir.

10
fikh Namaz Hükümleri

Namazın Önem ve şartları
cemaat hükümlerİ
S.553: Cemaat namazında imam nasıl niyet etmelidir; cemaat niyeti mi, münferid mi?
C: Cemaat faziletini elde etmek isterse imamın cemaat niyeti etmesi gerekir; ancak imamlık kastı olmaksızın namaza başlarsa onun namazının ve diğerlerinin ona uymasının sakıncası yoktur. S.554: Askeri mekanlarda -idari saatlerde kılınan- cemaat namazı vakitlerinde askeriyeye mensup olan bazı görevliler işlerinden dolayı cemaat namazına katılamıyorlar. Oysa işi idari saatten sonraya veya bir sonraki güne bırakmak mümkündür; onların bu amelleri namazı hafife almak sayılır mı? C: Cemaat namazına katılmak kendiliğinden farz değildir; ancak, kendi vaktinde kılınması daha faziletlidir. Namazın ilk vaktinin ve cemaat namazının faziletine erişmek için idari işleri bu ilahi farizeyi cemaatle ve en az vakitte yerine getirebilecek şekilde ayarlasınlar.
S.555: Devlet dairelerinde cemaat namazı için çalışmaya ara verildiğinde namazhanelerde, namazdan önce veya sonra yahut iki namaz arasında düzenlenen ve farz namazdan daha fazla vakit tutan tevessül duası veya diğer uzun dualar yahut müstehap namaz gibi farz olmayan ameller hakkında görüşünüz nedir?
C: İslam'ın şiarlarından olan bu ilahi farizeyi (namazı) yerine getirmek için düzenlenen cemaat namazı dışında okunan fazla dua ve müstehap ameller idari saatin zayi olmasına ve görevlerini geçiktirmeye sebep olursa sakıncalıdır.
S.556: Çok sayıda insanların katılarak cemaat namazı kıldıkları yerin ezan ve ikaamet sesinin duyulduğu 50 veya 100 metre yakınlığında ikinci bir yerde cemaat namazı düzenlemek sahih midir?
C: Böyle düzenlenen ikinci bir cemaatın sakıncası yoktur; ancak dini tören olan cemaat namazının daha görkemli olmasını sağlamak için mü'minlerin bir yerde toplanarak hep birlikte bir cemaat namazı oluşturmaları daha uygundur.
S.557: Camide cemaat namazı kılınırken bir veya bir kaç kişi cemaat imamını fasıklıkla suçlamak ve zayıflatmak amacıyla münferid olarak (tek başlarına) namaz kılıyorlar, bu hareketin hükmü nedir?
C: Bu amel sakıncalıdır; çünkü cemaat namazını zayıflatmak ve halkın adil bildiği cemaat imamına hakaret ve saygısızlık etmek câiz değildir.
S.558: Bir mahellede bir kaç cami var ve bütün bu camilerde cemaat namazı kılınıyor. Bu arada, bir camiyle arasında on ev ve diğer camiyle arasında iki ev kadar mesafe bulunan bir evde de cemaat namazı kılınıyor; bunun hükmü nedir?
C: Cemaat namazı vahdete vesile olmalıdır, tefrika ve ihtilaf ortamı yaratmak vesilesi değil. Caminin yakınında olan evde cemaat namazı kıldırmak ihtilaf ve tefrikaya sebep olmazsa sakıncası yoktur.
S.559: Caminin yönetim kurulunun teyid ettiği sabit imamdan izin almaksızın o camide başka birisinin cemaat namazı kıldırması câiz midir?
C: Cemaat namazı kıldırmak, sabit imamdan izin almaya bağlı değildir; ancak namaz vaktinde cemaat namazı için camide hazır olduğu zaman sabit imamı rahatsız etmemek daha iyidir; hatta bu iş (sabit imamdan izin almaksızın camaat namazı kıldırmak) fitne ve benzeri şeylere sebep olursa haramdır.
S.560: Cemaat imamı bazen konuşmalarında din alimine uygun olmayan şakalar yaparsa bununla adaletten düşer mi?
C: Bu husus namaz kılanların teşhisine bağlıdır; dine aykırı olmaz ve mürüvvetli olmayla çelişmezse adalete zararı dokunmaz.
S.561: İnsan iyice tanımadığı bir cemaat imamına uyabilir mi?
C: İmamın adaleti hangi yolla olursa olsun me'muma sabit olursa ona uymak câizdir ve cemaat sahihtir.
S.562: Birisini adil ve takvalı bilen, aynı zamanda adil bildiği söz konusu adamın bazı yerlerde kendisine zulmettiğine inanan kimse buna rağmen onu adil bilebilir mi?
C: O adamın (zulmettiğini bildiği kimsenin) bilerek, kasten, kendi ihtiyarıyla ve şer'î bir delili olmaksızın o işi yaptığı ispatlanmazsa onun fasık olduğuna hükmetmesi câiz değildir.
S.563: İsmini bilmeksizin ve yüzünü görmeksizin hazır imama uymak câiz midir?
C: Hangi yolla olursa olsun adaletine kanaat ederse ona uyması sahihtir.
S.564: Marufu emretmeye ve münkerden nehyetmeye gücü olduğu halde bunu yapmayan bir cemaat imamına uymak câiz midir?
C: Söz konusu cemaat imamına göre geçerli sayılan bir mazeretten dolayı marufu emretmeyi terkettiği ihtimali söz konusu olduğu için sırf bu iş (marufu emretmeyi terketmesi) onun adaletine zarar vermez ve ona uymanın sakıncası yoktur.
S.565: Sizce adaletin anlamı nedir?
C: Adalet, şer'î açıdan haram olan işleri yapmaya engel olan ve takvalı olmayı gerektiren nefsani bir halettir ve adaletin isbat olması için de genelde adaletli olmayı gösteren hüsn-i zahir (zahiren iyi oluşu) yeterlidir.
S.566: Biz bir grup genciz ve hüseyniyelerde bir araya geliyoruz. Namaz vakti yaklaşınca adil kişilerden birisini öne geçirerek namazda ona uyuyoruz; ancak bazıları itiraz ederek “İmam Humeyni, alim olmayan bir kimsenin arkasında namaz kılmayı haram etmiştir” diyorlar; bunun hükmünü açıklar mısınız?
C: Aziz kardeşlerin, bazı yakın camilere gidip namazı, kendisine uyulabilecek imamlığa ehil olan din aliminin arkasında kolayca kılabilmeleri mümkünse din alimi olmayan birine uymaları yakışmaz, hatta bazı yerlerde din alimi olmayan birine uymak sakıncasız da değildir.
S.567: İki kişi cemaat namazı düzenleyebilir mi?
C: Maksad, birisi imam ve diğeri me'mum olmak üzere iki kişiden oluşan cemaat namazı teşkil etmek olursa sakıncası yoktur.
S.568: Me'mumun, cemaatle kıldığı öğle ve ikindi namazında Fatiha ve sureyi okumasının farz olmayışına nazaran dikkatini toplamak için Fatiha ve sureyi okursa namazının hükmü nedir?
C: Öğle ve ikindi gibi sessiz kılınması gereken namazlarda imam Fatiha ve sureyi okumakla meşgulken me'mumun sessiz durması farzdır ve dikkatini toplamak için bile olsa Fatiha ve sureyi okuması câiz değildir.
S.569: Cemaat imamının, bütün trafik kurallarına uyarak cemaat namazına gitmek için motorsikletten yararlanmasının hükmü nedir?
C: Bulunduğu bölgenin örfünde çirkin bir iş olup şan ve mürüvvete aykırı bir iş sayılmazsa bunun ne adalete bir zararı vardır, ne de imamlığın sıhhatine.
S.570: Cemaat namazının sonları olması nedeniyle cemaat namazına yetişemeyen kimse cemaat namazının sevabına yetişmek için tekbiret-ul ihram getirir, ayak parmakları üzerinde oturur ve imamla birlikte teşehhüdü okur, imamın selamından sonra ayağa kalkarak birinci rekatı okur; sorum şudur: Dört rekatlı namazların ikinci rekatının teşehhüdünde de böyle yapması câiz midir?
C: Cemaat namazının sevabına ulaşmak için bu şekilde imama uymak cemaat imamının namazının son rekatindeki teşehhüdüne mahsustur.
S.571: Cemaat imamının bir bayramda iki namaz -veya mutlak olarak bir vakitte iki namaz- için imamlık yapması câiz midir?
C: Günlük farz namazlarda cemaat namazını ikinci kere diğer me'mumlar için yenilemenin sakıncası yoktur; hatta bu iş müstehaptır da; ancak bayram namazında sakıncalıdır.
S.572: Cemaat namazında imam yatsı namazının üçüncü veya dördüncü rekatında ve me'mum da ikinci rekatta olursa me'mumun Fatiha ve sureyi sesli okuması farz mıdır?
C: Fatiha ve sureyi sessiz okuması farzdır.
S.573: Cemaat namazının selamından sonra Resulullah'a (
S.a.a) salât getirme ayeti okunur ve namaz kılanlar Hz. Muhammed (
S.a.a) ve Ehl-i Beyt'ine (a.s) üç salavat getirirler ve ondan sonra da üç tekbir getiriliyor ve daha sonra siyasi sloganları (yani mü'minlerin yüksek sesle okudukları dua ve teberriyi) söylüyorlar; bunun bir sakıncası var mıdır?
C: Salât ayetini* okumak ve Resulullah'la ( S.a.a) Ehl-i Beyt'ine (a.s) salavat getirmenin sakıncasız olduğu gibi iyi ve beğenilen bir iştir ve onun sevabı da vardır. Ayrıca, büyük İslam İnkılabı'nın amaç ve hedeflerini hatırlatan ve İslamî şiarları yüceltmek sayılan tekbir ile diğer İslamî sloganları dile getirmek beğenilir bir harekettir.
S.574: Cemaat namazına ikinci rekatta uyan kimse şer'i hükmü bilmeyişinden dolayı sonraki rekatta yerine getirmesi gereken teşehhüd ve kunutu yerine getirmezse namazı sahih midir?
C: Namazı sahihtir; ancak, teşehhüdü kaza ederek iki sehiv secdesi yerine getirmesi gerekir.
S.575: -İmama uymanın sahih oluşunda- namazda kendisine uyulan imamın razı olması şart mıdır? Ve acaba me'muma uymak sahih midir?
C: İmama uymanın sıhhatinde cemaat imamının rızası şart değildir; namazda me'mum olan kimseye uymak da sahih değildir.
S.576: Biri me'mum, diğeri imam olmak üzere iki kişi cemaat namazı kılıyor. Üçüncü kişi gelerek ikinci kişiyi (me'mumu) imam sanıp ona uyar ve namazdan sonra onun imam değil, me'mum olduğunu anlarsa üçüncü kişinin namazının hükmü nedir?
C: Me'muma uymak sahih değildir; ancak bilmeyerek uyar da rüku ve secdelerde kendi münferid vazifesini yerine getirirse; şöyle ki, kasten veya yanlışlıkla bir rüknü azaltmaz ve çoğaltmazsa namazı sahihtir.
S.577: Yatsı namazı kılmak isteyen bir kimsenin akşam namazı kılan cemaate uyması sahih midir?
C: Sakıncası yoktur.
S.578: İmamın durduğu yerin me'muma oranla yüksek olmaması hükmüne riayet etmemek namazı batıl eder mi?
C: İmamın durduğu yerin me'mumun durduğu yere oranla yüksekliğinin şer'î açıdan affedilen miktardan fazla oluşu cemaat namazının batıl olmasına sebep olur.
S.579: Cemaat namazının saflarının birini bütünüyle namazı seferî olarak kılanlar oluşturur ve ondan sonraki safı namazı tam kılanlar oluşturursa, öndeki safta olanlar (namazı seferî olanlar) iki rekat kıldıktan sonra, sonraki iki rekatta imama uymak için hemen kalkarlarsa acaba onların arkasındaki safta yer alanların namazlarının son iki rekatı cemaat halinde kalır mı?
C: Önceki safta yer alanların hepsinin namazı seferî olduğu takdirde, onlardan sonraki saflarda yer alanların cemaatlerinin sıhhati sakıncalıdır; ihtiyat gereği önceki safta olanlar selam için oturduklarında sonraki safta yer alanlar niyetlerini münferid ederek namazlarını bitirmelidirler.
S.580: Me'mum namaz için birinci safın iki tarafından birinin başında durursa acaba onunla imam arasında vasıta olan diğer me'mumlar başlamadan önce namaza başlayabilir mi?
C: Cemaat imamı namaza başladıktan sonra, onunla imam arasında vasıta olan me'mumlar namaza başlamak için hazırlanırlarsa o adam cemaat niyetiyle namaza başlayabilir.
S.581: Bir kimse üçüncü rekatta cemaate katılır ve imamın birinci rekatta olduğunu sanarak hiç bir şey okumazsa namazını yenilemesi farz mıdır?
C: Rükuya gitmeden önce bunun farkına varırsa kıraat etmesi (Fatiha ve sureyi okuması) farzdır; ancak rükudan sonra farkına varırsa namazı sahihtir ve üzerine bir şey gelmez; ihtiyaten müstehap olarak kıraatı yerine getirmediği için iki sehiv secdesi de yapmalıdır.
S.582: Devlet dâirelerinde ve liselerde cemaat namazı kılmak için çok ciddi bir şekilde cemaat imamına ihtiyaç vardır; bölgede ise benden başka din alimi olmadığından çeşitli yerlerde bir fariza için üç veya dört kere cemaat imamı olmak zorunda kalıyorum; bir namazı bu şekilde ikinci defa kılmayı bütün taklit mercileri câiz bilmekteler; bu durumda ikiden fazlasını ihtiyat olarak kılınan kaza namazı niyetiyle kılmak câiz midir?
C: Başka bir cemaat için cemaatle kılınan namazı yenilemenin sakıncası yoktur; ancak birden fazlası sakıncalıdır. İhtiyat için kılınan kaza namazıyla da imamlık yapmak sahih değildir.
S.583: Şehrin camilerinden birinin yakınındaki üniversiteye ait binada üniversite sorumluları tarafından cemaat namazı kıldırılıyor. Aynı zamanda o camide de cemaat namazı kıldırılıyor; buna binaen camideki cemaat namazına katılmanın hükmü nedir? Üniversitenin sorumlularının zorlamaları hükmü değiştirir mi?
C: Me'muma göre uyma ve cemaat namazının sıhhati için gerekli şer'î şartlara sahip olan cemaat namazına katılmanın, aynı anda cemaat namazı kılınan camiye yakın olsa bile sakıncası yoktur; ancak yetkililerin görevlileri cemaat namazına katılmaya zorlamalarının şer'î bir dayanağı yoktur.
S.584: Müçtehit olmadığı halde yargı işinde çalışan imamın arkasında namaz kılmak sahih midir?
C: Yargı görevini yürütmesi, ataması sahih olan kimsenin atamasıyla olursa ona uymanın sakıncası yoktur.
S.585: Seferî meselesinde İmam Humeyni'yi taklit eden bir kimsenin İmam Humeyni'yi taklit etmeyen bir cemaat imamına uymasının hükmü nedir; özellikle Cuma namazında?
C: Farklı kişileri taklit etmek namazda imama uymanın sıhhatine engel olmaz; ancak me'mumun taklit merciinin fetvasına göre seferî olan ve cemaat imamının taklit merciinin fetvasına göre tam olan namazda imama uymak sahih değildir.
S.586: Cemaat imamı tekbiret-ul ihramdan (iftitah tekbirinden) sonra yanlışlıkla rükuya giderse me'mumun vazifesi nedir?
C: Me'mum cemaat namazına katıldıktan sonra bunun farkına varırsa niyetini münferid ederek (cemaat namazından ayrılarak) Fatiha ve sureyi okuması farzdır.
S.587: Medreselerde baliğ olmayan talabelerden bir kaçı cemaat namazının üçüncü veya dördüncü safından sonra durur ve o saflardan sonra imama uyan mükelleflerin namazlarının hükmü nedir?
C: Bu takdirde sakıncası yoktur.
S.588: Cemaat imamı mazur olursa, cemaat namazı kıldırabilmesi için gusül yerine teyemmüm alması yeterli midir?
C: Şer'an mazur olursa cenabet guslü yerine teyemmümle cemaat imamlığı yapabilir ve ona uymanın da sakıncası yoktur.
İmamın kıraatının sahİh olmayışının hükmü
S.589: Namazda kıraatın sıhhatinin gerekliliği yönünden münferid (tek kılınan) namaz ile imam veya me'mumun namazı arasında fark var mıdır?
C: Mükellefin kıraatı sahih olmazsa ve öğrenmeye de müktedir olmazsa namazı sahihtir; ancak, başkalarının namazda ona uyması sahih değildir.
S.590: Bazı cemaat imamlarının kıraatleri harfleri doğru talaffuz etmek açısından sahih değildir, harfleri sahih bir şekilde çıkış yerlerinden telaffuz edebilen bir kimsenin namazda onlara uyması sahih midir? Bazıları diyorlar ki, namazı cemaatle kılıp sonra yenilemen gerekir; ancak, namazı yenilemeye fırsatım yoktur, vazifem nedir? Acaba, cemaat namazına katılıp Fatiha ve sureyi sessiz okuyabilir miyim?
C: Me'muma göre cemaat imamının kıraatı sahih değilse namazda ona uyması ve cemaat namazı doğru değildir. Namazı yenileyemezse uymamasının sakıncası yoktur; ancak sesli kılınması gereken namazı cemaat imamına uyduğunu göstermek için sessiz kılması sahih ve yeterli değildir.
S.591: Bazıları, cemaat imamlarından bazılarının ya harfleri veya harflerin harekesini olduğu gibi telaffuz etmediklerinden dolayı kıraatlerinin sahih olmadığına inanmaktalar; yenilemeye gerek kalmadan namazda bu imamlara uymak sahih midir?
C: Kıraatın sıhhatinde ölçü, arapların “bu, şu harfin çıkarılışıdır, başka harfin değil” diyecekleri şekilde harfleri telaffuz etmek, arapça dil bilginlerinin kaydettikleri şekle uygun olarak kelimenin kıvam ve heyetinde rolü olan harekeleri gözetmektir. Dolayısıyla, me'mum imamın kıraatının ölçülere uygun ve sahih olmadığını görürse ona uyması sahih değildir ve eğer buna rağmen uyarsa namazı sahih değildir ve yenilemesi gerekir.
S.592: Cemaat imamı namaz esnasında bir kelimenin yeri geçtikten sonra onu nasıl telaffuz ettiğinde şüphe ederse ve namazı bitirdikten sonra o kelimeyi yanlış okuduğunu anlarsa imamın ve me'mumların namazlarının hükmü nedir?
C: Namazın sıhhatine hükmedilir.
S.593: Cemaat imamının tecvid açısından zikir ve kıraatın yanlış okuduğunu gören ve öte yandan cemaat namazına katılmadığı için bir çok iftiralara maruz kalan bir kimsenin vazifesi nedir?
C: Mamuma göre cemaat imamının kıraatı sahih olmaz ve neticede me'mumun nazarında imamın namazı sahih olmazsa ona uyamaz; ancak ukalai (akıllı insanların tastik ettiği) bir maksatla görünüşte (uymak için) cemaata katılmasının sakıncası yoktur.
ma'lul İmam
S.594: Aşağıdaki yerlerde namazda malul imamlara uymanın hükmü nedir: 1- Azası noksan olmadığı halde ayağının felç olması yüzünden asaya veya duvara yaslanarak ayakta duran malullar. 2- El veya ayak parmağının bir bölümü ya da el veya ayak parmaklarından bir kaçı olmayan malullar. 3- Hiç bir el veya ayak parmağı ya da ne el ve ne de ayak parmağı olmayan malullar. 4- Bir elinin veya bir ayağının yahut hem elinin ve hem de ayağının bir bölümü olmayan malullar. 5- Vücudunun azalarından biri olmayan ve elleri hasar gördüğünden abdest için başkasından yardım alan malullar.
C: Genel olarak kıyamda istikrarı (sebat) olursa, namazın zikir ve hareketlerini yerine getirirken istikrarı koruyabilirse, rükuyu ve yedi uzuvla secdeyi tam olarak yapabilirse ve sahih olarak abdest alabilirse imamlık için gerekli olan diğer şartlara sahip olduğu bilindikten sonra diğerlerinin namazda ona uymalarının sakıncası yoktur; aksi durumda sahih ve yeterli değildir.
S.595: Ben dini ilimler talebesiyim. Sağ elimi bir ameliyat sonucu kaybettim. Son zamanlarda İmam Humeyni'nin uzvu nakıs olan birinin nakıs olmayan kimseye imamlık etmesini câiz bilmediğini öğrendim; dolayısıyla bugüne kadar imam olarak namaz kıldırdığım mü'minlerin namazlarının hükmü nedir?
C: Şer'î hükmü bilmeyerek size uyan me'mumların geçmiş namazları sahihtir. Onlara ne namazı yenilemek ve ne de kaza farz değildir.
S.596: Ben dini ilimler talebesiyim. Savaşta ayak parmaklarımdan yaralandım (ayağımın baş parmağı tamamen sağlamdır) şimdi ben hüseyniyelerden birinde cemaat imamıyım; bunun şer'î bir sakıncası var mı?
C: Ayağınızın baş parmağının sağlam olması ve secdelerde onu yere koyabildiğiniz takdirde cemaat imamı olmanızın bu yönden bir sakıncası yoktur.
kadınların cemaat namazına katılmaları
S.597: Mukaddes İslam Peygamberi erkeklerde olduğu gibi kadınları da camilerde veya Cuma namazında cemaat namazına katılmaya teşvik etmiş midir, yoksa kadınların evde namaz kılmaları daha mı faziletlidir?
C: İsterlerse katılmalarının sakıncası yoktur ve cemaat sevabını da alırlar.
S.598: Kadın ne zaman cemaat imamı olabilir?
C: Kadının sadece kadınlar için cemaat imamı olması câizdir.
S.599: Kadınların (erkekler gibi) cemaat namazına katılmalarının müstahap ve mekruh olma açısından hükmü nedir? Erkeklerin arkasında durduklarında bunun hükmü nedir? Cemaat namazlarında erkeklerin arkasında durduklarında bir perde ve örtüye gerek var mıdır? Erkeklerin yanında namaz kıldıklarında örtü açısından hüküm nedir? Elbette cemaat namazı, hutbe, tören v
S. esnasında kadınların örtü arkasında olmaları onların tahkir edilmelerine ve küçümsenmelerine sebep olduğu da dikkate alınmalıdır.
C: Kadınların cemaat namazına katılmalarının sakıncası yoktur. Erkeklerin arkasında durduklarında örtü ve perdeye gerek yoktur; ancak, erkeklerin yanında durduklarında namazda kadının erkekle aynı hizada durmasının kerahetini kaldırmak için aralarında perde olması iyidir; namaz halinde erkeklerle kadınların arasında perde oluşu onların küçümsenmesine ve makamlarının alçalmasına sebep olduğu düşüncesi temelsiz bir hayal ve kuruntudan başka bir şey değildir. Ayrıca; şahsi görüşleri fıkıha sokmak sahih değildir.
S.600: Namazda perde ve örtü olmaksızın erkeklerle kadınların saflarının birbirine bitişik olması nasıl mümkündür?
C: Kadınlar, arada bir şey olmaksızın erkeklerin arkasında dururlar.
namazda Ehl-İ sünnete uymak
S.601: Ehl-i Sünnet'in arkasında cemaat namazı kılmak câiz midir?
C: Onlarla iyi geçinmek için olursa arkalarında cemaat namazı kılmak câizdir.
S.602: İş yerim kürt bölgelerinden birindedir, oranın Cuma ve cemaat imamlarının çoğunluğu Ehl-i Sünnet'tendir; onlara uymanın hükmü nedir?
C: Cuma ve cemaatlerde onların namazına katılmanın sakıncası yoktur.
S.603: Ehl-i Sünnet'in günlük namazlarına katılırken bir arada olduğumuz yerlerde bazı amelleri onlar gibi yapıyoruz. Mesela eli bağlı namaz kılıyoruz, vakti ve halıya secde etmemeyi gözetmiyoruz; böyle bir namazı yenilemeye gerek var mı?
C: Ehl-i Sünnet'le iyi geçinmek bunları gerektirirse halıya secde etmekle dahi olsa onlarla namaz kılmak sahih ve yeterlidir; ancak, onlarla kılınan namazda el bağlamak -zaruret gerektirmiyorsa- câiz değildir.
S.604: Mekke ve Medine'de İmam Humeyni'nin (kuddise sirruhu) fetvasına dayanarak Ehl-i Sünnet'le cemaat namazı kılıyoruz. Bazı vakitlerde ve camide namaz kılmanın faziletini elde etmek için -Örneğin, öğle ve akşam namazından sonra ikindi ve yatsı namazlarını- Ehl-i Sünnet camilerinde toprak olmaksızın münferid olarak kılıyor ve halıya secde ediyoruz; bu namazların hükmü nedir?
C: Bu takdirde sıhhatine hükmedilir.
S.605: Biz şianın diğer ülkelere gittiğimizde eli bağlı olarak namaz kılan Ehl-i Sünnet'in namazlarına katılmamızın hükmü nedir? El bağlamada onlara uymamız farz mıdır, yoksa namazı eli açık mı kılmamız gerekir?
C: İyi geçinmek için olursa namazda Ehl-i Sünnet'e uymak câizdir ve onlarla kılınan namaz sahih ve yeterlidir; ancak zaruret gerektirmezse namazda el bağlamak farz değildir; hatta câiz bile değildir.
S.606: Ehl-i Sünnet'in cemaat namazına katıldığımızda onların yaptığı gibi kıyam halinde ayağın küçük parmağını namaz kılanın iki tarafında duranların küçük parmaklarına yapıştırmanın hükmü nedir?
C: Farz değildir; yaparsa da namazın sıhhatine zarar dokunmaz.
S.607: Ehl-i Sünnet akşam namazını şer'î akşam ezanından önce kılıyorlar; dolayısıyla, hac mevsiminde veya başka bir zamanda onlara uymamız ve o namazla yetinmemiz sahih midir?
C: Onların, vakit girmeden önce namaz kıldıkları belli değildir; ancak, mükellef vaktin girdiğini tesbit etmezse namaza girmesi sahih değildir. Ama Ehl-i Sünnet'le iyi geçinmek için olursa onların namazlarına katılmanın ve o namazla yetinmenin sakıncası yoktur.
cuma namazı
S.608: Biz şimdi Hz. Mehdi'nin (Allah zuhurunu yakın eylesin) gaybet döneminde yaşamaktayız; Cuma namazına katılma hususunda görüşünüz nedir? Cuma namazına katılma vazifesi Cuma imamını adil bilmeyenlerin üzerinden kalkar mı?
C: Cuma namazı günümüzde farz-ı tahyiridir; dolayısıyla Cuma namazına katılmak farz değildir; ancak, Cuma namazına katılmanın yarar ve önemine dayanarak sırf Cuma imamının adaletinden şüphe etmek veya buna benzer temelsiz mazeretlerle kendilerini böyle bir namaza katılmanın bereketlerinden mahrum etmek mü'minlere yakışmaz.
S.609: Cuma namazı meselesinde vacib-i tahyirinin anlamı nedir?
C: Anlamı şudur: Mükellef Cuma gününün farizasını yerine getirmekte Cuma namazıyla öğle namazını kılmak arasında muhayyerdir (serbesttir).
S.610: Önemsemeyerek Cuma namazına katılmama hususunda görüşünüz nedir?
C: Önemsemeyerek ibadî-siyasî Cuma namazına iştirak etmemek şer'an kınanmıştır.
S.611: Bazıları boş mazeretlere istinaden ve bazen de görüş farklılığı yüzünden Cuma namazına katılmıyorlar; bu hususta görüşünüz nedir?
C: Cuma namazı gerçi vacib-i tahyiri ise de, ancak sürekli olarak Cuma namazına katılmamanın şer'î bir yönü yoktur.
S.612: Cuma namazı kılınmasına yakın bir zamanda ve Cuma namazının kılındığı yere yakın olan bir yerde cemaatle öğle namazı kılmak câiz midir?
C: Kendiliğinden sakıncası yoktur ve günümüzde Cuma namazı farz-ı tahyiri olduğu için öğle namazını kılmakla farz olan Cuma gününün farizasını yerine getirmiş olur; ancak Cuma gününde, Cuma namazının kılındığı mekana yakın bir yerde cemaatle öğle namazı kılmak mü'minlerin saflarında tefrika oluşturduğundan, halkın nazarında Cuma imamına hakaret ve saygısızlık sayıldığından, ayrıca Cuma namazına itina edilmediğini gösterdiğinden bu işi yapmak mü'min bir kimseye yakışmaz. Haram ve fesada yol açtığında da bundan sakınmak farzdır.
S.613: Cuma imamının Cuma'yla ikindi namazları arasında öğle namazını kılması câiz midir? Cuma imamından başkası ikindi namazı kılarsa ikindi namazında ona uymak câiz midir?
C: Cuma namazı öğle namazından kifayet eder (onun yerine geçer); ancak, Cuma namazından sonra ihtiyaten öğle namazının kılınmasının sakıncası yoktur. İkindi namazını cemaatle kılmak isterse, Cuma namazından sonra öğle namazını ihtiyaten kılan kimseye uyması ihtiyatın en mükemmelidir.
S.614: Cemaat imamı Cuma namazından sonra öğle namazını kılmazsa me'mumun ihtiyaten öğle namazını kılması câiz midir?
C: Caizdir.
S.615: Cuma imamının -Cuma namazı kıldırmak için- şer'î hakimden izin alması farz mıdır? Şer'î hakimden maksat kimdir? Bü hüküm uzak beldelerde de geçerli midir?
C: Cuma namazı imameti kendiliğinden izin almaya bağlı değildir; ancak, Cuma namazı imametine atanmasının hükümlerinin geçerliliği müslümanların veliyy-i emri tarafından atanmasına bağlıdır ve bu hüküm müslümanların veliyy-i emrinin hakim olduğu ve itaat edildiği bütün belde ve şehirleri kapsamına almaktadır.
S.616: Müslümanların veliyy-i emri tarafından atanmış Cuma imamının, atandığı yerden başka yerde bir engel ve muhalefet olmadığı takdirde Cuma namazı kıldırması câiz midir?
C: Bu kendiliğinden câizdir; ancak, bu takdirde Cuma imamlığına atanmaya ait hükümler muhakkak olmaz.
S.617: Geçici Cuma imamı veliyy-i fakih tarafından mı seçilmelidir, yoksa Cuma imamlarının kendilerinin seçme hakları var mıdır?
C: Veliyy-i fakih tarafından atanmış olan Cuma imamı geçici olarak birini kendi yerine seçebilir; ancak, veliyy-i fakih tarafından atanan imamla ilgili hükümler geçici olarak Cuma imamının yerine geçen kimsenin imametinde geçerli değildir.
S.618: Veliyy-i fakih tarafından Cuma imamlığına atanan kimseyi adil bilmeyen veya adaletinde şüphe eden bir mükellef, buna rağmen müslümanların vahdetini korumak için ona uyabilir mi? Cuma namazına katılmayan birisinin, başkalarını Cuma namazına katılmamaya teşvik etmesi câiz midir?
C: Mükellefin, adil bilmediği veya adaletinde şüphe ettiği kimseye uyması câiz olmadığı gibi onunla kıldığı cemaat namazı da sahih değildir; ancak, vahdeti korumak amacıyla görünüşte cemaate iştirak etmesinin sakıncası yoktur. Her durumda; başkalarını Cuma namazına gitmemeye teşvik etmeye hakkı yoktur.
S.619: İmamının yalan konuştuğu Cuma namazına katılmamanın hükmü nedir?
C: Sırf Cuma imamının dediğinin tersi çıkması onun yalan konuştuğuna delil olmaz; çünkü, yanlış söylemiş, hata veya tevriye* yapmış olabilir. Dolayısıyla, sırf Cuma imamının adaletten çıktığını sanmakla kendini Cuma namazının bereketlerinden mahrum etmek yakışmaz.
S.620: İmam Humeyni (kuddise sirruh) veya adil veliyy-i fakih tarafından atanan Cuma imamının adaletini araştırmak me'muma farz mıdır, yoksa adaletinin sabit olmasında Cuma imamı olarak atanması yeterli midir?
C: Cuma imamlığına atanması onun adil olduğuna dâir me'muma güven ve kesin bilgi verirse bu, ona uymanın sahih oluşunda yeterlidir.
S.621: Camilerdeki cemaat imamlarının güvenilir ulema tarafından tayin edilmesi ve yine Cuma imamlarının müslümanların veliyy-i emri tarafından tayin edilmeleri onların adaletine şehadet sayılır mı, yoksa onların adaletlerini araştırmak farz mıdır?
C: Cuma veya cemaat imamlığına atanması onun adaletine dâir me'muma güven ve itminan verirse bu miktarla yetinip namazda ona uyabilir.
S.622: Cuma imamının adaletinde şüphe eder veya adil olmadığını kesin olarak bilirse kıldığı namazları yenilemesi gerekir mi?
C: Adaletinde şüphe etmesi veya adil olmadığını anlaması namaz bittikten sonra olursa, kıldığı namaz sahihtir ve yenilemesi farz değildir.
S.623: Avrupa ve diğer ülkelerde müslüman üniversite öğrencileri tarafından düzenlenen, iştirak edenlerin çoğunluğu ve imamı Ehl-i Sünnet'ten olan Cuma namazına katılmanın hükmü nedir? Bu durumda Cuma namazı kıldıktan sonra öğle namazını kılmak gerekir mi?
C: Müslümanların vahdet ve birliğini korumak için ona katılmanın sakıncası yoktur.
S.624: Pâkistan'ın şehirlerinin birinde kırk yıldan beridir Cuma namazı kılınıyor ve şimdi başka birisi iki Cuma arasında şer'î mesafeyi gözetmeksizin başka bir Cuma namazı kıldırmaktadır ve bu da müslümanların arasında ihtilaf çıkmasına sebep oluyor; şer'an bu amelin hükmü nedir?
C: Müslümanların arasında ihtilaf çıkaracak ve saflarına tefrika düşürecek bir işe sebep olmak câiz değildir. İslam'ın şiarlarından ve müslümanların saflarının birliğinin mazharlarından olan Cuma namazı gibi amellerde böyle bir şeye sebep olmak ise daha kötüdür.
S.625: Ravilpendi şehrinin Caferiler'e ait olan merkez camisinin hatibi, tamirat sebebiyle Cuma namazının orada tatil olacağını ilan etti. Şimdi caminin tamir işleri bitmiş durumda, ama bir sorunla karşılaştık. Dört kilometre ötede başka bir camide Cuma namazı kılınıyor; aradaki bu mesafeyi göz önünde bulundurarak bu camide Cuma namazı kılmak sahih midir?
C: İki Cuma namazı arasındaki mesafe bir şer'î fersah (5762,8 m.) miktarında olmazsa sonra veya aynı zamanda kılınan Cuma namazı batıldır.
S.626: Cemaatle kılınan Cuma namazını münferid kılmak sahih midir? Şöyle ki, Cuma namazını cemaatle kılanların yanında onu münferid olarak kılmak câiz midir?
C: Cuma namazının sıhhatinin şartlarından biri de cemaatle kılınmasıdır; dolayısıyla Cuma namazının münferid olarak kılınması sahih değildir.
S.627: Namazını seferî olarak kılması gereken bir kimsenin Cuma namazı kılan imamın arkasında durarak namazını cemaatle kılması sahih midir?
C: Seferî olan me'mumun Cuma namazı kılması sahihtir ve bu namaz öğle namazından kifayet eder.
S.628: Cuma namazının ikinci hutbesinde müslümanların imamlarından biri olarak Hz. Fatıma'nın (
S.a) ismini anmak farz mıdır? Yoksa müstehap niyetiyle mi anmak gerekir?
C: Müslümanların imamları tabiri, Hz. Zahra-i Merziye'yi (
S.a) kapsamına almamaktadır ve Cuma hutbesinde onun mübarek ismini anmak farz değildir; ancak hayır ve berekete vesile olsun diye onun onurlu ismini anmanın sakıncası yoktur.
S.629: Cuma imamı Cuma namazındayken, me'mum Cuma namazı dışında diğer bir farz namazı kılmak için ona uyabilir mi?
C: Bunun sahih olması sakıncalıdır.
S.630: Şer'î öğle vaktinden önce Cuma namazının hutbelerini okumak sahih midir?
C: Cuma namazının hutbelerini, öğle olduğunda bitecek şekilde öğleden önce okumak câizdir; hatta ihtiyat gereği hutbelerden bir miktarı öğle vaktinde okunmalıdır.
S.631: Me'mum hutbelerin hiç bir bölümüne yetişemezse ve namaz kılındığı esnada sadece namaza yetişerek imama uyarsa namazı sahih ve yeterli midir?
C: Cuma namazının son rekatının rükusunda yetişerek bir rekata katılsa bile namazı sahih ve yeterlidir.
S.632: Şehrimizde Cuma namazı öğle ezanından bir buçuk saat sonra kılınıyor; acaba bu namaz öğle namazından kifayet eder mi, yoksa öğleyi de kılmak gerekiyor mu?
C: Cuma namazının vakti güneşin (tepeden) batıya doğru kaymasıyla başlar, ihtiyat gereği Cuma namazı öğlenin örfen ilk vakitlerinden yaklaşık bir veya iki saat sonraya kadar geciktirilmemelidir. Bu vakte kadar Cuma namazı kılınmazsa ihtiyat gereği onun yerine öğle namazı kılınmalıdır.
S.633: Cuma namazına gidemeyen bir kimse öğle ve ikindi namazını ilk vakitte kılabilir mi? Yoksa Cuma namazının bitmesini bekleyerek ondan sonra mı namaza başlaması gerekir?
C: Beklemek farz değildir; öğle ve ikindi namazını ilk vakitte kılabilir.
S.634: -Veliyy-i fakih tarafından- atanmış olan imamın sağlıklı ve hazır olduğu yerde geçici Cuma imamını Cuma namazını kılmaya görevlendirebilir mi? Ve kendisi de namazda ona uyabilir mi?
C: -Veliyy-i fakih tarafından atanmış- olan imamın naibinin Cuma namazını kıldırmasının ve -veliyy-i fakih tarafından- atanmış olan imamın kendi naibine uymasının sakıncası yoktur.
ramazan ve kurban bayramı namazları
S.635: Sizce Kurban, Ramazan ve Cuma namazları hangi farz türündendir?
C: Günümüzde Kurban ve Ramazan bayramlarının namazları farz değil, müstehaptır. Ancak, Cuma namazı farz-ı tahyiridir.
S.636: Bayram namazlarının kunutunun eksik veya fazla olması namazı batıl eder mi?
C: Bununla namaz batıl olmaz.
S.637: Geçmişte cemaat imamlarının her biri Ramazan bayramının namazını kendi camilerinde kıldırıyordu; şimdi de bayram namazlarının cemaat imamları tarafından kılınması câiz midir?
C: Veliyy-i fakih tarafından izinli olan temsilcilerin bayram namazı kıldırmaları, yine veliyy-i fakih tarafından atanan Cuma imamlarının günümüzde bayram namazını cemaatle kıldırmaları câizdir. Ancak, diğerleri bayram namazlarını ihtiyaten münferid olarak kılmalıdırlar. Ama; hadislerde emrolduğu kastıyla değil de, belki sevabı olur diye cemaatle kılınırsa sakıncası yoktur. Evet; maslahat gereği şehirde bir bayram namazı kılınması gerekirse, bayram namazını veliyy-i fakih tarafından atanmış olan Cuma imamı dışında birinin kıldırmaması daha iyidir.
S.638: Ramazan bayramı namazının kazası var mıdır?
C: Kazası yoktur.
S.639: Ramazan bayramı için ikâmet getirmek gerekir mi?
C: Ramazan bayramı için ikâmet getirilmez.
S.640: Cemaat imamı, Ramazan bayramı namazında ikâmet getirirse onun ve diğer namaz kılanların namazlarının hükmü nedir?
C: Bu, cemaat imamı ve me'mumların namazlarının sıhhatine zarar vermez.
yolcu namazı
S.641: Yolcunun namazını seferî olarak kılmasının farz oluşu bütün farzları kapsamına alır mı, yoksa bazılarına mı mahsustur?
C: Namazları seferî kılmanın (dört rekatlı namazı iki rekat kılmanın) farz oluşu günlük dört rekatlı namazlara mahsustur ve onlar öğle, ikindi ve yatsı namazlarından ibarettir; sabah ve akşam namazlarında ise seferilik hükmü yoktur (tam olarak kılınırlar).
S.642: Yolcunun dört rekatlı namazları seferî kılmasının farz oluşunun şartları nelerdir?
C: Dört rekatlı namazlar sekiz şartla seferî kılınmalıdır: 1- Yolun, gidişi veya gelişi ya da -gidiş dört fersahtan az olmama şartıyla- her ikisi birlikte sekiz şer'î fersahtan (46102,4 m.) az olmaması. 2- Yolculuğun ilk başından sekiz fersah gitmeyi kastetmesi. Yolculuğun ilk başından sekiz fersah gitmek istemez veya sekiz fersahtan az olan bir yere gitmeyi kastederse ve maksada ulaştıktan sonra orayla arasında şer'î mesafe olmayan, ancak ilk çıktığı yerle onun arasında şer'î mesafe olan diğer bir yere gitmeyi kastederse namazı seferî kılamaz. 3- Mesafeyi katedinceye kadar kastından dönmemesi. Dört fersaha ulaşmadan kastından dönecek olur veya tereddüte düşerse, kastından dönmeden önce seferî olarak kılmış olduğu namazları sahihtir; ama ondan sonra onun hakkında seferî hükmü geçerli değildir. 4- Yolda kendi vatanından geçerek veya on gün ya da daha fazla bir yerde kalarak kastını bozmak istememesi. 5- Yolculuğu şer'an câiz olması. Buna göre, savaş meydanından kaçmak gibi bizzat haram olan veya yol kesicilik için yapılan yolculuk gibi hedefi haram olan yolculuklarda seferî hükmü geçerli değildir. 6- Yolcunun, sahrada sefer edip belirli yerleri olmayan, kendileri ve hayvanları için nerede yiyecek ve su bulurlarsa oraya yerleşen, bir müddet sonra başka bir yere giden göçebelerden olmaması. 7- İşi yolculuk olmaması. Deveci, şöför, gemici vb. gibi. İşi yolculukta olan kimse de hükümde bunlara tabidir. 8- Ruhsat haddine ulaşması. Yani vatanından, şehrin duvarlarını göremeyeceği veya ezanının sesini işitemeyeceği kadar uzaklaşması.
İşİ yolculuk olan veya yolculuğu İşİ İçİn mukaddİme olan kİmse
S.643: İşi için yolculuk yapması gereken bir kimse yolculukta namazını tam mı kılması gerekir, yoksa bu sadece işi yolculuk olana mı mahsustur? Dini merci İmam Humeyni (kuddise sirruhu) "mesleği yolculuk olan" sözünden neyi kastetmektedir. Mesleği yolculuk olan bir kimse var mı ki? Çünkü deveci, şöför, gemici ve benzerlerinin meslekleri devecilik, şöförlük, gemiciliktir ve esasen mesleği yolculuk olan bir kimse yoktur.
C: İşi için yolculuk yapan (yolculuk, işi için mukaddime olan) kimse her on gün arasında en azından bir kere işi için işyerine giderse namazı (seferî değil) tam olur ve orucu da sahihtir. Ulemanın dilinde, mesleği yolculuk olan kimseden maksat ise, işinin kıvam ve mahiyeti sefere bağlı olan kimsedir; soruda geçen işler gibi.
S.644: Deveci, şöför, gemici vb. gibi mesleği yolculuk olan kimsenin namaz ve orucunun hükmü nedir?
C: Yolculukta namazı tamdır ve orucu da sahihtir.
S.645: İş yerine giden görevli, işçi vb. gibi işi yolculukta olan kimsenin namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
C: Her on günde en azından bir kere iş için iş yerine giderse hükmü, mesleği yolculuk olan kimsenin hükmüyle aynıdır; orucu sahihtir ve namazını tam kılmalıdır.
S.646: İş için bir şehirde bir yıldan fazla kalan kimselerin veya askerlik vazifelerini yapmak için bir şehirde bir veya iki sene kalan askerlerin namaz ve oruçlarının hükmü nedir? Her yolculuktan sonra namazı tam kılmak ve oruç tutmak için on gün kalmayı kastetmeleri farz mıdır? On günden az kalmak isterlerse namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
C: Bu takdirde, on gün kalmayı kastetmedikçe hükmü diğer yolcuların hükmüyle aynıdır; namazları seferidir ve oruç tutmaları sahih değildir.
S.647: Çoğu günler uçuş yapan, şer'î mesafeden çok yol kateden ve sonra yine kendi yerlerine geri dönen savaş uçaklarının pilotlarının namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
C: Yolculukta namazın tam oluşunda ve orucun sıhhatinde onların hükmü diğer taşıtların şöförleri, gemilerin kaptanları ve diğer uçakların pilotlarının hükmüyle aynıdır.
S.648: Bazı kabileler ikamet ettikleri mekandan bir veya iki ay için göç ediyor ama yılın geriye kalan kısmını yayla veya kışlakda ikamet ediyorlar; bu iki yer (yayla ve kışlak) onların vatanı sayılır mı? Bu iki yerde ikamet ettikleri müddet içerisinde yaptıkları yolculukların (namazı seferî ve tam kılma açısından) hükmü nedir?
C: Devamlı olarak yılın bir kısmını birinde ve diğer kısmını da diğerinde geçirmek için yayladan kışlağa veya tersine göç etmek isterlerse ve her iki yeri devamlı yaşantıları için seçerlerse bu durumda bunların her ikisi de onların vatanı sayılır ve onlar için her iki yerde de vatan hükmü uygulanır. Bu iki vatan arasındaki, mesafe şer'î mesafe miktarında olursa bir vatandan diğerine göç etmelerinde hükmü diğer yolcuların hükmüyle aynıdır.
S.649: Ben şehrimizdeki devlet dâirelerinin birinde görevliyim. Oturma yerimle iş yerim arasındaki mesafe 35 km. civarındadır. İşe gitmek için her gün bu mesafeyi katediyorum. Bu durumda, özel bir iş için, çalıştığım şehirde bir kaç akşam kalmayı kastedersem namazımın durumu nasıl olur. Tam mı, yoksa seferî mi kılmam gerekir? Ve örneğin, akrabalarımı ziyaret etmek için Cuma günü diğer bir şehre yolculuğa çıktığımda namazı tam mı kılmalıyım, seferî mi?
C: Yolculuğunuz her gün yaptığınız işiniz için olmazsa, iş için yolculuk yapmanın hükmü kapsamına girmez. Ama, aslında iş için yolculuk yapar ve bu esnada iş yerinizde akrabalarınızı, arkadaşlarınızı ziyaret etmek gibi işler de yaparsanız ve bazen de bir veya bir kaç akşam orada kalırsanız bu iş için yapılan yolculuğun hükmünü değiştirmez, namazınızı tam kılmalı ve orucunuzu da tutmalısınız.
S.650: İş için yaptığım yolculukta idari saat bittikten sonra iş yerimde şahsi işler yaparsam; mesela sabahın yedisinden öğleden sonra saat ikiye kadar mesai saat olup bu arada idari işler yapar ve saat ikiden sonra şahsi işlerimi yaparsam namaz ve oruçlarımın hükmü nedir?
C: İş için yapılan yolculukta idari saat bittikten sonra özel ve şahsî işler yapmak, iş için yapılan yolculuğun hükmünü değiştirmez.
S.651: Bir yerde on gün kalacaklarını bilen ancak emirleri kendi ellerinde olmayan askerlerin namaz ve oruçlarının hükmü nedir? Bu hususta İmam Humeyni'nin de fetvasını söyler misiniz?
C: Bu takdirde bir yerde on gün veya daha fazla kalacaklarını kesin bildiklerinden dolayı namazlarını tam kılmaları ve oruçlarını tutmaları farzdır. İmam'ın (kuddise sirruh) da fetvası böyledir.
S.652: Ordu veya inkılap muhafızlarının istihdam ettiği kadroların kışlada veya sınır bölgelerinde on günden fazla kalmakla görevlendirildikleri takdirde namaz ve oruçlarının hükmü nedir? İmam'ın da fetvasını açıklar mısınız?
C: Bir yerde on gün veya daha fazla kalmak isterlerse veya kalacaklarını bilirlerse orada namazlarını tam kılmaları ve oruç tutmaları gerekir; İmam'ın (kuddise sirruh) fetvası da böyledir.
S.653: Ramazan ayında oturduğum yerle araştırma yapmak için gitmem gereken diğer yerler arasındaki mesafe ruhsat haddi miktarı kadardır; bu durumda oruç tutmak ve namazı tam kılmak farz mıdır?
C: İşiniz gereği bulunduğunuz yerden çıkarak çeşitli yerlere gidip geliyorsanız veya en azından dört rekatlık bir namaz kılmakla bile olsa namazı tam kılma hükmü üzerinize geldikten sonra ikamet ettiğiniz yerden şer'î mesafe miktarınca uzak olmayan yerlere çıkıyorsanız veya on gün içinde dışarı çıktığınız miktarın tümü günün veya gecenin üçte biri ya da daha az miktarda olursa ikamet ettiğiniz yerde ve o mekanlarda namazı tam kılıp orucu da tutmanız gerekir; aksi durumda orada namazı seferî kılmalısınız ve oruç tutmanız da sahih değildir.
S.654: İmam Humeyni'nin (kuddise sirruh) Tevzih-ul Mesail'inde, yolcu namazıyla ilgili 1306. meselede yeralan yedinci şart şöyledir: "Şöför birinci yolculuğu dışında namazını tam kılmalıdır. Ama, birinci yolculuğunda, yolculuğu uzun sürse bile namazı seferidir." Birinci yolculuktan maksat vatanından ilk çıkışından bir ay veya daha fazla sürse ve bu müddet zarfında vatanı olmayan iki şehir arasında on kere yük taşımacılığı için gidip gelse bile tekrar oraya geri dönünceye kadar geçen süre midir?
C: Birinci yolculuk, yolcu ya da yük taşımak için vatanından veya ikamet ettiği yerden çıkarken gitmek istediği maksada ulaşmasıyla biter ve ilk çıktığı yere geri dönmesi ilk yolculuktan sayılmaz. Ancak, gitmek istediği yerden ilk çıktığı şehre yolcu veya yük taşımak için yolculuk yaparsa, o zaman birinci yolculuk, ilk çıktığı şehre dönmesiyle biter.
S.655: Askerlik
S. gibi durumlarda şöförlükle görevlendirilen askerler gibi sabit mesleği şöförlük olmayan, ancak kısa bir müddet için araba şöförlüğüyle görevlendirilen kimseler yolcu hükmünde midirler, yoksa namazı tam kılıp, oruç tutmaları mı gerekiyor?
C: Bu geçici müddet içinde, araba şöförlüğü örfen onların işi sayılırsa bu durumda bu işte onların hükmü diğer araba şöförlerinin hükmüyle aynıdır.
S.656: Arabası arızalanan şöför, arabanın tamiri için gerekli parçaları almak amacıyla başka şehirlere yolculuk yaparsa, arabasıyla gitmediği bu yolculukta namazı tam mı kılmalıdır, seferî mi?
C: Bu yolculukta işi şöförlük olmazsa diğer yolcuların hükmündedir.
talebelerle İlgİlİ hükümler
S.657: Ders için haftada en az iki gün yolculuk yapan üniversite öğrencileri veya meslekleri gereği her hafta yolculuk yapan görevlilerin hükümleri nedir? Bu gibi insanlar her hafta yolculuk yapıyor, bazen de üniversitenin veya işyerlerinin tatil olması sebebiyle bir ay kendi vatanlarında kalıyor ve bu müddet zarfında yolculuğa çıkmıyorlar; acaba, bir aydan sonra -yeniden yolculuğa başladıklarında- birinci seferlerinde namazları (kurala göre) seferî ve sonra tam mı oluyor?
C: İster haftalık olsun, ister günlük ilim tahsil etmek için yolculuk yaptıklarında namazı seferî kılmaları farzdır ve oruç tutmaları da sahih değildir; ancak, iş için yolculuk yapan kimse, işi ister serbest olsun, ister resmi her on günde en azından bir kere vatanıyla veya oturduğu yerle iş yeri arasında gidip gelirse iş ve mesleği için yaptığı ikinci yolculuğunda namazlarını tam kılmalıdır, orucu da sahihtir. Ve iş için yaptıkları iki yolculuk arasında vatanlarında veya başka bir yerde on gün ikamet ederlerse bu durumda on günden sonra iş için yaptıkları ilk yolculukta namazlarını seferî kılmalı ve oruç da tutmamalıdırlar.
S.658: Tebliği kendine meslek edinmek isteyen dini ilimler talebesi, tebliğ gayesiyle yaptığı yolculuklarda namazını tam kılıp, oruç tutabilir mi? Eğer tebliğ, marufu (iyiliği) emretme ve münkerden (kötülükten) nehyetme dışında bir şey için yolculuk yaparsa namaz ve orucunun hükmü nedir?
C: Tebliğ, marufu emretme ve münkerden nehyetme onun meslek ve işi olursa bu amaçla yaptığı yolculuktaki hükmü, meslek ve işleri için yolculuk yapan diğer yolcuların hükmüyle aynıdır. Eğer bazen tebliğ dışında bir iş için yolculuk yaparsa bu gibi yolculukta da namazın seferî oluşunda ve orucun sahih olmayışında hükmü diğer yolcular gibidir.
S.659: Ders okumak için ilmiye havzalarına giden dinî ilimler talabeleri veya belirsiz bir müddet için çalışmak amacıyla bir şehre gönderilen devlet görevlileri gibi belirsiz bir müddet için yolculuk yapan kimselerin namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
C: On gün ikamet etmeyi kastetmedikçe ders ve iş yerlerinde namazın seferî oluşu ve orucun sahih olmayışı hususunda hükümleri diğer yolcuların hükümleriyle aynıdır. Fakat, ders ve iş yerinde ikametleri, orası onların örfen vatanı sayılacak kadar uzun sürerse, o başka.
S.660: Vatanı olmayan bir yerde ders okuyan bir talebe haftada bir ders okuduğu yerle arası şer'î mesafe olan kendi vatanına dönerse ders okuduğu yerde namazı seferî mi kılmalıdır, tam mı?
C: Ders okumak için yapılan yolculuğa meslek ve iş için yapılan yolculuğun hükümleri uygulanmaz; ders okumak için yolculuk yapan talebe diğer yolcuların hükmündedir.
S.661: Dini ilimler talebesi, vatanı olmayan başka bir şehirde yaşarsa ve on gün kalmaya niyet etmeden önce haftada bir şehrin dışında olan bir camiye gideceğini bilir veya gitmek isterse yaşadığı yerde on gün kalmayı kastedebilir mi?
C: Bir yerde ikamet etmeyi azmettiğinde aynı zamanda oradan günün veya gecenin üçte biri kadar veya daha az bir süre için, arası şer'î mesafe kadar olmayan bir yere çıkmayı kastetmesi, ikamet niyetinin sıhhatine zarar vermez ve gitmek istediği yerin ikamet ettiği yere dahil olup olmadığının teşhisi örfe bağlıdır.

11
fikh Namaz Hükümleri

Namazın Önem ve şartları
şer'İ mesafeye gİtmeğİ ve on gün bİr Yerde kalmayı kastetmek
S.662: Şehirle uzaklığı şer'î mesafeden az olan bir yerde çalışıyorum. Bu iki yerden hiç biri benim vatanım olmadığından namazımı tam kılmak ve orucumu tutmak için iş yerimde on gün kalmayı kastediyorum. Ve iş yerimde on gün kalmayı kastettiğimde ne on gün içinde ve ne de on günden sonra iş yerime yakın olan mezkûr şehre çıkmayı kastetmiyorum; bu durumlarda seferilik yönünden: 1- On gün bitmeden önce bir iş için veya bir olay yüzünden o şehre çıkar da orada yaklaşık iki saat kaldıktan sonra iş yerime geri dönersem vazifem nedir? 2- On gün bittikten sonra mezkûr şehrin, uzaklığı şer'î mesafeden az olan bir mahallesine gitmek kastıyla çıkar ve orada bir gece kaldıktan sonra ikamet ettiğim yere geri dönersem vazifem nedir? 3- On gün bittikten sonra uzaklığı şer'î mesafeden az olan bir mahalleye gitmek için o şehre doğru çıkar, ancak oraya ulaştıktan sonra niyetim değişir ve ikamet ettiğim yerden şer'î mesafeden daha uzak olan başka bir yere gitmeyi kastedersem vazifem nedir?
C: 1 ve 2- İkamet ettiği yerde en azından dört rekatlık bir namaz kılmakla da olsa namazı tam kılma hükmü sabitleştikten sonra, ister on günü bitirdikten sonra olsun ve ister bitirmeden olsun bir günde veya hergün orayla arası şer'î mesafeden az olan bir yere bir iki saatliğine çıkmanın zararı yoktur; yeni bir yolculuğa başlayıncaya kadar namazı tam kılması ve orucu tutması gerekir. 3- Niyeti değiştiği yerden şer'î mesafede olan bir yere yolculuk edip sonra ikamet ettiği yere geri dönmek isterse, bu mesafeyi katettikten sonra önceki ikamet hükmü kesilir ve ikamet ettiği yere geri döndükten sonra ikamet niyetini yenilemek zorundadır.
S.663: Yolcu, vatanından çıktıktan sonra asıl vatanının ezan sesi duyulan veya evlerinin duvarı görülen bir yoldan geçmesi mesafeyi katetmesine zarar verir mi?

C: Vatanına uğramazsa bunun mesafeyi katetmeye zararı yoktur ve yolculuk da bununla kesilmez; ancak, orada olduğu müddetçe yolcu hükümleri onun hakkında geçerli değildir.
S.664: Şimdi ikamet ettiğim ve iş yerimin bulunduğu yer asıl vatanım değildir. Onunla asıl vatanım arasındaki mesafe şer'î mesafeden çoktur. İş yerimi de kendime vatan edinmiş değilim, orada sadece bir kaç yıl kalabilirim. Bazen önemli idari işler için -ayda iki veya üç gün- oradan ayrılıyorum. Acaba, ikamet ettiğim şehirden şer'î mesafeden uzak olan bir yere çıkıp döndükten sonra tekrar on gün kalmaya niyet etmeme gerek var mı? Eğer on gün kalmaya niyet etmem gerekiyorsa şehrin etrafında hangi mesafeye kadar çıkabilirim?
C: İkamet ettiğiniz şehirden şer'î mesafeye kadar yolculuk yaptığınızda oraya geri dönünce yeniden on gün kalmayı niyet etmeniz gerekir; sahih bir şekilde on gün ikamet etmek niyeti gerçekleştikten ve en azından bir dört rekatlık namaz kılmayla da olsa namazı tam kılma hükmü sabitleştikten sonra ikamet ettiğiniz yerden şer'î mesafeden az olan bir yere çıkmanız ikamet hükmüne zarar vermez; yine, on gün içinde şehrin bostan ve tarlalarına çıkmak istemeniz, ikamet kastına zarar vermez.
S.665: Bir kaç yıldır vatanından 4 km. uzaklıkta bir yerde yaşayan, haftada bir kere evine giden bir kişi, vatanıyla arasında 25 km ve bir kaç yıldır ders okuduğu yerle arasında 22 km. mesafesi olan bir yere yolculuk yaptığında namazının hükmü nedir?
C: Ders okuduğu yerden, arası şer'î mesafeden az olan bir yere gitmek isterse seferî hükümleri kapsamına girmez; ancak, vatanından oraya gitmeği kastederse bu durumda yolcu hükümleri kapsamına girer.
S.666: Üç fersah uzaklıkta olan bir yere gitmek isteyen kimse yolculuğunun başlangıcında bir iş için bir fersah uzaklığı olan tali yola girip sonra ana caddeye çıkarak yolculuğuna devam etmeyi kastederse, bu yolculukta namaz ve orucunun hükmü nedir?
C: Yolcu hükümlerinin kapsamına girmez ve ana caddeden çıkması sonra tekrar dönmesi mesafeye eklenmeyeceğinden mesafeyi tamamlamaz.
S.667: İmam Humeyni'nin fetvasına göre sekiz fersahlık bir yolculuğa çıkıldığında namazı seferî kılmak ve orucu yemek farzdır. Gidişi dört fersahtan az olan, ancak dönüşü arabanın olmayışı veya yol sorunları yüzünden farklı bir istikametten gerçekleşen ve neticede altı fersahtan fazla olan bir yolculuğa gidilirse namaz seferî olur mu ve orucu yememiz gerekir mi?
C: Gidiş dört fersahtan az olur ve dönüş yolu tek başına şer'î mesafe miktarında olmazsa namaz tam olur ve orucun da tutulması gerekir.
S.668: Bir kimse ikamet ettiği yerden şer'î mesafeden az olan bir yere yolculuk yapar, hafta arasında da bu yerden bir kaç defa diğer mahallelere giderse ve toplam mesafe sekiz fersahtan fazla olursa vazifesi nedir?
C: Evden çıkınca sekiz fersah gitmeyi kastetmezse ve birinci yerle oradan gittiği diğer yerler arasındaki mesafe şer'î mesafe miktarınca olmazsa yolcu hükümleri kapsamına girmez.
S.669: Bir adam şehrinden çıkarak belli bir yere gider ve orada bazı yerleri dolaşırsa bu dolaşması evden katettiği mesafeye eklenir mi?
C: Gitmek istediği yere ulaştıktan sonra orada dolaşmak mesafeden sayılmaz.
S.670: On günlük ikameti kastederken her gün, ikamet ettiği yerle, mesafesi dört fersahtan az olan iş yerine gitmeyi kastetmesi câiz midir?
C: On gün ikamet kastı esnasında şer'î mesafeden az olan bir yere çıkmayı kastetmek örf açısından ikamet yerinde “on gün ikamet etti” denilmesine zarar verdiği durumda kastın doğruluğuna zararlıdır; ikamet ettiği yerden her gün veya bütün bir gün çıkması gibi. Ancak, gecenin veya gündüzün üçte biri kadar, gece veya gündüz boyunca bir defa veya toplamı gündüz veya gecenin üçte birini geçmeyecek şekilde bir kaç defa çıkmanın sakıncası yoktur ve böyle bir niyet, ikamet kastının doğruluğuna zarar vermez.
S.671: Aralarındaki mesafe 24 km.den fazla olan ikamet yerinden iş yerine gidip gelmek namazın tam olmasına sebep olduğunu dikkate alarak iş yerinden şer'î mesafe miktarında uzak olmayan etrafına veya başka bir şehre gider ve öğleden önce veya öğleden sonra iş yerine geri dönersem namazım yine tam olur mu?
C: Günlük işinizle bir ilişkisi olmasa bile, iş yerinden şer'î mesafeden az olan bir yere çıkmakla namaz ve orucunuzun hükmü değişmez. Bu hususta iş yerinize öğleden önce veya öğleden sonra geri dönmenizin hiç bir farkı yoktur.
S.672: Ben İsfahanlıyım.. Bir süreden beridir İsfahan'a bağlı olan Şahinşehr şehrindeki üniversitede çalışıyorum. İsfahan'ın ruhsat haddinden Şahinşehr'in girişine kadar olan mesafe şer'î mesafeden azdır (yaklaşık 20 km); ancak, şehrin dışında olan üniversiteyle aradaki mesafe 25 km. civarında olup şer'î mesafeden fazladır. Üniversite Şahinşehr'dedir ve yolum şehrin içinden geçmektedir. Ama; asıl hedefim üniversiteye gitmektir; bu durumda ben yolcu sayılır mıyım?
C: İki şehrin arasıdaki mesafe dört şer'î fersahtan az olursa yolcu hükümlerinin kapsamına girmezsiniz.
S.673: Ben her hafta Hz. Masume'nin
S.a) türbesini ziyaret etmek ve Cemkeran Mescidi'nin özel ibadetlerini yapmak için Kum kentine gidiyorum, bu yolculuğumda namazlarımı tam mı kılmam gerekiyor, seferî mi?
C: Bu gibi yolculuklarda namazı seferî kılmalısınız; çünkü, hükmünüz diğer yolcuların hükmüyle aynıdır.
S.674: Benim doğum yerim "Kaşmer"dir; hş. 1345'ten 1369'a kadar Tahran'da ikamet ediyordum ve üç yıldır da idari görevimden dolayı ailemle birlikte "Benderabbas" şehrinde ikamet etmekteyim, yaklaşık bir yıl sonra vatanım olan Tahran'a geri döneceğim. Benderabbas'ta olduğum müddetce görevim gereği her an Benderabbas'a bağlı olan şehirlere giderek bir müddet orada kalmam muhtemeldir ve üzerime bırakılan idari görevin ne kadar süreceğini öngörmem de mümkün değildir. Bu durumda; namaz ve orucumun hükmü nedir? Çoğu zaman ve en azından yılın bazı ayları bir kaç günlüğüne merkez dışı görevde olduğum dikkate alındığında kesir-us sefer (çok yolculuk yapan) sayılır mıyım? Ev hanımı olan eşim Tahran doğumludur. Benderabbas şehrine gelerek orada benimle kaldığını dikkate aldığımızda onun namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
C: Vatanınız olmayan şimdiki görev yerinde on gün kalmayı kastetmedikçe veya görevinizle ilişkin bir iş için her on günde en azından bir kere görev yerinden şer'î mesafeye yolculuk yapmadıkça namaz ve oruçlarınızın hükmü, namazın seferî oluşu ve orucun sahih olmayışında yolcuların hükmüyle aynıdır. Sizinle iş yerinize gelen eşiniz orada on gün kalmayı kastetmişse namazı tam kılmalı ve oruç da tutmalıdır; aksi durumda namazı seferî kılmalıdır ve orada oruç tutması da sahih değildir.
S.675: Bir yerde on gün kalacağını bilen veya on gün kalmak isteyen kimse on gün ikamet kastı eder, ancak, dört rekatlık namaz kılmasıyla namazı tam kılma hükmü sabitleştikten sonra zaruri olmayan bir yolculuğa çıkması câiz midir?
C: Zaruri olmasa bile yolculuğa çıkmasının sakıncası yoktur.
S.676: İmam Rıza'nın (a.s) türbesini ziyarete giden bir kimse orada on günden az kalacağını bildiği halde namazının tam olması için on gün kalmayı kastederse hükmü nedir?
C: On gün kalmayacağını bilirse on gün kalmayı kastetmesi anlamsızdır, bu kastının etkisi de yoktur, orada namazı seferî kılması gerekir.
S.677: Şehirde hiç bir zaman on gün ikamet etmeyen ve şehrin ahalisinden de olmayan ancak, çıktıkları yolculuklar şer'î mesafeden az olan görevlilerin, namazı seferî veya tam kılma hususunda vazifeleri nedir?
C: Vatanlarıyla görev yerleri arasındaki gidiş ve dönüşleri üst-üste şer'î mesafe miktarında olmazsa yolcu hükümleri onlar hakkında geçerli olmaz; vatanıyla iş yeri arasında şer'î mesafe kadar uzaklık olursa her on günde bu iki yer arasında en azından bir kere gidip gelirse namazı tam kılması gerekir ve aksi durumda on günden sonra ilk yolculukta hükmü diğer yolcuların hükmüyle aynıdır.
S.678: Ne kadar (on gün mü, daha az mı­) kalacağını bilmediği bir yere yolculuk yapan kimse namazı nasıl kılmalıdır?
C: Namazı seferî kılmalıdır.
S.679: İki yerde tebliğ yapan ve o bölgede on gün kalmak isteyen kimsenin namaz ve orucunun hükmü nedir?
C: Örfe göre iki yer sayılırsa o ikisinde ikamet kastı etmek sahih olmaz; on gün içinde diğer yere gidecekse yalnız birinde de ikamet kastı etmek sahih değildir.
ruhsat haddİ
S.680: Almanya'da ve bazı Avrupa ülkelerinde şehirleri birbirinden ayıran mesafe (yani şehirden çıkış levhasıyla ikinci şehre giriş levhası arasındaki mesafe) yüz metreye ulaşmıyor ve iki şehrin ev ve yolları tamamen birbirlerine bitişiktir; bu gibi yerlerde ruhsat haddi nedir?
C: Şehirler, soruda olduğu şekilde birbirine bitişik olursa iki şehir, bir şehrin iki mahallesi sayılır ve birinden çıkarak diğerine gitmek yolculuk sayılmadığından ruhsat haddi düşünülemez.
S.681: Ruhsat haddinin ölçüsü şehrin ezanının işitilmesi ve duvarının görülmesidir. Bu iki belirtinin birlikte mi gerçekleşmesi gerekiyor, yoksa birisinin gerçekleşmesi yeterli midir?
C: Ruhsat haddinin tayininde ezanın işitilmemesinin yeterli olması uzak bir görüş olmamasına rağmen, ihtiyat gereği iki alameti gözetmek iyidir.
S.682: Ruhsat haddinde ölçü, yolcunun ilk girdiği mahallenin evlerinden mi, yoksa şehrin ortasından mı ezan sesini işitmesidir?
C: Ölçü yolcunun çıktığı veya girdiği taraftan şehrin en sonunda okunan ezan sesini işitmesidir.
S.683: Şer'î mesafe meselesinde bölgelerden birinin ahalisi arasında görüş farklılığı var. Bazıları, ölçünün bölgedeki birbirine bitişik olan evlerin duvarları olduğunu ve bazıları da, şehrin evlerinden sonraki iş yerleri ve şirketlerden hesaplanması gerektiğini ileri sürüyorlar. Sorumuz şudur: Şehrin sonu neresidir?
C: Şehrin sonunun tayini örfün görüşüne bağlıdır.
S.684: Biz üniversite öğrencisiyiz. Üniversite Tebes şehrinin köylerinden birindedir. Tebes şehrinin 5 km. ötesinde bulunan bu köyle bizim vatanımızın uzaklığı da 100 km.dir. Ancak; köyle şehir arasında hiç bir engel olmayışından Tebes şehrinin içinden köyün duvarları görünmektedir. Ama; ezanının sesi işitilmemektedir. Bu durumda köyde on gün kalmayı kasteder de sonra iki saatten fazla bir zaman için Tebes'e gidersek bunun kastımıza zararı olur mu?
C: Duvarın görülmesinin ölçüsü duvarın kendisinin ve şekillerinin görünmesidir. Dolayısıyla duvarın karaltılarının görünmesinin etkisi yoktur. Köyün duvarlarının Tebes şehrinden görüldüğü farzedilse o köy, şehrin bir parçası veya şehre bitişik ve bağlı olan bostan ve tarlalardan sayıldığı takdirde on gün ikamet kastı edildiğinde şehre gidip gelmek kastı orada ikamet etmek kastına zarar vermez. Konunun tesbit ve teşhisi mükellefin görevidir.
ma'sİyet yolculuğu
S.685: İnsan yaptığı yolculukta günah ve haramlara düşeceğini bilirse namazı seferî mi olur, tam mı?
C: Yolculuğu, farzı terketmek veya bir haramı işlemek için olmazsa namazın seferî oluşunda hükmü diğer yolcuların hükmü gibidir.
S.686: Günah işlemek kastıyla yolculuk etmeyen, ancak, yolda yolculuğunu günah işlemek kastıyla tamamlamak isteyen kimse namazını seferî mi kılmalıdır, tam mı? Ve yolda kıldığı seferî namazlar sahih midir?
C: Günah işlemek için yolculuğunu sürdürmek istediği zamandan itibaren namazını tam kılmalıdır ve günah işlemek için yolculuğunu sürdürmeye karar aldıktan sonra seferî olarak kıldığı namazlarının tümünü yeniden kılmalıdır.
S.687: Namaz kılmak için yer bulamayacağı ve mukaddimelerini yapmanın mümkün olmayacağı takdirde seyahat veya geçim için gerekli olan ihtiyaçları almak amacıyla yapılan yolculuğun hükmü nedir?
C: Yolculuğunda namazının bazı farzlarını yerine getiremeyeceğini bilirse ve yolculuk yapmadığı durumda zarar ve çetinliğe uğramazsa ihtiyaten farz olarak böyle bir yolculuğu terketmelidir.
Vatan hükümlerİ
S.688: Ben Tahran doğumluyum ve anne-babam aslında Mehdişehr ahalisindendir. Dolayısıyla yılda bir kaç kere ailemle birlikte Mehdişehr'e gidiyorum; anne-babamın şehrine geri dönerek oraya yerleşmek istemeyip, Tahran'da kalmak isediğim göre Mehdişehr'de namaz ve orucumun hükmü nedir?
C: Bu durumda anne-babanızın asıl vatanlarında namaz ve orucunuzun hükmü, yolcunun namaz ve orucunun hükmü gibidir.
S.689: Ben yılın altı ayı bir şehirde ve diğer altı ayı da doğum yerim olan ailemin bulunduğu ve ikamet ettiğim başka bir şehirde kalıyorum; ancak, birinci şehirde ikametim devamlı olmadığından, orada iki hafta veya on gün ya da on günden daha az kalıyor, daha sonra da doğum yerime, yani, ailemin ikamet ettiği şehre geri dönüyorum. Buna göre, birinci şehirde on günden az kalmak istersem acaba yolcu hükmünde olur muyum?
C: Bu şehir sizin vatanınız olmazsa ve vatan kastı da etmemişseniz orada on günden az kaldığınız durumlarda yolcu hükmündesiniz.
S.690: 12 yıldır vatan kastı olmaksızın bir şehirde sürekli oturmaktayım. Acaba; bu şehir benim vatanım sayılır mı? Bu şehrin benim vatanım olması için ne kadar geçmesi lazım? Örfen bu şehrin benim vatanım sayıldığını nasıl tesbit edebilirim?
C: Orada daimi olarak kalmayı niyet edip bir müddet kalmadıkça veya devamlı kalma kastı olmaksızın mahalle ahalisi yanında “bu adam bu mahalle sakinlerindendir” denecek kadar uzun bir müddet orada ikamet etmedikçe oranın yeni bir vatan olması gerçekleşmez.
S.691: Vatanı Tahran olan bir kimse şimdi Tahran yakınlarındaki şehirlerden birine yerleşerek orayı vatan edinmek istiyor. Ancak; iş yeri Tahran'da olduğundan vatanı olması için o şehirde altı ay ikamet etmesi bir yana, hatta orada on gün bile sürekli kalamaz; çünkü, her gün iş yerine giderek akşamları eve geri dönüyor. Bu adamın namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
C: Orada ikamet etme kastı olduktan sonra vatan unvanının gerçekleşmesi için altı ay boyunca devamlı olarak orada kalmak şart değildir. Ailesini oraya yerleştirdikten sonra örfen, “o, bu mahalle sakinlerindendir” denilecek kadar her gün işinden çıktıktan sonra ailesinin yanına dönerek onların yanında kalması yeterlidir.
S.692: Eşim ve ben Kaşmer şehrinde doğmuşuz. İş için devlet dâirelerinden birinde istihdam olduktan sonra Nişabur şehrine yerleştik. Ama babamız eskiden beri doğum yerimizde ikamet etmektedir. Biz Nişabura gittiğimizde asıl vatanımızı (Kaşmer) terketmeye, vatan olarak artık orda kalmamaya karar aldık; fakat 15 yıl sonra bundan vazgeçtik. Buna dayanarak şu sorulara cevap verir misiniz: 1- Babamızın evine giderek orada bir kaç gün kaldığımızda namazla ilgili olarak bizim -benim ve eşimin- vazifemiz nedir? 2- Babamızın şehrine (Kaşmer) giderek orada bir kaç gün kaldığımızda şimdiki oturduğum yerde dünyaya gelen ve bulûğ haddine yetişen çocuklarımızın vazifeleri nelerdir?
C: Asıl vatanınız olan "Kaşmer"den vazgeçtiken sonra tekrar dönüp orada ikamet etmeyi kastedip bir müddet kalmadıkça orada sizin için vatan hükmü uygulanmaz. Yine burası sizin çocuklarınızın vatanı hükmünde de değildir ve o şehirde hepiniz yolcu hükmündesiniz.
S.693: Bir adamın iki vatanı var (ve tabiatıyla her iki yerde namazını tam kılıyor ve oruç tutuyor). Bu hususta onun sorumluluğunda olan eşi ve çocuklarının da velilerini izlemeleri mi gerekir, yoksa bu meselede onlar müstakil görüşe mi sahiptirler?
C: Eşinin, kocasının yeni vatanını, vatan olarak kabul etmemesi câizdir; ancak, çocuklar küçük olur, irade ve yaşantılarında müstakil olmazlarsa veya bu meselede babalarının görüşüne tabi olurlarsa babalarının yeni vatanı onların da vatanı sayılır.
S.694: Annesi, çocuğunu doğurmak için bir kaç gün çocuğun babasının vatanının dışındaki hastaneye intikal etmek zorundadır. Orada dünyaya geldikten sonra annesiyle birlikte babasının vatanına geri dönen çocuğun vatanı neresidir?
C: Hastane anne-babasının ikamet ettiği vatanlarında ise o şehir çocuğun da asıl vatanı sayılır. Ancak, bir şehrin halkından olması için sırf o şehirde dünyaya gelmesi yeterli değildir; onun vatanı, doğumundan sonra döndüğü ve anne-babasıyla yaşadığı yerdir.
S.695: Bir kaç yıldır Ahvaz şehrinde oturan, ancak orayı kendisi için ikinci vatan edinmeyen kimse bu şehirden şer'î mesafeden çok veya az miktarda dışarı çıkıp oraya tekrar geri döndükten sonra oradaki namaz ve orucunun hükmü nedir?
C: Ahvaz'da on gün kalmayı kastedip, en azından dört rekatlık bir namaz kılmasıyla hakkında namazı tam kılma hükmü sabitleştikten sonra şer'î mesafeye çıkmadıkça namazını tam kılmalı ve orucunu tutmalıdır; ancak, şehirden şer'î mesafe miktarınca veya daha fazla çıkarsa bu durumda diğer yolcuların hükmüyle aynı hükümdedir.
S.696: Ben Iraklıyım. Şimdi Irak'tan vazgeçmek istiyorum. Acaba, bütün İran'ı mı, yoksa oturduğum yeri mi kendime vatan edinmeliyim ya da vatan edinmek için bir ev mi satın almalıyım?
C: Yeni Vatan edinmede belli bir şehiri vatan olarak kastetmek ve örfen oranın halkından sayılacak kadar orada oturmak şarttır; ancak, orada bir eve sahip olmak vb. şeyler şart değildir.
S.697: Bâliğ olmadan önce doğum yerinden başka bir şehre göç eden, ama vatandan vazgeçmekle ilgili şer'î hükmü bilmeyen kimsenin buluğ çağına ulaştıktan sonra doğum yerindeki namaz ve orucunun hükmü nedir?
C: Doğum yerinden babasına tabi olarak göç eder ve babası yaşamak için tekrar oraya dönmeyi niyet etmezse orada o kimse hakkında vatan hükmü geçerli değildir.
S.698: İnsan vatanı olan bir yerde şimdi oturmaz, ama, bazen eşiyle birlikte oraya giderse eşi de kocası gibi orada namazı tam mı kılmalıdır? Eşi oraya tek başına giderse namazının hükmü nedir?
C: Sırf o yerin kocasının vatanı olması, hanımın da vatanı olması için yeterli olmadığından orada eşi hakkında vatan hükmü uygulanmaz.
S.699: İş yeri vatan hükmünde midir?
C: Bir yerde bir işle uğraşmak oranın vatan olması için yeterli değildir; ancak, oturduğu yerden şer'î mesafe miktarınca uzak olan iş yerine evinden her on günde en azından bir defa gidip gelmek zorunda ise onun hakkında iş yerinde vatan hükmü uygulanır; dolayısıyla namazı tam olur ve orucu da sahihtir.

S.700: İnsanın vatanından vazgeçmesinden maksat nedir? Sırf kadının evlenmesi ve kocasının istediği yere gitmesi vatanından vazgeçmek sayılabilir mi?
C: Maksat, bir daha oturmak için vatanına geri dönmemek niyetiyle oradan çıkmaktır. Sırf diğer şehirde olan kocasının evine gitmesi asıl vatanından vazgeçmesini gerektirmez.
S.701: Asıl vatan ve ikinci vatan meselesi hususundaki görüşünüzü açıklar mısınız?
C: Asıl vatan: İnsanın doğup, büyüdüğü ve yetiştiği yerdir. İkinci vatan: Yılda devamlı olarak bir kaç ay bile olsa mükellefin oturmak için seçtiği yerdir.
S.702: Anne-babam Save ahalisindendirler. Her ikisi de çocuk yaşta Tahran'a gelerek oraya yerleşmişler. Evlendikten sonra babam iş yeri olan Çalus şehrine yerleşmiştir. Şimdi, Tahran'da dünyaya gelmeme rağmen orada hiç kalmadığımı göz önünde bulundurarak Tahran ve Save'de namazı nasıl kılmam gerekiyor?
C: Tahran'da dünyaya geldikten sonra eğer orada büyümemişseniz Tahran sizin asıl vatanınız sayılmaz. Ayrıca, Tahran ve Save'yi eğer vatan edinmemişseniz bu iki şehirde sizin için vatan hükmü uygulanmaz.
S.703: Asıl vatanından vazgeçmeyen ve altı yıldır başka bir şehirde oturan kimse taklidde İmam Humeyni'ye bağlı kalsa, oradan kendi vatanına gittiğinde namazı tam mı kılmalıdır, seferî mi?
C: Önceki vatanından vazgeçmedikçe onun hakkında vatan hükmü sabittir; orada namazı tam ve orucu da sahihtir.
S.704: Ders okumak için dört yıldır Tebriz şehrinde bir ev kiralayan ve mümkün olursa orada devamlı kalmayı kasteden bir üniversite öğrencisi şimdi mübarek Ramazan ayında ve diğer bazı vakitlerde asıl vatanına gidip gelmektedir; her iki mekan onun vatanı sayılır mı?

C: Ders okuduğu yeri şimdi vatan edinmeği azmetmedikçe orası onun vatanı sayılmaz. Asıl vatanından ise vazgeçmedikçe, oranın vatan olma hükmü sabit kalır.
S.705: Ben Kirmanşehr şehrinde dünyaya geldim. Altı yıldır da Tahran'da oturmaktayım; ancak, asıl vatanımdan vazgeçmiş değilim. Ayrıca, Tahran'ı da vatan edinmeyi niyet ettim. Her yıl veya iki yılda bir kere Tahran'ın bir bölgesinden diğer bölgesine taşınmaktayız. Bu durumda, Tahran'da namaz ve oruçlarımın hükmü nedir? Buna ilave, taşındığımız bölgede (Tahran'da) altı aydan fazla kaldığımızda orada da bizim için vatan hükmü geçerli midir? Gün boyunca Tahran'ın çeşitli bölgelerine gidip döndüğümüzde namaz ve oruçlarımızın hükmü nedir?
C: Şimdi Tahran'ı veya Tahran'ın bir mahallesini vatan edinmişseniz Tahran'ın hepsi sizin vatanınız sayılır ve Tahran'ın bütün bölgelerinde sizin için vatan hükmü uygulanır; dolayısıyla namazınız tam ve orucunuz da sahihtir. Bu durumda Tahran'ın içinde gezmeniz de yolculuk hükmüne girmez.
S.706: İş yeri ve evi Tahran'da olan bir köylünün anne-babası köyde yaşıyorlar, orada arazileri vardır. O köyde dünyaya gelen bu adam anne-babasını ziyaret etmek veya onlara yardım etmek için köye gidiyor; ancak, köye dönüp orada oturmaya hiç isteği yok, bu adamın o köyde namaz ve orucu nasıl olur?
C: Oturmak ve orada yaşamak için o köye dönmeyi niyet etmezse orada bu kimse hakkında vatan hükmü uygulanmaz.
S.707: İnsanın hiç oturmadığı doğum yeri onun vatanı sayılır mı?
C: Orada uzun bir müddet kalır ve orada büyürse, oradan vazgeçmedikçe orası o kimse için vatan hükmündedir; aksi takdirde vatanı sayılmaz.
S.708: Uzun yıllar boyu (9 yıl) vatanı olmayan bir şehirde ikamet eden ve şimdi vatanına dönmekten menedilen, ancak, bir gün oraya döneceğini bilen kimsenin namaz ve orucunun hükmü nedir?
C: Şimdi oturduğu şehirde namaz ve oruç açısından diğer yolcuların hükmündedir.
S.709: Hayatımın altı yılı köyde, sekiz yılı da şehirde geçti ve şimdi ders okumak için Meşhed şehrine geldim; bütün bu mekanlarda namaz ve oruçlarımın hükmü nedir?
C: Doğum yeriniz olan köyden vazgeçmemişseniz orası namaz ve oruçlarınız yönünden sizin vatanınız hükmündedir. Ancak; Meşhed'i de vatan edinmedikçe orada diğer yolcuların hükmündesiniz. Bir kaç yıl oturduğunuz şehiri de vatan edinmişseniz ve ondan vazgeçmemişseniz orası da sizin vatanınız hükmündedir. Aksi takdirde orada yolcu hükmündesiniz.

kadının kocasına tabİ oluşu
S.710: Vatan ve ikamet etmede kadın kocasına mı tabidir? C: Sırf zevce olmak, zorunlu olarak tabi olmaya sebep olmaz. Dolayısıyla, vatan seçiminde ve ikamet kastında kadın isterse kocasına tabi olmayabilir. Evet; kadın irade ve hayatında müstakil olmaz, vatan seçiminde ve vatanından vazgeçmede kocasının iradesine bağlı olursa o zaman kocasının kararı onun için de yeterlidir. Dolayısıyla, vatan edinmek amacıyla kocasının, devamlı yaşamak için kendisiyle birlikte taşındığı şehir onun da vatanı olur; yine kocasının, vatanlarından vazgeçip diğer bir şehre göçmesi kadının da vatanından vazgeçmesi sayılır. Yolculukta on gün ikamet etmede kocasının ikamet etmeyi niyet ettiğinden haberdar olması, kadının kocasının isteğine boyun eğdiği, hatta kocası orada ikamet ettiği müddetçe onunla birlikte olmaya mecbur bile olsa onun ikameti için yeterlidir. S.711: Nişanlılık durumunda, yolcu namazı meselelerinde kadın erkeğe tabi midir? C: Evlilik bağı, yolculuk veya ikamet niyetinde, vatandan vazgeçmede veya vatan edinmede kadının kocasına tabi olmasını gerektirmez; bütün bunlarda kadın müstakildir. S.712: Bir genç başka şehirden olan bir kadınla evlenmiştir. Bu kadın babasının evine gittiğinde namazı tam mı, olur seferî mi? C: Asıl vatanından vazgeçmemişse orada namazını tam kılmalıdır. S.713: İnsanın eşi ve çocukları İmam Humeyni'nin Tevzih-ul Mesail'indeki 1284. meselenin kapsamına girer mi? (Söz konusu mesele gereğince insanın eşi ve çocuklarının yolculuklarının gerçekleşmesinde yolculuk niyeti etmeleri şart değildir) ve acaba babanın vatanı babaya tabi olanlar da vatan hükmünü taşır mı? C: Yolculukta -mecburiyetle bile olsa - babalarına tabi olurlarsa, babalarının mesafeyi katetmeyi kastettiğinden haberleri olursa bu onların seferî olmaları için yeterlidir. Vatan edinmede ve vatandan vazgeçmede ise irade ve hayatlarında müstakil olmayıp bu hususta babalarının iradesine bağımlı olurlarsa, vatandan vazgeçmedek ve sürekli olarak oturmak için taşındıkları yeri vatan edinmede babalarına tabidirler; orası onların da vatanı sayılır. büyük şehİrlerİn hükümlerİ
S.714: Vatan edinme ve on gün ikamet etmede gerekli olan şartlar açısından büyük şehirler hakkında görüşünüz nedir? C: Ne yolcu hükümlerinde, ne vatan edinme niyetinde ve ne de on gün kalma niyetinde büyük şehirlerle normal şehirler arasında hiç bir fark yoktur. Özel bir mahalleyi belirtmeksizin büyük şehirde vatan edinme niyetiyle bir süre kalan şahıs hakkında vatan hükmü uygulanır. Nitekim, özel bir mahalleyi niyet etmeksizin böyle bir şehirde on gün kalmayı kastederse namazını tam kılmalı ve orucunu da tutmalıdır. S.715: Tahran'ın büyük şehirlerden sayılması konusunda İmam'ın (kuddise sirruh) fetvasından haberdar olmayan ve inkılaptan sonra İmam'ın fetvasını öğrenen bir kimsenin alışılan şekilde yerine getirdiği namaz ve oruçlarının hükmü nedir? C: Bu meselede hala İmam'ı taklit ediyorsa İmam'ın fetvasına uygun olmayan geçmiş amellerini yenilemesi farzdır; yani, seferî kılması gerektiği halde tam kıldığı namazları seferî olarak kaza etmeli ve yolcu olduğu halde tuttuğu oruçları da kaza etmelidir. namaz İçİn Naİb tutmak
S.716: Ben namaz kılamıyorum; acaba, başka birinin benden taraf namaz kılması câiz midir? Bu hususta naibin (para karşılığı veya parasız olarak bir ameli başkası tarafından yapan kimse) para isteyip istememesi arasında fark var mıdır?
C: Her mükellef, hayatta olduğu müddetçe farz namazlarını kendisi yerine getirmesi şer'an farzdır ve naibin namazı da onun namazının yerine geçmez; ücretle olup olmaması arasında da bir fark yoktur.
S.717: Ücret karşılığında naip olan kimsenin: 1- Ezan ve ikâmet okuması, üç selamı ve tesbihatı erbaayı kamil olarak yerine getirmesi farz mıdır? 2- Bir gün, mesela; öğle ve ikindi namazı kılarsa ve sonraki gün, günlük beş vakit namazı kamil olarak kılarsa burada tertip gerekli midir? 3- Ücretle kılınan namazda meyyitin özelliklerini söylemek şart mıdır? C: Meyyitin özelliklerini söylemek gerekli değildir. Sadece öğleyle ikindi ve akşamla yatsı arasında tertibi gözetmek gerekir. Anlaşmada ecîre, ameli özel bir şekil yapması şart edilmezse ve icare anlaşmasının itlakından (kayıtsız oluşundan) halkın nezdinde yaygın olan bir biçim anlaşılmazsa ecîr, namazın müstehaplarını sadece normalde olduğu kadarıyla yerine getirmelidir ve her namaz için de bir ezan okuması farz değildir.
ÂyÂt namazı
S.718: Âyât namazı nedir ve onun şer'an farz olmasının sebebi nedir?
C: Âyât namazı iki rekattır; her rekatında beş rüku ve iki secde vardır. Âyât namazının şer'an farz olmasının sebepleri ise, güneşin ve ayın sadece bir bölümünün de olsa tutulması, deprem ve halkın genelinin korktuğu ilahî nişanelerin, örneğin; normal olmayan kara, kızıl, sarı rüzgarlar, aşırı karanlık, gökyüzünde bazen görülen ateş, yıldırım ve gökten gelen korkutucu seslerin meydana gelmesidir. Ay, güneş tutulması ve deprem dışındaki olaylara, eğer korkunç olmazsa veya halkın çok azı korkarsa itibar edilmez.
S.719: Âyât namazı nasıl kılınır?
C: Bir kaç şekilde kılınabilir: 1- İnsan niyetten sonra tekbir getirir, bir Fatiha ve bir sureyi tam olarak okur. Rükuya gider ve rükudan doğrulur. Yine bir Fatiha ve bir sure okuyarak tekrar rükuya gider, sonra yine doğrularak bir Fatiha ve bir sure okuyarak rükuya gider ve bu iş her rükudan önce bir Fatiha ve bir de sure okumak suretiyle beş defa tekrarlanır, beşinci rükudan doğrulduktan sonra secdeye giderek iki secde yapıp, ikinci rekat için ayağa kalkar ve ikinci rekatı da birinci rekat gibi kılar, iki secdeden sonra teşehhüd okuyup selam verir. 2- Niyetten sonra tekbir getirir, bir Fatiha suresini ve surenin bir ayetini okur. Rükuya gider ve rükudan doğrulur. Sonra (Fatiha'yı okumaksızın) aynı surenin sonraki ayetini okuyarak tekrar rükuya gider, sonra yine doğrularak aynı surenin daha sonraki ayetini okuyarak rükuya gider; beşinci rükuya kadar böyle devam eder ve beşinci rükudan önce ayetlerini okuduğu sureyi tamamlar, sonra beşinci rükuya gider, sonra da iki secde yapıp ikinci rekat için ayağa kalkar ve ikinci rekatı da birinci rekat gibi kılar, teşehhüd okuyup selam verir. Her rekatta surenin bir ayetini okumak istediğinde her rekatın başlangıcında okuduğu Fatihay'la yetinir ve onu birden fazla okuyamaz. 3- Rekatların birini yukardaki iki şekilden birine uygun olarak ve diğer rekatı diğer şekilde yerine getirir. 4- Birinci kıyamda ayetini okuduğu sureyi mesela ikinci kıyamda veya üçüncü kıyamda ya da dördüncü kıyamda tamamlar. Bu durumda başını rükudan kaldırdıktan sonra, sonraki kıyamda Fatiha'yı yeniden okuması peşinden beşinci kıyamdan önceyse bir sureyi tamam olarak veya bir surenin bir ayetini okuması gerekir; ancak, beşinci kıyamdan önce bir surenin bir ayetiyle yetinirse beşinci rükuya gitmeden önce o sureyi tamamlaması gerekir.
S.720: Âyât namazını farz kılan şeyler bir şehirde meydana gelirse, âyât namazı sadece o şehrin halkına mı farzdır? Yoksa, bunu bilen her mükellefe farz mıdır?
C: Âyât namazını farz kılan şeyler bir şehirde meydana gelirse âyât namazı sadece o şehirin halkına ve o şehirle bir sayılabilecek kadar yakın olan yerlerin halkına da farzdır.
S.721: Deprem vuku bulduğu esnada baygın olan bir kişi deprem bittikten sonra ayılırsa üzerine âyât namazı farz olur mu?
C: Deprem vuku bulduktan hemen sonra, depremin vuku bulduğunu bilmezse âyât namazı kılması farz olmaz; gerçi bu durumda bile âyat namazı kılması ihtiyata uygundur.
S.722: Bir bölgede deprem vuku bulduktan sonra genelde o bölgede -kısa bir müddet içinde- onlarca hafif yer sarsıntıları meydana gelir; bu durumda, âyât namazı açısından hüküm nedir?
C: İster şiddetli olsun, ister hafif; her deprem için bir âyât namazı farzdır.
S.723: Sismoloji istasyonu hafif yer sarsıntılarının vuku bulduğunu ilan eder ve oturduğumuz bölgede kaç kere vuku bulduğunu da bildirir, ama biz, depremin vuku bulduğunu hissetmezsek bu durumda üzerimize âyât namazı farz olur mu?
C: Deprem vuku bulduğunda ve ona yakın olan bir zamanda şahsen onun farkına varmazsanız size âyât namazı farz olmaz.
nafİleler
S.724: Nafile namazlarının sesli mi kılınması gerekir, sessiz mi?
C: Gündüz nafilelerini sessiz ve gece nafilelerini sesli kılmak müstehaptır.
S.725: (İkişer rekatlar halinde kılınan) gece namazını, iki tane dört rekat, bir tane iki rekat ve bir de vitir namazı şeklinde kılmak câiz midir?
C: Gece nafilesini dört rekatlı namaz şeklinde kılmak sahih değildir.
S.726: Gece namazı kıldığımızda, gece namazı kıldığımızı hiç kimsenin bilmemesi mi gerekiyor ve gece namazını karanlıkta mı kılmalıyız?
C: Gece namazını karanlıkta kılmak veya diğerlerinden saklamak şart değildir; ama, onunla riya etmek câiz değildir.
S.727: Öğle ve ikindi namazını kıldıktan sonra, nafile vaktinde öğle ve ikindi nafilelerini kaza niyetiyle mi kılmak gerekir, yoksa başka bir niyetle mi? (Oysaki bu namazların nafileleri kendilerinden önce kılınmalıdır.)
C: İhtiyat gereği, edâ ve kaza niyeti etmeksizin onu Allah'a kurbet (yakın) olmak kastıyla yerine getirmek gerekir.
S.728: Cafer-i Teyyar namazı kılan kimse, sadece bu namazı kılmakla onun için belirtilen bütün sevapları elde eder mi, yoksa onun için gözetilmesi gereken diğer şartlar da var mıdır?
C: Duanın kabul olmasında etkisi olan diğer şeyler de olabilir; Herhalukârda, Cafer-i Teyyar namazı* kıldığınızda hacetlerinizin yerine getirileceğini ve Allah Teala tarafından hadislerde açıklandığı gibi bu şekilde kılındığında vaad edilen sevabı elde edeceğinizi ümit edin.
S.729: Gece namazının nasıl kılındığını genişçe anlatır mısınız?
C: Gece namazı toplam onbir rek'attır. İkişer ikişer kılınan sekiz rekatı gece namazıdır, ondan sonra kılınması gereken iki rekatı şef'i namazıdır, bunlar sabah namazı gibi kılınır. Bir rekatı da vitir namazıdır. Dua kitaplarında yeraldığı şekilde kunutunda istiğfar ve mü'minlere dua etmek, Allah'tan hacetlerini istemek müstehaptır.
S.730: Gece namazının şekli nasıldır? Yani sure, istiğfar ve duanın nasıl okunması gerekir?
C: Gece namazında sure, istiğfar ve duaları okumak ne namazın bir cüzü olarak ve ne de farz bir teklif olarak gerekli değildir; her rekatta niyet ve tekbiret-ul ihramdan sonra Fatiha suresini okuyup rüku ve secdeye gidip zikir söylemek, sonra teşehhüd ve selam vermek yeterlidir.
namazla İlgİlİ dİğer hükümler
S.731: Aile fertlerini sabah namazına nasıl uyandırmak gerekir?
C: Aile fertlerine yönelik özel bir şart (hüküm) yoktur.
S.732: Birbirine imrenen, birbirlerini kıskanan ve hatta sebepsiz yere birbirlerine düşman olan çeşitli akımlara mensup kişilerin namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
C: Mükellefin başkalarını kıskanması, çekememesi ve düşmanlık etmesi câiz değidir; ancak bu, namaz ve orucu batıl etmez.
S.733: Savaşın şiddeti nedeniyle Fatiha, secde veya rükuyu yerine getiremeyen savaş cephesindeki savaşçı namazı nasıl kılmalıdır?
C: Nasıl mümkünse öyle kılar; rüku ve secde yerine getirmezse onları işaretle yerine getirmekle yetinir.
S.734: Anne ve babanın, çocuklarına hangi yaşta şer'î hükümleri ve ibadeti öğretmeleri farzdır?
C: Velilerinin, onlara iyi ve kötüyü ayırtedecek yaşa yetiştiklerinde şer'î hükümleri ve ibadetleri öğretmeleri müstehaptır.
S.735: Şehirler arası yolcu taşıyan bazı otobüs şöförleri yolcuların namazlarına önem vermiyor ve yolcuların farz namazı yerine getirmek için durmasını istemelerini kabul etmiyorlar. Dolayısıyla, bazen yolcuların namazları kazaya kalıyor; bu hususta otobüs şöförlerinin ve yolcuların vazifeleri nedir?
C: Yolcular vaktin geçmesinden korkarlarsa farz namazı yerine getirmek için şöförden otobüsü uygun bir yerde durdurmasını istemeleri ve şöförün de onların bu isteklerini kabul etmesi farzdır. Geçerli bir mazeretle veya mazeretsiz olarak otobüsü durdurmaktan sakınırsa o zaman yolcuların vazifesi -vaktin geçmesinden korkarlarsa- namazı imkan haddinde kıbleye yönelik olarak, kıyam, rüku ve secdeleri yerine getirerek hareket halindeki otobüste kılmaktır.
S.736: “Şarap içen bir kimsenin kırk gün namaz ve orucu yoktur” sözünden maksat, bu müddet içinde namaz kılmanın ona farz olmadığı ve sonra bu namazların kazasını kılmasının gerektiği mi, yoksa namazları hem edâ ve hem de kaza olarak kılması mı veya kaza farz değil ve yalnız edâyla yetinmesi, ancak, bunun sevabının diğer namazların sevabından az olması mıdır?
C: Maksat şudur: Şarap içmek namaz ve orucun kabul olmasını engeller. Şarap içmekle namaz ve oruç farzının onun üzerinden düştüğü kastedilmemektedir.
S.737: Bir adamın namazın bazı amellerini yanlış yaptığını gördüğümüzde vazifemiz nedir?
C: Bu hususta sizin bir vazifeniz yoktur. Ancak, hata ve yanlışlığı, hükmü bilmediğinden kaynaklanıyorsa ihtiyaten farz olarak aydınlatılmalıdır.
S.738: Namazdan sonra namaz kılanların birbirleriyle musafaha etmeleri (birbirlerine el verip, “Allah kabul” etsin demeleri) hususunda görüşünüz nedir? Bazı büyük alimler, "bu hususta masum imamlardan (a.s) bir hadis nakledilmemiştir. Dolayısıyla, musafaha etmek gerekmez" diyorlar. Ancak; görüyoruz ki, musafaha, namaz kılanlar arasında dostluk bağlarını ve mahabbeti güçlendiriyor?
C: Selam vererek namazı bitirdikten sonra halkın birbiriyle musafaha yapmasının sakıncası yoktur. Genel olarak, mü'minin musafaha yapması müstehaptır.
12
fikh MARUFU EMRETMEK VE MÜNKERDEN SAKINDIRMAK

FARZ OLUŞ ŞARTLARI
S.1067: Marufu emretmek ve münkerden nehyetmek, marufu terkeden veya münkeri yapan kimsenin saygısına dokunmayı ve halkın önünde haysiyetinin kırılmasını gerektirdiği takdirde hükmü nedir?
C: Emir ve nehyin şart ve adaplarına uyulur ve onların sınırlarından dışarı çıkılmazsa bunun bir sakıncası yoktur.
S.1068: İslam hükümetinde halkın marufu emretme ve münkerden nehyetmeyi sadece dille yapmakla yetinmelerinin farz olduğu ve diğer kademelerinin sorumlulara düştüğü söylenmektedir; bu g?rüş devlete ait bir emir midir, yoksa fetva mıdır?
C: Fıkhî bir fetvadır.
S.1069: Münker (şer'an haram olan) bir işi yapan kimseyi bu işten uzak tutmak onu dövmeyi veya hapsetmeyi veya sıkıştırmayı ya da mallarını zayi etmeği gerektirirse hakimden izin almaksızın marufu emretmek ve münkerden sakındırmak câiz midir?
C: Bunun çeşitli durumları vardır; ama, genel olarak marufu emretme ve münkerden sakındırmanın çeşitli merhalelerini uygulamak münkeri işleyen kimsenin can ve malında tasarruf etmeye bağlı olmazsa hiç kimseden izin almaya gerek yoktur; hatta, bu iş bütün mükelleflere farzdır. Ancak, marufu emretme ve münkerden sakındırmanın dil ile emir ve nehiyden ziyade bir şeyi gerektirdiği durumlarda, İslam'ın hüküm ve nizamının hakim olduğu bir bölgede olur ve bu İslamî farizaya önem verilirse bu durumda emretmek hakimden izin almaya, o işin sorumlularına, mahallenin polis görevlilerine ve salih mahkemeye bağlıdır.
S.1070: Emir ve nehiy, muhterem canı korumak gibi gerçekten önemli olan yerlerde, karşıdaki adamın yaralanmasına veya ölmesine sebep olacak şekilde dövmeyi gerektirirse hakimden izin almak şart mıdır?
C: Muhterem canı korumak ve ölmesine engel olmak derhal şahsen müdahele etmeyi gerektirirse câizdir; hatta bu, muhterem nefsi savunma itibarıyla şer'an farzdır ve bu işte gerçek şer'î vazifesi yönünden hakimden izin almaya ve onun emrini beklemeye gerek yoktur. Ancak, muhterem nefsi savunmak, saldırganı öldürmeyi gerektirirse bunun çeşitli kısımları vardır ki, hükümleri farklıdır.
S.1071: Birisine, marufu emretmek veya münkerden nehyetmek isteyen kimsenin buna gücü yetmesi farz mıdır? Ve marufu emretme ve münkerden nehyetme ne zaman farz olur?
C: Marufu emreden ve münkerden nehyeden kimsenin maruf ve münkeri bilmesi, marufu terkeden veya münkeri işleyen kimsenin de bunu bildiğini ve buna rağmen ona kasten ve şer'î bir mazereti olmaksızın muhalefet ettiğini bilmesi farzdır. Böyle birisine marufu emretmenin ve münkerden nehyetmenin etkili olacağını ihtimal verirse ve -beklenilen zararla emretmesi gereken maruf veya nehyetmesi gereken münkerden hangisinin daha önemli olduğunu göz önünde bulundurarak- kendisinin bir zarara uğramayacağından emin olursa emir ve nehiy etmesi farzdır; aksi durumda, farz değildir. S.1072: Günah işleyen ve günaha karşı lakayd olan akrabasıyla, akrabalık ilişkilerini korumak konusunda insanın vazifesi nedir?
C: Akrabalık ilişkilerini kesmesi, onun günahtan sakınmasına sebep olacaksa marufu emretme ve münkerden nehyetme açısından bu işi yapmak farz olur; aksi takdirde, akrabalık ilişkilerini kesmek câiz değildir.
S.1073: İşten atılma korkusuyla marufu emretme ve münkerden sakındırmada kusur etmek câiz midir? Mesela; üniversitede genç kesimle çalışan eğitim merkezlerinin sorumlularından biri şeriata aykırı olan işler yaptığı veya o mekanda günah işlemek için ortam hazırladığı durumlarda vazifemiz nedir?
C: Genel olarak, marufu emrettiği ve münkerden nehyettiği durumda kendisine bir zarar gelmesinden korkarsa ona emir ve nehiy farz değildir.
S.1074: Marufun terkedilip ve münkerin yaygınlaştığı bazı üniversite çevrelerinde, marufu emretme ve münkerden nehyetme şartları olursa; ancak, emir ve nehyeden kimse bekâr olursa bu yüzden marufu emretme ve münkerden nehyetme onun üzerinden kalkar mı?
C: Marufu emretme ve münkerden nehyetme mevzusunun ve şartlarının gerçekleştiği durumda bütün mükelleflere şer'î bir mükellefiyet, içtimai ve insani bir farzdır. Mükellefin evli veya bekâr olması gibi durumlarının bunda etkisi yoktur ve sırf bekâr olması sebebiyle bu mükellefiyet onun üzerinden kalkmaz.
S.1075: Güçlü sayılan bir şahsın günah ve münker işlediğini ve dürüst olmadığını gösteren bir takım nişaneler ortadadır; ancak, güç ve kudretinden korkmaktayız; bu durumda, ona karşı marufu emretmek ve münkerden nehyetmekte kusur edebilir miyiz, yoksa bir zarar gelmesinden korksak bile marufu emretme ve münkerden nehyetme farz mıdır bize?
C: Zararın gelmesinden korkmanın normal insanlarca tastik edilecek bir sebebi olursa bu durumda, marufu emretme ve münkerden nehyetmek farz olmaz ve bu nedenle vazife üzerinizden kalkar; ancak, mü'min kardeşini uyarma ve nasihat etmekte kusur etmek ve sırf marufu yapmayan ve münkerden sakınmayan kimsenin makamını görerek veya bu yüzden herhangi bir zarara uğrayacağını ihtimal vererek marufu emretme ve münkerden nehyetme farizasını yerine getirmemek hiç kimseye yakışmaz.
S.1076: Bazı durumlarda, marufu emredip münkerden nehyetmek günahkâr şahsın, İslamî farz ve hükümleri bilmediği için İslam'a karşı kötümser olmasına sebep oluyor ve eğer onu kendi haline bırakacak olursak diğerlerinin günah işlemesine ve ortamın bozulmasına zemin hazırlanmış olur; bu gibi durumlarda vazifemiz nedir?
C: Şartların bulunduğu yerlerde marufu emretme ve münkerden nehyetme İslam'ın hükümlerini ve toplumsal sağlığı korumak için umuma yönelik şer'î bir vazifedir ve sırf bazılarının İslam'a karşı kötümser olacağını düşünmek, gerçekten önemli olan böyle bir mükellefiyette kusur etmeye sebep olamaz.
S.1077: İslam hükümetinin görevlileri, fesadı önlemek için üzerlerine düşen görevi yerine getirmezlerse halkın kendisi bunu yapabilir mi?
C: Emniyet ve yargı görevlilerinin yetkileri dahilinde olan şeylerde şahsî tasarruflar câiz değildir; ancak, sınır ve şartlarını gözeterek halkın marufu emretme ve münkerden sakındırmasının sakıncası yoktur.
S.1078: Marufu emretme ve münkerden sakındırmada kişilerin vazifesi sadece dille yapılan emir ve nehiyle yetinmek midir? Sırf dille uyarmaları gerekirse bu, ilmihallerde ve özellikle Tahrir-ul Vesile'de bu alanda geçen hükümle çelişmektedir. Gerektiği durumlarda diğer aşamalara geçilebilecekse bu durumda Tahrir-ul Vesile'de zikredilen bütün aşamalara başvurulabilir mi?
C: İslam hükümetinin hüküm sürdüğü zaman dille yapılması gereken emir ve nehiyden sonraki aşamalarda, özellikle zora başvurmayı, münkeri işleyen kimsenin malını tasarruf etmeyi veya ona şer'î ta'zir uygulamayı ya da hapsetmeyi gerektiren durumlarda emniyet ve yargı yetkililerine müracaat etmenin mümkün olduğu dikkate alınarak marufu emretme ve münkerden nehyetmede mükellefin dille emir ve nehiyle yetinmesi ve zor uygulamaya gerek duyulduğunda emniyet ve yargı güçlerindeki sorumlulara müracaat etmesi farzdır; bu ise İmam Humeyni'nin bu alandaki fetvasıyla çelişmemektedir. Ancak, İslam hükümetinin yetkisi olmadığı ve hüküm sürmediği dönem veya yerlerde şartlar mevcut olursa mükelleflerin marufu emretme ve münkerden nehyetmede maksada ulaşıncaya kadar ilk merhaleden başlayarak sırayla sonraki merhaleleri uygulamaları farzdır.
S.1079: Bazı otobüs şöförleri haram olan müzik kasetleri çalıyor, nasihat ve irşatlara rağmen teyibi kapatmıyorlar; bu gibi yerlerde böyle kişilere karşı vazifemiz nedir? Ve acaba, onlara karşı sert ve katı davranmak câiz midir?
C: Münkerden nehyetmenin şartlarının bulunduğu durumda, münkerden dille nehyetmeden fazlası size farz değildir; ancak, etkili olmazsa haram müziği dinlemekten sakınmanız farzdır. Buna rağmen elinizde olmaksızın müzik sesi yine kulağınıza ulaşırsa bu hususta sizin bir mükellefiyetiniz yoktur.
S.1080: Ben bir hastanede hasta bakıcılığı yapıyorum. İş esnasında bazı hastaların haram müzik dinlediklerini görüyor ve bundan sakınmalarını nasihat ediyorum. Bir-iki defa nasihat ettikten sonra nasihatın faydasız olduğunu görünce kaseti teyipten çıkarıp içindekilerini sildikten sonra sahibine geri veriyorum; acaba, bu davranış câiz midir?
C: Haram olarak yararlanılmasını engellemek için kasetin içindekileri silmenin sakıncası yoktur; ancak, bu, kasetin sahibinin veya şer'î hakimin iznine bağlıdır.
S.1081: Bazı evlerden, câiz olup olmadığı belli olmayan kasetlerden çalınan müzik sesleri duyulmaktadır ve bazen müzik sesi mü'minleri rahatsız edecek derecede yüksek oluyor, buna karşı vazifemiz nedir?
C: İnsanların evlerinin içine taarruz etmek câiz değildir ve münkerden nehyetmek ise konuyu teşhis etmeye ve şartların bulunmasına bağlıdır.
S.1082: Doğru-dürüst tesettürleri olmayan kadınlara emir ve nehyetmenin hükmü nedir? Dil ile nehyetmesi şehvet duygularını uyandıracağından korkarsa hüküm nedir?
C: Münkerden nehyetme, yabancı kadına şehvetle bakmaya bağlı değildir, bütün mükelleflerin, bilhassa, münkerden nehyettiklerinde haramdan sakınmaları farzdır.
MARUFA EMRETMEK VE MÜNKERDEN NEHYETMENİN YOLLARI
S.1083: Mallarına farz olan humusu veya zekâtı vermeyen anne-babanın karşısında oğullarının veya kocasının karşısında eşinin vazifesi nedir? Acaba, oğlu veya eşi humus ya da zekâtı verilmemiş olduğu için harama karışmış olan maldan yararlanmaları câiz midir? Oysa ki, bu tür mallardan yararlanmak ruhun kirlenmesine sebep olduğu için bunları kullanmama hususunda çok tekid edilmiştir.
C: Anne-babasının veya kocasının marufu terkettiklerini veya münkeri işlediklerini görürlerse şartların mevcut olduğu takdirde oğul veya eşinin marufu emretmeleri ve münkerden nehyetmeleri farzdır. Ama, onların mallarından yararlanmalarının sakıncası yoktur; ancak, istifade ettikleri malın humus veya zekâtının verilmediğini kesin olarak bilirlerse bu durumda o miktar hususunda, humus ve zekât hakkında yetkili kimseden izin almaları farzdır.
S.1084: İtikatları kamil olmadığı için dinî mükellefiyetlerini yerine getirmeyen anne ve babanın karşısında oğullarının izlemesi gereken metod nedir?
C: Anne ve babanın saygılarını koruyarak onlara yumuşak dille marufu emretmesi ve münkerden nehyetmesi farzdır.
S.1085: Kardeşim dinî ve ahlakî kuralları gözetmiyor ve şimdiye kadar da yapılan nasihatların bir etkisi olmuş değil; bu gibi tutumlarını gördüğümde benim vazifem nedir?
C: Dine aykırı olan bu işleri yaptığında ona karşı hoşnutsuzluğunuzu belirtmeniz ve yararlı gördüğünüz her türlü metodla onu kardeşce uyarmanız farzdır; ancak, akrabalık bağlarını kesmeyin, çünkü akrabalık bağlarını kesmek câiz değildir.
S.1086: Geçmişte şarap içme gibi haram işler yapmış olan kimselerle ilişkilerimiz nasıl olmalıdır?
C: Ölçü, kişinin şimdiki durumudur; geçmişte yaptıkları işten tövbe etmişlerse onlara karşı diğer mü'minlere davrandığınız gibi davranmalısınız. Ancak, hâlâ haram işleyen kimseleri münkerden nehyetme yoluyla haramdan alıkoymak farzdır ve ilişkileri kesmek dışında haramdan sakınmazsa bu durumda onunla ilişkiyi kesmek farzdır.
S.1087: İslam ahlakına aykırı olan batı kültürü saldırısına uğramamız ve bazı gayr-i İslamî adetlerin yayılması neticesinde bazı erkekler boyunlarına altın haç takmakta veya bazı bayanlar dikkat çekici renkte elbiseler (manto) giymekteler, bazı erkek ve kadınlar örfen çirkin olan özel bir takım gözlük, bilezik ve saat kullanmaktalar ve bazıları marufu emretme ve münkerden nehyetmeden sonra bile bu işlerinde direnmekteler; bu gibi kişilere karşı nasıl davranmamız gerekir?
C: Altını boyuna asmak veya takmak erkeklere kesinlikle haramdır ve dikilişi, rengi v
S. açısından müslüman olmayanların saldırgan kültürünü taklit etme ve yayma sayılan elbiseleri giymek de câiz değildir. Ve yine İslam ve müslümanların düşmanlarına ait saldırgan kültürü taklit etme sayılacak şekilde bilezik, gözlük takmak câiz değildir ve bu tür tezahürleri dille münkerden nehyetme yoluyla ortadan kaldırmak diğerlerine farzdır.
S.1088: Bazı durumlarda, münkeri işleyen üniversite öğrencisi veya görevlisi defalarca irşad ve nasihat edilmesine rağmen o işi işlemekten çekinmiyor ve fakültede genel ortamın bozulmasına sebep olan kötü amellerini yapmaya ısrar ediyor, bu durumda onlara karşı bu işlerinin dosyalarına işlenmesi gibi bazı idari cezalandırmalara başvurulması gerekir mi?
C: İslam esaslarına göre fakültede yürürlükte olan dahili nizamı gözetmek kaydiyle bunun sakıncası yoktur. Aziz gençler marufu emretme ve münkerden nehyetme meselesini ciddiye almalı, onun şartlarını ve şer'î hükümlerini dikkatle ?ğrenmeli, bunu yaygınlaştırmalı, marufu yapmaya teşvik etmek ve münkerin yapılmasına engel olmak için etkili ahlakî metodlardan yararlanmalı, bundan şahsi garazlar için istifade etmekten sakınmalıdırlar ve bilmelidirler ki bu, hayrın yayılması ve kötülüğün engellenmesinde en etkili ve en üstün metoddur. Allah Teala sizleri kendi rızası doğrultusunda muvaffak etsin!
S.1089: Bir münkeri işleyen kimseyi bu işinden sakındırmak için selamını almamak câiz midir?
C: Münkerden nehyetme kastıyla selamın cevabını almamaya, ?rfen münkerden men ve nehyetme deniliyorsa bu iş câizdir.
S.1090: Bazı yetkililer, emirleri altında çalışanlardan bazılarının namaz farizasını hafife aldıklarını (önemsemediklerini) veya terkettiklerini kesin olarak bilseler, nasihat ve irşad etmenin de bir faydası olmazsa bu kişilere karşı vazifeleri nedir?
C: Buna rağmen, şartlarını gözeterek sürekli olarak yapılan marufu emretme ve münkerden nehyetmenin tesirinden gafil olmamalıdırlar; onlara karşı marufu emretmenin etkili olmasından ümit kesilirse, bu durumda, o kişileri g?revlerinin sağladığı imkan ve haklardan mahrum etmeyi öngören kanun varsa haklarında bu kanun uygulanmalı ve onlara bu ilahi farizayı yerine getirmede gevşek davrandıklarından dolayı böyle bir uygulamanın yapıldığı da ayrıca hatırlatılmalıdır.
DİĞER HÜKÜMLER
S.1091: Kız kardeşim bir müddettir namaz kılmayan bir kişiyle evlidir; bizimle birlikte kaldıklarından bu şahısla konuşmak ve muaşeret etmek zorundayım, hatta bazı zamanlar isteği üzerine bazı işlerinde ona yardımcı oluyorum; sorum şu: Onunla konuşmam, muaşeret ve bazı işlerinde ona yardım etmem câiz midir? Ona karşı vazifem nedir?
C: Bu hususta şartları varsa, marufu emretme ve münkerden nehyetmeden başka vazifeniz yoktur. Onunla muaşeretiniz ve ona yardım etmeniz namazı terketmesine teşvik etmezse sakıncası yoktur.
S.1092: Büyük alimlerin, zalimlerin ve zalim y?neticilerin yanına gidip gelmeleri ve onlarla muaşeret etmeleri onların zulümlerinin azalmasına sebep olursa bu iş onlar için câiz midir?
C: Bu gibi durumlarda zalimle ilişkide olmasıyla zulmü engellemede ve münkerden nehyetmede etkili olacağını teşhis ederse veya önem verilmesi gereken bir mesele söz konusu ise sakıncası yoktur.
S.1093: Bir kaç yıldır evliyim; dinî ve şer'î meselelere çok ?nem veriyor ve İmam Humeyni'yi taklit ediyorum; ancak, eşim maalesef dinî meselelere çok önem vermiyor ve bazen aramızda çıkan tartışmadan sonra bir kere namaz kılıyorsa defalarca da namaz kılmıyor, bu ise gerçekten bana acı veriyor; bu gibi durumda vazifem nedir?
C: Vazifeniz, mümkün olan her yolla onu ıslah etmek için ortam hazırlamak, kötü ahlak ve uyumsuzluğu gösteren her türlü sertlikten kaçınmaktır; şunu da biliniz ki, dinî toplantı ve merasimlere katılma ve dindar ailelerle karşılıklı gidip gelmenin insanın ıslahında büyük bir etkisi vardır.
S.1094: Müslüman birisi, bazı nişanelere dayanarak karısının -bir kaç çocuk annesi olmasına rağmen- iffete aykırı olan gizli işler çevirdiğini bilir; ancak, bunu ispatlamak için (şahitlik yapacak bir şahidin olması gibi) şer'î bir delili olmazsa; bu durumda, çocuklarının bunun gibi bir kadının eli altında yaşadıkları dikkate alındığında karısına karşı nasıl davranması gerekir? Ve İlahî hükümlere aykırı olan böyle çirkin bir ameli işleyen kişi veya kişileri tanıdıktan sonra aleyhlerine şer'î mahkemeye sunacak delil bulunmazsa onlara karşı nasıl davranmalıdır?
C: K?tü zandan, zanna dayalı belirtilerden ve nişanelerden kaçınmak farzdır; şer'an haram olan bir şeyin yapıldığı kesin olursa uyarı, nasihat ve münkerden nehyetmek yoluyla onu engellemek farzdır. Münkerden nehyetme etkili olmazsa, elinde kesin deliller olursa salih yargı yetkililerine müracaat edilebilir.
S.1095: İslamî ölçülere bağlı kalmayı gözeterek bir kızın yabancı bir erkeği irşat etmesi, derslerinde ve benzeri işlerinde ona yardımcı olması câiz midir?
C: Sorudaki şekliyle sakıncası yoktur; ancak, şeytanî aldatı ve vesveselerden ciddi olarak kaçınmak gerekir ve bu hususta yabancı bir erkekle yanlız bir yerde kalmamak gibi dinî hükümleri gözetmek farzdır.
S.1096: Dâire ve müesseselerde çalışanlar, üst derecedeki sorumlu veya sorumlularının idarî görevlerine ve şeriata aykırı işler yaptıklarını gördüklerinde vazifeleri nedir? Münkerden nehyettiğinde üst sorumlu veya sorumlular tarafından kendisine bir zarar gelmesinden korkan kimsenin üzerinden vazife kalkar mı?
C: Marufu emretme ve münkerden nehyetmenin şartları bulunursa, marufu emretmeleri ve münkerden nehyetmeleri onlara farzdır; aksi durumda (şartlar olmazsa), bu hususta onların vazifesi yoktur; mesela bu yüzden kendilerine bir zarar ulaşmasından korkarlarsa vazife üzerlerinden kalkar; İslam hükümlerinin hakim olmadığı yerlerde hüküm budur; ancak, bu farizaya ?nem veren, ilgilenen İslam hükümetinde marufu emretme ve münkerden nehyetmeden aciz olan kimsenin hükümet tarafından bu işlerle ilgilenmesi için tayin edilen yerlere bildirmesi ve fasid veya ifsad eden köklerin kazınmasına kadar meseleyi izlemesi farzdır.
S.1097: Devlet dâirelerinin birinde beytulmalda gayr-i meşru bir tasarruf edilir, bu tasarruf sürekli devam ederse ve bir kimse bu sorumluluğu kendi üzerine aldığında durumu düzelteceğini bilirse ve o da bu mesuliyeti kendisine bırakması için özel bir kişiye rüşvet vermesi dışında gerçekleşmezse bu durumda -fasit bir şeyle efsedi (fesadı daha büyük olan şeyi) ortadan kaldırmak gayesiyle- beytulmalda su istimal edilmesini engellemek için rüşvet vermek câiz midir?
C: Şeriata aykırı işler yapıldığını bilen kimselerin üzerine şer'an gerekli olan şey, şartlarını ve şer'î kurallarını g?zeterek münkerden nehyetmektir ve hiç bir iş için, hatta mefsedeleri engellemek için bile olsa rüşvet ve kanuna aykırı metodlara başvurmaları câiz değildir. Evet; bu iş İslam hükümetinin hakim olduğu bir yerde olursa sırf şahsen marufu emretme ve münkerden nehyetmeden aciz olmakla halkın vazifesi bitmez; aksine, meseleyi o işlerle ilgilenen yerlere bildirmeleri ve meseleyi bu yolla izlemeleri farzdır.
S.1098: Acaba, münkerleri nisbî (değişken) sayarak üniversite muhitini mevcut en kötü ortamlardan bilmek ve neticede bu çevrede haram veya münker sayılmayan bazı münkerlerden nehyedilmemek doğru mudur?
C: Münkerler, münker olmaları açısından nisbî şeyler değildirler; ancak, bazı münkerler diğer bazı münkerlere göre daha şiddetli bir haram olabilir; her durumda, şartlara sahip olan kimsenin münkerden nehyetmesi şer'an farz olup bunu ihmal etmesi câiz değildir. Bu alanda münkerler ve yine üniversite ortamıyla diğer yerler arasında da fark yoktur.
S.1099: İslam beldesinin bazı müesseselerinde çalışan bazı yabancı uzmanlarda bulunan alkollü içkilerin hükmü nedir? Onlar, bu içkileri evlerinde veya özel yerleşim bölgelerinde içiyorlar; yine onların domuz eti getirterek yemelerinin hükmü nedir? Halk yanında iffet ve değerlere aykırı işleri yapmalarının hükmü nedir? Onlarla ilişkisi olan fabrika müdürlerinin ve diğer kimselerin vazifesi nedir? Meseleyi fabrikanın sorumlularına bildirdikten sonra bu hususlarda onlar hakkında hiç bir girişimde bulunmazlarsa bizim vazifemiz nedir?
C: İlgili sorumluların, onlara şarap içme ve haram eti (domuz etini) yemek gibi işleri açıkta yapmamalarını ve onu açıkça yememelerini emretmeleri farzdır; ancak, umumum iffetiyle uyuşmayan davranışlarına göz yummak câiz değildir; Herhalukârda, bu hususla ilgili sorumluların girişimde bulunması gerekir.
S.1100: Bazı kardeşler marufu emretme, münkerden nehyetmek, nasihat ve irşad için tesettürsüz kadınların toplandıkları yerlere gidiyorlar; acaba, onların tesettürsüz kadınlara bakmaları câiz midir?
C: Kasıtsız olan ilk bakışın sakıncası yoktur; ancak, kasıtlı olarak yüz ve ellerin dışına bakmak marufu emretme maksadıyla olsa bile câiz değildir.

S.1101: Erkek ve kız öğrencilerin karışık olduğu üniversitede mü'min gençlerin karşılaştıkları bazı münkerler (günahlar) karşısında görevleri nedir?
C: Bu günahlara bulaşmaktan sakınmanın yanısıra şartların bulunduğu ve güçlerinin yettiği takdirde marufu emretmek ve münkerden nehyetmek farzını yerine getirmeleri farzdır.

13
fikh Taklit Hükümleri

İHTİYAT,İÇTİHAD VE TAKLİT
Soru 1: Taklidin farzoluşu; taklidî bir mesele midir, yoksa içtihadi bir konu mudur?
Cevap: Taklit, içtihadi ve aklî bir meseledir.
S.2: Sizce ihtiyata uymak mı daha iyidir, taklit etmek mi?
C: İhtiyata uymak, ihtiyat yerlerini ve nasıl ihtiyat edileceğini bilmeye bağlıdır; bunu ise çok az kimse yapabildiğinden ve yine ihtiyata uymak genelde çok vakit harcamayı gerektirdiğinden, gerekli tüm şartları taşıyan müçtehidi taklit etmek daha iyidir.
S.3: Hükümlerde fakihlerin fetvaları arasında ihtiyatın sınırı nedir? Hayatta olmayan müçtehidlerin fetvalarını da bu kapsama almak farz mıdır?
C: İhtiyattan maksat, ihtiyata uyulmasının farz olduğu yerlerde, muhtemelen farz olan bütün fıkhî ihtimallere uymaktır.
S.4: Kızım bir kaç hafta sonra bulûğ yaşına erişecek, dolayısıyla taklit mercii seçmesi farz olacaktır; ancak bunu idrak etmesi zordur, bu durumda yapılması gereken nedir?
C: Bu konuda kendisi, şer'î vazifesinin ne olduğunun farkında olmazsa onu uyarmanız, irşad etmeniz ve aydınlatmanız gerekir.
S.5: Mevzunun teşhisi mükellefin vazifesi ve hükmün teşhisinin de müçtehidin vazifesi olduğu meşhurdur; o zaman müçtehidin teşhisleri karşısında ne yapmak gerekir?
C: Mevzunun teşhisi mükellefin vazifesidir, bu alanda müçtehidinin teşhisine uyması mükellefe farz değildir; ancak onun teşhisine güvenirse veya konu içtihadi konulardan olursa o zaman ona uyması gerekir.*
S.6: Genelde karşılaşılan şer'î meseleleri öğrenmeyi terkeden, günahkâr sayılır mı?
C: Şer'î meseleleri öğrenmemek, bir farzın terketmesine veya haram bir işi yapmasına sebep oluyorsa günahkâr sayılır.
S.7: Bazı insanlar geniş bilgiye sahip değiller, mercilerinin kim olduğunu sorduğumuzda, bilmiyoruz veya filan adamın merciine taklit ediyoruz diyorlar, mercinin risalesine bakmayı ve onunla amel etmeyi önemsemiyorlar; bunların amellerinin hükmü nedir?
C: Amelleri, ihtiyata veya ilahi hükümlerin gerçeğine ya da taklit etmesi gereken müçtehidin fetvasına uygun olursa doğrudur.
S.8: A'lem müçtehit bazı meselelerde ihtiyaten farz diyor, bu durumda a'lemiyette sonraki derecede yer alan diğer müçtehide başvurabiliriz; sorumuz şudur: Eğer başvurduğumuz diğer müçtehit de ihtiyaten farz derse o zaman o ikisinden başkasının fetvasıyle amel etmemiz câiz midir? A'lemiyette üçüncü derecede yer alan müçtehit ve diğerleri de aynı şekilde hüküm verirlerse o zaman ne yapmak gerekir? Meseleyi izah etmenizi rica ediyoruz.
C: Bu tür meselelerde ihtiyat etmeyip fetva veren müçtehitlere, a'lemlik sıralarını gözeterek başvurmanın sakıncası yoktur. (Yani eğer a'lem olmakta ilk sırayı alan müçtehidin fetvası yok ise o meselde alemiyette ikinci sırayı alanın fetvasına müracaat edilir. Eğer onun da fetvası yoksa a'lem olmakta üçüncü sırada yer alan müçtehide müracaat edilir.)
TAKLİT ETMENİN ŞARTLARI
S.9: Mercilik sorumluluğunu üstlenmeyen ve amel etmek için risalesi olmayan müçtehidi taklit etmek caîz midir?
C: Taklit edeceği müçtehidin içtihad şartlarını taşıdığı mükellef tarafından kesin olarak bilinirse sakıncası yoktur.
S.10: Namaz ve oruç gibi tek dalda içtihad eden bir müçtehit o dalda taklit edilebilir mi?
C: Fetva verdiği meseleler kendisi için geçerlidir; ancak câiz olma ihtimali olmasıyla beraber başkasının onu taklit etmesi sakıncalıdır.
S.11: Kendilerine ulaşılması mümkün olmayan başka beldelerdeki müçtehidler taklit edilebilir mi?
C: Şartları taşıyan müçtehit ile şer'î meselelerde onu taklit eden kimsenin aynı ülkenin vatandaşı olması ve aynı şehirde oturmaları gerekli değil.
S.12: Müçtehit ve taklit merciinde geçerli olan adalet cemaat imamında gerekli olan adaletin aynısı mıdır?
C: Merciilik makamı önemli ve hassas olduğundan ihtiyaten farz olarak taklit merciinin adil olmasının yanısıra nefsine hakim olması ve dünya malına düşkün olmaması da gereklidir.
S.13: Muhtelif zaman ve mekana ait şartları bilmek içtihat şartlarından mıdır?
C: Zaman ve mekan şartlarını bilmenin bazı meselelerde tesiri olabilir.
S.14: İmam Humeyni'nin fetvasına göre taklit mercii ibadet ve muamele hükümlerini bildiği gibi, siyasi, ekonomi, askeri, toplumsal, toplumu idare etme gibi meseleleri de bilmesi gereklidir. Buna dayanarak, biz İmam'dan sonra bazı alimlerin tavsiyesi üzerine sizi taklit ettik. Böylece taklit merciimiz ve rehberimiz siz oldunuz. Bu konuda görüşünüz nedir?
C: Taklit merciinin şartları Tahrir-ul Vesile ve diğer kitaplarda genişçe zikredilmiştir. Ama bu şartları taşıyan ve taklit için de salahiyeti olan müçtehidi tanımak, mükellefin kendi görüşüne bırakılmıştır.
S.15: Taklit merciinin a'lem olması gerekli midir? A'lemiyyetin ölçüleri nelerdir?
C: A'lem ile gayri a'lem'in farklı olan fetvalarında a'lemi taklit etmek ihtiyata uygundur. Allah'ın hükümlerini anlamada, ilahi teklifleri delillerden istinbat etmede (çıkarmada) diğer müçtehitlerden daha güçlü olmak, a'lem olmanın ölçüleridir; şer'î hükümlerin mevzularını belirlemek ve şer'î mükellefiyetlerle ilgili fıkhî görüşü açıklamak hususunda etkili olan zamanın şartlarını tanımanın da içtihatta etkisi vardır.
S.16: A'lem müçtehidin taklidde muteber bilinen diğer şartları taşımadığı ihtimali olursa, a'lem olmayan bir müçtehidi taklit etmek câiz midir?
C: Sırf merciilik şartlarını taşımadığı ihtimali üzerine ihtilaflı meselelerde a'lem olmayanı taklit etmek ihtiyaten câiz değildir.
S.17: Bir kaç müçtehitten her birisinin fıkhın belli bölümlerinde a'lem oldukları bilinirse, her birini kendi dalında taklit etmek doğru mudur?
C: Değişik dallarda muhtelif merciileri taklit etmenin sakıncası yoktur. Eğer her bir mercii kendisi taklit edilen meselelerde a'lem olur ve diğer müçtehitlerle o meselede fetvaları farklı olursa her dalın a'lemini taklit etmek ihtiyaten farzdır.
S.18: A'lem bir müçtehit olduğu halde, a'lem olmayan bir müçtehidi taklit etmenin hükmü nedir?
C: A'lem olmayan müçtehidin fetvası, a'lem müçtehidin fetvasıyla çelişmeyen meselelerde a'lem olmayan müçtehide müracaat etmenin sakıncası yoktur.
S.19: Taklit merciinin a'lemiyeti hakkındaki görüşünüz nedir? A'lemi taklit etmenin gerekliliğinin delili nedir?
C: Gerekli şartları taşıyan fakihler birden fazla olur ve fetvaları da farklı olursa, müçtehit olmayan birisinin, a'lem olanı taklit etmesi ihtiyaten farzdır. Ancak; a'lemin fetvası ihtiyatın tersine (muhalifine) olur ve gayri a'lemin fetvası ihtiyata uygun olursa a'lemi taklit etmek farz olmaz. Delil: 1-İnsanlar arasında geçerli olan yöntem.* 2-(Hücceti teşhis etmek hususunda) tayin ile tahyir arasındaki tereddüt hallerinde aklın tayini gerekli bilmesi.
S.20: Hangi müçtehidi taklit etmeliyiz?
C: Fetva verme ve merciilik makamının şartlarını taşıyan müçtehidi taklit etmek farzdır. A'lem olması da ihtiyattır.
S.21: İlk taklit eden kimse ölü müçtehidi taklit edebilir mi?
C: İlk taklit eden kimse ihtiyaten diri ve a'lem müçtehidi taklit etmeyi terketmemelidir.
S.22: İlk taklit eden kimse ölü müçhetidi taklit edebilmesi için diri müçtehidi mi taklit etmelidir? (yani ölüyü taklit etmek konusunda hayatta olan bir müçtehidin fetvasına göre mi davranmalıdır?)
C: Ölü müçtehidi ilk taklit edenin taklit etmesinin veya onda bâki kalmasının hükmü, diri ve a'lem müçtehidin görüşüne bağlıdır.
A'lemİyet, İçtİhat ve Fetvaları Nasıl öğrenelİm ?
S.23: İki adil şahidin şehadet etmesi üzerine belli bir müçtehidin salahiyetini öğrendikten sonra, tekrar başkalarından da araştırmam bana farz mıdır?
C: Taklit şartlarını taşıyan belli bir müçtehidin salahiyeti hakkında iki uzman alim ve adil kişinin şehadet etmesine güvenilebilir ve artık bunu başkalarından sormak farz değildir.
S.24: Taklit merciini seçme ve onun fetvalarını elde edebilmenin yolları nelerdir?
C: Taklit merciinin müçtehit veya a'lem olması, bir kaç yolla tesbit edilir: 1. Denemeyle. 2. Kesin bilgi edinmekle; bu bilgi halk arasında meşhur olmasıyla elde edilse bile. 3. İtminan yoluyla. 4. İki adil bilir kişinin şehadet etmesiyle. Taklit merciinin fetvasını elde etmek de bir kaç yolla olur: 1. Kendisinden duymakla. 2. İki adil kişinin nakletmesiyle; velevki bir adil kişinin nakletmesiyle de olabilir. 3. Sözüne güvenilen bir kişinin söylemesiyle. 4. Müçtehidin hatasız ve güvenilir olan risalesine başvurmakla.
S.25: Merci seçimi için vekil tayin etmek -Çocuk, babasını ve öğrenci, üstadını vekil tayin etmesi gibi- doğru mudur?
C: Vekil tayin etmeden maksad; şartları taşıyan müçtehidi araştırmak ise, sakıncası yoktur. Bunların bu konudaki görüşleri, kesin bilgi ve itminana vesile olursa veya şahitlik sıfatlarını taşıdıkları takdirde geçerli ve muteber olur.
S.26: Bazı müçtehidlerden kimi taklit etmem gerektiğini sorduğumda; bana “falan müçtehidi taklit etmek mükellefiyetinin üzerinden kalkmasına sebeb olur” dediler. Ben o müçtehidin a'lem olduğunu bilmiyorsam veya a'lem olmadığına ihtimal veriyorsam, ya da başkalarının da benzer şehadetleri olduğu için onun a'lem olmadığına mutmain olursam acaba onların sözüne itimat edebilir miyim?
C: Fetva verebilecek bir müçtehidin, a'lemiyeti şer'an belli olursa ve buna zıt bir delil meydanda olmazsa ona şer'an uymak gerekli olur. Kesin bilgi ve güven hasıl olması da gerekmez. Bu durumda muhtemel zıt delilleri de araştırmak gerekmez.
S.27: Şer'î hükümlerle ilgili sorulara cevap vermeye izinli olmayan, bir çok yerde hataya düşen ve ahkamı da yanlış nakleden birisinin, şer'î hükümlere cevap vermeyi üstlenmesi câiz midir. Risaleden (ilmihalden) okuyarak naklederse, ona güvenilerek amel edilebilir mi?
C: Şer'î hükümleri ve fetvaları nakletmek için izin gerekmez. Ama, hata ve yanlışlık yaparsa bu mesuliyeti üstlenmesi câiz değildir. Herhangi bir konuda fetva nakletmede yanlışlık yapar da, daha sonra farkederse naklettiği şahıslara hata yaptığını bildirmesi farzdır. Herhalukârda sözünün ve naklinin sıhhatına güven ve itminan hasıl olmadıkça, her fetva nakledenin sözüyle amel etmek câiz değildir.
S.28: A'lem olmayan bir müçtehidin fetvasına göre ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmıştık. Eğer, ölen müçtehidin fetvasında bâki kalmak, a'lem müçtehidin iznini gerektiriyorsa, bâki kalmak için a'leme müracaat etmek farz mıdır?
C: A'lem olmayan müçtehidin fetvası bu konuda a'lem olan müçtehidin fetvasyla aynı olursa, gayri a'lemin fetvasına uymanın sakıncası yoktur. Ve a'leme de dönmeye gerek yoktur.
S.29: Yeni ortaya çıkan meselelerde, delillerden doğru bir şekilde hüküm çıkaramayan a'lem müçtehitten dönmek câiz midir?
C: Mükellefin ihtiyat etmesi mümkün olursa ihtiyat eder. Eğer mümkün olmazsa, aynı meselede a'lemiyette sonraki derecede yer alan müçtehide dönmesi ve onu taklit etmesi farzdır.
S.30: Ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmak hususunda izin aldığım müçtehitten İmam Humeyni'nin bazı fetvalarından hayattaki bir müçtehidin fetvalarına dönmek için izin almam gerekli midir? Veya bu hususta diğer müçtehitlere de müracaat edilebilir mi?
C: Bu konuda, ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmak hususunda izin aldığınız müçtehide müracaat etmeniz farzdır.
S.31: A'lem'den dönüp, gayri a'lem taklit edilebilir mi?
C: Gayri a'leme dönmek ihtiyatın zıddınadır. Hatta ihtiyata göre a'lemin fetvası gayri a'lemin fetvasıyla farklı olursa ondan dönmek câiz değildir.
S.32: Büyük müçtehitlerden birisinin fetvasına göre İmam'da bâki kaldım. Ama sizin fetvalarınızı öğrendikten sonra, önceki durumdan vazgeçip amellerimi İmam'ın ve sizin fetvalarınıza uyarak yapıyorum. Benim bu dönüşümde bir sakınca var mıdır?
C: Farz ihtiyat gereği, diri bir müçtehitten, diri olan başka bir müçtehide geçmek câiz değildir; ancak, mükellefe göre ikinci müçtehit birinci müçtehitten daha bilgili olur ve fetvaları da farklı olursa, bu durumda farz ihtiyat gereği ikinci müçtehide dönülmelidir.
S.33: İmam Humeyni'yi taklit edip onun taklidinde bâki kalan birisi, herhangi bir meselede -örneğin; Tahran gibi kentlerin (seferilik hükmü yönünden) büyük şehir olup olmadığı hususunda- başka bir müçtehide dönebilir mi?
C: İmamdan başka bir taklit merciine dönmek câizdir. Eğer; imamı diri müçtehitten a'lem biliyorsa, onda bâki kalmakla ihtiyatı terk etmemesi uygundur.
S.34: Ben bir gencim, bulûğ çağına ermeden İmam'ı taklit ediyordum, ama benim bu taklidim şer'î ölçülere dayanmıyordu. Sadece İmam'ı taklit etmenin üzerimdeki teklifi kaldırdığını inanıyordum. Bir müddet sonra başka bir müçtehide rücu edip taklit ettim. Ama ona rücu edişim doğru değildi. Onun da vefatından sonra size rücu ettim. İkinci müçtehidi taklit etmemin hükmü ve bu aradaki amellerimin hükmü nedir? Şimdi ne yapmam gerekir?
C: İmam Humeyni'nin sağlığında ve vefatından sonra bâki kaldığınız dönemlerdeki amelleriniz doğrudur. Ama, diğer müçtehidi taklit ettiğiniz süre içerisinde taklit etmeniz gereken müçtehidin fetvalarına uygun olarak amel etmişseniz veya ameliniz şu an taklit etmeniz gereken müçtehidin fetvasına uygun ise, o zaman amellerinizin doğru olduğuna karar verilir; aksi takdirde, amellerinizi yenilemeniz gerekir. Şimdi ise, ölen müçtehidinizde (İmam'ın taklidinde) bâki kalabileceğiniz gibi, şer'î ölçülere göre uygun gördüğünüz bir müçtehide de rücu edebilirsiniz.
Ölü Müçtehİdİn Taklİdİnde Bâkİ Kalmak
S.35: İmam Humeyni'nin vefatından sonra her hangi bir müçtehidi taklit eden birisi tekrar İmam'a dönebilir mi?
C: Merciilik şartlarını taşıyan diri bir müçtehitten ölü müçtehide dönmek ihtiyaten câiz değildir; ama diri müçtehit merciilik şartlarını taşımazsa ona rücu edişi batıldır. Böylece ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmış olur. Dolayısıyla yine onda bâki kalabileceği gibi, isterse taklit edilmesi câiz olan bir başka müçtehidi taklit eder.
S.36: İmam Humeyni'nin sağlığında bulûğa erdim ve onu taklit ettim. Ancak; taklit meselesini hakkıyla anlamış değildim. Şimdi ne yapmalıyım?
C: İmam Humeyni'nin sağlığında ona taklit ediyor ve amellerini onun fetvalarına göre yapıyorduysan, bazı meselelerde bile taklit etmiş olsan, tüm meselelerde onun taklidinde bâki kalabilirsin.
S.37: Ölü müçtehit a'lem olduğu takdirde, onda bâki kalmanın hükmü nedir?
C: Ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmak her surette câizdir, farz değildir. Ama; ölü a'lem müçtehidin taklidinde bâki kalmakla ihtiyat terkedilmemelidir.
S.38: Ölü müçtehitte bâki kalmak için, a'lem müçtehitten izin almak gerekir mi? Yoksa herhangi bir müçtehitten izin almak yeterli midir?
C: Ölü müçtehitte bâki kalma meselesinde a'lemi taklit etmek farz değildir. Bu fakihlerin ittifak ettikleri takdirdedir.
S.39: İmam Humeyni'nin taklit eden bir şahıs, İmam'dan sonra bazı meselelerde başka müçtehide rücu etmiş ve şimdi o müçtehit de vefat etmiştir. Bu adamın görevi nedir?
C: Bir önceki taklit merciinde bâki kalabilir. İkinci müçtehide rücu ettiği meselelerde de isterse bâki kalır, isterse diri müçtehide geçebilir.
S.40: İmam Humeyni'nin vefatından sonra, onun ölüde bâki kalınamayacağına dâir fetvasının olduğunu sanarak diri bir müçtehidi taklit ettim. Şimdi yeniden İmam Humeyni'ye geçebilir miyim?
C: Tüm meselelerde başka bir müçtehidi taklit ettikten sonra İmam Humeyni'ye dönemezsin. Ancak; diri müçtehidin fetvasına göre a'lem olan ölü müçtehitte bâki kalmak farz ise ve sana göre de İmam diri müçtehitten daha a'lem ise İmam'ın taklidinde bâki kalman farz olur.
S.41: Tek bir meselede bazen diri a'lem müçtehide, bazen de ölü müçtehide, görüşleri farklı olduğu halde rücu etmem câiz midir?
C: Ölü müçtehitte bâki kalmak câizdir. Ancak ondan diri müçtehide geçtikten sonra yeniden ölü müçtehide rücu etmek doğru (câiz) değildir.
S.42: İmam Humeyni'yi taklit edenlerin onda bâki kalmaları için diri müçtehitten izin almaları mı gerekiyor? Yoksa taklit mercii müçtehitlerin çoğunluğunun ölüde bâki kalmanın câiz olduğuna fetva vermeleri yeterli midir?
C: Zamanımızdaki ulemanın ölüde bâki kalmayı câiz bilmeleri hususundaki ittifaklarına dayanarak, İmam'da bâki kalmak câizdir. Bu konuda belirli bir müçtehide rücu etmek gerekmez.
S.43: Mükellefin, müçtehidin hayatında amel ettiği veya etmediği meselelerde o öldükten sonra taklidinde bâki kalmasının hükmü nedir?
C: Tüm meselelerde hatta amel etmediği meselelerde bile ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmak câizdir.
S.44: Ölü müçtehitte bâki kalmanın câiz olduğu esasına göre teklif çağına ermeden o müçtehidin fetvalarına uyanlar için de aynı hüküm geçerli midir?
C: Hatta baliğ olmadan bile taklit ederse, müçtehit hayatta iken taklit tahakkuk bulduğu takdirde bâki kalmasının sakıncası yoktur.
S.45: Bizler İmam Humeyni'yi taklit ediyoruz; onun vefatından sonra onun taklidinde bâki kalmışız. Ama, istikbar ve tağutlarla mücadele döneminde yaşadığımızdan hükmünü bilmediğimiz yeni meseleler ortaya çıkıyor; bu yüzden bütün şer'î meselelerde size rücu etmeye ihtiyaç duyuyoruz, sizi taklit edebilir miyiz?
C: İmam'da bâki kalmanız câizdir. Şimdilik ondan dönmeniz için hiçbir sebep yoktur. Ancak, yeni çıkan bazı meselelerde ihtiyaç duyulursa, bizimle yazışabilirsiniz. Allah sizi kendi rızasına muvaffak kılsın.
S.46: Mükellef; başka bir müçtehidin, taklit ettiği kendi müçtehidinden daha a'lem olduğunu anlarsa görevi nedir?
C: İhtiyaten farz olarak farklı olan fetvalarda a'lemliği bilinen müçtehidi taklit etmelidir.
S.47: Mükellef hangi durumlarda taklit ettiği müçtehitten başka bir müçtehide geçebilir?
C: İkinci müçtehit daha bilgili olur ve fetvası birinci müçtehidin fetvasıyla farklı olursa farz ihtiyat gereği ikinci müçtehide geçmelidir. Ancak eğer ilimde eşit olurlarsa ihtiyat gereği geçmek câiz değildir.
S.48: A'lem müçtehidin fetvası zamana uygun olmaz veya onun fetvasıyla amel etmek zor olursa gayri a'leme geçilebilir mi?
C: Sadece fetvaları zamana uymuyor bahanesiyle veya onun fetvalarına uymak zor olduğu için a'lem müçtehitten başkasına geçmek câiz değildir.
S.49: Mukassır cahil kimdir?
C: Cahil olduğunu bilen ve cahilliğini giderme yollarını da bildiği ve buna gücü yettiği halde onu gidermeyen kimsedir.
S.50: Kasır cahil kimdir?
C: Cahil olduğunu veya cahilliğini gidermenin yollarını bilmeyen kimsedir.
S.51: İhtiyat-ı farzın manası nedir?
C: Yani bir işi ihtiyat olarak yapmak veya terketmek farzdır.
S.52: Fetvalarda gelen "işkallidir" (sakıncalıdır) tabiri haram olduğunu mu belirtmektedir?
C: Yerine göre değişir. Eğer bir şeyin câiz olmasında sakınca olursa yapılmasının haram olduğunu gösterir.
S.53: "Sakıncalıdır" "müşküldür" "sakıncadan uzak değildir" "sakıncası yoktur" tabirleri fetva mıdır, ihtiyat mı?
C: "Sakıncası yoktur" tabiri fetva, diğerleri ihtiyattır.
S.54: "Caiz değildir" tabiriyle "Haramdır" tabirinin farkı nedir?
C: Amelde hiçbir farkı yoktur.
Mercİlİk ve Rehberlİk
S.55: Taklit merciinin fetvalarıyla Müslümanların veliyy-i emrinin (rehberinin) siyasi, kültürel ve toplumsal konulardaki fetvalarının çelişmesi halinde Müslümanların görevi nedir? Bu hususta bir ölçü var mıdır? Mesela müzik konusunda taklit merciinin fetvası rehberin fetvasıyla farklıysa hangisine uyulması gerekir? Velliyy-i fakihin hükmü mercii taklidin fetvasına nerede tercih edilmelidir?
C: İslam ülkesinin idaresi ve müslümanların geneline ait konularda müslümanların veliyy-i emrinin (rehberin) görüşüne uyulması gerekir. Taklit merciinin fetvasına sadece ferdî meselelerde uyulabilir.
S.56: Bildiğiniz gibi Usul-u Fıkıh'da "içtihatta tecezzi" (içtihadın bölünmesi) adı altında bir bölüm vardır. İmam'ın merciilik ile rehberlik makamını ayırması içtihadın tecezzisinde atılan bir adım değil midir?
C: Taklit mercii ile rehberliğin ayrılmasının içtihattaki tecezziyle bir ilgisi yoktur.
S.57: Ben herhangi bir taklit merciini taklit etmiş olursam, veliyyi emr-i müslimin de saldırgan kafirlere, zalimlere karşı savaş veya cihad ilan ederse, taklit ettiğim müçtehit de savaşa katılmama izin vermezse o zaman onun emrine uymalı mıyım?
C: Veliyyi emr-i müsliminin emirlerine, müslümanların genelini ilgilendiren meselelerde uyulması farzdır. Müslümanların geneline ait olan meselelerden biri de tağut ve kafirlerin saldırıları karşısında İslam ve müslümanları savunmaktır.
S.58: Veliyyi fakih'in hükmü ve fetvası ne derece mükellefi bağlar. A'lem olan mercii taklidin fetvasıyla farklı olduğu takdirde hangisi öncelik taşır ve hangisine uyulmalıdır?
C: Veliyyi emr-i müslimin'in hükmüne uymak herkese farzdır. Taklit merciinin fetvası veliyyi emr'in hükmüyle farklı olduğu takdirde, taklit merciinin fetvasının geçerliliği kalmaz.
Velİyy-İ Fakİh ve Şer'İ Hakİmİn Hükmü
S.59: Velayet-i fakihe mefhum ve misdak yönünden inanmak aklî delile mi dayanmaktadır, şer'î delile mi?
C: Adil ve alim fakihin hükümet etmesi anlamına olan velayet-i fakih, şer'î bir hükümdür. Ve akıl da bunu desteklemektedir. Mistakını belirlemek için ise, İslam Cumhuriyeti'nin anayasasında açıklanmış olan insanlar arasında kabul edilmiş aklî bir yol (yöntem) mevcuttur.
S.60: Şer'î hükümlerin uygulanması İslam ve müslümanların maslahatı gereği veliyyi fakih'in hükmüyle durdurulabilir mi?
C: Duruma göre değişir.
S.61: İslam hükümetinde yayın organları veliyy-i fakih'in emrinde ve kontrolünde mi olması gerekiyor, yoksa dini havzalar ve başka teşkilatların mı?
C: Veliyyi emr-i müslimin'in emir ve kontrolünde olması gerekir. Bu organlar ilahi ilim ve maarifi yaymak, İslam ve müslümanlara hizmet etmek, İslam toplumunun sorununu çözmek ve fikri yönden ilerletmek, müslümanların birliğini korumak, kardeşlik ruhunu aralarında yaymak ve benzeri işlerle görevlidir.
S.62: Mutlak şekilde velayet-i fakih'i kabul etmeyenlere hakiki müslüman denilebilir mi?
C: İmam Mehdi'nin (canımız ona feda olsun) gaybeti döneminde içtihad veya taklit yönünden mutlak şekliyle velayet-i fakih'i kabul etmeyenler bu görüşlerinden dolayı dinden çıkıp mürted olmazlar.
S.63: Veliyy-i fakih'in velayeti (tasarruf hakkı) tekvini midir? Ve bu velayet hakkından istifade ederek maslahat için dini hükümleri herhangi bir sebepten dolayı, örneğin; genel bir maslahatı gözeterek kaldırabilir mi? Neshedebilir mi?
C: Resulullah (s.a.a)'ın irtihalinden sonra İslam'da hiçbir şer'î hüküm neshedilemez. Mevzunun değişmesi, zaruretlerin ortaya çıkması veya bazı geçici sebeplerden dolayı bazı hükümlerin uygulanmaması neshetmek demek değildir. Tekvini velayet ise kabul edildiği taktirde sadece masumlara mahsustur.
S.64: Adil fakihin velayetini (tasarruf hakkını) sadece hisbi işlerle (yetimin malını korumak gibi Allah Teala'nın terkedilmesine razı olmadığı işlerle) sınırlı bilenlere karşı nasıl bir tavır almalıyız? Şunu da biliyoruz ki, bu görüşte olanların bazı temsilcileri onlara uyarak bu fikri yaymaktalar.
C: Velayet-i fakih ilkesi, her asır ve zamanda toplumun yönetimi, toplumsal meselelerin idaresi için hak olan İsna Aşeriyye mezhebinin esaslarından biri sayılır. Bunun kökü imamet esasına dayanmaktadır. Kendine göre bir delile dayanarak fakihin velayeti olmadığına inanan ise mazurdur. Ancak; böyle birisinin tefrika ve bölücülük yapması câiz değildir.
S.65: Veliyy-i fakih'in emri tüm müslümanları mı bağlar, yoksa sadece onu taklit edenler için mi geçerlidir? Fakihin mutlak velayetine inanmayan birisinin veliyy-i fakih'in emrine uyması farz mıdır?
C: Şia fıkhına göre, müslümanların veliyy-i emrinin emirleri tüm müslümanları bağlar. Onun emir ve yasaklarına uymak diğer fakihleri taklit edenler bir yana, o fakihlere bile farzdır. Bize göre fakihin velayetini kabul etmek, İslam'a bağlılık ve masum imamların (a.s) velayetinden ayrılmaz.
S.66: Fakihin mutlak velayetinin (velayet-i fakih-i mutlakın) anlamı nedir?
C: Şartları taşıyan fakihin mutlak velayetinden maksat, şudur: Kıyamete kadar bâki kalacak ve semavi dinlerin sonuncusu olan yüce İslam dini, hükümet ve yönetim dinidir. İslam toplumunun tüm kesimleri için, ümmeti iç ve dış düşmanlardan koruyacak, onlara adil bir şekilde hükmedecek, zayıfların hakkını koruyup, savunacak, siyasi, ekonomik vb... konularda ilerlemelerini sağlamaları için gerekli vesileleri hazırlayacak bir veliyy-i emr, bir şer'î hakim, yani bir rehberin olması gerekir. Yukarıda zikredilenlerin uygulamaya geçirilmesi bazılarının istek, çıkar ve aşırı serbestliğiyle çelişebilir. Müslümanların emiri (yöneticisi) İslam fıkhı ışığında toplumu yönettiğinde ihtiyaç duyduğu gerekli icraatları yapması ona farzdır. Buna göre de İslam ve müslümanların maslahatlarıyla ilgili konularda karar ve yetkisi tüm halkın yetkisinden üstte olmalıdır... Bunlar, fakihin mutlak velayetinin sadece küçük bir bölümünü oluşturur.
S.67: Ölü müçtehidde bâki kalmak fakihlerin fetvalarına göre; bir müçtehidin izinine bağlı olduğu gibi, ölmüş veliyy-i fakihin emir ve hükümlerinin de geçerliliği, diri olan veliyy-i fakihin iznine mi bağlıdır. Yoksa kendiliğinden bâki midir?
C: Veliyy-i emr-i müslimin tarafından alınan karar ve hükümler belirli bir zaman için ve geçici olmazsa aynen geçerliliğini korur. Ancak sağ olan veliyy-i fakih onu kaldırmayı maslahat görürse kaldırabilir.
S.68: Mutlak velayeti kabul etmeyen ve İslam Cumhuriyeti'nde yaşayan bir fakihin veliyy-i emrin emirlerine uyması farz mıdır? Eğer veliyy-i emrin emrine uymazsa fasık olur mu? Veya mutlak velayeti kabul eden bir fakih kendisini bu makama daha uygun bildiğinden veliyy-i emrin emirlerine uymazsa fasık olur mu?
C: Veliyy-i emr-i müsliminin hükümet ve yönetimle ilgili emirlerine uymak tüm mükelleflere hatta fakih bile olsa farzdır. Ben daha uygunum bahanesiyle velayet makamını üstlenmiş kimseye muhalefet etmek câiz değildir. Elbette; bu hüküm, veliyy-i fakihin belirlenmiş kanuni yoldan velayet makamını üstlenmiş olduğu takdirde geçerlidir. Eğer; kanuni yoldan başa geçmiş olmazsa mesele tamamen değişir.
S.69: Gaybet döneminde, şartları taşıyan bir müçtehidin, ceza kanunlarını uygulamaya yetkisi var mıdır?
C: Gaybet döneminde ceza kanunlarını uygulama farzdır; buna yetkili şahıs müslümanların veliyy-i emridir.
S.70: Velayet-i fakih; taklidi bir konu mudur? Yoksa itikadi bir mesele midir? Velayet-i fakihe inanmayanın hükmü nedir?
C: Velayet-i fakih, mezhebin esaslarından olan velayet ve imamete ait konulardandır. Ancak diğer fıkhî hükümlerin şer'î delillerinden çıkarıldığı gibi, velayet-i fakih'e ait olan hükümler de şer'î delillerden çıkarılmaktadır. Buna göre de, istidlal yoluyla velayet-i fakih'in kabul edilemeyeceği görüşüne varan kisme mazurdur.
S.71: Bazı yetkililerden "idare etme velayeti" diye bir şey duyuyoruz, yani bir üst yetkiliye kayıtsız şartsız itaat etme. Bu konudaki görüşünüz ve şer'î vazifemiz nedir?
C: İslam devletinde geçerli idari kanun ve kurallara dayalı olarak verilen emirlere muhalefet etmek câiz değildir. Ama; İslami kavramlar arasında "yönetim ve idare etme velayeti" diye bir şey yoktur.
S.72: Amirler kendi şahsi işlerini kendileri yapacak olsalar vakitleri zayi oluyor diye, o işleri için emirlerinin altında olanlara emir verebilirler mi?
C: Mesulların (üst makamların) herhangi bir görevliye kendi şahsî işlerini yaptırmak için emir vermeleri câiz değildir. Eğer; şahsi işlerinde çalıştırırlarsa onların normal ücretleri, çalıştıranların üzerine gelir.
S.73: Veliyy-i fakih tarafından çeşitli teşkilatlarda görevlendirilmiş olan temsilcinin, çıkarmış olduğu kararlara uymak farz mıdır?
C: Veliyy-i fakih tarafından kendisine verilen salahiyet çerçevesinde çıkardığı, uyulması zorunlu kurallara muhalefet etmek câiz değildir.

fikh Taklit Hükümleri

İHTİYAT,İÇTİHAD VE TAKLİT
Soru 1: Taklidin farzoluşu; taklidî bir mesele midir, yoksa içtihadi bir konu mudur?
Cevap: Taklit, içtihadi ve aklî bir meseledir.
S.2: Sizce ihtiyata uymak mı daha iyidir, taklit etmek mi?
C: İhtiyata uymak, ihtiyat yerlerini ve nasıl ihtiyat edileceğini bilmeye bağlıdır; bunu ise çok az kimse yapabildiğinden ve yine ihtiyata uymak genelde çok vakit harcamayı gerektirdiğinden, gerekli tüm şartları taşıyan müçtehidi taklit etmek daha iyidir.
S.3: Hükümlerde fakihlerin fetvaları arasında ihtiyatın sınırı nedir? Hayatta olmayan müçtehidlerin fetvalarını da bu kapsama almak farz mıdır?
C: İhtiyattan maksat, ihtiyata uyulmasının farz olduğu yerlerde, muhtemelen farz olan bütün fıkhî ihtimallere uymaktır.
S.4: Kızım bir kaç hafta sonra bulûğ yaşına erişecek, dolayısıyla taklit mercii seçmesi farz olacaktır; ancak bunu idrak etmesi zordur, bu durumda yapılması gereken nedir?
C: Bu konuda kendisi, şer'î vazifesinin ne olduğunun farkında olmazsa onu uyarmanız, irşad etmeniz ve aydınlatmanız gerekir.
S.5: Mevzunun teşhisi mükellefin vazifesi ve hükmün teşhisinin de müçtehidin vazifesi olduğu meşhurdur; o zaman müçtehidin teşhisleri karşısında ne yapmak gerekir?
C: Mevzunun teşhisi mükellefin vazifesidir, bu alanda müçtehidinin teşhisine uyması mükellefe farz değildir; ancak onun teşhisine güvenirse veya konu içtihadi konulardan olursa o zaman ona uyması gerekir.*
S.6: Genelde karşılaşılan şer'î meseleleri öğrenmeyi terkeden, günahkâr sayılır mı?
C: Şer'î meseleleri öğrenmemek, bir farzın terketmesine veya haram bir işi yapmasına sebep oluyorsa günahkâr sayılır.
S.7: Bazı insanlar geniş bilgiye sahip değiller, mercilerinin kim olduğunu sorduğumuzda, bilmiyoruz veya filan adamın merciine taklit ediyoruz diyorlar, mercinin risalesine bakmayı ve onunla amel etmeyi önemsemiyorlar; bunların amellerinin hükmü nedir?
C: Amelleri, ihtiyata veya ilahi hükümlerin gerçeğine ya da taklit etmesi gereken müçtehidin fetvasına uygun olursa doğrudur.
S.8: A'lem müçtehit bazı meselelerde ihtiyaten farz diyor, bu durumda a'lemiyette sonraki derecede yer alan diğer müçtehide başvurabiliriz; sorumuz şudur: Eğer başvurduğumuz diğer müçtehit de ihtiyaten farz derse o zaman o ikisinden başkasının fetvasıyle amel etmemiz câiz midir? A'lemiyette üçüncü derecede yer alan müçtehit ve diğerleri de aynı şekilde hüküm verirlerse o zaman ne yapmak gerekir? Meseleyi izah etmenizi rica ediyoruz.
C: Bu tür meselelerde ihtiyat etmeyip fetva veren müçtehitlere, a'lemlik sıralarını gözeterek başvurmanın sakıncası yoktur. (Yani eğer a'lem olmakta ilk sırayı alan müçtehidin fetvası yok ise o meselde alemiyette ikinci sırayı alanın fetvasına müracaat edilir. Eğer onun da fetvası yoksa a'lem olmakta üçüncü sırada yer alan müçtehide müracaat edilir.)
TAKLİT ETMENİN ŞARTLARI
S.9: Mercilik sorumluluğunu üstlenmeyen ve amel etmek için risalesi olmayan müçtehidi taklit etmek caîz midir?
C: Taklit edeceği müçtehidin içtihad şartlarını taşıdığı mükellef tarafından kesin olarak bilinirse sakıncası yoktur.
S.10: Namaz ve oruç gibi tek dalda içtihad eden bir müçtehit o dalda taklit edilebilir mi?
C: Fetva verdiği meseleler kendisi için geçerlidir; ancak câiz olma ihtimali olmasıyla beraber başkasının onu taklit etmesi sakıncalıdır.
S.11: Kendilerine ulaşılması mümkün olmayan başka beldelerdeki müçtehidler taklit edilebilir mi?
C: Şartları taşıyan müçtehit ile şer'î meselelerde onu taklit eden kimsenin aynı ülkenin vatandaşı olması ve aynı şehirde oturmaları gerekli değil.
S.12: Müçtehit ve taklit merciinde geçerli olan adalet cemaat imamında gerekli olan adaletin aynısı mıdır?
C: Merciilik makamı önemli ve hassas olduğundan ihtiyaten farz olarak taklit merciinin adil olmasının yanısıra nefsine hakim olması ve dünya malına düşkün olmaması da gereklidir.
S.13: Muhtelif zaman ve mekana ait şartları bilmek içtihat şartlarından mıdır?
C: Zaman ve mekan şartlarını bilmenin bazı meselelerde tesiri olabilir.
S.14: İmam Humeyni'nin fetvasına göre taklit mercii ibadet ve muamele hükümlerini bildiği gibi, siyasi, ekonomi, askeri, toplumsal, toplumu idare etme gibi meseleleri de bilmesi gereklidir. Buna dayanarak, biz İmam'dan sonra bazı alimlerin tavsiyesi üzerine sizi taklit ettik. Böylece taklit merciimiz ve rehberimiz siz oldunuz. Bu konuda görüşünüz nedir?
C: Taklit merciinin şartları Tahrir-ul Vesile ve diğer kitaplarda genişçe zikredilmiştir. Ama bu şartları taşıyan ve taklit için de salahiyeti olan müçtehidi tanımak, mükellefin kendi görüşüne bırakılmıştır.
S.15: Taklit merciinin a'lem olması gerekli midir? A'lemiyyetin ölçüleri nelerdir?
C: A'lem ile gayri a'lem'in farklı olan fetvalarında a'lemi taklit etmek ihtiyata uygundur. Allah'ın hükümlerini anlamada, ilahi teklifleri delillerden istinbat etmede (çıkarmada) diğer müçtehitlerden daha güçlü olmak, a'lem olmanın ölçüleridir; şer'î hükümlerin mevzularını belirlemek ve şer'î mükellefiyetlerle ilgili fıkhî görüşü açıklamak hususunda etkili olan zamanın şartlarını tanımanın da içtihatta etkisi vardır.
S.16: A'lem müçtehidin taklidde muteber bilinen diğer şartları taşımadığı ihtimali olursa, a'lem olmayan bir müçtehidi taklit etmek câiz midir?
C: Sırf merciilik şartlarını taşımadığı ihtimali üzerine ihtilaflı meselelerde a'lem olmayanı taklit etmek ihtiyaten câiz değildir.
S.17: Bir kaç müçtehitten her birisinin fıkhın belli bölümlerinde a'lem oldukları bilinirse, her birini kendi dalında taklit etmek doğru mudur?
C: Değişik dallarda muhtelif merciileri taklit etmenin sakıncası yoktur. Eğer her bir mercii kendisi taklit edilen meselelerde a'lem olur ve diğer müçtehitlerle o meselede fetvaları farklı olursa her dalın a'lemini taklit etmek ihtiyaten farzdır.
S.18: A'lem bir müçtehit olduğu halde, a'lem olmayan bir müçtehidi taklit etmenin hükmü nedir?
C: A'lem olmayan müçtehidin fetvası, a'lem müçtehidin fetvasıyla çelişmeyen meselelerde a'lem olmayan müçtehide müracaat etmenin sakıncası yoktur.
S.19: Taklit merciinin a'lemiyeti hakkındaki görüşünüz nedir? A'lemi taklit etmenin gerekliliğinin delili nedir?
C: Gerekli şartları taşıyan fakihler birden fazla olur ve fetvaları da farklı olursa, müçtehit olmayan birisinin, a'lem olanı taklit etmesi ihtiyaten farzdır. Ancak; a'lemin fetvası ihtiyatın tersine (muhalifine) olur ve gayri a'lemin fetvası ihtiyata uygun olursa a'lemi taklit etmek farz olmaz. Delil: 1-İnsanlar arasında geçerli olan yöntem.* 2-(Hücceti teşhis etmek hususunda) tayin ile tahyir arasındaki tereddüt hallerinde aklın tayini gerekli bilmesi.
S.20: Hangi müçtehidi taklit etmeliyiz?
C: Fetva verme ve merciilik makamının şartlarını taşıyan müçtehidi taklit etmek farzdır. A'lem olması da ihtiyattır.
S.21: İlk taklit eden kimse ölü müçtehidi taklit edebilir mi?
C: İlk taklit eden kimse ihtiyaten diri ve a'lem müçtehidi taklit etmeyi terketmemelidir.
S.22: İlk taklit eden kimse ölü müçhetidi taklit edebilmesi için diri müçtehidi mi taklit etmelidir? (yani ölüyü taklit etmek konusunda hayatta olan bir müçtehidin fetvasına göre mi davranmalıdır?)
C: Ölü müçtehidi ilk taklit edenin taklit etmesinin veya onda bâki kalmasının hükmü, diri ve a'lem müçtehidin görüşüne bağlıdır.
A'lemİyet, İçtİhat ve Fetvaları Nasıl öğrenelİm ?
S.23: İki adil şahidin şehadet etmesi üzerine belli bir müçtehidin salahiyetini öğrendikten sonra, tekrar başkalarından da araştırmam bana farz mıdır?
C: Taklit şartlarını taşıyan belli bir müçtehidin salahiyeti hakkında iki uzman alim ve adil kişinin şehadet etmesine güvenilebilir ve artık bunu başkalarından sormak farz değildir.
S.24: Taklit merciini seçme ve onun fetvalarını elde edebilmenin yolları nelerdir?
C: Taklit merciinin müçtehit veya a'lem olması, bir kaç yolla tesbit edilir: 1. Denemeyle. 2. Kesin bilgi edinmekle; bu bilgi halk arasında meşhur olmasıyla elde edilse bile. 3. İtminan yoluyla. 4. İki adil bilir kişinin şehadet etmesiyle. Taklit merciinin fetvasını elde etmek de bir kaç yolla olur: 1. Kendisinden duymakla. 2. İki adil kişinin nakletmesiyle; velevki bir adil kişinin nakletmesiyle de olabilir. 3. Sözüne güvenilen bir kişinin söylemesiyle. 4. Müçtehidin hatasız ve güvenilir olan risalesine başvurmakla.
S.25: Merci seçimi için vekil tayin etmek -Çocuk, babasını ve öğrenci, üstadını vekil tayin etmesi gibi- doğru mudur?
C: Vekil tayin etmeden maksad; şartları taşıyan müçtehidi araştırmak ise, sakıncası yoktur. Bunların bu konudaki görüşleri, kesin bilgi ve itminana vesile olursa veya şahitlik sıfatlarını taşıdıkları takdirde geçerli ve muteber olur.
S.26: Bazı müçtehidlerden kimi taklit etmem gerektiğini sorduğumda; bana “falan müçtehidi taklit etmek mükellefiyetinin üzerinden kalkmasına sebeb olur” dediler. Ben o müçtehidin a'lem olduğunu bilmiyorsam veya a'lem olmadığına ihtimal veriyorsam, ya da başkalarının da benzer şehadetleri olduğu için onun a'lem olmadığına mutmain olursam acaba onların sözüne itimat edebilir miyim?
C: Fetva verebilecek bir müçtehidin, a'lemiyeti şer'an belli olursa ve buna zıt bir delil meydanda olmazsa ona şer'an uymak gerekli olur. Kesin bilgi ve güven hasıl olması da gerekmez. Bu durumda muhtemel zıt delilleri de araştırmak gerekmez.
S.27: Şer'î hükümlerle ilgili sorulara cevap vermeye izinli olmayan, bir çok yerde hataya düşen ve ahkamı da yanlış nakleden birisinin, şer'î hükümlere cevap vermeyi üstlenmesi câiz midir. Risaleden (ilmihalden) okuyarak naklederse, ona güvenilerek amel edilebilir mi?
C: Şer'î hükümleri ve fetvaları nakletmek için izin gerekmez. Ama, hata ve yanlışlık yaparsa bu mesuliyeti üstlenmesi câiz değildir. Herhangi bir konuda fetva nakletmede yanlışlık yapar da, daha sonra farkederse naklettiği şahıslara hata yaptığını bildirmesi farzdır. Herhalukârda sözünün ve naklinin sıhhatına güven ve itminan hasıl olmadıkça, her fetva nakledenin sözüyle amel etmek câiz değildir.
S.28: A'lem olmayan bir müçtehidin fetvasına göre ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmıştık. Eğer, ölen müçtehidin fetvasında bâki kalmak, a'lem müçtehidin iznini gerektiriyorsa, bâki kalmak için a'leme müracaat etmek farz mıdır?
C: A'lem olmayan müçtehidin fetvası bu konuda a'lem olan müçtehidin fetvasyla aynı olursa, gayri a'lemin fetvasına uymanın sakıncası yoktur. Ve a'leme de dönmeye gerek yoktur.
S.29: Yeni ortaya çıkan meselelerde, delillerden doğru bir şekilde hüküm çıkaramayan a'lem müçtehitten dönmek câiz midir?
C: Mükellefin ihtiyat etmesi mümkün olursa ihtiyat eder. Eğer mümkün olmazsa, aynı meselede a'lemiyette sonraki derecede yer alan müçtehide dönmesi ve onu taklit etmesi farzdır.
S.30: Ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmak hususunda izin aldığım müçtehitten İmam Humeyni'nin bazı fetvalarından hayattaki bir müçtehidin fetvalarına dönmek için izin almam gerekli midir? Veya bu hususta diğer müçtehitlere de müracaat edilebilir mi?
C: Bu konuda, ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmak hususunda izin aldığınız müçtehide müracaat etmeniz farzdır.
S.31: A'lem'den dönüp, gayri a'lem taklit edilebilir mi?
C: Gayri a'leme dönmek ihtiyatın zıddınadır. Hatta ihtiyata göre a'lemin fetvası gayri a'lemin fetvasıyla farklı olursa ondan dönmek câiz değildir.
S.32: Büyük müçtehitlerden birisinin fetvasına göre İmam'da bâki kaldım. Ama sizin fetvalarınızı öğrendikten sonra, önceki durumdan vazgeçip amellerimi İmam'ın ve sizin fetvalarınıza uyarak yapıyorum. Benim bu dönüşümde bir sakınca var mıdır?
C: Farz ihtiyat gereği, diri bir müçtehitten, diri olan başka bir müçtehide geçmek câiz değildir; ancak, mükellefe göre ikinci müçtehit birinci müçtehitten daha bilgili olur ve fetvaları da farklı olursa, bu durumda farz ihtiyat gereği ikinci müçtehide dönülmelidir.
S.33: İmam Humeyni'yi taklit edip onun taklidinde bâki kalan birisi, herhangi bir meselede -örneğin; Tahran gibi kentlerin (seferilik hükmü yönünden) büyük şehir olup olmadığı hususunda- başka bir müçtehide dönebilir mi?
C: İmamdan başka bir taklit merciine dönmek câizdir. Eğer; imamı diri müçtehitten a'lem biliyorsa, onda bâki kalmakla ihtiyatı terk etmemesi uygundur.
S.34: Ben bir gencim, bulûğ çağına ermeden İmam'ı taklit ediyordum, ama benim bu taklidim şer'î ölçülere dayanmıyordu. Sadece İmam'ı taklit etmenin üzerimdeki teklifi kaldırdığını inanıyordum. Bir müddet sonra başka bir müçtehide rücu edip taklit ettim. Ama ona rücu edişim doğru değildi. Onun da vefatından sonra size rücu ettim. İkinci müçtehidi taklit etmemin hükmü ve bu aradaki amellerimin hükmü nedir? Şimdi ne yapmam gerekir?
C: İmam Humeyni'nin sağlığında ve vefatından sonra bâki kaldığınız dönemlerdeki amelleriniz doğrudur. Ama, diğer müçtehidi taklit ettiğiniz süre içerisinde taklit etmeniz gereken müçtehidin fetvalarına uygun olarak amel etmişseniz veya ameliniz şu an taklit etmeniz gereken müçtehidin fetvasına uygun ise, o zaman amellerinizin doğru olduğuna karar verilir; aksi takdirde, amellerinizi yenilemeniz gerekir. Şimdi ise, ölen müçtehidinizde (İmam'ın taklidinde) bâki kalabileceğiniz gibi, şer'î ölçülere göre uygun gördüğünüz bir müçtehide de rücu edebilirsiniz.
Ölü Müçtehİdİn Taklİdİnde Bâkİ Kalmak
S.35: İmam Humeyni'nin vefatından sonra her hangi bir müçtehidi taklit eden birisi tekrar İmam'a dönebilir mi?
C: Merciilik şartlarını taşıyan diri bir müçtehitten ölü müçtehide dönmek ihtiyaten câiz değildir; ama diri müçtehit merciilik şartlarını taşımazsa ona rücu edişi batıldır. Böylece ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmış olur. Dolayısıyla yine onda bâki kalabileceği gibi, isterse taklit edilmesi câiz olan bir başka müçtehidi taklit eder.
S.36: İmam Humeyni'nin sağlığında bulûğa erdim ve onu taklit ettim. Ancak; taklit meselesini hakkıyla anlamış değildim. Şimdi ne yapmalıyım?
C: İmam Humeyni'nin sağlığında ona taklit ediyor ve amellerini onun fetvalarına göre yapıyorduysan, bazı meselelerde bile taklit etmiş olsan, tüm meselelerde onun taklidinde bâki kalabilirsin.
S.37: Ölü müçtehit a'lem olduğu takdirde, onda bâki kalmanın hükmü nedir?
C: Ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmak her surette câizdir, farz değildir. Ama; ölü a'lem müçtehidin taklidinde bâki kalmakla ihtiyat terkedilmemelidir.
S.38: Ölü müçtehitte bâki kalmak için, a'lem müçtehitten izin almak gerekir mi? Yoksa herhangi bir müçtehitten izin almak yeterli midir?
C: Ölü müçtehitte bâki kalma meselesinde a'lemi taklit etmek farz değildir. Bu fakihlerin ittifak ettikleri takdirdedir.
S.39: İmam Humeyni'nin taklit eden bir şahıs, İmam'dan sonra bazı meselelerde başka müçtehide rücu etmiş ve şimdi o müçtehit de vefat etmiştir. Bu adamın görevi nedir?
C: Bir önceki taklit merciinde bâki kalabilir. İkinci müçtehide rücu ettiği meselelerde de isterse bâki kalır, isterse diri müçtehide geçebilir.
S.40: İmam Humeyni'nin vefatından sonra, onun ölüde bâki kalınamayacağına dâir fetvasının olduğunu sanarak diri bir müçtehidi taklit ettim. Şimdi yeniden İmam Humeyni'ye geçebilir miyim?
C: Tüm meselelerde başka bir müçtehidi taklit ettikten sonra İmam Humeyni'ye dönemezsin. Ancak; diri müçtehidin fetvasına göre a'lem olan ölü müçtehitte bâki kalmak farz ise ve sana göre de İmam diri müçtehitten daha a'lem ise İmam'ın taklidinde bâki kalman farz olur.
S.41: Tek bir meselede bazen diri a'lem müçtehide, bazen de ölü müçtehide, görüşleri farklı olduğu halde rücu etmem câiz midir?
C: Ölü müçtehitte bâki kalmak câizdir. Ancak ondan diri müçtehide geçtikten sonra yeniden ölü müçtehide rücu etmek doğru (câiz) değildir.
S.42: İmam Humeyni'yi taklit edenlerin onda bâki kalmaları için diri müçtehitten izin almaları mı gerekiyor? Yoksa taklit mercii müçtehitlerin çoğunluğunun ölüde bâki kalmanın câiz olduğuna fetva vermeleri yeterli midir?
C: Zamanımızdaki ulemanın ölüde bâki kalmayı câiz bilmeleri hususundaki ittifaklarına dayanarak, İmam'da bâki kalmak câizdir. Bu konuda belirli bir müçtehide rücu etmek gerekmez.
S.43: Mükellefin, müçtehidin hayatında amel ettiği veya etmediği meselelerde o öldükten sonra taklidinde bâki kalmasının hükmü nedir?
C: Tüm meselelerde hatta amel etmediği meselelerde bile ölü müçtehidin taklidinde bâki kalmak câizdir.
S.44: Ölü müçtehitte bâki kalmanın câiz olduğu esasına göre teklif çağına ermeden o müçtehidin fetvalarına uyanlar için de aynı hüküm geçerli midir?
C: Hatta baliğ olmadan bile taklit ederse, müçtehit hayatta iken taklit tahakkuk bulduğu takdirde bâki kalmasının sakıncası yoktur.
S.45: Bizler İmam Humeyni'yi taklit ediyoruz; onun vefatından sonra onun taklidinde bâki kalmışız. Ama, istikbar ve tağutlarla mücadele döneminde yaşadığımızdan hükmünü bilmediğimiz yeni meseleler ortaya çıkıyor; bu yüzden bütün şer'î meselelerde size rücu etmeye ihtiyaç duyuyoruz, sizi taklit edebilir miyiz?
C: İmam'da bâki kalmanız câizdir. Şimdilik ondan dönmeniz için hiçbir sebep yoktur. Ancak, yeni çıkan bazı meselelerde ihtiyaç duyulursa, bizimle yazışabilirsiniz. Allah sizi kendi rızasına muvaffak kılsın.
S.46: Mükellef; başka bir müçtehidin, taklit ettiği kendi müçtehidinden daha a'lem olduğunu anlarsa görevi nedir?
C: İhtiyaten farz olarak farklı olan fetvalarda a'lemliği bilinen müçtehidi taklit etmelidir.
S.47: Mükellef hangi durumlarda taklit ettiği müçtehitten başka bir müçtehide geçebilir?
C: İkinci müçtehit daha bilgili olur ve fetvası birinci müçtehidin fetvasıyla farklı olursa farz ihtiyat gereği ikinci müçtehide geçmelidir. Ancak eğer ilimde eşit olurlarsa ihtiyat gereği geçmek câiz değildir.
S.48: A'lem müçtehidin fetvası zamana uygun olmaz veya onun fetvasıyla amel etmek zor olursa gayri a'leme geçilebilir mi?
C: Sadece fetvaları zamana uymuyor bahanesiyle veya onun fetvalarına uymak zor olduğu için a'lem müçtehitten başkasına geçmek câiz değildir.
S.49: Mukassır cahil kimdir?
C: Cahil olduğunu bilen ve cahilliğini giderme yollarını da bildiği ve buna gücü yettiği halde onu gidermeyen kimsedir.
S.50: Kasır cahil kimdir?
C: Cahil olduğunu veya cahilliğini gidermenin yollarını bilmeyen kimsedir.
S.51: İhtiyat-ı farzın manası nedir?
C: Yani bir işi ihtiyat olarak yapmak veya terketmek farzdır.
S.52: Fetvalarda gelen "işkallidir" (sakıncalıdır) tabiri haram olduğunu mu belirtmektedir?
C: Yerine göre değişir. Eğer bir şeyin câiz olmasında sakınca olursa yapılmasının haram olduğunu gösterir.
S.53: "Sakıncalıdır" "müşküldür" "sakıncadan uzak değildir" "sakıncası yoktur" tabirleri fetva mıdır, ihtiyat mı?
C: "Sakıncası yoktur" tabiri fetva, diğerleri ihtiyattır.
S.54: "Caiz değildir" tabiriyle "Haramdır" tabirinin farkı nedir?
C: Amelde hiçbir farkı yoktur.
Mercİlİk ve Rehberlİk
S.55: Taklit merciinin fetvalarıyla Müslümanların veliyy-i emrinin (rehberinin) siyasi, kültürel ve toplumsal konulardaki fetvalarının çelişmesi halinde Müslümanların görevi nedir? Bu hususta bir ölçü var mıdır? Mesela müzik konusunda taklit merciinin fetvası rehberin fetvasıyla farklıysa hangisine uyulması gerekir? Velliyy-i fakihin hükmü mercii taklidin fetvasına nerede tercih edilmelidir?
C: İslam ülkesinin idaresi ve müslümanların geneline ait konularda müslümanların veliyy-i emrinin (rehberin) görüşüne uyulması gerekir. Taklit merciinin fetvasına sadece ferdî meselelerde uyulabilir.
S.56: Bildiğiniz gibi Usul-u Fıkıh'da "içtihatta tecezzi" (içtihadın bölünmesi) adı altında bir bölüm vardır. İmam'ın merciilik ile rehberlik makamını ayırması içtihadın tecezzisinde atılan bir adım değil midir?
C: Taklit mercii ile rehberliğin ayrılmasının içtihattaki tecezziyle bir ilgisi yoktur.
S.57: Ben herhangi bir taklit merciini taklit etmiş olursam, veliyyi emr-i müslimin de saldırgan kafirlere, zalimlere karşı savaş veya cihad ilan ederse, taklit ettiğim müçtehit de savaşa katılmama izin vermezse o zaman onun emrine uymalı mıyım?
C: Veliyyi emr-i müsliminin emirlerine, müslümanların genelini ilgilendiren meselelerde uyulması farzdır. Müslümanların geneline ait olan meselelerden biri de tağut ve kafirlerin saldırıları karşısında İslam ve müslümanları savunmaktır.
S.58: Veliyyi fakih'in hükmü ve fetvası ne derece mükellefi bağlar. A'lem olan mercii taklidin fetvasıyla farklı olduğu takdirde hangisi öncelik taşır ve hangisine uyulmalıdır?
C: Veliyyi emr-i müslimin'in hükmüne uymak herkese farzdır. Taklit merciinin fetvası veliyyi emr'in hükmüyle farklı olduğu takdirde, taklit merciinin fetvasının geçerliliği kalmaz.
Velİyy-İ Fakİh ve Şer'İ Hakİmİn Hükmü
S.59: Velayet-i fakihe mefhum ve misdak yönünden inanmak aklî delile mi dayanmaktadır, şer'î delile mi?
C: Adil ve alim fakihin hükümet etmesi anlamına olan velayet-i fakih, şer'î bir hükümdür. Ve akıl da bunu desteklemektedir. Mistakını belirlemek için ise, İslam Cumhuriyeti'nin anayasasında açıklanmış olan insanlar arasında kabul edilmiş aklî bir yol (yöntem) mevcuttur.
S.60: Şer'î hükümlerin uygulanması İslam ve müslümanların maslahatı gereği veliyyi fakih'in hükmüyle durdurulabilir mi?
C: Duruma göre değişir.
S.61: İslam hükümetinde yayın organları veliyy-i fakih'in emrinde ve kontrolünde mi olması gerekiyor, yoksa dini havzalar ve başka teşkilatların mı?
C: Veliyyi emr-i müslimin'in emir ve kontrolünde olması gerekir. Bu organlar ilahi ilim ve maarifi yaymak, İslam ve müslümanlara hizmet etmek, İslam toplumunun sorununu çözmek ve fikri yönden ilerletmek, müslümanların birliğini korumak, kardeşlik ruhunu aralarında yaymak ve benzeri işlerle görevlidir.
S.62: Mutlak şekilde velayet-i fakih'i kabul etmeyenlere hakiki müslüman denilebilir mi?
C: İmam Mehdi'nin (canımız ona feda olsun) gaybeti döneminde içtihad veya taklit yönünden mutlak şekliyle velayet-i fakih'i kabul etmeyenler bu görüşlerinden dolayı dinden çıkıp mürted olmazlar.
S.63: Veliyy-i fakih'in velayeti (tasarruf hakkı) tekvini midir? Ve bu velayet hakkından istifade ederek maslahat için dini hükümleri herhangi bir sebepten dolayı, örneğin; genel bir maslahatı gözeterek kaldırabilir mi? Neshedebilir mi?
C: Resulullah (s.a.a)'ın irtihalinden sonra İslam'da hiçbir şer'î hüküm neshedilemez. Mevzunun değişmesi, zaruretlerin ortaya çıkması veya bazı geçici sebeplerden dolayı bazı hükümlerin uygulanmaması neshetmek demek değildir. Tekvini velayet ise kabul edildiği taktirde sadece masumlara mahsustur.
S.64: Adil fakihin velayetini (tasarruf hakkını) sadece hisbi işlerle (yetimin malını korumak gibi Allah Teala'nın terkedilmesine razı olmadığı işlerle) sınırlı bilenlere karşı nasıl bir tavır almalıyız? Şunu da biliyoruz ki, bu görüşte olanların bazı temsilcileri onlara uyarak bu fikri yaymaktalar.
C: Velayet-i fakih ilkesi, her asır ve zamanda toplumun yönetimi, toplumsal meselelerin idaresi için hak olan İsna Aşeriyye mezhebinin esaslarından biri sayılır. Bunun kökü imamet esasına dayanmaktadır. Kendine göre bir delile dayanarak fakihin velayeti olmadığına inanan ise mazurdur. Ancak; böyle birisinin tefrika ve bölücülük yapması câiz değildir.
S.65: Veliyy-i fakih'in emri tüm müslümanları mı bağlar, yoksa sadece onu taklit edenler için mi geçerlidir? Fakihin mutlak velayetine inanmayan birisinin veliyy-i fakih'in emrine uyması farz mıdır?
C: Şia fıkhına göre, müslümanların veliyy-i emrinin emirleri tüm müslümanları bağlar. Onun emir ve yasaklarına uymak diğer fakihleri taklit edenler bir yana, o fakihlere bile farzdır. Bize göre fakihin velayetini kabul etmek, İslam'a bağlılık ve masum imamların (a.s) velayetinden ayrılmaz.
S.66: Fakihin mutlak velayetinin (velayet-i fakih-i mutlakın) anlamı nedir?
C: Şartları taşıyan fakihin mutlak velayetinden maksat, şudur: Kıyamete kadar bâki kalacak ve semavi dinlerin sonuncusu olan yüce İslam dini, hükümet ve yönetim dinidir. İslam toplumunun tüm kesimleri için, ümmeti iç ve dış düşmanlardan koruyacak, onlara adil bir şekilde hükmedecek, zayıfların hakkını koruyup, savunacak, siyasi, ekonomik vb... konularda ilerlemelerini sağlamaları için gerekli vesileleri hazırlayacak bir veliyy-i emr, bir şer'î hakim, yani bir rehberin olması gerekir. Yukarıda zikredilenlerin uygulamaya geçirilmesi bazılarının istek, çıkar ve aşırı serbestliğiyle çelişebilir. Müslümanların emiri (yöneticisi) İslam fıkhı ışığında toplumu yönettiğinde ihtiyaç duyduğu gerekli icraatları yapması ona farzdır. Buna göre de İslam ve müslümanların maslahatlarıyla ilgili konularda karar ve yetkisi tüm halkın yetkisinden üstte olmalıdır... Bunlar, fakihin mutlak velayetinin sadece küçük bir bölümünü oluşturur.
S.67: Ölü müçtehidde bâki kalmak fakihlerin fetvalarına göre; bir müçtehidin izinine bağlı olduğu gibi, ölmüş veliyy-i fakihin emir ve hükümlerinin de geçerliliği, diri olan veliyy-i fakihin iznine mi bağlıdır. Yoksa kendiliğinden bâki midir?
C: Veliyy-i emr-i müslimin tarafından alınan karar ve hükümler belirli bir zaman için ve geçici olmazsa aynen geçerliliğini korur. Ancak sağ olan veliyy-i fakih onu kaldırmayı maslahat görürse kaldırabilir.
S.68: Mutlak velayeti kabul etmeyen ve İslam Cumhuriyeti'nde yaşayan bir fakihin veliyy-i emrin emirlerine uyması farz mıdır? Eğer veliyy-i emrin emrine uymazsa fasık olur mu? Veya mutlak velayeti kabul eden bir fakih kendisini bu makama daha uygun bildiğinden veliyy-i emrin emirlerine uymazsa fasık olur mu?
C: Veliyy-i emr-i müsliminin hükümet ve yönetimle ilgili emirlerine uymak tüm mükelleflere hatta fakih bile olsa farzdır. Ben daha uygunum bahanesiyle velayet makamını üstlenmiş kimseye muhalefet etmek câiz değildir. Elbette; bu hüküm, veliyy-i fakihin belirlenmiş kanuni yoldan velayet makamını üstlenmiş olduğu takdirde geçerlidir. Eğer; kanuni yoldan başa geçmiş olmazsa mesele tamamen değişir.
S.69: Gaybet döneminde, şartları taşıyan bir müçtehidin, ceza kanunlarını uygulamaya yetkisi var mıdır?
C: Gaybet döneminde ceza kanunlarını uygulama farzdır; buna yetkili şahıs müslümanların veliyy-i emridir.
S.70: Velayet-i fakih; taklidi bir konu mudur? Yoksa itikadi bir mesele midir? Velayet-i fakihe inanmayanın hükmü nedir?
C: Velayet-i fakih, mezhebin esaslarından olan velayet ve imamete ait konulardandır. Ancak diğer fıkhî hükümlerin şer'î delillerinden çıkarıldığı gibi, velayet-i fakih'e ait olan hükümler de şer'î delillerden çıkarılmaktadır. Buna göre de, istidlal yoluyla velayet-i fakih'in kabul edilemeyeceği görüşüne varan kisme mazurdur.
S.71: Bazı yetkililerden "idare etme velayeti" diye bir şey duyuyoruz, yani bir üst yetkiliye kayıtsız şartsız itaat etme. Bu konudaki görüşünüz ve şer'î vazifemiz nedir?
C: İslam devletinde geçerli idari kanun ve kurallara dayalı olarak verilen emirlere muhalefet etmek câiz değildir. Ama; İslami kavramlar arasında "yönetim ve idare etme velayeti" diye bir şey yoktur.
S.72: Amirler kendi şahsi işlerini kendileri yapacak olsalar vakitleri zayi oluyor diye, o işleri için emirlerinin altında olanlara emir verebilirler mi?
C: Mesulların (üst makamların) herhangi bir görevliye kendi şahsî işlerini yaptırmak için emir vermeleri câiz değildir. Eğer; şahsi işlerinde çalıştırırlarsa onların normal ücretleri, çalıştıranların üzerine gelir.
S.73: Veliyy-i fakih tarafından çeşitli teşkilatlarda görevlendirilmiş olan temsilcinin, çıkarmış olduğu kararlara uymak farz mıdır?
C: Veliyy-i fakih tarafından kendisine verilen salahiyet çerçevesinde çıkardığı, uyulması zorunlu kurallara muhalefet etmek câiz değildir.

14