Kumeyl Duasının Şerhi

Kumeyl Duasının Şerhi0%

Kumeyl Duasının Şerhi Yazar:
Grup: GENEL KİTAPLAR
Sayfalar: 0

Kumeyl Duasının Şerhi

Yazar: Üstat Hüseyin ENSARİYAN
Grup:

Sayfalar: 0
Gözlemler: 1511
İndir: 56

Açıklamalar:

Kumeyl Duasının Şerhi
  • Kumeyl Duasэnэn Юerhi

  • RAHMAN VE RAHЭM OLAN ALLAH'IN ADIYLA

  • Rahman ve Rahim Olan Allah'эn Adэyla

  • Kumeyil duasinin tercumesinin devami

  • Duaya Bir Bakэю

  • Toplu Halde Dua Etmenin Цnemi

  • Duanэn Юartlarэ

  • Kumeyl B.Ziyad-i Nehaо

  • Bismillah'эn Эncelikler ve Эюaretlerinin Panoramasэ

  • Dipnotlar

  • Konunun Devami

  • Varlэk Alemi

  • Dьnyanэn En Deрerli Misafiri Эnsan

  • Ьзьncь Merhale: Alak

  • Altэncэ Merhale: Cenin'in Юekillenmesi

  • Dokuzuncu Merhale: Doрum

  • Solunum Sistemi

  • Dipnotlar

  • Bitkiler ve Юaюэrtэcэ Faydalarэ

  • Eюsiz"Hidayet"Nimeti

  • Allah'эn Rahmeti

  • Rahmet Destanlarэ

  • Gьnahkar Genз

  • Tцvbe Ьstьne Tцvbe

  • Dipnotlar

  • Gьneюin Tьketilmiю Enerjisini Telafi Etmek

  • Meyve Tanelerinin Eksikliрini Gidermek

  • Faili Fiili Vasэtasэyla Tanэmak

  • Sayэsэz Yэldэz Gьneюler

  • Ayet ve Rivayetlerde Nurun Anlamэ

  • Tuz Yemek ve Tuz Sahibine Hьrmet Gцstermenin Hikayesi

  • Gьnahlarэn Kцtь Etkileri

  • Kumar Bьyьk gьnahlardan biri de юьphesiz kumardэr.

  • Dipnotlar

  • Gьnahla Эtham Edilen Kimselerle Oturup Kalkmak

  • Эntikam ve Cezalarэn Nazil Olmasэna Neden Olan Gьnahlar

  • Ahdi Bozmak

  • Зok Yalan Sцylemek

  • Allah'эn Hьkьmlerinin Aksine Hьkьm Vermek

  • Эnsanlara Zulmetmek

  • Duanэn Mьstecap Olmasэnэn Engelleri

  • Kin

  • Kibir

  • Dipnotlar

  • Aldanmak

  • Cimrilik

  • Tamah

  • Duanэn Эcabet Edileceрine Эnanmamak

  • Mazlum Kimselere Yardэm Etme

  • Hicran Harabesi

  • Zikir

  • Kur'вn

  • Dipnotlar

  • Konunun Devami

  • Юefaatin Anlamэ

  • Tцvbenin Юefaati

  • Allah'a Yakэnlэk Makamэna Eriюmek

  • Allah'a Yakэn Kimselerin Kerametleri

  • Юьkьr Makamэ

  • Hak Teala'dan Dцrt Юey Эstemek

  • Dipnotlar

  • Konularin devami

  • 2-Rahmet ve Merhamet

  • 3-Rэzk Hakkэnda Kanaat ve Hoюnutluk Эзinde Olmak

  • 4-Bьtьn Haletlerde Mьtevazэ Olmak

  • Hz.Sьleyman'эn Tevazusu

  • Hak Teala'nэn Kulun Amelleri Karюэsэndaki Mьkafatlarэ

  • Dipnotlar

  • Sohbetin devami

  • Allah'эn Rahmeti

  • Gьnahэ Baрэюlayan

  • Cennetin Pahasэ

  • Hamd ve Tesbih

  • Gьnahlarэ Эkrar Etmek

  • Dipnotlar

  • Gьnahkar Gencin Эkrar ve Эtirafэ

  • Tцvbe Eden Gьnahkarэn Akэbeti

  • Belanэn Anlamэ

  • 3-Cehalet ve Bilgisizlik

  • Uzun Arzular

  • efsin Sэfatlarэ

  • Dipnotlar

  • Nefsin Islahэ Hakkэnda Mьminlerin Emiri Hz.Ali(a.s)'эn Gцrьюь

  • Эhmalkarlэрэn Эzahэ

  • Gьnahlarэ Цrtmek

  • Baюkalarэnэn Ayэplarэnэ Цrtmek Hususunda Эlginз Bir Hikaye

  • Cehalet

  • Talihsiz Юehzade

  • Gьnahkar Kimse ve Allah'эn Baрэюэ

  • Anne ve Зocuрun Macerasэ

  • Dipnotlar

  • KONUNUN DEVAMI

  • Simya Etkili Bakэю

  • Gцrevler ve Vazifeler

  • Aюэkane Raz-u Niyaz ve Mьnacatta Bulunmak

  • Yunus'un Kavmi

  • Gerзek Sevgili Hak Teala'nэn Huzuru

  • Harun'un Цlьmьnьn Эlginз Hikayesi

  • Tevhit

  • DIPNOTLAR

  • Rububiyyet Cilvesi

  • Musa ve Karun

  • Anne ve Эsyankar Genз

  • Kapsamlэ Эbadet

  • Allah Hakkэnda Hьsn-ь Zanda Bulunmak

  • Berzah ve Kэyamet Alemindeki Azaplar

  • Dosta Юikayette Bulunmak

  • Yalvarэp Yakarmak

  • Dostlarэn Ayrэlэрэ

  • DIPNOTLAR

  • Yьcelik Sahibi Kimselerin Makamэna Tamahlanmak

  • Зocuk evin yolunu kaybettiрinde aрlar

  • Selman ve Korkan Genз

  • Hak Teala'nэn Rahmet, Lьtuf ve Yьceliрi

  • Эmam Sadэk(a.s) ve Dehюete Kapэlmэю Kervan

  • Merhamet Kucaрэ

  • Allah'эn Davud Zamanэndaki Bir Gence Lьtuf ve Rahmeti

  • Tevhid Ehli Olan Kцle

  • Kiram'el-Katibin ve Bedenin Organlarэ

  • Эsm-i A'zam

  • DIPNOTLAR

  • Duanin serhinin devami

  • Gьзlь Olmayэ Dilemek

  • Ahlaki Rezaletler

  • Halka Hizmet Etmek

  • Dil

  • Zorluрa Duзar Olan Ьз Kiюinin Duasэ

  • Эmam Hьseyin'in (a.s) Duasэ

  • Melekuti Hakikatler ve Arюi Эncelikler

  • Kaynaklar

  • Dipnotlar

Kitabın 'İçin de ara
  • Başlat
  • Önceki
  • 0 /
  • Sonraki
  • Son
  •  
  • Gözlemler: 1511 / İndir: 56
Boyut Boyut Boyut
Kumeyl Duasının Şerhi

Kumeyl Duasının Şerhi

Yazar:
Türkçe
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi



Kumeyl Duasının Şerhi


Üstat Hüseyin ENSARİYAN


Ek: S.Ali HÜSEYNİ

Çeviri:Kadri ÇELİK

S.Murat BULUT

Edit:Fahrettin ALTAN

Yayınevi:Orijinal adı: Şerh-i Dua-i Kumeyl

Yazar:Üstat Hüseyin ENSARİYAN

1.Baskı

Dizgi, İç düzen: Remziye ÇELİK

Kapak Hazırlık:Baskı tarihi: Eylül, 2003

Yayımlayan: Ümmü Ebiha

Baskı: İtret Tiraj: 2000

Ebat: Roman boyu

Her hakkı mahfuzdur

ISBN:

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA New Page 1


اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْألُكَ بِرَحْمَتِكَ الَّتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيٍْء، وَبِقُوَّتِكَ الَّتِي قَهَرْتَ بِهَا كُلَّ شَيٍْء، وَخَضَعَ لَهَا كُلُّ شَيٍْء، وَذَلَّ لَهَا كُلُّ شَيٍْء، وَبِجَبرُوتِكَ الَّتِي غَلَبْتَ بِهَا كُلَّ شَيٍْء، وَبِعِزَّتِكَ الَّتِي لا يَقُومُ لَهَا شَيْءٌ، وَبِعَظَمَتِكَ الَّتِي مَلَأَتْ كُلَّ شَيٍْء، وَبِسُلْطَانِكَ الَّذِي عَلاَ كُلَّ شَيٍْء، وَبِوَجْهِكَ الْبَاقِي بَعْدَ فَنَآءِ كُلِّ شَيٍْء، وَبِأَسْمَآئِكَ الَّتِي مَلَأَتْ أَرْكَانَ كُلِّ شَيٍْء، وَبِعِلْمِكَ الَّذِي أَحَاطَ بِكُلِّ شَيٍْء، وَبِنُورِ وَجْهِكَ الَّذِي أَضَآءَ لَهُ كُلُّ شَيٍْء، يَّا نُورُ يَا قُدُّوسُ، يَآ أَوَّلَ الأَوَّلِينَ، وَيَآ آخِرَ الآخِرِينَ، اللَّهُمَ اغْفِرْ لِيَ الذُّنُوبَ الَّتِي تَهتِكُ الْعِصَمَ، اللَّهُمَ اغْفِرْ لِيَ الذُّنُوبَ الَّتِي تُنْزِلُ النِّقَمَ، اللَّهُمَ اغْفِرْ لِيَ الذُّنُوبَ الَّتِي تُغيِّرُ النِّعَمَ، اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِيَ الذُّنُوبَ الَّتِي تَحْبِسُ الدُّعَآءَ، اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِيَ الذُّنُوبَ الَّتِي تَقْطَعُ الرََّّجَآءَ، اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِيَ الذُّنُوبَ الَّتِي تُنْزِلُ البَلآءَ، اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِيَ كُلَّ ذَنْبٍ أَذْنَبْتُهُ وَكُلَّ خَطِيئَةٍ أَخْطَأْتُهَا، اللَّهُمَّ إِنِّي أَتَقَرَّبُ إِلَيْكَ بِذِكْرِكَ، وَأَسْتَشْفِعُ بِكَ إِلَى نَفْسِكَ، وَأَسْألُكَ بِجُودِكَ أَن تُدْنِيَنِي مِن قُرْبِكَ، وَأَن تُوزِعَنِي شُكْرَكَ، وَأَن تُلْهِـمَنِي ذِكْرَكَ، اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْألُكَ سُؤَالَ خَاضِعٍ مُّتَذَلِّلٍ خَاشِعٍ أَن

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
Allah'ım! Senin her şeyi kaplayan rahmetin hakkına; kendisiyle her şeye üstün geldiğin, karşısında her şeyin boyun eğdiği ve her şeyin ram olduğu gücün hakkına; her şeye galip geldiğin ceberut (azametin) hakkına (senden niyaz ederim).

Önünde hiçbir şeyin durmadığı izzetin hakkına ve her şeyi dolduran azametin hakkına; her şeye üstün gelen saltanatın hakkına; her şeyin fani olmasından sonra baki kalacak veçhin hakkına; her şeyin temellerini dolduran isimlerin hakkına; her şeyi ihata eden ilmin hakkına ve her şeyi aydınlatan cemalinin nuru hakkına senden niyaz ederim. Ey Nur, ey Kuddus, ey ilklerin ilki ve ey ahirlerin ahiri.

Allah'ım! Benim ismet perdesini yırtan günahlarımı bağışla. Allah'ım! Bedbahtlıklara yol açan günahlarımı bağışla. Allah'ım! Nimetleri değiştiren günahlarımı bağışla. Allah'ım! Duanın icabetini önleyen günahlarımı bağışla. Allah'ım! Belanın inmesine sebebiyet veren günahlarımı bağışla.

Allah'ım! İşlediğim bütün günahları ve yaptığım bütün hataları bağışla. Allah'ım! Ben sana zikrinle yaklaşmak istiyorum. Seninle, senden şefaat diliyorum; cömertliğin hakkına beni kendine yaklaştırmanı ve şükrünü eda etmeyi bana nasip etmeni ve zikrini bana ilham etmeni istiyorum senden. Allah'ım! Huzu, huşu ve zelil olmuş bir dille, senden New Page 1

تُسَامِحَنِي وَتَرْحَمَنِي، وَتَجْعلَنِي بِقَسَمِكَ رَاضِيًا قَانِعًا، وَفِي جَمِيعِ الأَحْوَاِل مُتَوَاضِعًا، اللَّهُمَّ وَأَسْألُكَ سُؤَالَ مَنِ اشْتَدَّتْ فَاقَتُهُ، وَأَنزَلَ بِكَ عِنْدَ الشَّدَآئِدِ حَاجَتَهُ، وَعَظُمَ فِيمَا عِنْدَكَ رَغْبَتُهُ، اللَّهُمَّ عَظُمَ سُلْطَانُكَ وَعَـلاَ مَكَانُكَ، وَخَفِـيَ مَـكْرُكَ وَظَهَرَ أَمْرُكَ، وَغَلَبَ قَهْرُكَ وَجَرَتْ قُدْرَتُكَ، وَلا يُمْكِنُ الْفِرَارُ مِنْ حُكُومَتِكَ، اللَّهُمَّ لا أَجِدُ لِذُنُوبِي غَافِرًا، وَّلا لِقَبَآئِحِي سَاتِرًا، وَّلا لِشَيٍْء مِّنْ عَمَلِيَ الْقَبِيحِ بِالْحَسَنِ مُبَدِّلاً غَيْرَكَ، لا إِلَهَ إِلآ أَنتَ، سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ، ظَلَمْتُ نَفْسِي، وَتَجَرَّأْتُ بِجَهْلِي، وَسَكَنتُ إِلَى قَدِيمِ ذِكْرِكَ لِي وَمَنِّكَ عَلَيَّ، اللَّهُمَّ مَوْلايَ، كَم مِّن قَبِيحٍ سَتَرْتَهُ، وَكَم مِّن فَاِدحٍ مِّنَ البَلآءِ أَقَلْتَهُ، وَكَم مِّنْ عِثَارٍ وَّقَيْتَهُ، وَكَم مِّن مَّكْرُوهٍ دَفَعْتَهُ، وَكَم مِّن ثَنَآٍء جَمِيلٍ لَّسْتُ أَهْلاً لَّهُ نَشَرْتَهُ، اللَّهُمَّ عَظُمَ بَلآئِي، وَأَفْرَطَ بِي سُوءُ حَاِلي، وَقَصُرَتْ بِي أَعْمَاِلي، وَقَعَدَتْ بِي أَغْلاَلِي، وَحَبَسَنِي عَن نَّفْعِي بُعْدُ آمَاِلي، وَخَدَعَتْنِي الدُّنْيَا بِغُرُورِهَا وَنَفْسِي بِجِنَايَتِهَا وَمِطَاِلي، يَا سَيِّدِي فَأَسْألُكَ بِعِزَّتِكَ أَن لا يَحْجُبَ عَنْكَ دُعَآئِي سُوءُ عَمَلِي وَفِعَاِلي، وَلا تَفْضَحَنِي بِخَفِيِّ مَا اطَّلَعْتَ عَلَيْهِ مِنْ سِرِّي، وَلا تُعَاجِلْنِي بِالْعُقُوبَةِ عَلَى مَا عَمِلْتُهُ في خَلَوَاتِي، مِنْ سُوءِ فِعْلِي وَإِسَآءَتِي، وَدَوَامِ تَفْرِيطِي وَجَهَالَتِي، وَكَثْرَةِ شَهَوَاتِي وَغَفْلَتِي، وَكُنِ اللَّهُمَّ بِعِزَّتِكَ لِي في كُلِّ الأَحْوَاِل رَؤُوفًا، وَّعَلَيَّ في جَمِيعِ الأُمُورِ عَطُوفًا، إِلَهِي وَرَبِّي مَن لِي غَيْرُكَ أَسْألُهُ كَشْفَ ضُرِّي وَالْنَّظَرَ في أَمْرِي! إِلَهِي وَمَوْلايَ أَجْرَيْتَ عَلَيَّ حُكْمًا اتَّبَعْتُ فِيهِ هَوَى نَفْسِي، وَلَمْ أَحْتَرِسْ فِيهِ


(hatalarıma) göz yummanı, bana merhametli davranmanı, beni verdiğine razı, kanaatkar ve her durumda mütevazı kılmanı dilerim. Allah'ım! İhtiyaç ve yoksulluğu şiddetli olan ve hacetini zorluklar anında kapına getiren, katında bulunanlara büyük rağbeti olan kimsenin yalvarışı gibi sana yalvarırım.

Allah'ım! Senin saltanatın azimdir, ve mekanın yücedir, tedbirin gizlidir ve fermanın aşikar. Kahrın galip ve kudretin her yere caridir ve senin hükümetinden kaçmak imkansızdır. Allah'ım! Senden başka günahlarımı bağışlayan, kabahatlerimi örtecek, kötü amelimi iyiye çevirecek birini bulamam.

Senden başka ilah yoktur; münezzehsin, sana hamd ederim. Ben kendime zulmettim ve cahilliğim yüzünden itaatsizlik yaptım ve beni (ta) eskiden beri unutmadığından ve bana lütuf ve ihsanından dolayı rahatladım. (ve korkmadan sana isyan ettim) Allah'ım! Mevlam! Nice kötülüklerimin üzerini örttün; nice belaları benden geri çevirdin; nice hatalardan korudun beni. Hoşa gelmeyen şeyleri uzaklaştırdın; layık olmadığım nice güzel övgüleri, benim için yaydın.

Allah'ım! Belam büyümüş, halimin kötülüğü haddi aşmış, amellerim beni aciz bırakmış, (heva ve heves) zincirlerim beni çökeltmiş, yerlere sermiş; uzun arzularım beni menfaatimden alıkoyup hapsetmiş ve dünya beni boş şeylerle aldatmış ve nefs-i emmarem, kendi cinayetim ve müsamahakarlığımla beni kandırmış. Ey seyyidim! İzzetin hakkına (senden istiyorum ki); amelin kötülüğü, duamın kabulünü önlemesin; bildiğim gizli sırlarımı açarak beni rezil etme.

New Page 1

مِن تَزْيينِ عَدُوِّي، فَغَرَّنِي بِمَآ أَهْوَى وَأَسْعَدَهُ عَلَى ذَلِكَ القَضَآءُ، فَتَجَاوَزْتُ بِمَا جَرَى عَلَيَّ مِنْ ذَلِكَ بَعْضَ حُدُودِكَ، وَخَالَفْتُ بَعْضَ أَوَامِرِكَ، فَلَكَ الْحُجَّةُ عَلَيَّ في جَمِيعِ ذَلِكَ، وَلا حُجَّةَ لِي فِيمَا جَرَى عَلَيَّ فِيـهِ قَضَآؤُكَ، وَأَلْزَمَنِي حُكْمُكَ وَبَلآؤُكَ، وَقَدْ أَتَيْتُكَ يَآ إِلَهِي بَعْدَ تَقْصِيرِي وَإِسْرَافِي عَلَى نَفْسِي، مُعْتَذِرًا نَّادِمًا، مُّنْكَسِرًا مُّسْتَقِيلاً، مُّسْتَغْفِرًا مُّنِيبًا، مُّقِرًّا مُّذْعِنًا مُّعْتَرِفًا، لآ أَجِدُ مَفَرًّا مِّمَّا كَانَ مِنِّي، وَلا مَفْزَعًا أَتَوَجَّهُ إِلَيْهِ في أَمْرِي، غَيْرَ قَبُولِكَ عُذْرِي، وَإِدخَاِلكَ إِيَّايَ في سَعَةٍ مِّن رَّحْمَتِكَ، اللَّهُمَّ فَاقْبَل عُذْرِي، وَارْحَمْ شِدَّةَ ضُرِّي، وَفُكَّنِي مِن شَدِّ وَثَاقِي، يَا رَبِّ ارْحَمْ ضَعْفَ بَدَنِي وَرِقَّةَ جِلْدِي وَدِقَّةَ عَظْمِي، يَا مَنْ بَدَأَ خَلْقِي وَذِكْرِي وَتَرْبِيَتِي وَبِرِّي وَتَغْذِيَتِي، هَبْنِي لابْتِدَآءِ كَرَمِكَ وَسَاِلفِ بِرِّكَ بِي، يَا إِلَهِي وَسَيِّدِي وَرَبِّي، أَتُرَاكَ مُعَذِّبِي بِنَارِكَ بَعْدَ تَوْحِيدِكَ، وَبَعْدَ مَا انْطَوَى عَلَيْهِ قَلْبِي مِن مَّعْرِفَتِكَ، وَلَهِجَ بِهِ لِسَانِي مِنْ ذِكْرِكَ، وَاعْتَقَدَهُ ضَمِيرِي مِنْ حُبِّكَ، وَبَعْدَ صِدْقِ اعْتِرَافِي وَدُعَآئِي خَاضِعًا لِّرُبُوبِيَّتِكَ هَيْهَاتَ أَنتَ أَكْرَمُ مِنْ أَن تُضَيِّعَ مَن رَّبَّيْتَهُ، أَوْ تُبْعِدَ مَنْ أَدْنَيْتَهُ، أَوْ تُشَرِّدَ مَنْ آوَيْتَهُ، أَوْ تُسْلِّمَ إِليَ الْبلآءِ مَن كَفَيْتَهُ وَرَحِمْتَهُ، وَلَيْتَ شِعْرِي يَا سَيِّدِي وَإِلَهِي وَمَوْلايَ، أَتُسَلِّطُ النَّارَ عَلَى وُجُوهٍ خَرَّتْ لِعَظَمَتِكَ سَاجِدَةً، وَّعَلَى أَلْسُنٍ نَّطَقَتْ بِتَوْحِيدِكَ صَادِقَةً وَّبِشُكْرِكَ مَادِحَةً، وَّعَلَى قُلُوبٍ اعْتَرَفَتْ بِإِلَهِيَّتِكَ مُحَقِّقَةً، وَّعَلَى ضَمَآئِرَ حَوَتْ مِنَ الْعِلْمِ بِكَ حَتَّى صَارَتْ خَاشِعَةً، وَّعَلَى جَواِرحَ سَعَتْ إِلَى أَوْطَانِ تَعَبُّدِكَ


Gizlice işlediğim kötü amelim ve davranışım, sürekli tefritim ve cahilliğim, nefsani isteklerim ve gafletimin çokluğu yüzünden, beni cezalandırmada acele etme. Allah'ım! İzzetin hakkına her durumda bana karşı merhametli ve bütün işlerimde şefkatli ol. Mabudum! Rabbim! Senden başka kimim var ki, kötü durumumu gidermesini ve işlerime nezaret etmesini isteyebileyim!?

Mabudum! Mevlam! Sen bana hükmettin; bense onlar hususunda nefsime uydum ve bu konuda düşmanımın günahları tezyin etmesinden korunmadım; böylece beni istediği gibi aldattı ve (özgürlük ve seçeneğim hususunda ki) hükmün de bu işte ona yardımcı oldu; işte üzerime cari olan bu hükümden dolayı, bazı sınırları aştım ve bazı emirlerine karşı çıktım.

Bütün bu işlerde senin benim üzerimde hüccetin vardır. Hakkımda yürütülen kaza ve kaderin ve beni yakalayan hükmün ve imtihanın karşısında gösterecek hiçbir mazeret ve bahanem yoktur ve şu anda sana yöneldim.

Ey Rabbim! Kendim hakkında kusur ve ayrılıktan sonra; özür dileyerek, pişman ve perişanlık içerisinde, bağışlamanı ve mağfiret etmeni isteyerek, tövbe edip günahlarımı ikrar ve itiraf ederek senin huzuruna geldim. İşlediğim günahlardan kaçacak bir mekan ve sığınacak bir yer bulamıyorum. Mazeretimi kabul edip, beni sonsuz rahmetine dahil etmeden başka bir ümidim yok. O halde mazeretimi kabul eyle.

Allah'ım! Perişanlığımın şiddetine acı, zincirlerimden kurtar beni. Rabbim! Bedenimin, zayıf, derdimin ince ve kemiklerimin hassas oluşuna acı. Ey yaratılışını gerçekleştirip beni yad eden, beni terbiye edip, iyilik ve rızk veren; bağışının


1
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi


Kumeyil duasinin tercumesinin devami
New Page 1 طَآئِعَةً وَّأَشَارَتْ بِاسْتِغْفَارِكَ مُذْعِنَةً، مَّا هَكَذَا الظَّنُّ بِكَ وَلا أُخْبِرْنَا بِفَضْلِكَ عَنكَ، يَا كَرِيمُ، يَا رَبِّ، وَأَنتَ تَعْلَمُ ضَعْفِي عَن قَلِيلٍ مِّن بَلآءِ الدُّنْيَا وَعُقُوبَاتِهَا، وَمَا يَجْرِي فِيهَا مِنَ الْمَكَارِهِ عَلَى أَهْلِهَا، عَلَى أَنَّ ذَلِكَ بَلآءٌ وَّمَكْرُوهٌ، قَلِيلٌ مَّكْثُهُ، يَسِيـرٌ بَقَآؤُهُ، قَصِيرٌ مُّدَّتُهُ، فَكَيْفَ احْتِمَاِلي لِبَلآءِ الآخِرَةِ وَجَلِيلِ وُقُوعِ الْمَكَارِهِ فِيهَا! وَهُوَ بَلآءٌ تَطُولُ مُدَّتُهُ، وَيَدُومُ مَقَامُهُ، وَلا يُخَفَّفُ عَنْ أَهْلِهِ، لأَنَّهُ لا يَكُونُ إِلا عَنْ غَضَبِكَ وَانتِقَامِكَ وَسَخَطِكَ، وَهَذَا مَا لا تَقُومُ لَهُ السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ، يَا سَيِّدِي فَكَيْفَ بِي، وَأَنَا عَبْدُكَ الضَّعِيفُ الذَّلِيلُ الْحَقِيرُ الْمِسْكِينُ الْمُسْتَكِينُ، يَآ إِلَهِي وَرَبِّي وَسَيِّدِي وَمَوْلايَ، لأَيِّ الأُمُورِ إِلَيْكَ أَشْكُو، وَلِمَا مِنْهَا أَضِجُّ وَأَبْكِي، لأَلِيمِ الْعَذَابِ وَشِدَّتِهِ! أَمْ لِطُولِ الْبَلآءِ وَمُدَّتِهِ! فَلَئِن صَيَّرْتَنِي لِلْعُقُوبَاتِ مَعَ أَعْدَآئِكَ، وَجَمَعْتَ بَيْنِي وَبَيْنَ أَهْلِ بَلآئِكَ، وَفَرَّقْتَ بَيْنِي وَبَيْنَ أَحِبَّآئِكَ وَأَوْلِيَآئِكَ، فَهَبْنِي يَآ إِلَهِي وَسَيِّدِي وَمَوْلايَ وَرَبِّي صَبَرْتُ عَلَى عَذَابِكَ، فَكَيْفَ أَصْبِرُ عَلَى فِرَاقِكَ، وَهَبْنِي صَبَرْتُ عَلَى حَرِّ نَارِكَ، فَكَيْفَ أَصْبِرُ عَنِ النَّظَرِ إِلَى كَرَامَتِكَ، أَمْ كَيْفَ أَسْكُنُ في النَّارِ وَرَجَآئِي عَفْوُكَ، فَبِعِزَّتِكَ يَا سَيِّدِي وَمَوْلايَ أُقْسِمُ صَادِقًا، لَئِن تَرَكْتَنِي نَاطِقًا، لأَضِجَّنَّ إِلَيْكَ بَيْنَ أَهْلِهَا ضَجِيجَ الآمِلِينَ، وَلأَصْرُخَنَّ إِلَيكَ صُرَاخَ المُسْتَصْرِخِينَ، وَلأَبْكِيَنَّ عَلَيْكَ بُكَآءَ الفَاقِدِينَ، وَلأُنَادِيَنَّكَ أَيْنَ كُنتَ يَا وَلِيَّ الْمُؤْمِنِينَ، يَا غَايَةَ آمَاِل العَارِفِينَ، يَا غِيَاثَ المُسْتَغِيثِينَ، يَا حَبِيبَ قُلُوبِ الصَّادِقِينَ، وَيَآ إِلَهَ العَالَمِينَ، أَفَتُرَاكَ، سُبْحَانَكَ يَآ إِلَهِي وَبِحَمْدِكَ،


başlangıcı ve bana yaptığın geçmiş iyiliklerin hürmetine beni affeyle.
Ey Mabud'um! Ey seyyidim ve rabbim! Vahdaniyetine inandıktan sonra, marifetin bütün kalbimi doldurduktan sonra, dilim zikrinle meşgul olduktan, muhabbetin içime işledikten, rububiyet makamına boyun eğerek, sadakatle (günahlarımı) itiraf edip doğrulukla (sana) dua ettikten sonra, beni cehennem ateşiyle azap etmen görülüp (inanılacak) şey mi? Böyle bir şey senden uzaktır ve sen kendi yetiştirdiğin birisini zayi etmezsin; yakınlaştırdığın birisini kendinden uzaklaştırmadığın gibi barındırdığın birisini de kovmazsın veya yetiştirdiğin ve kendisine merhamet ettiğin kimseyi, belalara teslim etmezsin. Sen bütün bunlardan yücesin.

Keşke bir bilseydim, ey seyidim, mabudum ve mevlam! Azametin karşısında secdeye düşen yüzlere; sadakatle vahdaniyetine şehadet eden ve şükrün için metheden dillere, İlahlığını gerçekten itiraf eden kalplere, senin marifetinle dolup taşan ve böylece huşuyla eğilen batınlara cehennem ateşini musallat eder misin ve itaat etmek üzere mabetlere koşan ve günahını itiraf ettiği halde, senden marifet dileyen uzuvları (azaba duçar eder misin?) Senin hakkında böyle düşünülmez; senin fazl-u keremin bize böyle tanıtılmamıştır, ey kerem sahibi, ey rab!

Dünyanın azıcık bela ve cezası ve ondaki zorluklar karşısında benim tahammülsüzlüğümü sen biliyorsun. Halbuki dünyadaki bela ve zorlukların devamı az, tahammülü kolay ve süresi kısadır; o halde nasıl tahammül edeyim ahiretteki belaya; orada meydana gelecek büyük zorluk ve

New Page 1 تَسْمَعُ فِيهَا صَوْتَ عَبْدٍ مُّسْلِمٍ سُجِنَ فِيهَا بِمُخَالَفَتِهِ، وَذَاقَ طَعْمَ عَذَابِهَا بِمَعْصِيَتِهِ، وَحُبِسَ بَيْنَ أَطْبَاقِهَا بِجُرْمِهِ وَجَرِيرَتِهِ، وَهُوَ يَضِجُّ إلَيْكَ ضَجِيجَ مُؤَمِّلٍ لِّرَحْمَتِكَ، وَيُنَادِيكَ بِلِسَانِ أَهْلِ تَوْحِيدِكَ، وَيَتَوَسَّلُ إلَيْكَ بِرُبُوبِيَّتِكَ، يَا مَوْلايَ فَكَيْفَ يَبقَى في الْعَذَابِ وَهُوَ يَرْجُو مَا سَلَفَ مِنْ حِلْمِكَ، أَمْ كَيْفَ تُؤْلِمُهُ النَّارُ وَهُوَ يَأْمَلُ فَضْلَكَ وَرَحْمَتَكَ، أَمْ كَيْفَ يُحْرِقُهُ لَهِيبُهَا وَأَنتَ تَسْمَعُ صَوْتَهُ وَتَرَى مَكَانَهُ، أَمْ كَيْفَ يَشْتَمِلُ عَلَيْهِ زَفِيرُهَا وَأَنتَ تَعْلَمُ ضَعْفَهُ، أَمْ كَيْفَ يَتَقَلْقَلُ بَيْنَ أَطْبَاقِهَا وَأَنتَ تَعْلَمُ صِدْقَهُ، أَمْ كَيْفَ تَزْجُرُهُ زَبَانِيَتُهَا وَهُوَ يُنَادِيكَ يَا رَبَّهُ، أَمْ كَيْفَ يَرْجُو فَضْلَكَ في عِتْقِهِ مِنْهَا فَتَتْرُكُهُ فِيهَا، هَيهَاتَ مَا ذَلِكَ الظَّنُّ بِكَ، وَلا الْمَعْرُوفُ مِن فَضْلِكَ، وَلا مُشْبِهٌ لِمَا عَامَلْتَ بِهِ الْمُوَحِّدِينَ مِنْ بِرِّكَ وَإِحْسَانِكَ، فَبِالْيَقِينِ أَقْطَعُ لَوْلا مَا حَكَمْتَ بِهِ مِن تَعْذِيبِ جَاحِدِيكَ، وَقَضَيْتَ بِهِ مِنْ إِخْلاَدِ مُعَانِدِيكَ، لَجَعَلْتَ النَّارَ كُلَّهَا بَرْدًا وَّسَلاَمًا، وَمَا كَانَ لأَحَدٍ فِيهَا مَقَرًّا وَّلا مُقَامًا، لَّكِنَّكَ تَقَدَّسَتْ أَسْمَآؤُكَ أَقْسَمْتَ أَنْ تَمْلَأَهَا مِنَ الْكَافِرِينَ، مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ، وَأَن تُخَلِّدَ فِيهَا الْمُعَانِدِينَ، وَأَنتَ جَلَّ ثَنَآؤُكَ قُلْتَ مُبْتَدَئًا، وَّتَطَوَّلْتَ بِالإِنْعَامِ مُتَكَرِّمًا: إِلَهِي وَسَيِّدِي فَأَسْألُكَ بِالْقُدْرَةِ الَّتِي قَدَّرْتَهَا، وَبِالْقَضِيَّةِ الَّتِي حَتَمْتَهَا وَحَكَمْتَهَا وَغَلَبْتَ مَنْ عَلَيْهِ أَجْرَيْتَهَا، أَن تَهَبَ لِي في هذِهِ اللَّيْلَةِ، وَفِي هَذِهِ السَّاعَةِ، كُلَّ جُرْمٍ أَجْرَمْتُهُ، وَكُلَّ ذَنْبٍ أَذْنَبْتُهُ، وَكُلَّ قَبِيحٍ أَسْرَرْتُهُ، وَكُلَّ جَهْلٍ عَمِلْتُهُ،


acılara! Halbuki o belanın müddeti uzun, kalışı süreklidir ve ehline bir hafifletme de olmaz. Çünkü bu azap, senin gazap, intikam ve hoşnutsuzluğundan kaynaklanır. Bu ise göklerin ve yerin dayanamayacağı bir şey. Ey seyidim! O zaman senin güçsüz, zelil, hakir, muhtaç ve biçare bir kulun olan ben nasıl dayanabilirim? Ey mabudum, rabbim, seyyidim ve ey Mevlam! Hangi şeyden dolayı sana şikayette bulunayım ve hangisi için ağlayıp sızlanayım ben? Azabın elem ve şiddetine mi yoksa belanın devamı ve süresinin uzunluğuna mı?

Eğer bana ceza çektirmek için düşmanlarının yanında yer verirsen ve bela ehliyle beni bir araya toplarsan, beni dostların ve velilerinden ayırırsan (o zaman nasıl bir duruma düşerim?) Ey mabudum, ey seyyidim, mevlam ve Rabbim! Farzen, azabına tahammül etsem bile, senin ayrılığına nasıl dayanabilirim? Diyelim ki ateşinin hararetine dayandım, ama keremine nazar etmekten mahrum olmaya nasıl sabredeyim?

Yahut affını ümit ettiğim halde ateşe nasıl gireyim? İzzetin hakkına ey seyyidim ve mevlam, sadakatle yemin ediyorum ki, eğer konuşmama izin verirsen, cehennem ehli arasındaki ümitsizler gibi sürekli dergahına yönelip inlerim. Medet dileyenler gibi feryat edip yardım dilerim senden ve bir şeyini kaybedenler gibi ağlayıp sızlarım sana ve seni çağırıp; "neredesin ey müminlerin velisi!" der dururum.

Ey ariflerin en yüce arzusu! Ey medet dileyenlerin imdadına yetişen! Ey sadık kalplerin dostu! Ve ey alimlerin ilahı (neredesin)? Ey mabudum! Münezzehsin sen ve ben sana hamd ediyorum. Olacak şey mi, sana karşı gelmesi


New Page 1


كَتَمْتُهُ أَوْ أَعْلَنتُهُ، أَخفَيْتُهُ أَوْ أَظْهَرْتُهُ، وَكُلَّ سَيِّئَةٍ أَمَرْتَ بِإِثْبَاتِهَا الْكِرَامَ الكَاتِبِينَ، الَّذِينَ وَكَّلْتَهُم بِحِفْظِ مَا يَكُونُ مِنِّي، وَجَعَلْتَهُمْ شُهُودًا عَلَيَّ مَعَ جَوَارِحِي، وَكُنتَ أَنتَ الرَّقِيبَ عَلَيَّ مِن وَّرَآئِهِمْ، وَالشَّاهِدَ لِمَا خَفِيَ عَنْهُمْ، وَبِرَحْمَتِكَ أَخْفَيْتَهُ، وَبفَضْلِكَ سَتَرْتَهُ، وَأَن تُوَفِّرَ حَظِّي مِن كُلِّ خَيْرٍ تُنْزِلُهُ، أَوْ إِحْسَانٍ تُفْضِلُهُ، أَوْ بِرٍّ تَنْشِرُهُ، أَوْ رِزْقٍ تَبْسُطُهُ، أَوْ ذَنْبٍ تَغْفِرُهُ، أَوْ خَطَأٍ تَسْتُرُهُ، يَا رَبِّ يَا رَبِّ يَا رَبِّ، يَآ إِلَهِي وَسَيِّدِي وَمَوْلايَ وَمَاِلكَ رِقِّي، يَا مَنْ بِيَدِهِ نَاصِيَتِي، يَا عَلِيمًا بِضُرِّي وَمَسْكَنَتِي، يَا خَبِيرًا بِفَقْرِي وَفَاقَتِي، يَا رَبِّ يَا رَبِّ يَا رَبِّ، أَسْألُكَ بِحَقِّكَ وَقُدْسِكَ، وَأَعْظَمِ صِفَاتِكَ وَأَسْمَآئِكَ، أن تَجْعَلَ أَوْقَاتِي في اللَّيلِ وَالنَّهَارِ بِذِكْرِكَ مَعْمُورَةً، وَبِخِدْمَتِكَ مَوْصُولَةً، وَّأَعْمَاِلي عِنْدَكَ مَقْبُولَةً، حَتَّى تَكُونَ أَعْمَاِلي وَأَوْرَادِي كُلُّهَا وِرْدًا وَّاحِدًا، وَّحَاِلي في خِدْمَتِكَ سَرْمَدًا، يَّا سَيِّدِي، يَا مَنْ عَلَيْهِ مُعَوَّلِي، يَا مَنْ إلَيْهِ شَكَوْتُ أَحْوَاِلي، يَا رَبِّ يَا رَبِّ يَا رَبِّ، قَوِّ عَلَى خِدْمَتِكَ جَوَارِحِي، وَاشْدُدْ عَليَ الْعَزِيمَةِ جَوَانِحِي، وَهَبْ لِي الْجِدَّ في خَشْيَتِكَ، وَالدَّوَامَ في الاتِّصَاِل بِخِدْمَتِكَ، حَتَّى أَسْرَحَ إِلَيكَ في مَيَادِينِ السَّابِقِينَ، وَأُسْرِعَ إلَيْكَ في الْمبُادِرِينَ، وَأَشْتَاقَ إليَ قُرْبِكَ في الْمُشْتَاقِينَ، وَأَدْنُوَ مِنْكَ دُنُوَّ الْمُخْلِصِينَ، وَأَخَافَكَ مَخَافَةَ الْمُوقِنِينَ، وَأَجْتَمِعَ في جِوَارِكَ مَعَ الْمُؤْمنِينَ، اللَّهُمَّ وَمَنْ أَرَادَنِي بِسُوٍء فَأَرِدْهُ، وَمَن كَادَنِي فَكِدْهُ، وَاجْعَلْنِي مِنْ أَحَسَنِ عَبِيدِكَ نَصِيبًا عِنْدَكَ، وَأَقْرَبِهِم مَّنْزِلَةً مِّنْكَ، وَأَخَصِّهِمْ زُلْفَةً لَّديْكَ، فَإِنَّهُ لا يُنَالُ ذَلِكَ إِلا بِفَضْلِكَ، وَجُدْ لِي بِجُودِكَ،


yüzünden cehennemde tutulan ve günahından ötürü onun azabını tadan ve onun tabakaları arasında, işlediği suç ve cinayetten dolayı hapsedilen Müslüman bir kulun sesini duyasın da affetmeyesin? Oysa o kul, rahmetine göz diken biri gibi inlemekte ve Tevhid ehlinin diliyle seni çağırmakta ve rububiyet makamını vasıta ederek sana el açmada. Ey mevlam! O, senin önceden yaptığım merhametini umduğu halde, nasıl azapta kalabilir? Ya da senin fazl ve rahmetini ümit ettiği halde, ateş onu nasıl yakabilir? Yada sen onun sesini işittiğin ve yerini gördüğün halde ateş nasıl yakabilir onu?

Ya da sen onun zaaf ve güçsüzlüğünü bildiğin halde, cehennemin alevleri onu nasıl kuşatabilir? Ya da sen onun sadakat ve doğruluğunu bildiğin halde, cehennemin tabakaları arasında nasıl kıvranır kalır? Ya da, o seni; “Ey Rabbim!” diye çağırırken, cehennemin azap melekleri nasıl ona eziyet edebilir? Ya da cehennemden kurtulmak için senin fazl ve keremini dilediği halde, onu nasıl orada bırakırsın? Senin fazlınla ilgili tanıtılan bunlar değildir.

Senin müvahhit insanlara yaptığın ihsan ve iyiliklere benzeyen şeyler de değildir bunlar. Ve ben şüphesiz biliyorum ki, eğer inkarcılarına azap hükmetmeseydin ve düşmanlarını ebedi azaba duçar etmeyi kararlaştırmasaydın, ateşi tamamıyla soğuk ve esenlik ederdin; onda hiç kimse yer almazdı. Ama sen, isimleri mukaddes olansın! Cehennemi insanların ve cinlerin kafirleriyle doldurmaya ve düşmanları orada ebedi olarak tutmaya yemin etmişsin ve sen, ey methi yüce olan! Evvelden beri söylemiş ve sürekli olarak nimet verip kerem ve ihsanda bulunmuşsun ve buyurmuşsun ki: “Mümin olan bir

وَاعْطِفْ عَلَيَّ بِمَجْدِكَ، وَاحْفَظْنِي بِرَحْمَتِكَ، وَاجْعَل لِسَانِي بِذِكْرِكَ لَهِجًا، وَّقَلْبِي بِحُبِّكَ مُتَيَّمًا، وَّمُنَّ عَلَيَّ بِحُسْنِ إِجَابَتِكَ، وَأَقِلْنِي عَثْرَتِي، وَاغْفِرْ زَلَّتِي، فَإِنَّكَ قَضَيْتَ عَلَى عِبَادِكَ بِعِبَادَتِكَ، وَأَمَرْتَهُم بِدُعَآئِكَ، وَضَمِنــتَ لَهُمُ الإِجَابَةَ، فَإِلَيْكَ يَا رَبِّ نَصَبْتُ وَجْهِي، وَإلَيْكَ يَا رَبِّ مَدَدتُّ يَدِي، فَبِعِزَّتِكَ اسْتَجِبْ لِي دُعَآئِي، وَبَلِّغْنِي مُنَايَ، وَلا تَقْطَعْ مِن فَضْلِكَ رَجَآئِي، وَاكْفِنِي شَرَّ الْجِنِّ وَالإِنْسِ مِنْ أَعْدَآئِي، يَا سَرِيعَ الرِّضَا، اغْفِرْ لِمَن لا يَمْلِكُ إِلا الدُّعَآءَ، فَإِنَّكَ فَعَّالٌ لِّمَا تَشَآءُ، يَا مَنْ اسْمُهُ دَوَآءٌ، وَذِكْرُهُ شِفَآءٌ، وَطَاعَتُهُ غِنًى، ارْحَم مَّن رَّأْسُ مَاِلهِ الرَّجَآءُ، وَسِلاَحُهُ الْبُكَآءُ، يَا سَاِبغَ النِّعَمِ، يَا دَافِعَ النِّقَمِ، يَا نُورَ الْمُسْتَوْحِشِينَ في الظُّلَمِ، يَا عَالِمًا لا يُعَلَّمُ، صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَّآلِ مُحَمَّدٍ، وافْعَلْ بِي مَآ أَنتَ أَهْلُهُ، وَصَلَّى اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ وَالأَئِمَّةِ الْمَيَامِينَ مِنْ آلِهِ، وَسَلَّمَ تَسْلِيمًا كَثِيرًا.

kimse,fasık olan kimseyle bir olur mu? Hayır onlar, aynı olamazlar.”
Mabudum! Efendim! Takdir ettiğin kudret hakkına ve hükmedip kesinlik kazandırdığın kaza ve kaderine ki kime takdir etsen galip gelirsin, bu gecede ve bu saatte işlediğim bütün suçları ve günahları bağışla; işlediğim bütün kötülükleri, üzerini örttüğüm bütün çirkinlikleri ve açığa çıkardığım ve gizleyip aşikar ettiğim bütün cahillikleri ve kiram’el-katibin’e kaydetmelerini emrettiğin kötülükleri bağışla.

Öyle melekler ki onları, benim yaptığım amelleri zaptedip korumakla görevlendirdin; uzuvlarımla birlikte onları da bana gözetleyici kıldın ve kendin de bunların ardında gözetleyicim oldun; hatta onlara ve gizli kalan şeylere bile şahit oldun, rahmetinle gizledin ve fazlınla örttün onları. İndirdiğin her hayırdan veya lütufta bulunduğun her ihsandan, yaydığın her iyilikten veya dağıttığın her rızktan veya bağışladığın günahlardan veya örttüğün hatalardan nasibimi arttırmanı diliyorum.

Ey Rabbim! Ey Rabbim! Ey Rabbim! Ey mabudum! Ey seyyidim! Ey mevlam ve ey benim sahibim! Ey varlığımı elinde tutan! Ey zorluk ve çaresizliğimi bilen! Ey fakirlik ve yoksulluğumdan haberdar olan! Ey Rabbim! Ey Rabbim! Ey Rabbim! Hakkın, kutsiyetin, en yüce sıfatın ve ismin hürmetine senden dileyim şudur: Gece ve gündüzden oluşan vakitlerimi zikrinle bayındır kıl ve beni kendi hizmetinde tut ve amellerimi kendi indinde makbul buyur! Öyle ki artık bütün amellerim ve zikirlerim tek zikir şekline dönüşsün ve bütün hallerim senin hizmetinde geçsin. Ey seyyidim! Ey güvenip dayandığım ve ey Rabbim! Uzuvlarımı hizmetin için güçlendir ve sana yönelmemde kalbime güç ve sebat ver. Senden korkmada ve hizmetini sürdürmede bana öylesine bir ciddiyet ver ki, yarış meydanlarında sana doğru koşayım ve mücadele verenler arasında, sana doğru hız alayım ve gönüller arasında, senin yakınlığına gönül vereyim ve ihlaslılar gibi yakınlaşayım sana ve yakin ehlinin korktuğu gibi korkayım senden ve indinde müminlerle birleşeyim.

Allah’ım! Bana kötülük yapmak isteyenin hakkını sen ver; bana tuzak kuran kimseye sen tuzak kur. Beni yanında en iyi pay alan ve sana göre en yakın makama sahip olan ve sana özel yakınlığı olan kullarından eyle. Gerçekten bunlara erişmek ancak senin lütuf ve kereminle gerçekleşebilir. Cömertliğin hakkına cömert davran ve yüceliğin hakkına teveccüh eyle bana. Rahmetin hakkına koru beni ve dilimi zikrine alıştır.
Kalbimi kendi muhabbetine tutsak kıl ve dualarımı iyi bir şekilde kabul etmekle, beni minnettar eyle. Yanılgılarımdan geç ve hatalarımı bağışla. Muhakkak ki sen kulların sana ibadet etmelerini hükmettin, sana dua etmelerini emredip kabul etmeyi üstlendin. O halde ey Rabbim! Yüzümü sana çevirdim ve ellerimi sana açtım.

İzzetin hakkına duamı kabul eyle ve arzularıma ulaştır beni. Fazlın ve kereminden ümidimi kesme. İnsan ve cinlerden oluşan düşmanlarımın şerrini benden uzaklaştır. Ey çabuk razı olan! Duadan başka bir şeye sahip değilim, bağışla beni. Muhakkak ki sen, her istediğini yaparsın. Ey ismi deva, zikri şifa ve itaati zenginlik olan! Sermayesi ümit ve silahı ağlamak olan! Bana merhamet eyle.

Ey nimetleri tamamlayıp yayan! Ey zorlukları defeden! Ey karanlıklarda dehşete kapılanların nuru! Ey öğretilmeden bilen! Muhammed’e ve Âl-i Muhammed’e rahmet et ve bana da sana yakıştığı şekilde muamelede bulun. Allah’ın rahmeti, Peygamber’ine ve O’nun soyundan gelen mübarek imamlara olsun ve Allah’ın sonsuz selamı onların üzerine olsun.

2
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi

Duaya Bir Bakış

Dua; hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'a, ihtiyaç ve isteklerin sunulmasıdır.
Dua; varlık aleminin maliki ve mutlak gani olan Allah'a yoksulluğun, fakirliğin, miskinliğin ve çaresizliğin beyanıdır.

Dua; zavallı bir dilencinin vefalı kerem sahibinden istekleri, güçsüzün en güçlüden yardım talebidir.
Dua; zayıf, zelil, miskin, yoksul ve çaresiz kulun, sevgi ve rahmet sahibi latif, hekim, işiten ve gören yüce Allah'tan yardım dilemesidir.

Dua; mukaddes bir sultana, güçlü azize, sevgili mağfiret sahibine, tek olan mabuda ve güçlü ilim sahibine alçak gönüllülük, tevazu, zillet, huşu, küçüklük ve teslimiyet göstermektir.
Dua; Allah'ın sevdiği, saliklerin maşuku, ariflerin göz nuru, iştiyak sahiplerinin ihtiyacı, dertlilerin gece kandili, ihtiyaç sahiplerinin dayanağı ve muhtaçların kalp nurudur.

Kur'ân'da Dua

Sonsuz feyiz kaynağı, uçsuz bucaksız keramet denizlerinin sahibi, kullarına hidayet ortamı hazırlayan, ilim ve hikmet sofrasını indiren ve izzet sahibi Allah-u Teala, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:
"(Resulüm!) De ki: Duanız olmasa rabbim size ne diye değer versin?"

Dua, Allah'ın dikkatini çekmek için bir vesile olmakla birlikte, dua eden kimseye de Allah'ın rahmetinin elde edilmesine ortam hazırlamaktadır. Bu itina ve teveccüh insanın yaşam alanındaki mutsuzluk sofrasını dürmekte, dua eden kimseye saadet ve mutluluk sofrasını kurmaktadır.

Sevenlerin sevgilisi, aşıkların maşuku, zikredenlerin dostu, şükredenlerin sırdaşı, kulların yardımcısı, gönül ehlinin dayanağı olan Allah-u Teala, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği zaman duacının duasına icabet ederim."

Allah'tan başka hiç kimse kullara daha yakın değildir. İnsanı var eden, onu ana rahminde yetiştiren, oradan da dünyaya intikal ettiren, dünyada da bu değerli misafir için maddi ve manevi ortamlar hazırlayan, onun dünya ve ahiret saadeti için peygamberler gönderen, onun için eşsiz bir nimet olan Kur'ân'ı ve Masum İmamları karar kılan, onun susuzluk sorununu şeffaf ve berrak sularla ve açlık ihtiyacını da uygun yiyeceklerle gideren, hastalıklara deva veren,

yalnızlığını eşi, çocukları, akrabaları ve dostlarıyla gideren, çıplaklığını çeşitli elbiselerle örten, sevgisini kalplere yerleştiren, sorunlarını her ne kadar da zor ve çetin de olsa çözümleyen, sağlığına devamlılık veren, değerini, itibarını ve şahsiyetini yücelten Allah, kullarına her şeyden daha yakındır.

Bütün bunları Allah'tan başka kim bir araya getirebilir ve Allah'tan başka onun bütün hallerini, isteklerini ve ihtiyaçlarını kim bilmektedir? Evet! O insana herkesten daha yakındır. Nitekim bu konuda Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:

"Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız."
Peygamberler akıl, zekilik, basiret ve yücelik açısından bütün insanlardan üstündürler ve onların kalpleri ve ruhları tüm ruhlardan ve kalplerden daha nurludur.

Onların gayb ve şuhud hakikatlerine olan bilgisi, en yetkin bilgidir. Hakikatleri olduğu gibi bilirler. Canı gönülden dua ederler. Bütün varlıklarıyla kendilerini duaya verirlerdi. Ömürleri boyunca duasız bir gece ve gündüz geçirmemişler ve duasız bir şekilde sevgilinin (Allah'ın) huzuruna çıkmamışlardır.

Onlar duayı ruhun gelişmesi, kalbin temizliği, batındaki maddiyat tozlarının silinmesi, yaşantısındaki buhranların ve üzüntülerin giderilmesi ve müşkülatların çözümlenmesi için asıl faktör biliyorlardı ve onlar kesin olarak Allah'ın dergahından istekte bulunan her kimsenin, hacet ve maksadına ulaşmadan geri dönmediğini biliyorlardı.

Bundan dolayı duanın müstecab olacağına inanmışlar, bu konuda bir şüphe ve tereddüde yer vermemişler, bu itikatlarına dayanarak yüce Hakk'ın karşısında tevazu ile dualarını dile getirmişler ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah-u Teala'nın yüzde yüz kendisine sunulan duayı karşılıksız bırakmayacağına kalben itminan etmişlerdir.

Kur'ân-ı Kerim bu hakikati açık bir şekilde Hz. İbrahim'in (a.s) o pak dilinden şöyle naklediyor:
"Hamdolsun O Allah'a ki, bana ihtiyarlık vaktimde İsmail'i ve İshak'ı lütfetti! Şüphe yok ki Rabbim elbette duayı işitendir."

Dua öyle bir kudret ve güçtür ki, Hz. Zekeriyya yaşlılık halinde muhabbet sahibi olan Allah-u Teala'dan çocuk talebinde bulundu. Aziz Allah da onun bu isteğini geri çevirmedi ve hanımı çocuk doğuramayacak kadar yaşlı olmasına rağmen ona Yahya'yı verdi."

Hz. İsa dostlarının ricası üzerine dua vesilesiyle Allah-u Teala'dan gökten bir sofra indirmesini istemişti. Yüce Allah da onun bu duasını müstecap edip kendisi ve dostları için gökten lezzetli yiyecekler indirdi.

Yüce Allah, kullarına her ne halde olursa olsunlar dua etmeyi, onlardan iyi ve kötü anlarında kendisinin yüce makamı karşısında ezilmiş ve yalvarır bir vaziyette dua etmelerini, huşuya erişmiş bir kalple ve gönülden ağlayan ruh haleti içinde hacetlerini O'ndan istemelerini ve O'nun dualara kesinlikle icabet edeceğine dair verdiği söze ümit bağlamalarını emretmiştir.

Aynı zamanda tekebbürlerinden dolayı dua etmekten yüz çevirenleri de hor, zelil, mahcubiyet ve aşağılık bir şekilde cehenneme atacağını bildirmiştir. Zahir ve batında da bütün bunları, Mümin suresindeki tek bir ayet ile şöyle açıklamaktadır:

"Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim; çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar hakir ve zelil olarak cehenneme gireceklerdir."


Rivayetlerde Dua

Allah'ın ihsanı ve cömertliği bütün varlıkları, özellikle de insanı kapsamaktadır ve O'nun sonsuz rahmet sofrası her zaman açık ve lütfü, merhameti ve keremi herkes içindir.

O'nun kapısı ümitsizlik kapısı değildir ve dergahında cimrilik ve kovma diye bir şey yoktur.
El açıklığı ve cömertliği süreklidir; veren eli herkes için açıktır ve kullarının kendisine yönelmesini beklemektedir.
Hak Teala, Hz. Davud'a (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Yeryüzü halkına de ki: Niye benimle dostluk kurmuyorlar; oysa ki dostluğa en layık olan ben değil miyim? Ben öyle bir ilahım ki bende cimrilik yoktur; öyle bir alimim ki cahillik yoktur; verdiğim sözümden dönmem, rahmetim kuşatıcıdır, cömertliğimden vazgeçmem, ben ezelden beri kullarıma rahmet ederim, onlara karşı sevgi beslerim ve kullarımın gönlünü marifet nuruyla aydınlatırım. Ben, beni dost edinenin dostu ve arkadaşlık edenin arkadaşıyım; zikir halvetinde benimle olanın ahbabı, beni anmayı ünsiyet edenin menusuyum.

Ey Davud! Beni arayan kimse sonunda beni bulacaktır ve beni bulan kimse, asla beni kaybetmemelidir.
Ey Davud! Nimet veren biziz, fakat başkasına şükrederler. Belaları biz defederiz, fakat başkalarının yaptığını zannederler. Sığınakları biz olmamıza rağmen başkalarına sığınırlar. Bizden kaçıyorlar, ama sonunda yine bize döneceklerdir!"

Değerli İslam kitaplarında buna benzer mana dolu güzel metinler sıkça göze çarpmaktadır. Bu tür metinler Kur'ân ayetlerinin yanında yer alan büyük bir müjde konumundadır. Bu vesileyle kullar, Allah'ın cömertliğine ve keremine ümit bağlamakta ve hacetlerinin giderilmesi için dua etmekte ve maksatlara ve isteklere ulaşmanın yolunun dua olduğunu anlamaktadırlar.

Duasız sorunların çözüldüğü çok az görülmüştür. Bundan dolayı rivayetlerde, özellikle de ismet ve taharet Ehl-i Beyt'inden (a.s) nakledilen rivayetlerde duaya çok önem verilmiş ve ona özel bir hesap açmışlardır.
Bu konuda Resulullah'tan ve Ehl-i Beyt İmamları'ndan nakledilen bazı rivayetleri aktaralım:

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz dua, ibadettir." Yine o mübarek insan şöyle buyuruyor: "Dua, ibadetlerin beynidir."

İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: "En üstün ibadet duadır." İmam Bakır (a.s) başka bir rivayette şöyle buyuruyor:
"Hiçbir şey aziz ve celil olan Allah katında istekte bulunmaktan (Allah'a el açmaktan) ve O'nun nezdindeki şeyleri talep etmekten daha üstün değildir ve Allah'ın en çok nefret ettiği kimse ise, kibirlenip Allah'a ibadet etmekten yüz çeviren ve O'nun katındaki feyizleri talep etmeyen kimsedir."

Emir'ul Müminin Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Yeryüzünde Allah için yapılan en güzel amel duadır."
Yine Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Dua, zaferin anahtarı ve mutluluğun hazinesidir. En güzel dua, temiz göğüs ve temiz kalpten çıkan duadır.

Münacatta kurtuluş vesilesi vardır ve kurtuluş ihlas iledir ve sızlanmalar artınca Allah'a sığınılır."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Üzerinize bir bela geldiği zaman hemen duaya sarılın ve Allah'a yalvarıp yakarın."
Yine İmam Sadık (a.s) başka bir yerde şöyle buyuruyor: "Duaya sarıl; zira duada tüm dertlerin dermanı vardır."


Toplu Halde Dua Etmenin Önemi

Dua ehli olanlar toplu halde dua ettiklerinde, birlikte yalvarıp bağışlanma dilediklerinde, feryatlarını samimi bir dille Allah'a ulaştırdıklarında ve hep birlikte O'nun azameti karşısında el açtıklarında, şüphesiz dualarının kabul olma olasılığı daha fazladır.

Çünkü dua eden topluluğun içinde mutlaka gönlü Allah aşkıyla yanan bir dertli, fakir ve çaresiz, takvalı aşık, gönlünü Allah'a vermiş arif ve değerli muhlis insanlar bulunmaktadır. Hepsinin bir arada yalvarış ve yakarışları, samimi duaları,

Allah'ın rahmetinin o topluluğun üzerine inmesine vesile olacaktır ve Allah-u Teala sırf içlerinden bir tanesinin duası hatırına, diğerlerinin dualarını da kabul edecek, onların seslerine kulak verip rahmetini üzerlerine indirecek ve onların boş kalplerini kendi feyziyle dolduracaktır.

Bu konuda vahiy kaynakları ve ilim menzillerinden, marifet hazinelerinden ve rahmet kapılarından birçok rivayet elimize ulaşmış bulunmaktadır ki onlardan bir kaçına burada işaret edeceğiz: İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Dört kişi bir sorunu halletmek için bir araya gelir de topluca dua ederlerse mutlaka icabet ile birbirinden ayrılırlar."

Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Kırk kişi bir işin düzelmesi için bir araya gelirlerse, Allah-u Teala mutlaka onlara icabet eder. Onlar bir dağın yerle bir olması için dua etseler bile muhakkak o dağ yerle bir olur."
Rabbani alim ve aşık arif İbn-i Fehd-i Hilli, Vesail'uş- Şia kitabı rivayetince değerli Uddet'ud Dai kitabında şöyle rivayet etmiştir: "Yüce Allah, İsa'ya (a.s) şöyle vahyetti: "Ey İsa! Müminler topluluğuna var ve onlara seninle birlikte bana dua etmelerini emret."

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Bir iş babamı rahatsız edip hüzünlendirdiğinde, kadınları ve çocukları bir araya toplayarak dua eder, onlar da amin derlerdi." Allah'tan Ümidi Kesmek ve Meyus olmak Kafirlerin Sıfatıdır Dua eden insan, yüce Allah'ın bizzat kulunu dua etmeye davet ettiğini ve duasının kesinlikle kabul olacağına kefil olduğunu unutmamalıdır.

Duayı kabul etmek Allah-u Teala için çok basit ve kolay bir iştir. Çünkü bütün varlık alemi O'nun hükümdarlığı altındadır ve bundan dolayı bir emir ile, dua eden kulunun duasının kabul olması için bütün şartları uygun hale getirttirir. O halde kudreti, basireti, keremi, lütfü, mağfireti, feyzi ve rahmeti sonsuz olan ve kuluna özellikle de dua ve yalvarıp yakarma esnasında özel bir sevgi gösteren yüce Allah karşısında ümitsizliğe düşmek yakışık almaz bir harekettir.

Kur'ân-ı Kerim Allah'tan ümidi kesmenin ve meyus olmanın kafirlerin sıfatlarından olduğu konusunda şöyle buyuruyor: "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kafirlerden başka hiç kimse Allah'ın rahmetinden ümit kesmez."
Kur'ân-ı Kerim tekitle şöyle buyuruyor: "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin."

Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Allah'ın rahmetini ümit eden günahkar kul, (Allah'a) ümitsiz olan abitten daha yakındır." İmam Sadık şöyle buyuruyor: "Allah'ın rahmetinden ümidini kesmek, şiddetli soğuklardan daha soğuktur."

Rivayetlerde ve İslami öğretilerde Allah'ın rahmetinden ümidi kesmek büyük günahlardan sayılmaktadır ve Allah'ın rahmetinden ümit kesenlere kesin azap vaat edilmiştir

Dua eden kimse, duası hemen kabul olmadı diye ümitsizliğe kapılmamalıdır. Ayet ve rivayetlerde de belirtildiği gibi duasının kabul olması belki de kendi zararına tamamlanacak veya duasının kabul olmasının zamanı henüz gelmemiş olabilir.

Belki de Allah-u Teala, kulun, duasına devam etmesi için icabet etmiyor ya da ona ebedi bir nimet vermek istiyor ve duasının kabul zamanını kıyamet gününe erteliyor. Dolayısıyla hiçbir surette Allah'ın rahmetinden ümit kesmek, ne aklî, ne şer'î, ne de insanî cihetten doğru değildir ve mümin bir kul asla Allah'tan ümidi kesmez, ümitsizliği aklının ucundan bile geçirmez.

Dua ve duaya icabet hususunda muteber İslami kaynaklarda çok önemli rivayetler nakledilmiştir ve onlardan bazılarını burada zikretmemiz çok yerinde ve faydalı olacaktır.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Kul gerçekten dua ettiğinde aziz ve celil olan Allah iki meleğe şöyle buyurur: "Ben duasını kabul ettim, fakat siz isteğini biraz bekletin ki dua etmeye devam etsin; çünkü ben onun sesini duymaktan hoşlanıyorum." Başka bir kul da dua ediyor, fakat Allah Teala şöyle buyurur: "Çabucak onun istek ve hacetini verin. Çünkü ben onun sesinden hoşlanmıyorum."

Mensur Seykal şöyle diyor: "İmam Sadık'a (a.s): "Nice vakitler insan dua eder, duası da kabul olur; sonra bu bir zamana kadar ertelenir" dedim. İmam (a.s): "Evet" diye buyurdu. Tekrar şöyle sordum: "Neden böyle oluyor; acaba daha çok dua etmesi için mi?" İmam: "Evet" diye buyurdu.


Duanın Şartları

Eğer duacı, duasının kabul olmasını istiyorsa, duaya başlamadan önce bazı kurallara uyması gerekmektedir: Bu kurallar ve şartlar Ehl-i Beyt'den (a.s), Usul-i Kafi, Mehaccet'ul Beyza, Vesail'uş Şia ve Cami-u Ehadis'iş- Şia vb. değerli ve muteber kitaplarda nakledilmiştir.

Bunlardan en önemlileri; abdest, gusül ve teyemmüm gibi şer'i temizlikler, kul hakkından temizlenmek, ihlas, duanın metnini doğru okumak, helal kazanç sağlamak, sıla-i rahim (akrabaları ziyaret etmek), duadan önce sadaka vermek, Allah'a teslim olmak, günahlardan kaçınmak, amelleri düzeltmek, seherlerde dua etmek, vitir namazında dua etmek,

fecr-i sadıkta (sabah namazının ilk vaktinde) dua etmek, güneşin doğuşunda dua etmek, Çarşamba günü öğle ile ikindi arasında dua etmek ve duaya başlamadan önce salavat getirmektir."

Cuma Gecesi

Ehl-i Beyt'den (a.s) gelen rivayetler, Cuma gecesi yapılan duaların daha da faziletli ve münasip olduğunu söylemekte ve Cuma gecesinin değerinin de kadir gecesine denk olduğunu bildirmektedirler.

Büyük din alimleri, basiret sahipleri ve Allah'ın mukaddes dergahına ermiş kimseler şöyle diyorlar: "Eğer edebiliyorsanız, Cuma gecesini sabaha kadar, namaz, dua, zikir ve tövbe ile geçirin. Bu ameli yapmaktan gafil olmayın. Çünkü yüce Allah, imanlı kulların yüceliğini artırmak için melekleri Cuma gecesinde göğün birinci katına gönderir ki onların iyiliklerini artırsınlar ve günahlarını temizlesinler.

İmam Sadık (a.s) kendisinden nakledilen muteber bir hadiste şöyle buyuruyor: "Nice vakitler mümin, istekleri için dua eder ve Allah-u Teala onun icabetini erteler ve Cuma gecesi onu halleder."

İmam Sadık'tan (a.s) nakledilen başka bir rivayette şöyle buyuruyor: "Hz. Yusuf'un kardeşleri, işledikleri günahtan dolayı Hz. Yakub'dan kendileri için Allah'tan mağfiret dilemesini istemeleri üzerine Hz. Yakub şöyle cevap verdi: "Yakın bir zamanda sizin için yüce rabbimden bağışlanmanızı talep edeceğim" Bu talebini Cuma gecesinin seherine kadar geciktirdi ki çocukları için ettiği dua müstecap olsun."
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Allah-u Teala her Cuma gecesi bir meleğe, gecenin evvelinden sonuna dek yüce rabbi adına şöyle seslenmesini emreder: "Acaba mümin bir kul var mı ki sabah olmadan dünya ve ahireti için bana seslensin ve ben onun duasını kabul edeyim? Acaba mümin bir kul var mı ki sabah olmadan günahları için tövbe etsin ve ben tövbesini kabul edeyim?

Acaba mümin bir kul var mı ki ben onun rızkını azaltmış olayım da sabah olmadan benden rızkının çoğalmasını istesin ve ben de rızkını çoğaltayım? Acaba hasta bir mümin var mı ki sabah olmadan şifa talebinde bulunsun da ona şifa vereyim ve böylece sağlığına kavuşsun?

Acaba hapiste olan hüzünlü bir mümin kulum var mı ki sabah olmadan bana, hapisten kurtulmak için dua etsin de onu hapisten kurtarayım ve üzüntüsü benim duasına icabetimle ortadan kalksın? Acaba mazlum olan mümin bir kulum var mı ki sabah olmadan bana dua etsin de zalimin zulmünü ondan uzaklaştırayım ve zalimden intikam alayım ve hakkını kendisine döndüreyim?" Hak Teala'nın meleği sabah güneş doğuncaya kadar sürekli bu şekilde nida eder."
İmam Sadık (a.s) da şöyle buyurmuştur:

"Cuma gecesi günah işlemekten kaçının. Zira o gece işlenen günahların cezası iki kat yazılır. Nitekim güzel amellerin sevapları da iki kat yazılır. Kim o gecede günah işlemezse, Allah-u Teala o gecenin hatırına diğer günahlarını da bağışlar ve her kim ki bu gecede alenen günah işlerse,

Allah-u Teala bu hareketi sebebiyle bütün ömrü boyunca işlediği günahlardan dolayı onu azaba uğratır ve özellikle de Cuma gecesinin mukaddesatını hiçe sayıp günah işlemesinden dolayı o gecenin azabını iki kat kılar."

Cuma gecesi için birçok namazlar, dualar ve zikirler nakledilmiştir ki onların içerisinde Kumeyl duasının özel bir yeri vardır.


Kumeyl B.Ziyad-i Nehaî

Büyük din adamları ve alimler -gerek Şia, gerekse Ehl-i Sünnet- Kumeyl'i, imanı kuvvetli, ruhiyesi güçlü, düşünceleri güzel, halis niyetli, beğenilen bir ahlak sahibi ve amelleri güzel birisi olarak övmektedirler
Her iki mezhebin de önde gelenleri, onun adaletinde, şanında, büyüklüğünde ve kerametinde ittifak etmişlerdir.

Kumeyl, Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) ve Hz. Hasan-ı Mücteba'nın (a.s) önde gelen sahabelerindendi.
Hz. Ali (a.s) Kumeyl'i, en güvenilir olan on ashabından biri olarak sayardı.
Kumeyl, Hz. Ali'nin (a.s), en iyi taraftarlarından ve O'nu seven, ilgi gösteren ve canı gönülden O'na bağlı olan değerli bir sahabesiydi."

Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin (a.s) Kumeyl'e ettiği tavsiyelerden, yaptığı nasihatlerden ve açıkladığı meselelerden, Kumeyl'in çok kuvvetli bir imana ve fevkalade bir marifete sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Ehl-i Sünnet; hak, adalet, insaf ve mürüvvetten uzak olduklarından dolayı, Ehl-i Beyt (a.s) taraftarlarına hiçbir zaman olumlu yaklaşımda bulunmamışlardır. Buna rağmen Kumeyl'i her konuda güvenilir birisi olarak tanıtmışlardır.

Arifler, gönül ehli kimseler ve Allah'ı mülakat aşkı ile yanıp tutuşanlar Kumeyl'i, Hz. Ali'nin (a.s) sırdaşı ve manevi öğretilerinin hazinesi olarak kabul etmektedirler.
Kumeyl, 18 yıl Peygamber (s.a.a) efendimizin o nurlu ve bereketli döneminde yaşadı ve nübüvvet makamının melekuti nurlarından istifade etti.

Büyük insan, şerif ve temiz şahsiyetli bir kul olan Kumeyl, sırf liyakatinden dolayı Haccac b. Yusuf-i Sakafi'nin eliyle şahadet makamına erişti ve Hz. Ali (a.s) kendisine nasıl şehit olacağını önceden bildirmişti.

Cani Haccac b. Yusuf; zalim Emevi hükümdarı tarafından Irak'a vali olarak tayin edildikten hemen sonra Kumeyl'in aranıp bulunmasını istedi. Onu Ehl-i Beyt'i sevdiğinden ve Ali'nin (a.s) taraftarı olduğundan ele geçirmek ve öldürmek istiyordu. Çünkü Ümeyye oğulları hükümeti döneminde Ehl-i Beyt'i sevmek ve Ali (a.s) taraftarı olmaktan daha büyük bir suç yoktu.

Kumeyl kendisini Haccac'dan gizlemeye başladı, bunun üzerine Haccac Kumeyl'in ailesinin ve akrabalarının beytülmalden aldıkları haklarını kesti. Bunu duyan Kumeyl şöyle dedi: "Benim fazla bir ömrüm kalmadı ve benim yüzümden bazılarının rızkının kesilmesi doğru değildir." Daha sonra saklandığı yerden çıkarak Haccac'ın yanına gitti.
Haccac şöyle dedi: "Cezalandırmak için her yerde seni arıyordum."

Kumeyl şöyle dedi: "Elinden her ne geliyorsa yapmaktan geri kalma, benim şurada azıcık bir ömrüm kalmış, en kısa zamanda, sen de, ben de Allah'a döneceğiz.

Benim dostum (Hz. Ali), bana katilimin sen olduğunu haber vermişti."
Bunu işiten Haccac, 90 yaşındaki Allah aşığı nur yüzlü müminin o mübarek başını kesmeleri için hemen emir verdi ve onu orada şehit etti. Onun nurlu kabri Irak'ta Necef ile Kufe arasında "Seviyye" denen bir bölgede gönül aşıklarının ziyaretgah yeri haline gelmiştir.

Kumeyl Duası

Aşık arifler, insaflı basiret sahipleri ve hakikat ehli seçkin kimseler, "İnsanın diğer varlıklar arasındaki yeri nasılsa, Kumeyl duasının diğer dualar içerisindeki yeri de öyledir" demişlerdir. İnsan nasıl diğer varlıkların en şereflisi ise, Kumeyl duası da diğer dualar içinde şerafet sahibidir. Bu nedenle ona "İnsan'ul Ed'iye" yani "Duaların İnsanı" denmiştir.

Eşsiz ve dakik görüş sahibi, bilgili araştırmacı, büyük hadis alimi Allame Meclisi "Dua-yı Kumeyl" hakkında şöyle diyor: "Kumeyl duası, duaların en üstünüdür."

Meclisi "Zad'ul Mead" adlı kitabında, Seyyid b. Tavus'un "İkbal" adlı kitabından naklen şöyle yazıyor: "Kumeyl şöyle demiştir: "Günlerden bir gün Basra şehrinde efendim Hz. Ali'nin (a.s) yanında oturuyordum. Şaban ayının 15. gecesinden söz açılınca, Hz. Ali şöyle buyurdu: "Kim bu geceyi ibadetle ihya eder (uyanık kalır) ve Hz. Hızır duasını okursa, kesinlikle onun duası kabul olur."

Daha sonra Hz. Ali (a.s) evine döndü. Ben de hemen peşinden evine vardım. Beni görünce: "Niçin geldin?" dedi. Cevabında: "Hz. Hızır'ın duasını istemek için huzurunuza geldim" dedim. İmam (a.s): "Otur" diye buyurdu. Daha sonra bana hitaben şöyle buyurdu:

"Ey Kumeyl! Bu duayı ezberlediğinde, her Cuma gecesinde, olmazsa ayda bir kere, o da olmazsa yılda bir kere, o da olmazsa ömründe bir defa bu duayı oku; onu okuman, düşmanların şerrinden korunmana kifayet edecek, rızkının verilmesine ve günahlarının bağışlanmasına vesile olacaktır."

Daha sonra İmam (a.s): "Ey Kumeyl! Uzun bir zaman bizimle birlikte olman ve yapmış olduğun hizmetler, seni böyle büyük bir nimet ve kerametle yüceltmeme sebep oldu" diye buyurdu.
Sonra da "Yaz" diye buyurdu ve duayı bana aktardı.

Allah dostu, hakkıyla dua etmesini bilen merhum Kef'ami, "Misbah" adlı değerli kitabında şöyle yazıyor: "Emir'el Müminin Hz. Ali (a.s), bu duayı secde halinde okurdu!"
Bu duayı, Cuma gecesi duanın şartlarına riayet ettikten sonra okumak isteyen kimsenin, kıbleye dönerek, tevazu göstererek, huşu içerisinde, halis ve saf bir niyetle, gözü yaşlı ve hüzünlü bir ses ile okuması daha iyidir. Şüphesiz bu niteliklere sahip bir dua, icabet makamına yükselecek ve eseri görülecektir.

Yaşlı gözün Allah katındaki değeri oldukça büyüktür. İçler acısı bir halde ağlamak günahların bağışlanmasına, azap ateşinin sönmesine ve Allah'ın rahmetinin ağlayan kulun üzerine inmesine vesile olacaktır.

İmam Sadık'tan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ağlama dışında her şeyin bir ölçüsü ve tartısı vardır. Onun bir damlası, ateş dolu denizleri söndürür.

Göz ıslanınca yüz artık karalık ve horluk görmez ve göz yaşı dökülünce de Allah ona cehennemi haram kılar. Gerçekten de bir ümmetin içerisinde, samimane ve içten gelerek ağlayan birisi olursa, onun hatırına Allah-u Teala bütün ümmete merhamet eder."

Başka bir rivayette yer aldığına göre, İmam sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde, üç göz haricinde diğer bütün gözler ağlayacaktır: Allah'ın haram ettiği şeylere bakmaktan çekinen göz; Allah yolunda uykusuz kalan göz; Allah korkusundan geceleri ağlayan göz."

New Page 1 بسم الله الرحمن الرحيم

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

Birkaç sebepten dolayı Kumeyl duası sonsuz nur kaynağı olan "Bismillah" ile başlamaktadır:
1- Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) Resulullah'tan (s.a.a), o da alemlerin Rabbinden şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
"Allah'ın isminin anılmadığı her büyük iş, kısır ve neticesiz kalır."

2- Merhum Tabersi, değerli kitabı "Mekarim'ul Ahlak" da Hz. Musa b. Cafer'den (a.s) şöyle buyurduğunu naklediyor:
"Her kim bir hüzün ve gam içinde kalır da başını göğe doğru çevirerek üç defa "Bismillahirrahmanirrahim" derse, Allah-u Teala inşallah hüzün ve kederini ortadan kaldırır.."
3- Çok önemli bir hadiste şöyle buyurulmuştur:

"Bismillahirrahmanirrahim ile başlayan bir dua, Allah-u Teala'nın dergahından geri çevrilmez."
4- Resulullah (s.a.a) cehennem ateşinin zebanilerinin 19 tane olduğunu belirterek şöyle buyurmuştur: "Eğer bir kimse Allah-u Teala'nın kendisini o 19 zebanin elinden kurtarmasını istiyorsa, 19 harfli olan "Bismillahirrahmanirrahim" cümlesini okumaya çalışsın. Böylece Allah-u Teala ondan her harfi, o 19 zebani için bir kalkan karar kılar."

5- Resulullah'tan (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her ne zaman bir öğretmen "Bismillahirrahmanirrahim" cümlesini bir çocuğa öğretirse, Allah-u Teala o çocuğun, annesinin, babasının ve öğretmenin cehennem ateşinden kurtuluşlarını takdir eder."

6- İslam Peygamberi'nden (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ümmetimi kıyamet gününde amellerinin hesaplandığı yerde durduracaklar ve amellerini terazi ile tartarlar. İyiliklerinin kötülüklere ağır bastığını gören diğer ümmetler feryat ederek: "İyilikleri az olmasına rağmen neden iyilikler kefesi kötülükler kefesinden daha ağır geldi" diyeceklerdir. Peygamberleri onlara şöyle cevap vereceklerdir: "Çünkü onlar konuşmaya başlayınca, Allah-u Teala'nın isimlerinden üç ismi (Allah, Rahman, Rahim) zikrederlerdi.

Eğer bu üç ismi terazinin bir kefesine ve Adem oğlunun iyi ve kötü amellerini de diğer kefesine koysalar, hiç şüphesiz bu üç isim kefesi daha ağır gelir."
7- İmam Rıza'nın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bismillahirrahmanirrahim", ism-i a'zam'a, gözün siyahlığının beyazlığına yakınlığından daha yakındır."

Hiç şüphesiz dua, özellikle de Kumeyl duası, Allah'ın ism-i a'zam'ı ile başlarsa, kesinlikle kabul olacaktır ve duası istekleriyle birlikte Allah-u Teala tarafından kabul görecektir.
"Bismillah" öylesine temiz bir şaraptır ki ruh damağı ve kalp boğazı aşk sâkisinin elinden içince, nitelendirilmesi imkansız bir vecd, neşat ve heyecan hali ortaya çıkar, meczub kimse maşuka cezbolur, mahbubta vuslata erinceye kadar durmadan çırpınır ve bu yolu hiçbir yorgunluk hissetmeden kateder.

Aşk meyinden sarhoş olurum ben
Bir bakışla elden olurum ben
Baş ve yüceliğin zirvesi önünde
Düşerim ve küçülürüm ben
Yarin gamzesi olursa saki
Bade içmeden sarhoş olurum ben
Bu elden bir bade isterse
Mey içen ve mey aşığı olurum ben
Onun yolunda ayaklarımdan olurum
Yavaş yavaş ellerimden olurum ben
Gerçi aşkta yok oldum "Feyz"
Yine aşktan mest olurum ben


Bismillah'ın İncelikler ve İşaretlerinin Panoraması

"İsm" kelimesi sarf ve nahiv ilminin önde gelenlerinin görüşüne göre, "sumuv" kelimesinden türemiştir ve yücelik, büyük ve üstünlük manalarına gelmektedir.
Yüce Allah, insan "ism" lafzını söylerken diline dikkatli olsun diye bu nurani cümlede onu "ba" harfi ile bir arada zikretmiştir.

Allah-u Teala kulundan dostun ismini zikredince, yüce dosta tevessül etmesini ve dosta tevessülün ise sadece dostun ismini zikretmekle hasıl olmadığını, belki gönlünü ahlaki kötülüklerden, ruhunu manevi pisliklerden, dilini boş sözlerden, lakırdılardan ve diğerlerini anmaktan temizlemediği müddetçe, ruhun gerçek sevgilinin tecelli yeri haline gelmeyeceğini ve tevessül edemeyeceğini bilmesini istemektedir.

Hakeza insan bilmelidir ki kalp temizliği, ruh güzelliği, halis niyet, kendi zati yoksulluğu ile Allah'ın ihtiyaçsızlığına teveccüh etmeden Allah'ın mübarek ismini dile getirmek, çok büyük edepsizlik ve küstahlıktır.
Bin defada ağzımı misk ve gülsuyu ile yıkasam bile Yine de ismini anmak büyük edepsizliktir.

Yüce Allah, en yüksek kutsallık ve temizlik mertebesindedir. Topraktan yaratılmış insan ise bağımlılık ve kirliliğin en aşağı mertebesindedir. Ve bu aşağılık makamdan ve rezalet mertebesinden izzet mertebesine vasıtasız ve sebepsiz ulaşılmak mümkün değildir.

Bundan dolayı yüce Allah "Bismillahirrahmanirrahim"i kendisi ile kulları arasında vasıta ve vesile karar kıldı ki insan bu yüce ve ilahi sözün manasına ve anlamına bağlanarak ve hakikatlerini düşük ruhunda tecelli ettirerek yükseliş makamına adım atsın ve Allah'ın celal ve cemalini görme kabiliyetine ulaşabilmesi için de gaybın kapıları yüzüne açılsın.

Aşık bir arif ve bilinçli bir gönül sahibi şöyle diyor: "Ba" harfi, hareketin evveli, başlangıcı ve yol göstericisidir. "Ba" harfinden marifet sırının bir şifresi olan "sin" harfine kadar sonsuz çöller ve uçsuz bucaksız sahralar vardır ve "ism" kelimesinin "elif" harfinin bu sonsuz çöllerde ve uçsuz bucaksız sahralarda "ba" ile "sin" arasında silinişi de bu yolun yolcusunun enaniyet ve bencilliğini Tevhid nuruyla yok edip, dostuna olan sevgi ve aşk ateşinde yakmadığı ve kendisinde kulluk ve teslimiyetten başka hiçbir şey kalmayana kadar çabalamadığı müddetçe, marifet sırrına ulaşamayacağına ve "mim"in nurani sahasında yol muradını bulamayacağına işarettir.

Hal ehlinden bir grup da şuna inanmaktadır ki; "ba" harfi, Allah'ın herkese yaptığı iyiliğe işarettir ve genelde ise nefis ehli olan halkın avam tabakasına aittir. "Sin" ise kalp ehli olan haslara verdiği sırrından ibarettir. "Mim" ise sır sahibi olan hasların hassına nasib olan muhabbet ve sevgisinin nişanesidir.

Kafi, Tevhid-i Saduk, Meani'l Ahbar, Tefsir-i Ayyaşi gibi değerli kitaplarda İmam Sadık'tan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bu üç harfin her biri Esma'ül Hüsna'dan bir isme işaret etmektedir: "Ba" Allah'ın "beha"sına (güzelliğine), "sin" Allah'ın nurunun yüceliği ve üstünlüğü anlamındaki senasına ve "mim" ise Allah'ın azamet ve büyüklüğüne işaret etmektedir."

Bazı meczub aşıklar ise şöyle demişlerdir: "Ba" Basir'e (Gören'e), "sin" Semi'e (İşiten'e), "mim" de bir bir sayan anlamındaki "Muhsi" ismine işaret etmektedir.

Burada güya "bismillah" lafzını söyleyen kimseye şu hakikat anlatılmak istenmektedir: Basir'im; öyleyse gizli ve açık yaptığın bütün işleri ve amelleri görmekteyim. Semi'im; yani bütün söylediklerini ve dualarını duymaktayım. Muhsi'yim; yani aldığın bütün nefeslerini saymaktayım.

Bundan dolayı basiretim karşısında amellerinde riya ve gösterişten uzak dur ki sana sonsuz ecir elbisesi giydireyim. Semi oluşum karşısında boş ve batıl sözlerden uzak dur ki sana feyz, sefa, mağfiret ve ıslah elbisesini giydireyim ve Muhsi oluşum karşısında bir an dahi gafil olma ki bunun karşılığında da sana lika (görüşme) huzurunu ihsan edeyim.

Aşık arifler, meczup salikler ve Allah aşkıyla yananlar şöyle diyorlar: "Bismillah"ın yüce manasından ancak dostlarının belasına sabreden, batınını ve sırlarını sırat-i müstakim yoluna göre ayarlayıp "mim"in nurlu fezasını yakalayan kimseler faydalanır.

Senin eteğine sevgi elini uzatınca
Senin sevginle iki cihanı terk ettik biz
Senin dergahına ihtiyaç yüzü putunu bırakınca
Haremi, tapınağı ve kiliseyi terk ettik biz
Kadeh, fıçı ve kupa mestliğimize yakışmaz
Deryayı geçen o badecileriz biz
Her akşam ben ve kadehin ağlama sevincinden
Mina kümbetinin dönüşüne gülmüşüz biz
Tarikat pirinin ayağına kapanınca biz
Dünya ve bağlılarının alnına ayak bastık biz
Hüma'ya aşık olana şehirde yer vermediler
Ben ve gönül bir müddet çöle çadır kurduk biz.

Mübarek Allah kelimesi, bütün kemal, cemal ve celal sıfatlarını bir arada toplayan mukaddes zat için kamil bir isimdir.

Allah lafzının içerisinde üç mananın olduğu söylenmiştir:
1- Ezeli, sonsuza kadar kalıcı ve zatı sürekli olma.
2- Akıllar ve vehimlerin, O'nun marifet karşısında şaşkınlık ve hayret içinde olmaları; ruhların ve akılların O'nu talep etmede avare ve çaresizlikleri.
3- Bütün yaratıklar ve varlıkların mercisi ve dönüş yeri.
İncelik ve işaret sahibi kimseler şöyle demişlerdir: "Allah" kelimesi, ism-i azamdır ve tevhidin temelidir. Kafir onu söylemekle (elbette doğru bir niyet içinde kalbi diliyle söylediğini tasdik ettikten sonra) kafirliğin en aşağı seviyesinden imanın üst seviyesine geçiş yapmaktadır.

Kafir bu kelimeyi söylemekle, gaflet ve pislik dünyasından ve yalnızlık ve tehlikeler yurdundan; akıllılık, temizlik, muhabbet ve emniyet dünyasına geçiş yapmaktadır. Eğer "lâ ilâhe illallah" cümlesi yerine; "lâ ilâhe illarrahman" ya da başka bir isim gelirse, kafirlikten kurtulamaz ve İslam dairesine giremez. Kulların kurtuluşu ve özgürlüğü bu nurlu ve temiz isim iledir.

Zakirlerin başarısı, bu ismin şerafetinden dolayı kamil ve tamdır. Onunla başlayan her iş doğru netice verir, sonucu ve neticesi düzenli olur. Nitekim risalet makamının kaidelerinin sağlam olması "Muhammed Resulullah"a ve yine velayet makamının temelinin kalıcılığı ve devamlılığı da "Aliyyen veliyyullah"a bağlıdır.

Bu Allah kelimesinin özelliklerinden biri de şudur ki, eğer Allah kelimesinden "elif" atılırsa, "lillah" (Allah'a aittir) kalır. "İş, eninde sonunda Allah'a aittir." Ve eğer ilk "lam" atılırsa, "lehu" (O'nundur) kalır. "Hükümranlık O'nundur, övülmek O'na mahsustur." Ve eğer ikinci "lam" da atılırsa, "huve" (O) kalır. "De ki O Allah bir tektir." Ve o da Allah'ın zatına delalet eder. Bütün özellikleri ihtiva eden isim ise ism-i a'zam'dır.

Ne mutu o başa ki sana sevdalanmış
Ne mutlu o kalbe ki sana vurulmuş
Melek kıskanır, alem hasret duyar
Sana aşık olan deliye
Kalbim başta sana vuslat temennisi eder
Başım kalpte seni seyretmek ister
İner vuslatından başkası, heyhat
Heyecanlı başta senin sevdan var
Uçmaya gelince kalbim geri kalır mı?
Senin Anka'nın Kaf'ını arzular
Ayrılık sahilinde balık gibi çırpınırım
Ki ruhum sana bağlanmıştır
Can ve kalbimi ona yurt kılarım
Kalb ve can senin yurdun içindir
O heyecanlının ayaklarına kapanırım ki
Sana bağlanacak heyecanlı bir başı var
Ey canan! Fedan edersem kabul et
Zira bu baş seni temenna etmektedir
Nasıl seninle konuşmaktan usanır?
Çünkü Feyz'in kafasında senin arzun var.

"Rahman" kelimesi köken itibariyle "rahmet" kelimesinden alınmadır. Büyük sarf ve nahiv alimleri ve filologlar, bu kelimenin mübalağa kipi olduğunu ve çokluğa delalet ettiğini söylemektedirler. Ve din adamlarının ve ilahi öğretilerin uzmanları nezdinde ise; "hizmet ve ibadet geçmişi olmaksızın bütün yaratıklara genel rahmet bağışında bulanan kimse" demektir.

Keşif ve yakin ehlinin dilinde ise; "hikmet ve kabiliyet tahammülü hasebiyle bütün zerrelere varlık ve kemal bağışında bulunmaktır. Öyle ki eğer bu söz konusu bağış olmasaydı ne bir varlık vücuda gelebilirdi ve ne de kemalden bir eser olurdu."

Basiret ehli kimseler ise şöyle diyor: "Rahman", Allah'ın, bütün yaratıklarından şerri def etmeyi ve onlara hayır ulaştırmayı irade etmesidir.
Bütün zahiri ve batıni nimetler, bir açıdan Allah-u Teala'nın rahmaniyetinin cilvesidir. Bu rahmani cilvelerden bir kısmı "Rahman" süresinde zikredilmiştir.

Defterin başı bilgin Allah'ın adıyla
Yaratıcı, Rab, diri ve kudret sahibi
En büyük, en yüce alemlerin ve Adem'in Rabbi
Suretini güzel yarattı ve siretini alımlı
Bağışlayıcılık ve kula acıma babından
Havadaki kuşa denizdeki balık nasip
Kendi kısmetini yer zengin ve derviş
Kendi rızkını götürür Anka ve sivrisinek
Karıncanın hacetini gayb ilmiyle bilir
Bir kuyunun dibinde, bir taşın altında
Canlıyı nutfeden, şekeri kamıştan yapar
Kurumuş daldan yaş yaprak, çeşmeyi kayalardan
Bal arısından güzel şerbet yarattı
Hurma tanesinden iri hurma ağacı yaratır
Herkesten müstağni ve herkese şefkatli
Bütün alemden gizli ve her şeye açık
Celalinin parlak nuru
Fikrinin ötesinin azametini bilir
Meczub arifin ağzına kendisi dil koyar
Organlardaki kıllar da hamd-u sena eder
Her kim bugünkü nimete şükretmezse
Yarınki rahmet nasibine hasret duyar
Ey Allah'ım! Sen yücesin ve müdebbir
Bütün ayıplardan münezzeh ve beri
Seni hakkıyla övemeyiz biz
Yüce alemlerin bütün sakinleriyle
Sadi aklı aldığınca laf etti
Yoksa vehim ne zaman ulaşır kemaline.

"Rahim" kelimesi, Arap edebiyatçılarına göre "sıfat-i müşebbehe"dir. Bundan dolayı sürekliliğe ve devamlılığa delalet etmektedir. Yani Allah-u Teala'nın merhamet ve rahmeti süreklidir.



Dipnotlar
-----------------------

- Bakara, 186
- Kaf, 16
- İbrahim, 39
- Meryem, 5- 9
- Maide, 112- 115
- Gafir (Mümin), 60
- Mehaccet'ül- Beyza, c. 2, s. 282, Kitab'ul- Ezkar ve'd Da'vat, 2. bab
- a.g.e
- a.g.e.
- Kafi, c. 2, s. 466, Bab-u Fazl'id Dua, 2. hadis
- Kafi, c. 2, s. 467, Bab-u Fazl'id Dua, 8. hadis
- Kafi, c. 2, s. 468, Bab-u Enne'd Dua Silah'ul- Mümin, 12. Hadis Mehaccet'ül- Beyza, c. 2, s. 284, 2. Bab, fi Adab'id Dua
- Kafi, c. 2, s. 471, İlham'ud Dua, 2. Hadis; Mehaccet'ul- Beyza, c. 2, s. 284, 2. Bab (fi Adab'id Dua)
- Kafi, c. 2, s. 470, İnne'd Dua Şifaun min Kulli Dain, 1. Hadis, ve Mehaccet'ül- Beyza, c.2, s.285, Bab'us Sani fi Adab'id Dua…
- Kafi, c. 2, s. 487, Bab'ul- İctima fi'd Dua, 12. Hadis ve Cami-u Ehadis'iş- Şia, c. 19, s. 354
- Müstedrek'ül- Vesail, c. 5, s. 239, 36. Bab, 5772. Hadis ve Cami-u Ehadis'iş- Şia, c. 19, s. 354
- Vesail'uş- Şia, c. 7, s. 104, 38. Bab, 8856. Hadis
- Vesail'uş- Şia, c. 7, s. 105, 39. Bab, 8860. Hadis
- Yusuf, 87
- Zümer, 53
- Kenz'ul- Ummal, 5869 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 10, s. 5046, el-Kunut, 17109. Hadis
- Müstedrek'ul- Vesail, c.12, s.59, 64. Bab, 13507. Hadis
- Kafi, c. 2, s. 489, Bab-u Men Ebtaet aleyhi el-İcabet, 2. hadis
- a.g.e., 3. hadis
- Kafi, c. 2, s. 466, çeşitli bablarda ve Mehaccet'ül- Beyza, s. 268- 349

- el-Muknia, s. 155 ve Bihar'ul- Envar, c. 86, s. 271, 2. Bab, 13 ve 19. Hadisler
- Bihar'ul- Envar, c. 86, s. 282, 2. Bab, 27. Hadis
- a.g.e, c. 86, s. 283, 2. Bab, 28. hadis
- Müstedrekat-u İlm-ir Rical, c. 6, s. 314
- Resail-u Seyyid Murteza
- Bihar'ul- Envar, c. 33, s. 399, 23. Bab, 620. Hadis
- Müstedrekat-u İlm'ir- Rical, c. 6, s. 314
- Misbah-i Kef'ami, s. 555
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 2, s. 285; Adab-ı Dua ve Hiye Aşeretun
- a.g.e.
- Kafi, c. 2, s. 481, Bab'ul- Buka, 1. Hadis
- Kafi, c. 2, s. 80; Bab-u İctinab'ul- Meharim, 2. Hadis
- Tefsir-i İmam Askeri, s. 25, el-İftitah-u bi't Tesmiye…ve Vesail'uş Şia, c. 7, s. 170, 18. Bab. 9032. Hadis
- Mekarim'ul- Ahlak, s. 346, fil Mühimmat ve Bihar'ul- Envar, c. 92, s. 159, 15. Bab
- Müstedrek'ül- Vesail, c. 5, s. 304, 16. Bab, 5929. Hadis
- 4 ila 7. rivayetler Fatihat'ul- Kitab eserinde mevcuttur.
- Divan-i feyz-i Kaşani, 2, 836, 424. gazel
- Rum, 4
- Teğabün, 1
- İhlas, 1
- Divan-i Feyz-i Kaşani, 2, 745, 305. Gazel
- Sadi-i Şirazi, Divan-i Eşar, 1. numara


3
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi



Konunun Devami

Din ehli kimseler ise şöyle demişlerdir: "Rahimiyet rahmeti"; hidayeti kabul eden, Allah'ın helal ve haramlarına riayet eden, kendisini güzel ahlakla bezeyen, eşsiz ve benzeri olmayan değerli nimetler karşısında Allah'a şükreden mümin ve gerçekten Allah'a yakin bir kalple iman edenlere özgüdür.

İslami eserlerde yer aldığına göre de Rahman'ın manası; "Bütün varlıklara, ister mümin olsun ister kafir, ister iyi olsun ister kötü, her insana rızk vermek demektir. Rahimiyet rahmetinin manası ise; insan türüne manevi olgunlukların verilmesi ve iman ehlinin dünyada ve ahirette bağışlanması manasını içermektedir.

Rahmanlık ve rahimliğin içerisinde afiyet manası gizlenmektedir; biri dünyevi afiyet diğeri ise uhrevi afiyettir. Rahimiyet rahmeti, ibadetlerinin ve güzel amellerinin kabul olmasından dolayı muti kullara şamil olmaktadır ve günahlarının bağışlanması ve kötülüklerinin silinmesinden sonra imanlı asilere de şamil olmaktadır.

İyiler ve güzel amel işleyenler de yaptıkları kulluktan dolayı, rahmetin inmesini beklemekteler. Kötüler ve kötü amellerde bulunanlar da ihtiyaçlarından, çaresizliklerinden ve yoksulluklarından dolayı bu nimete ümit bağlamaktadırlar.

İbn-i Mübarek şöyle diyor: "Rahman"; kendisinden bir şey istediğinde elinden tutan ve "Rahim" ise; kendisinden bir şey istemediğin zaman rahatsız olan kimsedir."

Bir arif şöyle demiştir: Allah-u Teala canlılara rızk verdiğinden dolayı Rahman'dır ve imanlıların günahlarını bağışlamasından dolayı da Rahim'dir. Rızkını temin etmek için kendi ticaret ve kazancına değil, O'nun Rahman oluşuna itimat et ve aynı zamanda ticaret ve kazancını da elden bırakma. Zira bu akıl ve şeraite aykırıdır.

Aynı şekilde günahlarının bağışlanması hususunda da kendi amellerine değil, Allah'ın rahimliğine güven. Ama bununla birlikte amel etmeyi de terk etme. Çünkü amelleri terk etmek, Allah'ın emrine ters düşmek ve şeytanla beraber olmak demektir.

Bir grup sır ehli kimseler ise şöyle demişlerdir: "Kulun üç hali vardır: Birinci hali; varlığa ihtiyaç duyduğu yokluk halidir.
İkinci hali; ayakta kalabilmek için vesilelere ihtiyaç duyduğu varlık ve mevcudiyet halidir.
Üçüncü hali ise; kıyamet gününde hazır bulunma ve mağfirete ve bağışlanmaya ihtiyaç duyma halidir. Bu üç hal, yüce Allah'ın şu üç mübarek isminde gizlidir:

Allah; yani bütün kamil sıfatları kendinde toplayan. Seni yokluk aleminden varlık alemine nasıl getirdiğini bir düşün.
Rahman O'dur. Hayat ve bekan için gerekli olan araç ve gereçleri nasıl da temin ettiğine bir bak!
Rahim O'dur. Kıyamet gününe kadar beklersen, seni rahimliği ile korumaya aldığını ve günahlarını bağışlayarak üzerini örttüğünü göreceksin.

Hakikat aşıkları ile basiret ve ilim sahibi kimseler şöyle demişlerdir: İnsan kalp, nefis ve ruhtan teşkil olmaktadır. Nefis, rızk ve ihsan istemekte; kalp, iman ve marifeti temenni etmekte ve ruh ise hoşnutluğu ve rahmeti talep etmektedir. Ve bunlardan her biri yukarıdaki isimlerden birinden nasiplerini almaktadırlar. Kalp, "Allah" adından iman ve marifet zevkini almakta; nefis, "Rahman" adından rızk ve nimete ulaşmakta; ruh ise "Rahim" adından hoşnutluğa ve rahmete bürünmektedir.

Bir kimse can-u gönülden bu üç mübarek ismin manasıyla kendisini terbiye ederse, Allah'tan başka her şeye kulluk ve ibadet etmekten sakınır, Allah'ın diğer kulları içerisinde bağış ve bağışlama kaynağı haline gelir ve herkesi lütuf ve şefkatinden nasiplendirir.

Allah'ın rabbani feyz hazinesi ve nurlu kelamı olan "Bismillah" kelimesini, uyanık olunan tüm vakitlerde ve her iyi işin başlangıcında zikretmemiz tavsiye edilmiştir.

Onu söyleyen kimse, gerçek manasını göz önünde bulundurarak, halis bir niyet içinde Allah'a yaklaşmak için vesile kılarak, batınını maddiyat pisliklerinden ve yersiz isteklerinden temizlemek amacıyla ve de acı ve sorunlarını gidermek için zikrederse, onun yüce eserinden ve değerli faydalarından mutlaka nasiplenecektir.

Resulullah'dan (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim günde 10 defa "Bismillahirrahmanirrahim" ve "la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" derse, günahlarından arınır. Ve Allah-u Teala onu cüzam, felç, abraşın da bulunduğu 70 beladan korur."

Hakeza Peygamber (s.a.a) efendimizden şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim "bismillah" derse, Allah-u Teala onun her harfine karşılık dört bin sevap yazar ve dört bin günahını da bağışlar."

Bir rivayette ise şöyle yer almıştır: "Kim yemeğe başlarken "Bismillah" derse, şeytan onun sofrasına ortak olamaz ve kim de onu söylemekte gaflet eder ve yemek yerse şeytan onun arkadaşı olur."

Ey keremin kimsesizlerin yoldaşı
Senden başka kimsesizlerin kimsesi yok
Kimsesizim, munisim sensin
Kime yöneleyim ki kimsem sensin
Ey cemalinden cihan nurla dolu alem
Etrafındaki nur zuhur hicabı
Üstte ve aşağıda senden başkası yok
Hepimiz hiçiz her ne varsa sensin
Ey iki cihan seni seyretmekte fani
Seni senden başka tanıyan yok.

"Allah'ım! Her şeyi kaplayan rahmetin hakkına senden talep ediyorum."
Bu arşî cümlenin, melekuti sözün ve semavi hazinenin birçok şifreleri, işaretleri ve incelikleri vardır. Biz burada gerektiği kadar bunları açıklamaya çalışacağız.

"Allahümme", köken itibariyle "Ya Allah"dır. "Ya"yı hazf edip onun yerine "mim"i teşdit (şeddeli mim) getirmişlerdir ki Allah'ın yüce mertebesi, üstünlüğü, azameti ve büyüklüğü daha iyi vurgulansın. O'nun mukaddes vücudu bütün varlıklara göre öncelikli ve ezeli olduğu ve hiçbir şey O'ndan önce olmadığı hasebiyle "Allah" kelimesinde bu hakikate riayet edilmelidir. Dolayısıyla "Allah" lafzı bütün kelime ve harflerden öne geçirilmelidir ki hakiki vücut ile lafzî vücut arasında bir uyum sağlanmış olsun ve hakiki şanına riayet edildiği gibi lafzî şanına da o şekilde riayet edilsin.

Duacı yüce Allah'ın mukaddes vücuduna sesleniyor ve O'nu dikkate alarak tatlı bir dille "Allahumme" diyorsa, bilmeli ki; aziz ve maşuk olan Allah'ın izni ve cazibesi olmasaydı, aşık maşuk ile bir kelime dahi konuşacak kudret bulamaz, dua etmek için ona bir adım atmaya güç yetiremez, dili açılmaz ve dua edecek hali kalmazdı.

Allah'a seslenen kulun dili, Allah'ın kudretine bağlanarak "Allahumme" demeli ve duacının dertleşme dili O'nun lütuf ve keremi ile açılmalıdır.

Hak Teala'ya teveccüh eden, Hak Teala'nın mukaddes vücuduna seslenen ve dil ve hal lisanıyla "Allahumme" diyen dua ehli kimse, şu hakikati göz önünde bulundurmalıdır: Eğer Hak Teala'nın cazibe, çekiş, izin ve müsaadesi olmasaydı, şeyda aşığın bir kelime olsun maşukla konuşmaya gücü yetmezdi ve dua etmeye doğru bir adım olsun atamazdı. Konuşan dili lal kesilir ve hal elde etmesi imkansız hale gelirdi.

Hak Teala'ya seslenen kimsenin dili, Hak Teala'nın kudretine bağlanarak "Allahumme" demektedir ve dua eden kimsenin hal dili Allah'ın lütuf ve keremiyle açılmaktadır.

Dua eden kimse şu hakikate teveccüh etmelidir ki, Hak Teala'nın izni olmadıkça ihtiyaç sahibinin ihtiyacını dile getirmesi mümkün değildir ve Allah'ın iradesi kulun üzerine tecelli etmediği takdirde kul, asla dua ve taleplerini O'nun huzuruna arzedemez.

Evet, dua O'nun öğretisidir. Duacının hayatı O'nun emirlerinin bir tecellisidir. Duacının söz ve hal dili, O'nun iradesi altındadır. Öyleyle her şey O'ndandır ve O'nun malikiyeti ve kudreti altındadır.

Ey Allahım! Benlikten kurtar beni
Bu bela muhitinden kurtar beni
Bir an benlikten kurtar beni
Senden gayrisinin hüznünden kurtar beni
Kalbim dünyanın vahşetinden sıkıldı
Bu fena diyarından kurtar beni
Nefs-i emmare beni hedef almıştır
Heva ve heves belasından kurtar beni.

"İnni es'eluke" cümlesindeki "inni" kelimesi, "ben" manasındadır. Fakat burada, firavunluk kokan bencillik anlamında değildir. Bu melekuti cümlede ve duanın diğer yerlerinde işaret edilen ben, doğal ben, akli ben, vücudi ben, üstün ben ve bağımsız benlik anlamında değildir. Bu manevi ortamda kastedilen ben, zati fakirlik, yoksulluk, muhtaçlık ve tevazudur.

Dua eden kimse, bu makamda kendi zati benliğinde, fakirlik, düşüklük, zillet, çaresizlik, yalvarıp yakarma, huzu, huşu, miskinlik ve düşkünlükten başka hiçbir şey görmez ve yüce Allah'tan rahmet, keramet, lütuf, muhabbet, ihsan, adalet, af ve mağfiretten başka bir şeye tanık olmaz. Bundan dolayı muhtacın, muhtaç olmayandan istemesi, dilenci ve miskinin yüce ve zatî açıdan gani olandan dilenmesinin ifadesi olarak istek elini uzatır ve isteklerini O'nun geniş rahmetinden yardım alarak açığa vurur.

"Bi rahmetike elleti vesiat kulle şey" Mahbub'un rahmeti her şeyi sarmış, zahirde ve batında olan her şeyi de kuşatmıştır.
Bu bol rahmet, yüce Allah'ın herkese verdiği feyzdir ki, onun bereketiyle her şey karanlık ve yokluk aleminden, aydınlık ve varlık alemine intikal etmiş, her şeyi yerli yerince karar kılmış ve her birinin gelişmesi, büyümesi, maddi ve manevi cihetten eğitilmesi için gerekli olan araç ve gereçleri yeteneklerine ve kabiliyetlerine uygun olarak temin etmiş ve hiçbir esirgeme olmaksızın hizmetine sunmuştur.

"Enis'ul Leyl" adlı değerli kitapta şöyle yer almıştır: Allah-u Teala'nın genel feyzinin misali güneş misalidir. Güneş ufuktan doğunca ışınlarını hiçbir ayrıcalık göstermeden ve hiçbir esirgemede bulunmadan bütün her şeyin üzerine yaymakta ve bütün varlıklar kendi kabiliyetleri oranında bu ışınlardan hakkıyla istifade etmektedir.

Aynı şekilde görünen ve görünmeyen, küçük ve büyük bütün varlıklar bu umumi feyzin ve genel rahmetin kuşatması altında bulunmaktadır. Hatta mikroskopla dahi görülmeyen o küçücük şeyler, O'nun rahmet dairesi dışında değildir ve bütün bu varlıklardan her biri, kendi kabiliyeti miktarınca yüce Allah'tan nasibini almakta, O'nun gölgesi altında büyüyüp gelişmekte, maddi ve manevi cihetten kemal derecesine ulaşmaktadır.

Dünyanın bir ucundan diğer ucuna, gayb aleminden varlık alemine, zahirden batına, yüksekten alçağa, görünenden görünmeyene kadar her şey bütün varlığıyla yaratıcının, rızk verenin ve varlık aleminin yaratıcısının rahmetinin sınırları içerisinde ve sonsuz feyz kaynağı ile yaşamını sürdürmektedir. Bir an dahi bu feyzden ayrı değillerdir; ondan ayrılmaya da güç ve kudretleri yoktur. Farzen bu geniş rahmet ve feyizden ayrılmaya güçleri yetse, o zaman da varlık aleminden bir eser kalmayacaktır.

Varlıkların yaratılması, mahlukatın rızkı, bitkilerin gelişmesi, cansız varlıkların kemali, ayetlerin nüzulü, delillerin zuhuru, peygamberlerin gönderilmesi, sapıkların hidayeti, yoldan çıkmışların ıslahı, canlıların hayatı, meleklerin vücuda gelmesi, ölülerin dirilmesi, iyilerin sevabı, kötülerin cezası, müminlerin liyakati, kafirlerin zilleti, kıyametin gerçekleşmesi, cennet ve cehennemin zuhuru, iman ehlinden isyankarların bağışlanması ve bütün varlık aleminde var olan bütün hayır ve iyilikler, yüce Allah'ın umumi feyzinin ve sınırsız rahmetinin bir tecellisidir.

Biz sultan ordusunun dilencileriyiz
Cananı isteyen şehir esiriyiz
Kölenin kendi adı olmaz
Bize ne lakap verirlerse oyuz
Eğer sürerlerse ve eğer bağışlarlarsa
Başka bir yol bilmeyiz biz
Kalp kılıcı yavaş vurduğu için
Baş verelim yüz çevirmeyelim biz
Dostlar yar ile sohbet hevesinde
Altın saçarlar ve biz baş veririz
İlim ve aklı yaratan Allah'a
Ayıbımızı söyleme ki cahiliz
Dünyada biten her yeni gülün
Aşkıyla biz binlerce eliz
Dar görüşlüler meyveye bakar
Biz bostana bakarız
Sen şahsın simasına bakarsın
Biz yaratılış eserlerine hayranız
Dostun hikayesi dışında ne derlerse
Biz bütün ömrümüzde ondan pişmanız
Ey Sadi yarin sohbeti olmaksızın
Bütün alemi hiçbir şeye almayız
Aziz canı terk etmek mümkündür
Ama aziz cananı terk edemeyiz.

Yüce Allah'ın sınırsız rahmetini, umumi feyzini ve sonsuz iyiliklerinin hepsini bizlerin anlaması, derk etmesi ve görmesi imkansızdır.
"Her şeyin" sayılması hakkında, bütün ağaçlar kalem, okyanuslar mürekkep, melekler, cinler ve insanlar da yazıcı olsa dahi, yüce Allah'ın rahmet dairesi içindeki mahlukatın hepsini saymalarına imkan olmadığı gibi onlardan birazını dahi saymaya kadir değillerdir!

Biz Allah'ın bütün mahlukatı kaplayan sonsuz rahmetinin çok az bir kısmını dahi anlamak için, bazı yaratıkların maddi özelliklerini ve bazı manevi gerçeklerini gözden geçirmeliyiz. Belki susuzlukla yanan ruhumuz bu sonsuz denizden bir yudum içer de susuzluğumuzu biraz olsun giderir ve her an bütün mahlukatın üzerine doğmakta olan bu manevi güneşe bakmak bizlere de nasip olur.


Varlık Alemi

Allah'ın geniş rahmetinin zahir ve batınının kapsadığı varlık alemini; uzunluk, genişlik, hacim ve içinde bulunan varlıklar açısından değerlendirebilmek, ölçebilmek ve sayabilmek mümkün değildir.

Eğer insan denen varlığın geçici konak yeri olan ve insanın içindeki bütün nimetler ile gökyüzünden inen bereketlerden istifade ettiği bu evrenin küçük bir parçasına bile ilim ve marifet gözüyle bakılacak olursa, Allah'ın geniş rahmetinin kuşatıcılığının ne anlama geldiğini ve de ne kadar şaşırtıcı bir hakikat olduğu bir zerre de olsa anlaşılmış olacaktır.

Bu cihandaki her şey, mikroskobik bakterilerden ve mikronun binde biri kadar küçük olan virüslerden tut da, bizden milyonlarca kilometre uzakta olan yıldızlara ve gezegenlere kadar olan her şey atomdan meydana gelmiştir.
Atomlar o kadar küçüktürler ki, en güçlü mikroskopla dahi görmek mümkün değildir. Bir toplu iğnenin ucunda elli beş trilyon atom bulunmaktadır. Eğer bu iğnenin ucunu bir apartman büyüklüğünde farz edecek olursak, atomlar duvarlara konmuş sinekler gibi görünecektir.

Atomlar Allah'ın rahmetiyle elektron, proton ve nötron denen üç tane asıl zerreden yaratılmışlardır. Elektron negatif elektriğe ve proton ise pozitif elektriğe sahiptir. Nötron ise hiçbir elektrik yüküne sahip değildir.
Protonlar ve nötronlar birlikle atomları meydana getirmekteler; elektronlar ise tıpkı ayın dünyanın etrafında dönmesi gibi atomların etrafında süratli bir şekilde dönmektedirler.

Sayılma ihtimali olmayan atomlar, dünyanın yapısını oluşturmaktadırlar. Ama dünyanın bu yapı taşlarının nasıl meydana geldiği ve yaratılışlarının ne şekilde gerçekleştiği hususunda Allah'tan başka kimsenin bilgisi yoktur.
"Ben onları, ne göklerin ve yerin yaratılışına ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit tuttum."

Kur'ân açısından kesin olan ve büyük bilginlerin genelinin de kendi kitaplarında geniş çaplı ilmi araştırmalarından sonra kaydettikleri gerçek şudur: Kainat yaratılmadan önce bir boşlukta gezinen bir takım gaz ve duman zerrecikleri mevcuttu ve de bu duman ve gaz zerrecikleri boşlukta çok az çarpışacakları bir şekilde başı boş gezinmekteydiler.
"Sonra duman halinde olan göğe yöneldi…"

Daha sonra yıldızları yaratarak bize en yakın olan birinci göğü süslemeye koyuldu. Şöyle ki milyonlarca zerre ve gaz, büyük bulut kütleleri halinde bir araya geldi, bulut yığınları zerreleri merkeze doğru çektiler. Bunun sonucu kalabalık bulut toplulukları oluştu ve onların zerreleri birbirine yakınlaştı, bu zerrelerin birbirine sürtünmesi sonucunda ısı meydana geldi.

Bazen bu bulutların merkezinde ısı o kadar yüksek bir dereceye ulaştı ki bulut kümelerini ışıklandırdı ve karanlığı aydınlığa çevirdi. Sonuç olarak milyonlarca yıldız bu yığınlardan meydana geldi. O andan itibaren karanlık dünyada nurlar meydana geldi ve gökyüzü bu yıldızlarla süslendi.

Geniş bir atmosfer içinde şekilsiz bir bulut her tarafa eşit bir şekilde yayılmıştı. Madde zerrecikleri birbirine çarparak yeni terkipler meydana getirdiler. Bulut kitleleri dalgalı bir deniz haline dönüştü ve dönmeye başladı. Bu gaz ve duman kütleleri de dönmeye, gürlemeye ve coşmaya başladı.

Her biri bir iklim büyüklüğünde olan dalgaların görülmeyen devinimi ve kırılması, bu denizin bağrında büyük bir fırtına koparıyordu. Bu dalgalar birbirine çarpıyor, birbiri üzerinde kayıyor, birbirinin içine giriyor ve birbirine karışıyordu.

Bu dalgalı denizin içinde dönen bir maddenin dönüşü sonucunda yılan kıvrımına benzer bir şekil (sarmal) ortaya çıktı.
Böylece geniş ve dönen, ortası çıkık ve yavaş yavaş şekillenen bir kütle, evrenin şafağında doğmaya başladı. Şu "Samanyolu" adını verdiğimiz, yani "sütyolu" tabir edilen galaksimiz, onun pazılarının birinde yer almaktadır.

Hak Teala'nın rahmeti ve kudreti sayesinde güneş ve güneş sistemi şu şekilde meydana gelmiştir: Samanyolu galaksimizin bir yerinde çok şiddetli bir fırtına çıktı. Gazların hızlı akımı bu fırtınayı döndürmeye başladı. Döndükçe geniş ve büyük bir sarmal halete büründü. Etrafında ışıklı parçalar hareket etmeye başladı.

Bu çok ilginç Samanyolu galaksisindeki büyük sarmal kütle, öylesine dönmeye devam etti. Sonunda yavaş yavaş gazlar, merkeze doğru çekildi. Orada büyük ve parlak elips şeklinde yoğunlaştı ve sonunda güneş şeklinde tecelli etti. "Aralarında aya aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasını sağlamıştır."

Daha sonra ışıklar halinde güneşin etrafında dönen gaz ve toz kütleleri birbirinden ayrıldı ve her biri sarmal bir küre haline büründü. Her küre ayrı bir yol tutturdu ve bu yolda güneşin etrafında dönmeye başladı. Bu kürelerden bazısı güneşe yakın, bazısı ise güneşten uzaktı.

Güneşe yakın sarmal kütlelerde sıcaklık ve güneşe uzak kütlelerde ise soğukluk hakimdi.
Her sarmal kütlede gaz ve toz zerreleri sürekli hareket halindeydi. Bazı gaz zerrelerinden bir duman yükseliyordu. Tıpkı bir şebnem gibi toz zerreleri üzerine konuyordu. Bu toz zerreleri, birbirine ulaşınca da şebnemin ıslaklığı onları birbirine yapıştırıyordu. Bazen de donmuş su ve çamur parçaları şekline bürünüyordu.

Bu parçalardan milyonlarcası hareket halindeydi. Bir çekim gücü onları birbirine doğru çekiyordu. Böylece bu parçalar birbirine katılıyor, daha büyük kitleler oluşuyordu. Sonunda büyük ve dönen elips bir kütle oluşturuyorlardı. Bu büyük elips kütle, sahip olduğu çekim gücüyle etrafındaki parçaları kendine doğru çekiyor ve günden güne büyüyordu ve sonunda Allah'ın rahmet ve kudretiyle bu büyük elips kütle, yeryüzü şekline dönüştü.

Daha sonra diğer gezegenler de bu sarmal kütlelerden vücuda geldiler. Her gezegen kendi yolunda güneşin etrafında dönmeye başladı. Bunlardan güneşe en yakın olanı Merkür idi. Ondan sonra ise Venüs, daha sonra dünya ve daha sonra da Merih güneşe en yakın gezegenler olmuşlardır. Merih'in öte yanında Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün gibi büyük gezegenler, güneşin etrafında dönmekte idiler. Neptün'ün biraz uzağında ise Plüton gezegeni bulunmaktaydı.

Atom küçük olduğu kadar dünya da o kadar büyüktür ve insan asla bu evrenin bütün sırlarını elde edemez. Işık, inanılmayacak bir hızla saniyede 300, 000 km. hızla hareket etmektedir. Bu hıza rağmen, en yakın yıldızın ışığı dünyamıza ulaşıncaya kadar 4 yıl kadar bir süre yol almaktadır.

Mercek kalınlığı beş metre olan California'nın Paluma dağındaki teleskop, ışınları yüz milyon yıl sonra bize ulaşacak olan yıldızları dahi uzayda görebilmektedir.
Yeni teleskoplarla görebildiğiniz yıldızların sayısı, o kadar fazladır ki eğer yüz yıl gece gündüz onları saymaya kalkacak olursak ve her saniye bir yıldızı sayacak olursak bu müddetin sonunda henüz de yıldızların tümünü sayamamış oluruz.

Samanyolu; merkez bölümü kalın olan büyük bir daire şeklindedir ve milyarlarca yıldızı barındırmaktadır. Uzunluğu yüz bin ışık yılı, merkezdeki kalınlığı ise yirmi bin ışık yılıdır.

Bugün artık en büyük dürbünlerle dahi gökyüzünü ve gezegenleri görmek mümkündür. İhtimalen evrende yüz elli milyon galaksi mevcuttur. Birbirine komşu olan iki galaksi arasındaki uzaklık ise iki milyon ışık yılıdır.

Bu büyük sistem tanınmayan evrenin sadece küçük bir bölümüdür. Bu bölüm sadece sınırlı teleskoplarla görülen küçük bir bölümdür. Geriye kalanı ise büyük teleskopların bile göremediği; uzunluk, genişlik, hacim ve sınırlarını ilmin çözemediği ve de yaratıcıdan başka hiç kimsenin niteliğinden ve kimliğinden haberdar olmadığı büyük bir bölümdür.

Eşsiz basiret sahibi, Allah'ın büyük ayeti, bilgin ve salih bir kul olan Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin (a.s) söylediği gibi yaratılış, Hak Teala'nın rahmetinin ihatası altındadır. Bu rahmet, varlıkların yaratılmasına, gelişine, kendilerine hayrın ulaşmasına, kötülüklerin def edilmesine, varlık aleminin şekillenmesine ve düzene girmesine neden olmuştur.


Dünyanın En Değerli Misafiri İnsan

Varlık aleminin süslenmesi, dünyanın nizama sokulması, yaşam için gerekli maddelerin hazırlanması ve sofraların nimetlerle donatılmasının ardından Allah-u Teala'nın iradesi, kendi rahmet ve sevgisi esasınca belli bir süre için evren misafirhanesinde kendi manevi halifesi olarak yüce bir misafiri, değerli bir yaratığı ve cisim, ruh, beyin, kalp ve fıtrat ve kerametten oluşan bir varlığı teklif tahtına oturtmayı diledi.

Ta ki varlık aleminin sürekli faaliyetlerinden dolayı varlığının gayesi ortaya çıkan nimetlerden güç ve enerji elde etsin ve onları ilahi kitaplar, peygamberler ve imamların kılavuzluğu ile uyumlu kılarak Allah'a kulluk ve ibadet ile kendi türdeşlerine ve diğer mahlukata hizmet yolunda kullansın.

Daha sonra ölüm köprüsünü geçerek başka bir dünyaya adım atsın ve orada yapmış olduğu çalışmaların neticesinde ve olumlu çabaların karşılığında sonsuza kadar Allah'ın maddi ve manevi sonsuz nimetlerinden, amber kokulu cennetlerinden faydalanarak sürekli Allah'ın rahmetinin gölgesinde sağlıklı ve sıhhatli, sevinçli ve neşeli bir şekilde yaşasın.

Şimdi de insanın zahir ve batınını kuşatmış olan Allah'ın geniş rahmetinin eserlerine bir göz atalım.

İnsanın Meydana Geliş Merhaleleri

Kur'ân-ı Kerim insanın cenin dönemindeki hayatını çeşitli merhalelere ayırarak şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz o sizi çeşitli hallerde yaratmıştır."

Birinci Merhale: Toprak

"Andolsun biz insanı çamurdan (süzülüp çıkarılmış bir özden) yarattık."
İnsan nutfesi çeşitli bitkiler, et ve süt ürünleri gibi yiyeceklerden meydana gelmiştir. Hayvanlar bitkilerden beslenmekte, bitkiler de gıdasını topraktan almaktadır.

O halde belli aşamalardan sonra insan şeklini almakta olan insanın nutfesi topraktan meydana gelmektedir.
Yeni buluşların da gösterdiği gibi toprakta bulunan demir, bakır, kalsiyum, iyot vb. elementlerin özü, insan bedeninde de mevcuttur ve insan sürekli bir şekilde bitkiler ve hayvanların vasıtasıyla topraktaki gıdaları almakta ve bu vesileyle üremeyi sağlamaktadır.


İkinci Merhale: Su

"İnsanı sudan yaratan O'dur." Biyologlara göre insan tıpkı sular içinde kalmış olan bir süngere benzemektedir. 70 kg. ağırlığındaki bir insan bedeninde, 50 litre su bulunmaktadır ve bu oranlama sabittir. Bundan dolayı insanın, bedenindeki su oranının % 20'sini kaybetmesi halinde tekrar sağlığına kavuşması çok zor olacaktır.

İnsan bedeninin hücrelerindeki su, çok sayıda potasyum içermekte ve pratik olarak tuz bulundurmamaktadırlar. Fakat hücrelerin dışındaki sıvı kısımlarda potasyum bulunmamaktadır ve çok fazla tuz içermektedir. Hücrelerin dışındaki sular küçücük moleküllerine kadar milyonlarca yıl önce ilk canlı varlığın vücuda geldiği deniz suyuna benzemektedir.

Daha sonra suda yaşayan canlılar, karaya yönelmeleriyle içlerindeki denizi de kendileriyle birlikte karaya taşıdılar. Çünkü karada onsuz yaşamak onlar için mümkün değildi.
Evet, kuru ve yakıcı çölde, okuma yazma bilmeyen cahil bir toplumda, hiçbir ilmi vasıta olmadan Kur'ân esrarengiz mucizesiyle şöyle ilan etti: "O'dur ki insanı sudan yarattı."


Üçüncü Merhale: Alak

"O insanı Alak'tan yarattı." "Alak" sözlüklerde kadının rahminin duvarına yapışan küçük hayvancık olarak belirtiliyor. Bazı yerlerde sülük ve kan emici, hareket eden bir hayvan olarak da adlandırılmıştır. Günümüzde spermatozid mikroskopla incelendiğinde bol miktarda hareket eden canlı hayvancıklar göze çarpmaktadır. Bu hayvancıklar rahime ulaştıklarında sülük gibi rahmin duvarlarına yapışmaktadırlar.

Spermatozidin büyüklüğü yaklaşık olarak 4 cm³'tür ve her santimetresinde 100 ila 200 milyon küçük hayvancıklar bulunmakta ve bu hayret verici hayvancıkların tümü toplu olarak dişi hücre "ovül"e (yumurtaya) ulaşmayı amaçlamaktadırlar.

Genç bir kadının yumurtalığında yaklaşık olarak üçyüz milyon tane olgulaşmamış yumurta bulunmaktadır, fakat bunlardan sadece 400 tanesi olgunluk kazanmaktadır. Yumurtayla spermin karşılaştığı yer Fallop tüpüdür. Yumurta spermin kendisini bulabilmesi için özel bir sıvı salgılar. Spermler de bu sıvıyı izleyerek hedeflerine ulaşırlar.

Adetten kesilme zamanında ince kirpiksi tüycükler, yumurta hücresini, Fallop borularından biri vasıtasıyla rahime doğru ilerletir ve böylece de yumurtacık erkek spermleri kabul etmeye hazır hale gelir!

Dördüncü Merhale: Değersiz Sudan Yaratma

"Sonra insan neslini hakir bir sudan yarattı." Spermler yani hayvancıklar, Kur'ân-ı Kerim'in tabirine göre alaklar ve erkek hücreler, erkeğin spermatozidi ile birlikte yumurtalığın ağzına varır, içeri girdikten sonra onların arasında ansızın bir çatışma başlar. Bu acayip çatışma ortamında 200 milyon sperm saatte 15 km.

hızla kadının yumurtasına ulaşmak için yarışır ve fazla bir zaman geçmeden spermlerin ilk sırası yumurtalığın duvarına ulaşır. Yumurta spermin kendisini bulabilmesi için özel bir sıvı salgılar. Spermler de bu sıvıyı izleyerek hedeflerine ulaşırlar. Yumurta ise bir tuz tanesinin ancak yarısı büyüklüğündedir. Yumurtayla spermin karşılaştığı yer Fallop tüpüdür

Ansızın kuyrukları çok süratli hareket eden binlerce hayvancık yumurtalığı kuşatır. Hayvanların bu hareketlerine mikroskopla bakıldığında hafif rüzgarda hareket eden çimeni andırmaktadırlar.

Bu hareketlilik, hayvanlardan bir tanesi yumurtanın içine girene kadar devam etmektedir. Bütün spermler ilk olarak yumurtanın içine girmeye çalışır. Yumurtayı dölleyecek sperm yumurtaya yaklaştığında yumurtanın salgıladığı bir sıvı spermin koruyucu zırhını eritir ve spermin ucundaki eritici enzim kesecikleri açığa çıkar.

Sperm yumurtaya ulaştığında bu enzimler yumurtanın zarını delerek spermin içeri girmesini sağlar. Yumurtanın etrafını kuşatan spermler içeri girmek için büyük bir yarışa başlarlar. Yumurtayı genelde tek bir sperm döller ve bu andan sonra başka bir spermin içeri girmesi ihtimali kalmaz. Bunun sebebi yumurtanın etrafında bulunan elektriksel alanın ilk spermin içeriye girmesiyle itici özellik kazanmasıdır.

Böylece ilk sperm zarı delerek yumurtalığa girdikten sonra delik yer kapanır, yumurtanın protoplazması da toplanıp diğer spermlerin içeri girmemesi için bir tür sıvı salgılar. Sonuçta 200 milyon spermden sadece bir sperm yumurtayla birleşir ve insan denen varlık meydana gelmiş olur. Elbette Allah'ın istemesi ve kuşatıcı rahmet sayesinde iki ya da üç sperm de yumurtayı dölleyebilir ve bunun sonucunda da rahimde ikizler ya da üçüzler meydana gelir.

Beşinci Merhale: Emşac(Zigot)

"Gerçek şu ki biz insanı (erkek ve kadın menileriyle) karışık bir nutfeden yarattık."
Bir insanın meydana gelmesi için başlangıçta yumurta, yani dişi hücre spermlerden bir tanesini içine alarak rahime girmelidir. Beyaz bir tanecik olan yumurta, erkek hücrenin yani spermin 250 bin katıdır.

Bundan dolayı yumurta sperm seliyle karşılaştığında onlardan bir tanesini içine almaktadır. Erkek hücrenin sayıları yarıya düşmüş olan kromozomları, yumurtanın kromozomlarına karışmakta ve sonuçta "zigot" adında yeni bir varlık meydana gelmektedir ki Kur'ân literatüründe buna "emşac" denilmektedir.

Bu erkek ve dişi hücre için en iyi yaşam ortamı temin edilmiş olsa dahi, birleşmediği ve Kur'ân'ın ifadesiyle "emşac" denen zigotu meydana getirmedikleri takdirde yaşamaya güç yetirememekte ve de sonuç olarak ölmektedirler.
Döllenme olayından sonra zigot (emşac) bölünmeye başlamaktadır. Önce ikiye, sonra dörde, daha sonra sekize… bölünmekte, bu şekilde peş peşe bölünmelerin sonucunda da hücre yığınları meydana gelmektedir.


Altıncı Merhale: Cenin'in Şekillenmesi

"O, yaratan, var eden, şekil veren, Allah'tır. En güzel isimler onundur."
Hücrelerin, yani ceninin yapısının malzemelerinin tamamlanmasından sonra bol miktarda hücre, insan yapısının oluşumu için rahime verilmektedir ve rahimde ceninin oluşumu başlamaktadır.

İlk başta sayılması mümkün olmayan bu hücreler, Allah-u Teala'nın kudreti ile geniş rahmetinin gölgesinde birbirinden ayrılmakta, daha sonra bunlardan her biri kendi özel yerlerine gitmektedirler. Beyin hücreleri, göz hücreleri, kulak hücreleri… Bu şekilde aynı organların zerreleri, birbirlerini bulup organ teşkil etmeye koyulmaktadırlar. Böylece ceninin yapısı hücreler vesilesiyle oluşturulmaktadır.

Ceninin sol tarafında bulunan küçük kese, ceninin besin kaynağı mesabesindedir. Kan içinde yüzen bu kese, sindirim sistemi ve teneffüs organı tarafından alınıp kana karıştırılan yiyecek, su ve oksijeni almakta ve göbek yoluyla bebeğe ulaştırmaktadır.

Allah'ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmeti budur ve Allah'ın eserleri yaratılmışların her zerresinde güneşten daha aydın bir şekilde görülmektedir.

Yedinci Merhale: Cenin'in Üç Perde İle Örtünmesi

"Sizi de annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor."
Yavaş yavaş cenini üç tane perde kaplamaktadır. Bu perdeler şunlardır:
a) Amniyon
b) Karyon
c) Desidüa
Görüldüğü gibi bugün modern biyoloji, bebeğin embriyolojik gelişiminin yukarıdaki ayette bildirildiği şekilde, üç farklı karanlık bölgede gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Ayrıca embriyoloji alanındaki gelişmeler bu bölgelerin de üçer katmandan oluştuğunu göstermiştir.

Batın duvarı üç tabakadan oluşur: Dış kas plakaları, iç kas plakaları, çapraz kaslar.
Benzer bir şekilde rahim duvarı da üç katmandan oluşur: Epimetrium, miyometrium ve endometrium.
Aynı şekilde embriyoyu saran kese de üç katmandan oluşur: Amniyon (rahimde fetusu saran en iç zar-amnion), koryon (orta amniyon zarı-chorion) ve desidüa (dış amniyon zarı-decidua).

Amniyon, ceninin dış yüzeyinde oluşan perdedir, bu perde ceninin etrafında genişlemekte ve ceninin arka tarafında Amniyon çukurunu oluşturmakta, daha sonra da amniyon çukurunda berrak bir su oluşmaktadır.
Koryon perdesi, Amniyon perdesinin dışında bulunmakta ve bu perdenin yardımıyla cenini korunmaktadır.

Desidüa (dış amniyon zarı-decidua) perdesi ise ceninin karın bölgesindedir ve sindirim borusu ile bağlantılı olarak sindirime yardımcı olmakta; hava, ışık, su, rüzgar ve darbeler sonucunda cenine gelecek zararları engellemektedir. Amniyon perdesi ile cenin arasında bir sıvı bulunmakta ve dışarıdan karına inmesi muhtemel darbeler bu sıvıya aktarılmaktadır. İşte budur Allah'ın her şeyi kuşatan rahmeti! Bu rahmetin en küçük bir bölümünü ceninin hal ve şekillerinde görmekteyiz.

Sekizinci Merhale: Ruh'un Üflenmesi

"Sonra ona (cenin) başka bir yaratılış (ruh) verdik. Şekil verenlerin en güzeli olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir!..."
Allah'ın kudretinin şaşırtıcı yönlerinden biri olan ve günümüz teknolojisinin ve gelişmiş düşüncelerin daha birçok hakikatini keşfedemediği ceninin şekillenmesi olayından sonra da, ruhun üflenmesi aşaması gelmektedir ve bu aşama da başlı başına oldukça birçok ilginç boyutlara sahiptir.

Yüce Allah rahmet ve iradesiyle cenin üzerinde hayret verici bir değişiklik meydana getirmekte, yani bu cenine ruh üflemekte ve cansız cenini canlandırmaktadır.
Bundan sonra cenine parmağını ağzına koyması öğretilmektedir ve bundan dolayı da bebek dünyaya geldikten hemen sonra annesinin memesini emebilmektedir.


Dokuzuncu Merhale: Doğum

"Allah sizi analarınızın karnından çıkardı." Bebeğin doğum hadisesi de yaratılış mekanizmasında meydana gelen çok şaşırtıcı olaylardan sadece bir tanesidir. Cenin tam dokuz ay boyunca sakin, karanlık ve sıcak rahim ortamında yaşamaktadır ve şimdi de Allah'ın iradesi doğrultusunda ve O'nun rahmeti gölgesinde önceki yeri ile kıyaslamanın mümkün olmadığı yeni bir muhite geçiş yapmaktadır. Yani muhitine uyum sağlayabilmesi için de ilahi rahmet cenine gerekli bütün güç ve kabiliyetleri bağışlamıştır.

Böylece cenin yaklaşık sıcaklığı 37 c° olan ana rahminden, sıcaklığı azalıp çoğalan yeni muhite geçmesine rağmen bu yeni yeri ile uyum sağlamaktadır. Bu uyumun nasıl gerçekleştiği hususu ise tıp ilminin henüz de çözemediği sırlardan biridir. Karanlıktan aydınlığa adım atmakta ve bu yeni dünyanın göz alıcı nuruna o küçük ve latif gözleriyle tahammül etmektedir.

Sulu ve yapışık bir muhitten kuru bir muhite gelmekte ve kendisini bu kuru ortama hiç ara vermeden motive etmektedir. Doğumdan önce göbek yolu ile beslendiği halde dünyaya geldikten sonra da ağzıyla yemek yemekte ve direk olarak hava teneffüs etmektedir!

Bunlar Allah-u Teala'nın geniş rahmetinin göstergesidir ki bütün her şeyi kuşatmıştır. İşte bu makamdan dolayı insan gerek bütün varlığıyla O'nun sonsuz nimetleri karşısında yüce dostuna şükretsin ve yalvararak ve ağlayarak, zillet ve miskinlik ve dertleşme diliyle maddi ve manevi sofrasının tamamlanması için şöyle demelidir: "Allah'ım! Senin her şeyi kaplayan rahmetin hakkına senden talep ediyorum."

Hak Teala'nın Geniş Rahmetinin İlginç Bir Cilvesi

Şimdi de Hak Teala'nın, insanı ihata eden geniş rahmetinin daha ilginç bir perdesine kısaca bir göz atmamız gerekir.
Umulur ki böylece bu ilginç ve şaşırtıcı gerçek, gaflet örtüsünü gönül aynamızın üzerinden kaldırır, ruhumuzu nuruyla aydınlatır, batınımızda halis ibadete yönelmeye ve şevkimizin artmasına sebep olur ve korunacak hale geleceğimiz bir şekilde günahlara karşı olan nefretimizi artırır.

İnsanın beyin makinesi, ilim cihetinden makinelerin en hayret verici olanıdır ve insanoğlunun yapmış olduğu en güçlü ve gelişmiş makinelerin bile yapmaktan aciz olduğu bir takım işler yapmaktadır.
Beyinin görevlerinden bir tanesi, hafıza gücünü teşkil eden çeşitli olayları belleğine alması ve kayıt etmesidir. İnsanın hafızası, beynin sadece küçük bir bölümüyle irtibat halindedir. Hafıza gücünü kanıtlamak için şu şekilde bir örnek verilmektedir:

Farz edelim bir adam ömründen 50 yıl geçmiş olsun da bu insan bütün hatıralarını hiç azaltıp çoğaltmadan yazmak istesin. Bu hatıraların yazılması için en küçük punto kullanmak şartı ile yaklaşık olarak 160 milyon tane 20 sayfalık büyük boy gazete kağıdına ihtiyaç vardır.

Geçmişteki hatıraları hatırlama mekanizması birçok yönden aynı teyp kasetleri gibidir. Bu ikisi arasındaki fark ise şudur: Beyin kasetinin elektrik enerjisi bedendeki sinirlerden temin edilmektedir ve hiç dönmeye de ihtiyaç yoktur.

Eğer bir insan beyninin aşağı yukarı yaptığı bütün işleri yapacak bir makine yapmak isterse, dünyanın en büyük binasının iki katı büyüklüğünde bir makineye ihtiyaç vardır ve bu makinenin elektrik enerjisinin temini için de dünyanın en büyük barajının gerekli elektrik üretiminin teminine tahsis edilmesi gerekir.

İster istemez bu makinenin ampulleri ve kabloları ısınacaktır, bunları soğutmak için de bu dünyanın en büyük barajının bütün suyunu makinenin etrafında döndürülmesi gerekir. Bütün bunlara rağmen bu farz edilen makine, yine de normal bir insanın beyninin düşünce ve fikir açısından yapmış olduğu bütün işleri yapmaya gücü yetmeyecektir.

Annenin memesinden süt emme emri, bebeğin beyninden iki dudağına iletilmektedir ve bebek hatasız ve sakin bir şekilde anne sütünü emerek besin almaktadır. Annenin bedeninde otomatik bir kimya fabrikası (laboratuar) vardır ki kanı çok faydalı, temiz ve latif bir yiyeceğe dönüşmektedir ve bu yiyecek bebeğin gıdasıyla ve sindirim sistemleriyle uyum içerisindedir.
Bu fabrika çok değerli ürünleri annenin göğüslerindeki iki depoda toplamaktadır ve onun ucundan bebeğin emmesiyle dışarı çıkmakta ve bebeğin bedeninin parçası olmaktadır.
Bu deponun ucunun ölçüsü bebeğin ağız ölçüsüyle uyum içindedir. Memesinin ucunda çok küçük delikler vardır ki bebeğin emmesiyle açılmakta ve tekrar sütün boşa gitmemesi için kendi kendine kapanmaktadır.

Cenin ana rahmine adım attıktan sonra süt üretim fabrikası faaliyete geçmekte ve yavaş yavaş çalışmaya başlamaktadır. Cenin ne kadar büyürse, fabrikanın faaliyetleri de o oranda artmakta ve doğum anına kadar bebeğin ihtiyacı oranında süt üretimi yapmaktadır.

Doğumdan sonra bebek ne kadar büyürse ve sindirim sistemi de ne kadar güçlenirse, bu üretim fabrikası da ürünlerinde değişime gitmektedir.

Bu şaşırtıcı hakikat ve hayret verici olayların, iş ve oluşumların, değişim ve dönüşümlerin tümü insanın menfaatleri için meydana gelmektedir. Bütün bunlar Allah'ın rahmet, sonsuz muhabbet, şefkat ve kuşatıcı lütfünden başka neyin göstergesidir
İşte bu insan, hayranlık veren bu işler hakkında dikkatli, düşünerek ve tefekkür ederek yüce sevgiliye karşı şükranlığını gösterme yolunda adım atmalı ve her an daha çok feyizlere, özellikle de manevi feyizlere ulaşmak için Allah'a el açmalı ve bütün vücuduyla: "Allah'ım! Senin her şeyi kaplayan rahmetin hakkına senden talep ediyorum" demelidir.


Solunum Sistemi

Akciğerler normal bir yaşam süreci içerisinde ortalama 500 milyon defa açılıp kapanma olayını gerçekleştirmektedir.
Solunum sisteminde yüz binlerce salgı bezi vardır ki onlardan yapışkan bir sıvı salgılanmaktadır. Bu bezlerin görevi solunum anında toz-toprak içinde bulunan zararlı zerrelerin insan bedenine girmesini engellemektedir.
Eğer bu sıvı olmasaydı, söylediğimiz bu zerreler birkaç saniye içinde soluk borularını tıkayacak ve insanın ölümüne sebep olacaktı.

Solunum borusunda oraya bağlı çok küçük ince kirpiksi tüycükler vardır ki orayı sürekli olarak temizlemektedir. Bu tüycükler bir saniye içerisinde 12 defa bütün boruları süpürerek zarar verici zerreleri sindirim sistemine ulaştırmakta ve daha sonra orada zararsız hale getirilmektedir.
Solunum boruları, akciğere ait 750 milyon keseye temizlenmiş havayı ulaştırarak, kandaki karbon ve oksidi, hayat verici oksijene dönüştürmekteler.

Solunum sistemi bu küçük cüssesi, büyük görevi ve hayret verici işleriyle, duada işaret edilen "her şey"in bir parçası konumundadır ve de ilahi rahmetin tamamen kuşatması altında bulunmaktadır.
Deri

Bedenin derisinin de çok faydası vardır ki onlardan bazılarına işaret edelim:
1- Deride var olan çok küçük ve mikroskobik delikler vardır ve insanın teneffüsünün bir kısmı bu mikroskobik delikler vesilesiyle gerçekleşmektedir. Eğer bu delikler kapanacak olursa insan canlı kalmayacaktır.

2- Deri, ter üreten ve bu teri bedenden dışarı atan salgı bezlerine sahiptir. Bunlar sayesinde bedenin ısısı her zaman düzene girmekte ve yükseliş kaydetmemektedir.

3- Deride yağlı salgı bezleri vardır ki onlar ile sürekli kılları ve kendini yenilemekte ve yumuşak tutmaktadır.
4- Dışarıdan gelecek mikropların saldırısına karşı bedeninin yapısını korumaktadır.
5- Vücutta meydana gelen zehirleri terleme yolu ile dışarı atmakta ve bu işte böbreklere yardımcı olmaktadır.
6- Bedendeki faydalı sıvıların dışarı çıkmasını engellemektedir.

7- Dokunma duyusunun merkezidir. Cisimlerdeki soğukluğu, sıcaklığı, pürüzlüğü, düzlüğü, yumuşaklığı, sertliği, kalınlığı ve inceliği bize bildirmektedir.
Deri öyle bir cisimdir ki Allah'ın rahmetinin kuşatıcılığı altında bulunmaktadır ve eğer Allah'ın rahmetine bağlı olmasaydı, hiçbir zaman insan hayatında gözlemlenen bütün bu aksiyon ve reaksiyonlar asla vücuda gelmezdi.

Ey derdime derman olan
Ey yolumun sonu olan
Sana hizmet kemerini kalbime kuşandım
Ne dersen canımla itaat ederim
Gönülden sana hizmete soyundum
Canımla sana itaate koyuldum
İstediğini getir başıma
Ama bir an olsun kapından kovma
Bu baş senin hayalinde diridir
Bu can senin isteğinle diridir
Hayal başımda oturan sensin
İstek ruhumda gezinen sensin
Başsız beden dışında bir şey değilim ben
Cansız kalıp dışında bir şey değilim ben
Bir an sana kavuşursa elim
Can ve cihanı veririm karşılık
Ey canan ne can isterim ne cihan
Feyz'e sensin hem can hem cihan.

Bedenin Savunma Sistemi

Allah-u Teala, insanın vücudunu yarattığı zaman muhabbet ve lütuf, şefkat ve rahmetinden dolayı, bedene saldırıya geçen düşmanlara, yani mikroplara ve hastalıklara karşı beş tane müdafaa hattı karar kılmıştır:
1- Deri; ki baştan ayağa bütün bedeni bir kale gibi kuşatmıştır.

2- Lenf dokuları; ki bu lenf dokuları pamuk gibi dokulardır, derinin altında bulunurlar ve krem rengidirler. Bazen de bedende renk değiştirirler. Bu dokular bedenin bazı noktalarında kalın, bazı noktalarında incedirler. Eğer düşman deriyi geçerse, lenf dokularının direnişiyle karşılaşır.

3- Zar tabakaları; bunlar da bedenin bazı organlarını kaplamakta ve kapladığı organın rengiyle uyum sağlamaktadır. Görevi ise o organı zararlı şeylerden korumaktır.

Kalp gibi bazı organlar, üç tane zar tabakasına sahiptir: Perikard: Bağ dokudan yapılmış, koruyucu çift kat şeklindedir. İki zar arası sıvı ile doludur. Bu sıvı, kalbi dış etkilerden korur.

Miyokard: Kalb kaslarından oluşan orta tabakadır. Çizgili kastan yapılmıştır. Kulakçıklar da karıncıklardan incedir. Sol karıncık ise sağ karıncıktan daha kalındır. Kalbi besleyen koroner damarlar bu yapıda bulunur.
Endokard: Kalbin iç yüzeyini örten tek sıralı endotelyum tabakasıdır. Kalbin iç yüzünde aşınmayı önler. Kan damarları bulunmaz.

4- Midenin ekşiliği (asit): Eğer düşman (mikrop) bedenin ilk müdafaa hattını geçer de midenin içine girerse, orada midenin ekşiliği (sidi) onları yok eder.

5- Akyuvarlar: Akyuvarlar, yuvarlak şekilli kan hücreleridir. Bedenin müdafaa hattını geçip kana karışan pis mikroplarla savaşmakta ve onları yok etmektedir. Kısacası vücudu yabancı maddelere karşı savunan kan hücreleridir.

Dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki, akyuvarlar bedene giren temiz mikroplarla her çeşit işbirliği içine girmektedirler.

Bu şekilde insanı olaylardan ve afetlerden koruyan ve insana yaşam yolunda etki ve tepkileriyle yardımcı olan bütün bu örnekler, ilahi rahmet ve rahmani şefkatin kuşatmasının bir göstergesi değil midir? Doğrusu insan ne kadar da Allah'ın rahmetine mazhar bulunmaktadır? Bu rahmet, zahir ve batın en küçük zerrelerine kadar insanın vücudunu kaplamış ve bir an dahi insanı yalnız bırakmamaktadır!!!




Dipnotlar
-------------------------------

- Bismillahirrahmanirrahim ile ilgili gerçeklerin, işaretlerin ve inceliklerin şerh ve izahını şu kitaplarda okuyabilirsiniz: Kafi, Meani'l- Ahbar, Tevhid-i Saduk, Vesail'uş Şia, Bahr'ul- Hakaik, Mefatih'ul- Gayb, Tefsir-i Fatihat'ul- Kitap…
- Enis'ul- Leyl, s. 41
- Sadi-i Şirazi, Divan-i Eş'ar, 439. Gazel
- Ufuk-i Danış, s. 11
- Kehf, 51
- Fussilet, 11
- Nuh, 16
- Gozeşte ve Ayende-i Cihan, s. 20- 27
- Ufuk-i Daniş, s. 89- 94
- a.g.e., s. 118
- Nuh, 14
- Mü'minun, 12
- Furkan, 54
- Alak, 2
- Secde, 8
- İnsan, 2
- Haşr, 24
- Zümer, 6
- Müminun, 14
- Nahl, 78
- Gozeşte ve Ayende-i Cihan, s.51- 70, özetlenerek ve bir takım değişiklikler yapılarak alıntı yapılmıştır.
- Nişaneha-i ez U, s. 88- 133

4
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi


Bitkiler ve Şaşırtıcı Faydaları

Bitkilerin sayısını, sahip oldukları etki, tepki ve vitaminleri, insanların hayat ve yaşantısında üstlendikleri rolleri, onları yaratan Allah'tan başka kimse bilmemektedir.

Bitkiler de "her şey"in bir parçası ve ilahi rahmetin zahir ve batınlarını kuşatmış olması hasebiyle, vücutlarının bir köşesine ve diğer varlıkların hayatının bekası için üstlendikleri role işaret etmeye çalışalım.

Havada sınırlı miktarda oksijen gazı bulunmaktadır. Oksijen öyle bir hayatî maddedir ki, insanların, hayvanların ve bütün canlıların normal vücut ısıları ona bağlıdır ve insan ve hayvanların onsuz yaşantısı mümkün değildir.
Nefes alma esnasında bir miktar oksijen akciğerlere girmekte ve kana karışmaktadır, kan dolaşımı sistemiyle de bu oksijen bedenin diğer kısımlarına ulaştırılmaktadır.

Oksijen yiyecekleri, bedenin çeşitli hücrelerinde çok düşük bir ısıyla, yavaş ve sakin bir şekilde yakmakta ve bedenin normal ısısını meydana getirmektedir.
Yiyeceklerin yanma olayı esnasında "karbondioksit" adında zehirli bir gaz meydana gelmektedir. Bu gaz kanın yeniden akciğerlere döndüğü esnada kan ile birlikte tekrar akciğerlere girmekte ve teneffüs yoluyla dışarı çıkıp havaya karışmaktadır.

Bütün canlılar havadaki oksijeni almakta ve bu oksijeni karbondioksit olarak geri vermektedir.
Burada şöyle bir soru akla gelmektedir: Neden havadaki oksijen bitmemektedir? Oysa miktarı sınırlı ve belirgin olduğundan ve de milyarlarca insan ve canlıların binlerce yıl bu oksijenden istifade etmesinden dolayı şimdiye kadar çoktan tükenmesi gerekirdi.

Her bir insan 24 saat içerisinde normal bir teneffüs şekli ile yaklaşık 250 gram saf karbonu ciğerlerinden dışarı atmaktadır. Eğer bütün insan topluluğunu 3 milyar olarak farz edecek olursak, bir yıl içerisinde 273, 750, 000 ton zehirli bir gaz olan karbondioksit üretmekte ve yaklaşık olarak aynı oranda diğer canlılar da teneffüs sistemleriyle bu üretimi yapmaktadırlar.

Her an düzenli bir şekilde artmakta olan bu zehirli gaz nereye gitmektedir? Eğer havada olsaydı, oksijenle olan dengesinin şimdiye kadar çoktan bozulması gerekirdi. Çünkü oksijen azalmakta ve karbon çoğalmaktadır. Öyleyse niye insanlar ve canlılar sürekli canlı kaldılar ve ölümle yüz yüze gelmediler?!
Bu sorunun cevabı şöyledir: İlahi rahmet bu sorunu çok kolay bir şekilde halletmiş ve en kolay yolla insanları ve canlıları bu gazın ölüm tehlikesinden kurtarmıştır.

O bu dünyadaki canlıların sayısını, teneffüsleri canlıların teneffüsünün tam tersi biçimde olan ve sayılarını hiç kimsenin bilmediği bir dizi canlılar da yaratarak artırmıştır. Bu canlı varlıklar ve sürekli insana hizmet eden varlıklar, bildiğimiz bitkiler topluluğudur.

Bunlar yaprakları vasıtasıyla nefes aldıkları zaman havadan karbon almakta, karbonu bünyesinde tutmakta ve dışarı oksijen vermektedirler. Bu yüzden bitkilerin varlıklarının önemli bir bölümünü karbonlar oluşturmaktadır.
Kur'ân ayetleri ile aşıkların İmamı ve Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin (a.s) melekuti sözlerinde de açıkça yer aldığı üzere, ilahi rahmet bütün yaprakları ihata etmiş bulunmaktadır ve bu esas üzere yapraklar,

hayat mekanizmasını yok olma tehlikesinden korumaktadır ve yüce Hak Teala'nın kuşatıcı rahmetinin eserleri; bitkilerin gövdesinde, dalında, yaprağında, filizlerinde ve çiçeklerinde açık bir şekilde görülmektedir. Görmeyen kimse hastadır ve bu konuda düşünmeyen kimse ise cehalet ve gaflet kanserine yakalanmıştır.

İnsan, çeşitli sebzelerden, tahıl ürünlerinden ve meyvelerden bedeninin sağlığı, açlığın giderilmesi, tat almak ve yaşamını sürdürmek için Allah-u Teala'nın vermiş olduğu akıl ve şuur ile istifade etmektedir ve bütün bunlar ilahi rahmet sayesinde insanın büyük atölyesinde, bedenin ihtiyaçlarına göre renk, kemik, deri, sinir, ayak, damar, kan, saç, tırnak, enerji, ısı vb. şeylere dönüşmektedir.

Kalp gözünü aç ki canı göresin
Görülmeyen şeyi göresin
Eğer aşk iklimine yönelirsen
Bütün afâkı gülistan görürsün
O toprakların tüm ehlini
Göklerin etrafında döner görürsün
Gördüğünü gönlün ister senin
İstediğini kalbin görür senin
Başsız ve ayaksız oranın dilencisini
Dünya mülkü kafasıyla ağır görürsün
Hem orada çıplak ayaklı bir grubu
Ayakları başların üzerine basmış görürsün
Hem orada başı açık bir grubu
Başının üzerine arşın gölge ettiğini görürsün
Bazen vecd ve semanın her birini
İki alemi sardığını görürsün
Yardığın her tanenin içinde
Ortada güneşini görürsün
Var olan her şeyi aşka verirsen
Bir arpa tanesi zarar görürsen kafirim
Aşk ateşiyle yanıyorsan eğer
Aşkı can kimyası görürsün
Boyutlar darlığından geçersin
Mekansızlık mülkünün genişliğini görürsün
Kulağın duymadığını işitirsin
Gözün görmediğini görürsün
Sonunda öyle yere varırsın ki
Cihan ve içindekilerden birini görürsün
Birine aşk duy canı gönülden
Ta ki ayn'ul yakin ile açık göresin
Ki biri var ve ondan başka hiçbir şey yok
O tektir, O'ndan başka ilah yok.

Haşerelerin (Böceklerin) ve Hayvanların Yaşam ve Varlık Alemindeki Rolleri
Böceklerin, hayvanların, deniz ve karadaki canlıların, kuşların ve sürüngenlerin sayısını ve vücutlarının varlık alemindeki büyük faydalarını, onları yaratandan ve rahmeti her şeyin zahir ve batınını çepeçevre kuşatmış olan Allah'tan başka hiç kimse bilemez.

Allah'ın bütün varlıklar üzerindeki kuşatıcı rahmeti, varlıklarından çok büyük etkiler vücuda getirmiştir ve bu arada insanın bütün bunlardan istifade etmesinin çok önemli bir yeri bulunmaktadır.

1- Aşılayıcı böcekler: Meyve ağaçlarının hem dişisi vardır, hem de erkeği. Hem erkeğin nutfesine benzer tozu (poleni) vardır, hem de dişiliğe delalet eden yumurtası. Eğer erkek ağacın tozu, kendi cinsinden olan dişi ağacın yumurtasına -ya da tam tersi olarak dişi ağacın tozu erkek ağacın tozuna-ulaşamazsa asla meyve meydana gelmez.

Bazı bitkilerin çiftleşmesi (döllenmesi) için yüce Rahman çok küçük böcekler yaratmıştır. Onlar bu görevi en güzel şekliyle yerine getirmektedirler. Bunun tozunu (polenini) onun yumurtasına ve onun tozunu bunun yumurtasına ulaştırmaktadırlar.

İşin ilginç tarafı ise bu becerikli işçilerin asla hata yapmamalarıdır. Onlar elmanın tozunu (polenini) şeftaliye veya eriğin tozunu kavunun yumurtasına ulaştırmazlar. Sadece elmayı elma ve şeftaliyi de şeftali ile döllendirmektedirler.
Şaşırtıcı başka bir yön de şudur ki, ağaçlar da bu böceklere çalışmalarının karşılığı olarak ücret ödemektedirler ve bu ücret de ağaçların içerisine bu işçiler için konulmuş olan reçinedir.

Onlar bu tatlı maddeyi yemekte ve adeta damadı geline ulaştırıp çocuklarını (meyvelerini) insana, evet insana takdim etmektedirler. Ama insan ne yazık ki bütün bunlara rağmen kendisine gösterilen bunca muhabbet, lütuf ve rahmetin değerini bilmemektedir.
2- İnek ve Koyun: Doğa bilimcilerinin, tabiattaki her şeyin varlıkların ihtiyaçlarına göre düzenlendiğini söylemeleri doğru bir sözdür.

Evet, memeli hayvanlarda annenin göğsündeki süt, bebeğin ihtiyacı oranında bulunmaktadır. Fakat rahmeti bütün her şeyi kuşatan yüce Allah, inek ve koyunu bütün memeliler için geçerli olan bu genel kanundan istisna tutmuştur. Çünkü bu hayvanların sütü sadece kendi yavruları için değil, aynı zamanda beşer için de besleyici bir gıdadır.
İnek ve koyunun sütü bebekler, çocuklar hatta gelişmekte olan insanlar veya erişkinler için çok önemli bir besin maddesidir ve süt mamulleri beşerin besin ihtiyacının çoğunu karşılamaktadır.

Acaba yüce Allah'ın insana olan rahmet ve lütfü açık bir şekilde görülmüyor mu? Allah-u Teala sonsuz rahmeti sayesinde faydaları çok fazla ve zarar verme ihtimali ise çok az olan bu hayvanları insanın hizmetine vermiştir.
İnsan koyunun bütün organ ve uzuvlarından istifade etmektedir. Bu hayvanın baştan ayağa bütün vücudu insana hizmet etmektedir.

Şaşırtıcı ve dikkat edilmesi gereken bir nokta da şudur ki koyun; "et, süt ve yün için beslenen koyunlar" diye farklı kategorilere ayrılmasına rağmen, her üç grup koyunun da besin kaynağı aynıdır. Bu alemlerin yaratıcısının kudretini göstermektedir.

Allah-u Teala bir tek hayvanın vücudunda, bir çeşit yemeği, insan için çok değerli üç farklı ürüne dönüştürmekte ve her ne kadar aralarında nankörler olsa da, insanın yiyecek ve giyecek ihtiyacını karşılamaktadır.
Koyun ilahi rahmetin kuşatmış olduğu "her şeyin" küçük bir parçasıdır. Hak Teala'nın bu varlık üzerindeki rahmetin eserlerini göstermek için birçok kitap yazmak gerekir.

3- Bal arısı: Botanikçiler şöyle diyorlar: Çiçeklerin çoğunun, gün boyunca nektarı (balözü) yoktur. Günün belli bir saatinde nektarı bulunmaktadır ve de bu nektar bulundurma saati üç saati geçmemektedir. Bütün çiçekler aynı anda nektar bulundurmamaktadır.

Bazıları sabahleyin, bazıları öğlen ve bazıları öğleden sonra da nektar bulundurmaktadır. Bal arısı, bitkileri ve zamanı çok iyi tanımaktadır. Çiçekleri ve bu çiçeklerin ne zaman nektar bulunduracaklarını çok iyi bilmekte ve belirledikleri bir saatte de çiçeğe yönelip nektarını almaktadırlar.

Daha sonra çiçeğin nektarını kendi bedeninde tatlı, saflaşmış lezzet, enerji verici ve güzel renkli bir maddeye dönüştürmektedir ki dünyada var olan yiyecekler içerisinde eşi ve benzeri yoktur ve de bozulup kokuşma durumundan muhafaza edilmiştir.
Bütün bunların yanısıra bal, Kur'ân'ın da buyurduğu üzere insanın bazı hastalıklarına da ilaç olmaktadır: "Onda insanlar için şifa vardır."

Arı ve onun esrarengiz yaşantısı hakkında yüzlerce kitap yazılmıştır ki her sayfası, zahiren küçük, fakat eserleri çok büyük olan bu mevcudun bütün işlerini kapsamış olan yüce Allah'ın kuşatıcı rahmetinin bir göstergesidir.


Eşsiz"Hidayet"Nimeti

Allah'ın genel rahmeti ve lütfü, insana yeryüzünün bir köşesinde belli bir süre için yer vermeyi, daha sonra bulut, rüzgar, sis, güneş, gezegenler… vb. birçok şeylerin etki ve tepkisinden oluşan her türlü nimet ve ihsanlardan faydalandırmayı, bitkilerden temin edilen sebzeler,

tahıl ürünleri ve meyvelerini hizmetine sunmayı, deniz, hava ve karadan elde edilen helal etlerle rızıklandırmayı ve yaşamını sürdürebilmesi için kendisine gerekli olan araç ve gereçleri temin etmeyi takdir etmiştir ki, akıl ve fikre dayanarak, irade ve tercihini, özgürlük ve hürriyetini kullanarak teşrii hidayeti, başka bir deyişle; semavi kitapların, enbiyanın,

İmamların ve özelikle de Kur'ân-ı Kerim'in açıkça ortaya koyduğu ve de eşsiz nimetlerden biri olan sırat-i müstakimi seçebilsin ve bu yolla yaratıcısına karşı olan görevlerini, vazifelerini ve sorumluluklarını bilsin ve aşk ve doğruluk içinde büyük bir himmetle bu görevini yerine getirmeye koyulsun.

Bu yolla istenilen rüşt ve kemaline erişsin, dünyada olduğu bu sayılı birkaç günde ebedi olan ahiretini ve kalıcı yurdunu bayındır kılmaya koyulsun ve kendini Allah'ın rızasını ve cennetini elde etmek için hazırlasın.

İnsan eğer Hak Teala'nın bütün maddi ve manevi nimetlerini düşünecek ve dikkatli bir şekilde inceleyecek olursa, Allah'ın rahimiyet rahmetinin ve şefkat sahibi Allah'ın özel ve genel feyzinin, zahir ve batın, gayb ve şuhud, mülk ve melekut bütün alemleri kuşattığını görecektir. Allah'ın geniş rahmetinin kendisini kapsadığını ve varlıklardan hiçbirine, hatta kendisine yakınlaşmış meleklere dahi göstermediği bir şekilde onu inayet, lütuf, şefkat, kerem ve rahmetine mazhar kıldığını görecektir.

Bu durumda insan marifet kandiliyle aşk ile görev yolunda yürümeye koyulur ve imanın yardımıyla yüce dostla buluşmak için harekete geçer. Bir an olsun Hakk'a kulluk ve halka hizmetten geri kalmaz. Vücudunun bütün hücreleriyle; damar, ayak, organ ve uzuvlarıyla, aşık gönlüyle, hayran ruhuyla, konuşan diliyle, hal sahibi batınıyla, yanık göğsüyle, et, deri, kemik ve bütün varlığıyla, mütevazı ve alçak gönüllü bir şekilde, gece gündüz ezeli ve ebedi sevgilinin huzurunda, sonsuz rahmete tevessül ve temessük ederek şöyle der:

Ey melik! Seni zikrederim ki sen temiz ve ilahsın.
Senin kılavuzum olduğun yoldan başkasına gitmem
Her zaman seni birlerim ki sen tevhide layıksın
Sen hekimsin, sen azimsin, sen kerimsin, sen rahimsin
Sen fazilet kaynağısın, sen övgüye layıksın
Meşakkat, acı, dert ve ihtiyaçtan münezzehsin
Korku, ümit, hesap ve sorgudan berisin
Seni vasfetmek olmaz ki sen akıllara gelmezsin
Senin benzerin bulunmaz ki sen vehimlere sığmazsın
Sen bütünüyle izzet, celal, ilim ve yakinsin
Sen bütünüyle nur, sevinç, cömertlik ve mükafatsın.
Bütün gaybı sen bilirsin ve bütün ayıpları sen örtersin
Bütün çoklukları azaltır, bütün azlıkları çoğaltırsın
O'nun benzeri yoktur, O Samed'dir ve zıddı yoktur
Saltanat kimin içindir? Sen buyuruyorsun ki o sana layıktır
Senai'nin dudak ve dişleri hep seni birler
Ola ki cehennem ateşinden bir kurtuluş elde etsin.

İnsan sırat-ı müstakim ve ilahi doğru hidayeti seçmek, görev ve vazifeleriyle amel etmek, helal ve harama riayet etmek ve Allah'ın kullarına hizmet etmekle, Allah'ın kendisine verdiği birer rahmeti olarak Kur'ân-ı Kerim'in buyruğu esasınca minnetsiz yüce ve büyük ecre, Hakk'ın rızasına, devamlı cennette kalmaya hak kazanmaktadır.


Allah'ın Rahmeti

İnsan eğer yaşamı boyunca cehaletten veya gafletten veya unutmaktan ya da başka bir sebepten dolayı isyan eder veya hataya düşerse, söylendiği şekliyle tekrar Hak Teala'ya döner, tövbeye sarılır; hatasını telafi ederse, kesinlikle Allah'ın af ve bağışlanma, mağfiret ve rahmetine nail olur. Özellikle de eğer insan, rahmet gecesi olan ve de Kumeyl duasının okunmasıyla merhamet sahibi Allah'ın rahmet, bağış ve mağfiret yağmurunun kesin olarak yağdığı Cuma gecesinde tövbe ederse kesinlikle tövbesi kabul olur.

"De ki: "Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."
Melekuti cümleler ve arşî ibaretlerle biten ayetler Kur'ân'da çoktur. Örneğin: "Muhakkak ki Allah çok bağışlayandır,

çok esirgeyendir." ; "Allah kullarına karşı şefkatli olandır." ; "Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır." ; "Ve bilin ki şüphesiz Allah bağışlayandır, halimdir." "Allah rahmetini dilediğine tahsis eder" ; "Allah büyük fazl sahibidir." ; "Şüphesiz Allah, çok affeden,

çok bağışlayandır." ; "Çünkü Allah, tövbeleri çok kabul edendir, çok esirgeyendir." ; "O Allah merhametlilerin en merhametlisidir." ; "Şüphesiz Rabb'inin affı geniştir."
Bu ayetlerin ifadesi hasebiyle de Allah'a doğru yönelmek, günahlardan tövbe etmek, isyan ve hatalarını telafi etmek farzdır ve Allah'ın rahmetinden ümidi kesmek ise haram ve büyük günahtır.

Rahmet Kapısının Rivayetleri

Ebu Said el-Hudri, Peygamber Efendimizden (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Günahkar müminler cehenneme götürüldüğü zaman ateş onlara serin olur. Dışarı çıkarıldıklarında yüce Allah tarafından meleklere şöyle seslenilir: Bunları benim fazl ve rahmetimden dolayı cennete götürün ki benim merhamet denizim, memnuniyetim ve lütfüm sınırsız, fazl ve ihsanım sonsuzdur."

Ehl-i Beyt'den (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü olduğunda, Allah-u Teala iman ehlini bir yerde toplar ve şöyle buyurur: "Ben sizin üzerinizde olan hakkımdan vazgeçtim. O halde siz de birbirinizin üzerinde ne hakkınız varsa helal edin ki cennete giresiniz."

Rivayette şöyle yer almıştır: "Kıyamet günü olduğunda iman ehlinden bir kulu Allah'ın huzuruna çıkardırdıkları zaman kendisine şöyle hitap edilir: "Ey kulum! Nimetimi günah yolunda kullandın ve senin için nimetimi ne kadar artırdıysam sen de isyanını artırdın." Bu yüzden kul günahından dolayı utanarak başını yere eğer, rahmet dergahından kendisine şöyle hitap edilir: "Ey benim kulum! Başını kaldır ki günah işlediğin o saatte seni bağışladım ve günahının üzerine af çizgisini çektim."

Başka bir rivayette ise şöyle yer almıştır: "Bir kulu yakına getirirler, o zavallı, günahının çokluğundan dolayı başını yere eğer ve utancından ağlamaya başlar. Rahmet ve izzet dergahından kendisine şöyle seslenilir: "Gülerek günah işlediğin gün seni utandırmadım; bugün ise utancından ve mahcubiyetinden dolayı başını öne eğiyor, günah işlemiyor ve hüngür hüngür ağlıyorsun, o halde nasıl seni azap edebilirim ki? Günahlarını affettim ve sana cennete girme iznini verdim."

Peygamber Efendimiz'den (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah'ın yüz tane rahmeti vardır, bunlardan sadece bir tanesini dünyada göstermiş ve kulları arasında paylaştırmıştır. Geriye kalan doksan dokuz tanesini ise kendi ihsan hazinesinde saklamaktadır ve ahirette o bir taneyi de bunların üzerine ekleyerek kullarına armağan edecektir."

Muhaddislerin reisi ve eşi az bulunan hadisçi Şeyh Saduk, Masum İmamlar'ın birinden şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Kıyamet günü olduğunda, ilahi rahmet öyle cilve edecek ve günahları grup grup bağışlayacaktır ki kovulmuş şeytan dahi Allah'ın affından dolayı ümide kapılacaktır!"

Çok önemli bir rivayette ise şöyle yer almıştır:
"Mümin bir kulu kabre koyduklarında, üzerini örttüklerinde, sonra da dostları ve arkadaşları geri dönüp onu mezarın çukurunda yalnız başına bıraktıklarında, izzet sahibi Hak Teala lütuf ve rahmetiyle ona şöyle hitap eder: "Ey benim kulum! Bu karanlık yerde yalnız kaldın. Oysa sen onları (dostları) sevindirmek için günah işledin ve onların rızasını benim rızama tercih ettin. İşte onlar senden ayrıldılar, seni yalnız bırakıp gittiler.

Bugün seni bütün varlıkların şaşıracağı bir şekilde geniş rahmetimle okşayacağım." Sonra meleklere şöyle hitap edilir: "Ey benim meleklerim! Kulum garip, kimsesiz, yardımcısız ve vatanından uzaktır, şimdi bu kabirde benim misafirimdir, gidip ona yardım edin, cennet kapılarından birini yüzüne açın, ona çeşitli yiyecekler ve hoş kokulu bitkileri hazırlayın ve sonra kulumu bana bırakın ki kıyamet gününe kadar onun munisi ben olacağım."


Rahmet Destanları

Başka bir rivayette ise şöyle yer almıştır:
"Kıyamet günü olduğunda kulu hesap yerine getirirler, günahlarla dolu olan amel defterini sol eline verirler, kul defteri alacağı zaman dünyada adet edindiği üzere "bismillah" lafzını dile getirir ve Allah'ın rahmetini dile getirerek amel defterini alır,

amel defterini açtığında sayfalarının beyaz olduğunu ve o defterde hiçbir yazının yazılmadığını görür. O zaman şöyle sorar: "Burada yazılı bir şey yok ki okuyayım." Melekler şöyle der: Bu defterde günahların ve hataların yazılmıştı. Ama bu ayetin (besmele) bereketiyle silindi ve aziz olan Allah seni bağışladı."

İsa ve Günahkar

Rivayetlerde şöyle yer almıştır: "Bir gün Hz. İsa ve Havarilerinden bir topluluk yoldan geçiyorlardı. Günahkarlığı ile tanınan biri onları gördü, gönlünde hasret ateşi alevlendi, gözünden pişmanlık gözyaşları boşaldı, kötü yaşantısını ve karanlık halini gözden geçirdi, kan dolu yüreğinden içten bir ah çekti ve hal diliyle şöyle dedi:

Ya Rab! Eli boş, gözü yaş dolu olan benim
Ruhu yorgun, yüreği yanık, sinesi kebap olan benim
Amel defteri siyah, ömür zayi ve iş bozuktur
Kerem ile kendi fazlınla elimden tut benim

Daha sonra kendi kendine şöyle düşündü: Gerçi ben bütün ömrüm boyunca hayır yolunda bir adım dahi atmadım ve bu pislik ve kirlilik içinde pak insanlarla birlikte olmaya layık biri değilim, ama bu topluluk Allah'ın dostlarıdır. Eğer onlar ile dostluk ve uyum içerisinde iki üç adım yürüyecek olursam bunun ecri asla zayi olmaz"

Daha sonra kendisini Ashabı Kehf'in köpeğinin yerine koydu ve feryat ederek Allah dostu grubun peşi sıra yola koyuldu.
Havarilerden biri geriye döndü ve zamanındaki kötülerden biri olarak meşhur olan o gencin kendilerinin ardı sıra gelmekte olduğunu görünce şöyle dedi: "Ey Ruhullah!

Ey temiz ruh! Bu ölü kalpli küstah adam bizimle birlikte olma liyakatini nerden edindi ve bu aşağılık pis insanın bizim ardımızdan gelmesi hangi dine göre revadır? Onu kov ki ardımızdan gelmesin ve bizimle birlikte olmasın. Aksi takdirde günahlarının uğursuzluğu, bizim hayatımıza da girecektir."

Hz. İsa (a.s) o şahsa ne diyeceğini ve o adamı kendilerinden nasıl ayıracağını düşünmeye koyuldu. Aniden kendisine ilahi bir vahiy ulaştı: "Ey Ruhullah! O kendini beğenmiş ve kuruntularına kapılmış dostuna de ki: "Bugüne kadar yapmış olduğu bütün hayırlarını, o iflas etmiş kuluma aşağılık gözüyle baktığı için amel defterinden sildik.

Dolayısıyla sıfırdan amel etmeye başlasın ve o pişmanlık ve hasret içinde dergahımıza yönelen fasık günahkarı da müjdele ki yüzüne başarı kapısını açtık ve hidayet yolunda onu desteklemek için kendisine inayet kılavuzunu gönderdik."



Günahkar Genç

Molla Fethullah Kaşani, "Menhec'us-Sadıkin" adlı kitabında ve Ayetullah Kelbasi ise "Enis'ul Leyl" adlı kitabında şöyle nakletmişlerdir: "Malik-i Dinar zamanında, günah ve isyan ehli zümresinden bir genç dünyadan göçtü. İnsanlar, günahları sebebiyle onun cenazesini defnetmediler. Aksine onu oldukça pis ve çöplük dolu bir yere atıp gittiler. Geceleyin rüya aleminde Hak Teala tarafından Malik-i Dinar'a şöyle söylendi: "Kulumuzun cenazesini oradan al, yıka, kefenle ve salihler ile temizlerin mezarına göm."

Malik-i Dinar şöyle arzetti: "O, fasıklar ve kötüler grubundandır. O nasıl ve hangi vesileyle Allah'ın dergahına yakın olabildi?" Malik-i Dinar'a şöyle cevap verildi: "Ölmek üzereyken, ağlayan gözlerle şöyle dedi: "Ey dünya ve ahiretin sahibi! Dünya ve ahireti olmayan bu kuluna acı."

Daha sonra Malik-i Dinar'a şöyle denildi: "Ey Malik! Hangi dertli insan dergahımıza geldi de derdine deva vermedik? Hangi ihtiyaç sahibi dergahımıza yöneldi de ihtiyacını gidermedik?"

Müstecap Dua

Hal ehli ve arifler zümresinden olan Mansur b. Ammar zamanında zengin bir kimse, günah dolu bir şölen düzenledi. Kölesine dört dirhem vererek, misafirleri ağırlamak için gereken şeyleri almasını emretti ve onu pazara gönderdi.
Köle pazara giden yolda,

Mansur b. Ammar'ın meclisinin önünden geçti ve kendi kendine şöyle dedi: "Biraz durayım da Mansur b. Ammar'ın ne dediğini dinleyeyim."Mansur'un, meclistekilerden bir fakir için bir şeyler talep ettiğini ve şöyle dediğini işitti: "Herkim dört dirhem infakta bulunacak olursa, ben de onun hakkında dört duada bulunurum." Köle kendi kendisine şöyle dedi: "En iyisi günah ehli için yiyecek ve şarap alacağıma, bu dört dirhemi Mansur b. Ammar'a vereyim de benim hakkımda dört duada bulunsun."

O köle dört dirhemi Mansur'a verdi ve şöyle dedi: "Benim hakkımda dört dua et."
Mansur şöyle dedi: "Hangi işler hususunda sana dua edeyim? Duanı açıkla!"
Köle şöyle dedi: "Evvela; dua et ki Allah beni efendimin kulluk ve kölelik esaretinden kurtarsın. İkinci olarak; efendime dua et ki tövbe başarısını elde etsin. Üçüncü olarak; dua et ki Allah infakta bulunduğum bu dört dirhemin karşılığını versin. Dördüncü olarak; dua et ki Allah beni, efendimi ve efendimin meclisine katılanları bağışlasın."
Mansur dört duada bulundu ve köle eli boş olarak efendisine geri döndü.

Efendisi: "Neredeydin?" diye sordu. Köle şöyle dedi: "Ey efendim! Dört dirhemi verdim ve yerine dört dua aldım." Efendisi: "Dört dua nedir?" diye sordu. Köle şöyle dedi: "Birinci dua, kölelik esaretinden kurtulmam içindi." Efendisi şöyle dedi: "O halde seni Allah yolunda azat ettim." Köle şöyle devam etti: "İkinci dua da efendimin günahlardan tövbe etme başarısı elde etmesi hakkındaydı." Efendisi şöyle dedi: "O halde ben de tövbe ettim." Köle şöyle devam etti:

"Üçüncü dua da, Allah'ın, infakta bulunduğum bu dört dirhemin bedelini bana bağışta bulunması hakkındaydı." Bunun üzerine efendisi ona dört dirhem verdi. Köle şöyle devam etti: "Dördüncü dua da merhametli olan Allah'ın beni, seni ve meclis ehlini bağışlaması hakkındaydı." Efendisi şöyle dedi: "Ben, elimden gelen şeyleri yerine getirdim.

Benim, senin ve meclis ehlinin bağışlanması ise benim elimde olan bir şey değildir." Efendisi geceleyin rüya aleminde Hak Teala tarafından bir münadinin kendisine şöyle nida ettiğini işitti: "Ey kul! Sen bu fakirlik ve yoksulluğuna rağmen görevini yerine getirdin. Biz bu sonsuz kerem ve bağışımıza rağmen nasıl olur da görevimizi yerine getirmeyiz? Biz seni, köleni ve bütün meclis ehlini bağışladık."

Kerim Olan Allah'ın Huzuruna Varmak

Hikmet sahibi bir kimse bir yoldan geçerken bir grubun, yaptığı günah ve fesat sebebiyle bir genci, şehirden dışarı çıkarmak istediklerini ve bir kadının da arkasından şiddetli bir şekilde ağladığını gördü ve o kadının kim olduğunu sordu. Ona, kadının söz konusu gencin annesi olduğunu söylediler.

Hikmet sahibi kimse şöyle diyor: "Ben bu duruma çok acıdım ve o topluluk nezdinde şefaatte bulunarak kendilerine şöyle dedim: "Bu defa bu genci bağışlayın. Eğer yeniden günah ve fesada geri dönecek olursa o zaman onu şehirden dışarı çıkarın."

Hikmet sahibi adam daha sonra şöyle diyor: "Bir müddet sonra o bölgeye geri döndüm. Orada kapının arkasından bir inleme sesi işittim. Önce o genci günaha geri döndüğü sebebiyle şehirden dışarı çıkardıklarını zannettim ve bu gencin şehirden ayrıldığı için ağladığını sandım. Kapıyı çaldım. Gencin annesi kapıyı açtı.

O gencin halini sordum. Bana şöyle dedi: "O genç dünyadan göçtü, hem de ne şekilde göçtü! Eceli yaklaştığı zaman bana şöyle dedi: "Anneciğim! Komşularımı benim öldüğümden haberdar kılma. Ben onlara eziyet ettim. Onlar beni günahım sebebiyle kınadılar. Dolayısıyla da onların benim cenazemin yanında durmalarını istemiyorum.

Sen bizzat beni kefenle. Bu yüzüğü bir müddet önce aldım. Üzerinde "bismillahirrahmanirrahim" cümlesi yazılıdır. Bu yüzüğü de benimle birlikte defnet. Kabrimin kenarında Allah'tan beni bağışlamasını ve günahlarımı affetmesini iste." Ben de vasiyetinle amel ettim. Onu gömdükten sonra geri dönerken, adeta şöyle bir ses işittim: "Anne! Git ve rahat ol! Ben yüce ve kerim olan Allah'ın huzuruna vardım."


Tövbe Üstüne Tövbe

Attar, "Mentık'ut-Tayr" adlı kitabında şöyle rivayet etmektedir: "Bir şahıs, günah üstüne günah işledikten ve birçok suçlara bulaştıktan sonra tövbe etme başarısını elde etti. Tövbe ettikten sonra da nefsinin isteklerinin galebe çalması sebebiyle yeniden günaha düştü. Ama bir müddet sonra yeniden tövbe etti. Bu defa yeniden tövbesini bozdu ve günaha bulaştı. Sonunda da bazı günahlarının cezasını gördü.

Sonunda ömrünü boş yere geçirdiğini ve ölümünün yaklaştığını hissedince de tövbe etme düşüncesine kapıldı. Ama utanç duyduğu için tövbe etme yüzünü de bulamadı. Tıpkı ateş üzerindeki bir buğday tanesi gibi yanıp duruyordu. Sonunda bir seher vakti gaybi bir münadiden şöyle işitti:

"Ey merhametli olan Allah'ın günahkar kulu! Sen ilk defa tövbe edince seni bağışladım. Sen tövbeni bozduğun zaman senden intikam alabildiğim halde sana mühlet verdim. Sonunda yeniden tövbe ettin ve ben de tövbeni kabul ettim. Ama üçüncü defa yine tövbeni bozdun ve yine kendini günahlara bulaştırdın. Şimdi eğer tövbe etmek istiyorsan tövbe et ki ben de senin tövbeni kabul ederim."

Yolunu Kaybeden Kimsenin Duasına Cevap Verilir

Attar, "Mentık'ut-Tayr" adlı kitabında şöyle rivayet etmektedir: "Bir gece Ruh'ul Emin Sidret'ul Münteha'da iken, merhamet sahibi olan Allah nezdinden "lebbeyk" nidasını işitti. Ama bu "lebbeyk" sözünün kime cevap olarak söylendiğini anlamadı. Dolayısıyla da "lebbeyk" sözünü işitmeye layık olan kimseyi tanımak istedi. Bütün gök ve yerde kimseyi bulamadı. Hak Teala'nın nezdinden sürekli "lebbeyk" sesini işitiyordu.

Yeniden baktığı halde, bu cevap makamına layık olan bir kul bulamadı ve bunun üzerine şöyle arzetti: "Allah'ım! İnlemesine cevap verdiğin bu kulu bana da göster." Kendisine şöyle hitap edildi: "Rum topraklarına bir bak." Ruh'ul Emin, Rum topraklarına bakınca, bir putperestin Rum puthanesinde hüngür hüngür ağlayarak putuna seslendiğini gördü.

Cebrail bu olayı görünce, büyük bir şaşkınlık içinde şöyle arzetti: "Bir putperestin putunu övdüğü ve ona yalvarıp yakardığı halde sen lütuf ve rahmetin üzerine ona cevap veriyorsun! Bu nasıl olur? Bana açıkla." Kendisine şöyle hitap edildi: "Kulumun kalbi kararmış ve bu yüzden de yolunu kaybetmiştir. Ama onun yalvarıp yakarma niteliğinden hoşlandığım için ona cevap vermekteyim ve ona lebbeyk demekteyim. Bu vesileyle onun yolunu bulmasına yardımcı olmaktayım." Bunun üzerine o şahsın dili merhametli olan Allah'ı anmaya başladı."

Bir İsmin Mutsuz Kimselerin Defterinden Silinip Mutluların Defterine Yazılması

İrfani ve ilmi olan çok önemli kitaplardan birinin sahibi yani Feyz-i Kaşani asrının sonraki dönem alimlerinden birinin yazmış olduğu Tefsir-u Fatihat'ul Kitab sahibi şöyle rivayet etmektedir:

"İsrail oğullarında bir abit kul vardı. Bu abit kul, insanlarla sohbet etmekten yüz çevirmiş ve bir köşede uzlete çekilmişti. Vakit sayfalarına öylesine bir kulluk ve itaat yazmıştı ki gökteki melekler onu dost edinmişlerdi. Vahiy perdesinin sırlarının mahremi olan Cebrail bile bu şahsı ziyaret etme arzusu içinde Hak Teala'dan göklerden yeryüzüne inmeyi diledi. Kendisine şöyle arzedildi: "Levh-i Mahfuza bir bak da adımın nerde olduğunu gör."

Cebrail Levh-i Mahfuza bakınca o abit kulun adının mutsuzların defterine yazılmış olduğunu gördü. Kaza ve kaderin bu yaptığına şaşırdı. Onu görme düşüncesinden vazgeçti ve şöyle arzetti: "Ey Allah'ım! Hiç kimse senin hükmün karşısında duramaz. Bu ilginçliği görmeye insan güç yetiremez."

Kendisine şöyle hitap edildi: "Uzun bir süredir onu görmek istiyordun ve kalbin onu görme aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Şimdi onu görmeye git ve gördüğün şeyleri ona bildir."

Cebrail, o abidin tapınağına indi. Onu oldukça zayıf ve cılız biri gördü. Kalbi şevk ateşiyle yanmış, gözü muhabbet ateşiyle tutuşmuştu.

Bazen tıpkı bir kandil gibi itaat mihrabının önünde yürek yakıcı bir şekilde, bazen de tıpkı bir seccade gibi tevazu üzere yere kapanarak yalvarıp yakarıyordu. Cebrail ona selam verdi ve şöyle dedi: "Ey abit! Kendini zahmete düşürme. Zira senin adın Levh-i Mahfuz'da mutsuz kimselerin defterine yazılmıştır."

Abid bu haberi duyunca seher vakti esen rüzgarın açtığı bir tomurcuk gibi gülümsedi ve güzel bir gülü görünce ötmeye başlayan güzel sesli bir bülbül gibi dile gelerek; "elhamdulillah" dedi.
Cebrail şöyle dedi: "Ey fakir yaşlı! Böylesine içler acısı ve hüzünlendirici bir haber karşısında "inna lillah" demek gerekir, sen "elhamdülillah" mı diyorsun? Sen yaslara bürünmen gerekir, sevinç izharında mı bulunuyorsun?"

Yaşlı abit şöyle arzetti: "Bu sözleri bırak! Ben kulum, o ise Mevla! Kulun mevlanın istekleri karşısında bir isteği bulunmaz ve O'nun iradesi karşısında bir irade olmaz. Mevla istediğini yapar. İrade dizginleri, Allah'ın kudret elindedir. Allah istediği yere götürür.

İktidar dizginleri Allah'ın iradesi altındadır. O istediğini yapar. Elhamdülillah eğer cennete girmek için O'na layık değilsem, bari cehennem odunu olayım." Cebrail bu abidin halinden şaşkınlığa düştü ve ağlamaya başladı. Bu halet üzere kendi makamına geri döndü.

Hak Teala ona şöyle emretti: "Şimdi levh-i mahfuza bak ki ressam; "Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır" diye ne de güzel bir resim çizmiş ve şekillendiren yaratıcı "Allah dilediğini yapar" diye ne de güzel boyamıştır."
Cebrail baktığı zaman, kulun adının mutluların defterine yazılı olduğunu gördü. Yeniden hayrete düştü ve şöyle arzetti: "Allah'ım! Bu olayda çok gizli bir sır vardır. Suçlu birinin mahrem birine dönüşmesindeki hikmet nedir?"

Kendisine şöyle bir cevap geldi: "Ey vahiy sırlarının emini ve emir ve yasaklar nurlarının indiği yer!" Abit kulu, adayı olduğu halden haberdar kıldığın halde inleyip durmadı ve sızlayarak alnını toprağa dayamadı, aksine sabır yoluna koyuldu. Benim kaza hükmüme rızayet gösterdi ve "elhamdülillah" kelimesini dile getirdi. Beni bütün övgülerle övdü. Dolayısıyla da "elhamdülillah" sözünün bereketiyle ve de kerem ve rahmetim hasebiyle adını mutsuzların defterinden sildim ve mutluların defterine kaydettim."

Ey Allah'ım! Rahmetin herkesin deryasıdır
Oradan bir damla bize yeterdir
Eğer günahkar kulların çirkeflerini
O denizde yıkarsan bir defa
Bir an olsun o deniz bulanmaz
Ama dünyanın işi aydınlanır
Ey Allah'ım! Biz hepimiz şaşkınız
Günah deryasına bulaşmış haldeyiz
Baştan sona bir hiçlik içindeyiz.

"Kendisiyle her şeye üstün geldiğin gücün hakkına"
Allah-u Teala'nın zatının aynısı olan kudreti ve gücü sonsuz ve sınırsızdır. Bütün kudretler ve güçler O'nun kudreti nezdinde bir hiçtir.

O'nun kudretiyle bağımsız olarak hiçbir kudretten ve güçlüden söz etmemek gerekir. Bütün kudretler, O'nun kudretinin bir parçasıdır. "La havle ve la kuvvete illa billah" (Allah'tan başka bir güç ve kuvvet yoktur.)
Önceki satırlarda, "Kullü şey" (her şey) cümlesini kısaca incelemiş olduk ve özetle şu sonucu elde ettik ki "her şey" ve bütün yaratıklar, Hak Teala'nın iradesiyle vücuda gelmişlerdir. Bu varlıkların sayısını, niteliğini ve niceliğini hiç kimse bilmemektedir ve kıyamete kadar da hiç kimse bilemeyecektir.

Sayıları trilyonlara varan gökteki semavi cisimleri, galaksileri, bulutları, bitkileri, hayvanları, kuşları, otlayan hayvanları, sürüngenleri, denizdeki hayvanları, sayılması mümkün olmayan amipleri, virüsleri, mikropları, gaybi varlıkları, yer ve gökleri dolduran melekleri hiç kimse bilemez. Onların sayısını hiçbir muhasebeci hesaplayamaz.
Varlık alemini vücuda getiren merhametli Allah bu sonsuz kudretiyle her şeye galebe çalmıştır.

Yaratılış aleminde hiçbir şey O'nun kudreti dışında değildir ve de olamaz. Allah-u Teala gökteki cisimleri, galaksileri, yıldızları, güneş sistemlerini, bazen trilyonlarca ton hatta daha fazla ağırlıkta olan arasındaki cisimleri, belli bir yörüngede asılı olarak harekete geçirmiş ve milyarlarca yıldır sonsuz uzayda hareket eden bütün bu varlıkları kendi güçlü kudretiyle düşmekten ve dağılmaktan, korumuştur.

"Karşısında her şeyin boyun eğdiği ve her şeyin ram olduğu gücün hakkına"
Gaybi varlıklardan şuhudi varlıklara kadar, maddi ve manevi en büyük varlıklardan, maddi ve manevi en küçük varlıklara kadar, sabit ve gezegen galaksilerden, en güçlü ilmi aletlerle bile asla görülemeyen en küçük atoma kadar her şey, Allah'ın kudreti ve gücü karşısında hor ve zelil bir haldedir. Hepsi Allah'ın kudretine teslim olmuşlardır ve Allah'ın hikmete dayalı emirleri karşısında tevazu içinde zillet toprağına kapanmışlardır.

Ey Allah'ım! Her yer senin egemenliğin altındadır. Varlıklardan hiçbirisi sana karşı çıkacak ve isyanda bulunacak bir hal ve ruh haletine sahip değildir. Onlardan hiç kimse senin emirlerine karşı koyamaz. İstisnasız olarak senin sonsuz kudretine teslim olmuş bütün varlıklar, bütün varlıklarıyla huzu ve zillet içindedirler.

Bilinçli bir masumun ve basiretli bir muvahhidin melekuti kalbinden diline dökülen aşk ve irfan dolu duasının bir bölümünde şöyle okuyoruz:

"Şüphesiz sen, evet sen, gücü ve kudretiyle her şeyi hor ve hakir kılan, her şeyin, kudretin karşısında boyun eğdiği ve teslim olduğu ilahsın. Sen her şey hakkında istediğini yapansın. Sen varlık aleminde irade ettiğin gibi tasarrufta bulunansın. Sen her şeyi yaratan mukaddes zatsın. Her şeyin işi senin kudret elindedir. Sen her şeyin mevlasısın. Her şey senin kahhariyet ve galibiyetin karşısında mağluptur. Her şey senin egemenliğin altındadır. Senden başka ilah yoktur. Sen azizsin ve kerimsin."

Yerdeki, gökteki zerrelerin hepsi
Allah ordusudur, bazen sınama
Yeli gördün ya, Ad kavmine ne yaptı
Suyu gördün ya, tufanda neler yaptı
O kin denizi Firavun'a ne işler açtı
Bu yeryüzü Karun'a ne işler gösterdi
Ebabil kuşları, file neler etti
Sivrisinek, Nemrud'un başını nasıl yedi
Davud, eliyle koca sahraya taş atınca
Taş üç yüz parçaya bölündü, ordu da bozguna uğradı
Lut'un düşmanlarına taş yağıyordu
Nihayet kara su içinde suya daldılar!
Alemdeki cansız şeylerden diyecek olursam
Akıllıca Peygamberlere ettikleri yardımlardan
Mesnevi o kadar büyür ki kırk deve
Onu çekmek isterse aciz olur onları çekmekten

Evet, Allah'ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Sonsuz kudret ve gücü her şeye galip ve üstün gelmiştir. Mukaddes ve mübarek varlığın kudreti karşısında her şey hor ve hakir bir haldedir.

Dolayısıyla da yalvarıp yakararak, boyun eğerek, ihlas ve tevazu içinde göz yaşı dökerek, üstelik Cuma gecesi gibi mübarek bir gecede, bir kulun ettiği duasını müstecap kılmak, gök ve yerdeki askerlerini, dua eden kulunu, dünyevi ve uhrevi hedeflerine ulaştırmak için göndermesi, kudret ve güç sahibi için oldukça kolay bir iştir.

Teslimiyet ve tevazu içinde Allah'ın kudret ve rahmetine seslenen, Allah'ın rahmet ve kudretinden başka hiçbir rahmet ve kudret tanımayan kulun yaptığı duasının icabete ulaşmaması mümkün müdür? Asla!

İhtiyaç sahibinin ihtiyacını gideremeyen, dua eden kulun duasına icabet edemeyen ve isteyen kimsenin isteklerine cevap veremeyen bir varlık, zayıf ve aciz bir varlıktır. Her şeyi kudret elinde tutan ihtiyaçsız zata, geniş bir rahmete ve sonsuz bir kudrete sahip olan Allah-u Teala, kulun maslahatı ve kendi hikmeti üzere yaptıkları duasını kabul buyurur ve kendisinden isteyenlerin istediği şeyi onlara bağışlar.

Sahife-i Seccadiye'nin 13. duasında şöyle yer almıştır:
"Bir zamanlık salt yokluk olan ve de zikre değer bir varlıklar olmayan mümkün varlıklar, Hak Teala'nın rahmet ve kudretiyle vücuda gelmişlerdir ve varlıklarının devamı da Hak Teala'nın inayeti, nazarı, rahmeti ve kudreti sebebiyledir. Hiçbir konuda kendiliğinden bir bağımsızlığı yoktur. Zati fakirlik, huzu ve zillet mührü hayatlarının alnına vurulmuştur. Sürekli olarak Allah-u Teala'nın ezeli ve ebedi kudretinin karşısında zillet, huzu, horluk ve teslimiyet içindedirler.

Dolayısıyla da Allah'ın sonsuz kudreti karşısında insanın kendiliğinden bir kudret gösterisinde bulunması, benlik davulunu çaldırması, tekebbüre kapılması doğru değildir.

İnsan sahip olduğu zati huzu, zillet, bir avuç topraktan başka bir şeyi ifade etmeyen küçük cüssesi, bir nefha ve üfürüşten ibaret olan sınırlı ruhu ve hiçbir değer ifade etmeyen bir zerrenin hakikatini dahi derk etmekten aciz olan sınırlı aklıyla, gerçek Mevla, yaratıcı, müdebbir,

terbiye edici ve rahmetiyle her şeyi kuşatıcı olan Allah karşısında gövde gösterisinde bulunması, asla kendisine yakışmamaktadır. Zira bu gövde gösterisinde bulunuşu, çöküşüne, iflas edişine, rezalete düşmesine, yüzsuyunun dökülmesine, rahmetten mahrum kalmasına, kötü akıbete duçar olmasına ve de ebedi azaba uğramasına neden olmaktadır.
"Kendisiyle her şeye galip geldiğin ceberut (azametin) hakkına (senden niyaz ederim).

"Ceberut" kelimesi lügat açısından mübalağa kipidir. Yani Allah-u Teala bütün varlıkların ve varlık alemindeki mümkünatın bütün eksikliklerini ve noksanlıklarını kendilerine ulaştırdığı hayırlar, nimetler, araç ve gereçlerle telafi etmektedir; hem de çok yüce ve çok miktarda telafi etmektedir.

Bütün mümkün varlıklar, yaratılışın başlangıcında zikredilmeye dahi değmeyen şeyler konumundadırlar. Onların ilk sureti, ya bir atomdur, ya bir habbe ve tanedir veya değersiz bir nutfedir. Her varlığın sahip olduğu az veya çok her şeyi, nakıstır.

Allah-u Teala'nın ceberutu, sınırsız sıfatı, bu mümkün varlıkların eksiklik ve noksanlıklarını telafi etmektedir. Mümkün varlıklar da, Hak Teala'nın bu telafisi vasıtasıyla, kamil bir suret, tam bir şekil, değerli bir hüviyet ve yüce bir haysiyetle varlık aleminde tecelli etmekte ve kendi asıl yerlerinde yer almaktadırlar.



Dipnotlar
------------------------
- Hatif-i İsfahani, Divan-i Eş'ar
- Nişaneha-i ez U, 2 ila 92
- Nahl, 69
- Senai-yi, Gaznevi, Divan-i Eş'ar, Der Heca-yi Mucize (Bazı beyitler)
- Zümer, 53
- Bakara, 173- 182, 192- 199 ve Maide, 39
- Bakara, 207; Al-i İmran, 30
- Bakara, 221
- Bakara, 25
- Bakara, 105
- Bakara, 105
- Nisa, 43
- Nisa, 16
- Yusuf, 64
- Necm, 32
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 8, s. 384, fi Siat-i Rahmetillah Babı
- Allah-u Teala'nın rahmeti ile ilgili rivayetler geniş ve tafsilatlı bir şekilde Bihar'ul- Envar, c. 7, s. 286, 14. Bab, Ma Yezheru min Rahmetihi Teala fi'l- Kıyame; Mehaccet'ul- Beyza, c. 8, s. 383, fi Siat-i Rahmetillah ve Kitab-u Tefsir-i Fatihet'il- Kitap ve diğer Kur'ân tefsirlerinde yer almıştır.
- Tefsir-u Fatihat'il- Kitab, s. 74
- Tefsir-u Fatihat'il- Kitap, s. 63
- Enis'ul- Leyl, s. 45
- Tefsir-i Ruh'ul- Beyan, c. 1, s. 337
- Enis'ul- Leyl, s. 45
- Enis'ul- Leyl, s. 46
- Ra'd, 39
- İbrahim, 27
- Tefsir-i Fatihat'ul- Kitap, s. 107
- Mevlevi, Mesnevi-yi Manevi, Süleyman'ın gönderdiği tehdit

5
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi
Merhamet Sahibi Olan Allah Vasıtasıyla Eksikliklerin Giderilmesi

Eksiklik ve noksanlıkların Allah tarafından giderilmesi dikkate değer bir hakikattir. Bu konuda, ilmi kitaplardan birkaç husus aktaralım ki noksanlık ve eksikliklerimizi gideren feyiz kaynağına imanımız daha da artsın.


Güneşin Tüketilmiş Enerjisini Telafi Etmek

Enerjinin büyük bir kısmını temin eden güneş, "her şey" hakikatinin küçük bir birimi konumundadır.
Güneşin ısısı, o kadar fazladır ki en yakıcı ateşler bile onun yanında soğuk kalmaktadır. Güneşin yüzeysel ısısı, 6093 derece santigrada denktir. İç sıcaklığı ise bundan çok daha fazladır. Güneş her saniyede on iki milyon dört yüz bin tondan fazla bir enerjiyi fezaya yaymaktadır. Öyle ki eğer, güneşin bir dakikada tüketmiş olduğu ısıyı odun kömürü vasıtasıyla elde etmek istersek, 679 milyar tondan fazla odun kömürü yakmamız gerekir.

Bir saniye içinde güneş tarafından tüketilen enerji miktarının ağırlığı ise, dört milyon tondan fazladır ve bu rakam, bir yıl içinde 126, 144, 000, 000, 000 tonu bulmaktadır. Şüphesiz ateş, yakıtı olmadığı takdirde sönmektedir. O halde eğer güneş dışardan bir şey almıyorsa ve de her yılda bu kadar miktarda enerji tüketiyorsa, neden soğukluğa ve sönmeye doğru gitmemektedir?

Oysa eğer güneş, halis kömürden yapılmış olsaydı, altmış asırdan fazla bir yakıta sahip olamazdı.
Bu sorunun cevabını sadece Hak Teala'nın "ceberut" sıfatı vermektedir. Allah-u Teala güneşi, büyük bir gaz kütlesi halinde yaratmıştır. Gaz, yoğunluk ve sıkışma esnasında tüketmiş olduğu enerjisini yeniden elde etmektedir. Bu konu, doğu ve batıda birçok bilginlerin sürekli yaptığı araştırma ve incelemelerin ve bugün dünyada en kolay şeklinde elimize ulaşan binlerce kitap sayfası yazıların neticesidir.

Evet, Allah-u Teala, eşyanın tüketilmiş enerjilerini çeşitli şekillerde telafi etmektedir. Güneşin tükettiği enerjiyi telafi etmek de Allah'ın ceberut sıfatına sahip olduğu nişanelerinden biridir.

Hazar Denizinin Cezr-u Meddi'nin (gel git olayı) Telafisi

Hazar denizinin seviyesi, açık denizden yaklaşık olarak 27/6 metre daha aşağıda bulunmaktadır ve bazen daha da aşağı inmektedir. Hazar denizinin açık denizlerle bir bağlantısı yoktur. Bu yüzden de Hazar denizi okyanusların genel olarak gel git olaylarına bağlı değildir.

Hazar denizi, küçüklüğü sebebiyle, yeterli derecede, ayın çekiminden istifade edememektedir. Dolayısıyla da Hazar denizinde gel git olayının olmaması, kokuşması, balıklarının yok olması ve sahillerinin etrafı kirletmesi ve bu denizde hiçbir canlı ve bitkinin yaşayamaması gerekir. O halde bu neden böyle olmamıştır ve olmamaktadır?

Hazar denizi ve sahillerini vücuda getiren Hak Teala, bu eksikliği nasıl gidereceğini çok iyi bilmiştir. Dolayısıyla da bu denizin sularını büyük bir baskıyla harekete geçirecek ve de içine dökülen nehirlerin seviyesini yükseltip alçaltacak, "sernuk, hazeri ve miyanva" adında üç rüzgar göndermiştir. Bu rüzgarlar, büyük bir güç kullanarak Hazar denizinin sularını yükseltmektedir. Öyle ki kayıkçıların çoğu bu suyun baskısı karşısında direnememektedir.

Bu rüzgarlar başka bir iş daha yapmaktadır ve o da şudur ki bu rüzgarlar, bulutları Hazar denizinin kuzeyinden güneyine sürmekte ve de İran'ın kuzey sahillerinde yağmurların yağmasına sebep olmaktadır. Böylece İran'ın kuzey sahilleri sürekli olarak yemyeşil bir iklime sahip bulunmaktadır. Bahçelerinde lale ve sümbül yetişmektedir. Bu rüzgarlar, deniz suyunu "Enzeli durgun suyu"nun içine doğru sürmektedir ve böylece de o durgun suların temizlenmesine ve arıtılmasına neden olmaktadır.

Gilan nehirleri de sürekli dağlardan akan sular nedeniyle çamurlu bir halde bulunmaktadır. Nehirlerin çamur suları ve ormanın tane ve kökleri bu durgun suların yüzeyini yükseltmekte ve orayı doldurmaktadır. Tohum ve kökler ise hızla gelişmektedir. İşte bu iki etken dahi o durgun suların bir an önce kurumasına ve batlak haline dönüşmesine yeterli sebeptir. Ama binlerce yıldır, bu durgun sular bataklığa dönüşmemiş ve kendi halinde öylesine kala kalmıştır.

Neden?
Eksiklikleri gideren Allah-u Teala bunu önlemek için deniz suyunu sellerle buluşturmuştur. Sernok, hazeri ve miyanva rüzgarları, bulutları yağmak için güneye doğru harekete geçirdiklerinde denizin temiz suları, nehirlerin çamurlu sularının yanına gitmekte ve onlarla karışmaktadır. Böylece de katılıkları incelmektedir. Kök ve tohumlar da denizin tuzlu suyu sebebiyle ortadan kalkmaktadır.

Bu rüzgarlar dindiği zaman da "kramva", "kenarva" ve "aftab buşu" rüzgarları, harekete geçmektedir. Bu rüzgarlar, durgun suları harekete geçirerek onları Hazar denizinin içine dökmektedir ve böylece de durgun suların, çamurlu sulardan temizlenmesine neden olmaktadır.
"Gilva" ve "doroştva" rüzgarları da durgun suların doğudan batıya doğru tazyiki ve sularla karışımı görevini yerine getirmeye yardımcı olmaktadırlar.


Meyve Tanelerinin Eksikliğini Gidermek

Meyve taneleri de ekilmedikçe ve de Cebbar olan Allah'ın ceberuti kudreti çeşitli şekillerde ve diğer bir takım unsurlar vesilesiyle bu meyve tanelerinin eksikliklerini gidermedikçe asla istifade edilemeyecek bir konumdadır. Ağaçtaki tatlı bir elmaya dikkat ediniz. Bir gün küçük bir tohum ve kapalı küçük bir zerre halinde aktariyye (baharatçı) kabında bulunmaktaydı.

Tane olduğu zaman sadece toprağın karanlık bağrında ekilmekten başka bir şeye yaramamaktaydı. Ekimcinin eliyle kara toprağın bağrında ekildiği zaman ise hava, ışık, su ve çeşitli tuzlar yardımına koşmaktadır ve Hak Teala'nın izniyle eksiklikleri ve noksanlıkları telafi edilmektedir. Böylece güzel renkli, güzel tatlı ve yenilecek güzel bir meyve haline dönüşmektedir. İnsanların yiyecek ve meclislerinin süsü ve insanların yiyeceği olmaktadırlar.

Hak Teala'nın Cebbariyet sıfatıyla daha iyi tanışabilmek için aşağıdaki satırları daha iyi okuyunuz.
Elmanın bileşenleri özet olarak şunlardan ibarettir:
Azot bileşimleri: Proteinler ve amino asitler (lizin, arginin, histidin, tirozin)
Elmada bulunan mineraller: İyot, potasyum, bor, fosfor, kalsiyum, demir, bakır, sodyum, kükürt, manganez, alüminyum, ponizim

Elmada bulunan nişasta bazlı şeker maddeleri: Desktros, selüloz, pentuzan, nişasta
Şekerler: Glikoz, früktoz, sukroz

Asit: Pektik, pektin, asit peksinik, roto pektin
Yağlar ve asitler: Malik asit, sitrik asit, Oksalit asit, skorbik asit ve leaktik asit
Renk bileşimleri: Antosyaninler, klavunlar, klorofil.
Vitaminler: A - B - C - G

Enzimler: Katalaz, oksidaz.
Su: %84
Açıkça gördüğünüz gibi Cebbar olan Allah bir meyvenin eksikliklerini dahi, işte bu şekilde gidermektedir. Eğer diğer maddi unsurların eksikliklerini gidermeye ve ayrıca Allah'ın telafi ettiği manevi eksikliklere de işaret etmek istersek, bütün varlıkların sayfa sayıları adedince sayısız sayfalarda çok önemli konuların yazılması gerekir.

Bir taşa bağışlar öyle bir itibar
Ki tacına koyar bir taç sahibi
Kara toprağa bağışta bulunur
O kadar ki yeri gözde olur
Çamurdan taşa, gülden dikene
Bütün özellikleri ondan vücuda gelir
Çöle düşen bir dikeni
Bir hastanın derdine deva kılmıştır
Yerde hiçbir bitki yeşermez ki
Yaprağına bir ilaç yazmamış olsun
Kapıyı kapamamış, ihsana açmıştır
Herkese ihtiyacını vermiştir
Herkesin az çok tüm ihtiyacını
Hazırlamış ve önceden öngörmüştür
Canlar yakan nazın ışıklı kandili
Aşıklar Tur'unun ihtiyaç gidericisi
Eğer lütfü hali kapsarsa
Bütün yüz çevirişler yöneliş olur
Eğer akla aydınlık bağışlamazsa
Ebedi olarak karanlık görüşte kalır.

"Önünde hiçbir şeyin durmadığı izzetin hakkına"
Hak Teala'nın mukaddes vücudu, her şeyi kudretiyle yaratmış, rahmetiyle kuşatmış, her şey bütün varlığıyla Allah-u Teala'nın kudreti karşısında boyun eğmiş ve teslimiyet içine girmiştir. Allah-u Teala, Cebbariyet sıfatıyla, her şeyin eksiklerini ve noksanlıklarını gidermiştir. Dolayısıyla bütün varlıklar, hangi hüviyet ve haysiyete sahip olursa olsunlar, Allah-u Teala'nın izzeti karşısında durabilme gücüne sahip değillerdir.

Bir şeyin vücudu bütün bileşim ve varlığı, gök ve yerden tut bu ikisinin arasında olan her şeye kadar, gaybi varlıklardan tut gözle görülür alemdeki varlıklara kadar her şey, Allah-u Teala'nın izzet ve kudreti karşısında hiçbir şeyi ifade etmemektedir. Allah-u Teala'ya oranla bütün varlık alemi, bir gölge ve zayıf bir gösteri mesabesindedir. O halde Allah-u Teala'nın ebedi ve ezeli izzeti ve sonsuz kudreti karşısında kim durabilir?

Allah-u Teala'nın kudret ve güç anlamında olan izzet sıfatı, bütün varlıklarda tecelli etmiştir ve de Allah'ın kudretinin küçük bir parçasını ifade etmektedir. Dolayısıyla hiçbir değer ifade etmeyen küçük bir kıvılcımın ışını nerede, sonsuz ve ebedi olan nur nerede? "Şüphesiz izzet tümüyle Allah'ındır."

Değerli Kur'ân-ı Kerim'in ayetleri esasınca da izzet tümüyle Allah'a aittir. Allah dilediğine liyakati ölçüsünde izzet vermektedir ve dilediğinden de izzetini esirgemektedir. İzzet verdiği herhangi bir varlıktan istediği takdirde izzetini geri alabilir. O halde Allah'ın varlığı karşısında hiçbir bağımsız izzet sahibi yoktur ve hiç kimse Allah'ın izzeti karşısında duramaz. Allah yenilgisi olmayan bir kudret ve de mağlup olmayan bir galiptir.
"Ve her şeyi dolduran azametin hakkına"


Faili Fiili Vasıtasıyla Tanımak

Bildiğimiz gibi her failin büyüklük ve azametini bir ölçüye kadar fiilinden anlamak mümkündür. 110 katlı veya daha yüksek bir gökdelen yapan mühendisin, yaptığı bu gökdelene dikkatle bakıldığı takdirde, söz konusu mühendisin, fikri, ilmi ve ruhi azametini anlamak mümkündür.

"Esfar", "Arşiyye", "Hikmet-i Mütealiye" ve "Esrar'ul Ayat" gibi çok değerli kitaplar telif etmiş olan Sadr'ul Müteellihin'in fikirsel azametini, akli büyüklüğünü ve yüce düşüncelerini, kitaplarındaki dikkatinden anlamak mümkündür. Büyük bir elektrik fabrikasını kuran ve geceleyin bütün yeryüzünü elektriğiyle gündüz gibi aydınlatan bir kaşifin azametini de işlerindeki dikkatinden anlamak mümkündür.

Ama Allah-u Teala'nın büyüklük ve azametini, ezeli ve ebedi olduğu için ve de sonsuz bir varlık olduğundan, sınırlı varlık olan bizlerin anlaması mümkün değildir. Ama o azametin küçük bir bölümünü, varlık alemini dikkatle incelediğimizde, varlıklar üzerinde dikkatlice düşündüğümüzde ve de yaratılışın azametine baktığımızda, bütün derinliğiyle hissetmemiz mümkündür. Zira Allah-u Teala'nın azameti cilvesi, her şeyi kapsamıştır.

Bu konuda, sadece iki rivayete, daha sonra da ilmi bir konuya işaret etmek istiyoruz. Şüphesiz bu işaret bile, bir yere kadar açıklamaya ve yorumlamaya çalıştığımız hakikati beyan etmeye yeterlidir.

Çeşitli Alemleri Yaratmak

Islahatçı bilgin büyük allame Seyyid Hibetuddin Şehristanî'nin eşsiz eseri "İslam ve Hey'et" kitabı, Şeyh Saduk'un "Hisal" adlı kitabından, Allame Meclisi'nin Bihar'ul Envar kitabından, Envar-i Nu'maniye'den, Şerh-i Sahife'den ve Nur'us Sekaleyn tefsirinden, oldukça güçlü senetlerle, İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Şüphesiz aziz ve celil olan Allah'ın on iki bin alemi vardır ki her birisi yedi kat yerden ve yedi kat gökten daha büyüktür. Onlardan hiçbirisi kendinden başka bir alemin varlığından haberdar değildir."

Çağdaş gök bilimcileri de şöyle demektedirler: "Varlık alemi, binlerce alemden oluşmaktadır. Her alemin bizim gök ve yeryüzünden çok daha büyük gökleri ve yerleri vardır."

Sayılar, genel olarak Kur'ân-ı Kerim ayetlerinde ve rivayetlerde belli bir sınırı ve sayıyı belirtmek için değildir. Belki kesret ve çokluğu ifade etmektedir. O halde, varlık aleminin sadece on iki bin alemden ibaret olduğunu sanmak yanlıştır. Alemler, Kur'ân, rivayetler, yıldızlar ilmi ve kozmogoni kitaplarında yer aldığı miktarından çok daha fazladır.

Arşta Asılı Olan Kandiller ve Güneş Sistemleri

Seyyid Nimetullah Cezayiri, Şerh-i Sahife'de Allah Resulü ve tahir İmamlardan (a.s) şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir: "Allah, yüz bin kandil yaratmıştır; hepsini de arşın etrafına asmıştır. Bütün gökler, yerler, ve gök ve yerlerde olan her şey, hatta cennet ve cehennem bile bir kandildedir. Diğer kandillerde neler olduğunu ise Allah'tan başka hiç kimse bilmemektedir."

Allame Şehristani ise bu mucizevi rivayeti ve büyük hakikati açıklarken şöyle demektedir: "Buradaki kandil daha çok güneş sistemine benzemektedir. Bu benzerliğin nedenleri şunlardır: "Birinci benzeme: Kandil, elips şeklindedir, güneş sistemimizin şekli de son dönem bilginlerinin inancına göre elips şeklindedir.

İkinci benzeme: Kandil, ortasında latif ve ince bir cisim (ışık) bulunmaktadır. Buradan etrafa ışık ve ısı yayılmaktadır. Güneş sistemi de son dönem bilginlerin inancına göre, ortasında bulunan latif bir küreye sahiptir ve o da diğer gezegenlere ışık ve ısı yaymaktadır.

Üçüncü benzeme: Kandil havada asılıdır, duvara ve başka bir yere asılı değildir. Güneş sistemi de uzayda asılı durumdadır.
Dördüncü benzeme: Kandilde olan aydınlatıcı madde, kandilin gerçek ortasında değildir ve bir sınırına daha yakındır. Güneş de, güneş sisteminin gerçek ortasında değildir.

Bu benzerlik şekillerine dikkat edildiği takdirde bu mucizevi rivayetin, yeni ilimlerle uyum içinde olduğu ve eski felsefeye muhalif olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Aynı zamanda açık bir şekilde her biri, gezegenlere, aylara, beldelere, şehirlere, diyarlara, cennete, cehenneme ve benzeri şeylere sahip olan binlerce evrenin ve güneş sisteminin varlığına delalet etmektedir. Bu kandillerin içindeki alemlerden her biri de bir güneş sistemidir ve de gök ve yer genişliğincedir."


Sayısız Yıldız Güneşler

Yirminci yüz yılın başında insanlar, geceleri açıkça görülen galaksimizde otuz milyon güneşin olduğunu işittiğinde, şaşkınlığa düşmekteydiler. Ama bugün sadece bizim galaksimizde on milyon yıldızın, yani güneşin olduğu bilinmektedir. Geceleyin biz hiçbir dürbün ve teleskop olmaksızın gökyüzüne baktığımız zaman, oldukça küçük göze çarpmaktadır. Hatta bir kış veya yaz günündeki yoğun bulutlar kadar dahi göze çarpmamaktadır.

Ama Wilson rasathanesindeki teleskop gibi oldukça büyük ve gelişmiş bir teleskop veya Tanimer "Apalumer" dağındaki rasathanede bulunan ve ağzının genişliği beş metreyi bulan teleskopla galaksimize bakacak olursak, ne kadar büyük ve azamet sahibi olduğunu anlarız.

Galaksimizdeki güneşler, birbiri ardında yer almışlardır. Onları sayabilmek mümkün değildir. Şimdiye kadar hiçbir gökbilimci, galaksimizde kaç tane güneş olduğunu tayin edememiştir. Sadece tahminde bulunmuşlar ve de galaksimizde on milyon güneşin olduğunu söylemişlerdir. Bu esas üzere galaksimizi sınırlandırıp, güneşlerini saymakta ve de tahminde bulunarak galaksimizde on milyon güneşin olduğunu söylemektedirler.

Oysa galaksimizdeki güneşlerin sayısı bundan çok daha fazla olabilir. Çünkü galaksimizdeki yıldızlar o kadar yoğundur ki bir bölümü, diğer bölümü örtmektedir ve dolayısıyla da bir arkadaki güneşleri görmesine engel olmaktadır. Ama galaksinin ilginç derinliğinin de gösterdiği gibi zahiri güneşlerin arkasında birçok güneşler vardır. Galaksimizdeki güneşlerin arasında da bizim güneşimizden on milyonlarca defa daha büyük olan güneşler bulunmaktadır.

Bizim alemde milyonlarca galaksi vardır ki bazen iki galaksinin uzaklığı, örneğin bizim galaksimizin diğer bir galaksiyle uzaklığı iki milyon ışık hızını bulmaktadır.

Bugün, dünyadaki en büyük teleskop, Amerika'nın Palumer dağındaki teleskoptur. O teleskop, 100 milyon ışık yılı uzaklığındaki galaksilerin ışınlarını görebilmektedir. Bazen yüz milyon ışık yılı uzaklığının ötesinde de bir takım ışıklar göze çarpmaktadır ve kozmologlar orada da yeni galaksilerin olduğunu anlamaktadırlar.

Güneşin ağırlığı, iki trilyon kere trilyon tonu bulmaktadır. Büyük evrenin küçük bir vilayeti mesabesindeki galaksimiz ise yaklaşık olarak güneşten 165 milyar kat daha fazla ağırlığa sahiptir.
Bu kadar büyüklük ve azametiyle evrenin dört bir yanına dağılmış olan bu madde ve cisimlerle birlikte evrenin büyük bir bölümü boş durumdadır!

Bize en yakın olan sabit bir yıldız ile olan mesafe, yaklaşık olarak kırk milyar km.dir.
İşte bunlar büyük evrenin kozmogonik ve çok sınırlı uzay teleskopların bizlere gösterebildiği küçük bir parçasıdır. Sizler, dünyanın küçük bir parçasını,

uzunluğunu, enini, hacmini ve ağırlığını gösteren bu rakamları incelediğiniz halde, azameti sonsuz olan ve her yeri kaplamış olan azamet ve büyüklüğünü derk edebilir misiniz? Büyük evren, Allah-u Teala'nın fiili, sanatı, mahsulü, atölyesi ve kitabı mesabesindedir. Allah-u Teala'nın fiillerinden ve değerli kitabından yardım alarak, çok sınırlı da olsa, Allah-u Teala'nın yüce azametini anlamak ve de can-u gönülden ve bütün varlığıyla ihlas içinde şöyle feryat etmek gerekir: "Allah nitelendirilmekten çok daha büyüktür."

Zira en güçlü nitelendirenler dahi Allah'ı nitelendirmekten acizdirler. En yetkin dinler dahi Allah'ı anlatmak hususunda dilsiz kesilmektedirler. En güçlü düşünceler dahi, Allah'ın azametinin küçücük bir köşesini dahi anlamaktan acizdirler.

Evet, kendi kabiliyetimiz ve anlayışımız ölçüsünce büyük İslam Peygamberi Hz. Muhammed'den (s.a.a) öğrendiğimiz şu sözü itiraf etmek zorundayız: "Biz seni hakkıyla tanıyamadık."

Eğer birisi onun vasfını bana sorarsa
Kalpsiz vasıfsız hakkında ne söyleyebilir?
Aşıklar maşukların ölüleridir
Ölülerden asla bir ses çıkmaz.

"Her Şeye Üstün Gelen Saltanatın Hakkına"
Daha önceki satırlarda varlık aleminin azametinin küçük bir parçasını okumuş oldunuz. Allah, sorgusuz sualsiz saltanat sahibidir. Varlık aleminin ve alemdeki her şeyin batın ve zahirinin üstündedir. Allah'ın hakimiyeti, galibiyeti ve kudreti her şeyin üstündedir. Her şey bütün boyutlarıyla o güçlü sultanın saltanatı ve egemenliği altındadır.

Bu dünyada her kim hakkıyla ve liyakati hasebiyle bir egemenliğe sahipse, bu egemenliği Allah'ın kendisine bağışladığı ve ihsanda bulunduğu bir egemenliktir. Allah istediği zaman bunu ondan alır ve başkalarının eline verir.

Egemenlik sahipleri egemenliklerini Hak Teala'nın saltanat, hakimiyet ve egemenliğinin bir yansıması olarak kabul etmelidirler. Dolayısıyla da sadece adalet ve ihsan üzere emir vermelidirler. Eğer adalet ve ihsan dışında bir egemenlik kuracak olurlarsa, zalimler topluluğuna katılırlar. Nitekim Kur'ân ayetlerinin ve hayat tarihinin de ispat ettiği üzere her şeyin üstünde olan Allah'ın intikamı onları çepeçevre kuşatmakta ve kendilerini savunma imkanı bile bulmadan aşağılık ve zillet toprağına kapanmakta ve ebedi bir azaba gömülmektedirler.

Allah'ın egemenliği, gökten inen ve kaynayan suyun bir fırtına haline gelmesini ve Nuh zamanındaki müşrik ve kafirleri ortadan kaldırmasını emretmiştir.

Allah'ın egemenliği, bir rüzgarı harekete geçirerek güçlü Ad kavmini, topraktan kopmuş kuru bir ot gibi kökünden söküp atıvermiş ve bir an içinde utanç dolu hayatlarına son vermiştir.

Allah'ın egemenliği, Nil denizine, dev dalgalarıyla zalim, taşkın ve kibirli Firavun'u, kavmi ile birlikte yokluk diyarına göndermesini emretmiştir.
"Her şeyin fani olmasından sonra baki kalacak veçhin hakkına."

Allah-u Teala'nın mukaddes zatı, varlığın bizzat kendisidir. Varlık alemi O'nunla ezeli ve ebedidir. O her zaman varolmuştur ve vardır. Hiçbir şey O'nunla birlikte olmamış ve de yoktur. Allah-u Teala hikmete dayalı iradesiyle her şeyden müstağni olduğu bir halde her şeyi vücuda getirmiştir. Her şeyin süresi sona erecek ama O sürekli ve ebedidir.
Varlık aleminde hiçbir şey kendiliğinden bağımsız bir hayata sahip değildir.

Her şeyin hayatı, ilahi nefhanın bir eseridir. Dolayısıyla her şeyde fani olma kabiliyeti kesin bir şekilde mevcuttur. Fani olmak noksan sıfatlardan biridir. Beka ise kemal sıfatlarından biridir. Neticede mutlak kemalin mutlak bir bekası vardır. Fena ise bütün varlıkların alnına ve her şeyin hayat defterine vurulmuş bir damga konumundadır.

"Her şeyin temellerini dolduran isimlerin hakkına"
Bu melekuti ve arşi sözdeki isimlerden maksat, harflerden meydana gelen lafzi isimler değildir, aksine maksat bu kelimelerin delalet ettiği gerçekler, hakikatler ve örneklerdir.
Gerçek rahmet, gerçek lütuf, zati ilim, reel adalet ve fiili kudret, her şeyin temelini doldurmuş ve başka bir ifadeyle her şey Allah'ın yaratıcılık, vücuda getiriş, şekillendiriş, ilim, basiret, adalet, hikmet, rahmet ve gerçek şefkatinin tecelli ettiği yer konumundadır.

Varlıklar o gerçeklerle vücuda gelmişlerdir, onlarla dolmuşlardır, onların bereketiyle hayatını sürdürmektedirler ve de onlar sebebiyle rızk elde etmektedirler.
Bu hakikate dikkat edildiği takdirde açıkça görüldüğü gibi kelimelerden meydana gelen lafzi isimler bir takım hakikatlerdir. Bütün varlıkların tüm boyutlarında ve her şeyin kimlik ve yapısında etkili olan şey ise lafzi isimler değil, gerçek isimlerdir.

Velhasıl, gerçek isimler bütün bu varlık aleminde gerçeklerin meydana gelişine aracılık etmektedirler. Masumdan nakledilen dualardan biri olan "Semat" duasında şöyle okumaktayız:

"Allahım! Göklerin kapalı kapılarının açılması için kendileriyle çağırıldığın zaman gök kapılarının rahmetle açıldığı ve zorlukların kolaylaşması için kendileriyle çağırıldığın takdirde, zorlukların kolaylaştığı ve ölülerin dirilmesi için kendisi ile çağrıldığın zaman ölülerin dirildiği ve darlık ve perişanlığın ortadan kalkması için kendisiyle çağrıldığın zaman darlık ve perişanlığın ortadan kalktığı büyük, daha büyük, daha aziz ve daha seçkin ismin adına senden diliyorum ki…"

Bu duada beyan edilen işleri hayata geçiren şey "kaf", "dal", "ra" ve "ta" harflerinden oluşan kudret kelimesi değildir; aksine kudret hakikatidir ve kudretin bizzat kendisidir.

Her şeyin temelini dolduran isimler gerçekte Kur'ân ve rivayetlerde "isimler" olarak ifade edilen mevcut gerçeklerdir. İsimler gerçeklerinin mazharlarından biri de bütün varlıklar arasında özel bir konumu bulunan ve kıyamete kadar insanlar ile Allah arasında feyiz vasıtası olan masum İmamlardır. Rahmet, hidayet, lütuf, şefkat, kerem ve Hak Teala'nın mağfireti bu yüce İmamlar vasıtasıyla insanlara ulaşmakta ve amelleri bu yüce insanların velayetini tanıma sayesinde kabul görmektedir.

Büyük hikmet sahibi Feyz-i Kaşani, değerli "Tefsir-i Safi"de İmam Sadık'tan (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah'a yemin olsun ki biz güzel isimleriz. Allah, kullarından hiçbir ameli, bizim marifetimiz olmaksızın kabul buyurmaz."

O halde kelimelere teveccüh etmek, insanı hiçbir yere ulaştırmaz ve onda hiçbir gerçeği hayata geçirmez. Dolayısıyla kelimeler dünyasından geçmek ve hakikatler dergahına yaklaşmak gerekir. Varlık sayfasında görülen etkiler de gerçek isimlerdendir veya gerçeklerin bizzat kendisidir.

"Kendisiyle arşı yarattığın, kendisiyle Kürsi'yi yarattığın ve kendisiyle ruhu yarattığın isim hakkına"
"Her şeyi ihata eden ilmin hakkına"

Huzuri ve fiili bir ilim olan, bütün varlıkların batın ve zahirini ihata eden ve milyarlarcası bir iğne ucu kadar yer kaplayan, atom da dahil her şeyin kendisine gizli ve örtülü olmadığı, atomlar, taneler, kar ve yağmur tanelerinin ve sayılarının da kendisinde hazır bulunduğu Hak Teala'nın ilmi hususunda marifetlerin büyük denizi konumunda olan Kur'ân'dan sadece birkaç ayet nakletmekle iktifa ediyoruz:
"Göklerde olanları da, yerde olanları da bilir."

Hakeza: "Karada ve denizde olanı ve düşen yaprağı da ancak O bilir."
Hakeza: "Allah, gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da bilir."
Hakeza: "Yere gireni ve oradan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O, merhametlidir, mağfiret sahibidir."
Bu ayetlerin gerçeği, beş kıtada, binlercesi göze çarpan bir tepenin yarıklarına teveccüh edildiği takdirde daha iyi anlaşılacaktır.

Şimdiye kadar zooloji bilginleri yedi yüz binden fazla böcek tespit etmişlerdir, bu böceklerin sayısı rakamlarla beyan edilemeyecek kadar çoktur.

Havanın açık olduğu bir yaz gününde bir tepenin yarıklarında hareket halinde olan hamamböcekleri, sinekler ve kırkayaklar, bir kıtada yer alan insanların sayısından daha fazladır. Eğer aniden yeryüzünde beşer türü tümüyle yok olacak olursa, yeryüzünde tümüyle yürüyen diğer hayvanlar insanın kaybolduğunu büyük bir zahmetle anlayacaklardır.
"Ve her şeyi aydınlatan cemalinin nuru hakkına"


Ayet ve Rivayetlerde Nurun Anlamı

Kur'ân-ı Kerim ve rivayetlerde kemaller ve değerler "nur" diye ifade edilmiştir. "Nur"dan maksat ise hidayettir. "Nur" imana doğru hareket için başarı elde etme anlamındadır." "Nur" yani İslam, "nur" yani marifet, "nur" yani ilim, "nur" yani kalp aydınlığı ve "nur" yani Kur'ân demektir:
"Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir."
"Nur" ilahi hükümler, ahlaki meseleler ve itikadi gerçekler anlamındadır:
"Doğrusu biz içinde hidayet ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik."

Bu anlamlara teveccühen söylemek gerekirse nurdan maksat, Hak Teala'nın güzel isimler, kemaller ve sıfatlar sahibi olan zatıdır. Varlıklardan her biri de kendi vücutlarıyla uyum içinde, kendi imkan, kabiliyet, kapasite ve gücü oranında bunlardan istifade etmektedir. Bu faydalanma anında maruz kaldığı zulmetten de kurtuluş elde etmektedir.

Kabiliyet sahibi insan bu çok önemli ve fevkalade konumda yokluk zulmetinden varlık nuruna, noksanlık zulmetinden kemal nuruna, cehalet zulmetinden marifet nuruna, zulüm zulmetinden adalet nuruna, küfür zulmetinden iman nuruna, dalalet zulmetinden hidayet nuruna, maddiyat zulmetinden maneviyat nuruna bürünür; hakikatte salt nur ve halis aydınlık olan Hak Teala'nın sıfat ve isimlerinin doğuşunun şafak söküşü haline gelir.

Kur'ân ayetleri ve Ehl-i Beyt'in (a.s) marifetlerine teveccühen şöyle denilebilir: "Vechin nuru" kelimesinden maksat, Cevşen-i Kebir duasında bin defa yer alan kemal ve hakikatlerin bizzat kendisidir.

"Nur" kelimesinin tekil olarak kullanılmasının sebebi ise, bütün güzel isimlerin ve yüce sıfatların Hak Teala'nın zatının aynısı olduğu ve o mukaddes dergahta sıfat ve mevsuftan ibaret olan düşük bir varlığın olmadığı hasebiyledir. İlim, hikmet, adalet, rahmet, lütuf ve rahmaniyet gibi tüm sıfatlar Allah'ın bir ve yegane zatıdır.

"Nur" kelimesinin ilahi öğretilerde hidayet hakkında kullanılması fazla göze çarptığından belki de bu melekuti sözün ve arşî cümlenin anlamı şudur:
"Allah'ım! Kendisiyle bütün varlıklara hidayet ettiğin kılavuzluk ve hidayetin hakkına senden diliyorum ki…"
Velhasıl, "nur" kelimesinin sureti bütün semavi anlamları ve melekuti kavramları kapsamaktadır. Bu daha çok selim bir zevkin ve nurani bir kalbin gerekli hususlarda hangi anlamını ve kavramını kullandığına bağlıdır.
"Ey nur! Ey Kuddüs! Ey ilklerin ilki ve sonların sonu!"

Ey bütün kemaller! Ey zahirlerin zahiri! Ey salt zuhur! Ey aşikar! Ey zahir! Ey Arefe günü Arafat çölünde heyecanlı aşığın, gönül bağlamış arifin, halis kulun ve nurunun tan yeri olan Hz. Hüseyin'in (a.s) dergahına şöyle arzettiği ziyaretçi:
"Başkaları için senin sahip olmadığın bir zuhur var mıdır ki o seni zahir kılmış olsun? Sen ne zaman gözlere görünmez oldun ki sana delalet eden bir delile ihtiyaç duyulsun? Sen ne zaman uzak kaldın ki eserlerin sana ulaştırsın?"
Ey Allah'ım! Ruhumun geçici haletini bir kenara itip kendime geldiğimde ve dikkatle baktığımda şunu görmekteyim: "Varlık alemindeki celal ve cemalinin aydınlığı her şeyden daha aşikardır.

O mukaddes vücut için gizlilik ve örtülü olmak söz konusu değildir ki yol üzerindeki meşaleyi elime alıp rububi dergahını araştırayım. Zira bir gerçeği yolumun kılavuzu düşündüğümde az bir düşünce neticesinde bu kılavuzu yapanın ve yol meşalesini alevlendirenin sen olduğunu derk ediyorum.

Sen ne zaman ve nerede görünmez oldun ki, senin varlığına delalet eden bir delile ihtiyaç olsun? Sen ne zaman ve nerede uzak idin ki bizzat vücuda getirdiğin bu eserler bizleri sana ulaştırsın?

Ey bütün ayıplardan münezzeh olan! Ey bütün noksanlıklardan temiz olan! Ey nitelendirildiğinden daha yüce olan! Ey kemallerin bütünü! Ey salt hakikat! Ey nur! Ey Kuddüs! Mukaddes zatın için bir başlangıç olmaksızın tüm ilklerin ilki! Mübarek varlığın için bir son düşünülmeksizin ey bütün ahirlerin ahiri! Senin bir başlangıcın olmadığı halde sen her şeyi başlatansın. Şüphesiz sen ezelisin, bütün varlıklar yok olduktan sonra da hiçbir ahirin olmadığı halde ahirsin ve ebedisin.

Kavram olarak ilk ve ahir kelimeleri "her şeyin" sıfatıdır. Her şeyin bir evveli, ahiri, başlangıç ve sonucu vardır. Bu başlangıç ve sonuç senin bütün varlıklar için karar kıldığın iki hakikatin başlangıç ve sonucudur. Bunun delili de şudur: Varlıklar bir gün yok idiler ve sen onu vücuda getirdin. Varlıkların bir sonunun oluşu ise tüm varlıkların bir gün yok olacağının ve onları yok edeceğinin bir delildir.

Dolayısıyla "her şey"den önce var idin ve senden önce kimse yoktu. "Her şey"den sonra da varsın ve senden sonra hiçbir şey olmayacaktır. Ey ilklerin ilki ve sonların sonu!
"Allah'ım! Benim ismet perdesini yırtan "Allah'ım! Benim ismet perdesini yırtan günahlarımı bağışla"
Günah

Allah'ın, Peygamberlerin ve İmamların (a.s) emirlerine aykırı olan hareketler, ameller, haletler, davranışlar, ahlak ve fiiller günah sayılmıştır. Bazı günahların şiddet ve ağırlığı o kadar büyüktür ki, o fiili yapan kimseler, Allah'a ve Peygamberine karşı savaş ilan etmiş olmaktadırlar.

Dünyada insanın yaptığı günahlar, yarın sürekli olarak günahkarı çepeçevre saracak olan kıyamet ateşi olacaktır.
"Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar."
Günah, yüce bir sofradan ve rahim olan Allah'ın rızkından ve O'nun nimetlerinden istifade edip de nankörlük etmek demektir.
Uzun bir ömür boyu, Allah'ın nimetlerinden istifade etmek, ama nankörlük etmek büyük bir insafsızlıktır.


Tuz Yemek ve Tuz Sahibine Hürmet Göstermenin Hikayesi

Zalim ve kan dökücü bir devlet olan Abbasilerin aleyhine devrimci özgürlük hareketini başlatan Sistan bölgesinin ünlü çehresi, Yakub-i Leysi, gençliğinin ilk yıllarında sadece bir kalaycıydı. Bir müddet kalaycılık işiyle meşgul oldu. O işinden elde ettiği parayı, cömertçe yaşıtlarıyla yiyordu.

Onun cömertlik, cesaret ve özgürlükçü yapısı, korkusuz ve gayretli gençlerin etrafına toplanmasına sebep olmuştu.
Yakub-i Leysi, kalaycılık işinden el çekerek kendisine bağlanan gençlerle birlikte başka bir işe yöneldi. Sonunda o işten el çekerek arkadaşlarıyla beraber, Sistan emirinin mallarının hazinesini çalmaya koyuldu.

Bu hazine, güçlü bir orduyla korunuyordu. Dolayısıyla bu hazineye ulaşabilmek hiç de kolay değildi. Sonunda, şehrin dışından hazinenin altına kadar bir kanal kazmayı ve böylece, emirin mallarına ulaşmayı ve büyük bir hızla bütün mallarını ele geçirmeyi planladılar.

Bu kanalı kazmak, altı ay sürdü. Sonunda bir gece vakti, altını oyarak hazineye girdiler. Bütün altın, gümüş, dirhem, dinar ve kıymetli cevherleri, dışarıdaki hazine muhafızlarının anlamayacağı bir şekilde çeşitli torbalara doldurdular ve o malı kazdıkları kanaldan şehrin dışına götürmeye hazırlandılar.

Yakub-i Leysi, gece karanlığında cevhere benzer parlak bir şey gördü. Zifiri karanlıktan dolayı o şeyin ne olduğunu bilmeyince, diliyle o şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştı. Sonunda bir parça tuz kristali oldu. Kendisiyle gelen tüm arkadaşlarına hemen o malları bırakmalarını ve o kanal yoluyla şehrin dışına doğru hareket etmelerini emretti. Ona itaat eden gençler, eli boş bir şekilde, şehrin dışına çıktılar ve Yakub-i Leysi'ye bu işin sebebini sordular.

Yakub şöyle dedi: "Bu hazineye ulaşmak için altı ay zahmet çektiğim halde bütün malları götürmem ve hazineyi ele geçirmem gerekirken, ben Sistan Emiri'nin tuzunu tattığım için, bu malları yağmalamayı insaf ve mertliğe aykırı gördüm."

Muhafız askerler hazinenin kapısını açınca, gördükleri durum ve büyük bir ustalıkla kazılan kanal ve özellikle de altın, gümüş, dirhem ve dinarların olduğu yerde kaldığını görünce, hemen olayı Sistan Emiri'ne haber verdiler. Emir, münadiye, şehir genelinde, "hazine hırsızı her kimse kendini emire tanıtsın, böylece emirin lütuf ve ihsanından nasiplenecektir" diye nida etmesini emretti.

Yakub, hiç endişeye kapılmaksızın kendisini Sistan Emiri'ne tanıttı. Böylece hazinede tuzun tadına baktığını, dolayısıyla da tuzunu yediği bir sofraya nankörlük etmenin insaf ve mertliğe yakışmadığını kendisine söyledi.

Sistan Emiri, böylesine cesur, gayretli, insaflı ve mertlik sıfatına sahip bir gencin varlığından dolayı çok sevindi ve onu Sistan ordusunun emiri olarak tayin etti. Yakub-i Leysi, oradan kemal ve yücelik yoluna koyularak, zalim Abbasi hükümetine karşı mazlumları kurtarmak için büyük bir mücadele başlattı.

Günah, insanın ruh, düşünce, fikir, batın, göğüs ve kalbini kirleten manevi bir necasettir. İnsanın Hak Teala'nın lütfünden, rahmetinden ve ilahi feyizlerinden mahrum kalmasına sebep olmaktadır.

Günah, insanı azap, horluk, rezalet ve çirkinlikle yırtmakta, dünya ve ahirette insanın sırlarının ifşa olmasını sağlamakta, insanın kulluk makamından çıkmasına neden olmakta, Hak Teala'nın insanın günahlarını örtmesinden mahrum kılmakta ve merhamet sahibi Allah'ın bağış ve mağfiretinden mahrum etmektedir.

Dinin büyükleri, Kur'ân ayetleri ve Ehl-i Beyt (a.s) rivayetleri esasınca, günahları iki kısma ayırmışlardır: Büyük günahlar ve küçük günahlar. İmam Sadık (a.s) da buyurduğu gibi, büyük günahlar, aziz ve celil olan Allah'ın kendilerine cehennemi farz kıldığı günahlardır.

İnsan eğer büyük günahlardan sakınır, bu tehlikeli bataklığa adım atmaz, eteğini bu pisliğe bulaştırmazsa, merhamet sahibi Allah da diğer günahlarını affeder, onu rahmet ve bağışına mazhar kılar.

"Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kötülüklerinizi örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz."
Değerli Uyun-u Ahbar'ir- Rıza adlı kitapta, sekizinci İmam'dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir:

"Büyük günahlar şunlardan ibarettir: 1- Allah'ın kanını dökmeyi haram kıldığı bir insani öldürmek 2- Zina 3- Hırsızlık 4- Sarhoş edici bir şey kullanmak 5- Anne ve babaya saygısızlık etmek 6- Savaştan kaçmak 7- Yetim malını yemek 8- Ölü eti, kan, domuz eti ve üzerine Allah'tan başkasının adının anıldığı bir şeyi yemek

9- Faiz 10- Haram mal yemek 11- Kumar 12- Ölçü ve teraziyi eksik tartmak 13- İffetli birine iftirada bulunmak 14- Homoseksüellik 15- Allah'ın rahmetinden ümidini kesmek 16- Kendini Allah'ın azabından güvende görmek 17- Zalimlere yardımcı olmak 18- Zalimlere kalbi açıdan meyletmek 19- Yalan yemin 20- Hiçbir darlığı ve ihtiyacı olmaksızın insanların hakkını engellemek 21- Yalan 22- Kibir 23- İsraf 24- Savurganlık 25- Hıyanet 26- Haccı hafife almak 27- Allah'ın dostlarına savaş ilan etmek 28- Faydasız ve menfaatsiz işlerle meşgul olmak 29- Günah hususunda ısrar etmek."


Günahların Kötü Etkileri

Kur'ân ayetleri ve rivayetlerinden, günahın uğursuz etkileri olarak aşağıdaki başlıklar istifade edilmektedir:
Günah, iyi işleri yok etmektedir. Günah, insanı dünyevi bela ve fitnelere ve uhrevi çetin azaba duçar kılmaktadır. Günah, duanın icabet edilmesine engel teşkil etmektedir. Günah, insanı şefaatçilerin şefaatinden mahrum kılmaktadır. Günah, kalbi katılaştırmakta ve karartmaktadır. Günah, imanı ortadan kaldırmaktadır. Günah, öğüdün faydalı olmasına engel teşkil etmektedir. Günah, insanı hor ve rezil kılmaktadır.

Günah, insanın Hak Teala'nın rızkından mahrum olmasına neden olmaktadır. Günah, insanı ibadet ve kulluk bölgesinden uzaklaştırmaktadır. Günah, şeytanın insana galip gelmesine ortam sağlamaktadır. Günah, aile ve toplum hayatının düzenini altüst etmektedir. Günah, insanların birbirine karşı güven ve itimadını ortadan kaldırmaktadır. Günah, kalbi öldürmektedir. Günah, insanın çok zor bir şekilde can vermesine ve berzah baskısına maruz kalmasına neden olmaktadır.
İmam Sadık'tan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"İnsan günah işlemediği takdirde hiçbir damarı vurulmaz, ayağı taşa çarpmaz, başına bir bela gelmez ve hastalığa yakalanmaz. İşte bu yüzden aziz ve celil olan Allah da Kur'ân'da şöyle buyurmuştur: "Başınıza gelen her hangi bir musibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder."

Hakeza İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kul, bir günah işleyince, bu günah sebebiyle gece namazı kılmaktan mahrum kalır, günahın günahkar insandaki etkisi, bıçağın ette etkisinden daha çabuktur."

İmam Rıza'dan (a.s) ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Aziz ve celil olan Allah, Peygamberlerden birine şöyle vahyetmiştir: "Bana itaat edilirse, ben razı olurum; ben razı olduğumda ise bereket veririm ve bereketimin sonu yoktur. Ama bana isyan edilirse, gazaplanırım; gazaplanınca lanet ederim ve lanetim yedi kuşağı kapsar."

Tecrübeyle de ispat edildiği üzere bazen, zalim kimsenin çocukları fakirliğe, hastalığa, acizliğe ve rızk darlığına duçar olmaktadır. Bu da Allah tarafından onlara bir rahmet ve inayettir ki onlar da babaları gibi günah ve taşkınlığa duçar olmasınlar.

Günah hususunda ısrar göstermek konusunda da Müminlerin Emiri Ali'den (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Her kula, kırk büyük günaha duçar olmasın diye kırk hürmet perdesi takdir edilmiştir. Kul, kırk büyük günah işleyince, Allah meleklere şöyle vahyeder: "Kulumu kanatlarınızla örtün." Melekler onu kanatlarıyla örterler. Böylece o kul, bütün çirkin işleri yapar, sonunda da insanlar arasında günah işlemekle övünecek bir hale gelir.

Melekler şöyle der: "Senin kulun her türlü günahı işlemektedir, biz onun yaptıklarından utanmaktayız." Aziz ve celil olan Allah onlara şöyle vahyeder: "Kanatlarınızı ondan çekiniz." Günahkar insanın işi buraya varınca da Ehl-i Beyt'e (a.s) düşmanlık etmeye başlar. İşte o zaman, yer ve göklerdeki hürmet perdesi yırtılır, melekler şöyle der: "Ey Rabbimiz! Kulunun perdesi yırtılmıştır." Aziz ve celil olan Allah onlara şöyle vahyeder: "Eğer Allah, ona teveccüh etmiş olsaydı, sizlere kanatlarınızı ondan çekmenizi emretmezdi."

Allah'ı anarak, kıyamete teveccüh ederek ve günahın uğursuz etkilerini bilerek gizli ve açıkta günahtan kaçan ve nefret eden iffetli ve takvalı bir insan, diri bir insandır. Ama Allah ve kıyametten gaflet eden ve günahın sonuçlarından korkmayan kirli bir günahkar kimse ise ölü bir kimsedir.

Perdenin Yırtılmasına Sebep Olan Günahlar

Azamet sahibi, hadis bilgini Şeyh Saduk, Meani'l Ahbar adlı kitabında, kötü etkileri olan günahlar hakkında İmam Zeyn'ül- Abidin'den (a.s) çok önemli bir rivayet nakletmiştir. Bu rivayetin bir bölümü, Kumeyl duasındaki, "Allahumme eğfir liye'z- zunubelletî" diye başlayan cümleleri izah etmektedir.
İnsanın perdesinin yırtılmasına sebep olan günahlar şunlardır:
1- Sarhoş edici şeyler içmek 2- Kumar oynamak 3- İnsanları güldürmek için yersiz şakalar yapmak ve faydasız işlere koyulmak 4- İnsanların ayıplarını beyan etmek 5- Günah ve kötülükle itham edilmiş kimselerle oturup kalkmak.

Şarap İçmek

Hz. Musa b. Cafer, İmam Rıza ve İmam Cevad (a.s) şarap içmeyi büyük günahlardan saymışlardır.
Doğu ve batıdaki büyük bilginler de sarhoş edici içeceklerin az olsun veya çok, mutlaka beyin, mide, ciğer, kalp, böbrek, teneffüs organları, kan dolaşımı, akıl ve soy üzerinde çok zararlı etkileri olduğunu ve hatta bazen bu etkileri tedavi etmenin mümkün olmadığını ve dolayısıyla da bunları kullanan kimselerin helak olduğunu ispat etmişlerdir.

İçki şeytanı, oldukça tehlikeli bir şeytandır. Zarar verici bir düşman ve aşağılık ve necis bir varlıktır.
Kur'ân-ı Kerim, sarhoş edici içecekleri necis ve pislik olarak kabul etmiş ve şeytanın işlerinden biri diye saymıştır. İçkinin faydasının, zararından çok az olduğunu beyan etmiştir. Kur'ân-ı Kerim, içkinin birçok tehlikeleri ve telafisi mümkün olmayan zararları sebebiyle onu bütün insanlara haram kılmış ve bunu kullanan kimselerin de tövbe etmediği takdirde, dünyada ağır bir azaba ve ahirette de yakıcı bir ateşe duçar olacağını beyan etmiştir.

Allah Resulü (s.a.a) sarhoş edici içecekler hakkında, on kişiye lanet etmiştir:
"Ağacını bu yüzden eken, bu ağacın bakıcılığını üstlenen, üzümü veya diğer maddelerini sıkan, onu içen, içkiyi sunan, omzunda veya bineği ile bir yerden bir yere intikal ettiren, nakl eden kimseden teslim alan, satan, alan ve parasını yiyen kimselere. Yarın kıyamet günü de şarap içen kimse mahşer sahnesine geldiğinde, yüzü kara, ağzı eğri, dili dışarı sarkmış, susuzluktan feryat edecektir. Ona zinakarların irinlerinin döküldüğü kuyudan içireceklerdir."
İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyurmuştur:

"Şarap içmek, putperestliğe eşittir."
"Şarap içen kimse, kıyamette kafir olarak haşrolacaktır."
"Şarap her günahın temelidir."
Emir'el- Müminin'e (a.s) şöyle arz edildi: "Acaba siz, "Şarap, hırsızlıktan ve zinadan daha kötüdür" diye buyurdunuz mu?" Hz. Ali şöyle buyurdu: "Zina eden kimse, belki başka bir günah işlemez, ama şarap içen kimse, şarap içtiği zaman zina eder, adam öldürür, namazını terkeder."

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah'ın, haram oluşunu benim dilimle açıkladıktan sonra şarap içerse, kız istemeye geldiğinde ona olumlu cevap vermek doğru değildir. Şarap içen kimsenin şefaati kabul edilmez ve sözleri onaylanmaz. Onu herhangi bir emanet hususunda emin saymak olmaz. O halde her kim ona bir şey emanet verirse, onun için Allah tarafından bir garanti yoktur."


Kumar Büyük günahlardan biri de şüphesiz kumardır.

İmam Sadık (a.s) çok önemli bir rivayetinde kumarın büyük günahlardan birine işaret etmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de de kumar ve şarapla ilgili büyük günah tabiri kullanılmıştır:
"Sana içki ve kumarı sorarlar, De ki: "İkisinde hem büyük günah…"

Kumar aletlerini yapmak, kumar aletlerini yapmak için ücret almak, kumar aletlerini almak veya satmak haramdır.
Büyük Şii fakihlerinden birçoğunun fetvasına göre, hiçbir kazanma ve kaybetme olmasa dahi kumar aletleriyle oynamak şer'an caiz değildir. Bu aletleri saklamak haramdır ve onları ortadan kaldırmak gerekir.
Kumar toplantısında oturmak ve kumarı seyretmek haramdır. Kumar toplantılarını terk etmek şer'i açıdan farzdır.

İnsanları Güldürmek İçin Boş Şeyler Yapmak

Boş şeylerden maksat; onları yapan ve gören kimselere dünyevi ve uhrevi hiçbir faydası olmayan ve insanın ömrünü zayi eden işlerdir. Bu ömrün bir anı bile, milyonlarca faktörün el ele vermesiyle insanın hizmetine verilmiştir.
Şüphesiz insanın ömrünü zayi etmesi, bir tür nimete küfranda bulunmaktır. Ömür nimeti, Hak Teala'nın insana inayet buyurduğu, en faydalı ve en büyük nimetlerden biridir.

Bu nimetin şükrünü eda etmek ise, insanın bütün vaktini, Allah'a ibadet, kulluk, ilim, bilgi ve Allah'ın kullarına hizmet yollarında harcamasıdır. Muhaddis-i Kummi, Menazil'ul Ahiret kitabında şöyle nakletmektedir: "İbn-i Samed adında bir şahıs, gece gündüz çoğu vaktini, kendini hesaba çekmekle geçiriyordu. Bir gün geçen ömürlerini hesapladı. Ömründen altmış yılı geride bıraktığını gördü. Bu yılların günlerini saydı. Toplam tam yirmi bir bin dokuz yüz gün ediyordu. Bunun üzerine şöyle feryat etti: "Eyvahlar olsun bana! Eğer günde sadece bir günah bile işlemiş olsam, Allah'ı yirmi bir bin dokuz yüz günahla mülakat etmiş olacağım." Bunu dedi, kendinden geçti ve o halde de vefat etti.

İnsanların Ayıplarını Beyan Etmek

Müslüman ve müminlerin saygınlığını korumak, çok önemli bir gerçektir ve de İslam dininin özen gösterdiği önemli şeylerden biridir. Öyle ki dini öğretilerde, müminin yüzsuyu ve hürmeti, kanıyla denk tutulmuştur.

Müminin Irzı ve Haysiyeti Kanı Gibidir

İnsanların yüzsuyunun dökülmesiyle, itimat ve itminan binası viran olmakta, aile ve toplumun hayat düzeni bozulmakta ve Müslümanların işi altüst olmaktadır. Kamil ve kusursuz olanlar, şüphesiz sadece Peygamberler, İmamlar ve Hak Teala'nın has velileridir. Bunlar dışında herkesin, insanların gözünden gizlediği bir takım ayıpları ve kusurları vardır.

Elbette insanlar arasında bir takım hayâsız ve utanmaz kimseler de vardır. Onlar ayıplarının duyurulmasından utanmaz ve bu açıdan hiçbir rahatsızlık hissetmezler. Ama insanların çoğu kendi hürmetlerini ve saygınlıklarını korumaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla da ayıplarının beyan edilmesini hoş görmezler.

O halde, ister bedensel, ister ameli, ister ahlaki, ister sözlü, ister mali, ister dini ve ister dünyevi olsun, insanların ayıplarını dile getiren ve bu sebeple de insanların haysiyetini zedeleyen, onların alçalmasını, hor görülmesini ve saygısızlığa uğramasını sağlayan kimseler, büyük bir günaha düşmüşlerdir ve kendilerini kıyamet azabına ve dünyada rezilliğe müstahak kılmışlardır.

İmam Bakır (a.s) ve İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "İnsanı küfre en yakın kılan şey, birisiyle, ayıplarını ve hatalarını saymak ve bir gün bu hatalar ve sürçmeler sebebiyle kınamak için din esası üzere kardeşlik kurmaktır."

İmam Sadık (a.s) Resulullah'tan (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Ey diliyle müslüman olduğunu söyleyen, ama kalbine iman ulaşmamış kimseler! Müslümanları kınamayınız, onların ayıplarını araştırmayınız. Zira her kim onların ayıplarını araştırırsa, Allah da onun ayıplarını araştırır. Allah her kimin ayıplarını araştırırsa, evinde olsa bile onu rüsva eder."


Dipnotlar
-------------------
- Nişaneha-i Ez o, s. 153
- Vahşi Bafiki, Ferhad ve Şirin, Allah'ın övgüsü hakkında bazı beyitler
- Fatır, 10
- el-Hisal, c. 2, s. 639, Men reva enne lillahi azze ve celle… 14. hadis ve Bihar'ul- Envar, c. 54, s. 420. bab, 2; hadis, 2
- İslam ve Hey'et, s. 344
- İslam ve Hey'et, s. 460
- Işık yılı, ışığın saniyede 300, 000 km bir hızla bir yılda kat ettiği mesafeyi ifade etmektedir.
- İslam ve Heyet, s. 449
- Kafi, c. 1, s. 118, Bab-u Meani'l- Esma, 9. hadis
- Avali'l- Leali, c. 4, s. 132, 227. hadis ve Bihar'ul- Envar, c. 68, s. 23, 61. bab, 1. hadis
- Al-i İmran, 29
- En'am, 59
- Nahl, 19
- Sebe, 2
- Danisteniha-i Cihan-i İlm, s. 190
- el-Mizan, c. 1, s. 487
- Tefsir-i Ebu'l Futuh, c. 1, s. 331
- Keşf'ul- Esrar, c. 1, s. 735
- Maide, 15
- Maide, 44
- İkbal…49 ve Bihar'ul- Envar, c. 95, s. 226, 2. bab, Arefe günü özel amelleri
- Bakara, 279
- Nisa, 10
- Kafi, c. 2, s. 276, Bab'ul- Kebair, 1. hadis
- Nisa, 31
- Uyun-u Ahbar'ir- Rıza, c. 2, s. 125, 35. bab, Ma Ketebeh'ur- Rıza lil Me'mun, 1. hadis
- Kafi, c. 2, Bab'uz- Zunub, Bihar'ul- Envar, c. 73, 137, 138 ve 142. bablar ve hakeza, c. 79, Ebvab'ul- Measi ve'l- Kebair, Mizan'ul- Hikmet, c. 4, s. 1879, ez-Zenb
- Şura, 30. Kafi, c. 2, s. 269, Bab'uz- Zunub, 3. hadis
- Kafi, c. 2, s. 272, Bab'uz- Zunub, 16. hadis
- Kafi, c. 2, s. 275, Bab'uz- Zunub, 26. hadis
- Kafi, c. 2, s. 279, Bab'ul- Kebair, 9. hadis
- Tertemiz Ehl-i Beyt imamlarından nakledilen bazı rivayetlerin içeriği de bu konuya işaret etmektedir: "Mümin diridir, kafir ise ölüdür."
- Meani'l- Ahbar, s. 269
- Maide, 90
- Bakara, 219
- Vesail'uş- Şia, c. 25, haram içecekler babları, 9. bab, 31947. hadis
- Vesail'uş- Şia, c. 25, haram içecekler babları, 12. bab, 32003. hadis
- Vesail'uş- Şia, c. 25, haram içecekler babları, 12. bab, 32009. hadis
- Vesail'uş- Şia, c. 25, haram içecekler babları, 12. bab, 31992. hadis
- Kafi, c. 1, s. 403, Bab-u Enne'l Hemre Re's-u Kulli İsm'in ve Şerrin, 8. hadis
- Vesail'uş- Şia, c. 25, Haram İçecekler Babları, 12. Bab, 31980. hadis
- Vesail'uş- Şia, c. 17, Ebvab-u Ma Yuktesebu bihi, 35. bab
- Bakara, 219
- Kafi, c. 2, s. 354, Bab-u Men Tetebbe'e Eserat'il- Müminin, 1. hadis


6
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi

Günahla İtham Edilen Kimselerle Oturup Kalkmak

İnsanın oturup kalktığı arkadaşından etkilenmesi, diğer işlerden etkilenmesinden daha çoktur. Arkadaştan etkilenme gücü, insan vücudunda diğer her şeyden etkilenmesinden daha çoktur. Bu yüzden de Kur'ân-ı Kerim'deki ayetler ve Ehl-i Beyt (a.s) rivayetleri, dost ve arkadaş seçimi hususunda insana, özellikle de iman ehli kimselere çok önemli kılavuzlukta bulunmaktadırlar.

Bu gerçeklerin tefsir ve yorumu ile ayet ve rivayetlerin beyanı, şüphesiz ayrı bir kitap yazmayı gerektirmektedir. Ne mutlu ki İslami ilimlerin bilginleri de bu konuda çok önemli kitaplar yazmışlardır.

Kur'ân ve rivayetler insanları, küfür, şirk, fısk, fücur ehli kimselerle oturup kalkmaktan, Yahudi ve Hıristiyanlarla dost olmaktan, hatta günah ve suç ile itham edilmiş kimselerle arkadaşlık etmekten sakındırmıştır ki onların kültürü, ahlakı, tavırları, şeytani inançları, insan üzerinde olumsuz etkiler yaratmasın ve insanı Hakk'ın rahmetinden mahrum bir hale getirmesin.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Müminin, Allah'a isyan edilen ama onu değiştirmeye gücünün yetmediği bir toplulukta oturması doğru değildir."

Ebu Haşim Ca'feri şöyle diyor: "İmam Rıza (a.s) bana şöyle buyurdu: "Neden seni Abdurrahman b. Yakub'un yanında görmekteyim?" Ebu Haşim şöyle arzetti: "O benim dayımdır." İmam şöyle buyurdu: "O Allah hakkında, kabul edilmez ve uygunsuz sözler söylemektedir. Onun bu sözleri Kur'ân ayetlerine ve Ehl-i Beyt öğretilerine ters düşmektedir. O, Allah'ı eşya suretinde ve eşyanın nitelikleriyle nitelendirmektedir. Dolayısıyla ya onunla arkadaş olup bizi terk et, ya da bizimle oturup kalk ve onu terk et."

Ben şöyle arzettim: "O istediği şeyi söylesin. Bana ne zararı var? Ben onun söylediği şeyleri söylemedikten sonra benim boynumda bir sorumluluk yoktur." İmam şöyle buyurdu: "Bir azabın nazil olmasından ve o azabın her ikinizi de kuşatmasından korkmuyor musun? Kendisi,

Hz. Musa'nın (a.s) dostlarından olan, ama babası Firavun'un taraftarlarından olan bir kimsenin hikayesini işitmedin mi? Firavun'un ordusu, denizin kenarında, Musa ve ashabına yetişince, o kimse Musa'dan ayrıldı ve babasına nasihat etmeye ve onu Musa ve ashabına katmaya çalıştı. Babası, kendi batıl yolu üzere,

Firavun taraftarlarının peşine düşmüştü. Bu genç ise babasıyla dini hakkında, mücadele ediyordu. Sonunda her ikisi de denizin kenarına geldiler ve birlikte boğuldular. Hz. Musa'ya (a.s) haber iletilince şöyle buyurdu: "O, Allah'ın rahmetindedir, ama azap nazil olunca, günahkarın yakınında olan kimse de savunulmaz."
Müminlerin Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'a ve ahiret gününe iman etmişse, şek ve şüphe yerlerine oturmamalıdır."

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her kim, Allah'ın velilerine söven kimsenin yanına oturursa, şüphesiz Allah-u Teala'ya isyan etmiştir."
Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: "Dostluğunuzu, günah ehline kin duyarak aşikar kılınız ve onlardan uzak durarak Allah'a yakın olunuz. Onlara sinirlenerek Allah'ın hoşnutluğunu dileyiniz." Kendisine şöyle denildi: "Ey Allah'ın Ruhu! Kimlerle oturup kalkalım?" Hz. Mesih şöyle buyurdu: "Gördüğünüzde sizlere Allah'ı hatırlatan, sözleri ilminizi arttıran ve amelleri sizleri ahirete teşvik eden kimselerle."

Evet! Takva, iffet, sakınma, züht, sadakat, doğruluk, ibadet ve hizmet gibi, insanla Allah'ın gazap, öfke, azap ve belasına engel olan bir takım perdeler, insanın içki içme, kumar oynama, boş işlerle uğraşma, insanların ayıplarını açıklama, itham edilen kimselerle oturup kalkma günahlarından sakındığı takdirde yerinde durmakta ve yırtılmamaktadır.

Ama eğer insan, nefsin aldatmasına, zahiri ve batıni şeytanların vesvesesine kapılır, bu günahlara bulaşırsa, kendi eliyle o perdeleri, örtüleri ve engelleri yırtmış olur. Dolayısıyla da bela, musibet, horluk ve azabın kendi üzerine inişine ortam sağlar.

Her kim bu derde müptela değilse,
Bir nefesi her iki alemde etkili değil.Her kimin kalbi basiret elde etmezse,
Onun gözü görüşmeye mahrem değil.
Her kim bu gerçekten nasiplenmezse,
Sıfat dışında duvarın sureti değil.
Ey kalp! Eğer aşkın sırrından laf ediyorsan,
Senin yerin ateş ve dar ağacından başkası değil.
Gülistana layık olan kimseye,
Şahın haremi layık değil.
Zan perdesini yak ve bil ki,
İki alemde daha iyi iş mevcut değil."
"Allah'ım! İntikam ve ceza indiren günahlarımı bağışla."


İntikam ve Cezaların Nazil Olmasına Neden Olan Günahlar

İmam Seccad'dan (a.s) nakledilen çok önemli bir rivayette azapların inmesine sebep olan dokuz günaha şöyle işaret edilmiştir: 1- Taşkınlık 2- İnsanların hakkına tecavüz 3- Allah'ın kullarıyla alay etmek 4- Ahdini bozmak 5- Açıkça günah işlemek 6- Çok yalan söylemek ve yalanı yaygınlaştırmak 7- Allah'ın hükümlerinin aksine hüküm vermek 8- Zekat vermekten sakınmak 9- Ölçü ve tartıyı eksik tutmak Bağiy (Taşkınlık)

"Bağiy" kelimesi, lügatte Hakk'ın emrinden yüz çevirmek, ilahi sınırları çiğnemek, insanların hakkına saldırmak, fesat, günah, kirlilik ve zina anlamına gelmektedir. Kur'ân ayetleri ve rivayetlerinde bu kelime bütün bu anlamlarda kullanılmıştır.

"Karun, Mûsa'nın kavmindendi; ama onlara karşı azdı"
"Eğer Allah, rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi, yeryüzünde azgınlık ederlerdi."
"Ey Harun'un kız kardeşi! Baban kötü bir kimse değildi, annen de iffetsiz değildi."

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Sevap elde etme açısından en hızlı hayır, iyilik etmektir ve ceza açısından en hızlı kötülük ise taşkınlıktır."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Müminde altı sıfat olmaz: Acizlik, cimrilik, inatçılık, yalan, haset ve taşkınlık."

İnsanların Hakkına Tecavüz Etmek

Merhamet sahibi olan Allah, insanlar için birbirine karşı bir takım haklar takdir etmiştir ve bu hakların edası gereklidir. Anne ve babanın çocuk üzerindeki hakları, çocuğun anne baba üzerindeki hakları, akrabaların birbirine karşı hakları, komşunun komşuya karşı hakları,

insanların devlet üzerindeki hakları, devletin insanlar üzerindeki hakları, erkeğin kadın üzerindeki hakkı, kadının erkek üzerindeki hakkı, eli altındaki kimselerin nimet ve servet sahipleri üzerindeki hakları, fakirin zenginin üzerindeki hakkı ve diğer haklar, Kur'ân-ı Kerim ve rivayetlerde açık bir şekilde beyan edilmiştir.

Hakları beyan eden en kamil ve en güzel kitap, şüphesiz ki İmam Zeyn'ül- Abidin'in (a.s) hukuk risalesidir. İnsan bu risaleye müracaat ettiği takdirde, haklar hususunda kamil ve kapsamlı bir bilgi elde etmektedir ve bu bilgiyi ettikten sonra da kendisini bu hakları eda etme hususunda sorumlu kabul etmektedir.
Bu haklardan herhangi birine tecavüzde bulunmak, apaçık bir günah ve kesin bir suçtur. Telafi edilmediği takdirde de kesin bir cezası vardır.

Allah'ın Kullarını Alaya Almak

İnsanları kıyafeti, şekli, fakirliği, dindarlığı, imanı, işi gücü veya konumu sebebiyle alaya almak, büyük bir günah ve suçtur. Hem dünyada ve hem de ahirette cezası olan bir hatadır.
İnsanları alaya almak hakikatte onların şahsiyetini küçümsemek ve onları hor saymaktır. Kur'ân-ı Kerim insanları alaya alanları, münafık, zalim ve fesat ehli olarak saymaktadır ve de elim bir azaba müstahak olduklarını bildirmektedir.
Allah Resulü (s.a.a) de şöyle buyurmuştur: "Allah Tebareke ve Teala şöyle buyurmuştur: "Her kim benim bir dostuma ihanette bulunacak olursa, şüphesiz benimle savaşmak için pusuya yatmış demektir."

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet koptuğu zaman bir münadi şöyle nida eder: "Benim dostlarımdan yüz çevirenler nerededir?" Böylece yüzlerinde et olmayan bir grup ayağa kalkarlar. O zaman şöyle denir: "Bunlar iman ehline eziyet eden, onlarla düşmanlığa kalkışan, onlara karşı inat eden, onları kabalık ve şiddetle dinlerinde kınayan kimselerdir." Daha sonra da onların cehenneme atılması emredilir."
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz mümin kulumu hor sayan kimse, şüphesiz benimle savaşa kalkışmıştır."

Evet! İnsanları alaya almak, hakikatte onları küçümsemektir. Onlara eziyet etmektir ve onları horlamaktır.
Kur'ân-ı Kerim, kadın ve erkekleri, birbirlerine alay etmekten sakındırmıştır. Bu çirkin işlerinden el çekmeyen alaycıları ise zalimler olarak nitelendirmiştir.


Ahdi Bozmak

Ahitleşmek ve ahdine vefa göstermek, Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerinde ve Ehl-i Beyt (a.s) rivayetlerinde, büyük önem verilen insani ve ahlaki iki gerçektir. Ahdi bozmak ise günah ve suç sayılmıştır.

Ahitleşmek ve ahdine vefa göstermek meselesi, hem Allah ile yapılan ahitleri, hem Peygamber ile yapılan sözleşmeleri, hem de İmamlar ve diğer insanlarla yapılan sözleşmeleri kapsamaktadır. İbadet, insanlara hizmet, kazanç ve ticaret veya diğer doğru işlerde yapılan her türlü olumlu ahde vefa göstermek, şer'i ve ahlaki bir farzdır. Ahdi bozmak bazen haramdır ve de ilahi cezayı gerektirmektedir.

"Ahitleştiğiniz zaman Allah'ın ahdini yerine getirin."
"Onlar Allah'la yapılan sözleşmeyi kabulden sonra bozarlar. Allah'ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde fesat çıkarırlar; hüsrana uğrayanlar işte onlardır."
"Ahdi de yerine getirin, doğrusu verilen ahitte sorumluluk vardır."
"Ey iman edenler! Akitleri yerine getirin."

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Namaz kılan, oruç tutan ve kendini müslüman kabul eden, ama kendisine güvenildiğinde hıyanet eden, konuştuğunda yalan söyleyen ve söz verdiğinde sözünde durmayan kimse münafıktır sayılır."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her kim insanlara karşı davranışlarında zulmetmezse, onlarla konuşurken yalan atmazsa ve verdiği sözü çiğnemezse, mürüvveti kamil, gıybeti haram, adaleti aşikar bir kimsedir ve bu kimseyi, dini kardeş kabul etmek gerekir."

Açıkça Günah İşlemek

Kur'ân-ı Kerim, insanları çirkin işlere, gizli ve açık günahlara yaklaşmaktan sakındırmıştır.
Apaçık günah ve kötülük, günahkar kimsenin tam bir hayâsızlık içinde olduğunun ve de kanun ve İslami toplum atmosferine saygısızlık gösterdiğinin delilidir.

İslam, toplum atmosferinin kirlenmesini hiçbir şekilde beğenmemektedir. İslam ümmetinin hayat alanını kirletenler için şer'i cezalar tayin etmiştir.

Mümin, şefkatli ve bilinçli halkın, özellikle de İslami hükümet yöneticilerinin, kötülerin kötülüğünü, günahkarların isyanını, hayâsız insanların hatalarını mümkün olan her şekliyle önlemeye çalışmaları farzdır. Böylece günahın tehlikeli mikropları, insanlara bulaşmayacak, özellikle de genç nesli, kızları ve erkek çocukları kirletmeyecektir.
İyiliği emretmenin ve kötülükten sakındırmanın farz oluşu, fesadı kökten temizlemek, kirlilikleri gidermek ve toplumu günah bataklığına saplamaktan kurtarmak içindir.

Eğer ev ve okul gibi terbiye merkezleri, genç nesilde her türlü hayâ sıfatını geliştirecek ve onlarda sabit bir sıfat haline dönüştürecek olursa, insanın batını ve zahiri fuhuşa ve kötülüğe bulaşmaktan temizlenmiş olacaktır.
Hayâ, Allah'a teveccüh ve günahların sonucunu düşünmek, insanı her türlü günah ve bozukluktan alıkoyan en yüce etkendir.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Hayâ imandandır ve iman da cennettedir."
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah'tan hayâ ediniz, hayânın hakkına riayette bulununuz." Şöyle denildi: "Ey Allah'ın Resulü! Bunu nasıl yapalım?" Peygamber şöyle buyurdu: "Sizden biri sabahlayınca eceli ve ölümü iki gözünün önüne dikilsin; . başını ve başında bulunan göz, kulak ve dilini haramdan korusun; karnını ve topladığı yiyecekleri haramdan korusun; kabrini ve kabirde bedeninin çürümesini hatırlasın. Ahireti isteyen kimse dünya hayatının aldatıcı ziynet ve süsünü terk eder."

Bir şahıs Allah Resulüne (s.a.a) şöyle arzetti: "Bana tavsiyede bulun." Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Kavminin salih kimselerinden hayâ ettiğin gibi Allah'tan da hayâ et."

İmanlı Bir Kadının Şiddetli Hayâsı ve Korkusu

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Bir şahıs ailesiyle birlikte, deniz yoluyla yolculuk ediyordu. Onların gemisi denizin ortasında battı ve gemide olan yolculardan o şahsın hanımı dışında hiç kurtulanı olmadı. Bu kadın, bir tahta parçasına tutunarak, o denizin yakınlarındaki adaların birine sığındı. O adada eşkıya bir şahıs vardı. Allah'ın bütün hürmet perdelerini yırtmış biriydi. Aniden o kadının yanına geldiğini fark edince başını kaldırıp ona baktı ve şöyle dedi: "Sen insan mısın yoksa cin misin?" Kadın, "insanım" dedi.

Böylece adam hiç konuşmadan eşiyle oturur gibi onun karşısında oturdu ve onunla cinsel ilişkiye girmek istedi. Ama kadın titremeye başladı ve perişan bir hale geldi. Bu eşkıya ona şöyle dedi: "Neden böyle rahatsız oldun?"
Kadın eliyle göğe işaret ederek şöyle dedi: "O'ndan korkuyorum." Adam şöyle dedi: "Daha önce böyle bir şey yaptın mı?"
Kadın: "Allah'ın izzetine yemin olsun ki hayır" dedi.

O şahıs şöyle dedi: "Sen hiçbir bir şey yapmadığın halde Allah'tan korkuyorsun, ben ise seni bu işe zorluyorum. Allah'a yemin olsun ki ben perişan olmaya ve Allah'tan korkmaya senden daha layığım."
Daha sonra bir şey yapmadan ayağa kalktı, ailesine doğru yola koyuldu. Evine dönerken sürekli tövbe etmeyi ve yaptığı işlerden dönmeyi düşünüyordu.

Bir gün yol esnasında bir Rahib'e rastladı. Tepedeki kızgın güneş başlarına vuruyordu. Rahip gence şöyle dedi: "Dua et de Allah bizler için başımıza gölge göndersin ve güneş bizi böylesine yakmasın." O genç şöyle dedi: "Ben kendim için Allah nezdinde iyi bir şey göremiyorum. Dolayısıyla da O'ndan bir şey istemeye cesaretim yoktur."
Rahip şöyle dedi: "O halde ben dua ediyorum, sen de amin de." O da: "Evet" iyidir dedi.

Rahip dua etti, o genç de amin dedi. Çok geçmeden onların başına bir bulut gölge saldı. Her ikisi de günün bir bölümünde bu bulutun altında yola koyuldular ve bir yol kavşağına geldiler. Genç bir tarafa, rahip de diğer bir tarafa yöneldi. O bulut, gençle birlikte hareket etti. Rahip şöyle dedi: "Sen benden daha iyisin, dua senin için müstecap oldu benim için değil. Bana kendi durumunu söyle."

O genç adam, bu kadınla olan hikayesini anlattı. Rahip şöyle dedi: "Allah'tan korktuğun için geçmişin bağışlanmıştır. Şimdi gelecekte de bu hal üzere olmaya dikkat et."


Çok Yalan Söylemek

Allah Resulü, İmam Sadık ve İmam Rıza (a.s), yalan söylemeyi büyük günahlardan, hatta büyük günahların en büyüklerinden saymışlardır.
Yalanın en çirkin mertebesi ise, Allah'a, peygamberlere, imamlara ve semavi kitaplara yalan isnat ederek, insanlardan bir çoğunun sapmasına neden olmaktır.

Küfür ve şirk önderleri, tarih boyunca yalan atarak, yalanlarını ilim ve felsefe adı altında ortaya koyarak insanlardan bir çoğunu hak dine yönelmekten, peygamberlere iman etmekten ve ahiret gününe yakin etmekten alıkoymuşlardır.

Bu hilekar şeytanlar, din öğreten vesveseciler, hakikatten uzak konuları ve ilgisiz işleri uydurarak, insanların bir çoğunun, hidayet ve doğru yola girmesine engel olmuşlardır.
Bunlar yalan söyleyerek, her batıl konuyu insanların gözünde hak olarak göstermiş ve her hakkı da insanların gözünden düşürmüşlerdir.

Bunlar tarih boyunca semavi kitapları inkara yeltenmişlerdir. Bu kitapların Hak Teala'nın mukaddes dergahından beşerin hidayeti için indiğini inkar etmişlerdir. Bu semavi ayetler karşısında mümkün olan her yolla direnmiş, insanların kulağına Allah tarafından hiçbir şeyin inmediğini fısıldamışlardır.

Bunlar insanları, Hakk'ın hidayet feyzinden mahrum bırakmak, dünya ve ahiret saadetinden uzak düşürmek için bütün ilahi peygamberlere iftirada bulunmuşlardır. O doğru söyleyen kimseleri yalancı saymışlardır. Dirayet ve akıl sahiplerini sihirbaz ve cadı olarak adlandırmışlardır. Ruh esenliği açısından bütün insanlar arasında eşsiz olan bu yüce çehreleri delilik ve cinnetle itham etmişlerdir.

Bunlar her türlü tehlikeli yalanlara sarılmaktadırlar. Kirli ve cinayetkar elleriyle hakikatlerin kavramlarını ve anlamlarını tahrife yeltenmişlerdir. Hatta Tevrat ve İncil'in kelime ve cümlelerini bile haince tahrif etmişlerdir. O hidayet kitaplarını şirk, küfür ve sapıklık haline getirmişlerdir.

Eğer güçleri yetecek olsaydı ve de varlık aleminin mutlak koruyucusu olan Hak Teala'nın koruması olmasaydı, Kur'ân'ın zahirini de diğer semavi kitaplar gibi tahrif edeceklerdi. Onlar, insanları saptırmak için ayetlerin anlamlarını tahrif etmek hususunda hayâ etmemişler, bu işin tehlikeli sonuçlarından korkmamışlar ve kıyamette Allah'ın acı azabından ürkmemişlerdir.

Bunlar, Sakife hükümetinin zalimane temellerini sağlamlaştırmak, Ümeyye oğullarını ve Abbas oğullarını insanların sırtına bindirmek, insanları hak yoldan uzaklaştırmak, Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beytini evine kapatmak, insanları Peygamberin gerçek halifesi olan İmamların ilim ve öğretilerinden mahrum kılmak için büyük bir hadis uydurma fabrikasını kurdular.

Ümeyye oğullarının ve Abbas oğullarının altın ve gücü vesilesiyle İslam kültürü adına yaklaşık bir milyon uydurma hadis ve rivayeti, büyük İslam Peygamberine (s.a.a) isnat ettiler. Bu konuda kitaplar yazarak ümmete sundular. Eğer İmamlar'ın, özellikle de İmam Sadık'ın ve İmam Bakır'ın (a.s) ilmi kıyamları olmasaydı ve Ehl-i Beyt (a.s) mektebinde yetişenler özellikle de alim, fakih, usul alimleri ve Şii filozofların günümüze kadar çektikleri zahmetler olmasaydı, Şia da mecburen, Abbas oğulları ve Ümeyye oğulları ekolünün hilekarlarının uydurduğu bazı hadisleri kabul etmek zorunda kalırlardı.

Ama masum İmamlar (a.s) vesilesiyle, ashaba, alimlere ve fakihlere verilen hak ve batılı ayırma vesilesi, Allah Resulüne (s.a.a) isnat edilen yalanları kabul etmelerini engelledi ve neticede de Muhammedi halis İslam, İmamlar (a.s) vesilesiyle ve Şii alimlerinin değerli zahmetleriyle, hainlerin ve hadis uyduranların tahrifinden korunmuş oldu.

Böylece kıyamete kadar Allah'ın insanlar üzerindeki hücceti tamamlanmıştır. Hiç kimse mahşer günü Muhammedi halis İslam dininden uzak kalma hususunda bir özür bulamayacaktır. Her türlü elbise altına giren bu yalancı hainler, bu son iki yüz yılda Asya'da, Avrupa'da ve Amerika'da farklı ilim dallarında ve siyaset pazarında, maddi ve manevi sahnelerde okyanuslar dolu yalan söylediler.

Aklın kabul gördüğü bir renge bürünerek, bunları bütün toplumlara yutturdular. Bu yolla, milyarlarca insanı, ilmi medreselerde, siyasi işlerde, maddi boyutlarda, tüketim pazarında, haktan uzaklaştırma hususunda kandırdılar. Yalan sözler söyleyerek, gençlerin beğendiği bir renge bürünerek: "Din milletlerin afyonudur, insana layık olan hükümet, çağdaş ve çoğunluğa dayalı hükümettir.

İlim anahtarı, sorunları çözmektedir. Allah'ın kullar üzerindeki hükümeti olan salihlerin hükümeti yerine demokrasi ve özgürlük, insanların insanlara hükmetmesi, liberalist, medeni toplum" sözleriyle milyarlarca insanı komünist, laik ve dinsiz kılmışlardır. Geriye kalan kimseleri de hayret ve şaşkınlığa düşürmüşlerdir.
Özetle insanların çoğunu, hak ve hakikatten uzak kılmış, gerçek müminleri bütün ülkelerde yırtıcı hayvanlar arasında kalan mazluma koyunlar gibi belaya duçar kılmışlardır. Müminleri, imani ve ahlaki tüm alanlarda alaya almışlar, yeryüzünü bütün boyutlarıyla fesat, helak, aldatma ve zorbalığa maruz kılmışlardır.

Ey değerli okuyucular! Hak ve hakikat kitabı, bir nur, hidayet, şifa ve sağlam kitap olan Kur'ân-ı Kerim'in varlığının derinliklerinden şöyle feryat etmesine hak veriniz: "Allah'ın lânetinin yalancılara olmasını dileyelim.""
Hakeza Kur'ân-ı Kerim, haklı olarak şöyle feryat etmektedir: "Allah şüphesiz yalancı ve kafir kimseyi doğru yola eriştirmez."

Sizler, İslam Peygamberi'nin ve temiz Ehl-i Beyti'nin küçük veya büyük, maddi veya manevi birçok alanda yalan söylemek hususunda, aşağıdaki satırlarda yer alan birçok önemli rivayetleri insanlara sunmak hususunda, onlara hak veriniz:
"Sizlere günahların en büyüğünü haber vermeyeyim mi?" Ashap şöyle arzetti: "Evet, haber ver ey Allah'ın Resulü!" Allah Resulü şöyle buyurdu: "Allah'a şirk koşmak, anne ve ve babaya karşı çıkmak."

Peygamber (s.a.a) bu sözü söylerken yaslanmıştı. Daha sonra oturdu ve şöyle buyurdu: "Biliniz ki yalan söylemek…"
Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Sözlerin en kötüsü, yalan sözdür."
Hakeza Allah Resulü'nden (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "İnsanlardan mürüvveti en az olan kimse, yalan söyleyen kimsedir."

Birisi Allah Resulü'ne (s.a.a) şöyle arzetti: "Mümin korkar mı?" Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Evet!" O şahıs: "Cimri olur mu?" diye arz edince de Peygamber: "Evet" dedi. O şahıs: "Yalan söyler mi?" diye arz edince Peygamber (s.a.a): "Asla!"diye buyurdu.

Müminlerin Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "İnsan, şaka veya ciddi yalanı terk etmedikçe, imanın tadını alamaz."
Hakeza Müminlerin Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Yalandan daha çirkin bir şey yoktur."
Hakeza, Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Doğruluk emanettir, yalan ise hıyanettir."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Aziz ve celil olan Allah, kötüler için bir takım kilitler karar kılmıştır. Bu kilitlerin anahtarları şaraptır. Şaraptan daha kötüsü ise yalandır."

Hz. Musa (a.s) Allah'a şöyle arzetti: "Kullarından hangisi amel açısından daha iyidir?" Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Dili yalan söylemeyen, kalbi haktan sapmayan ve zina etmeyen kimse."

Dini öğretilerde şöyle yer almıştır: "Yalan söyleyen kimse fasıktır. Yalan söyleyen kimse meleklerin lanetine maruzdur. Yalan söyleyen kimsenin ağzı kötü kokar, yalancı kimse imansızdır. Yalancı kimse Allah'ın lanet, gazap ve kahrına uğrar. Yalan söyleyen kimse, kara yüzlüdür. Yalan söyleyen kimse facirdir.

Yalan söyleyen kimse münafıktır. Yalan söylemek en büyük günahlardandır. Yalan söyleyen kimse, dostluğa ve arkadaşlığa layık değildir. Yalan söyleyen kimse, Hak Teala'nın hidayetinden mahrumdur. Yalan söyleyen kimse, zahir açısından insandır, ama batını ise eti yenmeyen hayvan gibidir."


Allah'ın Hükümlerinin Aksine Hüküm Vermek

Azabın inmesine sebep olan günahlardan biri de hakim olan kimsenin dava konusu olan dosya hakkında Allah'ın hükümlerine aykırı hüküm vermesidir.

Hakim olan kimse, eğer Allah'ın hükümlerini bilir ve verdiği hükmünde Allah'ın hükmünü reddederse, kendi nezdinden veya şer'i olmayan hükümetlerin çıkarmış olduğu kanunlar esasınca hüküm verecek olursa, Kur'ân-ı Kerim'in buyurduğu esasınca kafir, zalim ve fasıktır. Kafirdir; çünkü Allah'ın hükmünü reddetmiştir. Zalimdir; çünkü kendi hükmüyle hak sahibini hakkından mahrum kılmıştır. Fasıktır; çünkü adil olmayan hükmüyle iman ve insanlık çerçevesinden dışarı çıkmıştır.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her kim iki dirhem hakkında Allah'ın hükmüne aykırı bir hüküm verirse, yüce Allah'a karşı kafir olur."

Zekat Vermekten Sakınmak

Tahıl ürünlerinde, dört ayaklı hayvanlarda, altın ve gümüşte, Kur'ân ayetleri ve rivayetler esasınca zekat vermek farzdır. Zekat vermeyi terk etmek ise, ağır günahlardan biridir ve de Allah'ın gazabına neden olmaktadır.
Namazla ilgili ayetlerin çoğunda, hemen ardından zekata işaret edilmiştir. Namaz hükmünden sonra zekatın beyan edilmesi de bu gerçeğin değerinin ve öneminin açık bir delilidir.

Zekatı inkar ederek ve Hak Teala'nın hükmünü reddederek ödemekten sakınmak, Ehl-i Beyt (a.s) rivayetleri esasınca, tıpkı namazı ve haccı terk eden kimse gibi kafirdir.
İmam Sadık (a.s) çok önemli ve dikkate değer bir hadisinde zekatın felsefesine işaret ederek şöyle buyurmuştur:
"Zekat, zenginleri denemek ve fakirlerin ihtiyacını gidermek için farz olmuştur.

Eğer insanlar malının zekatını ödeyecek olsalardı, muhtaç ve fakir bir müslüman bulunmazdı. Böylece Allah'ın kendisine takdir ettiği hak sebebiyle ihtiyaçsız hale gelirdi. İnsanlar, sadece zenginlerin günahkarlıkları ve farz haklarını kendilerine vermemeleri sebebiyle fakir, yoksul, aç ve çıplak kalmaktadırlar. Dolayısıyla da Allah'ın, servetindeki hakkını yoksula vermeyen kimseyi rahmetinden mahrum kılması bir haktır. Allah'a yemin olsun ki çölde ve denizde zayi olan her mal, zekatının verilmemesi sebebiyledir."

Fatımat'uz- Zehra (a.s) Peygamber'in (s.a.a) mescidindeki hikmet dolu ve eşsiz konuşmasında, zamanın hükümetini, Kur'ân ayetleri ve Peygamberin sünneti esasınca yargılarken halka şöyle buyurmuştur: "Allah, sizleri şirkin pisliğinden temizlemek için imanı farz kılmıştır; namazı kibir hastalığından kurtarmak için farz kılmıştır; zekatı ise cimrilik pisliğinden temizlemek için farz kılmıştır."

İmam Rıza (a.s) ise hizmetçisine şöyle buyurdu: "Bugün Allah yolunda bir şey verdin mi?" O: "Allah'a yemin olsun ki hayır" deyince, İmam (a.s) şöyle buyurdu: "O halde Allah bize, neden dolayı mükafat versin?"

Ölçü ve Tartıyı Eksik Tutmak

Eksik satmak, müşterinin malını eksik tartmak, ölçü ve tartıyı eksik tutmak, tartarken malı eksik tartmak, bütün bunlar, Kur'ân ayetleri ve Ehl-i Beyt (a.s) rivayetleri esasınca haramdır ve büyük günahlardan sayılmıştır. Kur'ân'ın 114 suresinden biri bu konuya özgü kılınmıştır ve bu surenin ilk ayetlerinde bu büyük günaha, ağır hıyanete ve bu işin azabına işaret edilmiştir:

"İnsanlardan, kendileri bir şeyi ölçerek aldıkları zaman tam alan; ama onlara bir şeyi ölçüp tartarak verdiklerinde eksik tutan kimselerin vay haline! Bunlar, büyük bir günde tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı? O gün insanlar âlemlerin Rabbinin huzurunda dururlar. Allah'ın buyruğundan dışarı çıkanların yazısı, muhakkak "Siccin" adlı defterdedir."

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Her kim, ölçü ve tartıda hıyanet ederse, yarın kıyamet günü cehennemin derinliklerine atılır, ateşten iki dağ arasına yerleştirilir ve ona şöyle denir: "Bu dağları tart." O sürekli bu işle meşgul olur."

Değerli "Minhac'us- Sadıkin" adlı tefsirde, Mutaffifin suresinin ayetlerinin açıklamasında, Allah Resulünden (s.a.a) çok önemli bir rivayet nakledilmiştir. Bu rivayetlerin birinde Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Beş şey, beş şey karşılığındadır." Şöyle denildi:

"Ey Allah'ın Resulü! Onlar nedir?" Peygamber (s.a.a) buyurdu: "Bir topluluk ahdini bozunca, Allah, düşmanlarını onlara üstün kıldı. Çirkin zina işi onlarda ortaya çıkınca, onlar arasında ölüm yaygınlaştı. Allah'ın hükmüne aykırı hüküm ve yalan ortaya çıkınca da onlarda fakirlik ve yoksulluk ortaya çıktı. Zekat vermeyince de onlara yağmur yağdırılmadı. Tartıyı eksik tutunca da bitkiler onlardan esirgendi ve büyük bir kuraklık belasına duçar oldular.""Ey Allah'ım! Nimetleri değiştiren günahlarımı bağışla."

Nimetlerin Değişmesine Neden Olan Günahlar

Nimetlerin değişmesine ve onların yerine belaların, musibetlerin, müşkülatların, zorlukların, azapların ve cezaların geçmesine neden olan günahlar, İmam Seccad'ın (a.s) buyurduğu üzere beş günahtır: 1- İnsanlara zulmetmek 2- Hayra alışma ruhunu kaybetmek 3- İyilikten uzak durmak 4- Nimete küfranda bulunmak 5- Şükrü terk etmek.


İnsanlara Zulmetmek

İnsanlara zulmetmek, oldukça çirkin bir günah, ağır bir suç ve şeytani bir iştir. Zulüm bir darı tanesi kadar bile olsa çirkindir ve şüphesiz bu zulüm miktarınca kıyamette insan hesaba çekilecektir.
"Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak biz yeteriz."

Hayrı Adet Etme Alışkanlığını Kaybetmek

Hak Teala'nın yardımıyla insanda ortaya çıkan ve bu sebeple de insanın yüzüne ilahi rahmet kapılarının açıldığı bütün olumlu ve hayır işlerindeki adet ve ruh haletleri, insanı bütün vücuduyla koruması gereken değerli nimetlerdendir. İnsan, tüm vücuduyla onları korumalı ve vesvesecilerin, şeytanların ve yağmacıların, bu ilahi nimeti insanın elinden almaması için çok dikkatli davranmalıdır.

Marifet elde etmeye adet etmek, tevazu, sabır ve tahammül haleti, Hak Teala'nın kullarına hizmete adet etmek ve bu tür ruh haletleri, bir takım tehlikelerle karşı karşıyadır ve insan sürekli bu tehlikelerden korunma hususunda dikkat etmelidir. İnsan eğer, olumlu adetler karşısında gevşeklik gösterecek,

bu adetlerin zayıflaması karşısında lakayt davranacak olursa, sonunda bu büyük nimet, insanın elinden çıkacaktır. Böylece de günah ve suç işlemiş olacaktır. Dolayısıyla, böyle bir kimse de kendi hayatında ilahi nimetlerin değişmesini beklemelidir.

İyilikten Sakınmak

İyi işler yapmak ve insanlara ihsanda bulunmak, iman ve insanlığın nişanelerinden biridir. İyi kimseler Kur'ân-ı Kerim ayetleri esasınca, Hak Teala'nın muhabbetine mazhardır.
"Allah ihsan edenleri sever."
İyi kimseler, hiçbir şartlar altında insanlara iyilik ve ihsanda bulunmaktan el çekmemelidirler. İnsanlara iyilik ve ihsanda bulunmak, hakikatte Allah'a ibadet etmektir ve de bunun mükafat ve sevabı, çok büyüktür. Merhamet sahibi Allah'ın hoşnutluğuna sebep olmaktadır.

Şüphesiz iyilikten el çekmek, büyük bir günahtır ve sonuç olarak da Allah'ın özel feyizlerinden mahrum kalmasına, güzel ahlaktan soyutlanmasına, Hakk'ın rahmetinden mahrumiyetine ortam sağlamasına ve hesapsız mükafattan mahrumiyete sebep olmaktadır.

Nimete Karşı Nankörlükte Bulunmak

Nimete karşı nankörlük etmek de büyük bir günahtır ve Kur'ân-ı Kerim'in ifadesiyle, şiddetli bir azaba neden olmaktadır.

"Eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz ki azabım şiddetlidir."
Nimete karşı nankörlük etmenin en çirkin yüzü, nimeti; günahlar, suçlar, haram şehvetler ve diğerlerinin uygunsuz istekleri yolunda harcamaktır.

Şükrü Terk Etmek

İnsanın ruhi ve cismi gelişimi için her türlü maddi ve manevi nimetleri kendisine veren Hak Teala'ya karşı şükretmek de farz ve gerekli bir iştir. Bu şükrü terk etmek insaf ve mürüvvete aykırıdır, insanlık makamından uzak bir davranıştır.

Şükrün hakikati; nimeti ve nimet vereni tanımaktır. Özellikle de kendisine verilen nimeti, nimet sahibinin emrettiği yerlerde harcamaktır. Kalp nimetine şükretmek ise; kalbi Allah'a iman, kıyamete yakin, peygamberlere, imamlara,

Kur'ân'a ve meleklere inanmakla süslemektir. Göz nimetinin şükrü ise; Hak Teala'nın kudret ve azametini anlamak için tabiat dünyasını seyretmek, ilim tahsil etmek, Kur'ân okumak ve de ilahi haramlardan onu korumaktır.
Kulak nimetinin şükrü ise; hak işitmek, hakikatleri duymak, batıl şeylerden, şarkılardan, gıybetlerden, iftiralardan ve şeytani oyunları evde bulundurmaktan sakınmaktır.

Dil nimetinin şükrü ise; güzel söz söylemek, insanlara karşı hayır dilemek, onların olumlu sorularına cevap vermek, yolunu kaybedenlere kılavuzluk etmek, Kur'ân okumak, namaz kılmak ve gıybet, yalan, iftira, temelsiz söylentiler, batıl sözler, insanlarla alay etmek, Allah'ın kullarını aşağılamak gibi günahlardan sakınmaktır.

Karın ve mide nimetinin şükrü ise; ölçülü yemek, helal şeylerden yemek ve karnı haram şeylerle doldurmaktan uzak durmaktır.

Şehvet nimetinin şükrü ise; şehveti kendi evlilik yolunda tüketmek ve onu haram işlerden uzak tutmaktır.
Ayak nimetinin şükrü ise; camilere gitmek, ilmi toplantılara katılmak, akrabaları ve dini kardeşleri görmeye gitmek ve insanların sorunlarını halletmek için yürümektir.

Mal nimetinin şükrü ise; malı, eşi ve çocukları için harcamak, fakir akrabalara yardımda bulunmak, hayırlı işlerde kullanmak, zekat vermek, humus vermek, infakta bulunmak ve sadaka vermektir. Şükrün bir göstergesi olan bu tür işleri terk etmek ise günah ve suçtur. Nimetlerin bela, azap ve musibetlerle yer değiştirmesine de neden olmaktadır.
"Allah'ım! Duayı (müstecap olmaktan) alıkoyan günahlarımı bağışla."


Duanın Müstecap Olmasının Engelleri

İmam Seccad (a.s) duanın icabetine engel olan günahların şu yedi günah olduğunu bildirmektedir:
1- Kötü niyet 2- Çirkin gizli sıfatlar 3- Dini kardeşlerine karşı nifak ve iki yüzlülük üzere davranmak 4- İcabet vakitlerini kaçırmak 5- Vakitleri geçinceye kadar farz namazları ertelemek 6- Allah'a yakınlık vesilesi olan sadaka ve iyiliği terk etmek 7- İnsanlara karşı konuşmalarında çirkin ifadeler kullanmak ve dili kötü sözlerle kirletmek.

Kötü Niyet

Niyet; kastetmek, yönelmek ve irade etmek anlamındadır. İslam, insandan, bütün insanlara, hatta hayvanlara ve canlı varlıklara karşı hayır niyeti içinde olmasını istemektedir. İnsan her şey için hayır, hoşluk, saadet ve esenlik dilemelidir. Gücü yettiğince insanlara iyilik etmeye niyetlenmelidir ve onların sorunlarını halletmeye çalışmalıdır.
Hayırlı, temiz ve doğru bir niyet, çok değerlidir ve de bunun çok büyük bir sevabı ve mükafatı vardır.

İmam Sadık'tan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Fakir mümin bir kul şöyle der: "Ey Rabbim! Bana rızk ver ki, falan hayırlı işler ve iyilikler hususunda şöyle böyle yapayım." Allah o kulun niyetinin doğru olduğunu bildiği zaman, niyet ettiği şeylerin tümünü yapmış gibi amel defterine o işlerin sevabını yazar. Zira Allah rahmeti geniş ve yücelik sahibidir."

Şöyle rivayet edilmiştir: "Bir şahıs açlık içinde bir kum tepesinden geçiyordu. Kendi içinden şöyle dedi: "Eğer bu kumlar yiyecek olsaydı, onu insanlar arasında paylaştırırdım." Allah Peygamberine ona şöyle demesini vahyetti: "Şüphesiz Allah sadakanı kabul etti ve niyetinin güzelliğini kabul buyurdu. Mükafatını bu kumlar yiyecekmiş ve de sen sadaka vermişsin gibi sana ihsanda bulundu."

İnsanın, bütün insanlara ve hatta bütün varlıklara karşı kötü niyetten ve şeytani maksattan uzak durması farzdır. Zira bozuk niyet, kirli kasıt ve kötü maksat, insanın içini karartmaktadır, batınını kirletmektedir ve insanda günah, suç, zulüm, Allah'ın kullarına tecavüz ortamını eline getirmektedir.

Çirkin Gizli İş

Nifak, su-i zan, kin, kendini beğenmişlik, riya, kibir, gurur, cimrilik, hırs, tamah, haset ve Allah'ın düşmanlarına muhabbet büyük ve tehlikeli günahlardandır. Ayrıca da dünyevi kötü etkileri ve uhrevi azabı vardır. Duanın müstecap olmasına engel teşkil etmektedir.

İmam Sadık (a.s) münafık hakkında şöyle buyurmuştur: "Ayıpları araştıran, kötüleyen ve insanların yüzsuyunu döken kul, kötü bir kuldur. O bir yüzle karşılar ve başka bir yüzle, yüz çevirir."

Su-i Zanda Bulunmak

Allah'a, ilahi velilere ve müslüman halka su-i zanda bulunmak ve kötü düşünmek de oldukça çirkin günahlardan biridir. İnsanın kalbinde, gizli olmasına rağmen amel defterine yazılmaktadır ve kıyamette de insan bundan dolayı hesaba çekilecektir ve insan için azap sebebi olacaktır. Meğer ki su-i zanda bulunan kimse, dünyada gerçek bir şekilde tövbe etme başarısını elde etmiş olsun.

"Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır."
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Kendisinden başka ibadete layık olmayan Allah'a yemin olsun ki Allah, kendisine karşı su-i zanda bulunmak, O'nun rahmetine ümitli olma hususunda kusur etmek, kötü ahlaklı olmak ve mümin topluluğun gıybetini etmek dışında hiçbir mümin kimseye tövbe ettikten ve mağfiret diledikten sonra azap etmez."

Allah Resulü (s.a.a) ise şöyle buyurmuştur: Mümin insanın derunu, iman ile süslenir, batını ahlaki güzelliğe sahip olur ve zahiri salih amelle birlikte olursa, Allah'ın mükafat ve rahmetine ümit bağlamalı ve güzel bir zanda bulunmalıdır. Hak Teala'ya karşı her türlü kötü ve yanlış düşünceden sakınmalıdır.

Yüzlerine tövbe yolu açık olan, günahlarını telafi etme ortamı bulunan kimseler, Hak Teala'nın Kur'ân'da günahkarların suçunu bağışlamayı vaad etmesine teveccüh ederek, Rabbine karşı tövbeleri kabul etme hususunda kötümser olmamalıdırlar. Aksine Hak Teala'ya karşı güzel zan içinde olmaları ve bu yolda kendilerini ilahi rahmete mazhar kılmaları farzdır.

Eşsiz hadis bilgini Allame Meclisi, Allah hakkında hüsn-i zan veya su-i zanda bulunma hadisini şerh ederken şöyle buyurmaktadır: "İnsan bağışlama dilerken iyimser olmalıdır ki Allah da onu bağışlasın. İnsan tövbe edip Hak Teala'ya dönünce, bilmelidir ki Allah da onu kabullenecektir. İnsan hakikat üzere dua ettiğinde,

bu duasının icabet edileceğine yakin etmelidir. Herhangi bir iş hususunda Allah'tan yardım dileyince, bilmelidir ki Allah onun işine kifayet etmektedir. Allah için bir amel yaptığında da bilmelidir ki Allah o ameli kabul edecektir. Bütün bunlar, Allah'a hüsn-i zanda bulunmaktır. Bunun tersi ise, Hak Teala'ya kötü zanda bulunmaktır ve bu da büyük günahlardan sayılmıştır ve bu günaha da azap vaad edilmiştir."

İnsanın iman ve İslam ehlinden gördüğü ve zahiri hoş olmayan işler hakkında su-i zanda bulunmaya ve kötümser olmaya hakkı yoktur. Aksine mümkün olduğu kadar müminlerin ve Müslümanların işini sıhhat ve doğruluğa yorumlamalıdır. Örneğin: Eğer bir kimse bir mümini günah toplantısında görecek olursa, o toplantıda her türlü kumar, aletleri ve şarap içme vesileleri olsa dahi şaşırmamalı, içinden soğuk bir ah çekmemeli,

elini eline vurmamalı, o müminin imandan ayrıldığını sanmamalı ve fısk ve fücur ehline katıldığını düşünmemelidir. Bu su-i zanda bulunmak ve kötümserlik, Kur'ân ve Ehl-i Beyt rivayetleri açısından haramdır ve ilahi ceza ve azaba sebep olmaktadır.

Aksine bu kimse, Peygamber ve Ehl-i Beyt'in (a.s) emirleri esasınca, kendi batınında tam bir huzur ve itminan içinde şöyle demelidir: "Ne mutlu bu mümin kardeşime ki merhamet sahibi Allah, ona bu günah meclisinde iyiliğe emretme ve münkerden sakındırma ve sapıkları uçuruma yuvarlanmaktan kurtarma başarısını vermiştir. Keşke böyle bir şey bana da nasip olsaydı da günah hastalığını tedavi edebilseydim. Şeytanın esiri olanları esaretten kurtarabilseydim ve bu yolla da büyük bir mükafata ve sevaba erişebilseydim.


Kin

Her Müslümanın, bütün insanlığa karşı sevgi ve ilgi beslemesi gerekir. Elbette Kahhar olan Allah'ın izin vermediği kimseler bunun dışındadır.
İnsanlara karşı kin beslemek, insanın sıla-i rahimden, iyilikten, iyilik etmekten ve çeşitli hayır işlerden mahrum kalmasına sebep olmaktadır.

İnsanlara karşı kin beslemek, kalbi kirletmekte, ruhu karartmakta, düşünceleri zulmani kılmakta ve Allah'ın rahmetinden uzak tutmaktadır.
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Cebrail benim yanıma geldiği her defasında mutlaka şöyle buyurdu: "Ey Muhammed! İnsanlara karşı kin beslemekten ve onlara düşmanlık etmekten sakın."

Müminlerin Emiri (a.s) şöyle buyurmuştur: "Cehaletin başı, insanlara düşmanlık etmektir."
Hakeza Müminlerin Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "İnsanlara düşmanlık etmek, cahillerin ahlakındandır."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "İnsanlara düşmanlık etmekten sakın. Şüphesiz ki bu insanı helak eder ve ayıplarının ortaya çıkmasına neden olur."

Kendini Beğenmişlik

Kendini beğenmişlik, amellerinden razı olmak, böbürlenmek ve bu işlerle diğerline karşı üstünlük satmaya kalkmak çok çirkin bir günahtır.
İnsan Allah'ın kuludur, hayatı ve ölümü de Allah'ın elindedir. Rızkı, yiyeceği Allah tarafındandır. Kulluk ve ibadet başarısı da Allah'ın verdiği bir inayettir. Yaptığı her iyi iş ve salih amel Allah'ın iradesiyledir. Bu gerçekler esasınca insanın böbürlenme ve kendini beğenme diye ifade ettiğimiz şeytani halete kapılmasının hiçbir yeri yoktur.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her kim böbürlenirse helak olur."

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Alimin biri ibadet eden birinin yanına geldi ve ona şöyle dedi: "Nasıl namaz kılıyorsun?" O şöyle cevap verdi: "Benim gibi birine mi "nasıl namaz kılıyorsun?" diye soruyorsun? Ben, baştan beri şöyle ve böyle Allah'a ibadet ediyorum." Alim şöyle dedi: "Ağlaman nasıldır?" İbadet ehli şöyle dedi:

"O kadar ağlıyorum ki gözlerimden yaşlar boşalıyor." O alim şöyle dedi: "Eğer güler ve Allah'tan korkarsan, bu senin için ağlayıp kendinle böbürlenmekten daha iyidir. Gerçekten her kim böbürlenirse, onun hiçbir ameli yukarı (Allah nezdine) çıkmaz."

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Aziz ve celil olan Allah Davud'a şöyle buyurdu: "Ey Davud! Günahkarları müjdele ve doğruları korkut." O şöyle arzetti: "Nasıl olur da günahkarları müjdeler ve doğruları korkuturum?" Allah şöyle buyurdu: "Ey Davud! Günahkarlara müjde ver ki ben tövbeyi kabul ederim ve günahları bağışlarım. Doğruları da korkut ki sakın amelleriyle böbürlenmesinler ve kendini beğenmesinler. Zira ben kulumu hesaba çekecek olursam, mutlaka helak olur."

Riya

İnsanların dikkatini çekmek için hayırlı işler ve ibadetlerinde gösteriş yapmak haramdır ve de Allah'ın gazabına sebep olmaktadır. Kur'ân-ı Kerim namaz kılan bir grup kimseyi bu riya sebebiyle, kınamış ve şöyle buyurmuştur: "Vay o namaz kılanların haline ki: Onlar kıldıkları namazdan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar."
Bir şahıs Allah Resulüne (s.a.a) şöyle arzetti: "Kurtuluş nededir?" Peygamber şöyle buyurdu: "İbadetini insanların dikkatini çekmek için yapmamasındadır."

Bir rivayette şöyle yer almıştır: "Bir şahıs, cihat meydanlarında öldürülür, diğer bir şahıs ise servetini Allah yolunda infak eder, başka bir şahıs ise Kur'ân okur. Allah onlardan her birine şöyle der: "Sen falan cihat etmek işinde yalan söyledin. Sadece kendin için, "Falan kimse çok cesurdur" denilmesini arzuladın. Sen de infak konusunda yalan söyledin ve de, "Falan kimse cömerttir" denilmesini istedin ve sen de Kur'ân okumak hususunda yalan söyledin ve kendine, "Falan kimse Kur'ân okuyan kimsedir" denilmesini istedin."

Resulullah (s.a.a) daha sonra şöyle buyurmuştur: "Bunlara mükafat verilmez, gösteriş ve riyaları onların amelini rüzgara savurmuştur."
Bir hadiste ise Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah-u Teala meleklerine şöyle buyurmuştur: "Bu kimse, ameli hususunda beni kastetmemiştir. Dolayısıyla onu cehenneme atınız."
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir." Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü! Küçük şirk nedir?" diye sorulunca da Peygamber: "Riyadır" diye buyurdu.

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah, içinde zerre kadar riya bulunan bir ameli kabul etmez."
Şeddad b. Evs şöyle diyor: "Allah Resulünü ağlarken gördüm ve şöyle dedim: "Neden ağlıyorsunuz?" Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ümmetim hakkında şirkten korkuyorum. Bunlar artık put, güneş, ay ve taşa tapmazlar. Ama amelleri, riya ve gösteriş sebebiyle zayi olur."


Kibir

İster Hak Teala, ister insanlar, ister Allah, Peygamber, İmamların emirleri ve isterse de şefkatli hayır dileyen kimseler karşısında olsun, kibirlenmek ve büyüklenmek, şeytani bir ahlak ve İblisi bir halettir. İblis, Hak Teala'nın emri karşısında kibre kapıldığı sebebiyle sürekli Hak Teala'nın rahmetinden mahrum kalmıştır ve ebedi olarak Allah'ın huzurundan kovulmuştur, lanete mazhar olmuştur, sürekli azap içinde olacaktır.

Kibre kapılan kimsenin mutsuzluğu, sefaleti ve şekaveti o kadar büyüktür ki Allah'ın sevgi ve merhamet ve muhabbet çerçevesinden dışarıdadır.

"Şüphesiz Allah kibirli olanları sevmez."
Kibre kapılan kimse ve günahının ağırlığı için, Kur'ân-ı Kerim'in kendisini cehennem ehlinden sayması yeterlidir.
Evet, kendini başkalarından büyük görmez, kendini bütün işlerde merkez ve ölçü kabul etmek, Hak Teala'nın emirlerini kabul etmekten sakınmak,

ibadet ve kulluktan yüz çevirmek ve "ben daha iyi anlıyorum" amacıyla, her türlü hak ve hakikat karşısında surat asmak büyük günahlardandır ve Allah-u Teala'nın kendisine elim bir azap vaad ettiği suçlardan sayılmaktadır. İnsanlara karşı, ilim, bilgi, amel, ibadet, hasep, nesep, ziynet, cemal, servet, mal, kuvvet, kudret, dost ve arkadaş çokluğu sebebiyle böbürlenmek ve kirlenmek oldukça çirkin ve fevkalade kötü bir iştir.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kibir ve böbürlenmek, azamet ve şeref, yücelik ve büyüklük Allah'a özgüdür; bunlardan herhangi bir şey elde etmek isteyen kimseyi, Allah yüz üstü cehenneme atar."

İmam Bakır ve İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz, cehennemde "sakar" diye adlandırılan kibir sahipleri için hazırlanmış bir vadi vardır. Bu vadi şiddetli hararet sebebiyle aziz ve celil olan Allah'a şikayette bulunur ve Allah'tan bir nefes çekmesi için kendisine izin vermesini ister. Bunun üzerine bir nefes çekince, cehennemi yakar."

Abdula'la şöyle diyor: "İmam Sadık'a (a.s) kibir nedir?" diye sorulunca İmam şöyle buyurdu: "Kibrin en büyük mertebesi, hakkı küçümsemen, insanları hor saymandır." Ben şöyle arzettim: "Hakkı küçümsemek nedir?" İmam şöyle buyurdu: "Hakkı anlamazlıktan gelmek ve ehlini kınamaktır."




Dipnotlar
---------------------------
- Kafi, c. 2, s. 354, Bab-u Men Tetebbe'e Eserat'il- Müminin, 2. hadis
- Kafi, c. 2, s. 374, Bab-u Mücaleset-i Ehl'il- Measi
- Kafi, c. 2, s. 374, Bab-u Mucaleset-i Ehl'il- Measi, 2. hadis
- Kafi, c. 2, s. 377, Bab-u Mucaleset-i Ehl'il- Measi, 10. hadis
- Kafi, c. 2, s. 379, Bab-u Mucaleset-i Ehl'il- Measi, 14. hadis
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 3, s. 288, Kitab-u Adab'us- Suhbe ve'l- Muaşere
- Attar-i Nişaburi, Divan-i Eş'ar, 107. numara, bazı beyitler.
- Meani'l- Ahbar, s. 269
- Kasas, 76
- Şura, 27
- Meryem, 28
- Bihar, c. 72, s. 273, 70. bab, 1. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 75, s. 263, 23. bab
- Bakara, 14
- Kafi, c. 2, s. 351, Bab-u men Ezell'el-Müslimin, 2. hadis
- Kafi, c. 2, s. 351, Bab-u men Ezell'el-Müslimin, 6. hadis
- Hucurat, 11
- Nahl, 91
- Bakara, 27
- İsra, 34
- Maide, 1
- Kafi, c. 2, s. 290, Babun Fi Usul'il- Kufr, 8. Hadis ve Gonahan-i Kebire, c. 1, s. 372
- Kafi, c. 2, s. 239, Bab'ul- Muminun ve Alamatihi, 28. hadis, az bir farklılıkla ve Gonahan-i Kebire, c. 1, s. 372
- En'am, 121
- Bihar'ul- Envar, c. 68, s. 329, 81. bab, 1. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 68, s. 333, 81. bab, 9. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 68, s. 336, 81. bab, 20. hadis
- Kafi, c. 2, s. 69, Bab'ul- Havf-i ve'r- Reca, 8. hadis
- Yalan ile ilgili rivayetler, Kafi, c. 2, s. 38; Vesail'uş- Şia, c. 12, s. 243, 138. bab; Müstedrek'ül- Vesail, c. 9, s. 83, 120. bab, Bihar'ul- Envar, c. 69, s. 232, 114. babda detaylı bir şekilde yer almıştır.
- Yasin, 15
- Al-i İmran, 61
- Zümer, 3
- Müstedrek'ül- Vesail, c. 17, s. 416, 6. bab, 21714. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 49, s. 259, 114. bab, 25. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 69, s. 259, 114. bab, 21. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 69, s. 262, 114. bab, 40. hadis
- Tevhid-i Saduk, s. 72, Bab'ut- Tevhid ve Nefy'it- Teşbih
- Bihar'ul- Envar, c. 46, s. 261, 114. bab, 37. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 69, s. 261, 114. bab, 38. hadis
- Cami'ul- Ahbar, s. 173
- Maide, 44, 45, 47
- Günahan-i Kebire, c. 2, s. 365
- Vesail'uş- Şia, c. 3, s. 12, 1. bab, 11392. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 29, s. 223, 8. hadis
- Gonahan-i Kebire, c. 2, s. 223
- Mutaffifin, 1- 7
- Gunahan-i Kebire, c. 1, s. 418
- Enbiya, 47
- Al-i İmran, 134
- İbrahim, 7
- Meani'l- Ahbar, s. 269
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 8, s. 106, Kitab'un- Niyet ve's- Sıdk ve'l- İhlas
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 8, s. 104, Kitab'un- Niyet ve's- Sıdk ve'l- İhlas
- Sevab'ul- A'mal, s. 269, İkab-u Men Kane Zu Vecheyn ve Kalb-i Selim, s. 61
- Hucurat, 12
- Kafi, c. 2, s. 71, Bab-u Husn-i Zanni Billah, 2. hadis; Bihar'ul- Envar, c. 67, s. 365, 59. bab, 14. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 67, s. 365, 59. bab, 14. hadisin altında
- Kafi, c. 2, s. 301, Bab'ul- Mirai ve'l- Husume, 5. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 461, 10570. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 874, el-Cehl, 2859. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 462, 10578. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 874, el-Cehl, 2859. hadis
- el-İhtisas, s. 230, Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3508, el-Edavet, 12307. hadis
- Kafi, c. 2, s. 313, Bab'ul- Ucb, 2. hadis
- Kafi, c, 2, s. 313, Bab'ul- Ucb, 5. hadis
- Kafi, c. 2, s. 314, Bab'ul- Ucb, 8. hadis
- Maun, 4- 6
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 6, s. 139- 141, Kitab-u Zemmi Cah ve'r- Riya
- a.g.e.
- a.g.e.
- a.g.e.
- a.g.e.
- Muhecccet'ul- Beyza, c. 6, s. 139- 141, Kitab-u Zemm'il- Cah ve'r- Riya
- Nahl, 23
- Nahl, 29
- Bihar'ul- Envar, c. 70, s. 213, 130. bab, 3. hadis
- Kafi, c. 2, s. 310, Bab'ul- Kibr, 6. hadis
- Kafi, c. 2, s. 310, Bab'ul- Kibr, 10. hadis
- Kafi, c. 2, s. 311, Bab'ul- Kibr, 12. hadis


7
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi


Aldanmak


İnsanın hakikatlere karşı gaflet içinde olmasından kaynaklanan maddi ve manevi işlere aldanması, oldukça çirkin ve fevkalade tehlikeli bir halettir. Hakikatleri inkar hastalığına yakalanan kimseler, dünyaya ve dünya süslerine aldanmaktadırlar ve de dünyanın geçici bir yurt olacağı ve bir gün fenaya ereceği gerçeğinden gaflet etmektedirler. Onlar bir gün, mezarlık toprağına ayak basacakları, yılan ve karıncalara yiyecek olacakları, ruhlarının berzah aleminde kötü amellerinin ipoteğinde kalacaklarını ve kıyamette de cehennemin şiddetli azabına esir olacakları gerçeğinden gafildirler.

Bu kimseler, kendi batıl hayallerince, dünyayı peşin, ahiretin ise veresiye olduğunu zannetmektedirler. Dolayısıyla bütün vücutlarıyla dünyaya sarılmakta ve ahireti unutmaktadırlar. Dünyanın fani olacak lezzetlerine yakin etmekte ve ahiret lezzetlerinden şüphe etmektedirler.

Onlar, Allah'ın, yüz yirmi dört bin peygamberin ve imamların ahiret hakkındaki vaatlerini kabullenmeye, iman ve inançları esasınca yürümeye, günahlardan sakınmaya ve ahlaki güzelliklerle süslenmeye hazır değillerdir.
Bu kimseler, Kur'ân ayetleri esasınca da ahiretin insanın dünyadaki bütün zahiri ve batıni hareketlerin meyvesi ve ürünü olduğu gerçeğine dikkat etmemektedirler.

Oysa Allah Resulü'nün (s.a.a) buyurduğu gibi, dünya ahiretin tarlası, belki bizzat, ahiretin kendisidir. Dünya ve ahiret birbirinden farklı iki mahiyet değillerdir. Ahiret, bu dünyanın başka bir yüzüdür. Bu gerçeği bilmedikleri sebebiyle, dünyanın peşin, ahiretin ise veresiye olduğunu sanmışlardır ve bu yüzden de onlara göre dünyanın lezzetleri yakini ve ahiretin lezzetleri ise şüpheyle karışıktır.

İman ehlinin cahilleri ve Kur'ân ayetlerinden habersiz olanlar, Hak Teala'ya ve O'nun geniş rahmetine inandıkları hasebiyle aldanmakta ve şöyle demektedirler: "Allah'ın insana olan nimetleri geniş, rahmeti kuşatıcı, lütfü bütün varlıkları ihata edici olduğundan dolayı, ibadet ve kulluk hususunda çaba göstermemize, takva ve sakınma elde etmek için kendimizi zahmete düşürmemize ve günahlardan uzak kalma acılığını tatmamıza gerek yoktur.

Bizim günahlarımızın, Allah'ın rahmeti karşısındaki misali, sonsuz okyanuslar karşısındaki bir zerre misalidir.
Biz, Allah'a iman ettiğimiz, Peygamberleri ve İmamları sevdiğimiz için kurtulmayı ümit ediyoruz. Günahlarımız, Hak Teala'dan uzak durmamıza ve azap görmemize sebep olmaz.

Bu kimseler, şu gerçeğe teveccüh etmemektedirler ki şeytan ve nefsani istekler, insanı zahiri beğenilmiş ve batını reddedilmiş sözlerle aldatmaktadır.

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Zeki kimse, nefsine muhalefet eden ve ölümünden sonrası için çalışan kimsedir. Ahmak ise nefsinin isteklerine tabi olan ve Allah'a minnet etmeye kalkışan kimsedir."

Bunlar, şu anlama dikkat etmemektedirler ki bizzat kerim, rahmeti geniş, kuşatıcı af, bağışlama ve mağfiret sahibi olan Allah, Kur'ân ayetlerinin bir çoğunda uzman günahkarlara, hayır ameline sahip olmayanlara ve kibirli hatakarlara kesin bir azap vaat etmiştir, rahmetini sadece takva ehli, Kur'ân'ın emirleriyle amel eden, salihler, iman ve İslam yolunda çalışanlar için karar kılmıştır. Sadece onların Allah'ın rahmetine ümit bağlayabileceklerini bildirmiştir:
"İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihat edenler Allah'ın rahmetini umarlar."

Günah işlendiği ve ilahi farzlar terk edildiği halde Allah'ın rahmetine ümit bağlamak, hakikatte Allah'ın rahmetine aldanmaktır ve de batıl ve boş bir ümittir.

İmam Sadık'a (a.s) şöyle denildi: "Bir topluluk, her türlü günaha bulaşmış ve de; "biz ümitvarız" demektedirler ve de ölünceye kadar günah işlemektedirler. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Bunlar, ümitlerinde ve arzularında ıstırap ve heyecan olan kimselerdir. Ümitleri hakkında yalan söylemektedirler. Bunlar ümitli değillerdir. Bir şeyi ümit eden kimse, onun peşice gider, her kim bir şeyden korkarsa, ondan kaçar."

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Gaflet ve aldanma sarhoşluğu, ayılma açısından şarap sarhoşluğundan daha zor ve uzaktır."
Hakeza Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz kulun günah işlediği halde Allah'tan bağışlanma dilemesi, Allah'ın rahmetine aldanmasındandır."

Allah Resulü (s.a.a) İbn-i Mes'ud'a şöyle buyurmuştur: "Allah hakkında aldanma ve salahın, ilmin, amelin, iyiliğin ve ibadetin hususunda da sakın kanma."


Cimrilik

İnsanın Hak Teala'nın maddi ve manevi nimetlerinden istifade ettiği halde bunları Allah yolunda infakta bulunmaması, sadaka vermemesi ve zekat ödemeyerek cimrilikte bulunması ne kadar da çirkindir.

Meşru olarak insanın elde ettiği mal ve servet, Allah'ın bir emanetidir ve insan kendi makamı ve şahsiyetine uygun olarak bu maldan istifade etmek, geri kalanının ise Allah-u Teala'nın emriyle, fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, miskinlerin, acizlerin ve güçsüzlerin hizmetine sunmakla yükümlüdür.

İnsan ve sahip olduğu her şey, hakikatte Allah'ın mülküdür. Dolayısıyla, insanın her türlü tasarrufu ve isteği doğrultusunda olmalıdır. Eğer insan, malikin mülkünde, kendi heva ve hevesi ve istekleri doğrultusunda tasarrufta bulunacak olursa, kınanmayı ve malik tarafından azaba çarptırılmayı beklemelidir.

Servet biriktirmek, Allah'ın isteğine aykırıdır ve de cimrilik ve şeytan yolunu kat etmek yolundan başka bir yolla da mümkün olmamaktadır. Bu servet biriktirme işi çok büyük bir günahtır ve de şekavet, hayatın kararması, batının zulmete bürünmesi, kıyamet azabı ve Allah'ın rahmetinden uzaklığa sebep olmaktadır.

Cimrilik, şeytani bir halet, hayvani bir sıfat ve ahlaki rezaletlerden bir rezalettir. Kur'ân-ı Kerim'de ve rivayetlerde şiddetle kınanmıştır ve buna sahip olan insan nankör ve azaba müstahak bir kimse olarak tanıtılmıştır:
"Onlar cimrilik ederler, insanlara cimrilik tavsiyesinde bulunurlar, Allah'ın bol nimetinden kendilerine verdiğini gizlerler. Kâfirlere aşağılık bir azap hazırlamışızdır."

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Cennet, insanlara minnet eden, cimri davranan ve laf taşıyan kimselere haram kılınmıştır."
Hz. Ali (a.s) bir şahsın şöyle dediğini işitti: "Cimri kimse, zalimden daha mazurdur." Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Yalan söylüyorsun. Şüphesiz zalim tövbe eder, Allah'tan mağfiret diler ve insanların hakkını öder. Ama cimri kimse, cimrilik gelince zekat ödemez, sadaka vermez, sıla-i rahimde bulunmaz, misafir kabul etmez, Allah yolunda infakta bulunmaz ve hayırlı işler yapmaktan sakınır. Bu yüzden de cimrinin cennete girişi haram kılınmıştır."

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "İki haslet, Müslümanda bir araya gelmez: Cimrilik ve kötü ahlak."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Eğer aziz ve celil olan Allah'ın telafi etmesi hak ise, o halde cimrilik nedendir?"

İmam Musa b. Cafer (a.s) şöyle buyurmuştur: "Cimri, Allah'ın kendine farz kıldığı hususlarda cimrilik eden kimsedir."
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Cömert kimse, Allah'a, insanlara ve cennete yakındır. Cimri kimse ise, Allah'tan, insanlardan ve cennetten uzaktır."

Hırs

Servet ve mal hususunda şiddetli bir rağbet içinde olmak ve insanın ihtiyacından fazlasına aşırı istek duyması, insanı fikri ve ruhsal açıdan sıkıntıya sokmakta ve de ilahi hükümlerden el çekerek ahlaki ilkelere aykırı davranmasına sebep olmaktadır. Böylece de insan, insanlık düzeninden çıkmakta, alevlenen bir ateş gibi insanların malına ve haklarına tecavüzde bulunmakta, haram yeme, insanların mallarını yağmalama günahlarına bulaşmakta ve de zihinleri kopmuş bir şehvete bulaşmaktadır.

Allah'ı hatırlamak, kıyameti düşünmek, ilahi azaptan korkmak, ahlaki meselelere riayet etmek, insanlara sevgi göstermek, insanların hak ve hukuklarına dikkat etmek, insanı maddi işlerde, haddinden fazla hırs ve rağbet pisliğine düşmekten korur. Oysa, merhamet sahibi olan Allah, insan için türlü nimetlerden tam bir sofra sermiş, insan için ihtiyaç duyduğu şeyleri elde etmesini sağlayacak iş ve faaliyetler takdir etmiş, bu yolla rızkını garantilemiştir.

Öyle ki insan, rızkının son lokmasını yemedikçe bu dünyadan göçmemektedir. O halde bu hırsın sebebi nedir?
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "İnsanların en zengini, hırsa esir olmayan kimsedir."
İslam Peygamberi (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) yaptığı bir vasiyetinde şöyle buyurmuştur: "Ey Ali! Seni üç büyük hasletten sakındırıyorum: Haset, hırs ve yalan."

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Nuh gemiden inince, İblis yanına vardı ve şöyle dedi: "Yeryüzünde benim üzerimde senden daha büyük bir minneti olan bir kimse yoktur. Allah'tan bu günahkarlar için azap diledin, neticede de benim rahatlığımı sağladın. Seni iki hasletten haberdar kılayım mı? Hasetten sakın ki, bana yapmadığı kalmadı ve hırstan sakın ki başıma getirmediği kalmadı."

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Hırslı kimse, yedi zor bela arasındadır: Bedenine zarar veren ve kendisine fayda bağışlamayan bir düşünce, sonu olmayan bir hüzün, sadece ölümle kendisinden kurtulmanın mümkün olduğu ve rahatlık anında da şiddetli bir rahatsızlığa düşürüldüğü sıkıntı, sonunda içine düşeceği bir korku, kendisinde tatlılıkları acıya çeviren bir hüzün, Allah'ın bağışlaması dışında Allah'ın azabından kurtuluşun mümkün olmadığı bir hesap ve kurtuluşun ve bir çare bulmanın mümkün olmadığı bir azap."


Tamah

İnsanların elinde olan şeye sevgi ve ilgi duymak, onlara ulaşmayı arzulamak, başkalarının vermesine sebep olacak bir nitelikte sevgi izharında bulunmak ve de insanlardan bir şey dilemek, araştırmacı kimselere göre tamaha kapılmaktır.
Dördüncü İmam (a.s) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz hayrın tümünü insanların elinde olan şeylerden ümidini kesmekte olduğunu gördüm."

Sa'dan, İmam Sadık'a (a.s) şöyle arzetti: "Kulda imanı sabit kılan şey nedir?" İmam şöyle buyurdu: "Ver'a (haram ve şüpheli şeylerden uzak durmak) ve sakınmaktır." O yine şöyle arzetti: "Kulu imandan çıkaran şey nedir?" İmam şöyle buyurdu: "Tamahtır."

İmam Hadi (a.s) şöyle buyurmuştur: "Tamah, kötü bir sıfattır."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Eğer mutlu olmak ve dünya ve ahiret hayrına ulaşmak istiyorsan, insanların elinde olan şeylerden tamahını kes."
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her kim, bütün ömrü boyunca hür yaşamak istiyorsa, kalbinde tamaha yer vermesin."

Haset

Fevkalade çirkin sıfatlardan ve çok kötü hasletlerden biri de hasettir. Araştırmacı kimseler şöyle demişlerdir: "Haset, başkasının elinde gördüğün bir şeyin ortadan kalkmasını dilemendir. Haset, hakikatte Hak Teala'nın hikmete dayalı hükmü esasınca başkalarına verdiği nimetten hoşnutsuzluk içinde olmaktır.

Kibir, bencillik, makam düşkünlüğü, üstünlük taslamak, batın kirliliği ve cimrilik, insanın kalbinde hasedin ortaya çıkmasına neden olan etkenlerdir.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz haset, ateşin odunu yediği gibi imanı yer bitirir."
Hakeza İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Dinin afeti; haset, kendini beğenmek ve üstünlük taslamaktır."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah Resulü her gün altı şeyden Allah'a sığınıyordu: "Şek, şirk, kibir, öfke, zulüm ve haset."

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Musa (a.s) Allah'a münacatta bulunup O'nunla konuşurken aniden Allah'ın arşının gölgesinde bir şahsı görüp şöyle dedi: "Ey Allah'ım! Senin arşının başına gölge ettiği bu kimse kimdir?" Allah şöyle buyurdu: "Bu, Allah'ın, kendilerine ihsanından bağışta bulunduğu kimselere, haset etmeyen kimsedir."

Allah'ın Düşmanlarını Sevmek

Allah'ın düşmanlarını sevmek de kalp hastalığından kaynaklanmaktadır. İnsan güzellikleri ve iyilikleri sevmelidir. Kötülüklere ve kötülere karşı ise düşman olmalıdır. Eğer kalp bundan başka bir halet içinde olursa, bu o kalbin hastalık delilidir ve bu hastalık Kur'ân ayetleri ve rivayetleri esasınca tedavi edilmelidir. Aksi takdirde insan için birçok tehlikeleri de beraberinde getirecektir.

Kur'ân-ı Kerim, Peygamber ve Peygambere tabi olan kimseleri kafirlere karşı şiddetli davranan, iman çerçevesinde ise kendi aralarında birbirine karşı merhametli davranan kimseler olarak tanıtmaktadır:
"Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun berâberinde bulunanlar, küfredenlere karşı sert, birbirlerine merhametlidirler."
Kur'ân müminlere şöyle buyurmaktadır:

"Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar, size gelen gerçeği küfretmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz."
Kur'ân-ı Kerim, Mücadele suresinde ise şöyle buyurmuştur:
"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir toplumun, -babaları oğulları, kardeşleri ya da akrabaları olsa bile- Allah'a ve Peygamber'ine düşman olanlarla dostluk kurduğunu göremezsin."

Dini Kardeşlerine Karşı İki Yüzlülük ve Nifak İçinde Olmak

Nifakın çirkinliği, münafığın pislik ve kirliliği, dini kardeşlerine karşı iki yüzlü olan bir insanın aşağılığı -iman ehli karşısında bir yüzle iman izharında bulunmakta diğer yüzle ise onların aleyhine düşmanlık etmektedir- o kadar büyüktür ki Kahhar olan Allah Kur'ân-ı Kerim'de bu tür kimselerin en kötü ve en şiddetli azaba ve de cehennemde en aşağılık yere layık olduklarını bildirmiştir.

Münafık sürekli olarak düşmanlarla irtibata geçerek müminler için zorluk çıkaran, iman ehlinin sırlarını şeytan sıfatlı hainlere ve Firavun'un izinden yürüyen zalimlere intikal ettiren kimsedir. Münafık, aslında tedavisi oldukça zor, ilacı bazen mümkün olmayan bir hastadır.


Münafık, diliyle iman ettiğini söylemekte, kalbinde ise küfür bulunmaktadır. Ruhu kirli, ahlakı bozuk, yaptıkları uygunsuz, düşünceleri şeytan, haletleri şeytani ve işleri hile yapmaktır. Münafık, aşağılık ve kirli bir insandır; tehlikeli ve bozuk bir varlıktır. Kur'ân-ı Kerim, çeşitli surelerde bu din ve millet hainleri için bir takım nişaneler beyan eden Kur'ân ayetlerinin yanısıra hadis kitaplarında da çok önemli rivayetler yer almıştır. Bu kötü kimselerin durumunu beyan eden bu birkaç rivayete işaret etmek istiyoruz.

İmam Rıza (a.s) kendisine bir soru soran Muhammed b. Huzeyl'in mektubuna verdiği cevapta münafıklar hakkında şöyle yazmıştır: "Bunlar, Allah Resulünün itretinden, müminlerden, Müslümanlardan değillerdir. Bunlar iman izharında bulunurlar; küfür ve tekziplerini gizlerler. Allah onlara lanet etsin."

İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Nifakın alametlerinden biri de kalbinin katı olması, gözünün kuruması (ağlamaması), günahlar hususunda ısrar etmek ve dünya hakkında hırslı olmaktır."
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Her kimin batını zahiriyle bir olmazsa münafıktır. Bu kimse kim olursa olsun, nerede ne türlü olursa olsun, hangi toprakta yaşarsa yaşasın ve hangi makamda bulunursa bulunsun fark etmez."


Duanın İcabet Edileceğine İnanmamak

Bu konu önceki sayfalarda su-i zan ve kötümserlik bölümünde yeterince açıklanmıştır. Dolayısıyla burada yeniden açıklamaya gerek yoktur.

Namazları Ertelemek

Namaz, en kamil bir ibadet, en güzel bir kulluk merasimi ve alimlerin Rabbine karşı huşu ve tevazu izharında bulunmaktır.
Kur'ân ayetleri ve rivayetler de namaz hususunda çok önemli gerçekleri söz konusu etmiştir ki bu gerçeklerden bazılarına başlıklar şeklinde işaret etmek istiyorum.

Namaz insanı fuhuş ve kötülüklerden korur, namaz kılmak mümin topluluğun nişanelerindendir. Bütün peygamberler, namaz kılan kimselerdi. Peygamberler, ailelerini de namaz kılmaya davet etmişlerdir.

Bütün namazlara dikkat göstermek, farz olan görevlerdendir. Namaz kılmayan kimse, Allah'ın rahmetinden mahrumdur ve şefaatçilerin şefaati onu kapsamaz. Namaz dinin kanunlarındandır. Allah'ın hoşnutluğunun cilve mekanıdır ve Peygamberlerin aydınlık yoludur. Namaz, dini ikrar ettikten sonra İslam'ın başında yer almaktadır.

Her şeyin bir şerafeti ve yüceliği vardır. Dinin şerafet ve yüceliği ise namazdır. Namaz, şeytanın saldırıları karşısında sağlam bir kaledir. Namaz, rahmetin iniş sebebidir. Allah nezdinde en sevimli amel namazdır. Namaz peygamberlerin en son vasiyetidir. Namaz Allah Resulü'nün göz nurudur. Namaz her takvalı insanı Allah'a yaklaştırandır. Namaz, marifetten sonra en yüce ameldir. Namaz ilmin sütunudur. Namazın şartlarına riayet ederek kılmak, bağışlanma sebebidir.

Kıyamette insanların sorguya çekildiği ilk şey namazdır. Allah'ın kulların amellerinden aldığı ilk şey namazdır. Kıyamette hesaba çekilen ilk amel namazdır. Namaz, insanı kibirden temizleme sebebidir. Namazın kabul olması, takvanın, istekli olmanın, sakınmanın ve haramlardan uzak durmanın ipoteğindedir.

Vaktinde kılınan namazın üstünlüğü, ahiretin dünyaya üstünlüğü gibidir. Mümin için namazı erteleme karşısında vaktinde kıldığı namazın üstünlüğü, malından ve çocuklarından daha iyidir. Namaz kılmayan kimse kafirdir. Namaz kılmayan kimse, ölümden sonra Yahudilerin veya Hıristiyanların veya Mecusilerin safına katılır. Namazı önemsememek, Allah Resulü tarafından reddedilmeye sebep olur. Namazı terk etmek, namazı zayi etmek, namazı hafife almak, namazı ertelemek, namazı ilk vaktinden tehir etmek şüphesiz duanın icabetine engel olan etkenlerdir.

İyilik ve Sadakayı Terk Etmek

İnsanlara ihsanda bulunmak ve fakirlere sadaka vermek, Allah'ın hoşnutluk ve rızayetine sebep olmaktadır ve de rahmet indirerek duanın icabetine sebep olmaktadır.
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz sadaka yetmiş tür belayı def eder ki bu belaların en düşüğü cüzam ve alaca hastalığıdır."

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Sadaka veriniz, hastalarınızı sadakayla tedavi ediniz. Şüphesiz sadaka ortadan kalkması mümkün rahatsızlıkları ve hastalıkları defeder. Sadaka sizin ömrünüzü ve iyiliklerini arttırır."

Sadaka Hususunda İlginç Bir Hikaye

Musa'nın kavminin iyilerinden olan abid adında birisi tam otuz yıl Hak Teala'dan bir çocuk istedi. Ama duası bir türlü kabul olmuyordu. Dolayısıyla da İsrail oğullarının peygamberlerinin birinin tapınağına giderek şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü! Çocuğumun olması için bana dua et. Ben otuz yıldır Allah'tan bir çocuk istiyorum, ama duama icabet edilmedi."

O peygamber dua etti ve şöyle dedi: "Ey abid! Benim senin hakkındaki duama icabet edildi. Sen çok geçmeden bir çocuk sahibi olacaksın. Ama ilahi kaza ve takdir, o çocuğun evlendiği gece öleceğine hükmetti."

Abid, eve geldi ve olayı eşine anlattı. Eşi Abid'e cevap olarak şöyle dedi: "Biz, Peygamberin duası sebebiyle Allah'tan, yanında dünyada rahatlık göreceğimiz bir çocuk istedik. Ama o buluğ çağına erişince artık rahatlığımızın yerini sıkıntılar alacaktır. Velhasıl, Allah'ın kaza ve kaderine razı olalım."
Eşi şöyle dedi: "Biz ikimiz de yaşlanmış durumdayız, belki o buluğa erince bizim ömrümüz sona ermiş olacak ve onun ayrılık sıkıntısını çekmemiş olacağız."

Dokuz ay sonra güzel yüzlü ve uğurlu bir çocukları oldu. Onun terbiye ve gelişimi hususunda birçok sıkıntıya katlandılar. Buluğ ve kemal çağına erişince, anne babasından layık ve uygun bir eş istedi. Anne babası da onun evliliği hususunda gevşek davrandılar. Sonunda onu evlendirmek zorunda kaldılar.

Düğün gecesi kaza ve kader ordusunun ne zaman geleceğini ve çocuklarını yanlarından alacağını beklediler. Gelin ve damat geceyi esenlik içinde geçirdiler. Aradan bir hafta geçtiği halde henüz esenlik ve selamet halinde yaşıyorlardı. Anne babası sevinerek Peygamber'in yanına geldiler ve şöyle dediler: "Sen duan ile Allah'tan bizler için bir çocuk istedin ve bu çocuğun zifaf gecesi öleceğini bildirdin. Ama şu anda bir hafta geçtiği halde çocuğumuz esenlik içindedir."

Peygamber şöyle dedi: "Çok ilginç! Ben söylediğim şeyi kendimden söylemedim. Bana Hak Teala'nın bir ilhamıydı bu. Dolayısıyla yüce Allah'ın kaza ve kaderini ondan defedecek nasıl bir iş yaptığına da bakmak gerekir."
O an Cebrail-i Emin indi ve şöyle buyurdu: "Allah'ın sana selamı vardır ve şöyle buyuruyor: "O gencin anne ve babasına şöyle de: Kaza ve kader, senin dilinle cari kıldığım şeydi.

Ama o çocuk öyle bir hayır yaptı ki ben ölüm hükmünü onun dosyasından sildim ve kendisi için başka bir hüküm kaydettim. O çocuğun yaptığı hayır ise şuydu: O genç, düğün gecesi yemek yiyordu. Yaşlı ve muhtaç bir fakir evine geldi ve ondan yemek istedi. O genç de kendi yanındaki özel yemeğini ona verdi.

Yaşlı fakir tadından hoşlandı, bu yemeği yedikten sonra ellerini kaldırarak Allah'a şöyle arzetti: "Ey Allah'ım! Bu gencin ömrünü uzat." Alemlerin yaratıcısı olan ben de işte o muhtacın duası sebebiyle bu gencin ömrünü seksen yıl daha uzattım. Böylece bütün insanlar bilsinler ki hiç kimse benimle muamele ederken benim dergahımdan zarar etmiş olarak dönmez ve hiç kimsenin mükafatı benim dergahımda zayi olmaz."

Küfür ve Pis Laflar Etmek

İnsanın dili hak ve olumlu söz söyleyerek, insanları hakka doğru hidayet ederek ve halkın sorunlarını çözerek Allah tarafından büyük bir sevaba erişebileceği gibi mantıktan uzak esassız ve temelsiz bir takım sözler, hakikatten uzak konular; gıybet, iftira, söylenti, batıl söz, sövgü ve kötü laflar gibi günah dolu bir yük ve ebedi bir azap da yüklenebilir.

Din büyükleri şöyle demişlerdir: "Dilin hacmi küçük ama suçu büyüktür."
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Ademoğlunun hatalarının çoğu dilindedir."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Şeytanın insanın işlerine ortak oluşunun nişanelerinden biri de insanın kötü laf etmesi, ne söylediğinden ve kendisi hakkında ne söylenildiğinden korkmamasıdır."

İmam sadık (a.s) da şöyle buyurmuştur: "Sövmek, cefadandır ve cefa ise ateştedir."
Bir takım rivayetlerde de şöyle yer almıştır: "Kim Müslüman kardeşine söverse Allah, rızkındaki bereketlerini giderir, onu kendisine bırakır, hayatı için gerekli araç ve gereçleri yok eder." "Allah'ım! Benim bela indiren günahlarımı affet!"

Belaların İnmesine Neden Olan Günahlar

Belaların inmesine neden olan günahlar üç tanedir:
1- Bağrı yanmış, hüzünlü bir kimsenin feryadına aldırış etmemek. 2- Mazluma yardımı terk etmek. 3- İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma görevini yerine getirmemek.

Bağrı Yanık Hüzünlü Kimsenin Feryadına İtina Göstermemek

Mali bir zarara uğrayan insan veya değerli yakınlarından birini kaybeden bir kimse veya başka bir sıkıntıya uğramış bir kul, dini kardeşlerinden bu hüzün, sıkıntı, dert ve acısını gidermesini istediği takdirde, insani ahlak ve duygularda onun yardımına koşulmasını, sıkıntı ve dertlerinin azalmasında ona yardımcı olmasını gerektirmektedir.

Hüzünlü ve bağrı yanık insanların feryadını işittiği halde onlara yardıma koşmayan kimseler, Müslüman değillerdir. Aksine onlar, ademiyet ve insanlık sınırından bile dışarı çıkmışlardır.Sen ki diğerlerinin dertlerinden dertsizsin,Layık değilsin ki adına insan denilsin.

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Kim sabahlar da Müslümanların işlerine önem vermezse, Müslüman değildir."
Başkalarına yardım etmek, Müslümanların işlerine özen göstermek ve özellikle de feryat edenlerin feryadına koşmak işi, Hak Teala'nın bir emri, İslam Peygamberi ve büyük İmamların tavsiyeleridir.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Bir müminin dert ve sıkıntılarını gideren kimsenin, Allah da ahiretteki sıkıntı ve dertlerini giderir ve bu kimse serin bir kalple mezarından çıkar. Her kim bir müslümanın açlığını giderirse, Allah ona cennet meyvelerinden yedirir. Her kim de bir suyla müslümanın susuzluğunu giderecek olursa, Allah da mühürlü hâlis bir içkiyle onun susuzluğunu giderir."

Altıncı İmam (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her kim zorluk ve sıkıntı zamanında, susuz ve hüzünlü bir mümin kardeşinin feryadına koşar, hüzün ve ihtiyaçlarını gidermeye yardımcı olursa, Allah kendi tarafından ona yetmiş iki rahmet yazar. Öyle ki bu yetmiş iki rahmetten birini dünyada hayat işlerinin düzelmesi için öne alır, yetmiş bir rahmeti ise kıyamet korkusu ve dehşeti için stok eder."


Mazlum Kimselere Yardım Etme

Mazlumlara ve zulme uğrayan kimselere yardım etmek de İslam'da o kadar değerli ve önemli bir şeydir ki Müminlerin Emiri (a.s) ömrünün son aylarında Ramazan ayının 21. gecesinde oğullarına, özellikle de İmam Hasan ve İmam Hüseyin'e (a.s) yaptığı tavsiyelerin birinde şöyle buyurmuştur: "Zalime karşı düşman, mazluma karşı ise yardımcı olunuz."
Evet, zulüm ve zalim karşısında ve de mazlum kimseye oranla, ortaya konulmuş olan bu tarz davranış, İslam'ın ve müminin en güzel pratik şiarlarından biridir.

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
"Her kim mazlumun hakkını zalimden alacak olursa, cennette benimle arkadaş olur."
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Bir mazlumu gördüğün zaman, ona zalimin aleyhinde yardımcı ol."
Hakeza Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "En güzel adalet, mazluma yardım etmektir."

İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Bir mümin, mazlum olan bir mümine yardım ettiği takdirde bu yardımı, bir aylık oruçtan ve Mescid'ul Haram'da itikafa girmekten daha üstündür. Bir mümin, gücü yettiği halde mümin kardeşine yardımcı olursa, Allah da dünya ve ahirette ona yardım eder. Her kim de mümin kardeşine yardım edebildiği halde yardım etmezse, Allah-u Teala onu dünya ve ahirette kendi haline bırakır."

Allah Resulü (s.a.a) ise şöyle buyurmuştur: "Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: "İzzet ve celalime andolsun ki, şüphesiz dünya ve ahirette zalimden intikam alacağım ve her kim bir mazlumu görür de ona yardım etmeye gücü yettiği halde yardımda bulunmazsa, kesinlikle ondan intikam alacağım."

İyiliği Emretme ve Kötülükten Sakındırma Görevini Yerine Getirmeme İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, ilahi farzlardan iki önemli farzdır. Şartlara sahip olan, yani iyiliği ve kötülüğü tanıyıp iyilik sahibi olan ve de kötülüklerden uzak duran kimselerin icra etmesi gereken dini farzlardan iki tanesidir. Bu iki farzı terk ve zayi etmek, büyük bir günahtır ve de belaların inişine neden olmaktadır. İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, dinin en büyük merkezi ve bütün Peygamberlerin ihya etmek için gönderildiği çok önemli hakikattir.

Eğer bu iki farzla amel edilmez ve bu konuda ilim ve amel ortadan kalkacak olursa, nübüvvet hareketi bitecek, din ortadan kalkacak, sapıklık her yeri kaplayacak, cehalet ve bilgisizlik her yere yayılacak, halkın bütün işlerine bozukluk girecek, şehirler yıkılacak ve insanlar helak kuyusuna yuvarlanacaklardır.
Kur'ân şöyle buyurmuştur: "Sizden; iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve kötülükten men eden bir cemaat olsun. İşte kurtuluşa erişenler yalnız onlardır."

Hakeza: "Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi emreder kötülükten alıkorlar."
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Sizler ya iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsınız ya da Allah sizlere kötülerinizi egemen kılar da iyileriniz dua ettiği halde kendilerine icabet edilmez."

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "İnsanların gelip geçtiği sıkı caddelerde oturmaktan sakınınız." Ashap şöyle dediler: "Biz bundan sakınamayız. Zira oralar bizim konuştuğumuz yerlerdir." Peygamber şöyle buyurdu: "Eğer çareniz yoksa o halde caddenin hakkına riayet ediniz." Ashap şöyle dedi: "Caddenin hakkı nedir?" Peygamber şöyle buyurdu: "Gözünüzü namahreme yummak, insanlara eziyet etmekten sakınmak, selamın cevabını vermek, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmaktır."

Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "İnsanın iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak dışındaki bütün sözleri, kendi aleyhinedir, lehine değil."
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah Şuayb'a şöyle vahyetti: "Kavminden yüz kişiye azap edeceğim. Bunlardan kırk bini kötülerden, altmış bini ise iyilerden olacaktır." Şuayb şöyle arzetti: "Ey Allah'ım! Kötülere azap etmek kendi yerinde doğrudur, ama iyilere neden?" Allah şöyle vahyetti: "İyiler, kötülere nasihat etmediler, onları kötülüklerden alıkoymadılar, onlara itirazda bulunmadılar ve benim gazabım için onlara gazaplanmadılar."

Has'em kabilesinden bir şahıs, Allah Resulü'nün (s.a.a) yanına geldi ve şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü! İslam'ın en iyi ilkesi nedir?" Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Allah'a iman etmek." O şahıs: "Ondan sonra ne?" diye arzetti. Peygamber: "Sıla-i rahim" diye buyurdu. Daha sonra: "Ondan sonra nedir?"

diye sorunca da Peygamber şöyle buyurdu: "İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak." O şahıs: "Hangi amel Allah nezdinde en çok nefret edilen şeydir?" diye sorunca da Peygamber şöyle buyurdu: "Allah için şirk koşmaktır." O şahıs: "Ondan sonra ne?" diye sorunca Peygamber: "Sıla-i rahimde bulunmamak." diye buyurdu. O şahıs: "Ondan sonra ne?" diye sordu. Peygamber şöyle buyurdu: "Kötülüğü emretmek ve iyilikten alıkoymak."

"Allah'ım! İşlediğim bütün günahları ve yaptığım bütün hataları benim için bağışla."
Günahın cazibesi ve suçun çekiciliği insanın kalbinde yer etmedikçe ve insanı bazen aykırı davranışlara maruz bırakınca bu, tahkik ehlinin istılahında "zenb" olarak adlandırılmaktadır. Ama bu halet, kalbe yerleşince, fen ehlinin tabiriyle, kalp için bir meleke haline gelince, artık insanı her zaman nerede, hangi konum ve şartlarda olursa olsun, günah ve suça sevk ediyorsa, bu lügat ehli nezdinde "hatıe" olarak adlandırılmaktadır.

Hz. Rabb'in dergahının dilencisi ve merhamet sahibi Allah'ın dergahının fakiri olan bir insan, kul ile Allah arasındaki hürmet perdelerini yırtan, azabın inmesine neden olan, nimetleri değiştiren, duanın isabet edilmesine engel teşkil eden, insana ağır belalar indiren günahlardan mağfiret diledikten sonra Rabbine şöyle der: "Ömrüm boyunca yapmış olduğum günahları ve hataları bağışla.

İster küçük ister büyük, ister bilerek ister bilmeyerek, ister çocukluk döneminde ister gençlik, ister buluğ çağının ilk günlerinde, ister buluğun doruklarında, ister gizli ister açıkta yaptığım tüm günahları bağışla. Zira bütün hatalarımı ve günahlarımı senden başka bağışlayacak kimse yoktur. Zira sen Kur'ân-ı Kerim'de tam bir lütuf, merhamet, yücelik ve büyüklükle şunu ilan ettin: "Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir."

Ey Allah'ım! Adı kötü olan beni,
Gazel okuyan, mey içen dervişi,
Ki hayatın an be an zulmetlerinden,
Gece gibi karanlık olmuş hayatım.
Adım kötüye çıkmış benim,
Mutluluk kalbimde mutsuzluğa dönüşmüş.
Gonca da tıpkı solan gül gibi,
Gittikçe solmaya yüz tutmuştur.
Bela ateşinin kıvılcımlarından,
Ve biriken kaderin kazayı yıkamasından,
Düşüncemin gül dalları kurudu;
Köklerim kana pençe batırdı.
Gerçi benim işim hep suç ve hatadır,
Ama senden ümidim af ve ihsandır.
Bu günahkarlığıma bir rahmet et;
Suç ve günahlarımı bağışla.
Vuslat dergahına kendin yol ver;
Salim bir tabiat ve bilen bir kalp ver.
Has meyhanenin abidi kıl;
İhlas vadesini geçici kıl.
Kadehime başarı badesini dök;
Boğazıma kemale erme şarabını boşalt.
"Ey Allah'ım! Senin zikrinle sana yakınlık diliyorum"


Hicran Harabesi

Kalbin maddi işlere fazla ilgi duyunca, sonunda o maddi işler, kul ile Rab arasında ağır bir perde haline gelir. Şehvetlere haddinden fazla meyletmek ve lezzetlere gömülmek, bütün dakikalarını, anlarını, günlerini, gecelerini, haftalarını ve aylarını dünya hayatının metasını elde etmek için harcamak, cahiller ve gafillerle oturup kalkmak, salih ve hayırlı işlerden ayrı kalmak,

yemek ve içmek hususunda israfa kaçmak, malları harcamada savurgan davranmak, halk ve akrabalarından habersiz olmak, farzları yapma hususunda gevşek davranmak, haramlara bulaşmak, İslami öğretilerden ve gerçeklerden habersiz olmak ve benzeri birçok şey hicran harabesinde yaşamanın delillerindendir.

Bu harabede yılan, karınca, sahtekarlık, hilekarlık, hayvani ve aşağılık sıfatlar, şeytanlık, sarhoşluk, yağma, yol kesicilik, yalan, riya, gösteriş, gıybet, iftira, şehvet, hıyanet, kirlilik, aşağılık, zina, hırsızlık, cinayet, kötülük, kibir, büyüklenmek, hırs, tamah, cimrilik, haset, kin, düşmanlık, gazap, günah ve suçtan başka bir şey bulunmaz.

Bu harabede insanlık hazinesi bir köşede şeytanların eline düşmüş, insanın değerli ömrü bu harabede zayi olmuş, manevi sermayeleri rüzgara savrulmuş, insan boş ve anlamsız bir halete bürünmüştür. İnsan oğlunu ebedi bir zarar ve ziyan kaplamış ve kalp yüzüne nankörlük, şirk, küfür ve nifak perdeleri gerilmiştir.

Bu harabede alış veriş pazarı, insan ve cinlerden şeytanların elindedir. Halkın çoğu, suret olarak insan, ama siret olarak hayvandırlar. Zahirleri tıpkı kafirlerin mezarı gibi ziynet ve süslerle doludur. Ama batınları cehennemin acı azaplarıyla dolup taşmaktadır.

Bu harabenin insanları, zahir görünümleri açısından insan, amel açısından hayvan, herkes dedi kodu ve lakırdıyla meşgul, vecd ve halden habersiz, onayladığı şeyler düşüncesiz, araştırmaları hakikatten uzak, boş işlerle uğraşan bir topluluk, uçmaya yarayan kanatlarını kaybetmiş, tümüyle sağır, kör, zan ve hayal içinde yaşayan, iman ve yakinden uzak kimselerdir.

Bu harabenin sakinleri, günah yudumlarından kendinden geçmiş, fısk ve fücur şahitleriyle sarmaş dolaş olmuş, ismet perdelerini yırtmış, her köşeden şehvet bayraklarını yükseltmiş, heva ve heves yataklarına yatmış, kötü erkekler, kötü kadınları kucaklamış, kızları hilekar, erkekleri zorba, gençleri kimliksiz ve işsiz, takipçileri fasık ve kötü, tavırlarıyla fare, yaptıklarıyla tavşan, birisi suretiyle yılan, diğeri siretiyle akrep, diğeri dişleriyle ısırmakta ve birisi de kuyruğuyla vurmaktadır. Bu harabenin adı tabiat, padişahı cehalet, orduları rezalet, maddeleri haram, işi ise insanı yok etmektir.

Vuslat Ülkesi

Hicran harabesine düşmüş bir kimsenin, akıl ve şeriat fetvasınca da faydasız ilgilerin ağır yükünü kalbinin omuzlarından yere indirmesi, vuslat ülkesine hicret ve yolculuk etmek için kanatlarını açması, aşk ve himmet ile harekete geçmesi ve zikir kudretinden yardım alarak marifet, fazilet, doğruluk, dürüstlük, emanet, gerçek, hak, hakikat, refah, sefa, heyecan, hal,

kulluk, ibadet, şerafet, ilgilik, muhabbet, samimiyet, züht, kanaat, sabır, tevekkül, basiret, istikamet, sakınma, iffet, takva, gerçeklik, izzet, ihsan ve adalet ülkesine göç etmesi, Allah'a yakınlık makamının tadını tatması, sevgilinin vuslat gülünü koklaması, maşukun ahlakıyla ahlaklanması, peygamberler, doğrular, şehitler ve salihler gibi arkadaşlarla oturup kalkması farzdır.

Kur'ân, bütün çirkinlik ve kötülüklerden iyiliklere hicret ve hareketten ibaret olan bu yolculuk, bilinçli hareket ve aşıkça hicret hakkında şöyle buyurmaktadır:"Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden, Allah'a ve Peygamber'ine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir."

Talep çölünde çok gezmek gerek
İki alemde sevgiliyi aramak gerek
Yıllarca ömrünü gaflet uykusunda geçirdin
Bir müddet de hasta kalple geçmek gerek
Dalgaları keskin kılıç olan bu denizde
Değerli cevherler aramaktan geçmek gerek
Ömür metasını çok ucuza aldıklarından
Bu pazarın kar ve zararından geçmek gerek
Aşk güneşi alemleri aydınlatmaktadır
Ne zamana kadar duvarın gölgesinde geçmek gerek.


Zikir

Araştırmacı kimselerin de dediği gibi, "Bi zikrike" nurani kelimesindeki "ba" harfi, sebebiyet (nedensellik) anlamındadır. Bu esas üzere cümlenin anlamı şöyle olmaktadır: "Allah'ım! Ben senin zikrin sebebiyle, sana yakınlık diliyorum."

Zikrin Anlamı

Zikir kelimesi için üç anlam beyan edilmiştir: 1- Hak Teala'yı batıni ve kalbi olarak anmak ve teveccüh etmek 2- Kur'ân 3- Peygamber ve Ehl-i Beyt (a.s).

Batıni ve Kalbi Anma ve Teveccüh

Yad etmek, teveccüh, zikir ve tezekkür gafletin zıddıdır. Allah'tan gafil olan insan, ömrünün zayi olduğundan, günahlara düşmekten, insanların hakkını çiğnemekten, kulluk ve ibadetten mahrum kalmaktan, haram yemekten, şekavete, mahrumiyete ve sefalete düşmekten asla korkmaz.

Ama Allah'ı zikreden, gönlü gerçek sevgilinin zikir evi olan, kalbi Allah için çarpan bir kimse, Hak Teala'nın insanların hidayeti için Peygamberler gönderdiğini, semavi kitaplar nazil kıldığını, iyilikler için cennet ve kötülükler için de cehennem takdir ettiği gerçeğini bildiği için, gece gündüz ibadet ve kullukta bulunur, insanlara hizmet eder, günahlardan sakınır, insanların hakkını korur,

takva ve iffet içinde bulunur, ilim ve marifet elde eder, meşru ve helal yoldan rızk elde etmeye çalışır, sıkıntısı olan kimselerin sıkıntılarını giderir, muhtaçların hacetini karşılar, fakih kimselerin elini tutar, bütün bu işlerde de sadece Hak Teala'nın hoşnutluğunu ve ilahi mükafatı umar.

Batıni ve kalbi bir iş olan bu zikir ve teveccüh, insana, iyiliklerle süslenmesi için öylesine bir güç verir ki, insan çok kısa bir müddet sonra gerçek dostun yakınlık dergahına erişir, vuslat şahidini canıyla kucaklar ve dua, ibadet ve Allah'ın kullarına hizmet lezzetini tadar.

Ağır bir gaflete duçar olan Yunus'un kavmi, alim, aşık ve arif bir şahsın kılavuzluğu sayesinde Hak Teala'yı zikrettiler, Allah'ı anmaya koyuldular, Allah'ın zikrinden yardım alarak kalp gözlerinin önüne gerilen gaflet perdelerini kenara ittiler, çöllere düştüler, zillet toprağına kapandılar, göz yaşlarıyla ruh çehrelerindeki tozları yıkadılar, vücutlarını gerçek tövbe ile süslediler.

Bu gerçeklerle şimşekler çakan ölümcül bulutları kendi diyarlarından sürdüler, dosta yakınlık dergahına oturdular, ömürlerinin geri kalan müddetini, dostluk, dürüstlük, ibadet ve kulluk içinde geçirdiler, hoşnutluk, yücelik ve Hak Teala'nın rahmeti içinde can verdiler, ahiret alemine ayak bastılar ve orada da ebedi olarak Rıdvan cennetine yerleştiler.

Akıbetleri hayırla sonuçlanan, günahlardan el çeken, dalalet vadisinden hidayet bostanına hicret eden, şeytanlık ve hileden el çekip esenlik ve güvenlik diyarına göçen, ibadet ve kullukları ile bütün karanlık geçmişlerini telafi eden günahkarlar, fasıklar ve facirler Allah'ı anmanın ve kalbi teveccühün bereketiyle bu makamlara eriştiler. Allah'a tövbe edip geri dönerek, gelecek nesil için bir örnek oldular ve Hak Teala'nın hüccetini herkese tamamlamış oldular.
Asiye, Ashab-ı Kehf, Behlül-i Nebbaş,

Hür b. Yezid, Fuzeyl-i İyaz ve benzeri azamet dolu çehreler, hayat tarihinin sayfalarını kalp nurlarıyla aydınlatmışlardır. Onlar, Hak Teala'yı zikreden ve anan topluluk olmuşlardır. Onlar, Allah'a teveccüh ederek ve gerçek sevgiliyi anarak kendi karanlık günlerini aydınlatmışlar, şeytanın elinden hayat eteklerini çekmişler, gerçek dostun rahmet eteklerine sarılmışlar ve ışık hızından daha hızlı bir şekilde aşağılık alemden, yücelik, doğruluk, rahmet yakınlığı ve vuslat zirvesine tırmanmışlardır.

Evet, evet, ölen kimse hak idi
Aşağılık dünyanın gamından azad idi
O sadece Allah'ın yolunu kat etti
Sadece Allah'ın dergahına yöneldi
Tümüyle dünya ve ahiretten el çekmiştir
Hak Teala'nın yakınlık makamına oturmuştur
Aşağılık dünyadan mutlu olan kimse
Allah'ın yakınlık makamından uzak olur
Ne dünyadan mutlu olur
Ne de onun dostuna vuslat ile vasıl olur
Bu eskimiş şey ile mutlu olma
Damatlık odasına ayak basma
Uzlet köşesinde bir köşe ara kendine
Kanaatten güzel bir azık edin
Kanaatkar ol ki tamaha düşmeyesin
Tamahtan zillet ile birlikte gelir insan.


Kur'ân

Merhamet sahibi olan Allah, Kur'ân-ı Kerim'de çeşitli ayetlerde Kur'ân-ı Kerim'i "zikir" olarak anmıştır. Örneğin:
"Doğrusu Kitab'ı biz indirdik, onun koruyucusu elbette biziz."
Kur'ân-ı Kerim uygulandığı takdirde insan için dünya ve ahiret hayrını garantileyen bir takım öğretileri, hükümleri ve emirleri barındıran ilk kitaptır.

Kur'ân hayat kitabıdır; insanın, kılavuzluk açısından hayatının bütün boyutlarında ihtiyaç duyduğu her şey bu kitapta beyan edilmiştir.
Kur'ân insanı, en kalıcı ve sağlam yola hidayet etmektedir. Ayetleriyle amel eden kimseleri, yüce bir mükafatla müjdelemiştir.

Kur'ân'a batıni bir teveccüh ve bu kitabın ayetleri üzerinde düşünmek, tehlikeli cehalet hastalığını tedavi etmekte ve kalbi bir marifet ocağı haline dönüştürmektedir. Güzellikler beyan eden ve Kur'ân'ın hakkında uyarıda bulunduğu çirkinliklerden sakındıran ayetlerle amel etmek, insanın kurtuluşuna, yüce makamlara erişmesine ve Allah'a yakın olmasına neden olmaktadır.

Kur'ân ile amel etmek, insanı bütün güzelliklerle süslemekte, bütün kötülüklerden sakındırmakta ve dünyevi ve uhrevi tüm tehlikeler karşısında insana dokunulmazlık sağlamaktadır.

Geçmişlere ait bilgiler, geleceklere ait dertlerin devası ve hayat işlerinin düzenlenmesi, hep Kur'ân'dadır. İslam Peygamberi (s.a.a) de Kur'ân vesilesiyle insanların en kötüsünden insanların en iyisini vücuda getirmiş; cahiliye Arapları ve hakikaten uzak olan Arap olmayanları cehennem uçurumunun kenarından kurtarmış, saadet ve mutluluğun sınırlarına ve ahiret cennetine ulaştırmıştır.

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Fitneler, karanlık gece parçaları gibi size karışık ve karanlık olduğunda Kur'ân'a sarılınız. Zira Kur'ân şefaati kabul edilen bir şefaatçi ve şikayeti makbul olan bir şikayetçidir. Her kim Kur'ân-ı önder edinirse, Kur'ân onu cennete götürür. Her kim de onu arkasına atarsa, Kur'ân onu cehenneme sevk eder."
İmam Seccad (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Kur'ân benimle olduktan sonra, doğu ve batı arasındaki (dünyadaki) herkes ölse dahi, yine de dehşete kapılmam."

Evet, vücudunda Tevhid ayetlerinin hayata geçtiği, bu yüzden de Allah'ı kalp gözüyle müşahede eden, ezeli ve ebedi sevgiliyle ünsiyet kuran, ahlak ayetlerinin batınının doğusundan doğan, nura boğulan, ahkam ayetlerini en ince detayına kadar uygulamaya koyan, uygulama sahasında ihlasın kemaline riayet eden ve de kendisini kurtuluşun yüce zirvesinde görecek şekilde kıyamet ile ilgili ayetlerle ünsiyet kuran İmam Seccad (a.s) gibi bir insan, yalnız kalsa dahi hiçbir korku ve dehşete kapılmamaktadır.

İmam Zeyn'ül- Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kur'ân'ın ayetleri, hazinelerdir. O halde bir hazine açıldığında içinde olan şeye düşünerek bakman gerekir."
Kur'ân ayetleri üzerinde düşünen, ayetlerin melekuti anlamlarını bilen, sonra da onunla amel eden, zahir ve batın tüm hareketlerini Kur'ân ile uyumlu kılan bir kimse, Allah'a yakınlık makamına doğru hareket etme gücünü kendinde bulur ve Allah'ın zikri olan Kur'ân sebebiyle de gerçek sevgiliye yakınlık makamında yer alır. Ebedi olarak gerçek sevgilinin cemalini seyretmekten yüz çevirmez ve hal diliyle şöyle der:

Gözde nur oldukça,
Onun cemaline bakar dururum.
Onun baktığı bir tek bakış,
Bu bakış kimya gibi etki eder.
Kafirim eğer yüzünün yanısıra,
Yüzüm başka bir şeye yönelecek olursa,
Şeker onun kahrından Ebu Cehil karpuzu olur.
Ebu Cehil karpuzu onun lütfünden şeker olur.
Yanan göğüsten seviyorum,
Etkili olan bir tek iniltiyi.
Seher vakti uyananların etkisi,
Akşamları daha çok etkili olur.
Acımasız kılıcından yüz çevirmez,
İnatçı olan kimseden başka.
Kalbi diken bir kılıç olan gamzesi,
Ciğerin kanlı nurudur.

Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt (a.s)
Önemli ve değerli konuları içeren, Kuleyni'nin değerli Kafi kitabında "Muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah'ın zikri elbette daha büyüktür." ayeti şerifenin açıklamasında Kur'ân'ın fazileti bölümünde, ilk rivayet olarak naklettiği çok önemli bir hadisin sonunda Hz. Bakır'ul Ulum (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın zikri biziz ve biz daha büyüğüz."

Şüphesiz zikirden maksat, Peygamber ve 12 masum İmamdır. Bu on iki İmam, Peygamberin (s.a.a) iman, ahlak, bilgi, bilinç ve basiretinin varisleridirler.
On iki İmam, Kur'ân'ın müfessiri, hükümlerin beyan edicisi, dinin koruyucusu ve insani topluluklar arasında hakkın eminleridir. On iki İmam, Kur'ân'ın nesnel örnekleri, hidayet meşaleleri, insanları saadete doğru götüren önderler ve insan için dünya ve ahiret hayrını temin eden kimselerdir.



Dipnotlar
------------------------------------
- Mecmua-i Verram, c. 1, s. 243, Bab-u Muhasebet'in- Nefs
- Bakara, 218
- Sefinet'ul- Bihar, c. 3, s. 319, Fi Havf-i ve'r- Reca
- Gurer'ul- Hikem, s. 266, Zemm'ul- Gaflet, 5750 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4268, el-Gurur, 14831. hadis
- Mecmua-i Verram, c. 2, s. 72 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4272, el-Gurur, 14857. hadis
- Mekarim'ul- Ahlak, s. 451, el-Fesl'ur- Rabi ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4272, el-Gurur, 14858. hadis
- Nisa, 37
- Vesail'uş- Şia, c. 9, s. 452, Bab-u Edem-u Cevaz'il- Menn, 12481. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 70, s. 302, 136. bab, 13. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 70, s. 301, 136. bab, 9. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 70, s. 300, 136. bab, 1. hadis
- Kafi, c. 4, s. 45, el-Buhl-u ve'ş- Şuhh, 4. hadis
- Emali-yi Saduk, s. 20, 4. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 70, s. 162, 128. bab, 10. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 70, s. 163, 128. bab, 17. hadis
- Misbah'uş- Şeriat, s. 22
- Bihar'ul- Envar, c. 70, s. 171, 129. bab, 10. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 70, s. 171, 129. bab, 12. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 69, s. 199, 105. bab ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3310, et- Tama', 11188. hadis
- el-Hisal, c. 1, s. 121, 113. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3310, et- Tama', 11197. hadis
- Mecmua-i Verram, c. 1, s. 49, Bab'ut- Tama' ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3312, et- Tama', 11213. hadis
- Kafi, c. 2, s. 306, Bab'ul- Haset, 2. hadis
- Kafi, c. 2, s. 307, Bab'ul- Haset, 5. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 70, s. 252, 131. bab, 14. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 70, s. 255, 131. bab, 25. hadis
- Fetih, 29
- Mümtehine, 1
- Mücadele, 22
- Bihar'ul- Envar, c. 69, s. 175, 103. bab, 1. hadis
- İhtisas-i Müfid, s. 228
- Misbah'uş- Şeria, s. 25
- Kenz'ul- Ummal, 15982 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3036, es- Sadaka, 10354. hadis
- Kenz'ul- Ummal, 16113 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3038, es- Sadaka, 10360. hadis
- es- Sittin'ul- Cami', 44
- Kenz'ul- Ummal, c. 3, s. 549
- Kafi, c. 2, s. 323, Bab'ul- Beza' , 1. hadis
- Kafi, c. 2, s. 325, Bab'ul- Beza', 9. hadis
- Kafi, c. 2, s. 325, Bab'ul- Beza', 13. hadis
- Kafi, c. 2, s. 163, Bab-u İhtimam bi Umur'il- Muslimin, 1. hadis
- Kafi, c. 2, s. 199, Bab-u Tefrih-i Kerb'il- Mumin, 3. hadis
- Kafi, c. 2, s. 199, Bab-u Tefrih-i Kerb'ul- Mumin, 1. hadis
- Nehc'ül- Belağa, s. 421, 47. hikmet
- Bihar'ul- Envar, c. 72, s. 359, 81. bab, 74. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 450, 10446. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3384, ez-Zulm, 11481. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 446, 10210. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3384, ez-Zulm, 11480. hadis
- Sevab'ul- A'mal, s. 147, Sevab-u Muavenet'il- Eh ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3384, ez-Zulm, 11484. hadis
- Kenz'ul- Ummal, s. 7641 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3370, ez-Zulm, 11422. hadis
- Al-i İmran, 24
- Tövbe, 71
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 4, s. 99, Kitab'ul- Emr-i bi'l- Ma'ruf ve Nehy-i Ani'l- Münker
- Müheccet'ül- Beyza, c. 4, s. 499, Kitab'ul- Emri bi'l- Maruf ve'n- Nehy ani'l- Münker
- Müheccet'ül- Beyza, c. 4, s. 100, Kitab'ul- Emr-i bi'l- Maruf ve Nehy-i Ani'l- Münker
- Kafi, c. 5, s. 55, Bab-u Emr-i Bi'l- Maruf, 1. hadis
- Kafi, c. 5, s. 558, Bab'ul- Emr-i bi'l- Maruf, 9. hadis
- Zümer, 53
- Nisa, 100
- Hicr, 9
- Usul-u Kafi, c. 2, s. 598, Kitab-u Fezl'il- Kur'ân, 2. hadis
- Usul-u Kafi, c. 2, s. 602, Kitab-u Fezl'il- Kur'ân, 13. hadis
- Usul-u Kafi, c. 2, s. 609, Bab'un- Fi Kıraet'il- Kur'ân, 2. hadis
- Ankebut, 45
- Usul-u Kafi, c. 5, s. 198, Kitab-u Fazl'il- Kur'ân, 1. hadis


8
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi


Konunun Devami

Onlar bütün hakikatleri hatırlatıcı, bütün gerçekleri aydınlatıcı, ilim ve irfan hazineleri ve Allah'ın isim ve sıfatlarının mazharlarıdırlar.
Masum İmamlar, "konuşan Kur'ân" oldukları için İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: "Biz Allah'ın zikriyiz ve biz daha büyük zikiriz."

Bu İmamların velayetini kabul etmeden, onların marifetlerini kabullenmeden ve Peygamberin hak üzere halifesi olan İmamların emirlerine itaat etmeden ve de onların velayet dairesine girmeden, insanın imanı nakıs kalacak, ahlakı bozulacak, amelleri uygunsuz olacak, dünyaları düzensiz kalacak, ahireti Allah'ın azap ve gazabıyla iç içe olacaktır.

Allah Resulü (s.a.a) ömrünün sonlarında ümmetine şöyle ilan etmiştir: "Ben sizin aranızda iki değerli şey bırakıyorum. Bunlar Kur'ân ve itretim olan Ehl-i Beytimdir. Bunlar Kevser havuzunda yanıma gelinceye kadar birbirinden ayrılmazlar. Bu iki şeye sarıldığınız takdirde ebedi olarak sapmazsınız."

İmamet, yakin fenerinin mumudur.
İmamet, takvalıların kalp nurudur.
İmamet, cömertlik denizinin cevheridir.
İmamet, vücut aleminin cevheridir.
İmamet, hakka doğru yol göstermektir.
İmamet, kalplerden pası silmektir.
İmamet, , yaratığa önderlik etmektir.
Yaratıklara hakkın yolunu göstermektir.
İmamet, özü doğru dinin engin yeridir.
İmamet, doğru cevherli imanın ocağıdır.
İmameti, cin ve insanların maksadı bil.
İmametin on iki kişide son bulduğunu bil.
Gel de de ki cin ve beşerin şahı kimdir?
On iki imamdan birincisi kimdir?
Allah'ın aslanı velayet şahı Ali
Ali, hidayet kandilinin mumudur.
Ali, var ve yok sırrının bilginidir.
Ali, lütuf deryası ve vücut madenidir.
Ali, iman kulesinin sevgi güneşidir.
Ali, yakin derecesinin parlayan incisidir.
Ali, her asrın sorunlarını halledicidir.
Ali, ruhun huzuru, kalbin rahatlığıdır.
Mustafa'nın halifesi ve vasisidir.
Rabbinin sır mahremi ve velisidir.
Dünyada imametin son halkası,
Kıyamete kadar o ve itretidir.

Bu hakikat ışığında, kalbi her türlü rezaletten temizlemek, çirkinliklerden arındırmak, Hak Teala'nın yüce sıfatlarının ve güzel isimlerinin anlamlarını hazır bulundurmak, insan ve cin şeytanlarından, bu büyük hakikatleri ve yüce makamları korumak, sürekli Allah'ın mübarek huzurunda hazır bulunmak, bütün hayırlı işlere teşebbüste bulunmak, bütün güzel programlara doğru hareket etmek, Allah'tan gafil olmamak, hiçbir zaman Hak Teala'dan habersiz bulunmamak, insanın mükellef olduğu bütün ibadetleri yerine getirmek, bütün hayırlı işlere koyulmak ve de Allah'ın hoşnutluğunu elde etmek için insanlara her türlü olumlu hizmetlerde bulunmak "zikir"dir.

Kalp ehlinden bir grubu, su ve topraktan özgür olmuş bir topluluk, vuslata ermiş ariflerden bir fırka, insanları zikre davet eden ayetler ve insanları zikre teşvik eden rivayetler, ayet ve rivayetlerdeki zikir kelimesinin bu batıni ve ameli hakikatler anlamında olduğunu söylemektedirler. Hakeza onlar, Kur'ân ayetlerini tecelli ettirmenin, nübüvvet ve risalet etkilerini yansıtmanın ve hayat ufuklarından Ehl-i Beyt'in (a.s) rivayetlerini zahir kılmanın da zikrin kamil örneği olduğunu ifade etmişlerdir.

Evet, Hak Teala'ya yakınlık makamına erişmek, sadece gönül ehli kimseler vesilesiyle beyan edilen bu gerçeklerden ibaret olan Hakk'ı zikretmekle mümkündür. Hakk'a ulaşma yolu da sadece zikrin yardımıyla mümkündür.
Allah'ı zikretmeyi, kendi kalp ülkemize hakim kılalım, Kur'ân-ı Kerim'in ayetleriyle amel edelim, bütün vücudumuzla peygamberin nübüvvetine ve masum imamların imametine tabi olalım ki Allah'a yakınlık makamına erişelim; Allah'a yakınlık makamına ermiş zümre arasında yer alalım; Allah ile ünsiyet kurmanın, Allah'ın emirlerini icra etmenin ve Peygamber ve Ehl-i Beyt ile birlikte olmanın tadını tadalım; bu yolla da saadet ve mutluluğa erişelim.

Kalp evi, gerçek sevgili olan Allah'ın sıfat ve isimlerinin anlam ve kavram mazharı olunca, bu anlamların etkileri ruh, nefes ve zahiri organlara yansıyınca, isimler ve sıfatlar kavramıyla marifetin tatlı meyvesi olan ateşli bir aşk ve güzel kokan bir muhabbet gönül evini bütünüyle ele geçirir, "İman edenlerin Allah'ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir" cilvesi, insanın bütün vücudunu sarar, insanı kamil ve kapsamlı bir makam olan "Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş, Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoyar" derecesine ulaştırır, Allah'ın hilafet köşküne oturtur ve insana Allah'a yakınlık makamının tadını tattırır.

İşte insan, bu yüce makamda şeytanın aldatmasından korunmuş durumdadır. Artık hiçbir güç insanı Allah'tan alıkoyamaz. Bu nurani makamdaki insan, Allah'tan başkasını tanımaz, Allah'tan başkasını görmez, Allah'tan başkasını istemez, Allah'tan başkasını bilmez ve Allah'tan başkasını bulmaz.

Ariflerin baş halkası, takva sahiplerinin imamı, temizlerin önderi, vuslata ermişlerin kalp kandili, kamillerin önderi ve aşıkların örneği, bütün vücuduyla bu aşıkane şarkıyı söylüyordu: "Gördüğüm her şeyden önce onunla, birlikte ve ondan sonra mutlaka Allah'ı gördüm."

Marifet ve basiret eteğinde büyümüş olan Hz. Seyyid'üş- Şüheda İmam Hüseyin (a.s) da susuzluk ve açlığın zirvesinde, bütün musibetlerle kuşatılmış bir halde, çukurun içinde, parça parça olmuş yetmiş bir bedenin yanında Ehl-i Beyt'in (a.s) kız ve kadınlarının içler acısı feryatlarını işittiği anda kanlı yüzünü gerçek sevgilinin huzurunda toprağa kapamakta ve şöyle demektedir: "Allah'ım! Ben senin kaza ve kaderinden razıyım, senin belalarına sabrediyorum, senin emrine teslimim ve benim için senden başka ilah yoktur."

Ey sevgilim! Senden neyi arzuladığımı biliyorsun
Benim yarim olmaktan başka kimsenin yari olma
İşlerin düzene girer, o zaman ki şöyle deriz:
Senin yarinim, senin kararınım, ey kararsızım
Senden başka sevgili tanımıyorum sensin sen
Ey tesellim, ey sevgilim, ey dert ortağım
Senin benin, gerçi yüreğimi çok dağladı
Ama senin zikrin hüzünlü kalbime dost oldu
Dün gece o kalp bülbülünden gül işitiyordu.
Ki ey benim gül yüzlüm, çayırım çimenim,
Dedi ki evet, evet bu güzel çayır sendendir.
Ümitsiz olmaz her kim bana ümit bağlarsa,
Kaf'daki Anka kuşu aşk kudretim,
Ki her zaman Ref'ati kartal yeniden olur bana av.
"(Allah'ım!) Kendini, kendi nezdinde şefaatçi kılıyorum."

Duanın bu bölümü şu gerçekleri göstermektedir:

Birinci olarak; dua eden kimse, gerçek sevgili olan Allah'tan gayrisinden kopmanın zirvesine yükselmiş, bütün nedenlerden kalbini arıtmış, kalbini Hazret-i Dosta yönlendirmiş, O'ndan gayrisine ümit gözlerini kapamış ve sadece O'nun lütuf ve inayetlerine bel bağlamıştır. Şefaat eden kimsenin şefaati makbul olması gerektiği ve de Allah'ın şefaatinin kabul edilmeme korkusunun olmadığı sebebiyle Hazreti Hakk'ı, kendi zatı nezdinde, kendisi gibi bir dilencinin ve muhtacın şefaatçisi karar kılmıştır.

İkinci olarak da; kendisini öylesine bir günahlara batmış, günahların ağır yükü altında ezilmiş, isyan çokluğu ve itaatsizlik kesreti içinde, ibadet ve kulluktan mahrumiyet içinde farzetmiştir ki artık diğer şefaatçilerin şefaatinin onun haline bir faydası yoktur, diğerlerinin şefaat kabiliyetinden mahrum kalmıştır. Eğer Allah kendi mukaddes zatı nezdinde ona şefaatte bulunacak olursa, günahların esaretinden kurtulacak, günah kuyusundan dışarı çıkacak, günahın ağır yükünden kurtulacak, Allah'ın af ve bağışına mazhar olacaktır. Bu sebeple de uyanık bir kalp ve dökülen göz yaşları ve perişan bir hal içinde ellerini havaya kaldırmakta, tam bir tevazu ve alçak gönüllülük içinde şöyle demektedir: "Allah'ım! Kendini kendi nezdinde şefaatçi kılıyorum."


Şefaatin Anlamı

Marifet ehlinin de şu gerçeğe teveccüh ettiği gibi şefaat güçlü bir varlığın zayıf ve güçsüz bir varlığa yardımından ibarettir. Elbette bu zayıf varlık da bir yere kadar marifet, iman, salih amel ve güzel ahlaka sahip olmaktır. Sadece zayıflığı onun sürçmesine ve günah işlemesine sebep olmuştur. Elbette bu günahlar da muhabbet, marifet, iman ve amel meşalesini söndürecek türden günahlar olmamalıdır.

Aksine bu günahlar, insanın manevi kemallere ulaşması noktasında ayaklarını gevşeten ve insanı cennete ulaşmaktan mahrum bırakan günahlardır. Allah da lütuf ve merhameti üzere şefaat makamını karar kılmıştır ki güçlü olan, şefaati, yüzsuyu ve maneviyatı yoluyla mümin günahkara yardımcı olsun. Böylece günahkar mümin dünyada günahın esaretinden kurtulsun, kemal yoluna koyulsun ve ahirette de günahın cezasından korunmuş olsun. O halde kıyamet günü şefaat, kafirlere, müşriklere, inatçılara, münafıklara, imandan ve salih amelden kopmuş kimselere ait değildir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim de bu hakikate işaret etmiştir:

"Herkes kazancına bağlı bir rehindir; ancak, defteri sağdan verilenler böyle değildir; onlar cennettedirler. Suçlulara: "Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?" diye sorarlar. Onlar derler ki: "Namaz kılanlardan değildik, düşkün kimseyi doyurmuyorduk, batıla dalanlarla biz de dalardık, ceza gününü yalanlardık, ölüm bize o haldeyken geldi. Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez."

Güçlünün güçsüzün elinden tutması anlamında bir şefaat -bir yere kadar manevi etkilere ve de güçlü bir ameli metotlara sahip olmalıdır- kıyametin son aşamasında gerçekleşmektedir ve de insanın ateşe girmesine engel olmaktadır. Ya da insanın ateşten çıkmasına sebep olmaktadır. Şefaatin etki sebebi ise, Hak Teala'nın geniş rahmeti veya şefaat eden kimsenin yüce makamı ve de şefaat edilen kimsenin liyakatidir."

Şefaatçilerin Şefaat Şartı

Kur'ân ayetleri ve Ehl-i Beyt (a.s) rivayetleri esasınca da şefaat ümit eden bir kimse, salih amel ve iman sermayesine gerekli ölçüde sahip olmalıdır ki, işinin ayıpları ve noksanlığı ile dünyadaki manevi eksikliklerini ilahi şefaat ve hidayet vesilesiyle telafi edebilsin, kıyamette cennete doğru hareket için de zayıflık, acizlik ve dertlerini şefaatçilerin şefaatiyle tedavi edebilsin veya eğer günahının ağırlığı sebebiyle cehenneme düşmüşse, şefaatçilerin şefaat gücünden istifade ederek kendisini o büyük tehlikeden kurtarabilsin.

Dünya ve Ahirette Şefaatçiler

Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerinden ve rivayetlerinden de istifade edildiği üzere dünya ve ahiret şefaatçileri -ki şefaat isteyenlerin şefaat olma liyakatlerini kaybetmedikleri takdirde insanın hidayet, kurtuluş, gelişim, kemal, ilahi rahmet, mağfiret ve bağışa ermesine neden olmaktadır- şunlardan ibarettir: İman, salih amel, tövbe, Kur'ân, enbiya, imamlar, şehitler, gerçek müminler ve rabbani alimler.

Dünyada kafirler, müşrikler ve gafil kimseler bu kimselerin şefaatiyle küfür, şirk ve gafletlerinden kurtulduğu ve mümin, muvahhid, marifet ve bilinç sahibi kimseler haline dönüştüğü gibi kıyamet günü de günah sebebiyle duçar oldukları ve dünyada telafi edemedikleri eksikliklerinden onların şefaatiyle kurtuluşa ereceklerdir. O halde yaratılış, tabiat ve teşri alanında özel bir etkisi bulunan bu anlamda bir şefaat, İslam'ın temel ilkelerinden biridir. Bunu inkar eden kimse, İslam çerçevesinden çıkmıştır ve de kültür karanlığına yuvarlanmış sayılır.

İmanın Şefaati

"Ey iman edenler! Allah'tan sakının, Peygamberine iman edin ki, Allah size rahmetini iki kat versin; size ışığında yürüyeceğiniz bir ışık var etsin; sizi bağışlasın; Allah bağışlayandır, acıyandır."

Salih Amelin Şefaati

"Allah, iman edenleri ve yararlı işler işleyenlere, mağfiret ve büyük ecir olduğunu vaat etmiştir."


Tövbenin Şefaati

Muaviye b. Veheb şöyle diyor: "İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu işittim: "Kul, halis bir şekilde tövbe edince Allah ona muhabbet duyar, dünya ve ahirette günahlarını örter." Ben şöyle dedim: "Nasıl günahlarını örter?" İmam şöyle buyurdu: "Kendisine tayin edilen iki meleğin yazdığı günahları onların hafızasından siler ve organlarına şöyle vahyeder: Senin vesilenle yaptığın günahları gizle" Böylece aleyhine günahları hakkında şahitlik edecek hiçbir şeyin olmadığı halde Allah'ı mülakat eder."

Kur'ân'ın Şefaati

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Fitneler gece karanlıkları gibi sizleri çepeçevre sardığında Kur'ân'a yöneliniz. Zira Kur'ân şefaati kabul edilmiş bir şefaatçi ve şikayeti onaylanmış bir şikayetçidir"
Peygamberlerin, İmamların, şehitlerin, gerçek müminlerin ve rabbani alimlerin şefaati hakkında Bihar'ul Envar, Mehaccet'ul Beyza ve diğer büyük hadis kitaplarında birçok rivayetler yer almıştır ki değerli okuyucular o nur ve hidayet kaynaklarına müracaat edebilirler.

"Cömertliğin hakkına beni kendine yaklaştırmanı, şükrünü bana nasip etmeni ve zikrini bana alıştırmanı istiyorum senden."
Müminlerin Emiri Ali (a.s) bu arşi ve melekuti cümleleri ve nurani sözlerinde Allah'a doğru süluk eden kimselerin değerli makamlarından üç makamı merhamet sahibi Allah'tan dilemelidir:

1- Yakınlık makamına yaklaşmak
2- Şükür makamına ulaşmak
3- Zikir makamına erişmek
Şüphesiz bu üç makamı elde etmek sadece Hz. Dost'un yüceliği ve cömertliği ve Hz. Maşuk'un bağışlaması, cömertliği ve yüceliği sayesinde elde edilebilir.

Allah, sulük eden insana şevk, rağbet, iştiyak, hal ve ameli sermayeler bağışlamadığı, bu melekuti makamlara erişme araçlarını vermediği, yüceliğiyle bu yolun yolcusunun elinden tutmadığı takdirde, muhtaç olan kula bu karanlık ve aydınlık örtülerden geçme hususunda yardımcı olmadığı takdirde ve konaktan konağa ve makamdan makama kendisini ilerletmediği müddetçe, insan asla bu manevi makamlara ve arşi mertebelere ulaşamaz.

Bu yüzden de dua eden kimse cömertlik ve yüceliği kendi asli sermayesi ve vesilesi olarak dilemektedir ki bu iki sıfatın etkilerinin tecellisi altında hayatın bütün boyutlarında her üç makama ulaşabilsin.

Hz. Hakk'ın yücelik ve cömertliğini biraz olsun seyredebilmek, bu iki sıfatın etkilerine teveccüh etmek ve insan hayatındaki tecellisini görmek için Hz. Seyyid'üş- Şüheda'nın eşsiz Arefe duasındaki şu cümleleri büyük bir dikkat ve düşünceyle okuması gerekir ki bu hakikate tümüyle ulaşabilsin; yücelik ve cömertliğine bağlanıp Allah'tan gayrisinden kopmakla bu üç manevi makama ulaşabildiği gerçeğini elde edebilsin:

"Bütün övgüler ve şükürler sana özgüdür ey sürçmelerimi görmezlikten gelen, hüzünlerimi gideren, dualarımı kabul eden, ayıplarımı örten, günahlarımı bağışlayan ve isteklerime ulaştıran ve beni düşmanlarıma galip kılan Allah'ım! Eğer senin değerli nimetlerini ihsan ve bağışlarını saymaya kalkışırsam asla onları sayamam, ey efendim! Ey seyyidim! Bağışlayan sensin, nimet veren sensin,

ihsan eden sensin, güzellik bağışlayan sensin, üstünlük veren sensin, kemale erdiren sensin, rızk veren sensin, başarı veren sensin, lütfeden sensin, müstağni kılan sensin, servet bağışlayan sensin, sığınak veren sensin, kifayet eden sensin, yol gösteren sensin, koruyan sensin, günahları örten sensin, affeden sensin, görmezlikten gelen sensin, kudret veren sensin, izzet bağışlayan sensin, yardım eden sensin,

kulun elinden tutan sensin, teyit eden ve onaylayan sensin, zafer bağışlayan sensin, tedavi eden sensin, bütün boyutlarıyla esenlik veren sensin ve yüce kılan sensin"
Şimdi de Hak Teala'nın yücelik ve cömertliğinin bir parçasından haberdar olmak için kalp gözüyle İmam Zeyn'ül- Abidin'in (a.s) mübarek Ramazan ayı gecelerinde yaptığı münacatları olan Ebu Hamza-i Sumali duasının arşi/ilahi sözlerine bakmamız gereklidir:

"Ey efendim! Terbiye ettiğin küçük ve çocuk benim, ilim sahibi kıldığın cahil benim, hidayet buyurduğun yolunu kaybetmiş kimse benim, kaldırıp yücelttiğin, yere düşmüş kimse benim. Esenlik bağışladığın korkak kimse benim, doyurduğun aç kimse benim, suvardığın susuz kimse benim, elbise giydirdiğin çıplak kimse benim, zengin kıldığın fakir benim, güçlü kıldığın aciz benim, aziz kıldığın zelil benim, şifa verdiğin hasta benim, bağışta bulunduğun dileyen benim, günahlarını örttüğün günahkar kimse benim,

hatalarını görmezlikten geldiğin hatakar kul benim, çoğalttığın az kimse benim, yardım buyurduğun mustazaf kimse benim, sığınak verdiğin kovulmuş kimse benim."
Evet, salik kimse bu iki vesileyi dileyerek, Hz. Mahbub'un (Allah'ın) sonsuz, yücelik ve cömertliğine bağlanarak, Allah'a yakınlık, şükür ve zikir makamına ulaşmak ve de böylece Allah'a yakınlaştırılmış, şükredenler ve zikredenler zümresine katılmak mümkündür.


Allah'a Yakınlık Makamına Erişmek

Şüphesiz bu makam, salik kimselerin en son makamı ve mertebesidir ve bu makam suluk eden kimsenin hayat alanındaki yüceliği, cömertliği, güzel ahlak ile ahlaklanması, haramlardan uzak durması, kötü nefislerden uzak durmak, imanın artışı, salih amele devam etmek ve özetle tüm boyutlarıyla Allah'a itaat etmek, İslam Peygamberine ve değerli Ehl-i Beytine (a.s) tam olarak uymak, ilahi veliler ile oturup kalkmak; murakabe, muhasebe ve müşarete aşamalarına riayet etmek ve de tahliye, tehliye ve tecliye vadisine ayak basmakla elde edilebilir.

Kesin olarak bilmek gerekir ki, itaat ve ibadet adımı atıldıktan sonra Allah'a yakınlık makamına ulaşmak, her aşık kimse için mümkündür ve salik bu makama ulaşınca bütün vücudunda hakikatin tevhidi tecelli eder, tevhidi iman ve inançlarında Allah'tan gayrisini fani kılar,

Allah'ın izniyle Allah'ın hilafet kürsüsüne oturur ve Allah'ın verdiği bir başarıyla vücudu kapasitesince ilahi işlere koyulur. Nitekim bir kutsi hadiste şöyle yer almıştır: "Ey kulum! Bana itaat et ki ben de seni (irade ve kudret açısından) kendim gibi kılayım. Şüphesiz ben bir şeye, "Ol" derim, o da olu verir; böylece sen de bir şeye "ol" dersin o da oluverir."

Başka bir hadiste ise şöyle yer almıştır: "Ben, ölmeyecek diri bir padişahım. Ey benim kulum! Bana itaat et ki seni de ebedi olarak ölmeyecek diri bir padişah kılayım."

Marifet ehlinin de inandığı üzere ister bedensel ve kalpsel nimetler olsun, isterse de zahiri ve batıni ibadetler olsun, bütün itaat ve ibadetlerin hedefi şüphesiz Allah'a yakınlık makamına erişmektir. Her kim, bu ibadet ve itaatleri Allah'a yakınlık maksadıyla yerine getirir ve bütün şartlarına riayet ederek amel ederse, o yüce makama ulaşır. Böylece iradesi Hak Teala'nın iradesinde fani olur, batınında Allah'ın iradesi dışında bir şey kalmaz. Böylece istediği zaman ilahi bir işi yapabilir.

Salik kimse itaat ve ibadet adımıyla Hz. Hakk'a doğru adım atacak olursa, attığı her adıma karşılık Allah'ın rahmeti, güzel isimleri ve yüce sıfatları salikin hareketiyle mukayese edilemeyecek bir hızla salike doğru yakınlaşır. Nitekim bir kutsi hadiste de şöyle yer almıştır: "Her kim bana bir karış yakınlaşırsa, ben de ona bir kol kadar yakınlaşırım. Her kim de bir kol kadar yakınlaşacak olursa, şüphesiz ben bir kulaç miktarınca ona yakınlaşırım. Her kim bana yürüyerek gelirse ben koşarak ona doğru giderim."

Evet, itaat ve ibadetin neticesi, kulun mevlaya ve mevlanın da kula yakınlaşmasına neden olur. Ayet ve rivayetlerde de bu hakikat "makam-ı kurb" (yakınlık makamı) diye ifade edilmiştir. Bu makama ulaşan kimselere de "mukarrebin" denmektedir. Kalp ehli Allah'a yakınlaştırılmış kimselerin sıfat ve fiilerini Allah'ın sıfat ve fiillerinde fani görmekte, Allah'a yakınlaştırılmış kimselerin iradesini,

Allah'ın iradesi saymakta ve de Allah'a yakınlaştırılmış kimselerin sözlerini, Allah'ın sözlerinin bir tecellisi olarak saymaktadırlar. Kalp ehlinin Allah'a yakınlaştırılmış kimseye karşı bakış açısı, kutsi ve çok önemli rivayetlerden alınmıştır. Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyti'nden (a.s) alınan bu hadisler çok değerli hadis kitaplarında yer almıştır:

"Şüphesiz Allah şöyle buyuruyor: Kul, nafilelerle bana yaklaşınca, ben de onu severim. Böylece ben onun duyduğu kulağı, gördüğü gözü, konuştuğu dili, düşündüğü kalbi olurum. Böylece bana dua ettiğinde icabet ederim ve benden bir şey istediği zaman ona bağışta bulunurum."

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Takva sahiplerinin sözü semavi vahiy düzeyindedir. Onlardan bazısının dilinde bir söz söylendiğinde kendisine: "Kim seninle böyle konuşmuştur (ki sen güya O'nun tarafından konuşuyorsun)? diye söylendiğinde o şöyle der: "Kalbim düşüncemden, düşüncem batınımdan, batınım da Rabbimden."
Bu makamın en yüce mertebesi, İslam Peygamberi (s.a.a) içindir. Nitekim Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Beni gören kimse, şüphesiz Hakk'ı görmüştür."

Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Benim için Allah ile öyle bir zaman vardır ki, hiçbir Allah'a yakınlaştırılmış melek ve hiçbir gönderilmiş peygamber o zamanda beni kapsayamaz."
Peygamber'den sonra da bu makamın en üst düzeyi, ariflerin mevlası olan Müminlerin Emiri'ne (a.s) aittir. Nitekim Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) da şöyle buyurmuştur: "Beni nuraniyetle (batın nuraniyetiyle) tanımak, Allah'ı tanımaktır."

Celaluddin-i Rumi de, Allah'ın yakın kullarından olan Nuh Peygamber'in Allah'da fenaya erme makamını, bizzat Nuh'un sözünden şöyle nakletmiştir: "Nuh, "Ey isyancılar! Ben ben değilim, ben candan öldüm, canan ile diriyim. İnsanlık duygularımdan öldüğümde Hak bana duyuş, anlayış, görüş oldu. Çünkü ben, ben değilim. Bu söz O'ndandır, bu sözün karşısında söz söyleyen, O'na karşı kafirdir."


Allah'a Yakın Kimselerin Kerametleri

1- Hacı Seyyid Ali Kazi'nin Bir Kerameti

Değerli üstadım Ayetullah Hacı Şeyh Ebu'l Fazl Necefi Honsari'nin bereketli huzurundan yıllarca fıkıh ve delile dayalı Usul ilmini ders aldım. Vefat etmeden birkaç ay önce kendisini ziyaret ettim. Bu ziyaretimde ondan değerli üstadı merhum Arif billah Hacı Seyyid Ali Kazi'nin bir kerametini benim için nakletmesini istedim. Bana şöyle buyurdu:
"Bir gece üstadın terbiye ettiği birkaç kişiyle birlikte ve birkaç öğrenci ve üstatla birlikte ibadet, münacat ve raz-u niyazda bulunmak için Kufe mescidine gittik.

Üstadın yanında ibadetle meşgul olmaya başladık. Her şeyden müstağni olan Hak Teala'ya raz-u niyazda bulunduk. İşimiz bittikten sonra dışarı çıkmaya hazırlandık. Aniden oldukça korkunç ve tehlikeli bir yılan yanımızda görüldü. Büyük bir huzur içinde bulunan üstat dışında orada bulunan herkes dehşete kapıldı ve büyük bir korkuya kapıldı. Üstat kendine özgü huzur ve itminan içinde yılana bakarak şöyle dedi: "Ey yılan, öl" Yılan kurumuş bir dal gibi cansız ve hareketsiz olarak olduğu yerde kaldı. Böylece biz de elde ettiğimiz sükunetle mescidin dışına doğru hareket ettik.

Birkaç adım yürüdükten sonra dostlardan biri, yılanın hakikatte üstadın hitabıyla mı öldüğünü yoksa kendiliğinden mi öldüğünü kesin bir şekilde bilmek için geri döndü. Ayağıyla yılana vurdu ve yılanın gerçekten öldüğünü gördü. Daha sonra bize katılarak Necef'e doğru yola düştük. Aniden üstat o şahsa yönelerek şöyle buyurdu: "Yılan benim hitabımla cansız hale geldi! Sizin geriye dönüp bu olayı araştırmanız ve benim hitabımın etkisi olup olmadığına bakmanız gerekmezdi."

2- Gönül Sahibinden Başka Bir Hikaye
Naklederler din büyüklerinden
Hakikati ayn'ul yakin olarak tanıyanlardan
Ki bir gönül sahibi bir kaplana binmişti
Güzel bir şekilde sürüyor ve elinde bir yılan
Birisi şöyle dedi: "Ey Allah yolunun adamı!
Gittiğin bu yolu bana da göster
Ne yaptın ki yırtıcılar sana itaat etti
Saadet talihi senin adına çıktı
Dedi ki kaplanım boyun eğmiştir ve yılan
Fil ve akbaba da boyun eğse şaşırma
Sen hakemin hükmünden sapma
O zaman senin hükmünden sapmaz asla
Hakim hakemin hükmüne boyun eğerse
Allah onu korur ve yardımcı olur
Seni severse artık imkansızdır
Seni düşmanın eline bırakmaz asla
Yol budur, yoldan yüz çevirme
Adım at ve mutluluğunu elde et
O kimseye nasihat faydalı olur ki
Sa'dinin sözünü beğenmiş olsun.

3- Mirza Tahir Tenkaboni'den Bir Hikaye

Son dönemin büyük filozoflarından ve hikmet sahibi kimselerden olan Mirza Tahir Tenkaboni şöyle diyor:
"Taran'da Baharistan meydanındaki Sepehsar medresesinden bir iş için dışarı çıktım. Caddenin karşı tarafında bir seyyid gördüm. Yüzüne baktığımda eski ders arkadaşlarımdan biri olduğunu anladım. Hemen yanına gittim, selam verip halini sordum. O, "Boşta geziyorum" dedi. Ben şöyle dedim: "Bu akşam gel medresede bana misafir ol." Davetimi kabul edip akşam geldi ve hava soğuk olduğu için ısınma kürsüsünün altına girdi.

Kendisine bir çay doldurdum, çayı içtikten sonra bana şöyle dedi: "Benimle Kum şehrine gelmek ister misin?" Ben de cevabında: "Hava çok soğuktur, ayrıca bu gece vakti Kum'a gidecek araba da bulamayız" dedim. Ama o Kum'a gitmek hususunda ısrar etti. Ben de, "O halde geliyorum" dedim.

Aniden şöyle dedi: "İşte sana Kum!" Kendimi aniden Hz. Masume'nin (a.s) mübarek türbesinin yanında gördüm. Bu gerçeğe yakin etmek için mühür yerinden bir mühür aldım. Hz. Masume'yi ziyaret ettikten sonra bana şöyle dedi: "İşte bu da Tahran!" Aniden medresedeki hücremde sobanın yanında olduğumu gördüm. O mühür de benim yanımda duruyordu."

4- Cabir-i Cu'fi'den İki Keramet

Bir grup kimse, İmam Cafer Sadık'ın (a.s), kendisini Allah'a yakınlardan ve de dünya ve ahirette değerli babası İmam Muhammed Bakır'ın (a.s) arkadaşlarından kabul ettiği Cabir-i Cufi'nin yanına geldiler ve de bir cami yapmak hususunda kendisinden yardım istediler. Cabir şöyle dedi: "Ben mümin bir kimsenin orada yere düştüğü ve öldüğü bir binaya yardımda bulunmam."

Yanından ayrılınca ona iftirada bulundular ve şöyle dediler: "Bu hem çok cimridir, hem de yalancıdır."
Ertesi gün bir miktar para toplayıp camiyi yapmaya koyuldular. İkindi vakti, dikkatsizlik yüzünden inşaat ustası iskeleden düştü ve öldü. Bunun üzerine de o ilahi şahsın cimri ve yalancı olmadığını anladılar."
Ala' b. Şerik şöyle diyor: "Hişam b. Abdulmelik, Cabir-i Cu'fi'yi yanına çağırdı. Ben de o yolculukta kendisiyle birlikte bulunuyordum. Yol esnasında bir çölün ortasında çobanın yanına oturduk.

Bir koyun seslendi, Cabir güldü. Ben ona şöyle dedim: "Neden gülüyorsun?" O cevaben şöyle dedi: "Bu koyun çocuğuna şöyle diyor: Bu bölgeyi terk et; zira bir kurt geçen yıl doğurduğum ilk yavrumu buradan kaptı." Ben şöyle dedim: "Çok ilginçtir!" Bunun doğru veya yalan olduğunu şimdi anlarız." Çobanın yanına gittim ve şöyle dedim: "Bu koyunu bana sat." O, "satmıyorum" dedi. Ben, "Neden satmıyorsun?" dedim. O şöyle dedi: "Bu koyun sürümün içinde daha çok doğurgan ve daha çok süt veren bir koyundur. İlk yavru doğurduğu zaman bir kurt yavrusunu kaptı. Sütü tam bir yıl boyunca kurudu. Ama bu yıl yeniden yavru doğurdu ve göğsü süt doludur."

Ben de: "Doğru söylüyorsun" dedim.

Birlikte yola koyulduk. Kufe köprüsünün yanına vardık. Bir adamın elinde yakut taşından bir yüzük vardı. Cabir ona şöyle dedi: "Bu berrak yakut taşına bir bakayım." O şahıs parmağından çıkarıp ona verdi. Cabir yüzüğü Fırat'ın dalgalı sularına attı. O şahıs çok rahatsız olarak, "Neden böyle yaptın?" dedi. Cabir şöyle dedi: "Kızma, yüzüğünü elde etmek istiyor musun?" O: "Evet" dedi. Cabir elini suya doğru götürdü, su yükselerek Cabir'in elinin yanına kadar geldi. Cabir Yakut'u alarak sahibine geri verdi."


Şükür Makamı

Bu makam da çok değerli makamlardan biridir. Hak yolunun salikleri bu makama erişmek için büyük gayret göstermişlerdir.
Bu makam ve mertebe o kadar yücedir ki, bu makama sahip olan kimseler insanlar arasında oldukça azdır.
"Ey Davud ailesi! Şükredin. Kullarımdan şükreden azdır."
Eşsiz hadis alimi Allame Merhum Molla Muhammed Bakır Meclisi şükrün anlamı hususunda şöyle buyurmuştur: "Şükür; zahiri ve batıni nimetleri itiraf etmek, nimet sahibini tanımak ve de nimeti emredildiği yerde harcamaktır."

İmam Bakır'dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Nimetin şükrü, haramlardan sakınmaktır."
Seyyid'uş- Şüheda Hz. Hüseyin (a.s) Aşura gecesi yaptığı konuşmasının sonunda, Allah-u Teala'nın dergahından şunu istemiştir: "Beni şükredenlerden kıl."

Rağıb-i İsfahani şöyle diyor: "Şükrün üç mertebesi vardır: Kalp ile yapılan şükür, dil ile yapılan şükür ve amel ile yapılan şükür. Kalp ile yapılan şükür; nimet sahibini ve nimeti tanımaktır. Dil ile yapılan şükür; nimeti itiraf etmektir. Amel ile yapılan şükür ise; nimeti Allah'ın emredildiği yerde harcamaktır."

İmam Sadık'tan (a.s) nakledildiği üzere Musa'ya şöyle vahyedildi: "Ey Musa! Bana hakkıyla şükret." Musa şöyle arzetti: "Ey Rabbim! Sana nasıl hakkıyla şükredeyim? Oysa sana her şükrettiğimde mutlaka bu şükretme nimetini sen bana bağışladın." Allah şöyle buyurdu: "Ey Musa! Bu şükretmenin benden olduğunu bilmekle de şimdi bana şükrettin."

Hz. Hüseyin (a.s) Arefe duasında şöyle arzetmektedir: "Eğer ben ve nimetlerini sayan kimseler, nimetlerinden sadece birinin dahi şükrünü yerine getirmeye çalışsak, sen başarı vermediğin takdirde buna güç yetiremeyiz."
Hz. Davud (a.s) Allah'a şöyle arzetti: "Ey Rabbim! Sana nasıl şükredeyim! Oysa şükür, diğer bir şükrü getiren senden taraf başka bir nimettir." Allah şöyle buyurdu: "Ey Davud! Sende olan her nimetin benden olduğunu bilmen, bana şükretmendir."

Bu tür rivayetler dil ile yapılan şükrü beyan etmektedir. Şükrün en üstün mertebesi olan ameli şükür ise; yakini iman elde etmek, güzel işler yapmak, ahlaki güzellikleri hayata geçirmek ve bütün ilahi haramlardan sakınmaktır.

Şükreden Bir İnsandan İlginç Bir Hikaye

Sem' b. Abdulmelik şöyle diyor: "Mina topraklarında İmam Sadık'ın (a.s) huzurunda üzüm yemek ile meşgul idik. Aniden bir fakir geldi ve İmam Sadık'tan yardım diledi. İmam şöyle buyurdu: "Ona bir miktar üzüm verin." Kendisine bir miktar üzüm verildiğinde o fakir kimse üzümü almaktan sakındı ve onu geriye iade ederek şöyle dedi: "Eğer para verirseniz alırım." İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: "Allah versin!" Fakir gitti, sonra geri dönüp şöyle dedi: "O halde üzümü veriniz." İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Allah versin!"

O esnada başka bir fakir kimse geldi ve yardım istedi. İmam (a.s) üzüm salkımından üç tane alıp ona verdi. Fakir kimse üç üzüm tanesini alınca şöyle dedi: "Bana rızk veren alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun."

İmam (a.s) ona: "Biraz sabret" diye buyurdu. Sonra her iki elini üzümle doldurarak ona verdi. O tekrar: "Alemlerin rabbine hamdolsun" dedi. İmam (a.s) ona: "Biraz sabret" dedi. Daha sonra hizmetçisine dönerek şöyle buyurdu: "Yanında ne kadar dinar ve dirhem vardır?"

Hizmetçisi yirmi dirhem getirdi ve şöyle dedi: "Yanımızda bu kadar dirhem kalmıştır." İmam (a.s) yirmi dirhemi o fakire verdi. Fakir kimse, o yirmi dirhemi aldıktan sonra: "Bütün hamd ve övgüler Allah'a mahsustur. Allah'ım, bu bağış sadece sendendir ve senin benzerin yoktur" dedi.

İmam Sadık (a.s) o şahısa: "Sabret" diye buyurdu. Daha sonra mübarek gömleğini çıkararak ona bağışladı ve şöyle buyurdu: "Bu gömleği giy." O fakir gömleği giydikten sonra, "Beni giyindiren ve örten Allah'a şükürler olsun. Ey Eba Abdillah! (Veya şöyle dedi:) Allah sana hayırlı mükafatlar versin."

Fakir kimse, bu iki kısa kelimeyle İmam'a teşekkür ettikten sonra dışarı çıktı."
Büyük arif, yüce filozof ve takvalı alim, Molla Muhsin Feyz Kaşani çok önemli "Vafi" adlı kitabında, Takibat-i Nemaz babında, Masum'dan (a.s) şöyle rivayet etmektedir:

"Eğer namaz kılan kimse, farz namazını kıldıktan sonra şükür secdesine kapanır, Allah'ın kendisine bağışladığı nimetleri tek tek hatırlar ve şükrederse, Hak Teala meleklere şöyle hitap eder: "Ey melekler! Kulum farz namazını eda etti ve bana şükretmeye koyuldu, ona nasıl davranayım?" Melekler şöyle derler: "Onun ihtiyaçlarını gider." Meleklere şöyle hitap edilir: "İhtiyaçlarını giderdim artık ne yapayım?"

Melekler şöyle derler: "Ona ahirette kurtuluş nasip et." Meleklere şöyle hitap edilir: "Ona kurtuluş verdim, artık ne yapayım?" Melekler şöyle der: "Ona rızk genişliği nasip et." Meleklere şöyle hitap edilir: "Ona rızk genişliği verdim, artık ne yapayım?" Melekler şöyle der: "Ona salih bir evlat nasip et." Meleklere şöyle hitap edilir: "Ona salih evlat nasip ettim."

Namaz kılan kimse, secdede Allah'a şükrettikçe Allah hitap eder, melekler de kendisine dua ederler. Nihayet melekler şöyle derler: "Ya Rab! Biz onun için hayırlı olan her şeyi senden istedik, sen de bağışta bulundun, artık isteyecek bir şey bilmiyoruz." Meleklere şöyle hitap edilir: "Siz bilemezsiniz, ama ben biliyorum." O bana şükretti, ben de onun şükrünü takdir edeceğim. Benim şükrü takdir etmem ise nimet kapılarını yüzüne açmamdır."

Zikir Makamı

Hak Teala'nın kulun kalbinin temizlendikten sonra ona ilham ettiği zikir, dua kitaplarında yer alan zikirden farklıdır. İlham edilen zikir, dünya ve ahiret mutluluğu ve saadetine sebep olmaktadır ve de insanın , gafil kimselere ulaşamadığı hakikatlere ulaşmasını sağlamaktadır.

İlham edilen zikir, hal zikridir; söz zikri değil! Zira dilin zikri, kelimelerle ilgilidir, hal zikri ise hafifleyen kalbin Allah'ı görmeye erişmek için maneviyat alanında uçmasını sağlamaktadır.

Hal zikrinin ilhamıyla insanın basiret gözleri açılmakta, insan sonsuz bir güzeli görmeye nail olmakta ve böylece insan bütün varlığını bu sevgilinin huzuruna ihlasla sunmakta, tıpkı İmam Hüseyin gibi ruhunun derinliklerinden şu hakikati terennüm etmektedir: "Bütün yaratıkları,

senin isteğin uğrunda terk ettim." Yani bütün varlıkları senin isteğin yolunda terk ettim, kalbimi onlara bağlılıktan kurtardım, vücudumu senin için halis kıldım, başkasının muhabbet lekelerini kalbimden sildim, azamet dergahına kulluğa oturdum ve senden başka her türlü bağları çözdüm.

Benim bir yarim var ki kalbimin yari
Ondan gelmektedir kalbimin sevgisi
O yar ki ondan ulaşır Tuğra'ya
Kalbin ümit belgesi
Yüzünde olan zülfün
Kalbi kararsızlığında yer almaktadır
Uçma gamze okunun uçmasıdır.
Kalbin hüznünden sonra gelir
Senin lâl dudakların dışında kimden gelir
Kalp yarasının cerrahlığı
Asla mey seçmedi eğer olsaydı
Senin hicranın kalbin tercihi
Şimdi vaktidir ki aşk mülkünün sohbetini
Başlatalım kalp yarinin eliyle.

İlham edilen zikir, Seyyid'us- Sacidin, aşıkların kalbinin meşalesi, İmam Zeyn'ül- Abidin'in "Hamse Aşere" duasında gerçek sevgilisinin dergahına arzettiği şu ifadedir: "Bizi gizli zikir ile menus kıl, temiz amel ve beğenilmiş çabada bulunmamızı sağla."

Son Peygamber (s.a.a) de kendi ilahi sözüyle belki de bu gerçeğe işaret etmektedir:
"Her haliyle Allah'ı zikreden mümin, beş nur içindedir: Giriş yeri nur, çıkış yeri nur, sözü nur, yiyeceği nur ve kıyamet günü bakışı da nura doğrudur."

Marifet ehli, muhabbet yolunun yolcuları ve hidayet yolunun salikleri için bu varlık aleminde Allah'ı zikretmekten daha tatlı bir şey yoktur. Allah'ın zikri, dünyevi ilgilerden ve hayvani örtülerden temizlenmedikçe kimsenin kalbinin derinliklerinde zuhur etmez ve gönül evine ilham edilmez. Bu temizlik sadece zahiri ve batıni ibadetlerde bulunmak, günahlardan sakınmak ve ahlaki pisliklerden uzak durmakla vücuda gelir.

"Allah'ım! Huzu, huşu ve zelil bir durum içerisinde olan bir kimsenin istemesi gibi senden (hatalarıma) göz yummanı, bana merhametli davranmanı, beni verdiğine razı ve yetinen ve her durumda mütevazı kılmanı istiyorum."


Hak Teala'dan Dört Şey İstemek

Şüphesiz eğer dua, huşu içinde bir kalp, mütevazı bir zahir, yaşla dolu bir göz, halvet bir yer ve gece karanlığında yapılacak olursa, icabete daha yakın olur. Merhamet sahibi olan Allah Musa b. İmran'a şöyle hitap etmiştir: "Ey İbn-i İmran! Bana kalbinden huşu, bedeninden huzu, gözlerinden gece karanlığında yaş ver ve bana dua et ki şüphesiz beni yakın ve icabet eden bulacaksın."

Duanın bu bölümünde dua eden kimse, huzu, teslimiyet ve tevazu içinde Hak Teala'dan dört şey istemektedir. Dolayısıyla huzu, teslimiyet ve tevazu sayesinde duasının icabete erişeceğini ümit etmelidir. Bu söz konusu dört şey şunlardır:
1- Hak Teala'nın kendisine karşı yumuşak davranması
2- Rahmete mazhar olması
3- Allah'ın nasip ettiği rızka kanaat etmek ve hoşnutluk
4- Hayatın bütün boyutlarında tevazu ve alçak gönüllülük
Dua eden kimse önce şu gerçeğe teveccüh etmelidir: "Eğer iyilik edecek olursanız, şüphesiz kendinize iyilik etmiş olursunuz" kaidesi esasınca, insan gerçekte kendisine iyilik etmektedir. Eğer iyilik edecek olursanız, şüphesiz kendinize iyilik etmiş olursunuz.

Allah'ın müsamahasını, yumuşaklığını ve idare edişini kazanmak, sadece insanlarla iyi geçinmek, onlara karşı yumuşak davranmakla mümkündür. Allah'ın rahmet ve merhameti, bütün müminlere, Müslümanlara ve merhamete layık kimselere merhamet göstermekle elde edilebilir. İnsanları idare etmeyen, yumuşak huylu olmayan veya şefkatli olmayan kimseler, şüphesiz Allah'ın merhamet ve rahmetine mazhar olamazlar.

İdare Etmek ve Yumuşak Huyluluk

Mukaddes İslam dini, bütün müslümanları düşmanlıktan, birbirine karşı öfkelenmekten, haset içine düşmekten, ilişkilerini koparmaktan sakındırmış ve bütün İslam ehlini uzlaşmaya, idare etmeye, müsamahaya, görmezlikten gelmeye ve birbirine karşı sevgi göstermeye davet etmiştir.

Hak kültürü, müminleri manevi açıdan birbirinin kardeşi saymış, bu hususta birçok değerli hakları olarak ortaya koymuş, iman ehlini bu hakları eda etmeye teşvik etmiştir. Bu haklara riayet etmeyi, ahlaki açıdan lazım ve gerekli görmüştür. Bazen de şer'i bir farz olduğunu ilan etmiştir. Bu hukukları eda etmekten kaçınan kimseleri ise, Allah'ın velayetinden dışarı çıktığını bildirmiştir.

Kardeşlik ilişkileri kurmak, manevi ilişkiler içinde olmak ve bu ilişkileri devam ettirmek, batın ve derunun her türlü ahlaki çirkinliklerden temiz olmasının bir ürünüdür. Gurur, kibir, bencillik, hırs ve haset gibi ahlaki pislikler, kardeşlik haletinin, manevi atmosferin, sevginin, idare etmenin ve bir aile ve toplum bireylerinin birbirine karşı yumuşak davranmanın en büyük engeli konumundadır.

Allah Resulü (s.a.a) çok önemli bir rivayette halkı ahlaki pisliklerden ve ameli fesatlardan sakındırmakta ve insanları kardeşlik haklarına riayet etmeye davet etmektedir:
"Birbirinize karşı düşmanca davranmayın, birbirinize öfkelenmeyin, birbirinize haset içinde olmayın, dostluk ve kardeşlik ilişkilerini koparmayın.

Ey Allah'ın kulları! Birbirinize karşı kardeş olun. Şüphesiz müslüman, müslümanın kardeşidir ve kardeşine zulmetmez. Onu muhabbetlerden ve mal ödemekten mahrum kılmaz ve yardımsız bırakmaz." Hakeza Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "İnsanlarla güzel geçinmek, imanın yarısıdır. İnsanlara karşı yumuşak davranmak da hayatın yarısıdır."
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Kolayca alan, kolayca satan ve borçluya kolaylık tanıyan kimseye Allah rahmet etsin."

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Kim zor durumda olan bir borçluya fırsat tanır veya onu serbest bırakırsa, Allah onu kolay hesaba çeker."

Hakeza Allah Resulünden (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü bir kimseyi günah ve kendisi hakkında düştüğü israf sebebiyle hesaba çekerler ve onun kurtuluşuna sebep olacak bir iyiliğini bulamazlar. Ona şöyle derler: "Sen asla iyilik yapmadın mı?" O şöyle der: "Hayır!

Ama servetimden insanlara borç verdim, etrafımda olan gençlere şöyle diyordum: "Kendilerinden alacaklı olduğun mal sahiplerine karşı iyilikle davranınız ve onları idare ediniz, eli darda olanlara da mühlet veriniz (veya onlardan almayınız)." Allah şöyle buyurur: "Ben kolaylaştırmak, yumuşaklık ve idare etme hususunda ondan daha layığım." Böylece Allah ondan vazgeçer ve onu bağışlar."

Hammad b. Osman şöyle diyor: "Bir şahıs İmam Sadık'ın (a.s) huzuruna vardı ve ashaptan bir şahıs hakkında şikayette bulundu. Çok geçmeden o şahıs İmamın yanına geldi. İmam (a.s) ona şöyle buyurdu: "Bu şahsın seni şikayet etmesinin sebebi nedir?" O şöyle arzetti: "Onun benden şikayet etmesinin sebebi şudur ki ona borç verdim ve paramı son dinarına kadar ondan istedim."

(Hammad şöyle diyor: İmam Sadık (a.s) kızarak oturdu ve daha sonra şöyle buyurdu: "Sen hakkını tümüyle aldığın takdirde çirkin bir iş yaptığını bilmiyor musun? Sen Allah'ın Kur'ân'da müminlerin halleri hususunda söylediklerini görmedin mi? Şüphesiz Allah şöyle buyuruyor: "Onlar sürekli hesabın kötülüğünden korkarlar." Sen müminlerin Allah'ın hesap sormada kendilerine zulmedilmekten korktuğunu mu sanıyorsun?

Hayır onlar sadece dakik ve kamil bir hesaba çekilmekten korkuyorlar. Bu tür hesaba çekmek, "kötü hesaba çekmek" olarak adlandırılmıştır. O halde hakkını alırken karşı tarafa bu şekilde davranan kimse hakikatte çirkin bir iş yapmıştır."

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Biliniz ki Allah'ın yeryüzünde kapları vardır ve bu kaplar kalplerdir. Allah'ın sevdiği en sevimli kap ise en temiz olanı, en sağlam olanı ve en ince olanıdır. Bunlar günahlardan temiz olan, din hususunda güçlü olan ve de kardeşlerine karşı şefkatli olan kalplerdir."

Resulullah (s.a.a) bir rivayette şöyle buyurmuştur: "Rabbim bana farzları eda etmeyi emrettiği gibi insanlarla iyi geçinmeyi de emretmiştir."




Dipnotlar
-----------------------------------
- Şii ve Sünni bütün hadis kitapları
- Bakara, 165
- Nur, 37
- Ref'ati-i Semnani
- Müddessir, 36- 48
- Tercüme-i el-Mizan, c. 1, s. 231, İfadelerde az bir değişiklikle
- Hadid, 28
- Maide, 9
- Kafi, c. 2, s. 436, Bab'ut- Tövbe, 12. hadis
- Vesail'uş- Şia, c. 6, s. 571, Bab-u İstihbab'it- Tefekkür, 7657. hadis
- Beled'ül- Emin, s. 255, Zu'l Huccet; Mefatih'ul- Cinan, Arefe duası
- İkbal, s. 71, Fesl'un fi ma Nezkuruhu min Ediyyetin… ve Mefatih'ul- Cinan, Ebu Hamza-i Sumali, Enes-Sağğir'ul- lezi rebbeytehu ve enel Cahil'ul- Lezi allemtehu
- Nefsine dikkat etmek, hesaba çekmek, günah ve de nefsi ile şartlaşmak
- Nefsi kötü sıfatlardan arıtmak, güzel sıfatlarla süslemek ve aydınlatmak.
- Enis'ul- Leyl, s. 152
- Ruh'ul- Beyan
- Parmak uçlarından dirseğe kadar yer alan kısım
- Müstedrek'ül- Vesail, c. 5, s. 298, Bab-u İstihbab-i Zikrillah, 5910. hadis ve Nefehat'ul- Leyl, s. 66
- Kenz'ul- Ummal, 1155
- Bahr'ul- Mearif, c. 1, s. 40
- Bihar'ul- Envar, c. 58, s. 234, 45. bab, Fi Ru'yet'un- Nebi, 1. hadis; Nefahat'ul- Leyl, s. 66
- Bihar'ul- Envar, c. 18, s. 260, 3. bab; Nefahat'ul- Leyl, s. 67
- Bihar'ul- Envar, c. 26, s. 1, 14. bab, 1. hadis; Nefahat'ul- Leyl, s. 67
- Mevlevi, Mesnevi-yi Manevi, Nuh'un Tehdit Etmesi…
- Sa'di-i Şirazi, Bostan, Hikaye
- Şii Müslümanların namazda üzerine secde ettikleri toprak parçası
- Rical-i Keşşi, s. 171
- Rical-i Keşşi, s. 172
- Sebe, 13
- Bihar'ul- Envar, c. 64, s. 268, 14. Bab, 1. hadis
- Kafi, c. 2, s. 95, Bab'uş- Şukr, 10. hadis
- el-İrşad, c. 2, s. 91
- Kafi, c. 2, s. 98, Bab'uş- Şukr, 27. hadis, az bir farklılıkla; Nefehat'ul- Leyl, s. 68
- Mefatih'ul- Cinan, Arefe duası
- Kafi, c. 4, s. 49, Bab'un- Nevadir, 12. hadis, Bihar'ul- Envar, c. 47, s. 42, 4. bab, 56. hadis; Enis'ul- Leyl, s. 155
- (Mefatih'ul- Cinan, Raz-u Niyaz-i Zakiran, 13. münacat)
- Nefehat'ul- Leyl, s. 70. hadis kaynaklarında örneğin: el-Hisal, c. 1, s. 277, el-Mümin yetekelleb… 20. hadis; Revzet'ul- Vaizin, c. 2, s. 291, Meclis'un Fi Zikr-i Menakıb-i Eshab'il- Eimme; Bihar'ul- Envar, c. 65, s. 17, 15. bab, 24. hadis, bu rivayet Müminlerin Emiri Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Mümin beş nur içinde dönüp dolaşır: Girişi nur, çıkışı nur, ilmi nur, sözü nur ve kıyamet günü de bakışı nura doğrudur."
- Bihar'ul- Envar, c. 67, s. 14, 43. bab, 2. hadis
- İsra, 7
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 3, s. 329, Kitab-u Adab'us- Suhbe ve'l- Muaşere
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 3, s. 401, Kitab-u Adab'is- Suhbe ve'l- Muaşere
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 3, s. 386, Kitab-u Adab'il- Kesb-i ve'l- Meaş
- a.g.e
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 3, s. 186, Kitab-u Adab'ul- Kesb-i ve'l- Meaş
- Ra'd, 21
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 3, s. 322, Kitab-u Adab'us- Suhbe ve'l- Muaşere, 2. bab
- Tefsir-i Muin, s. 365


9
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi



Konularin devami


Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Şu üç şey kimde olmazsa ameli kemale ermez: Kendisini Allah'a isyandan alıkoyan bir takva, insanlarla geçineceği bir ahlak ve cahillerin cehaletini geri çevirecek bir tahammül."
Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz yumuşaklık, üzerine koyulduğu her şeyi süslemiştir ve ayrıldığı her şeyi de mutlaka çirkin kılmıştır."

Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Eğer yumuşaklık görülecek bir yaratık olsaydı, aziz ve celil olan Allah'ın yaratıklarından hiçbir şey onun kadar güzel olmazdı."
Müminlerin Emiri'nden (a.s) de bu konuda şu rivayetler nakledilmiştir:

"Aklın meyvesi, insanlarla iyi geçinmektir."
"İnsanları idare etmek, en üstün amellerdendir."
"İnsanlarla iyi geçin, onların kardeşliğinden faydalan, onlara güler yüzlü davran ve kinlerini öldür."

Allah Resulü (s.a.a), Allah'ın kuluna karşı yumuşak ve müsamahakar davranmasının, insanın halka karşı yumuşak ve müsamahakar davranmasının ürünü ve neticesi bilmekte ve de bir rivayette bu hakikate işaret ederek şöyle buyurmaktadır: "Müsamahakar ol ki sana da müsamahakar davranılsın."

İnsanları idare etmek ve yumuşak davranmak, Allah'ın ahlakıdır. İnsanların Allah Resulünün (s.a.a) hikmete dayalı, "Allah'ın ahlakıyla ahlaklanın." emri esasınca Allah'ın ahlakıyla ahlaklanması, böylece de dünya ve ahirette mutluluğa ve saadete erişmesi ne de güzeldir!

Yarim misk yazısını yazmıştır
Çin miskinin üzerine not düşmüştür
Gönül vermiş ve gönle oturan yazmıştır.
Onun yazdığı her sözün altına
Ruh'ul Kudus aferin yazmıştır
Hüzün hastasının dudağının şerbetinden
Gam için hüzünlü kalp ilacı yazmıştır
Misk kokan kalemi reyhan gibi yazıyla
Yasemin sayfasına yazmıştır
Veya kendi yüzünün bir parçasını
Hur'ul Ayn'ın yüzüne yazmıştır.


2-Rahmet ve Merhamet

Kitabın ilk sayfalarında Allah'ın rahmeti hususunda gerektiği kadar detaylı bilgi verilmiştir. Aziz okuyucular, bu bilgiler ışığında anlamış oldular ki Hak Teala'nın Rahimiyet rahmeti, itaat ve kulluğun gereklerini yerine getiren, özellikle Allah'ın kullarına karşı rahmet ve merhametle davranan, onlara zulmetmekten, haklarını çiğnemekten ve onlara karşı sıkı tutumdan sakınan, her zaman için "Merhamet et ki merhamet olunasın" kaidesini sürekli göz önünde tutan kimselere özgüdür.

İnsan eğer ilahi farzlar hususunda bir kusur edecek, Hakk'ın emirlerini yerine getirmekten yüz çevirecek, günah işleyecek, insanlara karşı merhametsiz davranacak, sert ve kaba davranacak olursa, Hak Teala'dan ve diğerlerinden asla sevgi ve merhamet beklentisi içinde olmamalıdır.
Hak Teala'nın rahmeti hakkında değerli hadis kitaplarında çok önemli rivayetler yer almıştır. Onlardan bazısına işaret edelim:

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah-u Teala'nın yüz rahmeti vardır, ondan bir rahmeti indirerek cinler, insanlar, kuşlar, hayvanlar ve zehirli sürüngenler arasında bölüştürmüştür. Hepsi bu bir tek rahmet vesilesiyle birbirine karşı sevgiyle davranmakta ve merhamet etmektedir. Diğer doksan dokuz rahmetiyle de kıyamet günü kullarına merhamet edecektir."

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz aziz ve celil olan Allah, kıyamet günü müminlere şöyle der: "Beni görmeyi sevdiniz mi?" Onlar şöyle derler: "Evet, ey rabbimiz!" Bunun üzerine Allah: "Neden sevdiniz?" diye sorar. Onlar şöyle derler: "Senin affını ve mağfiretini ümit ettiğimiz için." Allah şöyle buyurur: "Şüphesiz ben de size mağfiretimi farz kıldım."

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah-u Teala kıyamet günü şöyle buyurur: "Bir gün dahi beni anan ve herhangi bir yerde benden korkan kimseyi ateşten dışarı çıkarınız."
Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah-u Teala mümin kuluna karşı, çocuğuna şefkatli babasından daha çok merhametlidir."

Masum İmamların (a.s) sözlerine dayanarak ve teveccüh ederek şu gerçeği elde etmekteyiz ki, insana Allah'ın rahmetini kazandıran şey ibadet, itaat günahlardan uzak durmak ve başkalarına karşı merhametli olmaktır. Peygamberden (s.a.a) nakledilen diğer bir rivayette de şöyle yer almıştır: "Allah rahmet edenlere rahmet eder. O halde yeryüzünde olan her şeye rahmet ediniz ki gökte olan (Allah) da size rahmet etsin."

Enis'ul Leyl kitabının yazarı, "Ziynet'ul Mecalis" kitabından şöyle bir hadis nakletmektedir: "Musa, Allah ile münacatta bulunurken şöyle arzetti: "Hasletlerden hangisiyle senin rızayetin ve hoşnutluğuna özgün kılındım." Şöyle hitap edildi: "Şuayb'ın koyunlarını otlatıp çobanlık işiyle uğraşırken çok sıcak bir yaz gününde sürüden bir keçi kaçtı, sen de o keçinin ardı sıra koşuşturdun ve uzun bir yol katettin. Sıcaklıktan ve çok koşturmaktan dolayı büyük sıkıntıya düştün.

O hayvanı yakaladığın zaman da onu yanına aldın ve; "Beni ve kendini büyük sıkıntıya düşürdün" diye söyledin. Daha sonra onu omzuna alarak sürüye geri döndürdün. İşte o keçiye gösterdiğin sevgi ve muhabbetten dolayı senin başına seçkinlik tacını bıraktım, beline yücelik kuşağını taktım ve seni risalet ve nübüvvet makamına seçtim."

Bir şahıs, Peygamber'e (s.a.a) şöyle arzetti: "Rabbimin bana merhamet etmesini istiyorum." Peygamber şöyle buyurdu: "Kendine merhamet et ve Allah'ın yaratıklarına merhamet et ki Allah da sana merhamet etsin."
Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın sizlere emrettiği itaat vesilesiyle, kendinizi Allah'ın rahmetine maruz bırakın."

Müminlerin Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kendisiyle Allah'ın rahmetinin çoğaldığı en yetkin şey, bütün insanlar hakkında merhamet niyetini taşımandır."
Hakeza Müminlerin Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Rahme,t affetmekle nazil olur."
Hakeza Müminlerin Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Güçsüzlere merhamet, rahmet indirir."


3-Rızk Hakkında Kanaat ve Hoşnutluk İçinde Olmak

Gayb ve şuhud alemindeki tüm varlıkların; ilim, hikmet, adalet ve rahmetinin cilvesi olan, sağlam iradesiyle tüm varlıkları vücuda getiren, varlıklardan her birini belli bir yere yerleştiren ve onları kendileri için takdir ettiği hedefe doğru hidayet eden mukaddes ve mübarek vücut (Allah-u Teala), bütün varlıkların rızkını da hayatlarının gerektirdiği ve yaşam ve makamlarıyla uygun esaslar üzere üstlenmiş, bütün varlıkların rızkını, bu rızkları elde etmek için gösterdikleri çaba ve gayretler esasınca onlara iletmeyi kendine farz kılmıştır.

"Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ancak Allah'a aittir."
Merhamet sahibi olan Allah, maslahat ve hikmet esasınca kulların rızkını onlara iki şekilde ulaştırmaktadır: Bir gruba oldukça geniş ve bir gruba da oldukça sınırlı rızk vermektedir:
"Doğrusu Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz O, kullarından haberdar ve (onları) çok iyi görendir."

Yüce Allah, kulları helal ve temiz rızk elde etsinler diye, kendilerine hayvancılık, tarımcılık, ticaret ve sanat gibi akıl ve fikir gücünün ürünü olan diğer olumlu meşru yolları karar kılmıştır. Hiç kimse için hırsızlık, yağmacılık, talancılık, rüşvet, faiz, gasp, içki satışı ve benzeri gayri meşru yollardan hiçbirini takdir etmemiştir, dolayısıyla da insanlar, haram rızk elde ettikleri miktarda, helal rızklarından azaltmaktadırlar.

Kur'ân-ı Kerim ve rivayetler, insanları meşru kazançlar yoluyla helal rızk elde etmeye teşvik etmişlerdir. Allah-u Teala'nın rızkının genişliğini ve darlığını meşru yoldan elde ettikten sonra Allah'ın insanlara oranla maslahatı bilmektedirler. İnsanın da, bu maslahat dilemeye, tam bir rızayet ve hoşnutluk içinde teslim olması farzdır.

Mukaddes İslam dini, helal rızk talep etmeyi farz kılmış, büyük ibadetlerden biri saymıştır. Rızk elde etmek için zahmet çekmeyi, sıkıntılara katlanmayı ve harekete geçmeyi birçok değerlerin anahtarı olarak kabul etmiştir.
Birçok rivayetlerde Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Helal rızk talep etmek, her müslüman kadın ve erkeğe farzdır."

Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Helal rızk talep etmek, bir farzdan sonraki farzdır."
Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Helal talep etmek, (Allah yolunda) cihattır."
Rivayetlerde yer alan bir takım şeyler hayata geçirildiği takdirde şüphesiz rızkın temizliğine ve artışına sebep olmaktadır. Nitekim bir şahıs, Allah Resulüne (s.a.a), "Rızkımın genişlemesini ve çoğalmasını istiyorum" diye arzedince, Allah Resulü şöyle buyurmuştur: "Temizliğe devam et ki rızkın genişlesin."
Müminlerin Emiri (a.s) şöyle buyurmuştur: "Aziz ve celil olan Allah yolundaki kardeşine yardımcı olmak, rızkı arttırır."

Hakeza Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Emanete riayet etmek, rızkı arttırır."
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: "Dini kardeşinin gıyabında ona dua et ki bu dua etmek, şüphesiz rızkı sana akıtır."

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her kim ailesine güzel iyilik yaparsa, şüphesiz rızkı artar."
Hakeza İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Güzel ahlak, rızkı arttırır."
Helal rızk elde etmek için çaba ve gayret göstermek, oldukça değerli işlerden biridir ve de çok önemli İslami ibadetlerdendir.

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Her kim elinin emeğini yerse, Allah ona rahmet gözüyle bakar ve asla onu azaba tabi tutmaz."

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Her kim elinin emeğini yerse, kıyamet günü Peygamberlerin arasına katılır ve de Peygamberlerin sevabını elde eder."
İmam Rıza (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ailesini muhtaç düşürmemek için rızk talep eden kimsenin mükafatı, Allah yolunda cihad eden kimsenin mükafatından daha çoktur."

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "İbadet on parçadır; dokuz parçası helal rızk talep etmektedir."
Rızk alemin geniş sofrasına kurulmuş bir gerçektir. Herkes için belli bir miktar tayin edilmiştir. Bu miktar da Allah'ın maslahat gördüğü esasınca kararlaştırılmıştır. Bu rızk ya geniş ya da dar olarak takdir edilmiştir.

Nimet genişliği, nimet sahibinin Allah nezdindeki sevimliliğinin nişanesi değildir. Nimetin darlığı da rızk darlığına sebep olan kulun, Allah'ın nefret ettiği bir kul olduğunun alameti değildir. Rızk genişliği veya darlığı dünya ehli için bir imtihan vesilesidir.

Zenginler şükür ve fakirler ise sabırla imtihan edilmektedir. Şükreden kimse bu yolla ve sabreden kimse de o yolla büyük bir ilahi mükafata erişmektedir. Zengin kimse, fakire mal infakında bulunarak büyük bir mükafata erişmektedir. Fakir kimse de kendi şahsiyetini koruyarak ve ilahi kaza ve takdire sabrederek fevkalade büyük bir sevaba erişmektedir.

Rızk genişliği içinde olan bir insan bilmelidir ki, nimeti doğru yolda ve meşru giderlerde harcamak olan şükrü yerine getirmediği takdirde dünyevi ve uhrevi azaplara duçar olacaktır. Rızkı dar olan kimse de bu darlığa sabretmediği, direnmediği ve dinini bu yoksulluğu ortadan kaldırmak için namert kimselerle muamelede bulunduğu (dinini onlara sattığı) takdirde dünyevi ve uhrevi azaba duçar olacağını bilmelidir.

Rızk genişliği ve darlığının Allah tarafından bir imtihan olduğu hakkında iman ehlinin mevlası ve Müminlerin Emiri olan Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "İnsanların rızkını takdir etmiş, sonra çoğaltmış ve azaltmıştır. Onu darlık ve genişlik üzere bölüştürmüştür. Bu bölüştürmede adaletli davranmıştır ki istediğini rızk genişliğiyle ve istediğini de rızk darlığıyla imtihan etsin ve de bununla zengin veya fakirleri şükür ve sabır açısından denemiş olsun."

Öte yandan mümin kendi payına oranla, Hz. Hak Teala'nın rızkı adilce bölüştürmesine razı ve hoşnut olmalıdır. Hak Teala'nın rızk bölüştürmesine hoşnutsuzluk göstermemeli, özellikle de maslahat üzere daraltıldığı takdirde rızk payına karşı öfkeli olmamalıdır.

Ariflerin imamı ve müminlerin örneği olan Hz. Ali'ye (a.s) uyarak Allah'tan dünya ve ahiret esenliği için sürekli rızayet ve hoşnutluk talep etmelidir ve de Allah-u Teala'nın dergahına yalvarıp yakararak şöyle demelidir: "Allah'ım! Senden (hatalarıma) göz yummanı, bana merhametli davranmanı ve beni verdiğine razı ve yetinen kılmanı dilerim."

İmam Hasan-i Mücteba (a.s) da bu konuda şöyle buyurmuştur: "Kendisine hükmeden Allah olduğu halde rızkı bölüştürmesinden hoşnut olmayan ve makamını küçümseyen bir mümin nasıl mümin olabilir."
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Cebrail'e şöyle dedim: "Rıza ve hoşnutluğun tefsiri nedir?" Cebrail şöyle arzetti: "Hoşnut olan bir kimse, dünyadan bir şeye ulaşsın veya ulaşmasın efendisine (Allah'a) öfkelenmez ve de kendisi için az bir amelden hoşnut olmaz."

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın sana nasip ettiğine razı ol ki zengin olasın."
Müminlerin Emiri (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah'ın, kendisi için bölüştürdüğüne hoşnut olursa, bedeni rahatlığa erer."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her kim aziz ve celil olan Allah'ın taksimine hoşnut olmazsa, Allah-u Teala'ya hükmünde ithamda bulunmuş olur."

Müminlerin Emiri'ne (a.s), "Onu hoş bir hayat ile yaşatırız." ayeti şerifenin tefsiri sorulunca şöyle buyurdular: "Temiz hayat, kanaattir"
Hakeza Müminlerin Emiri (a.s) şöyle buyurmuştur: "Düşmanından kısasla intikam aldığın gibi hırsından da kanaatle intikam al."

Ehl-i Beyt'in (a.s) öğretilerinde şöyle yer almıştır: "Hırs ve tamah asla rızkı arttırmaz, hırs ve tamah temiz ve helal servetin artış anahtarı değildir. Aksine hırs ve tamah insanı harama duçar kılar. Bu haram imanın temellerini genişletir, ahlaki ilkeleri ortadan kaldırır, insanın dünya ve ahiretini bozar, insanın haysiyetini yok eder, Allah'ın helalleriyle kanaat etmez ve insan için takdir edilen rızk payından hoşnut olmak, sonu olmayan bir hazinedir; dünya ve ahirette insanı garantileyen bir hakikattir.

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Ümmetimin önderi, kanaatkar olanlardır; ümmetimin kötüleri ise tamaha kapılanlardır."
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: "Hz. Ali (a.s) hurmanın (pazarda değeri olmayan) en kötüsünden yiyordu, daha sonra onun üzerine su içiyordu. Ardından karnına vuruyor ve şöyle diyordu: "Kimin karnı kendisini cehenneme götürürse, Allah onu, kendi rahmetinden uzak kılmıştır." Ali (a.s) daha sonra şu iki beyit şiiri okuyordu:

"Sen karnının ve tenasül organının isteklerini yerine getirirsen, onlar kınamanın nihayetine bütünüyle ermiş olurlar."
İmam Bakır ve İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuşlardır: "Kim Allah'ın verdiği rızka kanaatkar olursa, o şüphesiz insanların en zenginidir."

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın senin için kısmet kıldığına kanaat et, başkasının nezdinde olana göz dikme, ulaşamayacağın şeyi temenni etme; şüphesiz kanaat eden kimse doyar, kanaat etmeyen kimse ise asla doymaz ve ahiretinden nasibini almaya çalış."

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Az ile yetinmeyen kimse nasıl kendi nefsini ıslah etmeye güç yetirebilir?"
Yaşlı bir çalı taşıyıcısı kaba cüppesiyle
Sırtında bir yüklük çalı taşıyordu
Aksak aksak adım atıyor
Her adımında bir şükür ekiyordu
Ki ey bu yüce çarkı döndüren
Ki ey hüzünlü kalpleri okşayan
Yakamdan eteğe kadar bakarım
Bana ne iyilikler etmedin ki
Devlet kapısını yüzüme açtın
İzzet tacımı başıma koydun
Haddim değildir seni övmek,
Bağışın şükür cevherini delmek
Gençliğiyle mağrur bir genç
Şimşek sanarak kovuyordu uzaktan
Yaşlı adamın şükrettiğini duyunca
Dedi ki ey bunamış yaşlı sus!
Sırtına çalı alarak böyle yürürsün
Zenginliğin hani, izzetin hani?
Bir ömrü çalı çırpı taşımakla geçirdin
İzzeti horluktan ayırt edemedin
Yaşlı dedi ki: Bundan daha iyi izzet olur mu?
Ki kapına gelip de yastık koy demedim
Ki ey falan kahvaltı ver veya akşam yemeği
Ekmek su yiyeyim ve içeyim
Şükrediyorum ki beni hor kılmadı
Senin gibi aşağılığa duçar kılmadı
Hırs yoluna beni koşturmadı
Şahın ve dilencinin kapısında köle kılmadı
Bütün bunlara rağmen özgürlük verdi
Özgürlük izzeti ve azadelik verdi.


4-Bütün Haletlerde Mütevazı Olmak

Tevazu ve alçak gönüllülük oldukça değerli olan ahlaki gerçeklerden biridir. İnsanın yükselmesine, yücelmesine ve de melekuti ve manevi makamlara erişmesine vesile olmaktadır. Tevazu ve alçak gönüllülüğün değeri, o kadar büyüktür ki Müminlerin Emiri Ali (a.s) Kumeyl duasında Allah-u Teala'ya yalvarıp yakararak onu kendisi için istemektedir.

Tevazu ve alçak gönüllülük öyle bir hakikattir ki eğer insan bu hakikati bütün haletlerinde uygulamaya geçirecek olursa, dünya ve ahiret hayrına erişir, ebedi mutluluğa ulaşır, ahiret azabından korunmuş olur, rahat ve kolay bir şekilde Allah'ın rızayetini elde eder.

Tevazu ve alçak gönüllülük, iki yerde uygulamaya geçirilir: Birisi Hak Teala'nın karşısında, diğeri de yaratıklar karşısında.
Hak Teala karşısında mütevazı olmak insanın, Kur'ân'da, Peygamber'in sünnetinde, İmamların ve Hak Teala'nın has velilerinin sözlerinde beyan edilen dünyevi ve uhrevi tüm işlerde, merhamet sahibi olan Allah'ın emirleri karşısında, kalp derinliği ve ruhuyla bütün ilahi emirleri kabullenmesi, kabullendikten sonra da yüce bir himmet, büyük bir neşat ve dolu bir aşkla hayata geçirmesidir.

Yaratıklar karşısında mütevazı ve alçak gönüllü olmak ise, insanın kendisini diğer mümin ve müslüman kardeşlerinden üstün görmemesi, kendisini onlardan üstün bir makamda bilmemesi, onlara aşağılık gözüyle bakmaması, onlara karşı saygıda kusur etmemesi, bütün işlerinde onlardan yardımını esirgememesi, hata ve yanlışlıklarını yücelikle affetmesi, onları affettikten sonra da tüm vücuduyla onlara iyilikte bulunması ve gizli ve açık saygınlıklarına riayet etmesidir.

Kur'ân ve Tevazu

Kur'ân-ı Kerim, bütün insanları Hak Teala karşısında mütevazı olmaya davet etmekle birlikte müminlerden de iman ehline ve İslam'ın takipçilerine karşı mütevazı ve alçak gönüllü olmayı istemektedir.
Kur'ân-ı Kerim meleklerden, cinlerden ve insanlardan üstün bir şahsiyete sahip olan ve de manevi makamları bütün makam sahiplerinden üstün olan büyük İslam peygamberini bile bu beğenilmiş sıfata sahip olmasını istemekte ve ondan iman ehli karşısında tevazu göstermesini emretmektedir.

"Müminlere karşı alçak gönüllü ol."
Hakeza: "Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır."
Kur'ân açık bir şekilde Allah'ın tekebbür ehlini sevmediğini belirtmekte ve de beğenilmeyen tekebbür sıfatına sahip olanların cehennem ehli olduğunu bildirmektedir: "Allah kibirlenenleri sevmez."
Hakeza: "Böbürlenenler için cehennemde kalacak bir yer yok mu?"

Rivayetlerde Tevazu

Allah Resulünden (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ne olmuş ki ben sizlerde ibadetin tatlığını göremiyorum?" Onlar (ashap) şöyle dedi: "İbadetin tatlılığı nedir?" Peygamber şöyle buyurdu: "Tevazu."
Müminlerin Emiri Ali (a.s) ise önceki müminlerin

ve Hak Teala ve yaratıkları karşısında alçak gönüllü olanların tevazu makamını beyan ederek insanlara şöyle buyurmaktadır: "Münezzeh olan Allah, onlar için kibirlenmeyi hoş görmemiş ve onlar için tevazuyu beğenmiştir. Bu yüzden (ibadetlerinin nişanesi olarak) yüzlerini (kulluğun alameti olarak) toprağa koydular ve bütün müminler karşısında kanatlarını gerdiler (tevazu gösterdiler)."

Hakeza Müminlerin Emiri (a.s) şöyle buyurmuştur: "Mütevazı ol, şüphesiz tevazu en üstün ibadettir."
İmam Sadık (a.s) ise tevazünün sınırlarını beyan ederek şöyle buyurmuştur: "Tevazu, senin yüceliğinden aşağı olan bir yerde oturmaya razı olman, gördüğün herkese selam vermen, tartışmalarda haklı bile olsan tartışmayı terk etmendir ve hayrın başı tevazudur."

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz insanların en üstünü, makamı yüce olduğu halde tevazu gösteren kuldur."
Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz tevazu, sahibini yüceltmektedir. O halde mütevazı olunuz ki Allah da sizleri yüceltsin."

Ahlak ilmi alimleri de beğenilmeyen bir sıfat ve şeytani bir halet olan tekebbürü ifrat saymışlardır. Herkes karşısında zillet ve horluk içine düşmeyi de tefrit olarak kabul etmişlerdir. İnsani bir sıfat ve beğenilmiş halet olan tevazu ve alçak gönüllülüğü ise orta ve itidali bir çizgi olarak bilmişlerdir.

Masum İmamlardan şöyle rivayet edilmiştir: "Allah karşısında tevazu ve alçak gönüllü olmak; bütün varlığını Allah'ın ubudiyet ve kulluğuna adamak, insanlarla muaşerette insaf ve adalet üzere olmak ve kendisini insani haklarda diğerleriyle eşit kabul etmektir."

Allah Resulü'nün (s.a.a) Tevazusu

Yüce İslam Peygamberi yoksullara, muhtaçlara, fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine karşı mütevazı bir şekilde oturup kalkıyordu. Gelen bir çocuk dahi olsa ona selam veriyor, riyasız bir şekilde yere oturuyordu. Sokaktaki ve pazardaki insanlara, özellikle de yoksullara karşı dostça davranıyor; hal, yaşam, geçim ve işlerinin nasıl olduğunu soruyordu. En düşük merkebe biniyor, koyunları bizzat sağıyor, elbiselerini kendisi yıkıyor, evin hizmetçileri ile birlikte yemek yiyor, insanlar arasında normal bir insan gibi yaşıyordu.

Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib'in (a.s) Tevazusu

Müminlerin Emiri (a.s) de tıpkı Peygamber (s.a.a) gibi tevazu içinde yaşıyordu. İbn-i Abbas şöyle diyor: "Bir gün Hz. Ali'nin yanına vardım, ayakkabısını diktiğini gördüm ve şöyle dedim: "Bu ayakkabı, dikmeye değmez." Müminlerin Emiri şöyle buyurdu: "Allah'a yemin olsun ki dünyanızdan bu ayakkabı,

benim nezdinde dünyayı elde etmekten ve bir hakkı çiğnemekten daha sevimlidir. Ben bu ayakkabıyı yamamayı seviyor ve bu işi kendime bir ayıp olarak değerlendirmiyorum. Eğer hükümet elime geçecek olursa, bu güç sayesinde hakkı ayakta tutmayı ve batılı ortadan kaldırmayı severim."
İbn-i Abbas sözünün devamında şöyle diyor: "Ali (a.s) elbisesini kendisi yamıyor ve en düşük merkeplere biniyordu."


Hz.Süleyman'ın Tevazusu

Hz. Süleyman (a.s) eşsiz bir azamet ve büyüklüğe sahipti. Ama buna rağmen o kadar mütevazı ve insaflı davranıyordu ki hatta zayıf bir karınca bile onu muhakeme edebiliyor ve doğal hakkını Süleyman'dan elde edebiliyordu.
Bir gün bir karınca elinin üzerinde hareket etti. Süleyman karıncayı elinin üzerinden kaldırıp yere koydu.

Süleyman herkes gibi karıncanın kendisine itiraz edeceğini ve kendisini sorguya çekeceğini düşünmüyordu. Ama Süleyman'ın tevazu, adalet ve zayıfları gözetmesi, işini öyle bir yere vardırmıştı ki karınca dile gelip şöyle arzetti: "Bu kendini beğenmişlik nedir? Bu kendini büyük görmek nedir? Benim de senin gibi Allah'ın bir kulu olduğumu bilmiyor musun? Allah'a kulluk açısından benimle senin aranda ne fark var ki bana böyle davranıyorsun?"

Süleyman (a.s) karıncanın bu açık konuşmasından etkilendi; yarın Allah katında bu şekilde muhakeme edildiği takdirde ne yapacağını düşündü. Bu ıstırap ve etkilenme onu doğal haletinden uzaklaştırdı. Kendine geldiği zaman da o karıncanın yanına getirilmesini emretti.

Sizler, Hz. Süleyman'ın karıncanın açık konuştuğu için hesaba çekmek için çağırdığını ve de ona işkence etmek istediğini düşünebilirsiniz. Ama Süleyman ilahi bir şahsiyet idi, nübüvvet makamına sahip biriydi. Bütün bu ahlaki güzelliklerle süslenmiş ve insani kemallere sahip olmuş biriydi. Dolayısıyla da karıncanın bu şekilde açık konuşmasına sevindi. Hatta elinin altındaki kimselerin bu kadar özgürlüğe sahip olmasından hoşnut oldu. Elinin altındakilerin (hatta karınca gibi küçük bir varlığın dahi) bu özgürlüğe sahip olmasından ve itiraz etme cesaretini taşımasından dolayı hoşnut oldu.

Hz. Süleyman karıncaya şöyle sordu: "Neden böylesine açık bir dille konuştun ve açık bir dille itiraz ettin?" Karınca şöyle dedi: "Benim derim, etim ve bedenim zayıftır. Siz beni tuttunuz ve yere attınız, elim ayağım ve bedenim baskı altında kaldı. Beni rahatsız ettiniz. Bu davranışınız benim itiraz etmeme sebep oldu."

Hz. Süleyman şöyle dedi: "Seni yere atıp rahatsız olmana sebep olduğum için ve de seni işkenceye maruz kıldığım için özür diliyorum. Şüphesiz ben bu işi bilerek ve kötü bir niyetle yapmadım. Kötü bir niyet taşımadığım için de özür dilenecek yeri vardır. Dolayısıyla da senden özür diliyorum."

Evet, Süleyman o azamete rağmen ahlak sınırlarını az da olsa aştığını görünce rahatsız oluyor, karşı taraftan her ne kadar zayıf bir karınca da olsa özür diliyordu.
Karınca şöyle dedi: "Ben de seni bağışlıyorum ve bu yaptığın işi görmezlikten geliyorum. Elbette şu şartla ki dünyaya yönelişin, şehvet ve istek üzere olmamalıdır, dünya malı ve servetini türdeşlerin refah ve huzuru için iste; israf ve lüks içinde yaşamaya boğulma; fakir insanları unutacak kadar lezzetlere duçar olma; senden yardım isteyen her fakir ve aciz kimseye yardım et."

Süleyman'ın temiz kalbi, muhabbet, lütuf, sevgi ve elinin altındakilere inayet ile dolu olduğu için karıncanın şartlarını tevazu içinde kabul etti ve karınca da Hz. Süleyman'ı böylece affetti.

Büyükler kendilerine bakmadılar
Allah görmeyi kendini görenden isteme
Büyüklük namus ve söz ile değildir
Yücelik iddia ve zan ile değildir
Tevazu yücelik başını arttırır
Tekebbür seni toprağa düşürür
Kötü huylu isyankar baş aşağı düşer
Yüce olman gerekir, üstünlük taslama
Dünyaya aldanan kimseden din yolunu sorma
Allah'ı görmeyi kendini görenden arama.

"Allah'ım! İhtiyaç ve yoksulluğu şiddetli olan kimsenin yalvarışı gibi sana yalvarırım!"
Gerçek Malik Allah'tır
Dua eden kimse, duanın bu bölümünü okuyunca, kalp gözü ve basiretiyle, Kur'ân ayetleri ve rivayetlerinden yardım alarak iki gerçeği müşahede etmelidir:
Birinci gerçek şudur ki; merhamet sahibi Allah'tan başka bir malik, feyiz kaynağı, bağışlayıcı, ihtiyaçsız ve mutlak zengin bir varlık yoktur.

İkinci gerçek de şudur ki; gaybi ve şuhudi bütün varlıkların ve insanın vücudunun zat ve hüviyeti salt fakirlik, ihtiyaç ve memlukiyet (kulluk) haletidir. Müstağni olduğu ve hiçbir ihtiyacı bulunmadığı halde varlık sarayını yükselten, çeşitli varlıkları yaratılış aleminde vücuda getiren, her varlığı, ihtiyaç duyduğu her şeyi temin ederek yaratılış mecrasında karar kılan tek varlık Allah'tır. Bütün varlıkların varlığı Allah'ın rabbani feyizlerinden bir feyzinin sızıntılarıdır.

Hiçbir varlık O'na karşı koyamaz, bütün varlıklar zati gereği Allah'ın mutlak kudretine teslimdir. "Ol" kelimesiyle kainatı yokluk karanlığında bir meşale gibi alevlendiren ve "olma" kelimesiyle de bütün varlıkları yokluk diyarına gönderebilme kudretine sahip olan ve de bütün varlıkların Allah'ın geniş rahmetine olan ihtiyacına rağmen neden ve hangi sebeple Allah kullarına merhamet etmesin? Neden Allah'ın rahmeti bütün alemdeki varlıkları kapsamasın? Hangi sebeple insan Allah'ın rahmetinden ümidini kesebilir?

Bir taraftan tüm kainatın, Allah'ın rahmet ve lütfüne olan ihtiyacı ve bir taraftan da Allah'ın mukaddes zatının sonsuz lütuf, rahmet ve muhabbetle nitelendirilmesi bütün varlıkların Allah'a olan ihtiyacının ve Allah'ın bütün varlıklardan müstağni oluşunun apaçık delilidir.

Allah; Halık, Razık, Musavvir, Vedud, Rahim, Kerim, Gafur, Muhyi Ve Mumittir. Hiçbir konuda Allah'ın eşi ve benzeri yoktur. Varlık alemindeki bütün varlıklar Allah'ın yarattığı mülkü ve rızk verdiği varlıklardır. Bir an olsun Allah'tan asla müstağni olamazlar. Allah, alemdeki bütün varlıkların maliki, bütün varlıkların işlerinin yöneticisi ve yaratılış sisteminin düzenleyicisidir.

Mal, çocuk, makam ve mevki düşkünlüğü sebebiyle feyiz kaynağı Allah'a olan ihtiyaçlarından habersiz kimseler, kendilerini müstağni ve ihtiyaçsız olduklarını hissetmektedirler. Oysa bu his, şeytani bir histir. Gaflet ve cehalet ağacının çok acı bir meyvesidir. Bu yüzden bu basiretsiz kör kalpli ve hüsran kuyusuna düşmüş kimseler, Allah'ın dergahına varmaktan, dergahında yalvarıp yakarmaktan, rablerin rabbi olan Allah'a ihtiyacını arzetmekten ve Allah'a muhtaç olduklarını bildirmekten mahrumdurlar.

Bu yüzden de telafisi mümkün olmayan büyük bir zarar ve ziyana duçardırlar. Bunların hayatları ve yaşamları, çöldeki ve ormandaki vahşi hayvanlar gibi maddecilik zulmetiyle kirlenmiştir ve melekuti özel feyizlerden mahrumdur. Kur'ân, O mutlak, gani, salt (zengin), sonsuz feyiz sahibi ve bütün kemal sıfatlarını barındıran mukaddes zat hakkında şöyle buyurmaktadır: "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır ve Allah her şeye kadirdir."

Hakeza: "Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin egemenliği Allah'ındır ve dönüş O'nadır."
Hakeza: "Göklerin ve yerin egemenliği O'nundur; diriltir, öldürür. O, her şeye kadirdir."
Hakeza: "Göklerin ve yerin egemenliği Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder."
Kur'ân, insan hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız, Allah ise müstağnidir, övülmeğe layık olandır."

Gerçekten de insanın bütün vücudu ihtiyaç, niyaz, fakirlik ve yoksulluktan başka bir şey değildir. İnsan kendi yaratılışında, hayatını sürdürmede, dünyaya veda etmede ve menfaat elde edip zararı def etme hususunda hiçbir güç ve kudrete sahip değildir. Allah insanı yaratmış, kendisini feyizlendirerek hayatının devamını sağlamış, her türlü menfaat yoluna celbetmiş, her türlü zararı ondan gidermiştir.

O halde neden ve hangi delille bu muhtaç ve fakir varlık bir Cuma akşamı ihtiyaçsız zatın huzuruna temiz bir kalp ve halis bir niyetle varıp ihtiyacını ilan etmesin ve bütün varlığıyla, "Allah'ım! İhtiyaç ve yoksulluğu şiddetli olan kimsenin yalvarışı gibi sana yalvarırım" demesin?

İnsanın en güzel ve en faydalı hali, dua halidir. Zati fakirliğine teveccühen ve ihtiyaç içinde olduğunu bilerek gerçek dostun dergahına doğru ihtiyaç elini kaldırması, kalbinin derinliklerinden inlemesi ve Hazreti mahbuba (Allah'a) şöyle arzetmesidir:

O kalp ki sen ondasın hüzün evi neden olsun
Güvenilir bir dayanak olunca neden inlesin
O kalp ki senden habersiz olsun
Kalp senin yerin olunca hüzün evi neden olsun
Yabancı o kimsedir ki seninle dost olmasın
O kimseye ki sen dostsun yabancı neden olsun
Deli o kimsedir ki aşkı anlamamıştır
O kimse ki aşıktır divane neden olsun
Bilgin, marifeti olan kimsedir
Arif olmayan kimse bilgin neden olsun
İnci tanesi göğüs sedefinde gizlidir
Cansız olan taş neden inci tanesi olsun
Bir kalp ki o yüzü görünce onun aşk kokusunu alır
Başkalarının aşkı ona neden yuva olsun
Cananı sen olan can senden gayri kimi görsün
Sevgilisi sen olan kalp puthane neden olsun
Git Yusuf suresini oku ki Kur'ân'dan işitesin
Aşk hadisi haktır, efsane neden olsun
Feyz Hak'tan mutludur, asla hüzünlenmez
Kalp imar olunca virane neden olsun.

"Hacetini zorluklar anında kapına getirmiştir."
Gerçi merhamet sahibi olan Allah, kulunun ihtiyaç ve isteklerini bilmektedir; sıkıntılarından, musibetlerinden ve dertlerinden haberdardır; hiçbir dua ve isteği olmaksızın da ihtiyaç sahibinin ihtiyaçlarını şiddetli olaylar, belalar, musibetler ve sıkıntılar anında gidermektedir.

Ama Kur'ân ayetleri ve rivayetleri esasınca Allah, kulunun dergahına ihtiyacını arzetmesini, yalvarıp yakarmasını, diliyle Allah'ın dergahına ihtiyacını söylemesini, merhametli mevlasıyla münacat etmesini, bu dergahın eşiğinde kulluk ve alçak gönüllülük içinde olmasını,

ihtiyaç duyduğu şeyi dua ve münacatla istemesini, o feyiz ve rahmet kaynağına şöyle arzetmesini istemektedir: "Ey merhametli ve sevgili Allah'ım! Lütuf ve inayet anahtarıyla sorunlarımı hallet! Hayatımdaki sıkıntıları gider, musibetleri ve şiddetli olayları benden uzak kıl. Beni sıkıntılar zindanından kurtar; rububi irade ve nihayeti olmayan ihsan ve kereminle ihtiyaçlarımı gider, isteklerimi karşıla, dilencilik torbamı, özel feyizlerinle doldur."

İnsanın hacetini beyan etmesi, fakirliğini dile getirmesi ve de; "Ey merhametlilerin en merhametlisi! Ben fakirlik dışında bir şey değilim; senin dergahına dilenmekten başka bir şey bilmiyorum; gözyaşı, ah, ümit ve arzu dışında bir sermayem de yoktur" diye ilan etmesi, Allah-u Teala'nın istediği bir şeydir ve hakikatte bu gerçek Allah'a itaat ve boyun eğmektir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de de insana dua etmesi emredilmiş ve de duaya icabet edileceği garanti verilmiştir."

Evet, dua ve ihtiyacını izhar etmek, hacetlerini söylemek ve yalvarıp yakarmak da bir tür ibadettir, teslim olmaktır, Hak Teala'ya itaat etmektir ve hakikatte ibadetin beynidir.
Allah-u Teala kulunun sıkıntılar, zorluklar, musibetler ve şiddetli olaylar karşısında bu sıkıntılarını ve musibetlerini gidermesi için başkasının kapısına gitmesini, ihtiyacını başkasından dilemesini ve sorunlarını başkasından gidermesini dilemesini istememektir.

Önemli kitaplarda yer alan Kutsi bir hadiste bu konuda çok önemli ve değerli gerçekler yer almıştır. Bu esasa göre kul, sadece ihtiyaçlarını Allah'ın dergahına arzetmeli ve başkasından yüz çevirmelidir.
Burada bu melekuti metnin ve arşi hakikatin tercümesini aktarmak gerekir:

"Kulum sıkıntılar ve zorluklar anında başkasına mı ümit bağlar ve benden başkasının o sıkıntıları gidermesini mi ister? Oysa zorlukları ve sıkıntıları gidermek benim kudret elimdedir. Acaba kul, benden gayrisinin ihtiyaçlarını gidermesini ve fakirlikten kendisini kurtarmasını mı ümit eder? Oysa güçlü, bağışlayıcı, kerem sahibi ve cömert olan benim. Bütün hacet kapıları benim yanımdadır, anahtarı da benim lütuf ve rahmet elimdedir.

Kuluma ne olmuş ki benden yüz çevirdiğini görüyorum, oysa benden istenmediği şeyleri bile kendisine bağışladım? Şimdi bütün bu ihtiyaç, hacet ve isteklerine rağmen benden yüz çevirmiş, ihtiyaç ve isteklerini benden gayrisine götürmüştür.
Ben, kendisinden başka ilah olmayan Allah'ım! O benden istemeden ben kendisine bağışta bulunurum. Acaba benden istediği takdirde ona bağışlamaz mıyım?

Kerem ve cömertliğin sonsuz deryaları benden değil midir? Acaba dünya ve ahiret benim elimde değil midir?
Eğer bütün göklerin ve yerin benzerini benden isteyecek olsalar, bunu onlara verecek olsam, bir sinek kanadı kadar dahi benim mülkümden azalmaz. Benden yüz çeviren, benden başkasından ihtiyaçlarını isteyen ve benden başkasından sıkıntılarını gidermesini talep eden kimseye ar olsun!"

"Katında bulunanlara rağbeti büyük (çok) olan"
Müminlerin Emiri Ali (a.s), Allah'ın nezdinde olan şeyler hakkında tam bir marifet ve bilgi sahibiydi. Bu marifet ve bilgi esasınca bu duayı okuduğu zaman yüzünü toprağa dayıyor, yalvarıp yakararak şöyle arzediyordu: "Senin nezdinde olan şeylere rağbetim çok büyüktür."

Eğer Allah nezdinde olan ve her insanın nasiplenmesi gereken şeylere işaret etmek ve de Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerinden birer örnek getirmek istersek, bu şerh ve açıklama birkaç yüz cilt kitapta yer alacaktır ve ilahi feyizlerin sonsuz deryasından bir damlasına bile işaret etmeden ömür sona erecektir.


Hak Teala'nın Kulun Amelleri Karşısındaki Mükafatları

Merhamet sahibi olan Allah, merhamet ve lütuf üzere; bütün kullarını namaz, oruç, hac, cihat, infak, sadaka, insanlara hizmet, birbirinin haklarına riayet ve günahları terk etmek gibi bir takım farzları yerine getirmeye davet etmiştir ve bütün bu ameller karşısında da iman, amel eden kimsenin kapasitesi ve ameli ile uyumlu olarak bir takım mükafatlar takdir etmiştir.

Kur'ân-ı Kerim kesin bir şekilde şöyle ilan etmektedir: "Biz iyilerin ve ıslah edicilerin mükafatını zayi etmeyiz. Islah edenlerin ve iyilik sahiplerinin mükafatlarını elde etmeleri kesin ve yakinidir."
Merhamet sahibi olan Allah, mümin, salih, iyilik sahibi ve takvalı kulları için birkaç çeşit mükafat takdir etmiştir ki Kur'ân-ı Kerim'de onlara işaret etmiştir:

1- Azim mükafat 2- Değerli mükafat 3- Tükenmeyen mükafat 4- Büyük mükafat 5- İki kat mükafat
"Onlardan ihsan ve takva sahibi olanlara büyük mükafat vardır."
"Doğrusu, sadaka veren erkek ve kadınlara, Allah'a güzel bir takdimde bulunanlara kat kat karşılık verilir; onlara değerli bir mükafat vardır."

"Doğrusu iman edip salih amel işleyenlere, onlara tükenmeyen bir ecir vardır."
"İman edip iyi işler yapanlara da mağfiret ve büyük bir mükafat vardır."
"İşte onlara, sabırlarından dolayı, ecirleri iki defa verilir; onlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da infak ederler."

Allah nezdinde iman ve salih amel ehli için takdir edilen mükafatlar daimi ve sürekli mükafatlardır. Allah'tan başka hiç kimse bu mükafatı verebilme gücüne sahip değildir. Rivayet ve hadisler, Hak Teala'nın mükafatlarından bir bölümüne işaret etmiştir. Örnek olarak hakikatte Kur'ân ayetlerini izah eden rivayetlere bu satırlarda yer verelim:

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Amelinizin sevabı, amelinizden daha üstündür."
Hakeza: "Sabrın sevabı, en iyi sevaptır."
Hakeza: "Şüphesiz en büyük mükafat, insaf mükafatıdır."
Hakeza: "Cihadın sevabı en büyük sevaptır."



Dipnotlar
------------

- Usul-u Kafi, c. 2, s. 116, Bab'ul- Mudarat, 1. hadis
- Kafi, c. 2, s. 119, Bab'ur- Rıfk, 6. hadis ve Tefsir-i Muin, s. 365
- Kafi, c. 2, s. 120, Bab'ur- Rıfk, 13. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 53, 416. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 445, 10174. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 445, 10180. hadis
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 3, s. 186, Kitab-u Adab'il- Kesb-i ve'l- Meaş, 1. bab
- Bihar'ul- Envar, c. 58, s. 129
- Enis'ul- Leyl, s. 66
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 8, s. 384, Kitab-u Zikr'il- Mevt ve ma be'deha, 8. bab
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 8, s. 484, Kitab-u Zikr'il- Mevt ve ma be'deha, 8. bab
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 8, s. 384, Kitab-u Zikr'il- Mevt ve ma be'deha, 8. bab
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 8, s. 385, Kitab-u Zikr'il- Mevt ve ma be'deha, 8. bab
- Müstedrek'ül- Vesail, c. 9, s. 55, Bab-u İstihbab'it-Terahum, 10187. hadis
- Enis'ul- Leyl, s. 166
- Tefsir-i Muin, s. 580
- Mecmua-i Verram, c. 2, s. 119 ve Tefsir-i Muin, s. 580
- Gurer'ul- Hikem, s. 450, 10344. hadis ve Tefsir-i Muin, s. 580
- Gurer'ul- Hikem, s. 246, 553. hadis ve Tefsir-i Muin, s. 580
- Gurer'ul- Hikem, s. 449, 10333. hadis ve Tefsir-i Muin, s. 580
- Hud, 6
- İsra, 30
- Cami'ul- Ahbar, s. 139, el-Fasl'ut- Tasi' ve't- Tis'un; Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2058, er- Rızk, 7211. hadis
- Kenz'ul- Ummal, s. 9203; Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2058, er- Rızk, 7212. hadis
- Kenz'ul- Ummal, s. 9305; Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2058, er- Rızk, 7214. hadis
- Kenz'ul- Ummal, s. 44154; Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2056, er- Rızk, 7194. hadis
- el-Hisal, c. 2, s. 504, 2. hadis; Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2056, er- Rızk, 7191. hadis
- Mişkat'ul- Envar, s. 128, el-Fasl'us- Sadis; Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2056, er- Rızk, 7192. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 90, s. 386, 26. bab, 17. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2056, er- Rızk, 7193. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 66, s. 407, 38. bab, 117. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2056, er- Rızk, 7185. hadis
- Mişkat'ul- Envar, s. 221, el-Fasl'ul- Evvel ve Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2056, er- Rızk, 7187. hadis
- Cami'ul- Ahbar, s. 139, el-Fasl'ut- Tasi' ve't- Tis'in ve Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2060, er- Rızk, 7217. hadis
- Cami'ul- Ahbar, s. 139, el-Fasl'ut- Tasi' ve't- Tis'un ve Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2060, er- Rızk, 7218. hadis
- Kafi, c. 5, s. 88, Bab-u Men Kedde…, 2. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2058, er- Rızk, 7204. hadis
- Cami'ul- Ahbar, s. 139, el-Fesl'ut- Tasi' ve't- Tis'un, ve Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2058, er- Rızk, 7202. hadis
- Nehc'ül- Belağa, 91. hutbe, Hz. Ali'nin hutbelerindendir ve de Eşbah hutbesi diye meşhurdur.
- Mişkat'ul- Envar, s. 34, el-Fesl'us- Sabi' ve Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2090, er- Rıza, 7295. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 66, s. 373, 38. bab, 19. hadis
- el-Hisal, c. 1, s. 169, 122. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2092, er- Rıza, 7312. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 68, s. 139, 63. bab, 27. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2092, er- Rıza, 7315. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 75, s. 201, 23. bab, 34. hadis

- Nahl, 97
- Gurer'ul- Hikem, s. 391, 8981. hadis
- Kenz'ul- Ummal, s. 7095 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 10, s. 5054, el-Kenaat, 17141. hadis
- Kenz'ul- Ummal, s. 8741 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 10, s. 5054, el-Kanaat, 17143. hadis
- Kafi, c. 2, s. 139, Bab'ul- Kanaat, 9. hadis
- Kafi, c. 8, s. 243, 337. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 238, 4806. hadis
- Aburrahman-i Cami, Gozide-i Heft Ureng, Hikayet-i Pir-i Harkeş
- Hicr, 88
- Kasas, 83
- Nahl, 23
- Zümer, 60
- Mecmua-i Verram, c.1, s. 201, Beyan-u Fazilet'it- Tevazu ve Mizan'ul- Hikmet, c. 14, s. 6846, et- Tevazu, 21825. hadis
- Nehc'ül- Belağa, 192. hutbe, Hz. Ali'nin hutbelerindendir ve de Kasıa olarak adlandırılmıştır.
- Bihar'ul- Envar, c. 72, s. 119, 51. bab, 5. hadis
- Bihar'ul- Enva, r c. 72, s. 123, 51. bab, 20. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 74, s. 181, 7. bab, 15. hadis
- Kafi, c. 2, s. 121, Bab'ut- Tevazu', 1. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 14, s. 6856, et- Tevazu, 21872. hadis
- Tezkire-i İbn-i Cevzi, s. 67
- Kısas'ul- Enbiya-i Sa'lebi, s. 288
- Sa'di-i Şirazi, Bostan, Hikayet-i Beyazıt-i Bestami
- Yani yaratıcı, rızk verici, şekillendirici, sevgili, rahmet sahibi, kerem sahibi (cömert) mağfiret sahibi, diriltici ve öldürücüdür.
- Al-i İmran, 189
- Maide, 18
- Hadid, 2
- Feth, 14
- Fatır, 15
- Divan-i Feyz-i Kaşani, 2, 707, 242. gazel
- "Bana dua edin ki sizlere icabet edeyim"

- "Dua ibadetin beynidir"
- Enis'ul- Leyl, s. 196
- Bu konu şu üç ayette beyan edilmiştir: "Kitab'a sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz iyiliğe çalışanların ecrini elbette zayi etmeyiz." (A'raf, 170)
"Doğrusu Allah iyilik yapanların ecrini zayi etmez." (Tövbe, 120)
"Şüphesiz iman edip iyi hareket edenin ecrini zayi etmeyiz." (Kehf, 30)
- Al-i İmran, 172
- Hadid, 18
- Fussilet, 8
- Fatır, 7
- Kasas, 54
- Tefsir-i Muin, s. 499
- Gurer'ul- Hikem, s. 281, Fazilet'us- Sabr, 6240. hadis ve Tefsir-i Muin, s. 299
-Gurer'ul- Hikem, s. 394, el-İnsaf ve medhuhu, 9104. hadis ve Tefsir-i Muin, s. 299

10
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi

Sohbetin devami


İmam Bakır (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Mekke'de uyuyan ziyaretçi şehirlerde çaba gösteren kimse gibidir. Mekke'de secdeye kapanan kimse, Allah yolunda kanlar içinde kalan şehit gibidir ve hacının yerine onun evinin işlerini idare eden kimsenin de mükafatı, hacceden kimsenin mükafatı gibidir; öyle ki adeta Hacer'ul Esved'e dokunmuştur."
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah yolunda bir gün cihat etmek, dünya ve dünya üzerindeki her şeyden daha hayırlıdır."

Hakeza: "Bir gece aziz ve celil olan Allah yolunda nöbet tutmak, ibadete kalkılan bin geceden ve oruç tutulan bin günden daha üstündür."
Hakeza: "Şüphesiz kul gece yarısı Rabbiyle halvet edince ve münacatta bulununca, Allah nurunu onun kalbinde sabit ve kalıcı kılar."

Ali (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Gece ibadeti; bedenin sıhhati, Rabbin rızayeti, peygamberlerin ahlakına sarılmak ve rahmete maruz kalmaktır."

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz kıyamet günü kulun ateşe götürülmesi emredilir. Kul cehenneme doğru çekilip sürüklenince, mümin kadınlar ve erkekler şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bu sürekli bize dua eden bir kimsedir. Onun hakkında şefaatimizi kabul et" Allah onun hakkında şefaatlerini kabul eder ve o kurtulur."

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Biliniz ki kim Kur'ân'ı öğrenir, başkalarına öğretir ve Kur'ân'da olan şeylerle amel ederse, ben onu cennete sevk eder ve cennete doğru kılavuzu olurum."

Cennet

Allah nezdinde olan ve marifet, iman ve salih amel ehli olan kimselerin rağbet ve iştiyak duydukları gerçeklerden biri de şüphesiz cennettir. Merhamet sahibi Allah, Kur'ân-ı Kerim'de bütün kullarını bu ebedi yere ve sürekli karar kılacakları diyara davet etmiş ve buraya ulaşmanın yolunun da iman, salih amel, takva, helal ve haramlara riayet olduğunu bildirmiştir.

"Rabbinizin mağfiretine ve takva sahipleri için hazırlanmış, eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun."
"Rabbiniz tarafından bağışlanmaya, Allah'a ve Peygamber'ine iman edenler için hazırlanmış, genişliği yerle göğün genişliği kadar olan cennete koşuşun; bu Allah'ın dilediğine verdiği lütfüdür."

Kur'ân-ı Kerim'in ayetleri ve Peygamber (s.a.a) ile Ehl-i Beyt'ten (a.s) nakledilen rivayetler esasınca cennet, imanın, salih amelin, takvanın ve haramlardan uzak durmanın mükafatıdır.

Bu gerçeklerden mahrum olan ve küfür, şirk ve her türlü günahlara bulaşan kimseler, esenlik ve huzur diyarı olan cennete girmeye layık olmadıkları gibi cehennem ehlinden sayılmakta, Hak Teala'nın rahmetinden mahrum kalmakta ve de Allah'ı görmekten uzak bulunmaktadırlar.

"Kadın veya erkek, kim inanarak salih amel işlerse, işte onlar cennete girerler; orada hesapsız şekilde rızıklanırlar."

"Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi emreder kötülükten alıkorlar; namaz kılarlar, zekât verirler, Allah'a ve Peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hikmet sahibidir. Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, temelli kalacakları,

içlerinden ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler vadetmiştir. Allah'ın hoşnut olması en büyük şeydir. İşte büyük kurtuluş budur."

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: "Biliniz ki şüphesiz cennete iştiyak duyan kimse, iyiliklere doğru koşmuş, şehvetlerden uzak durmuştur. Her kim de Allah'tan korkmuşsa, tövbe ile günahlardan Allah'a yönelmiş ve de haramlardan geri dönmüştür."

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Cennetin değeri salih ameldir."
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: "On şey vardır ki kim bunlarla aziz ve celil olan Allah'ı mülakat edecek olursa cennete girer: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmek, aziz ve celil olan Allah nezdinden getirdiği Kur'ân'ı ikrar etmek,

namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan ayı orucunu tutmak, Allah'ın evini haccetmek, Allah'ın dostlarını sevmek, Allah'ın düşmanlarından beri olmak ve her türlü sarhoş edici maddeden kaçınmak."


Allah'ın Rahmeti

Kur'ân-ı Kerim ve rivayetler, Allah'ın kullarına olan rahmetini geniş bir şekilde söz konusu etmiş ve herkesi de iman, salih amel, günahlardan tövbe, takva ve iyiliğe sarılarak Allah'ın rahmetini elde etmeye davet etmiştir.
"Allah kendisine iman edenleri ve Kitab'ına sarılanları rahmetine ve bol nimetine kavuşturacak."

Hakeza: "Ayetlerimize iman edenler sana geldiğinde onlara de ki: "Selam size!" Rabbiniz, merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tövbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir."

Hakeza: "De ki: "Rabbinizin rahmeti geniştir."
Hakeza: "Rahmetim her şeyi kaplamıştır."
Hak Teala'nın rahmetini elde etmek için bir takım şeylere riayet etmek gerekir. Bu işlere riayet edilmedikçe de Hak Teala'nın rahmeti elde edilemez.

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: "Güzel dönüşle, Allah'ın rahmet ve bağışına yönel ve güzel dönüşü gerçekleştirmek için de halis dua ve gece karanlıklarında münacattan yardım alın."
Bir şahıs Peygamber-i Ekrem'e (s.a.a) şöyle arzetti: "Rabbimin bana merhamet etmesini istiyorum." Peygamber şöyle buyurdu: "Kendine ve Allah'ın yaratıklarına merhamet et ki Allah da sana merhamet etsin."

Kitabın başında Dua-i Kumeyl'in ilk duası olan "Allahumme inni eseluke bi rahmetikelleti vasiat kulle şey" cümlesinin tefsirinde, Allah'ın rahmeti detaylı bir şekilde tefsir edilmiştir. Bu gerçeği anlamak ve ilahi rahmet ve lütuflara daha çok dikkat etmek için rahmetin tefsir ve açıklamasına kısaca bir bakmakta fayda vardır.

Kimdir senden gayri ki feryadımı dilesin
Alevlenen gam ateşini söndürsün
Kimdir senden gayri ki söylenmemiş sır sözünü
İşitsin veya işitince unutsun
Kimdir senden gayri ki maksadımın şahidi olarak
Lütuf üzere bir an bana dost ve arkadaş olsun
Senin sevgi kadehin rahmet badesiyle doludur
Özgür insan ondan ancak içebilir
Dün gece seher vakti o güzellik mahzarı rüyama geldi
Ümit ederim ki her gece rüyama gelsin.

Allah'ın Affı

"Afv" kelimesi cezalandırmaktan göz yummak, günahları bağışlamak ve dosyadan kötülük ve etkileri yok etmek anlamındadır.
Merhamet sahibi olan Allah bu hakikatin zuhurunu tövbe edenler, günahı terk edenler ve Allah'ın dergahına yönelenler için takdir etmiştir. Kur'ân-ı Kerim'in birçok ayetlerinde bu yüce sıfat övülmüştür ve açık bir şekilde şöyle ilan edilmiştir:

"Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır."
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "(Allah'ın) Emri kesin ve hikmete dayalıdır; rızayeti güvenlik ve rahmettir; ilmiyle hükmeder ve hilmiyle bağışlar."

Bir bedevi şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü! Kıyamet günü yaratıkları hesaba çeken kimdir?" Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Aziz ve celil olan Allah'tır." Bedevi şöyle dedi: "Ka'benin Rabbine andolsun ki o halde kurtulduk." Peygamber (s.a.a): "Ey bedevi! Bu nasıl olur?" diye sordu. O şöyle dedi: "Zira kerim (yüce) kimse, kudret elde ettiği zaman bağışlar."

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'ın haramlarından uzaklaşırsa, Allah'ın affı ona koşmuş olur."
Evet, sevap, cennet, rahmet ve af gibi Allah nezdinde olan hakikatler, aşıkların, sevenlerin, Allah ile raz-u niyazda bulunanların, Allah'ın rahmet ve lütuf dergahına şöyle arzetmelerine neden olmuştur: "Katında bulunanlara rağbeti büyük olan..."

"Allah'ım! Senin saltanatın büyüktür."
Allah'ın hükümdarlığı ve saltanatı zati ve de hakikidir. Diğer saltanatlar ise geçici ve fanidir. Allah'ın saltanat ve hükümdarlığı sürekli, kalıcı, sonsuz ve sınırsızdır. Diğer saltanatlar ise zaman açısından az ve çok sınırlıdır.

Allah'ın saltanat ve hükümdarlığı varlık aleminin gayb, şuhud, zahir ve batınını kapsamaktadır. Hakikatte Allah'ın saltanatı dışında bir saltanat yoktur. Allah'tan gayrisi fakir ve O'na muhtaçtır ve kendiliğinden bir sermayeye sahip değillerdir.

Allah'ın hüccet ve burhanı büyük ve güçlüdür. Allah karşısında hiçbir hüccet, delil, burhan mevcut değildir. Akıl, nübüvvet, Kur'ân ve imamet, Allah'ın kıyamet günü onlarla bütün yaratıklara delil gösterecekleri hüccetlerdir. Allah-u Teala, günah işleme ve salih amelden uzak durma noktasında bütün herkesin özrünü ve bahanesini ortadan kaldıracaktır.
"Ve mekanın yücedir"

Kur'ân-ı Kerim'de kendisini "Onun bir benzeri yoktur" hakikatiyle öven, her ayıp ve noksanlıktan münezzeh olan, bütün kemal, cemal ve celal sıfatlarına sahip olan, sıfatları zatının ve zatı da sıfatlarının aynısı olan güzel isimleri ve yüce sıfatları kendisine has olan, bütün gaybi ve şuhudi varlıkların kendi kayyumiyeti ışığında ayakta durduğu,

kainattaki bütün varlıkların ilim, irade, kudret ve rahmetine boyun eğdiği, sıfatlarının bir sınırı olmayan, kuvveti bütün güçlerin, azameti bütün azametlerin ve üstünlüğü bütün üstünlüklerin üzerinde olan mukaddes zat, elbette yüce bir makama sahiptir ve mekanı her şeyin üstündedir.

"Düzenin (tedbirin) gizlidir"
Metinde geçen "mekr" kelimesi Allah'tan gayri varlıklar hakkında kullanıldığı takdirde hile, aldatma ve başkasını kandırmak anlamında kullanılmaktadır ve bu anlamda bir "mekr" Allah hakkında caiz değildir. Zira bu anlamda "mekr" cahil ve aciz insanların sıfatıdır.

Cehalet ve acizlik ise Allah'ın mukaddes dergahından uzaktır. Zira Allah'ın mübarek vücudu, ilim, kudret, rahmet, cömertlik ve sonsuz yüceliktir.

Varlıkların bütün işlerde Allah'a muhtaç oluşu ve Allah'ın ise hiçbir işinde varlıklara muhtaç olmayışı da sabit bir gerçek ve kesin bir realitedir. "Mekr" (Allah hakkında kullanılınca cezalandırma ve azap anlamındadır) Allah her kimi bu cezalandırma ve azaba müstehak görürse, artık o varlık hiçbir çare ve kaçış yolu bulmaksızın söz konusu azap ve cezalandırmaya maruz kalmaktadır.

Allah'ın, gurura kapılarak, mest olarak, gaflet ve cehalet içinde günah, refah, lezzet ve masiyet içinde yüzenler hakkındaki cezalandırması, azabı ve intikamı çeşitli suretlerde ve şekillerdedir.

Bunun bir merhalesi istidrac ve istihmal suretindedir. Yani cahil ve habersiz kimse, gurura kapılarak ve kendi başına hareket ederek günahını arttırdıkça Allah da buna karşılık ona verdiği nimetlerini artırır. Bu nimetlerin çokluğu sebebiyle de gafleti daha da çoğalmakta, tövbe ve istiğfarı unutmaktadır.

Sonra aniden, günahkar farkına dahi varmaksızın, azap ve intikamın gelişinden habersiz olmaksızın cezalandırma ve azabını günahkar şahsın üzerine indirmekte ve yakasından tutmaktadır. Allah, her şeyden habersiz olduğu bir anda günahkar kulundan intikam almaktadır. Hakikatte günahkar kimseyi gizli "mekr" belasıyla azaba duçar kılmaktadır.

İmam Sadık'tan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah bir kulun hayrını istediğinde, o kul bir günah işlerse, o günahın ardından ona bir nimet verir ve ona (o vesileyle) mağfiret dilemeyi hatırlatır. Allah bir kulun kötülüğünü istediğinde,

derken de o kul günah işler onun ardından ona istiğfarı unutsun diye bir nimet verir ve o nimet vesilesiyle günahı devam eder. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur : "Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yönlerden, yavaş yavaş helake götüreceğiz."

"Ve emrin aşikardır."
Hak Teala'nın emri, bir aşamada tekvini bir emirdir. İşte bu emirle bütün varlıklar varlık sahnesinde boy göstermişler ve zuhur sahnesine çıkmışlardır. Allah'ın diğer bir emri de teşrii (yasama ile ilgili) emirdir. Bu emrin bereketiyle de Kur'ân-ı Kerim, İslam Peygamberi'nin (s.a.a) kalbinin ufuklarında ortaya çıkmıştır. Bu emrin bir cilvesi de hükümler, kanunlar, emirler, helal ve haramlardır. Bunlar da semavi kitaplar, peygamberlerin nübüvveti ve İmamların imametiyle bütün insanlığa duyurmuşlardır.

"Kahrın galip ve kudretin her yerde caridir."
Allah'ın kudret ve kahrının tefsir ve yorumu gerekli olduğu kadarıyla bu kitabın başında yer almıştır.
"Ve senin hükümetinden kaçmak imkansızdır."

Hak Teala'nın mukaddes zatı her açıdan ve her taraftan bütün varlıkları ihata etmiştir. Varlıklardan hiçbirisi O'nun ihata sultasının dışında değildir. Bütün varlıklar Allah'ın iradesiyle vücuda gelmişlerdir. Dolayısıyla da Allah bütün varlıklardan öncedir. Bütün varlıklar Allah'ın kudret ve rahmeti gölgesinde,

lütuf ve nimetlerinin yardımıyla hayatını sürdürmektedir. O halde Allah bütün varlıklarla birliktedir. Bütün varlıkların dönüşü Allah'adır. O halde Allah her şeyden sonradır. Bu yüzden de hiçbir varlık için Allah'ın hükümetinden ve egemenliğinden dışarı çıkacak bir kurtuluş yolu yoktur. Çok önemli bir rivayette şöyle yer almıştır: "Bir şahıs, İmam Hüseyin'in (a.s) huzuruna vardı ve şöyle arzetti: "Ben günahkar bir şahısım. Günah hususunda sabredemiyorum. O halde bana öğüt ver." İmam (a.s) şöyle buyurdu:

"Beş şeyi yap, sonra istediğin günahı işle: Evvela; Allah'ın rızkını yeme ve istediğin günahı işle. İkinci olarak; Allah'ın velayet, yöneticilik ve hükümetinden dışarı çık ve istediğin günahı işle. Üçüncü olarak; Allah'ın görmediği bir yeri bul ve orada istediğin günahı işle. Dördüncü olarak; ölüm meleği ruhunu almaya geldiğinde onu yanından kov ve istediğin günahı işle. Beşinci olarak da; cehennem Malik'i seni cehenneme atmak istediğinde sen cehenneme girme ve istediğin günahı işle."

Evet, insan eğer kaçmak istiyorsa, o halde cehalet ve bilgisizlikten, ilim ve marifete; haber ve işitilen şeylerden, açıkça görme ve müşahadeye ve sonuç olarak da yaratıklardan Hak Teala'ya doğru kaçmalıdır. İnsanın bu kaçışında birçok dünyevi ve uhrevi menfaatler, ilahi rızayet ve ebedi saadet insana nasip olmaktadır. Hakikatte bu kaçış, nefsin heva ve heveslerinden akıl ve kalbe kaçıştır. Dünyadan ahirete, cehennemden cennete ve sonuç olarak da şeytandan Allah'a doğru kaçıştır.

Aşıklara bütün dünya mülkü bile nasip olsa
Ona göz yumarlar ta ki gönül yurdunu elde etsinler
Alemi kenara iterler iştiyaktan
Ta ki şefkatli yarın eteğine tutunsunlar
Hicran çölünü göz yaşlarıyla suvarırlar
Ta ki can tohumundan vuslat ürününü elde etsinler
Eğer baharda göz nehrinin yanına oturursan
Sonunda o maşuku görebilirsin.
"Allah'ım! Senden başka günahlarımı bağışlayan, çirkinliklerimi örten, çirkin amelimi güzele çeviren birisini bulamıyorum!"


Günahı Bağışlayan

Merhamet sahibi Allah'ın yüce sıfatlarından ve Hak Teala'nın güzel isimlerinden biri de "Gafir" ve "Gafur"dur. Yani bağışlayan, hatta çok bağışlayan mukaddes zat demektir. Bağışlanmayı elde ediş şartı ise, gerçek tövbe ve hakiki dönüştür.

Günahkar kimse "Gafur" sıfatına teveccühen şu hakikat hususunda ümitli olmalıdır ki, eğer günahlarından tövbe edecek, çirkinliklerinden el çekecek, hatalarından uzak duracak ve iman ile salih amele yönelecek olursa, şüphesiz bütün günahları bağışlanacaktır.

Bu konuda ümitsizlik ve soğuk davranmak büyük bir günahtır, azaba sebep olan bir suçtur ve hatta Kur'ân'ın ifade ettiği üzere küfre denktir.
"Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; doğrusu kâfirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez."
Hakeza: "De ki: "Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir."

Aşağıdaki ayetler de Allah'ın her günahkar kimsenin günahlarını bağışladığı gerçeği ortaya koymaktadır.
"Doğrusu Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir."
"Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir."

"Ettiği zulümden sonra tövbe edip düzelen kimse, bilsin ki Allah onun tövbesini kabul eder. Allah şüphesiz bağışlayan-dır, merhametli olandır."
"Allah'tan sakının, doğrusu Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir."

Evet, günahlarından tövbe eden, tövbe ettikten sonra büyük günahlardan sakınan, küçük günahlar hususunda ise ısrarlı olmayan, kazaya bıraktığı farzlarını eda eden, elinde bulundurduğu halka ait malları sahiplerine geri çeviren bir kimsenin böylesine gerçek bir tövbe sayesinde bütün çirkin geçmişinin bağışlanacağı kesindir.

Allah Resulü (s.a.a) gerçek tövbe eden kimsenin nişaneleri hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Tövbe eden kimsenin alameti ise dört şeydir: "Amellerinde Allah'a mutlak teslimiyet içinde olmak, batılı terk etmek, Hakk'a bağlı olmak ve iyiliklere rağbet etmek."

Hz. Ali (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Allah, kulunun yüzüne şükür kapısını açtığı halde nimetlerin artış kapısını yüzüne kapamaz. Hakeza dua kapısını açtığı halde, icabet kapısını yüzüne kapamaz ve tövbe kapısını açtığı halde bağışlanma kapısını yüzüne kapamaz."

Çirkinlikleri Örten

Hakk Teala'nın çok önemli sıfatlarından biri de, günahlarını gizlice yapan ve hiç kimsenin günahlarından haberdar olmasını istemeyen kulunun günahlarını örtmesidir.

Allah-u Teala, kullar gizlice günah işlediklerinde Allah'ın onlardan saygınlıklarını koruduğu, onu ve dosyasını başkaları karşısında açmadığını bilsinler diye kendini Settar'ul Uyub (ayıpları örten) olarak adlandırmıştır. Ama eğer bir günahkar aşırı hayâsızlık ve küstahlık içinde herkesin gözleri önünde günah işler ve haysiyetinden korkmazsa, bu durumda artık böyle bir kimsenin günahlarını örtmenin ve haysiyetini korumanın bir anlamı da kalmamaktadır.

Nitekim Allah Resulü'nden şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Her kim tövbe ederse, Allah tövbesini kabul eder; organlarına günahlarını örtmesi emredilir; yeryüzü parçalarına da günahlarını örtmesi emredilir; amelleri yazan katiplere de yazdıkları şeyler unutturulur."

Muaviye b. Veheb şöyle diyor: "İmam Sadık'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Mümin kul halis bir şekilde tövbe edince; Allah onu sever, dünya ve ahirette günahlarını örter." Ben (Muaviye b. Veheb) şöyle dedim: "Allah onun günahlarını nasıl örter?" İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Amel katiplerine yazdıkları günahları unutturulur. Böylece Allah'ı gördüğünde en küçük bir günahına şahitlik edecek herhangi bir şahit kalmaz."

Menhec'us- Sadikin tefsirinde şöyle rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü gelince kulu Allah'ın huzuruna götürürler ve şöyle emredilir: "Bir kubbe yapın ve kulumu oraya koyun." Daha sonra Allah-u Teala ona şöyle hitap eder: "Ey kulum! Nimetimi günah sermayesi edindin. Ben sana olan nimetlerimi arttırdıkça sen de günahlarını çoğalttın.

" Kul böylece utanç içinde başını önüne eğer. Daha sonra şöyle hitap edilir: "Ey kulum! Başını kaldır! Ben günah işlediğin an seni bağışladım. Günahlarına bağışlama çizgisi çizdim." Daha sonra bir başka kul getirilir. Bu kul kınanınca utanç içinde ağlamaya başlar. Hak Teala şöyle buyurur: "Ey kulum! Sen günah işleyip güldüğün gün bile seni utandırmadım. Bugün günah işlemeyip ağladığın halde sena nasıl azap ederim ve seni rezil kılarım. Seni bağışladım ve cennete gitmene izin verdim."

Kötülükleri İyiliklere Çeviren

Merhamet sahibi Allah'ın sıfatlarından biri de, kul tövbe edip imanla süslenince ve salih amele yönelince, günahlarını iyiliklere ve çirkinliklerini güzelliklere çevirmesidir.
"Ancak tövbe eden, iman edip salih amel işleyenler başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir."

"Gündüzün iki ucunda ve gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri (günahları) giderir."
Kötülükleri iyiliklere çevirme ile ilgili ilmi kitaplarda çok önemli konular beyan edilmiştir. Bu kitaplardan bazısı felsefi, bazısı irfani, bazısı edebi, bazısı da rivai boyutlara sahiptir. Bunlardan her birinin beyan ve açıklaması her ne kadar gerekli olsa da kitap için göz önünde bulundurduğumuz sınırları aşacak ve bizleri konumuzdan uzak düşürecektir.

Tefsir-i Numune'nin yazarı şöyle diyor: "Kötülükleri iyiliklere çevirmek hususunda birkaç yorum vardır ve hepsi de kabul edilir türden yorumlardır:
1- İnsan tövbe edip Allah'a iman edince, bütün vücudunda çok köklü bir değişim ortaya çıkar. Bu deruni değişim ve devrim sayesinde amellerinin kötülüğü gelecekte iyiliklere dönüşür. Eğer geçmişte cinayet işlemişse gelecekte mazlumları savunma ve zalimlerle savaşmaya koyulur. Eğer geçmişte zinakar ise gelecekte iffetli olur. İnsan bu ilahi başarı ve değişimi iman ve tövbe sayesinde elde etmektedir.

2- Allah-u Teala lütuf, kerem ve ihsanıyla, kul tövbe ettikten sonra kötü amellerini silmekte ve yerine iyilikleri geçirmektedir. Nitekim Ebu Zer'in Resulullah'tan (s.a.a) naklettiği bir rivayette şöyle yer almıştır: "Kıyamet günü olduğunda bazı kimseler getirilir.

Allah-u Teala kula küçük günahlarının sunulmasını ve büyük günahlarının örtülmesini emreder ve kula şöyle denir: "Sen falan gün bir küçük günah işledin." Kul da o günahını itiraf eder.

Ama kalbi büyük günahlardan dolayı korku ve titreme haleti içindedir. Burada Allah dilerse kula lütfeder ve her kötülüğünün yerine iyiliğin koyulmasını emreder. Kul şöyle arzeder: "Ey Rabbim! Benim bir takım büyük günahlarım da vardır, ama burada göremiyorum."

Ebu Zer şöyle diyor: "Bu esnada Peygamber (s.a.a) dişleri görünecek şekilde tebessüm etti ve daha sonra da şu ayeti tilavet buyurdu: "İşte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. "

3- Kötülüklerden maksat, insanın bizzat yaptığı ameller değildir. Aksine bu amellerden ortaya çıkıp insanın ruhuna inen kötü etkilerdir. Kul tövbe edip iman edince, o kötü etkiler ruh ve candan ayrılır ve hayırlı etkilere dönüşür. Kötülüklerin iyiliğe dönüşmesinin anlamı da işte budur:
Bizim lütuf dergahından başka sığınağımız yok
Padişahın kapısından başkasında dilenci gözümüz yok
Biz aşığız ve aşıklar müftüsü demiş ki
Cananın cilvesine aşık olmak günah değil
Adalet divanında utanç içindeyiz
Orada el, ayak ve baştan gayrisi şahit değil
Kudret katibinin yazdığı dosya
Haşa, onda bir yanlışlık yok
"Senden başka ilah yoktur, münezzehsin sen, sana hamdederim."
Temiz "lâ ilâhe illallah" tevhid kelimesi "tehlil", "sübhaneke" tesbih ve "bihamdike" ise tahmid (övmek) olarak adlandırılmıştır.

Her kim diliyle tehlil (lâ ilâhe illallah) der, kalbinin derinliğiyle sadık bir şekilde bu hakikati ikrar eder, bu konuda ihlaslı olur ve ameli olarak her türlü batıl ilahları hayat sahasından reddedecek olursa, gerçek anlamda muvahhiddir; Hak Teala'nın emanındadır. Dünya rezilliği ve ahiret azabı kesinlikle ona haram kılınmıştır. Kıyamet günü de cennet ehli, Allah'ın razı olduğu meleklerin sevgilisi, peygamberlerin, sıdıkların, şehitlerin ve salihlerin dost olduğu bir kimse olacaktır.

Tehlilin (lâ ilâhe illallah'ın) hakikati, Kur'ân-ı Kerim ve Peygamberlerin marifetleri, özellikle de İslam Peygamberi ve değerli Ehl-i Beyt'i vasıtasıyla Hz. Hakk'ın yüce sıfatları ve güzel isimleri hakkında marifet elde ettiği, eteği her türlü pisliklerden arındığı, farzları yüce bir himmet, aşıkane bir kalp ve ihlas içinde yerine getirdiği ve Allah'ın kullarına hizmetten kaçınmadığı zaman insanın batınında tecelli eder.
Evet, insan bu yolu katedince ve bu yolda harekete geçince, insanın bütün vücudu şu hakikati dile getirir:

Bilin ki Allah dışında her şey batıldır
Her nimet mutlaka yok olucudur.

Maşukun (gerçek sevgilinin) cemalinin insanın batın semasında cilve etmesiyle insanın bütün bir vücudu şöyle feryad eder: "Vücud aleminde Allah'tan başka etken yoktur." Güç ve kuvvet sadece Allah sayesindedir."
Aşkının heyecanı hiçbir kafada yok ki yok
Güzel yüzüne bakan yok ki yok
Kafese atmadığın bir gönül kuşu yok
Keskin okunun vurmadığı kanat yok ki yok
Senin gamından göğsümüz sıhhatlidir
Lale sıfatlı senin dağın ciğerde yok ki yok
Yüz ve zülfünün ayrılığından figan ederim figan
Her gece sehere kadar sokağının köpeği yok ki yok
Gözümüz yarasa gözüdür yoksa senin
Güzellik cilven kapı ve duvarda yok ki yok
Musa yok ki "ene'l hak" iddiasını işitsin
Yoksa bu zemzeme hiçbir ağaçta yok ki yok
Sırları duyan kulak yok, aksi takdirde
Sırlar da yok ki yok.
Sahi, varlık aleminde Allah'tan başka dergahına yönelinecek, kendisinden rızk talep edilecek ve kendisinden sorunların halli, belaların savrulması, günahların bağışlanması, çirkinliklerin örtülmesi istenilebilecek bir başka varlık var mıdır?

Gerçekten de duanın bu bölümünde tehlil, tesbih ve tahmid (lâ ilâhe illallah demek, Allah'ı münezzeh bilmek ve hamdetmek) bulunduğu makama da çok uyumludur. Zira bilinçlice dua eden insan zillet, çaresizlik, fakirlik ve yoksulluğunu izhar ettikten ve günahlarını itirafta bulunduktan sonra şöyle arz eder: "Günahlarımı bağışlayacak ve çirkinliklerimi örtecek birini bulamadım." Zira bu insan bu işlerin Allah'ın işleri olduğunu, hiç kimsenin buna gücünün yetmediğini bilir.

Dolayısıyla da "lâ ilâhe illa ente" diyerek tevhid, "sübhaneke" diyerek tesbih ve "bihamdike" diyererek de tahmid (hamdetmek) izharında bulunmak bu makamla uyum arzetmektedir.


Cennetin Pahası

Marifet ve ihlas içinde Allah'a hamdeden, ameli olarak bütün batıl ilahları reddeden, Allah'tan gayri hiç kimseye itaat etmeyen, sadece Allah'a tapan ve sadece Allah'ın huzurunda ibadet için yere kapanan kimse, hakikatte cennetin pahasını temin etmeye kalkışmaz ve kendisini her türlü azaptan korunmak için Hak Teala'nın sağlam kalesine ve emanına girmiş sayılır.

İmam Rıza (a.s) değerli babasından, o da İslam Peygamberinden (s.a.a), o da Allah-u Teala'dan şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Lâ ilâhe illallah, benim kalemdir. O halde kim kaleme girerse, azabımdan güvende olur."
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Aziz ve celil olan Allah'ın kendisine Tevhid nimetini verdiği kimsenin mükafatı sadece cennettir."

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın hak olduğunu bilip de ölen kimse mutlaka cennete girer."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Lâ ilâhe illallah sözü, cennetin değeridir."

Hakeza İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her kim ihlas ile lâ ilâhe illallah derse, cennete girer. İhlası ise, lâ ilâhe illallah'ın, kendisini, aziz ve celil olan Allah'ın haram kıldığı şeylerden alıkoymasıdır."
Bir şahıs, İmam Bakır'ın (a.s) huzuruna vararak kendisine Allah Resulünden nakledilen;"Her kim lâ ilâhe illallah derse cennete girer" hadisini sordu.

Bunun üzerine İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu: "Bu rivayet doğrudur." O şahıs İmam Bakır'ın (a.s) yanından ayrıldı, evden çıktığı zaman İmam (a.s); "Onu geri çeviriniz" diye buyurdu. Daha sonra da İmam şöyle buyurdu: "Ey adam! Lâ ilâhe illallah için bir takım şartlar vardır ve ben de (ki masum imamım, Allah tarafından imamete seçilmişim ve her işte bana itaat etmek farzdır) onun şartlarından biriyim."

Velhasıl, tek kurtuluş yolu tevhid ve tevhidin şartlarını yerine getirmektir. Yani insan Hak Teala'dan başka ilah olmadığı, varlık aleminde olan her şeyin O'nun mülkü olduğu, O'nun kulu ve rızkını yiyici olduğu hakkında marifet elde edince, diliyle Hak Teala'nın vahdaniyetini ikrar edince ve Peygamberlerin nübüvvetini, İmamları ve Kur'ân-ı Kerim'i kabul edince ve de dini öğretiler esasınca yaşayınca, şüphesiz sağlam bir kurtuluş kulpuna sarılmış ve de tek kurtuluş yolunda yer almış olur.

Tevhid fezasında, insandan ortaya çıkan her türlü hayır ve olumlu amel kabul edilmektedir. Eğer insan gaflete düşecek bir günah işleyecek olursa, pişman olup tövbe ettikten sonra bağışlanacaktır. Tevhid fezası dışında hiçbir amel kabul edilmez ve en küçük günah bile bağışlanmaz. Tevhid ehli olan kimse, eğer günahının ağırlığı sebebiyle kıyamette azaba duçar olursa, tevhidin bereketi sebebiyle kurtuluşa erer. Bu konuda muteber ve değerli hadis kitaplarında birçok önemli rivayetler nakledilmiştir. Örnek olarak bu hadislerden birini nakledelim:

İslam Peygamberi (s.a.a), vahiy emini ve Hak Teala'nın mukarreb meleği olan Cebrail'e şöyle buyurdu:
"Cehennemi bana vasfet." Cebrail, cehennemin mertebelerini ve sakinlerini detaylı bir şekilde kendisine izah etti, cehennemin birinci tabakasından söz etmek isteyince sustu.

Alemlerin efendisi şöyle buyurdu: "Ey Cebrail! Bu mertebede bulunanlar kimlerdir?" Cebrail şöyle dedi: "Bu mertebenin azabı, bütün mertebelerden daha kolaydır, burada oturanlar ise ümmetin isyankarlarıdır. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Acaba benim ümmetimden her hangi bir kimse cehenneme girecek mi?" Vahiy Emini şöyle dedi: "Büyük günahlara bulaşan ve dünyadan tövbesiz ayrılan kimseler bu cehenneme girecektir."

Peygamber (s.a.a) oturup ağladı, üç gün üç gece ağlaması devam etti. Sonunda dördüncü gün Hz. Zehra (a.s) Peygamber'i (s.a.a) ziyarete geldi. Peygamber'in (s.a.a), mübarek yüzüyle secdeye kapanarak, toprağı ıslatacak derecede ağladığını gördü. Şöyle arzetti: "Ne olmuş?" Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Vahiy emini bana cehennemin ilk katının ümmetimden günahkarların yeri olduğunu haber verdi, bu yüzden ağladım." Hz. Zehra şöyle arzetti:

"Vahiy Emininden günahkarları nasıl cehenneme götürdüklerini sordun mu?" Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Erkekleri saçları ve kadınların perçeminden tutarak cehenneme çekmektedirler. Cehenneme yaklaştığında ise Cehennem'in Malik'ini gördüklerinde feryat edip bağırırlar.

Cehennem Malik'inden kendi hallerinden ağlamaları için izin vermesini isterler; Malik, gözlerinde yaş kalmayıncaya ve göz yaşı yerine kan dökünceye kadar ağlamalarına izin verir. Malik şöyle der: "Bu ağlamalar dünyada olsaydı ve de göz yaşları bugünün korkusundan gözlerden boşalsaydı, ne de iyi olurdu!"

Böylece Malik onları cehenneme atar, onlar aniden, "Lâ ilâhe illallah" diyerek feryat ederler, ateş onlardan uzaklaşır. Malik, ateşe onları yakması için bağırır, ama ateş şöyle der: "Onlar mübarek lâ ilâhe illallah" sözünü söylemektedirler, onları nasıl yakayım?" Malik, yine feryat ederek:

"Bunları yak" der. Hak Teala tarafından şöyle bir hitap gelir: "Yüzlerini yakma ki Allah'a secde etmişler, kalplerini yakma ki mübarek ayda susuzluk çekmişlerdir." Böylece Allah isteyinceye kadar cehennemde kalırlar, daha sonra Cebrail'e şöyle seslenilir: "Ümmetin günahkarlarının hali ne durumdadır?" Cehennem maliki, perdeyi kenara çeker, günahkarlar Cebrail'i güzel bir şekilde görür ve şöyle derler: "Bu kadar güzel yüze sahip olan kimdir?" Şöyle cevap verilir: "Bu dünyada Peygamber'e (s.a.a) vahiy indiren Cebrail'dir."

Cehennem esirleri, Peygamber'in (s.a.a) mübarek ismini işitince feryat ederek şöyle derler: "Bizden taraf Muhammed'e selam ilet ve ümmetinin günahkarlarının cehennemde azaba duçar olduğunu bildir."

Vahiy emini olan Cebrail bu haberi Peygamber'e (s.a.a) ulaştırır, alemlerin efendisi secdeye kapanır ve Hak Teala'nın huzurunda şöyle arz eder: "Ümmetimden günahkar kimseleri cehenneme götürdün, şimdi onları bana bağışla." Peygambere şöyle hitap edilir: "Onları sana bağışladım." Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) onları cehennemden dışarı çıkarınca, onların kömür gibi olduğunu görür, onları hayat suyuna götürür.

Onlar o çeşmeden içince ve üzerlerine dökünce zahir ve batın pislikleri ortadan kalkar, tertemiz olurlar, alınlarında da şu ifade yazılı olur: "Rahman'ın ateşinden kurtulanlar!"
Onları böylece cennete götürürler, cennet ehli onları birbirine göstererek, cehennemden kurtulmuş kimseler olduğunu söylerler. Böylece onlar şöyle der: "Ey Rabbimiz! Bizlere merhamet ettin, bizleri cennetine koydun, o halde bu yazıyı alnımızdan sil." Onların isteği kabul edilir ve bu yazı alınlarından silinir."


Hamd ve Tesbih

Tesbih; Hak Teala'yı her türlü kötülükten, ayıp ve noksanlıktan münezzeh bilmek ve hakikatte Allah'ın sonsuz kemallerini ikrar etmektir.
Talha b. Ubeydullah şöyle diyor: "Peygamber'e (s.a.a) "Sübhanallah" kelimesinin anlamını sorduğumda şöyle buyurdu: "Sübhanallah; Allah'ı her türlü ayıptan münezzeh bilmektir."

Müminlerin Emiri Hz. Ali'ye (a.s) sübhanallah kelimesinin anlamı sorulunca şöyle buyurmuştur: "Aziz ve celil olan Allah'ın celalini büyük görmek ve Allah'ı müşriklerin dediği şeylerden münezzeh kabul etmektir. Dolayısıyla kul, ihlas ve yakin üzere sübhanallah dediği zaman, her melek ona selam gönderir."

Kur'ân-ı Kerim de, birçok ayetlerde alemdeki bütün varlıkların Allah'ı tesbih ettiğini bildirmektedir: "O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız."

Dua'nın bu bölümünde tesbihin bu makamla münasebeti belki de şudur: Kul duanın önceki cümlelerinde, isyan ve hata izharında bulunmuştu. Hata ve isyan ise kulun Allah'a yakın olmasına engel teşkil etmektedir ve de kulun Mahbub'dan uzaklık karanlığına düşmesine sebep olmaktadır.

Tesbih, takdis ve hamd etmek ise karanlıklardan kurtuluş için en iyi vesiledir. O halde kulun yalvarıp yakararak, ihlas ve temizlik üzerine "sübhaneke ve bi hamdike" diye arzetmesi gerekir. Böylece kul, tıpkı Yunus (a.s) gibi karanlıklardan kurtulur ve Allah'a yakınlık dergahına yetişir.

Evet, Yunus (a.s) gecenin karanlığında, denizin karanlığında ve balığın karnının karanlığında esir düşmüştü.
"Fakat sonunda karanlıklar içinde: "Senden başka ilah yoktur, sen münezzehsin, doğrusu ben haksızlık edenlerdenim" diye seslenmişti. Biz de ona cevap verip, onu üzüntüden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız."

Menhec'us- Sadikin tefsirinin yazarı, bu ayetin şerhinde Allah Resulü'nden (s.a.a) bir rivayet nakletmiştir. Bu rivayette Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Hüzünlü bir kimse, bu duayı okuduğu takdirde duası müstecap olur."
İmam Sadık (a.s) Müminlerin Emiri Hz. Ali'den (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Tesbih, ameller terazisini sevapla doldurur."

Allame Meclisi ise değerli Bihar'ul Envar kitabında hamd ile ilgili olarak çok önemli şu rivayeti nakletmiştir: "Resulullah (s.a.a) kendisini sevindiren bir işle karşılaştığında şöyle buyururdu: "Allah'a bu nimetler sebebiyle şükürler olsun." Peygamber (s.a.a) kendisini üzen bir olayla karşılaştığında ise şöyle buyuruyordu: "Allah'a her hal üzere şükürler olsun."

"Ben kendime zulmettim ve cahilliğim yüzünden küstahlık yaptım (itaatsizlik yaptım) ve ben geçmişteki hatırlamana, lütuf ve ihsanına dayandım (ve mağrur oldum)."

İnsanın Kendine Zulmetmesi

Allah'ım! Seni düşünce, tefekkür, varlık aleminde ilginç eserlerini görme, bilginlerden ve düşünürlerden hakikatleri işitme ve gerekli miktarda kitaplar okuma yoluyla seni tanıdım, ama sana doğru gelmedim, hikmete dayalı emirlerine itaat etmedim, isteklerine değer vermedim, huzurunda tevazu ile eğilmedim, dergahının toprağına ibadet alnımı sürmedim. Sana doğru yoksulluk elimi açmadım. Bütün işlerimde senden gaflet ettim. Bu, sürekli kendime yaptığım bir zulümdü. Kendime çok büyük bir zulüm ettim.

Alimlerin sözü ve tarihi incelemeler yoluyla Peygamberlerin (s.a.a) hayatını tanıdım. Onların, hidayet yolunun hidayetçileri olduğunu, insanlara şefkatli ve merhametli olduklarını ve insanın hayır ve saadetinden başka bir şeyi amaçlamadıklarını, insanları sapıklıktan ve şeytanların vesveselerinden kurtarmak dışında bir niyetleri olmadığını bildim. Onların emir ve yasakları hikmete dayalı ve de insanın kendi yararınadır.

Özellikle de Müslüman olduğum için İslam Peygamberini (s.a.a) gerektiği kadar tanıdım. Ama buna rağmen bütün peygamberlerden yüz çevirdim, hayatıma düzen vermek için onlardan başkasına sarıldım, yabancı kültürlere tabi oldum, peygamberlerin zahmetlerini takdir etmedim, onların varlık nimetine şükretmedim, nübüvvet nurundan uzak olan uğursuz hayatıma güvendim. Dalalet ve sapıklık yolunu kat etmek hususunda ısrar gösterdim. Bu, sürekli kendime reva gördüğüm büyük bir zulümdü.

Dini toplantılara katılarak İslami kitaplar ve ilahi marifetleri okuyarak gerekli miktarda Kur'ân ile aşina oldum. Bu kitabının İslam Peygamberine (s.a.a) bütün kulları hidayet için vahyetmiş olduğunu anladım. Bu kitap en kamil bir kitaptır. Faydalı birçok geniş konuları içermektedir.

Hikmete dayalı emirleri, faydalı marifetleri, muhkem ayetleri, güçlü kaideleri, öğütleri ve uyandırıcı nasihatleri barındırmaktadır. En yüce ve en güzel ilke konumundadır. Ama buna rağmen onu kenara iterek ayetlerinden yüz çevirdim, hakikatlerinden uzaklaştım, gerçeklerini hayata geçirmekten gaflet ettim ve ondan ayrı yaşadım. Bu, sürekli kendime reva gördüğüm büyük bir zulümdü.

Çeşitli vesileler yardımıyla büyük İmamları da tanıdım. Onların senin kulların arasındaki hüccetin, delilin ve doğru yolun kılavuzları, kamil insanlar olduğunu anladım. Büyük İslam Peygamberi onları, kendinden sonra velayet, rehberlik, imamet ve hükümet makamına tayin etmiştir ki insanları, hidayet yoluna hidayet etsinler, dini hakikatleri onlara öğretsinler, hakkı batıldan ayırt etmeyi onlara tanıtsınlar, Kur'ân ayetlerini kendilerine izah etsinler, ayetlerin tefsirini ortaya koysunlar.

O yüce İmamlar, düşmanları tarafından çeşitli sorunlarla karşı karşıya kaldılar, ağır belalara maruz kaldılar, her biri bir şekilde şahadete eriştiler ama göz açıp kapayıncaya kadar dahi kendi sorumluluklarını unutmadılar, insanları hidayete erdirmekten el çekmediler, mümkün olan her vesileyle ilahi hükümleri, dini emirleri, Allah'ın helal ve haramlarını insanlar için beyan ettiler,

onların dostları da onlardan işittikleri sözleri, dört yüz sağlam kitapta bir araya getirdiler ki gelecek nesiller de bu eşsiz marifetlerden ve benzersiz kültürden nasiplensinler, ama ben bütün bu gerçekleri görmezlikten geldim, İmamlara itaatten el çektim, o hidayet, feyiz kaynaklarından yüz çevirdim, yoldan çıktım, sapıklık ve eğri bir yola girdim, heva ve hevesim hususunda ısrar gösterdim, Allah'tan ve ahiretten habersiz öğretmenlerin eteğine sarıldım, doğu ve batıyı sapıklığa sürükleyen o sapık cahilleri, yüce ve masum İmamlara tercih ettim. Bu benim kendime yaptığım en büyük zulümdü.
Alimin yerine oturunca cahil
Hayatta yaşamak oldu müşkül
İpek böceğinin ağından doldu zulüm
Gönül evinin kapı, duvar ve tavanı
Hepimiz birbirimize zahirde şefkatliyiz
Gıyapta en kötü katiliz
Herkes dünya perest ve ahireti yakan
Herkes birbirinden ayrı ve yüz menzil
Hayâ ve utanç perdeleri yırtıldı
Zira yaratıklar buna meyillendi.

Halbuki Nehc'ül- Belağa gibi bir kitabın Hz. Ali'nin (a.s) sonsuz ilminin bir parçası olduğunu, bu eşsiz hazinede insanın Allah'a, iyiliğe, saadete ve temiz bir hayata doğru hidayeti için gerekli olan her şeyin yer aldığını, hutbeler, mektuplar ve hikmetli sözlerinde ilahi marifetlerin dalgalandığını ve kendisini "Kur'ân'ın kardeşi" olarak değerlendirecek bir değerde olduğunu biliyordum.

Oysa Sahife-i Seccadiye'nin, aşıkların İmam'ı, abitlerin mevlası ve secde edenlerin efendisi olan İmam Zeyn'ul Abidin'in elli dört duasını içerdiğini ve bütün görev ve teklifleri insana dua diliyle beyan ettiğini ve Şii imamların bu kitap hakkında özel tavsiyelerde bulunduğunu biliyordum.

Oysa ilahi hükümlerin, Allah'ın helal ve haramlarının, İslami marifetlerin ve ahlaki programların; Kafi, Tehzib, İstibsar, Men La Yehzuruh'ul Fakih, Tuhef'ul Ukul, Revzet'ul Vaizin, Vafi, Şafi, Bihar'ul Envar, Vesail, Revzet'ul Muttakin, Cami-u Ehadis'iş-Şia ve benzeri binlerce kitapta yer aldığını biliyordum.

Ama dünya ve ahiret saadetini elde etmek için onları okuma zahmetine katlanmadım. Onlar yerine temelsiz dergileri, sermayesiz gazeteleri, din dışı makaleleri ve değersiz kitapları önemsedim, gece ve gündüzümü onları okumakla boşa harcadım, kendimin sadece zarar ve hüsranını artırdım. Bu da kendime yaptığım en büyük zulümdü.

Cehalet ve Bilgisizlik Sebebiyle Günah Hakkında Küstahlaşmak

İlim ve bilginin peşice gitmediğim, dini marifetten mahrum kaldığım, hakikatlerden habersiz olarak hayatı sürdürdüğüm ve bu fırtınalı hayat denizinde cehalet gemisine bindiğim için günahlar girdabına yuvarlandım ve masiyetlere gömüldüm. İşlerin sonucunu bilmediğim sebebiyle gafil kaldım, hakikatleri derk etmekten acze düştüm, işlerimin sonunu düşünmedim, ahiret ve amellerimin hesabına bir bakmadım.

Cennet ve cehennemi göz önünde bulundurmadım, bu yüzden de sana muhalefet etmeye kalkıştım, her türlü günaha bulaştım, nihayet cehaletin sebebiyle de günah işleme hususunda küstahlaştım, hedef ve metanete aykırı hareket ettim.


Günahları İkrar Etmek

Ey Allah'ım! Anne rahminde olduğum zaman her açıdan bana lütfettin ve ihsanda bulundun. Senin ihsan ve inayetin sebebiyle temiz olmayan bir nutfe kamil bir insana dönüştü, ihtiyaç duyduğum organ, beyin, akıl, zeka, ruh, nefis, kalp, göğüs, et, kemik, damar, sinir, kan, hücre, nefes borusu, teneffüs düzeni, sindirim mekanizması, göz, kulak, dudak ve zihin gibi şeyleri bana bağışta bulundun,

dünyaya geldikten sonra annemin bedenine beni sağlam olarak dünyaya getirmesi için bir güç verdin, bedenin her türlü ihtiyaçlarını gideren süt dolu bir göğüs takdir ettin. Benim için annemin merhametli kucağını ve babanın merhametli kalbini takdir ettin, yavaş yavaş besleyerek, koruyucuların vesilesiyle koruyarak, özellikle de anne ve babanın yardımıyla beni ulaşmam gereken yere ulaştırdın, sonra da benim için yaşam için gerekli olan her türlü vesileleri temin ettin…

Ey Allah'ım! Bana geçmişte yapmış olduğun bu lütuf ve ihsanın dolayısıyla gurura kapıldım. Dolayısıyla da günah ve suç işlesem dahi yine de senin lütfüne ve ihsanına mahzar olacağımı ve cezalandırılmayacağımı hayal ettim. Oysa hayatımın geçmiş dönemlerinde bana bağışladığın nimetler sebebiyle gurura kapılmamam ve günah vadisine ayak basmamam gerekirdi.
Şimdi senin lütfünle ve inayetinle az da olsa uyandım, durumumu, halimi, talihsizliğimi anladım. Bütün vücudumla sana yöneldim, yalvarıp yakararak, ağlayarak ve göz yaşı dökerek günah, küstahlık ve isyan sebebiyle kendime reva gördüğüm zulmü itiraf etmekteyim: "Nefsime zulmettim."

Kur'ân, Peygamberler ve İmamlar vasıtasıyla bana ulaşan öğretiler esasınca bu ikrar ve itirafın hakikatte günahkarlığımı itiraf olduğunu ve bir tür tövbe, dönüş ve kurtuluş vesilesi olduğunu biliyorum. İmam Bakır'dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Allah'a yemin olsun ki günahını ikrar etmeyen bir kimse günahtan kurtulamaz."

Hakeza İmam Bakır'dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Allah'a yemin olsun ki Allah insanlardan sadece iki haslet istemektedir: Nimetlerini ikrar etsinler ki Allah onlara nimetlerini artırsın ve günahlarını itiraf etsinler ki Allah günahlarını bağışlasın."

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Günahını ikrar eden kimse, tövbe etmiş sayılır."
Hakeza Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Günahkar kimsenin şefaatçisi, onun ikrarda bulunmasıdır; tövbesi ise, özür dilemesidir."

Tezkiret'ul Evliya adlı kitapta ise İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Başlangıcı korku ve sonu özür dilemek olan her günah, kulu Hak Teala'ya yakınlaştırır.


Dipnotlar
----------------

- Gurer'ul- Hikem, s. 333, el-Fasl'us- Sadis fi'l- Cihad, 7663. hadis ve Tefsir-i Muin, s. 299
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 2, s. 153, Kitab-u Esrar'il- Hac, 1. bab
- Tefsir-i Muin, s. 193
- Tefsir-i Muin, s. 193
- Müstedrek'ül- Vesail, c. 5, s. 207, 28. bab, 5708. hadis ve Tefsir-i Muin, s. 459
- Vesail'uş- Şia, c. 8, s. 150, 39. bab, 10275. hadis
- Kafi, c. 2, s. 507, Bab'ud- Dua lil İhvan, 5. hadis ve Revzet'ul- Vaizin, c. 2, s. 327
- Tefsir-i Muin, s. 496
- Al-i İmran, 133
- Hadid, 21
- Mü'min, 40
- Tövbe, 71- 72
- Bihar'ul- Envar, c. 75, s. 139, 21. bab, 3. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 154, 2876. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 794, el-Cennet, 2538. hadis
- el-Hisal, c. 2, s. 432, 16. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 794, el-Cennet, 2548. hadis
- Nisa, 175
- En'am, 54
- En'am, 147
- A'raf, 156
- Bihar'ul- Envar, c. 75, s. 162, 22. bab, 1. hadis
- Kenz'ul- Ummal, s. 44154; Mizan'ul- Hikmet, c. 4, s. 2004, er- Rahmet, 7004. hadis
- "Allah'ım senden her şeyi kapsayan rahmetin hakkına diliyorum ki…"
- Nisa, 43
- Nehc'ül- Belağa, 160. hutbe
- Mecmua-i Verram, c. 1, s. 9
- Bihar'ul- Envar, c. 75, s. 90, 16. bab, 95. hadis
- Şura, 11
- Aşamalı olarak ve mühlet vererek
- A'raf, 182
- Nefahat'ul- Leyl, s. 81
- Bihar'ul- Envar, c. 75, s. 126, 20. bab, 7. hadis
- Yusuf, 83
- Zümer, 53
- Nisa, 23
- Nisa, 25
- Maide, 39
- Enfal, 69
- Tuhef'ul- Ukul, s. 18 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 638, 2126. hadis
- Nehc'ül- Belağa, 435. hikmet
- Bihar'ul- Envar, c. 65, s. 28, 20. bab, 32. hadis
- Kafi, c. 2, s. 430, Bab'ut- Tövbe, 1. hadis ve Bihar'ul- Envar, c. 6, s. 28, 20. bab, 31. hadis
- Furkan, 70
- Hud, 114
- Furkan, 70
- Nur'us- Sekaleyn, c. 4, s. 33
- Tefsir-i Numune, c. 15, s. 160
- Hacı Molla Hadi Sebzevari Divan-i Esrar
- Tevhid-i Saduk, s. 24 ve Bihar'ul- Envar, c. 3, s. 5, 1. bab, 14. hadis
- Tevhid-i Saduk, s. 22, ve Bihar'ul- Envar, c. 3, s. 5, 1. bab, 12. hadis
- Tevhid-i Saduk, s. 29 ve Bihar'ul- Envar, c. 3, s. 9, 1. bab, 20. hadis
- Tevhid-i Saduk, s. 21 ve Vesail'uş- Şia c. 7, s. 210, 44. bab, 9140. hadis
- Tevhid-i Saduk, s. 27 ve Bihar'ul- Envar, c. 90, s. 197, 5. bab, 21. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 3, s. 13, 1. bab, 28. hadis ve Müstedrek'ül- Vesail, c. 5, s. 359, 36. bab, 6083. hadis
- Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2362, et- Tesbih, 8240. hadis
- Meani'l- Ahbar, s. 9, 3. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 5, s. 2362, et- Tesbih, 8241. hadis
- İsra, 44
- Enbiya, 87- 88
- Enis'ul- Leyl, s. 226
- Enis'ul- Leyl, s. 227
- Bihar, c. 68, s. 33, 61. bab, 14. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 6, s. 36, 20. bab, 56. hadis
- Kafi, c. 2, s. 426, Bab'ul- İtiraf-i bi Zunub, 2. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 642, et-Tövbe, 2153. hadis
- Müstedrek'ül-Vesail, c. 12, s. 116, 82. bab, 13671. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 644, et-Tövbe, 2155. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 195, 3811. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 644, et-Tövbe, 2156. hadis

11
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi
Başlangıcı kendini büyük görmek ve sonu ise böbürlenmek olan her itaat ise, kulu Allah'tan uzak kılar."


Günahkar Gencin İkrar ve İtirafı

Mensur b. Ammar şöyle diyor: "Bir gece evden dışarı çıktım. Bir evin kapısından geçince, içeriden bir gencin yalvarıp yakararak Allah'a şöyle arzettiğini işittim: "Ey Allah'ım! Sana masiyet ettiğim zaman muhalefet ve isyan amacı içinde olmadım. Nefsimin istekleri bana üstün geldi, şeytan beni aldattı, sonunda kendime zulmettim ve senin gazabına maruz kaldım."

Bu sözleri işitince başımı kapının arasına dayadım ve Kur'ân'dan şu ayeti okudum: "Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyurulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir." Bu ayeti okuduğum zaman o gencin feryadı yükseldi ve ben de o kapıdan geçip gittim."

Ertesi sabah o kapıdan geçince, yaşlı bir kadının yalvarıp yakararak şöyle dediğini işittim: "Benim bir çocuğum vardı ki geceleri Hak Teala'nın korkusundan ağlıyordu. Dün akşam yine münacat ettiğinde birisi geldi, kafasını kapının arasına dayadı, Hak Teala'nın azap ayetlerinden birini okudu. Bunun üzerine çocuğum feryat etti, şiddetle ağladı ve sonunda da ruhunu yaratıcıya teslim etti."

Ben şöyle dedim: "Ey anne! O ayeti ben okudum ve çocuğunun ruhunun beka alemine göçmesine ben sebep oldum. Eğer izin verirsen onu ben yıkayayım." Anne şöyle dedi: "Evet, olur!"
Üzerinden kadife parçayı kaldırınca gencin boynunda bir parça bezin olduğunu gördüm, boynundaki bez parçasını açınca da yeşil hatla göğsüne şöyle yazıldığını gördüm: "Biz bu kulu tövbe suyuyla yıkadık."

Dosttan başkasına sırrı açmamak gerekir
Ki onun kaşlarından gayrisi namazın kıblesi değil
Sevgili eğer aşıklardan incinmiş ise
İnlemek, feryat, ah, yalvarıp yakarma ne fayda
Elimiz o putun zülfüne erişemese
Nasıl gece kıssasını uzatalım ki
Kenarımda mum ve kelebekten başkası yoktu
Acizlik içinde sana yakardığım gece
Mumun dilini kestim ki başkası yanında söylemesin
Çünkü senden başkası sırrın mahremi değil
Boynumda kulluk halkası ve mutluyum
Zira efendimiz merhametli ve okşayıcıdır
Ona dedim ki ayrılık ateşinden ne yapayım?
Dedi ki, vuslat isteğin varsa yan ve ses çıkarma.


Tövbe Eden Günahkarın Akıbeti

Fasık, facir ve kötü kimselerden olan Abdulvahit b. Zeyd, abit ve zahitlerden biri olan Yusuf b. Hüseyin'in öğüt verdiği bir toplantının yanından geçti. O sırada Yusuf b. Hüseyin mecliste bulunanlara şöyle diyordu: "Allah-u Teala günahkarları sanki onlara muhtaçmış gibi lütfüyle kendine çağırmaktadır."

Abdulvahit bu sözü işitince üzerindeki cüppeyi bir kenara atarak feryat edip mezarlığa gitti. İlk gece Yusuf b. Hüseyin rüya aleminde bir münadinin Allah tarafından şöyle nida ettiğini işitti: "Günahkar gencin yardımına koş." Yani onu bağışlama ve mağfiretimizle müjdele.

Yusuf o genci aramaya koyuldu. Üç gün sonra onu mezarlıkta buldu. Onun yüzünü toprağa dayadığını, ağlayarak yalvarıp yakardığını gördü. Abdulvahit Yusuf'un yaklaştığını görünce şöyle dedi: "Seni üç gün, üç gecedir gönderdikleri halde daha bugün mü geliyorsun?" Bunu dedikten sonra ruhunu Hakk'a teslim etti."

"Allah'ım! Mevlam! Nice kötülüklerimin üzerini örttün; nice büyük ve ağır belaları benden geri çevirdin; nice hatalardan korudun beni; nice hoşa gelmeyen şeyleri uzaklaştırdın; layık olmadığım nice güzel övgüleri, benim için yaydın."

Dua, tövbe, yalvarma ve Allah'a dönüş haleti içinde, gece karanlığında, özellikle de Cuma akşamının geç saatlerinde muhtaç olan kulun dilinde cari olan "Mevla" kelimesinin zikrinde, örneği bütün varlık aleminde eşsiz olan bir lezzet vardır. Bu sebeple de Hz. Musa (a.s) Allah ile münacat ederken şöyle arzetmiştir: "Benim fakirlik ve yoksulluk keşkülümde öyle bir şeyim vardır ki senin bütün hazinelerinde (onun bir benzeri) yoktur."

Kendisine: "Ey Musa! O şey nedir?"diye hitap edilince Musa şöyle arzetti: "Senin gibi bir Allah'ım var."
Çirkinlik, kötülük ve ayıpları örtmek, Hak Teala'nın kul hakkındaki büyük nimetlerinden, yüce ihsanlarından ve eşsiz lütuflarındandır. Bilmek gerekir ki merhamet sahibi olan Allah-u Teala çirkinlik ve kötülük dünyasında mümin kulunun günahlarını örtmekte, insanlar arasında yüzsuyunu korumaktadır. Şüphesiz kıyamet günü de Mümin kuluna ve dergahına yönelen günahkar kuluna daha fazla teveccüh edecektir. Çirkinlik ve kötülüklerini daha çok örtecektir.

Nitekim Allah Resulünden rivayet edilen bir hadiste de şöyle yer almıştır: "Kulun ahirette günahını örtmedikçe, dünyada örtmez."
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve Masum Ehl-i Beyti'nden (a.s) çok geniş bir şekilde nakledilen dualarda da Hak Teala'nın "Settar'ul uyub" (ayıpları örten) sıfatına işaret edilmiş ve tövbe eden günahkar kula sürekli olarak şu müjde verilmiştir: "Merhamet sahibi olan Allah, dünya ve ahirette kulunun yüzsuyunu dökmekten sakınmakta, çirkinlik ve kötülüklerini örtmekte ve de insanlardan hiç kimse, kulun günahlarından haberdar olmamaktadır."

Örnek olarak İbn-i Fehd-i Hilli'nin eseri olan değerli "Uddet'ud-Dai" kitabının sonunda nakledilen çok değerli ve önemli bir rivayete işaret edelim:
İbn-i Fehd şöyle rivayet ediyor: "Vahy Emini, İslam Peygamberi'ne sevinç içinde nazil olarak şöyle dedi: "Ey Muhammed! sana selam olsun" Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Sana da selam olsun ey Cebrail!" Cebrail daha sonra şöyle dedi: "Hak Teala senin için bir hediye göndermiştir."

"Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "O hediye nedir?" Cebrail şöyle dedi: "Arşın hazinelerinden bir takım kelimelerdir. Allah-u Teala arşını bu kelimelerle yüce ve özgün kılmıştır." Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "O kelimeler nedir?" Cebrail: Şunlardır: "Ey güzelliği açığa çıkaran ve çirkinliği örten! Ey suçla sorgulamayan ve hürmet perdesini yırtmayan! Ey yüce affedici! Ey bağışlaması güzel olan!

Ey mağfireti geniş olan! Ey elleri merhamete açık olan! Ey her sırrın sahibi! Ey her şikayetin nihayeti! Ey bağışlaması yüce olan! Ey ihsanı büyük olan! Ey liyakatinden önce nimet bağışlayan! Ey Rabbimiz! Ey efendimiz! Ey mevlamız! Ey rağbetimizin nihayeti! Ey Allah'ım! Senden, vücudumu ateşle çirkin kılmamanı dilerim."
Allah Resulü (s.a.a) Cebrail'e şöyle buyurdu: "Bu kelimelerin sevabı nedir?"

Cebrail şöyle dedi: "Heyhat! Heyhat! Ne yazık ki bu kelimelerin sevabı hususunda ilim ve bilgi kesilmiştir. Eğer yedi göğün ve yedi yerin melekleri bu duayı nitelendirmek için bir araya gelseler, kıyamete kadar da bu duanın bin cüzünden bir tek cüzünü dahi nitelendiremezler."

Kul; "Ey güzelliği açığa çıkaran ve çirkinliği örten!" dediği zaman, Allah günahlarını örter, dünyada ona merhamette bulunur, ahiretteki halini daha da bir güzelleştirir, dünya ve ahirette onu bin örtü ile örter.
Kul; "Ey suçla muaheze etmeyen ve hürmet perdesini yırtmayan!" dediği zaman da onu kıyamet günü sorgulamaz ve perdelerin yırtıldığı gün onun perdelerini yırtmaz.

Kul; "Ey bağışlaması bol olan!" dediği zaman da Allah o kulun günahları deniz köpükleri kadar dahi olsa bağışlar."
Kul; "Ey bağışlaması güzel olan!" dediği zaman da Allah-u Teala, o kulun hırsızlığını, şarap içmesini, dünyadaki tehlikeli işlerini ve büyük günahlarını da bağışlar."

Kul; "Ey mağfireti geniş olan!" dediği zaman da merhamet sahibi olan Allah-u Teala onun için yetmiş rahmet kapısını açar ve böylece dünyadan göçünceye kadar da Allah'ın rahmetinde kalır."
Kul; "Ey elleri merhamete açılan!" dediği zaman da Allah, kudret elini rahmetiyle onun yüzüne açar.
Kul; "Ey her sırrın sahibi ve her şikayetin nihayeti!" dediği zaman da Allah-u Teala, ona bela ve musibetler görmüş kimselerin mükafatını bağışlar, onu belalardan güvende kılar, hastalıklardan korur, körlükten, yoksulluktan kurtarır ve kıyamete kadar ona musibet gören kimsenin sevabını veri.

Kul; "Ey ihsanı büyük olan!" dediği zaman da onun ve bütün yaratıkların arzusunun bir benzerini ona bağışlar.
Kul; "Ey liyakatinden önce nimet ihsan eden!" dediği zaman da kendisine, Allah'ın nimetlerine şükreden kimsenin mükafatını inayet buyurur.

Kul; "Ey Rabbimiz ve Efendimiz!" dediği zaman da Allah-u Teala şöyle buyurur: "Ey meleklerim! Şahit olun ki onu bağışladım ve ona cennette, cehennemde, göklerde yedi kat yerde, güneş, ay, yıldızlar, yağmur taneleri, çeşitli varlıklar, dağlar, çakıl taşları, toprak, arş, kürsi vb. yarattığım varlıklar sayısınca mükafat ihsan ettim."
Kul; "Ey mevlamız!" dediği zaman da Allah onun kalbini imanla doldurur.
Kul; "Ey rağbetimizin sonu!" dediği zaman da kıyamet günü ona, bütün yaratıkların isteklerinin bir benzerini bağışta bulunur."

Kul; "Ey Allah'ım! Vücudumu ateşle çirkinleştirmemeni isterim" dediği zaman da Allah şöyle buyurur: "Benim kulum ateşten kurtuluşu istedi! Ey meleklerim! Onu, babasını, annesini, kardeşlerini, ehlini, evlatlarını ve komşularını ateşten kurtardım. Kendilerine ateşin farz olduğu bin kişi hakkında şefaatini kabul ettim. Ona cehennemden sığınak verdim."

Sonra Cebrail şöyle buyurdu: "Ey Muhammed! Bu kelimeleri takva ehli kimselere öğret, münafıkların eline verme. Bu dua okuyana müstecaptır ve Beyt'ul Mamur'u tavaf edenlerin söylediği bir zikirdir."

Şu nükteye de işaret etmek gerekir ki, değerli okuyucular, bu dua için söylenen fevkalade mükafatlar ve büyük sevaplar hususunda şaşırmamalı ve hakikatten uzak olduğunu düşünmemelidirler. Zira Allah'ın ihsan ve keremi sonsuzdur. Lütuf ve rahmetinin sonu yoktur. Mükafatlarının hazineleri de bitecek gibi değildir.

Hz. Ali (a.s); "Nice kötülüklerimin üzerini örttün" dedikten sonra şöyle devam etmektedir: "Nice ağır ve büyük deprem, fırtına, sel, yıldırım, yangın, kaza, semavi belalar, kıtlık, pahalılık, ağır musibetler, sevdiklerini kaybetmek ve benzeri gibi ağır belaları benden def ettin ve beni birçok sürçme ve sapmalardan imanımı yok edecek, temiz soyumu, ahlakımın temiz ağacını yakacak, doğru amellerimi yok edecek ve insanlar arasında yüzsuyumu dökecek nice bela ve felaketlerden korudun;

ki eğer bu kötülüklerden birine dahi duçar olsaydım, hayatımın huzuru ortadan kalkar, beni büyük bir perişanlık ve hüzne sokar, uykuyu gözlerimden alır, ruh ve kalbimi sıkıntıya sokar, beni rahatsız ederdi. Amel defterimin ve kitabımın günahla dolu olmasına rağmen benim için insanlar arasında övgü ve senayı yaydın ve yüzümü -baba, anne, kardeş ve akrabaların nezdinde- ak ettin -ki onlar da beni herkesten daha yüce ve iyi gördüler, sürekli olarak beni övüp medhettiler- oysa ben buna da layık değildim."

"Allah'ım! Belam büyümüş, halimin kötülüğü haddi aşmış, amellerim beni (kurtaramayacak kadar) azdır, (heva ve heves) zincirlerim beni çökeltmiş."

Bu cümleler şu anlamı ifade etmektedir ki günah hastası, isyan esiri, maddi şeylere bağlanmış ve kötülüğü haddini aşmış bir insan, uzman, bilgin, hikmet ve kudret sahibi ve güçlü bir doktorun huzuruna varmıştır. Bu doktor, rahmet ve sevgi üzere kendisine şifa vermek, dertlerine derman olmak, maddi bağların ve zorlukların esaretinden kurtarmak için bizzat hastayı davet etmiştir.


Belanın Anlamı

Yüce kalp sahipleri, basiretli seyr-u sülûk ehli olan kimseler, "Allah'ım! Belam büyümüş!" cümlesindeki bela kelimesini, birkaç şekilde yorumlamışlardır:

1-Günah ve Masiyet

Söylendiği üzere "bela" kelimesinden maksat, en büyük belalardan ve hastalıklardan olan günah ve suçtur. Günah ve suç işlemek, çok tehlikeli bir hastalıktır. İnsan tövbe, Allah'a dönüş ve salih amelle geçmişini telafi ederek tedavi olmazsa, kalbinin ölmesine neden olur. Kalp öldüğü zaman da insanın Allah ve kıyametle olan ilişkisi kesilir. Allah ve kıyametle ilişkilerin kesilmesi ise insanı ebedi mutsuzluğa duçar kılar ve Allah'ın rahmetinden mahrum eder.
İmam Seccad (a.s), "taibin" (tövbe edenler) münacatında bu hakikate işaret ederek şöyle buyurmuştur: "Büyük cinayetim (günahlarım) kalbimi öldürmüştür."

Ebuzer'e; "Hangi hastalığa duçarsın?" diye sorduklarında şöyle buyurdu: "Günah hastalığına duçarım."

Çok Önemli Bir Soru ve Cevap

Emin'ul İslam Tabersi, "Mecma'ul Beyan" adlı yüce tefsirinde, Vakıa suresinin ön açıklamasında şöyle rivayet etmektedir: "Osman b. Affan, Abdullah b. Mes'ud'un ölümüne sebep olan hastalığı esnasında onu ziyaret etti. Osman, Abdullah b. Mes'ud'a şöyle dedi: "Hangi şeyden şikayetçisin?" O şöyle dedi:

"Günahlarımdan" Osman şöyle sordu: "Neyi istiyorsun?" İbn-i Mes'ud şöyle dedi: "Rabbimin rahmetini" Osman şöyle dedi: "Sana bir doktur çağırayım mı?" İbn-i Mes'ud şöyle dedi: "Zaten tabib (Allah) beni hasta kılmıştır." Osman şöyle dedi: "Sana Beyt'ul Mal'dan bir miktar para vermemi ister misin?" İbn-i Mes'ud şöyle dedi:

"İhtiyacım olduğu zaman bana vermedin, şimdi ihtiyacım olmadığı zaman mı bana vereceksin?" Osman şöyle dedi: "Sana bu parayı vereyim de kızlarına kalsın." İbn-i Mes'ud şöyle dedi: "Kızlarımın o paraya ihtiyacı yoktur. Onlara Vakıa suresini okumalarını emrettim. Zira Allah Resulü'nden (s.a.a) şöyle buyurduğunu işittim: "Her kim her gece Vakıa suresini okursa, asla fakirlik ve yoksulluk görmez."

Veysel Karani ile Bir Konuşma

Attar, Tezkiret'ul Evliya kitabında, Hirem b. Hayyan'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Veysel Karani'nin şefaat makamı olduğunu işitince onu görme isteğine kapıldım. Bu maksatla Kufe'ye geldim ve onu aramaya koyuldum. Sonunda onu abdest alırken gördüm. Şöyle dedi: "Ey İbn-i Hayyan! Seni bu mekana getiren şey nedir?"
Ben şöyle dedim: "Seninle ünsiyet kurma aşkı."

O şöyle dedi: "Allah'ı tanıyan bir kimsenin başkasıyla ünsiyet kuracağını asla tahmin etmiyorum." Ben şöyle dedim: "Bana vasiyet et."

Veysel Karani şöyle dedi: "Ey İbn-i Hayyan! Uyuduğun zaman ölümü yastığının altında bil! Uyandığın zaman da ölümü önünde bil. Ey İbn-i Hayyan! Günahın küçüklüğüne ve azlığına bakma. Aksine Allah'ın yüceliği hakkında endişeye kapıl ki nasıl bir ilahın karşısında günah işlediğine bak. Zira Günahı küçük gördüğün takdirde Allah'ı küçük görmüş sayılırsın."

2- Yakınlık Makamından Uzaklaşmak

Bazılarının dediğine göre de büyük beladan maksat, Hak Teala'nın yakınlık makamından uzaklaşmaktır. Bu makam, iman, salih amel ve güzel ahlakla elde edilmektedir. Bu makamda insana Allah-u Teala'nın hoşnutluğu ve rızayeti gelip çatmaktadır. Kıyamet günü de insanın peygamberlerle, doğrularla, şehitlerle ve salihlerle arkadaşlığına sebep olmaktadır.

Sürekli bu makamdan uzak duran kimseler, sonunda öyle bir yere varmışlardır ki, orada ne insanlık, ne iman, ne salih amel ve ne de güzel ve beğenilmiş ahlaktan bir eser vardır. Orası şeytanların, dört ayaklı hayvanların ve yırtıcı ve vahşi canavarların yeridir. Orada insan, sadece zulüm, fısk, fücur, günah, suç ve masiyet işlemektedir.

Allah'a yakınlık makamına doğru sürekli hareket halinde olan kimseler, Hak Teala'nın özel feyizlerinden nasiplenmiş kimselerdir. Bu kimseler, ilahi feyizleri elde ettikleri için nitelendirilmesi zor bir sevinç, arşi ve melekuti bir hal ve şevk ve rağbet dolu bir kalple Hak Teala'ya ibadet etmekle meşguldürler. Allah-u Teala'ya ibadet ve yaratıklara hizmet ile meşguldürler. Onlar bütün hayırlı işlere katılırlar.

Bu kimseler, bu manevi hareket içinde büyük bir heyecanla çaba göstermekte, halisane bir kulluk dışında hiçbir işle meşgul olmamaktadırlar. Maşuku görmek ve sevgilinin kucağına erişmek dışında bir şey istemezler. Onların kalbi sürekli rububi dergahtan feyiz almaktadır ve bu feyizleri insan vücudunun bütün her yerine ulaştırmaktadır.

Doğru sözlü olan Yusuf, yakınlık makamına hareket ederek ve rabbani feyizler elde ederek, Ken'an beldesindeki gösterişsiz evini bir mescit ve halisane kulluk yeri kıldı. Yola koyulurken uyku aleminde gelecek zamana doğru uçtu, yüce makamlarını müşahade etti, kuyunun dibini aşıkların seher vakti gibi Allah'a yalvarıp yakarma yeri karar kıldı.
Züleyha'nın düşüş yeri olan Mısır Aziz'inin sarayını, takva ve korunmanın zirvesi olan yükseliş yeri kıldı. Zindanları kendine ibadet yeri edindi, başkalarına hidayet yeri haline getirdi, ülkenin hazinelerini emanet merkezi ve Beyt'ul Malın yerli yerinde harcanması hususunda denetim makamı haline getirdi, Mısır'ın Aziz'lik makamını Allah'ın kullarına hizmet makamı haline dönüştürdü ve bu işler sebebiyle de Allah-u Teala'nın yakınlık makamına erişti.

Konuş, konuş, konuş
Araştır, araştır, araştır
Yarin zülfünün işkence sırrının şerhini
İnceden inceye incele, incele, incele
Alemlerin canını gördükten sonra
Bağırıp çağır, bağırıp çağır, bağırıp çağır
Ey bu nehrin sahibi! Ruhun isteklerden
Temizle, temizle, temizle
O zaman ilim denizinden ruha doğru
Kanal aç, kanal aç, kanal aç
Eğer unutulmak istemiyorsan
O'nu an, O'nu an, O'nu an!"


3-Cehalet ve Bilgisizlik

Bazılarının dediğine göre büyük beladan maksat, bütün belaların kaynağı, bütün mutsuzlukların çeşmesi, bütün mahrumiyetlerin kökü ve ebedi mutsuzluk sebebi olan cehalet ve bilgisizliktir.
Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) bir rivayetin zımnında cehalet ve cahil hakkında şöyle buyurmuştur: "Cehalet, hastalık ve acizliktir."

Hakeza şöyle buyurmuştur: "Cehalet, en şiddetli hastalıktır."
Hakeza şöyle buyurmuştur: "Cehalet, dirileri öldüren ve mutsuzluğu ebedi kılandır."
Hakeza şöyle buyurmuştur: "Cahil kimse, kusurunu bilmez ve kendine nasihat eden kimseden (öğüt) kabul etmez."
Hakeza şöyle buyurmuştur: "Cahil, diri olsa bile ölüdür."
Hakeza şöyle buyurmuştur: "Cahil kimse, suyu akmayan bir kaya, dalları yeşermeyen bir ağaç ve bitkisi bitmeyen bir yerdir."

Hz. Ali (a.s) yaptığı duaların birinde de Hak Teala'ya şöyle arzetmektedir: "Şüphesiz ben, cehaletim sebebiyle sana isyan eden cahilim. Cehaletim yüzünden suç işledim, cehaletim yüzünden zikrini unuttum ve cehaletim yüzünden dünyaya meylettim."

Kötü Halli Olmak

Kötü halli olmaktan maksat, en kötü ve zararlı hastalıklardan olan ahlaki çirkinlikler ve bozuk haletlerdir. Basiret ehlinin inancına göre insanı, birçok hakikatlerden, feyizler elde etmekten, saadet elde etmekten, Hakk'ın rızayet ve hoşnutluğunu kazanmaktan, doğru yolda yürümekten ve Kur'ân ve rivayetlerin kavramlarını derk etmekten mahrum kılan ve Allah-u Teala'yı mülakat etmekten alıkoyan en büyük ve en zor örtülerdendir.

"Hayır; doğrusu onlar o gün, Rablerinden (O'nun rahmetini görmekten) yoksun kalacaklardır."
Allah-u Teala'nın, nefsin çirkin sıfatlardan temizlenmesi ve güzel sıfatlarla süslenmesi hususundaki vurgulaması, diğer hiçbir teklif ve vazife hususunda yoktur. Hak Teala, Kur'ân-ı Kerim'de on bir defa yemin ettikten sonra, tezkiye ehlinin sürekli kurtuluşu ve ebedi saadetine ve de rezaletler ehlinin ümitsizliği ve mağlubiyetine işaret ederek şöyle buyurmuştur: "Kendini tezkiye eden kurtuluşa ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır."

Kötü halli olmanın nişanelerinden biri de batın gözünün kör olması, hakikatlerden uzak durmak, kulağın Allah ve Peygamberlerin çağrısını işitmemesi ve batıni koku alma duyusunun rahmet kokusunu almamasıdır.
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "İki haslet müminde bir araya gelmez: Cimrilik ve kötü ahlak."

Hz. Ali (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Kötü ahlaktan daha korkunç bir vahşet yoktur."
Hakeza Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kötü ahlak en kötü arkadaştır."
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz kul, kötü ahlakından dolayı, cehennemin en alt katına düşer."

Amel Hususunda Kusur Etmek

Eğer insan saadeti manevi kemallere erişmeyi ve cenneti elde etmeyi istiyorsa, amellerini Kur'ân ayetleri ve Ehl-i Beyt'in (a.s) kültürü ile uyumlu bir şekilde eda etmelidir. Himmet, şevk ve ihlas gibi gerekli şartlara riayet etmelidir ki amelleri kendisini saadete, kemallere ve cennete ulaştırabilme gücüne sahip olsun.

Ameller eğer marifet elbisesinden soyutlanır ve Hakk'ın istekleriyle uyum içinde olmazsa, himmet ve şevk ile beraber olmazsa, isteksizlik ve bitkinlik karanlığına gömülürse, üzerine ihlas nuru doğmazsa ve amel sahibi de kendini, kul hakkı, cimrilik, haset, tamah, kibir, gurur ve kendini üstün görme gibi sıfatlardan arıtmamışsa, o ameller sahibini nasıl kurtuluş sahiline ulaştırabilir ve onu helak olmaktan kurtarabilir?

Müminlerin Emiri Ali (a.s) eşsiz bir manevi sermayeye sahip olduğu halde gece yaptığı münacatlarında ve Hak Teala'nın huzuruna arzettiği yalvarış ve yakarışlarında ağlayarak şöyle buyurmaktadır: "Ah azığın azlığından, yolculuğun uzaklığından ve yolun dehşetinden!"

Bazen, Hak Teala'nın velilerinin ibadetlerini değerli kitaplarda okumak gerekir. Onların yüce himmetlerini öğrenince, kulluk hakkındaki rağbetlerini, ihlaslarını okuyunca belki bizde de kulluğa şevk ve rağbet haleti ortaya çıkar. Bu yolla kalbimizde bir nur doğar, bir halet içine gireriz, ihlas dolu bir harekete koyuluruz, böylece de niyetlerin şahidini kucaklar ve manevi hayat lezzetini tadarız.

Hak yolunun şehidi, Kadı Nurullah Şuşteri, "Mecalis'ul Mu'minin" kitabında şöyle rivayet etmektedir: "Veysel Karani, gecenin belli saatlerinde şöyle diyordu: "Bu gece, ruku gecesidir." Böylece o geceyi ruku içinde geçiriyordu. Ertesi gece ise şöyle diyordu: "Bu gece de secde gecesidir." Böylece o geceyi de sabaha kadar secde ile geçiriyordu. Bir şahıs ona şöyle dedi: "Ey Veysel Karani! Bu uzun geceleri nasıl ibadet ve itaat ile geçirebiliyorsun?" O şöyle dedi: "Geceler ne zaman uzun oldu ki? Keşke ezelden ebede kadar bir tek gece olsaydı da o geceyi bir tek secdeyle geçirseydim."

Zincirler ve Bukağılar

Basiret ehli ve hakikat yolunu araştıran kimseler, "Zincirlerim beni çökeltmiş" sözünün açıklamasında şöyle demişlerdir: "Buradaki zincirlerden maksat, günahlar, özellikle de insanı yerine oturtan, ibadet ve itaat etmesine engel olan, insanı feyizlerden mahrumiyet kuyusuna yuvarlayan büyük günahlardır.

Bu konudaki kanıt ise Müminlerin Emiri Hz. Ali'den (a.s) rivayet edilen şu önemli hadistir: "Bir şahıs Hz. Ali'ye şöyle dedi: "Ben gece namazını ve nafilelerini kılıyordum ama şimdi bu başarı benden alındı." Hz. Ali (a.s) ona şöyle buyurdu: "Sen, günahlarının seni sıkı sıkıya bağladığı (gece ibadetlerini yapmaktan alıkoyduğu) bir kimsesin."
Elbette zincirlerden maksadın, maddi ve dünyevi işlere aşırı ilgi olması da mümkündür. Zira bu da insanı kemallere doğru hareketten, manevi haletlerden ve güzellikleri yerine getirmekten alıkoymaktadır.

Belki de zincirlerden maksat, yersiz meşguliyetler, faydasız işler ve bir sonucu olmayan hususlardır. Zira bunlar da insanı gerçek hedeflere teveccüh etmekten alıkoymaktadır. Allah Resulünden (s.a.a) nakledilen bir hadiste bu konuya işaret edilerek şöyle buyurulmuştur: "Kendisini ilgilendirmeyen işleri terk etmek, insanın Müslümanlığının güzelliğindendir."

"Uzun arzularım beni menfaatimden alıkoyup hapsetmiş"



Uzun Arzular

Arzu ve ümit, merhamet sahibi Allah'ın her insanın vücudunda takdir ettiği büyük bir nimettir. Böylece insan bu nimete dayanarak olumlu işlere yönelmekte, sonuçları ve faydalarıyla hoşnut olmaktadır. Eğer bu büyük nimet olmasaydı hiçbir insan, hiçbir işin peşi sıra gitmez, herhangi bir işe ısınmaz ve hiçbir işe koyulmazdı. Bir rivayette şöyle yer almıştır: "Hz. İsa (a.s) bir çölde oturmuştu. Yaşlı bir adam, çiftçilik aletleriyle toprağı sürmekle meşgul idi.

İsa (a.s) dua ederek şöyle dedi: "Ey Allah'ım! Bu şahsın arzusunu kökten yok et." Yaşlı adam, İsa'nın (a.s) duası makbul olduktan sonra elindeki çiftçilik aletlerini yere attı ve uyumaya başladı. Bir müddet geçtiği halde yaşlı adam hala uyuyordu. İsa (a.s) bunun üzerine yeniden ellerini havaya kaldırarak şöyle buyurdu: "Ey Allah'ım! Ona arzuyu geri ver." Bunun üzerine yaşlı adam yerinden kalkarak, yeniden çalışmaya koyuldu."

Allah Resulü (s.a.a) ise şöyle buyurmuştur: "Arzu, ümmetim için bir rahmettir. Eğer arzu olmasaydı, hiçbir anne çocuğuna süt vermez, hiçbir çiftçi ağaç ekmezdi."
İmam Seccad (a.s) ise Allah'a şöyle dua etmiştir: "Ey Allah'ım! Arzular arasında en doğru ve gerçek olanını bana bağışta bulun."

Hakeza: "Arzulardan en uygun olanını senden diliyorum."
Olumlu arzular; ilmi derecelere, ahlaki kemallere, dünya ve ahiret saadetine, kulluğun ve itaatin zirvesine ve Allah'ın kullarına her türlü hizmet etme makamına erişmek ve cami, cadde, klinik, hastane, medrese, ilmi havzalar, kütüphane ve benzeri şeyler yaptırmak, oldukça yüce arzulardan sayılmakta ve de insanın iman ve himmet sahibi olduğunu göstermektedir.

Ama eğer bu arzu ve ümitler sadece maddi işler ile ilgili olur, sınırı aşar, sonunda insanın deruni güvenliğini ve huzurunu bozar; tamah, hırs ve cimrilik canavarını insana galip kılar, insanın gösterişe kaçmasına ve başkalarının hakkına tecavüze yeltenmesine sebep olur, üstünlük peşinde koşma ve kendini büyük görme gibi kötü hasleti insana hakim kılarsa, bu durum da beğenilmeyen batıl ve haksız bir arzudur, helak edici bir hastalıktır, şeytani bir sıfattır,

insanın Hak'tan uzak kalmasına, ahireti unutmasına ve insanın itaat ve ibadetten mahrum olmasına neden olmaktadır.
Bu konuda Ehl-i Beyt'ten (a.s) nakledilen rivayetler de birçok önemli ve değerli hususlara işaret etmektedir. Bu hususlara dikkat etmek, her mümin için farz ve gereklidir.

Müminlerin Emiri (a.s) bir rivayetin zımnında şöyle buyurmuştur: "Arzu bir serap gibidir; ona bakan kimseyi aldatır, ona ümit bağlayan kimseyi ise ümitsiz kılar."
Hakeza: "Arzu, aldatıcı, kandırıcı ve zarar vericidir."

Hakeza: "Arzu, basiret gözlerini kör kılmaktadır."
Hakeza: "Arzu, şeytanların, gafillerin kalbindeki sultanıdır."
Hz. Musa (a.s) Allah ile yaptığı bir münacatında Allah'ın şöyle buyurduğunu işitti: "Ey Musa! Bu dünyada arzularını uzun kılma; aksi takdirde kalbin katılaşır; kalbi katı olan kimse ise benden uzaktır."

İmam Sadık (a.s) ise Arefe günü duasında Hak Teala'nın huzuruna şöyle arzetmiştir: "Ahiretin en iyisinden alıkoyan dünyadan, en iyi ölümden alıkoyan hayattan ve en hayırlı amelden alıkoyan arzudan sana sığınırım."
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Dostlarından ayrılacağına, toprakta sakin olacağına, hesapla karşılaşacağına, geride bıraktıklarından müstağni olacağına, önceden gönderdiği şeye muhtaç kalacağına yakini olan bir kimsenin arzularını kısaltması ve amellerini uzatması uygundur."

Uzun arzular, insana telafi edilmesi mümkün olmayan darbeler indirmekte, insanı helak olma kuyusuna düşürmekte ve insanı ilahi feyizlerden mahrum etmektedir.

İnsan doğduğu andan, ekine el verişli ve kabiliyetli bir toprak konumundadır. Bu kabiliyet ve ehliyet korunduğu takdirde, Hak Teala'nın feyiz yağmurunun yağmasıyla, iman, güzel ahlak ve salih amel gülleri ve tomurcukları yetişir. Bu kabiliyet ve liyakat, gaflet, tekebbür, hırs, tamah, özellikle de yersiz uzun arzular gibi afetlerin saldırısına uğrarsa, büyük bir bataklığa dönüşür. Dolayısıyla da bu topraktan, yakini bir iman, ahlak gülü ve salih amel ağacı yetişmez."

"İyi toprak Rabbinin izniyle bitki verir, çorak toprak faydasız bir bitki çıkarır. Şükredecek topluluk için böylece ayetleri yerli yerince açıklarız…"
Uzun arzular da örümcek ağı veya ipek böceği kozaları gibi insanın batınını bir baştan bir başa kaplamakta, düşünce ve tefekkür kapılarını insanın yüzüne kapamakta, insanın hakikatlere bakışına engel olmakta ve insanı ahireti anmaktan ve kıyamet için azık hazırlamaktan alıkoymaktadır.

Gerçekten de bu sınırlı ömrüyle çeşitli arzulara ve hayallere duçar olan, her an arzular serabında hesapsız bir servet, sayısız emlak, haddi hesabı olmayan araçlar, mal ve mülk toplamak, makam ve mevki elde etmek, çeşitli ülkelere gidip gelmek ümidiyle çırpınan ve tüm fikrini bu maddi işlere ayıran bir kimse, nasıl olur da Allah ve kıyameti hatırlayabilir, salih amel yapmaya nasıl vakit bulur ve ne zaman kendini ıslah ve kötülüklerini telafi etmeyi düşünür?!

Allah Resulü (s.a.a) çok önemli bir rivayette şöyle buyurur: "Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey şu iki haslettir: Nefsani isteklere uymak ve uzun arzular. Nefsani isteklere uymak, insanı haktan alıkoyar; uzun arzular da insana ahireti unutturur."

Hafız şöyle diyor:
Gel ki, emel köşkü pek temelsiz
Şarap getir ki ömrün esası yel üstüne kurulmuş
Himmetine kulum o kişinin ki, gök kubbe altında
Taalluk rengini kabul eden her şeyden hürdür
Sana ne söyleyeyim?
Dün gece sarhoş ve harap bir haldeyken meyhanede
Gayb âleminin meleği, bana ne müjdeler verdi
Bir ay yüzlüye mi gönül verdin?
Çünkü gönül, bütün dertlerden onun sevgisiyle şad olur
Ey makamı Sidre olan yüce bakışlı doğan
Durağın mihnetlerle dopdolu olan bu bucak değil
Sana Arş kongresinden ıslık çalıyorlar
Bilmem ki bu tuza ne düşmüş?
Ne buldun burada da buraya bu kadar yapıştın?
Bir nasihat vereyim, dinle ve tut
Bu söz tarikat pirimden hatırımda kalmış
Dünya gamını yeme, nasihatimi unutma
Ki bu aşkımın latifesini bir yol erinden belledim
Verilene razı ol, alnının kırışığını aç
İhtiyar kapısını ne bana açtılar, ne sana
Temeli gevşek dünyadan ahde vefa umma
Çünkü bu kocakarı, binlerce damadın gelinidir.
Gülün gülümsemesinde ahde vefa nişanesi yok.
Ağla bülbül, ağla ki tam feryat edilecek bir zaman
Ey bozuk şiirler yazan, Hafız'a neden haset ediyorsun?
Hatır kabulü ve söz lütfü Tanrı vergisidir.

Bu tehlikeli bataklıktan ve helak edici esaretten kurtulmak için, geçmiş insanların hallerini düşünmek, faydalı dini toplantılara katılmak, tarih kitaplarını okumak, Kur'ân ve Ehl-i Beyt'in (a.s) eserlerine dikkat etmek, mezarlığa gitmek, mezarlar arasında yürümek, toprağın altında yatan kimselerin durumunu düşünmek, çok etkili bir ilaç konumundadır.

Evet, kalp, hayali arzulara duçar olduğunda, ruh, can ve kalp yersiz istekler bataklığında çırpındığında, insan dünya ve ahiretinin gerçek menfaatlerinden, hayatın hakiki yararlarından, hatta kendi ilim ve fikrinin değerli ürünlerinden mahrum kalır.

İlginç Bir Hikaye

Attar-i Nişaburi şöyle rivayet etmektedir: "Bir gün Hasan-i Basri bir yere gitti. Oraya giderken Dicle nehrine vardı, beklemeye koyuldu, aniden zahitlerden ve abitlerden biri olan Habib-i A'cemi adlı biri oraya geldi ve şöyle dedi: "Ey önder! Neden burada duruyorsun?" Hasan-i Basri şöyle dedi: "Bir gemiyi bekliyorum." Habib-i A'cemi şöyle dedi: "Ey üstat! Ben senden ilim öğrendim, senden ilim öğrenirken de şunu öğrendim: "İnsanlara haset etmeyi kalbinden çıkar, uzun arzularını yok et ki, dünya aşkının ateşi kalbinde sönsün. Bu makama eriştiğin zaman ayağını suyun üzerine koy ve suyun üzerinde yürü."

Ardından Habib-i A'cemi, ayağını suyun üzerine koyarak sudan geçip gitti. Hasan-i Basri kendinden geçti, ayıldığı zaman, "Sana ne oldu?" diye sordular. O şöyle dedi: "O ilmi benden öğrendi, şimdi ise beni kınadı, ayağını suyun üzerine koyarak yürüdü, yarın kıyamet günü; "Sırattan geç" denildiği zaman ben böyle aciz kalacak olursam, ne yapabilirim ki?"

Daha sonra Habib-i A'cemi'ye şöyle sordu: "Bu makamı hangi sebeple elde ettin?" O şöyle cevap verdi: "Ey Hasan! Ben, kalbimi ak kıldım, sen ise kağıtları karaladın." Hasan şöyle dedi: "Benim ilmim başkalarına fayda vermekte ama kendime bir faydası olmamaktadır."
"Dünya aldatmaları (ve hileleriyle) beni aldattı."

Dünyanın güzelliklerini, hile ve aldatmalarını, insanın nefsani haletleri ve düşünceleri esasınca değerlendirmek gerekir. Nefsani istekler zincirine vurulmuş, hayal ve kuruntularına mağlup düşmüş, kibir, hırs, tamah ve cimrilik gibi ahlaki rezaletlere bulaşmış, Allah ve kıyametten gaflet ve habersizlik içinde kalmış ve de Peygamberlerin nübüvveti, İmamların imameti ve Kur'ân ayetleri esasınca bilgisiz kalmış bir insan, maddi unsurlara, dünyevi maddelere, hayatın debdebesine, mal ve makam sevgisine aldanır.

Bütün bu şeylerin gerçek olduğu ve bunlar dışında bir gerçeğin bulunmadığı hayaliyle bütün ömrünü ve çabasını bu yolda harcar, bu maddi sofralardan ayrılık zamanı olan ayrılık günlerinde ise kendine gelir. Bu şeylerin bir hakikatinin olmadığını, hile ve aldatma dolu bir dünyada çırpınıp durduğunu, bütün zahmetlerinin boşa gittiğini ve şimdi de avucunda salih amelden hiçbir şey olmaksızın diğer aleme intikal edeceğini anlar.

Tarihteki Firavunlar ve Karunlar, ilk gün birer Firavunla Karun değillerdi. Aksine ruhsal bozukluklar, ruhsal düşünceler ve hatalı değerlendirmeler onları birer Firavun ve Karun haline dönüştürmüştür. Ama nefsani isteklerin kirliliğinden temiz olan, hayal ve kuruntulardan uzak bulunan, ruhunda ahlaki rezaletlerden eser bulunmayan ve de Allah, kıyamet, peygamberler,

imamlar ve Kur'ân hakkında bilinç ve şuur sahibi olan kimseler, dünyayı içindeki bütün nimetleriyle sadece temiz yaşamak, ahireti imar etmek, hayırlı işler yapmak ve salih amelde bulunmak için bir araç olarak görür, bütün ömrünü ve çabasını bu gerçeklerin hayata geçirilmesi yolunda kullanır.
Masum İmamlar ve ilahi Peygamberler, maddi işlerinde şatafat hilesine aldanmayan ve dünyevi işlere kanmayan kimselerdir.

Kalp gözüyle her şeyin hakikatini gören, basiret ehli kimseler, insanların uyanması için bir takım öğütler ve ibret almaları için bir takım dersler kendilerinden miras bırakmışlardır ki bunlar hakkında dikkatlice düşünmek gerekir.
Müminlerin Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:

"Fedek'in bağ ve bostanlarından birindeydim. Fedek, Hz. Zehra'nın (a.s) özel mülküydü. Elimdeki kürekle çalışıyordum. Aniden gözüme büyük ve muteber gözüken bir kadın geldi. Onun Amir-i Cemhi'nin kızı Senniye olduğunu zannettim. Zira o Kureyş kadınları arasında güzelliği ile meşhur bir kadındı. Bana şöyle dedi:

"Ey Ebu Talib'in oğlu! Beni istemeye bir rağbetin var mı? Eğer beni istemeye rağbetin varsa, ben sana eş olmaya hazırım. Bu durumda sana yardım ederim, geçimini temin için çalışmaktan müstağni kılarım, sana yeryüzünün hazinelerini gösteririm. Dünyada olduğun müddetçe sultan ve padişah olman için gerekli ortamı sağlarım.
Ben şöyle dedim: "Sen kimsin ki seni eş olarak seçeyim?"
O şöyle dedi: "Ben dünyayım!"

Ben şöyle dedim: "Geri dön ve kendine başka bir eş ara. Zira seni üç talak ile boşadım. Artık geri dönüş mümkün değildir."
Bu aldatıcı dünyaya ve hilelerine aldanan bir kimse, alnına ebedi helak olma damgasını vurmuş ve de doğru dünyanın ve bayındır ahiretin menfaatlerinden mahrum kalmıştır. Böyle bir dünyaya rağbet gösteremeyen bir kimse ise ebedi faydalar elde etmiş ve Hak Teala'nın hoşnutluk hazinesini kazanmış sayılır. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her kim dünyada zahit olursa, Allah kalbinde hikmeti sabit kılar; dili hikmet ile konuşur;

Allah ona dünyanın ayıplarını, hastalıklarını ve dermanını gösterir; onu dünyadan esenlik yurduna sağ salim bir şekilde çıkarır."
Lokman Hekim, oğluna şöyle buyurmuştur: "Ey oğulcağızım! Şüphesiz dünya derin bir denizdir. Birçok alemler onda gömülmüştür. O halde dünyadaki gemin Allah'tan sakınma olsun. Yükü iman, yelkenleri tevekkül, kaptanı akıl, kılavuzu ilim ve dümeni sabır olsun."

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Dünyada bir yabancı veya geçip giden bir yolcu gibi ol ve nefsini mezar ehlinden say."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Ey İbn-i Cündeb! Eğer ahiret evinde yüce Allah'a komşu olmak ve civarında Firdevs cenneti ehlinden olmak istiyorsan, dünya sana kolay olmalıdır."

Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerinden ve Ehl-i Beyt'in (a.s) rivayetlerinden anlaşıldığı üzere, eğer dünya, hayırlı bir iş yapmak ve faydalı bir amelde bulunmak aracı olursa ve insanın ahireti bu sebeple imar edilirse, bu dünya beğenilmiş ve değerli bir dünyadır. Ama eğer kötülük, zulüm, günah ve masiyet yolunda kullanılacak ve de ahiretin yok oluşuna sebep olacaksa, bu dünya da beğenilmemiş ve değersiz bir dünyadır.

Velhasıl, dünyanın güzellik ve çirkinlikleri insanın halet ve inançlarına bağlıdır. Eğer insanın dünya ile ilişkisi, iman, ahlak ve salih amel üzere olursa, bu dünya yüzde yüz insanın faydasınadır ve eğer insanın dünya ile ilişkisi küfür, şirk, nankörlük, kötü ahlak ve aykırı ameller üzere olursa, bu durumda da yüzde yüz dünya insanın zararınadır.
Şüphesiz, insanın dünya ile ilişkisi olmaksızın dünya hakkında hüküm vermek mümkün değildir.

İnsanın dünyayla ilişki niteliği esasınca dünya hakkında konuşmak ve de dünyanın güzellik ve çirkinlikleri hakkında hüküm vermek gerekir.
İnsanın ruhsal ve cinsel bozukluğu sebebiyle bir hile, aldatma ve kandırma haline gelen dünya hakkında şöyle denilmiştir: "Kötülükler bir evde toplanmıştır ve anahtarı da dünya sevgisidir."
Dünyaya girmek çok kolay ama ondan çıkmak çok zordur.

Eğer ahiret saksı ama ebedi bir kap, dünya ise altın ama fani bir kap bile olsaydı, insanların dünyadan çok ahirete yönelmesi gerekirdi. Nerede kaldı ki ahiret kalıcı altın ama dünya fani bir saksıdır. Ebu Hazim Mekki ise şöyle buyurmuştur: "Dünyadan sakınmanız gerekir. Zira bana bildirildiğine göre kıyamet günü kulu hesap yerine getirirler, Hak Teala'nın münadisi O'nun tarafından şöyle nida eder: "Bu, Allah'ın küçük saydığını büyük sayan ve Hak Teala'nın düşman kabul ettiğini dost sayan bir kuldur."

"Ve nefs-i emmarem, cinayetiyle ve ihmalkarlığım beni kandırmış!"
Nefis, hakikatinin derk edilmesi çok zor ve hatta mümkün olmayan bir varlıktır. Ama nefsin Kur'ân ve rivayetlerde işaret edilen etkilerini tanımak, çok zor bir iş değildir. Eğer nefis terbiye ve tezkiye edilmezse, inatçı olur, heva ve hevese bulaşır, her türlü günahı çok kolay bir şekilde işlemeye başlar.

"Heva" kelimesi, terminoloji açısından yüksek bir yerden düşmek ve insanın koyulduğu yanlış bir yolda helak olmak anlamındadır. Dünyevi veya manevi işlere aşırı sevgi anlamını da ifade etmektedir. "Heves" ise terminoloji açısından kırmak ve şaşkınlığa düşmek anlamındadır.

Nefis ilmi terminolojisinde ise "heves", insanın nefsinde herhangi bir konu hakkında oluşan ıstırap dolu bir harekettir. Hevese kapılan insan huzur içinde olamaz. Tıpkı sevgi, buğz, kin, hışım ve nefret gibi…
Her an bir hevese kapılan insan, bol hevesli ve sürekli değişken bir insandır. Bol heves ve kararsız bir insan, kemale doğru bir adım dahi atma gücüne sahip değildir.

Kemale doğru hareket etmenin başlıca şartı, huzur ve sükunettir. Heva ve heves var olduğu müddetçe de insanın huzura kavuşması ve aklın nefse hükmetmesi mümkün değildir.
Çocuğa heva ve heves hakimdir. Dolayısıyla da hevesin kalıcı bir huya dönüşmemesi ve de çocuğu heva ve hevesine düşkün bir hale getirmemesi hususunda dikkatli olmak gerekir.

Kadın da tabiatıyla heva ve hevesine yeniktir. Kadın, cüzi/tikel gören bir varlıktır ve de böyle olması gerekir. Zira yaratılış hikmeti kadını, dahili hayatın idaresi için yaratmıştır ve bu esas üzere de cüzi/tikel işlere teveccüh etmelidir. Kadını ıstıraba sürükleyen en büyük şey ise hasettir. Dolayısıyla terbiye ve eğitim vesilesiyle, kadındaki bu isyankar içgüdüyü akla itaat eder hale getirmek gerekir.

Genel olarak başı boş bırakılan heva ve heves, aklın kontrolü altında olmazsa, şehvete dönüşür. Dolayısıyla da insanın veya bir diğerinin aklı bu şehveti kontrol altına almazsa, haddini aşar, sonunda bu haddini aşma da bir hastalık ve cinnet haline dönüşür. Bu hastalık ve cinnet haletini insanlardaki hırs,

tamah ve makam düşkünlüğünde çok güzel bir şekilde görmek mümkündür. İnsan, kör ve sağır olduğu halde bu hedefine ulaşmak için her türlü çirkinliğe ve aşağılığa bulaşmaktan çekinmez, bütün dini ve toplumsal kutsal ilkeleri çiğner, hatta vatanını satar ve yabancıların uşağı olmaya koşar.

Bu tür şahısların dostluğuna, arkadaşlığına, ahdine ve vefasına güvenmemek gerekir. Zira bunların bir tek sevgilisi vardır. Dolayısıyla da herkesi, her şeyi, hatta en sevdiği yakınlarını dahi bu hedefine feda etmekten çekinmezler.
Onlar, sadece iradesiz bir alet olan ve de aşağılık hedeflerini gerçekleştiren kimseleri severler. Kalben takvadan ve takvalı kimselerden nefret ederler.

Heva ve hevesin şehvete ve şehvetin de cinnete dönüştüğünü söylememizin nedeni, bu şahısların üstün gelen şehvet karşısında akıl ve iradelerine malik olmamaları sebebiyledir. Zaten deli ve cinnet geçirmiş kimse de akıl kuvvesini yitirmiş kimsedir. Hasta kimse de hastalığın üstün gelmesi karşısında çaresiz kalan insandır.

Makam düşkünlük şehveti, diğer şehvetlerden daha şiddetlidir ve insanlık, bu aşağılık şehvetten birçok zararlar görmüştür ve de tarih sayfalarını kana bulamıştır.

Babalar, kendi çocuklarını, kardeşlerini ve yakınlarını bu amaçla öldürmüş, kör etmişlerdir. Çocuklar da bu hedef uğruna ellerini babalarının kanlarına bulaştırmışlardır.

Elbette nefse uymamak ve nefsani isteklere tabi olmamaktan maksat, sadece nefsin zararlı boyutlarıdır ve bunların kaynağı da heva ve hevestir; ait oldukları şey ise, hayvani aşağılık içgüdülerdir. Yoksa nefsani arzuları tümüyle terk etmek ve bu hata üzere intihar etmek anlamında değildir. Nitekim bazı suluk ehli kimseler böyle anlamışlar ve de bu esas üzere davranmışlardır.

Nefis ve nefsani istekleri kınayan ve bizleri bu nefsani isteklere teslim olmak hususunda uyaran büyüklerin maksadı da bu nefsani çirkin boyutlardır. Biz tabiatımız gereği, bu yönlere meylettiğimiz için de mutlak bir şekilde bu yönler kınanmıştır. Yani meşhur deyim esasınca; "Ateşli hastalığa razı olmanız için bizi ölüme tutmuşlardır." Bu açıdan öğüt ve hitabelerde, tehdit ve korkutma yönü ümit yönünden daha fazladır.

Yoksa, bizim istek ve rağbetlerimiz, şahsi ve toplumsal tüm çabalarda mevcuttur. Bu istekler insanın fıtratında çeşitli içgüdüler olarak kök salmış haldedir. Bunların çoğu da bencilliğe dönmektedir ve bu kendisi için isteme içgüdüsü, ilahi yüce hikmet esasınca vücudumuza yerleştirilmiştir. Bu içgüdüler, hem bekamızı korumakta ve hem de bizim kemal aşamalarına ulaşmak için bir binek konumunda bulunmaktadırlar.

İnsanın bu benlik isteği, Allah'a ve kıyamete iman, peygamberler ve imamlarla ilişki halinde olmak, şer'i görevlerini yerine getirmek ve insanların hakkına riayet etmekle kontrol altına alınmalıdır. Böylece kendisi için isteme iç güdüsü, bencilliğe dönüşmemelidir. Yani ılımlılık haddini aşarak, şehvet ve cinnet haline gelmemelidir. Zira kendine tapan bir insan, iştahlandığı şeyler ve şahsi menfaatleri dışında hiçbir şey göz önüne almaz.

Bu aşağılık huy kimde olursa, ilk aşamada kendisi için zararlıdır. Sonra da bireyi olduğu toplum için büyük tehlike konumundadır. Örneğin: Hışım ve öfke, insanın kendisini düşünmesinin gereklerindendir. Ama bu içgüdüyü can, mal, namus, vatan ve hakkı savunma yolunda kullanmak gerekir. Yoksa zayıflara ve insanın elinin altında çalışan kimselere eziyet aracı olmamalıdır. Zira öfke hususunda aşırı gitmek, yırtıcılıktır. Öfke hususunda tefrit ve kusur içinde olmak ise gayretsizlik ve aldırış etmemektir.

Özgürlük, hayatın sevimli meyvesi ve iradenin kemal şartıdır. Zira özgürlük ortamında, insan başkalarının arzularına mağlup olmaz ve başkalarına esir düşmez. Ama bu fıtri gereksinim, akıl ve ılımlılık esasınca, kendi yerinde yer almalıdır.

Aksi takdirde bu içgüdü, aşırılığa kaçacak olursa, isyan, taşkınlık ve kargaşalığa sebep olur. Bu konuda kusur ve tefrit içinde olmak ise, zulüm, esaret ve teslimiyete sebep olur.
Mal sevgisi içgüdüsü güzeldir.

Ama cimrilik ve meşru olmayan işler, sahtekarlık, içki, kumar, hırsızlık ve yolsuzluk gibi mal elde etmek için her yola başvurma derecesine varmamalıdır. Diğer insanlarla ilişki hususunda en iyi yol iyiliktir. Burada da sınırı aşmamak ve ılımlı davranmak gerekir ki kendisi ve ailesi hakkında zulüm derecesine varmasın.

Güzel muaşerette bulunmak ve muaşerette bulunduğu kimseleri sevindirmek de güzeldir. Ama bu da kırıcı şakalar derecesine varmamalıdır. Dostların övünülmüş sıfatlarını zikretmek, onlar hakkında iyi bir teşviktir. Ama bu da dalkavukluğa dönüşmemelidir."

Anlaşıldığı üzere söylenen bütün bu bilgiler ışığında dini terbiyeyle süslenmeyen ve de içinde ahlaki güzellikler görülmeyen nefsin ihanetlerini de anlamak mümkündür.

N
efsin Sıfatları

Kur'ân-ı Kerim nefis için bir takım sıfatlar zikretmiştir. Bu sıfatların ortaya çıkışı insanın gerçeklere, dini ve ahlaki hakikatlere dikkatsizliği sebebiyledir:
1- Nefs-i Emare (kötülüğü emreden) 2- Nefs-i Dessai (kötülüklere gömen nefis) 3- Nefs-i Sefehi (sefahate sürükleyen nefis) 4- Nefs-i Tesvili (kötülüğü güzel gösteren nefis) 5- Nefs-i Rehinei (insanı rehin alan nefis) 6- Nefs-i Hevai (insanı heva ve hevese sürükleyen nefis 7- Nefs-i Hasreti (insanı hasrete düşüren nefis.)
Bu sıfatları zikreden ayetler ise sırasıyla şunlardır:
"Çünkü nefis, Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder."
"Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır."

"Kendini sefih ve akılsız kılandan başkası İbrahim'in dininden yüz çevirmez"
"Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Nefsiniz sizi bir iş yapmaya sürükledi."
"Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir."
"Rabbinin makamından korkan ve nefsini heva ve hevesten (kötü arzulardan) alıkoymuşsa, varacağı yer şüphesiz cennettir."

"Kişinin: "Allah'a karşı aşırı gitmemden ötürü bana yazıklar olsun…diyeceği günden sakının."
Şeyh Behai değerli kitabı Erbein'de şöyle diyor: "Rivayetlerde yer alan nefisten maksat ise şehvet ve öfke gibi hayvani güçlerdir."

Gazali ise "Medaric'ul Kuds" adlı kitabında bu anlama bir cümleyle işaret ederek şöyle demiştir: "Nefsin, akli kuvvelerle çelişki halinde olan kınanmış sıfatların tümünde başı boş bırakılmasıdır."

İlahi hikmet sahipleri ise şöyle demişlerdir: "Nefisle cihat, sadece nefsin bedenle ilgisi boyutundadır ve bu ilgiden de hayvani, vahşi ve şeytani sıfatlar ortaya çıkmaktadır. Bu ilgiler olmadığı takdirde nefis akıldır, meleklerin sıfatına sahiptir ve tabiatı gereği de kendisiyle Allah'a ibadet edilen ve cennet elde edilen bir şeydir.

O halde hayvani ve yırtıcı şeytani halet olan bu ilginin etkileriyle savaşmak gerekir ki huzur elde edilsin, hayvani kötülüklerden güvende olunsun.


Dipnotlar
-------------

- Tahrim, 16
- Enis'ul- Leyl, s. 233
- Enis'ul- Leyl, s. 239
- Mecmua-i Verram, c. 1, s. 189
- Uddet'ud-Dai, s. 397
- Gurer'ul- Hikem, s. 73, 1094. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 868, el-Cehl, 2798. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 73, 1095. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 868, el-Cehl, 2799. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 75, 1164. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 868, el-Cehl, 2802. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 75, 1152 hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 870, el-Cehl, 2817. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 75, 1163. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 870, el-Cehl, 2818. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 74, 1123. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 870, el-Cehl, 2822. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 94, s. 219, ey-Yevm'ut-Tasi' ve'l- İşrun
- Mutaffifin, 15
- Şems, 9- 10
- Şerh-u Nehc'ul- Belağa, c. 6, s. 337 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 4, s. 1536, el-Hulk, 5098. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 265, 5722. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 4, s. 1536, el-Hulk, 5098. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 264, 5964. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 4, s. 1536, el-Hulk, 5089. hadis
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 5, s. 93, Kitab-u Riyazet'in-Nefs ve Mizan'ul- Hikmet, c. 4, s. 1536, el-Hulk, 5101. hadis
- el-Menakıb, c. 2, s. 103, Feslun fissabiketi bizzud ve Uddet'ud-Dai, s. 209 ve Bihar'ul- Envar, c. 84, s. 156, 6. bab, 41. hadis
- Kafi, c. 3, s. 450, Bab'us-Salat'in-Nevafil, 34. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 1, s. 150, 4. bab, Alamat'ul- Akl
- Mizan'ul- Hikmet, c. 1, s. 184, el-Emel, 675. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 74, s. 175, 7. bab, 8. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 91, s. 155, 32. bab, 22. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 312, 7207. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 1, s. 186, el-Emel, 683. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 313, 7245. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 1, s. 186, el-Emel, 684. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 65, 860. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 1, s. 186, el-Emel, 685. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 312, 7206. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 1, s. 186, el-Emel, 686. hadis
- Kafi, c. 2, s. 329, Bab'ul- Kasvet, 1. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 1, s. 188, el-Emel, 718. hadis
- İkbal, s. 390 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 1, s. 186, el-Emel, 690. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 70, s. 167, 128. bab, 31. hadis
- A'raf, 58
- Kafi, c. 8, s. 58, 21. hadis ve Bihar'ul- Envar, c. 2, s. 156, 15. bab, 2. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 70, s. 84, 123. bab, 47. hadis
- Vesail'uş-Şia, c. 16, s. 10, 62. bab, 21827. hadis
- Kafi, c. 1, s. 15, Kitab'ul- Akl-i ve'l- Cehl, 12. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 70, s. 99, 122. bab, 86. hadis
- Tuhef'ul- Ukul, s. 303 ve Bihar'ul- Envar, c. 75, s. 281, 24. bab, 1. hadis
- İlm'ul- Ahlak, s. 101
- Yusuf, 53
- Şems, 10
- Bakara, 130
- Yusuf, 18
- Müddessir, 38
- Naziat, 40-41
- Zümer, 56

12
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi

Aksi takdirde bu evde sürekli olarak saldırı ve çatışma kavgası olacaktır."
Sa'di ise şöyle diyor: "Bir şahısa, Peygamber'in (s.a.a); "İki tarafının arasında bulunan nefsin, senin en büyük düşmanındır" hadisinin anlamını sordum. Şöyle dedi: "Zira nefsin dışında herhangi bir düşmana iyilik edecek olursan, seninle dost olur. Ama nefsine ne kadar iyilik eder ve de isteklerine daha fazla cevap verecek olursan, nefsin muhalefet ve düşmanlığı daha fazla olur."
Nefsani isteklere tabi olan kimseler ki bunlar gerçekte akıldan yoksun bir hayat sürdürmektedirler, gerçekte delilerdir.

Behlül'e şöyle sordular: "Şehrin delileri kaç kişidir?" Behlül şöyle dedi: "Onları saymak çok zordur, şehrin akıllılarını sorun ki cevap vereyim."


Nefsin Islahı Hakkında Müminlerin Emiri Hz.Ali(a.s)'ın Görüşü

Hz. Ali (a.s), hakikatler hususundaki kamil basireti ve de insanlığın yolu ve uçurumu hakkındaki tam bilgisi esasınca nefsi ıslah etmek için bir takım şeyler önermişlerdir ki büyük Şia alimi merhum Amudi değerli kitabı Gurer'ul Hikem'de onları nakletmiştir:

"Nefsini ıslah etmek istediğinde orta halli ol, kanaat et ve (dünyayı) küçük gör."
Hakeza: "Nefsin ıslahı, heva ve heves ile cihat etmektir."
Hakeza: "Nefsin ıslah sebebi, dünyadan yüz çevirmektir."
Hakeza: "Nefsin ilacı, heva ve hevesten sakınmaktır."
Hakeza: "Nefsin ıslah sebebi, takvadır."

Hakeza: "Şüphesiz Allah'tan korkmak, kalplerinizin hastalığının ilacıdır ve de nefislerinizin pisliklerini temizlemektir."
Hakeza: "Nefsin afeti, dünyaya gönül vermektir."

Hakeza: "Afetlerin başı, lezzetlere iştiyak duymaktır."
Hakeza: "İsteklerinin firavununa isyan eden ve aklının Musa'sına itaat eden kimseye ne mutlu!"
Bu melekuti ve ilahi söz, şu hakikate işaret etmektedir ki, herkesin batınında ve küçük dünyasında bir Musa ve Firavun vardır. Eğer insan Musevi kemal makamına erişmek istiyorsa, nefsinin Firavununa muhalefet etmelidir. Aksi takdirde tıpkı Firavun gibi yok olma denizinde boğulacaktır. Eğer aklının Musa'sına itaat edecek olursa, bu durumda da tıpkı Musa gibi Hak Teala'nın selamıyla yücelecek ve özel müminlerden sayılacaktır.
"Mûsa ve Harun'a selam olsun."

Hakeza: "İkisi de şüphesiz iman etmiş kullarımızdandı."

Aklının Musa'sına itaat eden bir kimse, akli alemlerin semasında Musa ile birlikte uçacaktır. O halde nefis Firavun'una düşman olan ve aklının Musa'sına itaat eden kimseye ne mutlu!
"Nefsinizi şehvetlerin pisliğinden temizleyiniz ki yüce derecelere erişesiniz."

Evet, her kim yüce ve kutsal derecelere ulaşmak ve dar tabiat kafesinden hikmet ve marifet bağlarına uçmak istiyorsa, nefsini pisliklerden, hayvani şehvet paslarından temizlemeli ve ruhunu zahiri lezzetlerin şevkinden arındırmalıdır ki, şehvetlerden temizlendikten sonra meleklerin sıfatıyla süslensin, hatta meleklerden daha üstün bir makama erişebilsin.
İlahi hikmet sahipleri şöyle buyurmuşlardır: "İnsan şu dört yoldan biriyle kendi nefsini tezkiye edebilir:

1- Edepsizlerden edep öğrenmek.
2- Edep ehli kimselerle muaşerette bulunmak.
3- Gerçek dostlardan ahlaki noksanlıklarını ve ayıplarını sormak.
4- Kendisi hakkında, düşmanlardan duydukları ayıpları gidermek."


İhmalkarlığın İzahı

Tövbe, bozuklukları düzeltmek, kıyamet için azık hazırlamak, salih amel yapmak, hayırlı işlere teşebbüste bulunmak, günah ve suçtan uzak durmak, hikmet ve marifetin peşi sıra gitmek hususunda yıllardır, bugün-yarın diye bu önemli işi başımdan savmaktayım, verdiğim söze vefa göstermiyorum. Bugün-yarın ertelemesine gönül bağlamak beni aldattı, beni gerçeklere ve hakikatlere doğru hareket etmekten alıkoydu.

Ey Allah'ım! Bana ciddi bir irade, ahde vefa gücü ve işimi bugün-yarın diye savmaktan kurtuluş için bana bir inayette bulun ki bu sebatsızlık, sonunda beni büyük bir hüsrana ve telafi edilmeyen bir zarara düşürecek, senin rahmet, mülakat ve bağışından beni mahrum kılacaktır. Sonunda beni kullarının safından dışarı çıkaracak, isyankarlar zümresine katacak ve şeytanın hizbinde karar kılacaktır.

Bu kötü düşünceli nefis, emre uyacak değil
Bu kötü dinli kafir, Müslüman olacak değil
Bu yolda kılavuz olan tarikat Hızır'ından başkasıyla
Bu tehlikeli yol bitecek değil
Bu yolda Halil olan hakikat pirinden başkasıyla
Nemrud'un bu ateşi gülistan olacak değil
Cemşid'in yüzüğünü parmağına geçirince güvende olma
Sihirbaz şeytan ki Süleyman olacak değil
Senin sokağından daha bayındır görmedim ey dost
O adalet evidir ki viran olacak değil.

"Ey seyyidim! İzzetin hakkına senden istiyorum ki; amelimin kötülüğü, duamın kabulünü önlemesin."
Ey merhametli Allah'ım! Amelimin kötülüğü ve fiillerimin çirkinliği, dualarımın huzuruna varmasına engel olmasın ve bu kapıyı yüzüme kapatmasın.

Dua Yolunun Kapanış Sebebi

Günah ve suç, tövbe etmediği takdirde insanı ilahi feyizler, Hakk'ın geniş rahmeti ve duanın icabetine engel olan bir örtüdür. Amelin kötülüğü ve fiillerin çirkinliği, insandan dua halini ortadan kaldırmakta, insanın Allah'ın dergahına varmasına engel olmakta ve insanı Allah'ın huzuruna dua etmekten mahrum kılmaktadır.

İnsan dua etme başarısını elde edecek olsa da duanın icabet feyzinden mahrum kalmaktadır. Dua kapılarının kapanması ve dua eden kimsenin icabetten mahrum olması, kulun mevlanın huzurundan kovulduğunun delilidir.
Aşık ve arif bir insanın şöyle dediği nakledilmiştir: "Eğer duadan mahrum olacak olursam, bu benim için icabetten mahrum kalmamdan daha zordur."

Duanın bu bölümünde dua eden kimse, Rabb'ul- İzzet Hazretinin izzetine sığınarak O'ndan şu istekte bulunmaktadır: "Ey seyyidim! Dualarımın senin huzuruna varmasına engel teşkil eden günahlarımın, kötü amellerimin ve çirkin amellerimin etkisini yok et ki amelimin kötülüğü, dualarıma engel olma gücüne sahip olmasın, ben dergahına dileneyim, sen de rahmetinle duama icabet et."

Bir rivayette yer aldığı üzere Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) dostlarından birkaç kişiyle birlikte bir yoldan geçerken başını duvara koyup ihtiyaçlarını gidermesi için Allah'ı izzetine yemin ettiren bir genci gördüğünde şöyle buyurmuştur: "Bu gencin duası, böyle bir yeminle şüphesiz icabete erişecektir."

Evet, merhamet ve kudret sahibi olan Allah, etkili şeylerin etkisini işlemez hale getirebilir ve kulun yüzüne kapanmış yolları açabilir. Şüphesiz Allah güçlüdür, ateşin etkisi olan yakıcılığını İbrahim için ateşten uzaklaştırmış, etkisi kesmek olan bıçağın kesiciliğini İsmail'in boğazlanması esnasında etkisiz hale getirmiştir. Aynı şekilde dua yolunu kapatan günahın etkisini de etkisiz hale getirebilir ve kula, hacetlerini gidererek ve onu hedefine ulaştırarak yardımcı olabilir.

"Bildiğin gizli sırlarımı açarak beni rezil etme."


Günahları Örtmek

Kul, bilmelidir ki Allah-u Teala'nın ilmi gayb, şuhud, mülk, melekut, zahir, batın ve yaratılış alemindeki bütün zerreleri kapsamıştır. Bu konuda hiçbir dikkatsizlik, gaflet ve unutkanlık yoktur. Allah-u Teala dünün, bugünün ve yarının bütün olaylarını bilmektedir. Geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek zaman O'nun önünde hazırdır. İnsanın gizliliği Allah için aşikardır. Gizli ve açık her amel Allah için zahirdir.

Allah günahlarımızı açığa vuracak olursa biz, baba, anne, eş, çocuk ve insanların geneli nezdinde haysiyetsiz bir hale geliriz. Bunlar bizim gizli günahlarımızdan haberdar olacak olursa, bizleri yanlarından kovar, uzaklaştırır, hatta isteklerimize cevap vermek bile istemezler.

Kul, duanın bu bölümünde yalvarıp yakararak ve istekte bulunarak Allah'tan, yüzsuyunu ve haysiyetini korumasını talep etmektedir. Ayıpları örten Allah'tan, kendisinden başka hiç kimsenin bilmediği gizli günahları sebebiyle kendisini rezil etmemesini dilemektedir.

Dua eden kul, Hak Teala'nın huzurunda bu ilahi cümleleri terennüm ederken, kesin bir şekilde bilmelidir ki Allah-u Teala da asla tövbe eden günahkar kulunu rezil etmez. Allah-u Teala'nın günahları örtmesi, o kadar büyüktür ki bazı kullarını hesaba çekme hakkında şöyle buyurmuştur: "Onların hesabını bizzat ben göreceğim. Hatta ümmetime karşı çok şefkatli ve merhametli olan rahmet peygamberimin nezdinde bile utanmaması için o kullarımın günahları ifşa olmaz."

Dördüncü İmam Zeyn'ül Abidin (a.s), Ebu Hazma-i Sumali duasında Allah'ın sıfatlarından bazısını şu şekilde beyan etmektedir: "Settar'ul Uyub, Gaffar'iz-Zunub, Allam'ul Guyub, Testur'uz- Zenbe bi keremik ve Tuehhir'ul Ukubete bi Hilmik" "Ey ayıpları örten, günahları bağışlayan, gizlilikleri bilen Allah'ım! Sen günahları kereminle örter ve cezaları hilmin ile ertelersin."

Hak Teala'nın bazı kulları, sınırlı bir vücuda sahip oldukları halde, başkalarının ayıplarını örtme ahlakları o kadar güçlüdür ki insan onların, diğer ayıplarını günahlarını örtme hikayelerini işittiğinde hayret ve şaşkınlığa düşmektedir. O halde sonsuz varlığa sahip olan merhamet sahibi olan Allah'ın günahları örtmesi ve gizlemesi nasıldır?
Yakub peygamber, kardeşlerinin kendisine yaptığı zulmü beyan etmesi için Yusuf'a ısrarla sorduğu halde ondan sadece şu sözü işitti: "Allah geçmiştekileri affetmiştir."


Başkalarının Ayıplarını Örtmek Hususunda İlginç Bir Hikaye

Horasan'ın büyüklerinden olan ve eşsiz bir takvaya sahip bulunan Ebu Abdurrahman Hatem b. Yusuf Esemm hakkında şöyle yazmışlardır: "Esemm diye meşhur olmasının sebebi şuydu: Bir kadın, bir konu hakkında bilgi almak için onun yanına geldi. Kadın konuşunca yellendi ve çok utandı.

Hatem kulağına işaret ederek; "Sesini duymuyorum yüksek sesle konuş" dedi. O kadın çok sevindi ve o büyük alimin nezdinde yüzsuyunun korunduğu inancıyla şükretti. Hiç kimsenin bilmediği bu olaydan sonra da Hatem-i Esemm diye meşhur oldu. Zira o alim hayatta olduğu müddetçe de, insanlara karşı o halet üzere davrandı. Dünyadan göçtüğü zaman da büyüklerden biri onu rüyada gördü ve kendisine şöyle sordu: "Allah sana ne yaptı?" O şöyle dedi: "İşittiğim bir şeyi işitmezlikten geldiğim için bütün çirkin amel ve işittiklerim bağışlandı."

"Gizlice işlediğim kötü amelim ve davranışım, sürekli tefritim ve cahilliğim, nefsani isteklerim ve gafletimin çokluğu yüzünden beni cezalandırmada acele etme!"
İlahi marifetlerden istifade edildiği üzere eğer cezalandırma hususunda acele davranılmış olsaydı, yeryüzünde şüphesiz hiçbir varlık baki kalmazdı.

Ama Hak Teala rahmette bulunarak ve kullarına mühlet vererek cezalandırma hususunda acele etmemektedir. Kula verdiği bu süre de günahkarların bu fırsatı bir ganimet olarak değerlendirmesi ve yaratıcısıyla barışması, gerçek bir tövbe ile günahlarının etkilerini ortadan kaldırması, geçmiş bozgunluklarını ıslah etmesi ve zayi ettiği farzlarını telafi etmesi içindir.

Veya Hak Teala, günahkar kimselerin soyundan mümin kimseler vücuda getirmek istediği için cezalandırma hususunda acele etmemektedir. Böylece de onların neslinden bir müminin meydana gelişi hususundaki engelleri ortadan kaldırmaktadır.

Ya da çocukların inlemesi, aşıkların halis bir şekilde dua etmesi ve kalbi diri olanların gece yarısı ağlaması sebebiyle cezalandırmayı ertelemektedir. Ya da tövbe vasıtasıyla bu günahları ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla cezalandırma hususunda bu tür engeller olmadığı takdirde, Allah-u Tela cezalandırma hususunda hızlı davranmaktan asla sakınmaz.

Velhasıl; ilahi sistemde, günah ehlinin korkusuzluğu sebebiyle hızlı bir şekilde cezalandırma vardır. Ama bu hızlı cezalandırmayı, dua, yalvarıp yakarma, tövbe etmek, ağlamak ve kötülüklerini ıslah etmekle ortadan kaldırmak mümkündür. Nitekim Yunus'un kavmi Hak Teala'ya yönelerek tövbe, yalvarıp yakarma ve yardım dileme vasıtasıyla azabı ortadan kaldırmışlardır.

Şu önemli nükteye de mutlaka dikkat etmek gerekir ki, eğer ilahi cezalandırma gelip çatacak olursa, hiçbir güç onu insanlardan geri çeviremez.
Aynı şekilde şu hakikate de dikkat etmek gerekir ki bazen ilahi ceza, dünyada kıtlık, semavi belalar, pahalılık, birbirine itinasızlık ve sonuç olarak da deruni dejenere şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Deruni dejenere olmanın nişanelerinden biri de Allah Resulü'nün (s.a.a) Müminlerin Emiri Hz. Ali'ye (a.s) buyurduğu şu çok önemli rivayetin zımnında beyan edilmiştir: "Ey Ali! Şüphesiz benden sonra bu topluluk mallarıyla imtihan edileceklerdir.

Bunlar dinleri sebebiyle Rablerine minnette bulunacaklardır ve buna rağmen Allah'ın rahmetini umacaklardır. Allah'ın haramlarını yalancı şüpheler ve unutturucu istekler sebebiyle helal sayacaklardır. Böylece nebiz (üzüm ve hurmadan yapılan içki) adına şarabı, hediye adına haramı ve ticaret adına da faizi helal sayacaklardır."
Gerçekten de eğer günahları sürdürme sebebiyle insanların ruh ve batınları, insani haletten çıkarak şeytani bir hale dejenere olmamışsa, o zaman neden Allah'ın haramını böylesine helal saymaktalar ve şarap, haram mal ve faizi kendilerine helal bilmekteler?!

Bu etkiler deruni dejenere olmanın belirtileridir. Deruni dejenere de hakikatte Allah'ın bir tür cezalandırmasıdır. Nitekim açık bir şekilde İsrail oğullarının isyankar grubu arasında bu hakikat ortaya çıkmış ve İsrail oğullarının günahkarları Allah'ın cezalandırıcı hitabına muhatap olmuşlardır. "Onlara "Aşağılık birer maymun olunuz" dedik"
İmam (a.s), açıklamasını yaptığımız cümlelerinde, "Kötü amelim ve davranışım" sözünü beyan ettikten sonra şu dört konuya işaret etmiştir:

1- Tefrit ve kusur 2- Cehalet 3- Şehvet 4- Gaflet
Tefrit ve Kusur
Bu makamda tefritten maksat; itaat, ibadet, Allah'ın kullarına hizmet ve hayırlı bir iş yapma hususunda kusur göstermektir.
İlahi öğretiler, insanları kusur ve tefrit uçurumuna yuvarlanmaktan sakındırmış ve tefritin ağır bir zarar olduğunu ve de ilahi feyizlerden mahrumiyet sebebi olduğunu beyan etmiştir.

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) çok değerli bir rivayetin zımnında şöyle buyurmuştur: "Tefrit güçlü bir musibettir."
Ve hakeza: "Tefrit ve kusurun meyvesi pişmanlık, uzak görüşlülüğün meyvesi ise esenliktir."
Hakeza: "Cennet, öne geçenlerin hedefi ve ateş ise tefrite düşenlerin nihayetidir."

Altıncı İmam (Cafer-i Sadık) (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Her kim tefrit ve kusura düşerse uçuruma yuvarlanır."


Cehalet

Hakikatler, dünyevi ve uhrevi işler, görevler, vazifeler, kendisi ve diğerleri hakkındaki cehalet ve bilgisizlik çok tehlikeli bir hastalıktır. Eğer ilim ve marifet elde ederek bu hastalık tedavi edilmezse insan için ebedi helak, sürekli rezalet ve telafisi mümkün olmayan bir zarar olacaktır.

Cehaletle ilgili bir takım rivayetlerin bir bölümüne, "Cehaletimle küstahlık yaptım" cümlesinin şerhinde değindik.

Şehvet

Terminoloji açısından şehvet insanın elde etmek için hedef edindiği bir şeye şiddetli istek ve rağbet duymak anlamındadır.
Eğer bu istek ve arzu, beğenilmeyen ve haram işler hususunda olursa, insanın, günah, suç ve sonuç olarak da akıl ruhunun ölmesi ve nihayeten de dünyevi ve uhrevi azaplara maruz kalmasına sebep olacaktır.

Şehvetin şiddetlenme sebebi, dünyaya aşırı sevgi ve aşk beslemektir. Tıpkı bir ağaç gibi, şeytanın vesveseleri, kötülerle arkadaşlık ve Allah hakkında bilgisizliğin yanında gelişip büyür, bu ağaçtan şehvet dalları yeşerir ve lanetli bir ağaç haline dönüşür.

Bu ağacın tek meyvesi günah işlemektir. Allah'tan uzak kalmak, Allah'ın rahmetinden mahrum olmak, dünya ve ahirette rezil rüsva olmak ve cehennem ateşine düşmekten başka bir sonucu yoktur. Cehennem ağaçlarından ve özellikle de zakkum ağacından bir örnek olan bu tehlikeli ağaç sadece öğüt, nasihat, Allah'a dönüş, tövbe, işlerin sonucunu düşünmek ve olaylardan ibret almakla kökünden sökülüp atılabilir.

Hakikat ehli kimseler şöyle demektedirler: Birçok nefislere kök salmış ve çeşitli suçların, günahların ve ahlaki çirkinliklerin ortaya çıkışına sebep olmuş bu ağacın yedi tehlikeli dalı vardır:
1- Makam, riyaset, mevki ve yücelik şehveti.
2- Mal, servet, mülk ve varlık şehveti.
3- Saray, köşk ve lüks binalar şehveti.

4- Huri gibi güzel yüzlü ve güzel sesli kadınlarla ilişki şehveti.
5- Lezzetli yiyecekler ve sarhoş edici içecekler şehveti.
6- İnsanın üstünlük taslamasına sebep olan ipek ve rengarenk elbise giyme şehveti.
7- Fısk, fücur ve günahkar kimselerle muaşerette bulunma şehveti.
Bu yedi şehvet, ister istemez insanın batın ufkundan yedi şeytani sıfatın ortaya çıkmasına sebep olmakta ve de gafillerin kalp tarlasına irfan güneşinin doğmasına engel teşkil etmektedir:

1- Tekebbür 2- Riya ve gösteriş 3- Haset ve kin 4- Hırs ve tamah 5- Cimrilik 6- Zulüm 7- Öfke ve gazap.
Bu yedi tür şehvetin ve cehennemi olan zararlı sıfatların açıklanması, ayrı ve bağımsız bir kitap yazmayı gerektirmektedir.

Dünya sevgisi kuyusuna düşenler ve şehvet karanlığında boğulan kimseler, ölüm elçisinin gelip çattığı zaman uyanmakta ve ne büyük zarara maruz kaldıklarını ve içinde onca nimetlerin bulunduğu bayındır ahiret alemini, içecekleri zehir, hayatı bulanık, mutluluğu hüzünle karışık aşağılık dünya ile değiştirdiklerini anlamaktadırlar.


Talihsiz Şehzade

Dünya sevgisi kuyusuna yuvarlanan ve şehvet karanlıklarında gark olan kimselerin hali, babasının kendisini evlendirmek istediği şehzadenin hali gibidir. Bu şehzadenin babası, şerafet ve soy sahibi bir aileden çok güzel bir kızı oğluna nikahladı.

Düğün için gerekli hazırlıklar görülünce özel ve genel kimseler makamlarına uyumlu olarak saraya davet edildi. İhsan hazinelerinin kapısını herkesin yüzüne açtı. Fakir ve zengin herkese çeşitli hediyeler verdi. Görkemli bir tören düzenleyerek kalplerdeki hüznü giderdi. Dost ve yabancı herkes o sevinç törenine katıldı ve bu eşsiz şöleni seyrederek hayrete düştüler.

Huri yüzlü gelini çeşitli süs ve takılarla zifaf odasına getirdiler. Damadın orada olmadığını görünce onu aramaya koyuldular ama bir türlü bulamadılar. Zira damat o gece çok şarap içmiş, bilinç ateşi tıpkı talihinin mumu gibi sönmüş, fazla içki içtiği için misafirlerden ayrılmış, şaşkın bir şekilde sokaklara düşmüştü.

Damat Mecusilere ait sokaklardan yürürken onlara ait bir morgun yanından geçti. Mecusiler gelenekleri gereğince ölüleri morga kaldırıyorlar ve gece karanlığında yanı başında mum ve kandiller yakıyorlardı.

Şehzadenin gözleri morga ilişince, o morgun zifaf odası olduğunu zannetti ve morgun içine girdi. Mecusiler henüz bedeni sağlam olan yaşlı bir kadını o morga getirmişlerdi.

Damat ölü olan yaşlı kadını kucağına aldı, büyük bir istek, rağbet ve şehvet içgüdüsüyle sabaha kadar onunla cinsel ilişkide bulundu.

Sabah yeli esip sarhoşluk, kendinden geçmişlik, habersizlik ve dehşet haletinden kendine gelince, korkunç bir morgun içinde ve çirkin yüzlü yaşlı bir kadının bedeninin yanında olduğunu gördü. Büyük bir nefret ve tiksintiyle neredeyse helak olacaktı. Büyük bir utanç içinde yerin dibine girmeyi arzuladı. Kimsenin bundan haberdar olmaması gerektiğini, aksi takdirde kıyamete kadar bu utancı taşıyacağını düşünüyordu. Aniden Mecusilerin din alimi ve hizmetçiler geldiler ve onun rezaletini açık bir şekilde gördüler.

Dünya sevgisi kuyusuna düşenlerin ve şehvete boğulanların hayatının bir panoramasıdır bu! Onlar ahiret gelinini, şehvet sarhoşluğu sebebiyle dünyanın çirkin yüzlü ve kötü huylu yaşlı bir kadınını kucaklamakla değiştirmişlerdir.

Kendinden gafil olmak ne zamana dek ve ne kadar?
Dünyaya göz dikmek ne zamana dek ve ne kadar?
Gönül ehlinden yüz çevirmek ne zamana kadar?
Şehvete dalmak ve hayvan sıfatlılık ne zamana kadar?
Lahut'un doruğundaki o doğan sensin,
Neden tabiat tuzağına düşmüşsün?
Seni bencillik kadehinden sarhoşluk,
İşte böyle atmıştır aşağılıklara.
Eğer av kendinden gafil olmazsa,
Zalim avcının elinden ne gelir ki?
Kendi etrafına gaflet tuzağını kurma,
Bir an gaflet uykusundan uyan.
Bak, yolcular yolu kat ettiler,
Sen de ardı sıra yola koyul.
Ne güzel dedi o kamil pir,
Akıllı kimse dünyaya bağlanmaz.
Sen de akıllısın dünyayı terk et,
Diğer yolcular gibi ahiret yoluna koyul.
Kalbine yol ver, sen ay yüzlü aşksın,
Kendin için yol Hızır'ını bul,
Bu fani dünyadan gittiğin zaman,
İyi adın kalsın ebedi.

İmam Sadık (a.s) babalarından, onlar da Allah Resulünden (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Hazır şehveti, görmediği vaat edilmiş şey (cennet) için terk eden kimseye ne mutlu!"

Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Cennet, zorluklarla kuşatılmıştır; cehennem ise şehvetlerle."
Bir şahıs İmam Bakır'a (a.s) şöyle dedi: "İbadetim zayıf ve orucum azdır ama helalden başka bir şey yemediğimi ümit etmekteyim." İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu: "Hangi amel ve iş, karnı ve şehveti haramdan kontrol etmekten daha üstündür?"
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Ümmetimi en çok ateşe sokan, iki boşluktur: Karın ve tenasül organı."

Gaflet

Gaflet, insanın önceden dikkat ettiği bir şeyden habersiz kalmasıdır. Maddi işlerle meşgul olmak, zahiri hayat ile haddinden fazla oyalanmak, tüm vaktini ve kalbini bu işlerle meşgul etmek, sabah akşam heva ve hevesinin peşinden koşmak ve benzeri şeyler insanın Allah'tan, kıyametten, kulluktan, itaatten, dindarlıktan ve ibadetten gaflet etmesine neden olmaktadır.

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s), halka yaptığı hikmete dayalı bir konuşmasının zımnında, gafletin zararlarını ve hüsranını belirterek şöyle buyurmuştur: "Gaflet, en zararlı düşmandır"
Hakeza şöyle buyurmuştur: "Gaflete yenik düşerek göçü unutan ve de ona hazırlıklı olmayan kimseye eyvahlar olsun."
"Gafletin kendisine galip olduğu kimsenin kalbi ölmüştür."

Hakeza: "Gafletin sürekliliği, basireti kör eder."
İmam Hasan-ı Mücteba (a.s) şöyle buyurmuştur: "Gaflet mescidi terk etmen ve fesat ehli kimseye itaat etmendir."
"Allah'ım! İzzetin hakkına her durumda bana karşı merhametli ve bütün işlerimde şefkatli ol."

Hak Teala'nın şefkat ve merhametinin beyanı, her ne kadar bütün ilimlerden belli bir miktarda nasibi olsa da yer yüzündeki insanlardan hiçbirisi için mümkün değildir. Sadece Allah'ın şefkat ve merhametinin bir parçasını Kur'ân ayetlerinin ve rivayetlerinde derin düşünmekle bulabilmek mümkündür. Hak Teala'nın şefkat ve merhametinin anlamının en kısa yolu, onların tecelli ettikleri yerlere teveccüh etmektir.

Allah Resulünden (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah'tan birkaç hacet diledim. Onlardan biri de şöyle dememdi: "Ey Allah'ım! Ümmetimin hesabını bana bırak." Şöyle hitap edildi: "Her ne kadar sen rahmet peygamberi olsan da ama erhem'ur-rahimin (merhamet edenlerin en rahmetlisi) değilsin. Eğer onların bazı hatalarından haberdar olacak olursan, onlardan bıkar ve usanırsın. O halde bırak ümmetinin günahlarını sadece ben bileyim.

Ey Muhammed! Senin bile, ümmetin amellerinin çirkinliklerini göremeyeceğin bir şekilde onları sorgulayacağım. Varlık aleminin geniş rahmet mazharı olan senden bile ümmetin günahlarını gizlediysem, yabancılardan daha evla bir şekilde ümmetin günahlarını örteceğim.

Ey Muhammed! Eğer sen onlara nübüvvetlik şefkati duyuyorsan, onlara ilahlık merhameti etmekteyim. Eğer sen onların peygamberiysen, ben onların Allah'ıyım. Eğer sen bugün onları görüyorsan, ben ezelden ebede kadar onlara inayet gözüyle baktım, bakmaktayım ve de bakacağım."


Günahkar Kimse ve Allah'ın Bağışı

Şeyh Behai şöyle diyor: "Güvenilir bir kimseden duyduğum üzere bir günahkar dünyadan göçünce eşi onun yıkanması, kefenlenmesi ve defni için insanlardan yardım diledi. Ama halk o günahkar kimseden o kadar nefret ediyordu ki hiç kimse bu merasimi yerine getirmeye hazır değildi.

Mecburen birini kiralayarak cenazesini şehrin musallasına götürdü ve iman ehlinin gerekli merasimini düzenleyeceğini ümit etti. Ama hiç kimse onun cenaze namazına katılmadı. Böylece onun cenazesini bir işçi vasıtasıyla şehir dışına götürdü, orada bu günahkar ölüyü gusülsüz, kefensiz ve namazsız defnetmek istedi.

Şehrin dışındaki çölün yakınlarında bir dağ vardı. O dağda da zahit bir kimse yaşıyordu. Bu zahit kimse bütün ömrünü ibadetle geçirmişti. Orada yaşayan halk arasında züht ve takvasıyla meşhur olmuştu. Bu zahit, cenazeyi görünce ibadetgahından dışarı çıkarak merasimine katılmak için cenazeye doğru gitti. Etraftaki halk bunu işitince hemen oraya koşuştular ve o zahitle birlikte ölünün cenaze merasimine katıldılar.

Halk, o abit kimseden onun günahkar kulun cenaze merasimine neden katıldığını sorunca şöyle dedi: "Rüya aleminde bana şöyle dediler: "Yarın ibadetgahından çölün falan yerine doğru dışarı çık. Orada yanında bir kadından başkasının bulunmadığı bir cenaze göreceksin. Onun cenaze namazını kıl ve onun hakkında bağışlanma dile." Halk bu olaya çok şaştı ve büyük bir şaşkınlık içinde kaldı. Abid kimse ölünün eşini çağırarak ona ölünün hallerini sordu. Ölünün eşi şöyle dedi: "Çoğu gün günahlardan birine duçardı."

Abid şöyle dedi: "Bu ölünün hayırlı bir amelini biliyor musun?"
O kadın şöyle dedi: "Evet, onun üç hayırlı işini de gördüm:
1- Her gün günah işledikten sonra elbiselerini değiştiriyor, abdest alıyor ve huşu içinde namaza duruyordu.
2- Hiçbir zaman evi yetimlerden boş kalmıyordu. Çocuklarına bağışta bulunduğundan daha çok yetimlere bağışta bulunuyordu.
3- Gecenin belli saatlerinde kalkıyor, ağlıyor ve şöyle diyordu: "Ey Rabbim! Cehennemin hangi köşesini bu günahkar kulunla dolduracaksın?"

Abdullah Mübarek'in Kölesi

Attar Nişaburi şöyle diyor: "Abdullah Mübarek'in bir kölesi vardı ve onunla şöyle bir anlaşma yapmıştı: "Eğer sen kendi değerini, bana çalışarak ödemek istiyorsan, ben de seni azat edeceğim."
Bir gün bir şahıs Abdullah'a şöyle dedi: "Senin kölen geceleri kabirleri açıyor, ölülerin kefenini bedenlerinden çıkarıyor ve satıyor. Kefen satmaktan elde ettiği dirhem ve dinarını ise sana veriyor."

Abdullah bu haberden dolayı çok üzüldü. Geceleyin kölesinin haberi olmaksızın peşice gitti ve mezarlığa ulaştı. Kölenin bir mezarı açtığını ve eski bir elbise giyerek boynuna bir zincir doladığını, yüzünü toprağa koyduğunu, tam bir raz-u niyaz içinde her şeyden müstağni olan Allah'ın dergahına dua ve münacatta bulunduğunu, ağlayıp yakarmakla meşgul olduğunu gördü.

Abdullah bu durumu görünce bir köşeye çekilerek yavaş yavaş ağlamaya başladı. Köle seher vaktine kadar böylece dua ve münacatla meşgul oldu. Daha sonra kabirden dışarı çıktı ve şehre doğru yola koyuldu. Şehre ulaşınca da ilk gördüğü camiye girdi. Sabah namazını kıldı, namazdan sonra şöyle dedi: "Ey gerçek mevlam! Gece sona erdi, şimdi benim mecazi olan mevlam benden dirhem ve dinar isteyecektir. Ey Allah'ım! Çaresizlerin çaresine bakan sensin, iflas edenlere ve dilencilere sermaye bağışlayan sensin. Bu hal üzere bir nur ortaya çıktı ve nur içinden kölenin eline altın bir dinar verildi.

Abdullah bu durumu görünce artık dayanamadı. Kölesine doğru gitti, kölenin başını göğsüne dayadı ve şöyle dedi: "Benim gibi binlerce can senin gibi bir köleye feda olsun, keşke sen efendi ben ise bir köle olsaydım."
Köle bu durumu görünce şöyle dedi: "Ey Allah'ım! Şimdiye kadar hiç kimse benim sırrımdan haberdar değildi, şimdi sırrım ifşa oldu. Ben artık bu hayatı istemiyorum, beni kendi katına götür."

Böylesine dua ve münacatta bulunduğu bir halde Abdullah'ın kucağında canları yaratan Allah'a can verdi.
Abdullah onu o eski elbisesiyle gömdü. O gece Allah Resulü'nü (s.a.a) rüyada gördü. Allah Resulü (s.a.a) Hz. İbrahim ile birlikte bir Burak'a binmiş ona doğru geliyorlardı. Onlar Abdullah'ın yanına varınca şöyle dediler: "Neden dostumuzu ve sevgilimizi o eski gömleği ile defnettin?"

Evet, Hak Teala'nın mukaddes vücudu bütün hallerde ve bütün işlerde değişik suretlerde kullarına şefkat ve merhamet göstermektedir. Onları, özellikle de dua, münacat, tövbe ve raz-u niyaz esnasında merhamet ve şefkatine maruz kılmaktadır.

Ey Padişah! Suçumu affet
Biz günahkarız sen bağışlayıcı
Sen iyilik sahibisin biz ise günahkar
Sonsuz ve hesapsız suç işlemişiz
Sürekli isyan ve fısk içindeyiz
Hem nefsin hem şeytanın arkadaşıyız
Bir an günahsız geçmedi ömrüm
Huzur dolu bir kalple ibadet etmedi
Gece gündüz günahlarda olduk
Alnımızdan tutulacağından gaflet ettik
Kaçan bir köle kapına gelmiştir
Yüzsuyunu isyanla dökmüştür
Senin lütfünden mağfiret ümit etmekte
Çünkü kendin ümitsizliğe kapılmayın buyurmuşsun
Nefis ve şeytan yolumu kapadı ey kerim
Rahmetin şefaatimi dilesin benim
Ümit ederim ki beni günahlardan temizleyesin
Lahdın içinde toprağa gömmeden önce
Bedenimden canımı aldığın an
Dünyadan iman nuru ile götüresin.

"Mabudum, Rabbim! Senden başka kimim var ki, ondan, kötü durumumu gidermesini ve işlerime nezaret etmesini isteyebileyim!?"
Ey Mabudum ve Rabbim! Benim için senden başka faydama feyiz kaynağı ve hayır çeşmesi olacak kim vardır ki? Ben zorluklarımı gidermeyi, kötü halimi iyileştirmeyi, darlığımı genişletmeyi, cisim ve ruh hastalıklarımı iyileştirmeyi, hayatıma nezaret etmeyi, dünya ve ahiret işlerimi yönetmeyi sadece senden dilerim.

Ey Mevlam! Ben zavallı ve çaresize çare olacak bir kimse, her açıdan güçlü ve kudretli olmalıdır. Beni lütuf ve sevgisinden uzak tutmamalıdır. Varlığı cimriliğe bulaşmamış olmalıdır. Hiçbir güç, onun bana hayır ve ihsanına engel olmamalıdır. Bütün kemal sıfatlarına sahip olan ve her türlü ayıp ve noksanlıktan münezzeh bulunan sadece sensin.

Ben zorluklarımda senden başka kime sığınırsam ve her kimden hacetimi dilersem, ya bana merhametli ve şefkatli değildir ya da sorunlarımı halletmekten ve ihtiyaçlarımı gidermekten acizdir, ya da cimrilik etmekte ve esirgemektedir, ya da senin meşiyyet ve iraden benim ile onun arasına engel olmaktadır. Bu sebepten benim için hiçbir iş yapamamaktadır.

Dolayısıyla da yaratıklardan kopmalı, azametli dergahına sığınmalı ve sadece sana itimat etmeli ve sana tevekkülde bulunmalıyım. İhtiyaç ellerimi sadece sana uzatmalıyım, bütün yaratıklardan, özellikle de dostlardan, tanıdıklardan ve etrafımdakilerden koparak senin dergahına ümit bağlamalıyım.

Her türlü zararı benden uzaklaştırman, her zorluğu benden gidermen, bütün kötü hallerimi ve çirkin sıfatlarımı benden gidermen için tam bir tevazu, boyun eğme ve teslimiyet içinde sana bağlanmalıyım. Böylece beni her türlü zahiri ve batıni darlıklardan kurtaracak, her türlü ruhsal ve bedensel hastalıklarımı iyileştirecek ve hayatımdan her türlü zararı ortadan kaldıracak sadece sensin.

Evet, insan, denizin ortasında boğulmak üzere olan hiç kimse ve hiçbir şey ile irtibatı olmayan ve kurtuluş sahiline ulaşmak için Allah'ın rahmetinden başka hiçbir şeyi ümit etmeyen bir kimse gibi Allah'ın dergahına yalvarıp yakarmalıdır ki duaları, yaratıklardan tümüyle kopma atmosferinde icabete erişsin. Nitekim Hak Teala, Hz. İsa'ya (a.s) şöyle buyurmuştur: "Ey İsa! Bana, hiçbir kurtarıcısı olmayan, boğulmak üzere olan bir kimse gibi dua et."

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Sizden birisi Rabbinden bir şey dilediği zaman, Allah o şeyi mutlaka kendisine bağışlar. O halde insanların tümünden ümidini kesmeli ve sadece Allah indinde olanları ümit etmelidir. Aziz ve celil olan Allah, kulun kalbinde bu haleti gördüğü takdirde kendisinden istediği her şeyi ona bağışlar."
"Ey Allah'ım!

Ey mabudum!" diyen bir kimsenin mutlaka batını, hakiki ilahtan başka tüm ilahlara bağlılıktan temizlenmeli; dünya, mal, evlat, servet, makam, her türlü şehvet ve bu zahiri dünyadaki her türlü maddeyi bir nimet ve aracı olarak görmelidir ve de Allah'ın, salim bir dünya ve bayındır bir ahiret temini için onları kendi iradesine bıraktığını müşahade etmelidir. Dolayısıyla da bu şeylerden her hangi birisini mabud, hakim ve işlerinde tasarrufta bulunan bir kimse olarak seçmekten şiddetle kaçınmalıdır. Zira her kim Allah'tan başka bir mabut edinecek olursa, müşriktir ve müşrik kimsenin duası ise şirk içinde kaldığı müddetçe asla kabul görmez."

"Ey Rabbim! Ey malikim! Ey mürebbim!" diyen bir kimse, zahiri ve batıni firavunlar gibi batıl olan rablerin bağlarından tümüyle kurtulmalı ve Allah'ın kültüründen başka bütün kültürlerin esaretinden özgür olmalıdır. Zira eğer batıl rablere bağlanacak ve Allah'ın kültüründen başka bir renge bürünecek olursa, her ne kadar şiddetle yalvarıp yakarsa da ve çaresiz kimseler gibi dua etse de asla duası makbul olmaz."

Evet, Allah'ın izninden ve iradesinden başka insana en küçük bir yardımda dahi bulunmaktan aciz olan bütün yaratıklardan ümidini kesmek ve sadece Allah'ın rahmetine ümit bağlamak gerekir. Her kim Allah karşısında bu halet içinde bulunursa, yaratıklardan kopma sıfatına sahiptir. Bu dünyada ve ahirette hiçbir eksikliğe sahip değildir. Her kim de Allah karşısında bu halet içinde olmazsa, dünya ve ahirette hiçbir şeye sahip değildir.

Allah ve yaratıkları hakkında gerektiği miktarda bir marifet ve bilinç sahibi olan, yaratıkların sorunları halletmede hiçbir rolünün olmadığını bilen ve varlık aleminde, kulun iradesiyle hiçbir şeyin idare edilmediğini anlayan Allah'ın aşık kulları, sürekli olarak gerçek mahbub, maşuk ve mabud karşısında vecd ve sevinç içinde olmuşlardır.

Hayatın bütün boyutlarında Hak Teala'dan tümüyle razı olmuşlar ve sorunlarını halledecek yegane gücün Allah olduğunu bilmişler ve görmüşlerdir. Bu yüzden de bütün varlıklarıyla Hak Teala'nın huzuruna şöyle arzetmişlerdir: "Mabudum, Rabbim! Senden başka kimim var ki, ondan, kötü durumumu gidermesini ve işlerime nezaret etmesini isteyebileyim!"
Aşk içinde tıpkı Musa (a.s) gibi Hak Teala'nın huzuruna şöyle arzetmişlerdir: "Benim yoksulluk torbamda öyle bir şey vardır ki, senin bütün hazinelerinde onun benzeri mevcut değildir."

Nitekim Hz. Musa'ya şöyle hitap edildi: "Senin yoksulluk torbanda olup da benim hazinelerimde olmayan şey nedir?" Musa şöyle arzetti: "Benim senin gibi bir mabudum vardır ki senin böyle bir mabudun yoktur."

Yaratıklardan kopma haleti ortaya çıktığında, kalp Hak Teala'dan başka hiçbir şeye teveccüh etmediğinde, iki göz, tıpkı iki su kaynağı gibi Hak Teala'nın dergahına göz yaşı döküp inlediğinde ve yüzünü teslimiyet toprağına dayadığında, Hak Teala'nın rahmet eteğine sarılır, Hak Teala'nın lütuf eli onun başını okşar, yüzüne inayet kapılarını açar, sorunlarını halleder, insanın bütün işlerine yücelik gözüyle bakar; böylece insan masiyet ve günah dolu bir dosyayla da Allah'ın huzuruna varacak olursa, Allah'ın lütuf ve rahmet kapıları yüzüne açılır ve insan hakkında nihai muhabbet gösterilir.


Anne ve Çocuğun Macerası

Hikmet sahibi arif bir kimse şöyle rivayet etmektedir: "Bir anne düzensizlik ve de nasihatlerine kulak asmamak sebebiyle kendisine muhalefet gösteren ve karşı çıkan genç çocuğunu evinden dışarı çıkararak ona şöyle dedi: "Git artık sen benim evladım değilsin!"

O çocuk akşam oluncaya kadar sokaktaki çocuklarla oynadı, akşam olduğunda çocukların her birisi evlerine geri döndü. Çocuk kendisini akşam yalnız görünce ve dostlarının vefasızlığını müşahade edince kendi evine geri döndü, kapı kapalıydı, yüzünü kapının eşiğine koyarak yalvarıp yakarmaya ve annesini çağırmaya başladı, annesinden kapıyı açmasını istedi, ama annesi kapıyı açmaktan sakınıyordu.

O anda takva sahibi bir alim de oradan geçiyordu. O genç çocuğun halini görünce yüreği yandı. Kapıyı çaldı, annesini çocuğunu bağışlaması için şefaatçi olmaya çalıştı. Annesi şöyle dedi: "Ey büyük adam! Senin şefaatini kabul ediyorum, ama bundan sonra çocuğum bana muhalefet ettiği takdirde evden çıkıp beni anne olarak kabul etmeyeceğine dair bir de yazılı kağıt vermen lazım."

O takvalı kimse kadının istediği şeyleri yazdı, anneye verdi ve böylece anne ile salih evladının arasını buldu. Bu olaydan birkaç gün geçtikten sonra o alim yeniden oradan geçti, çocuğun yeniden yalvarıp yakardığını ve annesine şöyle dediğini gördü: "Bana istediğini yap ama yüzüme kapıyı kapama ve beni kendinden uzaklaştırma."
Annesi kapıyı açmaktan sakınıyor ve şöyle diyordu: "Kapıyı yüzüne açmıyorum ve eve girmene müsaade etmiyorum, seninle asla barışmayacağım."

O aydın kimse şöyle diyor: "Ben orada bir kenara oturdum ve işin nereye varacağını merak ettim. O genç çok ağladı, yüzünü kapının eşiğine dayadı, kendinden geçti, sesi kısıldı. Aniden kapının aralığından çocuğunun halini müşahade eden annenin annelik sevgisi taştı, kapıyı açtı, çocuğunun başını yerden kaldırdı, merhamet ve şefkat eteğine koydu, onu okşayarak şöyle dedi: "Ey iki gözümün nuru!

Kalk evin içine gidelim. Ben eğer seni içeriye almıyorsam, bu konuda ciddi değildim, aksine bu işimle seni muhalefetten, günahtan sakındırmaya ve seni itaat ve dürüstlüğe davet içindi."
Günahkar bir kimse ağlayıp yakarırken duasının kabul edilmediğini görünce ümitsizliğe kapılmamalıdır. Aksine tıpkı o genç çocuk gibi defalarca, sevdiği kimsenin dergahına yönelmeli, onun rahmet ve bağışlama kaynaklarını harekete geçirmeli, böylece muhabbet ve okşamayla rahmet ve mağfiret dergahına yol bulmalıdır."

Ey Allah'ım! Bu vuslatı hicrana dönüştürme
Aşk sarhoşlarını inletme
Can bağını taze ve yeşil kıl
Bu mestleri ve bağları kastetme
Son bahar gibi gönül yaprağına ve dalına vurma
Yaratıkları miskin ve şaşkın kılma
Senin kuşunun yuvası olan ağacın üzerinde
Dal kırma, kuşu uçurma
Kendi topluluk ve mumunu bozup söndürme
Düşmanları kör et, sevindirme
Gerçi hırsızlar aydınlık güne düşmandır
Onların istediğini yapma
Yöneliş kabesi sadece bu halkadır
Ümit kabesini viran etme
Alemde hicrandan daha acısı yoktur
İstediğini yap, lakin onu yapma.
Eğer Hak Teala'nın mukaddes vücudu insanın işlerine bir nazar edecek olursa, o nazar, sonsuz rahmet, yücelik ve lütuf olduğu hasebiyle insanın durumu düzelir, dertleri derman bulur, zahiri ve batıni fakirliği ortadan kalkar.

Çare Olan Bakış

Kısa bir müddet saltanat tahtına oturan Mahmut Gaznevi'nin biyografisinde şöyle yazmışlardır: "Bir gün deniz kenarına yolu düştü, orada bir gencin hüzün içinde oturduğunu ve balık tutmak için oltasını denize savurduğunu gördü. Sultan Mahmut Gaznevi, o gence neden hüzünlendiğini sordu. Genç çocuk şöyle dedi: "Ey padişahım! Nasıl hüzün ve gam içinde olmayayım ki?" Ben ve kardeşlerim yedi fakir yetimiz.

Yaşlı bir annemiz vardır. Ben babamdan sonra bu ailenin bakımını üstlendim. Bu ailenin geçimini temin etmek için her gün denizin kenarına geliyorum; bazen bir, bazen iki balık avlıyorum. Büyük zahmet ve zorlukla bu yetim ailenin geçimini temin etmeye çalışıyorum.

Şah şöyle dedi: "Eğer istiyorsan, bugün birlikte balık tutalım." O genç, "Evet" dedi. Şah şöyle dedi: "Balık ağını ortağının adına sudan çıkar." Genç çocuk biraz sabretti ve daha sonra ağını denizden çıkarmaya çalıştı ama bunu yapamadı. Sultan ve dostları, balık ağını sudan çıkarmak için yardımcı oldular.

Sudan çıkardıkları zaman onda birçok balığın yakalandığını gördüler. Sultan, saraya döndükten sonra o genci yanına çağırttı. Genç çocuk Mahmut Gaznevi'nin yanına gelince sultan onu kendi yanına oturttu, onun hal ve hatırını sordu. Etrafındakiler şöyle diyordu: "Ey padişah! Bu dilencidir, şahın tahtına oturmaması gerekir." Sultan da şöyle cevap veriyordu: "O ne olursa olsun, benim ortağımdır. Dolayısıyla elimizde olan her şeye o da ortaktır."

Evet, mecazi bir sultanın teveccühü bile insanı bu makamlara ve yüceliğe ulaştırıyor ve insanın düzensizliklerine bir düzen veriyorsa, kemal sıfatları sonsuz ve lütuf hazineleri sonsuz olan gerçek padişahın nazarı ve teveccühü maddi ve manevi eksikliklerini gidermesi için huzuruna gelen fakir ve ihtiyaç sahibi bir insana neler yapar? Onu varın siz hesaplayın.

Hak Teala'nın nazar ve teveccühü öylesine büyüktür ki, onun sayesinde Nuh ve müminler büyük fırtınadan kurtulmuşlardır. Musa'nın elindeki kuru bir sopayı, Firavun'un azametini ortadan kaldırmak için bir ejderhaya dönüştürmüştür. İsrail oğullarını Nil'in azgın su dalgaları arasından kurtuluş sahibine ulaştırmıştır. Eyyub'u bela ve musibetler denizinden kurtarmıştır, Yusuf'u karanlık kuyunun derinliklerinden Mısır'ın hükümdarlığına ulaştırmıştır.

Hatam-i Esemm'in İlginç Hikayesi

Hatem-i Esemm kendi zamanındaki zahitlerden ve takvalı ariflerden bir kimseydi. Halk arasında sahip olduğu konumuna rağmen ailesinin geçimini çok zor temin ediyordu. Ama Allah'a karşı sonsuz bir itimat ve tevekkülü vardı.
Bir gece dostlarıyla birlikte hac ve Ka'be ziyaretinden söz ettiler, ziyaret şevki, Ka'be aşkı ve Allah Resulü'nün ibadet için secdeye kapandığı yerlere gitmek sevgisi, kalbini büyük bir istek ve şevke boğdu. Eve dönünce eşine ve çocuklarına şöyle hitap etti:

Eğer sizler de benimle aynı görüşte iseniz, ben gerçek sevgili olan Allah-u Teala'nın evini ziyaret etmek istiyorum. Orada sizlere de dua edeceğim. Eşi şöyle dedi: "Sen bu fakirlik, perişanlık, yoksulluk, dağınıklık, ağır aile yükü ve geçim darlığına rağmen nasıl olur da bizleri bırakıp Ka'be'nin ziyaretine gidebilirsin? Bu ziyaret zengin ve güçlü olan kimseler için farzdır. Çocukları da annelerinin sözlerini onayladılar.

Sadece küçük kızı kendine has tatlı bir dille şöyle dedi: "Babamıza bu yolculuğa gitmesi için izin verirsek bunun ne sakıncası var ki? Bırakın o istediği yere gitsin, bize rızk veren Allah'tır. Babam sadece bu rızkın vesilesi ve aracı konumundadır. Güçlü olan Allah bizim rızkımızı başka yoldan ve babamızın dışında başka bir vesileyle de bize ulaştırabilir. Onların tümü akıllı kızın sözleri sebebiyle hakikati anladılar ve babalarına Hak Teala'nın evini ziyaret edip kendilerine dua etmesi için izin verdiler.

Hatem çok sevindi, yolculuk için gerekli şeyleri hazırladı, hacılar kervanıyla birlikte ziyaret için yola koyuldu. Komşuları Hatem'in gidişi ve bu gidişine sebep olan küçük kızın sözlerini işitince kızı görmeye geldiler ve; "Neden bu fakirliğe rağmen ona yolculuk için izin verdin? Bu yolculuk kaç ay uzun sürecektir.

Bu müddet boyunca sizin geçiminizi kim temin edecektir?" diyerek kınamaya başladılar. Hatem'in ailesi de küçük kızı kınayarak şöyle dediler: "Eğer sen bir şey dememiş ve dilini tutmuş olsaydın biz ona yolculuk için izin vermezdik. Küçük kız çok üzüldü. Hüzün ve gamdan dolayı masum yüzüne ihlas dolu göz yaşları döküldü. O melekuti ve ilahi durumda ellerini duaya kaldırarak şöyle dedi: "Ey Rabbim! Bunlar senin ihsan ve keremine adet etmişlerdir. Sürekli olarak senin nimetinden istifade etmişlerdir. Onları zayi etme ve beni de onların yanında utanç duyacağım bir hale düşürme."

Hatem'in ailesi büyük bir şaşkınlık içinde kalmışlardı. Geçimlerini temin edecek, rızkı nereden elde edeceklerini düşünüyorlardı. Aniden şehrin hakimi avdan geri döndü, şiddetli bir susuzluğa duçar olmuştu. Bir grubu o muhtaç ve fakir kimselerin evine göndererek kendisine su getirmelerini emretti. Onlar evin kapısını çaldılar. Hatem'in eşi kapının arkasından; "Kimsiniz?

Ne istiyorsunuz?" diye sordu. Onlar şöyle dediler: "Hakim burada durmuş sizlerden su istiyor." Kadın şaşkın bir halde gökyüzüne baktı ve şöyle dedi: "Ey Rabbim! Biz dün akşam aç olarak uyuduk. Bugün de bölgenin hakimi bizlere muhtaç olmuş ve bizden su istemektedir."

Daha sonra bir tası suyla doldurarak Hakim'in yanına götürdü. Su götürdüğü kap, basit bir seramik kap olduğu için ondan özür diledi. Emir ve yanındakiler; "Bu kimin evidir?" diye sordular. Oradakiler şöyle dediler: "Zahitlerden ve takvalı ariflerden biri olan Hatem-i Esemm'in evidir. Duyduğumuza göre yolculuğa çıkmıştır ve ailesi de şiddetli bir yoksulluk içindedir."


Dipnotlar
-----------


- Uddet'ud- Dai, s. 314 ve Bihar'ul- Envar, c. 67, s. 64, 45. bab, 1. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 237, İslah'un-Nefs, 4760. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 241, Muhalefet'ul- Heva, 4881. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 136, ed-Dünya afet'un-Nefs, 2386. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 235, Murakebet'un-Nefs, 4718. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 271, Salah'ud-Din bihima, 5912. hadis
- Nehc'ül-Belağa, s. 312, 198. hutbe, Min hutbet'in-lehu (a.s), Yunebbihu ala ihatet-i ilmillah
- Gurer'ul- Hikem, s. 236, ed-Dünya Afet'un-Nefs, 2385. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 303, Zemm'ul- Lezzat, 6923. hadis
- Saffat, 120
- Saffat, 122
- Gurer'ul- Hikem, s. 340, Tehzib'un-Nefs, 4851. hadis
- Hikmet-i İlahi, s. 398- 399
- Nefis ve nefsin güzel ve çirkin haletleri hakkında değerli yazar detaylı bir kitap yazmıştır ki aziz okuyucular nefis hakkında gerekli bilgileri elde etmek için bu kitaba müracaat etmelidirler.
- Maide, 95
- Ağır sağırlık
- Nehc'ul- Belağa, 156. hutbe, Min kelamin lehu (a.s) Hatebe bihi ehlel Basre ve Bihar'ul- Envar, c. 100, s. 56, 4. baba, 32. hadis
- Bakara, 65
- Gurer'ul- Hikem, s. 479, Mutefrrikat-i İçtimai, 1109. hadis
- Nehc'ul- Belağa, 181. hadis
- Nehc'ul- Belağa, s. 221, 157. hutbe ve min hutbetun lehu (a.s) yehissunnase alet takva
- Tuhef'ul- Ukul, s. 356
- Emali-i Müfit, s. 51, el-Meclus'us Sadis, 18. hadis
- Bihar'ul- Envar c. 68, s. 72. 62. bab
- Bihar'ul- Envar, c. 68, s. 269, 77. bab, 4. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 68, s. 269, 77. bab, 5. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 265, 5744. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4362, el gaflet, 15135. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 146, 2656. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4362, el Gaflet 15143. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 266, 5765. hadis, ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4372, el Gaflet, 15207. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 266, 5762. hadis, ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4372, el-Gaflet, 15208. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 75, s. 114, 19. bab, 10. hadis, ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4372, el-Gaflet, 15203. hadis.
- Bihar'ul- Envar, c. 14, s. 295, 21. bab
- Kafi, c. 2, s. 148, Bab'ul- İstiğna-i an'in Nas, 2. hadis
- Nefehat'ul- Leyl, s. 109
- Mevlana, Divan-i Şems, no: 404


13
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi
KONUNUN DEVAMI

Hakim şöyle dedi: "Biz bunlara zahmet verdik, onlardan su istedik, bizim gibi kimselerin bu fakirlere zahmet vermesi ve onlara yük olması yüceliğe aykırıdır." Bunu söyledi ve belindeki altın kuşağını açarak evin içine attı ve etrafındakilere şöyle dedi: "Her kim beni seviyorsa belindeki altın kuşaklarını bu evin içine atsın."

Hakim ile birlikte olan herkes altın kuşağını belinden açarak evin içine attılar. Geri dönmek istedikleri zaman hakim şöyle dedi: "Allah'ın selamı sizlerin üzerine olsun. Şimdi benim vezirim bu kuşakların parasını getirip size verecek ve o kuşakları alacaktır.

Çok geçmeden vezir kuşakların parasını getirip Hatem'in eşine verdi ve kuşakları ondan alıp götürdü. Küçük kız bu olayı görünce göz yaşlarını tutamadı. Ona şöyle dediler: "Sen ağlayacağına sevinmelisin! Zira merhametli Allah bize lütfünü gösterdi ve hayatımızda böylesine bir genişlik ortaya çıktı."

Küçük kız şöyle dedi: "Ben şundan ağlıyorum ki dün akşam aç olarak uyuduk, bugün ise bir yaratık bizlere baktı ve bizleri müstağni kıldı. Oysa merhamet sahibi Allah bizlere teveccüh edecek olsaydı o zaman halimiz ne olurdu?" Daha sonra da babası için şöyle dua etti: "Ey Rabbim! Bizlere merhamet edip işlerimizi düzene koyduğun gibi babama da teveccüh et ve işlerini düzene koy."

Hatem, kervan ile birlikte Hacc'a doğru ilerliyordu. Kervan'da ondan daha fakir bir kimse yoktu. Ne üzerine bineceği bir bineği ve ne de rahat bir şekilde yolculuğu onunla katedeceği bir azığı vardı. Kervanda onu tanıyan kimseler ona az da olsa bir yardımda bulunuyordu. Bir gece Hac Emiri bir hastalığa kapıldı. Kafile doktoru onu tedavi etmekten aciz kaldı. Hac Emiri şöyle dedi: "Kafile içinde benim için dua edecek bir hal ehli var mıdır? Belki de bana dua eder de o duası vesilesiyle bu beladan kurtulurum." Etrafındakiler, "Evet, Hatem-i Esemm vardır" dediler. Emir şöyle dedi: "Bir an önce onu benim yanıma getiriniz."

Hizmetçiler koşarak onu Emir'in yanına getirdiler. Hatem selam vererek Emir'in yanına oturdu. İyileşmesi için ellerini kaldırarak dua etti. Duasının bereketiyle emir iyileşti ve bu sebeple de Emir'in teveccühüne mazhar oldu. Ona bir binek ve de Hac yolculuğundan dönünceye kadar gerekli harçlığı vermelerini emretti. Hatem emire teşekkür etti. O gece özel bir hal ile merhamet sahibi olan Allah'a raz-u niyazda bulundu. Uyumaya çalıştığı bir sırada rüya aleminde şöyle bir ses işitti: "Ey Hatem! İşlerini bizimle düzenleyen ve bizlere itimat eden kimseye, biz de lütfederiz. Artık çocuklarını ve eşini merak etme. Biz onların geçim vesilesini temin ettik."
Hatem uykudan uyandığı zaman Allah'a hamd-ü senada bulundu ve Hak Teala'nın bütün bu inayetleri karşısında şaşkınlığını izhar etti.

Yolculuktan döndüğü zaman çocukları onu karşılamaya geldiler ve onu görmekle sevindiler. Ama o herkesten daha çok küçük kızına sevgi gösterdi. Onu kucağına aldı, öptü ve şöyle dedi: "Nice zahirde küçük kimseler, batında toplumun büyükleridir. Allah sizin yaş açısından büyüklerinize bakmaz. Aksine kalbinde Hak Teala hakkındaki marifeti çok olan kimselere teveccüh eder. O halde Allah hakkında marifet elde ediniz ve Allah'a itimat içinde olunuz. Zira her kim Allah'a tevekkül edecek olursa Allah onu kendi haline bırakmaz."


Simya Etkili Bakış

Büyük fazilet sahibi Seyyid Cafer Mezariî şöyle rivayet etmiştir: "Necef ilmi havzasının talebelerinden biri geçim açısından dayanılmaz bir darlık ve yoksulluk içindeydi. Bir gün şikayette bulunmak ve ruhsal baskısını izhar etmek için Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin (a.s) mukaddes türbesinin yanına vardı ve şöyle dedi: "Siz bu değerli avizeleri ve eşsiz kandilleri hangi sebeple haremin mukaddes dergahına koydurdunuz? Oysa ben geçimimi temin etmekten bile acizim ve şiddetli bir yoksulluk içinde kıvranmaktayım?"

Gece uyuduğunda rüyasında Müminlerin Emiri Hz. Ali'yi (a.s) gördü. Hz. Ali (s.a) ona şöyle buyurdu: "Eğer Necef'te benim yanımda olmak istiyorsan, bu ekmek, yoğurt ve sergilerle geçinmek zorundasın. Eğer büyük bir mal ve mülk istiyorsan, Hindistan'da Haydarabad şehrinde falan kimsenin evine müracaat etmelisin. Evin kapısını çal ve kapıyı açan ev sahibine şöyle de: "Gökyüzüne gider ve güneşin işini yapar."

Bu uykudan sonra iki defa Hz. Ali'nin mutahhar haremini ziyaret etti ve şöyle dedi: "Benim buradaki hayatım oldukça perişan ve zordur. Oysa siz beni Hindistan'a gönderiyorsunuz." Yeniden Hz. Ali'yi rüyasında gördü. Hz. Ali bu defa da ona şöyle buyurdu: "Sözüm sana söylediğimdir.

Eğer bizim yanımızda bu duruma tahammül edebiliyorsan tahammül et, eğer tahammül edemiyorsan, Hindistan'da falan kimsenin evini bul ve ona şöyle de: "Gökyüzüne gider ve güneşin işini yapar."
Uyandıktan sonra sabaha kadar düşündü. Kitaplarını ve var olan bir miktar eşyasını sattı. Hayır sahibi kimseler de ona yardımcı oldular. Böylece kalkıp Hindistan'a gitti. Haydarabad şehrinde falan kimsenin evini sordu. Halk böylesine fakir bir talebenin öylesine zengin bir kimseyi sorup soruşturmasına şaşırdılar.

O zengin kimsenin kapısına vardıkları zaman kapı açıldı ve bir şahıs evin merdivenlerinden aşağıya doğru indi. O yoksul talebe onu görünce şöyle dedi: "Gökyüzüne gider ve güneşin işini yapar."

O zengin şahıs hemen hizmetçilerini çağırdı ve şöyle dedi: "Bu talebeyi içeriye alınız. Kendisini ağırladıktan ve yorgunluğunu attıktan sonra da onu hamama götürünüz. Ona değerli ve pahalı elbiseler giydiriniz."

Merasim en güzel şekilde gerçekleşti ve talebe o mücellel binada sabaha kadar en güzel şekilde ağırlandı. Ertesi gün şehrin zenginleri, ileri gelenleri, oraya geldi. Her birisi o süslü salonda kendi yerlerine oturdular. Yanında oturan birine, "Ne olmuş?" diye sordu. O şöyle dedi: "Ev sahibinin kızının düğün merasimidir." O talebe kendi kendine şöyle dedi: "Eğlenmek için her şeyin hazır olduğu bir zamanda geldim galiba."

Meclis süslenince o zengin şahıs salona girdi. Herkes saygı olarak yerinden kalktı. O da misafirlerine saygı göstererek kendi yerine geçti. Ardından mecliste hazır bulunanlara dönerek şöyle dedi: "Beyler! Ben, falan miktarda olan malımın yarısını, nakit paralarımı,

mülkümü, evimi, bağlarımı, hayvanlarımı ve ev eşyalarımı Necef'ten daha yeni gelen bu talebeye bölüştürdüm. Hepinizin de bildiği gibi benim sadece iki kızım vardır ve birisi diğerinden daha güzeldir. Onlardan birini bu talebeyle evlendirdim. Siz din alimleri şimdi nikahı kıyınız. Nikah kıyılınca talebe büyük bir şaşkınlık ve hayret içinde kaldı ve de, "Bu hikayenin hakikati nedir?" diye sordu.

O zengin adam şöyle dedi: "Ben birkaç yıl önce Müminlerin Emiri'nin (a.s) övgüsü hakkında bir şiir söylemek istedim. Bir mısrasını dedikten sonra diğer mısrasını söyleyemedim. Farsça bilen Hindistanlı şairlere müracaat ettim, onların söylediği mısrayı beğenmedim.

Daha sonra İran şairlerine müracaat ettim, onların mısraları da hoşuma gitmedi. Daha sonra kendi kendime şöyle dedim: "O halde yüzde yüz benim şiirim Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin (a.s) simya etkisi olan bakışına mazhar olmamıştır. Bu yüzden de kendi kendime şöyle adakta bulundum: "Eğer birisi bulunur da bu şiirimin ikinci mısrasını güzel bir şekilde söyleyecek olursa, varlığımın yarısını ona bağışta bulunacağım, en güzel kızımı onunla evlendireceğim." Şimdi siz geldiniz ve ikinci mısrayı söylediniz. Bu mısranın benim mısramla tam bir uyum içinde olduğunu gördüm."

Talebe şöyle dedi: "Birinci mısra neydi?"
O zengin şahıs şöyle dedi: "Ben şöyle demiştim: "Zerreye lütuf nazarı edecek olursa Ebu Turab" Talebe şöyle dedi: "İkinci mısra benim değildir, aksine Müminlerin Emiri'nin (a.s) lütfüdür. O zengin şahıs şükür secdesine kapandı ve şöyle dedi:

Zerreye lütuf nazarıyla bakacak olursa Ebu Turab,
Gökyüzüne gider ve güneşin işini yapar.
Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin simya etkisi olan bir bakışı bile yoksul bir fakiri böylesine zengin ve makam sahibi kılabiliyorsa, Hak Teala'nın kul hakkındaki teveccüh ve nazarının ne olacağını varın siz düşünün.

"Mabudum, mevlam! Sen bana hükmettin; bense onlar hususunda nefsime uydum ve bu konuda düşmanımın günahları tezyin etmesinden korunmadım; böylece beni istediği gibi aldattı ve (özgürlük ve seçeneğim hususundaki) hükmün de bu işte ona yardımcı oldu; işte üzerime cari olan bu hükümden dolayı, bazı sınırları aştım ve bazı emirlerine karşı çıktım."


Görevler ve Vazifeler

Aziz olan Allah, insandan bir takım şeylerle süslenmesini istemiştir. Bunlardan biri, yeri kalp olan doğru inançlar, bir diğeri yeri nefs ve batın olan güzel ahlak ve bir diğeri de yeri organlar ve uzuvlar olan salih amellerdir. Bunların tümü görev, vazife ve sorumluluk olarak ifade edilmiştir ve de Allah'ın rububiyyet, hikmet, ilim, rahmet ve ihsanının birer cilvesidir.

Bütün bunlar, insanın dünya ve ahiret maslahatları ve de insanın hayrını dileme esasınca düzenlenmiştir. Şüphesiz eğer bu konularda Hak Teala'nın istekleri, halis bir niyet, aşk ve himmet ile icra edilecek ve her şartlar altında yapılacak olursa, insan gerekli rüşdüne ve kemaline erer, dünya ve ahiret saadetini temin eder, Hak Teala'nın ve ilahi velilerin hoşnutluğunu elde eder, temiz hayat hümasını can kucağında tutar, ahirette rahmeti tatmasının yanısıra ebedi olarak da cennette Peygamberler, doğrular, şehitler ve salihlerle haşrolur.

Allah'ın isteklerinin hayata geçirilmesine engel olan şey, nefsin heva ve hevesidir ve bu da insanın hesapsız başı boş isteklerinden ibarettir. Bu istekler, insanın batınında faaliyete geçtiği takdirde, bütün günahlar, suçlar ve şehvet araçları, fani olan dünyayı insana öylesine bir süsler ve güzel gösterir ki, insanın kalbini elde eder, ruhunu esir kılar, insanın bütün güçlerini o isteklere ulaşmak için aile ve toplum haklarının çiğnenmesi pahasına bile kullanmaya çalışılır.

Böylece insan kötü, lakayt, bütün itikadi, ahlaki ve ameli ilkelerden uzak bir varlık haline gelir. Artık ne kendisine ve ne de diğerlerine hiçbir hususta acımaz, inatçı bir hayvan gibi hayat ortamında hakikatlere karşı saldırıya geçer, sonunda da ölüm pençesi boğazını sıkar, onu kendisinin kötülüğünden kurtarır ve diğerlerini de onun kötülüğünden rahatlığa kavuşturur.

Ey heva ve hevesin esiri olan
Bu yarım nefes oldukça bir çaba
Ey papağan daha ne zamana kadar
Karga ve çaylakla bir kafeste olacaksın
Bir gül dalıyla örtülmüş bakış
Her dikene ve çalıya gönül vermişsin
Her leş aslana yem olmaz
Anka kuşu sinek avlamaz
Devlet şahinin gölgesinde değildir
Saltanat sadece Hüma kuşuna layıktır
Hiçbir işi öne götürmedin
Bundan sonra artık kendine acı
Eğer sen kendine acımazsan
Diğer kimselerden ümit bekleme
Ey dost! Muhtacının yardımcısı yok
Öyleyse sen onun yardımına koş
Allah Resulü meşhur bir rivayetinde şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz senin en büyük düşmanın iki tarafın arasındaki nefsindir."

Peygamber (s.a.a) bu hadisinde insanı önemle uyarmıştır. Evet, nefs-i emmare ve de rivayetlerde heva ve heves olarak ifade edilen şey, insan hakkında diğer bütün düşmanlardan daha büyük bir düşmandır. Zira nefsin heva ve hevesi, insanın dünya ve ahiretini ortadan kaldırmakta, insanı her türlü kötülüğe sevk etmekte ve her türlü hayırdan alıkoymaktadır.

İmam Rıza'dan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir şahıs bana, insan için dünya ve ahiret hayrını bir araya toplayan bir şey hakkında sordu. Ben şöyle dedim: "Nefsine karşı muhalefet et."
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "En büyük cihad, iki tarafı arasında bulunan nefsiyle cihat eden kimsenin cihadıdır."

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) Müminlerin Emiri Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurmuştur: "Ey Ali! En üstün cihat, hiç kimseye zulmetme niyetinde olmadan sabahlayan kimsenin cihadıdır."

İnsan eğer nefsin heva ve isteklerine ve hesapsız arzularına ve şehvetine tabi olursa veya insan Hak Teala'ya muhalefet gösterecek olursa, nefsin heva ve hevesleri, aldatma ve vesveseleriyle insanı kandırır, insanı o aldatma atmosferinde Allah'ı hatırlamaktan, kıyamete teveccüh etmekten, Hak Teala'nın hesap göreceğinden, ölüm gününden, teklif ve görevlerini yerine getirmekten alıkoyar.

İnsanın irade ve özgürlüğü olan bu ilahi atmosferde, bu ortamda, insanın özgürlüğü ve iradesi olan bu ilahi kazâ da bu aldatma işinde aldatıcı düşmana yardımda bulunur, insanı ilahi ve insani görevlerini yerine getirmek hususunda bu özgürlükten istifade edeceğine, insanı zulüm, günah ve suça sevkeder, ilahi hudutları ve hakları çiğnemesine neden olur ve de Hak Teala'nın saadet dolu emirlerine muhalefete sürükler.

"Bütün bu işlerde senin benim üzerimde hüccetin vardır. Hakkımda yürütülen kaza ve kaderin ve beni yakalayan hükmün ve imtihanın karşısında gösterecek hiçbir mazeret ve bahanem yoktur."

Allah'ın İnsan Üzerindeki Hüccetleri

İnsan dalalet sapıklık, eğrilik, sapma ve günah işleme hususunda dünya ve ahirette onu bu konularda Allah nezdinde mazur gösterecek hiçbir hüccet ve delile sahip değildir.
Eğer; "Gücüm ve imkanım yoktur" diyecek olursa, çok büyük bir yalan söylemiş olur. Zira türlü türlü nimetler ve sağlam beden her türlü görev ve vazifeyi yapmak için bir kudret ve imkan vesilesidir.

Eğer; "Hakkın emirleri hususunda cahildim ve bu yüzden de görevlerimi yerine getiremedim" diyecek olursa, yine de marifet yolu açık olduğundan, alime müracaat edebildiğinden, Kur'ân ve dini kitaplar okuyabilme imkanına sahip bulunduğundan dolayı bu kendi aleyhine hüccet mesabesindedir.

Eğer; "Akıldan mahrum idim" diyecek olursa, yine büyük bir yalan atmış olur. Zira eğer akıldan mahrum olmuş olsaydı, geçimini, maddi işlerini, kazancını, ticaretini ve alış verişini yerli yerinde ve düzenli bir şekilde yapamazdı.
Eğer; "Allah katından bize bir peygamber gelseydi ve Allah bize bir hidayet imamı takdir etmiş olsaydı,

Hak Teala'nın ayetlerine ve hidayet eden kimsenin hidayetine tabi olurduk" diyecek olursa, ona şöyle denilir: "Yüz yirmi dört bin peygamber gönderildi ve insanların hidayeti için on iki masum İmam takdir edildi. Nasıl olur da maddi işlerini ve geçimini temin etmek hususunda her konuda araştırmaya koyuldun ama manevi işlerini öğrenmek hususunda hiçbir adım atmadın?"

Eğer; "Dini tanıyan bir alim, hidayet eden bir kitap ve maneviyatla dolu bir cami yoktu" diyecek olursa, kendisine şöyle denilir: "Büyük bir iftira ve yalanda bulundun. Zira yüzlerce hidayetimiz her açıdan ve her yönden kamil idi. Ama senin gafletin, tekebbürün, bencilliğin ve nefsani isteklerine tapma çirkinliği senin hidayete kulak asmana ve hak yola tabi olmana engel olmuştur."

Kısaca işaret ettiğimiz bu hakikatler ışığında Allah'ın dünya ve ahirette insanı mahkum etmesi için yeterli hüccetleri vardır. Allah-u Teala, insanın kendisini mazurlu göstereceği ve de cezadan kaçacağı bütün kapıları kapatmış, bahaneleri ortadan kaldırmıştır.

Bu açık hakikat hususunda -ki Allah'ın hüccetinin insan üzerindeki hakimiyetini ve insanın ilahi azaba mahkumiyetini ifade etmektedir- sadece, hadis kitaplarında yer alan çok muteber ve önemli bir rivayeti nakletmekle yetiniyoruz.
Hamid b. Ziyad, Hasan b. Muhammed Kindi'den o da Ahmet b. Hasan Meysemi'den, o da Eban b. Osman'dan ve o da Abdula'ala'dan İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu işittiğini nakletmektedir:

"Kıyamet günü güzelliği sebebiyle fitne ve fesada düşmüş güzel bir kadını getirirler. O kadın kendini mazur göstermek için şöyle der: "Ey Rabbim! Beni güzel yarattın ve güzel yarattığın için de çeşitli şehvetlere ve günahlara düştüm." Daha sonra Meryem'i (a.s) getirirler ve şöyle derler: "Sen mi güzelsin yoksa bu mu? Biz onu da çok güzel yarattık ama o kendini korudu, fitne ve fesada düşmedi."

Ardından yakışıklı olduğu hasebiyle fesat ve günahlara düşen bir adamı getirirler. O da şöyle der: "Ey Rabbim! Beni yakışıklı yarattın. Öyle ki bu güzelliğim beni namahrem kadınlarla haram ilişki kurmaya sürükledi." Ardından Yusuf'u (a.s) getirirler ve şöyle derler: "Sen mi güzelsin yoksa bu mu? Biz onu da güzel yarattık ama o kendini korudu, fitne ve fesatlara düşmedi."

Ardından bela, musibet, sıkıntı ve zorluğa düşmüş ve bu sebeple de fitne, fesat ve haram işlere yuvarlanmış bir adamı getirirler. O da şöyle der: "Ey Rabbim! Beni çok zor belalara duçar kıldın. Öyle ki ben direnemedim, fitne ve fesada duçar oldum." Ardından Eyyub'u (a.s) getirirler ve şöyle derler: "Senin belan ve musibetin mi daha büyüktü yoksa bu insanın mı? Biz onu da birçok sıkıntılara duçar kıldık ama o kendini korudu, fitne ve fesada düşmedi."

Candan geç cananı dile
O zaman canandan can dile
Selim bir kalp ile İslam'ı ara
Sonra Süleyman'ın mertebesini dile
Gizli ve açık şirk fitnesinden güvendesin
O zaman ki imanı talep eden olasın
Fakirlik vadisinde bir adım at
Sonra sonsuz devleti dile
Eğer hakikatler hazinesini istiyorsan
Viran olmuş kalbin köşesinden dile
Eğer yemyeşil bir gülhane istiyorsan
Gamından ağlayan bir göz dile
Eğer bir bardak ham bade istiyorsan
Gönül yanmış ciğer dile
Eğer Hızır'ın himmeti sende olursa
Ebedi kaynağı dile
Gamın yakışını ve konuşma ahengini
İnleyen fakirden dile.

"Ey Rabbim! Kendim hakkında kusur ve ayrılıktan sonra; özür dileyerek, pişman ve perişanlık içerisinde, bağışlamanı ve mağfiret etmeni, isteyerek, tövbe edip günahlarımı ikrar ve itiraf ederek senin huzuruna geldim. İşlediğim günahlardan kaçacak bir mekan ve sığınacak bir yer bulamıyorum. Mazeretimi kabul edip, beni sonsuz rahmetine dahil etmeden başka bir ümidim yok."


Aşıkane Raz-u Niyaz ve Münacatta Bulunmak

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) duanın bu bölümünde Allah'ın rahmet ve bağışlamasına sebep olan bütün nedenlere işaret etmiştir: İbadetlerde kusur ve nefsani şehvetlerde aşırı gitme ilanı, pişmanlık duyarak özür dilemek, pişmanlık dileme, hakka dönerek mağfiret dilemek, günahını itiraf etmek, Hak Teala tarafından özürlerin kabulü dışında sığınacak bir yer bulamamak ve Allah'ın kuşatıcı rahmetine sığınmak.

Bu yalvarıp yakarma ve Allah'a dönüp ikrarda bulunmak, Hak Teala'nın tövbe eden bir aşığın, çaresiz bir isyankarın ve geri dönen bir kaçağın ağzından duymayı çok sevdiği bir hakikattir. Bir rivayette şöyle yer almıştır:

"Seyr-u Suluk taliplerinden biri ilahi velilerden birinin yanına gelerek şöyle dedi: "Ben ehediyet dergahına, rububiyet makamının huzuruna ve uluhiyet dergahına doğru yolculuğa çıkmak istiyorum. Mağfiret sahibi Allah, sevgi dolu Rab ve padişahların padişahının huzuruna hediye olarak ne götüreyim. Zira Allah-u Teala'nın huzuruna eli boş gitmek, aşağılık ve marifetsizliğin zirvesidir."

O arif, veli ve aşık salik şöyle dedi: "Oraya, orada olmayan bir şey götür. Orada ilim, hilim, kudret, rahmet, meşiyyet, lütuf, görme, işitme, kerem, yücelik, doğruluk, adalet, azamet ve heybet gibi bütün kemaller mevcuttur. Orada olmayan şey, yürek yanışı, akan gözyaşı, yalvarıp yakarma ve küçüklük izharında bulunmaktır."
Evet, Allah tövbe eden günahkarın, geri dönen isyankarın, iflas etmiş eli boş kimsenin sesine aşıktır. Şüphesiz her maşuk kendisine aşık olanın sesini, yalvarıp yakarmasını işitmek ister. Her aşık da sevgilisine bakmak, ona teveccüh etmek ve de isteklerine cevap vermek ister.

Yusuf ve Züleyha

Bazı büyükler şöyle nakletmişlerdir: "Züleyha kudretinden kötü istifade edip kendisini temize çıkarmak isteyince iffetli Yusuf'u hapse attırdı. Yusuf'a oldukça aşk ve ilgi duymaktaydı ama Yusuf'un takvası sebebiyle bir türlü ona ulaşamıyordu. Dolayısıyla da sevgilisinin sesini işitmek ve yalvarıp yakarmasına kulak vermek istiyordu. Kölelerinden birine şöyle dedi: "Onu kırbaçla." Ama köle Yusuf'un ilahi yüzünü, melekuti suretini ve arşi haletini görünce bu işi yapmaya kalbi razı olmuyordu. Bundan dolayı Yusuf'a kalın bir elbise giydirdi ve kırbaçlamaya başladı. Dolayısıyla da Yusuf'u incitmedi.

Züleyha her ne kadar oturup beklediyse de Yusuf'un sesini işitmedi. Köleye şöyle dedi: "Ona daha şiddetli vur." Köle Yusuf'a şöyle dedi: "Beni emrini yerine getirmediğim için sıkıntıya sokacağından korkuyorum. O halde bedeninin bir kısmını soy ve orayı kırbaçlamaktan beni mazur gör. Yusuf da yücelik göstererek kabullendi. Çıplak yerine kırbaç inince inledi ve o iniltisi kendisine aşık olan Züleyha'nın adeta kulağını okşadı.

Züleyha ondan bir ah sesini işitince
Dedi ki kin yeter ah sesi işittim yerinden
Bundan önceki ahlar önemli değildi
Bu defanın ahı keskin yerden idi
Eğer bir matemde yüz ağıt yakan olursa
Dert sahibinin ahına etkili olur.


Yunus'un Kavmi

Yunus'un kavmi, Yunus'un kendilerini terk ettiğini ve başka bir diyara gittiğini anladıklarında ve azabın belirtilerini görüp azap ve yok oluş ve helak olacaklarına yakin ettikleri zaman, merhamet sahibi bir alimin hidayetiyle yegane çözümün merhamet sahibi ve günahları bağışlayan Allah'ın huzuruna acizlik, özür dileme, yalvarıp yakarma ve günahlarını itiraf etmekte olduğunu anladılar.

Böyle bir halle büyük, küçük, yaşlı, genç, kadın ve erkek eski elbiselerini giyerek, yalın ayak çöllere düştüler, erkekler bir tarafa, kadınlar diğer bir tarafa, süt ile beslenen çocuklar da annesinin kucağından ayrılıp çölün bir köşesinde kala kaldılar. Hep birlikte ağlayıp yakararak tövbe etmeye başladılar. Öyle ki hatta hayvanları bile acı acı inlemeye başladı. Hak Teala'nın vahdaniyetine şehadette bulundular. Yürekler yakan aşk dolu bir münacata koyuldular.

Tövbe ve pişmanlık içine girdiler, şirk ve isyandan vazgeçtiler ve onlardan bir grup şöyle dua etti: "Rabbimiz! Yunus bizlere, mükafata müstahak olmamız için köleleri özgür kılmamızı istemişti; bizlere, nerede çaresiz bir kimse görürsek yardımına koşmamızı istemişti; biz de senin çaresiz kullarınız; senden başka feryadımıza ulaşacak kimse yoktur; o halde bize yardım et."

Onların yalvarıp yakarmaları, içler acısı münacatı, merhamet sahibi yüce Allah'ın huzurunda kabul görünce, canlarının kurtuluş beraati nazil oldu, azap ve yıldırım dolu bulutlar başlarının üzerinden gitti, yerine rahmet ve lütuf bulutları geldi. Onların tümü tövbesi kabul olduğu için hoşnutluk ve sevinç içinde şehirlerine geri döndüler, kendi doğal işlerine koyuldular.

Velhasıl, Hak Teala'ya teveccüh etmek, acizliğini ve kusurunu bildirmek, özür dilemek, pişman olmak, mağfiret dilemek, günahlarını itiraf etmek, tövbenin hakiki öğelerindendir. Gerçek sevgili olan Allah-u Teala'nın lütuf, rahmet, mağfiret ve bağışlama sebeplerindendir.

Ey evrenin ruhu, bir an seninle olmak
Bir ömür yaşamaktan daha güzeldir
Alemi bezeyenin şahidi bir cilve et
Mum gibi yanıp tutuşmaktayım
Senin Tur'undan heyhat eğer kalkabilirsem
Beni göremezsin cevabını düşünemem
Kelebek gibi ateşten korkmuyorum
Yokluk, ebedi varlık olur
Tarikat yolundan o kadar uzağım ki
Hakikat sokağından bir nişane görmedim
Ne olur düşen birini himmetinle
İzzet ikliminin sınırına ulaştırırsan
Aşk badesinden beni öyle harab et ki
Fani dünyadan rahat edeyim
Yoksulun kalbi senin uğrunda kan oldu
Gel ki henüz canın yarısı bakidir.

"Allah'ım! O halde mazeretimi kabul eyle, perişanlığımın şiddetine acı, (günah) zincirlerimden kurtar beni. Rabbim! Bedenimin zayıf, derimin ve kemiklerimin inceliğine acı. Ey yaratılışımı gerçekleştiren, beni yad eden, beni terbiye eden, bana iyilik eden ve bana rızk veren! Bağışının başlangıcı ve bana yaptığın geçmiş iyiliklerin hürmetine beni affeyle."


Gerçek Sevgili Hak Teala'nın Huzuru

Duanın bu bölümünde aşık, arif ve gerçekten tövbe eden ve hakkıyla münacatta bulunan bir kimse, lütuf ve rahmet kapılarının yüzüne açıldığını ve maşukun kendisiyle raz-u niyazda bulunmasını işitmeye hazır olduğunu hisseder ve bu esas üzere de şöyle arzeder: "Cehalet, bilgisizlik, gençlik, isyankarlık, nefsin heva ve hevesinde esaret ve irade zayıflığı olan özrümü kabul et.

Bundan sonra senin verdiğin başarıyla gerçekten marifet elde ettim, cehalet karanlığından kurtuldum, gençlik heyecanım ve isyankarlığım artık dinmiştir. Bir yere kadar heva ve hevese tapma kötülüğünden kurtuldum. İradem, günahları terk etmek ve biraz itaat etmekle güçlendi. Günah ve suçlardan kenara çekildim, şeytan ve nefsani isteklerden kaçtım ve senin huzuruna yerleştim. Lütfün ve inayetinle geçmişimi telafi etmeye koyuldum ve bozukluklarımı düzeltmeye çalıştım.

Allah'ım! Kötü halimin zorluğu; kibir, bencillik, hırs, haset, cimrilik, tamah, riya, gösteriş ve diğer rezil sıfatlardır. Eğer bu kötü halli olma durumu bende kalacak olursa, helak edici bir hastalığa ve yok edici bir kansere dönüşür ve artık onun için hiçbir tedavi yolu kalmaz.

Dolayısıyla da benim kötü halime merhamet et. Eğer senin rahmetine mazhar olacak olursam, bu kötü halim güzel hale dönüşür, ahlaki iyiliklerle süslenirim. Senin inayetin sayesinde kibir yerini tevazu, hırs yerini kanaat, haset yerini gıpta, cimrilik yerini cömertlik, tamah yerini kifayet ve iffeti kabul etmek, riya yerini ise ihlas ve hulus alır.

Ey Rabbim! Şeytani ağır zincirler ve nefsani isteklerin tehlikeli bukağıları, akıl, kalp, can, batın ve organlarımı bağlamış, beni olumlu hareketlerden, ibadetlerden, aşıkane itaat etmekten, hayırlı amelden ve iyilikten alıkoymuştur. Sana doğru bir adım atmama bile izin vermemektedir ve senin lütuf ve inayet dergahına varmama engel olmaktadır. Şimdi senin verdiğin başarıyla gönülden inliyorum, pişmanlık ve hasret göz yaşı döküyorum. Senin dergahına yüksek sesle feryat ediyorum. Bütün bu zincirlerden kurtuluşa aşığım.

Kudret, rahmet, lütuf ve yücelik elini bu esir ve zavallı kuluna doğru uzat. Şeytani ve nefsani ağır zincirleri kollarımdan ve ayaklarımdan çöz, beni özgürlüğün azametli atmosferinde karar kıl, beni bu zillet ve utanç dolu esaret haletinden kurtar.

Eğer bugün dünyada olduğum bu zamanda senin rahmetin feryadıma yetişmeyecek olur ve beni şeytani vesveseciliğin yüklediği zincirlerden, nefsani isteklerin baskısından, ahlaki rezilliklerden, Firavunî, Karunî ve Bel'am-i Bauraî haletlerimden kurtarmayacak olursa, yarın kıyamet günü zincirlere vurulduğum bir zamanda Kur'ân'ın da belirttiği gibi kafirlerin, müşriklerin, inatçıların ve suçluların el ve ayaklarına vurulan ve kendilerini yakıcı cehennem ateşine doğru sürükleyen zincirlere vurulacağım.

"Doğrusu, küfredenler için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık."
"İlgililere şöyle buyurulur: "O'nu alın, bağlayın. Sonra cehenneme atın. Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun. Çünkü, o, yüce Allah'a inanmazdı."

Evet, bugün bana zorla yüklenen bu zincirlerden ve bukağılardan kurtarmayacak olursan, yarın kıyamet günü benim kurtuluşum için hiçbir kapı açılmayacaktır.
Bu zincirlerden ve bukağılardan kurtulan kimse ise, rahat bir şekilde ve iştiyak içinde her ibadet, itaat ve hayırlı amele doğru adım atmaktadır. Ömür sona erdiği gün de Allah'ın; "Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!" sesini işiterek maşuka doğru kanat açar ve ebedi olarak rahmetinin kucağında yer alır.

Ama bu zincirlere ve bukağılara maruz kalan kimseler, itaat için bir adım atamazlar, hayırlı bir işe teşebbüste bulunamazlar. Bunlar birkaç günlük dünyada şeytanın ve nefsani isteklerin zindanında elleri ve kolları bağlı kalırlar. Yarın ömürleri bittiği zaman da bir dünya dolusu hasret, hüzün, ümitsizlik içinde kalırlar. Her şeyi kaybettiklerini hissederek zorlukla can verirler. Tam bir yoksulluk ve çaresizlik içindedirler. Mal, mülk, makam ve evlatları, onların feryadına yetişemez, ruhları ateş zincirlerine vurularak, cehenneme doğru sürüklenirler.


Harun'un Ölümünün İlginç Hikayesi

Harun Reşid, Horasan'da hastalığı şiddetlenince, kendisi için Tus şehrinden bir doktor getirmelerini emretti. Ardından kendi idrarını, hastalardan bir grup ve sağlam kimselerden de bir grubun idrarıyla doktora sunmalarını emretti. Doktor idrar şişelerini tek tek inceledi ve kimin olduğunu bilmediği halde şöyle dedi: "Bu şişenin sahibine deyiniz ki vasiyetini hazırlasın. Zira gücü bitmiş, bünyesi dökülmüştür." Harun bu haberi işitince hayatından ümidini kesti ve şu dörtlüğü okudu:

Tabib, tabipliği ve devasıyla
Gelip çatan ölümü savunamaz
Ne olmuş ki tabibe ölüyor o dertle ki
Geçmişte onun benzerini tedavi ediyordu.

O esnada ona, halkın, kendisinin öldüğü söylentiyi çıkardığını söylediler. Bu söylentinin önünü almak için bir binek getirmelerini emretti. O bineğe binerek halkın arasına çıktı. Bineğe bindiği vakit, aniden hayvanın dizleri gevşedi.
Harun şöyle dedi: "Beni indiriniz; zira söylenti çıkaranlar doğru söylüyorlar. Ardından kendisi için kefeninin getirilmesini tavsiye etti.

O kefenler arasından birini seçti ve şöyle dedi: "Bu yatağımın yanında benim için bir mezar hazırlayın. Daha sonra kabrine bir baktı ve şu ayetleri okudu: "Malım bana fayda vermedi; gücüm de kalmadı."
Ben artık her şeyi bitmiş bir suçluyum. Şu hakikatleri itiraf ediyorum ki mal ve servetim, Allah'ın azabından hiçbir şeyi benden uzaklaştırmadı. Çaresizlik günü olan bu günde benim feryadıma yetişmedi. Mal ve servetim, hiçbir sorunumu halletmedi, hiçbir düğümümü çözmedi. Aksine kudret ve saltanatım yok oldu ve elimden çıktı.

Evet, ey Allah'ım! Kıyamet gününün zincir ve bukağılarına teveccühen bedenimin zayıflığına, derimin inceliğine ve kemiklerimin yumuşaklığına merhamet et. Eğer bugün bu günah zincirleri ve bukağıları üzerimde kalacak olursa, yakinen yarın kıyamet günü ateşten zincirler ve bukağılar halinde tecelli edecektir ve bütün organlarımı dağlayacaktır.
Takatsizliğim, cismani zayıflığım, derimin inceliği ve kemiklerimin yumuşaklığına rağmen, ebedi olarak o zincir ve bukağılara tahammül etmem gerekecektir. Benim için ölüm olmaksızın cehennem katlarında sürekli yanacağım.

İnce Bir Muhasebe

Ey azizler! Geliniz biz de adı tövbe olan ve Şeyh Bahai'nin dediği gibi -ki genellikle nefsini muhasebeye çekiyordu- biz de gece gündüz kendimizi hesaba çekelim! Bu şahıs atmış yaşındayken bütün ömrünü hesapladı ve 21500 gün oldu. Bunun karşısında feryat ederek şöyle dedi: "Eyvahlar olsun bana! Eğer hergün bir günah bile işlemiş olsam, 21500 günah işlemiş sayılırım. Acaba bütün bu günahlarla Allah'ın huzuruna nasıl çıkabilirim?" Bu esnada feryat etti, yere düştü ve yaratıcıya canını teslim etti.

Ey Allah'ım! Her ne olsam, senin kulun ve yaratığınım. Senin kudret ve tasarrufun altında bulunmaktayım. Senin irade ve isteklerine mahkumum. Benim kaçacak bir yerim yoktur. Ey benim yaratılışımı topraktan, sonra nütfeden, sonra alakadan (kan pıhtısından), daha sonra et parçasından vücuda getiren Allah'ım! Ben hiçbir şey olmadığım halde bana teveccüh ettin, beni andın, beni yarattın, daha sonra da maddi ve manevi terbiyem için gerekli olan bütün imkanları sağladın, bana ihsan ve iyilikte bulundun, çeşitli nimetlerle beni besledin, şimdi de tevazu, yalvarıp yakarma, kendini küçük görme ve toprağa kapanmakla senin beni bağışlamanı diliyorum. O ilk keremin ve önceki ihsanınla beni ve günahlarımı bağışla; dünya ve ahiret azabından kurtuluşumu bana inayet buyur.

Biz hepimiz bu meyin mestleriydik
Onun dergahının aşıklarıydık
Göbeğimizi onun sevgisi üzerine kestiler
Onun aşkını ruhumuza ektiler
Baharda rahmet yağmurlarını içtik
Günlerden mutlu bir gün gördük
Çoğu zaman O'ndan okşama gördük
Hoşnutluk gülistanında bulunduk
Başımıza rahmet elini koyuyordu
Bizlere lütuf gözüyle bakıyordu
Lütuf sebebiyle alemi yarattı
Zerreleri onun güneşi okşadı
Ayrılık O'nun kahrına gebe ise
Vuslatının kadrini bilmek içindir
Ta ki ayrılığı canını tembih etsin
Kalp vuslat günlerinin değerini bilsin.

"Ey Mabud'um! Ey seyyidim ve Rabbim! Vahdaniyetine inandıktan sonra, marifetin bütün kalbimi doldurduktan sonra ve dilim zikrinle meşgul olduktan, muhabbetin içime işledikten, rububiyet makamına boyun eğerek sadakatle (günahlarımı) itiraf edip, doğrulukla (sana) dua ettikten sonra, beni cehennem ateşiyle azap etmen görülüp (inanılacak) şey mi?"
Hayır! Mukaddes zatına yemin olsun ki peygamberler,

imamlar, veliler, arifler, aşıklar, abitler, zahitler ve tövbe edenlerin hiçbirisi, senin bana ihsanda bulunduğun bu hakikatlerle beni cehennem ateşinde yakacağını düşünmez. Onlar kıyamette beni lütfünle okşayacağını, rahmetinle elimden tutacağını, çirkinliklerimi affedeceğini, beni cennetine yerleştireceğini ve sana aşık olanlarla birlikte haşredeceğini biliyorlar.


Tevhit

Bir yere kadar Kur'ân ayetleri, rivayetler ve hadislerden ve özellikle de Hak Teala ile ilgili hadislerden yardım alarak, ehlullahtan marifetleri işiterek, varlıklar hakkında incelemede bulunarak, varlık aleminin derinliklerine inerek ve yaratılış düzeni hakkında düşünerek, Hak Teala'nın mukaddes zatı ve sıfatları hakkında bilgi alma başarısını elde eden, aklen ve amelen Allah'tan başka bütün mabutları batıl bilen ve Allah'tan başka bütün rableri helak olucu gören,

baş ve kalp diliyle ve varlığının bütün zerreleriyle temiz bir söz olan "lâ ilâhe illallah"ı dillendiren, kalbi Tevhid evi olan ve her konudaki ameli canlı putları reddeden bir kimse, şeriat ıstılahında muvahhit olarak adlandırılmaktadır. Büyük enbiyanın ve değerli peygamberlerin mektebi de böylesine bir tevhid üzere kurulmuştur ve onların bütün davetleri de bu esas üzere şekillenmiştir.


Onlar bütün insanları Allah'ın bir olduğuna iman etmeye ve Allah'ın birliğini ikrar etmeye davet etmişlerdir. Birçok Kur'ân ayetlerinden de anlaşıldığı üzere peygamberlerin daveti, tevhidin ameli boyutlarına ve de ilahi olmayan düzenleri reddetmeye dayalı olmuştur.

Tevhidin itikadi anlamı ve mefhumu fikirsel, strüktürsel ve düşünceyi şirkten temizleme boyutlarında önem arzetmektedir. Bu açıdan Allah'a şirk koşan kimseler veya hayır ve kötülük tanrıları olarak Yezdan ve Ehrimen'e inanan Dualistler veya Allah'ın başka varlıklara hulul ettiğine inanan kimseler veya türsel rablere inananlar veya Hıristiyanlar gibi Allah'ın bileşik bir hakikat olduğunu söyleyenler veya Allah'ı cisim olarak kabul eden Mücessime fırkası ve onların asrımızdaki en cahil fırkası olan Vahhabiler ile bu önemli konuyu detaylıca konuşmak gerekir. Fikir ve inancın bir kolu olan amel açısından da bir olan Allah'a iman etmek ve Allah'tan başkasına ibadet ve itaat etmekten sakınmak önem arzetmektedir.

Birincisi; direnmekten, fikir sıhhatinden, tevhitten ve doğru ilahi marifetlerden kaynaklanmaktadır. İkincisi; yani ibadetler hususundaki şirk ise fikri, inançsal ve batıl itikadi şirkten kaynaklanmaktadır. Hakikatte Allah'tan başkasına ibadetten nehyetmek, bu ibadete sebep olan boş ve zayıf inançlardan sakındırmaktır.

Bir olan Allah'a ibadet ve itaatten ibaret olan ameli yön, semavi kitaplar ve ilahi peygamberler aracılığıyla insanlardan istenmiştir. Fiili ve ameli şirk de tıpkı sözlü şirk gibi fikirsel ve itikadi şirkin en zahir nişanelerinden biri olduğu hasebiyle peygamberlerin mücadelesinin çok önemli boyutlarından birini teşkil etmiştir. Bu yüzden de beşer hayatında tevhidin ameli boyutları, insani özelliklerinin zuhuru, kulluk ve zilletten kurtuluş hususunda oldukça etkilidir. Tağutlara ve kudret erbabına itaati ortadan kaldırmaktadır.

Peygamberler toplumu bu şirk pisliğinden temizlemeye çalışmışlardır. İnsana özgürlük ve insana yücelikler bağışlamaya çalışmışlardır. Firavunlar, zorba yöneticiler, dünyanın sömürgeci ele başları ve tevhid inancına karşı çıkan cahil putperestler, daha çok tevhidin ameli boyutlarının kendi sömürge ve üstünlük taslamalarına tehlike teşkil ettiği için paniğe kapılmışlardır. Diğer bir sebebi ise şirkin ameli etkileridir.
]
Zira bazı cahil kimselerin onlara ibadet etmesi ve karşılarında zillet haletine düşmesi, onları bu kibirlenmeye alıştırmıştır. Nitekim Kur'ân'da şöyle buyurmuştur: "Onlara: "Allah'tan başka ilah yoktur" denildiği zaman şüphesiz büyüklenirler." Zira bu kelime insanları onlar vesilesiyle esarete sürüklemek, insanların iradesini ve hakimiyetini ele geçirmek ve onları haklarından mahrum bırakmak için ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Zira tevhide inanmak ve tevhid kelimesini söylemek, onlara itaatin farz oluşunu, onların emirlerini, teşrifatını ve üstünlüklerini ortadan kaldırmıştır.

O halde Allah'ın birliğine inanmak, O mukaddes zatın eşi ve benzeri olmadığını kabul etmek, Allah'ın zatının sıfatlarıyla aynı olduğunu bilmek, bütün kainat üzerinde yegane hükümranlığın Allah'a ait olduğunu ikrar etmek, ölüm, hayat, zahir, batın, mülk, melekut, gayb, şuhud, yaratmak, öldürmek, icad etmek ve varlık aleminde değişiklik yaratmak gibi bütün işlerin Allah'ın elinde olduğuna inanmak, başka bir ifadeyle Kur'ân,

peygamberler ve imamların tanıttığı Allah'a inanmak, hayatın bütün işlerinde emirlerine itaat etmek, her türlü putperestliği reddetmek, hayat sahnesinden şeytanları, tağutları ve tağuta itaat edenleri silip süpürmek, salt tevhittir. Bu hakikat üzere sözlü ve ameli olarak Allah'tan başka ilah olmadığını, varlık aleminde Allah'tan başka bir etken bulunmadığını ve Allah'tan başka bir güç ve kuvvetin olmadığını haykıran kimse muvahhittir; gerçek mümindir ve doğru yolun yolcusudur.

Hz. Ali (a.s), kalp gözüyle hakikatlerin hakikatini müşahade etmiştir; Nehc'ül-Belağa'nın çeşitli hutbelerinde bu hakikat aşıklarına Allah'ı tanıma ve Allah'a ibadet etme ortamını şöyle göstermiştir:
"Dinin evveli O'nu tanımak, O'nu tanımanın kemali O'nu tasdik etmek, O'nu tasdik etmenin kemali O'nu bir bilmek, O'nu bir bilmenin kemali, O'na karşı ihlaslı olmaktır. O'na karşı ihlaslı olmanın kemali, O'ndan sıfatları nefyetmektir. Zira her sıfat mevsuftan (sıfat sahibinden) ayrıdır. Hakeza her mevsuf da sıfattan ayrıdır.

Dolayısıyla Allah'ı tavsif eden O'nu başkasına eşlemiş olur. O'nu eşleyen O'nu ikilemiş olur. O'nu ikileyen O'nu tecezzi etmiş (cüzlere ayırmış) olur. O'nu tecziye eden O'nu tanımamış olur. O'nu tanımayan O'na işaret eder. O'na işaret eden ise O'nu sınırlamış ve mahdut kılmış olur. O'nu mahdut kılan ise O'nu saymış olur. "Neyin içindedir?" diyen O'nu bir şeyde sanır (O'na mekan isnat eder). "Neyin üstündedir?" diyen, yerleri O'ndan boş bilmiş olur.
Allah sonradan olmaksızın vardır.

Mevcuttur; yokluğu tatmaksızın. Her şey iledir; eşleşmeksizin. Her şeyden başkadır; ayrılmaksızın. Faildir; hareket ve alet olmaksızın. Basir'dir (görendir); yaratıklarından görülen yokken. Tektir; kendisiyle varlığında ünsiyet edineceği ve yokluğunda dehşete kapılacağı birisi olmaksızın."
Başka bir hutbede ise şöyle buyurmuştur:

"Ey insanlar! Allah için olsun, korumasını emrettiği kitabını ve size emanet ettiği hakları korumaya çalışın. Çünkü şanı yüce olan Allah sizi boş yere yaratmadığı gibi, başıboş bırakıp bilgisizliğe ve körlüğe de atmadı. Amellerinizi (hayır ve şer olarak) açıklayıp belirledikten sonra isimlendirdi, yaptıklarınızı bildi ve ecelinizi yazdı. "Size her şeyi açıklayan kitabı indirdi"

ve nebisini bir zaman içinizde yaşattı. Sonunda kitabında bildirdiği, razı olduğu dinini onun ve sizin için tamamladı. Amellerden sevdiklerini ve sevmediklerini, yasakladıklarını ve em-rettiklerini onun diliyle bildirdi. Sizler için özür yollarını kapadı, sizlere hücceti tamamladı, tehdidini bildirdi ve önünüzdeki şiddetli azapla korkuttu sizi. O halde geri kalan günlerinizi idrak edin! Nefislerinizi sabretmeye alıştırın, direnin."

Tevhid inancını Kur'ân'dan, peygamberlerden, imamlardan ve ilahi velilerden elde eden, ilahi farzları yerine getiren, günah ve suçlardan sakınan, hayatında Allah'tan başka her şeyi reddeden bir kimse, gerçek muvahhittir ve bu tevhid inancı, tevhid esasına dayalı hareket ve inancı sebebiyle de şüphesiz kurtuluş ehli olacaktır. Hak Teala nezdinde büyük bir mükafata, yüce bir ecre ve hesapsız rızka mazhar olacaktır.

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "En hayırlı ibadet, lâ ilâhe illallah sözüdür."
Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Her kim ölür de Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmamış olursa, iyilik etmiş olsun veya kötülük mutlaka cennete girecektir."

Ebu Cafer (İmam Bakır) (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Hiçbir şey sevap açısından lâ ilâhe illallah şehadetinden daha üstün değildir. Zira hiçbir şey aziz ve celil olan Allah'a denk değildir ve hiç kimse herhangi bir şeyde O'na ortak olamaz."

Ebu Abdillah (İmam Sadık) (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah Tebareke ve Teala, muvahhitlerin bedenini ateşe haram kılmıştır."
Ebu Abdillah (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Lâ ilâhe illallah sözü, cennetin pahasıdır"
Resulullah (s.a.a) ise şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz lâ ilâhe illallah sözü, Allah nezdinde çok büyük ve değerli bir sözdür. Her kim onu halis bir şekilde söylerse, cennete hak kazanır. Her kim de onu yalan yere söylerse, canı ve malını korumuş olur, ama dönüşü ateşedir."

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Beni hak üzere müjdeleyici gönderen Allah'a yemin olsun ki Allah muvahhit bir kimseye asla ateşle azap etmez."

Evet, ey merhametli Allah'ım! Ey tevhid ehlinin aşığı! Hiç kimse senin tevhidini halisane ve hakiki bir şekilde ikrar ettikten, kalbim tevhid esasınca marifetini elde ettikten, dilim tevhid üzere konuştuktan, batınım aşkınla dolduğundan, bir olduğunu sadık bir şekilde ikrar ettikten ve rububiyetin karşısında mütevazı istekte bulunduktan sonra bana azap edeceğine inanamaz.

"Beni cehennem azabına duçar edeceğini sanmıyorum. Zira böyle bir şey senden uzaktır ve sen kendi yetiştirdiğin birisini zayi etmezsin; yakınlaştırdığın birisini kendinden uzaklaştırmadığın gibi barındırdığın birisini de kovmazsın veya yetiştirdiğin ve kendisine merhamet ettiğin kimseyi, belalara teslim etmezsin."


DIPNOTLAR
-------------
- Enis'ul- Leyl, s. 292
- Bihar'ul- Envar, c. 67, s. 64, 45. Bab, 1. hadis
- Sefinet'ul- Bihar, c. 8, s. 298
- Vesail'uş-Şia, c. 15, s. 163, 1. Bab, 20216. hadis
- Vesail'uş-Şia, c. 15, s. 162, 1. Bab, 20214. hadis
- Kafi, 8, 228, Hadis-i Ye'cuc ve Me'cuc, 229. hadis ve Bihar'ul- Envar, c. 7, s. 285, 13. Bab, 3. hadis
- İnsan, 4
- Hakka, 30- 33
- Beled, 28
- Hakka, 28- 29
- Tefsir-i Numune, c. 24, s. 464
- Tefsir-i Numune, c. 24, s. 465
- Saffat, 35
- el-İlahiyat der Nehc'ül-Belağa, s. 129
- Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe, Evvel'ud-Din Me'rifetuhu
- Nahl, 89
- Nehc'ül-Belağa, 85. hutbe
- Kafi, c. 2, s. 506, Bab'ut-Tesbih, 5. hadis ve Tevhit-i Saduk, s. 18, Bab-u Sevab'il- Muvahhidin, 2. hadis
- Tevhid-i Saduk, s. 19, Bab-u Sevab'il- Muvahhidin ve'l- Arifin, 5. hadis
-Tevhit-i Saduk, s. 19, Bab-u Sevab'il- Muvahhidin, 3. hadis
- Tevhit-i Saduk, s. 20, Bab-u Sevab'il- Muvahhidin, 7. hadis
- Tevhid-i Saduk, s. 21, Bab-u Sevab'il- Muvahhidin, 13. hadis
- Tevhid-i Saduk, s. 23, Bab-u Sevab'il- Muvahhidin, 18. hadis
- Tevhit-i Saduk, s. 29, Bab-u Sevab'il- Muvahhidin, 31. hadis


14
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi
Rububiyyet Cilvesi
Merhamet sahibi olan Allah, insanı yaratılışının başlangıcından dünyadan göçünceye kadar iki tür terbiye altında karar kılmıştır:

1- Maddi terbiye
2- Manevi terbiye
1- Maddi terbiye sebepleri insanın kendi iradesiyle istifade ettiği yemek, içmek ve teneffüs gibi sayısız nimetlerdir… Ya da Hak Teala'nın iradesiyle insanın gelişiminde ve tekamülünde etkin olan nedenlerdir. Örneğini: Maddeleri bedene cezbeden ve beden için gerekli olan etki ve tepkileri meydana getiren ilginç güçler.

Yunus suresinde genel olarak ve kısa bir şekilde bu anlama işaret edilmiştir.
"De ki: "Gökten ve yerden size rızk veren kimdir? Kulak ve gözlerin sahibi kimdir? Diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran kimdir? Her işi düzenleyen kimdir?" Onlar; "Allah'tır! "diyecekler." O halde O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" de."

Biz bedenin organlarından bir tekini dahi teşrih etmekten ve hakikatlerini derk etmekten, dolayısıyla da şükrünü eda etmekten aciziz. Nerede kaldı ki bedenin bütün organları arasındaki düzeni ve bu organlar ile dış etkenler arasındaki uyumu derk edip şükrünü eda edebilelim. Bu en güzel şekilde yaratılan sistemde, Hak Teala'nın rububiyet cilvesinin ne kadar ilginçlikler vücuda getirdiğini anlamak için organlardan sadece biri olan göz organına kısaca bir işaret etmek istiyoruz.

Göz anatomisi iki bölümde incelenir.

1- Göz küresi dışındaki yapılar
2- Göz küresi
Göz küresi dışındaki yapılar: Bunlar kaşlar, göz kapakları, kirpikler, konjonktiva ve göz dışı kaslarıdır. Kaşlar alnın hemen altında yer alır. Burun kökünün her iki yanında simetrik olarak dışa doğru uzanırlar.

Göz kapakları: Her göz için üst ve alt göz kapakları vardır. Üst göz kapağı normal pozisyonda gözün renkli kısmını üstten az bir miktar örterken alt göz kapağı renkli kısmın alt sınırında yer alır. Kapakların yapısında önden arkaya doğru cilt, gözün kapanmasını sağlayan göz kası, tars ismi verilen ve kapağa sertliğini veren bir kıkırdak yapı ve konjonktiva dediğimiz zar bulunur. Kapak kenarlarında kirpikler, değişik yerlerinde dağınık olarak salgı bezleri bulunur.

Konjonktiva: Göz küresinin ön yüzünü ve kapakların iç yüzünü örten ince saydam zardır. Hareketlidir. Saydam olduğu için altındaki yapılardan dolayı beyaz görünür.

Göz dışı kasları: Bir adet göz kapaklarının kapanmasını, bir adet göz kapaklarının açılmasını sağlayan kas vardır. Kapanmasını sağlayan kas kapakları yuvarlak olarak çevrelerken açan kas üst kapağın üst kenarına yapışarak kanca gibi gözü açar. Gözü hareket ettiren kaslar 6 adettir. Bunlardan 4'ü yukarı, aşağı, sağa ve sola hareket yaptırır. Diğer ikisi ise göze döndürme hareketi yaptırırlar.

Göz küresi: Göz küresi temel olarak 3 kattan oluşur:

Sklera: En dıştaki beyaz katmandır. Göz küresine yuvarlak şeklini verir. Ön tarafta bombeleşir ve kornea ismi verilen saydam yapıyı oluşturur. Kornea, dışardan gelen ışınların kırılarak gözün arkasına geçmesini sağlar. İkinci bir kırılma gözün lensinde meydana gelir ve ışınlar retinaya odaklanarak net görme sağlanmış olur.

Koroid: Gözün damar tabakasıdır. Önde iris denilen gözün renkli tabakasını oluşturur. İrisin ortasındaki açıklığa göz bebeği denir. Göz bebeği ışınların göze kontrollü olarak girmesini sağlar. Ayrıca gözün ön kısmını dolduran sıvı da koroide ait silier cisim isimli yapıdan salınır, irisle kornea arasında bulunan açıdan gözü terk eder.

Retina: Gözün sinir tabakasıdır. Arkada fovea isimli nokta net görme merkezidir. Göz sinirinin gözü terk ettiği yere papilla denir ve buranın ortasına kör nokta adı verilir. Göz küresini dolduran jel tarzındaki yapı ise vitreustur.
Göz siniri gözü terk ettikten sonra gözün içinde bulunduğu kemik huninin tepesine doğru ilerler ve oradan çıkar. Sonra bir çaprazlaşma yaparak her bir gözden gelen görsel bilgi her iki beyin yarı küresinin en arka kısmında kalan görme merkezlerine iletilerek görme algısı sağlanmış olur.

Göz yaşı sistemi: Her bir göz küresinin üst dış kısmında ve kapakların iç kısmında göz yaşı üreten bezler vardır. Bu göz yaşı gözün ön yüzeyinde dağılarak hem görsel berraklık sağlar, hem de gözü enfeksiyonlara karşı korur. Sonra göz kapaklarının burun tarafında kalan pınarcıklara gelir. Buradaki ince kanallar vasıtasıyla göz yaşı kesesine iletilir. Daha sonra da bir pompa mekanizması ve başka bir kanalla burun içine iletilir.
Gözün açısı ne demektir?

Gözün ön kısmı iki kamaradan oluşur. Bu kamaraları dolduran sıvı silier cisim isimli bir yapıdan salınır ve gözün açısından dışa akımı sağlanır. Bu açı kornea ile iris arasında bulunur.

Sinir hücrelerinden içinde gözün de yer aldığı çeşitli organlara verilen emirler çok çeşitlidir. Örneğin: Bir kasa kapanma emri verilmektedir ve aynı zamanda ilgili salgı bezlerinde ter salgılama emri de verilmektedir.
Bedende yaklaşık olarak onbeş milyar hücre bulunmaktadır. Elektrik uzmanı Prof. Eştinbuh'un dediğine göre böyle bir sistemi oluşturmak için kırk bin yıla ihtiyaç duyulmaktadır.

"Ölüden diriyi çıkarır…" Allah insanı nutfeden, nutfeyi ise topraktan yaratmıştır; hayvanları yumurtadan, bitkileri ise tohumdan vücuda getirmiştir. Sindirim organında yemeği hazmeden canlı insandan nutfe, canlı tavuktan yumurta, canlı bitkiden de tohumu vücuda getirmektedir. Varlık aleminde bu ilginç sistemi vücuda getiren kimdir? Hiç şüphesiz bütün insanların akıl ve fıtratı; "Allah'tır" demektedir. O halde onlara şöyle de: "O halde şirkten, küfürden ve Allah'ın emirlerine muhalefetten sakınmaz mısınız?"

2- Manevi terbiye sebepleri ise akıl, fıtrat, vicdan, nübüvvet, imamet, semavi kitaplar ve özellikle de Kur'ân'dır. Allah-u Teala bu manevi nimetleri kullanma hususunda da insana özgürlük vermiştir. İnsanın bu özgürlüğü sayesinde gösterdiği bu çaba ve çalışmaları değer kazanmaktadır ve de Hak Teala'nın rızayetine, rahmetine, mağfiretine ve cennetine hak kazanmaktadır.

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) Kumeyl duasının bu bölümünde Allah-u Teala'nın huzuruna şöyle arzetmektedir: "Maddi ve manevi nimetler vesilesiyle basiret ve uyanıklıkla senin rububiyet ve terbiye cilvelerini kabullenen, bu yüzden de kendisini sana yakınlık derecesine ulaştırdığın,

rahmet atmosferinde yer verdiğin bir kimseyi zayi etmen ve terbiye binasını altüst etmen mümkün değildir. Kendisine sığınak verdiğin halde onu dergahından kovman, bütün işlerde kendisine kifayet ettiğin ve merhamet ettiğin halde onu ağır bela, musibet ve zorlukların dalgaları arasında terk etmen, asla mümkün değildir.

Sen o kadar merhametli, o kadar yüce ve büyüksün ki birçok hata ve günahları olduğu halde insana şöyle hitap etmişsin: "Bana seslendiniz, ben de sizlere cevap verdim; benden istediniz, sizlere bağışta bulundum; bana muhalefet ettiniz, sizlere mühlet verdim; beni terk ettiniz, sizlere riayet ettim; bana isyan ettiniz, sizleri (rahmetimle) örttüm. Eğer bana geri dönecek olursanız, sizleri kabul ederim. Eğer benden yüz çevirecek olursanız, dönüşünüzü beklerim. Şüphesiz ben cömertlerin en cömerdi, yücelerin en yücesi ve merhamet edenlerin en merhametlisiyim."


Musa ve Karun

Allame Meclisi, Ali b. İbrahim Kummi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Karun, Musa'yı inkar ve nübüvvetini tekzib etmeye kalkıştı, malının zekatını vermekten sakındı, Musa'ya iftirada bulundu, bunun üzerine Musa (a.s) da onu Hak Teala'ya şikayette bulundu. Hak Teala şöyle buyurdu: "Gök ve yere sana itaat etmelerini emrettim; neyi istersen onlara emret."

Musa Karun'un evine doğru yola koyuldu. Karun da memurlarına, saraylarının kapısını Musa'nın yüzüne kapatmalarını emretmişti. Musa Karun'un sarayına varınca, kapıların yüzüne kapandığını gördü. Kapılara işaret etti, böylece bütün kapılar açıldı. Karun Musa'yı görünce, Musa'nın azap ile geldiğini anladı ve şöyle arzetti: "Ey Musa! Senden akrabalık ve aramızdaki yakınlık sebebiyle bana acımanı istiyorum."
Musa şöyle buyurdu: "Ey Lavi'nin oğlu! Benimle konuşma ki senin için hiçbir faydası yoktur." Ardından yeryüzüne şöyle hitap etti: "Karun'u tut."

Bunun üzerine saray ve içerisinde bulunan her şey yerin dibine geçti. Karun o durumda ağladı ve Musa'ya akrabalık ve yakınlığı adına yemin içtirdi. Ama Musa ona şöyle cevap verdi: "Ey Lavi'nin oğlu! Benimle konuşma!"

Karun her ne kadar yalvarıp yakardıysa da Musa onun uygunsuz hareketlerinden incindiği için onun yardım dilemelerine kulak asmadı. Musa, Karun'un helak oluşundan sonra da münacat mahalline geri döndü. Hak Teala ona şöyle buyurdu: "Ey Musa! Karun ve kavmi sana yalvarıp yakardı ama sen onların feryadına koşmadın. İzzet ve celalime yemin olsun ki eğer benim dergahıma yönelecek olsaydı, ben onların feryadına yetişirdim. Ama senden istediler ve sana tevessül ettiler, ben de onları sana bıraktım.

Hak Teala şöyle dedi: Karun yalvarıp yakardı
Ey Musa! Seni yetmiş defa çağırdı
Sen ona asla cevap vermedin
Eğer yalvarıp bir defa bana hitap etseydi
Şirk boynuzunu canından söküp alırdım
Din elbisesini üzerine örterdim
Ey Musa! Onu yüz dertle helak ettin
Başına toprak döktün
Eğer sen onu yaratmış olsaydın
Azap ederek rahatlık bulurdun
Merhametsizlere merhamet eden
Rahmet ehlini veli nimet eder
Fazilet deryası sonsuzdur
O suçların arkasında bir damla göz yaşı
Her kimin böyle bağışlaması olursa
İhsanında bir değişiklik olmaz
Her kim günahkarları ayıplarsa
Kendisini cebbarlar zümresinden kılar.


Anne ve İsyankar Genç

Tefsir-i Nişaburi'de şöyle yer almıştır: "İslam Peygamberi zamanında bir genç ölüm yatağına düştü. Peygamber'den (s.a.a) o genci ziyaret etmelerini istediler. Peygamber o gencin yanına vardı. Genç adam iman mertebelerine şehadeti yerine getiremiyordu. Peygamber (s.a.a): "Acaba namaz kılmıyor muydu?" diye sordu. Oradakiler: "Hayır" dediler.

Peygamber (s.a.a): "Zekat vermekten sakınıyor muydu?" diye sordu. Oradakiler: "Hayır" dediler. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Babasına karşı isyankar mıydı?" Oradakiler: "Hayır" diye arzettiler. Peygamber: "Annesine karşı mı isyankardı?" diye sorunca, oradakiler: "Evet" dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) annesini çağırttı ve ondan hakkını helal etmesini ve oğlunu bağışlamasını istedi.

Kadın şöyle arzetti: "Nasıl onu affedebilirim ki? Oysa o bana bir tokat vurmuş, gözümü özürlü kılmıştır." Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ateş getiriniz." Kadın: "Ateşi neden istiyorsunuz?" diye sordu. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Bu genci yaptığı amelinden dolayı yakmak istiyorum." Anne şöyle arzetti: "Ben asla onu yakmana razı olmam. Zira dokuz ay ben onu karnımda taşıdım, canımın sütüyle onu büyüttüm. İki yıl boyunca ona süt verdim, onu terbiye ettim, yıllarca kenarında kaldım. Eğer onu yakmak istiyorsan, ben onu affettim, böylece yakılmaktan kurtulmuş olsun."

Mecazi olan bir terbiye edici anne bile çocuğunun yaptığı hatadan dolayı yanmasına razı olmamaktadır. O halde insanın hakiki terbiye edicisi olan yüce Allah, nasıl olur da insanı noksanlıktan kemale ulaştırdığı ve zayıf iradesi sebebiyle hatalara düşen zayıf kulunu ateşte yakabilir? "Heyhat! Sen terbiye ettiğini zayi etmekten çok daha yücesin."

Tuz Hakkı

Rivayet edildiği üzere Yezid b. Mehleb, Horasan'ın eşrafından olan Veki'den dinar ve dirhem alacağı vardı. Bir şahsı bu parayı Veki'nin temsilcisinden tahsil etmesi için görevlendirdi. O adam Veki'nin temsilcisini zorluğa düşürdü, ona eziyet etmeye başladı. Bir gün Yezid b. Mehleb'in temsilcisi, Veki'in temsilcisini, Yezid b. Mehleb'in toplantısına götürdü. Zira Veki'in temsilcisi, dinar ve dirhemleri ödemek için, Yezid'den kendisine mühlet etmesini istedi.

O esnada yemek sofrasını kurdular. Yezid'in temsilcisi, Veki'in temsilcisine şöyle dedi: "Kalk bu toplantıdan dışarı çıkalım." Veki'in temsilcisi şöyle dedi: "Bu yemeyi yemedikçe beni öldürmeye dahi kalksanız, dışarı çıkmam." Daha sonra yemek yemeğe başladı. Yemek yedikten sonra da Yezid b. Mehleb'den mühlet istedi. Yezid, kendi temsilcisine şöyle dedi: "Bundan sonra Veki'in temsilcisinden dirhem ve dinar isteme. Zira bizim soframızdan yedi ve tuzumuzu tattı. Ona eziyet etmek bizim şahsiyetimize yakışmaz."

Şüphesiz Hz. Hak Teala gibi yüce bir mevlanın maddi ve manevi tuzundan yiyen bir kul hakkında da Hak Teala'nın lütuf, rahmet ve yüceliği, onu azapla yakmamasını iktiza etmektedir.

Misafir'in Ev Sahibi Üzerindeki Hakkı

Tarih erbabı şöyle yazmışlardır: "Bir yerden üçyüz esiri büyük komutanlardan biri olan Ma'n b. Zaide'nin yanına getirdiler. Ma'n onların tümünün öldürülmesini emretti. Esirler arasında daha buluğ çağına ermemiş birisi ona şöyle dedi: "Ey emir! Seni Allah'a ant içiririm ki su içinceye kadar bizi öldürme." Ma'n şöyle dedi: "Hepsine su veriniz." Esirler sularını içtiği zaman o genç şöyle dedi: "Şimdi hepimiz senin misafiriniz.

Misafirlere ikramda bulunmak büyüklerin görevlerindendir." Ma'n şöyle dedi: "Doğru dedin." Daha sonra hepsini serbest bırakmalarını emretti.
Gerçekten de Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin (a.s) de haber verdiği gibi merhamet sahibi olan Allah'ın kendi maddi ve manevi sofrasından istifade eden misafirini azapla yakması uzak bir ihtimaldir.

Eğer kötüyüz veya iyiyiz senin toprağına kapanmışız
Senin yolunun toprağıyız
Başımızın yüceliği senin toprağındadır
Senin nezdinde zelil olduğumuz için halkın yanında aziziz
Eğer bir karar varsa sensin bizim kararımız
Eğer kararımız yoksa, biz sana kararsızız
Nereye yolculuk edersek sana doğru geliriz
Her diyarda olursak, senin diyarındayız
Eğer sana ibadet ediyorsak senin muhlisiniz
Eğer bir günah işliyorsak senin günahkarınız
Kalbimizden geçen her şeyi sen biliyorsun
Eğer halktan gizli isek sana aşikarız
Kendi kötü işlerimizden çok utanç duyuyoruz
Bağışlama perdesini ört ki senden utanıyoruz
Gerçi itaatın hakkında amel defterimiz siyahtır
Ama Feyz gibi şeytanlara düşman, sana dostuz
Akıl kulağıyla duydum ki bir münadi şöyle diyordu
Sakın üzülme ki biz hüzünlü olan senin dostunuz.

"Keşke bir bilseydim, ey seyidim! Mabudum ve mevlam! Azametin karşısında secdeye kapanan yüzlere, sadakatle vahdaniyetine şehadet eden ve şükrünle metheden dillere, İlahlığını gerçekten itiraf eden kalplere, senin marifetinle dolup taşan ve böylece huşuyla eğilen batınlara ve itaat etmek üzere mabetlere koşan ve günahını itiraf ettiği halde senden mağfiret dileyen uzuvları cehennem ateşini musallat eder misin? Senin hakkında böyle düşünülmez; senin fazl-u keremin bize böyle tanıtılmamıştır, ey kerem sahibi, ey rab!"


Kapsamlı İbadet

İbadetler arasında kapsamlı bir ibadet diyebileceğimiz tek ibadet namazdır. Namaz kılan kimse namaz vesilesiyle Hak Teala'nın huzurunda tümüyle huzu, tevazu ve küçüklük izharında bulunmaktadır. Namaz vesilesiyle, Allah'ın birliğini ikrar etmektedir ve namaz vesilesiyle, Allah'ın dergahına şükrünü belirtmektedir. Araştırma ve marifete dayalı olarak Allah'ın varlığını itiraf etmektedir. Bu organlar insanların iradesiyle birleşerek zevk ve iştiyakla mescide, Kabe'ye, Peygamber ve İmamların haremine koşmaktadırlar.

Ayrıca marifet ehli kimseler, bir yere kadar Allah'ı, kendilerini ve yaratılışın hedeflerini tanımış kimselerdir. Dolayısıyla da Allah'ın azametli dergahı karşısında tevazu göstermekte, gizli ve açıkta, bütün tatlı ve tatsız şartlarda Allah'ın birliğini ikrar etmekte, kalp, hal ve söz diliyle Allah'ın sayısız nimetlerine şükretmekte, nurani ve sağlam kalpleri, araştırma ve marifete dayalı olarak Allah'ın uluhiyetini itiraf etmekte, bilinç ve şuhud dolu batınlarıyla Hak Teala'nın mübarek dergahı karşısında huzu göstermekte, organları Hak Teala'nın rızayetini elde etmek için camilere ve ibadet yerlerine koşmaktadırlar.

Bunlar, Hak Teala'ya nasıl kötü zanda bulunabilirler? Neden Hak Teala hakkında hüsn-ü zanda bulunamasınlar? Hangi peygamber, hangi imam, hangi semavi kitap, Hak Teala tarafından, sizin gibi kullarını azaba duçar kılacağını, yüzlerini, dillerini, kalplerini, içlerini, organlarını ve uzuvlarını ateşte yakacağını haber vermiştir?
Bunlar, peygamberler, imamlar ve semavi kitapların kendilerine haber verdiği bilgiler esasınca, mümin, salih amel ve güzel ahlak sahibi kimselerin her ne kadar bir takım hataları olsa da tövbe edip telafi ettikleri takdirde asla kıyamet ateşi ve gerçek sevgilinin ayrılık ateşinde yanmayacaklardır.

Bu bölümde kapsamlı bir ibadet olan namaz hakkındaki rivayetleri nakletmek istiyoruz. Allah-u Teala'dan acizane bir şekilde, bütün şartlarına, özellikle de ihlas ve hulus özelliğine riayet ederek insanın ferdi azaba duçar olmasına engel olan ve en büyük ibadet sayılan namaz hakkında başarılı kılmasını diliyoruz.
Allah Resulü (s.a.a) namaz hakkında bir rivayette şöyle buyurmuştur: "Namaz dinin kanunlarındandır. Namazda aziz ve celil olan Rabbin rızayeti vardır ve namaz peygamberlerin yoludur."

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Övgüsü yüce olan Allah benim göz nurumu namazda karar kılmıştır. Aç kimseye yemeyi ve susuz kimseye suyu sevdirdiği gibi bana da namazı sevdirmiştir. Aç kimse yediğinde doyar, susuz kimse de su içtiğinde suya kanar ama ben asla namaza doymuyorum"

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Namaz için ayağa kalkıp kıbleye yöneldiğinde, Fatiha suresini ve Kur'ân surelerinden mümkün olan bir sureyi okuyup rükuya gittiğinde, rüku, secde, teşehhüd ve selamını tamamladığında, gelecek namaza kadar seninle kıldığın namaz arasındaki bütün günahların bağışlanmış olur."
Müminlerin Emiri Ali (a.s) namaz hakkında birkaç rivayette şöyle buyurmuştur: "Namaz rahmet indirir."
Hakeza: "Namaz her takvalı kimse için Allah'a yakınlaştırıcıdır."

Hakeza: "Sizlere namazı ve namazı korumayı tavsiye ediyorum. Şüphesiz ki namaz en hayırlı ameldir ve namaz dininizin direğidir."
Hakeza: "Şüphesiz insan namazda olduğu müddetçe bedeni ve elbisesi ve etrafındaki her şey tesbih eder."
Hakeza: "Ey Kumeyl! Namaz kılman, oruç tutman ve sadaka vermen iş değildir. Şüphesiz iş, temiz bir kalple namaz kılmak, Allah katında hoşnutluk kazanan bir amel etmek ve düzgün bir huşu içerisinde olmaktır."
Kur'ân-ı Kerim'den sonra Kutub-i Erbea, Vesail'uş-Şia ve benzeri birçok muteber ve güvenilir Şii kaynakları, namazın dünyevi ve uhrevi eserlerini elde etmek için en kamil ve en iyi kaynak konumundadırlar.


Allah Hakkında Hüsn-ü Zanda Bulunmak

Gerçekten de bir yere kadar iman, salih amel ve güzel ahlaktan nasibi bulunan ve ömrünün sonuna kadar da Allah yolunda hareket etmeyi sürdürmek isteyen bir kimse, Hak Teala'nın lütuf, inayet, rahmet ve mağfireti hakkında güzel zanda bulunmalıdır. Yani kıyamet durakları ve Hak Teala'nın azabı hakkında korkunca, kendisine gerçek bir ümit ve müjde aşılamalıdır. Bir gün insanın mevlası olan Allah-u Teala da ölüm anında ve berzah aleminde özellikle de kıyamet sahnesinde ona yüce bir şekilde muamelede bulunacaktır. Günahlarını affedecek, dini çabalarını kabul edecek, yüzüne cennet kapılarını açacak ve onu veli kullarıyla haşredecektir.

Masum imamlarımız da, kendilerinden nakledilen rivayetlerde hüsn-ü zannın olumlu bir çabanın sonucu olduğunu vurgulamışlardır.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Hüsn-ü zan; Allah için yaptığın şeyleri halis kılman ve sürçmelerin hakkında Allah'tan seni bağışlamasını ümit etmendir."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah hakkında hüsn-ü zanda bulunmak sadece Allah'a ümit bağlamak ve de sadece günahlarından korkmaktır."

Allah Resulü (s.a.a) hüsn-ü zan hakkında şöyle buyurmuştur: "Kendisinden başka ilah olmayana yemin olsun ki, mümin kulun Allah hakkındaki zannı güzel olmaz; meğer ki Allah, mümin kulun zannının yanında olsun. Şüphesiz Allah yücedir, bütün hayırlar O'nun elindedir. Allah-u Teala, mümin bir kul kendisi hakkında hüsn-ü zanda bulunursa Allah-u Teala onun zannına ve ümidine aykırı hareket etmekten hayâ eder. O halde Allah hakkında güzel zanda bulunun ve O'na rağbet edin."

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Sizden biri, aziz ve celil olan Allah hakkında zannını güzelleştirmedikçe ölmemeli. Zira aziz ve celil olan Allah hakkında güzel zanda bulunmak cennetin pahasıdır."
Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah hakkında hüsn-ü zanda bulunmak, Allah'a ibadettendir."

"Sen dünyanın azıcık bela ve cezası ve ondaki zorluklar karşısında benim tahammülsüzlüğümü biliyorsun. Halbuki dünyadaki bela ve zorlukların devamı az, tahammülü kolay ve süresi kısadır; o halde nasıl tahammül edeyim ahiretteki belaya; orada meydana gelecek büyük zorluk ve acılara! Halbuki o belanın müddeti uzun, kalışı süreklidir ve ehline bir hafifletme de olmaz. Çünkü bu azap, senin gazap, intikam ve hoşnutsuzluğundan kaynaklanır. Bu ise göklerin ve yerin dayanamayacağı bir şey. Ey seyidim! O zaman senin güçsüz, zelil, hakir, muhtaç ve biçare bir kulun olan ben nasıl dayanabilirim?!"

Dünya ve Ahiret Belası

Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin de belirttiği gibi dünyanın sıkıntı, bela ve mihneti, ahiret aleminin sıkıntı, mihnet ve belasıyla birkaç açıdan farklılık arzetmektedir:
İlk olarak; insanın fırtına, zelzele, sel, kuraklık, kıtlık, pahalılık, gurbet ve insanın başına gelen çeşitli hastalıklar çok kısa sürmekte ve zamanı oldukça azdır. Ama ahirette insanın başına gelen belaların zamanı uzun, yeri ise ebedidir.

İkinci olarak; bu dünyada insanın başına gelen belaların bazısı, imtihan ve denemek içindir. Eğer insan bunlara sabredecek ve direnecek olursa ve de imanı o sabrın bereketiyle korunacak olursa, şüphesiz bunun bir mükafat ve ecri vardır ve Allah'ın rızayetini elde etmeye sebep olur.

Tıpkı peygamberlerin kendi zamanındaki halkın eziyetlerine sabretmeleri ve ilahi velilerden Asiye, Firavun ailesinin mümini, Habib-i Naccar ve Allah yolundaki mücahitlerin gösterdiği sabır gibi. Ama ahiret belası ise, sadece günahların cezası, musibetlerin azabı ve insanın isyanlarının neticesidir. Kur'ân-ı Kerim Allah'ın insanla birlikte oluşunun, Allah ve Resulüne itaat ve günahlar karşısında sabretmenin bir neticesi olduğunu belirtmektedir.

"Sabredin! Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir."
Kur'ân-ı Kerim sabredenleri müjdelemiş ve sabredenlerin Allah'ın rahmet ve bereketini elde ettiğini belirtmiştir.
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Sabır üç çeşittir: Musibet karşısında sabır; itaat hususunda sabır ve günah karşısında sabır."

Allah Resulü (s.a.a) sabredenler hususunda şöyle buyurmuştur: "Sabredenler, Allah'a itaat etmek ve günahlar karşısında sabreden kimselerdir. Onlar, rızıklarını helal ve temiz yoldan elde ederler, itidalli bir şekilde infakta bulunurlar, mallarının fazlasını ahirete gönderirler. O halde kurtuluşa erenler bunlardır."
Ama ahiretteki belanın bir imtihan yönü yoktur. Aksine amelin mükafatıdır. Bu konuda sabretmek de düşünülemez. Farz-ı muhal eğer bir kimse o azap karşısında sabredecek olsa bile, sabrı için hiçbir mükafat elde edemeyecektir.


Berzah ve Kıyamet Alemindeki Azaplar

Kur'ân ayetlerinden bazısı, özellikle de Kur'ân'ın son üç cüzündeki ayetler, berzah ve kıyamet alemindeki çeşitli azaplara işaret etmektedir. Bir takım rivayetler de ahiretteki belaların bazısını beyan etmiştir.
Müminlerin Emiri Ali (a.s) Allah'ın düşmanları hakkında şöyle buyurmuştur:


"Allah'ın düşmanı olan kimsenin yanına bir melek varır. Davranış ve manzara açısından yaratıkların en çirkini ve koku açısından yaratıkların en kötü kokulusudur. Ona şöyle der: "Seni çok kaynar bir suyla ve cehenneme girmekle müjdeliyorum." Allah'ın düşmanı, kendisini yıkayanı tanır ve cenazesini taşıyanlara kendisini kabre götürmemeleri için ant içirir. Ama onu kabre koydukları zaman iki sorgu meleği gelir, kefenini kenara iter ve ona şöyle derler: "Rabbin kimdir, dinin nedir, peygamberin kimdir?" O,

"Bilmiyorum" der. İki melek şöyle der: "Bilmedin ve hidayete ermedin." Daha sonra asaya benzer bir şeyle kendisine öyle bir vururlar ki Allah'ın yarattığı bütün varlıklar bu darbenin şiddetinden korkuya kapılırlar. Sadece cinler ve insanlar o darbenin sesini işitmezler.

Daha sonra yüzüne cehennemden bir kapı açılır ve ona şöyle derler: "En kötü halde yat." O kabir, Allah'ın düşmanı için öylesine daralır ve baskı yapar ki beyni tırnaklarının ve etlerinin arasından dışarı çıkar. Allah; yılanları, akrepleri ve yerdeki vahşi hayvanları ona musallat eder. Böylece Allah onu kabrinden diriltinceye kadar onu ısırır dururlar."

Şeyh Saduk ise, cehennem azabı hakkında İmam Bakır'dan (a.s) şöyle bir rivayet nakletmektedir:
"Ateş ehli kimseler, acı azabın şiddetinden dolayı köpek ve kurt gibi sesler çıkarırlar. Onlar için asla ölüm yoktur. Onların azabı da hafifletilmez, onlar susuzluk ve açlık içindedirler. Gözleri zayıf ve görmez olur; dilsiz, kör ve sağır hale gelirler. Yüzleri siyahtır; sürülmüş, pişman olmuş ve gazaba uğramışlardır.

Onlara merhamet edilmez, azapları hafifletilmez, cehennemde yakılır, kaynar sudan içerler, çok kötü kokan ve zehirden daha kötü bulunan bir maddeden yerler. Onlar ateşten balyozlarla dövülürler, ağır çekişlerle vurulurlar, sıkı tutan ve gazaplı melekler asla onlara merhamet etmezler, yüzleriyle ateşe sürüklenirler, şeytanla arkadaş ve dostturlar. Onları zincirlere ve bukağılara vururlar. Eğer dua ederlerse icabet edilmez; eğer bir hacet dilerlerse, hacetleri giderilmez; cehenneme giren kimsenin hali işte budur."

Ali b. İbrahim Kummi, kendi tefsirinde İmam Sadık'tan (a.s) şöyle buyurduğunu naklediyor:
"Bir gün Allah Resulü (s.a.a) oturmuşken, oldukça rahatsız, hüzünlü ve rengi solmuş bir halde vahiy meleği Cebrail yanına vardı. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Neden böyle ağlıyorsun ve hüzünlüsün?" Cebrail şöyle arzetti: "Nasıl böyle olmayayım ki?

Bugün cehennemin menafihi bırakıldı." Peygamber şöyle buyurdu: "Cehennemin menafîhi nedir?" Cebrail şöyle arzetti: "Allah-u Teala ateş hakkında emretti, bin yıl onu yaktılar, sonunda kırmızı oldu. Ardından yeniden emretti, bin yıl daha yaktılar ve beyaz oldu. Daha sonra da yeniden emretti ve bin yıl yaktılar, neticede siyah oldu ve o, karanlık, nursuz ve ışıksız bir maddedir. Eğer yetmiş zir'a olan zincirinden bir halkası dünyanın üzerine konulacak olursa, dünya hararetinden erir. Eğer zakkum ve zeri' suyundan bir damlası dünya ehlinin içecek suyuna dökülecek olursa, dünya ehli onun kötü kokusundan dolayı ölür."

Bunun üzerine Allah Resulü ve Cebrail birlikte ağladılar. Allah o durumda onlara bir melek gönderdi. Melek onlara şöyle dedi: "Rabbiniz size selam gönderdi ve şöyle buyurmaktadır: "Sizleri böylesine azaba maruz kılacak günahlar işlemekten güvende kıldım."

Kötü iş yapan ve Allah'ın düşmanı olan kimseleri her taraftan dar olan bir eve koyarlar. Yolu karanlık, helak yolları ise belirsizdir. Oraya esir olanlar sürekli kalacaklardır ve ateşi daimidir. Ehlinin içeceği kaynar su, yeri ise cehennem ateşidir. Ateşin alevleri onları eritir, kızgın ateş onları çepe çevre kuşatır.

Orada tek arzuları ölmektir. Ama onlar için hiçbir kurtuluş yolu yoktur. Ayakları alınlarına bağlanmış, yüzleri günah zulmetinden dolayı simsiyahtır. Etrafından şu feryatlar yükselir: "Ey cehennemin görevlisi! Bizler tehdit edildik! Ey görevli! Zincirler bizlere ağırlık etmektedir, derimiz ateşin şiddetinden dolayı erimiştir, bizi buradan dışarı çıkar, artık günaha dönmeyeceğiz. Alevler onlara şöyle der: "Sizin kurtuluşunuz mümkün değildir. Bugün artık güvenliğe erme günü değildir. Bu aşağılık yerden çıkış yolları ebedi olarak kapalıdır. Uzaklaşın ve konuşmayın. Eğer sizleri dışarı çıkaracak olurlarsa yine günahlara geri dönersiniz."

Bu durumda cehennem ehli özgürlüklerinden ümitlerini keser, ibadetler hususundaki kusurlarından dolayı rahatsızlık duyarlar. Ama pişmanlık onları kurtarmamakta, hüzün onlara fayda vermemektedir. El ve ayakları bağlanmış olarak yüz üstü yere düşerler. Başlarının üstünde, ayaklarının altında, sağ ve sollarında ateş vardır. Azapları ateş, içecekleri şey ateş, giyecekleri şey ateş ve yatakları da ateştendir.

Alevlenmiş ateş parçaları, çirkin ve kötü kokan elbiseler, ezici balyozlar ve ağır zincirler altında yaşamakta ve bağırıp çağırmaktadırlar. Şiddetli bir şekilde ölümü arzulamaktadırlar. Ama ölümü arzuladıkça başlarından aşağıya kaynar sular dökülür, ateşten balyozlarla dövülür, ağızlarından kan ve irin akar, ciğerleri susuzluktan parça parça olur, gözleri yüzlerine akar, etleri yüzlerinden dökülür, saçları bedenlerinin etrafından acının şiddetinden dolayı dökülmeye başlar, derileri yandıkça yerine yeni bir deri biter, kemikleri etten soyulur, gözleri kör, dilleri lal ve kulakları sağır olur."

Ey Rabbim! Bütün bu azaplar ve zorluklar karşısında ben nasıl sabredebilirim? Oysa ben senin zayıf, hor, küçük ve çaresiz bir kulunum.
Gerçi ibadetlerim kamil ve günahlarım az değildir ama ben sana aşığım, Peygamber ve İmamları seviyorum, sana ibadet ve itaatten kaçacak değilim, sanatım günah değildir, işim isyan ve hatakarlık değildir, eğer ibadetim az ve değersiz ise bu irademin zayıflığı, marifetimin azlığı ve bilgisizliğimdendir.

Eğer günahlarım çok ise bu da nefsani heva ve heveslerin ve şehvetin bana galebe çalmasındandır. Ben, kamil ve halis bir ibadet yapmak istiyorum. Her türlü günahtan temizlenmeyi diliyorum, şeytandan ve tağuttan usanmışım, heva ve hevesin şerrinden inliyorum, ayrılık hastalığına ve vuslat susuzluğuna yakalanmış durumdayım. Beni bağışla, elimden tut, günahlardan kurtar, beni ibadet ve itaate sevk et, bana cehennem ateşinden kurtuluş belgesini ver ve bana cennet yolunu aç.
"Ey mabudum, rabbim, seyyidim ve ey mevlam! Hangi musibet ve dertlerden dolayı sana şikayette bulunayım ve hangisi için ağlayıp sızlanayım ben? Azabın elem ve şiddetine mi yoksa belanın devamı ve süresinin uzunluğuna mı?
Eğer bana ceza çektirmek için düşmanlarının yanında yer verirsen ve bela ehliyle beni bir araya toplarsan, beni dostların ve velilerinden ayırırsan (o zaman nasıl bir duruma düşerim?) ey mabudum,

ey seyyidim, mevlam ve Rabbim! Farzen, azabına tahammül etsem bile, senin ayrılığına nasıl dayanabilirim? Diyelim ki ateşinin hararetine dayandım, ama keremine nazar etmekten mahrum olmama nasıl sabredeyim? Yahut affını, ümit ettiğim halde ateşe nasıl gireyim?"

Gel dua elimizi kaldıralım
Ah-u figan içinde Allah'ı çağıralım
Günah dolu kalbin şifasını bilir misin?
Dergahına inleyip yakar ki bağışlasın hatayı
Ağlayan, yalvarıp yakaran ve ihlaslı olduğunda
Dertli isen şifa bulursun
Bu kapıya yalvarıp yakararak ve gözyaşıyla git
İhlas içinde Kibriya kapısını çal
Yaş gözle Hakem'in yanına şefaatçi götür
Aşk şehitlerini ve Kerbela şahını
Tevhid sultanı Ahmed'e tevessül etmek
En zor işleri kolay kılır sana
İlahi vahdet bardağından bir nefes ver
Şirk, züht ve riyayı ateşe at."


Dosta Şikayette Bulunmak

Aşıkların mevlası Hz. Ali (a.s) duanın bu bölümünde "Hangi musibet ve dertlerden dolayı sana şikayette bulunayım?" cümlesinde bela ve zorluklardan şikayette bulunmakta, Allah'ın dergahına doğru yalvarıp yakarmakta ve bu şikayetiyle şöyle demek istemektedir: "Senden başka derdime deva olabilecek, bela ve sıkıntılarımı giderebilecek bir kimseyi tanımıyorum. Hepsi fakir ve sana muhtaçtırlar; hepsi güçsüz ve zayıftırlar. Zayıf ve güçsüz kimsenin elinden ise hiçbir iş gelmez. Zayıf kimseden sorunları halletmesi beklenilmez.

Sen, bütün sorunların, çözüm anahtarı elinde olan bir kimsesin. Sen, sonsuz kudrete sahipsin. Bir tek işaretle bütün dertler dermana kavuşur. Sen, sorunu olanların sorunlarını halledersin, sıkıntı ve darlık içinde olanların sıkıntısını giderirsin. Sen, Hz. Fatıma'nın (a.s), dergahına ağlayıp yakardığı, bahar yağmurları gibi dergahında göz yaşı döktüğü ve şöyle dediği kimsesin:

"Ey Allah'ım! (Senden bir takım isteklerim vardır ki bunu sadece sen bana inayet buyurabilirsin.) Senden hidayet, takva, iffet, istiğna, sevdiğin şeylerle amel etmek ve hoşnut olacağın şeyleri diliyorum.

Ey Allah'ım! Senden güçsüzlüğümüz için kudret, fakirliğimiz için servet, cehaletimiz için hilim ve ilim diliyoruz.
Ey Allah'ım! Muhammed'e ve Âl-i Muhammed'e selam gönder. Bizlere şükretmek, zikretmek, sana itaat ve ibadette bulunmak hususunda yardımcı ol. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi!"

Tevhid kahramanı Hz. İbrahim'in Ka'be binasını oğlu İsmail ile yaptıktan sonra dergahına doğru el kaldırıp yalvardığı, huşu ve huzu içinde senden başka hiç kimsenin ihsanda bulunmayacağı bir takım hakikatleri dilediği kimse sensin.
"Hani İbrahim ve İsmail, Kabe'nin temellerini yükseltiyor ve "Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki, sen hem işitir, hem bilirsin" diyorlardı.

"Rabbimiz! İkimizi Sana teslim olanlardan kıl, soyumuzdan da sana teslim olanlardan bir ümmet yetiştir. Bize ibadet yollarımızı göster, tövbemizi kabul buyur; çünkü tövbeleri daima kabul eden, merhametli olan ancak sensin."
"Rabbimiz! İçlerinden onlara senin ayetlerini okuyan, Kitabı ve hikmeti öğreten, onları her kötülükten arıtan bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hikmet sahibi olan sensin."

Nuh'un, dokuz yüz elli yıl senin için kavminden gördüğü işkencelere tahammül ettiği, sadece senin dergahına şikayette bulunduğu kimse sensin. Sen kudret ve azametinle gökten su indirdin, yerin altından su çıkardın, bütün düşmanları boğarak helak ettin, Nuh ve ona itaat eden kimseleri ise kurtardın.

Müslümanların sayı ve techizat olarak düşmanlarının üçte biri konumunda olduğu -oysa işin zahiri düşmanın galip geleceğini ve İslam ordusunun yenileceğini söylüyordu- Bedir savaşında müminleri Peygamberin duasıyla düşmanlara sen galip kıldın.

Şimdi ben de belaları, musibetleri, sıkıntı ve dertleri sana şikayette bulunuyorum.
Bir bakışla bütün belaları ve musibetleri benden gideren ve benim için rahatlık, kolaylık ve istirahat ortamını sağlayan sensin.

Eğer senin dergahına yol bulursam
Bir adım olup sana gelirim
İzin verirsen sokağına gelirim
Senin ülkende seni koklarım
Ey canım senden şikayetim yok
Sen mi geliyorsun bana yoksa ben mi geleyim sana
Zahmet çek de gel yanı başıma
Ayağına kurban olayım, başına döneyim
Yoksa bu kuluna izin ver de
Hemen koşup geleyim sana
Sen gelirsen ruhumu feda ederim sana
Ben gelirsem uğursuz yol toprağı kapına gelir
Senin sohbetine gerçi layık değilim
Ama canı gönülden kölenim senin
Kalbimde bundan başka bir arzu yok
Sadece başım her zaman eşiğinde olsun
Feyz gibi aşk gamından toz olursam
Şayet rüzgar alır kapına getirir beni.

Her peygamber, imam, mümin, tövbe eden ve bela görmüş kimsenin içine düştüğü bela ve sıkıntıları kendisine şikayette bulunduğunda ona sığınak veren, onu okşayan, sıkıntılardan kurtaran, rahatlık ve huzur ortamını kendisine saklayan sensin.

Hangi dertli kimse senin huzuruna geldi de derdine derman olmadın? Hangi fakir huzuruna vardı da sen ihtiyacını gidermedin? Hangi yoksul senin yanına geldi de hacetini reva görmedin? Hangi yoksul huzuruna müracaat etti de fazlından ve ihsanından ona bağışta bulunmadın? Hangi dua eden kimsenin duasını makbul kılmadın? Hangi sıkıntılı ve dertli kimse sana müracaat etti de sorunlarını halletmedin. Hangi tövbe eden kimse sana döndü de sen tövbesini kabul etmedin? Hangi…


Yalvarıp Yakarmak

Ağlamak ve göz yaşı dökmek, Hak Teala'nın kula verdiği en büyük nimetlerden biridir. Ağlamak, kalbin Allah'a karşı tevazu içinde olduğunun, kalbin merhametli oluşunun ve batının sefa içinde olduğunun göstergesidir.
Kur'ân, ağlamak ve gözyaşı dökmenin, müminlerin, hakikatlerin arifi ve Hak Teala'nın aşıklarının nişanelerinden biri saymıştır.

Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurmuştur: "Ey Ali! Sana kendin hakkında bir takım hasletleri tavsiye ediyorum. O halde onları koru. Allah'ım! Ona yardımcı ol… Dördüncüsü ise Allah için ağlamaktır. Senin için, döktüğün her gözyaşına karşılık cennette bir ev bina edilir."

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Günahları hususunda, aziz ve celil olan Allah'ın korkusundan, kendisinden başka hiç kimsenin bilmediği günahlarına ağlarken Allah'ın kendisine baktığı yüze ne mutlu!"
Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Her kimin Allah korkusundan gözlerinden yaşlar dökülürse, döktüğü her gözyaşına karşılık amel terazisinde, Uhud dağı kadar mükafat olur."

Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Her kimin gözlerinden Allah korkusundan sivrisinek kadar gözyaşı dökülürse, Allah kıyamet günü onu korkudan güvende kılar."

Hz. Ali (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Gözlerin ağlaması ve kalplerin korkusu Allah'ın rahmetindendir. Onu elde ettiğiniz zaman dua etmeyi ganimet sayınız. Zira dua ağlama ve korkuyla müstecap olur."
İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Göz yaşı dışında her şeyin bir ölçüsü ve tartısı vardır. Şüphesiz bir damla gözyaşı ateşten bir denizi söndürür, göz yaşla dolarsa sahibinin yüzüne zillet ve zorluk ulaşmaz; göz yaşı akmaya başlarsa, Allah o yüze ateşi haram kılar. Eğer ümmetten birisi ağlarsa, şüphesiz o ümmete merhamet edilir."

Yalvarıp yakar ki sevinçli olasın
Ağla ki gülmüş olasın
Yüce Allah denk kılmıştır
Fazilette göz yaşını şehit kanıyla
Her yalvarıp yakarma içten olursa,
İnsana o yakarışın etkisi olur
Allah mağfiret etmek isterse
Kulun meylini ağlayıp sızlamaya yönlendirir.
"Ey O'na için ağlayan güzel göz!
Ey O'nun aşkı ile yanıp kavrulan mübarek yürek
Her ağlamanın sonu gülmektir
Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur
Akar su nerede ise orası yeşerir
Nereye göz yaşı dökülür ise orası rahmet olur.
İnleyen dolap gibi gözü yaşlı ol ki
Can bahçesinden yeşillikler bitsin.
Göz yaşı istiyorsan gözyaşı dökenlere acı
Merhamet istiyorsan zayıflara merhamet et!

Yahya b. Muaz şöyle diyor: "Her kim rüyada ağladığını görürse, uyanıklığında mutlu ve sevinçli olur. Dünya hayatı da bir rüya gibidir. Ahiret hayatı ise uyanıklık alemidir. O halde ağlayınız ki ahirette mutlu ve sevinçli olasınız."


Dostların Ayrılığı

Aziz ve celil olan Allah, peygamberlere, imamlara ve ilahi velilere aşık olan, onlara kavuşma arzusuyla tutuşan, kıyamette onları görmek aşkı içinde olan ve o değerli insanlarla arkadaşlık etmeyi ümit eden bir kimseyi, bazı günahları sebebiyle kıyamet günü onlardan ayrılığa müptela kılar ve onlarla arkadaşlık yerine onların düşmanlarıyla birlikteliğe duçar eder; hakikatte o kimsenin kalbini cehennem azabından daha zor ve cehennem ateşinden daha yakıcı bir azapla cezalandırmış olur.

Ayrılığın acısını, ayrılık çekmiş bir kimseye sormak gerekir. Bu yüzden ayrılığın acısını, tatmamış birine ayrılık derdini beyan etmenin hiçbir faydası yoktur. Ayrılığın derdini yasaklamış ağaca yaklaştığı için melekut gibi yüce bir yerden, meleklerle arkadaşlıktan, cennette hayat sürmekten ve Hak Teala'ya yakınlık makamından mahrum olan Adem tatmıştır.

Ayrılığın derdini, ehlini, malını, servetini, imkanlarını ve bedensel sağlığını ilahi imtihan sebebiyle kaybeden Eyyub çekmiştir.
Ayrılığın acısını, dünyanın geniş fezasından mahrum olan ve balığın karnında mahpus olan Yunus tatmıştır.
Ayrılığın derdini, sevdiği insandan ayrı kaldığı için iki gözleri kör oluncaya kadar ağlayan Yakub çekmiştir.
Ayrılığın derdini Yakub gibi merhametli babasından uzak düşen ve kuyunun derinliklerinde mahpusta kalan Yusuf çekmiştir.

Ama merhamet sahibi Allah Adem'in ayrılık derdini O'nun tövbesiyle tedavi etti. Eyyub'un ayrılık derdini kaybettiği şeylere ulaşmakla deva etti. Yunus'un ayrılık derdini ise onu balığın karnından kurtarmakla tedavi etti. Yakub'un ve Yusuf'un ayrılık derdini ise onları birbirlerine kavuşturmakla derman etti.

Ey ayrılığın içler acısı derdini deva eden Allah'ım! Biz peygamberlerin, imamların ve velilerinin aşığı kullarız. Kıyamette bizleri onlardan ayrılığa müptela etme. Sakın bizleri dostlarından ayrılık azabına maruz kılma ve bizi cehennem ateşinde yakma
Farzen senin azabına sabrettik diyelim ama eğer peygamberler, imamlar ve velilerinle arkadaşlıktan mahrum kalacak olursak, hangi güçle senden ayrılığa sabredebiliriz?

Ey sevgili! Derdime derman ol
Aşıkların başı sensin, düzeni sen ol
Canımda dermansız derdim senden dolayıdır
Dermansız derdimin devası sen ol
Kebap olmuş kalbim senden dolayı mateme büründü
Mateme bürünmüş kalbin merhemi sen ol
Senin yolunda can ve kalbimi feda ettim
Bana bir kalp ve bir can sen ol
Kalp gitti, can gitti, iman gitti
Kalp sen ol, can sen ol, iman sen ol
Kalpsizlere sevgili ve maşuk sensin
Aşıklara can ve canan sen ol
Her iki dünyanın yanından kalkıp ayrıldım
Feyze hem bu, hem de o sen ol.



DIPNOTLAR
--------------

- Yunus, 31
- Tefsir-i Keşf'ul- Esrar, c. 3, s. 374
- Attar Nişaburi, Mentık'ut-Teyr, Musa ve Karun hikayesi
- el-Hisal, c. 2, s. 522, 11. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3092, es-Salat, 10528. hadis
- Mekarim'ul- Ahlak, s. 461, el-Fesl'ul- Hamis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3092, es-Salat, 10535. hadis
- Emali'yi Saduk, s. 549, 22. hadis; Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3096; Salat, 10556. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 175, 3341. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3092, es-Selat, 10532. hadis
- el-Hisal, c. 2, s. 620 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3094, es-Selat, 10537. hadis
- Emali-yi-Tusi, s. 522, 1157. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3094, es-Selat, 10543. hadis
- İlel'uş-Şerayi', c. 2, s. 336, 33. Bab, 2. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3104, es-Selat, 10585. hadis
- Tuhaf'ul- Ukul, s. 174, Vasiyet'un li Kumeyl b. Ziyad ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3106, es-Selat, 10592. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 83; 1327. hadis
- Kafi, c. 2, s. 72, Bab-u Hüsn-i Zan, 4. hadis; Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3402, ez-Zan, 11589
- Kafi, c. 2, s. 71, Bab-u Husn-u Zan, 1. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3400, ez-Zan, 11581. hadis
- Emali-yi Tusi, s. 379, 814. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3400, ez-Zan, 11582. hadis
- Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3400, ez-Zan, 11584. hadis
- Enfal, 46
- "Allah yolunda öldürülenlere "Ölüler" demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz. Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet geldiğinde: "Biz Allah'ınız ve elbette O'na döneceğiz" derler." (Bakara, 154 ila 156)
- Kafi, c. 2, s. 91, Bab'us-Sabr, 15. hadis
- Mekarim'ul- Ahlak, s. 446, el-Fesl'ur-Rabi' fi Mev'izet-i Resulillah (s.a.a) ve Mustedrek'ul- Vesail, c. 11, s. 261, Bab-u Vucub'is-Sabr, 12940. hadis
- Tefsir-i Kummi, c. 1, s. 370, Veluc'ul- Munkirin fi'l- Kabr, Mehaccet'ul- Beyza, c. 8, s. 304, Kitab-u Zikr'il- Mevt ve ma Be'dehu ve Bihar'ul- Envar, c. 6, s. 224, 8. Bab, 26. hadis
- Emali-yi Saduk, s. 557, el-Meclis'us-Sani ve's-Semanun, 14. hadis; Mehaccet'ul- Beyza, c. 8, s. 360, Kitab-u Zikr'il- Mevt ve ma Be'dehu ve Bihar'ul- Envar, c. 8, s. 281, 24. Bab, 2. hadis
- Tefsir-i Kummi, c. 2, s. 81, "kullema eradu en yehrucu minha" ayetinin tefsirinde ve Mehaccet'ul- Beyza, c. 8, s. 361, Kitab-u Zikr'il- Mevt ve ma Be'dehu
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 8, s. 354, Kitab-u Zikr'il- Mevt, el-Kevlu fi Sıfet-i Cehennem
- Bihar'ul- Envar, c. 87, s. 338, 9. Bab, 53. hadis, Yevm'ul- Hamis
- Bakara, 129
- Divan-i Feyz-i Kaşani, c. 1, s. 599, 161. gazal
- "Peygamber'e indirilen Kur'ân'ı işittiklerinde, gerçeği öğrenmelerinden gözlerinin yaşla dolarak, "Rabbimiz! İnandık, bizi de şahitlerden yaz." dediklerini görürsün." Maide, 83 ve Tövbe, 92
- Bihar'ul- Envar, c. 66, s. 391, 38. Bab, 68. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 536, el-Buka', 1829. hadis
- Cami'ul- Ahbar, s. 97, el-Fesl'ur-Rabi' ve'l- Hamsun ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 536, el-Buka, 1830. hadis
- Emali'es-Saduk, s. 431, el-Meclis'us-Sadis ve's-Sittun ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 536, el-Buka, 1831. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 90, s. 336, 19. Bab, 30. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 536, el-Buka, 1834. hadis
- Mekarim'ul- Ahlak, s. 317, fi'l- buka ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 536, el-Buka, 1835. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 90, s. 331, 19. Bab, 14. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 538, el-Buka, 1841. hadis
- Mevlana, Mesnevi-yi Manevi, Kejmanden dehan-i an merdi ki…
- Divan-i Feyz-i Kaşani, c. 2, s. 895, 495. gazel



15
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi

Yücelik Sahibi Kimselerin Makamına Tamahlanmak

Farz edeyim ki ateşinin yakıcılığına sabrettim, ama kullarına bağışladığın yücelikleri nasıl görmezlikten gelebilirim?
İmam Sadık'tan (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"Merhamet sahibi olan Allah, yarattığı her varlık için, hem cennette ve hem de cehennemde bir yer takdir etmiştir. Cennet ehli, cennette sakin olup, cehennem ehli de cehennemde yerini alınca bir münadi cennet ehline, "Cehenneme bakınız" diye seslenir. Cennettekiler cehenneme bakarlar. Böylece cehennemde kendileri için yapılmış yeri gösterir ve şöyle derler: "Eğer Allah'a karşı günah işlemiş olsaydınız, işte buraya girecektiniz." Azaptan kurtuldukları sebebiyle öylesine bir sevinirler ki, eğer cennette ölmek olsaydı, bu sevinçlerinden dolayı ölürlerdi.

Daha sonra münadi cehennem ehline nida ederek, "Yukarıya bakınız" diye seslenir. Onlar yukarıya bakınca cennette kendileri için karar kılınmış olan yerleri, kendilerine ayrılmış nimetleri gösterir ve şöyle derler: "Eğer Allah'a itaat etmiş olsaydınız, bu makamları elde ederdiniz." Onlar öylesine kötü bir hale düşerler ki, eğer cehennemde ölüm olsaydı, bu acıdan dolayı ölürlerdi.!"

Evet, mahşer sahnesinde Allah'a itaat eden kullara verilen bu yücelikler, nasıl görmezlikten gelinebilir? Bu şeylere tamah edilmez.

Allah'ın Bağış ve Affına Ümitli Olmak

Ey Mevlam! Nasıl olur da senin ateşinde rahat edebilirim; oysa ben, bütün ümidimle senin affını ve bağışını ümit etmekteyim. Öyle bir af ve bağışı ki sen defalarca Kur'ân-ı Kerim'de pişman olan günahkarlara vaat etmişsin? Ey Rabbim! Nice yoksul ve çaresiz kimseler, bazı kimselere gönül vermiş,

onların af ve bağışını ümit etmiş ve de eli boş ve mahrum geri dönmemişlerdir. Sana gönül bağlayan, affını ve ihsanını ümit eden bir kimseye sen neler vermezsin ki!
Attar "İlahi Name" adlı kitabında şöyle rivayet etmektedir: "Fısk, fücur ve şarkı ehli olan bir kadın Mekke'de oturuyordu. Ayyaşlık meclis ve toplantılarına katılıyor, şarkı söyler ve dans ederek toplantıları canlı tutmaya çalışıyordu.

Peygamber'in (s.a.a) hicretinden birkaç yıl sonra bu kadın güzelliğini kaybettiği ve artık şarkı söyleyip dans edemediği için işleri kesata uğradı; fakirlik, yoksulluk ve açlığa duçar oldu. Perişanlık ve ıstırap içinde Medine'ye gelerek, rahmet Peygamberinin huzuruna vardı. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Hangi amaçla Medine'ye geldin? Uhrevi bir ticaret için mi yoksa dünyevi bir ticaret için mi?"

Kadın şöyle arzetti: "Ne onun ne de bunun için geldim. Ben senin cömertliğini, bağışını ve yüceliğini duydum ve senin ümidinle bu şehre geldim." Peygamber (s.a.a) onun bu beyanından hoşnut oldu ve mübarek cübbesini ona bağışladı ve ashabına şöyle buyurdu: "Herkes gücü oranında buna bir şeyler versin."
Kötü bir kadın bile senin kulun olan ve sonsuz kereminin bir örneği olan Peygamber'in (s.a.a) kerem ve yüceliğini ümit ederek Medine'ye geliyor, birçok hediyelerle geri dönüyor. Ben senin affını, lütfünü, ihsanını ümit ettiğim halde, nasıl olur da senin dergahından eli boş ve ümitsiz bir şekilde geri dönebilirim?!

Ben senin ayrılığına dayanamam
Senin resmini göğsüme çizerim
Bir gün olur da ölürsem
Seni görmeye can veririm
Damar ve köküme aşkının oku saplandı
Senden dolayı temelim altüst oldu
O mest iki gözünün badesinden
Bazen sarhoş, bazen de mahmurum
Amber kokan iki zülfünün kokusundan
Perişan, mest ve kararsızım
Şükreden dudağının ümidiyle
Bekleyiş damağım acıdır
Vuslatından başka bir hedefim yok
Yadından başka bir dostum yok
Uzun zamandan beri aklımda şu var ki
Senin adımında can vereyim
Bir lütuf, bir lütuf ki canım yandı
Bir merhamet, bir merhamet ki çok perişanım
Feyze kerem yağmurunu yağdır
İşimin üzerine bir su getir."

"İzzetin hakkına ey seyyidim ve mevlam! Sadakatle yemin ediyorum eğer konuşmama izin verirsen, cehennem ehli arasında arzular gibi sürekli dergahına yönelip inleyeceğim; medet dileyenler gibi, feryat edip yardım dileyeceğim senden ve bir şeyini kaybedenler gibi ağlayıp sızlayacağım sana ve seni "Neredesin ey müminlerin velisi!" Ey ariflerin en yüce arzusu! Ey medet dileyenlerin imdadına yetişen! Ey sadık kalplerin dostu! Ve ey alemlerin ilahı! (Neredesin?" diye çağırıp duracağım."

Duanın bu bölümü de önceki bölüm gibi tövbe eden bilinçli ve doğru bir aşıkın gerçek sevgili olan Hak Teala'nın huzuruna yaptığı münacat ve yalvarıp yakarmasından ibarettir.
Böylesine bir kimse Allah'ın teveccühünü kazanmaya çalışmakta ve farzen kendisini cehenneme müstahak kabul ettiği halde, kendisini cehennemden kurtarmasını ümit etmektedir.

Gerçekten de azaba duçar olan ve hatta azaptan daha şiddetli olan ayrılık ateşine maruz kalan ve tümüyle sevgilisinden kopma ateşinde yanan bir kimsenin nasıl bir haleti vardır?
Sevgilisini ve maşukunu yitirip kaybeden bir kimsenin ağlayıp yakarmasından ve inlemesinden daha acıklı ne olabilir!
Söylendiği üzere bir anne kızının toprağının başında ağlayıp sızlıyordu. Arif bir kimse oradan geçince, olaydan haberdar oldu ve şöyle dedi: "Ne mutlu bu anneye ki nasıl bir cevher kaybettiğini bilmektedir!"


Çocuk evin yolunu kaybettiğinde ağlar

Neden ağlamayayım ki oysa evin sahibini kaybetmişim!
Gerçekten de kıyamette çok ilginç sahneler vardır. O gün insanlar için çok ilginç bir gün olacaktır. O günde Allah'ın rahmetine müstahak görülen ve ilahi hoşnutluğa eren, cehennem ve azabından kurtulan kimselere ne mutlu!
Henüz ölümün pençesi boğazımızı sıkmadan ve amel dosyamız kapanmadan kendimizi Kur'ân-ı Kerim'e arzetmemiz ve böylece de kendi durumumuzdan çok önceden haberdar olmamız ne de güzeldir!

Harun ve Behlül

Harun hac seferinden döndü, dönerken birkaç gün Kufe'de ikamet etti. Bir gün bir yoldan geçerken, orada duran Behlül Harun'a üç defa kendi adıyla; "Harun, Harun, Harun!" diye seslendi. Harun şaşırarak şöyle dedi: "Beni adımla çağıran bu kimse kimdir?" Etrafındakiler; "Deli Behlül'dür" dediler. Harun Mahfe'nin perdesini kenara çekti ve Behlül'e; "Beni tanıyor musun?" diye sordu. Behlül; "Evet" diye cevap verdi.

Harun; "Ben kimim?" diye sordu. Behlül şöyle cevap verdi: "Sen, eğer doğuda bir kimse zulmederken sen batıda olursan, bu ülkenin hakimi olduğun için kıyamet günü hesaba çekilecek olan kimsesin." Harun ağladı ve şöyle dedi: "Behlül benim halimi nasıl görüyorsun?" Behlül şöyle dedi: "Sen kendi halini Allah'ın kitabına arzet: "İyiler şüphesiz nimet içindedirler. Allah'ın buyruğundan çıkanlar cehennemdedirler"

Harun şöyle sordu: "Benim çabam ve gayretlerim ne olacak?" Behlül şöyle cevap verdi: "Şüphesiz Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder."

Harun şöyle sordu: "Peygamber ile akrabalığım ve soyum ne olacak?" Behlül şöyle cevap verdi: "Sura üflendiği zaman, o gün, aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez ve birbirlerine de bir şey soramazlar."
Harun şöyle dedi: "Allah Resulü'nün şefaati ne olacak?" Behlül şöyle cevap verdi: "O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez."

Harun şöyle sordu: "Bir hacetin var mıdır?" Behlül şöyle cevap verdi: "Günahlarımı bağışla ve beni cennete koy." Harun şöyle dedi: "Benim böyle bir gücüm yoktur. Ama bana haber verildiğine göre senin insanlara borcun vardır. İstersen ben borçlarını ödeyeyim." Behlül şöyle cevap verdi: "Bu borcu başka bir borçla ödemek doğru değildir. Senin yanında olanlar insanların malıdır hepsini insanlara borçlusun, onları geri vermek farzdır."

Harun şöyle dedi: "Sana bir maaş bağlamalarını emredeyim. Böylece ömrünün sonuna kadar sana maaş verirler." Behlül şöyle dedi: "Ben Allah'ın kulu ve rızkını yiyen yaratığıyım. Sen, Allah'ın seni hatırladığı halde beni hatırlamadığını mı sanıyorsun?"

Altıncının hazinesi değil, kanaat hazinesi bakidir

Şaha onları veren, dilencilere de bunu verdi.
"Ey mabudum! Münezzehsin sen ve ben sana hamd ediyorum. Olacak şey mi, sana karşı gelmesi yüzünden cehennemde tutulan ve günahından ötürü onun azabını tadan ve onun tabakaları arasında, işlediği suç ve cinayetten dolayı hapsedilen Müslüman bir kulun sesini duyasın da affetmeyesin!
Oysa o kul, rahmetine göz diken biri gibi inlemekte ve Tevhid ehlinin diliyle seni çağırmakta ve rububiyet makamını vasıta ederek sana el açmada."

Yakin ehli kimseler, Kur'ân ve rivayetlerde cehennemin sıfatlarını okuyunca bedenleri titremeye başlar, derileri büzüşür, kalpleri korku ile dolar, şaşkınlık içinde kala kalır ve bütün vücutlarıyla o korkunç sahneden kurtulmak için Allah'a sığınırlar; farzları yerine getirmek ve haramları terk etmek için daha fazla hazırlık içine girerler; bazen de korkunun şiddetinden can verirler.


Selman ve Korkan Genç

Şeyh Mufid, İbn-i Ebi Umeyr'den, o da İmam Sadık'tan (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Selman Kufe'de demirciler çarşısına uğradı, orada bir gencin yere düştüğünü ve halkın etrafına toplandığını gördü. Selman'a şöyle dediler: "Bu Allah'ın kulu bayılmıştır; kulağına bir şey oku da belki kendine gelir." Selman o gencin başının ucuna vardı. Genç çocuk kendine gelince şöyle dedi: "Ey Selman! Eğer benim hakkımda bir şey dedilerse doğru değildir. Yolum bu pazara düştüğünde ve demircilerin çekiç seslerini işittiğimde şu ayeti hatırladım: "Onlar için demir kamçılar vardır." Hak Teala'nın azap ve cezasının korkusundan aklım uçtu."

Selman şöyle dedi: "Sen, Allah yolunda benimle kardeş olacak kadar değerli kimsesin. Selman'ın kalbinde ona karşı oluşan tatlı muhabbet sebebiyle dost oldular. İkisi o günden sonra dost oldular. Bir gün o genç hastalandı. Selman, baş ucunda durdu. O genç can vermek üzereyken Selman şöyle dedi: "Ey ölüm meleği! Kardeşime iyi davran." Şöyle bir ses işitti: "Ben her mümine karşı iyi davranan kimseyim."

Azap Ayetini İşitince Bayılan Kadının Hikayesi

Büyük alim Molla Fethullah Kaşani, "Menhec" tefsirinde şöyle rivayet etmiştir: "Bir gün Allah Resulü (s.a.a) mescidde namaz kılıyordu. Hamd suresini okuduktan sonra Hicr suresini okumaya başladı; "Ve cehennem onların hepsinin toplanacağı yerdir. O cehennemin yedi kapısı olup, her kapıdan onların girecekleri ayrılmış bir kısım vardır." ayetini okuyunca, Peygamberle birlikte namaz kılan kadın bu iki ayeti işitince yüksek sesle bağırdı ve baygınlık geçirdi. Peygamber (s.a.a) namazını bitirip o hali müşahade edince, su getirmelerini emretti ve kadının yüzüne su serpince o kendine geldi.

Peygamber (s.a.a) ona şöyle buyurdu: "Ey kadın! Senin halin nasıldır?"
Kadın şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü!" Seni namazda görünce, senin arkanda iki rekat namaz kılmak istedim. Ama bu iki ayeti okuduğunda gücüm tükendi ve baygınlık geçirdim." Kadın daha sonra şöyle dedi: "Cehennemin yedi kapısının tümüne bölüştürülecek olan bu organlarıma eyvahlar olsun!"

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Hayır, öyle değildir. Bu ayet, günahkar kimselerin cehennem kapılarının birinde günahları ölçüsünce azap göreceğine işaret etmektedir."
Kadın şöyle sordu: "Ey Allah'ın Resulü! Benim yedi köle dışında hiçbir servetim yoktur. O kölelerimden her birini, cehennem kapılarından kurtuluşum için özgür bıraktığıma dair seni de şahit tutuyorum."

Vahiy meleği nazil oldu ve şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü! O bedeviyi müjdele ki Hak Teala cehennemin bütün kapılarını ona haram kıldı ve cennetin bütün kapılarını onun için açtı."
Kutsi bir hadiste ise şöyle yer almıştır:

"Ey Ademoğlu! Ben bu ateşi sadece kafir, cimri, dedikoducu, anne babaya isyan eden, zekat vermeyen, faiz yiyen, zina eden, haram mal toplayan, Kur'ân'ı unutan ve komşularına eziyet eden kimseler için hazırladım; meğer ki tövbe etsin, iman etsin ve salih amelde bulunsun.

Ey kullarım! Kendinize acıyınız. Zira bedenler zayıf, yolculuk uzak, yük ağır, sırat köprüsü ince, ateş yakıcı, münadi İsrafil, hüküm veren ise alemlerin Rabbidir."

Güzel bir Vasiyet

Bir şahıs yolculuğa çıkmak istedi ve Hatem-i Esemm'e şöyle dedi: "Bana tavsiyede bulun." O şöyle dedi:
Eğer yar istiyorsan, sana Allah yeter.
Eğer arkadaş istiyorsan, sana Kiram'el-Katibin yeter.
Eğer ibret istiyorsan, sana dünya yeter
Eğer dost istiyorsan, sana Kur'ân yeter
Eğer iş istiyorsan, sana ibadet yeter
Eğer öğüt istiyorsan, sana ölüm yeter.

Eğer bu dediklerim sana yeterliyse o halde cehennem de (öğüt ve ibret açısından) sana yeterlidir.
Rububiyete tevessülün açıklaması ise duanın "Ya rabbi! Ya rabbi!" bölümünde Allah'ın yardımıyla detaylı bir şekilde yer alacaktır."

"Ey mevlam! O, senin önceki merhametini umduğu halde, nasıl azapta kalabilir? Ya da senin fazl ve rahmetini ümit ettiği halde, ateş onu nasıl yakabilir? Ya da sen onun sesini işittiğin ve yerini gördüğün halde, ateş nasıl yakabilir onu? Ya da sen onun zaaf ve güçsüzlüğünü bildiğin halde, cehennemin alevleri onu nasıl kuşatabilir? Ya da sen onun sadakat ve doğruluğunu bildiğin halde, cehennemin tabakaları arasında nasıl kıvranır kalır? Ya da o seni "ey rabbim" diye çağırırken, cehennemin azap melekleri nasıl ona eziyet edebilir? Ya da cehennemden kurtulmak için senin fazl ve keremini dilediği halde, onu nasıl orada bırakırsın?"


Hak Teala'nın Rahmet, Lütuf ve Yüceliği

Kur'ân ayetleri ve rivayetlerinden anlaşıldığı üzere Hak Teala bütün kullarına karşı rahmet lütuf ve yücelik içinde bulunmaktadır. Bu yüzden de onları bütün maddi ve manevi nimetleri bağışlama hususunda hiç kimseye karşı cimrilik etmemiştir.

Maalesef bazı kimseler, maddi ve manevi rızıkları elde etmek için tembellik ve gevşeklik göstermekte ve kendi iradeleriyle Hak Teala'nın rahmet, lütuf ve yüceliğinden uzak durmaktadırlar.

Kendi elleriyle kendilerini mahrumiyet çukuruna atmakta, bütün olumlu ortamlardaki liyakatlerini kaybetmektedirler.
Her kim dilerse, hiç şüphesiz hiçbir engel olmaksızın, meşru çabaları vasıtasıyla Hak Teala'nın her türlü maddi nimetlerine erişebilir ve aynı zamanda halis çabaları iman ve doğru inanç yardımıyla da Hak Teala'nın ilahi rahmetine mahzar olabilir; dünya ve ahirette de bir cilvesinin dünyada tertemiz hayat ve ahirette ise cennet olduğu Hak Teala'nın özel rahmetinden istifade edebilir.

Hak Teala'nın insana gösterdiği rahmet, lütuf ve yücelik ilginçliklerinden biri de, Hak Teala'nın mukaddes varlığının en küçük bir amel karşılığında birçok değerli ihsanda bulunmasıdır.

Süleyman ve Köylü Kimse

Hak Teala'nın seçkin kulu Hz. Süleyman şah ve saltanat debdebesi ve azametiyle bir köylünün yanından geçti. Köylü Süleyman'ın azametini görünce şöyle dedi: "Merhamet sahibi olan Allah, Davud'un oğluna büyük bir saltanat ve padişahlık vermiştir." Rüzgar bu sözleri Süleyman'ın kulağına iletti. Hz. Süleyman azamet zirvesinden aşağıya inerek onun yanına vardı ve şöyle buyurdu: "Gücünün yetmediği ve sorumluluğuna tahammül edemeyeceğin bir şeyi arzu etme. Eğer Allah senin bir tek tesbihini kabul edecek olursa, bu senin için Süleyman'a verilen dünya azametinden daha iyidir. Zira tesbihin sevabı baki, Süleyman'ın mülkü ise fanidir."

Merhum Saduk değerli büyük kitabı, "Sevab'ul A'mal" da şu ilginç rivayeti nakletmektedir: "İsmail b. Yesar, İmam Sadık'tan (a.s) şöyle işittiğini söylüyor:

"Gevşeklik ve tembellikten sakının. Zira Rabbiniz merhamet sahibidir ve şüphesiz az bir amele bile çok mükafat vermektedir. Bir kimse kendi isteğiyle Allah'ın rızayetini elde etmek için iki rekat namaz kılıyor, Allah-u Teala da bu iki rekaat karşılığında onu cennete götürüyor. Aynı şekilde kendi isteğiyle Allah'ın rızayetini elde etmek için bir dirhem sadaka veriyor. Allah o dirhem karşılığında onu cennetine götürüyor. Bir gün de Allah'ın rızayetini elde etmek için oruç tutuyor, Allah da o orucu sebebiyle onu cennete götürüyor."

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) Allah Resulünden (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Allah nezdinde Ademoğlundan daha değerli bir şey yoktur." Kendisine şöyle denildi: "Ey Allah'ın Resulü! Melekler de değerli değiller mi?" Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Şüphesiz melekler, güneş ve ay gibi mecburdurlar (iradeleri yoktur)."
Özgürlük ve irade nimetine sahip olan tek varlık insandır. Eğer bu nimeti, Hak Teala'nın emirlerini icra yolunda hakkıyla kullanacak olursa, Hak Teala'nın özel rahmet ve sonsuz lütfuna mazhar olacaktır.

Çok Önemli Bir Hadis

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Namaz dinin direğidir ve namazda on haslet vardır: "Yüzün süslenişi, kalp nuru, beden rahatlığı, kabir dostu, rahmet indiren, göklerin kandili, terazinin ağırlığı, rabbin hoşnutluğu, cennetin pahası, ateşten koruyan bir perde. O halde kim namaz kılarsa şüphesiz dini ikame etmiştir. Kim de namazı terk ederse, şüphesiz dini tahrip etmiştir."

Gerçekten de çok ilginçtir, yüce olan Allah yerine getirilmesinin hiçbir zahmet ve meşakkati olmayan iki rekat namaz için ne kadar etkiler ve sonuçlar takdir etmiştir.
Nitekim Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Her namazın vakti geldiğinde bir melek insanların önünde şöyle nida eder: "Ey insanlar! Arkanızda yaktığınız ateşe doğru ayağa kalkın ve onu namazlarınızla söndürünüz."


İmam Sadık(a.s) ve Dehşete Kapılmış Kervan

Hz. İmam Musa b. Cafer (a.s) şöyle buyurmuştur: "İmam Sadık (a.s) bir kervanla birlikte bir çölden geçiyordu. Kervana yol üstüne pusu kurduğu haberi geldi. Kervandakiler korkudan titremeye başladı. İmam Sadık (a.s) onlara, "Ne olmuş?" diye buyurdu. Onlar şöyle dediler: "Yanımızdaki malların yağmalanmasından korkuyoruz. Sen bu malları bizden teslim almaya hazır mısın?" Belki hırsızlar malları sizin elinizde olduğunu görünce yağmalamaktan vazgeçerler. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Nereden biliyorsunuz? Belki de sadece beni kastedeceklerdir ve benden başkasıyla işleri olmayacaktır. Böyle olunca da mallarınızı yok olması için bana teslim etmiş olursunuz."

Onlar şöyle dediler: "Ne yapalım? Bu malları gömelim mi?" İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Hayır, bu da malın zayi olmasına sebep olur. Belki bir yabancı bu malları elde eder ve belki bir daha onun yerini bulamazsınız." Onlar şöyle dediler: "O halde ne yapalım?" İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Onu koruyacak, savunacak, varlığınızı arttıracak ve bir dirhemini bile dünyadan daha büyük kılacak birine emanet bırakınız. O size bu malı geri çevirir ve sizlere ihtiyaç duyduğunuzdan daha fazlasını, kamil ve tam bir şekilde geri verir."

Onlar; "Bu kimdir?" dediler. İmam (a.s); "Rabb'ul Alemin" diye buyurdu. Onlar şöyle dediler: "Nasıl O'na emanet edelim?" İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Müslümanlardan yoksul olanlara sadaka veriniz." Onlar şöyle dediler: "Bu çölde yanımızda fakir de yoktur ki." İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Malınızın üçte birini yoksullara vermeye niyet ediniz ki Allah da hırsızların kötülüğünü sizden uzak kılsın." Onlar şöyle dediler: "Niyet ettik" İmam (a.s) şöyle buyurdu: "O halde sizler Allah'ın güvenindesiniz. O halde yolunuza devam ediniz."

Kervan harekete geçince, hırsızlar ortaya çıkmaya başladı. Kervandakiler korktular. İmam (a.s) onlara; "Neden korkuyorsunuz? Sizler Allah'ın emanındasınız" diye buyurdu. Hırsızlar geldiler. İmam'ın (a.s) elini öptüler ve şöyle dediler: "Dün akşam Allah Resulü'nü rüyada gördük, bizlere kendimizi sana tanıtmamızı emretti. Şimdi senin hizmetindeyiz. Düşmanların ve hırsızların kötülüğünü sizden uzak tutmaya hazırız."

İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Size ihtiyacımız yoktur. Sizin kötülüğünüzü bizden def eden Allah diğer düşman ve hırsızların da kötülüğünü bizden defedecektir." Kervandakiler güvenlik içinde şehre ulaştılar. Mallarının üçte birini yoksullara dağıttılar, ayrıca çok bereketli bir ticaret yaptılar, onların her birinin bir dirhemi on dirhem oldu. Şaşkınlık içinde şöyle dediler: "Bu ne kadar büyük bir bereket." İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Şimdi Allah ile muamelede bulunmanın bereketini bildiğiniz; o halde onu sürdürün."

Allah'ın Veli Kullarının Lütuf ve Kerameti

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s), Sıffin bölgesine varınca, Muaviye'nin her taraftan, İmam'ın ordusunu zor durumda bırakması ve iyi savaşamamaları için su yolunu kapattığını gördü. İmam Ali (a.s), Hz. Hüseyin komutasında bir grubun bu su yolunu açmasını emretti.

Hz. Hüseyin (a.s) o grupla birlikte su bölgesine karşı saldırıya geçti. Muaviye'nin adamları kaçmaya başladı. Böylece su İslam ordusunun eline geçti. Bir grup kimse Müminlerin Emiri Hz. Ali'ye (a.s) su yolunu Muaviye'nin ordusuna kapatmayı teklif etti. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'a yemin olsun ki bu işi yapmayacağız." Daha sonra Muaviye'ye bir elçi gönderdi ve onlara, askerler için su taşımak isteyenlerin su almada özgür olduklarını bildirdi.

İmam Rıza'dan(a.s)İlginç Bir Mektup

Şianın bilgin ravilerinden ve Hz. Rıza'nın (a.s) güvendiği kimselerden olan Bezenti şöyle diyor: "İmam Rıza'nın Horasan'dan Medine'ye İmam Cevad'a yazdığı mektubu okudum. Şöyle yazmıştı:

"Oğulcağızım! Haber aldığıma göre evden dışarı çıkmak istediğin zaman bir bineğe biniyorsun ve hizmetçiler seni evin küçük kapısından dışarı çıkarıyorlar. Bu onların cimriliğindendir. Zira senin kimseye hayrının dokunmasını istemiyorlar. Oysa ben senden bir baba ve imam olarak üzerinde bulundurduğum babalık ve imamlık hakkı adına büyük kapıdan girip çıkmanı, gelip giderken yanına dirhem ve dinar almanı ve senden isteyene bağışta bulunmanı istiyorum.

Eğer amcaların isterlerse, onlara elli dinardan aşağı verme; ondan daha fazlasını ise ödemekte özgürsün. Eğer halaların isterse, yirmi beş dinardan eksik verme; fazla verirsen özgürsün. Ben Allah'ın sana makam ve mertebe inayet buyurmasını istiyorum. İnfak et ve asla arş sahibi tarafından yoksulluk ve fakirlikten korkma."
Hak Teala'nın velileri ile böylesine rahmet ve lütuf sofralarını Allah'ın kullarının yüzüne açtığı halde Allah'ın lütuf ve rahmetini kullarının yüzüne nasıl açacağını bir düşünün.

Hak Teala'nın bu sonsuz yüceliği, lütfü ve rahmeti sebebiyle Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) bu duanın diğer bir bölümünde; "Ya da sen onun sesini işittiğin ve yerini gördüğün halde ateş nasıl yakabilir onu?" diye buyurduktan sonra şöyle buyurmaktadır: "Hayır, marifet ehlinden hiç kimse seni böyle kabul etmemektedir. "Heyhat, bu senden beklenilen bir şey değildir."

"Geçen bölümlerde dediğim şeyler, senin hakkında doğru değildir; biz seni böyle düşünüyoruz. Senin fazlınla ilgili tanıtılan bunlar değildir. Senin müvahhit insanlara yaptığın ihsan ve iyiliklere benzeyen şeyler de değildir bunlar. Ve ben şüphesiz biliyorum ki, eğer inkarcılarına azap hükmetmeseydin ve düşmanlarını ebedi azaba duçar etmeyi kararlaştırmasaydın, ateşi tamamıyla soğuk ve esen kılardın; onda hiç kimse yer almazdı.

Ama, isimleri mukaddes olan sen, cehennemi, insanların ve cinlerin kafirleriyle doldurmaya ve düşmanları orada ebedi olarak tutmaya yemin etmişsin ve sen, ey methi yüce olan! Evvelden beri söylemiş ve sürekli olarak nimet verip, kerem ve ihsanda bulunmuşsun ve buyurmuşsun ki: "Mümin olan bir kimse, fasık olan kimseyle bir olur mu? Hayır onlar, eşit değillerdir."


Merhamet Kucağı

Peygamberler, imamlar, Hak Teala'nın velileri ve Hz. Rabbe ibadet edenlerin hiçbirisi Allah'ın kendilerine azap edeceğini ve cezalandıracağını düşünmemişlerdir. Zira Allah-u Teala bizzat Kur'ân'da, kendisinin merhamet edenlerin en merhametlisi, kerim, mağfiret sahibi, aziz, sevgi dolu, melik, kuddus, latif, bağışlayıcı ve tövbeleri kabul edici olduğunu bildirmiştir.

Kıyamet azabının, iman ehli ile hiçbir ilgisi yoktur. Kıyamet azabı, Hakk'ı inkarın ve Allah'a düşmanlık etmenin acı meyvesidir. Kıyamet azabı, mütekebbir, mağrur ve bilinçli günahkarların ürünüdür. Kıyamet azabı pisliklerin, günahların ürünüdür. Kıyamet azabını, insanın bizzat kendi vücut sistemi oluşturmuştur. Eğer insanın kendi vücudu üretmemiş olsaydı, asla başka bir yerden vücuda gelmezdi.

İnkarcı ve inatçı olmayan, kalbini, tevhit, iman ve aşk dalgaları okşayan, bir yere kadar güzel ahlak ve salih amel sahibi olan bir kimse, neden azaba duçar olsun.
İnsan, mukaddes ve merhamet dolu yüce bir zat ile karşı karşıyadır. Allah, bağışlaması için günahkarları tövbeye davet etmiştir. İflas eden kimselerin iflasını telafi etmek için onları kendisine davet etmiştir.

Dertli kimselerin derdine derman etmek için kendisine çağırmıştır. Bir şahıs Hak Teala'nın yolunda seyr-u suluk eden birisine şöyle dedi: "Ben günahkar bir kulum. Allah'ın beni kabul edeceğini umuyor musun?" O şöyle dedi: "Eyvahlar olsun sana! Allah, haktan yüz çeviren ve hakka sırtını dönen kimseleri de davet etmektedir. Nasıl olur da kendisine sığınan bir kulunu kapısından kovar?"

Merhum İbn-i Fahd Hilli, Uddet'ud-Dai adlı kitabında şöyle rivayet etmiştir: "Hak Teala Musa'yı, (günahlarından) korkutması için Firavun'a gönderdiği zaman Musa'ya şöyle buyurdu: "Firavun'a de ki ben af ve bağış sahibiyim. Günahları örterim, günahkarlara karşı sabırlıyım, yoksulların davetine icabet ederim; bunlara, gazaplanmaktan veya cezalandırmaktan daha çok teşebbüste bulunurum."

Günah Karşısında İbrahim'in Takatsizliği

"Böylece yakin edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekutunu gösterdik" ayet-i şerifesinin tefsirinde şöyle yazmışlardır: "Allah-u Teala, İbrahim'in göklere ve yere bakmasını sağladıktan, bütün örtüleri gözünden kaldırdıktan ve de İbrahim yeryüzünü ve yeryüzünde olan her şeyi müşahade ettikten sonra zina eden bir erkek ve kadını gördü. O an beddua etti. Böylece her ikisi de helak oldular. Daha sonra diğer iki kişiyi de aynı halde gördü. Yine beddua etti ve yine onlar da helak oldular." Diğer iki kişiyi de aynı iş üzerinde görürken beddua etmek istedi ama ona şöyle vahyedildi:

"Kullarımdan ve cariyelerimden bedduanı kaldır. Şüphesiz ben bağışlayıcı, merhamet sahibi, sabırlı ve güç sahibiyim. Kullarımın günahı bana hiçbir zarar ve ziyan vermez. Nitekim itaatleri de bana fayda sağlamaz. Ben kullarıma üç şeyden birini yaparım. Ya tövbe edeler ve ben onların tövbesini kabul ederim ve günahlarını bağışlar ve ayıplarını örterim veya onlardan azabımı kaldırırım.

Çünkü onların soyundan mümin çocukların vücuda geleceğini biliyorum. Böylece nankör babalarını idare ederim, ta ki onların soyundan mümin bir nesil vücuda gelsin. Mümin bir nesil vücuda gelince de, eğer babaları tövbe etmemişlerse onlara azabı indiririm. Eğer o ve bu olmasaydı ahirette kendilerine hazırladığım azap, senin onlar için kararlaştırdığın azaptan çok daha büyüktür.

Ey İbrahim! Kullarımı bana bırak, şüphesiz ben sabredici, hikmet sahibi ve güç sahibiyim. Ben ilmimle onların hayatını idare ediyorum, kaza ve kaderimi de onlara cari ediyorum."

İlginç Bir Hakikat

"İlm'ul Yakin" adlı değerli kitapta, büyük filozof, hikmet sahibi ve eşi çok az bulunan arif Feyz-i Kaşani şöyle yazmıştır: "Kıyamette bir kulun kötülükleri iyiliklerinden ağır basınca, onu cehenneme doğru götürürler. Bu esnada Allah tarafından vahiy meleğine şöyle bir hitap ulaşır: "Kuluma yetiş, ona yeryüzünde alim kullarımla oturup oturmadığını sor ki oturmuş olduğu takdirde onların şefaatiyle kendisini affedeyim." Günahkar şöyle der: "Hayır oturmadım." Bu defa şöyle hitap edilir: "Bir alimle birlikte bir sofranın başına oturdun mu?" O, "Hayır" der.

Ardından; "Alimin oturduğu bir yere oturdun mu?" sorduklarında ise o; "Hayır" der. Kendisine; "Acaba bir alimin adını taşıyor musun?" O; "Hayır" diye cevap verir. Kendisine; "Alimi seven birini sevdin mi?" O; "Evet" der. Böylece şöyle hitap edilir: "Ey Cebrail! Onu genel lütfümle bağışladım, onu şefkatle okşa ve onu cennete götür."


Allah'ın Davud Zamanındaki Bir Gence Lütuf ve Rahmeti

Şeyh Saduk şöyle rivayet etmiştir: "Davud (a.s) içinde bir gencin de bulunduğu bir toplantıya katıldı. O genç oldukça zayıftı ve uzun süre susuyor, sessiz kalıyordu. Birden ölüm meleği Davud'un huzuruna geldi ve o gence çok özel bir şekilde baktı. Davud (a.s) şöyle dedi: "Ona mı bakıyorsun?" Ölüm meleği şöyle buyurdu:

"Evet, yedi gün sonra onun ruhunu almakla görevlendirildim." Davud (a.s) o gence acıdı ve şöyle buyurdu: "Ey genç! Eşin var mıdır?" O şöyle dedi: "Hayır, şimdiye kadar evlenmedim." Davud (a.s) şöyle buyurdu: "Yüce bir makamı olan falan kimsenin yanına git ve ona şöyle de: "Davud (a.s) şöyle diyor: "Kızını benimle evlendir. Böylece gerekli ön hazırlıkları görerek bu akşam evlen." Daha sonra o gence bir miktar para verdi ve şöyle buyurdu.

"Bu paradan da lazım olduğu kadarını al, yedi gün sonra benim yanıma gel." O genç gitti, düğünden yedi gün geçtikten sonra Davud'un (a.s) huzuruna geldi. Davud (a.s) ona şöyle buyurdu: "Halin nasıl?" O şöyle dedi: "Halim çok iyidir." Ama Davud (a.s) her ne kadar gencin ölmesini beklediyse de böyle bir olay olmadı ve bunun üzerine gence şöyle buyurdu: "Git yedi gün sonra gel."


O genç gitti yedi gün sonra geri döndü. Yine ruhu alınmamıştı. Davud (a.s) tekrar şöyle buyurdu: "Git ve yedi gün sonra gel." O genç gidip yedi gün sonra yeniden geldi. Ölüm meleği de Davud'un (a.s) huzuruna gelince Davud (a.s) ona: "Sen bu gencin ruhunu alacağını söylemedin mi?" diye sordu.

O; "Evet, dedim" dedi. Davud (a.s) şöyle buyurdu: "Oysa üç yedi (21) gün geçtiği halde sen onun ruhunu almadın." Ölüm meleği şöyle dedi: "Ey Davud! Allah-u Teala senin ona merhametin sebebiyle ona acıdı ve ona otuz üç yaşına kadar yaşama izni verdi."
Merhamet sahibi olan Allah, en küçük bir bahaneyle, rahmet denizini kullarına doğru akıtmakta, onları her taraftan lütuf ve rahmetine mahzar kılmaktadır.

Esirin Özgür Bırakılmasına Sebep Olan Beş Haslet

İmam Sadık'tan (a.s) çok önemli bir hadiste şöyle nakledilmiştir:
"Bir grup esiri, Peygamber'in (s.a.a) huzuruna getirdiler. Peygamber (s.a.a) bir kişi dışında hepsinin öldürülmesini emretti. O bir kişi şaşırdı ve şöyle arzetti: "Neden benim özgür bırakılmama hükmettin?" Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Vahiy emininin bana haber verdiğine göre senin,

Allah'ın sevdiği beş hasletin vardır: "Haremine karşı şiddetli bir gayret (kıskançlık) sahibisin, cömertsin, güzel ahlaka sahipsin, doğru dillisin ve cesursun."
Bu ilginç olaydan sonra o esir Müslüman oldu, bir savaşta Peygamber'in (s.a.a) yanında şehadete erişti."


Tevhid Ehli Olan Köle

İmam Sadık (a.s), suç işleyen bir kölenin kırbaçlanmasını emretti. Köle şöyle dedi: "Ey Allah Resulü'nün oğlu! Senden başka şefaatçisi olmayan birini mi dövüyorsun? O halde kerem ve ihsanın nerede?" İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: "Onu bırakınız." Köle şöyle dedi: "Sen beni, serbest bırakmadın; beni, bu sözleri benim ağzıma koyan kimse serbest bıraktı." İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki bu köle Tevhid ehlidir ve Allah ile birlikte başka bir kimseyi görmemektedir."

Evet, Tevhid ehliyle muamele sadece ihsan ve tevhid üzeredir. Bunun başka türlü olması da mümkün değildir. Her kim Allah'ın bir olduğuna şehadette bulunur, bir yere kadar Hak Teala'nın istekleriyle amel ederse, şüphesiz Allah-u Teala'nın sonsuz lütfüne ve rahmetine maruz kalır.

Yusuf'un Günahsız Olduğuna Tanıklık Edenin Akıbeti

Bazı Kur'ân tefsirlerinde şöyle rivayet edilmiştir: "Yusuf (a.s) Mısır hükümetinin başına geçince, memleket işlerinde insanların geçimini ve terbiyesini üstlenecek ve onların yüzüne muhabbet ve adalet kapılarını açacak bir vezire ihtiyacı olduğunu anladı. Vahiy emini Hak Teala tarafından nazil oldu ve şöyle dedi: "Allah sana şöyle buyuruyor: "Sana bir vezir gerekmektedir." Yusuf (a.s) şöyle dedi: "Ben de bu düşüncedeyim.

Ama bu makama layık olan kimseyi göremiyorum." Cebrail şöyle buyurdu: "Yarın hükümet merkezinden hareket ettiğinde gözünle gördüğün ilk kimseyi bu makama tayin et." Yusuf (a.s) sabah olunca oldukça zayıf, rengi sararmış birine gözü ilişti. Bu adam sırtında odun taşıyordu. Kendi kendisine şöyle dedi: "Bu şahıs, vezaret sorumluluğunu üstlenemez." Ondan vazgeçip gitmek istediğinde.

Vahiy emini ona şöyle buyurdu: "Ondan vazgeçme, onu vezaret makamına seç. Zira onun senin üzerinde bir hakkı vardır. O Mısır azizinin sarayında, senin temiz ve suçsuz olduğuna şehadette bulunan kimsedir. O bu makama layıktır ve vezaret makamını ona bırak."

Hak Teala, doğru bir şehadet sebebiyle bile Yusuf'un temiz ve ismet sahibi olduğuna şehadette bulunan kimseye, vezaret makamını vermiştir. Bir ömür, kendi vahdaniyetine şehadette bulunan kimseye, kim bilir neler verecektir!
Evet, Hak Teala'nın lütuf ve rahmeti, derk edilebilecek bir türden değildir. Bu makamda, akıl sahiplerinin aklı, zekası ve beyni işlemez haldedir. Hiç kimse bu hakikatleri olduğu gibi derk edemez.

Mabudum! Efendim! Takdir ettiğin kudret hakkına ve hükmedip kesinlik kazandırdığın kaza ve kaderine ki kime takdir etsen galip gelirsin, bu gecede ve bu saatte işlediğim bütün suçları ve günahları bağışla; işlediğim bütün kötülükleri, üzerini örttüğüm bütün çirkinlikleri ve açığa çıkardığım ve gizleyip aşikar ettiğim bütün cahillikleri bağışla."

Kumeyl duasının başlangıcında, özellikle de "Allah'ım! Günahlarımı bağışla…" cümlelerinin zımnında detaylı olarak günahları ve günahların etkisini açıklamaya çalıştık. Burada yeniden açıklamaya gerek yoktur.
Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) duanın bu bölümünde yeniden gizli veya açıkta yapılan günahlara işaret etmektedir ve Allah'tan onları bağışlamasını dilemektedir.

Evet, Cuma akşamıdır, yalvarıp yakarma, ağlama ve Allah ile münacat etme zamanıdır. Dolayısıyla ey Allah'ım! Ben ağlayarak, yalvarıp yakararak, senin huzuruna geldim. Bütün günahlarımı bağışla, böyle bir gecede bana rahmet, inayet, keramet ve mağfiret bağışında bulun.

Bir ümitvar kapına geldi
Ki onun senden başka yardımcısı yok
Mihnet sahibi muhtaç birisi
Utangaç ve günahkar birisi
Söylediklerinden siyah yüzlü birisi
Kendi yaptıklarından utanç duyan birisi
Bir ömür yardan uzak düşmüş
Bir ömür dosttan ayrı kalmış
Kapında böyle aziz idi
Senden uzak böyle horluk içinde kalmış
Dergahının toprağından hoşnut içinde
Bir koku veya bir toz çaresiz
Belki kapından geri döner
Böyle bir ümitli ümitsiz
Düşmanı sevindirmesi doğru mudur?
Senin dostluğundan bir dostluk
Irakî'ya lütfünle bağışla
Ki şimdi böylesine çaresiz kalmış.

"…Ve kiram'el katibin'e kaydetmelerini emrettiğin kötülükleri bağışla. Öyle melekler ki onları, benim yaptığım amelleri zaptedip korumakla görevlendirdin; uzuvlarımla birlikte onları da bana gözetleyici kıldın ve kendin de bunların ardında gözetleyicim oldun; hatta onlara ve gizli kalan şeylere bile şahit oldun, rahmetinle gizledin ve fazlınla örttün onları. İndirdiğin her hayırdan veya lütufta bulunduğun her ihsandan, yaydığın her iyilikten veya dağıttığın her rızktan veya bağışladığın günahlardan veya örttüğün hatalardan nasibimi arttırmanı diliyorum."


Kiram'el-Katibin ve Bedenin Organları

Amellerin, melekler tarafından yazılması, işlerin onların kontrolünde ve organların şehadeti altında kaydedilmesi, Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerinde ve rivayetlerde de yer alan bir hakikattir.
"Oysa, yaptıklarınızı bilen değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler."

Hakeza: "Sonunda oraya varınca, kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları hakkında onların aleyhinde şahitlik ederler. Derilerine: "Aleyhimize niçin şahitlik ettiniz?" derler. Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu… cevabını verirler."
Hakeza: "Kendi dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarına şahitlik ettikleri gün onlar büyük azaba uğrayacaklardır."

Hakeza: "İşte o gün ağızlarını mühürleriz, bizimle elleri konuşur, ayakları da yaptıklarına şahitlik eder."
Hakeza: "Yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zapt ederler."
Kiram'el-Katibin, Rakıb (gözcü), deri, dil, göz, kulak, el ve ayağın yanısıra yeryüzü de Zilzal suresinin ayetleri esasınca insanın amellerine tanıklık etmekte, insanın çaba ve gayretlerini dile getirmektedir: "İşte o gün, yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle kendi haberlerini anlatır."

Hakeza Tövbe suresinde yer alan bazı ayetler esasınca, Allah, peygamberler ve imamlar da insanların amellerini görmektedir ve kıyamette de insanların aleyhine tanıklık edeceklerdir: "De ki: "İstediğinizi işleyin; Allah, Peygamber'i ve müminler işlediklerinizi görecektir. Hepiniz, görülmeyeni ve görüleni bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O size, işlediklerinizi bildirecektir."

Elbette bu ayetlerden de istifade edildiği üzere bu şahitlerin şehadeti daha çok kafirler, inatçılar, Allah ve Resulüne karşı çıkanlar ve bilinçli suç işleyenler hakkındadır. Zira mümin ve tövbe eden kullar, kıyamet günü Hak Teala'nın rahmetine maruz kalacaklardır. Onların günah dosyası hiç kimsenin yanında açılmayacaktır. Merhamet sahibi Allah onların günahlarını, şahitlerinin hafızasından silecektir ve onların yüzsuyunu koruyacaktır.

Nitekim Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her kim tövbe ederse, Allah da tövbesini kabul eder, organlarına o günahlarını örtmesi emredilir, yeryüzüne günahlarını gizlemesi emredilir ve amellerini yazan meleklere de yazdıkları unutturulur."

İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Mümin kul halis bir şekilde tövbe ettiğinde, Allah onu sever; dünya ve ahirette günahlarını örter." Muaviye b. Veheb şöyle arzetti: "Onun nasıl günahlarını örter?" İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: "Meleklerin onun hakkında yazdığı günahları onlara unutturur, böylece kıyamette Allah'la mülakat ettiğinde, o kulun günahlarına şehadette bulunacak hiçbir şey olmaz."

"Ey Rabbim! Ey Rabbim! Ey Rabbim! Ey mabudum, ey Efendim! Ey mevlam ve ey benim sahibim! Ey varlığımı elinde tutan! Ey zorluk ve çaresizliğimi bilen! Ey fakirlik ve yoksulluğumdan haberdar olan! Ey Rabbim, ey rabbim, ey rabbim! Hakkın, kutsiyetin, en yüce sıfatın ve ismin hürmetine senden dileyim şudur: Gece ve gündüzden oluşan vakitlerimi zikrinle bayındır kıl ve beni kendi hizmetinde tut ve amellerimi kendi indinde makbul buyur! Öyle ki artık bütün amellerim ve zikirlerim tek zikir şekline dönüşsün ve bütün hallerim senin hizmetinde geçsin. Ey seyidim! Ey güvenip dayandığım ve ey halimi kendisine şikayette bulunduğum! Ey Rabbim, ey rabbim, ey Rabbim!"


İsm-i A'zam

Arif, evliya, aşık ve sadık kimselerden bir grubu aşıkane ve hikmete dayalı olarak, kulunu terbiye eden irade sahibi ve malik anlamındaki mübarek "Rab" kelimesinin İsm-i A'zam olduğunu söylemişlerdir. Dolayısıyla insan bu kelimeye tevessül ederek Hak Teala'nın rahmetine mazhar olur, işlerinin düğümleri açılır, belki de günahları, hataları ve isyanları, bu tevessül sayesinde bağışlanır ve tertemiz olur.

Belki de bütün peygamberlerin ve imamların, dua, münacat, yalvarıp yakarma, zorluklar ve musibetler anında bu mübarek kelimeye tevessül etmesinin sebebi de Rab kelimesinin Hak Teala'nın en büyük ismi olduğu hasebiyledir.
Adem ve Havva (a.s) tövbe esnasında şöyle arzettiler: "Her ikisi; "Rabbimiz! Kendimize zulmettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, biz hüsrana uğrayanlardan oluruz" dediler."

Hz. Nuh (a.s) ise dokuz yüz elli yıl, kafirlerden zulüm gördükten ve onların hidayetinden aciz kaldıktan sonra da çaresiz bir şekilde Allah'a şöyle arzetti: "Nuh dedi ki: "Rabbim! Yeryüzünde hiçbir kafir bırakma."
Hz. İbrahim (a.s) ise dua ve münacatında şöyle dedi: "Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat."

Hz. Musa (a.s) ise ihtiyaç ve niyaz esnasında şöyle arzetti: "Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım"
Hz. Süleyman ise bağışlanma ve eşsiz bir hükümet dilerken şöyle arzetti: "Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın."
Hz. Zekeriyya (a.s) ise Allah'tan çocuk dilerken şöyle arzetti: "Rabbim! Beni tek başıma bırakma, sen varislerin en hayırlısısın."

Hz. Yusuf (a.s) ise şükür ve hacetini dileme makamında şöyle arzetti: "Rabbim! Bana hükümranlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratanı! Dünya ve ahirette işlerimi yoluna koyan sensin; benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat."

Hz. Eyyub (a.s) ise bela ve musibetin şiddetli anlarında şöyle arzetti: "Başıma bir bela geldi, (sana sığındım), sen merhametlilerin merhametlisisin."
İslam Peygamberi (s.a.a) ise şöyle arzetmiştir: "De ki: "Rabbim! Bağışla, merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın."

Salihler ve müminler ise göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürken şöyle arzetmişlerdir: "Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın."


DIPNOTLAR
------------
- Divan-i Feyz-i Kaşani, c. 2, s. 1021, 644. gazel
- Saib Tebrizi, Divan-i Eş'ar, No: 490
- İnfitar, 13- 14
- Maide, 27
- Müminun, 101
- Ta-Ha, 109
- Hafız-i Şirazi, Divan-i Eş'ar, No: 112
- Hac, 21
- Emali-yi Müfid, s. 136, el-Meclis'us-Salis-u Eşer, 4. hadis ve Bihar'ul- Envar, c. 22, s. 385, 11. Bab, 27. hadis
- Hicr, 43- 44
- Kelimetullah
- Rebi'ul- Asar
- Sevab'ul- A'mal, s. 39 ve Bihar'ul- Envar, c. 93, s. 253, 30. Bab, 19. hadis
- Mevaiz'ul- Adediyye, s. 371
- Men la Yehzuruh'ul- Fakih, c. 1, s. 208, Bab-u Fezl'is-Salat, 624. Hadis
- Uyun-u Ahbar'ir-Rıza, c. 2, s. 4, 30. Bab, 9. hadis ve Bihar'ul- Envar, c. 93, s. 120, 14. Bab, 23. hadis
- Uyun-u Ahbar'ir-Rıza, c. 2, s. 8, 20. hadis
- En'am, 75
- Tefsir-i Bürhan, En'am, 75. ayetin tefsirinde, 9. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 4, s. 111, 3. Bab, 31. hadis
- Vesail'uş-Şia, c. 20, s. 155, 25291. hadis ve Bihar'ul- Envar, c. 68, s. 374, 92. Bab, 25. hadis
- İnfitar, 10- 12
- Fussilet, 20- 21
- Nur, 24
- Yasin, 65
- Kaf, 18
- Zilzal, 4- 5
- Tövbe, 105
- Sevab'ul- A'mal, s. 179, Bab-u Sevab'it-Tövbe
- Bihar'ul- Envar, c. 6, s. 28, 20. Bab, 31. hadis
- A'raf, 23
- Nuh, 26
- Şuara, 83
- Kasas, 24
- Sad, 33
- Enbiya, 89
- Yusuf, 101
- Enbiya, 83
- Mü'minun, 118

16
Kumeyl Duasının Şerhi Kumeyl Duasının Şerhi
Duanin serhinin devami

İblis ise tekebbür ve isyanın doruğunda, bu isme tevessül edip, kıyamet gününe kadar Allah'tan kendisine mühlet vermesini isteyerek şöyle arzetti: ""İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver" dedi."
Merhamet sahibi Allah, o kovulmuş lanetli şeytanın bu mübarek ismine tevessül ettiği hasebiyle, isteğini kabul etti ve ona kıyamet gününe kadar mühlet verdi.

Allah Resulü'nden (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim yedi defa "ya rabbi" derse, Allah duasına icabet eder."
Hakeza şöyle rivayet edilmiştir: "Mümin kul bir defa; "ya rabbi" derse, Hak Teala şöyle buyurur: "Lebbeyk." İkinci ve üçüncü defa Allah'ı aynı bu isimle çağırırsa, ona şöyle nida ulaşır: "Dile ki sana bağışta bulunayım"

Kabul Olan Ameller

Bütün peygamberlerin, imamların ve velilerinin Hak Teala'nın huzuruna arzettiği dualardan biri de şuydu: "Ey merhamet sahibi olan Allah! Onların amellerini kabul buyur ve onlara karşı ihsanın ve rahmetinle davran."

Bu büyük insanlar, ameli olmayan kimsenin Hak Teala'nın rahmet dergahına erişemeyeceğini, ameli olup ama iman ve ihlas gibi gerekli şartları olmadığı takdirde ise Allah'ın rahmet ve mükafatından uzak kalacağını çok iyi biliyorlardı. Bu esas üzere amelin aslına ve amelin gerekli şartlara sahip olmasına çok önem veriyorlardı. Ameli gerekli olduğu şekliyle yerine getirince de Hak Teala'dan kabul etmesini diliyorlardı: "Ve amellerimizi nezdinde makbul kıl."

Kur'ân ve rivayetler de şu anlama önemle vurgu yapmaktadır ki sadece sahibinin imanlı olduğu, Allah için amel ettiği ve ilahi emir ve hükümlerle uyumlu hareket ettiği ameller kabul edilecektir.
Ayrıca bilmek gerekir ki amel, sadece müminlerden kabul edilir. Hakeza sadece müminlerin günahı affedilir.
Amel her ne kadar büyük ve faydalı olsa da kafir ve inatçı kimselerden kabul edilmeyecektir. Günah her ne kadar küçük de olsa onların günahı bağışlanmayacaktır.

Değerli ve mükafatı olan amel hakkında, önemli hadis kitaplarında birçok rivayetler mevcuttur. Onlardan bazısına işaret edelim:
Hz. Ali (a.s) bir rivayette şöyle buyurmuştur: "Münezzeh olan Allah nezdinde şeref, amellerin güzelliği iledir; sözlerin güzelliği ile değil."
Hakeza Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Amel, müminin şiarıdır."
Hakeza Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Ameli devam ettiriniz, ameli devam ettiriniz. Şüphesiz Allah, müminin ameli için, ölünceye kadar bir nihayet takdir etmemiştir."

Hakeza Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "En üstün amel; ihlaslı iman, doğru bir sakınma ve yakin sahibi olmaktır."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah insanları dünyada babalarıyla çağırmıştır ki birbirlerini tanısınlar; ahirette de mükafat vermek için amelleriyle çağıracaktır."

Bundan dolayı şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, ey küfredenler!"
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Amellerin en üstünü Allah'a iman etmek, Allah'ı tasdik etmek, Allah yolunda cihat etmek ve kabul olmuş bir hac yerine getirmektir. Bunlardan daha kolayı ise yemek yedirmek, yumuşak söz söylemek, kolaylık göstermek ve güzel ahlak sahibi olmaktır. Sana bundan daha kolayı ise Allah'ı, senin hakkında verdiği bir hüküm hususunda itham etmemendir."

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Amellerin efendisi şu üç haslettir: Herkese kendi tarafından insaflı davranman, aziz ve celil olan Allah yolunda kardeşine yardımcı olman ve her hal üzere Allah-u Teala'yı zikretmektir."
Hz. Ali (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Ameli, ilmi, sevgisi, buğzu, alışı, terk edişi, kelamı, susuşu, fiili ve sözü ihlas üzere olan kimseye ne mutlu!"

Allah Resulü (s.a.a) Ebuzer'e yaptığı bir tavsiyesinde şöyle buyurmuştur: "Takvayla süslenmiş bir amele, amelden daha çok önem ver. Zira takva ile süslenmiş bir amel, az değildir. Zira kabul olan bir amel, nasıl az olur ki? Aziz ve celil olan Allah da şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder."

Hz. Ali (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz amellerinden, sadece ihlaslı olarak yerine getirdiklerin kabul edilir."
Velhasıl; iman, ihlas, yakin ve sakınma sahibi insanın ameli kabul edilir. Makbul amel, öylesine değerli bir ameldir ki, İmam Sadık'tan (a.s) böylesine bir amel hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah her kimin bir tek namazını bile kabul ederse, onu azap etmez ve Allah her kimin bir iyiliğini bile kabul ederse, onu azaba uğratmaz."
Hakeza İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah her kimin bir iyiliğini kabul ederse, ona kesinlikle azap etmez ve onu cennete koyar."
Ey Allah'ım! Bizleri amel hususunda tembellik ve gevşeklikten koru, ibadet ve uygun çabalar hususunda neşemizi arttır, kalbimize tümüyle uyanıklık inayet buyur.

Ey bu habersizler yatakhanesinde
Körler ve sağırlar gibi habersiz yatan
Başını bir kaldır ki bu odanın ötesinde
Her taraftan şarkı sesi geliyor
Bülbül gül minberinden ötüyor
Bir ay yücelerden zemzeme ediyor
Seher kuşu ötüyor
Gafillere ağıt yakıyor
Bu sesten dağlar dans ediyor
Hiç yerinden kalkmıyorsun sen
Allah Allah ne kadar ağırsın sen
Bir an olsun bu ağırlığı terket
Şevk ile harekete koyul
Ayağından bu bukağıyı çöz
Gönül ülkesine doğru adım at
Alemin üzerine yenini aç
Adem'in tiynetinden örtünü kaldır
Namus şişesine bir taş at
Dalkavuk hırkasına toprak saç
Alemin zerrelerinin tümü dansetmekte
Noksanlıktan kemale yönelmekte
Sen de noksanlıktan kemale adım at
Makam ve celalden örtüyü kaldır
Uykuyu bırak ki uykusuzluk güzel
Gözlere uykusuzluk sürmesi çek

"Uzuvlarımı hizmetin için güçlendir ve sana yönelmemde kalbime güç ve sebat ver. Senden korkmada ve hizmetini sürdürmede bana öylesine bir ciddiyet ver ki, yarış meydanlarında sana doğru koşayım ve mücadele verenler arasında, sana doğru hız alayım ve gönüller arasında, senin yakınlığına gönül vereyim ve ihlaslılar gibi yakınlaşayım sana ve yakin ehlinin korktuğu gibi korkayım senden ve indinde müminlerle birleşeyim."


Güçlü Olmayı Dilemek

Arif, aşık, gerçek münacat ehli ve ilahi marifetleri beyan eden Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) duanın bu bölümünde Hak Teala'nın bütün rahmet kapılarını kendi yüzüne açık ve duanın icabet ortamının gerçek sevgili olan Allah tarafından hazır olduğunu görmekte, bu yüzden de yüzde yüz manevi olan, insanı kemal ve gelişimin nihayetine erdiren ve de dua eden kimsenin irfan, marifet ve tam basiretine delalet eden birçok değerli isteklerde bulunmaktadır.

Hz. Ali (a.s) gerçek dost olan Allah-u Teala'dan, gerçekte halisane ibadet ve kamil bir kulluk olan gerçek sevgiliye hizmet yolunda ve hakeza hakikatte Allah'a hizmet olan mümin kullara hizmet yolunda güçlü kılmasını dilemektedir. Bu manevi güç, ruhani kudret ve melekuti kuvvet, Hak Teala tarafından seyr-u suluk eden kula verildiğinde o kul için, ibadetten ve Hak Teala'nın kullarına hizmetten daha tatlı ve iyi bir hizmet bulunamaz.

İlahi Özel Nimetlerin Veriliş Şartları

Salik olan kulun, bu büyük nimetlerin veriliş ortamını temin etmesi gerekir ve bunlar şunlardır:
1- İman ve takvaya sahip olmayan ve gerekli iman ve takvayı elde etmek için gerekli hazırlık içinde olmayan kimselerle oturup kalkmaktan sakınmak, bunun yerine ilahi veliler, rabbani alimler ve hal ehli olup, suluk aşamalarının bazısını kat eden kimselerle arkadaşlık etmek.

2- Haram lokma şöyle dursun, şüpheli lokmadan dahi sakınmak, servet, mal ve yiyeceğinin nereden geldiğine pek önem vermeyen kimselerin sofrasına oturmaktan ve onlara misafirliğe gitmekten sakınmak.

3- Batını ahlaki rezaletlerden, nefsani pisliklerden, hayvani şehvetlerde aşırı gitmekten temizlenmek ve de ahlaki güzelliklere, melekuti hakikatlere ve rahmani düşüncelere sahip olmak.
4- Çok yemekten ve oburluktan sakınmak. Zira oburluk, şeytani halleri ortaya çıkarmakta, rabbani ilham ve arşi idraklere engel teşkil etmektedir.
5- Çok uyumaktan ve aşırı istirahat etmekten sakınmak. Zira bu da itaat hususunda tembelleşmeye ve de insanın ruhunun ölmesine neden olmaktadır.
Hadsiz, hesapsız muaşerette bulunmak, kötü kimselerle arkadaşlık etmek, haram lokma, ahlaki rezaletler, çok yemek, çok uyumak veya aşırı istirahat etmek hususunda hadis kitaplarında birçok önemli rivayetler nakledilmiştir. Onlardan bazısına işaret edelim:

Muaşeret ve Muaşeret Edilecek Kimse

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "En korkunç vahşet, kötü arkadaştır."
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kötü kimseyle arkadaş olmaktan sakının. Şüphesiz o arkadaşını helak eder ve beraberindeki kimseyi uçuruma yuvarlar."
Hz. Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kötü kimselerle arkadaşlıktan sakın. Şüphesiz ki o çekilmiş kılıç gibidir.

Görünüşü güzel, etkisi ise kötüdür."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Üç grupla arkadaşlıktan sakın: Hain, zalim ve laf taşıyan kimse. Şüphesiz senin için hainlik eden kimse bir gün sana da hainlik eder; senin için başkasına zulmeden kimse, bir gün sana da zulmeder; senin lehine laf taşıyan kimse, bir gün senin aleyhine laf taşır."

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Hikmet sahibi kimselerle arkadaş ol, hilim sahibi kimselerle otur ve dünyadan yüz çevir ki me'va cennetine yerleşesin."

Haram Lokma

Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Her kim haram bir lokma yerse, kırk gün namazı kabul olmaz."
Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz aziz ve celil olan Allah haramla beslenen bir cesede cenneti haram kılmıştır."
Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Haram bir lokma kulun karnında yer alınca gök ve yerdeki bütün melekler ona lanet eder."
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz insan haram bir mal elde ettiğinde, hac, umre ve sıla-i rahimi ondan asla kabul edilmez."


Ahlaki Rezaletler

İmam Zeyn'ül-Abidin (a.s) Sahife-i Seccadiye'nin sekizinci duasında, ahlaki rezaletlerden bazısını beyan etmekte ve onlardan Allah'a sığınmaktadır:
Hırs tuğyanı, gazap şiddeti, hased galibiyeti, sabır gevşekliği, kanaatsizlik, kötü ahlak, şehvette ifrat, asabiyet hususunda ısrar göstermek, nefsin heva ve heveslerine uymak, hidayete muhalif olmak ve gaflet uykusuna dalmak, haddinden fazla ve dayanılamayacak kadar çalışmak,

batılı hakka tercih etmek, günah hususunda ısrarlı davranmak, günahı küçümsemek, itaati büyük görmek, zenginlerin övülmesi, yoksulları aşağılamak, insanın eli altında olanların haklarını ihmal etmek, iyilik yapanlara karşı nankörlük göstermek, zalimlere yardımcı olmak, mazlumları terk etmek…
Allah Resulüne (s.a.a) şöyle dediler: "Falan kadın, gündüzleri oruç tutuyor, geceleri ibadetle geçiriyor ama ahlakı kötüdür, komşularına diliyle eziyet ediyor." Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Onda hayır yoktur ve o ateş ehlindendir."
İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz kötü ahlak, sirkenin balı bozduğu gibi ameli bozar."

Oburluk

Hz. Ali (a.s) bir rivayette şöyle buyurmuştur: "Kimin yemesi çok olursa, karnı hasta olur ve kalbi katılaşır."
Hakeza: "Kimin yemesi çok olursa, sağlığı azalır ve geçim masrafları ağırlaşır."
Hakeza: "Çok yemek, ihtirastandır; ihtiras ise, ayıpların en kötüsüdür."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Müminin kalbi için çok yemekten daha zararlı bir şey yoktur. Çok yemek iki şeye sebep olur: Kalbin katılaşmasına ve şehvetin harekete geçmesine"

Çok Uyumak

İmam Bakır'dan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hz. Musa (a.s) Hak Teala'ya şöyle arzetti: "Hangi kuluna daha çok düşmansın?" Allah şöyle buyurdu: "Geceleyin ölü gibi yatağına düşen ve gündüzleri ise işsiz gezen kimseye."
Allah Resulü (s.a.a) ise şöyle buyurmuştur: "Hz. Süleyman'ın annesi kendisine şöyle buyurdu: "Geceleyin fazla uyuma. Gece fazla uyumak, kıyamet günü insanın eli boş olarak haşrolmasına sebep olur."
Hz. Ali (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Uyku, kötü bir düşmandır, kısa ömrü yok eder ve birçok ecri yok eder."

Ey Allah'ım, kalbime aşktan can ver
Ruhuma ebedi hayat ver
Bitkin can, cansız beden gibidir
Senin sevginden canımı harekete geçir
Kalbi mukaddes sokağa kılavuzluk et
Ruhuma yücelikleri göster
Beden zindanından özgür kıl
Ruhun mekansız fezasına mekan ver
Bu dostu düşmanın elinden al
Kendimden geçir, kendimden eman ver
Ezeli badeden mahmur gönlü
Ruhanilerin katışıksız şarabını ver
Elestüm'de verdiğin o meyden
Beni mahmur kılıyor yine ondan ver
Önce bir şehirden dışarı çıktım
Yeniden o şehri bana göster
İki alem Feyz'e dar geliyor artık
Bu alemin ve o alemin ötesini ver.

İslam'ın beğenmediği bir muaşeretten sakınmak, haram lokmadan uzak durmak, ahlaki rezaletlerden, oburluktan ve çok uyumaktan sakınmak, Hak Teala'ya ibadet ve Allah'ın yaratıklarına hizmet için insanın organlarına güç ve kudret verilmesinin ortamını sağlamaktadır. Bu güç sayesinde insanın gözü artık sadece hakkı ve hakkın beğendiği şeyleri görür. İnsanın kulağı sadece, Allah, peygamberler, imamlar,

evliyalar ve temiz insanların sözlerini işitir, insanın dili sadece hak ve adalet üzere olan sözleri söyler, insanın eli sadece doğru ve sahih olan hususlarda çalışır, insanın karnı sadece helali yer ve insanın şehveti sadece helal hususlarda kullanılır. İnsanın ayağı sadece Hak Teala'nın yolunda, ilahi ve melekuti toplantılarda, mescitlerde ve mukaddes mekanlarda yürür. İnsanın bütün cismi ve ruhu aşıkane ve halisane bir şekilde sadece ibadet ve Allah'ın kullarına hizmet yolunda çalışır.

Hakka İbadet

İbadet ve kulluğun değeri, dünyanın darlığında yaşayan ve kıyamete kadar da yüzüne birçok kapıların kapandığı bizim gibiler için derk edilecek bir hakikat değildir.
Hak Teala'ya kulluk ve ibadet, insanın gelişimine, kemaline, hayır ve saadetine, tertemiz bir hayat sürdürmesine ve de cenneti elde etmesine neden olmaktadır. Allah Resulü (s.a.a) ibadet ve kulluk hakkında bir rivayette şöyle buyurmuştur: "İnsanların en üstünü ibadete aşk besleyen, onu kucaklayan, kalbiyle seven, bedeniyle onu yerine getiren, kendisini ona veren ve dünyada zorluk veya kolaylık içinde olup olmayacağına pek önem vermeyen kimsedir."
Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Rabbiniz şöyle buyurmaktadır: "Ey Ademoğlu! Benim ibadetim için kendini her meşguliyetten arı kıl ki kalbini zenginlikle ve ellerini rızkla doldurayım. Ey ademoğlu! Benden uzaklaşma, aksi takdirde kalbini fakirlik, ellerini de meşguliyetle doldururum."

Allah-u Teala mirac gecesi şöyle buyurmuştur: "Ey Ahmed! İnsanın ne zaman bana kullukta olduğunu biliyor musun? Peygamber (s.a.a); "Hayır" diye arzetti. Allah şöyle buyurdu: "Şu yedi haslet onda bir araya geldiği zaman: "Onu haramlardan alıkoyan bir takva, faydası olmayan şeylerden koruyan bir sükut, her gün ağlamasını artıran bir korku, halvette bile benden sakınmasını sağlayan bir hayâ, mecbur kaldığı bir yemek ve beslenmek, dünyayı düşman bildiğim için kendisine düşman bilmek ve iyileri sevdiğim için onları sevmek."

Bir rivayette şöyle yer almıştır: "Allah-u Teala bazı semavi kitaplarında şöyle buyurmuştur: "Ey Ademoğlu! Ben ölmeyen bir diriyim. Sana emrettiğim hususlarda bana itaat et ki seni de ölmeyen bir diri karar kılayım. Ey Ademoğlu! Ben bir şeye ol dersem, o şey hemen olu verir. Bana kulluk et ki seni de, bir şey ol dediğim zaman hemen olu verecek bir şekilde karar kılayım."
Rivayetlerde bir takım hakikatler de ibadetlerin en üstünü olarak sayılmıştır:

Allah'ı tanımak, Allah karşısında tevazu içinde olmak, Allah ve kudreti hakkında sürekli düşünmek, lâ ilâhe illallah ve la havle ve la kuvvete illa billah demek, ihlaslı olmak, nefis iffetine sahip olmak, züht, düşünmek, müminin hakkını eda etmek, sükût, hac, oruç dua, haramlara gözünü kapamak, kulluğunu gizli yapmak, alçak gönüllü ve huzu içinde olmak, farzları eda etmek, helal rızk talep etmek, yumuşak konuşmak, Ehl-i Beyt'i sevmek ve velayetine inanmak…


Halka Hizmet Etmek

Bir takım kutsi hadislerde ve diğer rivayetlerde mümine öyle bir takım değerler verilmiştir ki mümine saygı göstermek, Allah'a saygı göstermek sayılmış ve mümine hakaret etmek de Allah'a hakaret olarak addedilmiştir.
Allah Resulü (s.a.a) Cebrail'den, o da Hak Teala'dan şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kim benim veli kuluma (dostuma) ihanet ederse, şüphesiz ki benimle savaşa kalkışmıştır."

Bu yüzden mümine hizmet de Allah'a ibadet ve kulluk sayılmıştır. Zira mümine hizmet, hakikatte Allah'a hizmettir.
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Her kim bir müminin ihtiyacını giderirse, adeta ömrü boyunca Allah'a ibadet etmiş gibi olur."
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her kim mümin kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, aziz ve celil olan Allah da kıyamet günü onun yüz bin hacetini giderir; bunların ilki ise cennettir."

Hakeza İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz kul, mümin kardeşinin ihtiyacını gidermek için yürürse, aziz ve celil olan Allah ona biri sağından biri de solundan iki melek müvekkel kılar; onun için rabbinden kendisine mağfiret diler ve de hacetini yerine getirmesini isterler."
İmam Bakır (a.s) ise şöyle buyurmuştur: "Allah Resulünden (s.a.a) şöyle sordular: "Hangi amel Allah nezdinde, amellerin en sevimlisidir." Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Mümini sevindirmek." Daha sonra şöyle arzettiler: "Müslüman'ı sevindirmek nasıldır?" Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Aç karnını doyurmak, hüzün ve gamını gidermek ve borçlarını ödemek."

İmam Sadık (a.s) da aziz ve celil olan Allah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yaratıklarım, benim ailemdir. Şüphesiz onlardan bana en sevimli olan, onlara karşı en şefkatli davranan ve ihtiyaçlarını gidermek için en çok çalışandır."
Müminlerin Emiri Ali (a.s) Allah Teala'dan hizmet için organlarına güç ve kuvvet diledikten sonra, bu hizmeti yerine getirmek için azim ve himmet hususunda da kalp güçlülüğünü ve sağlamlığını dilemektedir. Allah'tan haşyet içinde çalışmayı ve Hak Teala'ya hizmet için sürekliliği dilemektedir. Yarışanlar meydanında Allah'a doğru hizmet merkebini sürmeyi, Hak Teala'ya doğru koşanlar arasında iştiyak içinde koşuşturmayı, Allah'a ihlas içinde yaklaşmayı, yakin ehli gibi makam ve mevkiden korkmayı ve iman ehliyle dergahında bir araya gelmeyi dilemektedir.

Yakin

Büyük filozof, bilgin, arif ve Tefsir-i el-Mizan'ın sahibi Merhum Allame Tabatabai, yakinin tanımı hakkında şöyle buyurmuştur: "Yakin, hiçbir yanlışlık ve şüphenin olmadığı bir ilim ve bilgidir."
Örneğin: İnsan günün ortasında gündüz olduğuna yakin etmektedir ve gece karanlığında da gece olduğuna yakin etmektedir. Kendisinin hayatta olduğuna ve bir takım etki ve sıfatlara sahip olduğuna yakin etmektedir.

Yakin için üç derece ifade etmişlerdir: İlm'ul yakin, ayn'ul yakin ve hakk'ul yakin.
Bu üç derece arasındaki farkları bir örnekle açıklığa kavuşturalım:

Ateş hakkında ilm'ul yakin sahibi olmak, dumanı görmek gibidir. Ayn'ul yakin ise bizzat ateşi görmektir. Hakk'ul yakin ise o ateşte yanmaktır.
Allah Resulü (s.a.a) ise şöyle buyurmuştur: "Yakin ehlinin nişanesi altı şeydir: "Allah'a hakk'ul yakin ile yakin ederler; bu yakin vesilesiyle Allah'a iman ederler bu esas üzere ölümün etkilerinden ve sonuçlarından sakınırlar; ondan sonra dirilişin hak olduğuna yakin ederler ve bu esas üzere de kıyametin rüsvalığından korkarlar.

Cennetin hak olduğuna yakin ederler ve bu yüzden de ona iştiyak duyarlar; cehennemin hak olduğuna yakin ederler ve bu esas üzere de cehennemden kurtulmak için çaba gösterirler. Hesabın hak olduğuna yakin ederler ve bu esas üzere de orada hesaba çekilmemek için kendilerini hesaba çekerler."
Yakinin bu üç derecesini, Kur'ân ayetleri ve Ehl-i Beytin (a.s) rivayetleri esasınca elde etmek de mümkündür. Bu iki kaynaktan yakine ulaşmayan bir insanın, başka bir kaynaktan yakine ulaşması mümkün değildir.

Kur'ân vesilesiyle yakin elde etmenin yolu ise şudur: Önce, Kur'ân'ın vahiy olduğuna ve hakkaniyetine yakin eder ve de Kur'ân'ın buyurduğu şu hakikate teveccüh ederiz: "Kulumuza indirdiğimizden şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sure getirin."
Başka bir ayette ise şöyle buyurmuştur: "De ki: "İnsanlar ve cinler, birbirine yardımcı olarak bu Kur'ân'ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, andolsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar."

Bu iki ayete teveccüh edildiği takdirde bu kitabın Allah'ın vahyi olduğuna yakin eder, insan bu yakinden sonra da Kur'ân'ın bütün muhtevasına yakin eder ve aynı şekilde Kur'ân tefsiri ve açıklaması olan Ehl-i Beyt'in (a.s) marifetlerine de yakin eder. Sonunda da yakin ehli zümresinde karar kılar.
"Allah'ım! Bana kötülük yapmak isteyenin hakkını sen ver ve bana tuzak kuran kimseye sen tuzak kur. Beni yanında en iyi pay alan ve sana göre en yakın makama sahip olan ve sana özel yakınlığı olan kullarından eyle. Gerçekten bunlara erişmek ancak senin lütuf ve kereminle gerçekleşebilir. Cömertliğinle cömert davran ve yüceliğinle teveccüh eyle bana ve rahmetinle koru beni."

İnsana karşı kötü niyet taşıyan unsurlar; şeytan, nefsin heva ve hevesleri ve kötü arkadaştır. Bunlar, insana hile ve düzen üzere davranırlar. Bu tehlikeli düşmanların vesveseciliği, hile ve düzeni o kadar büyüktür ki Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) bu düşmanları yenilgiye uğratmak için Allah'tan yardım talep etmektedir. Önceki sayfalarda, şeytan, nefsin heva ve hevesleri ve kötü arkadaşlar hakkında detaylı bilgiler verilmişti.
Eğer insan kulların en nasiplisi, Allah'a en yakın mertebe sahibi ve Allah'a yakınlıkta en özgün makam sahibi olmak istiyorsa, yakin ile birlikte olan bir imana, makbul olan bir ihlasa, değerli bir takım amellere, güzel ahlaka ve özellikle de insanı her türlü günaha düşmekten koruyan bir takvaya sahip olmalıdır.

Nitekim Kur'ân-ı Kerim de şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, en çok sakınanızdır."
Dünya ve ahirette insanın mutluluğunun esası olan takva için üç aşama zikredilmiştir: Genel takva, özel takva ve en özel takva.
Genel takva; farzları yerine getirmek ve haramlardan sakınmaktır. Özel takva; mekruh olan şeylerden sakınmaktır ve hatta mübah olan şeylerden de sadece zaruret ölçüsünce istifade etmektir. En özel takva ise; kalbi Allah'ı anmaktan alıkoyan her şeyden sakınmaktır.

Nizam'ul Mülk ve Takvalı Şahıs

Tarih kitaplarında Nizam'ul Mülk'ün biyografisinde şöyle bir rivayet yer almıştır: "Bir gün takva sahibi birisiyle görüştü, ona şöyle dedi: "Benden bir şey dile ki sana onu bağışlayayım. Zira sen muhtaçsın, ben ise zengin ve mal sahibiyim."
Takvalı şahıs ona şöyle dedi: "Ben, Allah'tan bile, O'ndan başka bir şey istemiyorum. Zira Allah'tan, Allah'tan gayrisini dilemek himmetin aşağılığındandır.

Tarikate aykırıdır ki evliya

Temenni etsinler Allah'tan, Allah'tan gayrisini

Ben Allah'tan sadece Allah'ı diliyorum. Nasıl senden bir şey talep edebilirim?"
Hace Nizam'ul Mülk şöyle dedi: "Sen benden bir şey talep etmiyorsan, o zaman izin ver de ben senden bir şey talep edeyim."
Takvalı şahıs şöyle dedi: "Senin hacetin nedir?" Hace Nizam'ul Mülk şöyle dedi: "Allah'ı andığın bir anda beni de an."
Takvalı şahıs şöyle dedi: "Ben Allah'ı anma başarısını elde ettiğim an kendimi bile unutuyorum, seni nasıl anayım?"

Evet, ey azamet, şeref, büyüklük, yücelik ve keramet sahibi olan! Bütün bu sıfatların gereği başkasına karşı muhabbetli ve şefkatli olmaktır. Bu muhabbetin gereği ise bağışlamak ve ihsanda bulunmaktır. O halde yüceliğinle bana bir teveccüh et. Eğer bana yüceliğinle bir teveccüh edecek olursan, muhabbet ve şefkatini benden esirgemezsin ve sonuç olarak da bu eli boş fakirini, bağış ve ihsanınla müstağni kılarsın.
"Yüceliğin hakkına teveccüh eyle bana"

Ahmed Hozreveyh ve Hırsız

Hak Teaa'nın ahlakıyla ahlaklanan kimseler, herkese karşı o ahlak üzere davranırlar ve hakikatte onların ahlak ve davranışları, Hak Teala'nın ahlak ve davranışlarının bir örneği ve yansımasıdır. Rivayet edildiği üzere bir hırsız Ahmet Hozreveyh'in evine girdi. O evde çalmaya değecek bir şey bulamadı. Eli boş olarak, Ahmed'in evinden dışarı çıkmak isteyince,

Ahmed'in büyüklük ve yüceliği hırsızın eli boş olarak evinden çıkmasına engel oldu ve ona şöyle seslendi: "Ey hırsız! Eli boş olarak evimden gitmene razı değilim. Kuyudan bir kova al, tövbe guslünü yap. Daha sonra abdest al, namaz kıl, tövbe ederek mağfiret dile. Böylece belki bir vesile ortaya çıkar da eli boş olarak evden çıkmamış olursun." Şafak sökünce bir büyük şahıs Şeyh'e yüz eşrefi hediye etti. Şeyh o yüz eşrefiyi hırsıza verdi ve şöyle buyurdu: "Bu bir gece ibadet ve ihlasının sadece zahiri mükafatıdır. Hırsız öyle bir halete büründü ki bütün günahlarından tövbe etti ve Allah'a yöneldi."

Kibirsiz ve benliksiz yere yıkıldı
Hırsızlıktan ve eşkıyalıktan tövbe etti
Şeyhe dedi ki ben hırsızlığa düşmüştüm
Yanlış yolun cehaletinden
Bir zaman Hakk için koştum
Ömrümde görmediğimi buldum
Bir gece O'nun için namaz kıldım
Hırsızlıktan kurtuldum müstağni oldum
Gece gündüz Allah'ın işini yaparsam
İki dünyada mutluluğa erişirim
Ta bilesin ki iki dünyada da
Hiç kimse Allah ile zarara uğramaz.

"Allah'ım! Dilimi, zikrine alıştır, kalbimi muhabbetine tutsak kıl ve dualarımı iyi bir şekilde kabul etmekle, beni minnettar eyle. Yanılgılarımdan geç ve hatalarımı bağışla. Şüphesiz ki sen, kulların sana ibadet etmelerini hükmettin, sana dua etmelerini emrettin ve kabul etmeyi garanti verdin. O halde ey Rabbim! Yüzümü sana doğru tuttum ve ellerimi sana açtım.
İzzetin hakkına duamı kabul eyle ve arzularıma ulaştır beni. Fazlın ve kereminden ümidimi kesme. İnsan ve cinlerden oluşan düşmanlarımın şerrini benden uzaklaştır."


Dil

Hak Teala'nın insana bağışta bulunduğu büyük nimetlerden biri de dildir. İnsan bu dil vesilesiyle konuşmaktadır ve içinde olan şeyleri izhar etmektedir. Hedef ve maksadını başkalarına bildirmektedir.
Dilin zahirde iyilikleri ve güzellikleri çok olduğu gibi kötülük ve çirkinlikleri de büyük ve ağırdır. Öyle ki hikmet sahibi kimseler bu organ hakkında şöyle demişlerdir: "Dilin hacmi küçük, suçu ise büyüktür."

Büyük muhaddis, bilgin, filozof, aşık ve arif, Molla Muhsin Feyz-i Kaşani'nin Mehaccet'ul Beyza adlı kitabında bildirdiği üzere dil; gıybet, töhmet, laf taşımak, başkalarıyla alay etmek, söylenti yaymak, yalan, sövgü ve insanları aşağılamak gibi yirmiden fazla büyük günah işlemeye kadirdir.
Kur'ân, dile sadece on türlü konuşmaya izin vermiştir. Eğer insan bu on tür konuşmayı eda edecek olursa, diliyle Allah'a kulluk etmiş olur. Bu on türlü konuşma dışında konuşacak olursa, onunla günaha düşmüş ve hakikatte şeytana kulluk etmiş olur:
1- Güzel söz 2- En güzel söz 3- Adil söz 4- Doğru söz 5- Yüce söz 6- Yumuşak söz 7- İman sözü 8- Sağlam söz 9- İyi söz 10- Yetkin Söz
Güzel söz, insanlara karşı güzel sözler etmektir.

En güzel söz, insanları Allah'a doğru davet etmektir.
Adaletli söz, mahkemede şehadet ve tanıklık etmektir.
Doğru söz, mevcut toplumda geçmiş mümin kulların hayrını zikretmek ve doğru konuşmaktır.
Yüce söz, anne ve babayla konuşmaktır.
Yumuşak söz, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak esnasında konuşmaktır.
İman sözü, Allah'ın birliğini ve Peygamber'in (s.a.a) risaletini ikrar etmektir.
Sağlam söz, her atmosfer ve şartlar altında doğru sözü söylemektir.
İyi söz, yetimlere ve aileye karşı söylenen sözdür.
Yetkin söz, etkili hikmet ve burhanla karışık sözdür.

İnsan, bu on tür sözle, kârını Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği bir ticarete girişebilir. Bu on hakikatin detayı, ayrı ve bağımsız bir çalışmayı gerektirmektedir. Burada sadece insanları Allah'a doğru hidayet etmekten ibaret olan en güzel sözün mükafatına kısaca işaret etmek istiyoruz. Diğer sözün detayları ise ayrı bir çalışmayı gerektirmektedir.

Allah Resulü (s.a.a) Müminlerin Emiri Ali'yi (a.s), insanları hidayete erdirmek ve onları Allah'a davet etmek için Yemen'e gönderdiğinde şöyle buyurmuştur: "Ey Ali! Kendisini hakka davet etmedikçe, hiç kimseyle savaşma. Allah'a yemin olsun ki eğer Allah senin elinle birini hidayete erdirecek olursa, bu senin için üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha iyidir."
Dilde namaz, Allah'ı zikretmektir. Kur'ân okumak, Allah'ı zikretmektir. Ehl-i Beyt'ten (a.s) bizlere ulaşan ve çeşitli özel zaman ve mekanlarda okunan dualar da Allah'ı zikretmektir. Kur'ân ayetlerinde işaret edilen on hususla uyumlu sözler de Allah'ı zikretmektir. Bütün bu zikirlerden en yücesi, en sevaplısı ve en üstünü ise sapık bir insanı Allah'a doğru hidayete eriştirmek hususunda dili kullanmaktır.

Kötü Kadının Bağışlanması

Sıket'ul İslam Kuleyni değerli kitabının son bölümü olan Ravza-i Kafi'de İmam Sadık'tan (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"İbadet ehli olan bir abit, ibadetlerinin çokluğu sebebiyle İblis'in belini kırdı. Bir gün, İblis ordularını çağırarak şöyle dedi: "Sizden hanginiz, bu abit kulu ibadetinden uzaklaştırabilirsiniz?" Onlardan her birisi bir hile beyan etti, ama hiçbirisi kabul görmedi. Sonunda onlardan biri şöyle dedi: "Ben onu namaz yoluyla saptıracağım."

İblis onun hilesini beğendi ve onu abit kulu saptırmakla görevlendirdi. İblis'in memuru, abidin tapınağının yanına vardı ve büyük bir rağbet ve neşat içinde ibadete koyuldu. Kendisini öylesine bir ibadete vermişti ki abit kul, onun ibadet çokluğundaki neşatının ve yorulmayışının sebebini sormaya dahi fırsat bulamıyordu. Abit münasip bir fırsatta bu neşatının ve ibadet çokluğunun sebebini sordu.

O şöyle cevap verdi: "Ben bir günah işledim ve pişman oldum. Günahtan pişmanlığım beni öylesine bir ibadete sevk etti ki artık ibadetin çokluğu sebebiyle asla bıkmıyorum ve ibadetteki neşatımı yitirmiyorum."

Abit kimse bu konuda akıllıca düşünmeden ve de günah halinde ölümü gelip çattığı zaman ne yapacağını düşünmeden ondan kendisine yol göstermesini istedi. İblis'in memuru da onu şehirde zinayla meşhur olan bir kadınla zinaya teşvik etti. Abid o kadının yanına koştu. O kötü kadın, abit kulun melekuti ve masum yüzünü görünce, o abidin zina mahalline gelişine şaşırdı ve aldatıldığını anladı. Ona şöyle dedi: "Ey abit! İnsan asla günahla ibadet ve Allah'a yakınlık makamına ulaşamaz. Seni bu işe teşvik eden kimse seni saptırmak istemiştir.

Günah insanın çöküşüne sebep olur, yükselişine değil. Şimdi tapınağına geri dön. Seni bu işe teşvik edeni orada göremeyeceksin ve orada göremeyince de yakin et ki o şeytandır."
Abit kul kendine gelerek geri döndü. O uğursuz çehreyi göremedi. O kadının, günaha düşmesine engel olduğuna çok sevindi ve o gece kadın dünyadan ayrıldı. Allah o zamandaki Peygambere şöyle hitap etti: "Halk ile birlikte onun cenaze merasimine katıl. Zira kullarımdan birini hidayete erdirdiği için onun günahlarını affettim, onu bağışladım, mağfiret ve rahmetime mazhar kıldım."

Bize başarı yolunu gösterdiler kat ettik
Bize araştırma yolunu açtılar ulaştık
Bir müddet her tapınağa baş vurduk
Bir müddet her medresede konuştuk ve işittik
Herkesin marifetler iklimini gezdik
Hakikatler bahçesinde her yeşili otladık
Güllerden nice güzel kokular aldık
Nice gönlün çektiği meyveleri topladık
Aniden yakınlıktan bir ağaç bitti
Gönlün kastettiği gibi künhüne erdik
Gördük bizim gibi Tevhid meyhanesinin sakisi
O renksiz badeden bir damla tattık
Bizlere ebedi hayat sefası verdiler
Onun sayesinde ikamet ettik.

Duanın İcabet Garantisi

Gerçi Kur'ân-ı Kerim şöyle buyurmuştur: "Kullarım sana beni sorarlarsa, bilsinler ki ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim."
Hakeza: "Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim."
Ama şu çok önemli hakikate de teveccüh etmek gerekir ki duanın icabet garantisi her dua hakkında geçerli değildir. Aksine sadece dua edenin ve de bizzat duanın Kur'ân ve rivayetlerde beyan edilen şartları haiz olduğu dualarda garanti söz konusudur.

Bir kimse, yalvarıp yakararak Allah'tan bütün dünya servetini kendisine vermesini, ömrünü kıyamete kadar uzatmasını, yüzünü Yusuf gibi güzel kılmasını, sesini Davud gibi güzel hale getirmesini, cesaretini Müminlerin Emiri Ali (a.s) gibi artırmasını, yeryüzündeki her şeyin saltanatının kendisine verilmesini, herkesin hayrına veya zararına istediği her şeye icabet etmesini isteyebilir. Bu tür dualar, dua eden kimse ve de bizzat duanın gerekli şartları haiz olmadığı sebebiyle,

Hak Teala tarafından onların icabet edileceğine dair hiçbir garanti verilmemiştir. Hakikatin arifleri, marifet aşıkları ve kemal sahibi sadık kimseler, hem kendileri gerekli şartları haizdir, hem de duaları onların dünya ve ahiret maslahatları esasıncadır. Eğer dua eder ve duaları dünyada müstecap olursa, Hak Teala'ya hamd ederler. Eğer dünyada müstecap olmazsa, dünyada asla bir rahatsızlık izharında bulunmazlar. Aksine sabrederler ve özel vaktinde icabete erişinceye kadar beklerler.

Rivayetler şöyle demektedir: Dua peygamberlerin ve müminlerin silahıdır. Dua, kaçış yolunun olmadığı sağlam bir kazayı bile geri çevirmektedir. Takdir edilmiş veya edilmemiş kazayı insandan def etmektedir. Her türlü belayı gidermekte, her türlü dert ve hastalığı iyileştirmektedir.
Ehl-i Beyt'in (a.s) rivayetleri, dua edenin ve de edilen duanın icabet şartlarını şöyle beyan etmişlerdir: Duada ihlaslı olmak, her şeyin Hak Teala'nın kudretinde olduğunu bilmek, farzlarla amel etmek,

temiz bir kalbe ve doğru bir dile sahip olmak, lokması helal olmak, insanların hakkından temizlenmek, kalp huzuru, kalp inceliği, her duanın başlangıcında Bismillahirrahmanirrahim demek, Muhammed'e ve Âl-i Muhammed'e selam göndermek, günahına ikrar etmek, yalvarıp yakarmak, yüzü toprağa dayamak, iki rekat namaz kılmak, icabet edileceğine dair yakin etmek, duada diğerlerini kendisinden öne geçirmek, gereksiz şeyleri istemekten sakınmak, topluluk arasında dua etmek, gizli ve açıkta dua etmek ve icabet edileceğini ümit etmek…
Dua eden kimsede ve bizzat yapılan duada bu gerekli şartlar toplandığı zaman şüphesiz böyle bir dua eden kimsenin duası icabete erişecektir.


Zorluğa Duçar Olan Üç Kişinin Duası

İmam Bakır ve İmam Sadık'ın (a.s) güvendiği ravilerden biri olan Cabir-i Cu'fi, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivayet etmektedir:
"Üç kişi, yolculukları esnasında bir dağa vardılar. Dağın yüksek tepesinde bir mağara gördüler ve mağaradan içeri girdiler. Orada ibadetle meşgul oldular. Dağın üstünden büyük bir taş yuvarlandı ve adeta bu mağara için yapılmış bir ölçüde mağaranın kapısının önüne düştü ve onlar için bir çıkış yeri bırakmadı. Onlar birbirine şöyle dediler:

"Allah'a yemin olsun ki artık kurtuluş imkanımız yoktur." Sadece Hakk'a teveccüh ederek, Hak Teala'ya karşı doğru bir şekilde dua ederek, yaptığımız salih bir ameli veya bir günahtan kaçışımızı göstererek kurtulabiliriz."
Birincisi şöyle dedi: "Ey Allah'ım! Senin de bildiğin gibi ben çok güzel bir kadının peşice gittim. Ona çok miktarda mal verdim ve kendisini benim için hazırladı. Yanına oturunca ateşi ve cehennemi hatırladım; neticede ondan ayrıldım. Bu sebeple bu belayı bizden uzaklaştır ve bizlere kurtuluş yolunu aç."

Bunun üzerine taşın bir bölümü kenara çekildi.

İkinci şahıs şöyle dedi: "Ey Allah'ım! Ekin ekmek için bazı işçiler tuttum. Her birine ücret olarak yarım dirhem vermeyi kararlaştırmıştım. Gurup vakti onlardan biri şöyle dedi: "Ben iki işçi kadar çalıştım. Bana bir dirhem ücret ver." Ben bir dirhem vermekten sakındım. O benden yüz çevirdi ve gitti. Ben yarım dirhem miktarınca toprağın bir köşesine tohum ektim. O ekin bereketlendi. Bir gün o işçi yanıma geldi. Benden alacağını istedi. Ben yarım dirhemle ektiğim ekinden elde ettiğim kar olan onsekiz bin dirhemi kendisine verdim ve bu işi sadece senin rızayetin için yaptım. Bu yüzden bizi kurtar."

Böylece taşın diğer bir bölümü de kenara çekildi.

Üçüncü şahıs ise şöyle dedi: "Ey Allah'ım! Bir gece anne ve babam yatıyorlardı. Onlar için bir tas süt götürdüm. Tası yere koyduğum takdirde uyanacaklarından korktum. Ayrıca onları bizzat uyandırmaktan da sakındım. Her ikisi kendi iradeleriyle uyanıncaya kadar o tası elimde tuttum. Ben bu sıkıntıyı sadece senin için çektim. Bu yüzden bizi kurtar."
Böylece taşın diğer bir bölümü de kenara çekildi ve her üçü de esenlik içinde o mağaradan kurtuldular."

Adı Sanı Olmayan Siyah Bir Kölenin Duası

Rivayet edildiği üzere İsrail oğulları yedi yıl şiddetli bir kıtlığa duçar oldu. Yetmiş bin kişi yağmur dilemek için çöle döküldüler. Böylece dualarının bereketiyle kendilerine yağmurun yağmasını arzuladılar. Hz. Musa'ya şöyle hitap edildi:
"Ey Musa! Onlara de ki: "Günahlarınız size gölge etmişken ve batınınız pislik içindeyken, nasıl olur da duanıza icabet ederim. Beni yakin etmediğiniz halde çağırıyor ve benim intikamımdan kendinizi güvende hissediyorsunuz. Adı Burh olan kullarımdan birine müracaat edin. O sizler için dua etsin, ben de icabet edeyim."

Musa Burh'un peşice gitti ama onu bulamadı. Bir gün bir yoldan geçerken, alnında secde izleri ve boynuna bir şey sarmış olan siyah bir köleyi gördü. Musa onun Burh olduğunu sanarak, kendisine selam verdi ve adını sordu. O da; "Benim adım Burh'tur" dedi. Hz. Musa şöyle buyurdu: "Bir süredir seni arıyordum. Yağmur yağsın diye bizim için dua et."

Burh çöle çıktı ve münacat makamında şöyle arzetti: "Kullarından yağmuru esirgemek sana layık değildir. Senin dergahında cimrilik olmaz. Lütfünün eksildiği, rüzgarın sana isyan ettiği, hazinelerinin sona erdiği veya günahkarlara gazabının şiddetlendiği görülmüş müdür?! Sen günahkar kulların yaratılmadan önce de mağfiret eden ve bağışlayan değil miydin?"

Burh, yerinden hareket etmeden, öylesine bir yağmur yağdı ki İsrail oğullarının tümü, suya kandılar.

İmam Seccad'ın (a.s) Kölesinin Duası

Said b. Museyyib, Medine'nin büyük fakihlerinden olup İmam Seccad ve İmam Musa b. Cafer'in güvendiği bir kimseydi. Abdulmelik b. Mervan, suret ve siret güzelliği olan Said'in kızını istemek için bir görücü gönderdi. Said Medine'nin valisine şöyle dedi: "Ben asla kızımı, ülkenin hakimiyle evlendirmeye hazır değilim." Bir gün öğrencilerinden birine şöyle buyurdu: "Neden kaç gündür derse gelmiyorsun?" O şöyle dedi: "Eşim dünyadan göçmüştür. Onu defnetmekle meşgul olduğumdan derse gelemedim." Said şöyle dedi: "Kendin için bir eş seç." O şöyle dedi: "Üstadım! Dünya malından sadece iki dirhemim var." Said b. Museyyib şöyle dedi: "Sen kızımı istiyor musun?" O şöyle cevap verdi: "Üstat, sen biliyorsun." Üstat, kızını o öğrencisine nikahladı.

Said yaklaşık kırk yıl hiç kimsenin evine gitmemişti. Öğrencisi şöyle diyor: "Gurup vakti evimin kapısını çaldılar. Açtığım zaman Said b. Museyyib'in olduğunu gördüm. Kızını bana verdi ve gitti. Ben şöyle dedim: "Kız (dünya malından) senin neyin var?" O şöyle dedi: "Ben Kur'ân hafızıyım." Ben şöyle dedim: "Mehriyen ne olacak?" O şöyle dedi: "Bana bir hadis yeterlidir." Ben de bunun üzerine şöyle dedim: "Kadının cihadı, eşine güzel eşlik etmesidir."

Said b. Museyyib bütün bu zühd, takva, dürüstlük, keramet, temizlik ve ihlasına rağmen şöyle demektedir: "Medine'de kıtlık ve kuraklık baş göstermişti. İnsanlar namaz kılmaya ve dua etmeye koyuldular. Ben de onlarla birlikte oldum. Ama o topluluğu icabete layık görmedim. Sonunda siyah bir köle gördüm. Bir tepenin kenarında başını toprağa dayamış dua ediyordu.

Bunun üzerine duası müstecap oldu ve yağmur yağmaya başladı. Onun ardıca gittim. İmam Zeyn'ül-Abidin'in (a.s) evine girdiğini gördüm ve İmam Seccad'dan onu istedim. İmam şöyle buyurdu: "Bütün kölelerim gelsinler." Köleler gelince, onlar arasında istediğimi göremedim ve şöyle dedim: "Benim istediğim bunlar arasında değildir." Şöyle dediler: "Geriye sadece bir tek ahırın kölesi kalmıştır." İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Onu da getiriniz." Onu getirdikleri zaman, o şahsın olduğunu gördüm. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Ey köle! Seni Said'e bağışladım." Köle şiddetle ağladı ve şöyle dedi: "Said! Beni İmam Zeyn'ül-Abidin'den (a.s) ayırma." Onu çok ağladığını görünce onu terk ettim ve İmam'ın evinden dışarı çıktım. Ben gittikten sonra da sırrı ifşa olduğu için secdeye kapandı. Allah ile görüşmeyi diledi ve o an isteğine ulaştı. İmam bana haber göndererek, o kölenin cenaze merasimine katılmamı istedi!"

Ey hem derdim, hem dermanım olan
Ey hem canım hem cananım olan
Derdim haddini aştı bir derman gönder
Ey dermansız derdimin devası
Ne zamana kadar yüreğim ateştinde yansın
Ey canım! Şu kalbime bir merhamet et
Aşk ateşin bütün vücudumu kapladı
Yaş ve kuru demeden evimi yaktı
Her ne kadar sırrımı gizlediysem de
Bu ağlayan gözlerim ifşa etti.


İmam Hüseyin'in (a.s) Duası

İbn-i Şehriaşub Menakıb adlı kitabında, Şeyh Tusi'nin değerli Tehzib adlı kitabından şöyle rivayet etmektedir: "Bir kadın, Allah'ın evini tavaf etmekle meşgul oldu, bir erkek de onunla aynı sırada tavaf ediyordu. Erkek kötü niyetle o kadına doğru elini uzattı. Eli kadının bedenine deydi, her ikisinin tavafı kesildi. Memurlar, her ikisini de Mekke emirinin yanına götürdüler.

Mekke emiri bu ilginç olay hakkında fetva vermeleri için fakihleri çağırdı. Fakihlerin hepsi de, bu şahsın Ka'benin kenarında büyük bir hıyanet işlediğini, dolayısıyla elinin kesilmesinin gerektiğini söylediler. Birisi de şöyle dedi: "Bu günahkarın eli kesilmeden önce bırakın Hz. Hüseyin'in de (a.s) bu konudaki görüşünü soralım." Hz. Hüseyin'e haber verdiklerinde Ka'be'ye doğru geldi, iki elini duaya kaldırdı, Hak Teala'nın dergahına yalvarıp yakardı. Böylece o adamın elleri (bağlandığı zincirlerden) kurtulmuş oldu. Kendisine, "Onu cezalandıralım mı?" dediler. İmam şöyle buyurdu: "Allah'ın bağışladığı yerde siz ne yapacaksınız?"

Bir Mahkumun Gece Yarısı Duası

Abdullah b. Tahir'in hükümeti döneminde, insanların ve kervanların gelip geçtiği yer olan bazı caddeler güvensiz hale geldi. Emir Abdullah bir grubu bu caddeleri korumakla görevlendirdi. Bu caddelerin birinde, on hırsızı yakalayarak hükümetin merkezine doğru gönderdiler. Onlardan birisi gece yarısı kaçtı. Muhafızların komutanı, Abdullah b. Tahir'in, o şahıstan rüşvet alarak serbest bıraktığını sanacağını düşündü.

Dolayısıyla da onun yerine kendisinin cezalandırılacağını sandı. Kendi geçimini temin etmek için sürekli şehirleri gezerek hallaçlık yapan suçsuz birini yakalayarak ellerini bağlayıp hırsızların arasına kattılar. Böylece sayıları onu bulmuş oldu. Bu on kişiyi Abdullah b. Tahir'in yanına götürdüler. Abdullah b. Tahir, hepsinin zindana atılmasını emretti.

Bir gece memurlar, zindana geldiler, iki kişiyi idam etmek için şehrin dört tarafına götürdüler, hallaçlık yapan şahıs, bu arada şöyle dedi: "Çocuklarım bir şehirde bir üstadın yanında uğraştığımı sanmaktadırlar. Onlar bir zalimin, hiçbir suçum olmadığı halde beni caddeden alıp zindana attığını bilmiyorlar." O gece yarısı iki rekat namaz kıldı. Daha sonra secdeye kapanarak dua etmeye, Allah ile münacatta bulunmaya başladı.
Abdullah b. Tahir, o gece bir rüya gördü ve bu rüyasında dört defa tahtından yere düştüğünü müşahade etti.

Uykudan uyandı, abdest aldı, iki rekat namaz kıldı ve uyudu. Rüyasında dört siyah güçlü yılanın kendisine saldırdığını, tahtını alaşağı ettiğini gördü. Yeniden uyandı, ışık istedi. Saraydaki memurları çağırdı ve şöyle dedi: "Bu gecenin bu vaktinde bir mazlum, Hak Teala'ya dua etmektedir." Bunun üzerine bu şahsı bulmak için zindana girdiler. Hallaçlık yapan kimsenin ilginç bir hal içinde olduğunu görünce onu emirin yanına götürdüler. Olay açığa kavuştuktan sonra, Abdullah b. Tahir, hallaca on bin dinar verilmesini emretti.

Daha sonra da ona şöyle dedi: "Benim senden üç isteğim vardır: Bir; bana hakkını helal et. İki; bu hediyemi kabul et. Üç; herhangi bir hacetin olursa, bu hacetini gidermem için benim yanıma gel." Hallaç şöyle dedi: "Ben üç hacetinden ikisini kabul ediyorum ve o da sana hakkını helal etmek ve de bu hediyeyi kabullenmektir. Ama üçüncü isteği asla kabul edemem. Zira ben ağlayıp yakardığım için senin tahtını alaşağı eden bir dergahı bırakıp da zayıf ve elinden hiçbir şey gelmeyen bir kulun dergahına yönelmem mertliğe sığmaz!"

Ey Rabbim! Ben günahlarımı affetmeni, gelecek zaman hususunda da günahları terk etme hususunda bana başarı vermeni, benim için kulluk ve halisane ibadet ortamını sağlamanı, organlarımı sana ve kullarına hizmet yolunda kullanmanı, kalbimi sana aşk sermayesiyle süslemeni, ruhsal ve fikirsel hastalıklarımı tedavi etmeni ve ahirette de veli kullarının şefaatini ve arkadaşlarını bana nasip etmeni diliyorum. İşte benim arzum budur ey sevgilim ve ey bütün ümidim! Şimdi beni bu arzuma ulaştır. İhsan ve fazlın hakkındaki ümidimi, ümitsizliğe çevirme.

Rivayet edildiği üzere Allah Resulü (s.a.a) ölmek üzere olan birine şöyle buyurdu: "Kendini nasıl buluyorsun?" O şöyle dedi: "Ben günahlarımdan korkuyorum ama Hak Teala'nın rahmetini ümit ediyorum." Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Bu mana her kimin kalbinde toplanırsa, merhamet sahibi olan Allah onu korktuğu şeyden güvende kılar ve ümit ettiği şeyi kendisine inayet buyurur."

Ey Rabbim! Benim senin hakkındaki arzum, yersiz bir arzu değildir. Senin hakkındaki ümidim de delilsiz bir ümit değildir. Sen kendini Kur'ân-ı Kerim'de mağfiret edici, affedici, şükredici, yüce, merhametlilerin en merhametlisi ve ihsan sahibi olarak tanıtmışsın. Ben gerçi günahlarımdan korkuyor ve ürküyorum. Ama bütün bunlara rağmen sana ümit bağlamışım. Eğer Kumeyl duasına tevessül ederek senin yanına geldiysem, kerem lütuf, rahmet ve yüceliğin bu gelişime sebep olmuştur. Ben yakinen biliyorum ki hiçbir fakir bu dergahtan eli boş dönmez ve bu dergaha ümit bağlayan kimsenin ümitleri boşa çıkmaz, hiç kimse bu dergahtan kovulmaz.

Ey Rabbim! Sen, Hür b. Yezid'i o büyük ve eşsiz günahına rağmen ve Firavun'un eşi Asiye'yi iman ettikten sonra, Fuzeyl-i Ayaz'ı tövbe ettikten sonra ve diğer binlerce günahkarı sana ve kerem ve lütfüne ümit gözüyle baktıktan sonra kabul ettin, bağışladın, onlara mükafat verdin. O halde nasıl beni ümitsizce geri çevirebilirsin; oysa ki senin rahmetinden ümidini kesmek Kur'ân-ı Kerim'de küfürle denk görülmüştür?

Rahmet Yağmuru

İmam Sadık (a.s) babasından, o da ceddinden şöyle rivayet etmiştir: "Kufe ehli, Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin (a.s) yanına vardı. Kuraklık ve yağmurun yağmamasından dolayı şikayette bulundu ve şöyle arzettiler: "Bizim için Allah'tan yağmur dile."
Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) İmam Hüseyin'e (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'tan yağmur yağdırmasını dile." İmam Hüseyin (a.s) Hak Teala'ya hamd-ü senada bulundu. Peygambere selam gönderdi ve Hak Teala'nın dergahına şöyle arzetti: "Ey hayırları bağışlayan, bereketleri indiren! Bizlere bol, tatlı ve azametli bir yağmur yağdır ki kullarını zayıflıktan kurtarsın, cansız yerleri diriltsin. Amin Rebb'el-Alemin"

İmam duasını bitirince aniden bol miktarda yağmur yağdı. Öyle ki Kufe etrafından bir kimse gelerek şöyle dedi: "Dereler ve tepeler öylesine bol yağmur suyuyla sulanmıştır ki bu sulardan bazısı, diğer bazısında dalgalanmaktadır."

Ey Allah'ım! Kufe halkını has kulun duasıyla rahmet ve yağmuruyla suvardın. Rahmet ve mağfiret yağmurunu bizlere de yağdır ki günahları ve pislikleri dosyamızdan silsin, günahın ağır yükünden kurtarsın, manevi neşat bitkisini ve kulluk ve ibadet fidanını kendi vücut topraklarımıza eksin. Zira biz de senin keremini ümit ederek bu dergahına geldik ve eşiğinde özür dileyerek secdeye kapandık, ihtiyaç ve dilencilik elimizi sana doğru uzattık. Şüphesiz senin yücelik ve lütfünle, bizi bağışlayacağına yakin etmekteyiz.

Kerem Ümidiyle

Bir genç bir sokaktan geçiyordu. Bir ağacın dalında bir av gördü. Bir ok atarak onu avlamak istedi. Ama ok o bağ sahibinin çocuğunun kalbine saplandı ve onu öldürdü. Bağın etrafında bir grup kimseyi tuttular. Ok atan genç meydana çıkarak şöyle dedi: "Ne olmuş?" Halk şöyle dedi: "Bu genç, bir okçunun okuyla öldürüldü." Adam şöyle dedi: "O oku benim yanıma getiriniz ki görüşümü belirteyim." Oku getirdiklerinde o şöyle dedi: "Eğer görüşümü söylersem bu yakaladıklarınızı bırakacak mısınız?" Oradakiler; "Evet" dediler.

O genç şöyle dedi: "Bir av avlamak isterken bir ok elimden kaçarak bu gencin kalbine saplandı, katil benim, istediğinizi yapınız." Mateme bürünmüş olan baba şöyle dedi: "Ey genç! Hatanı öğrendim; itiraf ve ikrarın ne içindir?" O şöyle dedi: "İtiraf etmemle beni affedeceğini ümit ederek böylesine ikrarda bulundum. O da şöyle dedi: "Seni affettim."
Şimdi de ey yücelerin en yücesi! Biz de yüce kereminle bizi bağışlayacağını ümit ederek bütün günahlarımızı ve hatalarımızı itiraf ediyoruz;

günahlarımızı ve aykırılıklarımızı ikrar ediyoruz.
Allah'tan başkasına kulluk acıdır, acı!
Başkasına boyun eğmek acıdır, acı!
O'nun ayrılığında yaşamak zehirdir, zehir!
Vuslatı olmaksızın hayat acıdır, acı!
Aşkından başka hiçbir şeyin tadı yok!
Ruhun bitkinliği acıdır, acı!
Eğer sen olmasaydın ölüm zor olurdu!
Belalarda direnmek acıdır, acı!
Günahtan bugün burada tövbe et!
Utancın açığa çıkması acıdır, acı!
Bir an olsun hakka itaatten ayrılma
Batıllara kulluk acıdır, acı!
Elinden geldikçe Feyz'e yardım et
Senin yolunda acizlik acıdır, acı!

"Ey çabuk razı olan! Duadan başka bir şeye sahip (olmayan beni) bağışla. Muhakkak ki sen, her istediğini yaparsın. Ey ismi deva, zikri şifa ve itaati zenginlik olan! Sermayesi ümit ve silahı ağlamak olana! ( bana) merhamet eyle.
Ey nimetleri kamil ve bol olan! Ey zorlukları defeden! Ey karanlıklarda dehşete kapılanların nuru! Ey öğretilmeden bilen! Muhammed'e ve Al-i Muhammed'e rahmet et ve bana da sana yakıştığı şekilde muamelede bulun. Allah'ın rahmeti, Peygamber'ine ve O'nun soyundan gelen mübarek İmamlara olsun ve Allah'ın sonsuz selamı onların üzerine olsun."


Melekuti Hakikatler ve Arşi İncelikler

Hak Teala'nın, günah sebebiyle gazabına uğramış, dergahından kovulmuş, şimdi de tövbe ederek, yalvarıp yakararak ve duada bulunarak kapısına varmış kulundan rızayetinin hızlı ve süratli oluşu, mevlanın sonsuz rahmeti, Allah'ın şefkat ve lütfü ve Hak Teala'nın mübarek vücudunun muhabbet ve yüceliği sebebiyledir. Bu yüzden gece gündüz günaha bulaşmış, bir an olsun hatadan uzak kalmamış bir kulunu, tövbe, geri dönüş ve pişmanlık esasınca bağışlamakta ve bütün günahlarını affetmektedir. Tövbe ve duadan ibaret olan az amelini kendi inayetiyle kabul buyurmaktadır.

Bu yüzden Müminlerin Emiri Ali (a.s) "Ya seriy'ur-rıza" (Ey hızlı bir şekilde razı olan) diye melekuti cümlesini buyurduktan sonra şöyle arzetmektedir: "Duadan başka hiçbir şeye malik olmayan kulunu bağışla. Zira dua ve gerçek bir yalvarıp yakarma, fakirliğe, yoksulluğa, zillete ve çaresizliğe delalet etmektedir.

Dua eden kimsenin, mağfiretine sebep olacak hiçbir itaat, ibadet ve hayratı yoktur. Ne kara, ne de zarara sahip değildir. Menfaat elde edecek veya zararı defedecek bir kudreti de yoktur. Dolayısıyla şimdi yalvarıp yakararak ve dua ederek, senin dergahına gelmiştir. Sadece senin verdiğin başarıyı ve lütfü dilemektedir. Hakikatte bu dua ve yalvarıp yakarmak da senin rahmet ve inayetinin bir parçasıdır. Eğer bu cazibe ve çekiş olmasaydı, asla dua edemez, kalp ve ruhu münacat haletine bürünemez, gözlerinden bir damla yaş akmazdı.

Elbette böylesine bir kul, senin mağfiret, acıma ve muhabbetine layıktır. Dolayısıyla bu kul, yalvarıp yakararak ve dua ederek senin huzuruna şöyle arzetmelidir: "Yüce kimse, fakir kimseden ne getirdiğini sormaz. Aksine lütuf ve muhabbet üzere ondan ne istediğini sorar. Bu kul da şöyle söylemelidir: "Ey Allah'ım! Sen, "kim bir adım bana doğru gelirse, ben ona doğru on adım giderim" buyurmuşsun.

Ey merhametli mevlam! Öylesine bir çaresiz, mustarip ve bitkinim ki ayaklarımda takat kalmadı, sana doğru bir adım atacak gücüm yok. Bu bir adımı da bu fakire doğru sen at ki nefsani isteklerin esaretinden, nefsin zindanından ve şeytanın el ve ayağıma vurduğu zincirlerden kurtulayım. Rahmet ve mağfiretinin fezasında uçayım.

Ey yücelerin en yücesi! Söylenildiğine göre aşık ve arif kulun, Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) Selman'ın kefenine şunu yazmıştır: "İyilikler ve selim bir kalp azığı olmaksızın kerimin yanına vardım.

Kerim birinin yanına varınca azık yüklenmek her şeyin en çirkinidir."
Ey Allah'ım! Ben eli boş ve yoksul biriyim. Şimdi senin huzuruna vardım. Sana layık olacak hiçbir şeyi huzuruna getirmedim. Bu muhtaç dilenciyi, yücelik hazinenden öylesine bir sevindir ki günahları bağışlansın, bedeni cehennem ateşine haram kılınsın, cennete doğru yolu açılsın, dünya ve ahiret saadetini elde etsin, senin rızayetinin zirvesine ulaşsın.

Ey mübarek varlık! Sen neyi istersen, hikmet, maslahat, adalet, şefkat, merhamet üzere yaparsın. Yaptığın şeyler hususunda hiç kimse seni sorgu suale çekemez.
Senin adın, derdimizin devasıdır. Hakikat ehlinin, aşk ve muhabbet mesleği saliklerinin marifet vadisi ariflerinin bir takım sözleri vardır. Onlardan bir grubu şöyle diyor: "Bu addan maksat, belki de yazılı lafızlardır. Elbette ki birçok etkilere ve hususiyetlere sahiptir. Bu etkilerden biri de şudur ki dua eden kimse, sevdiğini bu özgün isimlerle çağırırsa, sevgili olan kimse, sevgilisinin kendi güzel adıyla çağırdığını görünce ona hemen cevap verir.

"En güzel isimler Allah'ındır, O'na o isimlerle dua edin."
Muhtaç kul, Allah'ın dergahına doğru el açıp, Allah'ın inayetine mazhar olacağını ümit ederek, acı dolu bir kalp, temiz bir dille gizli ve açıkta, topluluk arasında ve yalnızlık halinde, "Ya Allah! Ya Rahman! Ya Kerim! Ya Rab! Ya Erhemerrahimin" derse, Hak Teala gibi kerim ve yüce bir varlığın ona cevap vermemesi imkansızdır."

Rivayetler şöyle diyor: "Hak Teala'nın isimlerinden maksat; masum imam, kamil veli ve kapsamlı insandır. O da isimlerin mefhumu, cilvegahı ve tam mazharıdır. Dertli bir kimse, fikirsel, ruhsal bir derde veya batıni bir hastalığa yakalandığı zaman, ona tevessül ettiği durumda mutlaka iyileşir.
Evet, kamil bir insana tevessül edilince, bütün hidayet ve saadet kapıları yüzüne açılır. Böylece şirk, küfür, nifak, ahlaki ve ameli hastalıkların tümünden kurtulmuş olur. Kamil insan, Hak Teala'nın ismi a'zamıdır. Değirmen taşına oranla, değirmen taşının ortasındaki mil gibidir. Nitekim Veliyyullah'il A'zam, Hz. Hüccet b. Hasan hakkında şöyle rivayet edilmiştir: "Onun bekasıyla dünya baki kalır. Yaratıklar onun bereketiyle rızıklanır ve onun vücuduyla yeryüzü ve gökyüzü sabit kalır."

Velhasıl; aşık kimse, maşukun ismini ve maşukun vücudu olan ismin müsemmasını bilir. Bu isme tevessül ederek, Hak Teala'nın huzuruna varır, maşukun muhabbet ve lütuf nazarıyla dertlerini tedavi eder. Bu dünyada maşukun adını söylemekten veya ismini işitmekten daha lezzetli bir şey tanımaz.
Rivayette de yer aldığı üzere, Hz. İbrahim Halil (a.s) birçok koyuna sahipti. Meleklerden bir kısmı, Halil'in, Hz. Hakka duyduğu dostluk ve muhabbetin, elindeki servete karşı duyduğu dostlukla ilgisi olduğunu sanmıştı. Merhametli olan Allah, Cebrail'i onları uyandırmak için görevlendirdi. Böylece Cebrail bir tepenin üzerine çıktı ve şöyle seslendi: "Subbuhun, kuddusun, rabb'ul melaiketi ve'r-ruh" Hz. Halil sevgilinin adını duyunca ıstıraba büründü, hal diliyle şöyle dedi:

Bu çalgıcı neredendir ki dostumun adını söyledi?

Dostun mesajı üzerine ona kadeh ve elbise vereyim.
Böylece bu sesin ardıca tepeye doğru koştu. Ama orada kimseyi göremedi ve şöyle dedi: "Ey güzel dilli konuşmacı! Eğer bir defa daha sevdiğimin ismini söyleyecek olursan, koyunlarımın yarısını sana bağışlarım." Cebrail, Hak Teala'nın adını yeniden yüksek sesle söyledi. Hz. Halil, iştiyakın şiddetinden kendinden geçti, normal haline kavuşunca şöyle feryat etti: "Bir defa daha sevdiğimin adını anacak olursan, bütün koyunlarımı sana veririm." Cebrail yeniden Hak Teala'nın adını söyledi. Hz. Halil feryat ederek şöyle dedi: "Artık hiçbir şeyim yoktur ki O'nun adına feda edeyim. O halde gel ve vücuduma malik ol."

Ey sevgili! Tek sermayesi ümit, silahı ağlamak olan kuluna merhamet et ta ki senin rahmetin vesilesiyle her türlü fakirlikten kurtulsun; senin adın derdine deva olsun; seni anmak derdine şifa olsun; itaat ve şefaatin onun zenginliğine sebep olsun. Ya Allah! Ya Rab! Ya Kerim! Ya Habib! Ya Enis! Ya Munis! Ya Ekrem'el-Ekremin! Ya Erhem'er-Rahimin! Ya Sabiğ'en-Niam! Ya Dafien Niqam! Ya Nur'ul Mustevhişine fi'z-Zulem! Ya Alimen la Yuallem! Salli ala Muhammed'in ve Âl-i Muhammed!
Kumeyl Duasının Şerhinin Sonu
Hakkı Söyleyen İmam Sadık'ın (a.s)
Şehadet Gününe Rastlayan 25 Şevval
H. Ş. 10/10/1381


Kaynaklar

1. İhtisas, Şeyh Mufid, Kongre-i Şeyh Mufid Kum 1413 H. K.
2. Erbein, Şeyh Behai
3. İrşad, Şeyh Mufid, Kongre-i Şeyh Mufid, Kum 1413. H. K.
4. İstibsar, Şeyh Tusi, Dar'ul Kutub'il İslamiyye, Tahran, 1390. H. K.
5. Esrar'ul Ayat, Sadr'ul Müteellihin
6. Esfar, Sadr'ul Müteellihin
7. İslam ve Hey'et, Seyyid Hibetuddin Şehristani
8. Ufuk-i Daniş, Tercüme-i Makalat-i Harici
9. İkbal'ul A'mal, Seyyid b. Tavus, Dar'ul Kutub'il İslamiyye, Tahran, 1367, H. K.
10. es-Sittin'ul Cami'
11. el-Mizan, Allame Tabatabai
12. İlahi Name, Attar Nişaburi
13. Emali, Şeyh Saduk, Kitabhane-i İslamiyye, 1362
14. Emali, Şeyh Tusi, Dar'us-Sakafe, Kum, 1414, H. K.
15. Emali, Şeyh Mufid, Kongre-i Şeyh Mufid, Kum, 1413, H. K.
16. İncil i Bernaba
17. Enis'ul Leyl, Ayetullah Şeyh Muhammed Rıza Kelbasi, Ruh Sevvom"
18. Bihar'ul Envar, Allame Meclisi, el-Vefa, Beyrut, 1404, H. K.
19. Behr'ul Hakaik, Tefsir-i Sure-i Yusuf
20. Behr'ul Mearif, Molla Abdussamed Hamedani
21. Beled'ul Emin, İbrahim b. Ali Amuli Kef'ami, taş baskı
22. Bustan, Sa'di-yi Şirazi
23. Tuhef'ul Ukul, Hasan b. Şube-i Herani, Camia-i Muderrisin, Kum, 1403, H. K.
24. Tezkire, İbn-i Cevzi
25. Tezkiret'ul Evliya, Attar Nişaburi
26. Tefsir-i Ebu'l Futuh, Ebu'l Futuh-i Razi
27. Tefsir-i Burhan, Seyyid Haşim Behrani
28. Tefsir-i Ruh'ul Beyan, İsmail Hakkı Burusevi
29. Tefsir-i Safi, Feyz-i Kaşani, el-A'lemi, Beyrut
30. Tefsir-i Ayyaşi, Ayyaşi, Mektebet'ul İlmiyyet'ul İslamiyye
31. Tefsir-i Fatihat'ul Kitab, Feyz-i Kaşani'nin asrındaki alimlerinden biri, Encumen-i Hikmet ve Felsefe-i İran
32. Tefsir-i Kummi, Ali b. İbrahim Kummi, A'lemi, Beyrut
33. Tefsir-i Keşf'ul Esrar, Meybodi
34. Tefsir-i Moin, Huveyda
35. Tefsir-i Numune, Mekarim Şirazi, Dar'ul Kutub'il İslamiyye
36. Tefsir-i Nur'us-Sakaleyn, Huveyzi, İsmailiyan
37. Tefsir-i Nişaburi, Nişaburi
38. Tevhit, Şeyh Seduk, Hayderi "Evvel"
39. Tevrat
40. Tehzib, Şeyh Tusi, Dar'ul Kutub'il İslamiyye, Tahran, 1365
41. Sevab'ul A'mal, Şeyh Seduk, Şerif Rezi, Kum, 1364
42. Cami'ul Ehadis-i Şia, Ayetullah Burucerdi
43. Cami'ul Ahbar, Tacuddin Şueyri, Rezi, Kum, 1363
44. Hikmet-i Mütealiye, Sadr'ul Müteellihin
45. Danisteniha-yi Cehan-i İlm, Tercüme-i Ahmed-i Aram
46. Deevat, Kutbuddin-i, Ravendi, Medrese-i İmam Mehdi (a. f), Kum, 1407, H. K.
47. Divan-i Esrar, Hacı Molla Hadi Sebzevari
48. Divan-i Eş'ar, İlahi Kumşei
49. Divan-i Eş'ar, Senayi Gaznevi
50. Divan-i Eş'ar, Attar Nişaburi
51. Divan-i Eş'ar, Hatıf-i İsfahani
52. Divan-i Hafız
53. Divan-i Sadi Şirazi
54. Divan-i Şems, Mevlevi
55. Divan-i Feyz-i Kaşani
56. Divan-i Huma-yi Şirazi
57. Rebi'ul Asar, Ayetullah Hac Şeyh Ali Ekber Burhan
58. Rical-i Keşşi, Muhammed b. Ömer Keşi, Danişgah-i Meşhed, 1348
59. Resail, Seyyid Murteza, Seyyid'uş-Şuheda (Evvel)
60. Revzet'ul Muttekin, Muhammed Taki Meclisi
61. Revzet'ul Muznibin, Ahmed Cam
62. Revzet'ul Vaizin, Muhammed b. Hasan Fettal Nişaburi, Rezi, Kum
63. Zad'ul Miad, Allame Meclisi
64. Zebur
65. Ziynet'ul Mecalis, Kazi Nurullah Şuşteri
66. Sefinet'ul Bihar, Hac Şeyh Abbas Kumi
67. Şafi, Feyz-i Kaşani
68. Şerh-i Sahife, Seyyid Nimetullah Cezairi
69. Safi, Feyz-i Kaşani
70. Sahife-i Seccadiye
71. İddet'ud-Dai, İbn-i Fehd-i Hilli, Dar'ul Kutub'il İslamiyye, 1407, H. K.
72. Arşiyye, Sadr'ul Müteellihin
73. İlel'uş-Şerayi', Şeyh Seduk, Mektebet'ud-Daveri, Kum
74. İlm'ul Ahlak, Doktor Mehdi Bamdad
75. İlm'ul Yakin, Feyz-i Kaşani
76. Availi'l Lei, İbn-i Ebi Cumhur İhsai, Seyyid'uş-Şuheda, Kum, 1405, H. K.
77. Uyun-u Ahbar'ir-Rıza, Şeyh Seduk, Cihan, 1378
78. Gurer'ul Hikem, Abdulvahid b. Muhammed Temimi Amidi, Defter-i Tebligat, Kum, 1366
79. Ferhad ve Şirin, Vahşi Bafuki
80. Kasas'ul Enbiya, Sa'lebi
81. Kalb-i Selim, Şehit Destgayb
82. Kafi, Sıket'ul İslam Kuleyni, Dar'ul Kutub'il İslamiyye, Tahran, 1365
83. Keşf'ul Esrar, Meybodi
84. Kelimetullah, Seyyid Hasan Şirazi
85. Kenz'ul Ummal, Ali Muttaki Hindi, et-Turas'ul İslami, Beyrut, 1389, H. K.
86. Gozeşte ve Ayende-i Cihan, Biazar-i Şirazi, Bi'set, "sevvom"
87. Gozide-i Heft Ureng, Cami
88. Gunahan-i Kebir, Şehid Destgayb
89. Mesnevi-yi Manevi, Mevlevi
90. Mecalis'ul Muminin, Kazi Nurullah Şuşteri
91. Mecma'ul Beyan, Tabersi, Dar'ul İhya'it-Turas'il Arebi, Beyrut
92. Mecmua-i Verram, Verram b. Ebi Feras, Mektebet'ul Fakih, Kum
93. Mehaccet'ul Beyza, Feyz-i Kaşani, Defter-i İntişarat-i İslami
94. Medaric'ul Kuds, Gazali
95. Müstedrekat'ül-İlm'ir-Rical, Hac Şeyh Ali Namazi Şahrudi, Haydariyye, Tahran
96. Müstedrek'ül-Vesail, Muhaddis Nuri, Al-i Beyt, Kum, 1408
97. Mişkat'ul Envar, Ebu'l Fazl Ali Tebersi, Hayderiye, Necef, 1385, H. K.
98. Misbah, İbrahim b. Ali Amuli Kefe'mi, Rezi, Kum, 1405 H. K.
99. Misbah'uş-Şeriat, İmam Sadık, el-A'lemi'li'l Metbuat, 1400, H. K.
100. Meani'l Ahbar, Şeyh Seduk, Camia-i Muderrisin Kum, 1361
101. Mefatih'ul Gayb, Sedr'ul Muteellihin, Handeniha "Evvel"
102. Muknia, Şeyh Mufid, Kongre-i Şeyh Mufid, Kum, 1413, H. K.
103. Mekarim'ul Ahlak, Reziyyuddin Hasan b. Fazl Tebersi, Şerif Razi, Kum
104. Menazil'ul Ahire, Hac Şeyh Abbas Kummi
105. Menakıb-u Al-i Ebi Talib, İbn-i Şehraşub, Matbaat'ul İlmiyye, Kum
106. Mantık'et-Tayr, Attar Nişaburi
107. Men La Yehzuruh'ul Fakih, Şeyh Seduk, Camia-u Muderrisin, Kum, 1413 H. K.
108. Menhec'us-Sadıkin, Molla Fethullah Kaşani
109. Mevaiz'ul Adediyye, Meşkini
110. Mizan'ul Hikmet (mütercim), Muhamemd Rey Şehri, Dar'ul Hadis, Dovvom, 1379
111. Nişaneha-yi ez u, Seyyid Rıza Sadr, Bi'set, Evvel
112. Nefehat'ul Leyl, Ayetullah Şeyh Muhammed Rıza Kelbasi
113. Nehc'ül-Belağa
114. Niyayeş-i Huseyin der Biyaban-i Arefat, Allame Caferi
115. Vafi, Feyz-i Kaşani
116. Vesail'uş-Şia, Şeyh Hurr-i Amuli, Al'ul Beyr, Kum,



Dipnotlar

-----------
- Al-i İmran, 191
- A'raf, 14
- Müstedrek'ül-Vesail, c. 5, s. 220, 31. Bab, 5738. hadis; Bu konuda çok çeşitli rivayetler şu kitaplarda yer almıştır: "Kafi, c. 2, s. 520, Bab-u Men Kale Ya Rabbi; Vesail'uş-Şia, c. 7, s. 285, 32. Bab; Müstedrek'ül-Vesail, c. 5, s. 219, 31. Bab ve Bihar'ul- Envar, c. 90, s. 233, 12. Bab ve…
- Gurer'ul- Hikem, s. 153, la yenfe'u kovlun bi gayril amel, 2838. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4050, el-Amel, 14260. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 151, 2777. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 405, en-Nehl, 14264. hadis
- Müstedrek'ül-Vesail, c. 1, s. 130, 19. Bab, 177. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4060, el-Amel, 14292. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 155, el-İhlas fi'l- Amel ve Asarih, 2899. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 78, s. 208, 23. Bab, 72. hadis
- Kenz'ul- Ummal, 43639 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4066, el-Amel (1), 1422. hadis
- Mişkat'ul- Envar, s. 55, el-Fesl-u Hamis-u Aşer ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4064, el-Amel (1), 14326. hadis
- Tuhef'ul- Ukul, s. 91 ve Bihar'ul- Envar, c. 74, s. 241, 9. Bab, 1. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 74, s. 88, 4. Bab ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4066, el-Amel, 14333. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 155, 2913. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4066. el-Amel, 14335. hadis
- Kafi, c. 3, s. 266, Bab-u Fezl'is-Salat, 11. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4070, e-Amel, 14350. hadis
- Mecmue-i Verram, c. 2, s. 86 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 9, s. 4070, el-Emel, 14351. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 71, s. 666, 10. Bab, 32. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 431, Zemm-u Karin'is-Su', 9716. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 71, s. 198, 14. Bab
- Tuhef'ul- Ukul, s. 316
- Gurer'ul- Hikem, s. 430, Sahib'ul- Hukema ve'l- Ulema, 9789. hadis
- Mizan'ul- Hikmet, c. 3, s. 1124, el-Heram, 13660. hadis
- Mecmua-i Verram, 1, 61, Bab'ul- İtab ve Mizan'ul- Hikmet, c. 3, s. 1124, el-Heram, 13661. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 100, s. 12, 1. Bab, 52. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 3, s. 1124, el-Heram, 13663. hadis
- Emali'et-Tusi, 680, Meclis, 37, 1447. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 68, s. 394, 92. Bab, 63. hadisin açıklamasında
- Kafi, c. 2, s. 321, Bab-u Su'il- Hulk, 1. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 63, s. 338, 5. Bab, 35. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 360, el-Fesl'ur-Rabi, el-Bitne ve Asaruha, 8168
- Gurer'ul- Hikem, s. 361, el-Fesl'ur-Rabi, el-Bitne ve asaruha, 8178
- Müstedrek'ül-Vesail, c. 16, s. 211, 1. Bab, 19627. hadis
- Mizan'ul- Hikmet, c. 13, s. 6550, en-Nevm, 20917. hadis
- el-Hisal, c. 1, s. 28, 99. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 13, s. 6550, en-Nevm, 20915. hadis
- Gurer'ul- Hikem, s. 159, 3030. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 13, s. 6550, en-Nevm, 20924. hadis
- Divan-i Feyz-i Kaşani, c. 2, s. 1186, 860. gazel
- Kafi, c. 2, s. 83, Bab'ul- İbadet, 3. hadis
- Kenz'ul- Ummal, 43614 ve Mizan'ul- Hikmet, c. 7, s. 3412, el-İbadet, 11608. hadis
- Müstedrek'ül-Vesail, c. 9, s. 19, Bab-u İstihbab'is-Samt, 10085. hadis
- Müstedrek'ül-Vesail, c. 11, s. 258, Bab-u Vücub-i Taatillah, 12928. hadis
- Bihar'ul- Envar, c. 67, s. 16, 43. Bab, 8. hadis
- Emali'et-Tusi, s. 481, 1051. hadis ve Mizan'ul- Hikmet, c. 3, s. 1318, el-Hacet, 4461. hadis
- Kafi, c. 2, s. 192, Bab-u Kaza-i Hacet'il- Mumin, 1. hadis
- Vesail'uş-Şia, c. 16, s. 359, Bab-u İstihbab-i Kaza-i Hacet'il- Mumin, 21758. hadis
- Mizan'ul- Hikmet, c. 2, s. 952, el-Muhabbet (2), 3126. hadis
- Kafi, c. 2, s. 199, Bab-u Se'a fi Hacet'il- Mumin, 10. hadis
- el-Mizan, c. 19, s. 140
- Tuhef'ul- Ukul, s. 20
- Bakara, 23
- İsra, 88
- Hucurat, 13
- Nefahat'ul- Leyl, s. 230
- Nefehat'ul- Leyl, s. 232
- Mehaccet'ul- Beyza, c. 6 s. 190, Kitab-u Afat'il- Lisan
- Bakara, 83
- Fussilet, 33
- En'am, 152
- Şuara, 84
- İsra, 23
- Taha, 43
- Bakara, 136
- Nisa, 9
- Nisa, 5
- Nisa, 63
- Kafi, c. 5, s. 28, Bab-u Vasiyyet'u Resulillah, 4. hadis
- Bakara, 186
- Gafir, 60
- Nur'us-Sekaleyn, c. 3, s. 249
- Enis'ul- Leyl, s. 453
- Kafi, c. 5, s. 9, Bab-u Cihad'ir- Recul ve'l- Mer'e, 1. hadis
- Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s. 51
- Yusuf, 87
- Bihar'ul- Envar, c. 44, s. 187, 25. Bab, 16. hadis
- Revzet'ul- Muznibin, s. 170
- Divan-i Feyz-i Kaşani, 219. gazel
- Enis'ul- Leyl, s. 530
- A'raf, 180
- Ya Allah! Ya Rabbi! Ya Rabbi! Ya Kerim! Ya Habib! Ya Enis! Ya Munis! Ya Ekrem'el-Ekremin! Ya Erhem'er-Rahimin! Ey nimetleri tamamlayıp yayan! Ey zorlukları defeden! Ey karanlıklarda dehşete kapılanların nuru! Ey öğretilmeden bilen! Muhammed'e ve Al-i Muhammed'e rahmet et.


17