Kur’an’ı Kerim Meali
8-ENFÂL SURESİ (Yetmiş beş âyettir. 30. âyetten itibaren yedi âyetten başka bütün âyetleri Medenîdir. Bu yedi âyet Mekkîdir. Savaş ganîmetlerinden bahsedildiği için Enfâl adiyle adlanmıştır.)
Rahman ve Rahîm Allah Adıyla
1- Sana harp ganîmetlerinin hükmünü sorarlar. De ki: Ganîmetler, Allah'ın ve Peygamberindir. Artık Allah'tan sakının ve aranızı ıslah edin ve inanmışsanız Allah'a ve Peygamberine itaat edin.
2- İnananlar, ancak onlardır ki Allah anılınca yürekleri titrer, onlara âyetleri okununca da inançlarını arttırır ve Rablerine dayanırlar.
3- Onlardır ki namaz kılarlar ve rızıklandırdığımız şeylerin bir kısmını harcarlar.
4- Onlardır gerçek inananlar, onlarındır Rableri katında dereceler, yarlıganma ve dâimî, bitmez-tükenmez rızık.
5- Nasıl ki Rabbin, seni hak uğruna evinden çıkarmıştı ve şüphe yok ki inananların bir kısmı bundan hoşlanmamıştı.118[1]
[1] Bedir savaşına işarettir.
6- Gerçek, apaçık meydana çıktıktan sonra bile bu hususta, gözleri baka-baka ölüme sürükleniyorlarmış gibi seninle çekişmeye kalkışıyorlardı.
7- Hani Allah, o iki bölükten birinin muhakkak sizin olacağını vaad ediyordu da siz, silâhı bulunmayanların, elinize düşmesini istiyordunuz. Halbuki Allah, sözleriyle, gerçeği yerine getirmek ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu.119[2]
[2] Vaadedilen iki şeyin biri, Kureyş boyu, öbürü kervandı. Müslümanlar, Kureyş’e ait bir kervanı ele geçirmek için Medine'den çıkmışlardı. Üç yüz on üç kişiydiler. Bu olayı haber alan Ebu-Cehl, Mekkelileri kışkırttı; bin kişilik bir orduyla harekete geçirdi.
Müslümanlar, savaş için çıkmadıklarından bir kısmı gitmek istemiyordu. Nihâyet "Bedir" denilen bir kuyu yanında müşriklerle karşılaştılar. Savaşta Müslümanlar üst oldu, Müslümanlığın en büyük düşmanı Ebu-Cehl öldürüldü.
8- Böylece de suçlular istemese de gerçeği gerçek olarak izhâr etmeyi ve bâtılın boşluğunu bildirmeyi murâd etmekteydi.
9- Hani, siz, Rabbinizden imdat istemiştiniz de Rabbiniz, şüphe yok ki ben, birbiri ardınca binlerce melekle size yardım edeceğim diye duânızı kabûl etmişti.
10- Ve Allah, bunu ancak bir müjde olarak ve kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Yardım, ancak Allah'tandır. Şüphe yok ki Allah, üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
11- Hani bir emniyet vermek için sizi hafif bir uykuya daldırmıştı ve sizi arıtmak, sizden Şeytan'ın pisliğini gidermek, yüreklerinizi sağlamlaştırmak ve ayaklarınızı pekiştirip metânetinizi arttırmak için de gökten bir yağmur yağdırmıştı.120[3]
[3] Bu hafif uyku, Müslümanların heyecanlarını yatıştırdı. Yağan yağmur da hem susuzluklarını giderdi, hem de kumu pekiştirerek harekete müsait bir hale soktu.
12- Hani Rabbin, şüphe yok ki ben, sizinleyim, inananları sebât ettirin, kâfirlerin yüreklerine korku salacağım, hadi vurun boyunlarını, vurun onların ellerine, ayaklarına diye meleklere vahyetmedeydi.
13- Bu da onların, Allah'a ve Peygamberine karşı gelmelerindendi ve kim, Allah'a ve Peygamberine karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezâsı, şüphe yok ki pek çetindir.
14- İşte tadın şimdi bunu ve şüphe yok ki kâfirler için bir de ateşle azap var.
15- Ey inananlar, savaşmak üzere kâfirlerle karşılaştınız mı onlara arkanızı dönmeyin.
16- Ve kim, tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek, yahut bir bölüğe ulaşmak niyetinde olmadan öyle bir günde onlara arka çevirir, dönerse muhakkak Allah'ın gazabına uğrayacaktır, yurdu cehennemdir ve orası, dönüp varılacak ne kötü bir yerdir.
17- Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü ve attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı ve böylece de kendi katından, inananlara güzel bir nîmet vermek, onları denemek istedi. Şüphe yok ki Allah her şeyi duyar, bilir. 121[4]
[4] Hz. Muhammed (s.a.a), savaştan önce yerden bir avuç taş alıp yüzleri kara olsun diye müşriklere atmıştı. Buna işaret edilmektedir.
18- Böyledir bu ve şüphe yok ki Allah, kâfirlerin düzenlerini gevşetir.
19- Fetih istiyordunuz ya, işte size fetih. Vazgeçerseniz daha hayırlı olur size, fakat savaşa dönerseniz biz de döneriz ve topluluğunuz çok bile olsa hiçbir işinize yaramaz sizin ve şüphe yok ki Allah, inananlarla berâberdir. 122[5]
[5] Bu hitap, müşrikleredir. Onlar, savaştan önce ve Mekke'de fethe nail olmaları için dua etmişlerdi.
20- Ey inananlar, Allah'a ve Peygamberine itaat edin, Kur'ân'ı dinlediğiniz halde ondan yüz çevirmeyin.
21- Ve işittik dedikleri halde duyup kabûl etmeyenlere benzemeyin.
22- Şüphesiz ki yerde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, aklı, idrâki olmayan sağır ve dilsiz mahluklardır.
23- Allah, onlarda bir hayır olduğunu bilseydi elbette onlara duyururdu. Fakat duyursaydı da gene onlar arkalarını dönerek yüz çevirirlerdi.
24- Ey inananlar, sizi diriltecek, size can verecek şeylere çağırdıkları zaman Allah'a ve Peygambere icâbet edin ve bilin ki Allah, hiç şüphe yok, insanın kendisiyle kalbinin arasına girer ve hiç şüphe yok ki onun tapısında toplanacaksınız.
25- Ve sakının o fitneden ki yalnız zulmedenlerinize gelip çatmaz ve bilin ki şüphesiz Allah'ın cezâsı pek çetindir.
26- Hatırlayın o zamanı ki azlıktınız, yeryüzünde hor, âciz tanınanlardandınız, insanların size saldırıp yok etmesinden korkuyordunuz. Derken sizi, şükredesiniz diye yer-yurt sahibi etti, yardımıyla kuvvetlendirdi ve tertemiz şeylerle rızıklandırdı.
27- Ey inananlar, Allah'a ve Peygambere hıyânet etmeyin ve bile-bile emânetlerinize de hıyânette bulunmayın.
28- Ve bilin ki mallarınız ve evlâdınız, sizin için bir sınamadır ancak ve şüphe yok ki Allah katındadır büyük mükâfat.123[6]
[6] Hz. Muhammed (s.a.a), Benî-Kurayza denen Yahûdi topluluğunun Medine civarındaki kalesini kuşatmıştı. Bu kuşatma, yirmi bir gün devam etti. Barışmak istediler, Hz. Peygamber haklarında, Muâz oğlu Sa'd'in hükmünü kabul etmek istiyordu.
Onlar, Evs kabilesinden Ebu-Lübâbe'yi göndermesini istediler. Ebû-Lübâbe'nin malı ve ayali onların yanındaydı. Ebu-Lübâbe, Hz. Peygamberin emriyle gidince Muazoğlu'nun hükmünü kabul edersek ne olacağız diye sordular.
Ebu-Lübabe, eliyle boğazını işaret ederek öldürüleceklerini bildirdi. Fakat hemen nadim oldu. Bu ayetin vahyedilmesinden sonra Medine'ye dönüp kendisini mescidin direklerinden birine bağlattı, vallahi dedi ne yerim, ne içerim, böylece ölür giderim,
yahut da Allah tövbemi kabul eder. Yedi gün bağlı kaldı. Kızı gelir, abdest bozacağı, yahut namaz kılacağı zaman ipi çözer, sonra gene bağlardı. Yedinci günü bayılıp kendinden geçti.
Bu sûreden sonraki Tevbe sûresinin (9) 102-104. ayetleri vahyedilerek tövbesinin kabul edildiği bildirildi Ebu-Lübabe müjde verenlere, Vallahi dedi, Resulullah gelip çözmedikçe bu ipi çözmem. Hz. Peygamber geldi, bizzat ipi çözdü.
Ebu-Lübabe, tevbemi tamamlamak için suça girmeme sebep olan yeri terk etmem ve malımdan vazgeçmem gerek dedi. Hz. Peygamber, malının üçte birini sadaka olarak aldı, geri kalanını kendisine bağışladı.
29- Ey inananlar, Allah'tan çekinirseniz hayırla şerri ayırt etme kabiliyetini verir size ve suçlarınızı örter, yarlıgar sizi ve Allah, pek büyük bir lütuf ve ihsân sâhibidir.
30- Hani bir zaman, kâfir olanlar, seni bağlayıp hapsetmek, yahut öldürmek, yahut da yurdundan çıkarmak için düzenlere baş vurmuşlardı. Onlar, bu düzeni kurarken Allah da cezâlarını hazırlamadaydı ve Allah hîlekârları cezâlandıranların en hayırlısıdır. 124[7]
[7] Dâr-ün-Nedve'de, yani Kureyş ulularının topluluk yerinde, Hz. Peygambere, bütün kabilelerden seçilen kişilerin birden hücum ederek öldürmeleri ve bu sûretle Haşimoğullarının kan dâvasına kalkmalarının önünün alınması kararlaştırılmıştı. Buna işaret edilmektedir.
31- Onlara âyetlerimiz okunurken dediler ki: Duyduk, dilersek biz de buna benzer sözler söyleriz ve bu, eskilerin masallarından başka bir şey de değil.
32- Hani Allah'ım demişlerdi, bu, senin katındansa ve gerçekse başımıza gökten taş yağdır, yahut da bize elemli bir azap ver.
33- Fakat sen, onların içinde oldukça onları azaplandırmaz ve gene yarlıganma dilerlerken Allah onlara azap vermez.
34- Ne diye Allah onları azaplandırmasın ki onlar, hizmetine lâyık olmadıkları halde halkı Mescid-i Harâm'dan menediyorlar, onun hizmetine lâyık olanlar, ancak çekinenlerdir, fakat çoğu bilmez bunu.
35- Tanrı evine karşı namazları, ancak ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibaret. Artık kâfir olmanıza karşılık tadın azâbı.
36- Şüphe yok ki kâfir olanlar, mallarını ancak halkı Allah yolundan alıkoymak için harcarlar. Harcayacaklar da, sonra o harcadıkları mallar, kendilerine bir iç acısı olacak, sonra da alt edilecekler ve kâfir olanlar cehenneme götürülecekler, orada toplanacaklar.
37- Allah pisi temizden ayıracak ve pis olanları yığın-yığın birbiri üstüne koyup yığacak ve topunu birden cehenneme atacak; onlardır ziyankârlar.
38- Kâfir olanlara de: Kâfirliklerinden vazgeçerlerse geçmiş günahları örtülür, yarlıganır, fakat vazgeçmezler de savaşa kalkışırlarsa şüphe yok ki onlardan önceki hüküm ve kanun yürüyüp gidecektir.
39- Hiçbir fitne kalmayıncaya ve din, tamamıyla Allah'a münhasır oluncaya dek savaşın onlarla. Savaştan vazgeçerlerse şüphe yok ki Allah, onların yaptıklarını görür.
40- Ve yüz çevirirlerse artık bilin ki Allah sizin yâriniz, yardımcınızdır ve o, ne güzel dosttur, ne güzel yardımcı.
41- Ve iyice bilin ki ganîmet olarak elde ettiğiniz şeyin mutlaka beşte biri Allah'ın ve Peygamberin ve yakınların ve yetimlerin ve yoksulların ve yolda kalmışlarındır. Allah'a inanmışsanız ve hak ile bâtılın ayrıldığı, yâni iki ordunun birbiriyle buluştuğu gün kulumuza indirdiğimize iman etmişseniz ve Allah'ın her şeye gücü yeter. 125[8]
[8] Bu beşte bir hakkında muhtelif reyler vardır. İbn-i Abbas, İbrahîm, Katâde ve Atâ'ya göre beşte bir hisse, beşe bölünür. Allah'a ve Peygambere ait olan pay, silâha ve ata sarfedilir. Şâfii'ye göre dört kısma bölünür.
Bir payı Peygamber soyuna aittir, üçü Müslümanların yoksullarına, yetimlerine ve yolda kalmışlarına verilir. Bâzılarına göre üçe bölünür, çünkü Peygambere ait pay, vefatiyle sakıt olmuştur ve Peygamberin mîrası olmadığına göre de yakınlarına verilemez. Bâzıları üç payı âyette anılanlara, bir payı da Hz. Peygambere mensup olanlara vermenin caiz olduğunu söylemişlerdir.
İmamiyye'ye göre Allah'a ve Peygambere ait olan pay, imamın hakkıdır, bundan sonra bir pay, Hz. Resulullah’ın soyundan gelen yetimlerin, bir pay, aynı soya mensup yoksulların, bir pay da gene aynı soydan olup parası biterek yolda kalmış olanlarındır.
Bu paylar, ancak Al-i Muhammed'e aittir, çünkü onlara zekat ve sadaka haramdır. Bunu Taberi, Aliyy-ibn-il-Huseyn'den ve Muhammed-ibn-i-Aliyy-il-Bakır (a.s)'dan rivayet eder. Humüs verilecek yakınlarda da ihtilaf vardır.
Abdülmuttalip evladından Haşimoğulları diyenler bulunmuştur, çünkü Haşim'in soyu ancak Abdülmuttalip'ten yürümüştür. Bu rivayet, İbn-i Abbas'tan gelir. Humüsün nelerden verileceği hakkında da çeşitli reyler mevcuttur (Mecma' 1, 482-483).
42- Hani siz vâdinin yakın bir yerindeydiniz, onlar uzak bir kıyısında, kervansa sizden daha aşağı tarafta ve eğer muayyen yerlerde buluşmak üzere sözleşseydiniz gene ihtilâfa düşerdiniz. Fakat helâk olanın, apaçık bir delil görerek helâk olması, diri kalanın da gene apaçık bir delil görerek diri kalması için Allah, olacak bir işi yerine getirmek üzere bunu böyle yaptı ve şüphe yok ki Allah, mutlaka her şeyi duyar, bilir.
43- Hani Allah, rüyanda sana onların az olduğunu göstermişti; çok gösterseydi ürker, gevşerdiniz ve iş hususunda da çekişe kalkışırdınız. Fakat Allah sizi bundan kurtardı ve şüphe yok ki o, gönüllerdekini bilir.
44- Hani karşılaştığınız zamanda Allah, onları sizin gözünüze az gösterdiği gibi sizi de onlara az göstermişti; çünkü Allah, olacak işi yapacak, yerine getirecekti ve bütün işlerin mercii Allah'tır. 126[9]
[9] Bedir savaşına işaret edilmektedir.
45- Ey inananlar, bir toplulukla karşılaştınız mı mutlaka sebât edin ve Allah'ı çok anın da kurtulun murâdınıza erişin.
46- Allah'a ve Peygamberine itâat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız ve kuvvetiniz kalmaz ve sabredin, şüphe yok ki Allah, sabredenlerle berâberdir.
47- Ülkelerinden böbürlenmek ve halka gösteriş yapmak için çıkanlara ve insanları Allah yolundan menedenlere benzemeyin ve Allah onların bütün yaptıklarını bilgisiyle kavramıştır.
48- Hani o zaman Şeytan, onların yaptıklarını, kendilerine süslü ve hoş göstermişti de bugün insanlardan size üstün olacak yoktur, ben de şüphe yok ki size yardımcıyım demişti. Fakat iki ordu da görününce geri dönüp ben demişti, şüphe yok, sizden uzağım, çünkü ben, sizin görmediklerinizi görmedeyim ve Allah'tan korkmadayım ve Allah'ın cezâsı pek çetindir. 127[10]
[10] Bedir savaşına işaret edilmektedir.
49- Hani münâfıklarla gönüllerinde hastalık olanlar, bunları dinleri aldatmıştır demişlerdi; halbuki kim Allah'a dayanırsa bilsin ki Allah, şüphe yok ki üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.
50- Melekler, kâfirlerin suratlarına ve sırtlarına vura vura canlarını alır ve şiddetle yakıcı azâbı tadın derlerken bir görmeliydin onları.
51- Bu, evvelce ellerinizle kendinize hazırladığınız şeydir ve şüphe yok ki Allah, kullarına zulmetmez.
52- Firavun'un soyuyla onlardan önce gelip geçenlerin gidişleri gibi hani Allah'ın delillerini inkâr edip kâfir olmuşlardı da Allah, suçlarına karşılık onları azâbına uğratmıştı: Şüphe yok ki Allah, pek kuvvetlidir, azâbı da pek çetindir onun.
53- Bu da, şundan ileri gelir: Şüphe yok ki Allah, bir topluluğa ihsân ettiği nîmeti, onlar kendi huylarını değiştirmedikçe değiştirmez ve şüphe yok ki Allah, her şeyi duyar, bilir.
54- Firavun'un soyuyla onlardan önce gelip geçenlerin gidişleri gibi hani. Rablerinin âyetlerini yalanladılar da suçlarına karşılık helâk ettik onları ve Firavun'un soyunu sulara garkettik, hepsi de zâlimdi onların.
55- Allah katında yeryüzünde yürüyen mahlûkların en kötüsü kâfir olanlardır ve onlar inanmazlar zâten.
56- Onlar, kendileriyle ahitleştiğin kimselerdir, sonra her defasında da ahitlerini bozarlar ve onlar, hiç çekinmezler.
57- Savaşta üst gelirsen onları, izlerini izliyenlere de tesir edecek ve onları da korkutacak bir tarzda cezâlandır da bunu ansınlar, ibret alsınlar bundan.
58- Kâfirler, işin geçip gittiğini, kendilerinin unutulduğunu ve bir daha da horlanmayacaklarını, âciz bir hâle getirilmeyeceklerini sanmasınlar.
59- Bir topluluğun hâinlikte bulunacağından korkarsan aradaki muahedeyi boz ve bunu, yâni iki tarafın da bir sözle bağlı olmadığını onlara bildir. Şüphe yok ki Allah, hâinleri sevmez.
60- Allah düşmanlarıyla size düşman olanları ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği düşmanları korkutmak için onlara karşı kullanmak üzere gücünüz yettiği kadar kuvvet ve besili at hazırlayın, Allah yolunda ne harcarsanız size karşılığı tamamıyla ödenecektir ve asla zulme uğramayacaksınız.
61- Fakat barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah'a dayan. Şüphe yok ki o, her şeyi duyar, bilir.
62- Sana karşı bir hile yapmayı dilerler, buna yeltenirlerse hiç şüphe yok ki Allah yeter sana; öyle bir mabuttur ki seni, kendi yardımıyla ve inananlarla kuvvetlendirir.
63- Onların gönüllerini birleştirmiştir. Yeryüzünde ne varsa hepsini harcasaydın gene de gönüllerini birleştiremezdin onların, fakat Allah, aralarını uzlaştırdı. Şüphe yok ki o, üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.
64- Ey Peygamber, sana da, iman sahiplerinden sana uyanlara da Allah yeter.
65- Ey Peygamber, inananları savaşa teşvik et. Sizden yirmi tane sabırlı er bulunsa onların iki yüzüne üst gelir ve siz yüz kişi olsanız kâfirlerin bin tânesine üst olursunuz, çünkü onlar, hiçbir şeyden anlamaz bir topluluktur.
66- Fakat şimdi Allah size savaştaki hükmü hafifletti ve bildi ki sizde muhakkak bir zaaf var. Artık sizden yüz tane sabır ve sebat sâhibi, ikiyüzü yener ve siz bin kişi olsanız Allah'ın izniyle iki binini altedersiniz ve Allah, sabır ve sebât edenlerle berâberdir.
67- Hiç bir peygamber, yeryüzünde kâfirlere üstolup onları iyice kahretmedikçe tutsak almamıştır. Siz, geçici dünyâ malını istiyorsunuz, Allah'sa âhireti istemekte ve Allah, üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.
68- Allah, bunu helâl olarak takdîr etmeseydi helâl olduğu açıklanmadan tutsaklara karşılık aldığımız para yüzünden pek büyük bir azâba uğrardınız.
69- Artık elde ettiğiniz ganîmeti helâl ve temiz olarak yiyin ve çekinin Allah'tan. Şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.
70- Ey Peygamber, ellerinizde bulunan tutsaklara de ki: Allah, yüreklerinizde bir hayırlı niyet bulunduğunu bilirse size, sizden alınandan daha hayırlısını verir ve suçlarınızı örter ve Allah suçları örter, rahîmdir.
71- Fakat sana hâinlik etmeyi kurarlarsa bilsinler ki daha önce Allah'a hâinlik etmişlerdi de seni onlara üstetmişti o ve Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.
72- İnanıp yurtlarından göçenler, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda savaşanlar, bunları yer-yurt sâhibi edip barındıranlar ve yardımda bulunanlarsa işte bunlar, mîrasta birbirlerinin velîleridir. İnandıkları halde yurtlarından göçmeyenlere gelince,
göçünceye dek onların mîraslarında bir hakkınız yoktur. Dine ait bir hususta sizden yardım isterlerse, aranızda bir ahit bulunan topluluğa karşı olmamak şartıyla onlara yardım etmeniz gerektir ve Allah, ne yaparsanız hepsini de görür.
73- Kâfir olanlarsa birbirlerinin dostudur, yardımcısıdır. Birbirinize yardım etmezseniz yeryüzünde bir fitne belirir, büyük bir bozgun meydana gelir.
74- İnananlar ve yurtlarından göçenler, Allah yolunda savaşanlar ve bir de bunları yer-yurt sâhibi edenler ve yardımda bulunanlarsa onlardır gerçekten inanmış olanlar. Onların hakkıdır yarlı-ganmak ve sayısız, tükenmez rızık.
75- Sonradan inanıp göçen ve sizinle berâber savaşanlar da sizdendir. Allah'ın takdîrinde sabit olduğu veçhiyle bir kısım akraba, bâzı akrabanın mîrasında daha ileri bir hakka sâhiptir. Şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir.
9-TEVBE SURESİ (Yüz yirmi dokuz âyettir. Bâzılarına göre sondaki iki âyetten başka bütün âyetleri Medenîdir. Bu sûre hicretin dokuzuncu yılında vahyedilmiştir. Mekke, sekizinci yılda fethedilmiş ve Hz. Peygamber onuncu yılda Vidâ haccını eda etmişti.
Katâde ve Mücâhid'e göre Hz. Muhammed (s.a.a)'e Medine'de vahyedilen son sûre bu sûredir. İçinde tövbeden bahsedildiği cihetle Tövbe sûresi dendiği gibi ilk kelimesine nazaran Berâe, münafıkların ayıplarını ortaya koyduğu için Fâzıha sûresi de denmiştir.
Azap sûresi diyenler de olmuştur. Kahrı belirterek başladığından, yahut bundan önceki sûreden ayrı bir sûre olduğu şüpheli bulunduğundan Rahman ve Rahîm adlarını muhtevi bulunan Besmele bu sûrede yoktur.)
1- Allah ve Resûlü, kendileriyle ahitleştiğiniz müşriklerden berîdir.
2- Yeryüzünde dört ay daha dolaşın ve bilin ki siz Allah'ı âciz bir hâle getiremezsiniz ve şüphe yok ki Allah, kâfirleri aşağılık bir hâle getirecektir.128[1]
[1] Dört ay hakkında ihtilâf vardır. Zilhiccenin onuncu gününden rebiülahırın onuncu gününe kadar diyenler olduğu gibi zilhiccenin yirmisinden rebiülahırın yirmisine, şevvalden muharremin sonuna, zilkadenin yirmisinden rebiülevvelin yirmisine kadar diyenler de olmuştur.
Bu sûre inince Hz. Muhammed (s.a.a), Ebu-Bekr'i Mekke'ye göndermiş, arkadan da Hz. Ali'yi yollamış, Ali (a.s), Peygamberin devesine binmiş olduğu halde bu yıldan sonra müşriklerin haccetmemesini, çıplak tavaf edilmemesini,
Kabe'ye, mümin olandan başkasının girmemesini tebliğ etmiş ve Hz. Muhammed (s.a.a)'le muahedesi olanlara muahede müddeti bitinceye dek dokunulmayacağını ve şartlara riayet edileceğini, aralarında böyle bir muahede bulunmayanların, dört ay sonra tebliğ edilen şartlara riayet etmeleri lazım geldiğini bildirmiş ve sûrenin başından on yahut on üç ayet okumuştur.
3- Hacc-ı ekber günü, Allah'tan ve Peygamberinden insanlara bir ilândır bu: Şüphe yok ki Allah ve Peygamberi, müşriklerden berîdir. Artık tövbe ederseniz bu, daha hayırlıdır size. Fakat gene yüz çevirirseniz iyice bilin ki siz hiç şüphe yok, Allah'ı âciz bırakamazsınız ve kâfir olanlara pek acıklı azapla müjde ver.129[2]
[2] Hacc-i Ekber günü arefe günüdür. Müşriklerin de müminlerle beraber haccettiği o gündür diyenler olduğu gibi bütün hac günleridir diyenler de olmuştur.
4- Ancak müşriklerden ahitleştiğiniz kimseler, bu ahitten sonra size karşı sözlerinden hiçbir sûretle dönmemiş, şartlardan hiçbirini bozmamış ve aleyhinize hiçbir kimseye yardıma kalkışmamış olanlar müstesna. Onlarla olan ahdinizi, müddeti bitinciyedek tamamlayın. Şüphe yok ki Allah, çekinenleri sever.
5- Harâm aylar çıkınca müşrikleri Nerede bulursanız öldürün, yakalayın, kuşatın, hapsedin onları, gelip geçecekleri bütün yolları tutun. Fakat tövbe ederler, namaz kılarlar ve zekât verirlerse bırakın onları, şüphe yok ki Allah suçları örter, rahîmdir.
6- Müşriklerden biri, senden aman dilerse aman ver ona da Allah sözünü dinlesin, sonra da emîn olduğu yere dek yolla onu. Bunun sebebi de, onların, bilmeyen bir topluluk olmalarıdır.
7- Müşriklerin, Allah ve Peygamberi katında nasıl bir ahitleri olabilir ki? Ancak Mescid-i Harâm yanında ahitleştikleriniz müstesna. Onlar, size karşı doğru hareket ederlerse siz de onlara karşı
doğru hareket edin. Şüphe yok ki Allah, çekinenleri sever.
8- Nitekim onlar size üstolsaydı hakkınızda ne bir yakınlık gösterirlerdi, ne bir ahde riâyet ederlerdi. Onlar, sizi ancak ağızlarıyla hoşnut ederler, yüreklerindeyse düşmanlık ve gadir var ve onların çoğu, buyruktan çıkmış kişilerdir.
9- Allah'ın âyetlerini satarlar da karşılık olarak pek az ve âdî bir şey elde ederler ve halkı Allah yolundan menederler. Gerçekten de yaptıkları şey, ne de kötü şeydir.
10- İnanan birisine karşı ne bir yakınlık gözetirler, ne bir ahde riâyet ederler ve onlardır haddi aşanların ta kendileri.
11- Fakat tövbe ederler, namaz kılarlar ve zekât verirlerse onlar da din kardeşlerinizdir ve biz, bilen topluluğa âyetlerimizi açıklar, bildiririz.
12- Ahitlerinden sonra gene yeminlerini bozarlar ve dininizi kınarlarsa kâfirliğe baş olanlarla savaşın, şüphe yok ki yeminini tutmayan kişilerdir onlar, belki bu sûretle yaptıklarından vazgeçerler.
13- Yeminlerinden dönen ve Peygamberi, ülkesinden çıkarmaya çabalayan ve size karşı ahitlerini ilkin bozan bir toplulukla savaşmaz mısınız, korkar mısınız onlardan? İnanmışsanız kendisinden korkulmaya daha lâyık olan Allah'tır.
14- Savaşın onlarla da Allah, ellerinizle onları azaplandırsın, aşağılatsın onları, onlara karşı yardım etsin size ve inanan topluluğun göğüslerini ferahlatsın.
15- Ve yüreklerindeki gazabı gidersin ve Allah, dilediğine tövbe nasîp eder ve tövbesini kabûl eyler ve Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.
16- Sanır mısınız ki kendi hâlinize bırakılacaksınız ve Allah, sizden savaşanlarla Allah'tan, Peygamberinden ve inananlardan başkasını sır dostu edinmeyenleri bilmeyecek? Ve Allah, ne
yaparsanız hepsinden de haberdardır.
17- Kendileri kendi kâfirliklerine tanık olup dururlarken müşriklerin Allah'a secde edilen yerleri îmâra hakları yoktur. Onlar, bütün yaptıkları boşa gidenlerdir ve onlar, ateşte ebedî olarak
kalırlar.
18- Allah'a secde edilen yerleri, ancak ve ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve Allah'tan başka kimseden korkmayanlar îmâr eder. İşte doğru yolu bulmaları
umulanlar da onlardır.
19- Hacılara su verme ve Mescid-i Harâm'ı îmâr etme işiyle uğraşanların derecesini Allah'a ve âhiret gününe inanıp Allah yolunda savaşan kimsenin derecesiyle bir mi tutarsınız? Ve Allah,
zulmeden topluluğu doğru yola sevketmez.
20- İnananların, yurtlarından göçenlerin ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanların Allah katında dereceleri pek büyüktür ve onlardır muratlarına erenlerin, kurtulup nusrat bulanların
ta kendileri.
21- Rableri, onları öz rahmetiyle, râzılığıyla ve tükenmez nîmetleri bulunan cennetlerle müjdeler.
22- Orada ebedî kalırlar. Şüphe yok ki pek büyük mükâfât, Allah katındadır.
23- Ey inananlar, kâfirliği severler ve küfrü imana tercih ederlerse babalarınızı ve kardeşlerinizi de dost edinmeyin ve içinizden kim onları severse onlardır zulmedenler.
24- De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, aşîretiniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz alış-veriş ve hoşunuza giden evler, sizce Allah'tan,
Peygamberinden ve onun yolunda savaş etmeden daha sevimliyse bekleyin Allah'ın emri gelinciye dek ve Allah, buyruktan çıkan kötü topluluğu doğru yola sevketmez.
25- Andolsun ki Allah size birçok yerlerde ve Huneyn gününde yardım etmişti; hani o gün çokluğunuzla övünüp sevinmiştiniz de bu çokluk, düşmanı defedememişti, hiçbir işinize yaramamıştı,
yeryüzü, o kadar genişken daralmıştı size, sonra da arka çevirip geri çekilmiştiniz. 130[3]
[3] Huneyn, Taif'e yakın bir vâdidir. Müşriklerle burada bir savaş olmuştur.
26- Sonra da Allah, Peygamberine ve inanlara mânevi kuvvetini ihsân etmişti ve görmediğiniz orduları indirerek kâfirleri azaplandırmıştı ve işte kâfirlerin cezâsı da budur.
27- Bundan sonra da Allah, dilediğine tövbe nasîb etmiş ve tövbesini kabûl eylemişti ve Allah suçları örter, rahîmdir.
28- Ey inananlar, müşrikler, mutlaka pis insanlardır, bu yıldan sonra artık onları Mescid-i Harâm'a yaklaştırmayın. Yoksulluktan korkarsanız bilin ki Allah dilerse yakında sizi lûtfuyla, ihsânıyla
zenginleştirir ve şüphe yok ki Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.131[4]
[4] Bu âyette, Kâ'be'nin, zamanına göre iktisadi önemi apaçık bildirilmektedir.
29- Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayanlarla, Allah'la Peygamberinin harâm ettiğini harâm saymayanlarla ve hak dînini kabûl etmeyenlerle savaşın cizye vermeye râzı olup bizzat kendi elleriyle ve alçalarak gelip verinceye dek onlar.
30- Yahudiler, Uzeyr, Allah'ın oğludur dedi, Nasrânîler de Mesîh, Allah'ın oğludur dedi. Bu söz, onların uydurup ağızlarına aldıkları bir söz. Daha önce kâfir olanların sözlerini taklît etmedeler, hay Allah kahredesiler, nasıl da yalana kapılıyorlar, bâtıla uyuyorlar.132[5]
[5] İbn-i Abbas, Musevilerin bir kısmının Uzeyr Peygambere tanrılık atfettiğini ve bunlardan bir kısmının Hz. Muhammed (s.a.a)'e gelip bu sözü söylediklerini riâyet etmiştir (Mecma, 1, 500). Uzeyr, Ahd-i Atıyk'te "Tevârıh-i Sani" de kayıtlıdır.
31- Allah'ı bırakıp bilginleriyle râhiplerini ve Meryemoğlu Mesîh'i Rab tanımışlardır; halbuki onlara da ancak tek mabuda kulluk etmek emredilmiştir. Ondan başka tapacak yok; o onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.
32- İsterler ki Allah'ın nûrunu nefesleriyle söndürsünler, halbuki Allah, kâfirler istemese de, onlara zor gelse de nûrunu yüceltip itmâm etmekten başka hiçbir şeye râzı değildir.
33- Öyle bir mabuttur ki müşrikler istemese de, zorlarına gitse de Peygamberini, insanları doğru yola sevkeden apaçık ve kesin delillerle ve bütün dinlere üstolmak üzere gerçek dinle göndermiştir.
34- Ey inananlar, o bilginlerle râhiplerin çoğu, boş sebeplerle insanların mallarını yerler ve halkı Allah yolundan menederler. Altını, gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanları elemli bir azapla müjdele.
35- O gün, cehennem, o altını, gümüşü alevleyecek ve onlar, cehennem ateşinde kızdırılıp alınlarına, yanlarına, sırtlarına bastırılacak, onlarla dağlanacaklar ve işte bunlardır kendiniz için biriktirdiğiniz şeyler denecek, tadın biriktirdiklerinizin azâbını.
36- Ayların sayısı, gerçekten de Allah katında on ikidir ve göklerle yeryüzünü yarattığı günden beri Allah'ın takdîrinde bu, böyledir. Onların dört tânesi harâm aylardır. Budur dosdoğru hesap. Artık bu harâm aylarda kendinize zulmetmeyin, fakat müşriklerin hepsiyle de savaşın, nitekim onların da topu sizinle savaşmadadır ve bilin ki Allah, şüphe yok ki çekinenlerle beraberdir. 133[6]
[6] Ayın hilâl oluşundan hilâl oluşuna kadar süren ve yirmi sekiz küsur günden ibaret bulunan aylara uygun olarak tespit edilen yıla, ay yılı denir. Geleneğe göre her ay başı, hilâlin görünüşüyle tespit edilir. Bundan dolayı ayların bir kısmı yirmi dokuz, bir kısmı otuz gün sayılır.
Ancak ay yılı, güneş yılına nazaran her sene on gün geriler, böylece otuz altı yılda bir yıl farkeder. Hz. Peygamberden önce Arap geleneğine göre zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıyle recep ayı, hürmet ayları sayılırdı ve bu aylarda savaş yapılmazdı. Muharremle recebin arasında beş ay, receple zilkadenin arasında üç ay bulunduğu için recebe, tek kalmış anlamına gelen "ferd" vasfı verilmiştir.
37- Harâm ayı geciktirme, ancak kâfirliği artırmadadır ki kâfir olanlar, bu sûretle doğru yoldan çıkarılmadadır; onlar, Allah'ın harâm ettiği ayların sayısını denk getirsinler de Allah'ın harâm ettiğini helâl etsinler diye harâm ayı bir yıl helâl sayarlar, bir yıl harâm sayarlar. Onların kötü işleri, kendilerine hoş görünmededir ve Allah, kâfir olan topluluğu doğru yola sevketmez. 134[7]
[7] Hz. Muhammed (s.a.a)'den önce bu dört saygı ayında savaş icab ederse Araplar, saygı ayını başka bir ay sayarlar, savaşa girişirlerdi. Bu âdet hicretin sekizinci yılına kadar sürdü ve bu âyetle kaldırıldı.
38- Ey inananlar, size ne oldu da Allah yolunda savaşa çıkın dendiği zaman olduğunuz yerde mıhlanıp kaldınız. Âhireti bıraktınız da dünyâ yaşayışına mı râzı oldunuz? Fakat dünyâ hayatının faydası, âhirete nispetle pek azdır. 135[8]
[8] Tebük savaşına işaret edilmektedir. Meyve zamanı olduğu için münafıklar, savaşa gitmek istememişler, sahâbeyse kadınları da dahil olduğu halde mallarını mülklerini, ziynet eşyalarını vererek büyük bir ordu hazırlanmasını sağlamışlardı.
39- Hep birden savaşa çıkmazsanız sizi acıklı bir azapla azaplandırır ve yerinize, sizden başka bir topluluk getirir ve siz, ona hiçbir zarar vermezsiniz ve Allah'ın, her şeye gücü yeter.
40- Siz ona yardım etmezseniz hatırlayın o zamanı ki kâfirler, onu yurdundan çıkardıkları zaman yardım etmişti ona. O, iki kişinin ikincisiydi ancak ve hani ikisi de mağaradaydılar, arkadaşına,
mahzun olma demişti, şüphe yok ki Allah, bizimle berâberdir.
Şüphe yok ki Allah, ona mânevî bir kuvvet ve huzur vermişti ve onu, sizin görmediğiniz ordularla kuvvetlendirmişti ve kâfir olanların sözlerini alçaltmıştı, Allah'ın sözüyse zâten yüceydi ve Allah, her şeye üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.136[9]
[9] İki kişinin biri Hz. Muhammed (s.a.a), öbürü de onunla berâber göçen Ebu-Bekr'dir.
41- Genciniz, ihtiyarınız, hep berâber savaşa çıkın ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda savaşın, bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.
42- Onları hazır bir ganîmete, yahut yakın bir yolculuğa çağırsaydın sana uyarlardı, fakat meşakkatle alınacak olan bu yol, onlara uzak geldi. Allah'a andiçerek gücümüz yetseydi sizinle
berâber çıkardık diyecekler. Onlar, kendilerini helâk ediyorlar ve Allah biliyor ki onlar yalancıdır.
43- Allah seni affetsin, ne diye izin verdin onlara? Vermeseydin de sence gerçekler de açığa çıksaydı, yalancıları da bilseydin.
44- Zâten Allah'a ve âhiret gününe inananlar, mallarıyla, canlarıyla, savaşacaklarından senden izin istemezler ki ve Allah, çekinenleri tamamıyla bilir.
45- Senden ancak Allah'a ve son güne inanmayıp yürekleri şüpheye düşenler ve şüpheleri içinde tereddüde düşüp bocalayanlar izin isterler.
46- Savaşa çıkmayı kursalardı elbette bir hazırlıkta bulunurlardı, fakat Allah, onların çıkmasını hoş görmedi de onları alıkoydu ve kendilerine, oturun oturanlarla denildi.
47- Sizin aranızda onlar da çıksalardı içinizde şerri ve fesâdı arttırmaktan başka bir şey yapamazlar, mutlaka içinizde fitne ve fesat çıkarmak için koşar-dururlardı. Sizden onları adamakıllı
dinleyecekler, onlara kulak asacaklar da var ve Allah, zulmedenleri bilir. 137[10]