Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT

Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT0%

Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Yazar:
Grup: GENEL KİTAPLAR
Sayfalar: 0

Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT

Yazar: Hüseyin ENSARİYAN
Grup:

Sayfalar: 0
Gözlemler: 1336
İndir: 80

Açıklamalar:

Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT
  • Arю Misafirleri:EHL-Э BEYT

  • EHL-Э BEYT'ЭN ЮAHSЭYETЭ

  • Tathir Ayeti

  • Hadislerde, Ehl-i Beyt'i Tanэmanэn Gerekliliрi

  • Эnsanlarэn En iyisi

  • EHL-i BEYT'ЭN VARLIРININ HAKЭKATЭ

  • Kalem

  • Ehl-i Beyt ve Юia

  • EHL-Э BEYTЭN VARLIK MERTEBELERЭ

  • EHL-Э BEYTЭN VARLIРININ KAPASЭTESЭ

  • ALLAH'A KULLUKTA EHL-Э BEYT

  • Ehl-i Beyt ve Kulluk Aюkэ

  • EHL-Э BEYT HAKЭKATLERЭN KAMЭL CЭLVESЭDЭR

  • KURTULUЮ GEMЭSЭ EHL-Э BEYT

  • EHL-Э BEYT "DOРRU YOL"DUR

  • EHL-Э BEYT VE ЭLAHЭ HЭLAFET MAKAMI

  • Gerзek Halifeler ve Feyz Vasэtalarэ

  • HZ.PEYGAMBER'ЭN (S.A.A) HALЭFELERЭ: EHL-ЭBEYT

  • Resulullah'эn (s.a.a) Halifeleri, Onun Vasэflarэna Sahiptir.

  • EHL-Э BEYT VE RIZA MAKAMI

  • EHL-Э BEYT VE ЭSMET MAKAMI

  • Ehl-i Beyt Bьtьn Boyutlarda Masumdur

  • Юahid Gafil Deрildir

  • Allah Katэnda Sevilmenin Цlзьsь

  • Rahmet Madeni

  • EHL-Э BEYT YERЭN VE GЦРЬN SUTUNLARIDIR

  • EHL-Э BEYT KEMAL VE OLGUNLAЮMA VASITASIDIR

  • SEMAVЭ KЭTAPLARDA EHL-Э BEYT

  • TEVRAT VE INCЭL'DE EHL-Э BEYT

  • idris'in Kitabэ

  • ZEBUR'DA EHL-Э BEYT

  • ATTAR NЭЮABURЭ

  • EBU'L-KASIM KUЮAYRЭ

  • MUSTEMLЭ BUHARЭ

  • Ehl-i Beyt'in Sirlarэ ve Onlarэn Bazэ Цzellikleri

  • Bьyьk Bir Kiюinin зocuрuna Цzel bir Saygэ

  • Meюakkate Sabretmesi ve Ьmmetin Yьkьnь Taюэmasэ

  • EMЭRULMЬMЭNЭN ALЭNЭN (A.S) AHLAKINDAN PARLAK ЦRNEKLER

  • ЮEFKAЭN ZЭRVESЭ VE DЭРERLERЭNЭ SEVMEK

  • Bьtьn Sayрэnlэklarэn Timsali

  • Kur'an-i Kerim ile ьnsiyet

  • ЭMAM HASAN MьCTEBA'NIN (A.S) AHLAKI

  • Eюsiz Baрэю

  • ЭMAM ZEYNULABЭDЭNЭN (A.S) AHLAKI

  • Toplu Halde Dua

  • ЭMAM MUSA KAZIM'IN (A.S) AHLAKI

  • Mazlumu Savunmak

  • ЭMAM MEHDi'NIN (A.F) ЗOK BOYUTLU SЭRET VE AHLAKI

  • Beni Hasan ve Hьseyin'e Baрэюla

  • EHL-Э BEYT VE EРЭTЭCЭ ЦРRETЭLER

  • EHL-Э BEYT SEVGЭSЭ

  • Ayetullah Aюtiyani'nin Mukaюefesi

  • Cennetlik Bir Kiюi

  • EHL-Э BEYT'E TEVESSЬL ETMEK

  • Ehl-i Beyt ve Bir Zahitte Эlmi Tecelli

  • EHL-Э BEYT'E AРLAMAK

  • KUR'AN'DA DEРЭЮЭM VE DЦNЬЮЬM

  • 2- Manevi Deрiюim

  • EHL-Э BEYTЭ ZЭYARET ETMEK

  • EHL-Э BEYT VE EHL-Э BEYT NЭMETЭNЭN ЮЬKRЬ

  • Guluv Эmanэ Tehdit Eder

Kitabın 'İçin de ara
  • Başlat
  • Önceki
  • 0 /
  • Sonraki
  • Son
  •  
  • Gözlemler: 1336 / İndir: 80
Boyut Boyut Boyut
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT

Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT

Yazar:
Türkçe
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT


Hüseyin ENSARİYAN
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT
Çeviren:İsmail BENDİDERYA
Cafer BENDİDERYA

ÖNSÖZ
Bismillahirrahmanirrahim

"Arş'ın sahibi "Rahman"ın katında yaratığı her mahlûk değerli ve her varlık kendi yer ve ağırlığınca bir kıymete haizdir.
Bu nedenledir ki, "sıkl" olanın değeri daha fazladır. Yine bu nedenledir ki bilenle bilmeyen bir değildir.
Peygamberle tebasının, inananla inanmayanın, insanlara fayda sağlayanla insanların faydasına muhtaç olanın elbette ki, değer ve konumları O'nun katında aynı değildir.

Yine Rahman'nın buyurduğu Kelam'da mahlûkatın en değerlisi, varlık âleminin başının tacı ve kâinatın efendisi olan Hz. Resul-i Ekrem'dir (s.a.a). O'na ait ve O'ndan olan; yani "sıkl"ında O'ndan ve değerinde de O'na ait bulunan "Ehl-i Beyt'i de mahlûkatın en değerlisi olmakta hak kazanmaktadır.
Yüce Allah'ın Kelamı'nda kendisine imandan sonra Resulü'ne iman şartı buyrulurken Hz. Resulün (s.a.a) konum ve "sık'lının ne denli özel ve erişilmez olduğu vurgulanır. Nitekim "Allah'a ve Resulu'ne itaat" farzdır.

Hz. Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.a) Ehl-i Beyt'ini "kendisinin bir parçası", "Nuh'un gemisi", "can"ı, "cennetin efendileri", "Kevser'in saki"si, hatta "Kevser'in kendisi", "ilim şehrinin kapısı", "sırların anahtarı"... Gibi fevkalede muazzam ve düşündürücü sıfatlarla tanımlar.
Bu tanımlar, tarih boyunca hiçbir peygamber tarafından hiç kimse için kullanılmış değildir.
Evet, her resulün vasisi vardır ve o da resul gibi hak ve hakikat eridir.

Ama fahr-ikâinat ve sunucu-i mahlûkat; bütün resullerin başının tacı olduğu gibi "sıkl"ın bir gereği olarak onun vasisi de vasilerin en mümtazı ve baş tacıdır.Kitaba "Arş Misafirleri" adını biz verdik.

Kitabın orijinal adı "Yeryüzünde Yaşayan Arşlılar'dı. Ancak, yazarın irfani bakış açısı birçok okura ağır gelebileceğinden ve kimi garaz sahipleriningarazını körükleyebileceğinden onlara Rahman'ın Yeryüzü Sakinlerine Gönderdiği "Misafirleri" dedik.
Çünkü onlar bizim gibi topraktan yaratılmış ve ete, kemiğe büründürülmüş olsalar da sırlar deryasında bizlerden farklı "varlık"lardı.
Mahlûkatın arasında yaşayıp bizlerle birlikte bulunmaları ise onların büyüklüğünden, bizim ise küçüklüğümüzden kaynaklanan bir sırdı. "Arşiyan-ı Ferşneşin" tanımlamasında hem azametlerinin, hem konumlarının cok özel oluşuna bir işaret vardır.

Yazarın tamamen irfani bir bakışla değerlendirmeye çalıştığı bu muazzam varlıklar icin bu tür tanımlamaların kullanılması aslında hem idrak kabiliyeti sınırlı bulunan, hem şeri kavrayışlarla irfani hakikatler arasındaki dengeyi kolayca ele geçiremeyen bizim gibi fakirler için bir anlayış kolaylığı amaçlanmaktadır. Yoksa "Resul-i Ekrem'in (s.a.a) canı" ve "Nuh'un gemisi" tabirini bir kitapla anlatmak nasıl mümkün olabilir?

Kitaptaki irfani nitelemelerin tamamında bu zorluğu aşma gayreti vardır. Anlaşılması gerçekten çok hayati, ama cok zor olan "yaradılış hakikati'ni çözmenin, görmenin, onunla bütünleşebilmenin yegâne yolu, bu sırrın en büyük anahtan olan Ehl-i Beyt'i tanımaktır.
Hz. Resul-i Ekrem'i (s.a.a) tanıyabilmek dahi ancak bundan sonra mümkünür. Çünkü o, Rahman'dan sonra sırların en büyüğüdür, onun canı ve onun deryasında seyreden kurtuluş gemisi de elbette ki, bu sırrın sırlarındandır...

İrfan deryasının tadına doyulmayan derinliklerinde boğulmadan bu sırlar incilerini görüp muhteşem mercanlarını seyredebilmek ve eteğini paha biçilmez incilerle doldurarak acziyet sathına hediye götürebilmek için yazılmış, bir kitabı okumaktasınız.
Bu nedenle alelade tanımlar ve tammlamaları bir kenara bırakarak ve elbette ki ancak Kitabullah ve Resulullah'in (s.a.a) seviye ve seniyelerini esas kabul ederek hazmi mümkün konulardır bunlar.

Birçok toplumda olduğu gibi İslam ümmeti arasında da bizzat sahabe devrinden başlayıp günümüze kadar uzanan bir çizgide bu emsalsiz varlıklarla kendisini eş tutma hatası hep süregelmiştir. "Sizden biri", "içinizden biri"... Gibi tabirler bu hataya düşme sebeplerindendir. Oysa güneş de ay gibi, içindeki milyarlarca yıldızdan bazılarının güneşin tam, elli milyon katı büyüklüğünde olduğu galaksiler de, uzaktan bakınca bizler için tıpkı güneş veya ay gibidir.

Ama sadece "gibi"dir.
Umarız bu mumtaz eseri okuduktan sonra bu gerçeği kavrar ve bu hakikat samanyolundaki güneşi tanıyarak kendi konum ve etkinliğimizin de kıymet ve değerini olduğu kadar kaynak ve gücünü de kavramış oluruz.

Bugünün insani için en ihtiyaç duyulan şey olan "özgüven" bununla mümkün olacaktır.
Arş'ın, insan türü için gözler önüne serip takdim ettiği örnekleri tanımanın bizlere kazandıracağı en asgari haslet, bu özgüvenin yanı sıra, onlara, yani, "Arş" a komşuluk gibi müstesna bir konum ve kesin kurtuluştur.


EHL-İ BEYT'İN ŞAHSİYETİ

EHL-İ BEYT'i TANIMA ZARURETİ

Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) son nefesine kadar, "Meveddet Ayeti" gereğince ümmeti onları tanımaya ve emirlerine itaate davet etmiş olduğu Ehl-i Beyt'i tanıma ve izlemenin lüzumu ve onların, Allah'ın Kitabı'yla sahih rivayetlerdeki konum ve mevkilerini öğrenip anlamanın zarureti tartışılmaz olup bu hakikate gereken ilgiyi göstermek dünya ve ahiret saadetini beraberinde getirecek, ona lakayt kal-maksa ebedi felaket ve helake yol açıp insanın bütün amel ve zahmetlerinin boşa gitmesine neden olacaktır.İmam Cafer Sadık (a.s), Mualla b. Hüneys'e şöyle buyurmaktadır:

Ey Mualla! Bir insan Rükün'le makam arasında yüzyıl boyunca Allah'a ibadet eder ve gündüzleri oru£ tutup gecelerini namaz, ibadet ve duayla geçirip ve kaşları gözlerine inecek, boyun kemikleri göğsüne yüksünecek kadar bu hal üzere yaşlanır, ama bizim hakkımız konusunda cahil olup bizim konum ve makamımızı bilmezse hiçbir sevaba erişemeyecektir.

Kur'an ayetleri ve sağlam rivayetlere dayanarak Ehl-i Beyt'i (a.s) tanımak, onlardan uzak kalmaya yol açan batıl hicaplarla perdelerin kalkmasına yarayacak; böylece o büyük zatların varlıklarının; sünnet, yöntem ve kültürlerinin etkisi insanın bütün yaşamını etkileyecektir.
Onların hayat sahnesindeki konumlanın anlaşılıp bireyin bunu yaşamına taşıyabilmesi ve o büyük zatları hayatının bütün boyutlarında kendisine örnek alması, ancak onları hakkıyla tanıyabilmekle mümkündür.

Ehl-i Zikir, Sıddıkiyn, Muhsiniyn, Muttakiyn, Mücahidin, Müminiyn, Sabirin, Ulul'elbab, Sırat, Sebil, Sarullah, Vechullah, Aynullah, Cenbillah, iznillah, Lisanullah, Veliyullah... Gibi Kur'an-ı Mecid'de ve sahih rivayetlerle sağlam islami metinlerde geçen terim ve kavramların gerçek misdakı ve en mükemmel ölçütünün Ehl-i Beyt olduğunu hakkıyla idrak edip anladığımızda, onlara karşı doğru davranma ve saadet bahsedici kültürlerinden gereğince yararlanabilme kapısı bize açılacak;

o zaman onlardan başka gerçek önder, kurtuluş gemisi ve hayat meşalesi tanımayacak; dünya ve ahiretle ilgili sorunlanmızda ve dini şüphe, vesvese ve vehimlerde, Kur'an'ın tabiriyle "İlimde sebata erişenler" olan Ehl-i Beyt'ten başkasına müracaat etmeyecek; aklımızı, ruhumuzu ve kalbimizi onların mutahhar maarifinin şarabıyla doyurabilecek ve:"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin..." Buyruğu gereğince Yüce Rabbimizin hoşnutluğunu kazanabilmek için bütün varlığımızla onların

İzinde yürüyecek, böylece Ehl-i Beyt'i (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) hoşnutluğu hasebiyle Rabbimizin hoşnutluğunu kazanabileceğiz.
Yüce Allah'ı, Kur'an'ı ve varlık âlemini tanımaya vesile olup hakikatlerin görülüp anlaşılmasına, nefsin antılıp temizlenmesine, bireyin içinin terbiye edilip dişinin süslenmesine ve en güzel ahlakla ahlaklanabilmesine neden olan "Ehl-i Beyt'i (a.s) tanıma" olayı, şüphe yok ki insanı cehennem ateşinden kurtarır. Onları gönülden sevip izlerinden yürümek Sırat Köprüsü'nden geçiş ruhsatı olabilecek, imamet ve velayetlerini kabullenmek, insanın azaptan korunmasını sağlayacaktır.

Hanefi mezhebinin seçkin ulemasından Kunduzi'nin gayet sağlam belgelerle aktardığı bir hadiste Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:

Al-i Muhammed'i (Ehl-i Beyt'i -a.s-) tanımak insanı ateşten kurtarır, onları sevmek Sırat'tan geçiş ruhsatıdır, Al-i Muhammed'in velayeti azaptan kurtuluş vesilesidir.

Evet, Kur'an dili ve Sahih Sünnet-i Nebevi yoluyla Ehl-i Beyt'i tanıdığımızda dünya ve ahiret saadetinin kapıları yüzümüze agilacak, ebedi azap ve bedbahtlığın kapılarıysa bize kapanmış olacaktır.

İnsaf ve dikkatleriyle tanınan iki büyük Ehl-i Sünnet âlimi Şeyh Süleyman Kunduzi'yle İbrahim b. Muhammed Cüveyni, Muminler Emiri Hz. Ali'yle (a.s) ondan sonra kiimamlar hakkında Hz. Resulullah'tan (s.a.a) şu hadisi nakleder:

Ya Ali! Ben ilmin şehriyim, sen de bu şehrin kapısısın! Bir şehre ancak kapısından girilir. Beni sevdiğini söyleyip de sana düşmanlık eden kimse, beni sevdiği konusunda yalan söylemektedir. Çünkü sen bendensin, ben de sendenim. Senin etin benim etimden, kanın benim kanımdan, ruhun benim ruhumdan, gizlin ve aşikârın benim gizlin ve aşikârındandır; sen benim ümmetimin imamı ve benden sonra onlara benim halifemsin.

Sana uyan kurtulur, emrinden çıkan helak olur. Seni seven bundan yarar görür, sana düşman olan bundan zarar görür. Senin safında ve sana yardımcı olan kimse kurtulmuş, senden ayrılan helak olmuştur. Senin ve senin neslinden gelecek olan imamların benden sonraki durumu, Nuh'un gemisinin durumuna benzer; ona binen kurtulur, binmeyen boğulur. Siz Ehl-i Beyt'in durumu, yıldızlar gibidir; ne zaman bir yıldız batacak olsa mutlaka bir başka yıldız doğuverir ve kıyamete kadar böyledir bu!

Hak Teâla Hazretleri de kullarını O'nun ipine sımsıkı sarılmaya davet eder ki bu da, "Allah'ın ipi'nin ne olduğunu bilmekle mümkündür:"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a ve Ehl-i Beyt'e -a.s-) sımsıkı sarılın, dağılmayın, bölük pörçük olma-yın."
Bu ayette geçen "Hablullah", yani "Allah'ın ipi" kavramı hakkında Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyuruyor:"Yüce Allah'ın sağlam ipi, Kur'an ve Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'i olup Allah Teâla bunlara sımsıkı sarılmayı emretmiş ve "Hep birlikte Allah'ın ipine, yani Kur'an'a ve Ehl-i Beyt'e sarılın, dağılıp bölük bölük olmayın..." buyurmuştur."

Evet, marifet, bilim ve amelin sonsuz deryası, tüm fazilet ve kemallerin sahibi olan ve varlık âleminde emsalleri bulunmayan bu yüce zatlar, kimini kıyamet cehenneminden korkutmak, kimini iman ve amel şartıyla öbür dünyanın cennetiyle sevindirmek, kimini misalî cennet, kimini aklanı cennet, kimini kutsiyet ve maneviyat semasıyla müjdelemek ve liyakat ehlinin yakin makamına ermesine yardımcı olmak için Yüce Rahman'ın emriyle insanlara imam oldular.

Yüce Allah'ı ve kıyameti hakkıyla tanıyabilmek, manevî anlamları idrak edebilmek, Kur'an'ın gerçek anlamını kavramak, Nebevi sünneti anlamak, kemallerle faziletleri elde edebilmek, dünya ve ahirette saadeti yakalayabilmek, kötülük ve çirkinliklerden uzak kalabilmek, hasenatla donanıp günahlardan âmânda kalabilmek, Hakk'ın rızası ve likaullah makamına varmak,

cehennemden âmânda olup cennete girebilme liyakatini kazanmak, şeytanın vesvese ve hilelerine karşı koyabilme gücüne kavuşmak, günahtan uzak durmanın ve ibadet etmenin tadını alabilmek, takva hakikatini eliyle tutmuşçasına duyup yaşayabilmek ve dürüstlük, doğruluk, namusluluk, insanlık, sadakat ve safa gibi hasletlerle donanabilmek; Ehl-i Beyt'i tanıyıp onların emir ve hükümlerine uygun bir hayat sürdürmekle mümkündür.

Evet, Yüce Allah'ın (c.c) Kitabındaki sarih ayetlerle sahih hadis ve rivayetlerin de ortaya koyduğu üzere Ehl-i Beyt bütün maddî ve manevî bereketlerin menşeidir. Onları tanıyıp izinde yürümeden ve emirlerine uymadan hiçbir berekete kavuşulamayacağı gibi, bütün bereketlerden mahrum da kalınacaktır.

Hanefi ulemasından Şeyh Süleyman Kunduzi'yle İbrahim b. Muhammed Cüveyni, Hz. Ali'den (a.s) nakille Hz. Peygamber Efendimizden (s.a.a) şu hadisi aktarırlar:
Resulullah (s.a.a) bana "Ya Ali! Sana söylediklerimi yaz!" buyurdu. Ben "Ya Resulullah, unuturum diye mi korkuyorsunuz?" diye sorunca "Hayır" buyurdu, "Ben Rabbimden seni bütün hakikatleri hafızasında tutan insan kılmasını istedim.

Yazmanı, ortakların için istiyorum!" Bunun üzerine "Ey Allah Resulü! Benim ortaklarım kimlerdir?" diye sordum, "Senin soyundan gelecek olan imamlardır!" buyurdu ve ekledi: "Onların yüzü suyu hürmetine ümmete yağmur yağar, onların duaları kabul olur, onlar vasitasiyla Rabbim bu ümmetten belayı giderir, onlarin varlığı hürmetine gökten rahmet iner!" Bu sı-rada eliyle (yanımızda duran) Hasan'ı göstererek "Ve bu onların ilkidir" buyurdu ve "Bu da ikincileri!" buyurarak Hüseyin'e işaret etti ve ekledi "Ve Hüseyin'den sonra gelecek olan imamlar!

"Ehl-i Beyt'in" Kıstası ve Anlamı

Zorba iktidarlarla zalim sultan ve padişahların beslediği çömezler konumundaki bazı sözde Âlimler, üç kuruşluk dünyalık edinip şeytanın kesesinden birkaç altın alabilmek için ilmi ve dini konumlarnı kötüye kullanıyor, söz konusu sultanların iktidarını meşru gösterebilmek için elinden geleni yapiyor, bir taraftan yüreklerini yakan haset ve maraz ateşini söndürebilmek, bir taraftan da sultanların gölünü hoş tutabilmek amaciyla Müslümanların yönünü saptırıp yollarını değiştiriyor,

bu gayeyle dini gerçekler ve manevi terimlerin anlamını yanlış yorumlayarak tahrif ediyor, Kur'an ve sünnette hiçbir dayanağı bulunmayan ve hiçbir belgeye dayanmayan yorum ve teviller üretiyor; üstelik bunu da Kur'an ve sünnette onların söyleyip yazdıklarının tam tersi cihette gerçekler olduğunu bilerek yapıyorlardı!

Mezkûr satılmış ulema kılıklı saray çömezlerinin gerçek anlamını saptırmaya calıştığı Kur'anı terim ve gerçeklerden biri de "Ehl-i Beyt" terimidir. Yüce Allah (c.c), Kur'an'da Tathir Ayeti olarak bilinen ünlü ayette Ehl-i Beyt'e hitap eder.
------------------------
1- şura, 23: "Allah'm iman edip iyi işler yapan kullarını müjdelediği budur. Dedi: "Buna karşılık sizden o yakınlarımı (Ehlibeyt'i-mi) sevmekten başka bir mükâfat istemem.' iyilik yapana, yaptığı işteki iyiliğini artırınız. Kuşkusuz, Allah bağışlayandır ve şükrün karşılığını verendir (iyiliklere karşı kadirşinastır, az amele bol mükâfat verendir)."
Sevabul-A'mal ve İkabu'l-A'mal, s, s.455; el-Mehasin, c.1, s.90,
bab: 16, hadis: 40; Biharu'l-Envar, c.27, s.177, bab: 7, hadis: 24.
Al-i İmran, 7.
Al-i İmran, 31.

Yenabiu'l-Meveddde, c.l, s.78, bab: 3, hadis: 16; Feraidu's-
Simtayn, c.2, s.256, bab: 49, hadis: 525.

Heysemi Mecmau'z-Zevaid, c.9, s.l72'de, İbn Hacer Savaiku'i-Muhrika'da ve Taberani'de el-Evasit'te Ehlibeyt'e sevgi ve o mübarek Zatların maneviyatları hakkında çok değerli hadisler nakletmektedir. Ör: "Biz Ehlibeyt'i sevmeyi kendinize vazife bilin. Nitekim bize Ehlibeyt'i severek Allah'ı mülakat eden kimse bizim şefaatimizle cennete girer. Canını elinde tutan Allah'a andolsun ki bizim hakkımızı tanımadıkça hiçbir kulun Ameli kendisine fayda sağlamaz."

Yenabiu'l-Mevedde, c.1, s.95, bab: 4, hadis: 6; Feraidu's-Sımtayn, c.2, s.423; hadis: 517. Camiu'l-Ahbar, s.14, beşinci bölüm. Bu hadis Şeyh Saduk'un el-Emali adlı kitabında s. 269'da, kırk beşine oturumda, 18. hadis olarak geçmiştir; fakat "ilim şehri" yerine "hikmet Şehri" olarak kaydedilmiştir.
Al-i İmran, 103.
Tefsir-i Ayyaşı, c.1, s.194, hadis: 123; Tefsir-i Safî, c.1, s.365; Biharu'l-Envar, c.65, hadis: 233, : bab:24
Yenabiu'l Mevedde, c.1, s.73, bab: 3, hadis: 8; feraidu's Sımtayn, c.2, s.259, bab: 50, hadis: 527 .
---------------------


Tathir Ayeti

Ey Ehl-i Beyt (Sünni ve şia rivayetlerinin tamamında tevafuken Hz. Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin aleyhisselamlar) Allah sizden her nevi günah, kötülük ve çirkinliği gidermeyi ve sizi layık olduğu veçhiyle (bütün günah ve sapmalardan) tertemiz kılmayi irade etmiştir.

Kalpleri mühürlenmiş olan bu cahil ve kör taassuplu adamlar Müslümanların inanç ve düşüncelerini değiştirip saptırabilmek amacıyla, edebiyat kanunları ve Arapça gramerinin kurallarına dikkat etmeme gafleti göstererek yukarıdaki ayetin anlamını saptırmaya kalkışmışlardır. Zira bu ayetteki bütün zamirler "müzekker" olduğu halde, ayetteki zamirlerin Hz. Peygamber'in (s.a.a) eşleri olduğunu söylemiş ve ayetin onlara hitap ettiği iddiasında bulunmuşlardır.

H Zeyd b. Ali b. Hüseyin şöyle buyurmaktadır: "Yüce Allah'ın bu ayette Hz. Peygamber'in (s.a.a) eşlerine hitap ettiğini düşünen bir grup cahil, hiç şüphe yok ki yalan söylemekte ve büyük bir günah işlemektedir. Allah'a andolsun ki Yüce Rabbim bu ayette Resulullah'ın (s.a.a) eşlerine hitap etmiş olsaydı, Arapçanın en temel gramer kuralları gereğince ayette "...enkumu'r-ricse" yerine "...enkunne ricse" ve "...yutehhirekum tethira" ibaresi yerine de "...yutehhirekunne tethira" ibarelerinin geçmesi gerekirdi. Nitekim bundan önceki ve sonraki ibarelerde sadece Hz. Resulullah'in (s.a.a) eşlerine hitap edildiğinden, bütün zamirler müennes, yani kadın eklidir: "minkunne, uzkurne, buyutekunne, teberrecne, lestunne, gerne, eqimne, etine, eti'ne" gibi.

Ehl-i Sünnet'in en büyük hadis kaynaklarından biri olan Sahih-i Müslim'de kayıtlı aşağıdaki rivayet; Emevi ve Abbasi sultanlarının gönlünü hoş tutmak için Tathir Ayeti'nin anlamını saptıran ve Kur'an'da geçen "Ehl-i Beyt'ten maksadım Hz. Resulullah'ın (s.a.a) eşleri olduğunu iddia edecek kadar hakikatleri gizlemeye yeltenen takvasız saray ulemasına verilen en bilimsel cevaptır.

Müslim'in Sahih'inde şöyle kayıtlıdır: "Yezid b. Hayyan, Zeyd b. Erkam'dan rivayetle anlatır: Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) "Sakaleyn" hadisi olarak bildiğimiz "Aramzda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum: Allah'ın Kitab'ı ve benim soyum olan Ehl-i Beyt'im..." hadisini bize okuduğunda "Ya Resulullah, bu ayette geçen Ehl-i Beyt kimdir, sizin eşleriniz mi kastediliyor?" diye sorduk. Hazret "Hayır" buyurdu. "Vallahi kadın hayatının bir kısmını eşiyle birlikte geçirir ve bir süre sonra ondan boşanıp ayrılabilir ve ailesinin yanına dönebilir. Oysa Peygamber-'in Ehl-i Beyt'i, onun soyu, kökü ve nesli demektir, Peygamber'den sonra kendilerine sadakanın haram edilmiş olduğu kimselerdir onlar!"

Bunca açık bir gerçeğe rağmen söz konusu saray uleması bunu saptırmaya kalkışmış ve aralarında Ayşe'nin de olduğu Ümmü'l-Mümininlerle çok sayıda sahabe, tabiin ve Ehl-i Sünnet ulemasının "Ehl-i Beyy'i Hz. Ali, Hz. Fatima, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ve onun soyundan gelen 9 masum imam aleyhisselamlar olarak tanımlanmış olduğunu bildikleri halde kalplerindeki şia düşmanlığı ve hakikat karşısındaki inatları kendilerini saptırmış, nefislerine kulluk edip Emevi ve Abbasi hanedanlarının egemenlerine hoş görünebilmek için Kur'an'ın hakikatlerini örtbas etmekten çekinmemişlerdir.

Rivayetlerde "Ehl-i Beyt" Kavrami

Bizzat Hz. Resulullah Efendimizden (s.a.a) aktarılan cok sayıdaki sahih hadis ve rivayetlerde Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin imam Ali, Hz. Fatima, imam Hasan ve imam Hüseyin aleyhisselamlarla Hz. Hüseyin'in (a.s) soyundan 9 imam olduğu net ifadelerle belirtilmiştir.
Bu hakikati rivayet eden raviler şunlardır:

Ümmü Seleme, Ayşe, Ebu Said Hudri, Ebu Berze Eslemi, Ebul-Hemra, Hilal b. Haris, Ebu Leyla Ensari, Enes b. Malik, Bera b. Azib, Sevban b. Bucdud, Cabir b. Abdullah Ensari, Zeyd b. Erkam, Ebu Seleme Mahzumi'nin kızı Zeyneb, Sad b. Ebu Vakkas, Sabih, Abdullah b. Abbas, Ömer b. Ebi Selme, Hattaboğlu Ömer, Vasıla b. Aska.

Ehl-i Sünnet'in en muteber kaynak kitapları Ehl-i Beyt'in kimler olduğunu işte bu isimler vasıtasıyla aktarıp kaydetmiş, şia da Kur'an'a ve bu ravilerin aktardığı hadis ve rivayetlerle kendi ana kaynaklarında kayıtlı bilgilere bakarak Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) Ehl-i Beyt'ine gönül verip onlan bütün varlığıyla sevmiş, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hak halifeleri ve ümmetin hak imamları olarak onların emirlerine itaati farz bilmiş, onların izinden yürümeyi dünya ve ahiret saadeti telakki edip ebedi kurtuluş saymıştır.

Ehl-i Beyt âşıklarının kalbi güvenini artırıp bu hususta gönüllerini ferahlandıracak birkaç rivayeti aktarmakla yetiniyor, bu konuda gerekenleri yazmaya kalkışmamız halinde bunun elinizdeki kitaba sığmayacağını biliyoruz:

1.Hadis
Avam b. Hevşeb, Temimi'den şöyle rivayet eder: Ayşe bize şöyle anlattı: Hz. Resulullah (s.a.a) bir gün Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin'i çağırıp "Ya Rabbim!" buyurdu. "Bunlar benim Ehl-i Beyt'imdirler! Bunlardan her çeşit günah ve kötülüğü gider ve onları tam anlamıyla temiz kılıp her yönüyle antılmış eyle !'
'
2.Hadis

Cumey b. Umeyr anlahyor:

Annemle birlikte, Resulullah'ın (s.a.a) eşi Ayşe'yi görmeye gitmiştik. Annem ona "Resulullah'ın (s.a.a) Ali'ye karşı sevgisi nasıldı, anlatır mısın?" diye sorunca Ayşe şöyle dedi: 'Ali, erkekler arasında Resulullah'ın (s.a.a) en çok sevdiği insandı. Bir gün ilginç bir olaya şahit oldum, Hz.

Resulullah (s.a.a) Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i Ali'yle birlikte abasının altına alıp "Allah 'ıml Bunlar benim Ehl-i Beytimdir!" buyurdu, "Ya Rabbi! Her nevi günah ve kötülüğü onlardan uzak kıl ve onları tam anlamıyla ve her açıdan arıtılıp temizlenme haline ulaştır!" Bunu görünce ben de ilerleyip başımı hazretin abasının altına almak istedim, ama bana izin vermedi. "Ben sizin Ehl-i Beyt'inizden değil miyim?" diyesordum "Sen hayır üzeresin, sen hayır üzeresin!" diye cevap verdi."

3. Hadis
İsa b. Abdullah b. Malik, Hattaboğlu ömer'in, kendisine şöyle anlattığını söyledi:
Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğuna bizzat şahid oldum:

Ey insanlar! Ben sizin öncünüzüm ve sizler Havuz'un kenarında benim yanıma getirileceksiniz. Sınırları Sena'dan Basra'ya kadar olan bu Havuz'un kenarında, gökteki yıldızlar kadar altın kadehler vardır. Orada bana getirildiğinizde, dünyadayken Sakaleyn'e nasıl davrandığınızı soracağım sizden.
O halde bu iki emanetime karşı nasıl davranacağınıza çok dikkat edin! Bu iki ipin büyüğü, Allah'ın Kitabı'dır, bir ucu Allah'ın, diğer ucu sizin elinizdedir. Ona dört elle sarılın ve değişmeyin. Diğer ipse, daha küçük olanı, benim soyum olan Ehl-i Beyt'imdir. Yüce Rabbim bu ikisinin Kevser Havuzu'nda bana varıncaya kadar asla birbirinden aynlmayacağını haber vermiştir bana!

Hattaboğlu ömer şöyle ekliyor: Ben "Ya Resulullah! Sizin soyunuz olan Ehl-i Beyt'iniz kimlerdir?" diye sordum, şöyle cevap verdi: "Benim Ehl-i Beytim, Ali'yle Fatıma'nın (a.s) çocukları Hasan ve Hüseyin'in soyundan gelecek olan iyiliksever dokuz imamdır; bunlar benim etimden ve benim kanımdan olan soyumdur. "

4. Hadis
Musa b. Abdurrabih şöyle rivayet eder: Babası Ali'nin hayatta olduğu yıllarda, Hüseyin b. Ali'den şunu duydum: "Ceddim Resulullah'tan (s.a.a) şunu duydum: Biliniz ki benim Ehl-i Beyt'im sizin sığınağınız ve güvence vesilenizdir. O halde benim sevgimin hatırına onları sevin ve asla yoldan çıkıp sapmamanız için onlara uyun." Bu sırada "Ya Resulullah, sizin Ehl-i Beyt'iniz kimlerdir?" diye sorulunca "Ali'yle iki torunum ve bunlardan Hüseyin'in soyundan dokuz masum ve emin imamlar!" buyurdu, "Biliniz ki onlar benim soyum ve Ehl-i Beyt'imdirler, benim kanımdan, benim etimdendirler." Buraya kadar aktardığımız hadislerden anlaşılması gereken şey şudur:

On iki İmam şiası, Kur'an ve Sünnete dayanarak Ehl-i Beyt'e uyup onlarin izinden yürümekte, bunu farz bilmekte, onların velayet ve imametini kabul etmektedir; gerçek İslam-'ı onlardan almış olup reddi imkansiz apaçık delillerle senetlere dayanarak şunu ilan etmektedir; İslam mezheplerinin kaynak kitaplarında kayıtlı çok sayıda rivayet ve sahih hadisler gereğince Ehl-i Beyt,

Müminler Emiri Ebutaliboğlu Ali'yle Hz. Fatıma Zehra ve evlatları imam Hasan Mücteba'yla Eba Abdullah Hüseyin ve onun soyundan dokuz masum ve mutahhar imamdan başkası değildir. On iki İmam şiasi; âlim-hoca kılığına bürünerek Emevi ve Abbasi iktidarlarının propagandacılığına soyunup onları meşru göstermeye çalışan ve bu egemenlerin istekleri doğrultusunda Yüce Allah'ın dininin hakikatlerini değiştirmeye yeltenen tahrifçi ve vesveseci satılmış zavallılardan kıyamete kadar beridir ve ne pahasına olursa olsun sevgili Resulullah'ın (s.a.a) mübarek Ehl-i Beyt'ine uymaktan, onların yolunu ve fıkhını izlemekten, onları bütün kalbiyle sevmekten ve onlara reva görülen acılarla musibetlere gözyaşı dökmekten asla vazgeçmeyecektir.


Hadislerde, Ehl-i Beyt'i Tanımanın Gerekliliği

Mantık biliminde söz sahibi herkes; "tanıtılan" bir şey hakkında "Tanıtanın, tanıttığı hakikati gereğince tanıtabilmesi için tanıttığı şeyden daha üstün ve ileri olması gerektiği" görüşünde müttefiktir.

Ehl-i Beyt'in imametini ispatlayıp onların, peygamberlerin ilminin varisleri olup Yüce Allah'tan ilham aldıklarını belirttikten sonra şunu söylemekteyiz: Bu dünyada, Ehl-i Beyt'i gereğince tanıtabilmek için Yüce Allah'tan sonra, bizzat Ehl-i Beyt'in kendisinden başka kim vardır?
Ehli Beyt'in marifet ve kimliği hakkında bilgi sahibi olabilmek için bizzat Ehl-i Beyt'ten başka başvurulabilecek bir merci yoktur. Zira hiç kimse onları, onlardan daha iyi tanıyamaz. Başkalarının onlar hakkında söyleyecekleri hep eksik kalacak, kimse onları onlar kadar mükemmel tanımlayamayacak; bilen de bilmeyen de konuşacağından söylenenlere güven olmayacaktır.

Netice itibariyle Ehl-i Beyt'i en güzel şekilde tanımlayabilecek olan; yine kendisidir. Buraya kadar aktardıklanmız Ehl-i Beyt'i tanımanın ve onların kimlik ve kişiliğine vakıf olmanın bir zaruret ve kurtuluş vesilesi, münezzeh Yaradan'ın rızasını kazanma nedeni, gerçek İslam'ı doğru anlamanın en sağlam yolu ve gerçekte ilahi "Doğru Yol"un bizzat kendisi olduğu gerçeğini gözler önüne sermiş oldu sanırız.

Konunun önem ve hassasiyetine binaen gereğince vurguda bulunup meseleye gereken dikkat ve itinanın gösterilmesini sağlamak amacıyla birkaç hadisi daha aktarmanın yararlı olacağı inancındayız.

Müminler Emiri İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: insanların en saadetli olanı bizim başkalarına karşı ayrıcalık ve üstünlüklerimizin farkına varabilen, bizim aracılığımızla Yüce Allah'ın rızasına nail olan, bize ihlasla sevgi besleyen, bizim emrettiğimiz şeyleri yapıp, sakındırdığımız şeylerden uzak duran kimsedir. Böyle biri bizdendir ve ebedi cennette bizimle birlikte olacaktır.

Zer'a şöyle anlatır:

"Hz. imam Cafer Sadık'a (a.s) "Yüce Allah'ı (c.c) tanıma ve O'nu bilme amelinden sonra en üstün amel nedir?" diye sordum. İmam (a.s) şu cevabı verdi: "Allah'i tanıdıktan sonra hiçbir amel şu namaz kadar üstün değildir; namazı tanıdıktan sonra hiçbir şey zekâta denk değildir; bunlardan sonra ise oruç gelir. Bunlardan sonra hiçbir şey hacca denk değildir. Bütün bunların başı ve sonu bizi tanımaktır."

Evet; namaz, zekât, oruç ve haccın ne olduğunu ve bunların en doğru şekilde nasıl uygulanması gerektiğini hep Ehl-i Beyt'ten öğrenmek gerekir. Zira Kur'an onların evinde nazil olmuştur ve onlar Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ilminin varisleridir.Bu ise ancak onlan hakkıyla tanıma; emir, kültür ve hükümlerine vakıf olmakla mümkündür.

Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Yüce Rabbimin, benim Ehl-i Beyt'imi ve onların velayetini tanıma şerefiyle onurlandırığı kimse hiç şüphesiz bütün hayırlara ulaşmış demektir.

Ebu Basir "...kendisine hikmet verilene, hiç şüphesiz, büyük bir hayır da verilmiştir..." ayetinin tefsiri hakkında İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle aktarır: Bu ayette geçen büyük hayır, Allah'a itaat ve imamı tanımaktır.

EN ÜSTÜN VE EN İYİLER: EHL-İ BEYT

Varlık âleminde sırf madde, sırf maneviyat veya bu ikisinin karışımı olan varlıklar mevcuttur ki bunların kendi tiirleri arasında da en üstün ve en iyileri bulunmaktadır.

Bu üç tür varlık arasında en iyi ve en üstün konuma sahip olmanın sebebi ya Allah Teâla'nın onu bizzat seçip tayin etmesi, ya O'nun manevi teveccuhü, ya o varliğı bizzat kendisindeki kapasite ve cevher, ya da onun mukemmel bir iman, tam bir yakin ve takdire şayan amellere sahip bulunması yahut da bizim bilemeyeceğimiz bir nedenden dolayıdır.

Konunun biraz daha aydınlığa kavuşabilmesi için bu üç türün her birinin en üstün ve iyilerinden birkaç örnek vermemiz yeterli olacaktir:
Mekanlarınn En iyi ve En Üstünü
Kur'an-ı Mecid ve hadislerde bazı yer ve mekânların Yüce Allah'ın katında diğer mekânlardan daha üstün ve ayrıcalıklı bir konuma sahip bulunduğu ve Allah'ın bir lütfu olarak bir insanın bu mekânlarda bulunması halinde O'nun rahmet ve mağfiretine şamil olacağı, bu mekânlarda bulunmanın gerektirdiği bir dizi amel ve ibadetleri yerine getirmesi durumunda büyük sevaplar kazanacağı, bu kutsal mekanlara saygısızlıkta bulunmanın haram ve günah olduğu belirtilmiştir.

Kâbe, Yeri ve Çevresi

Bugün Kâbe-i Mükerreme'nin üzerinde bulunduğu yer ve toprak parcası Yüce Allah tarafından seçilmiş, bu seçilme ona kutsalık ve üstünlük kazandırmış, onu bütün diğer yerlerden daha üstün, kütsal ve ayricalıklı kılmıştır. Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) Şöyle buyuruyor: Yüce Allah her türün arasından birini secip üstün kılrmıştır; yeryüzünde de (bunca toprak parcası arasında) üzerinde Kâbe'nin bulunduğu yeri seçmiştir.
Kâbe, Yüce Allah'ın emriyle ve O'nun seçtiği bir arazi üzerine kurulmuş olan ilk "Ev"dir:

Şüphe yok ki insanların ibadet ve yakarışı için ilk kurulan Ev, Mekke'de kidir. Orası çok bereketli ve âlemler -bütün insanlar- için kutlu ve hidayet vesilesidir. Orada Allah'in rahmeti, rububiyeti ve lütfu gibi apaçik ayetleri ve bu cümleden olmak üzere ibrahim Makami vardir. Kim oraya girerse güvenlikte ve amandadir...

Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) Şöyle buyurur: Kâbe'yegiden ve onun hakkaniyet ve sayğınlığını kısmen de olsa taniyip idrak eden biri, bütün giinahları Yüce Allah tarafından bagışlanmış, dünya ve ahiret işleri konusunda kendisini tedirgin eden bütün kayğıları giderilmiş olarak döner oradan.
Zamanlarınn En İyisi

Kur'an-i Mecid Kadir Gecesi Zilhicce'nin ilk 10 gecesi ve Eyyamullah (Allah'in günleri) gibi zamanlara dikkat çekmekte ve insanlarin bu eşsiz fırsatları değerlendirerek Hakk'ın büyük ödüllerini kazanma liyakatine kavuşmalarını tavsiye etmektedir.
Kadir Gecesi

Ünlü el-Safi Tefsiri'nde ibn Abbas'tan şöoyle bir rivayet vardir:
Hz. Resulullah'a (s.a.a) israiloğullarindan birinin, Allah yolunda cihad amacıyla tam bin ay omzunda silah taşidiği söylendiğinde pek şaşırarak "Keşke benim ümmetimde de bu kadar büyük sevabı olan bir işe imkân olsaydı" temennisinde bulundu ve ellerini göğe acıp "Ya Rabbim!" dedi, "Benim ümmetimi en kisa ömürlü ve en az amelli ümmet kılmışssın!"

Bunun üzerine Yüceler Yücesi Rahmeti bol Allah, sevgili Peygamberine Kadir Gecesi'ni tanitarak şöyle buyurdu:
Kadir Gecesi, zaman açısından çok kısa ve amel fırsatı açısındandan da pek az olmasına rağmen, Allah yolunda cihad maksadıyla bin ay boyunca silah taşımış olan o mümin Yahudi'nin amelinden, senin ve senden sonra ümmetin için (her Ramazan'da, kiyamete kadar) daha hayırlı ve daha iyidir!

Kadir Gecesi'nde dua edip istiğfarda bulunmak, Kur'an okumak, ilmi söhbetler yapmak, sünnet namazlar kılmak, yatmadan sabahlamak, Hz. imam Hüseyin'i (a.s) ziyaret duasini okumak; bütün bunları Kadir Gecesi dışında ard arda bir ay boyunca yerine getirmekten daha yeğ ve daha sevaptır.
Zilhicce Ayının İlk On Gecesi

Kur'an-i Mecid'de buyrulmuş olduğu üzere Zilhicce'nin ilk on gecesi bilinen günlerden olup temettü ümresiyle temettü haccının gerçekleştirildiği en hayırlı günlerdendir.

Dokuzuncu günü Arefe Günü, onuncu gecesi Meş'ar'da kalmanin farz olduğu gece ve onuncu günü de Kurban Bayrami Günü!..

----------------------------
Ahzab, 33.
Tefsir-i Kummi, c.2, s.193; Biharu'l-Envar, c.35, s.206, bab: 5,hadis: 1.
Sahih-i Müslim, c.4, s.1493, bab: 4, hadis: 2408.
Sahih-i Müslim, c.4,1501, bab: 9, hadis: 2424.
Şeyh Saduk, el-Emali s.382.
Şevahidu't-Tenzil, c.2, s.61, hadis: 682.
Şevahidu't-Tenzil, c.2, s.61, hadis: 682.

Kifayetu'1-Eser, s.170; Biharu'l-Envar, c.36, s.341, bab: 41, hadis: 207 (biraz farkla).
Merhum Seyyid b. Tavus, Teraif adli eserinde Tathir Ayetinin Ehlibeyt hakkında indiğine dair önemli bir açıklamada bulunmakta ve Mısırlı büyük âlim Mukrizt'nin "Fazl-u Al-i Beyt" adlı eserinden konuyla ilgili birçok hadisi aktardıktan sonra Ehl-i Sünnet'in çeşitli kaynaklarından da yine Ehlibeyt hakkında çok önemli on hadise yer vermektedir. Bk. Taraif, 288.

Gureru'l-Hikem, s.115, Fi Zarureti'l imame, hadis: 1995.
Şeyh Tusi, el-Emali, s.694, Yevmu'1-Cuma oturumu, hadis: 1478; Vesailu'ş-şia, c.l, s.27, bab: 1, hadis: 34.

Begaretu'l-Mustafa, s.176; Şeyh Saduk, el-Emali, s.474, yetmiş ikinci oturum, hadis: 9; Biharu'l-Envar, c.27, s.88, bab: 4, hadis: 36.
Bakara, 269.
Usul-i Kâfi, c,l, s.185, "Marifetu'I-İmam" babi, hadis: 11; el-Mehasin, c.l, s.148, bab: 19, hadis: 60; Biharu'l-Envar, c.l, s.215, bab: 6,hadis: 22.
-Men La Yehzuruhu'l-Fakih, c.2, s.243, "İbtidau'l-Ka'bet-i ve
Fazliha" babı, hadis: 2306. Vesailu'ş-Şia, hadis: 17649.
- Al-i Imran, 96-97.
-Vesailu'ş-Şia, c.13, s.242, bab: 18, hadis: 17652.
Bir rivayette Şöyle geçmektedir: "Allah Teâla yeryüzünde kendisi için (Parmağıyla Ka'be-i Muazzama'ya işaret ederek) oradan daha sevimli bir yer Yaratmamiştir ve Allah katinda oradan daha sevimli ve daha degerli bir yer yoktur. Kur'an-i Kerim 'de işaret ettiği üzere, gökleri ve yeri yarattiği günden itibaren dört haram ayi Ka'be'den dolayi haram ilan etmiştir." Vesailu'ş-şia, c.13, s.242, bab: 18, hadis: 17651. 1-Kadir, 1.
-Kadir,1.
- Fecr, 1.
-İbrahim, 5.
- Mecmau'l-Bahreyn, c.10, s.665; Tefsir-i Safi, c.5, s.352.
Bakara, 197.

1
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT


Zilhicce Ayi geldiğinde islam ümmetinin salih ve takvalı fertleri bu ayda Allah'a ibadet ve kullukta bulunmaya pek özen gösterirler. Bu aydaki günler bereket, fazilet ve üstünlükte doruğa ulaşan günlerdir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadir:
Bugünlerde işlenen hayırlı amel ve ibadetin Allah katındaki degeri, bütün diger günlerdekinden daha fazladır.
Eyyamullah

"Allah'in Günleri" demek olan Eyyamullah, Yüce Allah-'ın mümin ümmetlere geniş rahmetinin tecelli ettiği günler veya fasık topluluklara gazabının tecelli ettiği zamanlardır.

Eyyamullahta vuku bulmuş olaylara ibret gözüyle bakmak son derece faydalı bir tavır olup Yüce Allah, ümmetlerin uyanması ve olğunlaşması için Kur'an'da bunu emreder:

Andolsun, Musayi "Kavmini karanlıklardan nura çikar ve onlara Allah'in günlerini hatırlat" diye ayetlerimizle göndermiştik...
Bunlara ilave olarak, bir insanin günahı terk ettiği, ibadete yönelip iyi ve yararli işler yaptiği, Hak Teala Hazretlerine karşi tövbe edip gunahlarından pişmanlık duyduğu an ve zamanlar da en iyi ve en üstün zamanlardir.


İnsanların En iyisi

Bir insani diger insanlardan daha iyi ve daha üstiin kilan şey iman, takva ve bilgidir.Mumin, Allah katında bütün insanlardan daha degerlidir.Bildiğiyle davranip ilmiyle amel eden alim ve bilim adamları da müminlerden daha üstündürler!.
Bütün bunlardan daha üstün olan ise, takva ehlidir, takvanın doruklarindaki insanlardir.Kur'an ve sünnette bu üçüne çok dakik ve ince işaretlerde bulunulmaktadir:

İman Ehli

...Allah, sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, yaptiklarınızdan haberdardır.
Mümin o kadar değerlidir ki Kur'an ve Sünnette mümine ilgi ve yakınlık göstermenin Allah ve Resülü'ne ilgi ve yakınlık göstermek olduğu, mümine yârdim etmenin Allah ve Resulüne yârdım sayıldiği, mümini sevindirmenin Allah ve Resulunü sevindirmek olduğu, ne şekilde olursa olsun mümini incitmenin Allah ve Resulunü incitmekle eşanlamli tutulacaği belirtilmektedir!

Hz. İmam Muhammed Bakir (a.s) Hz. Resulullah Efendimizden (s.a.a) şu hadisi aktarır:
Mümini sevindiren, kesinlikle beni sevindirmiş, beni sevindiren de hiç. Şüphesiz, Yüce Rabbimi sevindirmiştir. Yine İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: Yüce Allah'a, bir mumini sevindirmekten daha sevimli bir ibadette bulunulmamıştır.

Hz. İmam Cafer Sadık de (a.s) şöyle buyurmaktadir: Şüpheniz olmasin ki bir muminin dileğini yerine getirmek, her birinden 100.000 dinar infakta bulunulan 20 hacdan daha hayırlıdır. Yine İmam Cafer Sadık'tan (a.s):
Şüphe yok ki mumin bir kardeşimin kamini doyurmam, sizin şu pazarınızdan bir köle satin alıp azad etmekten daha güzel gelir bana!

İlimEhli

Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) ilim ehlinin üstünlüğü hakkında şöyle buyurur:
Âlimin diğer insanlara üstünlüğü, benim en alt tabakadaki en hakir insana üstünlüğüm gibidir.
Âlim ve bilge insanın bilgisiz bir abide (ibadet eden kimseye) üstünlüğü, dolunayın diger yildizlara üstünlüğü gibidir.
Kiyamette üç; grubun şefaati kabul edilir: Önce peygamberler, sonra âlimler ve bilim adamları, sonra da şehidler. Hz. İmam Muhammed Bakır'dan (a.s):İlminden kendisi faydalanan bir âlim, ilmi olmayan 70 abidden üstündür.

Takva Ehli

Kur'an, takva ehli hakkinda şöyle buyurmaktadir: şüphesiz, Allah katında en değerli olanınız, en takvalınızdır. Elbette ki Allah bilen ve haberdar olandir.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) "Yüce Rabbim kiyamette insanlara şöyle buyurur" der:
Sizlere; bana kulluğu, ibadeti ve tağuttan uzak durmanızı emrettim. Ama siz, bu konuda bana verdiginiz sözü çiğnediniz ve dünyanıza da ahiretinize de yaran olmayacak kendi nispet ve bağlarınızı yücelttiniz.

Bugün ben, kullarımla aramdaki baği yüceltiyor ve sizinle atalarınız, akrabalarınız arasındaki bağıysa değersiz ve gereksiz sayiyorum. Nerede takva ehli olanlar? Allah katinda sizin en değerli olanınız, elbette ki en takvalı olanınızdır!

Yaratılmışların En iyisi ve En Hayırlısı : Ehl-i Beyt

Hakk'in indinde ve adalet terazisinde insanoğlunun değer ve kıymetinin olgusu iman, bilgi ve takva olduğundan ve ayetlerle hadislerde Ehl-i Beyt'in iman, bilgi ve takvada cin, insan ve melek taifesinin bütün akıl sahipleri ve mükelleflerinden daha ileri ve daha üstün oldukları açıkca belirtildiğinden, imanları en zirvede olduğundan, varlık âleminin zahiri ve batınıyla gelmiş, geçmiş ve geleceğin hakikatleri hakkındaki bilgileri bütün mahlûkatı aştığından ve takvaca en ileri merhaleye ulaşmış olduklarından bütün mahlûkattan üstündürler.Kıyamete kadar onların imamet ve

velayetlerini kabullenmek herkese farzdır ve kim olursa olsun hiç kimse, onların emrine itaat etmeden ve onlara uymadan hiçbir kemale ve hayra erişemez. Böyle biri her ne kadar görünüşte gözleri gören ve insana benzeyen biri olup gördüğünü, bildiğini ve yaşadığını iddia etse de gerçekte kördür , hayvandır ve ölüdür .

Akl-ı selim gereği cahilin âlime, bilmeyenin bilene, uzman olmayanın uzmana, yolu bilmeyenin kılavuza, önderlik ve öncülük edemeyecek bir yapıda olanın önder, öncü ve imama itaat etmesi şart ve farzdır. Akıl sahibi hiç kimse bu açık gerçeği reddetmez.

Hangi şartlarda bulunur, nerede yaşarsa yaşasın, bir insan Yüce Allah (c.c) tarafından tayin edilmiş, hak imamlar olan Ehl-i Beyt'i tanıyıp bilmez ve onların imametine uyup dinini ve inancını onlardan almaz, onların hak olan yolunda yürümez, Allah'ın Kitabı'ndaki ayetlerin tefsir ve doğru açıklaması olan kültürlerine uymaz ve her mahlûka farz olan emirlerine itaat edip boyun eğmeyecek olursa;

bütün hayatını cihadla geçirse de, bahar pınarları gibi dört bir yanından hayırlı amel fışkırsa da Hz. Resulullah'ın (s.a.a) buyurmuş olduğu üzere bu çabalarının hiçbirinden bir hayır ve netice alamayacak , ebedi bedbahtlığa ulaşıncaya kadar hata, delalet ve sapıklık içinde debelenip duracaktır.
Evet, bu bir gerçektir...

Ancak Allah'a, Resulü,'ne (s.a.a) ve onun mübarek Ehl-i Beyt'ine uyup onların emirleri doğrultusunda yaşamaya çaba gösterenler ebedi dalalet ve sapıklıktan kurtulabilir; cihad ve mücadelesinden hayırlı neticeler elde edebilirler. Ancak böyleleridir ki, ömrü zayi olmaz, hayatı boşa gitmez,
Allah indinde ameli kabul görür, hatası affedilir, çaba ve calışmasının semeresi ve bereketi olur... Sünni ve şia bütün İslam âlimlerinin Hz. Resulullah Efendimizden (s.a.a) aktardığı şu hadis yeterince açık ve net değil midir?

Aranızda ağır ve paha biçilmez iki emanet bırakıyorum, bunlara dört elle sarılacak olursanız benden sonra asla sapmaz, doğru yoldan ayrılmazsınız. Bunlardan biri, diğerinden daha büyüktür: Allah tarafından yeryüzüne uzatılılmış olan Allah'ın Kitabı ve benim soyum olan Ehl-i Beyt' im!
Bu ikisi Kevser Havuzu kenarında bana erişinceye kadar birbirinden ayrılmaz. O halde aranızda bıraktığım bu iki çok değerli emanetime benden sonra nasıl davranacağınıza ve onlar konusunda üzerinizdeki hakkımı nasıl yerine getireceğinize pek dikkat edin!

-------------------
Mefatihu'l-Cinan, s.413.
- İbrahim, 5. 2-Mucadele, 11.
Mucadele,11.
Usul-i Kâfi, c.2, s.188, "idhalu's-Surur Ale'l-Müminin" babi, hadis: 1; Vesailu's-ipia, c.l67 s.349, bab: 24, hadis: 21733.
Usul-i Kâfi, c.2, s.189, "Idhalu's-Surur-i Ale'l-Mu'minin" babi, Hadis: 2; Vesailu'§-§ia, c.16, 349, bab: 24, hadis: 21734.
Usul-i Kâfi, c.2, s.193, "Kaza-u Haceti'l-Mu'min" babi, hadis: 4;Vesailu'ş-şia, c.16, s.363, bab: 26, hadis: 21769.
"Usul-i Kâfi, c.2, s.203, "it'amu'l-Mu'min" babi, hadis: 14; el-Mehasin, c.2, s.394, bab: 1, hadis: 52; Vesailu's~şia, c.24, s.302, bab: 29, hadis: 30608.
Tefsir-i Safi, c.2, s.675.
Avali'I-Leali, c.l, s.357, hadis: 28; Tefsir-i Safi, c.2, s.675.
Tefsir-i Safi, c.2, s.676,
Usul-i Kâfi, c.l, s.33, "Sifatu'1-ilm-i ve Fazlihi" babi, hadis: 8;Tuhefu'1-Ukul, s.294; Tefsir-i Safi, c.2, s.676
Hucurat, 13.
Mecmau'l-Beyan, Hucurat Suresinin tefsiri; Biharu'l-Envar, c.67, s.278, bab: 56.
Fatir, 19,
A'raf, 179.
Neml, 80.
Yenabiu'l-Mevedde.2, s.272, bab: 53, hadis: 775.
Sünen-i Tirmizi, c.5, s.663; Biharu'l-Envar, c.23, s.118, bab: 7, hadis: 36.
----------------------


EHL-i BEYT'İN VARLIĞININ HAKİKATİ

Bir önceki bölümde anlattığımız hakikatlere, Muminler Emiri İmam Ali'nin (a.s) "Resulullah'ın (s.a.a) nefsi ve cam" olarak tanımlandığı Mübahele Ayeti'ni de eklersek , on bir imamın ürediği soy olan Alevi çınarının kökünün yani İmam Ali'nin (a.s) Hz. Peygamber Efendimizle (s.a.a) aynı nurdan yaratıldığı ve ikisi arasındaki tek farkın maddi ve fiziki vücutları olduğu anlaşılacaktır.
Nitekim Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) çok önemli bir rivayette Şöyle buyuruyor:

'Var' yok iken Allah vardı; 'Var'ı da mekânı da Allah var etti ve yarattı, sonra da nurların kendisinden nur alıp aydınlandığı "Nurlar Nuru"nu yarattı ve ona, her şeydeki nurun kaynağı olan kendi nurunu verdi ve Muhammed'le Ali'yi de işte bu nurdan yarattı .
Bir başka rivayette de şu hadisi aktarır: Ya Ali! Benimle sen, aynı nurdan var edildik. Sonra bu nur Âdem'in sırtına yerleştirildi ve Abdulmuttalib'e varınca ikiye ayrıldı. Bir kısmı Abdullah'ın, bir kısmı Ebutalib'in sülbüne geçti .

Bu nedenledir ki hiçbir nur ve ruh, İmam Ali'nin (a.s) nuru ve ruhu kadar Hz. Peygamber Efendimizle (s.a.a) munis ve aşina değildi. Hak Teâla Hazretleri onun bu sevgi ve aşinalığı nedeniyle Mirac gecesi, Hz. Ali'nin (a.s) ses tonuyla hitap etmiştir ona; yine bu ünsiyet ve yakınlık nedeniyledir ki

Hz. Muhammed'le (s.a.a) Hz. Ali (a.s) arasında uhuvvet ve kardeşlik akdi oluşturdu ve böylece bu kardeşlik, yakınlık, ünsiyet ve birliğin dünya hayatında da zuhur edip varlığını göstermesini irade buyurdu. Bu sebepledir ki Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) "Benim duyduğumu sen de duymakta, görduğümü sen de görmektesin" buyurmuştur .

Velayet, Risaletin Özü ve Sırrıdır

Kur'an ve sünnetteki muhkem delillere istinaden imam Ali (a.s) Hz. Muhammed Efendimizin (s.a.a) batını ve sırrıdır, Hz. Muhammed Efendimiz (s.a.a) "İlahi Feyz"dir. Yüce Allah, velayeti risaletin batını ve sırrı kılmış, böylece Hz.Muhammed'in (s.a.a) zuhur ettiği her yerde bu sır ve batının da onunla birlikte olmasını irade buyurmuştur. Binaenaleyh Muminler Emirinin velayeti olmazsa risalet eksik kalmaktadır:

"Ey Peygamber! (Muminler Emiri Ebutalib oğlu Ali'nin imamet ve velayeti hakkında) Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmayacak olursan Allah'ın mesajını iletmemiş, olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler gurubunu hidayete eriştirmez!"

Allah'ın Yenilmez Aslanı olan Ebutalib oğlu İmam Ali'nin (a.s) imamet kimliği Yüce Allah'ın izniyle melekûtta mutasarrıf, vücudatın batındaki maliki, bütün gayb ve şuhud derecelerinin cilvegahıdır ve varlık âleminde o hazretin nuri teveccühü olmaksızın hiçbir tasarruf gerçekleşmemektedir.
Binaenaleyh Hz. Ali'ye (a.s) sevgi beslemeden ve onun velayetini kabullenmeden Hz. Resulullah Efendimize (s.a.a) sevgi beslemek, Hz. Resulullah'ı (s.a.a) sevmek mümkün değildir. Zira Veliyullah, Babullahtır; yani Allah'in velisi, O'nun kapısıdır; Muhammedi ve Alevi nur, varlığın başlangıcı ve evvelidir.

Allah sizinle başladı ve sizinle de bitirecektir, insanlar sonunda size dönecektir .
Çenanki der afak nezer kerdem-o didem
Ez ru-i yakin der heme mevcud Ali bud
İn kü'fr ne-başed, sohan-i küfr ne in est
Tahes Ali başed-o ta bud Ali bud.
Ufuklara baktığımda bir gerçeği gördüm
Bütüm varlıklarda kesinlikle Ali vardı
Bunu küfür sanma, küfür başka bir şeydir
Âlem var oldukca Ali de vardır, dün de vardı, yarın da var olacaktır.
On İki imamin (a.s) Bir Olan Varlığının Hakikati
Muteber İslam kaynaklarında Masum On Iki imamın vasıfları bütün zeminlerde bir ve ayın sayılmıştır. Zira onlar, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) nurundan ve onun kutlu hakikatinden yaratılmışlardır.

Şunu özellikle vurgulamak gerekir: Peygamberlik görev ve vasfı dışında Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) varlığındaki bütün mana ve hakikatler tamı tamına masum imamlarda tecelli etmiş olup bizzat kendilerinin de belirttiği gibi onların tamamı Yüce Allah'ın"Esma-i Hüsnası"dırlar: Allah'a andolsun ki biz, O'nun Güzel isimleri'yiz .

Bu nedenledir ki bütün insanlar onlara gönülden borçludurlar. İnsanlar üzerinde onların büyük hakları olup bu hakkı ödemek her insanın üzerine farz durumdadır. Kâfi'de masum imamlardan şu rivayet geçer:
Dünya ve dünyadaki her şey Yüce Allah'ın, Resulu'nun ve onun Ehl-i Beyt'i olan bizim mülkiyet ve hâkimiyetimizdedir. O halde kim bu dünyadan bir şey elde ederse ilahi takvaya uysun, Yüce Allah'ın hakkını eda etsin ve kardeşlerine iyilikte bulunsun. Aksi takdirde Allah, Resulu ve biz ondan uzak ve beriyizdir .

Sözün kısası, Ehl-i Beyt Muhammedi nurdan var olmuş, ondan meydana gelmiştir. Bu nurun tam tecellisi Hz. Ali'yle(a.s) Hz. Fatıma (s.a) üzerinden gerçekleşmiş ve bu iki şaşırtıcı maneviyat deryası arasında gerçekleşen evlilik bağı tam anlamıyla Hakk'ın mazharı ve tecellisi olan 11 imamın dünyaya gelmesini sağlamıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hz. Ali'yle (a.s) Hz. Fatıma (s.a) arasındaki evlilikten sonra bu imamların sayısını tam olarak belirtmiş ve onların, insanların hidayet vesilesi olduklarını defalarca vurgulamıştır.

Ululemr Kimlerdir?

Hayatının son lahzasına kadar Ehl-i Beyt'in sevgi ve saygısına mazhar olan Cabir b. Abdullah Ensari şöyle anlatır:
"Nisa Suresi'nin 59. ayetindeki "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin ve O'nun elçisine itaat edin ve (Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) gibi ismet makamına sahip bulunan Ehl-i Beyt imamlarına, yani) sizden olan emir sahiplerine itaat edin!" buyruğu nazil olduğunda "Ey Allah'ın Resulü!" dedim, "Allah'ı ve O'nun Resulü'nu biliyor, tamyoruz. Bu ayette kendilerine itaatin sana itaatle eşanlamlı sayıldığı "emir sahipleri" (Ululemr) kimlerdir?" Resulullah (s.a.a) Şöyle cevap verdi:

Ey Cabir! Onlar benim halifelerim ve benden sonra Müslümanların imamlarıdırlar; birincileri Ebutaliboğlu Ali'dir. Ondan sonra sırasıyla Hasan, Hüseyin, Hüseyin oğlu Ali, sonra da Tevrat'ta adı "Bagır" olarak geçen ve senin de gelecekte kendisini mulakat edeceğin Ali oğlu Muhammed'dir, onu mülakat ettiğinde kendisine benim selamımıilet! Muhammed'den sonra onun oğlu Cafer Sadık gelir, sonra onun oğlu Musa, Musa'nin oğlu Ali, Ali'nin oğlu Muhammed,

Muhammed'in oğlu Ali, Ali'nin oğlu Hasan ve son olarak da Hasan'nın oğlu olup benim adımla ve benim künyemle aynı ad ve künyeye sahip olan, yeryüzünde Allah'ın son hücceti sayılıp mahlûkatı arasında Allah'tan baki kalan tek varlık olan Hz. Mehdi (a.f) gelir. Yüce Rabbim yeryüzünün doğusunu ve batısını onun eliyle fethedecek, şialarının ve kendisini sevenlerinin nazarında gaip olup sırra kadem basacak ve o zaman kalbi Yüce Allah tarafından iman için temiz tutulanlardan başka hiç kimse onun imametine olan inancını koruyamayacaktır.

Güzel Agaç veya Temiz Soy: Ehl-i Beyt

Ehl-i Beyt'in kimliği hakkında yine bu muhterem büyüklerin kendi beyanlarından ulaşan bilgilerde onların Kur'an'da bahsi geçen "şecere-i Tayyibe", yani "Temiz Soy" oldukları hakikati fevkalade çarpıcıdır:
Yüce Allah'ın Kur'an'da İbrahim Suresi'nde örnek vermiş olduğu "Şecere-i Tayyibe" hakkında Amr b. Hureys'in sorduğu soruya Hz. İmam Cafer Sadık'ın (a.s) verdiği cevap şöyledir:

Allah Resulü bu ağacın köküdür; Müminler Emiri Ali gövdesi, Resulullah ile Ali'nin soyundan gelen imamlar bu ağacın yapraklarıdır . Allah'a andolsun ki bir mümin dünyaya geldiğinde bu ağaçta bir yaprak yeşermiş olur ve o mümin olduğunda o yaprak düşüverir .

Nebevi Hakikat

Yüce İslam Peygamberi Hz. Resulullah (s.a.a) ister mana ve batını, ister zahir ve fiziki açıdan olsun, Ehl-i Beyt'in kök ve temelini teşkil ettiğinden, Ehl-i Beyt'i tanıyabilmenin yollarını bulabilmek için öncelikle Hz. Resulullah'ı (s.a.a) hakkıyla tanımak gerekir.
İslami kaynaklarda dört şey "yaratılan ilk mahlûk" Şeklinde tanımlanır:
1-Nur
2- Kalem
3-AkıI
4- Nurum
5-Ruh

Hz. Resulullah (s.a.a) Efendinmizin mübarek varlığı, kendisinden zuhur etmiş, olan eşsiz eserler, onun değerli batınından ortaya çıkan muazzam kerametler, arşı ve melekuti kalbinden dışarıya vuran emsalsiz hakikatler "nur". "Kalem" ve "akıl" unsurlarının tam ve en mükemmel misdakıdırlar; nitekim bu nedenledir ki 4 ve 5 numaralı rivayetlerde ilk yaratılan varlığın, kendisinin nuru ve ruhu olduğunu buyurmaktadır.

Binaenaleyh şunu vurgulamak gerekir: Yukarıdaki dört unsur; yani nur, kalem, akıl ve ruh ayrı ayrı unsurlar gibi görünse de her dördünün de hakikati bir ve aynıdır: Hz. Muhammed'in (s.a.a) mübarek varlığı!Bu, çok önemli bir nokta olduğundan taassupla vurgulayıp geçmek yerine, Kur'an ve hadislerdeki belgelere dayanarak akıl ve mantık çerçevesinde teker teker ele alınmasının faydalı olacağı kanaatindeyiz.

Nur

Hikmet ve bilgi ehli, "nur"u tanımlarken şöyle derler: "Nur, kendisi için aşikârdır ve kendisi dışındakileri aşikâr eden"dir.
Kur'an, Hz. Resulullah'tan (s.a.a) "Sırac-ı Münir", yani "nur saçan bir çırag, kandil, aydınlık saçan bir meşale" olarak söz eder:
"Ey Peygamber! Biz seni gözetici, müjdeleyici, uyarıcı, Allah'ın izni ile O'na bir davetçi ve aydınlatıcı bir olarak gönderdik."

Hz. Resulullah (s.a.a) bir nurdu; muazzam varligi ve kişiliğinin bütün boyutlan aşikâr ve aydındı; ayni zamanda kendisi dışındakiler için de bir aydınlatıcı ve nurlandınrıcıydı.

Kendi varlığının bütün boyutlarına vakıftı ve kendisiyle varlık âlemi arasındaki bütün zahir ve batin ilişkilerini biliyordu. Ayni şekilde diğer insanların da kendilerini tanımaları ve varlık âleminin zahir ve batınıyla kendileri arasındaki irtibatları fark etmeleri için elinden gelen ğayreti gösteriyordu.
Büyük hikmet ehlinin "nur"un hüviyet ve manasi hakkındaki tarifleri de budur zaten:"Nur, kendi zatına zahir olup kendisinden başkasını da zahir eden bir niteliktir."

Bütün muteber hadis kaynaklarında da belirtildiği üzere, Yüce Yaratıcı, Hz. Muhammed'in (s.a.a) güneş, misali varlığını bütün varlıklardan önce yaratmıştır. Sonra da diğer nur, akıl, ruh, maneviyat ve maddiyat hakıkatlerini onun mübarek nurunun huzmelerinden var ederek onun nurunun bereketi sayesinde bütün varliklarin cehresindeki karanlık perdeyi kaldırdıve hakikatte onu,

kendisiyle diğer mahlûka-ti arasinda "tahakkuk" vesilesi kıldı.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) Ahzab Suresi'nin 46. ayetine istinaden bir hadisinde kendisini "güneş" olarak tanımlar:
...ben güneşim...
Güneş...
Güneş sisteminin ekseni ve mihveri olan aydınlık ve aydınlatıcı çırağ!..

Bu sistemdeki bütün gezegenler, varlıklarını ondan almıştır. Bir zamanlar Merih, Merkür, Dünya, Jüpiter, Uranüs, Neptün, Plüton, Satürn ve Venüs, hep güneşin varlığının bir parçası durumundaydı.

Yüce Hakk'ın iradesi, Güneş, Sistemi'ni bugünkü haliyle yaratma cihetinde tecelli edince Güneş'te büyük bir patlama meydana geldi ve birtakim etkime-tepkimeler sonucu ondan kopan parçalar ona belli mesafelerde ve belli bir yörüngeye oturarak şimdiki gezegenleri oluşturdular ve onun cevresinde şevkle dönmeye başladılar.

Bugün bu gezegenler, Güneş-'in çekim gücü ve onun karşı konulmaz cazibesine kapılmış, olup ondan aldıkları ışıkla aydınlanmakta ve adeta her lahza onun etkisinde degişimlere uğrayarak "eğitilip terbiye"edilmektedir!

Hz. Resulullah'm (s.a.a) nuru herkesten önce yaratilmakta ve Hakk'in takdiriyle bütün hakikatler o nur kaynağından kaynayıp var olmakta ve Muhammedi nurun bereketi sayesinde varlık âleminde boy göstermektedirler.

GüneşSisteminin gezegenleri nasil güneşten meydana gelmiş ve felsefecilerin deyiğiyle küçülerek var olmuşlarsa kâinattaki mülki, melekuti, gayb ve şuhudi varlıklar da Hak Teâla'nın takdiri gereği Hz. Resulullah'ı (s.a.a) güneş, varlığından taayyüni tenezzülde bulunmuş "ondan var edilen varlıklar"dir; onun mübarek varlığından var olmuş. Gezegenlerle yıldızlardır.

Nitekim bir hadiste kendisi bu manaya işaret etmekte ve şöyle buyurmaktadır:Ben güneşim, Ali ay, Fatıma Venus, Hasan ile Hüseyin de iki şimal yıldızı -Ferakdan-dırlar.
Fevkalade fasih ve düzgün konuşan masum ve mutahhar bir peygamberin böylesine bir tesbihte bulunması, bu hadisin en şaşırtıcı güzelliklerinden biridir. Burada hazret, batini ve melekuti bir hakikati maddi ve doğal bir varlığa benzetmek suretiyle; güneş.

Işınlarıyla güneş, arasındaki bağdan çok daha yakın ve güçlü bir bağ olan kendisiyle Allah Teâla arasındaki bağın tarafı olan zatının, Yüce Allah'ın takdiriyle varlık âlemindeki bütün mahlûkatın tahakkukunun vasıtası olduğunu, bütün mevcudatın var oluşlarını ona borçlu bulunduklarını, bütün varlıklar üzerinde o hazretin maddi ve manevi hak sahibi olduğunu, Yüce Allah'ın kelamında da bu hak ve hukukun hatırlatıldığını herkesin anlamasnı istemiştir:

Allah'a ve Resulü'ne itaat edin ki merhamet olunasınız.
Bilin ki (cihad, ticaret veya meşru olan her yolla) elde ettiğiniz ganimet veya faydanın (az da olsa, çok da olsa) beşte biri Allah'ın ve Resulu'nün ve Resulün yakınlarının, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır.

Evet, bütün nimetlerin mülkiyet hakkını Yüce Allah, sevgili Resulu'ne bağışlamış ve hepsini onun egemenlik sahasına vermiştir. Bütün varlıklar sevgili Peygamber Efendimizin (s.a.a) sofrasından rızıklanmakta, onun güzel bereketinden faydalanmaktadır.


---------------
Al-i İmran, 61: "Kim sana gelen bilgiden sonra seninle bu konuda tartışırsa..."İmam Hasan Askeri (a.s) tefsirinde, s.656'da, Biharu'i-Envar, c.37, s.48, bab: 50, hadis: 27'de Mubahele Ayetinin tefsiri hakkında Resul-i Ekrem'den (s.a.a) nakledilen bir hadisin altında Şöyle geçmektedir:
"-Ayetteki- Oğullar Hasan ile Hüseyin'dir.

Allah Resulu (s.a.a) onları getirip aslan yavruları gibi önünde oturttu. Kadınlardan maksat ise Fatıma'dır. Allah Resulu (s.a.a) onu getirip aslan eşi gibi arkasında oturttu. Nefislerden maksat ise Ali b. Ebutalip'tir (a.s)."

Şia'nın asıl kaynaklarında ve hatta Ehl-i Sünnet kitaplarına dikkat edip üzerlerinde iyice düşündükten sonra şu sonuca varabiliriz: "Müfessirler bu ayette geçen "nefislerimiz"den maksadın Emirulmüminin Ali (a.s) olduğu konusunda icma etmişlerdir." Nitekim Savaiku'l-Muhrika kitabının 238. sayfasında da böyle beyan edilmiştir.

Merhum Allame Meclisi de Biharu'l-Envar, c.35, s.257, bab: 7'de bir babi bu ayete ayırmıştır.
Usul-i Kâfi, c.l, s.441, "Mevludu'n-Nebi ve Vefatihi" babi, hadis:9; Biharu'l-Envar, c.15, s.24, bab: 1, hadis: 46.
Biharu'l-Envar, c.5, s.13, bab: 1, hadis: 15.
Nehcu'l-Belaga, s,562, hutbe: 234; Avali'1-Leali, c.4, s.122, hadis:204; Biharu'l-Envar, c.18, s.223, bab: 1, hadis:61.
Maide, 67.
Uyun-u Ahbari'r-Riza, c.2, s.272; Mefatihu'l-Cinan, Camia-i Kebire ziyareti.
Usul-iKâfi, c.1, s.145, "Nevadir" babı, hadis: 4.
Usul-i Kâfi, c.1, s.408; "Enne'l-Erze Kulluha Li'I-İmam" babı, hadis: 2
Menakıb, cl, s.282; Kemalu'd-Din, s.253; Kifayetu'l-Eser, s.53.
ibrahim, 24.
Usul-i Kâfi, c1, s.428, "Fihi Nuketun ve Netfun Mine'Menzil-i
Fi'1-Velayet" babı, hadis: 80 (biraz farkla); Tefsir-i Safi, c1, s.886,
Bu rivayette, Ehlibeyt imamlarının varlıklarının tek hakikatini ispatlamakla birlikte mümin şiilerin şecere-i Tayyibe'nin yapraklarına benzetilmesinden şu noktalara varabiliriz: Mümin şia'nın varlığının hakikati tertemiz masum Ehlibeyt'in parlak nurlarından alınmıştır. Rivayetlerde şöyle geçmiştir:

"Bizim şiilerimiz bizim toprağımızın artakalarından yaratılmışlardır; bizim mutluluğumuz dolayısıyla mutlu olur, bizim üzüntümüz nedeniyle üzülürler,"
Şeyh Tusi, el-Emali, s.299, hadis: 588. Şecere-i Tayyibe'nin karşı noktası Şecere-i Habise'dir. Bundan Ehlibeyt'in emir ve desturlarını kaile almadan ve Şecere-i Tayyibe'den koparak Şecere-i Habiseye katılan, Şirk kelimesinin, sapık programların, fasit, kâfir ve habis insanların gerçek çehresini gözler önüne sermektir; bir Şecere ki, "Yerin üzerinden koparılmış ve hiçbir dayanağı yoktur." Köksüz olduğu için tufanlar karşısında her gün bir tarafa savrulmaktadır.

İlelu'ş-şerai, s.593, hadis: 44; Biharu'I-Envar, c.1, s.96, hadis: 2.
Şerh-i Usul-i Kâfi -Sadru'l-Muteellihin; Tefsir-i Kummi, c.2,s.198; Biharu'I-Envar, c.54, s.366, bab: 4, hadis: 1.
Avali'l-Leali, c4, s.99, hadis: 141; Biharu'I-Envar, c.1, s.97, bab:2, hadis: 8
Avali'l-Leali, c4, s.99, hadis: 140; Biharu'I-Envar, c.1, s.97, bab:2, hadis: 7.
Biharu'I-Envar, c.54, s.309.
Ahzab, 45-46.

Merhum Allame Meclisi Biharu'I-Envar'da, c.31, s.308, bab: ll'de bu ayet-i kerimenin tefsiri hakkında şöyle buyurmaktadır: Ayette geçen "Sıracen munira" yani. İnsan aydınlatıcı ve çırag vesilesiyle doğru yolu bulduğu gibi senin vesilenle dine hidayet olur. O sıracın nuru kendisindendir veya nurunu başkasından alıp nur için vasıta olan nur kaynaklandiği. Dolayısıyla, aydınlatıcı kamer ve aydılatıcı. Çırağ bu anlamdadır.
Ve Biharu'l-Envar'da, c.86, s.236'da Emirulmuminin Ali'nin (a.s) bir hutbesini açıklarken şöyle diyor: "Sıracen munira" onun vesilesiyle cehalet karanlıklarından aydınlığa kavuşulur ve gözler nurunu onun nurundan alır.
Mecmau'l-Bahreyn, c.3, s.504.

"Allah'ın izni ile O'na bir davetçi ve aydınlatıcı bir çırağ olarak..."
Mecmau'l-Bahreyn, c.3, s.504.
Meani'l-Ahbar, s.114, "meza'ş-şems" babı, hadis: 2; Biharu'l-Envar, c.24, s.74, bab: 30, hadis: 9.
Meani'I-Ahbar, s.114, "meza'§-§ems" babi, hadis: 2; Biharu'l-
Envar, c.24, s.74, bab: 30, hadis: 9. Lisanu'l-Arab'da, c.3, s.334'te "ferkadan" kelimesi şöyle anlamlandırılıyor: Ferkadan gökyüzünde biç batmayan iki yıldızdır..."Hiç batmayan iki yildiz" ifadesi ve yine güneş, ayi ve Zühre yıldızı ifadesi kullanılması sebepsiz değildir.
Al-i Imran, s.132.Enfal, 41.

------------------------------
Onun kerem ve cömertliği, herkesi yine onun bereketli sofrasına oturtmuş., onun izniyle herkes meşru tasarrufta hür bırakılmıştır. Binaenaleyh herkes, onun hakkını, isteyerek ve can-u gönülden yerine getirmeli, ona ödemesi gereken bedeli ödemeli, bu ödemenin de sonuçta yine şahsın kendisine hayır ve faydalar sağlayacağının bilincinde olmalıdır:
De ki, sizden bir ücret istediysem, o ücret de sizin olsun!..


Kalem

Bu rivayetteki "kalem", bütün manevi ve batini işleri belirleyen; saadet, mutluluk, hidayet ve kerameti yazıp kaydeden ve Hak TeâlaHazretlerinin (c.c) iradesi vasıtasıyla rahmeti bütün âlemlere yayan hakıkattır.
Bu anlamda "Kalem", Yüce Allah'ın (c.c) Kur'an-i Mecid'de varlığına and içmiş olduğu "Muhammedi Mana ve Hakıkat"tır:
Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun!

"Kalem" Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) peygamberlik ve nübüvvet şanıdır; liyakatli olduğunu ispatlayan herkesin mutluluk ve saadetini garantiler, sağlam ve dosdoğru kanunları ve hidayet ediciliği vasıtasıyla rahmet sofrasını bütün mahlûkata yayar:
Biz seni sırf Âlemlere rahmet olarak gönderdik.

Akıl

Mezkûr rivayette gecen "akıl"dan maksat; insanla yaratılış hakikatlerının tamamı arasında vasıta olan hakıkattır.
hiç şüphe yok ki aklın asıl ve evla manası, Muhammedi hakıkat ve Ahmedi tecellidir; varlık dünyasında ilk var olan ve Yüce Rahman'ın katında en çok değer taşıyıp sevilen hakıkattır;

İzzet ve celalime andolsun ki senden daha değerli ve daha sevgili bir varlık yaratmış. Değilim. Bütün rivayetlerde Hz. Resulullah Efendimizin (s,a.a) Hak Teâla Hazretleri (c.c) katında en çok sevilen, en aziz ve en değerli kul olduğu vurğulandığına göre, yaratılmışların en değerli ve en güzeli olan "akıl" da, sevgili efendimizin mübarek varlığı olarak tanımlamamız gayet yerinde olacaktır.

Evet, o "Akl-ı Küll" ve "küll-i akıl"dır; yani "en bilge akıl, aklın tamamı ve tamamen akıl"dır!.
Varlık sahnesinin en olumlu, en faydalı ve en güzel eseri olan aklın bütün eserleri tam ve en mükemmel haliyle Hz. Muhammed-i Mustafa'nin (s.a.a) mübarek varlığında tecelli etmiştir.

Ruh

Kur'an-i Mecid'deki ayetlere binaen "Ruh", maddi unsurları meydana getirip oluşturan "yaratış" makammdan değil, var oluşun. "kün!" yani "ol!" emriyle var olan "emir" âleminin makamlarındandır:
Haberiniz olsun; yaratmak da (bütün varlıklara egemen olan) emirde sadece O'nurtdur... Hakikatini hiç kimsenin bilmediği ve bilemeyeceği "Ruh" Yüce Allah'ın emir makammdan sadır olmuştur ve Onun sadece "ol" demesiyle oluverir:
O, bir şeyin var olmasını emrettiğinde ona sadece "ol" der, o da hemen oluverir.
Senden ruh hakkında sorarlar; de ki ruh, Rabbimin emrindedir...

.,.ve Arş'ın sahibidir (vahy meleği olan ruhu) kendi emriyle, kullarından dilediğine indirir (telkin eder)... Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) de buyurmuş, oldukları üzere ruh, Yüce Allah'ın ilk yarattığı varlıktır: Rabbimin ilk yarattığı şey benim ruhumdur.
Eşsiz bilge ve emsalsız insan olan Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) kendisini türlü manevi tabirlerle anlatmiş olması, insanlara kapasite ve idraklerı oranında ulaşıp kendisini onlara tanıtmak istemesinden dolayıdır. Bu nedenledir ki kimi zaman:"Rabbimin ilk yarattığı şey nurdur" buyurmaktadır ,

Kimi zaman:"Rabbimin ilk yarattığı şey kalemdır" demekte ,
Kimi zaman: "Rabbimin ilk yarattığı şey akıldır" buyurmakta ,
Kimi zaman:"Rabbimin ilk yarattığı şey benim nurumdur" diye belirtmekte ,
Kimi zaman da: :"Rabbimin ilk yarattığı şey benim ruhumdur" diye belirtmekte

Daha önce de açıkladığımız üzere buradaki nur, kalem, akıl ve ruh arasında bir anlam birliği ve bütünlüğü söz konusudur ve bunlarin hepsi bir tek hakikate işaret etmektedir: Muhammedi hakikat!
Bizim kullandiğimiz kavram ve terimler farkli ve türlü türlüdür; ama bunlarin tamami, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) emsalsiz güzelliğini anlatmak istemektedir:
Mesele-i aşk nist der hor-i şerh-o beyan
Beh ki be-yek su nehend lefz-o irabarat ra
Aşk denilen şey kelimelerle anlatılamaz.
En doğrusu, bütün kelimeleri ayrı yöne yöneltmek!
Sözün kısası onun mübarek varlığı bütün mahlükattın kökü, her şeyin aslı ve esası, bütün varlıkların mayasi ve cevheridir.
Nur, kalem, akıl ve ruh aynı hakıkatın merhaleleridirler; yani nur, kalemle ruhun hakikati, ruhla kalem de aklın hakıkatıdır.
Binaenaleyh Yüce Allah (c.c) nur, kalem, akıl ve ruh mertebelerine sahip bulunan Muhammedi hakıkatı vasıtasız olarak doğrudan doğruya kendi ruhundan yaratmış, onun vasıtasıyla da diğer varlıkları yaratmıştır.

Nitekim İmam Cafer Sadık (a.s) bunu şöyle acıklar: Yüce Allah meşiyyeti (iradeyi) bir vasıtayla değil, doğrudan doğruya kendisi yarattı, sonra bütün varlıkları meşiyyet vasıtasıyla yarattı.
Yani Yüce Allah, ilk mazhar ve Muhammedi nurun bir başka adı olan meşiyyeti, hiçbir şeyi vasıta kılmadan doğrudan doğruya kendi zatının tecellisiyle var etti, sonra da bütün diğer varlıkları bu Muhammedi nur vasıtasıyla yarattı. Zira ister aklı, ister gayri aklı olsun, mutaayyin (aynileşmiş) ve sınırlı hakıkatler, bütün taayunat ve takayyudattan (aynileşme ve kısıtlamalardan) münezzeh olan Mükaddes Varlık'la doğrudan doğruya irtibatlı olamazlar.

Bu nedenle, ıtlak-ı Muhammedi nur; değişkenle sabitin, mutlaka mukayyet, hareketliyle hareketsiz arasında bir berzah ve vasıta rolü oynamaktadır ve "Münbesit Feyz" olan Muhammedi mutlak nur olmadan, yaratılanla Yaratan arasında öznel ve zati bir ilişki mümkün değildir.
O halde Hak Teâla Hazretlerinin zati tecellisi ve mutlak cemalin zuhur nuru "Muhammedi Mutlak Feyz", "Ahmedi Işraki Meşiyyet" ve "Nebevi Nur"dur. Nitekim rivayetlerde de bu mana vurgulanmaktadır:

Allah aklı yarattı. Aklı, Arşın sağ tarafından ve kendi nurundan yarattı. Akıl, manevi ve ruhani yaratıklar arasında ilk var edilen yaratıktır.
Ze Ahmed ta Ahmed yek mimfark est
Heme âlem der in yek mim cem est
Ahmed'le Ahmad arası bir "m"dir sadece
Ama bütün kâinat bu "m"de gark olmuştur işte!
Mutlak Nur: Ehl-i Beyt
Resulullah Efendimizin (s.a.a) "Rabbimin yarattığı ilk varlık, benim nurumdur" şeklindeki ünlü buyruğuna ve daha önceki satırlarda Ehl-i Beyt'in "Nurun mutlak ve tam mazharı" olduğu yolunda aktardiğimiz hadislere istinaden, bu mübarek zatların hüviyet, mahiyet, şahsiyet ve hilkat -yaratılış- açısından nurdan başka bir unsur olmadıkları kolayca anlaşılmaktadır.

Bu, Kur'an'da birçok ayette belirtilen "Allah'in Nuru"dur. Onlar varlıklarının hakikatini, bütün kemal sifatlarinin bir arada toplanmış, hali olan "Hakikatullah"tan almaktadırlar; aralıksız ve kesintisiz olarak ebediyen O'na bağlı ve bağlantılıdırlar. Bu nur akılsızların, habersizlerin ve vesvese edicilerle kandırıcıların ağızlarının üflemesiyle sönecek bir şey değildir:
----------------
Sebe', 47.
2-Kalem, 1.
Enbiya, 107.
Usul-i Kâfi, c.l, s.10, "Akıl ve Cehil" kitabi, hadis: 1; şeyh
Saduk, el-Emali, s.418, a3tmi§ behind oturum, hadis: 5; Biharu'l-Envar, c.l, s.96,bab:2, hadis: 1.
A'raf, 54.
Bakara, 117.
isra, 85.
Mümin, 15.
Biharu'l-Envar, c.54, s.309, Tekmile.
Biharu'l-Envar, c.l, s.104, bab: 2.
Tefsir-i Kummi, c.2, s.198; Biharu'l-Envar, c.54, s.366, bab: 4,hadis: 1.
Biharu'l-Envar, c.2, s.97, bab: 2, hadis: 8.
Bihar u'l-En var, c.l, s.97, bab: 2, "Hakikatu'1-Akl-u ve Keyfiyetuhu", hadis: 7
Biharu'I-Envar, c.54, s.306, Tekmile.
Vahdet Kirmanşari.
Et-Tevhid, s.147, bab: 11, hadis: 19; Biharu'I-Envar, c.54, s.56,"Hudusu'1-Âlem" babi.
Usul-i Kâfi, c.l, s.85, bab: 14, hadis: 4.
Şeyh Mahmut şebisteri.


2
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT

"Allah'in nurunu ağizlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirlere hoş gelmese de!.."
Bu ve benzeri ayetlerde "nur" kelimesi edebi açıdan "Allah" kelimesine eklenmiştir ve bu ek bütün huviyet, taayyün ve vasiflarının, eklendiği ana kelimeden, yani "Allah"tan almakta, başka bir deyişle sahih hadisler de Ehl-i Beyt ve masum imamlar olarak yorumlanan bu nur,

Allah'tan asla ayrılmamakta, yüksek feyizlerle arasındaki bağlanti bir lahza bile kesilmemektedir. Hz. İmam Cafer Sadik'in (a.s) de buyurduğu gibi: Bu nurun, Allah'ın Ruhu'na bağlılığı ve bağlantısı, güneş ışıklarının güneşle bağlantısından çok daha güçlü ve şiddetlidir.

Evet, bunun muazzam bir hakikat olduğu inkâr edilemez; Ehl-i Beyt'in Yüce Rahman'la bağı ve bağlantısı, güneş. Işığının güneşle bağlantisından çok daha yakın ve güçlüdür. Reddi mümkün olmayan çok sağlam ve sahih sünnetlere dayalı olup Hz. İmam Hadi'nin (a.s) duasi olan ve bütün masumları (a.s) ziyaret için okunabilen Camia-i Kebire Ziyaret Duasi'nda Ehl-i Beyt'in yaradılışının hakikatı hakkında şöyle buyruluyor:

Allah, sizin hepinizi nur olarak yaratmıştır. Bu nedenledir ki, yine Camia Ziyareti'nde şöyle geçer: Siz Ehl-i Beyt'in hepinizin ruhu, nuru ve mayasi birdir, pek hoş. Ve tertemizdir. Varis Ziyareti'nde de şöyle geçer: şehadet ederim ki sen, tertemiz rahimlerle asıl ve seçkin sülblerdeki bir nurdun.. .

Maktel kitaplarında, Hz. İmam Seccad Zeynül abidin'in (a.s) Seyyidüşşüheda Hz. İmam Hüseyin'in (a.s) kesik başını mezara koyduğunda şöyle buyurduğu kayıtlıdır:
Babacığım! Senden sonra dünya karanlık olmuş, ahiretse senin nurunla aydınlanmış, oldu.


Ehl-i Beyt ve Şia

Ebu Halid Kabuli anlatır: "...O halde, Allah'a, Resulü'ne ve indirdiğimiz nura iman edin" ayetini İmam Muhammed Bakır'a sorduğum zaman hazret şöyle buyurdu: Ey Ebu Halid! Yüce Allah'a yemin ederim ki nur, kiyamete kadar Muhammed (a.s) soyundan gelecek olan imamlardır, Allah'a and olsun ki bu imamlar, Allah "in indirmiş olduğu nurudurlar; Allah'a andolsun ki bunlar Allah'in yeryüzündeki ve gökyüzündeki nurudurlar!

Ey Ebu Halid! Rabbime andolsun ki müminlerin yüreğinde imamın nuru, gündüz parlayan güneşin ışığından daha parlaktır ve yemin ederim ki bunlar, müminlerin kalplerini aydınlatırlar. Şanı Yüce Rabbim Azze ve Celle, onlarin nurunu dilediği kimselerden gizler ve onlarin kalbi karanlik oluverir!
Ey Ebu Halid! Allah'a andolsun ki bir kulun yüreğini Allah temizlemedikce o kul bizi sevmez ve imametimizi kabullenmez.

Bir insan bize teslim olmadikca ve bizimle dost ve barışık olamadıkca Allah onun kalbini temizlemez. Bizimle dost ve barışık olduğunda Yüce Allah onu hesap günüün zorluğundan ve kiyametin pek büyük dehşetinden kurtarır.

Dönmek İçin Gelmedim

İnsan günahlardan sakınıp kötülüklerden uzak durarak kalbinin ufkunu Ehl-i Beyt'in güneşinin doğuşuna musait hale getirirse o kutsal zatlarla yakın olur, o büyük zatların kişiliğinin ve kültürlerinin cazibesine kapilmaktan kendisini alamaz; onlarin, Hakk'ın doğru yolu olan yollarının yolcusu olur.
Sa'd oğlu Ömer, Aşura gününün ilk saatlerinde, adamlarindan birini dört kişiyle birlikte İmam Hüseyin'le görüşmede bulunmak üzere görevlendirdi.

Ömer'in elcisi, imam'la (a.s) görüşmesini tamamlayip hazretin cevabını aldiği halde yerinden kalkmiyordu. İmam Huseyin (a.s) "Getirdiğin mesajin cevabını götürmeyecek misin?" diye sorunca, Ömer'in elçisi "Tekrar Ömer'in yanina dönmek için gelmedim!" dedi, "Hep sizin safınızda olmak ve sizden asla ayırlmamak için buraya geldim ben!'"

Evet, kalp hazir hale gelince imamin (a.s) nuru orada doğar ve o kişinin imamete vurulmasına, sonuçta onun diünya ve ahiret saadetine ulaşmasina sebep olur.
Ehl-i Beyt'le Biat, Allah He Biat Demektir
Hadislerde "Allah'in nuru" olduğu belirtilen imamin manevi şanı, Yüce Allah'ın şanıdır, bu nedenle imama itaat eden kimse Allah'a itaat etmiş, imami seven Allah'i sevmiş ve imama biat eden kimse Allah'a biat etmiş. Demektir.

İbn Abbas şöyle anlatır.

Kâbe'yi tavaf ettiğim sırada "Ey insanlar! Allah'a biat etmek isteyen, Hüseyin'e biat etsin!" diye bir ses duydum. Tavaf ettiğim sırada bu sesi duydum, ama sesin sahibini göremedim."

Huzura Çıkmanın Şartı: Temizlik

Göklerde ve yeryüzünde Yüce Allah'ın nuru olan Ehl-i Beyt temizliğin doruğuna varmış olup her nevi kir ve kötülükten temizlenmiştir. Bu nedenle şialarının da mümkünmertebe temizlik nuruyla aydinlanmasını, her nevi kir ve kötülükten arınmasını ister, kirlilik ve kötülükten nefret ederler.
Ehl-i Beyt batini kirliliği de sevmez, bunun "karanlık" olduğuna inanir ve insanlarin onlara uymaları halinde batini karanlık ve zülmetten kurtulacaklarını israrla vurğularlar.

Temizliğe aşik olan Ehl-i Beyt'in, dışı temiz olmayan insanlarla bile görüşmekten sakındıkları bilinmektedir.
Bir sahra Arabi, cünüp halde Medine sehrine girdi ve daha sonra boy abdesti almayi düşünerek, önce İmam Cafer Sadık'ı (a.s) ziyarete karar verdi. İmam'ın (a.s) evinin kapısını çaldığında bizzat imamın kendisi kapiya gelip "Önce gidip temizlen, sonra buraya gel!" buyurdu .

Gesl der eşk zenem ki ehli tarikat guyend
Pak şu evvel ve pes dide her an pak endaz.
Gözyaşıyla yıkanıp temizlen ey gönül!
Zira tarıkat ehli: "Temiz insanlara bakmak istiyorsan, önce kendini temizle!" demişlerdir."

Peygamberler Gibi Yaşamak

Ehl-i Beyt'in sevgisi ve velayetiyle yaşamak, onların temiz ve nurlu kültürü doğrultusunda bir hayat sürdürmek, maddi ve manevi bütün boyutlarda onlara uyup onları izlemek gerçekte peygamberimsi bir hayat sürdürmek ve peygamberler gibi yaşamak demektir.
Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) Hz. Resulüllah Efendimizden (s.a.a) şu hadisi nakleder:

Peygamberler gibi yaşayıp şehidler gibi ölmek ve bütün ağaçlarını Yüce Allah'in ekmiş olduğu cennette yaşamak isteyen kimse Hz. İmam Ali'nin (a.s) velayet ve imametini kabullenmeli, onun dostlarıyla dost olmalı, ondan sonraki imamlara uymalıdır.
Zira onlar benim ailemdir ve benim sulbümden gelmiş, benim. tiynetimden yaratılmışlardır. Allah'ım! Benim ilim ve idrakimi onların rızkı kıl! Ümmetim icinde onlara muhalif düşenlerin vay haline! Ya Rabbi! Onlara muhalefette bulunanları benim şefaatime ulaştırma!


EHL-İ BEYTİN VARLIK MERTEBELERİ

İnsanoğlu madde âlemine ayak basıp dünya yaşamına adım atabilmek için birtakım merhale ve mertebelerden geçmiştir. Geldiği yere dönüp şimdikinden nitelik olarak 50k farklı olan asıl konum ve durumuna kavuşabilmesi için de, şimdi içinde bulunduğu merhaleyi atlatıp, daha birçok merhalelerden geçmesi gerekmektedir:

...Başlanğıçta sizi yarattığı gibi (ölümden sonra O'na) döneceksiniz.
"Allah'tan gelip yine Allah'a gitmek" sadece insana mahsus bir seyir ve hareket değildir; bütün mahlûklar iniş ve çıkış şeklindeki iki eğride hareket eder ve bu minval üzere daireyi tamamlarlar. Ancak, "eşref-i mahlûkat" yani yaratılmışların en üstün ve en degerlisi olan insanda bu seyir ve hareket kâmildir, tam ve mükemmeldir. Yani insan, var oluş çemberinin inişli çıkışlı bütün merhalelerini yaşar ve görür.

"Hak"tan gelip madde âlemine giren insan bu âlemin "ahsenu'Makvim"inden "esfelu's-safilin"e kadarki bütün merhalelerini katettikten sonra cevheri bir tekâmül seyri içinde hareket ederek varlığının "marifet" ve "vücudi" boyutlarinda gerekli degişim ve degişikliklere uğrayip yine "Hakk"a döner.
Diğerlerine oranla daha seçkin ve mümtaz olup liderlik ve öncülük özelliği taşıyan ve daha güçlü bir mizaca sahip olan insanlar bu kemal seyrini kusursuz, tam ve mükemmel şekilde tamamlarlar.

Kamil insanlar arasında Hz. Resulullah Efendimizle (s. a.a) onun mutahhar Ehl-i Beyt'i bu merhaleyi en mükemmel şekliyle tamamlamışlardır.
İnsanın Nüzul Merhaleleri
Her varlık gibi insanında "henüz hiçbir şey olmadığı " bir merhalesi vardır, bu merhaleden sonradır ki "bir şey" olur. Bu iki merhaleyi biraz açıklayalım:

1-ilahi ilmin zatında gizli olduğu "zıll" veya gölge zamanında, yani "zat-i meknun" ve Hak'kın varlığıyla var olduğu zamandaki merhale ilk merhale veya baş ka bir deyişle "henüz hiçbir şey olmadığı merhale"dir.

2-Yukandaki merhaleden sonra Yüce Allah, ilahi ilminin zatında var ve saklı olan "zıll"ı , "medd-i zıll" merhalesine dönüştürüp ayan ve görünür hale getirmeyi irade etti. Bu, ikinci merhaledir; yani "medd-i zıll" makam veya "bir şey olma" merhalesidir, yani "var oluş," liyakati kazanma ve Yüce Allah'ın "ol!" emriyle "var olma" ya layık oluş evresidir.

Çünkü bundan önce "var ol!" emrine layık bir şey değildi: Bir şeyi dilediği zaman ona sadece "ol" diye emreder, o da hemen oluverir. Bu merhale sadece bir tecelliyle vuku bulur, gerçekleşme sürati akla hayale sığmayacak kadar anidir: Bizim emrimiz bir göz kırpma gibi -çok hızlı gerçekle-şir ve- yalnızca bir keredir.

Kur'an-i Mecid "Leyse-i Tamme" veya "henüz hiçbir şey olmama" merhalesini şöyle belirtir:
İnsan, önceden hiçbir şey degilken gerçekten bizim onu yaratmış olduğumuzu hiç hatırlamaz ve düşünmez mi?
Henüz anılmayan ve adı-şanı olmayan insanin "bir şey" oluşuyla ilgili olarak şöyle buyruluyor:

Gerçek şu ki insanin üzerinden, henüz kendisi anılmaya değer bir şey değilken uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip geçti. Bu, insanın "bir şey" olduğu, ama henüz "anılmaya" ve "kayda değer" olmadığı "sabit varlık" merhalesidir.

3- Yukarıdaki ayet, insanın üçüncü bir merhalesinin de olduğunu göstermektedir: "Anılmaya ve kayda değer bir şey olma" merhalesi! İşte bu, onun "yaratık olarak varlığı ve varolması"dır, Muhammedi güneşin isigi ve onun nurunun cilvesi sayesinde yaratıklar arasında bir yaratık olma ve ortaya çıkıp var olma merhalesidir. Bu merhalededir ki anılmaya ve kayda deger 'bir şey"dir artık.

Pratikte Varolmadan Önce ilmi Varoluş

Bütün varlıklar, zahir olup madde âlemindeki yerlerini almadan, yani "vücud-u harici"bulmadan önce vücud-u ilmiye olarak vardi, yani Yüce Allah'ın ilminde var idiler. İnsan da önce Yüce Allah'ın bildiği bir "ilmen var"di, O'nun "ol!" emriyle birlikte "ilim" merhalesinden "ayniyet" merhalesine geçmiş, var ve zahir olmuştur.Yüce Rahman'ın muhatap alip

"Ol!" diye emrettiği bir şeyin "varolmayan ve mutlak anlamda yok olan" bir şey olmadığı ortadadır. Zira var olmayan ve "mutlak anlamda yok olan" bir şeye hitap edilmez, muhatap alinip emir verilmez. Binaenaleyh insan bu merhalede henüz zahiri anlamda "var"olmasa da Yüce Allah'ın ilminde "var"di, Diğer taraftan, bizim bu "ilmi var olma"mız, "teccerüd" nedeniyle daima ilim ve bilişle birlikteydi.

Binaenaleyh şunu anlamaktayız: Biz bu dünyaya gelmeden ve vücud-u harici kazanıp var olmadan önce ilmen vardık, "vücud-u ilmi"miz Vardi, bu "vücud-u ilmi", yani vücud-u mücerred ve soyut varlık, kendisini bildiğine göre biz ilmi bir şey olduğumuzun, ama ayni bir şey olmadığımızın bilincindeydik ve bunu biliyorduk.

Yani ilmi ve soyut bir varlık olduğumuz merhalelerde "var" oldugumuzu, ama bunun görünüp ortaya çıkabilen ayni ve somut bir "varlık" olmadığını biliyorduk ve bunun farkındaydık. Bu nedenledir ki Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:
insan, önceden hicbir şey değilken gerçekten onu bizim yaratmış, olduğumuzu hiç hatırlamaz ve düşünmez mi?! Allah Teala'nin (c.c) bu şekilde uyarcı bir tonla sormasının nedeni, bizim bu gerçeği önceden bildiğimiz, ama daha sonra bunu tavsayarak gaflete kapılıp unuttugumuz veya unutmuş gibi davranmamızdan dolayıdır.

Demek ki biraz dikkatle düşünecek ve meseleye insaf ve izanla bakacak olursak daha önce hiçbir şey olmadığımızı, daha sonra "bir şey" olduğumuzu, ama henüz kayda ve anılmaya deger bir şey de olmadığımızı , sonra yaratılıp var edilerek "kayda değer bir şey (adıyla şanıyla belli ve ortaya çıkmış,, zahir olmuş bir varlık -çev-) olduğumuzu kolayca hatırlayacağız!..

Evet, mezbur ayette "insan hatırlamiyor mu, düşünmüyor mu?" şeklinde bir ifade kullanılması, insanın daha önce bildiği bir şey ve bir ilmi olduğu, ama belli bir nedenden dolayı bunu unuttuğu gerceğini ortaya koymaktadır. Gaflet perdesini bir kenara itecek olursak bir zamanlar veya varlığın belli merhalelerindenbirinde yüce Rabbimizin bizimle konuştuğunu ve bizim bir hiç olduğumuzu, O'nun bizi sabit ilmi ve sabit ayniyetten, harici ayniyete dönüştürüp yarattığını hatırlarız.

Tecafi Değil, Tecelli Şeklinde Tenezzül

Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: insanın Hakk'ın ilmindeki neş'attan (Allah'ın ilminde var olan bir varlık olma merhalesinden -çev-) ayniyete nuzul etmesi ve sonra da harici mevcudiyete kavuşup var olmasi tecafi yoluyla değil, tecelli yoluyla gerçekleşmiştir.

Yani Yüce Allah'ın ilminin neşatı insanin varliğindan boş kalmış değildir. Dış, aleme ayak basan insanoğlunun ilmi varlığı "ilahi ilim" merhalesinde varolmaya devam etmektedir. Nitekim bir öğretmenin ögrencisine öğrettiği ilim tecafi değil, tecelli şeklindedir (yani ögrenciye öğretmekle, öğretmen o ilmi kaybetmiş. Olmaz -çev-).

Binaenaleyh biz dış dünyada ve ayniyet âleminde var olduysak da Hak Teâla'nın ilim merhalesinde de varlığımız sürmektedir ve bu iki varoluş, neş'ati (hayat sürdürme -çev- ) arasında daima tekvini irtibat mevcuttur. Bu nedenledir ki biz, üzerimizdeki ğaflet tozlarını silkeleyip kendimize gelecek olursak ali ve nurani merhalemiz olan ilmi varliğimizla irtibat sağlayabilir ve o unuttuğumuz gerçeği hatırlayabiliriz.

---------------
Saf, 8.
Usul~i Kâfi, c.2, s.166, "Uhuvvetu'l-muminin" babi, hadis: 4.
El-Fakih, c.2, s.613, Camiatu'l-Kebire ziyareti; Biharu'l-Envar, c.99,s.l29,bab;8.
El-Fakih, c.2, s.613, Camiatu'l-Kebire ziyareti; Biharu'l-Envar, c.99, s.129, bab: 8.
Et-Tehzib, c.6, 8.113, hadis: 17; el-ikbal, s.589; Kef ami, Misbah, s.501
Pişva-i şehidan, s.230, Hakspari-i şehidan.
Teğabun, 8.
Usul-i Kâfi, c.l, s.194, "Enne'l-Eimme Nurullah" babi, hadis: 1; Tefsir-i Kummi, c.l, s.371; Biharu'l-Envar, c.23, s.308, bab: 18, hadis: 5.
Pişva-i şehidan, s.385, §ehdi-i Gomnam.
ihkaku'l-Hak.
Bu anlam Vesailu'ş-şia, c.2, s.212, bab: 16, "Kerahet-u Duhuli'l-Cunub-i Buyute'n-Nebi ve'l-Eimme, hadis: 1952'den 1956'ya kadarki rivayetlerden alınmıştır.
Hafiz-i şirazi.
Usul-i Kafi, c.l, s.208, hadis: 3.
A'raf,29.
Yasin, 82.
Kamer, 50.
Meryem, 67.
İnsan, 1.
Meryem, 67.
----------------------

Esfelessafilin Merhalesinin Doğal Varlığı

Görüldüğü gibi "esfel-i safilin" yani en aşağı mertebedeki maddi ve doğal varlığımız, bizim su anki en son varlık halimizdir. Bundan bir üst mertebe "misali varlık", ondan bir üstü "akli varlık", ondan da üst mertebe zat-i meknunda varolan "ilahi varlık"tır.

Binaenaleyh "zılli" merhale, ayette belirtilen insanın "hiçbir şey olmadığı" merhaledir , çünnkü zat-i besit (terkipsiz varlık) çercevesindedir. Bu merhaleden sonra "ol!" emrine muhatap olmakta ve varlık âleminde varligimiz ayniyet buIup gerçekleşmekte, böylece "anılmaya değer bir şey" olmaktayız.
İlahi emirle, ilahi yaratış, insanda bir aradadir ve her ikisi de insanın varlığında toplanmıştır, "...yaratmak da, emir de yalnızca O'nundur..." hükmü gereğince insanoğlu var olmuş, ortaya çıkmıştır.

Bu şaşırtıcı ve muazzam yaratık hakkında Kur'an-i Mecid şöyle buyurur:...Ben, kokuşmuş koyu renkli balçıktan alınma kuru çamurdan, bir insan yaratacağım... ...Gerçekten, çamurdan, bir beşer yaratacağım...
Yukarıdaki iki ayetle bunlara benzeyen diğer birçok ayette, insanoğlunun maddi âlemde en aşağı mertebe olan esfel-i safilin mertebesinde var edilip yaratılmasına işaret edilmekte, bu merhaleden sonra sşöyle buyrulmaktadır:

Ona biçim verip iyi hale getirdiğimde ve ona ruhumdan ufürdüğümde, hemen ona secde ederek yere kapanın... Bütün bu ayetler, insanın kapsamli bir varlık olarak diğer mahlûkattan ayricalıklı ve üstün olduğunu göstermektedir.

Ehl-i Beyt'in Ayrıcalık ve Üstünlüğü

Hak olan ilahi maarifle islami eserler ve ayetlerle hadislerin de vurğulamakta olduğu üzere insan türü arasında Hz. Resulullah'rn (s.a.a) Ehl-i Beyt'i ister zat-i meknundaki ilmi merhalede, ister Levh-i Mahv ve ispattaki misali merhalede,

ister Levh-i Mahfuz'daki aklı merhalede ve ister dünya hayatındaki tabii mizac ve yaratılış, merhalesinde bütün diğer insanlardan daha üstün ve mümtaz olup bu merhalelerin tamamını en mükemmel şekilde ve tam olarak seyr ve katederler. Çünkü onlar özel bir nur ve özel bir soydandırlar: Ben ve Ali bir soydan, aynı kökteniz. Diğer insanlar ise başka soy ve birbirinden farklı başka köklerdendirler.

Keza, hangi makam ve merhalede olursa olsun onlarin güç ve kapasitesi de diğer insanlarla kiyaslanamayacak derecede ileridir. Bu nedenledir ki, birçok sahih hadiste de belirtildiği üzere onlarin nuru, bütün mahlûkattan önce yaratılmış, onların varlığı "müzhir-i zat" ve "müzhir-i mafi'z-zat" ve "müzhir-i hakaik-i ilmi" kılınmıştır.

İnsanın fevkalade değerli, büyük ve ileri merhalelerinden biri olan 'Yüce Allah'in muhatabi olma şerefine kavuşma"si hakkında Kur'an şöyle buyurmaktadır:
Kendisiyle Allah'in konuşmasi, bir beşer için olacakşey değildir. Ancak bir vahiy ile ya da ğayb perdesininArkasından veya -melek gibi- bir elçi gönderip kendiİzniyledilediğine vayhetmesi durumu başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bu muhataplarin en mükemmel ve en üstünü Abdullah oğlu Hz. Muhammed-i Mustafa Efendimiz (s.a.a)ve onun mübarek Ehl-i Beyt'idir. Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) vahiy yoluyla aldiği bütün hakikatler, onlarin mübarek kalbine intikal etti ve gerçekte, Allah'in elcisinin (s.a.a) vasitasiyla onlar da Hakk'ın hitabinin muhatabi oldular.

Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonra insanların en kâmili, en tamı ve en azizi olan Ehl-i Beyt kemal yolunun bütün iniş ve çıkış, merhalelerini en mükemmel ve en başarılı şekilde katetmiştir. Bu nadide zatlar hem güneşi andiran varliklanyla "varlığım göstergesi" ve yansitcisi olmuş, hem diğer varliklara ilahi hitabin vasitasi kesilmişlerdir.

ŞeffafBir Örnek

Mübarek Ehl-i Beyt'in vasıfları hakkında; bu büyük zatların başının çeken Müminler Emiri İmam Ali (a.s) için Hz. Resulullah'in(s.a,a) şu tarifi yeterince aydınlatıcıdır:Ya Ali! Şüphesiz, benim duyduğumu sen de duymakta benim gördüğümü sen de görmektesin! Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) bu buyruğunda bir-çok hikmetler bulunduğu şüphesizdir.

Nitekim çocukluğundan beri bizzat Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) ellerinde büyüyüp onun özel terbiye ve talimiyle yetişen İmam Ali (a.s) kâmil ve her yönüyle mükemmel bir insan örneği olarak akılla nakil, ğaybla şuhud, uykuyla uyamklık ve dünyayla ahiret arasında en doğru ve sağlıklı ilişkiyi kurup bütün bunları en ölçülü haliyle bir arada toplayabilmiş, imkânmahlûkunun erişebileceği en yüksek marifet ve varlik mertebesine ulaşmayi başarmıştır.
O, insanın "gibi" ve "adeta görürcesine" merhalesini geride bırakıp , "görme" ve "tahakkuk" derecesine ulaşabilmiş mümtaz bir kuldu. Bu nedenledir ki ğayet net ve kesin bir ifadeyle şöyle buyurabilmiştir:

Ben, görmediğim bir Rabbe kulluk etmem. Yani "Rabbimi adeta görüyormuşcasına O'na ibadet ederim" demiyor; "Ben, Rabbimi (gönül gözüyle) görerek O'na ibadet etmekteyim" diyor!

"Çünkü ben, görmediğim bir tanrıya ibadet etmem!" Perdelerin bir kenara itilmesinin, benim yakinime ekleyeceği hiçbir şey olmaz!
Zira onunla Hakk arasıda hiçbir hicab, ö'rtü ve engel kalmamıştır zaten. O, çok önceden, gönül gözünün önündeki bütün perdeleri sıyırabilmiş; marifet ve varlık sahasında imkânla vücud, yaratılanla Yaratan arasında bizzat vasıta kesilmiş ve Yüce Allah'ın "Habibi"nin (s.a.a) "Ali'yle (a.s) ben aynı nurdan yaratıldık" buyruğunun mazharı unvanıyla Muhammedi hakıkat nurunun güneşi olan kişiliğiyle mahlûkatın "şuhud" makamına yürümesine yardımcı olmuştur.

"Kamil insan", meleklerin ögretmeni ve örneğidir, melekler onun karşısında (Yüce Allah'ın azamet ve büyüklüğünü ikrarla O'na -çev-) secdeye kapılırlar. Melekler, kendileriyle insanoğlu arasında mertebe bakımından önca farklılıklara rağmen "kâmil insan"ın karşısında daima sayğı ve tevazuyla eğilir, secdeye kapanırlar. Zira insanoğluna "isimler'ın ögretilip "önunde melekleri secdeye getirecek hasletlerle terbiye ve mücehhez edilmiş olması" insanoğlunun imkân âleminin basit bir mahlûku -özel kişiliği- olmasından değil, "kâmil insan"ın hukuki -tüzel- kişiliğinden dolayıdır.

Bu nedenledir ki bütün melekler öteden beri kâmil insanın manevi gücü ve egemenliği altındadırlar ve hâlihazırda melekler ve diğer bütün mahlûkat, Yüce Allah'ın izni ve O'nun takdiriyle Hz. Bakiyytullahi'l-A'zam'ın -Allah onun zuhurunu çabuklaştırsın- emrindedir.


EHL-İ BEYTİN VARLIĞININ KAPASİTESİ

Müminler Emiri imam Ali (a.s) meleklerin varlik kapasitesi ve "sia-i vücud"u hakkında şöyle buyurur:Onların ayakları aşağılardaki yere basar, boyunları gökten yukarısına yükselmiştir. O çağın insanları için kullanılan bu ifadenin anlamı şudur:
Melekler soyut hakıkatlerdir. Bu nedenle kâinat nizamını kuşatcıdırlar ve bütün kâinat onların nazarı altındadır. Kur'an ve sünnete göre bu soyut hakıkat Hz. Resul-i Ekrem'Ie (s.a.a) onun Ehl-i Beyt'inin batınında da tecelli etmiştir.

Kur'an, tıpkı güneş misalı Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) kalbinin ufkundan doğduğu için o ve masum Ehl-i Beyt'inden, haktan başka şey sadır olmaz. Zira insanoğlu birinde hakka, diğerinde de batıla yer verebileceği iki kalbe sahip olmadığı gibi, hakla batıl da bir kalpte bir araya gelemez.

çünkii batıl "vücudu bir hakıkat" olmadığından hakkın yanında yer alamaz, onunla boy ölçüşemez, onunla savaşamaz (hakkın batıla karşıdaima galip olmasi da bundan dolayıdır -çev). Binaenaleyh Ehl-i Beyt"hak"tan başka şey değildir; haktan gayrısını söylemez, haktan gayri iş görmezler.
Onlar, bütün âlemler için rahmettir, isteyerek veyaistemeyerek herkes ve her şey biiznillah, onların varlığının hakikatinden fayda görmekte, yararlanmaktadır."Kamil insanlar", "Kitapların Anası" olan Ümmü'l-Kitab'a dokunabilir -onu anlayabilirler:

Kur'an-i Kerim, her nevi tahrif ve değiştirilmeden masun olup Levh-i Mahfuz'da saklanıp korunmuş bir kitapta yazılıdır. Ona temizlenip arınmış olanlardan başkası dokunamaz- onun hakikat ve sırlarına erişemez

Onlar tabiat hayatından ve zamandan ötedirler, bu nedenle hem geçmişe hem geleceğe ayak basabilirler. Yani zaman, onların ayakları altına serilebilecek bir dereceye ulaşirlar, Bu sebepledir ki Allah'ın izniyle hem geçmişten, hem gelecekten haberdardırlar. Çünkü zaman ve mekân mefhumunu aşabilen kimseler geçmişi ve geleceği görebilirler.


Geçmişi, vuku bulduğu gibi ve geleceği de vuku bulacağı gibi görürler. Kur'an-i Mecid'de Yüce Allah'ın, bütün varlık âleminin kiyamete kadar ve ondan sonraki geleceğini Hz. Resul-i Ek-rem'e (s.a.a) gösterdiği geçer:

Sonra yaklaştı, iyice yakın oldu. Derken Peygamberle arasındaki mesafe iki yay kadar oldu veya daha da yakınlaştı... Şüphesiz, onu bir de, diğer inişte görmuştü. Sidretu'l-Münteha'nın yanında. Ki, Cennetu'l-Me'va onun yanındadır.

Yüce Allah mirac, ta kiyameti cennet ve cehennem halinde Hz. Resulullah Efendimize (s.a.a) gösterdi. Bu nedenledir ki şöyle diyoruz: Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.a)geçmişi ve geleceği bilmek ve anlamakla kalmaz, aynı zamanda hepsini görmektedir de. Hazret (s.a.a) bütün hüviyet ve maneviyatıyla mübarek Ehl-i Beyt'inde tecelli etmiş olduğundan Ehl-i Beyt de tıpkı kendisi gibi biiznillah geçmişi ve geleceği bilmekte ve görmektedir.

Bunca güçlü ve mümtaz yaradılışa sahip varlikların ibadetlerinin de ihlas ve nitelik bakımından başkalarıyla kıyaslanamayacağı ve böylesine nadide şahsiyetlerin bir anlık ibadetlerinin bütün cinlerle insanların ibadetlerinden daha üstün olduğu apacık ortadadır. Bu nedenledir ki Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Hendek günü yapılan cihadda Ali'nin bir kılıç vuruşu cinlerle insanların ibadetlerinden üstündür.

EHL-İ BEYT KUR'AN'IN DENGİDİR

Kur'an-i Kerim'i anlayıp bilme ve ayetlerini icra edip uygulama hususunda başta Müslumanlar gelmek üzere büütün insanlar sorumludurlar.
Aynı sorumluluğu Ehl-i Beyt için de taşımaktayız. Zira Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) insanları hidayet edip sapmalardan koruyabilecek olan iki değerli emanetten birinin Ehl-i Beyt olduğunu buyurmuştur. Ana kaynaklarda şöyle geçer:

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) vefatıyla sonuçlanacak olan hastalık günlerinden birinde imam Ali'yle (a.s) ibn Abbas'ın kollarına girip onların yardımıyla Mescid-i Nebi'ye geldi. Caminin, hurma ağacı kütüğünden olan sutunlarından birine yaslanarak cemaate şöyle buyurdu:

Ey cemaat! Hiçbir peygamber, kendisinden sonra ümmetine bir yadığar bırakmadan bu dünyadan göçmemiştir. Ben de sizlere Allah'ın Kitabıyla Ehl-i Beyt'imden müteşekkil iki yadiğar (Sekaleyni) bırakıyorum. Dikkat edin, bu ikisini çiğneyeni Allah tebah eder!

Müminler Emiri imam Ali (a.s) de şöyle buyurur: Biliniz ki Yüce Rabbim bizi her nevi kötülük ve günahtan arıtmış, masum kılmış, yarattıklarına şahid ve yeryüzünde hüccet etmiş, Kur'an-i Kerim'i bizimle, bizi de Kur'an-ı Kerim'Ie birlikte kılmıştır. Biz asla Kur'an'dan ayrılmayız ve Kur'an da asla bizden ayrılmaz!

Ehl-i Beyt Kur'an'ın örtülü kitabıdır; Alah'ın Kitabının anlamlarını taşıyan bir kitapttr. Kitab-i Mecid'in zahir ve batin bütün anlamlarını bilen ve ilahi ayetlere herkesten fazla uyup uyğulayan onlardır. Hiç şüphesiz, onlar Kur'an'ın aynı misdaki, pratiği, Allah'ın Kitabının tam ve mükemmel cilvesidirler. Binaenaleyh insanlar, özellikle de Müslumanlar Kur'an'a karşı taşıdıkları bütün sorumlulukları Ehl-i Beyt'e karşı da taşımaktadırlar.

Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) kendisinden sonra yadiğar bıraktığı Kitabullah'la onun dengi Ehl-i Beyt'ine karşı ümmetinin nasıl davrandığını ibn Zer'den dinleyelim:

Bir gün Hz. imam Muhammed Bakır (a.s) ibn Zer'le konuşurken "Bizim hakkımızda bildiğin bazi hadislerden söz etmek istemez misin?" diye sorunca ibn Zer "Elbette!" diyerek şöyle ekledi:

"Ey Allah Resulu'nün evladı, ceddin Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: '"Aranızda Sekaleyn, yani iki ağır ve pek değerli emanet bırakryorum; bunlardan biri diğerinden daha büyüktür: Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beyt'im! Bu ikisine sarılacak olursanız asla yolunuzu yitirmez, doğru yoldan ayrılmazsınız!'"
Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) "Ey ibn Zer" buyurdu, "Allah Resüli'yle (s.a.a) karşılaşırsanve sana "Benden sonra aranızda emanet bıraktığım iki yadığarıma nasıl davrandınız?" diye soracak olursa ona vereceğin cevap ne olacaktır?"İbn Zer Şiddetle ağlayarak "Ah!" dedi, "Daha büyük olanı yırtıp artık, diğerini de öldürdük!"

Ehl-i Beyt Kur'an'ın eşi ve dengi olduğuna ve bu ikisi bizzat Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) tarafından "Sekaleyn" şeklinde tanımlandığına göre Kur'an'ın taşıdığı bütün sıfatIara dahaiz demektir.

Kur'an ilimdir, Ehl-i Beyt de ilimdir. Kur'an nurdur, Ehl-i Beyt de nurdur.
Kur'an mizan ve terazidir, EhH Beyt de mizan ve terazidir. Kur'an temizdir, Ehl-i Beyt de temizdir.
Kur'an hidayet edicidir, Ehl-i Beyt de hidayet edicidir.
Kur'an mahşer sahrasının şefaat edicisidir, Ehl-i Beyt de mahşer gününün şefaat edicisidir.

EHL-İ BEYT VE İLİM

Mübarek Neml Süresi'nde Hz. Süleyman'ın kıssası anlatılırken şöyle buyrulur:
Süleyman, Seba kraliçesinin elçilerini gönderdikten sonra yaınndaki adamlarına: "Seba kraliçesi teslimiyetle buraya gelmeden önce hanginiz onun tahtını buraya getirebilir?" diye sordu.

Cin taifesinden olan bir dev: "Sen yerinden kalkmadan önce ben o tahtı buraya getiririm, bunu yapabilirim!" dedi. Kendisine Kitap ilminden (Levh-i Mahfuz) biraz verilmiş olan biriyse "Sen gözünü kırpıncaya kadar burada olur!" dedi ve der demez de taht orada oldu!
Hz. Süleyman (a.s) yanındaki adamın "Kitap'tan az bir bilgiyle" o tahtı göz acıp kapayıncaya kadar oraya getirdiğini görünce "Bu, Rabbimin lütfundan, O'nun fazlindandir elbet!" dedi.

Evet, "Kitap"tan biraz bilgisi olanın elinden bu gelmektedir. Bir de "Kitap Bilgisi"nin tamamına sahip olan kimse vardir:

Kâfirler, sen Allah'in elçisi değilsin, derler. De ki: Kur'an'ın mühkem ayetleriyle Rabbim ve -Müminler Emiri imam Ali b. Ebutalip (a.s) gibi- Kitab'ın ilmini yannnda bulunduran kimsenin -peygamberliğim konusunda- sizinle aramda şahid olmasi yeter.

Neml Süresi'ndeki ayette ilimle Kitap kelimesi arasında Arapça "biraz, bazi, bir miktar" gibi anlamlar veren "min" edatı bulunmaktadır, bu da Hz. Süleyman'ın (a.s) yanındaki müminin "Kitap iImi"nden biraz bildigini gösterir.

Yukarıda aktardığımız Ra'd Süresi'nin 43. ayetindeyse Kitap kelimesiyle ilim kelimesi arasında hiçbir edat, ek veya fasıla yoktur ve bu da ilgili ayette geçen kimsenin "Kitap iImi"ni, yani Kitab'ın tamamını bildiğini anlatmak içindir.

Yüce Allah'ın Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) peygamberliğine şahit olarak şehadetini kendi şehadetiyle bir tuttuğu birinin, ayetteki "Kitap ilmine sahip kimse" olarak Hz. ResuluUah Efendimizden (s.a.a) sonra ümmetin en bilgin ve en "bilge kişi"si olmasi gerekir. Nitekim büyük şia müfessirlerinin Ehl-i Beyt'ten ve büyük Sünni müfessirlerin de kendi kaynaklarından aktardıkları sahih hadis ve rivayetlerde bu kişinin o sırada yaşı 20'den az olan Müminler Emiri imam Ali (a.s) olduğu kayıtlıdır.

Ehl-i Sünnetin müteber ravilerinden olan Ebu Said-i Hudri şöyle diyor:
"Peygamber Efendimizden, (Ra'd Suresinin 43. ayetinde geçen) "Yanında Kitab'ın ilmi bulunan"ın kim olduğunu sordum, "Kardeşim Ebu Taliboğlu Ali" buyurdu.

Ra'd Suresi'nin 43. ayeti hakkinda Müminler Emiri imam Ali (a.s) ye sorulduğunda "Bu ayette Kitabin ilmine sahip olduğu buyrulan kimse benim." buyurmusştur. Abdurrahman b. Kesir "Yanında Kitap'tan (Levh-i Mah-fuz'dan) biraz ilmi olan biri dedi ki, sen gözünü açıp kapamadan onu sana getirebilirim!" ayeti hakkında imam Cafer Sadık'ın (a.s) parmakları açık şekilde elini göğsüne koyarak: "Allah'a andolsun ki Kitabın ilminin famamı bizdedir." buyurduğunu rivayet eder .

Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) mübarek Ehl-i Beyt'i hakkında Hak Teâla Hazretlerinin kendisine şöyle buyurduğunu aktaryor: Onlar, senden sonrabenim ilmimin hazinedandırlar. Hz. İmam Seccad (a.s) de şöyle buyurur: Biz, Yüce Allah'ın kapıları ve doğru yoluyuz ve O'nun ilminin küpü, vahyinin tercümani ve açıklayıcısı, tevhidin temel sutunları ve O'nun sırrının mekânıyız.

Müminler Emiri imam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: şunu biliniz ki Âdem'in getirdiği ilim ve Âdem'den Hatem'e bütün peygamberlerin tercih edilmesini sağlayan her güzel amel, peygamberlerin sonuncusu olan Hz.Muhammed'in (s.a.a) soyunda, onun ailesinde mevcuttur.
O halde onun ailesini bırakıp kime gidiyorsunuz? Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyuruyor: Biz Ehl-i Beyt rahmet anahtarlarıyız, risaletin mekani, meleklerin inip kalktiği yer ve ilim madeniyiz.

Hz. imam Seccad Zeynel abidin (a.s) şöyle buyurur: insanlar neden bizim nefretimizi ararlar, bilmem! Oysa Yüce Allah'a yemin olsun ki biz nübüvvet ağacıyız, rahmet eviyiz, ilim ve marifetin madeni ve meleklerin inip kalktiği yeriz.

Evet, Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) mübarek Ehl-i Beyt'i ilmin doruğudur, hikmet madeni, ilim hazinesi, peygamberlerin ilminin varisi, insanların en bilinçli ve en bilgesi ve Yüce Allah'ın sırlarının hazineleridirler.

Ehl-i Beyt Yüce Allah'ın ism-i Azam'ını bilir, bütün dilleri konuşur, geçmişi, geleceği ve bütün semavi kitapları bilir ve Yüce Allah'ın izniyle, olmuş-olacak her şeyi görür.

Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) Ehl-i Beyt'i, Yüce Allah'ın evidir; Hz. Nuh'un (a.s) gemisi, Kur'an'ın dengi, insanlarınen üstünü, ululemr, zikir ehli, hakkın kökleri, risaletin madeni, kâinatın temelleri ve dinin bekçileridirler.
Fahr-i Kâinat efendimizin (s.a.a) mübarek soyu olan Ehl-i Beyt'in ilminin ne kadar geniş boyutlara sahip olduğu Kâfi, Fırat Tefsiri, Meani'l-Ahbar, Kifayetu'l-Eser, Yenabiu'l-Mevedde ve Nüzhetu'n-Nazir gibi kaynaklarda kayıtlıdır; dileyenler bu kaynaklara müracaatla daha etraflı bilgi edinebilir.

----------------
Meryem, 67.
İnsan, 1.
A'raf, 7.
Hicr, 28.
Sad, 71.
Hicr, 29.
el-ikbal, s.296; Biharu'l-Envar, c.99, s.106, bab: 7.
Şura, 51.
Nehcu'l-Belaga, s.561, hutbe: 234, "Vahiy" boliimu; Avali'l-Leali, c.4, s.122, hadis: 204; Biharu'l-Envar, c.60, s,2647 bab; 3, hadis;
Biharu'l-Envar, c.67, s.196, bab: 53.
Usul-i Kâfi, c.l, s.98, "Fi ibtali'r-Ruyet" babi, Hdis: 6; et-Tevhid, s.109, bab: 8, hadis: 6; Biharu'l-Envar, c.4, s.44, bab: 5, hadis: 23.
Gureru'l-Hikem, s.119, hadis: 20S6; Ir§adul-Kulub, c.l, s.124;Biharu'l-Envar, c.40, s.153, bab: 93.

Avali'l-Leali, c.4, s.124, hadis: 211; Biharu'l-Envar, c.33, s.479,bab: 29.
Nehcul-belaga, s,43,hutbe; 1; Biharu'l-Envar, c.74, s.302, bab: 14.Hadis:7.
Vakifa, 79.
Necm, 8-15.
el-ikbal, s.467; Avali'l-Leali, c.4, s.86, hadis: 102 (birazcık farkla).
el-Ihticac, c.l, s.70; Biharul-Envar, c.28, s.175, bab: 4, hadis: 1 (birazcıkfarkla).86
Usul-i Kâfi, c.l, s.191, "Fi Enne'I-Eimmete §uhedaullah" babi, hadis: 5; Besairu'd-Derecat, s.83, bab: 13, hadis: 6; Biharu'l-Envar, c.23, s.342, bab: 20, hadis: 26.
Rical-i Keşi, s.219; Biharu'l-Envar, c.10, s.159, bab: 12, hadis: 12.
- Neml, 40.
Ra'd, 43.
şevahidu't-Tenzil, c.l, s.400, hadis: 422; bu rivayet şia kaynaklarında da geçmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir: şeyh Saduk, el-Emali, s.564, seksen üçüncü oturum, hadis: 3; Biharu'I-Envar, c.35, s.429, bab: 24, hadis: 1; Vesailu's-şia, c.27, s.188, bab: 13, hadis: 33564.
-"Kâfirler, sen Allah'in elçisi değilsin, derler. De ki: Kur'an'ın mühkem ayetleriyle Rabbim ve -Müminler Emiri imam Ali b.Ebutalip (a.s) gibi- Kitab'ın ilmini yanında bulunduran kimsenin peygamberliğim konusunda- sizinle aramda şahid olmasi yeter."
şevahidu't-Tenzil, c.l, s.400, hadis: 422; bu rivayet şia kaynaklarında da geçmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir: şeyh Saduk, el-Emali, s.564, seksen üçüncü oturum, hadis: 3; Biharu'I-Envar, c.35, s.429, bab: 24, hadis: 1; Vesailu's-şia, c.27, s.188, bab: 13, hadis: 33564.Besairu'd-Derecat, s.216, bab: 1, hadis: 21; Biharu'l-Envar, c.35, s.432, bab: 24, hadis: 12.
Neml, 40.
Usul-i Kâfi, c.l, s.229, hadis: 5; el-Haraic-u ve'1-Cevarih, c.2, s.794, bab: 16; Biharu'l-Envar, c.26, s.170, bab: 12, hadis: 37.
Usul-i Kâfi, c.l, s.193, "Enne'l-Eimmete Vulat-i Emrillah" babi, hadis: 4; Besairu'd-Derecat, s.54, bab: 23, hadis: 3; Biharu'l-Envar, c.36,s.249, bab: 41, hadis: 66.



3
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT


ALLAH'A KULLUKTA EHL-İ BEYT

Hiçbir marifet ehlinin ulaşamayacağı doruklara ulaşan ve Yüceler Yücesi Allah Teâla'ya olan marifetleri ve O'nu tanıyor olmaları nedeniyle Ehl-i Beyt; Yüce Rahman'a tam bir teslimiyet icinde kulluk etmekte, O'nun karşısında arifane ve âşıkane bir kulluk orneği sergilemektedir. Onlar hayatın maddi manevi bütün boyutlarında Yüce Allah'a kulluk ve ibadetten başka bir adım atmamaktadırlar.

Onların oturup kalkması, susması, konuşması, yiyip içmesi, izdivac ve muaşeretleri, alışveriş ve ticaretleri, savaş ve banşları, yolculukları, giyimleri, duyuş ve göruşleri, uyku ve uyanıklıkları, gülmeleri, ağlamaları hep Allah içindi, bütün amelleri tam bir ihlas ve ibadet örneğiydi.
Ehl-i Beyt'in, ibadet ve kulluğu ne cennet sevgisinden, ne de cehennem korkusundandi; Yüce Yaratıcılarına kulluk aşkı, O'na itaat şevki ve vazifesini yerine getirme sevdasından başka kayğıları yoktu. Onların ibadeti cennet aşkı veya cehennem korkusuyla karışmış değildi. Bilakis onlar, Yüce Allah'a gönülden âşıktı, ibadette aşkın, sefanın, vefanın, ihIasın ve dürüstlüğün doruğuna tırmanmışlardı.

İbadetin çeşitleri ve kendilerinin nasıl ibadet ettiği hakkındaki buyrukları onların tam bir ihlasla, gösteriş ve bencilikten tamamen arınmış bir sadakatle ibadette bulunduklarını, manevi açıdan ibadetlerinin doruğuna ulaşmaya kimsen güç yetiremeyeceğini göstermektedir.

Buna rağmen Yüce Allah'ın büyüklüğü karşısında bütün bu kulluk ve ibadetlerini daima az ve yetersiz görmüş, kendilerini Yüce Allah'a karşı daima mahcup hissetmiş, asla alacaklılık duyğusuna kapilmamışlardır. Kendilerine daima Hz. Resulullah Efendimizi (s.a.a) örnek aldıkları için ibadetlerini hep onunla kıyaslıyor ve bu nedenle de her zaman "Bizim ibadetlerimiz, ceddimizinkinin yaınnda hiç kalır!" diyorlardı. Müminler Emiri imam Ali (a.s) şöyle buyurur:

Ya Rabbi! Sana kulluğum hiçbir zaman cennetinin aşkına veya cehenneminin korkusuyla olmadı; ben sana, seni ibadet ye tapınmaya layık bulduğum için ibadet ettim!

Kimi insanlar cenneti ele gecirebilme ümidiyle Allah'a ibadet eder; bu, tacirlerin ibadetidir. Kimi de cehennem korkusuyla Allah'a ibadette bulunur, bu da korkaklarla köle ruhluların ibadetidir. Kimi ise O'na şukranlarnı ifade edip teşekkürde bulunmak amacıyla ibadet eder, işte bu, hür insanların ibadetidir.

Hakka andolsun ki Yüce Allah, Ehl-i Beyt'e "Cennet ve cehennemi kaldırdım, artık ne sevap var ne günah!" buyurmuş olsa onların ibadet ve kulluğunda zerrece değişiklik olmaz, kulluk ve ibadetlerini aynı tempoda yürütürlerdi. İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurur:

"Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a), eşi Ayşe'nin sırası olduğu günlerden birinde onun odasıdayken Resulullah'ın (s.a.a) ibadetle pek fazla meşğul olduğunu gören Ayşe "Ya Resulullah" dedi, "Neden kendini bu kadar yoruyorsun? Allah Teâla (c.c) senin geçmiş ve geleceğini zaten affetmiş degil mi?" Hazret (s.a.a) "Ayşe" buyurdu, "Benim de Yüce Rabbime şükreden bir kul olmam gerekmez mi?" imam Muhammed Bakır (a.s) bunu aktardıktan sonra şöyle ekliyor:
Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) ibadet için ayak parmaklarının uçları üzerinde dururken Yüce Allah şu ayeti indirdi: Taha! Biz senin kendini sıkıntı ve meşakkate sokman için Kur'an'ı indirmedik!

Müminler Emiri imam Ali'nin (a.s) ibadeti de fevkalade şaşırtıcıydi. Masum imamlar (a.s) bile "Onun ibadetine kimsenin gücü yetmez, kimse onun gibi ibadet edemez!" buyurmuşlardır.

Diğer Ehl-i Beyt imamları da (a.s) Allah'a ibadet ve kullukta cedleri Hz. Resulullah Efendimizle (s.a.a) Müminler Emiri imam Ali (a.s) gibi eşsizdiler. Bunca ibadet ve ihlas sayesindedir ki canlara velayet hakkı kazanmış, bütün mevcudatın imamı olabilmiş tabiata hâkim olabilme gücüyle donatılmış, Makam-ı Mahmud'a erdirilmiş, şefaat hakkı bahşedilmiş, en yüksek manevi makamlara ulaşmış, ebediyete kadar cinlerle insanların imamı, önderi ve kılavuzu tayin edilmiş ve herkes onlara itaatte bulunmakla mükellef kılınmıştır.

----------------
Meani'l-Ahbar, s.35, "Mena's-Sirat" babi, hadis: 5; Biharu'l-Envar, c.24, s.12, bab: 24, hadis: 5; Yenabiu'l-Mevedde, c.3, s.359.
Tefsir-i Kummi, c.l, s.368; Biharu'l-Envar, c.89, s,80, bab: 8, hadis: 7.
Feraidu's-Simtayn, c.l, s.44.
Usul-i Kâfi, c.l, s.221, "Enne'l-Eimme Ma'dini'1-ilm" babi, badis:Besairu'd-Derecat, s.85, bab: 1, hadis: 9.

Avali'1-Leali, c.l, s.404, hadis: 63; Biham'l-Envar, c.69, s.278,bab: 116; §erh-u Nehci'l-Belaga, Ibn Meysem, c.5, s.361
Nehcu'l-Belaga, s.815, hikmet: 237; Keşful-Gumme, c.l, s.150; Vesailu'ş-şia, c.l, s.63, bab: 9, hadis: 136; Biharu'l-Envar, c.41, s.14, bab: 101, hadis: 4.
Usul-i Kaff, c,2, s.95, "şukür" babi, hadis: 6; Mişkatu'l-Envar, n.:5, el-Faslu's-Sabi Fi'r-Riza; Biharu'l-Envar, c.68, s.24, bab: 61, hadis: ; Mustedreku'I-Vesail, c.l, s.128, bab: 18, hadis: 173.

-------------

İbadetin Anlamı

İbadet, kulun bütün davranış ve hareketlerini, hayatının tamamınıtam bir ihlas ve samimiyetle Yüce Allah'ın emirleri doğrultusunda ayarlamak, O'nun istediği gibi yaşayıp O'nun istediği gibi ölmektir. De ki hiç şüphesiz benim namazım ve ibadetim; hayatım ve ölümüm, Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.

Merhum şehid Mutahhari ayet ve hadislere dayanarak katıksız islam maarifi ve sahih kaynaklarda geçen kulluk ve ibadeti pek güzel açıklamakta, bu hususta ilginç noktalara işaret etmektedir ki meselenin teferruatıyla ilgilenenlerin bu konuda onun eserlerine müracaat etmelerinin pek faydalı olacağı kanaatındeyız.

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurur: Yüce Allah 'a kulluk edip O'nun istediği şekilde yaşamak öyle bir cevherdir ki, nihayeti rububiyettir. İnsanoğlu kemal yolunda alabildiğine ilerleyebilir, daha ötesinin akla hayale sığamayacağı kemallere ulaşabilir. Mümkün varlıklar kateğorisinde yer aldiği ve yaradılışı itibarıyla muhtaç ve fakir olduğu halde inanılmaz konumlar elde edebilir:

Siyehrui ze-mumkin der deâlem Cuda hergez neşok vellahi e'lem
Her iki âlemde yüzü kara ve mümkün bir varlık olduğu halde
Vallahi bir an bile daha iyi olma şansını hiç yitirmedi o."
İnsanoğlu ihlasla ibadet ve kullukta bulunmak süretiyle bütün dunyaya egemen olma ve dünyanın kontrolunü ele geçirme gücüne kavuşabilir.

Ubudiyet Kemaline Erme Merhaleleri

Tasarruf ve tekvin velayetine erişebilmek, başka bir deyişle gerçek ibadet ve samimi kullukta gizli olan güç ve kudreti elde edebilmek için kat edilmesi gereken merhale ve menziller vardir. Bunlan özetle sıralayalım:
1. Menzil:
İbadetinin niteliğini arttırıp kulluğunun kemalını yükseltmek, ihlas ve dupduru bir niyetle ibadet etmek, kısacası Yüce Allah'in istemiş olduğu şekilde O'na ibadet ve kullukta bulunmak.
Bizim rızamızı kazanmak için -canıyla ve malıyla-cihad edenlere hiç şüphesiz -rüşd, saadet, kemal, keramet, cennet ve Allah'ın rızasını kazanma makami gibi-yollarımızı gösteririz.

... Eğer bütün işlerinizde Allah'tan korkup sakınırsanız, Hakkı batıldan ayıran -Furkan- bir basiret verir size... ... Şüphesiz, namaz; kötii ve firkin işlerden alıkoyar... ... Sizden öncekilere farz olduğu gibi oruç size de farz oldu; takvalı olmanız, Allah'tan sakınmanız için.

Ey iman edenler! -Sorunlarınızın çözülmesi, günah ve çirkinliklerden uzak kalmanız ve Hakkın rahmetini elde edebilmeniz için- sabır ve namazdan yardım alın.

Ubudiyetin bu merhalesinde insanın dayandiği şey, özel bir basiret ve idrak gücüyle, insanın nefsani arzu ve istekle- egemen olabilmesidir. Başka bir deyişle ubudiyet ve kulluğun ilk etkisi, insanın nefs-i emmaresine egemen ve tam anlamıyla hâkim olmasıdır.
2. Menzil:

Dağınık fikirlere egemen olmaktir. Başka bir deyişle insanın hayal gücune kendisinin hâkim olmasi, hayal ve düşüncelerini kontrol altına alabilmesidir.
İnsanin en ilginç güçlerinden biri hayal ve düşünce gücüdür. Bu güç sayesinde insan her an bir meseleden diğerine zihin yorabilmekte, türlü hatira ve anlamların çağrışımı, mümkün olmaktadır.

Normalde bu giiç bizim kontrolümüzde değil, biz bu tuhaf gücün kontrollerindeyiz. Bu nedenledir ki; zihnimizi belli bir konu ve düşünce etrafinda toplayip ona odaklanmak ve ondan başka bir şey düşünmemek için ne kadar uğraşsak da bu mümkün olmamaktadır.
Hayal gücümüz, zihnimizi bizim elimizde olmadan şuraya buraya götürüverir. Mesela namazda ne kadar istesek de kalbimiz huzurlu, tamamen sadece namaza odaklanamayız.

Sevgili Peygamber Efendimizin (s.a.a) bu hususta çok güzel bir tesbih ve benzetmesi vardır. Hz. Resulullah (s.a.a) hayal gücü ve düşüncelerimizin esiri olan insanların kalbini, çöl veya ovalardaki bir ağacın dallarına takılı hafif bir tüye benzetmekte ve bu tüyün, rüzgâr hangi taraftan eserse 0 tarafa dönüp ikide bir alt üst olduğunu buyurmaktadır.

İnsan kalbi, bir ağacın dalına takılı bir tüye benzer, esen rüzgârla yön değiştirir.
Bir başka hadiste de şöyle buyuruyor: insanoğlunun kalbi, kaynayan bir kazandan daha fazla fokurdar, sürekli alt-üst olup durur.
Mevlana Mesnevi'sinde bunu pek güzel ifade eder:
Goft peyğember ki dil hem çun peri est
Der biyabani esir-i serseri est
Bad per ra her terefrand gezaf
Geh çep-o geh rast ba sed ihtilaf
Der hedis-i diger an dil ra çinan
Ki ab cuşan ze-ateş ender gazifan
Her zaman dil ra diger rai bud
An ne ez vey, belke ez cai bud.
"Peygamberimiz kalbi bir tüye benzetti hak
Sahralarda başıboş bir tüy gibi
Rüzgâr ne taraftan eserse o tarafa döner durur
Bir saga, bir sola... 180 derece farklı yollara...
Bir başka hadiste de kaynar kazan gibidir kalp
Her an fikri degişiverir kalbin
Bu, kalbin kendinden değil, başka yerden gelir ona...
Sahi, insanoğlu kendisindeki bu hayal ve düşünce -gücünün esiri olmaya mahkûm mudur acaba?

Serçe gibi daldan dala konup duran bu esrarengiz güç, insana egemen olacak şekilde mi programlanmıştır?
Yoksa tam tersine, insan kendisindeki bu tur güçleri kontrol altına alabilecek şekilde mi yaratılmış, programlanmıştır?Bu durumda, hayal ve düşünce güçünün esiri olması, karamsarliğindan ve zayıflığından, kendisini koyuvermesinden midir yoksa?

Kamil ve velayet ehli insanlar bu serkeş gücü kontrol altına alabilir, ona tamamen hâkim olabilir. Buna da şüphe yoktur.
Zira insanoğlunun bir vazifesi de heves ve arzularını dizginlemek, hayal ve düşünce gücünü kendi kontrolü altına alabilmektir. Aksi takdirde bu şeytani giüç, insanın kemale ermesini, Hakkın rızası yolunda yürümesini engelleyecek ve insanın bütün güç ve yeteneklerini boşuna harcayıp tüketmesine neden olacaktır.

Büyük bilge Mevlana'ınn da dediği gibi:
Can heme ruze leged kub ez hiyal
Ve'z ziyan-o sud-o ez havf-i zeval
Ney safa mı-manedes ney luf-ofer
Ney be-sui asuman rah-i sefer
Can, sürekli ham hayallerin tekmeleri altında inler
Bir karı bir zararı düşünen insan hep kaybedeceği korkusuyla tedirgin yaşar
Ne neşesi kalır, ne huzuru, ne nuru Nede onu gökyüzüne götürecekbiryolu...

Kulluk yolunun yolcuları, bu yolun ikinci merhale ve ikinci menzilinde hayal ve düşünce gücünü, ehlileştirip ona hâkim olurlar; bu serkeş gücü kontrol altına alıp istedikleri hedefe yönlendirirler. Bu hâkimiyet ve kontrolü sağlamanın insana kazandırdığı en önemli şey, ruh ve canın Allah'a eğilimli fıtratı gereçince O'na doğru yükselmek istediğinde bu yaramaz ve haylaz gücün oyalayıcılıklarına takılıp kalınmamalıdır.

Mevlana, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) "iki güzüm uyusa da kalbim uyanıktır benim" buyruğunu Mesnevi'de ne güzel açıklıyor;
Goft peygember ki eynai tenant
La yenamu'l-kalb-u an rabbu'l-en'am
Çeşm-i dil bidar-o del refte be hab
Çeşm-e men hofte dilem derfeth-i bab
Hem neşinet men neyem saye-i men est
Berter ez endişeha paye-i men est
Zan ke men ze-endeşeha be-gozaşte-em
Haric ez endişe puyan geşte em
Hâkim-e endişe-em mekhum-e ney
Ze-anke benna hâkim amed her bena
Cumle halkan sehre-i endişe-end
Zeyn sebeb haste dil-o gem pişe-end
Men çu morğ-e ovcem endişe meges
Key bud ber men meges ra dest-res
Çun mulayim gired ez sufli sifat
Ber-perem hem çun tuyuru's-safat.

Bak Peygamberimiz uyurken bile
Kalbimizin gözleri görür, gönlüm uyanıktır benim, diyor
Ya sen? Gözün açıkken bile hep uykudasın!
Sen kendinde bile değilken
Sevgili Peygamberin hayal ve düşünceden çok ötelerde kanatlanmakta
"Düşüncelerimi aşktan aştım ben" diyor
Onlar bana değil, ben düşüncelerime hâkimim dostum!
Çoğu insanlar düşünce ve hayallerinin esiri olurlar
Bu nedenle de hep bitkin, yorğun, üzgün ve bezgindirler
Ben bir kartalım düşüncelerim sinek
Sinek, kartalın uçtuğu yüksekliklere ulaşabilir mi hiç?
Süfliliklerden, aşağılık özelliklerden arınmışım ben
Bu nedenle aklın ermeyeceği doruklara yükselebilirim.
Her insan, düşünce gücünü değiştirebilecek güc ve yeteneklere sahip olarak yaratılmıştır. Allah, kimseye gücünün yeteceğinden fazla bir sorumluluk yüklememiştir.

Bir Müsluman, ibadet cercevesinde dıkkaını yüce Yaratıcıya verebilirse bu yeteneğini kullanabilir hale gelecektir. Hint fakirleri düşüncelerini ve kendi nefislerini kontrol altına alabilmek için başka yollara başvurmakta ve kendilerine olmadık zülüm ve eziyetlerde bulunup saçma ve anlamsız bir hayat sürdürmek suretiyle bu kontrol gücüne çok az oranda ulaşabilmektedirler.

Oysa islam, o eziyet ve cefalara hiç gerek kalmadan, söz konusu kontrol ve hâkimiyeti tamamen sağlayabilmektedir, Kalbini yüce Allah'a yöneltip O'nu düşünmek ve bütün âlemlerin yaratıcısı olan mutlak kudretin huzurunda bulunduğunu düşünerek O'na odaklanmak,Düşünceyi bir noktada toplayıp konsantre olabilmek için gerekli zemini hazırlamaya yetmektedir.
Büyük islam bilgini ibn Sina diyor ki:

"Marifet ehli için ibadet, çaba ve ğayretlerin idmani ve hayallerle nefsani vehimlerin ehlileştirilme sürecidir. Birey, bu idmani tekrarlayıp kendini hep yüce Hakkın huzurunda bulunduğu fikrine aliştırırsa bütünn fikir ve düşüncelerini madde ve doğal olan yüce Hakk'a doğru kaydırmayı ve rahatça O'na odaklanmayı başarır.

Sonuçta bu güçler insanın Allah'a eğilimli olan fıtrat ve özbeninin emrine girer ve insan kendi nefsine, düşünce ve hayal gücüne hâkim hale gelir. Böylece insanın Yüce Rabbine pek meyilli olan fıtratı, O'na yönelmek ve O'nun cilvesini elde etmek istediğinde bu güçler, eksi cihetle hareket edemez ve insanin iç dünyasında ul-vi ve süfli eğilimler çatışması yaşatmaz.

İnsan böyle bir deruni zıtlaşmadan kurtulur ve batin sırrı, bu tür engeller ve rahatsızlıklarla karşılaşmadan batından ışık alabilir."
3. Menzil
Bu merhale ve menzillerden sonradır ki ruh; güç ve egemenlik bakımından çoğu durumlarda bedenden bağımsız olabilmekte ve beden yüzde yüz ona muhtactır. O, birçok konuda artık bedene ihtiyac duymamaktadır.

Ruhla beden birbirine muhtactır. Bedenin hayatı tamamen ruha bağlıdır. Ruh, bedenin yüzü ve muhafızıdır. Ruhun bedeni koruma temayulünü yitirmesi, bedenin bozulmasına yol acar. Diğer taraftan ruh, ancak bedeni kullanarak faaliyet edebilmektedir. Bedenin uzuv ve parçalarını kulIanmadan ruhun hiçbir şey yapabilmesi mümkün değildir.

Ruhun bedene muhtaç olmaması demek, bazı faaliyetlerinde bedeni kullanma zaruretinden ve ona bağlılıktan kurtulması demektir. Bu bağımsızlık bazen bir an, bazen defalarca bazen de sürekli olabilir. Bu hale "hal-i beden" veya "bedeni terk etmek" denir.

İşrakiye okulunun ünlu bilgesi Suhreverdi "bedenini terk etmeyene biz bilge hekim (hikmet ehli) demeyiz!" der.
Mir Davud da şöyle der: "Biz, bedenini dilediği anda terk etmeyene hekim (hikmet ehli) demeyiz; gerçek hekim, dilediğinde bunu yapabilendir."
Araştırmalara göre bu şekilde bedeni terk edebilme hali, önemli bir kemal derecesi değildir. Misal âlemini henüz aşamamış ve makul gayb âlemine henüz ayak basamamış, olanlar da bu makam ve hale ulaşabilirler.

4.Menzil
Bu menzil ve mertebede beden bireyin iradesine teslim olur ve onun hâkimiyeti altina girer. Bu merhalede bireyin bizzat beden sahasında olağan üstü şeyler gercekleşebilir. İmam Cafer Sadık (a.s) bunu şöyle ifade eder:
Nefsinin himmet ve iradesinin güclü olduğu ve gercekleşmesini ciddi şekilde istediği hiçbir konuda insanın bedeni acziyet göstermez.
5.Menzil

Bu, en yüksek merhale ve mertebedir. Bu merhalede sadece kendi bedeni değil, bu dünya da insanın kontrol ve hâkimiyeti altına girer. Peygamberlerin mucizeleriyle evliya ve Hak imamlarının kerametleri bu türdendir. Mucize, tekvini velayet ve tasavvuf meselesidir.
Asayı ejderhaya dönüştürmek, körün gözünü acmak, ölüyü diriltmek, gizli şeylerden haber vermek gibi kâinatta tasarruf ve doğaya hükmetme halleri hep tasarruf velayeti sahasına giren işlerdir.

Bazıları, tekvini tasarruf veya mucizede, tasarruf sahibinin kişilik ve iradesinin hiçbir etki ve katkı birakmadığını, bireyin sadece bir sinema perdesi rölü oynadığını ve o mucizeyi doğrudan doğruya Yüce Allah'ın gerçekleştirdiğini ve bu mucizeyi gösteren kimse vasıtasıyla yapılacağını zanneder. Mucize safhasına varan biri için insanın irade ve gucunün sınırlarını aştığını düşünürler.
Bu tasavvur yanlıştır.

Mutlak küdret sahibi olan yüce Allah hiçbir doğal olayı vasıtasız olarak ve doğal seyri dışında gerçekleştirmemekte, sunnetullah genellikle bu minvalde yürümektedir. Kaldi ki bu, tasavvur Kur'an nassına da aykırıdır. Zira Kur'an gayet net bir ifadeyle, ayet ve mucizeleri bizzat peygamberlerin

getirdiğini ve elbette ki bunu, yüce Allah'ın izni ve O'nun iradesiyle gerçekleştirebildiklerini buyurmaktadır.
Yüce Allah'ın izninin, insanın izni gibi bir işaret ve kanunla veya ahlaki ya da sosyal bir yasakla iptal edilebilecek ve engellenebilecek bir izin olmadığı ortadadir. Yüce Allah-'ın izni; bir varlığa bir nevi kemal bahşedilmesidir, bu kemal sayesinde o varlık bazi şeyleri yapmaya kadir olur ve Allah Teâla isterse bu kemalı o insandan alır.

... Hiçbir peygamber, Allah'ın izni olmadan bir ayet veya mucize getiremez...
Bu ayette, mucize ve ayeti getirenin peygamberler olduğu belirtilmekte, ama bunu yüce Allah'ın izniyle yapabildikleri hatırlatılmaktadır. Çünkü kim olursa olsun her varlık, aslında yüce Allah'ın iradesinin mecrasi, bu irade ve meziyetin mazharlarından biridir, Peygamberler her işte olduğu gibi mucizede de yüce Allah'a bağlı ve O'nun iznine muhtactırlar. Sebe kraliçesinin tahtı hakkında şöyle buyrulmaktadır:

... Yanında kitabın (Levh-i Mahfuz) ilminden biraz bulunan kimse "sen gözünü açıp kapayıncaya kadar o tahti buraya getiririm" dedi ve taht derhal orada oldu.

Kur'an'daki buyrukta o şahsın bu gücü, kemalı gücü olarak kullandığı, ama bunun Levh-i Mahfuz'dan aldığı bir bilgiyle gerçekleştirebildiği vurğulanıyor. Yani bu olağan üstü iş, bir bilgi ve ilim sayesinde yapılabilmiş, o ilimde Levh-i Mahfuz'la irtibatlı oluştan, o da yüce Hakk'ın rızasını kazanabilmiş olmaktan kaynaklanmıştır.

Görüldüğü gibi, insanın cevheri hareket ve nefisini aritma yoluyla doğaya hükmedebileceği ve kâinat üzerinde tasavvurda bulunabileceği hakıkatı bizzat Kur'an da gecmektedir.

Bütün bunlar Allah'ın rızasını kazanma ve O'na yakın olma sonucu kazanılan yeteneklerdir. Kim daha yakın olursa doğaya egemen olma güc ve yeteneği de bir o kadar artmaktadır.
Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) Hz. Resulullah'tan (s.a.a) şu kudsi hadisi aktarır: Hiçbir kulum, farzları uyğulamakta olduğu kadar benim rızamı kazanıp yakınlığıma nail olabilmiş, degildir. Kulum, ben farz kılmadığım halde, sırf beni hoşnud edip rızama mucip olur diyerek müstehap ve nafileleri yerine getirmekte, böylece benim yakınlığımı kazanmaktadır.

Benim sevgi ve yakınlığımı kazandığında ben onun duyan kulağı, gören gözü, konuşan dili ve tutan eli olurum. Bu kulum bana dua ettiğinde duasini kabul ederim, benden bir şey isterse veririm.

Binaenaleyh yüce insanı kemallere ermek ve kâmil olabilmek için tek yol, yüce Allah'a ibadet etmektir. Zira ibadet ve kulluğun neticesi, kâinatta tasavvuf ve velayette bulunma makamıdır. Çünkü Allah'ın rızasını kazanarak O'nun sevgisine nail olabilen kimse kâinatta ve mahlûkata velayet edip tum mahlûkat üzerinde etkin olma yeteneğini kazanmış olmakta, yüce Allah'ın izniyle kâinatahâkim olabilmektedir.

Ehl-i Beyt ibadet ve kullukta öylesine üce bir konuma ulaştı ki cinler, insanlar, melekler ve akıl sahibi diğer mahlûkatın hepsinden daya yakın oldu Yüce Allah'a. Bu nedenle Ehl-i Beyt'in velayeti bütiün kainati kapsamına aldı.

------------
En'am, 162.
Misbahu'ş-şeria.
Şeyh Mahmut şebisten.
Ankebut, 69.
Enfal, 29.
Ankebut, 45.
Bakara, 183.
Bakara, 153.
Nehcu'l-Fesahe, c.l, s.102.
Musned-i Ahmet, c.7, s.243.
Misbahu'ş-şeria, s.44, yirminci bab: "Fi'n-Nevm." Biharu'l-Hnvar, c.64, 252, Tetmim.102
Bakara, 286.
el-işarat, dokuzuncu yöntem.

Şeyh Saduk, el-Emali, s.293, elli üçüncü oturum, hadis: 6; Men La Yehzuruhu'l-Fakih, c.4, s.400, Elfazi Resulullah (s.a.a), hadis: 5859; Vesailu'ş-şia, c.1, s.53, bab: 6, hadis: 106; Biharu'l-Envar, c.67, s.205, bab: 53, hadis: 14.

Mu'min, 78.
Neml, 40.
Usul-i Kâfi, c.2, s.352, "Men Eze'l-Muslimm" babi, hadis: 7.

-------------


Ehl-i Beyt ve Kulluk Aşkı

Muaviye, Zirar-ı Zebabi'ye "Sen hep Ali ile birlikteydin, bana biraz ondan bahsetsene" deyince Zirar "Gel beni bu işten mazur gör!" dedi. Muaviye'nin "olmaz! Onu anlatmam israrla istiyorum!" diye ayak diretmesi üzerine Zirar "Madem mecbur ediyorsun, dinle o halde!" Muaviye'ye Hz. Aliyi (a.s) anlatmaya başladı:

"Ey Muaviye; Allah şahidimdir, bazi geceler karanlık iyice çöktüğünde camide mihrabın önunde durup bir elini sakalına atar, çok büyük bir acı çekiyormuşcasına kıvranıp inler, gözyaşları döker, ağlayarak (dünyaya hitaben) "Ey dünya!" derdi. "Benimi kandırmaya calışıyorsun! Uzak dur benden! Bana mi heveslendin sen! Asla! Bu isteğine asla ulaşamayacaksın! Git de benden başkasını kandırmaya çalış.

Sen! Benim ihtiyacim yok sana! Seni üç talakla boşamışım ben, bu işin dönüşü yok artik. -Hem neyin var ki senin?-Sendeki hayat kısa, büyüklüğün az, arzunsa pek kücük!" Sözün burasında Muaviye kendisini tutamayip ağlamaya başladı, elbisesinin yeniyle gözyaşlarını siliyordu.

Salondakilerde hıçkırıklarını tutamamışlardı. Muaviye "Zirar" dedi. "Ali'yi çokmu seviyorsun?" Zirar: "Biricik yavrusu kucağında öldürülen bir annenin çocuğuna olan sevgisi kadar!" dedi. Böyle bir anne için zaman nasıl büyük bir keder, acı ve hasretle geciyorsa Ali'yi kaybeden benim içinde öyle!"
Cümle âlem aşk oduna harıl harıl yandı gider
Benim şu aşkımda yandı, meşkim şimdi küle döndü.
Lale gibi yandi gönül canan için küle döndü.
Evim barkım harab oldu, varım yoğum küle döndü
Hicranıyla yandı gönül, yandi da kül oldu gönül
Mum da yandı, ben de yandım pervaneler küle döndü.
Aşkın odu dört bir yandan sardı cümle kâinatı
Selvi yandı, mey rutuştu, meyhaneler küle döndü
Dergâhına âlem düştü, arşın kalbi yanar şimdi
Kalbinde arş olan herkes alev alıp küle döndü
Necef nasıl yanmaz şimdi? Güller nasıl solmaz şimdi?
Ehl-i Beyt'in bülbülleri yanıp küle döndü şimdi.
Bağrı yanmış Zeynep ağlar, Hasan ağlar, Hüseyin ağlar
gözyaşIarı külü yakar, küller güle döndü şimdi.

------------
Hilyetu'l-Evliya, c.l, s.84; Murucu'z-Zeheb, c.2, s.433; el-Istiab, c.3, s.209; Menakib, c.2, s.103; Nuru'l-Ebsar, s.765, hikmetli sozler: 77
i.Bendiderya.
----------------

EHL-İBEYT VE FENA FİLLAH MAKAMI

Ehl-i Beyt ibadet ve kulluk sahasında, günlük kayğı ve hayallere kapılmaz, bilakis yüce Hakk'ın sonsuz deryasında ğark olup O'nda erir, yok olurlardı. Bu onların kimi zamanki değil, her zamanki halleriydi. Sadece farzlarda değil, sünnet ve nafile ibadetlerde de harikulade ciddi ve müdavimdi onlar.
Müminlerin Emiri İmam Ali (a.s)

Uhud Savaşı'nda İmam Ali'nin (a.s) topuğunun üst arka kısmına isabet eden bir ok eti-siniri, bütün dokuları adeta birbirine dikercesine içeriye yerleşmişti. Aacısı dayanılmazdı. Cephe doktoru birkaç kişi bu oku çıkarmaya galışmış, acısı dayanılmaz olduğundan Hz. Ali (as) izin vermemişti.

Allah'ın Arslanı bu sırada bekâr ve yirmi üç yaşındaydı! Cerrah bu tehlikeli yaranın iltihaplanmasından endişelenerek durumu Hz. Resulullah'a (s.a.a) bildirdi. Resulullah Efendimiz (s.a.a) "Merak etme" buyurdu, "Namaz vaktinin girmesini bekle. Ali namaza durduğunda sen 0 oku rahatça çıkarır, yarasını tımar edersin. Çünkü Ali namaz sırasında sevgili Rabbinin cemalinde yok olur, kendisini bilmez; hiçbir şeye aldırmaz.

Ehl-i Sünnetin ünlü âlimlerinden olan Cami, bu inanılmaz olayı muazzam bir şiirle canlandırıp şöyle der:
Allah'ın Arslanı Ali'dir Ali! Velayet makamı Ali'dir Ali!
Uhud'da küfrü yerle bir etti Bir ok, tabanına isabet etti
Cıkmadı bir türlü, fena yaraydı Dayanamaz kimse! Ne manzaraydı!
Ali'nin sirrını bilen Peygamber "Namazda cıkarın, Alibilmez!" der!
Allah'ın arslanı namaza durdu Hekim bıçağını yaraya vurdu
Yardı tabanını oku cıkardı Merhemini vurup yarayı sardı
Secde mahalli mi kan gölü mü bu? Ali of demedi. Bak ölü mü bu?
Evet, ölür Ali namaz halinde! Dirilir namazla Hak cemalinde!
İstersen vur oku, istersen çıkar!
O'nun Cemalinde bitmiştir Ali! Namazda ölmüştür, gitmiştir Ali!
Hakkın huzurunda "ben" kalırmı hiç? Canlar canı varken can kalırmı hiç?
Tabip şaşa kaldı, namazdan sonra "Bu kanlar ne?" dedi, Ali doktora
İşte budur Ali; Erenler şahı Erenler yurdunun tek padışahı!
Deli gönül! Gel Ali'nin yoluna Gel ki, senin yitiğin de buluna!
-----------
Muhaccetu'I-Beyza, c.l, s.397.
-----------------

O ayağın bastığı toprakları Sürme et ki çıksın nefsin okları.
İmam Hasan Müçteba (a.s)
Cennet gençlerinin "iki efendi"sinden biri olan Hz. İmam Hasan Müçteba (a.s) çğnın en abid ve takvalı, en zahit insanıydi. Hac merasiminde çoğu kere yalın ayak hacce-der, Medine'den Mekke'ye kadar fersahlarca yolu yalın ayak yürürdü!

Ölümü hatırladığında gözyaşı döker, yanında kabirden söz edilecek olsa gözleri dolar, kiyamet günü ve mahşer sahrasını hatırladığında ğayri ihtiyari ağlamaya başlar, sirat köprüsü'nden geçileceği anı düşündünğüde gözyaşlarını tutamaz, kiyamet günün insanların hesap vermek üzere yüce Allah'ın huzuruna çıkarılacaklarını hatırladığı zaman dayanamayıp kendisinden geçerdi.

Namaza hazırlandığında Allah korkusundan eli kolu titremeye başlardı.
Ne zaman cennetle cehennemden söz edilecek olsa acıyla bükülüp muzdarıp olur ve yüce Allah'tan cenneti arzulayıp cehennem ateşinden O'na sığındığını dile getirirdi.
"Ey müminler!" hitabıyla başlayan bir ayeti okuduğu veya duyduğu zaman "Lebbeyk! Allahumme Lebbeyk! (Emrine amadeyim Allah'ımi)'derdi. Abdest aldığı zaman eli kolu titremeye başlar, beti benzi sararırdı. Yanındakiler arasında onun bu hallerine aşına olmayan biri telaşla neden böyle oluyorsunuz, neyiniz var? Diye sorduğunda "Telaşlanacak bir şey yok" der, şöyle buyururdu:

"Arş'ın Rabbinin huzuruna çıkacak birinin elbette rengi atacak eli kolu titreyecektir, degil mi?"
Camiye gittiği zaman, kapının önünde edeple durup mübarek ellerini göklere açar, şöyle buyururdu;
Ey yüce Rabbim! Kapına misafir geldik! Ey merhametli Allah'ım! Günahkâr kulun senin kapına geldi! Ya Rabbim! Ey şerefli Allah'ım! Yüceliğinin hürmetine, şu fakir kulunun günahlarnı bağışla!

İmam Seccad (a.s)
İmam Cafer Sadık'tan (a.s) dinleyelim: "Ali b. Hüseyin (a.s) İmam Ali'nin (a.s) bazi ibadetlerinin de yazılı olduğu "Ali'nin Kitabi"ni okurken yer yer hayretle "bunca ibadete kim dayanir? Bunca meşakkat ve yokluğa kim tahammül eder?" derdi. O günden sonra kendisi de aynı nafile ibadeti yapmaya başladı.

Bir gün Cabir b. Abdullah, Hz. İmam Seccad Zeynelabidin'e (a.s) "Ey Allah Resulünün oğlu!" dedi, "Yüce Allah'ın cenneti siz ve sizin dostlarmız, ateşi de sizin duşmanlariniz için yarattığını, bildiginiz halde ibadetle neden bu kadar kendinize sıkıntı veriyor, kendinizi bunca yoruyorsunuz?"
İmam Zeynelabidin (a.s) şu cevabı verdi: "Ey Allah Resulü'nün sahabesi! Bilirsiniz ki Yüce Allah benim ecdadımın geçmişini ve geleceğini bağışlamıştır, ama buna rağmen ceddim Resulullah (s.a.a) pek fazla ibadet eder, ibadetle kendisini pek yorardı.
---------------
i.Bendiderya.
şeyh Saduk, el-Emali, s.178, otuz üçüncü oturum, hadis: 8; iddetu'd-Dai, s.151; Biharu'l-Envar, c.43, s.331, bab: 16, hadis: 1.
Menakib, c.4, s.14; Biharu'l-Envar, c.43, s.339, bab: 16, hadis: 13.
Kafi, c.8, s.163, "Hadisu'n-Nas Yevme'l-Kiyame", hadis: 172; Vesailu's-5ia, c.l, s.85, bab: 20, hadis: 200.

-------------------
Anam babam ona feda olsun, "Allah Teâla kitabinda sizin geçmişinizi ve geleceginizi bağışladığını buyurmuyor mu?" diye sorulduğunda,"Benim, Rabbime şükretmem ve O'na şükreden bir kul olmam gerekmez mi?" diye cevap vermiştir." İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Babam gece yarıları namaz kılar ve secdesi o kadar uzardıki, uyuyakaldığını zannederdik!

İşte bu, yüce Allah'ta eriyip kendinden tamamen geçme makamı olan "fena fillah" makamıdır ve Ehl-i Beyt bu makam ve halde, adeta kendi vücutlarından ayrılıyor, bu dünyadan tamamen kopuyorlardı. Bu vaziyet onların"ben'lerinden büsbütün ayrılıp yüce yaratıcıya bağlanmalarıydı. Nitekim onlarla yüce Rableri arasındaki bağlantı, güneşle güneş ışığı arasındaki bağlantıdan çok daha güçlüdür.

Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) bir gün sevgili babası Hz. İmam Seccad Zeynelabidin'in (a.s) yanına gittiğinde onun ibadet ve kullukta kimsenin varamayacağı bir makama vardığı düşüncesine kapılır. Mübarek çehresi uykusuzluktan sararıp solmuş, ağlamaktan gözleri kızarmış, alnı secdeden nasırlaşmış, namaza durmaktan ayakbilekleri şişmiş.

İmam Muhammed Bakır (a.s) der ki; "Babam o sirada iyice düşünceye daldığından benim girdiğimi geç fark etti. Benim onu seyrederken gözyaşı döktüğümü görünce "Oglum" dedi, "Müminler Emiri İmam
Ali'nin (a.s) nasıl ibadet ettiğinin yayıldığı o yazılardan birini getirir misin?" ben istediği yaziyi getirince "Kim Ebutalip oğlu Ali gibi ibadet edebilir ki!" buyurdu."
İmam Musa b. Cafer (a.s)

Tarihi kaynaklardan Hz. İmam Musa b. Cafer (a.s) yaşadığı çağın en abid, en zahid, en cömert, en bilge ve en büyük ferdi olduğu kayıtlıdır. Gecenin bütün nafile ve müstehap namazlarını kılar, sabah namazına kadar bunu sürdürür, sabah namazmdan güneşin doğuguna kadar da takibat ve tesbihatla meşğul olur, sonra secdeye kapanıp öğle vaktine kadar başını secdeden kaldırmaz, secdede hep şu duayı ederdi: Allah'ım! Bana ölüm anında kolaylık ver ve hesap gününde beni bağışla! Bir başka duası da şöyleydi: Kulunun günahı büyüdü, o halde senin affetmen pek yakışır!

Allah korkusuyla öyle ağlardı ki mübarek sakalı sırıl sıklam olurdu. Halk icinde ailesi ve akrabalarıyla en çok ilgilenen kimseydi. Geceleri para, ekmek ve hurma dolu heybesiyle Medine yoksullarını ziyarete gider, onlara ikramda bulunur, yoksullar onun kim olduğunu bilmezdi.

Zalim Abbasi halifeleri tarafından yıllarca zindanlarda yaşamaya mahkûm edildi ve zamanla da hapiste şehit oldu. Hapistekilerin coğu onun ibadetlerinden etkilenmiş, birçok mahkûm tevbe edip hidayet bulmuş, ibadete başlamışlar. Hapis hayatı boyunca her sabah güneşin doğuşundan ögle namazı vaktine kadar secdede kalırdı.

Tarihi kayitlarda, Abbasi balifesi Harun'un ne zaman zindan duvarlarıdan içeriye baksa aşağıda odanin bir koşesinde bir elbise gördüğü, bir gün ğardıyan Rabiy'i çağırıp "bu elbise neden hep orda?" diye
-------------------
şeyh Tusi, el-Emali, s.636; Cuma günü oturumu, hadis: 1314; Menakib, s.1484; Biharu'I-Envar, c.46, s.60, bab: 5, hadis: 18.
Kurbu'I-Esnad, c.5, s.4; Biharu'l-Envar, c.84, s.197, bab: 12, hadis:4.
Usul-i Kafi, c,2, s.166, hadis: 4.
Menakib, c.4, s.149; Keşfu'l-Gümme, c.2, s.85; Vesailu's-şia, c.l,s.91, bab: 20, hadis: 215; Biharu'l-Envar, c.46, s.74, bab: 5, hadis: 65.
Şeyh Mufid, el-irşad, c.2, s.231; Keşfu'l-Gumme, c.2, s.228; Biharu'l-Envar, c.48, s.101, bab: 5, hadis: 5.

4
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT

sorduğu, Rebiy'in "O gördüğün elbise degil, Musa b. Cafer'dir. Her gün güneşin doğuşundan ögle vaktine kadar secdeye kapanır ve öylece secdede kalır!" dediği yazılır. ''

İmam Hasan Askeri (a.s)

Hz. İmam Hasan Askeri (a.s) işkence etmekle görevlendirilen şahıslar hakkındaki bir vaka oldukça düşündürücüdür. İmamın kapatıldığızindanın ğardıyanı Salih b. Vasif şöyle der; "Onunla ne yapacağımı bilemiyorum doğrusu! En acımasız iki kötü adamını, ona işkence etmeleri için görevlendirdim, ama onun ibadetleri ve o haliyle Allah'a kulluk edip namazini kilma gayretleri bu adamlari etkilemekte gecikmedi.

Şimdi onlar da onun gibi namaza niyaza başladılar, başka şey bildikleri yok sanki! Hayret ne diyeceğimi şaşirdim doğrusu! Bir gün ikisini de çağırıp "Size neler oluyor! Neden bu adama işkence etmiyorsunuz? Ne gördünüz onda yani?" diye sordum. "Onun hakkında ne söylesek az!" dediler. "Gecelerini ibadetle gündüzlerini oruçla geçiriyor. Namazdan niyazdan başka meşğalesi yok! Nur gibi insan! Bize baktığı zaman tepeden tırnağa titriyoruz adeta! Öyle bir dehşet sarıyor ki içimizi, engel olmak elimizde değil!"


EHL-İ BEYT HAKİKATLERİN KAMİL CİLVESİDİR

Ehl-i Beyt ibadet, kulluk, ihlas, cihad ve ğayretle en yüksek ve en ileri merhaleye ulaşmış olduğundan, varlıkları tıpkı bir ayna gibi şeffaflaşmış, hakıkatlerin kâmil bir aynası haline gelmişlerdir. İnsan, Allah'a kulluk ve ibadette ilerlediği ölçüde hakıkatlerin doğuşunun ufku haline gelir.

Allah'a kulluk ve ibadet makamı Esmaullah'ın ve Hakkın sıfatlarının cilvegahıdır, ahlaki erdemlerin tecelligahıdır. imanin artmasına, inancın güçlenmesine, yarar. Hakk'ın rızasını kazanma yolunda bir sıçrama tahtası olup Likaullah'a ortam hazırlar.
Hakikatler, Ehl-i Beyt'in Varlığının Doğasından Doğar

Resulullah Efendimizin (s.a.a) mübarek Ehl-i Beyt'i imanda en yüksek, ahlakta en mükemmel mertebeye sahip olup olumlu çalışma ve yararlı işlerde en yüksek doruklardadırlar. Ehl-i Beyt Hak Teâla'nın varlığının tecelliğahına, O'nun Esma, ahlak ve sıfatlarının tecelli edip doğduğu bir ufka dönüştürülmüştür.

Hz. İmam Hadi (a.s) Ehl-i Beyt'in varlığının hakıkatlerinden bir kısmını şöyle açıklıyor: Selam olsun size ey peygamberin Ehl-i Beyt'i! Ey risaletin mekani, memleketlerin gelip gittiği kimseler, sevgi ve rahmetin madeni! İlmin hazinedarları, hilmin nihayeti, büyüklüğün kökleri,

ümmetlerin hak imamları ve yöneticileri, nimetlerin sahipleri, iyilerin unsurları, doğruların, dürüst siyasetcilerin ve has kullarin temelleri, beldeleri ayakta tutan yikilmaz sütunlar, iman kapiları, Rahman'ın emirleri, Peygamberlerin tertemiz soyu, ilahi elcilerin seçkini, âlemlerin Rabbinin seçkin peygamberinin ailesi!
------------
Uyun-u Ahbari'r-Riza, c.l, s.95, bab: 7, hadis: 14; Biharu'l-Envar, c.48, s.220, bab: 9, hadis:24.
Şeyh Mufid, el-irşad, c.2, s.334; Keşfu'l-Gumme, c.2, s.414; Biharul-Envar, c.50, s.308, bab: 4, hadis; 6.
--------------------
Selam olsun sizlere ey hidayet imamları, ey yaşamın karanlıklarına ışıktan nurlar takan nişaneleri, akıl sahipleri, kâmil akıla sahip olanlar, insanlarınn sığınağı, peygamberin varisleri, üstün örnekler ve güzel davet ehli, yüce Allah'ın dünya ve ahiret ehline hüccetleri!
Selam olsun size! Sizler yüce Allah'i tanıma mekânları, Hakk'ın bereket diyarları, peygamberin varisleri Resulullah'ın evlatları, Allah'in hikmetinin madenleri, O'nun sırlarının muhafizlari, Kur'an'ın taşıyıcıları ve Allah'a davet edicilersiniz!

Bütün Peygamberler Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Gelişine Zemin Hazırlamak İçin Gelmiştir
Bütün peygamberlerin ve onlara verilen kitapların gönderiliş sebebi, Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) zuhuruna zemin hazırlamak ve onun yeryüzüne ayak basmasi için gerekli ortamı hazırlamaktır. Böylece başta insan gelmek üzere bütün varlıkların kemale doğru yürumesi,

Allah'ın kurtanci ipi, gölgesi ve O'nun eminleri olan bu büyük zatların yardımıyla yükselmeye başlayıp layık oldukları kemal ve olğunluğa kavuşması istenmiştir. Bu nedenle peygamberler Ehl-i Beyt'in kökü ve esasi olan Hz. Resul-i Ekrem efendimizin (s.a.a) gelişi için gerekli ortamı hazırlayıp onun sevgisine mazhar olabilmek amacıyla çalışmış ve bu hususta ahitleşmişlerdir.

...Yüce Allah kullarini hiçbir zaman peygambersiz ve kitapsız veya gerekli hüccet ve delilden yoksun bir durumda bırakmadı... İslam peygamberi için bütün peygamberlerden ahıt ve söz aldı.. . Bu nedenledir ki doğruluk timsalı yüce İslam Peygamberi (s.a.a) şöyle buyururlar:
Biz bu dünyaya diğer peygamberler ve onların ümmetlerinden sonra geldik, ama ahirette herkesten onde ve hepsinin önünde olacağız! Şia ve Sünni kaynaklarda şu ünlü hadis-i Şerif kayıtlıdır: Âdem ve ondan sonra gelen bütün insanlar kıyamet günü benim sancağımın altında olacaktır!

Evet, varlık ve marifet kapasiteleri bütün varlık ve mahlûkattan daha kapsamlı olduğu ve bütün manevi hakikatler bu kapsamlı mübarek varlıklarda tecelli etmiş olduğundan hiç Şiiphe yok ki Ehl-i Beyt Sahih-i Buhari'deki Şu ifadelerin gerçek misdaki konumundadırlar:
... Yüce Allah'ın o büyük kulları bütün peygamberlerden sonra gelmiş, kişilik ve maneviyatta herkesten öne gecmişlerdir, herkesin önünde ve herkesin öncüsüdürler, onların eşi emsali yoktur.

Mevlana da bu hakikati vurğularken şöyle der:
Zahiren an şah asl-i miyve est
Batinen behr-i semer şod şah hest
Ger ne-budi meyl-o ümmid-i semer
Key nişandi bağban bih-i şecer
Pes be-mena an şecer ez miyve zad
Ger be-suret ez şecer budes velad
Mustafa zeyn goft ke Âdem-o enbiya
Half-i men başend der zir-i liva.
Behr-i fermude est an zu-fenun
Remz-i nehnu 'l-aherune 's-sabikun.
Görünüşte meyve dolu daldır o
Batında ise dal meyveye durmak için vardır
Bu dalın meyve vereceğinden ümitli olmasaydı
Ağacın yanına bahçıvan diker miydi?
Demek ki bir anlamda o agaç, meyveden doğmuştur
Görünüşte agaçtan meyve dolmuş. Gibi görünşe de, gerçek bunun tersinedir

Bu nedenledir ki Mustafa "Âdemle diğer bütün peygamberler benim sancağımın altında benim haleflerimdirler buyuruyor. Yine bu nedenledir ki o eşsiz bilge "biz ilkin ilki ve sonun sonuncusuyuz" buyuruyor.
Onların bu üstünlük ve ayrıcalıklarının nedeni, yüce Allah'ın takdiriyle, varlığın başı ve sonu olmalandır. Onlar varlığın başlangıcıdırlar; vaciple mümkünün, dünya ve ahirette herkesin ve başlanğıç akibetinin berzahıdırlar. Hz.İmam Hadi (a.s) Camia-i Kebire ziyareti'n de bu hakikate şöyle işaret eder:
... Allah Teâla varlığı ve hakikatleri sizin vasıtanızla başlattı ve sizinle de sona erdirecektir. insanların dönüşü size olacak, hesap kitapları size bırakılacaktır.. Görüldüğü gibi bütün peygamberler bu büyük zatların dünya hayatına inip mahlûkatla birlikte olabilmesi için gerekli zemini hazırlamışlardır.

Zaman, mekân ve makam dengesinde bu büyük zatlar iradetullah semasından fiilullah zirvesinden ve rahmetullah doruğundan tabiat kuyusuna inmiş, böylece yüce Yaratcı'yla mahlûkatı arasında gerekli bağlanti vasıtası oluşturulmuş, bütün dünya mahlûkatına hüccetin tamamlanması takdir edilmiştir.
Kiyamet sabahi, Muhammedi nurun doğuşuyla başlar. Geleçekte olanların zamanlama bakımından bu toprak gezegene inmeleri, varlık güneşinin batışa geçtiği, yani "varlığın öğle üzeri"dir ve varlık âleminin "ikindi vakti" olan "asr"a doğru ilerlemeye başladığı zamandır.

Varlığın ikindi üzeri olan "asr"ın başlaması kâinatın kabzolunmaya başlaması demektir. Hz. Resulullah'la (s.a.a) mübarek Ehl-i Beyt'inin bilhassa "Asrın İmamı" olan Asrın İmamı Hz. Mehdi'nin (a.f) zuhur dönemi olan bu çağ bittikten ve zaman güneşi batıya vardıktan sonra varlığı "akşam'ı başlayacak, bu dönemde bütün varlıklar mutlak anlamda kabzedilecek ve ölecektir.

--------
Mefatihu' 1-Cinan, Camia-i Kebire ziyareti.
Nehcu'l-Belaga, s.43, hutbe: 1; Biharu'I-Envar, c.ll, s.60, bab: 1,hadis: 70.
Menakib, c.3, s.269; Ke§fu'l-Gumme, c.l, s.ll; Biharu'l-Envar,:.16, s.118, bab: 6, hadis: 44; Sahih-i Muslim, c.2, s.7.
Menakib, c.l, s.214; Avalil-Leali, c.4, s.121, hadis: 198; Biharu'l-Envar, c.39, s.213, bab: 85, hadis: 5; ilmu'l-Yakin, s.5; Sünen-i Tirmizi, C.1,s.1O7.
Sahih-i Buhari, c.2, s.2, "el-Camia" kitabi, hadis: 1 ve c.2, "Vuzu"kitabi, hadis: 68.

Mefatihu'l-Cinan, Camia-i Kebire ziyareti.
Hz. İmam Mehdi'nin (a.f) zuhuru uzun gaybetten sonra, sabah ve öğlesini geride biraktığı ve ilkindi (asr) merhalesine girdigi için onun hakkında "Asrın İmamı" ifadesi kullarulmıştır.

-------------
Bu emre varlığın zuhurundan önceki dönem olan birinci mutlak karanlık ve zülmet döneminden milyonlarca yıl sonra gerçekleşecek olan "ikinci mutlak karanlık ve zülmet" döneminin başlangıcıdır.

İşte bütün yaratılmışların canlarının alındığı ve âlemde hiçbir canlının kalmayıp herkesin ruhunun kabzedilmiş olduğu bu mutlak zülmet ve mutlak kabz esnasında yüce Allah şöyle soracaktır: Bugün mülk (egemenlik, iktidar, güç ve saltanat) sadece kimindir? Bunun ardından, Kur'an-i Mecid'in tabiriyle "kiyamet günü" başlayacaktır. Sonsuza kadar sürecek olan ebedi gündür bu. Bugünün akşamı ve zevali yoktur.

Hiçbir ayet, rivayet ve hadiste "kiyamet akşamı" şeklinde bir tabir ve ifade mevcut değildir. Bilakis, bütün kaynaklarda "obür dünya" dirilirken "kiyamet günü" kastedilmiştir ve "gün" ün meydana geliş sebebi güneşin doğuşu olduğundan, "kiyamet günü"nün meydana geliş sebebi de Muhammedi güneşin doğuşu ve Ahmedi nurun parlayışıdır ki Kur'an bu nuru "Serac-i Münir", yani "aydınlatan çırağ, ışıtan kandil" şeklinde tabir eder.

Kiyamet gününde yüce Allah'ın huzuruna ilk çıkacak olan mübarek varlık ve vücut, işte bu "Serac-i Münir"dir. Allah'ın vechi ve O'nun nuru olan bu mübarek "aydınlatıcı nur" un gelişiyle birlikte bütün kiyamet sahrası, yani "öbür dünya"nın tamamı nurlanıp apaydın oluverir.

Böylece ebedi gün başlar ve ölümsüz gün gerçekleşiverir. Ve yeryüzü, Rabbinin nuruyla aydınlanır ve kitap (ameller) getirilir...
Yukarida ki ayet, değinilen mevzu itibariyle, kesinlikle kiyamet günü hakkındadır ve çoğu tefsir ve hadis kaynaklarında, bu ayette gecen "Rabbin Nuru"nun, Hz. Resulullah'la (s.a.a) mubarek Ehl~i Beyt'inin masum imamları(fa.s) olduğu belirtilmektedir.

Evet, "Muhammedi Nur" olan "Rabbin Nuru"nun doğuşuyla kesinlikle kiyamet günü'nün sabahi başlamakta, ebediyete kadar sürecek "Ölümsüz Gün" gerçekleşmektedir. O nurun bereketi sayesinde bütün hakıkatler tam anlamıyla tecelli edecek ve "sırlar ortaya çıkacak" tir.
Bunun ardından "hesap verme'ler başlayacaktır. Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) Hz. Resulu Ekrem'in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder; Aziz ve Cebbar olan Rabbimin katina ilk çıkacak olanlar ben, Allah'ın Kitabi ve Ehl-i Beyt'imdir. Bundan sonra ümmetim huzura çıkarılacak, ben onlardan "Benden sonra Allah'ın Kitabi'na ve benim Ehl-i Beyt'ime nasıl davrandınız?" diye soracağım.


KURTULUŞ GEMİSİ EHL-İ BEYT

Ehl-i Beyt'in mübarek ruhları ve onların nurlu varlıkları yüce Allah'ın takdiriyle, bütün varlıklardan önce var edildi ve rahmet ufkunda doğarak yüce Allah'ın Arşının dört bir yanında yer aldılar ve Allah Azze ve Celle'nin takdis ve tesbih deryasına daldilar.

Derken yüce Rahman, kullarını minnettar bırakacak bir lütufta bulunarak onları kullarının hidayeti için seçti" ve bu temiz ruhlardan her birini münasip bir zaman diliminde bir bedene sokarak insanlar arasında aşikâr etti.
Yüce Allah sizleri nur olarak yaratıp Ars'ın etrafına yerleştirdi. Derken biz insanları, minnettar birakarak sizleri, Yüce adının anılmasına izin verip yücelmesini istediği evlere yerleştirdi...

Hz. Resulullah'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'i Arş'ın etrafina yerleştirildikleri andan itibaren tıpki Nuh'un gemisi gibi, hayat firtinasına yakalanan felaketzedelerin sığındığı kurtuluş gemisi oldugunuz ve bela girdabina kapilanların kurtuluş vesilesi olarak tanıtıldınız;
... Yüce Allah sizleri en degerli makamla aziz kildi, O'na yakın olanların erişeceği en üstün menzile erdirdi, elcilerin ulaşabileceği en yüksek derecelere ulaştırdı.

Kurtuluş Gemisine Tevessul Eden Hz. Âdem (a.s)
Muteber tefsir ve hadis kaynakları Hz. imam Hasan Askeri'den (a.s) şöyle rivayet ederler: Hz. Âdem (a.s) makamından düşerek meleklerle aynı yerde bulunmaktan mahrum edilince ve cennetteki makamini kaybedip keramet ve utanma elbisesi siyrılınca bizzat Hak Teâla Hazretlerinin talim ve eğitimiyle O'na şöyle yakardi:

Allahim! Muhammed, Ali, Fatima, Hasan, Hüseyin ve onlarin Ehl-i Beyt'inin temizlerinin yüzü suyu hürmetine tevbemi kabul et, hatamı bağışla, kereminle lütufta bulunup mevki ve konumlarına geri dönmemi ihsanbuyurup kabul eyle!

Bunun üzerine yüce Allah ona şöyle buyurdu: şüphen olmasın ki tevbeni kesinlikle kabul ettim, rıza ve hoşnutlukla sana geri döndüm, maddi ve manevi nimetlerimi tekrar sana doğru yönlendirdim, keremde bulunarak seni önceki konum ve makamina döndürdüm ve rahmetlerimden sana ayirdiğim payi kâmil kildim.

Bu yüce yaratıcının şu buyruğunun da açıklamasıdır işte: Âdem (a.s) tevbesinin kabul edilip eski konumuna dönmesini sağlayacak olan istiğfar ve Ehl-i Beyt'e (a.s) tevessul gibi isimleri Rabbinden ögrendi ve Rabbi onun tevbesini kabul buyurdu, zira O pek merhametli ve tevbeyi pek kabul edicidir...
Ehl-i Beyt Kurtuluş Vesilesidir.

Hazreti Resulü Ekrem Efendimizin (s.a.a) nadide sahabelerinden biri olan Ebuzer Hazretleri (r.a) bir gün Ka'be'ninkapisindan tutarak yanındakilere "Hz. Resulullah'tan (s.a.a) şöyle duydum" dedi:

Bilin ki benim Ehl-i Beyt'imin sizin aranızdaki konumu, Nuh'un gemisinin konumuna benzer; ona binen (dünya ve ahiret ziyanından kurtuldu, binmeyen helak olup gitti!

Muminler Emiri İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: Eğer siz insanların kurtuluş ve hidayetiniz söz konusu olmasaydi yüce Rabbim bizi bu dünyaya göndermezdi. Biz arş'in etrafinda Rabbimizi tesbih ve hamdla meşğuldük, dünya ehli değildik ve değiliz. Sizi kufür ve şirk, nefsaniyet, heves ve ğaflet çirkefinin batağından kurtarıp insanlığın doruğuna ulaştirmak için gönderildikbiz!

Biz varlık âleminin mısır kervanıyız; sizi derin kuyunun karanlıklarından kurtarıp toprak dünyasından temiz dünyaya doğru yönlendirmek için karanlık dünya kuyusunun başına gönderildik.

Durum bu olduğuna göre gelin elinizi bize verin, bizimle samimi şekilde biatleşın ki sizi bu bataklıktan, bu fırtınalı okyanustan kurtarıp kurtuluş sahiline cıkaralım. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Biz kurtuluş gemisiyiz, bu gemiye katılan kurtulur, katılmayan helak olur.

Kim yüce Allah 'tan bir şey dilerse, bizim vesilemizle istesin. " İmam Ali (a.s) Kumeyle şöyle buyuruyor: Ey Kumeyl! Ramazanın ortalarıydı. Bir gün Hz. Resulullah (s.a.a) ikindi namazından sonra minberde ayakta durarak etrafını saran muhacir ile ensara: "şunu biliniz ki; Ali ile iki oğlu bendendir, bende onlardanım. Biz gemi gibiyiz, bu gemide olanlar kurtulur, olmayanlar boğulur. Kurtulanlar Firdevs cennetlerinde, boğulanlar da ateşte olacaktır. Bizim velayetimize uyan öne geçmiştir, bizden başka gemide olanlar boğulmuştur.

Sağ salim sahile varmak isteyen gemilerin kilavuzu, gökteki yıldızlardır. Gece karanlığında denizin ortasında kalan gemiler, yıldızlara bakarak yönlerini bulur ve limana varırlar. Hz. Resulüllah Efendimiz (s.a.a.) bir başka hadislerinde de mübarek Ehl-i Beyt'ini gökteki yıldızlara benzetmekte ve yönünü bulmak isteyenler için onların güvenlik ve kurtuluş vesilesi olduğunu hatırlatmaktadır:

Yıldızlar, yeryüzünde yaşayanları denizlerde yönlerini kaybedip boğulmaktan kurtaran güvenilir kilavuzlardır. Benim EhH Beyt'imde ihtilaf, anlaşmazlık ve çekişme fırtınalarında sizi boğulmaktan kurtaracak güvenli kilavuzlardır. Binaenaleyh onlara katılmayan ve onlarla ihtilafa duşup çatışanlar, kendi aralarında da ihtilafa düşer ve ondan itibaren şeytanın hizbinden sayılırlar.

Hadis ve Rivayetlerde Ehl-i Beyt Misali

Hadis ve rivayetlerde Ehl-i Beyt "kurtuluş, gemisi" ve "gökyüzünün yön gösterici yıldızları" gibi benzetmeler dışında başka benzetmelerle de tamamlanmıştır. Bunların bir kaçına değinelim:
Hitte Kapısı:

Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor;
Ehl-i Beyt'imin sizin aranızdaki misali ve konumu, Hitte kapisinın (bab-i hitte) İsrail oğulları arasındaki konumu gibidir. Kim bu kapıdan girerse bağışlanacaktır. Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyurur: Biz Ehl-i Beyt, selamet kapısı olan Hitte Kapısı'yız. Bu kapıdan giren kurtulur, giremeyen helak olur.

-------------
Mu'min, 16.
Ahzab, 46.
Zumer, s.69.
Tarık, 9.
Usul-i Kafi, c.2, s.600, "Fazlu'l-Kur'an" kitabi, hadis: 4; Vesailu'ş-şia, c.6, s.170, bab: 2, hadis: 7653.
Mefatihu'l-Cinan, Camia-i Kebire ziyareti.
Mefatihu'l-Cinan, Camia-i Kebire ziyareti.
Tefsir-i İmam Hasan Askeri (a.s), s.225, 105. hadisin alti kismi; Te'vilu'l-Ayati'z-Zahire, s.50; Biharu'l-Bnvar, c.ll, s.192, bab: 3, hadis: 47; Tefsir-i Safi, c.l, 5.83.
Yenabiu'l-Mevedde, c.l, s.94, bab: 4, hadis: 1.

Feraidu's-Simtayn, c.l, s.37.
Besaretu'I-Mustafa, s.30; Biharu'l-Envar, c.74, s.276, bab: 11, hadis: 1.
Gureru'l-Hikem, s.116, hadis: 2028 ve 2029.
el-Mtistedrek-u Ala's-Sahihayn, c.3, s.162.
el-Mu'cemu's-Sagir, c.2, s.22.
el-Hisal, c.2, s.626, hadis: "10; Biharu'1-Envar, c.10, s.104, bab: 7, hadis: 1.

------------------
Şunu iyi biliniz ki Âdem'in getirdiği bilgi ve en son peygambere kadar tüm peygamberlerin diğer insanlara tercih edilmesini sağlayan her şey, son peygamberin Ehl-i Beyt'inde bir araya toplanmıştır. Ne zaman onlara uydunuz da yolunuzu şaşırdınız?

Ne zaman onlara katıldınız da ne yapacağınızı bilemez halde kalakaldınız? Siz, nereye gidiyorsunuz böyle? Ehl-i Beyt'in (a.s) aramızdaki konumu tıpkı Ashab-i Kehf ve Hitte Kapısı gibidir; onlar selamet kapısıdırlar. Yüce Allah, Kitabında Bakara Suresi'nin 208. ayetinde onlar için şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler! Allah'a teslimiyet ve itaat konusunda hepimiz topluca barış ve güvenliğe (ilme, islam'a) girin ve şeytanın adunlarnı izlemeyin. (çunkü o size apaçık bir düşmandır.

Beytullahi'l-Haram

Hz. Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.a) Müminler Emiri İmam Ali'ye (a.s) şöyle buyuruyor: Ya Ali! Siz Ehl-i Beyt'in misali Beytullahu'l-Haram'in misali gibidir; Beytullahu'l-Haram'a giren nasıl güvendeyse, sizi seven ve size yardımcı olan biri de ateşin azabından güvende olacaktır ve size kin besleyen kimse ateşe atılacaktır.

Ya Ali! Allah'ın kitabındaki emir gereğince (Al-i İmran, 97) hali vakti yerinde olanın hacca gitmesi farzdır, özrü olana ise farz değildir. Fakir kimsenin böyle bir özrü vardır, hasta olanın da özrü geçerlidir ve bu ikisine hac farz değildir. Ama siz Ehl-i Beyt'i sevene ve sizi savunma konusunda Yüce Allah ne fakirin, ne zenginin, ne sağlamın, ne hastaınn, ne görenin, ne körün... Kimsenin özriünü kabul etmeyecektir!
Baş, Gövde İçindir

Büyük İslam peygamberi (s.a.a) şöyle buyuruyor: Benim Ehl-i Beyt'imi vücudunuz dahi baş ve başınızdaki bir çift göz olarak görün. Zira vücut başsız, başta gözsüz kalınca yolunu bulamaz.

Evet, bu hadisi okuyunca tarih boyunca Ehl-i Beyt'e gönül vermiş olanların o mübarek zatları neden kendilerine baş olarak gördükleri ve onlari iki gözleri gibi sevdikleri kolayca anlaşılmaktadır. Bu asıl müminler bir an olsun Ehl-i Beyt yolundan ayrılmamış onların mutahhar kültüründen kopmamış, onlarsız bir hayatı körlük, zavallılık, sapmışlık, şaşkınlık ve felaket girdabına kapılmışlık olarak görmüşlerdir.

Âşıkane Tercih

Aşure gecesi Hz. İmam Hüseyin (a.s) yanındaki ashabıyla arkadaşlarını bir araya toplayıp "Yarin buradaki herkes öldürülecek bunların işi benimle! Siz gidebilirsiniz! Biatımı üzerinizden kaldırdım, buradan gidin canınızı kurtarın!" dediğinde o yiğit ve sadık müminler gözyaşları içinde "
Sizi bırakıp nereye gideriz!" diyerek imam'ın önünde diz çöküp "Bizi kendinden uzaklaştırmayın, ne olur bizi göndermeyin, sizsiz hayat haramdır bize!" dediler.

Seninle ahitleştik Vefasız olamayız!
-----------------
Tefsir-i Ayyaşi, c.l, s.102, hadis: 300; Yenabiu'l-Mevedde, c.l,8.332, bab: 37, hadis: 4.
Hasaisu'l-E'imme, s.77.
Şeyh Tusi, el-Emali, s.482, on yedinci oturum, hadis: 1.053; Keşfu'l-Gumme, c.l, s.408; BihaTu'l-Envar, c.23, s.121, bab: 7, hadis: 43.
-------------------

Aşkını yudumladık Kadehikırdık!
Seninle her belaya Uğramaya hazırız!
Hatta bunun için şükrediyoruz Rabbimize!
Senin aşkın için ey sevgili Kendimizden de, her şeyden de vazgeçtik!
Senden başka sevdiğimiz mi var? Aşkınla mest olduk biz!
Ne var ne yok, bıraktık Sana geldik! Sonuna kadar seninleyiz!
Âşıkane Cevap

Şüphe yok ki bir insan samimiyet ve vefayla o muhterem zatlara yönelir ve onlardan meşru bir talepte bulunacak olursa onlar da ayni, hatta çok daha fazla bir vefa ve samimiyetle karşılık verecek, sevgiyle ona kuçak açacak, onun kemal ve yükselişine yardımcı olacak, nihayet hidayet ve kurtuluşunu sağlayacaklardır. Zira onlar yüce Rahman'ın isim ve sıfatlarının en mükemmel mazhandırlar. Bu nedenle yüce Rableri gibi onlar da insanı âşıkça sevdiklerinden ona karşı her zaman çok cömert ve merhametlidirler.

İnsana beslediği büyük sevgi ve merhamet nedeniyledir ki Hz. imam Hüseyin (a.s) Aşure günü şahadetini erteleyerek karşısındaki insanları hidayet etmeye, şirkin cehaletin ve sapkınlığın batağından kurtarmaya galıştı.

Aldığı onca yara ve gördüğü onca vahşiliğe rağmen defalarca Yezid ordusunun karşısında durup son derece içten ve şefkatlı sözlerle onları doğru yola davet etti. Onun bu samimi ğayreti sonuç vermekte gecikmedi ve kendisine kiliç çeken bu gözü dönmüşler ğurubundan ayrılan Ebul Hutuf b. Harec'le Sa'd b. Harec adlı iki kardeş., imam'ın safına karıştı.

İmam Hüseyin'in (a.s) ilahi nefesi ve ulvi konuşmasıyla son nefeslerinde ona katılan bu iki kişi daha önce Nehrevan'da İmam Ali'yle de (a.s) savaşmış olan iki hariciydi. Bu iki kişi öleceklerini bile bile imam'ın (a.s) safına katılmış, onu ve Ehl-i Beyt'ini korumak ve Cennet Gençlerinin efendisi Seyyid-i Şüheda imam Hüseyin'in (a.s) elinden şahadet şerbetini içme şerefine kavuşarak en yüce manevi mertebeleri kazanıp cennete kanatlanmışlardır.


EHL-İ BEYT "DOĞRU YOL"DUR

Kur'an-i Kerim'in nurlu ayetlerinin müminlere imam, öncü ve lider olarak tanıttığı kimseler fikir, düşünce, iman, psikoloji, ahlak, amel, iş ve calışma alanlarının hiçbirinde zerrece aşırılık veya noksanlıkları bulunmayan kimselerdir.

Onlar yaşamının bütün boyutlarinda Hak Teâla'nın emirlerini gözetip uyğulayan, hayatin aci veya tatlı, zor veya hoş olaylarindan, sosyal ve siyasi firtinalarından etkilenmeyen, nefsinin heva ve heveslerine kapilmayan, düşmanlariın ve şeytanin telkinlerine kulak vermeyen insanlardir. Kur'an-i Mecid'de de buyrulduğu üzere onlar, Yüce Allah'ın ihlaslı kullarından olan ve hiçbir vesveseci şeytaın hile ve

-------------
İ-Bendiderya.
-------
kandirmacasına asla kapilmayan , hayatı ve memati tamamen ilahi ve melekuti olan, hayatinın her an olumlu amel, güzel ahlak, insanlara yârdim, İslami tebliğ, ilim yayma ve cehaleti gidermeyle dolup taşan mumtaz şahsiyetlerdir:
...Seni bütün ümmetlere imam ve önder tayin ediyorum!... Ve onları, insanları bizim emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet ederlerdi.

Doğru Yolun Anlamı

Kur'an-i Mecid'deki ayetlere binaen Allah'la kulu arasında olan ve kat edilmesi halinde insanı yüce yaratıcısının rızasına ulaştırıp Feyz-i Azime götüren ve ebedi azaptan kurtulmasını sağlayan, sırat-ı mustakim, yani "doğru Yol"dur.
Müminler Emiri imam Ali (a.s) "Doğru Yol"u şöyle acıklar: Dünya hayatında doğru yol demek aşırılık ve eksiklik olmayan yoldur, dürüstlüktür, sağlamlık, ahirette de müminlerin cennete doğru kat ettiği yoldur.

Müminlerin Emiri İmam Ali'nin (a.s) bu tarifi tamı tamına Ehl-i Beyt'e (a.s) uymaktadır. Zira onlar hayatin her boyutunda ılımlı, dengeli ve dürüsttü. Her nevi aşırılık ve ihmalkârlıktan uzak olan Ehl-i Beyt'in (a.s) yolu, kıyamette insanları cennete ulaştıracak yoldur.
Dogru Yolun Asıl Anlamı

Kur'an-i Kerim'de gecen bazi terim ve kavramların tam ve kâmil misdaki her akıl sahibi için idrak edilebilir değildir. Binaenaleyh bu tür kavramların asıl anlamını, Kur'an'ın beyan edicileri ve asıl müfessirleri olan "Kur'an Ögretmenleri"nden, yani Hz. Resulullah'la (s.a.a) onun mutahhar Ehl-i Beyt'inden sormak gerekir.

Hadis ve rivayetlerde bu özel kavramlar hakkında onIardan yeterince acıklama aktarılmıştır. Kur'an'da çok sık kullanılan terim ve kavramlardan biri de "sırat"tır. Sıratın yalın anlamı "yol"dur Bu "yol"un ne olduğu, nerede başlayıp nerede bittiği, nicelik ve niteliğinin ne olduğu, bu yoldan nasıl yürünmesi ve nasıl kat edilmesi gerektiği gibi soruların cevabını sırat "yol" kelimesinden cıkarabilmek mümkün değildir.

Bu nedenle Hz. Resul-i Ekrem'le (s.a.a) mutahhar Ehl-i Beyt'i bu hakıkatleri insanlara acıklayıp ögretmekle görevlendirilmişlerdir. Onlarin Kur'an hakkındaki geniş, bilgi ve muazzam ilahi ilimlerinden yârdim almadan Kur'an'a müracaat etmek insanı yanıltır, saptıtır ve hataya düşürür.
Okuryazar olmayan ümmi insanlar arasında kendilerinden biri olan bir peygamberi, O'nun ayetlerini onlara okusun, onları (fikri ve ruhi kirliliklerden) temizleyip arıtsın, onlara kitap'i ve hikmeti öğretsin diye gönderen O... Hiç. Şüphe yok ki onlar bundan önce apacık bir sapıklık icindeydiler...
------------
Hicr, 39-40.
Bakara, 124.
Enbiya, 73.
Tefsir-iSari, c.l, s.54.
Cuma, 2.
-------------------
Biz insandan önce, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka -peygamberler- göndermedik. Eğer bilmiyorsanız -"neden bir melek, peygamber olarak gönderilmedi?" dememeniz için zikir -ilim- ehlinden sorun. Ünlü kaynak eser Kâfi'yle Kummi ve Ayyaşi tefsirlerinde, "zikir ehli"nin Hz. Resulullah Efendimizle (s.a.a) mutahhar Ehl-i Beyt'i olduğu kayıtlıdır.

Evet, Kur'an'i nübüvvet evine nazil buyuran yüce Allah bu büyük kitabın anlam, tefsir, tevil ve misdaklarını da, ehlinin tertemiz Arşi kalbine tecelli ettirmiş, böylece insanların bu tefsir, tevil, anlam ve kıstasları onlardan sorup ögrenmesini sağlamıştır.
Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) Hamd Süresi'n de geçen "Bizi "doğru yol'a hidayet et" ayetini açıklarken şöyle buyuruyor: Bizi doğru yola hidayet et, demek, bize senin yolunda yürümeyi nasip ve irşad buyur demektir.

Bizi senin sevgi ve şefkatine doğru götürecek, cennetine ulaştıracak, bizim ne olduğunu ve nasıl olacağını doğru hesaplayamayacağımız arzu ve isteklerimize uyup helaket uçurumuna yuvarlanmamayı veya asılsız, temelsiz görüş ve şahsi fikirlerimize göre davranıp sonuçta mahvolmamıza engel olabilecek yoldur bu!...

Yüce Allah'ı gerçek anlamda tanıyan ve "Arif-i Billah" olan Ehl-i Beyt'ten (a.s) başka bize yüce Allah'ı tanıtabilecek ve böylece O'nun sevgi ve aşkına kavuşmamızı sağlayacak kimse varmıdır? Onların kılavuzluğu olmadan, mutahhar kültürlerine göre davranıp yaşamadan ve onların şefaatini almadan cennete girilebilirmi?

Onların sarsılmaz velayet kalelerine sığınmadan put sıfatlı nefsin arzu ve heveslerinin tehlikelerinden âmânda kalabilmek mümkün müdür? O hidayet İmamlarına uymadan kötii fikirler ve noksan görüşlerinizin, telafisi imkansiz darbelerinden kurtulabilmemiz mümkünmüdür?

Bütün bu zarar ve ziyanlardan, sadece Kur'an'a sarılarak da kurtulabilineceği ve ayrıca bir hidayet imamına hiç gerek olmayacaği söylenecek olursa Kur'an'a aykırı bir görüş ifade edilmiş olur. Bu, Ehl-i Beyt'i (a.s) bireyin hayatının bütün boyut ve saflarından çıkarmaya yönelik "Allah'ın kitabi bizim için yeterlidir" şeklindeki tehlikeli gidişe vesile olur ki sonuçta, Allah ve Resulü (s.a.a) böyle bir inanca razı değildir ve doğru yoldan sapmaktan başka bir semeresi yoktur.

Binaenaleyh kesinlikle şunu söylemekteyiz: Sırat-ı Müstakim veya Doğru Yol, anlam bakımından Kur'an, bunun tam misdak ve mükemmel örneği açısından da masum Ehl-i Beyt'tir {a.s) ve bu ikisi birbirinin ayrılmaz parçası olup yekdigerinin olmazsa olmazıdır!

Ehl-i Beyt olmaksızın bizi Kur'an'ın anlam ve mefhumlarına götürebilecek bir doğru yol bulabilmemiz ve muazzam Kitab'in pek hassas mana, işaret ve inceliklerine vakif olmamiz mümkün değildir. Gerçekte Kur'an'ın yüksek manalarına erişebilmenin, islam'ın kâmil ve kapsamli fikhina erişebilmenin, tehlikelerden kurtulmanın, dünya ve ahiretin hayırlarını elde etmenin, azaptan kurtulup cennete kavuşmanın hak ve doğru yolu Ehl-i Beyt'tir.
-------------
NahL 43.
Usul-i Kâfi, c,l, s.211, "Enne Ehle'z-Zikr Ellezine Emerellah..."babi, hadis: 4; Tefsir-i Ayyaşi, c.2, s.260, hadis: 32; Tefsir-i Kummi, c.2, s.67; Vesailu'ş-şia, c.27, s.75, bate 7, hadis: 33237; Biharu'l Envar, c.23, s.1.83, bab: 9, hadis: 43; Tefsir-i Safi, c.l, s.925.
Uyun-u Ahbari'r-Riza, c.l, s.305, bab: 28, hadis: 65; Tefsir-i Imam Hasan Askert (a.s), s.44, hadis: 20; Vesailu's.-şia, c.27, s.49, bab: 6, hadis: 33179; Tefsir-i Safi, c.3, s.136 (biraz farkla).
---------------

Ehl-i Beyt Allah'a Giden Doğru Yoldur

Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyururlar: Biz, Allah'a doğru gitmek isteyeni O'na ulaşabilecek olan Allah'ın aydın, ışıklı ve doğru yolu, Resulullah'ın Ehl-i Beyt'iyiz!
Evet, Ehl-i Beyt (s.a) Allah'in doğru yoludur. Çünkü onların yüce Allah hakkında bilgileri tam ve kapsamlidir; Hakk'in emir ve istekleri konusundaki bilgileri tam ve eksiksizdir. Kur'an'ın kimi yerde üstü kapalı, şifreli ve pek mücmel olan ayetlerinin yanında Ehl-i Beyt'in (a.s) açıklayıp tanittiği Yüce Allah'a inanmak gerekir.

Onların yardımlarıyla, yüce Allah'ın bütün emir ve istekleri anlaşilabilir ve alğılanabilir olmaktadir, yine onların manevi gücü ve kılavuzlukları sayesinde Allah'ın rızasına ulaşip O'nun yakınlık ve likasina varabilmek mümkündür.

Kim olur, hangi makam ve konumda bulunursa bulunsun Ehl-i Beyt'ten (a.s) başka bir yolla yüce Allah'a doğru hareket eden biri yolun sonunda çıkmaza ulaşır ve maksada eremez. Birçok rivayette bu gerçek vurğulanır: Hz. imam Cafer Sadık'tan (a.s) "Sırat'ın anlamını sordum şöyle buyurdu: "Sırat, şanı Yüce Allah'ı tanıma ve O'na ulaşmanın yoludur. "

Sahi, ucu bucağı olmayan şu varlik âleminde yüce Allah'i hakkıyla taniyabilmek icin Ehl-i Beyt'ten başka hangi yol vardır? O'nu "Arif-i Billah" olan Ehl-i Beyt vasitasiyla tanıyamadiktan sonra hangi yolla, kimin vasitasiyla taniyabilirizki?

Peygamber Efendimizin (s.a.a) mübarek Ehl-i Beyt'i sahip oldukları ilahi maarif ve ilimle yüce Allah'ı, kiyameti, fikhi, ahlaki ve hakikatleri insanlara tanıtıp beyan etmişlerdir. Binaenaleyh insanlar hakikatlerin hakikatini bilmek için Ehl-i Beyt'e başvurmalı, dinin gerçeğini ve gerçek dini olanları ögrenmeli. Kısacası onların yardımıyla marifet sahasına adım atmalilar.

Zira onlarsiz bir hayat karanlik ve zulmetten başka bir şey olmayıp cehalette boğulmaktır. İmam Cafer Sadık (a.s) "Sırat" hakkında daha etraflı bir açıklamayla şöyle diyor:
Sırat denilen şey iki tanedir: biri ahiret, diğeri dünya sıratı ve yolu! Dünya sıratı, herkesin itaat etmesi farz olan imam ve önderdir. Dünyada onu tanıyıp da hidayetine uyan ve izinden giden kimse ahiretin cehennem köprüsü olan ahiret siratından geçecektir. Dünyada onu tanımayanın ise ahiretteki sıratta ayaği kayacak ve cehennem ateşine düşecektır.

Görüldügğü gibi ayetlerle hadislerin ortaya koyduğu üzere, dünya ve ahiret kurtuluşuna sebep olup ebedi saadeti sağlayacak şeyler hakkında gerçek marifet ve hakiki bilgiye ulaşmanın yolu hidayet imamları olan Ehl-i Beyt'tir (a.s).

Doğru Yolun Yolcuları

Ehl-i Beyt'e uyup onların izinden giden ve onların maarifetine yönelip saadet verici okullarında yetişen kimse onlar vasitasiyla hidayeti bulacak, Arif-i Billah kesilip maari-fi bilecektir. Hakıkatlerin irfani kalbinde tecelli bulacak, bütün varlığını etkisi altına alacak, farzları uyğulayip ahlaki güzelliklerle süslenme ve bilhassa haramları terk edip günahtan sakınma, kötülük ve cirkinliklerden uzak durma konusunda insana yardımcı olacaktir.

Nitekim büyük sahabe Selman-i Farisi (r.a) yüce İslam diniyle muşerref olmadan önce bir süre Mecusi ve bir sure de Hiristiyan olarak yaşadiği haJde Müsluman olduktan sonra Ehl-i Beyt'in okulunda yetişerek Hz. ResuluUah'rn (s.a.a) "Selman, biz Ehl-i Beyt'tendir" buyruğuna mazhar olacak bir makama erişmiştir!

Yine büyük sahabelerden Ebuzer de (r.a) dağda bayırda hayvan otlatan bir coban iken Ehl-i Beyt'e tevessülde bulunmak süretiyle fevkalade ulvi bir manevi makama yükselmiş ve hakkında Hz. Resulullah'in (s.a.a) "Ebuzer kadar doğru sözlü ve dürüst birine gökyüzü gölge etmiş yeryüzüayağın altına serilmiş değildir." buyuracaği bir mevki kazanacaktır!

Siyah bir köle olan Bilal Habeşi hazretleri (r.a) Ehl-i Beyt'ten aldiği eğitim ve terbiyeyle Hücürat Suresi'nin 13. ayetinin konusu olmuş ve yüce Allah Kur'an da Hz. Bilal (r.a) için şöyle buyurmuştur: şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olamnız sizin en takvalı olanınızdır...

Evet, bunlar gibi daha nice büyük insanlar, Ehl-i Beyt'ten (a.s) aldıkları marifet ve doğru eğitim sayesinde fevkalade yüksek manevi makamlara ulaşıp yüce Allah'ın seckin kulları arasına katılmayı başararak kiyamete değin herkese örnek oldular ve Ehl-i Beyt'in gerçek şiasi olarak bu örnekliğe hak kazandılar.

"Arif-i Billah" olan, Hak Teâla'dan gayrisine kulluk edemez, O'ndan başkasına eğilemez; nefsinin arzu ve isteklerine uymaz. Zira her an yüce Rabbine kulluk ve ibadet halindedir o."Arif-i Billah" zahir ve batinin bütün kötülük ve çirkinliklerinden arınmıştır, Allah'tan başka fikri meşgalesi yoktur. İşlerinde Allah'tan başka niyet taşimaz, O'ndan ğayrısına aldirmaz, hiçbir tağut ve isyanlardan korkmaz, hiçbir şeytana ve puta eğilmez.

Arif-i Billah, kendisinin yüce Rabbi'nin mulkü ve O'nun malı olarak görür, O'ndan başka sahip, O'ndan başka egemen tanımaz. Bütiün varliği, sözü ve özüyle hep şunu haykırır. "Ya Rabb! Ben senin kulunum! Şu aciz kulun ve ona ait her şey sadece senindir ve senin hizmetindedir!"
Hz. Yusuf (a.s) kelimenin tam anlamıyla yüce Rahman'ın kuluydu. Bütün varlığıyla kendisinin O'nun kulu ve mülkü olarak görüyor, bunu olanca şuur ve duyulanyla idrak ediyordu.

Bu nedenledir ki şehvetin doruğunda bulunduğu gençliğinin en hassas yillarında tam yedi yil boyunca güzel ve alımlı kraliçenin istekleri karşısında direnmeyi başardı. Mısırın gözde kraliçesi kadınlığının bütün cazibelerini kullanarak onu elde etmeye çalıştıysa da başaramadı ve her defasında ondan ayni sözü işitti: "Maazallah Rabbime sığınırım!"

Bunun anlami şuydu: Yüce Rabbim benim Yaraticim, sahibim ve malikimdir, ben O'nun saltanatinda, O'nun emrindeyim! Yüce Rabbim senin isteğine boyun eğmeme, tertemiz fitratim senin kirli arzulannla günaha bulaştırmama ve neticede seninle birlikte şehvet çirkefine düşmeme razi değildir asla!

Ever, gençliğimin baharındayim, Şehvet ve lezzet duyğularının baskısının doruğundayım, ama ayni zamanda sevgili Rabbimin huzurunda, O'nun egemenliği alonda yaşamaktayım. Sevgili yaratıcım günaha bulaşmama şehvete kapılıp kirlenmeme izin vermemektedir.
-----------------
Besairu'd-Derecat, s.62, bab: 3, hadis: 10; Biharu'l-Envar, c.26, 8, bab:5,hadis:19.
Meani'l-Ahbar, s.32, "Me'na's-Sirat" babi, hadis: 1; Biharu'l-Envar, c.8, s.66, bab: 22, hadis: 3.
Meani'l-Ahbar, s.32, "Me'na's-Sirat" babi, hadis: 1; Biharu'I-linvar, c.8, s.66, bab: 22, hadis: 3; Tefsir-i Safi, c.l, s.S5.
Meani'l-Ahbar, s.32, "Me'na's-Sirat" babi, hadis: 1; Biharu'I-linvar, c.8, s.66, bab: 22, hadis: 3; Tefsir-i Safi, c.l, s.S5.
Biharu'l-Envar, c.22, s.348, hadis: 64.İbn Ebi'l'Hadid, şerh-u Nehci'l-Belağa, c.8, s.259; Sunen-i Tirmizi, c.4, s.509, hadis: 3801.



5
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT


O'ndan gayrı her şeyin bir kopuk gibi sönüp gitmeye mahkûm olduğundan zerrece kuşkum yoktur benim! Ben, bir köpüğe bel baglamamam gerektiğinin bilincindeyim! O'ndan başkasına tapınmam mümkün değildir benim!

Arif-i Billah bütün varlığıyla Hakk'ın doğru yolundadır, başka yola girmez, başka yolda yürümez, ağyarın oyununa gelmez, nefsinin esiri olmaz, dünyada onursuzluğu asla kabullenmez, ahiret azabına asla düşmez.

Arifin maarifi, bilinci, aşk ve imanla yoğrulmuş ilmi onun huyunda ve davranişlarında kendisini gösterir; o inandiği ve bildigi gibi yaşar, ilmiyle bizzat amel eder.

Marifet ve bilincin degerli meyveleri olan aşk, samimiyet ve sevgiye peygamberlerle masum Ehl-i Beyt'in (a.s) hayatlarının bütün safha ve boyutlarında bilfiil görmek kabildir. Böyle yaşayan ve bunu örnek edinen birinin varacağı makam elbette Arş'ı geçecek ve melekleri hayrete düşürecektir.
Masum liderlere tevessulde bulunup yüce Allah'ın tayin etmiş olduğu İmam ve önderleri izleyerek din-i Mubin-i İslam'ın temiz kültürünü yaşayarak "Allah'tan başka ilah olmadiği, O'ndan gayri güç ve küdret bulunmadiği;

Her şeyin herkesin ve her yerin O'na ait ve O'nun mülkü olduğu" gerçeğini bütün varlığımızla hissedip hayatımızın her safhasında bilfiil yaşatacak, varlığımızda tevhitten başka etken kalmayacak, varlik âleminde O'ndan başka sahip ve malik olmadığını, her şeyin O'nun işaretlerinin sadece bir gölgesi sayildiğını, bir köpük gibi geçici ve fani olduğunu anlayip özümseyecek bir makam ve bilince ulaşmamız gerekmektedir.

"Sirat-i Mustakim"in hakıkatı ve Hak Yolun kâmil cilvesi olan Ehl-i Beyt hakıkatlerle bütünleşecek bir marifet ve irfan doruğundadir. Onlar Allah'tan başka Hâkim, O'nun emrinden başka hüküm tanımaz, O'ndan gayrısına güvenmez ve eğilmez, O'ndan başkasına kulluk etmezler. Bu nedenledir ki bütün feyizlerin kaynağı kesilmiş ve tüm âleme feyiz vermişlerdir. Gerçek anlamda onlara uyup onların izinden giden herkes, onların ilim ve amelinden feyz almış, onların hakıkatinden birer damla kesilivermişlerdir.


EHL-İ BEYT VE İLAHİ HİLAFET MAKAMI

Hz. Hakk'ın isimleri (Esmaullah), bilinen anlamı da kelimelerden ibaret değildir; bilakis, bilfil var olan ayni isimler, yaşayan kimlikler ve varlıklardır.
Hakk'ın iradesiyle gaybin hakikatinden tecelli bulup zuhur eden ve ortaya cikan ilk isimler bir rivayete göre dört, bir rivayete göre yedi isim olup hepsinin bir tek isimde toplamak da mümkündür. ilk zuhur eden bu isimler "el-Hayy", "el-Alim", "el-Kadir" ve "el-Mükellim"dir.

Bu esmanın her birinin belli şahasi ve eğemenliği olup hepsinde de şiddetli bir "zuhur edip cıkma" eğilimi vardir. "Allah" ismi, bütün ilahi isim ve adları kendisinde topladiği ve tamamının bir arada taşıdığından diğer isimlerden herhangi birinin tek başına egemen olarak zahir olmasına izin vermez.
Yaratılış Nizami Haliferullaha Muhtaçtır

Hakk'in Esmaii'l-Husna'sıyla tahakkuk bulup ortaya çıkan gayb dünyasının her bölümü belli bir isim ve ad taşımaktadır ki bu isim, varlığın o bülümünün egemenlik ve devranıdır. Bir şeyin, Hakk'in İsm-i Azam'inın tam ve mükemmel mazharıolmasi ve Hakk'in ayni -cisimleşmiş- isimleri arasında gerekli düzen, disiplin ve tedbiri sağlayıp bir ismin egemenliğinin diğeriyle çatışmasını önleyebilmesi için öncelikle, "var" olması ve meydana gelmesi gerekir.

Başka bir deyişle: varlık dünyasinda Esma-i Hasene'nin ve ulvi sıfatların mazharı İsm-i Azam'ın tecelli makamı olan insan-i kâmilin Allah'ın halifesi ve O'nun vekili olarak bu mecmuayi yönetmesi, kemali maneviyat ve ruhaniyetle her birinin işini, yüce Allah'ın takdiri doğrultusunda ve O'nun izniyle yoluna koymasi gerekir. Nur ve akıldan ibaret olan ve her birinin kendine has vazifesi ve çok özel işi bulunan melekler de bu sahaya girmektedir. Binaenaleyh:

Ve -melekler der ki- bizden her birimiz için belli bir makam vardir.

Diyen meleklerin de, işlerini kontrol edecek, onlara gerekli şeyleri öretip eğitecek ve hepsini kendi sancak ve kendi emri altında toplayip idare edebilecek Haliferullah'a ihtiyaçları vardır.
Kısacası ayet ve hadislerde belirtildiği ve hikmetle irfanin da açıkga ortaya koymuş olduğu üzere varlik dünyasının Halifetullah'a ihtiyacı olacaği ve bunun kaçınılmazlığı apaçık ortadadir. Bu nedenledir ki insanoğlu olsa da olmasa da, yalnız veya toplum halinde de yaşasa her halü karda Halifetullah'a ihtiyaci vardir.

Bizim türümüzden ilk insan olan Hz. Âdem'in de (a.s) işlerinin adaletle yürümesi için Halifetullah'ın nuraniyet ve maneviyatına ihtiyaç vardir. Bu nedenle kendisi, kendi Halifetullah'ıy dı. Bu makam ve özelliği sayesinde kendisiyle Allah arasında irtibat sağlamada, onun yardımıyla Hakk'ın emirlerini alabilmede ve icra edebilmedeydi.

Bütün boyutuyla varlığının, adalet içinde olmasi bununla mümkündü çünkü varlığın bu hakikate duyduğu zaruri ihtiyac nedeniyle, merhamet sahibi olan yüce Allah kendisine bir halife seçti ve onu tüm varlık âlemiyle kâinatın egemeni kildi, herkesi onun hilafet, velayet ve hâkimiyeti altına soktu:
... Muhakkak yeryüzünde bir halife var edeceğim... Bu halife, şu toprak parçasının üzerinde yaşayacak ve varlık âleminin en yüksek mertebelerine buradan hükmedecektir.

Her ne kadar yeryüzü ve toprak pek bayagi, hatta basit ve aşağılık gibi görünse de potansiyel, yetenek ve güç; bakımından, konum ve özellikleri acısıdan en yüksek konum ve makamdadır.
Çünkü fevkalade bir etkime ve tepkime gücüne sahip bulunan bu reaksiyonel unsur, yani toprak bütün ilahi isimleri kendisinde toplayıp bir araya getirebilecek ve bünyesinde taşıdığı fevkalade aksiyonel ve reaksiyonel özelligi ile varlık dünyasının en faal elemanı haline gelebilecek yapiya sahiptir.

... Allah bütün -varliklarm- isimlerini Âdem'e öğretti. Halifetullah Sifati
Halife, bütün isimleri taşıma makami olduğundan, bütün mahlûkatın ögretmeni ve üstadıdır.

Yüce Allah (c.c) insanoğlunu meleklerin üstadi olarak tanımlarken diger bütün yaratılmışların da üstadi olduğunu söylemiş, olmaktadir, Zira melekler varlık âleminde pek üstün bir konuma sahiptirler. Onlar, kâmil insanın ögrencisi ise, diger bütün mahlûkat da kâmilin ögrencisi demektir.
... Sonra -varlıkların gerçek kimliği ve hakikatlerini-meleklere yöneltti. "Eğer -benim halifem olmaya insandan daha Iayik olduğunuzu düşünüyorsaniz ve bu iddianizda- doğru söylüyorsaniz bunları bana isimleriyle haber verin" dedi. Dediler ki sen her nevi kusur ve hatadan münezzehsin, sen yücesin, senin bize öğretmiş olduğundan başka bilgimiz yoktur bizim.

Gerçekten her şeyi bilen, hükum ve hikmet sahibi olan sensin! -Allah- "Ey Adem! Bunların adlarını meleklere haber ver!" dedi. Onlarin adlarini meleklere haber verince dedi ki; Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim! Gizli tuttuklarınızı ve açığa çıkardıklarınızı da ben bilirim! Allah'in halifesi maarifin yaratılışı ve Allah'ın güzel isimlerini ayni ve şuhudi şekilde idrak edebilme hususunda varlığının tam merkezindeki bir çekirdek ve imkânın en üst makamındadir.

Adalet bakımından da, meleklere ilim ögretebilmesi, onlari idare edip yönetebilmesi ve özel işlerde onlari yönlendirebilmesi için adaletin merkezinde yer alması gerekir.
Başka bir deyişle Allah'in ayni -cisimleşmiş- güzel isimleriyle varlik dünyasinin diger mahlûkat ve kimlikleri arasinda hakemlik ve yönetimde bulunabilmesi için, halifetullah'ın ismet ve adalet bakımından marifet ve yetenekte en ileri ve en mükemmel konumda bulunması gerekir.
Allah'in halifesi ve vekili, varlığın en alt seviyesinden en üst derecesine kadar bütün merhalelerini kat etmiş ve marifet bakimından da marifet mertebelerinin tamamma sahip olmalıdır.

Allah'in halifesi "Kitabin ilmi"ni yanında bulunduran kimsedir, Kitab-i meknun'u sadece bilmekle kalmaz; ayni zamanda ona dokunmuş, onu duyumsayıp özümsemiş ve adeta varligının bir parçasi da olmuştur. "Cevher-i Hareket'te de hem idrak hem duyu güçleri mükemmel bir denge ve koordine seviyesine ulaşmış, akıllı, zeki ve iyiliksever, ilimde ve amelde yaratilmişların en üstünü olmalidir.
Cömertlik, kanaat, iffet, cesaret, eli açiklik ve bagilayicilik gibi faziletleri Hak Teala'dan almiş, Hikmet-i ilahi ve pratik irfanda zirveye varmış ve bütün ilahi güzel isimlerin mazhari haline gelmiş, olmalıdır.

Halifetullah, her zaman, o zamana uyğun bir Esmaullah'la zuhur eden ve her an bu Esmaullah'tan bir isimle ortaya cikan ve o ismi yerinde ve zamaninda kullanabilen, her ismin hakkini veren, her ismin geregince kendisini gösterip egemenliğini ortaya koyabilmesini sağlayan, zuhur etmemiş,, mazharsız bir ismin kalmamasına yardimci olan kimsedir.

Halifetullah'in mazhar oluşu; bütün ilahi güzel isimlerin mazharıyla özdeşleştiği ve bunların merkezinde yer alıp bizzat eksenleri haline geldiği ve bu isimler arasındaki gecid ihtilafları gideren kimseye dönüştüğü zaman mükemmelleşmiş sayılır.

"Varlik tanima" ve "marifete vakif olma" acisından ihsan makamından, hatta iykandan (uyaniklik) daha ileri bir makam ve konumda olmalidir.
Marifet ve amel bakimindan öylesine ileri bir konuma varır ki, Yüce Allah'tan başkasıyla irtibati kesilir. Bütün varlık âlemine teveccuh gösterdiği halde, Allah'tan başka hicbir şeye düşkün değildir. Derken,

---------------------
Saffat, 164.
Bakara, 30.
Bakara, 31.
Bakara, 31-33.
----------------
kelimenin tam anlamıyla soyutlanıp "irtibatını tamamen koparmaz" merhalesine gelir ve tek dostu olan yüce Rahman'dan gayrısından bihaber oluverir.
İşte bu makama vardiği zaman Yüce Allah onu kendisine doğru götürüp "fena" makamına (Allah'tan başka hiçbir şeye önem vermeyip O'nun varlığında erime ve kendisinden büsbütün vazgecme -çev-) konumuna yükseltir.

Bu makama varınca Allah yolunda cihad eder ve "Hakla birlikte Hakka doğru" olan "fillah seyri'ni tamamlar. Böylece, "sibğatullah" olduktan sonra öyle bir makama ulaşir ki Hakk'ın izniyle, "iznillahi" makaminda "Allah'in ondan, onun da Allah'tan razı olduğu (raziyeten merziyye -çev-) bir makama yükselir ve Aynullah, iznullah, Yedullah ve Cenbillah olur.

Binaenaleyh tekvini ve teşrii bütün işlerde yüce Allah tarafından "izin verilip yetkilendirilmiş" olur, kalbi Arşullah" olur ve oraya yüce Allah'i oturtur (kalbinde Allah'tan başka hiçbir şeye, hiçbir sevgi ve rızaya yer vermez hale gelir -çev-
Rahman -olan Allah- tahta egemen olmuştur, yaratılış işlerine -oradan- düzen verip hükmeder.
Halifetullah" Olmaya Layik Olanlar

Kudsi hadiste yüce Allah şöyle buyuruyor: Ben yere ve göge sığmam, onların kapasitesi beni almaz, ama mümin kulumun kalbine sığarım! Evet, müminin kalbinin kapasitesi, bütün Esma-i Hüsna'yi içinde siğdirabilecek ve onların halifeliğini ve temsilciliğini üstlenebilecek kadar geniştir. Yüce Allah, bu halifesinin vasıtasıyla Arş'ından (müminin kalbinden) kâinata hükmeder.
Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım. Bu ruh ve kalp, Hakk'ın varlik âlemi üzerindeki yönetim ve saltanatının mazharı olacak ve varlık dünyasinın dizginlerini ele alacak bir güç ve kapasitededir.

Tam ve Kamil Halifeler: Ehl-i Beyt

Yüce Allah'ın hakiki vekili ve tam anlamıyla O'nun halifesi olan kimse, dünya ve ahiretin efendisi olan iki cihan serveri Hz.Muhammed Efendimizdir (s.a.a). Zira o, ilahi isimlerin ilk mazharı ve en mükemmel tezahüru, hakikatlerin tamami ve "Nurullah"tir:
Rabbimin ilk yarattiği varlık benim nurumdur. Aslı ve esasi nur ve mazharı tam olan Hz. Resulullah (s.a.a.) hakkında kadir Allah şöyle buyurur:

"Allah göklerin ve yerin nurudur, O'nun nuru, içinde çırağ bulunan kandil gibidir..." Varlik dünyasından binlerce yıl önce Hz.Muhammed'in (s.a.a.) nuru yaratıldı. Bir başka nakle göre bu nur, diünya yaratılmadan 15 bin yıl önce yaratılmıştır.
Hz. Muhammed (s.a.a) madde ve cisim dünyasına ayak basıp peygamberlik elbisesini giymeden önce birçok merhale ve âlemi geride birakti. Diger masumlar da onun nurundan olduğu ve hepsi bir nurdan yaratıldığından Hz. Muhammed (s.a.a) için geçerli bütün ahkâm, onun mübarek Ehl-i Beyt'i (a.s) içinde geçerlidir.

-------------

Taha, 5.
Avali'l-Leali, c.4, s.7, hadis: 7; Muhaccetu'I-Beyza, c.5, s.26, "§erh-u Acaibi'1-Kalb" kitabi (biraz farkla).
Te'vilu'l-Ayati'z-Zahire, s.430; Menakib, c.l, s.216; Biharu'l- Envar, c.16, 405, bab: 12, hadis: 1.
Avali'l-Leali, c.4, s.99, hadis: 140; Biharu'l-Envar, c.l, s.97, bab: 2, hadis: 7.
Nur, 35.
-------------
Müminler Emiri İmam Ali'nin (a.s) nurlu varlığı da bütün bu gaybi âlemlerde Hz. Muhammed'le (s.a.a) birlikte olmuş, ikisi bir tek hakikat ve bir bütün olarak yaratılmış, bütün âlem ve merhaleleri birlikte kat etmiştir. şehadet âlemi ve madde dünyasinda bunun bir mazharı bisette, diğeri de velayette gaybi mutlaktir.

Bu iki büyük zat gayb âleminde birlikte olduklari gibi, şahadet âlemi ve bu dünyada da birlikte oldular, kardeş, oldular. Bu nurlardan biri risalet, diğeri de velayet elbisesini giydi. Onlar, imkânâlemi için mümkun olan bütün kemalleri kendilerinde toplamışlardır, vacibu'l-vücudun tam ve mükemmel mazharıdırlar:

Yüce Allah'ın bundan daha büyük bir haberi, ayeti ve işareti yoktur! Selam sana ey Allah'ın büyük ayeti, işareti! Daha büyük ayet-işaret, benim!
Varlığıgerçeği ve kemali, ilahi rububiyetin zuhuru olduğundan, var olmanın tadi ve nimetini duyumsayan her varlık da rububiyetin bir mazharı olma hali de var olur, yani varlık âlemindeki her şey O'nun "rububiyet'inin mazharıdır ve bu ince ilahi gerçek gayb âlemlerinden şahadet âlemlerinin en son noktasına kadar bütün varlıklar için geçerlidir, her varliğin alnında,

O'nun mazharlarından biri olduğunu gösteren bir işaret ve mühür vurulmuştur.
Varlıkların mazhariyetleri farklı mertebelerde olduğundan, yani her varlık kendi var oluş, kapasitesi miktarinca mazhariyet gösterip ortaya çıkabildiğinden,"varoluş"u daha güçlü olan bir varliğin tezahür gücü de daha fazla olmaktadir.

"Varoluş" veya "vucut'dan daha fazla pay alıp yarar sağlayabilen en mükemmel ve en degerli varlığı, diğer varliklarla kiyaslanamayacak derece de varolan varlığın tezahürü de daha mükemmel ve daha tamdir.

Ayet ve rivayetlere binaen Hz. Resul-i Ekrem Efendimizin (s.a.a) varlik ve kapasitesi bütün varliklardan daha güçlü ve fazla olduğundan mazhariyette de daha kâmil ve daha mükemmeldir. Çünküvarliğin bütün boyutlarında rububiyetin zuhuru ulûhiyetin amaci ve gayesidir. Zira "Allah" âlemlerin Rabbidir ve Rububiyet güneşi halifetullah'lık ufkundan doğar; bu uçsuz bucaksız varlık âleminde Rububiyetin en mükemmel mazhariyet ve tezahürü olan halifetullah'ın varlığı gerekli ve elzemdir.

Bu nedenledir ki Yüce Allah nur şeklinde yarattığı, var ettiği ve bu yaradılışıyla en kâmil ve en tamlığın mazharı ha line gelen ilk mahlûkunu "Halifetullah"lık makamına getirdi. Yine rahmetinin bir eseri olarak da Hak'la halk arasında aracılık makamı olan hilafetinin gölgesini gaybi ve şuhudi varlıkların tamamına yaydi, böylece bütün varlıkların eğitilip yetiştirilmesini diledi:

Rabbi'nin gücüne ve küdretine bakmaz mısın; gölgesi nasıl da uzanmış, yayılmıştır?! Eğer dileseydi onu durğun ve sabit kılardı.
--------------
Menakib, c.3, s.80; Tefsir-i Kummi, c.2, s.401; Biharu'l-Envar, c.36, s.l, bab: 25, hadis: 2.
el-ikbal, s.608; Biharu'l-Envar, c.97, s.373, bab: 5, hadis: 9.
Biharu'l-Envar, c.54, s.336, bab: 2, hadis: 26.
Furkan, 45.
-----------------

Muhammedi hilafet ve velayet en tam ve en mükemmel hilafettir. Bu makamın niteliği hiç, kimse için kabil-i tasavvur değildir. Hiçbir aklın alamayacağı bir konumdur bu. Hz. Muhammed'in (s.a.a) hilafet ve velayeti ne sadece insana mahsustur, ne de şuhudi ve ğaybi âlemlere has bir durumdur bilakis, onun hilafet ve velayeti ümumi olup Yüce Allah-'ın kapsamli isminin makamından kaynaklanır.

Çünküo, Abdullahi (Allaha kul olma -çev-) Hilafetullahi ve veliyullahiliğin mükemmel ve noksansız mazharıdır. Allah'tan başka bütün varlıklar; yani yaratılan her şey onun hilafet ve velayeti altındadır. Hakk Teâla (c.c) bütün varlık âlemini Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a.a) kiyamete kadar sürecek olan boylamsal rububiyetinin emrine vermiştir.

Böylece herkesin, o Hazretin eğitim ve terbiyesi sayesinde, layık olduğu makama ulaşması istenmiştir. Bu "Herkes"ten maksat, Yüce Allah'ın yaratmış, olduğu bütün mahlûkattır, herkes ve her şeydir. Kur'an'da Hz. Resulullah'ın(s.a.a) şunu herkese duyurması istenmektedir:
Şüphesiz, benim velim ve yardım edenim, Kur'an'ı indiren Allah'tır. O daima salihlerin veliliğini ve koruyuculuğunu yapar.

Bu Velayetullahlık makamı boylam acısından yüce Allah tarafından Hz.Resulullah'a (s.a.a) lutfedilmiştir. Bu nedenle Kur'an'da şöyle buyrulur: Peygamber, müminlere karşı, kendi nefislerinden daha evla ve daha yeğdir. Ayet ve hadislere binaen Velayetullah'lık makamı yüce Allah'ın izni ve takdiriyle tam tanıma Hz. Resulullah'm (s.a.a) mübarek Ehl-i Beyt'in de (a.s) zuhur etmiştir.

Velayet, Risaletin Batınıdır

Velayetin, risaletin batını ve özü olduğunu önemle vurğuluyoruz. Zira bir insan varlık anlamında vucudi ve mari-feti açısından veli olmadikca ve "Allah'ın veliliği makami"na ermedikce "Resul" olamaz. Bu nedenledir ki her resul, aynı zamanda velidir de; Amma her veli, resul değildir.
İki cihan serveri Hz.Muhammed Efendimiz (s.a.a): "Ben ve Ali aynı nurdan yaratıldık" buyurmaktadır. Biz ikimiz, bütün âlemlerde birlikte idik, derken yaradılış ve şehadet âleminde iki nur olduk. Bu nurlardan biri Abdullah'ın, diğeri de Ebu Talib'in sulbünde yer aldı.

Veliyullah olan Ali (a.s) Muhammed'in (s.a.a) batinidir ve peygamberlik makamı dışında bütün ahkâmda onunla ortak ve birliktedir. Binaenaleyh Hz. Ali'de (a.s) ilk yaratilan nur, ilk mazhar, Vechullah, Siratullah ve Halifetullah'tır ve herkes onun velayetindedir, hatta peygamberler de onun sancağı altındadır! Nitekim Hz. Resulullah (s.a.a) bunu vurğulayarak şöyle buyurmaktadır:
Âdem ve diğer peygamberlerin tamamı, kiyamette benim sancağımın altındadırlar. Yüce Rabbim, kulları arasında hükmettiğinde, sancağı Müminler Emiri alacaktır.
O halde bütün peygamberlerin risaleti Hz.Resulullah'ın (s.a.a) risaleti altındaysa, peygamberlerin velayeti de Hz. Ali'nin (a.s) velayeti esasındadır ve müminler Emiri İmam Ali (a.s) bütün peygamberler ve evliyanın sırrıdır; batında bütün peygamberler, zahirde de Hz. Resulullah Efendimizle (s.a.a) birlikteydi.
---------------
A'raf, 196.
Ahzab, 6.
şeyh Saduk, el-Emali, s.236, kirk birinci oturum, hadis: 10; el-Hisal, c.l, s.31, hadis: 108; Biharu'l-Envar, c.35, s.34, bab: 1, hadis: 33.
Menakib, c.2, s.23; Biharu'l-Envar, c.39, s.213, bab: 85, hadis: 5.
-------------
Binaenaleyh Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) ruhaniyet ve velayet makami, Hz. Ali'nin (a.s) mutlak velayet makamiyla birliktedir ve o hazret de hadisten kadime ve değişkenden sabite arasında rabit durumdadır. Şu farkla ki Hz. Ali (a.s) ism-i batinin tam mazharıdır. Bu nedenle Hz. İmam Ali'nin (a.s) velayetine tutunmadan "Allah'ın Doğru Yolu'n da kendi bildigince yürüyebilmek imkânsızdır, böyle biri hakıkate asla ulaşamaz ve şaşkın bir halde sürekli batında cırpınıp durur.

Yaratanla yaratilan arasındaki vasıta ve rabit büyük berzah ve büyük vasita olma makamini taşiyan münbasit varlıktır; bu da Hz.Resul-i Ekrem Efendimizle (s.a.a) Hz. Ali (a.s) ve Masum Ehl-i Beyt İmamlarının ruhaniyet ve velayet makamlarıdır ve bu vasıta olmaksızın yüce Allah'tan hiç bir şey sadır olmaz; noksan ve mukayyet kalplerle aşağı ve mahdut ruhların; "tamların ötesindeki tam" ve her acidan mutlak olanla irtibati, ruhani vasıtalar ve varlık âlemindeki gaybi rabitalar olmaksızın gercekleşemez.

Burada kesret makamıyla vahdet makamının karıştırılmamasi ve ikisinin farklı makamlar olduğunun unutulmaması gerektiğini de önemle vurğulamakta yarar var. Vahdet, fena-i taayyünat ve kesretler bağlamında bütün varlıklar, hiçbir aracı olmadan doğrudan doğruya yüce Allah'la ilişkilidir ve yüce yaratıcı kayyumluk kapsamında bütün varlıkları kuşatıcı ve hepsiyle ilgili ve ilişkilidir; hiçbir vasıta ve aracı olmaksızın tek tek bütün varlıkları kuşatıcı ve kapsayıcıdır:

...Allah, daima her şeyi kuşatandır.
Kesret bağlamında ise ilahi feyz, varlık âlemindeki sayısız mecralar aracılığıyla cereyan edip gerçekleşir. Kesret makamında yaratıcıyla yaratılanlar arsındaki irtibat Rahman'in nefsinin münbesit varlığı, ayni sabit ve halifetullahu'l a'zam'ın hülasası, yani Hz. Muhammed'le (s.a.a) Hz. Ali (a.s) ve mutahhar ve masum Ehl-i Beyt İmamlarının hakıkatı vasıtasıyla gercekleşir.


Gerçek Halifeler ve Feyz Vasıtaları

Bir feyze veya makama ulaşan herkes, o büyük zatlar vasıtasıyla ulaşabilmektedir, bu nedenledir ki Kur'an-i Mecid şöyle emreder:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakının ve (iman, salih amel ve Allah'a yakın olup onun rızasını kazanabilmiş insanların yüzü suyu hürmeti gibi) sizi O'na yaklaştıracak bir vesile arayın... Allahın sağlam ipine sımsıkı sarılın! Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor;
Biz, Allahın saglam ipiyiz."

Hz. Ali'nin (a.s) ve Muhammedi Ehl-i Beyt'in masum imamlarının (a.s) velayetine sarılmak, Allah'a doğru yürüyüş ve O'ndan feyz alabilmenin gereklerindendir.
Bu feyz ilim, bilgi, marifet ve basiret olabileceği gibi, maddi veya manevi diğer rızıklar da olabilir. Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor: Ben ilmin şehriyim, Ali de bu şehrin kapısıdır. İlim şehrine gelmek isteyen kapıdan geçsin.
-----------------
Nisa, 126
Maide, 35,
el-Gaybet, Nu'mani, s.21.
Tefsir-i Firat, s.258, hadis: 353; Biharu'l-Envar, c.27, s.198, bab: 7, hadis: 62.
Biharu'l-Envar, c.40, s.206, "Medinetu'l-ilm-i ve'1-Hikmet" babi, hadis: 14.
-----------------------
Muvahhidlerin velisi ve Müminlerin Emiri imam Ali (a.s) marifet ve varlık acısından, iniş kavisinden sonra yüce Allah'a doğru yükseliş yolunu kat ederek daireyi tamamlamış ve seyr-i ilallah'i tamamen kat etmiştir.

Binaenaleyh kalbi veya bedeni bir amel, ancak onun velayetinde olması halinde Allah'a giden Doğru Yol'da yer alabilir. Yani bireyin tevhit ve imam onun velayet dairesinde yer almasına bağlıdır.

İbadet, tevhidin madde âlemine nüzulü olduğundan ve tevhid; şehadet ve madde dünyasında "ibadet" şeklinde tezahür etmiş bulunduğundan, ister kalbi, ister bedeni olsun velayet şemsiyesi altinda yapılmayan bir ibadet "tevhidi" sayılmayacaktır.
Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) fevkalade carpıcı bir buyruğunda şöyle der: Ey Muhammed! Şunu bil ki zalim imamlarla zorba yöneticler ve onlara uyanlar yüce Allah'ın dininden cıkıp Hak'tan sapmış ve başkalarını da saptırıcı olmuşIardır.

Binaenaleyh onların amelleri, fırtınalı bir günde gelen bir kasırğayla savrulan küle benzer (dağılıp giden ve bir daha toplanması imkânsız olur) işledikleri hayırlıamellerden (kiyamet pazarına sunmak veya bir sevap kazanabilmek için) hiçbir fayda görmezler. O "uzak sapma" budur işte.
Ehl-i Beyt okulunun muteber hadis ravilerinden olan Eban b. Tağlib, aktardığı uzunca bir hadiste şöyleder;

"İmam Cafer Sadık'tan (a.s) "yüce Allah biz şiayi cehennem ateşinden niçin uzak tutmuştur?" diye sorduğunda "Müminler Emiri Ebutalip oğlu Ali'nin (a.s) velayetini kabullendiğiniz için" buyurdu."

Silsiletu'z-Zeheb hadisinde Hz. imam Rıza'dan (a.s) nakille, yüce Allah'ın şöyle buyurduğu geçer:Tevhid, (la ilahe illallah) benim kalemdir. Kim benim kaleme girerse, azabımdan âmânda olur. İmam Rıza (a.s) bu kudsi hadisi aktardıktan sonra şöyle buyurdu:Gerçek tevhidin şartları vardir. Mutlak velayet sahibi olan ben de tevhidin şartlarından biriyim.

Tevhide Risalete ve Velayete Şehadette Bulunmak

Görüldüğü gibi Fahr-i Kâinat Hz. Muhammed'in (s.a.a) risaletiyle imam Ali ve diğer Masum Ehl-i Beyt İmamlannin velayeti, tevhidin kopmaz parçalarıdırlar, bu nedenledir ki kelime-i Şehadette bunlardan birine getirilen Şehadet, diğer ikisine de getirilmiş demektir.
Yüce Allah'in birligine şehadette bulunmak, risaletle velayete şehadette bulunmayla eşdeğerdir. Gerçek şehadet, sözde ve özde dille ve amelle bu üçüncü tasdik etmektir. Bunların birini diğerinden ayırmak kabil değildir.

Yüce Allah Kur'an'da kendi ulûhiyetine, risalete ve velayete Şehadette bulunmakta ve şöyle buyurmaktadır: Allah (vahiy mantığı, sağlam yaratlış nizamı ve bütün mevcudatin diliyle) gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti... ...Allah'ta bilir ki sen elbette O'nun elçisisin...
-----------------

Usul-i Kafi, c.l, s.183, "Marifetu'l-imam" babı, hadis: 8; el- Mehasin, c.l, s.93, bab: 18, hadis: 48; Vesailu'ş-şia, c.l, s.118, bab: 29,hadis: 297; biharu'l-Envar, c.23, s.87, bab: 4, hadis: 30.
Sefinetu'l-Bihar, c.l, s.553.
Uyun-u Ahbari'r-Riza, c.2, s.135, bab: 37, hadis: 4; Sevabu'l- A'mal ve Ikabu'l-A'mal, s.6; Ravzatu'l-Vaizin, c.l, s.42, "Tevhi"; Biharu'l-Envar, c.49, s.123, bab: 11, hadis: 4.
Al-i İmran, 18.
--------------------
Sizin veliniz ve dostunuz ancak Allah, O'nun elçisi ve -Ebu Talib oğlu Ali gibi- daima namaz kilan ve rükûdayken -fakire- zekât veren müminlerdir.
Velayet MakamıFeyzi İdrake Mucibtir

Evet, velayet-i kübra, vesatet-i uzma ve berzahiyyet-i ulvi (aracılık) sahipleri ve (ki Kur'an'da Allah'in, kulları arasındaki temsilcisi ve halifesi olarak geçer) Hakk'ın feyz vasıtaları ve kesret makamında Hakk'la halk arasındaki aracılarıdırlar.

Mutlak hilafet, velayet ve ruhaniyet makamı olmasaydı hiçbir yaratik Allah Teâla'nın gayb makamini kullanma liyakatine sahip olmazdı, Hakk'ın feyzi hiçbir varliğa ulaşmazdi ve hidayet nuru batin ve zahir âlemlerin hiçbirini vurmazdi.

Feyz alabilmek için herkes o mükaddes zatlara ayni ve gerçek temessükte bulunmaya muhtactir. Böylece onların kilavuzluk ve yardimlanyla bu ruhani ve manevi kanatlanma mümkün olacaktir. Çünkü onlar varlik ve vücudi acıdan "... İkisi arasındaki mesafe iki yay kadar oldu veya daha yakınlaşti" mertebesinde ve marifet bakimından olan yakın makamındadırlar ve ruhani miraçlarında tam keşif derecesine varmişlardir.

O halde bu marifet makami ve var oluş mertebesine ulaşmak isteyenler, Hakk'ın Doğru Yolu ve halifeleri olan bu büyük zatların yolunu izlemeli, onlara uymahdirlar: Allah sizin vasitanızla başladi ve sizin vasitanızla da son verecek, bitirecektir, mahlûkatın dönüşü sizedir. O büyük zatlarin hakiki ve vucudi nuru, bizzat soyut ve nurdan varlıklar olan akillar âleminin meleklerinin bile onların nurlu cemallerini seyretme takatine sahip olmayip önle rinde secdeye kapandiği, dağiıldığı ve bazen bunu Hakk'ın mutlak nuru sandiği güçte bir nurdur.

Hz. Resul-i Ekrem efendimiz (s.a.a) Hak Teâla (c.c) Hazretleri tarafından kendisine indirilen nurdan mahşerde Cebrail'le birlikte miraca yükseldiğinde, 3. makama vardikları zaman melekeler kaçmış, sonra toplanıp bir araya gelerek secdeye kapanmış, tesbih ve tenzihte bulunarak şöyle demişlerdir:
Bizim Rabbimiz, meleklerin ve Ruhun Rabbi pak ve munezzehtir! Bu nur, yüce Rabbimizin ruhuna ne kadar da benziyor!

Hadis ve Rivayetlerde Hilafettullahlık Makamı

Ehl-i Beyt'in (a.s) yüce Allah tarafından kullar arasında O'nun halifesi olduğu gerçeği, bizzat bu mübarek zatlarin kendileri tarafıdan da ifade edilmiştir. Hz. İmam Riza (a.s) şöyle buyuruyor:
İmamlar, Allah Azze ve Celle Hazretlerinin yeryüzündeki halifeleridirler. Hz. imam Hadi de Camia Ziyaretinde şöyle buyuruyor: Sizleri hidayetiyle aziz kıldı, burhanıyla özelleştirdi, nuru için seçti, ruhuyla sizi güçlendirdi destekledi, yeryüzünde halifeleri olarak sizi beğenıp seçti ve kullari için hüccet kıldı.
-------------------
Munafikun, 1.
Maide, 55.
Necm, 9.
Uyun-u Ahbari'r-Riza, c.2, s.272, hadis: 1; Vesailu'§-§ia, c.14, s.490, bab: 62, hadis: 19672; Biharu'l-Envar, c.99, s.131, bab: 8, hadis: 4.
ilelu's-şerai, c.2, s.312, bab: 1, hadis: 1; Biharu'l-Envar, c.79, hadis: 237, bab: 2, hadis: 1.
Usul-i Kafi, c.l, s.193, "Enne'l-Eimmete Hulefaullah" babi, hadis: 1.
-------------------

Ali b. Hasan şöyle anlatır:Hz. Ebu Hasan Musa b. Cafer'in nasıl ziyaret edilmesi gerektiği hakkında Hz. İmam Rıza'dan (a.s) sorduklarında "Onun etrafinda camilerde namaz kılın. Bütün o mekânlarda sadece şunu söylemeniz yeterlidir: Allah'ın seçtiği velileri ve dostlarına selam olsun! Allah'in eminleri ve âşıklarına selam olsun! Allah'in yardımcıları ve halifelerine selam olsun!"

Müminler Emiri İmam Ali (a.s) hakkında bir rivayette şöyle geçer: "Kiyamet günü ona seslenilip şöyle cağırılacak: "Allah'ın yeryüzündeki halifesi nerede'?" Hz. İmam Seccad (a.s) Arefe Duasın da Ehl-i Beytten "Allah'ın yeryüzündeki halifeleri" şeklinde söz eder;
...ve sizin yeryüziünüzde sizin halifeleriniz.. .


HZ.PEYGAMBER'İN (S.A.A) HALİFELERİ: EHL-İBEYT

Ehl-i Beyt'in Hz.Resul-i Ekrem Efendimizin (s.a.a) halifeleri ve vasileri olduğu, Şia ve Sünni kaynaklarındaki çok sayıda hadis ve rivayetlerde vurğulanmaktadır. Bu konudaki sahih hadis ve rivayetler o kadar fazladır ki hadis uzmanlarınca "Mütevatir" Şeklinde tanımlanmakta, yani masumdan aktarıldığında ve sahihliğinde zerrece şüphe bulunmadığı kabul edilmektedir.
Sahip oldukları manevi, itikadi, ahlaki ve ilmi özellikleri nedeniyle Hz.Resulullah'ın (s.a.a) halifesi ve vasisi olmaya layik bulunanlar sadece Ehl-i Beyt'tir.

Hz.Resul-i Ekrem'in (s.a.a) halife ve vasisi olmaları onlarin ilahi hakıydı ve böyle bir hak, İslam ümmeti içinde onlardan başkaları için söz konusu değildi. Yüce Allah'ın ahdi olan ve Bakara Süresi'n de vurğulanmış bulunan imamet ve liderlik makami, Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonra Ehl-i Beyt'ten (a.s) başkasının taşıyabileceği bir makam ve sorumluluk değildir:
... Benim ahdime - imamet ve liderlik- zalimler erişemez.

Hilafet ve vesayet Hz.Resulullah'ın (s.a.a) peygamberliğinden başka bütün vasif ve özelliklerine sahip bulunan kimsenin hakkıdır. Ehl-i Beyt'ten başka; peygamberlik makamı ışında o hazretin vasiflarinin tamamina sahip bulunduğunu iddia edebilecek kimse çıkmamıştır.

Onlar tam bir sadakat ve uygulamayla fevkalade dürüst ve doğru yaşamlarıyla bu iddialarını ispatlamış ve hiç kimsede bunu inkâr etmemiş, bu makam ve özelliklere onlardan daha layik ve sahip bulunduğunu öne sürmemiştir. Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) Müminler Emiri Hz. Ali (a.s) ve ondan sonraki imamlar hakkında şöyle buyurmaktadir:

O, bütün vasilerin efendisidir. Şaadet ve mutluluk ona bağlıdır. Ona itaat yolunda olmek, Şehadettir. Onun adi Tevrat'ta da benim adımdan sonra geçer, eşi Sıddıka-i Kübra benim kızımdır. Onun iki oğlu benim oğullarımdır ve cennet gençlerinin efendileridir.
-------------
Uyun-u Ahbari'r-Riza, c.2, s.271; Kamilu'z-Ziyarat, s.301, hadis:1; Biharu'l-Envar, c.99, s.7, bab: 2, hadis: 1.
Şeyh Tusi, el-Emali, s.63, uguncii oturum, hadis: 92; ir§adu'l-Kulub, c.2, s.235; Biharu'l-Envar, c.40, s.3, bab: 91, hadis: 4; Sefinetu'l-Bihar, c.2, s.90.
Sahife-i Seccadiye, dua: 47.
Bakara, 124.
-----------

Bu iki oğluyla o ve onlardan sonraki imamlar, Rabbimin peygamberlerden sonra insanlar üzerindeki hüccetleridirler. Ümmetim arasında onlar ilmin kapılarıdırlar. Onlara uyan ateşten kurtulur, onları izleyen Doğru Yol'a hidayet olur .

Yüce Rabbim kendisine onların sevgi ve muhabbetini bağladığı kulunu cennete sokmuştur. Seyyidüş-Şüheda Hz.İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurur: Yüce Allah, ceddim Hz.Muhammed'i (s.a.a) kulları için, onu peygamberlikle onurlandirdi ve onu risaleti için tercih etti. Bu melekuti ve ruhani insan, Rabbimin kulları için hayir dilemiş ve kendisine indirileni tam anlamıyla iblağ edip iletmiş olarak Rabbimin huzuruna göçtü.

Onun topluma da ki makamına geçmeye en layık olan kimse ailesi yardımcıları, vasileri ve varisleri olan bizleriz. Ama kavmimiz bu mansabi bizden aldı onun yerine kendileri oturdu. Bizde bu ara olayı kabullendik, Müslumanlar arasında ayrılık ve tefrika düşmemesi, kin tohumlari ekilmemesi için barışı seçtik. Bu mansabın bizim hakkımız olduğunu ve ona el koyanlardan daha layık olduğumuzu biliyoruz...

Görüldüğü gibi, Ehl-i Beyt'in Seyyüdü'ş-Şühedasi ve cennet gençlerinin efendisi olan Hz. İmam Hüseyin (a.s) Hz. Resulullah'in (s.a.a) halifelik, vekillik ve vesayetini taşıma hak ve sorumluluğunun kendilerine ait olduğunu ve başkalarının buna layik olmadığını belirtmektedir. Zira onları bu sorumlu makam ve mansaba getiren özellikle vasıflara başkaları sahip bulunmamaktadir.

Hz.Resulullah'ın (s.a.a) Halifeleri Kimlerdir?

Ehl-i Beyt imamlarının Hz.Resulullah'ın (s.a.a) hak vasisi ve halifesi olduğunu ve kendilerini onların yerine koyup bu makama geçirmeye kalkışmanın ğazap ve zülümde bulunduğunu acık ve net bir dille beyan eden pek çok hadis ve rivayet vardir,
Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Babaveyh Kümmi şöyle der: "Son derece güçlü senet ve sağlam kaynaklardan ulaşan sahih hadis ve rivayetler Hz.Resulullah Efendimizin (s.a.a) Hz. Ali'yi (a.s) Allah'in emriyle kendisine vasi tayin ettiğini,

Bunun kişisel bir karar olmadığını, Hz. Ali b. Ebutalib'in Hz. Hasan'i, onun Hz. Hüseyin'i, onun Ali b. Hüseyin'i (Hz. İmam Zeynelabidin'i) onun Muhammed b. Ali el-Bakır'ı, onun Cafer b.Muhammedi's-Sadık'ı, onun Musa b. Cafer'i, onun da oğlu Ali b. Muhammed'i, onun da oğlu Hasan b.Ali'yi, onun da oğlu ''Hüccetullahi'l-Kaim-i bil Hakk'ı" kendi vasisi olarak tayin ettiğini göstermektedir.

Hz. Resulullah'in (s.a.a) bu vasilerinin sonuncusu olan ve Hüccet veya Kaim olarak da biline evladi Hz. Mehdi (a.f) kiyam ve zuhur edecek, zülüm ve adaletsizlikle dolmuş olan yeryüzünü hak ve adaletle dolduracak, kiyamete sadece bir gün kalmış, olsa bile Yüce Allah onun bu kiyam, zuhur ve icraatları gerçekleşinceye kadar 0 günü uzatacaktır.

Allah'ın selamı ona ve mutahhar ecdadına olsun." Müminler Emiri İmam Ali (a.s) Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'ini tanımlarken şöyle buyurur:Onlar mutahhar imamlardir, masum itrat, pek değerli soy ve nesil, hulefa-i raşidindirler. Hz. Resulullah'in (s.a.a) halifeleri temiz ve mutahhar vasıfların mazharıdırlar.

Hz. Resulullah'in (s.a.a) gerçek vasi ve halifelerinin özellik ve vasıflarının kayıtlı olduğu sağlam hadis ve rivayetlerde, bu vasıfların peygamberlik dışında, bizzat Hz. Resulullah'in (s.a.a) tüm vasıf ve özellikleri olduğu ve onların bu vasıfları nedeniyle Resulullah'ın (s.a.a) halifeleri ve ümmetin imamı olarak seçildiği gerçeği kiyamete kadar hiçbir şüphe ve özre yer bırakmayacak şekilde gayet net ve açık bir uslupla belirtilmekte ve şu hakıkatın alti çizilmektedir:

İnsanların yaşamlarının düzen ve saadete kavuşması, bu zatların, Allah'ın istediği şekilde hilafet ve yönetim makamında bulunmasıyla mümkündür. Onlardan başkasının bu makama geçmesi halinde, onlardaki vasif ve özelliklere sahip olamayacağindan o şahıs gasp konumunda bulunacak ve toplumun hayat düzeninin bozulmasına neden olacak,

ümmet çok büyük zorluklar ve aci hadiseleri göğüslemek zorunda kalacak, telafisi imkansiz şekilde geri kalmışlıklar yaşayacak, hayati alt-üst olacak, ümmet arasında İslam'dan sadece bir isim ve Kur'an'dan da sadece sayfalar kalacaktır.

Yüce Allah'ın hakıkı dini ve Hakk'ın rızasına uyğun olan İslam; ancak sahip oldukları ülvi ve melekuti vasiflari sebebiyle sadece Ehl-i Beyt'i (a.s) Allah ve Resulu'nun (s.a.a) hak halifelerini bilip onların izinden yürüyen ve yaşâmini onların düsturlarına göre tanzim eden bir halkın hayatında tecelli bulunacak ve ancak böyle bir toplum için Hz.Resulullah'tan (s.a.a) günümüze ve bugünden kiyamete kadar saadet ve başarı vesilesi olabilecektir.

-------------
Al-i imran,101.
- Şeyh Saduk, el-Emali, s.21, altinci oturum, hadis: 5; Hilyetu'l-)Ebrar, c.l, s.235; Biharu'l-Envar, c.38, s.92, bab: 61, hadis: 6.
Tarih-i Taberi, c.5, s.357.
Men La Yehzuruhu'l-Fakih, c.4, s.177, "el-Vasiyyet-u MinIedunn-i Âdem {a.s)" babi. Hadis: 5402.


6
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT


Resulullah'ın (s.a.a) Halifeleri, Onun Vasıflarına Sahiptir.

Hz. Resulullah'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'i Allahın güzel isimlerinin mazharlarıdır, peygamberlerin güzel ahlakıyla ahlaklanıp onların güzel vasıflarıyla muttasıftırlar; Hz. Resulullah'ın ahlak ve özelliklerine sahip bulunan iman ve şahsiyet hazineleridirler. Bu muazzam hakikat bugün Ehl-i Sünnet'in büyük kaynaklarında, sağlam hadis ve rivayetlerde kayıtlıdır. Birkaç örnek aktaralım:

Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: Âdem'in ilmini, Nuh'un anlayiş ve zekâsını, Yahya b. Zekeriya'nın zühdünü, Musa b. imran'ın hızlı, kararli ve keskin hal ve davranışını görmek isteyen, Ebutalib oğlu Ali'ye baksın.
Bu hadise benzer bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyruluyor: Âdem'in ilmini, Nuh'un takvasını, ibrahim'in azim ve sabrını, Musa'nın heybetini, isa'nin kulluğunu görmek isteyen Ebutalib oğlu Ali'ye bakmalıdır.

Görüldüğü gibi, Hz.Resulullah'tan (s.a.a) sonraki halife, vasi, imam ve liderlerin kim olduğu bizzat hazretin kendisi tarafından açıklanıp ümmete tanıtılmış, sayılarının on iki olduğu belirtilmiş ve Yüce Allah tarafından "ulu'l-emr" olarak tayın edilmiş, Yüce Allah'ın emriyle Hz.Resulullah'rn (s.a.a) onları birer birer isimleri ve vasıflarıyla ümmete açıklayıp iblağ etmiş, imamet ve hilafet makaminin onlara mahsus olduğunu vurğulamıştır.
İmam Rıza'ya (a.s) Göre Hz. Resulullah'ın (s.a.a)Halifesi

Hz. İmam Rıza (a.s) Kâfi ve Muhaccetu'l-Beyza gibi önemli kaynaklarda kayıtlı olan fevkalade öneme haiz bir konuşmasında imametin büyük konumu ve hak imamin vasiflarını gayet net ifadelerle etraflıca açıklamıştır. Resulullah'in (s.a.a) halifesi ve ümmetin hak imaminin taşıdığı özellikleri bilmek ve bu önemli makamin değerini kavramak için bu açıklamayı özetle aktarmanın faydalı olacağıkanaatindeyiz:

"şüphe yok ki imamet, peygamberin konumu ve vasilerin mirasidir. şüiphe yok ki imamet Allah ve Resulü'nün (s.a.a) halifeliği makamidir, Müminler Emiri'nin (s.a.a) makami, Hasan ile Hüseyin (a.s) mirasıdır.

Şüphe yok ki imamet, muslümanların din ve düzeninin dizgini, dünyanın salahi, müminlerin güç, kudret ve izzetidir. Hiç şüphesiz, imamet, Din-i Mübin-i islam'ın temel esasi ve bu yüce hakıkatın gövdesidir. Namaz, zekât, oruç, hac ve cihadin tam olmasi, ganimet ve sadakalarin tam olarak toplanıp gereğince kullamlabilmesi, had ve hükümlerin icra ve muhafazasi, islam diyarinin snırlarının korunması ancak ve ancak imamin varliğiyla mümkündür.

"imam", Allah'in helalini helal, haramini haram eder, Allah'ın sınırlarını ve hadlerini korur, Allah'in dinini savunur, insanları yüce Rabbinin yoluna güzel nasihat ve hikmetle davet eder, insanları Hakk'ın apaçık delil ve hüccetlerine doğru çağırır. İmam cihani aydınlatan güneşgibidir ve bu güneş akılların, zekâların, gözlerin, basiretlerin ve idraklerin erişemeyeceği bir ufuktadır.

İmam, koru karanlıklar ve zülmet gecelerinde şehirlerin, köylerin, ovalarin, çöllerin ve denizlerin derinliklerinin dolunayı, aydınlatıcı mesalesi, nuru ve yol gösteren yıldızıdır.

İmam; susamış için billur, delaletten kurtulmak isteyenin hidayet ve kurtuluş kılavuzudur.
İmam, ısınmak isteyen için sıcaklık vesilesi, insanın tehlikeler karşısında tutunacak dalıdır; ondan ayrılan helakolur.
İmam yağmur yağdıran buluttur, ard arda yağan yağmurdur, aydılatıcı güneştir, gölge salan gök, yayılan yeryüzü, sulak pınar, susamışların çeşmesi, meyve ve çiçek dolu bağ ve gülüstandır.

İmam samimi arkadaştır, şefkatli baba, can dostu bir kardeş, bebeğine fevkalade düşkün bir anne, çok zor olaylarda kulların sığnacağı bir sığınaktır.
İmam; insanlar arasında Allah'ın Emiri, kullarina hücceti, ülkelerdeki halifesi, Allah'a doğru Samet edici ve Allah'ın haremini koruyucudur.
İmam bütün günahlardan temizlenmiş, tüm kusurlardan arınmiş, ilimle donanmış, hilim ve sabırla süslenmiştir. Dinin düzeni, Müslumanların güçü, izzeti, münafiklara ğazap ve kâfirlere helaket sebebidir.

-----------------
Biharu'l-Envar, c.25, s.l74, bab: 4, hadis: 39; Ehlibeyt Der Kur'an va Hadis; c.l, s.182.
Ravzatu'l-Vaizin, c.l, s.128, şevahidu't-Tenzil, c.l, s.103, hadis: 117; Keşfu'l-Gumme, c.l,s.113; Biharu'l-Envar, c.39, s.38, bab: 73, hadis: 10.
Keşfu'l-Yakin, s.53; Nehcu'1-Hak, s.236; Keşfu'l-Gumme, c.l,s.114; Biharu'l-Envar, c.39, s.39, bab: 73, hadis: 10.
Usul-i Kafi, c.l, s.198, "Nadir Cami Fi Fazli'Umam" babi, hadis:1; şeyh Saduk, el-Emali, s.674, doksan yedinci oturum, hadis: 1; Uyunu Ahbari'r-Riza, c.l, s.216, bab: 20, hadis: 1; Biharu'l-Envar, c.25, s.120, bab: 4, hadis: 4; Muheccetu'l-Beyza, c.4, s.174; "Ahlaku'l-Eimme ve Adabu'ş-şia" kitabi.
---------------

İmam devranın biricik ferdidir, onun makamina hiç. Kimse erişemez, dengi olabilecek bir bilgin yoktur, eşi- emsali bulunmaz. Varlığı, yüce Allah'ın bütün fazlıyla doludur, bunları kendi isteğiyle değil, pek bağlayıcı olan yüce Allah'ın lütfuyla elde etmiştir.
Bu dünyada tam anlamıyla kim tanıyıp kavrayabilir? İnsanlar için imamet ve imami kim seçebilir?

İmami bütün boyutlarıyla tanıyabilmek ve onu tercih edip secebilmek uzak, hem de pek uzak bir ihtimaldir.
Bu sahada akıllar kayboluvermiş, fikirler şaşkınlığa kapılmıştır. Beyinler hayrete düşmüş, gözler kor olmuştur. Bu sahada büyükler pek küçüktürler; hekimler şaşkındır, sabirlilar ihmalkarlığa yakalanmiştir, konuşkanların dili tutulmuş, akillilar aptallaşivermiştir; imamın onca şanından veya onca faziletinden birini ifade hususunda şairler dilsiz kesilir, edebiyatçilar acizliğe düşer, edipler yetersiz kalirlar!!

İmami tanima tanımlama ve vasiflarini beyan edebilme konusunda bunlarin hepsi, aciz kaldiklarnı ve yeteneklerinin yetersizliğini itiraf etmektedirler.
imamin bütün faziletlerini, bütün menkibelerini ve kişiliğinin bütün boyutlarini tarif edebilmek mümkünmüdür?
Onun künhünü ve hakikatinin derinliğini ifade edebilmek mümkün müdür?
Yada onun gerçeğine ait bir şeyi anlayabilmek?...

Veya bütün mahlûkatâleminde onun yerini alabilecek, onun yerini doldurabilecek, insanları onun marifet ve varliğından müstağni kilabilecek birini bulabilmek mümkün müdür?Nerede? Nasıl?
Ulaşilmasi imkansiz, tavsifi ve vasiflarıbaşkaları için mümkün olmayan parlak bir yildizdir o...İmam'in sepmi hangi delile dayanarak bir insana birakilmiş olabilir ki?

Akıllar nere, bu makamlar sahibi nere... Böyle bir şahsiyet nerede bulunabilir? Bu gerceklerden habersiz ğafillerle kör aptallar satilmiş âlim bozmaları ve sahife ekolunde eğitilip yetiştirilenlerle Emevi yetmeleri bu mansap ve makamin, bu vasfı ve kemallerin Allah Resulü'nün (s.a.a) Ehl-i Beyt'ten (a.s) başkasında da bulunabilecegini mi sanıyorlar?

Böyle zannediyorlarsa vallahi kendi benleri yalan söylüyor onlara; batıllık ve saçmaliklar dolduruyor canlarına! En aşağılık mevkilere düşecekleri pek zor ve çetrefilli bir merdivene tırmanmıştır onlar! Şaşkın eksik ve noksan akillarıyla bir imam yaratmaya kendi akillarınca bir imam türetmeye kalkiştilar, böylece Al-i Muhammed salavatullah aleyhim ecmainden uzak düşmüş oldular, dünya ve ahiretini yele vermiş olan zalimlere uydular.
İmamet ve imam meselesi hakkında, saptirici görüşlere kapıldılar ve bu görüşler onlara hakıkatten uzaklaştırmadan başka şey kazandırmadı. Allah onların canını alsın, onları helaket kuyusuna atsın!

Nasil saparlar böyle!?..
Pek çetin bir mevzuyla uğraşmaya kalktılar, bu konuda iftiralarda bulundular, uzun mu uzun bir sapkınlığa düştüler, ne yapacaklarini bilemez hale geldiler, şaşkinliğa boğuldular. Zira seçimi ancak Allah'in elinde olan ve özel vasiflara sahip bulunan hak imami, göz göre göre kaybettiler ve şeytan, kendilerine kolay gelmesi için amellerini güzel gösterdi

Onlara, böylece Allah'ın yolundan saptirdi onları. Oysa hakki batildan ayirabilecek acik gözleri vardir.Allah'in Resulunü (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'ini (a.s) seçmeyi birakip kendilerini seçtiler, oysa Kur'an yüksek sesle şöylesesleniyor onlara:Rabbin, dilediğini yaratır ve dilediğini seçer, seçim onlara ait değildir. Allah, onların kendilerine ortak koştuklarından münezzehtir, yücedir.

Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, mümin bir erkek ve mümin bir kadin için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse, artik gerçekten o, açıkça sapmiştir." Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz böyle!?
Hz. İmam Rıza (a.s) Ehl-i Beyt'in hakkını ve hakkaniyetini ispatlayip muhaliflerin görüşlerini cürütmek ve ümmetin imamet ve yönetimini üstlenmek üzere AllahTeala tarafından secilip atanmış olan Ehl-i Beyt'e rağmen başkalarini tercih edip kendi seçtiklerini

Allah'ın seçtiklerinden üstün tutarak ümmet arasında ayrılıklar yaratıp çok sayıda grup ve kamplara bölünmesine ve sonuçta ümmetin maddi ve manevi zenginliklerini yagmalamaya alan ve her nevi günahın kolayca işlenmesine zemin hazırlayanlara yine Kur'an ayetleriyle hitap ederek muhaliflerin öne sürdüğü özür ve bahanelerin geçersizliğini gözler çevrimiçi sermek üzere onlara şu ayetle hitapta bulunmaktadir:... işte bu, Allah'ın fazlıdır; onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir.

Buraya kadar aktardığımız hakikatler ışığında İmam Rıza'nın (a.s) rivayeti ve Camia-i Kebire ziyaretinde geçen melekuti vasıflarına binaen Ehl-i Beyt'in (a.s) yeryüzü durdukca tüm insanlarin imami olduğu, hangi makamda bulunursa bulunsun kiyamete kadar herkesin imamı sayıldığı,
dünya ve din konularındaki emirlerine itaatin herkese farz edildiği, gayb âleminde zahir ve şehadet âlemine varıncaya kadar tüm âlemlerin mahlûkatından üstün oldukları ve onlarin dengi ve benzeri bulunmadığı gerceğini itiraf etmekgerekir.
Muttakiler İmamı Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) bu hususta şöyle buyuruyor:

Soyu ve ıtratı soylarınn en üstünü, ailesi ve nesebi aile ve neseplerin en iyi ve en seçkinidir. Hz. Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.a) Abdurrahman b.Avf a şöyle buyurmuşlardır:

Abdurrahman! Sizler benim sahabemsiniz, Ebutalib oğlu Ali ise bendendir ve ben de ondanım! O benim vasim ve halifemdir, ilim şehrinin kapısıdır. Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin soy-sop, şeref ve büyüklükte insanlarin en üstünüdürler!


EHL-İ BEYT VE RIZA MAKAMI

Ehl-i Beyt marifet ve varlık sahasının bütün boyutlarında, bir ve tek olan yüce Allah'ın güzel isimlerinin cilvegahıdır. Zira onların hayati imam-i kâmille iç içe ve asil tevhidle yoğrulup bütünleşmiş durumdadır.
Tevhid onlarin yaşamlarının bütün kalemlerinde egemendir. Zat, sıfat, fiil, ibadet, sorğu- sual ve cevap tevhidin dairesinden bir lahza olsun ayrılmazlar.
---------------

Kasas, 68.
Ahzab, 36.
Kalem, 36.
Hadid, 21.
Nehcu'l-Belağa, s.209, hutbe: 93; Biharu'l-Envar, c.16, s.379, bab: 11,hadis:91.
Yenabiu'l-Mevedde, c.2, s.333, bab: 53, hadis: 973; Maktel-i Harezmî, c.l, s.60.
---------------------
Onlarin rızasi ve öfkesi yüce Yaradanin rıza ve öfkesidir; sevgi ve küskünlükleri sevgili Rablerinin riza ve küskünlüğü olup O'nun cemal ve celalinin mazharıdır. Şehitler öncüsü Hz. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmaktadır: Bizim rızamız ancak yüce Allah'ın rızasıdır. Ehl-i Beyt yüce Allah'ın kendileri için beğenip razi oldukları şeyi beğenir ve bundan razi olurlar:
Yeki derd-o yeki derman pesended
Yeki vasl-o yeki hicran pesended
Men ez derman-o vasl-o hicran
Pesendem ançe ra canan pesended.
Kimi derdi sever, kimi dermani;
Kimi ayrılığı, kimi hicrani.

Bize hiç fark etmez, ne olursa olsun
Memnun etsin yeter ki ol cananı!
Ehl-i Beyt'in Allah'in rizasına razi oluş derecesi, kimsenin ulaşamayacaği bir derecedir. Kimsenin böyle bir dereceye ulaşabilecek gücü-kerameti yoktur. Bunu biraz aciklayalım.:
Kemal yolunda yürüyen ve bu yolda ilerleyenler cevheri tekâmül seyrinin vasat merhalelerinde hem sevgi hem öfke taşıdıkları bir merhaleye varırlar. Bu yolun yolcuları mezkûr merhalede yüce Allah'ın cemal ve celalının mazharı kesildiklerinden O'nun sevdiğini sever, sevmediğini sevmezler; O'nun razı olduğu şeye razı olur, gazaplandığı şeye gazaplanırlar.

Yani bu kemale vasat merhalesinde kâmil insanin hem sevgi, hem öfkesi vardır ve her ikisi de sadece Allah için ve O'nun rızası doğrultusundadır.
Ama bunun artık kemal sayılamayacağı daha ileri ve daha üstün bir merhale de vardır. Zira "O'nun rızasına razıyım" diyen biri hala "kesret" makamında ve çoğul konumundadır. Bu merhalede salih (hak yolunun yolcusu -çev.) hem kendisini, hem de yüce Rabbini görmektedir.
Burada iki varlık vardır: kendisi ve Rabbi. Binaenaleyh iki de beğeni ve red söz konusudur. Rabbinin rızasını kazanabilmek için O'nun sevdiği her şeyi sevmekte ve O'nun sevmediği hiçbir şeyi sevmemekte ve uzak durmaktadır.

Vahdet ve salt tevhid makamındaki biri için ise sadece bir sevgi ve bir öfke vardır. Bizzat Allah'in sevgi ve öfkesiyle bütünleşmiştir onunki. Yani sadece Allah'ın rızası söz konusudur ve bu haldeki salik (fena)yani yokluk makamındadır.

Bu makamda hiçbir vasif, baki vasiftan ayrı değildir onun için. Yani bir tarafta yüce Allah diğer tarafta da O'nun rizasi doğrultusunda hareket eden "ben"i yoktur, sadece bir vasıf vardır: Kalıcı ve baki vasif' bu nedenle ismet ve taharette muttasif olan keramet ehli muhterem zatlar, yani Ehl-i Beyt asla kendilerini görmez, "ben"lerini düşünmez ve daima rıza makamında yaşayarak "Rabbimizin rızası bizim rızamızdır" buyururlar.
Bu nedenledir ki Hz. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmaktadır:Ben, ceddim Resulullah'la babam Ali'nin yolunda yürümekte, onların sünnetiyle hareket etmekteyim.

Ehl-i Beyt'in Rızası, Yüce Allah'ın Rızasında Eriyip Kaybolmuştur

Ehl-i Beyt sadece Allah'ın rızasıyla ve O'nun sevgi veya gazabıyla hareket eder ve bu makamda (fena fillah -çev-) tam anlamıyla eriyip kaybolurlar. Fena fillah makami kesret makamindan çok farklidir. Çünkü bu merhalede "bizim rızamız, Rabbimizin rizasinda eriyip yok olmuştur" derler.

Burada sadece bir rıza vardir: Allah'ın rızasi! Hem onlarin, hem Allah'ın rızasi söz konusu değildir artik; onlarin rizasinin O'nun rızası doğrultusunda tam mütekabil ikinci bir riza olmasi degil, sadece Allah'ın rizasinda var olmalan söz konusudur. Çünkü onlar Hakk'tan başka şey görmemekte, Hakk'tan başka şey duymamakta, Hakk'tan başka şey istememekte ve tanimamaktadirlar. Onların ben ve hayatlarının ötesinde yüce Allah'ın rızasından başka bir rıza yoktur.

Ama kendi rızasıyla Allah'ın rızasını mutabik kılıp O'nun rızasına uyğun davranmaya çalışanların ulaştığı makam her ne kadar vasat ve orta bir kemal düzeyi ise de saf tevhitten çok uzak olup hala bir tür şirkle birliktedir. Bu şirki ise ancak tevhidin yüksek merhalelerine ulaşanlar görebilirler. Aşağı merhalelerde olanlar bu şirki göremediği gibi bu merhaleyi pek ileri bir kemal ve bu şahısları da tevhidin en yüksek mazharlarından biri sanırlar.

"Ben Eksenli"lerle "Allah Eksenli'ler
Bizim muvahhid zannettiğimiz nice kimseler, Kur'an'a göre muvahhid değil, müşriktirler. Mesela Allah'tan dem vuran amma nefsani arzularının peşinden gidenler böyledir. Böyleleri her an başka bir renge girer, sürekli degişen "çok kişilikliler"dir tevhidçi olmadıkları gibi, muvahhid de değildirler. Zira Allah'tan söz ettiklerinde bunu ancak maddi çıkarlarıyla örtuştuğu için yapmaktadırlar; Allah'a tapınma emrini de kendi nefisleri ve dünyevi cıkar duyğularından almaktadırlar.

İşte böyleleri "ben eksenli"dirler, "Allah eksenli" değildirler; Allah'ın değil "ben'lerin ve bencilliklerinin peşindedirler. Allah'in kanun ve hükümlerinden işlerine geleni alır, gelmeyeni ise atarlar:

Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulii'ne çağrıldıkları zaman onlardan bir gurubu yüz çevirir. Aslında böyleleri kendilerini Allah için değil, Allah'i kendileri için isterler!!Başka bir deyişle, böyleleri salt zevk ve lezzet icçn yaşar,
Zevkten başka bir geye inanmaz canlarının istediği şeylerin peşinden koşarlar: İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder- bizi yardıma çağırır- zararını üstiünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarar gidermemiz için bizi yardıma çağırmamış gibi döner gider...

-----------------
Keşfu'l-Gumme, c.2, s.29; Luhuf, s.60; Biharu'l-Envar, c.44,s.367, bab: 37.
Divan-i Robaiyat Baba Tahir-i Uryan.
Biharu'I-Envar, c.44, s.328, bab: 37.
-Nur, 48.
Yunus, 12.

---------------
Böyle insanlar "benmerkezci" ve "ben eksenli"dirler, her şeyi hatta ibadetleri bile bir menfaat sağlamak veya sorunlarınnın giderilmesine yaranmasi içindir. Yaşamlarında Allah'in yeri amac degil, arac eksenindedir. Böyleleri kul degil, kar peşinde koşan "tüccar'lardir sadece.

"Allah Merkezci" veya "Allah'i eksen edinen'ler ise ne bir kar elde etmek için ibadet ederler, ne de cehennem korkusundan; bilakis onlarin bütün hareket ve kaygiları Allah rızasidir. O'nun rızasini kazanmaktan başka kayiplan yoktur, bu nedenle otururken, dururken yan yatip uzanirken, her zaman ve her halde Allah'i anar, O'nu düşunurler.

Namazlarni ayakta kilamayacak bir durumda oldukları zaman da oturarak veya uzanarak kilarlar. En mükemmel dua ve ibadetin en bariz göstergesi namazdir zira Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'i zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılış konumunda düşünürler...
Ehl-i Beyt bütün boyutlarda bilhassa riza ve gazap merhalesinde tevhid hakikatiyle birlikte bu hakikate denktir, başta basiretli müminler gelmek üzere bütün insanlara örnek teşkil etmelerinin nedeni de budur. Zaten; onların nuraniyeti, insanlığa kılavuzluk edip yol göstermektedir.

Bu eşsiz simalar ve "içinde çırağ yanan kandil" olan bu emsalsiz soy her ne kadar beşeri açıdan çekicilik ve iticilik sevgi ve düşmanlık, şehvet ve gazap, ilgi ve ilgisizlik, riza ve redde sahipse de bütün bunlar tevhidi tevella ve teberranin egemenliği altindadir, "La ilahe illallah"ın pratikte tam misdakıdır.
Allah Resulii (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'inin bütün konularda, özellikle riza ve gazapta örnek olmalarının sirri, sünnet ve yöntemlerinin tevhidi olmasında gizlidir.Kur'an-i Mecid tevhidi tevellayla teberranin kistaslarını belirlemektedir ve Ehl-i Beyt'e bu kistaslar çerçevesinde bütün hal ve davranışlarına tevella ve teberrayi hâkim kilmiş, bu nedenle de Hak yolunun yolcularının imami ve önderi olabilmişlerdir.

Onlarin bütün hal, davranış ve vasifları "Allah Eksenli" ve "Allah Merkezli"dir, hiçbir hayir ve iyilik onlarin hayat dairesinin dışında değildir, hiçbir insan onlarin hayat sahasına adım atamaz, hatta şeytanlarnın bile teslim olmasini sağlarlar. Nitekim Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurur: Benim şeytanımkâfirdir; rabbim ona karsi bana yârdim etti ve böylece benim elimle teslim oldu.

EHL-İ BEYT VE TESLİM MAKAMI

Yüce Allah'ın istek ve iradesine teslim olmak, üstelik bunu zorla veya mecburen degil, isteyerek ve canı gönülden yapmak diger birçok hakikat gibi Ehl-i Beyt in ilahi ve melekuti hayatinin bütün boyut ve merhalelerine egemen olmuş bir gerçektir.
Salikin Son Makamı: Teslim

En güzel dost olan Hak Teâla Hazretlerinin yardimiyla salikin hak ettigi ve geride biraktigi bir manevi menzilin sonuncusu "teslim" menzili ve teslimiyet merhalesidir. Bu merhale ve menzilde salik (hak yolda Hakk'a yürüyen kimse) tıpkı kendisini ölü yıkayıcı gassalin ellerine teslim eden bir ölü gibi, Âlemlerin Rabbi ve mülkün sahibi olan sevgili Rabbi yüce Allah'in iradesine teslim olur.

Bütün varlığıyla çaba gösterip azami derecede mucahede ve rıyazette bulunsa bile, bu menzile varabilen salih pek az olur. Bu menzil Allah'in has vekilleri olan evliyalara, peygamberler ve imamlara mahsus bir makamdir. Hz. imam Hüseyin (a.s) şöyle buyurur: Biz öyle bir aile ve öyle bir soyun mensubuyuz ki, biz dileriz, Rabbimiz de dilediğimizi verir bize. Bu nedenle, bizim hoşumuza gitmeyen amma O'nun sevdigi bir şeyi bizim için dileyecek olursa biz canu gönülden onu ister ve O'nun diledigi şeye bütün kalbimizle razi oluruz

Ala b. Kamil şöyle anlatir: "Hz. İmam Cafer Sadık'ın {a.s) evinde oturmuş, söhbetlerinden faydalanıyorduk. Bu sırada içeriden bir kadin feryadi -ağlama sesi- duyduk. İmam ayağa kalkti oturdu ve "Hepimiz Allah'taniz ve dönüşümüz O'na'dir" ayetini okuduktan sonra mevzuya kaldigi yerden devam etti.

Konuyla ilgili sözlerini tamamladiktan sonra "Biz" buyurdu, "Canımızın, malımızın, çocuklarımızın herzaman sağsalim olmasını isteriz. Ama yüce Rabbimizin kazasi gelip gaçtğında, O'nun bizim için istemedigi şeyi, biz de istemeyiz artik.
Hz. imam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: Bize lütfetmesini istediğimiz şey için Allah'a dua ederiz; bizim istemediğimiz bir vaka karşısında da Allah'in bizim için dilediği geye -takdire- karşı çıkmayız.

Kutayba A'şa şöyle anlatiyor:
"Hasta olan oğlunu ziyaret için Hz. imam Cafer Sadık'ın(a.s) evine gittim, hazreti kapıda pek üzgün görünce "Canım size feda olsun" dedim, "Çocuğunuzun durumu nasıl?" İmam "Vallahi hiç iyi değill" buyurarak içeriye döndü bir süre sonra geldiğinde beti- benzi düzelmiş üzüntülü hali kalmamişti.

Çocuğunun iyileştiğini sanarak "Canim size feda olsun, çocuğun durumu nasil?" diye sordum tekrar, imam "Vefat etti!" buyurdu. Ben şaşkınlıkla "Fedaniz olayim" dedim "çocuk hayattayken pek üzgün ve sıkıntılı bir haliniz vardi, şimdi vefat ettiği halde o sıkıntılı haliniz yok artik!" bunun üzerine şöyle buyurdu:

Biz Ehl-i Beyt bir felaket gelip catmadan önce üzülür, sızlarız. Ama Allah'in emri gerçekleşip de takdir vuku bulduğunda O'nun kazasına razı olur, emrine teslimiyet gösteririz!

İbrahim b.Sa'd şöyle anlatir:
"Hz. İmam Zeynelabidin (a.s) bir toplulukla birlikte evinde matem sesi yükseldi. içeriye gitti, bir süre sonra döndüğünde meclistekiler "matem sesleri duyduk birisi vefatmi etti yoksa?" diye sordular, "evet" buyurdu. Oradakiler başsağlığı isteyip taziyelerini sundular, imamin soğukkanli ve sabırlı tavrına pek şaşırmalar karşısında imam şöyle buyurdu: .
Biz Ehl-i Beyt hoşumuza giden şeylerde Rabbimize itaat gösterir, hoşumuza gitmeyen olaylar karşısında O'na şükürde bulunuruz.

---------------
Al-i imran, 191.
Tarih-i Bagdad, c.3, s.331.
Harezmî, Maktelu'l-Huseyin, cl, s.147.
el-Kafi, c3, s.226, "es-Sabr-u ve'1-Ceze-u ve'1-istirca" babi, hadis:13; Vesailu'§-, c.3, s.276, bab: 85, hadis: 3640; Biharu'l-Envar, cA7,s.49, bab: 4, hadis: 78.
Kesfu'l-Gumme, c.2, s.150; Hilyetu'l-Evliya, c.3, s.187.
el-Kafi, c.3, s.225, "es-Sabr-u ve'I-Ceze-u ve'l-tstirca" babi, hadis:11; Vesailu'§-, c.3, s.275, bab: 85, hadis: 3639; Biharu'l-Envar, c.47,s.49, bab: 4, hadis: 76.
Menakib, c.4, s.165; Ke§fu'l-Gumme, c.2, 102; Hilyetu'l-Evliya,c.3, s.138; Biharu'l-Envar, c.46, s.95, bab: 5, hadis: 84.
--------------


EHL-İ BEYT VE İSMET MAKAMI

İsmet Nedir?
İsmet hali, insanı gunahtan alıkoyup hep temiz kalmasını sağlar, her nevi vesvese yolunu kesinlikle ona kapalı tutar. Bu anlamda "ismeti marifet ve vücut -varlık- baglamında bir durum olarak değerlendirmek mumkundür. Bu da şuhud gibi saglam bir marifettir vücudi bir olaydir ve varliksal sayılır.
Çünkü cevheri tekâmül hareketi süresinde Hak Teâla Hazretlerinin lütfu sayesinde insanın elde ettiği özel kemal ve olğunluklardandir. İsmet, marifet ve vücut, ilim ve amel sahalarındaki önemli kemallerdendir ve masumun hayatının bütün sayfalarını etkisi altına alir.

İlmi ve Ameli ismet

Bazi kemaller sadece ilimle sınırlıyken bazisi da sadece ameli olup hal ve davraniştan ibarettir. Mesela "adalet" bir insanda sadece davranışsal bir meleke insanı kasıtlı ve kasitsiz gunahtan korur; ismet melekesi ise insani cehalet, hata yanliş, unutkanlik, fikir ve düşüncede mugalata ve her nevi günahtan korur.

Binaenaleyh ismete sahip bulunan "masum" hem ilim ve marifet sahasinda anlama, algi ve idrak hatasindan masumdur, hem de amel ve pratikte asla uyğunsuz ve yakisiksiz iş ve eylem yapmaz, hem de hak dini teblig konu-unda masum olup kesinlikle hakki tebligde hata etmez.
şuhudun hakikati teorik akil ve gunahtan sakinmaya, pratik akla aittir, Pratik akil ismetinin kaynagi teorik akil ve marifetle şuhuddur ve pratik -ameli- ismet, ilmi ismete baglidir. Nitekim amel ve pratik uygulamada masum olan birinin ilminde masum olmamasi makul degildir.

Zira helali, harami, iyiyi ve kötüyu, güzeli, çirkini, temizi ve necisi bilip tanımayan birinin amelde masum olmasi düşunulemez.
Ehl-i Beyt'in ismeti

Kur'an ve sünnetteki delillere istinaden Ehl-i Beyt nazari ve ameli akil merhalesinde masumdurlar. Yani hem doğru bilmekte, doğru alğilamakta ve doğru anlamaktadirlar. Hem bunlari doğru şekilde uyğulamakta ve uyğulamada hata yapmamaktadirlar, hem de bilgi, ilim, marifet ve tecrubelerini de insanlara doğru şekilde anlatip aktarabilmektedirler.

O halde onlarin güvenilir idrak, anlayişi ve kavrayişlarinda ne bilmeme, ne anlamama cehaletine yer yoktur; ne bilerek nede yanlışlıkla hataya düşmez, yanliş şey yapmazlar, ameli ve pratik akil bağlaminda da bilerek, bilmeyerek veya unutkanlıkla hataya kapilmazlar.
-----------------
İsmet konusu Sadr-i İslam'in başından beri söz konusu bir mevzu olagelmiştir, O günlerden günümüze kadar bu mevzunun nasil ve niceliği, boyutları ve sırnırları hakkında çok tartışılmıştır ve hala da tartişilmaktadir. Baziları masumiyeti çok sınırlı tutarken diger baziları da çok geniş tutmuşlardir. Bu bölümde masumiyet konusunda tahlil ve değerlendirmeye kabil olan yeni yollar sunulmuştur. Bu bölüm, masumiyet mevzusu hususunda yeni bir sayfa açabilirse yazar için en güzel mukafat olacaktir.

------------------
Kur'an-i Kerim, Ehl-i Beyt'in ismeti hakkinda şöyle buyurur:"Ey Ehl-i Beyt (Sünni ve şia rivayetlerince: Hz. Muhammed, Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin aleyhisselamlar) kuşkusuz Allah, yalınzca siz Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kilmak istiyor."
Görülduğu gibi Hakk'in iradesi hem ilim, marifet ve düşünce, hem uyğulama, amel ve davranışta Ehl-i Beyt'in tathir olup tertemiz kılınması cihetinde tecelli bulmuş ve onları hem ilimde hem amelde masum kilmiştir.

Maarifin idrakinde Masuma ihtiyaç Duyulması

Ehl-i Beyt'e tutunmadan ve onların kilavuzluğuna baş-vurmadan Kur'an ve maarife yaklaşmanın önemle vurğulanma nedeni, onlar ve peygamberler gibi "masum" olanlar dışında hiç kimsenin bilgi, idrak ve anlayışta kusursuz ve hatasız olmamasidir. Masum olmayan herkes, belli bir noktada yanlış anlayacak hatalı düşünecek ve yanlışa düşecektir. Böylece bu yanlış anladigi şeyi uygulama safhasina gecirirken yanlış yapmasi, hata etmesi ve günah işlemesi de kacnılmaz olacaktir.

Bu anlayiş, zaafi idrak yetersizligi, yanlış bilme ve geregince kavramama neticesinde nice insanlar hatalı davraniş, cok cirkin ve yanliş tepkiler; hakikatleri doğru anlayamadikları ve cehaletten arınamamış olduklarından, kendi akillarınca "Allah Rızası" için Hz. İmam Hüseyin'e (a.s) kiliç cekip Hz. Resulullah'ın (s.a.a) evlatlarının, kızlarının çadırlarına saldirmişlardir.
Haricilerin büyük coğunluğu böyleydi. Müminler Emiri imam Ali (a.s) onlardan söz ederken "ibadet eden cahiller" ve "kendilerini dindar sanan cahil yobazlar" tabirini kullanır.

Bazi amel ve davranışlarinda temiz ve dürüst olup samimi bir şekilde gunahtan sakinmaya calişan bu zavalli insanlar, kıt anlayışlı ve dar görüşIu olup idrak zaafi taşıdıklarından kendi akillarına göre hareket edince korkmuş, hatalara düşmüş, dinden çıkmalarıyla sonuclanan işler yapmış, inanan mümin insanların kanınını dökmüş ve neticede Müminler Emiri tarafından öldürülmelerinin şart olmasına bizzat kendileri yol açmışlardır.
İnsanın İlmi ve Ameli

Alelade insanlarin ilimleriyle amelleri arasinda büyük farkliliklar vardir. İnsan Allah vergisi olan ulvi, insani ve ilahi kişiliğinden uzaklaştikca nazari aklıyla ameli aklı arasıdaki mesafe de artmakta ve birbirinden uzaklaşmaktadir. Bu nedenle daima bunlardan biri yokken digeri vardir veya biri çok zayif ve gücsüz düşmüşken digeri güclenmiş ve baskı hale gelmiş durumdadir.

İnsanoğlu olğunlaşıp rüşde erdikce ve kemal buldukca bu iki kanat da birbirine daha fazla yaklaşir, giderek bir araya gelir ve derken ilişki bir oluverir; bu nokta ilimle amelin buluştuğu ve bir olduğu noktadir. Nitekim melekler de ileri seviyeli soyut varliklardir ve Muhammedi hakikat olan ilk mahluk ve ilk zahirde bu vahdet ve birlik doruğuna ulaşmıştır.
-------------
Ahzab, 33.
---------------

Hak Teala'ınn (c.c) ilmi ve Ameli

Hak Teala'nin (c.c) ilmi aynen amelidir, ilmiyle ameli de tıpkı kudreti gibidir... ve her sıfatı diğeriyle bir ve aynidir ve tam bir vahdet söz konusudur.... Yerde ve gökte zerre ağirliğinca hiçbir şey Rabbinden saklı kalmaz... Evet, Yüce Yaratıcı her nevi cehalet, hata, yanlış ve unutmadan masun ve münezzehtir.

... Rabbin kesinlikle unutkan değildir.
Ameli ve pratik işlerde de her nevi kötülük ve çirkinlikten münezzeh ve paktır Kötülük ve çirkinliklerin başta gelenlerinden biri zülümdür. Yüce yaraticının zülmün kendisinden tamamen uzak olduğunu vurğulayarak şöyle buyurur: ... Rabbin hiç kimseye zülüm etmez.
Bütün kötü ve çirkin işler ne ölcüde olursa olsun O'ndan tamamen uzak ve O, bütün kötülük ve çirkinliklerden beridir: Bütün bunlar, kötülüğü olan, Rabbinin katinda da hoş olmayanlardir.

Bunun nedeni, Hak Teâla Hazretlerinin ilim ve amelde bütün kötülük ve çirkinliklerden arı ve beri olmasi, her nevi hata ve unutkanliktan uzak bulunmasıdır.
Bu nedenledir ki yüksek merhale ve yüce mertebelerde Hak Teâla Hazretlerinin (c.c) ilmi, amel ve kudretle aynidir ve kudretiyle ameli de tipki ilmidir ve onunla aynidir, kelime ve mana itibariyle farkli olsalar da durum böyledir.

Ehl-i Beyt'in ilim ve Amelinde ismet

Buraya kadar anlatilanlar ismet melekesinin salt ilmi veya ameli olmadiğını göstermektedir. Zira Hakk'ın bağlamında bir ilişkileri olan peygamberlerle imamlar hem ilimde hem âlemde masumdurlar. Ve bu özellikleri nedeniyle de kim olursa olsun hangi makamda ve konumda bulunursa bulunsun, onların ilmi ve ameli kiyamete kadar herkese hüccettir. Hüccet olabilmenin gereğiyse her iki boyutta da masum olabilmektir.

Ancak bu durumdadir ki hakikatin kistasi ve mercii ve hakki batildan ayirabilme ölcüsü olmak mümkündür. Evet, onlar ilmi ve ameli ismetleriyle kâmil hüccet olabilirler. Hakki olduğu gibi ve gercek yüzüyle gösterip beyan edebilmek, tanıtmak ve Hakk'a bizzat amel etmek suretiyle alamette bulunmak sadece onlara yakışır.

Muhammed b. AK b. Babaveyh "Zahiretu'l-ibad" adli değerli eserinde kendi senediyle ibn Ümeyir'den şöyle rivayet eder: Hişam b. Hakem'den bütiün söhbetlerimiz boyunca duyduğum en güzel söz dört kelime olmuştur. Ondan, imam'in ismet makamina sahip olup olmadiğim sorduğumda "evet" diye cevapladi ve sahip olduğunu söyledi. Delilini sorduğumda şu cevabi verdi:

Bütün günahlarin anasi şu dört günahlar: Hirs, kiskançlık, öfke, şehvet bütün dünya onun emrinde olduğuna göre imamin kudsi nefsi dünyaya nasıl düşkün olur, Ona nasıl hırs besleyebilir? Dilediğinde toprağı altına cevirme yeteneğine sahip birinin, altına düşkün olması mümkün müdür?
İmam kimseyi, hiç bir şeyi kıskanmaz. Ucu bucağı olmayan varlik âleminin tüm mahlûkatlarından üstün birinin kıskanacağı kim olabilir ki?İmam kimseye öfkelenmez. Herkes onun aslı olduğuna ve o, sadece Allah için öfkeleneceğine göre, kendisi için de nefsaniyetinden dolayi kızıp öfkelenmesi mümkün değildir.

İmam şehvete kapılmaz. Zira muşahede ve mükaşefe yoluyla cennetin en güzel nimetlerinden ve mükemmel ziyafetlerinden haberdar olan birinin dünyanin aşağilik, degersiz ve tatsız nimetlerine tamahlanıp ilgi duymasi söz konusu değildir.

Takvanın En Yüksek Derecesi İsmettir

Aslıda ismet nazari ve ameli aklın nuraniyetidir. Ve masum insanlar, nazari aklına (düşüncelerine) hayal ve vehmin nüfus etmesini engelleyebilecek güce sahiptir. Böylece hata, kusur ve muğalata zeminini ortadan kaldırır; ameli akıl -akılla davranış- sahasında ğayri ihtiyari öfke ve şehvetin nüfuzunu önler, böylece günah ve kötülüğe bulaşmaz, iradi olarak fazilet ve kemallere doğru hareket eder.

Amel ve davranışta ismete sahip olmak takvanın en mükemmel derecesidir. (çeşitli merhaleleri olan takvanın en ileri merhalesi kişinin hal ve davranışlarında kendisini gösterir ki bu da "ameli ismet ve davranışta kusursuzluk" tur. İlim ve marifette ismet her ne kadar ilmi takva olarak adları-dinlabilse de fiili takva yani amel ve davranışlarda takva göstermek insanın iradi davranışı ve ameli aklındandır.

---------------
Yunus, 61.
Meryem, 64.
Kehf, 49.
isra, 38.

7
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT


Ehl-i Beyt Bütün Boyutlarda Masumdur

Bütün masumlar hem ilmi konularda ismete sahiptirler hem Yüce Allah nazarında öyledirler, hem kendi iç dünyalarında hem de eğitim ögretim, tebliğ ve iblağda her nevi hata, günah, bilmezlik ve unutkanlıktan masun ve masumdurlar. Yani insanların hidayetiyle ilgili şeyleri tam olarak Yüce Allah'tan alır, doğru ve tam olarak algilayip onlar onu iyi korur ona en iyi şekilde amel eder ve başkalarina da en doğru şekilde onu iblağ ederler.

Bu ilmi ve marifeti haslet şuhutsuz mümkiin değildir; bu ancak şuhud yoluyla tahakkuk bulabilecek bir haslettir. çünku insan hayal ve zanlarini önce aklıyla karşılaştırıp bu ikisini yoğurur ve hata, bilmezlik, unutkanlik ve kusurluluk ve cehaletle iç içe bir diüşünce oluşturur, neticede ğaflet ve sapma kuyusuna düşer ve başkalarını da kendisiyle birlikte oraya çeker.

Allah'a şükürde buluma nimetine nankörlük ve inkâra degişfirenleri ve kendi kavimlerini yıkım ve azap yurduna konduranları görmedin mi hiç?

Masumun Gücü, Şeytanın Aczi

Eğer insan saf ve tertemiz akla uyup hayal ve zandan uzak duracak olursa, hata ve saymazlık ve unutkanlığa kapılmaz, günah ve isyankârlık canavarı onu kandıramaz, sonuc. İtibariyle daima ismette olur.

Çünkü saf ve öz akıl dünyasında ne iş şeytana, vehme, zanna ve hayale yer vardır ne de günahı güzel ve kolay gösteren dış şeytana ve aldatıcı iblis'e! çünku iblis'in soyutluğu da tıpkı hayal ve zannın soyutluğu gibi, salt akıldan daha aşağı mertebede olup asla bu mertebeye erişemez.
Tam aklı tecerrüt sistemine ne zan ve hayal sizabilir, ne de hırsız ve eşkiya iblis bu kutsal beldeye ayak basabilir! İblis'in yapabileceği tek şey, doğru yolun başında bekleyip telkinde bulunmak ve kandırmaya calışmaktır.
---------------------
-ibrahim, 28. 2- A'raf, 16
----------------

Senin -insanları hidayet ve saadete ulaştıracak olan-dosdoğru yolunda mutlaka -pusu kurup-oturacağim!
Ne var ki, var gücüyle bütün insanları saptıracağı tehdidinde bulunan iblis, bizzat "Doğru Yol" kesilmiş olan birine hiçbir sey yapamaz. Yüce Allah gibi sonsuz gücün bir nevi küdretinin bir versiyonu olan "doğru yol" gibi o da, iblisin vesvese ve desiselerinden masundur.

Dost evinin yolcuları olan gönül ehli arifler için yolla yolcu birbirinin aynısıdır, tarıkatla salik birdir. Şeytan "Doğru Yol"un ortalarında değil başında oturmuş, yolun başıda pusuya yatmıştır. Bu nedenle Yüce Allah'ın emirlerine uyan ve dini vazifelerini yerine getirerek yaşayan biri, doğru yolun en önemli kısmını kat etmiş ve ihlas makamına erişmiş olduğundan, iblis'in vesvese ve tuzaklarına düşmez.

...-çirkinler kendilerine kolay görünsün diye- ben de yeryüzünün bütün çirkinliklerini süsleyeceğim onlara ve kesinlikle hepsini azdırıp saptıracağım Sadece, her nevi iş ve dış kötüluklerden kendilerini arıtmış olan salih kulların bunlardan kurtulabilirler.

Masumun ismet Boyutları

İlim ve şuhudda ihlas derecesine ulaşan biri hudus ve beka açısından marifet ve ilim bağlamında dokunulmazlık kazandığından hiçbir şeyi eksik ve yanlış anlamaz, anladığı ve öğrendiği şeylerde hata ve şüphe etmez. Çünkü anlayan; mucerret ve halis ruhlar, anlatan ve öğreten de salt ilim olan yüce Allah'tır.

Masum insan hiçbir zaman Hakk'ı yanlış anlamaz, Hakta hata ve şüphe etmez. Müminler Emiri imam Ali (a.s) kendisinin ilim ve mari-fet ismetinin boyutu hakkında şöyle der: Hak bana sunulduktan sonra hiçbir zaman onda şüpheye düşmedim!

Bu da, imam Ali'nin (a.s) ilim ve marifet bakımından, şuhud yoluyla "ilallah"a vuslatın en son merhalesine erdiğine ve masum olmayanın ulaşamayacağı en uzak hakikatlerin idrakine vardığını göstermektedir. Bu nedenledir ki Hz. Ali (a.s) "kendisinde hiç şüphe bulunmayan"ın en mükemmel örneklerindendir.

Uyğulamada (ameli) ismet konusunda da durum böyledir, ancak ihlas derecesine erebilenlerin "amel ve davranışlarında ismet" görülebilir. Bu merhaleye ulaşan birinde şehvet, ğazap, öfke, kıskanclık, cekememezlik, ğurur ve riyadan eser yoktur. Masum insan bütün bunları dizginlemiş ve kendi kontrolü altina almıştır.

Masumun Tevella ve Teberra Makamı

Masumun şehvet ve gazabi, onun temiz ve muhlis nefsinde önce irade ve kerahet olarak kendisini gösterir. Şehvet ve gazap halinden farkli bir hal alır. Yani onun şehvet ve gazabı, önce tam bir irade ve kerahet -istememe, hoşlanmama-olur. İbadet gayret, caba ve mücadele göstererek bunu öyle degerlendirirler ki tevella ve teberra şeklinde tecelli eder. Başka bir deyişle tevella ve teberra, şehvetle gazabın, iradeyle kerahetin tekâmül bulma halidir.
---------------
Hicr, 39-40.
Nehcu'l-Belağa, s.802, hikmetli sözler: 184; Gureru'l-Hikem, s.120, hadis: 2091; Hasaisu'l-Eimme, s.107; Biharu'l-Envar, c.34, s.342, bab: 35, hadis: 1161.
Nehcu'l-Belağa, s.802, hikmetli sözler: 184; Gureru'l-Hikem, s.120, hadis: 2091; Hasaisu'l-Eimme, s.107; Biharu'l-Envar, c.34, s.342, bab: 35, hadis: 1161.
-----------------
Masum ve kâmil insan cekicilik ve iticilik, şehvet ve gazap sevgi ve düşmanlık, irade ve kerahet makamı kat etmiş ve en değerli, en duru ve en mükemmel merhale olan tevella ve teberra makamına erişmiştir. Yani tevellayla teberra irade ve kerahetin en duru halidir. Sevgi ve düşmanlıın en latif merhalesidir, şehvet ve gazabın en saf mertebesi, çekicilik ve iticiliğin en temiz evresidir.

Tevella ve teberra derecesine varmiş olan kimse şeytanın kendi iç ve dış kişiliğinin en tehlikeli düşmanı olarak alğılar, bunu bütün vucuduyla hisseder ve bu nedenle de onu en sert şekilde sindirip bütün düşmanlarına galip olur ve Hakk'ın tevella ehli arasına girer. Nitekim Hak da onun mutevellisi ve velisidir.

Hiç şüphesiz benim velim kitabı indiren Allah'tır ve daima salihlerin koruyucusu ve velisidir. İşte bu salihler fikir, düşünce ve davranışlarında ismete sahip olduklarından yeryüzünün de varisleri olacaklardir. Maya ve cevherleri salih ve temiz olduğundan ne kötu şeyler, nede kötü bir adım atarlar:

... Yeryüzünü salih kullarım miras alacaktir. Demek ki Yüce Hak Hazretleri (c.c) miras bırakan ve miras veren; salih kullari da O'ndan miras alanlardir. Bunun nedeni, salihlerin ilim ve amelde masum olmalarıdır.

İsmet, Kimsenin Tekelinde Değildir

Salih insan ihlas makamına ulaştiğında yol ve hedef açisından güvenlik bulur, salihler arasına girer, bu makamdan Yüce Allah'ın velayeti altina girmiş, olur. Bu noktadan sonra artık şeytan ve benzeri vesvese ediciler etkileyemez onu, hilekârların hilesinden âmânda kalmış olur. Nitekim insanoğlunun yeminli ve azili düşmanı olan acimasiz şeytan, bu derece ve makama (ihlas) ulaşanlara hiçbir şey yapamayacağim, onlara karşı elinden hiçbir çey gelmediğini bizzat itirafetmektedır.

Kısacasi Hak Teâla Hazretleri bazi kullarına şeytanın hiçbir şey yapamayacağini belirtmiştir. Bu gurubun en bariz örneği salihler olup peygamberlerle imamlar "Salih" tarifinin en mükemmel mısdakıdırlar. Salihler, söz konusu gurubun tamami değil sadece bir kolu ve bir kısmıdırlar.

Binaenaleyh ismet mertebesine ulaşabilmek kimsenin tekelinde değildir. Onlardan başkaları da ihlasla ibadet ederek ilim ve amelde ismete ulaşabilirler. Nitekim şeytan da bütün insanları aldatıp yoldan çikaracağı tehdidinde bulunurken bu gurubu istisna tutmaktadır.

(İblis,) "Ey Rabbim! Beni azdırdığın için, ben de yeryüzünde onlara (kötü işleri) süsleyeceğim ve onların tümünü mutlaka azdıracağım." dedi. "Ancak onlardan ihlaslı kılnan kulların müstesna.

Görüldüğü gibi yukarıdaki ayette genel anlamda "kulların" denilmekte ve salihlerin bu konuda sadece bir kismi teşkil ettiği, tamamini teşkil etmediği belirtilmektedir. Demek ki herkes, ihlasla ibadette bulunup çaba ve gayret göstermek şartıyla ismet derecesine ulaşabilir.

Yeryüzündeki bütün nimetler yüce Allah'in lutfudur ve O'ndandır:Nimet olarak size ulaşan ne varsa Allah'tan dir. Bazi işlerin normal sebepleri belli olduğu halde bazılarının ki nasil meçhul ve gizliyse nimetlerin derece ve mertebeleri de birbirinden farklıdır.
------------
A'raf, 196.
Enbiya, 105.
Hicr, 39-40.
Nahl, 53.
---------------

Gerçek Sebep Yüce Allah'tır

İnsanoğlunun kendi iradesi veya bunun dışınnda bir şeyi elde edebilmesinde şu veya bu şekilde yüce Allah'in delili ve etkisi vardir. Her mümin varlik, vacibu'l-vucudla var olabilmektedir. Varliği O'na bağlı olduğuna göre, şüphe yok ki sahip olduğu bütün kemaller de O'ndandir. Hatta normalde ögrendiği bilgilerin gerçek ögreteni de yine Allah'tir. ... İnsana bilmediğini ögretti...

Demek ki, insanin ögrenme vesileleri olan şu kalem, kitap, defter, ögretmen, okul vs gercek sebep değildir, bunlar hep ön hazırlıklar olup asıl gerçek ve etken neden Yüce Allah'tır.

Burada ön hazırlık olarak tanımladiğimiz şey tıpkı bir ekini surüp tohum serpmek, su verip çapalamak gibidir. Tohumu yeşertip mahsule dönüştüren etken bunlar değil, Yüce Allah'tir.Onu sizmi bitirip yeşertiyorsunuz, yoksa biz mi?
İsmetin Ön hazırlığı Nefsin Tezkiyesidir.

Bütün bunlar göstermektedir ki insan nefsini aritip temizlemek ve şeriatin emirlerini yerine getirmek suretiyle ismet makamına ulaşabilir. İsmet, peygamberlerle imamlara mahsus bir özellik değildir. Peygamberlik ve imamlığın sadece şartlarından biridir.
Bu esas işiğıda peygamberlerle imamlardan başkasi da ismete sahip olabilir. Her peygamber ve masum imam ismete sahiptir; ama ismete sahip herkes peygamber veya imam değildir.

Her insan nefsini aritip kendisini temizleyerek ve temiz tutarak hatasiz, suçsuz ve günahsiz olabilir. İlim ve amelde masum ve masun olabilir. Bu süreç, buluğdan önce başlatilabilir, o zaman nefsini tezkiye edip aritmak, eğitim ve ögretim almak suretiyle insan masum olabilir. Bunu yapamayan ve günah işleyip hatalara düştükten sonra nefsini arıtmaya başlayan da ayni şeyi yapip kendisine masum bir gelecek hazirlayabilir.

İlmi Hatadan ismet

Allah'in has velilerinden eğitim alıp onlar tarafindan yetiştirilen kimse, ilmi konularda da hata yapmayacagi bir ismet derecesine ulaşabilir.
Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakınırsaniz, size doğruyu yanlıştan ayiran bir nur ve anlayiş. furkanverir...

Ayette gecen "Furkan" hakki batildan, doğruyu yanliştan ayirt edebilme gücü ve yeteneğidir. Demek ki insan, gerçek velilerin eğitimi altında takva kurallarına bütün boyutlarıyla uyarak yaşadiğinda salt "Furkan" olabilmektedir, bu durumda ne yanliş, anlamakta ne yanlış korumakta ve zihninde tutma konusunda hata etmekte, ne de yanliş davranmaktadir. Bazi konularıbilmemesi mumkundur; ama bildiklerini kesinlikle doğru anlamıştır, doğru olarak hatirlar ve ona göre doğru olarak da amel eder.

"Faruk" insanın bazi meseleleri bilmeyeceği ve bunun normal bir durum olduğunun söylenmesinin nedeni, diğer kişisel yetenekler gibi ismetin de mertebe derece ve kollarinin olmasidir. Binaenaleyh masum belli bir derece ve mevkide bazi şeyleri bilmeyebilir.
--------------
Alak, 5.
Vakia, 64.
Enfal, 29.
---------------
Kısacası; nefsi tezkiye edip arıtarak, dini emirlere uyup mücahedelerde bulunarak, vücudunu ve düşüncelerini günahtan koruyarak, tehlikelerden sakınıp şartlara uyarak, doğru muhasebe ederek, her seyin akibet ve neticelerini hesaba kâtip doğru davranarak ismet makamina ulaşabilmek herkes için mümkündür.

Peygamberlik ve imamette inhisar

Buraya kadar anlattiklarimizla, ismetin şahsa özel bir derece ve mevki olmadiği, bu inkisar ve şahsa özel halin sadece peygamberlik ve imamet makamları için söz konusu olduğu ve birey ne kadar ihlas ve çaba gösterse de bu iki ulvi makama şahsi çabayla ulaşmayacaği netleşmiş oldu. ...Allah, elçiliğini nereye vereceğini daha iyi bilir...

Rivayetlerde peygamberlerin sayısının 124 bin, Hz.Resulullah'tan (s.a.a) sonraki imamların sayısının da 12 olduğu belirtilmektedir. Bu sayi azaltılamaz veya çoğaltılamaz. Ama ismet makami bu şekilde sınırlı değildir ve herkes için mümkun bir makamdır.

Hz.Fatima-i Merziyye (s.a) peyğamber veya imam değildi, ama masumdu. Hz. Meryem-i Kubra (s.a) peygamber veya imam değildi, ama masumdu.
Gönül ehli ve basiret sahibi birçok insana göre Hz. Zeyneb-i Kubra'yla (s.a) Haşim oğullarrnin dolunayi lakabiyla Hz. Ebulfazl Abbas (a.s) ve Hz. Ali ekber'de ismet makamina sahipti. Oysa bunlarin hiçbiri ne peygamberdir, ne de imam.

Binaenaleyh "ismet" olarak tanımladiğimiz özel dokunulmazlik derecesine varabilmek herkes için mümkündür. Bu büyük makam Yüce Allah'ın muazzam nimet ve lütuflarındandir ve her insan ilmi ve ameli sahada bu makama ulaşabilecek zemini hazırlayan güç ve yeteneğe sahip bulunmaktadır. Böylece mutlak bağışlayici ve lutfedici olan Yüce Yaratici (c.c) her insanın yetenekleri ve hazırladiği zemin nispetinde ona ismet bağişlamaktadir.
Size -ihtiyacınız olduğu için- istediginiz her şeyi verdi.

Bu, yetenek diliyle isteme ve talepte bulunmadir ve Yüce Yaratan hiçbir zaman bu yeteneği cevapsız birakmaz. İstek ve talep dili, yeteneğinin diliyle uyumlu olup, bağdaşan kimsenin isteğine mutlaka karşilik verilir.

İsmetin Kazanılması

Bu noktanin altını tekrar önemle giziyoruz. İsmet makami, ilmi ve ameli sahada edinilecek iradi bir haslet ve melekedir. İsmet vasfi, tekvini ve yaratılıştan gelme bir olay değildir. Bilakis, Yüce Allah'in lütuf yardimi sayesinde elde edilebilen bir fazilet ve erdemdir. Binaenaleyh "masum bir insanin günah işlemiyor olmasi hiçde hüner değildir, bu durum ona hiçbir sevap kazandırmaz" demek yanlıştır.

Kur'an-i Mecid'de buyrulduğu üzere "masum" daima "Rabbinden bir delil'le donanmış durumdadir. Bu delil onda bir meleke ve tecrübe halini almıştır; içindeki düşmam ve nefsinin bitmez tükenmez isteklerini işte bu tecrübe ve yetenek sayesinde daima mağlup edip takva zindanına hapseder.

--------------
En'am, 124.
ibrahim, 34.
-------------------

Bu nedenledir ki nefsi, günahtan zevk almak istese de sıkı kontrol ve güçlü egemenliği sayesinde nefsini daima alt eder ve nefsine, günah işlemeyi aklından geçirme fırsat ve cüreti dahi vermez. Zira iç dünyası, yani batinindaki nurlanma sayesinde o günahin akibet ve sonuclarini net bir şekilde bilir ve görür.

Masumun Nazannda Günahın Hakikati

Menzile eren salih ve arif masum, günahin gerçek yüzü ve hakikatini, olduğu gibi görür ve kavrar: Gerçekten, yetimlerin mallarını zülmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar...

Evet, bu haram yemenin aslı ve hakikati ateştir. Bir amel ve davranışın kendisi için doğuracaği sonucun bu olduğunu gören ve ateşin bu gerçek yüzünü fark edebilen kimse elbette ki günahi aklından bile geçirmeyecek, günahi düşünmekten de işlemekten de masun olacaktir. Hakikatleri apacik şekilde görüp duyumsayabileceği için günahı düşünmeyecek ve işlemeyecektir.

Müminler Emiri imam Ali (a.s) hakkindan fazlasını isteyen kendi kardeşi Akil'le yaşadiği olayın sonunda ona şöyle demektedir:
Akıl olayından daha tuhaf olani, adamın birinin bir akşamüstü gözlerden irak bir şekilde bana macuna benzer bir helva getirmesiydi, hiç sevmediğim, en hoşlanmadiğim harekettir bu... Engerek yilanın salyasi, kusmaği gibi geldi bana!.. "Nedir bu?" diye sordum, "Hediye mi, zekatmi, yoksa biz Ehl-i Beyt'e haram edilmiş olan sadakamı?!" Adam yüzüme bakıp "Ne o, ne öteki" dedi, "Sadece sizin için küçükbir hediye!

Analar yasinda ağlasın senin! Dedim, "işin din tarafından girip -sakıncası olmadiğini ima etmeye ve beni kandirmaya galişiyorsun öyle mi?"
Bu yaptığının ne demek olduğunu bilmez misin be adam? Sara hastaliğin mi var senin? Deli misin? Yoksa gecenin bu vaktinde sayikliyor musun!?"
Evet, masum imam kendisine sunulan rüşveti, engerek yilanının kusmağina benzetmekte ve onu böyle görmektedir.

Aklıselim sahibi hiç kimsenin heveslenmeyeceği, aklindan dahi gecirmeyeceği bir şeydir bu İsmet nuruyla hakikati bu şekilde görebilen biri elbette ki ne onu elde etmeyi aklindan gecirecek, ne de bilerek veya bilmeyerek ona elini uzatacaktir.
Masum insan günahin gerçek yüzünün cehennem ateşi olduğunu görür ve bu nedenle de ne zihni ve fiili olarak ona asla bulaşmaz. Böyle birine şeytanin hiçbir şey yapamayacaği ortadadir.


Şahid Gafil Değildir

Müminler Emiri imam Ali (a.s) melekleri anlatırken onlarda ismetin nasil tahakkuk bulduğunu da çok güzel şekilde izah etmektedir. Meleklerin vasifları, şahid olan ve muşahede eden birinin gafil, ihmalkâr ve unutkan olamayacağini, şeytanin ve iblis'in tuzağına diüşmeyeceğini göstermektedir.
------------------
Nisa, 10.
Nehcu'l-Belağa, s.346, hutbe: 224; irşadu'l-Kulub, c.2, s.216.
--------------------
... Gözlerini uyku basmaz onlarin, akıl ve zihinlerinde hata, ihmalkarlik ve unutmaya yer yoktur. Vücutlari hiç. Yorulmaz, unutkanlik nedir bilmezler.
Peygamberlerle imamlar da böyledir; yanlış düşünmezler, yanlışa ve günaha zihinlerinde yer vermezler, gaflet uykusuna kapılmazlar, unutkanlik ve yanlişlikla bir şeyler yapma hastaliği onlarda yoktur, fikir ve amellerinde sapma ve hata olmaz, kötü bir ahlakları görülmez.

Masumun Gunah işlemeye Gücü Vardır

Masum insan, istese de günah işleyemeyecek olan, günah işleme güçü ve iradesi bulunmayan biri değildir. Bilakis, günah işleyebileceği halde işlemez, buna güçü olduğu halde yapmaz. Başka bir değişle yaratilişi itibariyle "günah işlemez" değildir. Mantik açısından günah işlemesi "imkansiz değildir, ama günah işlemez ve işlemeye de niyetlenmez."

Kisacasi, ismet hasleti insanin doğal güç ve yeteneklerini geçersiz kılmaz, dumura ugratmaz. insan doğa ve yeteneklerinin her birinin gerekleri vardir; bunlar helal yolla giderilebilecegi gibi haram yollarla da giderilebilir.

İsitme duyusu güzel sesler ve nagmelerden hoşlanır, görme duyusu güzel manzaralar seyretmek ister ve bundan haz duyar; tatma dokunma ve koklama duyulan da böyledir. Bu duyu ve güclerin bastırlmasi doğru olmadigi gibi normal durumlarda imkansizdir da. Bu nedenle her duyunun geregi yerine getirilmeli, ihtiyaçları karşilanmali, ama bu helal yoldan yapilmalidir.

Masum insan nefsini ve duyularını kontrol ederek bilgi ve davranişta hata ve günahtan korunmaya, sakınmaya çalışır; ama ayni zamanda doğal güç ve duyularina kendisi yön verip onlari kemale de erdirir. Mesela daha öncede belirttigimiz gibi şehvet ve öfke yetilerini, yine bu duyuları kemali olan tevella ve teberra doruğuna yüceltir.

Masum insan nefsini antıp iradesini güclendirerek günah işleme imkânını kendisine yasaklar ilmi ve ameli olarak bu yasagi uygular ve öyle bir hale gelir ki günahtan kacınmak adeta ikinci doğasi oluverir ve nefsi; günahi kendisi için imkansiz telakki eden bir durum alir. Yani günah işlemek, masumun doğasi ve yaratılışında "imkansiz" bir durum olmadigi halde kişisel çaba ve şahsi ğayretiyle bu yetenegi kazanir.

Ehl-i Beyt İsmetin Zirvesindedir

Hz. Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.a) kendisi ve Ehl-i Beyt'tnin ismet makami hakkında şöyle buyuruyor:
Ben, Ali, Hasan, Haseyin ve Hüseyin'in evlatlarından 9'u her nevi günah ve kötülükten arı, uzak ve masumuz. Bir başka hadiste de kendisi, Hz. Fatima (s.a) ve 12 İmam için şöyle buyuruyor: Yüce Rabbim biz Ehl-i Beyt'i gizli ve açık bütün kötülük ve günahlardan arıtmıştır.
---------------------

Nehcu'l-Belağa, s.39, hutbe: 1; Biharu 1-Envar, c.54, s.176, hadis:
Ayetullah Cevadi'nin konulu tefsiri, c.9, s.l-16'ya kadar özet ve eklerle birlikte.
Uyun-u Ahbari'r-Riza, c.l, s.64, bab: 6, hadis: 30; Menakib, c.l,s.295; Keşfu'l-Gumme, c.2, s.509; Biharu'l-Envar, c.25, s.201, bab: 6, hadis: 13.
el-Firdevs, c.l, s.54.
------------------
Hz. imam Cafer Sadık da (a.s) peygamberlerle imamlarin ismeti hakkında çok güzel bir beytinde şöyle buyuruyor: Peygamberlerle vasileri hiç günah işlemezler, zira masum ve arınmıştırlar.

Müminler Emiri İmam Ali'yle (a.s) kadınların ulusu Hz. Fatima validemiz (s.a), bu iki kâmil insan ve ucsuz bucaksiz marifet deryalarinin 11 evladi, ismet düşmanlanyla konuşurken kendisinin gizli ve acik her günahtan an ve beri oluşlarını ve esasen bu özellikleri nedeniyle
yüce Allah tarafından kiyamete kadar her konuda herkese hüccet ve örnek gösterildiklerini defalarca vurğulamış, kendilerini Allah'in ihlasli kulları olarak tanımlamış; heva, heves ve nefsani arzular, şeytan ve günah nedenlerinin onlara nüfüz edemeyeceğini hatırlatmışIardır.

EHL-İ BEYT HAKK'IN SEVGİLİSİDİR

Bu Sevilmenin Nedeni, Tıynet ve Mayalarının Temiz Olmasıdır
Ehl-i Beyt'in (a.s) günah ve kötülüklerden tamamen uzak durup tertemiz bir tiynet ve mayayla yaşamasi ve bütün olumlu vasıfları en mükemmel halıyle taşımaları, Yüce Allah'ın (c.c) sevgi ve muhabbetine mazhar olmalarının en önemli sebebidir.

Yüce Allah (c.c) Kur'an'da onlan, olumlu sifatlarin en üstünü olan "her acıdan temiz ve dürüst olma" sıfatıyla övmektedir ki bu, aynı zamanda onların "korunmuş Kitab"in hakıkatlerine ulaşa bilmelerinin de nedenidir....

Her nevi kötülükten- temizlenip arınmış olanlardan başkası dokunamaz ona...:
Nitekim bu "Korunmuş Kitabin" sırrına erip onun hakikatlerini anlayabilmiş olduklarından tüm varlık âlemine vakıftırlar ve bütün gerçeklerin amili, Hakk'ın bütün emir ve hükümlerinin uygulayicisi ve mutlak hayırdırlar. Bu sifatlar bu büyük zatlarin doğrudan doğruya Yüce Allah'ın eğitim ve terbiyesiyle O'nun Rabbaniyetinin gölgesinde yetişen ve O'nun tarafından seçilen "has kullar" olduklarını göstermektedir.

Maya ve karakterlerinin temiz olmasi "Korunan Kitab"a dokunup erişebilmiş olmaları ve Yüce Hakk'ın bütün emirlerini canla başla yerine getirip uyğulamaları onları Hakk'ın sevgilisi kılmış, O'nun rızasını kazanabilmelerini sağlamıştır.... (Kendilerini her türü kötülük ve günahtan arıtmayı kabullenerek) arınıp temizlenenleri sever...

Onlarin bütün olumlu sıfatları zat ve mayalarının temizligine işarettir. Adalet, haktan ve batildan yana olma, tevekkül ve sabir, iman ve yakin, tevbe ve istiğfar, cihad, calışma ve gayret gösterme, fedakârlık, özveri ve affetme gibi hasletleri, bu büyük zatları Hakk'ın sevgilisi kılmış ve O'nun nezdinde tüm varlıklar arasında "en çok sevilen" olmalarını sağlamıştır.
.,Şüphe yok ki Allah çok tevbe edenleri sever... ...Şüphe yok ki Allah adil olanları sever... ...Şüphe yok ki Allah tevekkül edenleri sever..
-----------------

el-Hisal, c.2, s.608, hadis: 9.
Vakia, 79.
Bakara, 222.
Bakara, 222.
Maide, 42.
Al-i İmran, 42.
----------------------
Bütün bu ayetlerden de açıkca anlaşılacağı üzere Allah katinda sevilmenin ölçüsü, bireyin nezih bir karakter ve hamura sahıp bulunmasi; akıl, ruh, psikoloji, kalp, ahlak ve amelinin tertemiz olmasidir.

Kur'an'da da buyrulduğu üzere Ehl-i Beyt'in "Her nevi günah kötülük ve çirkinlikten arınmış" olmaları Yüce Allah'ın lütfu ve büyük zatların kendi gayret ve cabaları sonucu hâsıl olmuş ve onları Hakk'ın sevgilisi olan "ihlaslı kullar" haline getirmiştir.

Hz. Resulullah'ın (s.a.a) En Sevdikleri

Ehl-i Beyt Yüce Allah katında "mahlûkatın en sevilenleri olduğundan Hz. Resulullah'ın (s.a.a) da en çok sevdikleri kimselerdi. Zira Peygamber-i Ekrem efendimiz (s.a.a) Allah-'ın sevdiğinden başkasını sevmez. Onun tevella ve teberrasi, Allah'ın tevella ve teberrasidir, onun sevgi ve dostluğu Yüce Allah'in sevgi ve dostlugudur.

Binaenaleyh Hz. Resulullah'in (s.a.a) onlari herkesten daha çok sevmesi de, bu büyük zatlarin Yuce Allah katinda en sevilen kullar olduklarini göstermektedir.
Ümmül-Müminin Ümmü Seleme validemiz (r.a) şöyle anlatir': Bir gün Fatıma (s.a) Hz. Resulullah (s.a.a) için bir kapta un helvasi getirdi. Hazret "Ali'yle iki evladin neredeler?" diye sorunca Fatima (s.a) evde oturduklarını söyledi. Peygamber (s.a.a) "Onlara, kendilerini buraya davet ettiğini şöyle" buyurdu.

Çok geçmeden geldiler. Onde Ali'yle çocukları vardi, Fatima da onların ardı sıra yürüyordu. Hz. Resulullah (s.a.a) kerevetin üzerindeki Hayber abasını alıp onlari yanina oturttu ve abayi kendisinin, Ali'nin Fatima ve çocuklannin üzerine çekip "Ya Rabbim!" buyurdu, "Bunlar benim Ehl-i Beyt'im ve kulların arasında benim en sevdiklerimdirler.

O halde bunlari her çeşit günah ve cirkinlikten koru, tamamen arıtıp temiz kıl!" bu sırada şu ayet nazil oldu: Ey Ehl-i Beyt, şüphesiz Allah sizden her nevi günah, kötülük ve çirkinliği gidermeyi ve sizi layik oldugu vechi ile antip tertemiz kilmayi dilemiştir.
Müminler Emiri imam Ali (a.s) şöyle buyurur: "Birisi Hz. Resulullah'in (s.a.a) yanina gelip "Ey Allah Resulü, sizin en çok sevdiğiniz insan kimdir?" diye sordu.

Bu sırada ben, Hazretin yanına oturmuştum. Eliyle beni gösterip "Bununla eşi ve iki oğlu!" buyurdu. "Onlar benden, ben de onlardanım " sonra iki parmağını birleştirerek "Bunlar cennette benimle -birlikte- böyledirler" buyurdu. "

Ehl-i Beyt'e itaat, Sevilmeye Sebeptir

Bu makama erişmek ve Yüce Allah'in sevgisini kazanmak isteyen kimse Allah'in, Resulu'nün (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'inin yolunda yürümeli, hayatını onların istediği şekilde yönlendirmeli, içini ve dışını, ahlak ve davranışlarını antip temizlemeli ve
Yüce Allah'ın buyruğuna uymalıdır: Deki, "eğer Allah'i seviyorsaniz, bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
--------------
Ahzab, 33.
Keşfu'l-Gumme, c, c.l; s.45.
Ahzab, 33.
- şeyh Tusi, el-Emali, s.452, altıncı oturum, hadis: 1007; Biharu'l-Envar, c.37, s.44, bab: 50, hadis: 21.
---------------
Evet, yukandaki ayetten de net olarak anlaşıldığı üzere Hz.Resulullah'in (s.a.a) emirlerine uyup ona itaat etmek, Yüce Allah'in sevgi ve rızasini kazanma sebebidir ve bizzat

Hz. Resulullah (s.a.a) ummete Ehl-i Beyt'ini can gönülden sevmesini emretmekte, her konuda onların izinde yürümelerini önemle vurğulamakta, böylece Allah'in rıza ve sevgisinin kazanılmış olacağini hatırlatmaktadir.

Yüce Allah'i, size vermiş olduğu nimetlerden dolayi sevin ve O'nun rızasi için beni, benim rızam için de Ehl-i Beyt'imi sevin! Çok ünlü bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyurmaktadirlar: Benim gibi yaşayip, benim gibi ölmek ve Yüce Rabbimin diktiği ebedi cennette yaşamak isteyen kimseye benden sonra Ali'yi sevmek, Ali'yi seveni sevmek ve benden sonraki imamlara uymak farzdir.

Çünku onlar bendendirler, benim soyumdurlar, benim hamurumla yoğrulmuş, benim tiynetimde yaratilmişlardir ve onlara ilmi anlama rızkı verilmiştir. Ümmetimin içinde onlarin üstünlüğünü inkar edip onlarin benimle olan akrabalik bağına saygi göstermeyenlerin vay haline! Ya Rabbim! Böylelerine benim şefaatimi nasip eyleme.


Allah Katında Sevilmenin Ölçüsü

Yüce Allah'in rıza ve sevgisini kazanmak isteyen kimse, başta Hz.Resulullah (s.a.a) gelmek üzere Ehl-i Beyt'in (a.s) yolunu izlemeli, onlan örnek almalıdır. Bunu yapan kimse, zamanla kendi kapasitesi oranrnda manevi bir temizlik ve iffet mertebesine ulaşir, böylece Yüce Allah'ın rıza ve sevgisine mazhar olur. Zamanla öyle bir hale gelir ki bütün hal ve davranişları düzelip Yüce Allah'in rizasına matuf olur.

Bu da O'nun indinde pek sevilmesine yol acar. Bu makama ulaşabilmek ancak Ehl-i Beyt yoluyla mümkündür. Çünkü bu yolun bütün iniş çikişlarını en iyi bilen onlardir. Sadece rehber değil, bizzat yolun kendisidir onlar, bu nedenledir ki "Dost'a giden yolun en mükemmel kılavuzlarıdirlar.

Yüce Allah'ın sevgisini kazanabilmenin kistasi onlardir. Çünkü onlar kâmil insanlardir. Allah'in sevdigi velileridir ve diğer insanların kendilerini onlarla ölcmesi emredilmiştir. Bir Müslüman, Allah katinda sevilip sevilmediğini, kendisinin onlarla olan irtibatina bakarak anlayabilir.

Başka bir deyişle, Yüce Allah'a doğrudan ulaşmasi imkansiz olan kul, O'nun mazharlarına sarılmak suretiyle O'nun rızasini ve yakınlığını kazanabilir. Allah'ın mazharları ise O'nun hüccet-i baliğasi (ulaşan hüccet) ve apaçik delili sayilan Habibullah ve halifesi olan sevgili Resulü'yle (s.a.a) onun mübarek Ehl-i Beyt'idir.

Ehl-i Beyt imamlan Yüce Allah'in yeryüzündeki hüccetleri olduğundan Muslüman bir bireyin kendi fikir, inanç ve amellerini onlara bakarak ölçmesi gerekir. iç, ve dış, dünyasında onlara benzeyip onlar gibi yaşayanlar Yüce Allah'ın rizasina nail olacak, aksi yönde hareket ederlerse Onun gazabına uğrayacak demektir.

Kısacası; Ehl-i Beyt Yüce Allah'ın katinda en sevilen kullar konumundadir. Allah'in rizasina nail olmak isteyenler onlara uymali, onların yolunu izlemeli, yüce Allah'la kendileri arasında onlari vasita edinip tevessulde bulunmalidir. Onlari sevmek ve onlara tevessulde bulunmaksa, günlük yaşamında onlari örnek almak, onların inandiği gibi inanmak ve yaşamaktir:
-----------
Al-i imran, 31.
Şeyh Saduk, el-Emali, s.364, elli sekizind oturum, hadis: 6; Biharu'l-Envar, c.27, s.76, bab: 4, hadis: 5; Sünen-i Tirmizi, c.5, s.662; el-Müstedrek-u ala's-Sahihayn, c.3, s.163.
Kenzu'l-Ummal, c.12, s.103, hadis: 34198; Feraidu's-Simtayn, c.l, s.53, Hilyetu'l-Evliya, c.l, s.86.
---------------
Ey Ehl-i Beyt! Gerçekten siz bizi Allah'a doğru götüren vesilelersiniz. Sizin sevgi ve yakılığınıza güvenerek ve sizin yüzünüz hürmetine Yüce Rabbimizin huzurunda bagişlanıp kurtuluşa ermeyi umuyoruz.

Bu güven ve ümit ançak onlari gerçekten sevmekle mümkündur; bu işe bireyin bütün hayatında onları örnek almasi ve gerçekten onlarin izinde yürümesi demektir. işte bu, risaletin ucreti ve karşiliğidir. Hakka ulaşmanın yolu, O'nun rızasini kazanmanin yordamidir. Kur'an'da da buyrulduğu gibi:
De ki; ben buna -yaptiğim din tebliğine- karşılık, Rabbine doğru bir yol tutmayi dileyen -insanlar olmaniz-dişinda sizden bir ucret istemiyorum.

Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurur: "insani cennete götürecek tek şey, tevhid ve tevhidde ihlaslı olmak, "Allah'tan başka Allah yoktur" cümlesini ihlasla söylemektir. Tevhidde ihlas, Allah'in dininin bütün hükümlerine uymak ve hepsini yerine getirmektir, tevhidin günaha engel olmasi demektir.

Ehl-i Beyt'i sevme ve onlara uyma konusunda ihmalkâr davranmamaktir. Hz. Resulullah'tan (s.a.a) "lailaheillallah"ta ihlasli olmanin ne demek olduğu sorulduğunda "benim size bildirnekle görevli olduğum ve ugruna gönderildiğim şeyi uygulamak ve Ehl-i Beyt'imi sevmektir!" buyurdular.
"Sizin Ehl-i Beyt'inizi sevmek ve onlarin velayetini kabul etmek, kelime-i tevhidin bir parcasi ve vazgeçilmez şarti midir?" diye sorulunca hazret "Evet" buyurdu.

Silsiletu'z-Zeheb Hadisi'nde bu nokta, Hz. İmam Rıza (a.s) tarafında da vurğulanır: Yüce Allah "Tevhid benim kalemdir, bu kaleye giren benim azabimdan âmânda olur" buyurmaktadir. Ama bunun şartları vardir ve beni sevip velayetimi kabullenmek te bu şartlardan biridir!

Binaenaleyh Ehl-i Beyt'i sevip onların velayetini kabullenmemiş, olan kimse, tevhidde ihlasa sahip degildir, bu durumda tevhid inanci giderek onun batınından uzaklaşacak ve ahirette tevhitsiz olarak haşredilecektir.

Allah'ın Rızası Ehl-i Beyt'in Rızasındadır

Tevhid ve ihlasta "Allah'in velisi" olma şerefine kavuşup velayete varabilmiş, biri aslinda "Huve'l-Veli" olmuş ve bütün boyutlarda mükemmel bir muvahhid kesilmiş demektir. Böyle birinin emirlerine itaat edip ona gereken saygi ve sevgiyi göstermek, Yüce Allah'a itaat edip O'nun rızasini kazanmaya sebep olacaktir.

...Hiç şüphe yok ki sana biat edenler, Allah'a biat etmiş, olmaktadirlar.
Herkes ona uymak ve emirlerine itaat etmekle yüümlüdür. Zira o, kulla Rabbi arasında vasita olabilecek ve şefaatte bulunabilecek kimsedir; onun rizasi Rabbinin rizasi, Rabbinin rizasi da onun rizasidir çünkü.
-----------------
Biharu'l-Envar, c.99, s.249, bab: 10, hadis: 9.
Furkan, 57.
Biharu'I-Envar, c.3, s.13, bab: 1, hadis: 30; Mustedreku'l-Vesail,c.5, s.358, bab: 36, hadis: 6081.
Uyun-u Ahbari'r-Riza, c.2, s.135, bab: 37, hadis: 4; Biharu'I-Envar, c.3, s.7, bab:1, hadis: 16.
Fetih, 10.
---------------

Yüce Allah, Resulu'yle onun Ehl-i Beyt'inin rizasina fevkalade önem vermekte ve Kur'an-i Kerim'de şöyle buyurmaktadir.
...Elbette seni, hoşnud olacagın kibleye çevireceğiz... Hz.Resul-i Ekrem Efendimizle (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin (a.s) rızasi, Yüce Allah'in {a.s) rizasi olduğu ve "Allah'ın rızasi, Ehl-i Beyt'in rizasi sayildiğindan" , onlar "rıza" makaminda da tevhid ehlidirler. Yani Allah'in istediğinden başka şey istemezler; kendilerinin veya başkalarının rızasını değil, sadece yüce Rahman'in rızasını ararlar.

Onlar mutlak anlamda Allah'a teslim olduklarindan, onlara teslim olup emirlerine uymak ve onların rıza ve hoşnutluğunu elde ederek Yüce Allah'ın rızasını aramak da herkese farzdır."Dost"a doğru yürüyen kimse, yaşamının bütün alanlarında onlara uymali, onları örnek almalıdır. Herkes kendi ölçü ve kapasitesi oranında onların velayetinden azami ölçüde faydalanarak ulvi insani derecelere ulaşmalidir.

Hak Teâla Hazretleri (c.c) Kur'an'da onların yol ve sünnetini bizlere açıklayip tanitmakta, birçok ayette onların ahlak ve davranış özelliklerini dolayli ve dolaysiz üsluplarla bizlere anlatip ögretmekte, böylece onlardan geregince faydalanmamizi istemektedir.

Bu düstur ve yaşam biçimlerinin genel tavsiye ve soyut temellerinden öteye giderek pratiğe dönüştürülebilmesi için onların hayat tarzlar, niyetleri, fikirleri, davranışları ve yaşam biçimlerini en ince ayrıntilarıyla bize anlatarak onlari örnek almamizi kolaylaştirmaktadir.

...Şüphe yok ki iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler... ... Ve derler ki, biz sizi sadece Rabbimizi hoşnut edebilmek için yedirip doyuruyoruz ve sizden hiçbir karşılık ve teşekkür de beklemiyoruz... ... Hiç Şüphe yok ki namazım ve ibadetim, yaşamım ve ölümüm Âlemlerin rabbi olan Allah içindir...

EHL-İ BEYT RAHMET YUVASIDIR

Rahmet merhamet gösterip bagışlamak, üitüfta bulunup affetmek, şefkat ve sevgi göstermek demektir.
"Rahmet" kelimesi Kur'an'da da çeşitli anlamlarda kullanilmiştır. Bu anlamlan bilmek ve ne olduklarini kavramak, farz olduğu gibi, rahmeti elde edebilmek için gerekli zemini hazirlamak da herkese farzdir.

Rahmet ilahi bir hakikat ve rabbani bir gerçektir. Hak Teâla'nın nice sifatlarından sonsuz-sinirsiz bir sifat ve O'nun mukaddes zatıyla bir olan vasiflarindandir. Bu ilahi vasif, başta insan gelmek üzere bütün mevcudatin yaşamında çeşitli tecelliler ve turlü tezahurlerle kendisini gösterir.

Bütün kainat, bütün mahlukat, görünen ve görünmeyen yüzleriyle yaratılmışlar aleminin tamami en büyüğünden en küçük zerresine kadar tüm mevcudat, Yüceler yücesi Rahman Rahim Allah'in sonsuz rahmetinin birer cilvesi ve O'nun lutuf, sevgi merhamet, rahmet ve bağış deryasından bir sızıntıdırlar.
Kur'an-i Kerim'de Rahmet
----------------------
Bakara, 218.
Keşfu'l-Gumme, c.2, s.29; Luhuf, s.60; Biharu'I-Envar, c.44, K.367, bab: 37.
Bakara, 218.
İnsan, 9.
En'am, 162.
--------------------
Kur'an-i Mecid birçok ayette rahmet ve rahmetin eserinden söz eder. Bu ayetlerden birkaç örnek verelim.

1- İnsanların olğunlaşıp kemale ermesine vesile olan ve hem dünyevi sorunlarını gidermeleri hem ahiret azabından kurtulmalarına yarayan peygamberlik ve risalet, Kur'an dilinde "Allah'ın Rahmeti" olarak tanımlanır. Yüce Allah bu rahmetini dilediğine verir, bu buyük makami ve mevkisi, gerekli liyakate sahip kulları arasından diledigine lütfederek onu, insanlara vahiy iblağ edip hidayet yollarını gösterme göreviyle vazifelendirir.
... Allah, dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir.

2-Kur'an-i Kerim bazi görev ve vazifeleri, bilhassa kisasve diyet konusundaki bazi huküm ve kurallari da cezayi hafifletmeyi Yüce Allah tarafıdan topluma bir rahmet olarak tanımlar.... Bu -hüküm- Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir...
3-Kur'an-i şerif güzel ahlaki yumuşak huyluluğu ve insanlara hoşgörülü davranmayi Yüce Allah'ın insana birrahmeti olarak tanimlar:... -Ey Peygamber!- Yüce Allah'tan bir rahmet olarak onlara yumuşak davrandin...

4-Kur'an-i Mecid, kurtuluşa layik olanlarin kiyamet günü azaptan kurtarılması ve onlardan azabın giderilmesini "Allah"ın bir rahmeti" sayar.... O gün kimden azap giderilirse kesinlikle Allah ona acımış ve onu esirgemiştir. işte apaçık olan kurtuluş ve mutluluk bu olur.
5-Kur'an-i Mecid, Hakk'ın rahmerine inanip O'ndan ümitvar olmayi günahkârlar için tevbeye teşvik unsuru olarak görmekte ve peygamberine "insanlara deki: Allah, kullarina rahmette bulunmayi kendisine farz kılmıştır.

O halde bilmeyerek bir günah işleyip bir çirkinliğe bulaşacak ve sonra da pişmanlik duyup işledigi çirkinlikten vazgecerek kendisini islah eden kimse affedilecek, rahmete tabi tutulacaktir, çünkü Allah pek bagişlayici ve pek merhamet edicidir" buyurmaktadir.

Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde onlara de ki; "Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti kendisine farz kildi. O halde içinizden kim bir cehalet sunucu bir kötülük işler, sonra tevbe eder ve kendisini islah ederse, şüphesiz O, bagişlayandir, esirgeyendir.

6-Birçok ayette Kur'an, Yüce Allah'in, kullarına birrahmeti olarak takdim edilir....işte size Rabbinizden apaçık bir belge, bir hidayet ve bir rahmet gelmiştir...
7-Kur'an-i Kerim birçok ayette insanlara şöyle der: Eger Hakk'ınrahmetini dilemez, onu aramazsanız ve ya Hakk'ın rahmeti size ulaşmazsa her şeyinizi kaybeder, bütün varlığınızı yitirirsiniz, amelleriniz boşa
-------------------
Bakara, 105.
Bakara, 178.
Al-i imran, 159.
En'am, 16.
En' am, 54.
En'am, 157.
---------------
gider ve ebediyyen hüsrana uğrarsınız: Eger Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydi kesinlikle husrana uğrayanlardan olurdunuz.
8-Her şeyi ilahi hakikatlerle manevi degerlere hidayeteden Kur'an-i Kerim, Yüce Allah'in rahmetinin kimseye sebepsiz ve boş. yere nasip olmadiğını buyurmakta; kurtuluş nedeni, saadet sermayesi ve cennete giriş sebebi olarak gördüğürahmetin, iyilerle salih amel işleyenlere mahsus olduğunu vurgulamaktadir:... Doğrusu, Allah'ın rahmeti, iyilik yapanlara pek yakındır.

9-Kur'an-i Mecid Yüce Allah'in rahmetini dunyada sorunlardan ve zorluklardan kurtuluş vesilesi; düşmanlarinelinden, zalimlerin zulmunden kurtulma vasitasi sayar:Böylece -azap indigi sirada- onu ve onunla birlikte olanları katimizdan bir rahmetle kurtardik. Ayetlerimizi yalan sayan ve inanmayanların kökünü kuruttuk...

10-Kur'an-i Hekim, insanda ilahi feyzlerin tecelli kaynagi olan gönül ferahlığı, buyüklük, tevekkül ve güçlü birkaraktere sahip olmayi Allah'in rahmeti olarak tanimlar:Derken, katimizdan kendisine bir rahmet verdigimiz ve tarafimizdan kendisine ilim ögrettigimiz kullarımızdan bir kulu buldular.

11-Kur'an-i Mecid sevgili islam Peygamberini (s.a.a) bütün âlemlere rahmet olarak görür: Biz seni âlemler için, rahmetten başka şey olarak göndermedik.

12-Kur'an-i Kerim kış mevsiminde olen tabiatın baharesintileriyle yeniden dirilip rürlu bitkilerle çiceklerin yeşermesini ağaçlarin hareketlenmesini, toprağın canlanip yeşermesini Yüce Allah'in rahmetinin eserleri olarak tasvir eder. Şimdi Allah'in rahmetinin eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünün nasil dirilttiğini gör şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, her şeye giüç yetirendir.

13-Kur'an, her varlıkta belli bir şekilde kendisini gösteren ilahi rahmeti, istisnasiz bütün mahlukati kapsayan bir lütüf olarak tanımlar ve en gelişmiş teknolojik gereclerle bile görülmeyen zerrelerin dahi rahmetin kapsamında olduğunu vurğular:... Ve rahmetim her şeyi kapsamıştır...
14-Kur'an'a göre, Allah'in rahmetinden ümidini kesenler, sadece kafirlerdir:... şüphe yok ki, kafir olandan başkasi, Allah'in rahmetinden ümidini kesmez...

15-Kur'an'a göre Allah'ın rahmeti mal, mülk, servet ve makamdan daha üstün ve daha iyidir. O halde hayatını bunlar icin harcamak ve gereğinden fazla mal için çabalamak yerine, iman ve salih amel işlemek suretiyle Yüce Allah'ın(c.c) rızasını kazanıp O'nun rahmet ve bereketine şamil olmak elbette ki daha doğru ve daha akillicadir. Rabbinin rahmeti, onların toplayıp biriktirdiklerinden daha hayirlidir...
----------------------
Bakara, 64.
A'raf, 56.
A'raf, 72.
Kehf, 65.
Enbiya, 107.
Rum, 50.
A'raf, 156.
Yusuf, 87.
Zuhruf, 32.


8
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT




Rahmet Madeni

Bu ve benzeri ayetlere binaen, Yüceler Yücesi'nin saltanatinda olan varlık âleminde Hakk'ın rahmetinden daha değerli ve daha hayırlı bir şeyin olmadigini cok iyi bilmek ve bunu asla unutmamak gerekir.

Semavi ve melekuti maarif ışıgında, bu dünya ve ahiret dunyasında ilahi rahmet madeninin Ehl-i Beyt olduğu da bilinmektedir. Ehl-i Beyt'ten olup ismet makamına sahip bulunan ve haktan gayrı şey söylemeyen Hz. İmam Hadi (a.s) Camia Ziyaretinde Ehl-i Beyt'i(a.s) rahmetin madeni olarak tanımlar. ...rahmet madenisiniz...

Binaenaleyh bütün varlığını yitirip husrana ugramamak, kiyamette Allah'in azabından âmânda olmak, hesap verirken Hakk'ın kolaylığını görmek güzel ahlakla süslenip tevbeye muvaffak olmak, Kur'an-i Mecid'den yarar sağlamak,

iyi ve iyiliksever olmak, kurtuluşa ermek, sabirlı ve geniş kapasiteli bir kişiliğe kavuşmak Hz.ResuH Ekrem Efendimizin (s.a.a) risaletinden azami ölçüde faydalanmak, ümitsizlik belasına yakalanmamak, üstün hayra ve ileri feyze ulaşmak isteyen kimse Ehl-i Beyt'i taniyip sevmeli ve onlarin yolunda yürümeli, onların sünnetini yaşamalı, onlara itaat etmek olan tevessülden asla vazgeçmemelidir.

Böylece ilgili ayetlerde geçen bütün hayir ve lütuflara erişecek ve sonuçta Hakk'ın özel rahmet, lütüf, hidayet ve inayetine mazhar olup dunya ve ahiret saadetine kavuşacak, ebedi hayra, ölümsüz zafere ve kalici kurtuluşa erisecektir.

Hz.Resulullah Efendimiz (s.a.a) 23 yillik risalet ve peygamberlik süresince defalarca ümmetine Ehl-i Beyt'ini hatirlatip vurgulamasının nedeni, kendisinden sonra, Ehl-i Beyt olmaksızın islam ve Kur'an hakikatlerini anlayabilmenin imkansiz olmasidir.

Onlara uyup onlari izlemek asıl Islam ve şirat-i Mustakim'i bulabilmek mümkun değildir; onlarin izinde yurümeden Yüce Rahman'in rıza ve rahmetini kazanıp dünya ve ahiret saadetine erişebilmek imkân dişidir. Ehl-i Sünnetin güvenilir ravilerinden olan Zeyd b. Erkam'dan aktarılan şu rivayet, yine Ehl-i Sünnetin en muteber kaynaklarinda kayitlidir:

" ..."Humm" denilen ve Mekke'yle Medine arasinda bulunan bir göletin olduğu mekânda Hz.Resulullah (s.a.a) bizlere bir konuşma yaptı. Konuşmasina besmeleyle başlayip Yüce Allah'a hamd-u sena ettikten ve bizlere birkaç ögütle nasihatte bulunduktan sonra şöyle buyurdu:
Ey insanlar, ben de bir insanim ve yakında Hakk'in habercisi bana geldiğinde o haberi alacak ve aranızdan ayrılıp Hakk'a kavuşacağım. Bu dünyadan göçmeden öncearanızda benim için pek değerli ve ağır olan iki emanet birakiyorum. Birincisi, hidayet ve nur taşiyan Allah'in kitabidir. Allah'in kitabını iyi ögrenin ve onunla amel edin ve ona sımsıkı sarılın!

Hz.Resulullah (s.a.a) sözünün burasında Allah'ın kitabi'na gereken önemi vermemiz konusunda teşvikte bulunduktan sonra sözlerini şöyle sürdürdü: Diğeri de Ehl-i Beyt'imdir! Ehl-i Beyt'im hakkında sizeAllah'tan korkmanizi hatirlatirım! Ehl-i Beyt'im hakkında Allah'tan-korkmanizi hatirlatirım! Ehl-i Beyt'im hakkında Allah'tan korkmanizi hatirlatirım!

--------------------
Mefatihu'l-Cinarv Camia ziyareti.

-----------

Rahmet Cilveleri: Ehl-i Beyt

Hz.Resulullah Efendimizin mübarek Ehl-i Beyt'i rahmet madenidir. Bu muhterem zatları taniyip basiret ve bilincle ögrenerek onlara uyan ve onları sadece sevmekle kalmayip izlerinde yürumeyi de ihmal etmeyen kimse hiç şüphe yok ki hem bütün hayat boyunca,
hem can verirken, hem de berzah ve kiyamette Yüce Allah'in rahmetine şamil olacak ve bu büyük insanların şefaat ve lütfuyla karşılaşaçaktır. Hz. imam Muhammed Bakır'ın da (a.s) buyurdugu gibi :

Siz şialar, ölüm vakti gelir de son nefesiniz bogazınıza dayandigında ölüm meleği cikagelir ve şöyle der: "Umdugun şey sana verildi, korktuğun tehlike senden giderildii" Sonra Rabbi, o miskin kuluna cennet kapilarından bir kapi açar ve şöyle denilir: Bak! İşte cennetteki evin orasi! İşte sevdiklerin: Resulullah, Ali, Hasan ve Hüseyin! Rabbin şöyle diyor sana:

Onlar iman edenler ve Allah'tan sakınanlardir. Dünya ve ahiret hayatinda müjde onlaradır dünyada vahiyle, ahrette de Rablerinin hitabi ve meleklerin diliyle). Haris Hemdani şöyle anlatır:

"Bir gün Müminler Emiri imam Ali'yi (a.s) ziyarete gittim. "Seni buraya getiren sebep nedir?" diye sordu, " Ey Müminlerin Emiri, size olan sevgi ve tutkum getirdi beni buraya!" dedim. "Beni çok mu seviyorsun?" buyurdu, "Vallahi evet efendim!" dedim, bunun üzerine şöyle buyurdu:

Bak Haris! Şunu bil ki son nefesin girtlağina geldiğinde beni nasil seviyorsan öyle göreceksin! Keza, bazi insanları, sürüye ait olmayan bir deveyi sürüden kovarcasina Kevser Havuzu'n dan uzaklaştirip kovduğum sırada beni gördüğünde de yine, sevdiğin gibi görmüş olacaksın! Yine beni Resulullah'ın önü sıra elimde Hamd sancagi'yla Sirat'tan geçerken gördüğünde de beni nasıl seviyorsan öyle görmüş, olacaksın!

Alla, Hz. imam Muhammed Bakır'ın (a.s) yakın sahabesi olan Muhammed'den nakille imam'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: Allah'tan korkun: hak yol olan şiiliğinizi Yüce Allah'a itaatte çaba gösterip O'ndan sakınmak suretiyle koruyun. Sizlerin Hak yolda yürümeniz nedeniyle tadacağiniz en büyük zevk ve ulaşacağınız en büyük nimet;

Dünyadan ümidinizi kesip ahretin kapisına dayandiğinızda Yüce Allah tarafından nimet ve bagişlarla karşilanip cennetle mujdelenmeniz, korktuğunuzdan âmânda- olmanız ve inandiginız dinin hak olduğunu tam anlamıyla görüp iman etmeniz, Ehl-i Beyt'in (a.s) dininden başka dine uyanların batil yolda gidip helak olduğuna şahid olmanızdır.
---------------

Sahih-i Muslim, c.4, s.1492, bab: 4, hadis: 2408 (biraz farkla);Sunen-i Daremi, c.2, s.889; Miisned-i Ahmet b. Hanbel, c.7, s.75;Sunenu'l-Kubra, c.10, s.194 ve... Yine şu kitaplarda: Umde, s.118;Taraif, cl, s.114, hadis: 174; Biharu'l-Envar, c.30, s.588, bab: 3.
Tefsir-i Ayyaşi, c.2, s.124, hadis: 32; Deaimu'l-islam, cl, s.75;biharu'l Envar, c.fi, s.177, bab: 7, hadis: 5.
Yunus, 63-64.
şeyh tusi, el-Emali, s.48, ikinci oturum, hadis: 61; Keşfu'l-Gumme, cl, s.140; Biharu'l-Envar, c.1816, bab: 7, hadis: 9.
el-Mehasin, c.l, s.178, bab: 39, hadis: 164; Biharu'l-Envar, c.6,s.187, bab: 7, hadis: 22.
--------------------
Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyuruyor: Canımı elinde tutan Rabbim'e andolsun ki hiçbir ruh, ya cennet meyvesinden ya zakkum agacından yemeden vücudundan ayrılmayacaktir. Herkes ölüm meleğiyle karşıIaştiği sırada beni, Ali'yi, Fatıma'yi, Hasan'i ve Hüseyin'i görecektir.
Eger bizleri seven biriyse ölüm meleğine ona iyi davranmasını söyleyecek, "çünkü o, beni ve Ehl-i Beyt'imi severdi" diyeceğim. Eger bize düşmansa ölüm meleğinin ona çok sert davranmasini isteyecek ve onun bana ve Ehl-i Beyt'ime duşmanlik etmiş olduğunu söyleyeceğim.

sudeyr Sayrefi pek ünlü bir rivayetinde şöyle anlatir: Hz. İmam Cafer Sadık'a (a.s) "Canım size feda olsun, mümin insan ruhunun kabzedilmesinden rahatsiz olur mu?" diye sordum. Hazret "Vallahi hayir" buyurdu, "zira ölüm meleği onun ruhunu almıya geldiğinde sevinir ve acele eder, bunun üzerine ölüm meleği ona der ki, "Ey Allah'in dostu, acele etme, telaslanma.

Muhatnmed'i elçilikle gönderene yemin olsun ki ben sana babandan daha şefkatli, ondan daha sevgi doluyum. Her iki gözünü de aç ve gör!" Bu sırada Hz.Resulullah'la, Müminler Emiri, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Hüseyin'in soyundan gelen imamların yanı başında olduğunu görür.

Ona "işte" denilir, "Dostların Allah Resulü, Müminler Emiri Fatima, Hasan ve Hüseyin burada, yanındalar" Bunun üzerine gözlerini açıp bakar ve bu sırada onun ruhuna şöyle seslenilir: "Ey Muhammed ve Ehl-i Beyt'iyle huzur bulan ruh! Onların velayetinden razı ve onlar tarafından memnun edilmiş olarak Rabbine dön ve kullarıma, yani Muhammed'le Ehl-i Beyt 'ine katıl ve cennetime gir Bu durumda onun için ruhunun bedenden ayrılıp Hakk'ın nidasına huzurla lebbeyk demekten daha tatlı bir şey yoktur artık.

Şarşırtıcı Bir Olay

Ünlü İslam âlimi ve felsefe üstadı düşünürlerden Hüseyin Ali Raşit Efendi'nin manevi konumu, mükaşefe ve kerametleri dillere destandır. Muhterem pederi Ahmed Molla Abbas Türbeti hazretlerinin son nefeslerini verirken bizzat görmedikçe inanılmasi zor olan yaşadiği bir olayi gayet sade ve akici bir üslupla anlatirken şöyle diyor:

Rahmetli babamda pek çok şaşirtici vakialara şahid olmuşuzdur. Bunlardan biri de, anlamakta hala zorluk çektiğim son saatleridir. Babam hicri şemsi tarihinin 1322 Mihr ayının 24. gününe müsadif hicri kameri 17. şevval 1362 Pazar günü, şafaktan yaklaşik 2 saat sonra vefat etti. Sabah namazını yatakta uzanir halde kıldıktan sonra iyice fenalaştı.

Can vermek üzere oldugunu düşünerek ayaklarini kibleye çevirdik. Son ana kadar şuuru yerindeydi ve yavaşca bir şeyler mırıldanyordu. Galıba can vermek üzere olduğunu sezmişti. Son söz mübarek "Lailaheillallah" cümlesi oldu ve can verdi.

Ölümünden tam bir hafta önce, yani yine Pazar günü, sabah namazından sonra kibleye doğru uzanıp abasini yüzüne çekmişti. Bu sırada inamlmaz bir şey oldu. Adeta bir yerden gün ışığı vururcasına veya elbisesinin altında lamba yanıyormuşcasina bütün vücudu tepeden tırnağa ışıyıverdi!
----------------
Beşaretu'l-Mustafa, s.6; Biharu'l-Envar, c.6, s.194, bab: 7, hadis:
el-Kafi, c.3, s.127, "Enne'l-mumine ya yekrehu ala kabz-i ruhih" babi, hadis: 2; Fezailu'ş-şia, s.30, hadis: 24; Te'vilul-Ayati'z-Zahire, s.770; Ehlibeyt.6, s.196, bab: 7, hadis: 49.
--------------
Hastalıktan sararmış olan yüzü şeffaflaşmişti ve ince abasının altından kolayca görülebiliyordu! Birden hafifce kımıldadiğini gördük, yatakta uzanmış haliyle "Selamun aleykum ya Resulullah! şu fakir kulunuzu görmeye gelmeniz ne şeref!" diyerek Hz.Resulullah'i (s.a.a) selamladi.

Sonra da birer bire onlarla görşuyormusşcasina müminler Emiri imam Ali'den (a.s) başlayarak 12 imama kadar bütün Ehl-i Beyt imamlarina sirayla selam verdi ve kendisini görmeye geldikleri için teşekkür etti. Sonra da Hz. Fatima validemize (s.a), ardından da Hz.Zeyneb'e (s.a) selam verdi ve bu sirada epey ağlayarak "Zeyneb Ana! Sizin için çok gözyaşları döktüm!" dedi.

Sonra da annesini selamlayip "Anneciğim, sana ne kadar teşekkür etsem azdir; bana helal ve temiz sut verdigin için sana minnettarım!" dedi. Şafak söküp güneş. Çıktıktan 2 saat sonrasına kadar bu hali böylece sürdü ve derken, vücudundan vuran ışık kayboldu, normal haline döndü.
Cehresi normal halindeki gibi soluklaşti. §te bundan tam bir hafta sonra yine Pazar günü ve aynı saatlerde, yani sabah namazından sonrasından başlayarak durumu agirlaşti ve 2 saat sonra sessiz ve sakin bir şekilde ruhunu Yüce Yaradan'a teslim etti.

O olaya şahid olduktan birkaç gün sonra babama, "Rivayetlerde büyüklerimizin böyle haller yaşadiğini okuyup duruyor, keşke bizzat kendi gözlerimizle şahid olabilsek diye hayiflanınız. Oysa ben bu halleri o gün sizde gördüm; bu halin ne olduğunu öğrenmeyi çok isterim!" dedim. Babam duymazdan geldi Bunu birkat; kez tekrarlayınca "Bu kadar üzerime gelme oğul!" diye konuyu kapatmaya çalişti.

Bunun üzerine "Babaciğim" dedim. "Seni üzmek istemedim; amacım bir şeyler ögrenmek ve maneviyatim yükseltmekti." Başını sallayıp, "Benim sana ögretebileceğim şey yok! Kendin ögrenmelisin!" dedi.

Bu olayın tek şahidi ben değilim, annemle kız kardeşim, erkek kardeşlerim ve halam da bu inanılmaz olaya şahid oldular ve babamın vücudunun tepeden tırnağa ışıdığını gözleriyle gördüler. Bu satırları not aldiğim ana kadar bu iş. Bizim için hala bir sir perdesi olmaya devam ediyor, bunun nasıl olduğunu ve nasıl vuku bulabileceğini kimse anlamış değil!" Hş. 1354 Tir ayının 24'üne müsadif hk. 1395 Receb ayinin 5. Salı sabahı saat: 9.30"
Neden Şii Oldum?

İslam ulemasının en tanınınmış simalarından biri olarak bilinen ünlü Antakyali alim ve mücahid şeyh Muhammed Mer'i Emin Antaki hazretleri (doğ. hk.1314) "Ehl-i Beyt'in mezhebi olan şii mezhebini niçin seçtim?" adlı meşhur eserinde şöyle yazar:
"Şiiliği seçip Hz.Resul-i Ekrem'in (s.a.a) mübarek Ehl-i Beyt'inin mezhebini kabul etmek sebeplerim tamamen ilmi ve tarihi araştırmalarımın sonucudur ve bu ilmi sebeplerin başta gelenlerini şoyle sıralayabilirim:
-Velayet Ayeti.
-Tatrih Ayeti
-Mübahele Ayeti.
---------------
Fezilethai Feramuş şode, s.149.
-----------

-Meveddet Ayeti.
-Sala ayeti
-Tebliğ Ayeti
-Gadir-i Hum'da bütün sahabenin Hz. Ali'yi (a.s) "Müminler Emiri ve Resul-i Ekrem'in (s.a.a) halifesi" olarak tebrik edip Allah'in Arslani ve ilim şehrinin Kapısı'nın velayet ve imametini kabullenmesi.
-Dar Hadisi.
-Sekaleyn Hadisi.
-Menzilet Hadisi.
-Nuhun Gemisi Hadisi.
-ilim şehri Hadisi.
-Hz. Resulullah'in (s.a.a) halifelerinin sayisinin sadece
12 kişi olduğunu belirten hadis.

Ehl-i Beyt mezhebi olan Şiiliği secmemin en önemli ilmi belge ve delileri yukarıda sıraladiğim bu ayetlerle hadislerdir. Bunların en muteber Ehl-i Sünnet kaynaklarinda da kayıtlı ve belirtilmiş. Olduğunu görünce Şia oldum ve Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin yolunu sectim."
Antakyali Emin Efendi hazretleri mezkûr araştirma-inceleme eserinin sonundaki birkaç nefis sürden sonra şu satırlara yer vermiştir:

"Resulullah Efendimiz (s.a.a) soyu olan Al-i Taha'nin yolunu seçerek şia oldum; onu ve mübarek Ehl-i Beyt'ini başkalarina tercih ettiğim için yakın akrabalarım ve dostlarımla uzun uzadiya tartışmalara girdim. Bu uğurda pek çok mücadeleleri göze aldim, ana- babamdan, yerimden yurdumdan ayrıldım. Rahat yasamimi terk ettim. Bütün bunları neden yapdığımı, bunlara niçin katlandiğimi merak edene şunu derim:

Hakk'i ve hakikati anladiktan sonra ondan vazgeçebilmek ve hakikate sırt çevirmek mümkün değildir. Ben ayet ve hadislerde yaptığım araştirmalar sonucu bu gerçegi fark ettim ve en doğru yolun Ehl-i Beyt'in (a.s) yolu olduğunu anlayınca onların mezhebini seçip şia oldum. Ka'be'nin Rabbi: "Müminlere imam ve veli olarak Ehl-i Beyt'i seçtim" dediğine göre, ben de başkalarının değil, onların izinde yürümeye karar verdim.

Yapdığım araştirmalarda Yüce Rahman katında en üstün ve en değerli varlıkların Hz.Resulullah efendimizle onun mübarek ve pak Ehl-i Beyt'i olduğunu, manevi makam, iman, bilgi, kişilik ve karakter açisindan onların herkesten ileri ve üstün bulunduğunu, Yüce Rahman'in onları önder ve veli olarak seçtiğini, en üstün fazilet ve makamları onlara vermiş olduğunu gördum.

Ehl-i Beyt mezhebinin hak olduğunu gördükten sonra hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeden yolumu seçtim. (Çünkü Yüce Rabbimin Ehl-i Beyt'i (a.s) ve onlarin yolunu Hakk'ın ekseni kildiğini fark
------------------
Li Ma Za Deheltu Mezhebe'ş-şiat-i Mezheb-e Ehlibeyt, s.44-189.
-----------------
ettim, bu nedenle benim yolum ve mezhebim de onlarla birdir artik ve ben Ehl-i Beyt şiasiyim. Hakk'i ve hakikati arayan biri için bu çok büyük bir iftihardir. Kiyamet günü, Al-i Taha'nin (a.s) yolunu ve mezhebini izleyenden başkasi cehennem ateşinden kurtulabilecek midir?"
Evet, Ehl-i Beyt rahmet ve bereket madenidir; bunda zerrece kuşkuya yer bulunmamaktadir. Onlarin velayetine uymak ve izlerinde yürümekten başka kurtuluş yolu yoktur, yüce Allah'ın rizasina nail olup O'nun cennetinde ebedi yaşama kavuşabilmenin yeğane yoludur bu.

Hz.Resulullah Efendimizle (s.a.a) onun mubarek Ehl-i Beyt'inin yolunu izleyip onlara uyan ve hangi Şartlarda olursa olsun onlarin izinden ayrılmayan ve Şeriat-i Muhammediye'den asla sapmayarak onları seven, onlardan gayrı imam ve önder tanımayip dünya ve ahiret saadetini onların velayetiyle mümkün gören kimse elbette Yüce Rahman'in rahmetine Şamil olacak, dünyasi ve ahireti kurtulacak; dünya, berzah ve ahiret âleminde Hakk'ın sonsuz lütuflarina mazhar olduğunu görecektir.


EHL-İ BEYT YERİN VE GÖĞÜN SUTUNLARIDIR

Yeryüzü ve gökyüzünün var olup hala varlığını sürdurebilmesi, hiç; şüphesiz Hz.Resulullah Efendimizle (s.a.a) onun mübarek Ehl-i Beyt'inin yüzü suyu hürmetinedir. Tüm kâinattaki varliklarin düzen ve intizami ve kainatin güvenligi Yüce Rahman'ın izniyle onlarin maneviyat ve nuru sayesindedir. Bizzat kendilerinin defalarca vurğulamış. Olduğu bu hakikati iman ve gönül ehli salihlerden başkasının idraki elbette düşünülemez. Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) bu büyük hakikatleri şöyle izah ediyor:

Şüphe yok ki ceddim Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Allah'in kapisidir ve ondan başka kapi Allah'a götürmez. O, Allah'ım yoludur ve bu yolu sürdüren kimse mutlaka Allah'a varir. Ondan sonra ayni fonksiyonu izleyen kimse Müminler Emiri imam Ali'dir (a.s) ve ard arda gelen diger imamlar için de ayni durum gecerlidir. Evet, yeryüzünün, üzerindekileri sarsmaması için Yüce Rabbim onları yeryüzünün sütulari kilmiştir.

Hz.İmam Seccad Zeynelabidin (a.s) şöyle buyuruyor: Yüce Rabbim gökyüzünü bizim hürmetimize tutmuş. ve O'nun izni olmadan gökyüzünün yeryüzüne düşmesi engellemiştir. Yeryüzünü de bizim sayemizde tutmuş, dünya ehlini sarsmasmi engellemiştir. Yağmuru bizim yüzümüzün suyu hurmetine yagdirir, rahmetini bizim varliğimizin Şualarından yapip yeryüzünün bereketlerini yeşertip bitiriverir.

Yeryüzünde bizden biri olmasa, yeryüzü bütün dünya ehlini bir anda yutar.
Hz. Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.a) şöyle buyururlar: Yildizlar, gökyüzü ehlinin güvence sebebidir. Yildizlar yok olduğunda gök ehli de yok olup gidecektir. Benim Ehl-i Beyt'im de dünya ehlinin güvencesidir, Ehl-i Beyt'im gittiğinde bütün dünya ehli de gidecektir.
-------------------------
Li Ma Za Deheltu Mezhebe'ş-şiat-i Mezheb-e Ehlibeyt, s.367.Ehl-i Beyt Yerin ve Gögün Sutunlarıdır
Usul-i Kafi, c.l, s.197, "Enne'I-Eimme Hum Erkani'1-Arz" babi, hndis: 3; Besairu'd-Derecat, s.199, bab: 9, hadis: 1; Biharu'l-Envar, c.25, H.353, bab:12,hadis:3.
-Şeyh Saduk, el-Emali, s.186, otuz dördüncü oturum, hadis: 15;Biharu'l-Envar, c.23, s.5, bab: 1, hadis: 10; Tavzatu'l-Vaizin, c.l, s.199.
Şeyh Saduk, el-Emali, s.186, otuz dördüncü oturum, hadis: 15;Biharu'l-Envar, c.23, s.5, bab: 1, hadis: 10; Tavzatu'l-Vaizin, c.l, s.199.

--------------
Muminler Emiri de (a.s) şöyle buyurmaktadur: Biz nübüvvet evi, hikmet madeni, dünya ehlinin güvence sebebi ve kurtulmak isteyenlerin kurtuluş vesilesiyiz. Yerle göğün sapasağlam durmasi, Ehl-i Beyt'in maneviyat ve nuraniyeti sayesindedir.
Onlarin melekuti sermayeleri, ruhi güçleri ve kalbi kuvvetleri sadece kendilerine mahsus ve onlara özeldir. Mülk melekûtâlemlerinde onlarin dengi bulunmadigi halde alabildigine mütevazı ve alçak gönülü olup daima istiğfarda bulunmalari da fevkalade çarpici ve saşirticidir.

EHL-İ BEYT İNSAN YETİŞTİREN ÖNDERLERDİR

Dünyanın ve muhtemelen diğer gezegenlerle yıldızların altın, gümüş, akik, firuze, elmas, bakır, demir... Vb. madenleri vardır.
Bu madenler, o gezegende yaşayanlar için fevkalade kıymetli, değerli ve faydalı yaşam gereçleridir.
Maden bilimi, madencilik maden arama, maden bulma ve madenleri atölyelerle fabrikalara taşıyıp işleyerek günlük yaşamda kullanılabilir hale dönüştürmek öteden beri insanoğlunun gayesi olmuş ve bu uğurda ağır zahmetlere katlanabilmiştir. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de insanoğlunun en fazla değer verdiği maden altın olacaktır.

Bu değerli maden nice bir zaman insanın ilgisini cekmiş, onu bulabilmek için insanlar olmadık eziyetlere katlanmış, bulduğu ham altını işleyip saf altına dönüştürebilmek için türlü merhalelerden geçirip türlü eziyetler çekmiş ve külçeler halinde piyasaya sürüp kar elde etmiştir.

Ancak altının serüveni burada bitmiyor. Külçe altınlar sanat ustalarının elinde akçeye dönüşmekte veya ülkelerin para birimlerinin gücü olarak merkez bankalrında korunmakta ya da zanaatkârların elinde gerdanlık, yüzük, bilezik gibi süs eşyalarına dönüştürülerek insanoğlunun güzellik ve estetiğe ilgisini tatmin etmektedir. Önemli nokta, bütün yeryüzü ve gökyüzünün bir maden olduğu ve bu madenin yerini ve asıl değerini bilenin de,Onun yaratıcısı olan ve bilgisinin haddi sınırı bulunmayan Yüce Allah olduğudur.

Mutlak âlim, hekim ve bilge olan Rahman Allah (c.c) bu büyük maden sahasının altın türü olarak "insan" ı yarattı ve fıtri yetenekleriyle "Allah'ın halifesi" olma makamı ve akıl gücünü; çaba ve gayret gösterip sürekli çalismak süretiyle ortaya çıkarması için onu yeryüzüne yerleştirdi.

İnsanoğlunun bu yeteneklerini kullanarak kendi elleriyle dünyayı ve ahiretini mamur hale getirip her iki cihanda da ebedi saadete kavuşmasını, iman ve takvaya bürünüp güzel ahlakla süslenmek ve ilahi hükümleri uygulamaya koymak suretiyle Hak Teâla'nın irade ettiği gayeyi gerçekleştirmesini, sonuçta kendisi ve çevresi için hayır ve iyilik kaynağına dönüşerek bütün varlığıyla ilahi sıfatların tezahür ve tecelli makamı haline gelmesini istemiştir.

Bütün bunların gerçekleşmesi; "insan" denilen bu altın madeninin, bu madenin gerçek ustaları olan ilahi önderler ve Allah velilerinin eline verilmesiyle mümkündür. Böylece Yüce Allah'ın gerekli bilgi ve
----------------
Nesru'd-Durr, c.l, s.310.
Ehlibeyt'in ümmetin güvencesi ve yeryüzü ile gökyüzünün sütunları olduğuna dair Ehl-iBeyt kaynaklarında çok sayida hadis vardir. Ör: Zehairul-Ukba, s.170, Yenabiu'l-Mevedde, s.19, el-Müstedrek-u ala's-Sahihayn, c.3, s.149; Savaiku'l-Muhrika, 140; Kenzu'l-Ummal, c.6,116, c.7, 217;Mecmau'z-Zevaid, c.9, s,174...vb.
--------------
yeteneklerle donattığı bu ilahi öğretmenler, bu altını saf hale getirip onu gerçek anlamda ilahi bir varlığa dönüştürmektedirler.
Rahmet ve merhameti sonsuz olan Yüce Allah, insanoğlunu; onu en mükemmel şekilde eğitip yetiştirerek kemale erdirebilecek güç ve yeteneğe sahip olan ve bu konuda dengi ve emsali bulunmayan Ehl-i Beyt'e doğru yönlendirmektedir.

Bu değerli maden, kendisini bütün değersizliklerden temizleyip saf altına dönüştürebilecek önder ve öğretmenlerine neden sırt çevirmekte ve kendisini daha da kirletme yollarına tenezzül etmektedir acaba?

İnsanoğlunun kendisini "değer hırsızları ve kıymet korsanları"nın eline teslim edip "insaniyefinin yağmalanmasına seyirci kalması, bütün değerlerini kaybetmesi ve en canavarmahlûkları bile ürkütecek bir canavara dönüşmesini anlayabilmek gerçekten zordur... İnsanoğlunun bu yanlış yönelişleri karşısında, ilahi çağrı şöyledir:

Gelin Firavunlardan, Nemrutlardan, Karunlardan, Ebu Leheblerden, Ebu Cehillerden, Emevilerden, Abbasilerden ve onların çağdaş doğu ve batı versiyonlarıyla zihniyetlerinden kendinizi arıtın, yaşamınızı ve kişiliğinizi bu kirlerden temizleyip kendinizi peygamberlerle evliyaullah imamların ilahi ellerine bırakın, bu durumdan altın külçeye dönüşen kişiliğinizi eğitip terbiye edecek ve her birinizi birer Selman, Ebuzer, Bureyr, Züheyr, Meysem, Reşid Hicri, Hucr b. Adiyy...'e dönüştürerek dünya ve ahiret saadetine kavuşmanızı sağlayacaklardır;
Şu gönlünü al biricik Rahman'a ver

Sen damlasın, gel damlayı deryaya ver,
Âşık isen, hiç kalmasın senden eser
Mecnun isen her şeyini Leyla'ya ver Ferhat isen çık şu "ben'inden dışarı
Şirin olup Ferhad'ını Mevla'ya ver
Mest oluban kanatlanıp uçmak için
Can kuşunu şu küfürden kurtarıver
Derme çatma şu akıldan sıyrıl artık
Aklını da fikrini de canana ver
Zahitlere cennetleri, hurileri
Bencileyin miskinlere aşkını ver
Hasretinde yandı gönül, etme artık
Şu miskine nazar eyle, bir bakıver
Bir bakışın yeter "ben"i yok etmeye
Kurtar beni şu "ben"imden salamı ver.
Her solukta bir puta yöneldi gönül
Putları kır, can evini "Rahman"a ver.

EHL-Iİ BEYT SALİKLERİN ÖRNEK ALDIĞI ÖNDERLERDİR

Daha önce hak yolunun yolcularına salik denildiğini ve dost evinin saliklerinin günlük yasamın bütün boyutlarında Ehl-i Beyt'i örnek almaları gerektiğini hatırlatmıştık.Rahman Allah (c.c) kemal ve faziletlere ulaşmanın yolunu göstermiş, bu yolun bilge kılavuzlarının masum Ehl-i Beyt olduğunu ve onların izinden gidilmesi halinde maksuda ulaşılacağını buyurmuştur.

Ancak, her insanın kendisine has bir kapasitesi vardır ve Ehl-i Beyt'in (a.s) ulaşabildiği fevkalade ulvi mertebelere onlardan başkasının ulaşmasının mümkün olmadığı da bilinmelidir. Nitekim Cebrail gibi kullukta pek güçlü ve pek ulvi bir melek bile onların ulaştığı mertebeye yaklaşamamıştır.
Bir parmak daha ileri gidecek olursam yanarım!

İnsanlara Örnek

Hak Teâla Hazretleri (c.c) Ehl-i Beyt'i bütün insanlığa olarak göstermiş ve herkesin kendi kapasite ve yetenekleri ölçüsünde onlardan fayda almasına istemiştir.
Allah gökten su indirdi ve dereler kendi kapasite ve miktarlarınca çağlayıp aktı...
Bu ayetin tevilinde şöyle denilmiştir. "Yüce Allah gökler âleminden insanoğlu için hayat suyu olan ilim ve bilgiyi yeryüzune indirmiştir, herkes kendi kapasitesi miktarında bundan yararlanır."
Evet, yatağı daha geniş ve daha derin olan ırmaklar bu hayat suyundan daha fazla alabilecek, ihsan makamına ulaşacak kadar varlık ve kapasitelerini genişletebileceklerdir.

Andolsun, sizin için, Allah Resulünde güzel bir örnek vardır.

Bu "Örnek"lik sadece Hz. Resulullah'la (s.a.a) sınırlı bir durum değildir. Yüce Allah ve Resulü: (s.a.a) bu "örnek olma" sorumluluğunun Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonra onun mübarek Ehl-i Beyt'ine verilmiş, olduğunu belirtmekte ve onların Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hak halifeleri, vasileri ve varisleri olduğunu hatırlatmaktadır. Örnek alma makamı şahsa özel olmayıp hukuki bir makamdır ve Hz. Peygamber Efen-dimizden (s.a.a) sonra onun mutahhar Ehl-i Beyt'i bu makama haizdir.

Velayet yolunun yolcusu şunu bilmelidir:
Gaipteki meleklerle aşina olup ünsiyet kurmak ve onların tesbih seslerini duyabilmek için Hz. Resulullah'la (s.a.a) Ehl-i Beyt'ine uymaktan başka bir yol yoktur; onlara uymadan bu yolu katedebilmek imkânsızdır.
-------------
Divan-i Feyz Kaşani'den uyarlayan İ. Bendiderya.
Menakib, c.1, s.178; Biharu'l-Envar, c.18, s.382, bab: 3, hadis: 86.
Rad, 17.
Ahzab, 21.
-----------
Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: Huzur, rahat, rahmet, başarı, güç, ferahlık, memnuniyet, mutluluk, sorunları halletme yolu, zafer, Allah ve Resulu'nün rıza ve dostluğunu kazanma ancak Ali'yle ondan sonraki imamları seven ve onlara uyan kimse içindir.
Hz. İmam Rıza (a.s) diyor ki;

Yüce Allah'ı arada hiçbir perde olmadan gönül gözüyle görmeyi ve O'nun da kendisine aynı şekilde doğrudan doğruya nazar etmesini isteyen kimse Muhammed oğullarının velayetini kabullenmeli, onların düşmanlarına düşman olmalı, onların arasında muminlere imam olana uyup ona itaat etmelidir. Bu durumda Kıyamet Günü geldiğinde Yüce Allah arada hiçbir perde olmaksızın ona nazar edecek, o da Yüce Rabbini müşahede edecektir!

Resulullah'ın (s.a.a) mübarek Ehl-i Beyt'i kulluk ve ubudiyetin bütün yollarıyla insani kemallerin bütün mertebelerini aşıp fazilet ve maneviyat menzillerinin tamamını ihlasla katettiklerinden herkesin önderi olmuş ve herkes için alınması gereken "örnek" haline gelmiştir.
Onlar öyle bir mertebeye ulaşmıştır ki Kur'an'ın "kesir" olduğu yerde "kesret'i görürler, basit, tekil ve somut olduğu yerde "basitlik ve basiret'i müşahede ederler. Zira onların hakikati, Kur'an'ın hakikatiyle birdir ve onlar olmaksızın Kur'an hakikatlerinin idrakını varmak ve Rahman'ın rızasını elde edebilmek mümkün değildir.

Dünyaperestler Ehl-i Beyt'i Anlayamaz

Ehl-i Beyt'in velayet ve hakikati Yüce Allah'ın ve Kur'an'ın velayeti ve Kur'an'ın hakikati olduğundan, yaşamının herhangi bir boyutunda onlara müracaat edenler, kendi kapasiteleri ve idrakleri ölçüsünde onlardan fay da sağlar.
Kapasitesi az, orta kapasiteli veya kapasitesi geniş ve güçlü kişiliğe sahip insanların her biri kendi oranında Ehl-i Beyt'i örnek edinerek onları idrak eder, onlara inanıp yollarını izler ve bu idrakle amel oranında da hayır ve mükâfat görürler. Tabiat kuyusuna düşen ve çıkmak istemeyenlerin durumu ise:

-Cehalet ve yoldan çıkmışlığından dolayı karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış yolu bulamayan kimsenin durumu...
Evet, bu durumda olanlar ise risalet ve velayet hakikatını asla anlayamaz, bu gerçeği idrak edemezler. Bu nedenledir ki o büyük insanları örnek almadıkları gibi, onlara düşman da olur, küfre saparlar.

Bu nedenledir ki Kur'an, bazılarının Hz. Resulullah'ı (s.a.a) gözleriyle gördükleri halde onun kişilik, risalet ve nübüvvetini anlamayıp idrak edemeyişlerinin nedeninin "onların maddiyata kapılıp tabiat kuyusuna düşeleri, arzu ve şehvetlerinin batağına saplanmaları" olduğunu buyurur. Bu tür insanlar doğru yolu tanımadıkları gibi,

Hz. Resulullah'la (s.a.a) Ehl-i Beyt'ini de (s.a.a) tanıyamaz, anlayamaz ve bir türlü idrak edemezler. Başka bir deyişle Kur'an'ın maksadını ve batınını anlayamayan veya işine gelmediği için anlamak istemeyen ve dolayısıyla da Kur'an'ın hakikatine tahammül edemeyenler Ehl-i Beyt'in de batın ve mesajını anlayamaz, onlan bir türlü içlerine sindiremezler. Zira seçtikleri hayat

---------------
Tefsir-i Ayyaşi, c.1, s.169.
El-Mehasin, c.1, s.60, bab: 78, hadis: 101; Biharu'l-Envar, c.27, s.90, bab: 4, hadis: 42; Ehlibeyt Der Kur'an ve Hadis, c.2, s.580, hadis:880.
En'am, 122
---------------

tarzları, bilhassa kalplerini perdelemiştir ve bu perde, Ehl-i Beyt'in hakikatini anlayıp onların imamet ve velayetini kabullenmelerini engellemektedir.
Bu perde, günahlarının çoklugu ve tekrarından, işlenen fisk-u fucurdan, kör taassup, tutuculuk ve inattan kaynaklanır ve insanla hakikat arasına giriverir.
... Onların sana baktığını, ama seni görmediklerini görürsün...
Bakıp da göremeyen bu insanların basireti, yani idrak ve anlayış kabiliyeti yoktur. Görünüşte bakıyor ve görüyor oldukları halde hakikat karşısında kördürler. Sürekli günah işleyip kötü ve çirkin işler yapmaları, cahilce tutuculuk gösterip cehaletlerinde ayak diremeleri, gönül ve akıl gözlerine perde indirmiştir:

... Basiret gözlerine, beni anma konusunda gaflet perdesi inmiştir...
Hak Örtülü-Saklı Değildir
Ne Hak Teâla Hazretleri (c.c) ne de Ehl-i Beyt bir perde gerisinde örtülü veya saklı değildir. Bazıları basiret gözüyle Hakk'ı göremiyorsa bu onların kendi kötülüklerinden ve kendi kendilerine çektikleri perdeden dolayıdır; yoksa Yüce Allah zahirdir, görünendir, aşikâr ve apacık nurdur: ...Allah göklerin ve yerin nurudur...

Hakk'ı, nübüvveti ve velayeti görmelerine engel olan bu perde ve hicapları kıyamete kadar kalacak, kıyamette hakikat onlara görünecektir. Hakikat bu dünyada Hz. Peygamber Efendimizle (s.a.a) mübarek Ehl-i Beyt'ine nasıl aşikârsa kıyamette de bu tür insanlara öylesine aşikâr olacaktır. Zira günahkârların yarın öbür dünyada göreceği hakikatleri onlar bugün ve bu dünyada görebilmekte, müşahede ve idrak etmektedirler.

Basiret ehli olanlar da bugün nübüvvet ve velayet hakikatını görebilmekte, onların makam ve konumlarını idrak edebilmekte ve bu nedenle onlan kendilerine örnek alıp izlemekte, emirlerine canla başla itaat etmektedirler:

Sevgilinin yüzüne perde çekilmiş değil

Yolun tozu-toprağı çekilince görürsün.
Evet, hak ve hakikat asla örtülü değildir, risalet ve velayet aşikâr ve şeffaftır.
Yüce Allah'ın ayetleri olan şuhud ve gayb âleminin hakikatleri, kesinlikle örtülü ve gizli değildir, aslında insana perde geren ve görmesini, anlamasını engelleyen şey kendi günahları, önyargıları ve kör taassuplardır. Bunlar onun hakki ve hakikati görmesini engeller.

Bir perde ve engel varsa bu, hak ve hakikatin üzerine değil, gözün ve basiretin üzerine gerilmiş bir perdedir, hak daima aşikârdır ve Hak Teâlada daima tecelli halindedir. Âşıkların velisi, ariflerin evliyası ve Müminlerin Emiri imam Ali'nin (a.s) de buyurmuş olduğu gibi;
Hamd, yarattıklarına, yaradılışları cihetiyle daima aşikâr olan Yüce Allah'a mahsustur.
------------
A'raf, 198.
Kehf, 101.
Nur, 35.
Hafız şirazi Divanı.


9
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT


Ehl-i Beyt nur hakikatleridirler, beden ve vücutları bile bu nurun etkisi altındadır. Hakka ve hakikate duyduğu samimi ilgi ve tutku ve kendi nefsini temizlemiş olması nedeniyle yüreğine nur verilip aydınlatılan kimse onların hakikatını görür, onlara uyar, gözleri görmeyen bir ama bile olsa bu hakikati görür ve idrak eder! Ebu Basir şöyle anlatıyor:

"Bir gün Hz. imam Muhammed Bakır (a.s) ile birlikte camiye girdik. İçeride epey insan vardı, gelip 'gidiyorlardı. İmam "Şunlara sor bakalım, beni görüyorlar mı?" dedi. Ben de rast gele bazilarını durdurup İmam Muhammed Bakır'ı (a.s) görüp görmediklerini sordum. İmam yanı başında, tam karşısında ve gözlerinin önünde olduğu halde kimse hazreti görmiyordu! Bu sırada gözleri ama olan

Ebu Harun Meknuf camiye girdi. Hazret: "Bir de Ebu Harun'dan sor bakalım, o beni görüyor mu" Ebu Harun'a sorduğumda İmamı gördüğünü söyledi ve eliyle imam'a (a.s) işaret ederek "İşte, orada duruyor, görmüyor musun!" dedi. Hayretimi gizleyemeyip "Nasıl görebiliyorsun onu, senin gözlerin ama değil mi?" diye sorunca "Görmemek mümkün mü?" dedi "İmam muazzam bir nur, nasıl da parlıyor, baksana!"

Evet, baş gözü kapalı, ama gönül gözü açık olanlar nerede ve nasıl olursa olsun, nasil tecelli ederse etsin hakikati görür ve anlarlar. Baş gözü açık, gönül gözü kapalı olanlarsa gözlerinin önünde durduğu halde apaşikar hakikatleri göremez, anlayamaz, hissedemezler; bu nedenle de onu yalanlar, reddeder, inkâr ederler.

Birisi Hz. Resulullah'la (s.a.a) mübarek Ehl-i Beyt'i hakkında konuşmalar yapıp onlarin hayatını okumuş, haklarınıda kitap yazmış olduğu halde onların hakikatini göremiyor olabilir. Başka bir deyişle o büyük zatların şahsını görüp şahsiyetini göremeyebilirler. Nitekim bu ulûhiyet nişaneleri ve rububiyet bağının nadide gülleri hakkında bazi laik Hiristiyan araştirmacilar nice kitaplar yazmiş oldukları halde onlara iman etmemiş, hakikati görememiş ve tahrife uğrayan dinleri üzere yaşayıp bu cehalet üzere de ölmüşlerdir!

Hz. imam Musa b. Cafer'in (a.s) hapiste her gün, namazdan sonra, güneşin doğuşundan öğle vaktine kadar secdede kaldığı bilinmektedir. Halife Harun, bazen zindandan bakıp içeride, yerde duran bir elbise görürdü. Bir gün gardiyan Rebiy'i çağırıp "Bu elbise neden hep orada duruyor?" diye sorduğunda Rebiy "O gördüğünüz şey elbise değil, Hz. Musa b. Cafer'dir efendim" dedi, "Her gün, güneşin doğuşundan öğle vaktine kadar secdeye kapanıp öylece kalıverir!"

Harun'un gözleri vardı ve görmekteydi, ama basireti olmadığından hakikati görmekten mahrumdu. Böyle olmasa o hazreti zindana attırmaz, bilakis halifeliği "bu sizin hakkınızdır" der ve kendisi de el-pençe divan, hazretin kulu-kölesi olup ona hizmette bulunurdu.
İslam halifesi olduğunu -haşa- iddia eden Harun'un durumu buyken, imam Hasan Askeri'ye (a.s) işkencede bulunmakla görevlendirilen işkencecilerin amiri olan başgardiyan onların durumundan
-----------------
Nehcu'I-Belaga, s,157, hutbe: 108; A'lamu'd-Din; Biharu'I-Envar,
c.34, s.239, bab; 33.
El-Haraic-u ve'l-Ceraih, c.2, s.595; Biharu'l-Envar, c,46, s.243, bab: 5, hadis: 31
Bu konuya"Ehlibeyt ve Fena Fillah Makamı'nda işaret edildi; fakat bu olay salikler için örnek olması bakımından önemli olduğu için burada tekrarlanmıştır.
Uyun-u Ahbari'r-Riza, c.1, s.95, bab: 7, hadis: 14; Biharu'l-Envar, c.48, s.220, bab: 9, hadis: 24.
Ehl-i Beyt Saliklerin Örnek Aldığı Önderlerdir
-----------
yakınmakta ve İmam'ın (a.s) konusunda düştüğü acziyeti itiraf ederek halifeye şöyle şikâyette bulunmaktadır:
"Onunla ne yapacağını bilemiyorum doğrusu! En gaddar iki kişiyi ona işkenceyle görevlendirdim ama adamlar onun gece gündüz ibadet ettiğini görüp güçlü kişiliğinden etkilendiler ve kendileri de ona uyup ibadete başladilar! Öyle dindar oldular ki,

görmedikçe inanmaniz mümkün değil efendim! Bir gün karşıma alıp "Yahu" dedim, "Ne oluyor size, neyiniz var, neden böyle oldunuz siz?" dediler ki; "Sen onu tanımıyorsun. Gündüzleri oruç, geceleri ibadetle geçiyor. Başkaca hiçbir şey yaptığı yok! Bize baktığında titriyor, titretmekten kendimizi anlamıyoruz!"
Evet, hakikati arayan hakikati görür ve gören de ondan yana olur; şeytani görevi bir kenara itip Rahmani göreve başlar ve Hakk'a hizmet eri kesilir!


EHL-İ BEYT KEMAL VE OLGUNLAŞMA VASITASIDIR

Tohum toprağa düşmedikçe ve toprakla bütünleşmedikçe yeşermez, bitmez, gelişip serpilmez ve olgunlaşıp meyve vermez.
Toprak da temiz olmalıdır.

Temiz olmayan toprak, tohumu yeşertmemekle kalmaz, cürütür de!
Bu nedenle temiz bir toprağa ekilmeyen tohumlar yeşermezler, gelişip meyve veremezler:
...Temiz toprağın bitkisi, Rabbinin izniyle yeşerip biter, temiz olmayan topraktansa pek az ve yararsız ottan başka şey yeşermez...
Toprak aracıdır.

Aracılık sadece tohumun yeşermesinde değil, bütün hakikatlerin tahakkukunda vazgeçilmez şartlardandır. Higçir şey bir başkasının aracılığı olmaksızın gerçekleşmez ve kemaline ulaşamaz.

Mimar malzeme ve işçiler olmadan binalar inşa edemez, vücutlar gıdasız yaşayamaz, gözler ışıksız göremez, kulaklar ses dalgaları olmadan duyamaz. İnsan da böyledir; gerekli vasıtalar olmadan, layık olduğu konum ve makama ulaşamaz.
İnsanı layık olduğu konum ve makam "Allah'ın halifeliği, Âdem'e öğretilen isimleri bilme, hidayet, keramet ve insanlığın doruğuna ulaşma"sıdır. Ama gerekli vasıtaların yardım ve aracılığı olmadan bu ulvi makamlara ulaşabilmesi mümkün müdür?
Elbette ki hayır!

İnsanoğlunun iman, ahlak, salih amel ve takva demek olan insanlığın doruğuna tırmanabilmesi kimlerin, hangi aracı ve ne tür kılavuzların yardımıyla mümkündür acaba?Bunun en mükemmel cevabı bizzat Kur'an-i Kerim tarafından verilmektedir.
------------
Usul-i Kâfi c.1, s.512, "Mevlud-i Ebi Muhammed el-Hasan b. Ali (a.s)" babı, hadis: 23; el- şeyh Mufid, İrşad, c.2, s.334; Ravzatu'l-Vaizin, c.1, s.248; Biharu'l-Envar, c.50, s.308, bab: 4, hadis: 6.
A'raf,58.
-------------
Ehl-i Beyt'in Aracılığı

Kur'an-i Kerim literatüründe insanları Yüce Allah'a yaklaştırabilmek için onları iman, güzel ahlak ve salih amelle donatabilecek kimseler, bizzat bu konularda zirveye ulaşıp örnek haline gelmiş masum, temiz ve üstün kişilikli insanlardır.
Bu insanlar, Hz. Resulullah'la (s.a.a) onun mutahhar Ehl-i Beyt'idir.

Onlar insanları, Yüce Allah'a ve Ahirete doğru yöneltmekte, insanların geçmiş ve gelecekte tanınmasını sağlamakta, onlara Kur'an'ı ve hikmeti öğretmektedir. Onlarda gizli veya aşikâr, zerre kusur, enaniyet ve hata bulunmaz. Her konuda tertemiz olduklarini bizzat kendileri de ifade etmekte, bu cümleden olmak üzere Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:

Biz Ehl-i Beyt'ten Yüce Allah her nevi açık ve gizli kötülük ve çirkinliği tamamen gidermiştir. Tathir ayeti konusunda da Hazret şöyle buyuruyor:
Biz, Yüce Allah'ın her nevi kir ve kötülükten arıtıp tertemiz kılmış olduğu bir aileyiz.
Müminler Emiri imam Ali de (a.s) gayet çarpıcı bir vecizesinde şöyle buyurmaktadır:

Yüce Allah, Hz. Peygamberin emrine itaat edilmesini emretmiştir: çünkü peygamber masum ve paktır, asla insanlara günah işletmeyi emretmez. Yüce Allah "ululemr"e itaat etmeyi emretmiştir, çünkü onlar da masum ve paktırlar ve asla günah işlemeyi emretmezler.
Hz. İmam Hasan Müçteba de şöyle buyurmakta: Yüce Rabbim, biz Ehl-i Beyt'i İslam'la onurlandırdı ve bütün yarattıkları arasında bizi seçerek her türlü günah ve kötülükten arıtıp tertemiz kıldı ve bizi bütün temizlik ve iyiliklerle donattı. Günah ve çirkinlik "şüphe" dedir; şüphe bizden giderilmiş olduğundan biz Yüce Rabbimiz ve O'nun hak dininden asla şüpheye kapılmayız, Keza Rabbimiz bizi her türlü gevşeklik, kararsızlık ve sapmadan arıtmıştır.

Hz. imam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurur: Biz tavsife sığmayız. Yüce Allah'ın her nevi kötülük ve hatadan arı kılmış olduğu bir gurubu tavsif edebilmek mümkün müdür?
Hz. İmam Cafer Sadık da (a.s) şöyle buyuruyor: şüphe ve günah ateştir; ne bizdendir, ne bize doğru gelir.
Hz. imam Hadi (a.s) Camia-i Kebire ziyaretinde şöyle buyurur:
-----------------
El-Firdevs, c.1, s.54; Menakib, c.2, s.176; Biharu'l-Envar, c.23, s.116,bab:7, hadis: 29.
Ed-Durru'l-Mensur, c.6, s.606.
İlelu'ş-Şerai, c.1, s.123, bab: 102, hadis: 1; el-Hisal, c.1, s.139, hadis: 158; Vesailu'ş-Şia, c.27, s.129, bab: 10, hadis: 33398; Biharu'l-Envar, c.72, s.337, bab: 81, hadis: 8.
Şeyh Tusi, el-Emali, s.561; Cuma günü oturumu, hadis: 1174; Biharu'l-Envar, c.10, s.138, bab: 9, hadis: 5.
Usul-i Kâfi, c.2, s-182, "el-Musafehe" babi, hadis: 16; el-Mu'min, s.30, bab: 2, hadis: 55; Biharu'l-Envar, c.27, s.30, bab: 100, hadis: 26.
Usul-i Kâfi, c.2, s.400, "Şekk" babi, hadis: 5; el-Mehasin, c.1, s.249, bab: 29, hadis: 259; Vesailu's-Şia, c.27, s.162, bab: 12, hadis: 22494; Biharu'l-Envar, c.69, s.127, bab: 100, hadis: 10
-------------
Şahadet ederim ki siz, hidayet olmuş ve hidayet edici imamlarsınız. Her nevi hatadan masum ve beri, büyük ve kerametlisiniz. Yüce Rabbim sizi hata, fitne ve sürçmelerden korumuş, manevi kirlerden temizlemiş, kötülük ve çirkinliği sizden gidermiş ve sizi türlü temizlik ve Pakizeliklerle donatmıştır.

Evet, bütün hata ve kusurlardan münezzeh olan Yüce Allah (c.c)vahyi, nübüvvet ve imameti bütün hata ve kusurlardan arıtıp temiz tuttuğu bir aileye vermiş, böylece onların vasita ve yardımıyla makam ve konumlara ulaşıp iman, ahlak, salih amel ve mükemmel terbiye hasletleriyle güzelleşmesini istemiştir; küfür, şirk, nefsine uyup keyfi davranma ve günaha bulaşmaktan uzak durmasini, Allah evliyalarının nübüvvet ve imameti ışığında dünya ve ahiretini bayındır hale getirmesini, likaullah'a ulaşıp ebediyyen cennette yaşamasını dilemiştir.

Bu bir Kitaptır ki Rabbinin izniyle insanları cehalet, sapma, isyan ve tuğyan- karanlığından -marifet, ilim,
İman, adalet ve gerçekte- yenilmez olan o güçlü ve övgüye layik Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdik."
Ey iman ehli! Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin ve peygamber gibi ismet makamına sahip bulurtan Ehl-i Beyt imamları- olan- sizden emir sahiplerine de itaat edin.

Daha önceki satırlarda önemli Şia ve Sünni kaynaklardaki belgelere binaen bu ayette buyrulan "ululemr" veya "sizden emir sahipleri"nin, tıpkı Allah'a ve Resulüne olduğu gibi kendilerine itaat edilmesinin farz olduğu yöneticilerin, bizzat Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) tarafından açıklandığı üzere o Hazretin Ehl-i Beyt'inden 12 İmam (a.s) olduğu ve adlarının teker teker hazret tarafından açıklandığını belirttik.
Binaenaleyh ismet ve temizlik ekseni olan Ehl-i Beyt'in (a.s) masum imamları olmadan iman, salih amel, güzel ahlak ve mükemmel terbiyeye ulaşabilmek mümkün olmayip bundan başka kapılara yönelmek sapma, dalalet ve helakete sürüklenmekle sonuçlanmaktadır.

Şefkatli öğretmen, sevgi dolu eğitici, insanların hidayeti için çırpınan kurtarıcı, ümmetin kurtuluşu saadet kapısı dalalet ve kötülük yolunun engeli Ehl-i Beyt'tir. Birçok ayette, Sünni ve Şia tarafından aktarılan çok önemli rivayetlerde de vurgulandığı üzere Kur'an-i Kerim'de defalarca tekrarlanmakta olan "Sırat-i Mustakim" yani Doğru Yol, Ehl-i Beyt'tir.

EHL-İ BEYT İNSANI ALLAH'A BAĞLAYAN BAĞDIR

İnsanoğlu yaratılışı gereği kemali sever. Yüce Allah mutlak kemal olduğundan, insan, yaratılışı gereği Yüce Allah'i da sever ve O'na karşı içten içe bir sevgi ve eğilim duyar. Bu nedenledir ki her insan eksiklik ve noksanlıklardan kurtulup kemale erişmeye çalışır; kendisiyle Rabbi arasına perde girmemesi ve gaflete kapılmaması halinde Yüce Allah'a eğilim duyar ve O'na bağlanır. Çünkü insan kemali sever, kemale âşıktır. Allah'a karşıbeslediği bu sevgi ve duyduğu bu ilgi, O'na yönelmesini, O'na doğru hareket etmesini sağlar.
-------------------

Et-tehzib, c.6, s.97, hadis: 1; Biharul-Envar, c.99, s.129, bab: 8, hadis: 4; Feraidu's-Sımtayn, c.2, s.18.
İbrahim, 1.
Nisa,59.
Menakib, c.1, s.282; Yenabiu'l-Mevedde, c.3, s.283.
-------------------

Ey insan! Gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda O'na varacaksın.
Mutlak kemale varmanın merhaleleri vardir, en aşağı ve ilk merhaleden başlayarak son merhaleye ulaşır ve bir merhale kat etmeden diğerine ulaşılamaz. Bu varlik âleminin kanunudur. İnişleri ve çıkışları olan bu yolun tamamının kat edilmesi kaçınılmazdır.

Binaenaleyh ulvi mertebelere varmak ve nihayet kemalin doruğu ve mutlak kemalin zirvesine ulaşmak isteyen kimse, bu yolun ilk menzilinden hareket etmesi, yani mutlak kemalin ilk mazharı olan Muhammedi nübuvvetle birlikte ve onun ardı sıra yürümeye başlamalıdır. Bu merhaleye ulaşman öncede velayet merhalesine ulaşmak ve imam Ali'nin (a.s) velayetini kabullenmelidir, zira o, Hz. Resulullah'a (s.a.a) götüren yolun kapısıdır.
Ben ilmin şehriyim, Ali'de kapısıdır. Evet, İmam Ali'nin (a.s) velayetine uymadan, onun ilminden yararlanmadan mutlak kemalin hakikatine ulaşabilmek mümkün değildir.

Hz. Ali'den (a.s) başka bir vasitayla Hz. Resulullah'a (s.a.a) ve böylece likaullah'a ulaşabileceği iddiasi tamamen boş ve imkansizdir.
Binaenaleyh mutlak kemale âşık olup ona ulaşmak isteyen kimse ona doğru ruhsal, manevi ve ameli yolculuğuna başlamadan önce fikri, batini ruhi ve kalbi düşmanlık ve zulmetlerini, Ehl-i Beyt'in nuruyla giderip nübüvvet ve velayete uyarak temizlemeli, sonra da ibadete, hayirli işlere ve hemcinslerine yardıma başlamalıdır. Zira Ehl-i Beyt'in velayeti olmadan ve onlara uyulmadan ne Hz. Resulullah'a (s.a.a) gidilebilir, ne likaullah'a yaklaşılabilir, ne de işlenen ameller kabul görür.

Hz. Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.a) Müminler Emiri İmam Ali'ye (a.s) şöyle buyurmaktadir:
Yüce Allah'ın huzuruna tertemiz ve güvende olarak çıkıp kıyamet dehşetinden tedirginliğe kapılmamayı arzulayan kimse senin, iki oğlunun Hasan ile Hüseyin'in, Hüseyin-'in oğlu Ali'nin, Ali'nin oğlu Muhammed'in, Muhammed-'in oğlu Cafer'in, Cafer'in oğlu Musa'nın, Musa'nin oğlu
Ali'nin, Muhammed'in, Ali'nin, Hasan'ın ve sonuncuları olan, Mehdi'nin velayet ve önderliğini canla başla kabullenmelidir.
Yine Hz. Resulullah (s.a.a) çok ünlü bir başka hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadirlar:

Bazi gurupların, yanlarnda İbrahim oğullarından söz edildiğinde sevinip Muhammed oğullarindan söz edildiğinde rahatsiz olmalarının sebebi nedir? Ne oluyor onlara? Canımı elinde tutana yemin ederim ki bir kul, kıyamet günü 70 peygamberin ameliyle gelecek olsa, benim ve Ehl-i Beyt'imin velayetini kabullenmiş olarak Yüce Allah'in huzuruna çıkmadığı sürece Yüce Allah o amellerin hiçbirini kabul etmeyecektir!
-----------------
İnşikak, 6.
Şeyh Saduk, el-Emali, s.33, elli beşinci oturum, hadis: 1; Şeyh Mufid, el-irşad, c1, s.33; irşadu'l-Kulub, c.2, s.212; el-Hisal, c.2, s.574, hadis: 1; Uyun-u Ahbari'r-Riza, c.2, s.66, bab: 31, hadis: 298; Vesailu'ş-Şia, c.27, s.34, bab: 5, hadis: 33146; Biharu'l-Envar, c.40, s.201, bab: 94, hadis: 4.
Şeyh Tusi, el-Gaybe, s.136; Menakıb, c1, s.293, (biraz farkla); Biharu'l-Envar, c.36, s.258, bab: 41, hadis: 77.
Şeyh Tusi, el-Emali, s.140, beşinci oturum, hadis: 229; Keşfu'l-Gumme, c1, s.384; Biharu'l-Envar, c.27, s.172, bab: 7, hadis: 15.

-----------------
Hz. imam Hadi (a.s) Camia ziyaretinde şöyle buyuruyor:
...Yeryüzü sizin velayet, önderlik, ilim ve imamet- nuruyla aydınlandı, kurtulanlar sizin velayetinizle kurtuldu. Allah rızasına götüren yol sizin sayenizde kat edilir, sizin velayetinizi inkâr eden Yüce Allah'ın gazabına uğrar...

Görüldüğü gibi mutlak kemale ermek için yanıp tutuşan kimse öncelikle Ehl-i Beyt'i tanıdıktan sonra bütün varlığıyla o büyük zatlara uyup emirlerine itaat etmeli, ancak bu yolla "mutlak kemal" ve "likaullah"a ulaşabileceğini unutmamalıdır. Nitekim Yüce Rahman (c.c) Kur'an'da şöyle buyuruyor:
Allah'ı seviyorsaniz bana uyun ki Allah sizi sevsin, Görüldüğü gibi Kur'an, Hz. Resulullah (s.a.a) için insanlara hatırlatmada bulunmakta ve onun şöyle dediği vurgulanmaktadır, Eger gerçekten Mutlak kemali seviyor ve onu istiyorsaniz kutsal feyz, göklerin yerin Nuru, mutlak kemal ve ism-i Azam'ın mazharı olan bana uyup itaat edin ki Hakk'ın sevgisini kazanabilesiniz"

Binaenaleyh Ehl-i Beyt'e sevgi duymanın temelinde, insanın Mutlak kemal'e sevgi beslemesi yatar. Yaratılış doğrultusunda hareket edecek mutlak kemali arayıp ona ulaşmak isteyen ve gayesini yitirmiş olup Hakk'a ve hakikate doğru yola koyulmuş bulunan kimse bu mutlak kemale erişebilmek için önce başka kemallere ulaşması gerektiğini varlığıyla ilgili kemalleri tamamlamak süretiyle ulvi mertebelere ulaşabileceğini bilmelidir.

İslam 'ın sevilen bir şeriat olmasinin nedeni "yol" olmasindandir, ahlaki erdem ve faziletlerin verilmesinin nedeni bu yolun "var" olmasidir, Ehl-i Beyt'in sevilmesinin nedeni de Hakk'ın visaline götüren en mükemmel yol olmasıdır. Nitekim Hz. İmam Hadi (a.s) Camia Ziyaretinde Ehl-i Beyt'i "En sağlam ve en Doğru Yol" olarak tanımlamakta ve birçok rivayette de Ehl-i Beyt İmamları (a.s) kendilerinin "sirat-i müstakim" ve "doğru yol" olduklarını hatırlatmaktadırlar.

...Biz doğru yolsunuz...
Ehl-i Beyt sadece doğru yol ve Hak kemalde en mükemmel kemal değil, ayni zamanda göklerle yer arasındaki köprü ve kurtuluş ipi, felah cismidirler, onlara sarılıp onların yolunu izlemek ve onlara tevessülde bulunmak suretiyle insanin mutlak kemale bağlanacak kadar yükselmesi mümkündür.
Feyzin ilk kaynağı ve kutsal feyz olan Muhammedi hakikatten toprak âlemi ve dünya hayatının sınırlarına kadar uzanır onlar: Rabbinin gücünü ve hikmetini görmedin mi, gölgeyi nasıl da yaymış, uzatıvermiştir?

Evet, Ehl-i Beyt Yüce Allah'ın gökten yere uzattığı kurtuluş halatıdır. Böylece mutlak kemal âşıklarının ona tutunarak bu hakiki ve manevi vesileyle Hak Teâla'nın (c.c.) rızasına ulaşması ve "likaullah"a erişmesi murad edilmiştir.
Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakının ve sizi O'na yaklaştıracak -iman, salih amel ve Allah katında değerli konumları olan- vesile arayın...
----------------
Al-i imran, 31.
Meani'l-Ahbar, s.35, "Me'na's-Sırat" babi, hadis: 5; Tefsir-i Sail, c.1, s.54; Biharu'I-Envar, c.24, s.12, bab: 24, hadis: 5.
Furkan, 45.
Maide, 35.
----------------

Vasiflarindan biri "Zıll-ı Memdud" olan Rızvan-i İlahi'yi kalıcı olarak elde edip ona ulaşabilmek Ehl-i Beyt'e itaatin sonucudur; bu makama erişen, Hak Teâla Hazretlerinin (c.c) maddi ve manevi nimetlerinde faydalanacaktır.

Ehl-i Beyt Yüce Rahman'ın uzatıp yaydığı gölgesi ve O'-nun insanlara uzattığı sağlam kurtuluş halatıdır. Zat'ın meknunundan "zıll'ına, "uzatıp yaydığı gölgesi"ne, nur ve akla, misal ve vehme, cisme, maddeye ve toprağa kadar uzatıp yaymıştır onları, 7 gök ve 7 yerde varlıkları berdevamdır. O halde gayelerin gayesine, mutlak kemale ve meknun-u zat'a ulaşmak isteyenler bu ipe sarılmalı, bu vesileye tutun-malıdır; işte o zaman layık olduğu ve hak ettikleri zirvelere ulaşabileceklerdir.

Mutlak kemal olan sevgiliye ulaşmayı kişilik ve marifet kemallerine erişmeyi dileyen ve Aynullah, Yedullah, Sem'ullah, Vechullah, Nurullah… Vb. hakikatlerden olmayı arzulayan ve Hak Teâla'nın (c.c.) sevgilisi olacak bir hale varmayı isteyen kimse "isimler"in göklerden yerlere kadar yayılıp uzanan kemal mertebelerini Ehl-i Beyt'in vesilesiyle kat etmelidir.



SEMAVİ KİTAPLARDA EHL-İ BEYT
KUR'AN-I KERİM'DE EHL-İ BEYT

Şüphesiz Kur'an-ı Kerim'de iman, cihad, hicret, ihlas, yakin, güzel ahlak, salih amel, gece teheccüdü, seher vakitleri ibadet için uyanmak, doğruluk, sadakat, cömertlik ve eli açıklık gibi söz konusu edilen ayetlerin en bariz örneği Ehl-i Beyt'tir. Nitekim buna Şii ve Sünni kitaplarında da tanık olmaktayiz.

Bu konu o kadar kesin ve nettir ki Şiiler ve hem de Sünniler "İmam Ali (a.s) hakkında nazil olan ayetler" ve yine "Ehli Beyt hakkında nazil olan ayetler" altında kitaplar yazmışlardır.
Kur'an-ı Kerim, Ehl-i Beyt'in varlığının hakikatinin temeli ve kökü olan Resul-i Ekrem (s.a.a) hakkinda apaçık ve net olarak söz etmiş ve Ehl-i Beyt hakkında birçok ayetlerde işaretle de olsa gerçeği açıklamıştır.

Kur'an'ın muhatapları akıl ve mantık sahipleri ve düşünen kişiler oldukları için batın nuruyla ve rivayetleri kabul ederek yine yerinde bir bakışla; İslam ümmeti arasında bu gibi ayetler için Ehl-i Beyt'ten başka mükemmel bir örneğin olmadığını ve bu ayetlerden bazılarının akıl sahibine, onları Ehl-i Beyt hakkında yorumlamaktan başka bir yol bırakmadığı görürler. O yüce zatlar bu ayetlerin en mükemmel örneği olmasalardı ve bu ayetler onlar hakkında yorumlanmasaydı Kur'an ayetlerinin birçoğunun örnek ve tevilinin olmadığını kabul etmek zorunda kalırdık ve bunu kabul etmek ise Kur'an'ın eksik olduğuna inanmak anlamina gelir. Kur'an'ın eksik olduğuna inanmak ise küfür ve dinden çıkmakla eşit olup kıyamet günü azaba uğramaya neden olur. Kur'an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

Onun te'vilini ancak Allah ve ilimde derinleşmiş, olanlar bilir...

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
İlimde derinleşmiş olanlar biziz ve biz biliyoruz onun (Kur'an'ın) tevilini.

Kur'an-ı Kerim'de Resul-i Ekrem'in (s.a.a) şahsiyeti

Kur'an-ı Kerim Resul-i Ekrem'in (s.a.a) azamet ve yüce Şahsiyeti hakkında apaçık bir şekilde şöyle buyurmaktadır: Gerçekten Allah ve melekleri, ona (Peygambere) salat etmektedirler...

Hadislerde, Allah'ın peygambere salatının, O'nun peygambere özel rahmeti, meleklerin peygambere salatinin ise onu medhedip övmeleri veya Allah Teâla'dan onun için rahmet dilemeleri olduğu belirtilmektedir.
Kur'an-ı Kerim, Allah Resulü'ne (s.a.a) öyle bir şahsiyet veriyor ki ona yapılan biatı tam anlamıyla Allah Teâla ile yapılan biat olarak görüyor:
Şüphesiz, sana biat edenler Allah'a biat etmişlerdir... (senin elin Allah'ın eli konumundadır)

Allah ve Resulü'ne (s.a.a) İtaat

Allah ve Resulü'ne itaat etmenin tatlı meyvesi dünya ve ahirette büyük saadete erişmektir. Kur'an-ı Kerim bu konuda şöyle buyurmaktadır:
Kim Allah ve Resulü'ne itaat ederse, şüphesiz büyük bir kurtuluşa erer.
Kur'an-ı Kerim, Allah ve Resulü'ne (s.a.a) itaat edenlerin, kıyamet günü peygamberler, sıddıklar, şehitler ve Allah'ın iyi kullarıyla beraber olacaklarını bildirmiştir:

Allah ve Resulüne itaat edenler Allah'ın nimet (iman, ahlak ve salih amel) verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kullarla birliktedirler; ne güzel arkadaştır onlar!
Kur'an-ı Kerim peygambere itaati Allah'a itaat saymıştır. Bu ayet peygamberlerin dünyadaki bütün varlıklardan üstün olduğunu gösteren en iyi delildir. Allah Teâla şöyle buyurmaktadır:

Peygambere itaat eden gerçekte Allah'a itaat etmiş olur...
Kur'an-ı Kerim Allah ve Resulü'ne itaati cennete girme sebebi, Allah ve Resulü'nden yüz çevirmeyi ve onlara itaatsızlığı ise acılı azaba düşme nedeni bilmiştir. Nitekim şöyle buyurmaktadir:

"Kim Allah ve Resulu'ne itaat ederse, Allah onu altindan ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de yüz çevirirse onu acılı bir azapla azaplandırır."
Kur'an-ı Kerim peygambere (s.a.a) itaati Allah'in rahmetinin kapsamına girme sebebi bilmektedir. Nitekim şöyle buyuruyor:
"Bu peygamberlere itaat edin ki, Allah'ın rahmetine erdirilesiniz."

Buşr b. Şureyh Basri şöyle diyor: imam Muhammed Bakıra (a.s), "Kur'an'ın hangi ayeti daha cok ümit vericidir?" dedim. İmam (a.s), "Senin kavmin bu konuda ne diyor?" buyurdu. Ben, "...Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin..." Dedim.
İmam (a.s), "Biz Ehl-i Beyt (a.s) böyle demiyoruz." Ben, "Öyleyse siz ne diyorsunuz?" diye sordum. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu:
"Rabbin, sana verecek ve sen razı olacaksın." Ayetin Arapçasında geçen "ata" (verecek)dan maksat şe-faattir; Allah'a andolsun ki şefaattir; Allah'a andolsun ki şefaattir."

Rivayetlerde şöyle geçmektedir: "Resul-i Ekrem'in (s.a.a) razı olması Ehl-i Beyt'i ile Şiilerini cennete sokmasındadır."

Kur'an'da Ehl-i Beyt

Kur'an-ı Kerim Tathir ayetinde apaçık bir şekilde Ehl-i Beyt'ten (a.s) söz etmiş ve diğer ayetlerde en mükemmel şekilde ve tam olarak Ehl-i Beyt'ten başkasına tatbik etmeyen birtakım alamet ve nişaneler zikretmektedir.
Abdullah İbn Cafer diyor ki: Hasan ve Hüseyin ile birlikte Muaviye'nin yanında idik. Muaviye dedi ki: "Ey Abdullah İbn Cafer! Hasan'a ne kadar cok saygı duyuyordun?"

Bunun üzerine dedim ki: "Ey Muaviye! Ömer b. Hattab, hilafeti döneminde beni, Ali b. Ebu Talib'e gönderdi ve 'Kur'an'ı bir kitap haline getirmek istiyorum. Kur'an'dan yazmış olduğun ayetleri bana gönder.' diye bir mesaj gönderdi."
Ali bana dedi ki: "Allah'a andolsun ki, (tevil edilebilecek ayetlerle birlikte onlarin tevillerini de yazdığım) benim Kur'anım ona ulaşmadan önce beni öldürür."
Ben, "Neden?" diye sorunca şöyle buyurdu: "Allah Teâla şöyle buyurmaktadır: "Ki ona (her türlü çirkinliklerden) temizlenenlerden başkası dokunmaz"
Yani Kur'an'ın tümüne temizlenmiş olanlardan başkası ulaşamaz. Allah Teala'nin "temizlenmiş olanlar"dan maksadı biziz. Allah'ın çirkinlikleri giderip şu ayetin örneği kıldığı kişiler bizleriz:

"Sonra Kitabi kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik..."
Biz Allah'ın seçtiği kullarız ve Kur'an'ın darbu'l-misalleri (Güzel söz, koku (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir agaç gibidir.) Bizim hakkımızda inmiş ve vahiy bize nazil olmuştur."

"iki (tatlı ve tuzlu) denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar... İkisinden de inci ve mercan çıkar." Ayetinin tevili şüphesiz Resul-i Ekrem'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'idir. İmam Cafer Sadik (a.s) şöyle buyurmaktadir: Ali ve Fatima birbirinin hakikatine geçmeyen iki derin denizdirler. İnci ve mercan Hasan ve Hüseyin'dir. Mecmau'l-Beyan tefsirinde ise Selman-i Farsi, Said b. Cübeyr ve Süfyan-i Surf'den şöyle nakledilmiştir: iki deniz Ali ve Fatima'dir. O ikisi arasındaki engel Muhammed, inci ve mercan ise Hasan ve Hüseyin'dir. Bir rivayette şöyle geçmiştir:

Mübarek Fecir Süresindeki "çift"ten maksat Hasan ve Hüseyin, "tek"ten maksat ise Emirulmuminin Ali'dir (a.s).
Kuleyni, Şia'nin en muteber kitaplarından biri olan el-Kâfi adındaki kitabında, "hüccet" kitabı bölümünde Ehl-i Beyt'i emir sahipleri, hidayet yolunun nişaneleri, zikir ehli, ilim ve ahtte derinleşenler gibi hakikatleri içeren ayetlerin örnekleri olarak tanıtmaktadır.

Şia'nın hadis kaynaklarında, Kur'an ayetlerinde geçen "kurba=yakınlar" söznden maksadın Ehl-i Beyt olduğunu bildiren 304'ten fazla rivayet vardır. Ehl-i Sünnet kaynaklarında da çeşitli kitaplarda "kurba=yakınlar" Ehl-i Beyt ve Ehl-i Beyt imamları olarak geçmiştir.
Mübarek Nur Süresinde şöyle geçmektedir: (Bu kandil) Allah'in yükseltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. Onların içinde sabah akşam O'nu tesbih eder(şanının yüceliğini anar)lar."

Onceki sayfalarda Ehl-i Beyt ve onlann yiice ki§iligin-den soz edildigi halde bu ayette onlarin evlerinden soz edi-lerek soyle buyrulmaktadir: Allah'in nuru, Allah'in yiicelme-lerine, adinin anilmasma, gece giindiiz kendisinin tesbih edilmesine muvaffak ettigi evlerdedir.

Sürekli Allah'ın adıyla dolu olan evler her sabah Allah'ı zikretmek, O'nu anmak ve sevgilileriyle münacat etmenin ışığında günlük amel defterlerini açar, aynı şekilde de devam eder ve gün son bulunca da öylece kapatırlardı. O evin halkı sürekli maşuklarının aşkıyla yaşar, ona ibadet ve itaat etmek icin çaba harcarlardı. Ve buna rağmen bir an bile Allah kullarına hizmet etmekten gafil olmazlardı.

Enes b. Mali ve Bureyde şöyle diyorlar: Resul-i Ekrem (s.a.a) "(Bu kandil) Allah'ın yükseltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir..." ayetini okuyunca adamın biri yerinden kalkarak: "Bu evler hangi evlerdir?" diye sordu. Allah Resulü (s.a.a), "Peygamberlerin evleridir." buyurdu.
-------------
Al-İmran, 7.
Usul-i Kâfi, c.1, s.213; "Rasihune Fi'l-İlim Humu'l-Eimme" babi, hadis: 1; Vesailu'ş-Şia, c.27, s.178, bab: 13; hadis: 33536; Biharu'l-Envar, c.23, s.198, bab: 10, hadis: 31; Tefsir-i Safi, c.1, s.247.
Ahzab, 56.
Tefsir-i Sail, c.4,s.201. 5-Fetih, 10.
Fetih,10.
Ahzab, 71.
Nisa, 69.
Nisa, 70.
Fetih, 17.
Nur, 56.
Zümer, 53.
Duha, 5.
Tefsiri-Firat, s.540, hadis: 734; Biharu'I-Envar, c.8, s.57, bab:21, hadis: 72.
Biharu'I-Envar, c.16, s.143, bab: 7, hadis: 10.
Ahzab, 33.
Vakia, 79.
Fatir, 32.
İbrahim, 24.
Selim b. Kays el-Hilali'nin kitabi: 834, hadis: 42; Biharu'I-Envar, c.33, s.265, bab: 20.
Rahman, 19-22.
Kummi tefsiri, c.2, s.344; Biharu'I-Envar, c.37, s,95, bab: 50, hadis: 61; Tefsir-i Safi, 6412.
Mecmau'l-Beyan, c.2, s.256; Teviu'l-Ayati'z-Zahire, s.615.
Tefsir-i Kummi, c.2, s.419; Biharu'I-Envar, c.24, s.349, bab: 67, hadis: 61; Tefsir-i Safi, 8152.
Müstedrek-i Hâkim, c.2, s.172; Zehairu'l-Ukba, c.25, s.138; Mecmau'z-Zevaid, c.7, s.101; es-Sevaiku'l-Muhrika, s.258/272; Usdu'I-Gabe, c.5, s.367; Nuru'l-Ebsar, s.112; Fezailu's-Sabahe, c.2, s.669; ed-Durru'I-Mensur tefsiri, c.6, s.7; ibn Kesir Tefsiri, c.4, s.169; Kurtubi Tefsiri, s.5841; el-Keşşaf tefsiri, c.2, s.339.
Nur, 36.

-----------
Peşinden Ebubekir kalkarak Ali ve Fatima'nin evine işaret edip "Ey Allah'ın Resulü! Bu beyt de onlardan mıdır?" diye sordu. Allah Resulü {s.a.a), "Evet; onların en üstünlerindendir." buyurdu.
Dolayısıyla, Ehl-i Beyt zikir ehli, tesbih ehli, kâmil ibadet ehli, ihlasla Allah kullarına hizmet ehli idiler ve sürekli söz ve davranışları maşukları ile raz-u niyaz ve münacat halinde olup onu terennüm ediyordu. Kendilerine has beyanları ile Hak Teâla'nın huzuruna şöyle arz ediyorlardi:
Kalbim senin meyinle olmus sarhoş
Adınla yaratıldım oldum bir hoş
Zikrin her derdime deva olmus.
Bu soğuk kalbim onunla şifa bulmuş
Zikrin şu gönlüme bir nur olmuş
Ruha maya, bana da iman olmuş
Kalbim senin zikrinle aydınlanmış
Toprağında zikrinle güller açmış
Sen başlangıç sen âlemin başısın
Sen zahirsin ey gizli, hem açıksın
Sen ey kerim, ey gafur ve ey vedud
Bütün gayba ve şühuda malik-i mülk
Ey rahmetle bu âleme dayanak
Ey rahim, ey hekim ve ey ilah
Sana doğru ey sevgili uçuyorum
Liitfun igin bak kapmi galiyorum
Bir sailim kapında, muhtacım calıyorum
Zavallı bir kulum hep niyaz diliyorum
Göz diktim keremini ümitle bekliyorum
Aşkınla mesttim ben, zikrinle hoş oluyorum
Her iki âlemde kulluktur iftiharım
Evet, evet kulluktur; ebedi bahtiyarım.

Ehl-i Beyt, Nur Süresinde söz konusu edilen şu yüce manevi hakikatlerin en mükemmel ve en kâmil örneklerindendir:
"Kendilerini ne ticaretin, ne de alışverişin Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler. (Onlar), yüreklerin ve gözlerin (dehşetten) ters döneceği günden korkarlar." Evet; onlar iman, amel, ahlak, davranış, niyet ve ihlasları âlemdeki bütün varlıklardan daha üstün ve daha fazla olduğu halde kıyametten korkuyorlardı.

------------
- Şevahidu't-Tenzil, c.1, s.533, hadis: 567; Biharu'I-Envar, c.36, s.117, bab: 39, hadis: 64.
-C. Bendiderya, yazarin Şiirinden esinlenerek.
------------------


TEVRAT VE INCİL'DE EHL-İ BEYT

Kur'an-ı Kerim bazı ayetlerde Resul-i Ekrem'in (s.a.a) sıfatlarının, peygamberliğinin nişane ve belirtilerinin geçmiş, kitaplarda, özellikle Tevrat ve incil'de olduğunu bildirmektedir. Yahudilerle Hıristiyanlar Resul-i Ekrem (s.a.a) peygamberliğe gönderilmeden önce, Tevrat ve İncil'den Peygamber efendimizi tanıyorlardı. Bu nedenle ona katılmak, onun gücü, hükümeti ve maneviyetiyle düşmanlara galebe çalmak için zuhurunu bekliyorlardı.
Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve incil'de yazılı buldukları o Elçi'ye, o ümmi Peygamber'e uyarlar...

Emirulmüminin Hz. Ali'den (a.s) nakledilen bir hadiste şöyle geçer: Bir Yahudi Allah Resulü'ne (s.a.a), "Ben Tevrat'ta senin sıfatlarını şöyle gördüm." dedi; "Abdullah oğlu Muhammed. Doğum yeri Mekke, hicret edeceği yer Medine-i Tayyibe'dir. Ahlaksız, sert huylu, etrafına bağırıp çağıran ve ağzı bozuk değildir. Ben Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ediyorum. Bu servetim üzerinde Allah'ın nazil ettiği şeyle hükmet."
Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrail oğulları, ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderildim." demişti...

HZ.İSA (A.S) VE PERİKLİTUS'UN ZUHURU


Yuhanna'nın İncili

Yuhanna'nın kendi incil'inin 14, 15 ve 16. bölümlerinde naklettiğine göre kendisinden sonra Parkilita: Periklitus ismindeki bir kişinin zuhurunu müjdelemiş, onu dünyanın efendisi, getirdiği dinin ise ebedi olacağını bildirmiştir: Yuhanna incilinde 14.16'da şöyle geçiyor:
Ben de Baba'dan dileyeceğim ve O, sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir Yardımcı (parkilita), Gerçeğin Ruhunu verecek.

Yuhanna'da (15.26) şöyle geçiyor: Ama Baba'nın benim adımla göndereceği Yardıma (parkilita), Kutsal Ruh, size her şeyi öğretecek, bütün söylediklerimi size hatirlatacak.Parkilita kelimesi (Süryanice) Yunanca olan "Periklitus" kelimesinin tercümesi olup çok övülmüş ve son derece meşhur anlamına gelmektedir ki Arapça'ya Mohammed ve Ahmed olarak tercüme edilmektedir.
----------
- Nur, 37.
Bakara, 89.
A'raf, 157.
El-Emali, Şeyh Saduk, s.465, 71. oturum, hadis: 6; Biharu'l-Envar, c.16, s.216, bab: 9; hadis: 5; Tefsir-i Safi, c.1, s.616.
Saf, 6.
Bu bölümün bir kısmı Antlaşmaların Müjdeleri kitabından özet ve eklemelerle kaydedilmiştir.


10
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT


idris'in Kitabı

idris'in (a.s) kitabında da Peygamber efendimize Paraklita adıyla müjdelenmiştir ve o yüce ilahi kişi, Ali (a.s),
Fatima (s.a), Hasan ve Hüseyin kâinatın mihveri ve varlıkâleminin yaratılışının hedefi bilerek şöyle buyurmuştur:
Hz. İdris Babil'de ibadet ettiği yerdeyken, bir gün ashabından bir grubun arasında ilahi vahiyle şu kıssa ona nakledildi:

Bir gün yaratılmışların en üstününün kim olduğu konusunda babanız Âdem'in evlatları ve torunları arasında ihtilaf çıktı. Bazıları dediler ki: O, Allah'ın kendi gücüyle yarattığı, kendi ruhundan üfürdüğü, meleklere onun karşısında saygıyla egilmelerini emrettiği, onu meleklerin öğretmeni yaptığı, yeryüzünün hilafetini kendisine bıraktığı ve bütün varlıkları itaatine geçirdiği babamız Âdem'dir.

Diğer bir grup dediler ki: Melekler, babamız Âdem'den daha üstündür. Çünkü onlar hiçbir zaman Allah'a karşı günah işlememişler ve işlemezler de. Oysa Âdem Allah'ın emrine itaatsizlik etti ve bu nedenle Allah onunla eşini cennetten dışarı çıkardı ve sonunda ona acıyarak tövbesini kabul etti ve onun iman sahibi evlatlarına cennet vaat etti.

Ayrı bir grup ise şöyle dedi: Yaratılmışların en üstünü, Âlemlerini Rabbinin emini olan meleklerin en ileri geleni Cebrail'dir.
Bu şekilde ihtilaflari büyüdü ve her biri kendi görüşünü Âdem'e söyledi.

Bunun üzerine o dedi ki: Aziz evlatlarım! Dinleyin de yaratılmışIarın en üstününün kim olduğunu söyleyeyim size:
Allah beni yaratıp bedenime kendi ruhundan üfürünce ben oturup Allah'ın yüce arşını gördüm. O sırada arşta beliren son derece yüce, güzel, mükemmel, parlak olan beş nuru gördüm. Onların nur ve aydınlığı beni hayrete düşürdü. Bunun üzerine, "Ey Rabbim! Bu yüce nurlar kimlerdir?" diye sordum.
Bana şöyle bir cevap geldi:

Bunlar benim yarattıklarımın en üstünü ve benimle diğer yarattıklarım arasındaki vasıtalardirlar. Onlar olmasaydi ben ne seni, ne gök ve yeryüzünü, ne cennet ve cehennemi, ne de güneş ve ayı yaratmazdım.
Ben, "Ey Rabbim! Bunların isimleri nelerdir?" diye sordum.
Bunun üzerine şöyle bir cevap geldi: "Arşın altına bak."

Bakınca şu beş adın yazılı olduğunu gördüm: Pareklita (Muhammed), ilya (Ali), Taytih (Fatima), Şiber (Hasan) ve Şubbeyr (Hüseyin).
Ve yine şöyle yazılmıştı:
Ey benim yarattıklarım! Beni tesbih edin; Çünkü benden başka ilah yoktur ve Muhammed benim elçimdir.

Bernaba İncili

Yukarıdaki ayetlere uygun olarak Bernaba 39.14-28'de de şöyle geçiyor:
(14) Sonra Âdem kalkıp ayaklarının üzerinde durdu ve gökyüzüne yazdı. Şu yazısı güneş gibi parlıyordu: La ilahe illellah, Muhammed Resulullah. (15) O zaman Âdem ağzını açtı ve dedi ki: Sana Şükrediyorum ey Rabbim! Çünkü sen lütfederek beni yarattın. (16) Fakat "Muhammed Resulullah" kelimesinin anlamının ne olduğunu bana bildirmen için katında inliyorum.

(17) Böylece Tanrı cevap verdi: "Merhabalar olsun sana ey kulum Âdem. Gerçekten sen benim yarattığım ilk insansın. Senin gördüğün o kimse ise senin oğlundur. O uzun yıllar sonra dünyaya gelecek. (20) O, ileride benim elçim olacak ve ben her şeyi onun için yarattım. (21) O yakında âleme nur verecek. (22) Onun ruhu hiçbir seyi yaratmadan altı bin sene önce gök güzelliğine yerleşmişti."

(23) Bunun üzerine Âdem Tanrı'ya yakardı: "Tanrım bu yazıyı benim elimdeki parmaklarımın tırnakları üzerine ver." (24) Böylece Tanrı ilk insanın parmağı üzerine o yaziyi verdi. (25) Sağ elinin işaret parmağının tırnağına şöyle yazdi: La ilahe illellah. (26) Sol elinin tırnağına ise Muhammed Resulullah (s.a.a) yazdı. Böylece ilk insan baba şefkatiyle bu kelimeleri öptü. (27) Ve gözlerini meshederek dedi ki: "Geleceğin o gün ne mübarek gündür senin." Fahru'l-islam "Enisu'l-A'lam" kitabinda şöyle diyor:

Bazi Protestan Hiristiyanların medresesinin kütüphanelerinde, kalemle kâğıt üzerine yazılmış olan İslam öncesi el yazmasi incillerden birinde Hz. İsa'nin Şem'un'a (Petrus) vasiyetlerinin arasında şöyle geçtiğini gördüm:
Ey Şem'un! Tanrı bana şöyle buyurdu: Sana peygamberlerin efendisi ve habibim Ahmed'i tavsiye ediyorum. Onun kızıl renkli bir devesi, ay parçasi yüzü, tertemiz bir kalbi, güçlü bir bünyesi vardır. Âdemoğullarının büyüğü, âlemdekiler için rahmet ümmi ve Arabi peygamberdir o.
Ey İsa! İsrail oğullarrına de ki onu doğrulayarak ona iman etsinler.

Ben, "Rabbim! Kimdir o yüce kişi?" diye arz edince buyurdu ki: "Ey İsa! O Allah'ın bütün âlemdekiler için gönderdiği elçisi Muhammed'dir. Ne mutlu o peygambere ve ne mutlu onun buyruklarini dinleyenlere. Senden altı yüz on sene sonra onu peygamber olarak göndereceğim.

Allah Teala'nin Hz. İbrahim'e (a.s) Vaadi

Allah Teala'nin Hz. İsmail (a.s) hakkında İbrahim'e vaat ettiği şey, rahmet, yücelik, Muhammed'in kutsal nurundan olan nurunun çokluğu ve o vahi semasinin büyük nurundanmeydana gelecek olan on iki parlak yıldızdır.
Nitekim Tekvin'de (17.20) de bu konu apaçık bir şekilde


--------------
M. 1895'te Londra'da Suryanice olarak basildi ve günümüzde de mevcuttur.
Enisu'l-A'lam, c.2, s.199.


---------

Vurgulanarak şöyle geçmiştir:

(20) Ey İbrahim! Senin ismail hakkındaki duanı işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu alabildiğine çoğaltacağım. Muhammed ve onun soyundan gelecek olan on iki imamla onu büyük bir ümmet kılacağım. Yukarıdaki ayetten kastedilen şudur: Tümü Hz. ismail'in soyundan olan Hz. Muhammed ve on iki imam vesilesiyle ona bereket verip yüce bir makama ulaştıracağım. Onun kişilik ve yüceliği bu parlak güneş ve on iki parlak yıldızın zuhurlarıyla daha fazla artacaktır.Bernaba'da (42.13-20) da bu vaade işaret edilerek şöyle geçmiştir:

(13) Hakk diyor ki her zaman size bir peygamber geldiğinde Allah'ın rahmetinin nişanesi sadece bir ümmet için gerçekleşecektir. (14) İşte bu nedenle onun sözü gönderilmiş olduğu gruptan öteye geçmez. (15) Ancak Allah'ın elçisi geldiği zaman Tanrı ona elindeki yüzüğün konumundaki şeyi verecektir. (16) Böylece onun talimini kabul eden yeryüzündeki ümmetler için kurtuluş ve rahmeti tanıyacaktır.

(17) Yakında zalimlere karşı bir güçle gelecektir o. (18) Ve Şeytanın rezil olacağı şekilde putlara ibadeti düşürecektir. (19) çünkü Tanrı ibrahim'e böyle buyurmuştu. Buyurmuştu ki: "Bak! Senin soyun ile yeryüzündeki bütün kabilelere bereket veriyorum. Ve ey İbrahim! Senin putları kırdığın gibi senin soyun da böyle yapacaktır."
208. Bölümde şöyle geçmektedir:

(7) Doğru söylüyorum: ibrahim'in oğlu ismail idi. onun soyundan gelecek olan ibrahim'in vaat ettiği Muhammed'dir. Yeryüzündeki bütün kabileler onunla bereket bulurlar. (8) Kâhinlerin ileri geleni bunu duyunca öfkelenerek: "Bu zalimi taşlayarak ölduümek gerek." diye bağırdı; çünkü o İsmaili'dir. Musa ve onun dinine karşı kâfir olmuştur.

(9) Böylece yazarların kavmi ileri gelenleriyle her biri Yesu'u taşlamak için taşlar aldılar. O da onların gözünden kayboldu ve bedeninden dışarı çıktı. Yukarıda geçen İsmail hakkindaki vaad onun mübarek isminin anlamiyla da uyum içerisindedir. Nitekim Tekvin kitabi 1.26 ve 20.17 ve 17.21 'de şöyle geçmektedir: İsmail, tanridan duyulan anlamındadır.
Yani bu çocuğun İbrahim'e verilmesi gerçekte İbrahim'in duasının duyulması ve kabul edilmesiydi.
Nitekim Resul-i Ekrem'den (s.a.a) de şöyle rivayet edilmiştir:

Ben babam İbrahim'in istek ve duasıyım. Tevrat, incil ve bütün peygamberler Resul-i Ekrem'in (s.a.a) geleceğini ve ona Kur'an'in nazil olacağını bildirmekle kalmamış, ondan hemen sonra yerine geçecek olan halifesini ve onun sifatlarını da bildirmiş, açık bir şekilde ve ima ile müjdeyle ve işaretle Ehl-i Beyt'ten söz etmişlerdir. Hatta Allah'ın peygamberleri Ehl-i Beyt'in beşincisi olan İmam Hüseyin'in (a.s) başına gelen müsibetlere büyük bir hüzünle ağlamışlardır.

Çok Önemli Bir Olay

Nasr b. Muzahim en eski İslami kitaplardan olup Ehl-i Beyt İmamların dönemine yakin bir zamanda yazilmış olan "Vakiat-u Siffin" adli eserinde, Emirulmüminin Ali'nin (a.s) ashabından olan Habbe-i Areni'den şöyle rivayet etmiştir:
Sıffin savaşma giderken Rikka bölgesinde bineklerimizden inip karargâhımızıbir rahibin ibadet etmekte olduğu manastırının yanına kurduk.
Rahip ordumuzu görünce manastırdan dışarı çıkarak Emirulmüminin Ali'nin (a.s) huzuruna çıkarak ona şöyle arz etti: "Bu manastırda, benim yanımda babalarından miras kalan bir kitap var. Bu kitabı Hz. isa'nın özel yarenleri onun döneminde kendi elleriyle yazmışlardır. Ben bu kitabi size göstermek istiyorum."

İmam (a.s), "Getir onu görelim." buyurdu. Bunun üzerine rahip, manastıra giderek kitabı imam'a getirdikten sonra onu imam'a (a.s) kendisi okumak için izin aldı. İmam (a.s) izin verince rahip şöyle okumaya başladı:

Rahmeti sınırsız ve şefkati ebedi olan Allah'ın adıyla

Kazada kaydedilen ve lehivde yazılmışı olan şey şudur: Allah ümmi insanlar arasında kendilerinden olan ümmi bir peygamber gönderecektir. O peygamber, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları Allah'ın yoluna yönlendirecektir. O peygamberin nişanelerinden biri, haşin ve sert olmayışıdır.
O, insanlar arasında hareket ettiği zaman bağırmaz ve nara atmaz. Günaha günahla karşılık vermez; aksine affeder vebağışlar.
O, peygamberin (hakiki) ümmeti şükreder ve her durumda Allah'a hamd ve sena eder. Dilleri tekbir getirmek ve tesbih etmek için terbiye edilmiş ve gözleri Allah korkusundan ağlardır.

Allah, o peygamberi bütün kibirlenenlere ve başkalarina karşı ovümenlere karşı zafere ulaştıracaktır. Allah onu dünyadan alıp götürdüğü zaman ümmeti ihtilafa düşecekler, birbirlerine karşı kin besleyecekler ve birbirlerine düşman olacaklar. Onun ümmeti birbirleriyle ihtilafa düşecek, sonra bir araya toplanacaklar ve bu ümmetin varlığı Allah'ın dilediği kadar devam edecektir.

Onun ümmetinden bir kişi Fırat nehri kenarından geçecektir. O adam, insanları iyiliklere zorlayacak, kötülüklerden sakındıracaktır. Onun insanlar arasındaki hakemIiği hak üzere yapılmış, olan hakemliktir. Onun hakemli-ğinde asla gerceğe aykırı bir hüküm vuku bulmaz. Dünya onun gözünde tufanlı bir günde rüzgârlara yem olan bir külden daha değersizdir!

Onun gözünde ölüm susuz bir insanın su içmesinden daha tatlıdır! Gizli ve halvette Allah'tan korkar ve açıkta ise Allah yolunda iyilikte bulunur.
Allah'ın doğru yolunda hiçbir kınayanın kınamasindan korkmaz. Bu şehirlerin halkından kim o peygamberi görür de ona iman ederse ona mükâfat olarak cennet ve rıdvanımı veririm. Her kim Firat kıyısından geçen o salih kulu görürse ona yârdım etmesi farzdır. Rahip bu yazıyı okuduktan sonra İmam'a dedi ki: "Allah'ın o salih kulu sizsiniz. Ben sizinle birlikte olacağım ve size ulaşanların bana da ulaşıncaya kadar sizden ayrılmayacağım. Şehit olacaksaniz ben de şehit oluncaya kadar sizinle birlikte olacağım."

Emirulmüminin Ali (a.s) o yazıları dinledikten sonra hüngür hüngür ağlayarak şöyle buyurdu:
Beni unutmadığı ve iyi kişilerin arasında yazdığı için Allah'a hamdolsun. Rahip İmam Ali (a.s) ile birlikte hareket etti ve Sıffin savaşında şehit oluncaya kadar bir an bile ondan ayrılmadı.

İmam (a.s), savaştan sonra şehitleri defnetmelerini emretti. Birkaç kişi de rahibin cenazesini bulmak için görevlendirildi. Onu buldukları zaman İmam (a.s) başının üzerine gelerek, "O biz Ehl-i Beyt'tendir." buyurdu.
Sonra İmam'ın (a.s) kendisi onun icin bir mezar hazırladı. Peşinden kendisi mezara inerek onu Müslümanlar gibi defnetti. Keşke bu hakir de o Hiristiyan gibi Ehl-i Beyt'in velayetine marifetle dolu bir kalbe ve onlarin mübarek varlıklarına karşı yakıcı bir aşka sahip olsaydı da böylece ahiretim için bir kurtuluş vesilesine sahip olsaydım; Ehl-i Beyt boynuma kölelik halkasını atsalardı da gönlümü kendilerine köle etselerdi ve kimyevi bakışlarıyla Bakır varlığımı altına dönüştürselerdi.
Ben geçen ömrüme acıyla bakıyorum ve halk arasinda Ehl-i Beyt hizmetçisi diye bilinmeme ragmen her lahza hal diliyle bu şiirimle kendime şöyle hitap ediyorum:

Tepeden tırnağa bir ateş yaktın
Varlığındaki o ateşte yandın
Varlık gülzarından uzaklaştın
Varmı yoğunu kaybettin verdin
İlahi feyizlerden mahrum oldun
İsyancılar gibi yüzü kara oldun
Neden perde arkasına geçtin
Sakat ve kör serap ardına düştün
Hayallerde, neden ve sebeplerde
Kendini çağırırsın, neredesin nerede?
Kaldin yoldan, neden zavallisin?
Kafile gitti, sen neden kalmışsın?
Bu âlemde bir iş yok muydu?
Ezelden beri sana yaver yok muydu?
Düşük dünyaya üzgünsün heyhat
Sen ona mestsin sarhoşsun eyvah
Canane dilberinden gafilsin
Bir ateştir düşmüş yer yurduna
Cananın anısına bir nağme söyle
Onun yüce katına pervaz eyle
Ya da feryat et ki gülsün
Âlemin tüm eczası can olsun.

-------------
Menakib, c.1, s.232; el-Fakih. c.4, s.368; Biharu'l-Envar, c.25, s.200, bab: 6, hadis: 12
İhkakul-l-Hak, Hasaneyn cildi.
Bu kitap Peygar-i Sifin" adi altinda Perviz Etabeki tarafından Farsça'ya çevrilmiştir.
Vak'at-i Siffin, s.147; Biharu'l-Envar, c.32, s. 426, bab: 11.
Cafer Bendiderya, Yazarın şiirinden esinlenerek.
------------------


ZEBUR'DA EHL-İ BEYT

İmam Mehdi'nin (a.f) Hükümeti

Kur'an-ıKerim ayetleri bu parlak asra işaret etmektedirler. Örneğin buyuruyor ki:
Sonuç (iyilik) muttakilerindir.
Müstefiz (inkâr edilmeyecek kadar çok sayidaki) rivayetler de ahir zamanda hak ilahi devletin kurulacağına tanıklık etmektedirler.
Bizim devletimiz en son devlettir.

Bazı ayetlerde, bu müjdenin geçmiş peygamberlerin kitaplarında da olduğu vurgulanmıştır; nitekim şöyle buyuruyor:
Andolsun Tevrat'tan sonra Zebur'da da: "Arza mutlaka iyi kullarım varis olacak (bu yer onların eline geçecek)." diye yazmıştık.

Bu ayet, ser ve körülüğün insanlık âleminden tamamen yok olacağı, sanki zalimlerin ve kötülerin tamamen yok olacağı ve yeryüzünün Allah'ın salih kullarına miras kalacağı bir geleceği müjdeliyor; çünkü "veraset" ve "miras" sözcükleri bir kişi veya grubun yok olup mal, makam ve her şeylerinin başka birine veya gruba intikal etmesi durumunda kullanılmaktadir.
Allah'ın Zebur'da Yazısı Nedir?

Yukarıdaki ayetin anlamı Hz. Davud'un Zebur'unun 37. mezmurunda zikredilmiş ve bu büyük müjde çeşitli ifadelerle beyan edilmiştir. Önce Hz. Davud'u (a.s) şu ifadeyle teselli ediyor:

"1- Kötülük edenlere kızıp üzülme, suç, işleyenlere özenme! 2- Çünkü onlar ot gibi hemen solacak, yeşil bitki gibi kuruyup gidecek. 3- Sen Rab'be güven, iyilik yap, ülkede otur, sadakatle çalış.4- Rab'den zevk
-------------
A'raf, 128. Yukarıdaki ayetin umumiyet ve mutlak ifadesine göre sadece bu âlemden sonraki âlem muttakiler için saadet ve yücelik âlemi olmakla kalmayacak, aksine, bu âlemin son hükümeti ve hayatının sonu da onların eline geçecek ve onlar toplumun işlerini kendilerinin güclü ellerine alacaklar.

El-İrşad, Şeyh Mufid, c.2, s.384; Biharu'l-Envar, c.52, s.332, bab:
Enbiya, 105. Bu ayette geçen "Zikir"den maksat Hz. Musa'nın (a.s) Tevrat'ıdır. Tevrat'ın şeriatının izleyicisi olan Hz. Davud'un (a.s) Zebur'u ondan sonra nazil olmuştur. Kur'an-ı Kerim "zikir" sözcüğünü, tümü "zikir" kelimesinin lügat anlamının örneği olan çeşitli anlamlarda kullanmiştır. Örneğin: Resul: "Zikir ve resul olarak", Kur'an: "Zikri nazil ettik." Tevrat: "Zikir ehlinden sorun"... Zikir ehlinin Ehlibeyt'e tefsir edilmesinin ayetin nüzul sebebi olan anlamla hiçbir çelişkisi yoktur; Çünkü onlar ilahi zikir ve tezekkürün en büyük örnekleridirler.
----------------------

al, O senin içindeki istekleri yerine getirecektir. 5- Her şeyi Rab'be bırak, O'na güven, O gerekeni yapar. 6- O senin doğruluğunu ışık gibi hakkını öğle güneşi gibi aydınlığa çıkarır. 7- Rab'bin önünde sakin dur, sabırla bekle..."

Peşinden şöyle devam ediyor: 9- Çünkü kötülerin kökü kazınacak, ama Rab'be umut bağlayanlar ülkeyi miras alacak. 10- Yakında kötünün sonu gelecek, yerini arasan da bulunmayacak. 11- Ama alçakgönüllüler ülkeyi miras alacak, derin bir huzurun zevkini tadacak. 12- Kötü insan doğru insana düzen kurar, diş gıcırdatır.

13- Ama Rab kötüye güler, çünkü bilir onun sonunun geldiğini. 14- Kılıç çekti kötüler, yaylarını gerdi, mazlumu, yoksulu yikmak, doğru yolda olanları öldürmek için. 15- Ama kılıçları kendi yüreklerine saplanacak, yayları kırılacak. 16- Doğrunun azıcık varlığı, pek çok kötünün servetinden iyidir. 17- Çünkü kötülerin gücü kırılacak, ama doğrulara Rab destek olacak. 18- Rab yetkinlerin her gününü gözetir, onlarin mirası sonsuza dek sürecek. 19- Kötü günde utanmayacaklar, kılıkta karınları doyacak.

20- Ama kötüler yıkıma uğrayacak; Rab'bin düşmanları kır çicekleri gibi kuruyup gidecek, duman gibi dağılıp yok olacak. 21- Kötüler ödünç alır, geri vermez; doğrularsa cömertçe verir. 22- Rab'bin kutsadığı insanlar ülkeyi miras alacak, lanetlediği insanların kökü kazınacak. 23- Rab insana sağlam adım attırır, insanın yolundan hoşnut olursa.

24- Düşse bile yıkılmaz insan, çünkü elinden tutan Rab'dir. 25- Gençtim, ömrüm tükendi, ama hiç görmedim doğru insanın terk edildiğini, soyunun ekmek dilendiğini. 26- O hep cömertçe ödünç verir, soyu kutsanır 27- Kötülükten kaç, iyilik yap; sonsuz yaşama kavuşursun. 28- Çünkü Rab doğruyu sever, Sadık kullarini terk etmez. Onlar sonsuza dek korunacak, kötülerinse kökü kazınacak. 29- Doğrular ülkeyi miras alacak, orada sonsuza dek yaşayacak. 30-Doğrunun ağzından bilgelik akar, dilinden adalet damlar.

31- Tanrısı'nın yasası yüreğindedir, ayakları kaymaz. 32- Kötü, doğruya pusu kurar, onu öldürmeye çalışır. 33-Ama Rab onu kötünün eline düşürmez, yargılanırken mahkûm etmez. 34- Rab'be umut bağla, O'nun yolunu tut, ülkeyi miras almak üzere seni yükseltecektir. Kötülerin kökünün kazandığını göreceksin. 35- Kötü ve acımasız adamı gördüm, ilk dikildiği toprakta yeşeren agaç gibi dal budak salıyordu; 36- Geçip gitti, yok oldu, aradım, bulunmaz oldu. 37- Yetkin adamı gözle, doğru adama bak, çünkü yarınlar barışseverindir. 38- Ama başkaldıranlarrı hepsi yok olacak, kötülerin kökü kazınacak.

ARİFLERİN AÇISINDAN EHL-İ BEYT

ARİFLERİN RİVAYETİYLE EHL-İ BEYT'İN FAZİLETLERİ

Filozoflar, mütekellimler, muhaddisler, tarihçiler, fakihler, edebiyatçılar ve İslam tarihinin ileri gelenleri hakkında bir şekilde konuşan veya yazanlar arasında bir şekilde Ehl-i Beyt hakkında, onların makam ve mevkisi, rolü ve şahsiyetleri hakkında bir şey söylemeyen veya bir şey yazmayan çok az kişiye rastlayabilirsiniz.

Bunlar arasında ariflerin herkesten daha fazla Ehl-i Beyt hakkında konuşmak ve yazmak liyakat ve erdemini gösterdikleri göze çarpmaktadır; çünkü arifler diğer ilim ehlinden daha fazla insanın varlığının boyutlari üzerinde kafa yormuş, Ehl-i Beyt'in varlık âlemindeki yeri, sıfatları, özellikleri, seciyeleri üzerinde araştırma yapmışlardır.

Dolayısıyla, onların Ehl-i Beyt'le ilgili sözleri, anlatımları ve tavsifleri için ayrıca bir bölüm ayırdık. Bu bölümde yer alan metinlerin çoğu iki nedenle Ehl-i Sünnet mezhebine mensup ariflerine aittir:

Biri; Ehl-i Beyt'in makam ve mevkilerini, onların ahlakı erdemlerini, insani ve ilahi yüceliklerini itiraf etmenin Ehl-i Beyt'in takip edenlere has bir olay olmadiğinin, aksine, diğer mezheplerin mensuplarıniın da tamamen onların cazibesine kapıldıklarrının anlaşılması.
Ve diğeri ise; onların sözlerinin arasinda çok güzel bazi hakikatlere rastlamaktayız. Bu da onların takipçilerinin onlar hakkındaki tavsiflerinin uydurma ve hayal ürünü olmadığını,

aksine, yolu üzerindeki tüm hakikatleri alıp kendisiyle birlikte tarih mezarlığına gömen uyumsuz ve zehirli rüzgârlara rağmen bu değerli hakikatlerin, götürüp sürekli olarak tarih mezarlığına gömemediği tarihin kesin gerçekleri olduğunu gösteriyor.
Açıktır ki, bu konuda söyleyeceklerimiz ariflerin eserlerini süsleyen çok ve uzun sözlerinden ancak çok az bir bölümüdür. Burada şunu da belirtelim ki, çoğu Ehl-i Sünnet'ten olan bu kişilerin isimlerinin anılması onlarin fikri veya şahsi mekteplerini onaylamak anlamina gelmez; onların sözlerine sadece "Fazilet hasımın tanıklık ettiği şeydir" babından isnat edilmiştir.

EBULFAZL MEYBUDİ VE HACE ABDULLAH ENSARİ

Ebubekir Nakkaş müminlerin imamı Hz. Ali ile ilgili şöyle nakletmiştir: Bir gün Yahudi bir adam bana şöyle dedi: Kitabınızda anlamakta zorluk çektiğim bir ayet var; biri onu tefsir eder de eleştirimi cevaplarsa Müslüman olurum.

İmam (a.s), "O hangi ayettir?" diye sordu. Adam, "Bizi doğru yola hidayet et" ayeti. Siz doğru yol ve apaçık bir din üzere olduğunuzu mu sanıyorsunuz? Öyle ise ve dininizde şüphe içerisinde değilseniz neden istiyorsunuz ve sahip olduğunuz şeyi neden arıyorsunuz? İmam (a.s) şöyle buyurdu:

Peygamberler ve Allah dostlarından bir kavim bizden önce cennete giderek ebedi saadete ulaştılar. Biz Allah'tan onlara gösterdiği yolu bize de göstermesini ve onların cennete gitmesine sebep olan bağışı bizim hakkimizda da bulunmasini, böylece biz de onlara kavuşarak cennet girmeyi diliyoruz.
Bunun üzerine o adam eleştirisinin cevabını aldı ve Müslüman oldu.

Bir gün Ali el-Murtaza (a.s) eve girdi. O sırada Hasan ve Hüseyin, Fatima-i Zehra'nın (s.a) yaninda ağlıyorlardı. Ali, "Bu gözümüzün nuru, gönlümüzün meyvesi ve ruhumuzun mutluluğuna ne oldu, neden ağlıyor?" diye sorunca Hz. Fatıma (s.a), "Ey Ali Bir gün geçmesine rağmen bir şey yemedikleri için ağlıyorlar." dedi. Hz. Fatıma (s.a) ocağa da bir tencere koymuştu.
Ali (a.s), "Tenceredeki nedir?" diye sorunca Fatima (s.a) "Tencerede sudan başka bir şey yoktur; bir şey pişirdiğimi düşünerek mutlu olsunlar diye tencereyi ateşin üzerine koydum." dedi.

Bu olaya Ali'nin (a.s) cam sıkıldı. Bu nedenle abasını alarak çarşıya çıkti. Onu altı dirheme satarak yiyecek bir sey aldı. O sırada bir sailin, "Kim Allah'a borç verirse onu zengin ve yeterli bulur." diye inlediğini duyunca elinde ne varsa ona verdi ve gelip durumu Fatima'ya (s.a) anlattı.

----------------
Nitekim Kur'an-i Kerim'de vaat edilen günü beklemeyi emrederek şöyle buyurmaktadir: "O halde (Allah'ın azabını) bekleyin. Ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim." (A'raf, 71)

Fatiha, 1
Keşfu'l-Esrar, s.18.

-------------

Fatıma (s.a) dedi ki: "Ey Ebe'l-Hasan! Muvaffakiyet kazandın ve iyi bir iş yaptin. Sen sürekli hayır üzeresin."
Ali (a.s) mescide gidip namaz kılmak için iki geri döndü. O sırada bir deve satmakta olan bir çöl Arab'ını gördü. Arap, "Ey Ebe'l-Hasan! Bu deveyi satıyorum; onu satın al." dedi. Ali, "Alamam; onun pahasını ödeyecek param yoktur." dedi.

Bunun üzerine çöl Arabı, "Onu sana sattım, eline bir ganimet ulaşınca veya beytulmaldan bir bağış yapıldığında parasını ödersin." dedi. Ali (a.s) o deveyi altmış dirheme satın aldi. Ve deveyi alarak gitti. Sonra başka bir çöl Arabıyla karşılaşti. Arap ona, "Ey Ali! Bu deveyi bana satar mısın?" dedi. Ali (a.s), "Satarım" dedi. Arap, "Kaç paraya?" dedi. Ali (a.s), "Senin istediğin fiyata." diye buyurdu. Arap, "Yüz yirmi dirheme satın almak istiyorum" dedi. Ali (a.s), "Sattım" dedi ve ondan yüz yirmi dirhem alarak eve döndü.

Eve gelince Fatma'ya, "Bunun altmış dirhemini devenin pahası olarak Araba vereyim ve altmış dirhemini de kendim kullanayim." dedi. Böylece Arabı bulmaya çıktı. Yolda Allah Resulünü (s.a.a) gördü. Allah Resulü (s.a.a), "Ey Ali Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Ali (a.s), kıssayı anlattı. Allah Resulü (s.a.a) sevindi ve onu müjdeleyerek tebrik etti.

Sonra dedi ki: "Ey Ali! O, çöl Arabıdeğildi. Deveyi sana satan Cebrail, satın alan ise Mikail'di. Ve o deve de cennet develerindendi. Bu senin Allah'a verip dervişin gönlünü aldığın o borçtu. Allah Teâla şöyle buyurmuştur: "Kimdir o adam ki, Allah'a güzel bir borç versin de, Allah da ona kat kat fazlasıyla (verdiğini) ödesin!"
* * *
Malların gece gündüz, gizli ve açık Allah yolunda verenlerin ödülü Rableri yanındadır.
Bu ayet Hz. Ali b. Ebutalib'in (a.s) hakkında nazil olmuştur. Hz. Ali'nin (a.s) dört dirhemi vardi. Ve ailesinde bundan fazla bir para yoktu. Onun tümün dervişlere verdi. Bir dirhem akşam, bir dirhem gündüz, bir dirhem aşikâr ve bir dirhem de gizlice verdi. Allah Teâla bu nedenle onu övdü ve hakkında bu ayeti nazil etti.
* * *
...Mubahale ashabı beş kişiydi: Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a), Hz. Fatima-i Zehra (s.a), İmam Ali el-Murtaza (a.s), İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s); mubahale için sahraya çıktıkları zaman Allah Resulü (s.a.a) onları bağrına basarak üzerilerine bir kilim örtüp şöyle buyurdu:
Allahım! Bunlar benim ehlimdir. Peşinden Cebrail de nazil olarak dedi ki:

Ey Muhammed! Ben de sizin ehlinizden miyim? Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: Ey Cebrail! Sen de bizdensin. Sonra Cebrail geri döndü. Göklerde övünerek diyordu ki: Benim gibi kim var? Ben gökyüzünde meleklerin tavusuyum ve yeryüzünde ise Muhammed'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'indenim.
Ali el-Murtaza, Hz. Muhammed Mustafa'nin (s.a.a) amcası oğlu, âlemdeki kadınların efendisi, hilafetin koruyucusu ve Allah velilerinin ileri geleni ve önder olan Hz. Fatıma'nın (s.a) eşi...

İsmet ve nübüvvetin muhafızı, ilim ve hikmet kaynağıydı, ihlas, doğruluk, yakin, tevekkül, takva ve Allah'tan çekinme onun ülküsü idi. Haydar-ı Kerrar idi. Zülfikar'in sahibiydi, muhacirler ve ensarin efendisiydi.
Hayber savaşında Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) şöyle buyurdu:

Yarın bu sancağı öyle birine vereceğim ki Allah onun eliyle fetih ve zafer verecek. O Allah ve Resulu'nü (s.a.a), Allah ve Resulü (s.a.a) de onu severler.
Bütün ashap gece sabaha kadar yarın İslam bayrağının ve "La ilahe illellah"ın zafer sancağının Allah'ın hangi sıddık kuluna verileceğini düşünerek geçirdi.

Ertesi gün Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a), "Ali b. Ebutalib nerededir?" diye sordu. "Ey Allah Resulu! Ali'nin gözlerinde ağrı var." dediler.
Bunun üzerine, "Onu bana getirin." buyurdu. Ali (a.s) gelince mübarek dilini çıkararak onun gözüne sürdü. Böylece Ali'nin (a.s) gözleri şifa buldu ve gözleri yepyeni bir nur kazandı. Sonra zafer bayrağını ona verdi..."
* * *
Demişlerdir ki: Hüseyin b. Ali (a.s) bir dervişi görünce ona, "Sen kimsin, kimin oğlusun?" diye sordu. Derviş, "Ben falanca oğlu falancayım." dedi. İmam Hüseyin (a.s), "Gelmen iyi oldu; ben çoktan beridir seni arıyordum. Ben babamin defterinde senin babanın benim babamdan birkaç dirhem alacaklı olduğunu gördüm. Şimdi babamin zimmetini senin babanın hakkından kurtarayım." dedi ve böylece dervişe bir bağışta bulunarak kendisine bir minnet bıraktı.
* * *
Hz, Fatima'nin (s.a) evlilik kıssası şöyledir: Bir gün Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) mescide geldi. Eline bir gül dalı almıştı. Selman'a, "Ey Selman! Git Ali'yi çağır." buyurdu. Selman giderek, "Ey Ali! Allah Resulü (s.a.a) seni çağınyor; ona koş." dedi. Ali (a.s), "Ey Selman! Bu saatte Allah Resulu'nü (s.a.a) nasil gördün ve onun yanından ayrılırken nasildi?" diye sordu Selman'a. Selman, "Sevinçli, güler yüzlü, parlak ay ve ışıklı mum gibiydi." dedi. Ali (a.s) Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a.a) yanına gelince Hz. Muhammed (s.a.a) o çok güzel kokan gülü Ali'ye (s.a.a) verdi.
Ali (a.s), "Ey Allah Resulu (s.a.a)! Bu güzel koku neyin nesidir?" diye sordu. Allah Resulu (s.a.a), "Ey Ali! Cennet hurilerinin kızım Fatıma'nin evliliği için verdikleri hediyedir." buyurdu.

Ali (a.s), "Kiminle ey Allah'ın Resulu?" diye sorunca, "Seninle ey Ali." diye buyurdu; "Mescitte oturmuştum. O sırada bir melek hiç görmediğim bir şekilde gelerek şöyle dedi: "Benim adım Mahmut'tur. Ve benim makamın yüce semadadır. Ben kendi makamında oturmuştum. Gecenin üçte biri geçtiği bir vakitte gökyüzünün tabakalarından şöyle bir nida duydum: Mukarrep melekler ve ruhaniler gökyüzünün dördüncü katında toplansınlar. Herkes toplandi. Ve yine sıdk makamında olanlar ve adn cennetindeki yüce Firdevs cennetlerinde bulunanlar da gelip toplandılar. Sonra şöyle bir emir geldi:
Ey mukarrep melekler ve ey Allah'ın has kulları! Hel Eta (İnsan) süresini okuyun. Sonra Tuba ağacına şu emir verildi: Sen cennetlere Fatima-i Zehra'nın Ali Murtaza ile evliliği nedeniyle hediye ver...

Bunun üzerine Tuba ağacı titredi ve cennete cevher, inci ve havlular yağmaya başladı. Sonra Tuba ağacının altına beyaz inciden bir minber kurmaları emredildi.
Bir melek o minbere çıkarak Allah Teâla'ya hamd ve sena etti ve peygamberlere salat ve selam gönderdi. Sonra kâinatı yoktan var eden ve bütün kemalata kadir olan Allah Teâla vasıtasız olarak şöyle nida etti: Ey Cebrail ve ey Mikail! Siz Fatima'nin marifetine şahit olun. Ben ise Fatima'nın velisiyim. Ey mukarrep melekler ve gökyüzünün ruhani kulları Sizler de şahit olun ki Fatima-i Zehra'yi Ali el-Murtaza'ya eş ettim... Habibimize müjdele ve bizim bu nikâhı gökyüzünde kıydığımızı ona haber ver ve onun da yeryüzünde kıymasını söyle.

Bunun üzerine Muhammed Mustafa (s.a.a) muhacirlerle ensarı topladı. Sonra Ali'ye yönelerek, "Ey Ali! Gökyüzünde böyle bir hüküm geldi. Şimdi ben Fatima'yi dört yüz dirhem mihirle seninle evlendirdim; kabul ediyor musun?" Ali, "Ey Allah'in Resulü! Ben de onunla evlenmeyi kabul ettim." dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a), "Allah ikiniz için de mübarek etsin." buyurdu.
* * *
İbn Abbas diyor ki: Bir gece Ali (a.s) bana, "Yatsı namazını kıldıktan sonra sana bir fayda ulaştırmam için yanıma gel." buyurdu. Gece ay ışığından apaydındı. Ali (a.s), "el-Hamd kelimesindeki "Elif" harfinin tefsiri nedir?" diye sordu.

Ben, "Sen bilirsin ey Ali." dedim. Bunun üzerine konuşmaya başladı ve geceleyin bir saat boyunca "el-hamd" kelimesindeki "Elif" harfinin tefsiri hakkında konuştu... Sonra bir saat de bu kelimedeki "Lam" harfinin tefsiri hakkinda konuştu. Ayni şekilde "Ha", "Mim" ve "Dal" harflerinin hakkında da birer saat konuştu. Bu harflerini tefsirini yaptıktan sonra doğudan fecr-i Sadık'ın aydınlığı belirmeye başlayınca buyurdu ki: İstersem Fatiha Süresinin tefsirinden yetmiş deve yükü çıkarırım.
İbn Abbas diyor ki: "Ben Ali'nin ilmi yanında benim ilmimin denize oranla küçücük bir göl gibi olduğunu gördüm."

ATTAR NİŞABURİ

İmam Cafer Sadik (a.s)

İmam Cafer Sadik; o, peygamber ümmetinin sultanı, o risalet delili, o saddık amil, o araştıran âlim, o evliyaların kalbinin meyvesi, o peygamberlerin ciğerinin parçası, o Ali tefsircisi, o peygamber varisi, o âşık arif...
Dedik ki, peygamberler, sahabe ve Ehl-i Beyt'ten söz etmek için tek başı mustakil bir kitap yazmamız gerekir; bu kitap onlardan sonra gelen Allahın veli kullarınm hayati hakkında telif edilmiştir. Fakat mübarek olması için yine onlardan sonra yaşayan İmam Cafer Sadık (a.s) ile başlayalım. İmam Cafer Sadık (a.s) Ehl-i Beyt'ten olduğu için ve yine onun mezhebinden fazla söz edildiği ve ondan daha fazla rivayet nakledildiği için birkaç kelime ondan getirelim. Onların tümü biri gibidirler; ondan zikredilirse onları tümünü zikredilmiş olur.

-------------
Bakara,245. Keşfu'l-esrar, c.1,s.662.
Bakara, 274.
Keşfu'l-Esrar, c.1, s.746.
Keşfu'I-Esrar, c.2, s.151.
Keşfu'I-Esrar, c.3, s.150-151.
Keşfu'I-Esrar, c.5, s.106.
Keşfu'l-Esrar, c.7, s.49.
Ae. S.104. Bu hadisi Ebubekir Nekkaş "şifaus'-Sadr" tefsirinde biraz farkla kaydetmiştir. Bk.Biharu'lEnvar, c.89, s.105 ve 106.


11
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT


Görmüyor musunuz ki onun mezhebini izleyenler on iki İmam mezhebine sahiptirler. Yani biri on iki ve on ikisi birdir. Sadece onun sıfatını söylemek istesem, onun bütün ilimlerini, işaret ve ibadetlerini tamamen dile getirmeye gücüm yetmez. O bütün ileri gelenlerin önderiydi. Herkes ona güvenirdi, mutlak şekilde kendisine uyulan bir İmamdı.

O hem Allah'a tapanların önderi, hem Muhammedilerin imamı, hem ince düşünenlerin rehberi, hem aşk ehlinin öncüsü, hem abidlerin iktida ettiği lider, hem zahitlerin mahbubu, hem hakikatlerinin yazarı, hem Kur'an'ın esrarı ve tefsirin inceliklerinde eşsiz bir muellifti. İmam Cafer Sadık (a.s) İmam Muhammed Bakır'dan (a.s) birçok rivayetler nakletmiştir.

Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in Ehl-i Beyt ile arasında bir şey olduğunu sananlara gerçekten şaşırıyorum. Gerçekte Ehl-i Sünnet ve Cemaat Ehl-i Beyt'e denilmelidir. Ben bir kişinin yanlış düşüncede olduğunu bilmiyorum; yalnız şunu çok iyi biliyorum ki, Muhammed'e iman edip onun evlatlarınıinkâr edenler Muhammed'e iman etmemişlerdir. Öyle ki, İmam şafii Ehl-i Beyt'i sevmek konusunda öyle bir hadde gelmişti ki onu Rafizilikle (Şiilere isnat edilen menfi ad) suçlayıp zindana attılar. İmam şafii bu konuda yazmış, olduğu şiirinin bir beytinde şöyle diyor:

Ehl-i Beyt'i sevmek rafizilikse, Rafizi desinler bu âşık kese.

Bir rivayette şöyle geçer: Bir defasında Davud Tai imam Cafer Sadık'ın (a.s) huzuruna gelerek, "Ey Allah Resulü'nün oğlu!" dedi, "Kalbim siyahlaşmıştır; bana bir nasihatte bulun. Siz bütün yaratılmışlardan üstünsünüz ve sizin herkese öğüt vermeniz farzdır."
Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: Ya Eba Süleyman! Kıyamet günü ceddimin, neden bana itaat hakkımı yerine getirmedin diye eliyle bana vurmasından korkuyorum. Bu iş doğru intisap ve güçlü intisapla değil, Allah Teâla ile yakışır bir şekilde davranmakla olur.

Davud ağlayarak dedi ki: "Ey Rabbim! Tüm varlığı peygamberlik suyundan, tabiatının terkibi burhan ve hüccetin özünden olan, dedesi peygamber ve annesi Betül (Hz. Fatima -s.a-) olan bu kişi böyleyken Davud kim oluyorda sana karşı davranışıyla kibirlensin?"
* * *
Diğer bir rivayette şöyle nakledilmektedir:

İmam Cafer Sadik'ın (a.s) pahalı bir kürk giyindiğini gördükleri zaman, "Ey peygamberin evladı! Siz Ehl-i Beyt'e bu elbise yakışır mı?" dediler.
İmam o adamın elini tutup yenine sürdü. İmam (a.s) ele batan kilim türünden bir elbise giymişti. İmam (a.s) peşinden §şöyle buyurdu: Bu Allahın hakkı için ve bu da kulların hakkı içindir.

İmam Muhammed Bakır (a.s)
O muamelat ehlinin delili, müsahide ehlinin hücceti, peygamberin evladı, Alioğullanrun (a.s) seçkini, batin ve zahir sahibi, o Ebu Cafer Muhammed Bakir (a.s)... Künyesinin Ebu Abdullah olduğu ve "Bakır" lakabıyla çağrıldığı söylenmektedir.
------------
Tezkiretu'l-Evliya, 20

-------------

İlimlerin dakik noktalarına, işaretin inceliklerine sahipti. Onun apaçık ayetler ve delillerle meşhur kerametleri vardır.
"Kim Tagutu inkâr edip Allah'a iman getirse..." Ayetinin tefsiri ile bağlantılı olarak şöyle buyurmuştur:
Seni hakkı mütalaa etmekten engelleyen şey taguttur. O halde, hangi hicapla ondan uzak kaldığına bak ve o hicabi terk etmek için çalış ki ebedi keşife ulaşasın. Bir hicapla örtünmüş, uzaklaşmış olan bir kimse men edilmiştir ve men edilmiş bir kimse de kurbet ve yakınlık iddiasında bulunmamalıdir.


EBU'L-KASIM KUŞAYRİ

Maruf b. Firuz el-Kerhi diye meşhur olan duasi kabul olan büyük ariflerdendi... O, İmam Riza'nın (a.s) yakın kölelerinden biriydi... Daha sonra İmam Riza'nın (a.s) eliyle Müslüman oldu. Maruf diyor ki: "Kufe'ye girince 'ibn Semmak" diye çağrılan bir adami gördüm. İnsanlara öğüt veriyordu. Sözleri arasında şöyle diyordu: "Kim Allah'tan tamamen yüz çevirirse Allah da ondan tamamen yüz çevirir ve kim de tamamen Allah'a yönelirse Allah Teâla da ona merhametiyle yönelir ve diğer insanları da ona yönlendirir..."

Onun sözleri içime yatti ve Allah adami oldum. Ali b. Musa Riza'ya (a.s) hizmetten başka her şeyden el çektim. Ve onun bu sözünü söylediğim zaman imam (a.s) buyurdu ki: öğütalacak olursan bu sana yeter...
* * *
İmam Hüseyn (a.s) yoldan giderken birkaç, çoocukla karşılaştı. Birkaç, parça ekmekleri vardi, imam Hüseyin'i misafir ettiler. İmam onlarla birlikte ekmek parçalarını yedi. Sonra onları eve götürerek yemek verip elbise giydirdikten sonra şöyle buyurdu: "Onların eli benim elimden üstündür; çünkü onların beni misafir ettikleri şeyden fazla bir şeyleri yoktu; hâlbuki ben bundan fazlasını bulabiliyorum."
Diyorlar ki: şakik Belhi imam Cafer Sadık'tan (a.s) Mertlik hakkında sorunca İmam şöyle buyurdu: "Sen ne diyorsun?" diye sordu. Şakik, "Verseler Şükrederiz, vermeseler sabrediz." dedi.

İmam (a.s), "Medinedeki köpeklerimiz de böyle yapiyorlar." buyurdu. şaik, "Ey Allah Resulü'nün oğlu! O halde mertlik nedir?" diye sorunca İmam şöyle buyurdu: Verecek olurlarsa başkalarına bağışlayalım, vermeseler de sabredelim.

Hacilardan biri Medine'de uyumuştu. Uykudan uyanınca pul kesesini caldiklarını sandı. Hemen dışarı çıktı. İmam Cafer Sadık (a.s) ile karşılaşınca onun yakasina asilip "kesemi sen aldın." dedi. İmam (a.s), Onda ne kadar para vardi?" diye sordu. Adam: "Bin dinar." dedi.
İmam (a.s) onu evine getirerek bin dinar verdi. Adam evine dönünce kesesinin evinde olduğunu gördü.
------------
Bakara, 256.
Tezkiretu'l-Evliya, 125.
Risale-i Kuşeyriyye, 28.
Risale-i Kuşeyriyye, 223.
Risale-i Kuşeyriyye, 363.
----------------
Bunun üzerine adam özür dilemek için imam'ın yana gitti ve bin dinarı Imam'a (a.s) iade etti. Ama imam Cafer Sadık (a.s) dinarları geri almayarak, "Biz verdigimiz bir şeyi artık geri almayız." buyurdu. Adam, "Bu adam kimdir?" diye dorunca, "Cafer-i Sadık'tır." dediler.

Rivayetlerde şöyle geçer: "Cennet üç kişiyi iştiyakla beklemektedir: Ali, Ammar ve Salman." Yine şöyle rivayet edilmiştir: Emirül müminin Ali (a.s) bir gün bir köleyi yanina çağırdı; köle gelmedi. İmam (a.s) tekrar çağırdı; köle yine gelmedi. Üçüncü defa çağırdıktan sonra kendisi ayağa kalkıp gelince onun sırtını açıkbıraktığını gördü. Bunun üzerine, "Ey köle! Seni birkaç defa çağırdığımı duymadın mı?" buyurdu. Köle "Duydum." dedi. İmam, "Öyleyse neden gelmedin?" diye sordu. Köle dedi ki: "Senin kerem sahibi biri olduğunu bildim ve senin cezalandirmandan güvende gördüm; onun için tembellik edip gelmedim." dedi. Bunun üzerine İmam (a.s), "Git; seni Allah icin azad ettim." buyurdu.

İMAM MUHAMMED GAZALİ

Ebu'l Hasan Medaini şöyle diyor: "Hasan, Hüseyn ve Abdullah Cafer -Allah onlardan razı olsun- hac yapmak için hareket ettiler. Azıklarını taşıyan deveyi bir yere birakmışlardı. Yolda aç ve susuz bir vaziyette yaşlı bir Arap kadınını yanından geçerlerken: "içmek için bir şey varmi?" diye sordular. Yaşlı kadın, "Var." dedi. Yaşlı kadının bir koyunu vardi. Onun sütünü sağıp onlara verdi. Onlar sonra,"Yiyecek bir şeyin varmi?" dediler ona. Yaşlı kadın, "Bu koyundan başka bir şeyim yoktur; kesip onu yiyin." dedi.
Onlar koyunu kesip yediler. Sonra, "Biz Kureyişteniz; bu yolculuktan döndükten sonra yanımıza gel de sana iyilikte bulunalım." dediler ve yola koyuldular.

Kadının kocasi geldigi zaman öfkelenerek, "Koyunu kim olduğunu bilmediğin insanlara mı verdin?" dedi. Bir gün o yaşlı kadınla kocasi maddi bakımdan kötü bir durumda olmaları nedeniyle Medine'ye gittiler. Geçimlerini sağlamak için deve dışkısı toplayarak satıyorlardı.

Yaşlı kadın bir gün bir sokağa girdi. İmam Hasan (a.s) da evinin kapısında oturmuştu. Yaşlı kadını tanıyarak,"Ey yaşlı kadın! Beni tanıdınmı?" dedi. Kadın, "Hayır." dedi. İmam Hasan (a.s), "Ben sana misafir olan o kişiyim." dedi. Daha sonra ona bin koyun ve bin dirhem para vermelerini emretti. Sonra da onu hizmetcisiyle birlikte imam Hüsyein'in (a.s) yanina gönderdi. İmam Hüseyin (a.s),"Kardeşim sana ne verdi?" diye sordu. Kadın. "Bin koyun ve bin dinar para verdi." dedi. Bunun üzerine imam Huseyin(a.s) de ona bir o kadar verdi. ..

...Resul-i Ekrem Hz. Fatima'ya (s.a); "Müjdeler olsun sana; sen cennet kadınlarının efendisisin." buyurdu. Bunun üzerine Fatima (s.a), "O halde Firavun'un eşi Asiye ve isa'nın annesi Meryem nedir?" diye sordu. Allah Resulu (a.s), "Onların her biri kendi âlemlerinin kadınlarının efendisidirler; ama sen bütün âlemlerin kadınlarının efendisisin. Hepiniz yakut ile karışmış zebercetten süslenen koşklerde olacaksınız. O koşklerin icerisinde ne ses, ne ıstırap ve zahmet ve ne de bir meşğuliyet olacak... Amcamın oğlu ve kocandan (Ali) razı ol; ben seni dünyada efendi ve ahrette ise ümmetimin efendisi olan bir kişiyle evlendirdim." buyurdu.
---------------------

Risale-i Kuşeyriyye, 363.
Risale-i Kuşeyriyye, 582.
Risale-i Kuşeyriyye, 394.
Kimya-i Seadet, c.2,167.
Kimya-i Seadet, 186.
---------------------
İmam Seccad (a.s) abdest alınca yüzünün rengi sararırdı. Ondan bunun sebebini sorudukları zaman buyurdu ki: Kimin huzurunda duracağımı bilmiyor musunuz?!? .
* * *
Nişabur'da imam Rıza'nın (a.s) evinin yakınında bir hamam vardi. İmam hamama girdiği zaman hamamı boşaltiyorlardi. Bir gün hamamı boşaltılar ve imam hamama gitti. Hamamcinin gaflet etmesi sonucu bir köylü hamama girdi. Köylü adam imam'i görünce hamamın hizmetcilerinden olan Hindistanlı biri sandı. Dolayısıyla imam'a (a.s), "Kalk su getir." dedi. Sonra, "Kalk kil getir." dedi. Böylece imam'a iş söyluyor, imam da yapiyordu. Hamamci gelip onunla konuşan köylünün sesini duyunca korkup kaçtı. Dışarı çıktığında bu olay nedeniylehamamcinin kaçtığını söylediler. Bunun üzerine imam (a.s),"Kacma; senin bir suçun yok,." dedi.
* * *
İmam Seccad (a.s) bir gün mescide girince oradakilerden biri ona çirkin bir söz söyledi. İmam'ın (a.s) hizmetçileri onu cezalandirmak isteyince imam, "Onu kendi haline birakin." buyurdu ve sonra o adama dedi ki: "Bizim hakkımızda bilmediğin çok şey var. Bizim yapabileceğimiz bir isteğin var mı?" Bunun üzerine adam utandı. İmam Seccad (a.s) bir elbisesini ona verdi ve bunun dışında da ona bin dirhem para verdi.

Pişman olan adam, "şehadet veririm ki, bu adam ancak peygamberlerin evladidir." Yine şöyle rivayet edilmiştir: imam Seccad iki defa çağırdığı kölesi cevap vermeyince ona, "Duydun mu?" diye sordu. Köle, "Duydum." deyince, imam (a.s), "O halde neden cevap vermedin?" buyurdu. Köle, "Güzel ahlakından dolayi beni cezalandırmayacağından emindim." cevabını verdi. İmam bunun üzerine şöyle buyurdu: "Benim kölem benden güven içerisinde olduğu için Allah 'a şükürler olsun. "

EBU SAİD EBU'L-HAYR

Baba Hasan, şeyhimiz Ebu Seid'in cemaat imamıydı ve şeyh'in döneminde tasavvufcuların imamlığını ona yaptırıyordu.
Bir gün sabah namazı kılarken namazın kunutunda, "Tebarekte Rabbena ve tealeyte. Salli ala Muhammed (Rabbimiz! Sen ulu ve yucesin. Muhammed'e salat eyle)" dedi ve secdeye gitti. Namazın selamını verip bitirince şeyhimiz,

"Neden Ehl-i Beyt'e de salat ederek "Allahumme salli ala Muhammed ve ala al-i Muhammed (Allah'ım! Muhammed ve Ehl-i Beyt'ine salat ve selam eyle)" demedin?" diye sordu. Baba dedi ki: "Birinci teşehhutte ve kunutta Muhammed'in Ehl-i Beyt'ine salat ve selam etmenin gerekip gerekmediği konusunda ashap arasında ihtilaf var. Ve ben o ihtilaftan dolayi ihtiyata uymadım."Bunun üzerine seyhimiz dedi ki: "Biz al-i Muhammed'in olmadığı bir binekte yol gitmeyiz!" dedi.
-----------------
Kimya-i Seadet, c.2, 414.
Kimya-i Seadet, 25.
Kimya-i Seadet, 421.
Esraru't-Tevhid, c.l, 204.
---------------------
Şeyhimiz şöyle demiştir: Bir Yahudi Hz. Ali'nin yanına gelerek, "Ya Emirelmüminin (a.s)! Rabbimiz olan Allah Teâla kimdir ve nasıl biridir?" diye sordu. Bunun üzerine imam Ali'nin (a.s) yüzünün rengi degişti ve dedi ki: "Niceliği yoktur, sofati olmaz. Her zaman vardı, onun öncesi yoktur ve öncesinin de önceleri yoktur. Sonsuzdur ve nihayeti yoktur. Ondan başka bütün sonlar kesiktir ve belirsizdir; çünkü o sonların sonudur. Ey Yahudi! Şimdi bildin mi?"

Bunun uzerine Yahudi adam dedi ki: "Şehadet ederim ki, kim bundan farklı bir şey derse batildir ve ben şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. Ve Muhammed onun Resulü'dur."

Şeyhimiz Ebu Said şöyle diyor: "Bir yerde oturduğum halde gördüm ki, kim Cuma akşamı Allah Resulü'ne (s.a.a) bin defa salat ve selam gönderirse rüya âleminde onu görür. Biz buna uyarak Allah Resulu'nü (s.a.a) rüya âleminde gördük. Onun yaninda Fatima-i Zehra (s.a) oturmuştu. Hz. Peygamber (s.a.a) mubarek elini onun mübarek başına surüyordu. Biz Allah Resulü'nün (s.a.a) yanına gitmek istediğimizde şöyle buyurdu: Sabredin. Gerçekten bu Fatıma âlemlerdekikadınlarının efendisidir.


MUSTEMLİ BUHARİ

Ali b. Ebutalib (a.s) ariflerin başıdır. Ali b. Ebutalib'te peygamberlerin nefesleri olduğu konusunda herkes ittifak içerisindedir, Onun öyle sözleri vardır ki ondan önce kimse söylememiş ve ondan sonra da kimse onun gibi söyleyememiştir.
* * *
Hasan b. Ali'nin (a.s) davranışları hakkında bir şey söyleyelim: Onu alti defa zehirlediler. Zehir beş defada etkili olmadı, ama altıncı defada etkili oldu. Hüseyn b. Ali (a.s) onun başı üste durarak, "Kardeşim! Sana kimin zehir verdiğini biliyorsan bana bildir; zehir etkili olursa onu cezalandırayım!" imam Hasan (a.s) dedi ki: "Kardeşim! Babam Ali, anam Fatima, ceddim Muhammed, anneannem Hatice başkalarını çekiştirmez, sırlarını ifşa etmezlerdi. Biz Ehl-i Beyt'ten hiç kimse insanları çekiştirmez. Kiyamet günü Allah Taala beni bağışlarsa ve beni zehirleyen kişiyi bana bağışlamadıkca cennete girmem."
* * *
Bir gün İmam Hasan (a.s) oturmuş yemek yerken adamın biri gelerek ona, "Benim on bin dirhem borcum var." dedi. İmam (a.s) bunun uzerine, "Borcunu ödemesi için ona on bin dirhem verin." buyurdu. İmam'ın emri üzerine ona on bin dirhem verdiler ve adam parayi alıp dışarı çıktı. Fakat imam onu yemeğe davet etmedi.İmam Hüseyin'in (a.s) de ahlakından bir nokta söyleyelim:

Bir gün İmam Hüseyn (a.s) yemek yerken bir cariye elinde bir kâse olduğu halde onun başı üzerinde durmuştu. Kâse cariyenin elinden yere düşüünce imam (a.s) cariyeye baktı. Bunun üzerine cariye şu ayeti okudu: Onlar öfkelerini yutarlar. İmam Hüseyin (a.s), "Seni affettim." buyurdu. Cariye peşinden şu ayeti okudu: Allah iyilik yapanlan sever.
Bunun üzerine İmam Hüseyin (a.s), "Sen Allah yolunda hürsün." buyurdu.
Allah Resulü'nun (s.a.a) pare-i teni olan kimselerin fazilet ve menkibelerini söylemekle bitiremeyiz!
--------------
Esraru't-Tevhid, c.l, s.248.
Esraru't-Tevhid, c.l, s. 268
------------------
Allah Teâla onların hakkında şöyle buyurmuştur: Ey Ehl-i Beyt! Allah her türlü çirkinliği sizden uzaklaş-tirmayi ve sizi tertemiz kılmayi diler.
Bir gün Resuli Ekrem (s.a.a) Ali (a.s), Fatima (s.a), Hasan ve Hüseyin ile bir örtünün altına girmişlerdi. O sırada Cebrail gelerek, "Ey Allah'm Resulu! Sizin altıncınız olmam için benim de örtünün altına girmeme izin ver."

EBU'L-HASAN HiCVİRİ KAZNEVİ

Resul-i Ekrem'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'i ve Ehl-i Beyt imamlarının hakkında... Onlar asıl bir temizliğe has kılınmışlardır. Onların her biri bu anlamlara tam anlamiyla sahiplerdi. Ve onlarin hepsi bu grubun önderleriydiler.
Resul-i Ekrem'in (s.a.a) ciğerparesi, Ali Murteza'nın gönlünün meyvesi, Hz. Zehra'nın gözünün nuru Ebu Muhammed Hasan b. Ali'nin -kerremallahu vecheh- bu yolda tam bir görüşü, dakik ibarelerde çok büyük bir payı vardı... Kaderciler galebe edip Mu'tezilileri dağıttıkları zaman Hasan Basri (r.a) Hasan b. Ali'ye (a.s) bir mektup yazarak şöyle dedi:

...Allah'ın selamı senin üzerine olsun ey Allah Resulü'nün torunu, onun gözünün nuru; Allah'ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun. Siz Haşimoğullarının tümü denizlerde hareket eden gemiler ve parlak yıldızlar gibisiniz; hidayet nişaneleri ve din önderlerisiniz. Sizi takip eden, Nuh'un gemisine binip kurtulan muminler gibi kurtulur. Ey Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlu! Kaderciler hakkındaki bu şaşkınlığımız ve ihtilafımız konusunda siz ne düşünüyorsunuz; sizin yolunuzun ne olduğunu bize bildirin. Siz peygamberin soyu ve evlatlarısınız. Hiçbir zaman ondan kopmazsınız. İlminizi Allah Teala'nin talimiyle alırsınız. O, sizin koruyucunuzdur ve siz Allah kulları içinsiniz.

Hasan Basri'nin mektubu İmam'a (a.s) ulaşınca ona şöyle bir cevap yazdı:
...Allah'm hayır ve şer kaderine inanmayan kâfirdir. Günahları O'na isnat eden ise günahkârdır. Yani takdiri inkâr etmek kadercilerin ve günahları Allah'a isnat etmek ise cebriyecilerin inancıdır. O halde kul gücü yettiği miktarca Allah'tan almak konusunda özgür irade sahibidir Din cebir ile kader arasındadır...
* * *
Bir rivayette şöyle geçmektedir. Bedevi bir Arap çölden gelip Kufe'deki evinin önünde oturmuş olan İmama ve tamam'ın babasıyla annesine çirkin sözler söyledi. İmam (a.s) yerinden kalkarak, "Ey Arap! Aç isen sana ekmek getirsinler, susuz isen sana su getirsinler; ne olmuş sana?" diye buyurdu. Bedevi Arap hala sen şöylesin, baban ve annen böyledir diyerek hakaretler savuruyordu.

İmam Hasan (a.s) kölesine bir kese para getirerek ona vermesini söyledi. Ve peşinden buyurdu ki:
Ey Arap! Beni mazur gör. Evimizde bundan fazlasi kalmamıştı; yoksa senden esirgemezdik.
Bedevi Arap bu sözleri duyunca dedi ki: "Şehadet ederim ki gerçekten sen Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlusun. Ve ben buraya sizin sabrınızı görmek için geldim. Ve ileri gelen kişilerin özelliği şudur:
-------------------
Ahzab, 33.
Şerh-i Ta'rif, c1, s.199-200.
----------------

insanların övgüsü ve kınaması onların yanında eşittir ve haklarinda söylenen haksiz sözler onları değiştirmez."
* * *
Ve yine Al-i Muhammed'in mumu ve soyut bağlarından biri döneminin efendisi Ebu Abdullah Hüseyin b. Ali b. Ebutalip'tir (a.s). Allah'ın gerçek veli kullarindandi. Bela ehlinin kıblesi, Kerbela şehidi. İmam Hüseyin'in (a.s) hak zahir olduğu müddetçe hakka uyduğu ve hak ortadan kaldırıldığında ise kılıç çektiği ve aziz canini Allah yolunda feda edip şehadet şerbetini içmedikce durmadığı konusunda herkes ittifak içerisindedir.
...Onun fazilet ve menkibeleri ümmetten kimseye sakli kalmayacak kadar meşhurdur...
* * *
Ve yine peygamberin varisi, ümmetin çırağı, zulme uğrayan efendi, hakkından mahrum edilen imam, ağabeylerin ziyneti ve büyük kişilerin mumu Ebu'l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebutalib (a.s) kendi döneminin en saygın kişisi, en fazla ibadet edeni idi. Hakikatleri keşfetmesi ve ince görüşleri... Meşhurdur. Ve İleride değineceğimiz gibi,

Ali oğlu Hüseynin'in Kerbela'da evlatlarıyla birlikte şehit ettikleri zaman kadınlara kayyim olacak ondan başka kimse kalmamıştı. O hastaydi ve Emirulmuminin Hüseyin (a.s) ona Ali Asgar ismini vermiştir. Onu çıplak develere bindirerek Dimaşk'a götürüp Yezid b. Muaviye'nin (Allah alçaltsın onu) karşısına çıkardıkları zaman biri ona, "Nasıl sabahladınız ey Ali ve ey rahmet Ehl-i Beyti!" diye sorunca buyurdu ki:

Kavmimizin zulmüne dolayı sabahimiz Firavun'un kavminin zulmüne uğrayan Musa'nin kavminin sabahi gibi oldu; Firavun'un kavmi onların çocuklarını öldürüyor ve kadınlarının örtülerini açıyorlardı; ne sabahi ne de akşamı bilmeyelim diye böyle yaptılar...
* * *
Bir rivayette şöyle nakledilir: Hişam b. Abdulmelik b. Mervan bir yıl hacca gelmişti. Ka'be'yi tavaf yapiyordu. Hacer-i Esved'i öpmek istediyse de kalabalıktan buna muvaffak olmadi. Sonra minbere çıkarak hutbe okumaya başladı. O sirada imam Zeynulabidin Ali b. Hüseyin (a.s) mescide girdi. Yüzü dolunay gibi parlıyor, yüzünden etrafa nur saçılıyor,

elbisesinden etrafa ıtır yayiliyordu. Bu halde tavaf etmeye başladi. Hacer-i Esved'in yanına ulaşınca insanlar ona saygı gösterip Hacer-i Esved'i öpebilmesi için Hacer-i Esved'in etrafını boşalttilar. Bu manzarayi gören şamlı bir adam Hisam'a şöyle dedi: Sen halife olduğun halde seni Hacer-i Esved'e sokmadilar. O güzel yüzlü genç kimdi ki geldiği zaman herkes çekilip Hacer'in etrafını boşalttı?

Hişam şam halkının onu tanımıyıp sevmemesi ve kendi hilafetine yönelmesi için, "Ben onu tanımıyorum." dedi.
O sırada orada olan şair Ferazdak, "Ben onu tanıyordum." dedi. Bunun üzerine, "O kimdir ey Eba Feras! Onu bize tanit; onun çok yüce bir makama sahip olan bir gene olduğunu gördük." dediler.

Ferazdak dedi ki: "O zaman dinleyin onun yüce sıfatını tanıtayım size:
Bu kişiyi, Mekke'nin ayak izleri tanir. Ka'be tanir bunu, harem de, Hill de tanir.
Ferazdak onun methinde buna benzer birkaç, beyt okuyarak onunla Ehl-i Beyt'i övdü. Hişam öfkelenip onu Asfan'a götürüp zindana atmalarını emretti Asfan Mekke ile Medine arasında bir yerdir. Bu haber imam'a (a.s) ulaşınca ona on iki bin dirhem vermelerini emredip şöyle buyurdu: "Ona söyleyin ki, ey Eba Feras! Bizi mazur gör. Biz sınanma halindeyiz; sana göndermek için bundan daha fazla malımız yoktu."

Ferazdak o paraları geri göndererek dedi ki: "Ey Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlu! Ben para için çok şiirler söyledim ve onlarda yalan yere yapılan medhiyeler ve övgüler vardir. Ben bu beyitleri onlardan bazılarına keffaret olsun diye Allah için Peygamber ve evlatları hakkında söyledim.
Onun sözlerini İmam Zeynulabidin'e (a.s) ulaştırdıkları zaman İmam (a.s) onu tekrar Ferazdak'a gönderip şöyle buyurdu: "Ona söyleyin ki, ey Eba Feras! Eğer bizi seviyorsan bizim hakkimizda, verdiğimiz ve mülkiyetimizden çıkardığımız şeyi geri almamayı uygun görme."
İmam'ın (a.s) bu buyruklarindan sonra Ferazdak o parayı kabul etti. O yüce imamın faziletleri burada söyleyip bitiremeyeceğimiz kadar çoktur.

SADİ ŞİRAZİ

Ay çekildi Muhammed'in nurundan,
Serv vazgeçti kendi gururundan.
Göğü sonsuz görüp uyma hayale,
Yalniz Muhammed ile varır kamale.
Herkesin vaad-i didari ruz-i kiyamet
Vuslat gecesidir Leyle-i isra-i Muhammed
Âdem, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa
Geldi cümle saye-i Muhammed
Varlik âlemi almaz himmetini
Ruz-i kiyamet gör nur-i cemal-i Muhammed
Yer de gök gibi düşmek ister
Buse vurmak ister ber kadem-i Muhammed
Ne güneş ışıldar yerde ve ne de ay
Işıldamaz ma siva-i nur-i cemal-i Muhammed
Sadi! Gençlik eder de aşık olursan

Yeter aşk-ı Muahammed ve Al- Muhammed
* * *
Kerimu 'ş-şecaya, cemilu'ş-şiyem
Nebiyyu 'l-beraya, sefiu 'l-umem
İmamu 'r-rusul, pişva-i sebil
Emin-i huda, mahbit-i Cebrail
şefiu 'l-Vera, hace-i baas ve neşr
İmamu'l-huda, sadr-i divan-i haşr
Kelim-i ki çerh-i felek tur-i ust
Heme-i nurha pertov-i nur-i ust
Şefiun muta nebiyyuun kerim
Kasimun cesimun nesimun seyim
Yetim-i ki na-kerde Kur'an dorost
Kitabhane-i çend millet beşost
Hudaya Bi-hakki beni Fatime
Ki ber kavlem iman konem hateme
Eger davetem red konu ver kabul
Men-o dest-o damen-i al-i Resul.
Kerim seciyeli, güzel ahlaklı
Kulların nebisi, ümmetin şafisi
Resuller önderi, yolun rehberi
Allah'ın emini, Cebrail mahbiti
Kulların şefaatcisi, kıyamet efendisi
Hidayet imamı, haşr divanının başı
Bir kelim ki, felek çarkı Tur'udur onun
Bütün nurlar, yansıması nurunun
Uyulan şefaatçi, nebiyy-i kerim
Kasımdır, yücedir, nesimdir, güzel
Öyle bir yetim ki Kur'an yazmadı
Birkaç ümmetin kütüphanesini yıkadı
Allah'ım! Fatıma oğullarının hakkı için
Ki sözümü imanla bitireyim
Duamı ister reddet, ister kabul
Al-i Resul'ün eteğine yapıştım ben.


-----------
Keşfu'l-Mahcub, 85-95.
Sadi şirazi 71 Kulliyat-i Sadi, 203,4 türkçe aktarimi C. bendi derya
Kulliyat-i Sadi, 203.
--------------

SEYYİD HAYDAR AMİLİ VE ŞEYH MUHYİDDİN ARABİ

Seyyid Haydar Amili (r.a) el-Muhitu'l-A'zam ve'l-Bahru'l-Hazim alı irfani-kelami tefsirinde şöyle yazar:
"Bilki, Kur'an'ın sırları ve hakikatleri kuds ve taharet yurdunda mukaddes ve tertemiz yerlere, arınmış ve faziletli kişilere nazil olan ilahi sırlar ve rabbani hakikatlerdir. Allah Teâla şöyle buyurmaktadir:
O, elbette değerli bir Kur'an'dır, Sakli bir Kitaptadır. Ki ona -her türlü çirkinliklerden- temizlenenlerden başkası -onun hakikat ve sırlarına- dokunamaz.

Dolayısıyla, Kur'an yalnız kemale ermiş, canlara, "rics" diye ifade edilen günah ve itaatsizlikten temizlenmiş kişilere nazil olur ve onlara zuhur eder. Allah Teâla şöyle buyurmuştur:
Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler kötü kadınlara; iyi kadınlar iyi erkeklere; iyi erkekler de iyi kadinlara mahsustur. Bunlar onların söyledikleri çirkin şeyler)den uzaktırlar. Bunlara, (Allah tarafından) bağışlama ve cömertçe bir rızık vardır.
Bu tertemiz canlar ve mükemmel zatlar peygamberler ve resullerden başka kimse değillerdir. Ve onlardan sonra da onları sadık bir şekilde takip eden bu tevhid ehli imamlardir.

İşte bu nedenle dedik ve diyoruz ki: ilimde derine inenler mutlak olarak peygamberlerdir; sonra resuller, sonra imamlar, sonra Allah'in veli kulları ve sonra da tevhid ehlinin âlimlerdir.
Dolayisiyla; onlardan başka kimse bu gruba girmez. Nitekim sıka olarak bilinen güvenilir kişilerin sözlerinde de buna rastlamak mümkündür. Ayrıca Allah Teâla da bu konuda şöyle buyurmuştur:

Allah yalnız siz Ehl-i Beyt'tten -ki Sünni ve şii rivayetlerine göre Hz. Muhammed, Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin'dirler.- her türlü çirkinliği gidermek ve sizi -bütün günahlardan- hakkıyla tertemiz kılmayı diler. Allah Teala'nin bu buyruğunda Ehl-i Beyt'in temizliği, kutsallığı, günahlardan ve itaatsizlikten münezzeh oluşları vurgulanmıştır.

Çünkü çirkinlik ya küfür ve şirk anlamındadır ya da günah anlamındadır; birinci
anlamındadır; birinci anlamda olacak olursa onların küfür ve şirkten temizlenmiş ve arınmış, olmaları zaruret hükmüyle apaçık ve kaçılmazdır. Ancak ikinci anlamda olursa, bu durumda da o ve benzerlerinden temizlenmiş olmazsa temizlik ifadesinin kullanılması doğru olmaz; Çünkü günah en kötü necasetlerden ve onların en çirkinlerindendir.

Ve Allah Teâla onların bundan temizlenmiş ve arınmış olduklarına tanıklık etmiştir. Dolayısıyla, zaruret hükmüyle ondan temizlenmiş olmaları gerekir. Aksi durumda Allah Teala'nin buyruğunda aykırılık söz konusu olur; hâlbuki bu da muhaldir...
Ve sofilerin ileri gelenleri, Şeyh Muhyiddin Arabi'nin Selman'ın sırrını ve onun Ehl-i Beyt'ten sayılmasının sebebi hakkındaki sözleri buna işaret etmektedir. Bu da kendi başına çok geniş ve yararli bir bölümdür. Biz burada tanık olarak ve yukarıdaki sözleri reddedenlere delil olarak bu bölümün tümünü kaydediyoruz:

Allah Teâla seni teyit etsin! İmam Cafer Sadık (s.a.a) kanalıyla bize Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir: Her kavmin kölesi onlardandir. Yine Allah Resulü'nden (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: "Kur'an'ın ehli Allah'ın ehli ve O'na has olanlardır." Benim (gerçek) kullarıma gelince senin onları kandırmaya gücün yetmez!

Dolayısıyla, üzerinde bir kul hakkı olan Allah'ın her kulunun o hak miktarınca kulluğu azalır ve o da onun üzerinde sulta kurar, güç yetirir ve böylece Allah'ın halis kulu olamaz. Bu, Allah'a ulaşmak için kopanların kullardan kopmayı tercih edip seyahate çıkmalarının, çöllere ve sahillere düşmelerinin ve insanlardan kaçıp onların hayvani özelliklerinden sıyrılmalarının nedenidir. Onlar her şeyden soyut-lanmak ve serbest olmak peşindedirler. Seyahat döneminde onlardan birçok grupla görüştüm...

Temizlenmek Allah'ın Halis Kulu için Bir Rızıktır
Resul-i Ekrem (s.a.a) Allah'ın halis kulu olduğu için Allah Teâla onu ve bütün Ehl-i Beyt'ini tertemiz kılmış ve onlardan, çirkinlik ve eksikliklerine neden olan her şeyi kapsayan rics ve bulaşıklığı gidermiştir. Ayette geçen "rics", Ferra'nin da dediğine göre Araplar arasında çirkinliğe denmektedir.
Allah Teâla şöyle buyurmuştur: Allah yalnız siz Ehl-i Beyt'tten her türlü çirkinliği gidermek ve sizi -bütün günahlardan- hakkıyla tertemiz kılmayı diler.

Dolayısıyla, temizlenmiş, olmayan hiç kimse onlara eklenmez. O halde, onlara yalnız onlar gibi olan birisi eklenebilir. Allah Resulü'nün (s.a.a) Selman-i Farsi'nin temizlik, ilahi korunma altinda olma ve masumiyetine yönelik tanıklığını da şöyle dile getirmektedir:
Selman biz Ehl-i Beyt'tendir.

Ehl-i Beyt Mutahharliğin Özüdür

Allah Teâla onların tertemiz olup her türlü çirkinliğin onlardan giderildiğine tanıklık etmiştir. Dolayısıyla mutahar kılımış ve kutsanmışlardan başka kimse onlara eklenmezler. Bir kimse onlara eklenir eklenmez Allah Teala'nin inayetine mazhar olur; bu durumda Ehli Beyt'in kendileri hakkında ne söylenebilir? Dolayisiyla, onlar temizlik ve mutahharliğin özüdürler...

Aşağıdaki ayet Allah Teala'nin Ehl-i Beyt'i Resul-i Ekrem (s.a.a) ile ortak kıldığına delalet etmektedir:
Ki Allah, senin -insanlarin söz ve davranışlarindan dolayı senin hakkında haksız yere oluşan- geçmiş ve -bugüne kadar- gelecek günahını örtsün.
Günah çirkinliğinden daha firkin ne var? Dolayisiyla, Allah Teâla, peygamberini mağfiret ile temizlemiştir. İşte bu nedenle bizim için sayilan bir şeyi o yaparsa görünüm bakımından günah olmasıyla birlikte ne Allah Teâlatarafından ve ne de insanlar tarafından bir kınanmaya maruz olmaması gerçekte günah değildir.

Eğer o günah hükmünde olsaydı günahin gereklerinden olan kinanmayi da beraberinde getirirdi. Bu durumda da Allah Teala'nin tathir ayetindeki buyruğu doğru olmazdi.

Dolayisiyla, Fatima evlatlarindan olan tüm üstün kişiler ve Selman-i Farsi gibi Ehl-i Beyt'ten olan herkes kıyamet gününe kadar bu ayetin hükmünün kapsamına girmektedir. O halde, onlar Hz. Muhammed'in (s.a.a) şeref ve üstünlüğü ve Allah Teâla'nın ona lütuf ve inayeti nedeniyle Allah Teâla tarafindan özel olarak ve onun tarafindan bir lütufla tertemiz ve mutahhar kılınmışlardır. Ehl-i Beyt için bu şeref ve üstünlüğün hükmü ancak ahiret yurdunda zuhur edecektir; onlar ahiret yurduna mağfiret uğramış olarak haşrolacaklardir...

Ehl-i Beyt'i (a.s) Sevmek Resül-i Ekrem'in (s.a.a) İsteğidir

Resul-i Ekrem (s.a.a) Allah Teala'nin emriyle yalniz yakınlarina sevgi ve itaati istemiştir: "Ancak yakınlarıma sevgi istiyorum." Bunda sila-i rahim sırrı yatmaktadir. Peygamberinin emrini yerine getirmeye gücü yettiği halde onu yerine getirmeyen kimse hangi yüzle onun şefaatini umabilir ki?
Allah Teâla burada sevgide daha fazla sevgi ve tekidi içeren "meveddet" kelimesini kullanmıştır. Bir şeye meveddet besleyen bir kimse sürekli onunla birlikte olur. Bir kimse Ehl-i Beyt'in meveddedine gönül verirse onlardan kendi hakkinda vuku bulan şeyi isteme hakkina sahip olmasina rağmen sevgi ve muhabbeti nedeniyle onlari sorumlu tutmaz...
İmam Cafer Sadik (a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur: Sevgilinin yaptığı her şey sevimlidir.

Ehl-i Beyt'i Sevmek, Allah ve Resulü'nü Sevmenin Belirtisidir

Allahı ve Resulüne sevgin doğru ise Peygamber'in Ehl-i Beyt'ini seversin ve onlardan senin hakkinda sadır olan istemediğin her şey onlardan vuku bulmasıyla nimetlendiğin bir güzelliktir. O zaman Allah Teala'nin sana lütuf ettiğini ve bu lütuf sayesinde onları sevdiğini anlarsın; çünkü onu seven kimse seni anmış ve onun aklından geçmişsin ve onlar Allah Resulü'nun (s.a.a) Ehl-i Beyt'idirler.

O halde, sana vermiş olduğu bu nimetten dolayı Allah'a şükretmen gerekir. Onlar Allah'ın tertemiz kıldığı tertemiz dillerle seni anmışlardır; öyle bir temizlik ki senin ilmin ona ulaşamaz.

Seni Ehl-i Beyt'e karşı bundan farklı bir durumda görürsem, -hâlbuki sen onlara ve Allah Resulü'ne (s.a.a) muhtaçsın ve Allah onun vesilesi ile seni hidayete erdirmiştir- senin sevgi ve meveddetine nasil emin olayim; oysa sen beni gök sevdiğini, üzerindeki haklarını gözettiğini ve benim yanimda olduğunu iddia ediyorsun. Hâlbuki peygamberinin Ehl-i Beyt'i hakkinda bu şekilde kusur buluyorsun? Allah'a andolsun ki bu ancak senin imanının eksikliğinden, Allah'ın sana hilesinden ve seni hiç tahmin etmediğin bir yerden tuzağa düşürmesinden kaynaklanıyor...

-------------------
Vakia, 77, 79.
Nur, 26.
Ahzab, 33.
Maksat ibn Arabi'dir.
El-Futuhati'I-Mekkiyye, c.1, s.29.
İsra, 65.
Ahzab, 33.
Feth, 2.
Nisa, 1; şura, 23.

12
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT


Ehl-i Beyt'in Sirları ve Onların Bazı Özellikleri

Bu makamın kutuplarını sana açıklayıp onların Allah Teala'nin seçkin ve beğenilmiş kulları olduğunu beyan ettiğim zaman şunu bilmelisin ki Allah Teala'nin bize bildirdiği onların sırlarını genel olarak insanlar ve hatta bu makama sahip olmayan özel kişilerin coğu bilmezler. Allah Teala'nin kendisinden taraf rahmet verdiğine ve ilim öğrettiğine tanıklık ettiği ve Hz. Musa'nın (a.s) uyduğu Hızır (Allah ondan razi olsun) onlardan biri ve hatta onların en büyüklerindendir...
Onlarin sırlarından biri de -dediğimiz gibi- Ehl-i Beyt'in makam ve mevkilerini ve Allah Teala'nm onlarin o ilimde yüce makamlarına dikkat çektiğini bilmektir.

Yine onların sırlarından biri de Allah Teâla'nın onların düşmanları için yaptığı hileyi bilmektir. Onlar Peygamberi (s.a.a) sevdiklerini iddia ederler; hâlbuki Peygamber de Ehl-i Beyt'i sevmeyi tavsiye etmiştir ve kendisi de Ehl-i Beyt'i sevenlerden biridir! insanlann çoğu Resul-i Ekrem'in (s.a.a) Allah'ın emriyle istediği şeyi yerine getirmeyerek Allah ve Resulü'ne itaatsizlik etmişler, onun yakınlarından, kendisinden iyilik gördükleri kimse dışında hiçbirini sevmemişlerdir! Onlar kendi maksat ve amaçlarını seviyorlar ve kendi nefislerine âşıktırlar.
Şeyhten naklettiğimiz bu bölüm burada son buluyor ve bundan hedef ise şudur:
- Onun (İbn Arabi) Ehl-i Beyt'in fazilet ve üstünlüğünü bilmek.

- Onların nasıl sevilmesi ve onlara nasil meveddet beslenmesi gerektiğini bilmek.
- Kur'an-i Kerim'in onları tertemiz ve masum kıldığını, Kur'an'ın sırlarının özelliklerini, Kur'an ilimlerini onların vesilesiyle ve onları takip ederek bilmek ve Selman-i Farsi gibi Ehl-i Beyt takipçilerinin kimler olduğunu bilmek...

Seyyid Haydar Amili (r.a) kendi tefsirinde, Futuhati'l-Mekkiye'den bu bölümü naklettikten sonra birinci cildin sonuna kadar Ehl-i Beyt'ten söz etmiştir. Biz özetle geçmek istediğimiz için İbn Arabi'nin sözlerini bile özetledik. Seyyid Haydar Amili'nin ibn Arabi'den naklettiklerinin bir açıdan onun kendi sözleri de olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle Seyyid Haydar'ın kendisinden ayrıca ve uzun bir şey nakletmedik.
Burada Muhyiddin Arabi'den bir şiirle konuyu bitiriyoruz. Bu şiiri Süleyman b. ibrahim Kunduzi (m. 1294-1220) Yenabiul-Mevedde'de nakletmiştir:
Hiç kimseyi Ehl-i Beyt'e tutma denk

Ehl-i Beyt'tir ehl-i şehadet
Onlara buğzetmek gerçekbir hüsran
Onların sevgisi ibadet-i rahman

-----------------
Futuhati'l-Mekkiyye kitabında geçen ifade "Esraru'l-Aktab 'Selmaniyyin'" şeklindedir ve bu metinle daha fazla uyum içerisindedir.
Tefsiru'l-muhitu'l-A'zam, c.1,s.447.
Yenabiu'l-Mevedde, c.3, s.174, bab: 65.
--------------

EHL-İ BEYT KÜLTÜRÜ

İşaret:
]
Bu bölümde tertemiz ve masum Ehl-i Beyt'in emsalsiz, asil ve insan yetiştirici kültüründen bir parçasını gözlerinizin önüne sereceğiz. İlk önce o kutlu zatların ahlaklarının küçük bir parçasına deçip Ehl-i Beyt İmamlarının hayatında genel ahlak mevzusunu özet olarak inceleyecek ve sonra da güzel sıfatların, yeryüzündeki o semavi insanların hayatındaki tecellisini ele alacağız.

EHL-İ BEYT'İN AHLAKI

Masum ve her türlü çirkinlikten arınmış olan Ehl-i Beyt'in hayatında ahlak, hiçbir şeyi göz önünde bulundurmadan bütün insanlar için gösterdikleri birtakim kerametler, yaptikları haseneler, melekuti ve insani durumlar ve herkese sundukları beğenilir sifatlar, yüce kemalatlar ve güzel gerçeklerdir. Nice zamanlar dindiz, kâfir ve müşrik kişiler onların ilahi ahlaklarını görerek İslam dinine girip Allah'a kulluk ediyorlardi.Bu kitabımızın kapsamı tertemiz ve masum Ehl-i Beyt'in bütün ahlaki özelliklerini içeremez. İşte bu nedenle, bu özet yazımızda İslam ümmeti için bir ders olması için Ehl-i Beyt'in ahlakının bir bölümü ve bu sonsuz keramet deryasının bir köşesine yer veriyoruz. Bu hakikatın ayrıntı ve açıklaması için önemli İslam kaynaklarına müracaat etmek gerekmektedir.

Ehl-i Beyt yüce masumiyet makamı nedeniyle bütün ahlaki kemalatlara, ruhi ve batini hasanelere ve melekuti haletlere sahip olup her türlu ahlaki çirkinliklerden masum ve arınmışlardır.
Ehl-i Beyt bütün kemalati kendilerinde barındırıyorlardı; hiçbir eksiklik ve kusura sahip değillerdi; işte bu nedenle kıyamete kadar itaat edilmesi farz olan imamlar ve bütün insanlar için en güzel örneklerdirler. Şimdi onların her birinin yaşamlarından bazı örneklere değinelim:

RESUL-İ EKREM'IN (S.A.A) AHLAKINDAN SEÇMELER
Bereketli Mal

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: Allah Resulu'nün (s.a.a) gömleği eskimişti. Bir adam huzuruna gelerek ona on iki dirhem para hediye ettir. Hazret, Ali'ye (a.s), "Bu on iki dirhemi al ve onunla giymem için bana bir gömlek satin al" buyurdu.
Ali (a.s) diyor ki: Ben pazara gidip Allah Resulu (s.a.a) bir gömlek satin alip Hazretin huzuruna götürdüm. Allah Resulu (s.a.a) ona bakarak, "Benim için bundan başkası daha hoştur; adamın muameleyi bozup onu geri alır mı acaba? " buyurdu. Ben, "Bilmiyorum." dedim. Allah Resulu (s.a.a), "Bak eğer kabul ederse onu geri ver." buyurdu.

Ben dükkân sahibinin yanina giderek, "Allah Resulü (s.a.a) bu gömleği istemiyor, bundan daha ucuz fiyata bir gömlek istiyor; bu muameleyi boz." dedim.
Dükkân sahibi on iki dirhemi bana geri verdi. Ben onu alip Allah Resulü'ne (s.a.a) götürdüm. Hazret bir gömlek satın almak için benimle birlikte pazara geldi. Yol üzerinde bir cariyenin oturup ağladığını gördü. Hazret, "Sana ne oldu?" diye sordu. Cariye, "Ailem ihtiyacım olan şeyleri satın almam için bana dört dirhem verdi. Ben bu parayi kaybettiğim için eve dönmeye cüret edemiyorum." dedi.

Hazret (s.a.a) ona dört dirhem vererek evine dönmesini emretti. Sonra pazara gelerek dört dirheme bir gömlek satın alıp giyindi ve Allah'a şükretti.
Resul-i Ekrem (s.a.a) pazardan çıkınca çıplak bir adamın, "Kim beni giydirecek olursa Allah ona cennet elbisesi giydirir!" dediğini gördü. Hazret yeni satın aldığı gömleği üzerinden çıkararak o fakire giydirdi. Sonra pazara dönerek geriye kalan o dört dirhem ile başka bir gömlek daha satın alıp giyindi. Sonra Allah'a şükrederek evine döndü.

Yolda o cariyenin hala yolda oturduğunu görünce, "Neden ailene dönmedin" diye sordu. Cafiye; "Geçiktiğim için eve dönecek olursam eziyet edilmekten endişeleniyorum" dedi.
Allah Resulü (s.a.a), "Beni ailene götür de senin için aracı olayım." buyurdu.
Allah Resulü (s.a.a) evin kapısına gelince, "Selam olsun size ey ev halkı!" buyurdu. Fakat cevap alamayinca tekrar selam verdi. Ama yine cevap gelmedi. Üçüncü defa selam verince cevap verdiler. Allah Resulü (s.a.a) "Neden birinci ve ikinci defada cevap vermediniz?" diye sordu.

Dediler ki; "Ey Al-lah'ın Resulu! Selamınızı duyduk; ama onun birkaç kez duymayı sevdiğimiz için -cevap vermedik." Allah Resulü (s.a.a), "Bu cariye eve gelmekte geçikti; onu cezalandırmayın." buyurdu. Onlar dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü! Biz onu bizim evimize doğru gelen adımlar nedeniyle Allah yolunda azatettik!"
Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: Allah'a şükürler olsun. Ben bunun gibi bereketli bir on iki dirhem görmedim! İki çıplağa elbise giydirdi ve bir kişiyi kölelikten kurtardı.

Resul-i Ekrem'den (s.a.a) Beş, Ahlak Program

İmam Muhammed Bakır (a.s) Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Benden sonra sünnet olması için beş şey var ki ölünceye dek onları terk etmem: Yün elbise gimek, çulsuz merkebe binmek, kölelerle yemek yemek, ellerimle ayakkabı tamir etmek ve çocuklara selam vermek.
Yahudi Peygamber'in (s.a.a) Ahlaki ile Müslüman Oluyor

İmam Musa b. Cafer (a.s) değerli babaları kanaliyla Emirulmuminin Ali'den (a.s) şöyle rivayet etmektedir: Bir Yahudi Resul-i Ekrem'den (s.a.a) birkaç dinar alacaklıydı. Yahudi Allah Resulü'nden
------------------
El-Emali, Şeyh Saduk, s.238; kirk ikinci oturum. Hadis: 5; el-Hisal, c.2, s.490, hadis: 69; Ravzatu'l-Vaizin, c.2, s.427; Biharu'l-Envar, c.16, s.214, bab:9;hadis:1.
El-Hisal, c.1, s.271, hadis: 13; Vesailu'ş-şia, c.12, s.63, bab: 35, hadis: 15652; Biharu'l-Envar, c.16, s.219, bab: 9, hadis: 11.
--------------------------
(s.a.a) borcunu vermesini istedi. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a), "Alacağın parayi ödeyemiyorum." buyurdu. Yahudi adam, "Ödemezsen seni birakmam." dedi. Hazret, "Bu durumda yanımda oturturum," buyurdu ve sonra gelip adamın yanında oturdu. Öyle ki öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını orada kıldı.

Resul-i Ekrem'in (s.a.a) ashabi onu tehdit edip korkuttular. Hazret onlara bakarak, "Ona ne yapmak istiyorsunuz?"' buyurdu. Onlar, "Ey Allah'ın Resulü! Bir Yahudi sizi bu şekilde yanında hapsetmiştir." dediler. Hazret, "Rabbim beni zimmet ehli ve diğerlerine zulmetmem için göndermemiştir."
Gün sona erince Yahudi dedi ki: "Eşheduellailahe illellah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh. Ben servetimin bir bölümümü Allah yolunda -bağışladım-.

Ey peygamber! Allah'a andolsun ki senin hakkında bu şekilde sıkı tutmanınnedeni senin Tevrat'ta vasfi geçen kişi olup olmadığını görmekti. Ben Tevrat'ta senin vasfında şöyle okudum: 'Muhammed b. Abdullah'ın doğum yeri Mekke ve hicret edeceği yer ise Medine'dir. Sert ahlaklı, öfkeli değildir, bağırıp çağırmaz. Konuşmasını çirkinliklere ve sözünü küfre bulaştırmaz.' Ben Allah'ın birliğine ve senin peygamber olduğuna tanıklık ediyorum. Bu servetimde ise Allah'ın nazil ettiği kanunla hükmet"

İhtiyacı Olanların Sıkıntısını Gidermek için Faizsiz borç

İmam Cafer Sadik (s.a.a) değerli babası İmam Muhammed Bakır'dan (a.s) şöyle rivayet etmiştir: Bir fakir Resul-i Ekrem'in (s.a.a) huzuruna gelerek yardım istedi. Allah Resulü (s.a.a), "Aranızda faiz almadan bu adama borç verebilecek parası olan biri var mıdır?" diye sordu. Ensardan, Hubla oğullarından bir adam ayağa kalkarak, "Benim var." dedi. Allah Resulü (s.a.a), "Bu adama dört tabak hurma ver." buyurdu.
Ensarda olan adam fakire dört tabak hurma verdi. Ensardan olan adam bir müddet sonra Allah Resulü'nün (s.a.a) huzuruna gelerek vermiş olduğu borcun ödenmesini istedi. Allah Resulü (s.a.a), "inşallah ileride ödenecektir." buyurdu.

Bir müddet sonra yine Resul-i Ekrem'in (s.a.a) huzuruna geldi. Hazret yine, "İnşallah ileride ödenecektir." buyurdu. Üçüncü defa gelince yine, "inşallah ileride ödenecektir." buyurdu. Adam bu defa Allah Resulü'ne (s.a.a) dedi ki: "Ya Resulullah! İnşallah ilerde ödenecektir, sözünü çok söylediniz bana!"

Resul-i Ekrem (s.a.a) tebessüm ederek, "Faizsiz borç verebilecek bir kişi var mı?" buyurdu. Adam biri kalkıp, "Ey Allah'ın Resulü! Bende var." dedi. Hazret, "Ne kadar verebilirsin." buyurdu. Adam, "İstediğiniz kadar." dedi. Hazret, "Bu adama sekiz tabak hurma ver." buyurdu. Ensardan olan adam, "Sadece dört tabak alacaklıyım." dedi. Hazret, "Diğer dört tabak da senin olsun." buyurdu.

Miskinlerle Yemek Yemek

İmam Cafer Sadik (a.s) değerli babasından şöyle rivayet etmektedir: Allah Resulü (s.a.a) döneminde yoksullar evleri olmadığı için geceyi mescitte geçiriyorlardı.
--------------------------
El-Emali, Saduk, s.465, oturum: 71, hadis: 6; Biharu'l-Envar, C.16, s.216, bab: 9, hadis: 5; Müstedreku'l-Vesail, c.13, s.407, bab: 17, hadis: 1541.
Kurbu'l-Esnad, s.44; Vesailu'ş-Şia, c.9, s.435, bab: 30, hadis: 12422; Biharu'l-Envar, c.16, s.218, bab: 9, hadis: 7.
-----------------------------
Allah Resulü(s.a.a) bir akşam mescitte minberin yanında taştan yapılmış bir tabakla o miskinlerle birlikte iftar etti. Onlarla birlikte yemek yedi. O akşam Allah Resulü'nün (s.a.a) bereketiyle o tas tenceredeki yemekten otuz kişi yemek yedi ve sonra geri kalan yemeği eşlerine geri götürdü.
Züht ve Kanaat
İmam Rıza (a.s) değerli babaları kanalıyla Allah Resulü'nden (s.a.a) şöyle rivayet etmektedir: Bir melek benim yanıma gelerek, "Ey Muhammed!" dedi, "Rabbin sana selam gönderiyor ve buyuruyor ki, eğer dilersen kumla dolu genişMekke bölgesini senin icin altına dönüştürürüm.'' Fakat Hazret başını gökyüzüne kaldırarak şöyle buyurdu:

Ey Rabbim! Bir gün sana hamdetmek için aç kalırım ve
bir gün de senden istemek ve dilenmek icin aç kalırım!

Hayretengiz Tevazu

İbn Abbas şöyle diyor: Allah Resulü (s.a.a) sürekli yerde, sergi kullanmadan otururdu. Yerde yemek yer, koyunları kendisi sağar, kölelerin arpa ekmeğini yemek icin davetini kabul ederdi.

İnsanlar için Üzülmek

Resul-i Ekrem'in (s.a.a) döneminde Suffe ehli arasında fakir ve perişan durumda olan bir fakir vardi. Bütün namazlarini Allah Resulü'ne (s.a.a) uyarak kılar, hiçbir namazını cemaat dışında kılmazdı. Allah Resulü (s.a.a) onun için üzülür, onun yoksulluk ve garipliğini göz önünde bulundururdu.
Allah Resulü (s.a.a) sürekli ona buyururdu ki: "Ey Sad! Elime bir şey ulaşacak olursa senin ihtiyacını gideririm."

Uzun bir zaman geçti ve Allah Resulü'nün (s.a.a) eline bir şey geçmedi. Bu nedenle Sad'a karşı üzüntüsü daha da arttı. Hazretin Sad'a karşı üzünüsüne sahit olan Allah Teâla Cebrail'i iki dirhemle gönderdi. Cebrail Allah Resulü'ne (s.a.a) dedi ki: "Allah Teâla senin Sad icin üzüntünü biliyor. Sad'ın ihtiyacını gidermek istiyor musun?" Allah Resulu, "Evet." buyurdu. Cebrail, "Bu iki dirhemi ona ver ve bununla ticaret yapmasını şöyle." diye arz etti.
Resul-i Ekrem (s.a.a) iki dirhemi aldı ve öğle namazını kılmak için evden dışarı çıktı. O sırada Sad da onu bekliyordu.
Allah Resulü (s.a.a) ona, "Ticaret ve alışverişi seviyor musun?" diye sordu. Sad, "Seviyorum, fakat sermayem yok." dedi. Hazret iki dirhemi ona vererek, "Bu parayla ticaret yaparak rızkını kazan." buyurdu. Resul-i Ekrem (s.a.a) namazdan sonra Sad'a, "Bu andan itibaren ticarete başla; ben senin için üzülüyordum." buyurdu.

Sad, Allah Resulü'nün (s.a.a) emriyle ticaret peşine gitti; bir mail bir dirheme alıp iki dirheme satıyor, iki dirheme alip ve iştiyaklı insanlar ondan dört dirheme satın alıyorlardı.
-------------------------
Kurbu'l-Esnad, s.69; Biharu'l-Envar, c.16, s.219, bab: 9, hadis: 9.
Uyun-u Ahbari'r-Riza, c.2, s.30, bab:31, hadis: 36; Biharu'I-Envar, c.16, s.220, bab: 9, hadis: 12.
El-Emali Tusi, s.393, hadis: 866; Biharu'l-Envar, c.16, s.222, bab: 9, hadis: 19.
---------------------------
Bu şekilde dünya Sad'ın yüzüne güldü. Mali mülkü arttı. Ticareti göz alacak miktarda arttı. Nihayet mescidin girişinde bir yer ele geçirdi ve ticaretini orada topladi. Öyle ki Bilal ezan okuyup Allah Resulü (s.a.a) namaz kılmak için mescide geldiği halde Sad alışverişle meşguldu. Abdest alıp mescide gelmek için zamanı yoktu. Sad artık eski Sad değildi.

Resul-i Ekrem (s.a.a) bir gün ona, "Ey Sad! Dünya seni öylesine kendisiyle meşgul etmiştir ki, namazdan bile kaldın; o da peygamberle kılacağın bir namazdan! Senin geçmişteki durumun nerde, şimdiki durumun nerde? O seyr ve suluk nereye gitti?"
Sad şöyle arz etti: "Ne yapayım, malimi zayi mi edeyim? Başka çarem yok benim. Buna satip parasını ondan almalıyım, öbüründen alıp ona da parasını vermeliyim."

Allah Resulü (s.a.a) Sad'ın karşılaştığı bu duruma onun fakir durumda olduğu dönemden daha fazla üzüldü!
Cebrail Allah Resulü'nün (s.a.a) huzuruna gelerek dedi ki: "Ey Muhammed! Allah Teâla senin Sad hakkındaki üzüntünü biliyor. Sad'rn eski durumunu mu çok seviyorsun yoksa şimdiki durumunu mu?"

Allah Resulü (s.a.a), "Onun eski durumunu daha çok seviyorum; şimdi öyle bir hale gelmiştir ki, dünyası var ama ahiretini yok ediyor." buyurdu.
Cebrail, "Evet." dedi, "Dünya, mal ve metalara bu şekilde sevgi ve ilgi duymak fitne ve ahretten alıkoymaktan başka bir şey değildir. Sad'a, ona vermiş, olduğun iki dirhemi geri vermesini söyle. Sad o iki dirhemi geri verince eski haline geri dönecektir."
Resul-i Ekrem (s.a.a) evden çıkarak Sad'ın yanına giderek özel bir muhabbetle ona, "Ey Sad! Sana verdiğim iki dirhemi vermek istemiyor musun?" buyurdu.

Sad, "Neden vermeyeyim, üzerinede de iki yüz dirhem veririm" dedi.
Allah Resulü (s.a.a), "Ey Sad! O iki dirhemden başka bir şey istemiyorum!" buyurdu.
Sad iki dirhemi takdim ettikten sonra yavaş yavaş durumu değişmeye başladı ve nihayet kazandığı her şeyi kaybedip eski haline döndü.

İnsanlarınNankörlüğü Karşısında Bulunmak İyilikte

İmam Musa b. Cafer (a.s), babaları kanalıyla Emirulmuminin Ali'den (a.s) şöyle rivayet etmektedir: Allah Resulü(s.a.a) sürekli çok iyilik yapar, ihsanda bulunurdu; oysaki yapmiş, olduğu iyilik ve ihsanlara insanlar teşekkür etmiyorlardı. Onun iyilik ve ihsanları Kureyşe, Arap ve acemleri kapsardı. Biz Ehl-i Beyt de çok iyilik ve ihsanda bulunuruz. Bizim iyiliklerimize de teşekkür edilmez. Seçkin müminler de bizim gibidirler.
Kullugun Zirvesi
--------------------------
Kâfi, c.5, s.312, bab; Nevadir, hadis: 38; Vesailu'ş-Şia, c.17, s.401, bab: 14, hadis: 22845; Biharu'l-Envar, c.22, s.122, bab: 37, hadis: 92
İlelu'ş-Şrayi, s.187.
--------------------
Ebu Basir imam Cafer Sadik'tan (a.s) şöyle rivayet etmiştir: "Resul-i Ekrem (s.a.a) sürekli bir köle gibi yemek yiyor, bir köle gibi yere oturuyor ve sürekli bir kul ve köle olduğunun bilincindeydi."

Sürekli Bir Tedavi

İmam Cafer Sadik (a.s) şöyle buyurmuştur: Bedevi bir kadın Resul-i Ekrem'in (s.a.a) yanından geçti. O sirada Hazret toprağın üzerinde oturmuş yemek yiyordu. Bedevi kadın ona hitaben dedi ki: "Ey Muhammed! Allah'a andolsun ki bir kul ve köle gibi yemek yiyor, bir kul ve köle gibi oturuyorsun!"
Resul-i Ekrem (s.a.a), "Eyvahlar olsun sana." buyurdu, "Benden daha iyi köle olan bir köle var mıdır?" Kadin, "Yemeğinden bir lokma da bana ver." dedi. Hazret ona bir lokma verdikten sonra kadın, "Hayır vallahi (kabul etmem); ağzındaki lokmayi istiyorum!" dedi. Hazret ağzındaki lokmayı çıkararak ona verdi. O da lokmayı alıp yedi.İmam Cafer Sadık (a.s) buyuruyor ki: O kadın ölünceye kadar vücudunda bir ağrı hissetmedi.


Büyük Bir Kişinin çocuğuna Özel bir Saygı

Hatem-i Tai Arabın ileri gelenlerinden olup çok cömert ve ileri görüşlü biriydi; insanlara sevgi ve şefkat gösterirdi.
O, dört bir taraftan gelen insanların açık sofrasından yararlanmaları için her gün bir deve pişirirdi. O bu işi tam bir içtenlikle ve halis niyetle yapıyordu. Hatem Allah Resulu'nün (s.a.a) mübarek ve nurlu çehresini ziyaret etmeden vefat etti.

Hatem'in vefatindan sonra kabile ve aşiretinin reisliğine oğlu Adiy geçti. Adiy de bağış ve cömertlik konusunda tıpkı babası gibiydi.
Diyorlar ki: Bir gün adamın biri ondan yüz dirhem istedi. Adiy, "Allah'a andolsun ki bu para çok azdir; daha fazlasını istemezsen vermem." dedi!
Bir şair, "Senin hakkında bir medhiye söyledim." dediği zaman ona, "Bekle istediğin şeyi sana vereyim; ondan sonra oku methiyeni." dedi.

Resul-i Ekrem (s.a.a) hicretin dokuzuncu yilinda Emirulmuminin Ali'nin (a.s) emrinde bir grubu Tay kabilesini İslam'a davet etmesi için onlara gönderdi. Onlar Allah Resulü'nün (s.a.a) elçilerinin hangi amaca geldiklerini araştırmadan muminlerle savaştılar ve o savaşta yenilgiye uğradılar.
Kabile fertlerinden birçok kişi çok büyük ganimetlerle esir düştüler.

Hiristiyan olan ve şama kaçan Adiy'nin kardeşi Seffane de esirler arasındaydı.
Allah Resulü (s.a.a) esirler hakkında karar vermek icin mescide gelince Hatem'in kızı ayağa kalkarak, "Ey Allah'ın Resulü! Babam vefat etti ve kayyimim olan kardeşim şam'a kaçti. Beni serbest bırakarak bana karşı bir lütufta bulun." dedi.
Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) ona önemli miktarda elbise vermelerini emretti ve onu saygıyla şam'a gönderdi.
-----------------------------------
El-Mehasin, c.2, s.456; bab: 51, hadis: 386; Biharu'l-Envar, c.16, s.225, bab: 9, hadis: 29.
El-Mehasin, c.2, s.457, bab: 51, hadis: 388; Biharu'l-Envar, c.16, s.225, bab: 9, hadis: 31.
--------------------------------
Adiy kızkardeşinin o kadar izzet ve saygı içerisinde olduğunu görerek şaşırarak durumu sordu. Kızkardeşi Allah Resulü'nün (s.a.a) kerimane davranışını Adiy'e anlatınca Adiy, "Ona karşı yapmamız gereken nedir?" diye sordu. Kızkardeşi dedi ki: "Derhal olun yanina gitmelisin; eğer peygamber ise ona iman etme iftiharını kazanırsın, peygamber değil de padişah ise, bu durumda da izzete ulaşırsın."

Adiy derhal hareket ederek Medine'de kendisini Allah Resulü'ne (a.s) tanıttı. Hazret onu evine davet etti.
Eve doğru hareket ederlerken yaşlı bir kadın Allah Resulü'ne (s.a.a) gelerek bir hacette bulundu ve uzun konuşmasıyla Hazreti ayakta tuttu. Allah Resulü (s.a.a) de büyük bir sabırla yaşli kadının tüm sözlerini dinledi! Bunun üzerine Adiy içinden"Padişahların ihtiyaç sahibi fakirlere karşı davranışları böyle değildir." dedi.

Eve ulaştıkları zaman Allah Resulü (s.a.a) Adiy'i kilim üzerinde oturttuktan sonra kendisi de onun karşısına geçip yerde oturdu. Bunun üzerine Adiy, "Ben kilimde otururken sizin yerde oturmanız beni rahatsız eder." dedi. Hazret, "Sen bizim misafirimizsin!" buyurdu ve sonra şöyle devam etti:
İslam dinine inanmamanızın nedeni bizim fakir olmamız ve düşmanlarımızın çok olması mıdır? Şüphesiz dünya böyle devam etmeyecektir.
Bunun üzerine Adiy büyük bir şevkle İslam dinini kabul etti ve Allah Resulü'nden (s.a.a) sonra Ehl-i Beyt'i savundu ve hayatının sonuna kadar bu yolda sebat gösterdi.

Adiy, Cemel, Siffin ve Nehrivan savaşlarında Emirulmuminin Ali'nin (a.s) safında yer alarak Allah için kılıç salladı. Cemel savaşında bir gözünü kaybetti ve üç oğlu (Tureyf, Tarif ve Tarfe) hak cephesinde yer alıp batıla karşı savaşarak şehit oldu.

Hayretengiz Sabır

Enes b. Malik şöyle diyor: Bedevi bir adam Resul-i Ekrem'in (s.a.a) huzuruna gelip Hazret'in cübbesini eliyle öyle bir çekti ki, cübbenin kenarı Allah Resulünün (s.a.a) mübarek boynunda iz bıraktı. Daha sonra, "Yanındaki Allah maIından bana vermelerini söyle!" dedi. Resul-i Ekrem (s.a.a) ona ilgi gösterip tebessüm ederek ihtiyacı olan şeyi ona vermelerini emretti!"

İnsanlara Davranması

Resul-i Ekrem (s.a.a) din kardeşlerinden birini üç gün görmeseydi durumunu sorar, bulundukları yerde olmasaydi onun hakkinda dua ederdi. Orada olsaydi hemen görmeye gider ve hasta olsaydi ziyaretine giderdi.

Misafire Saygi Göstermek

Bir gün Allah Resulü (s.a.a) evine geldiği zaman peşinden de büyük bir kalabalik evi doldurdu. Cerir b. Abdullah oturmak için yer bulamayinca dışarıda oturmak zorunda kaldi. Resul-i Ekrem (s.a.a) onu görünce gömleğini alıp sardı ve ona doğru atarak, "Bunun üzerine otur." buyurdu. Cerir gömleği alıp yüzüne koydu ve öptü.
------------
Tabakat, İbn Sad, c.1, s.es-Siretu'n-Nebeviyye, s.4; el-Bidayet-u ve'n-Nihaye, s.5 ve Tarih-i Taberi.
Mekarimu'l-Ahlak, s.17; Biharu'l-Envar, c.16, s.230, bab:9, hadis: 35.
Mekarimu'l-Ahlak, s.19; Biharu'l-Envar, c.16, s.233, bab: 9, hadis: 35.
----------------
Ve yine Selman diyor ki: Resul-i Ekrem'in (s.a.a) huzuruna gittim. O sirada bir yastığa yaslanmıştı. Yaslanmış, olduğu yastığı bana atarak şöyle buyurdu:
Ey Selman! Bir Müslüman, Müslüman kardeşine gittiği zaman onu ağırlamak için yastık verirse Allah Teâla onu bağışlar.

Daha Fazla iyilik İçin Daha Fazla Saygı

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Resul-i Ekrem'in (s.a.a) süt kızkardeşi onun yanına geldi. Allah Resulü (s.a.a) onu görünce sevindi. Abasını yere serip onu abasının üzerine oturttu. Daha sonra sohbet etmek için ona yöneldi. Yüzünde tebessüm vardı.
Sütkardeşi bir süre sohbet ettikten sonra kalkıp Hazretin huzurundan ayrılıp gitti. Sonra onun kardeşi geldi. Allah Resulü (s.a.a) ona daha farklı davrandı. Bunun üzerine, "Ey Allah'in Resulü! Ona da kız kardeşine davrandığım gibi davranmadın?" diye sordukları zaman şöyle buyurdu:
Kızkardeşine daha fazla saygı göstermemin sebebi, onun, babasına kardeşinden daha fazla iyilik ve ihsanda bulunmasıdır.

Düşmanı Affetmesi

Resul-i Ekrem (s.a.a) on iki bin silahlı ordusuyla Mekke halkının haberi olmadan o büyük bölgeyi fethettiği zaman tarihi insanlara karşı hayrete düşürecek bir şekilde şefkatli davrandı! Zafere ulaşan bir başkomutanın yenilgiye uğrayan karşı tarafa o şekilde davranabileceğine kimse inanamıyordu!
Mekke halkı Mescid-i Haram'da büyük bir askeri güce sahip olan İslam ve Müslümanların önderinin Kâbe'den çıkıp on üç yıl boyunca ona ceşitli eziyet ve işkenceleri reva gören Mekke halkı hakkında o tepeden tırnağa silahli on iki bin kişilik ordusuna hüküm vermesi için sıraya geçmiş bekliyorlardı.

İslam Peygamberi (s.a.a) putları kırdıktan sonra Kâbe'den dışarı çıkınca Mekke halkına şöyle hitap etti: "Ey insanlar! Benim için kötü akraba ve komşulardınız; beni bu diyardan sürdünüz. Sonra beni takip etmek için ordu hazırladınız. Bana hücüm edip amansızca saldırdınız. Benim arkadaşlanma ve yarenlerime eziyet ve işkence etmek, onları sürgün edip öldürmek konusunda elinizden geleni ardınıza koymadınız.

Amcam Hamza'yi öldürdünüz. Siz Allah'ın elçisi olduğun halde bana böyle davrandınız; o halde kesinlikle benim de kısas yapmaya ve intikam almaya hakkım var. Bu hak karşısında erkekleriniz öldürülüp kadınlarınız ve çocuklarınız esir almamalı, evleriniz yıkılmalı ve mallariniz fatih orduya dağıtılmalıdır; fakat ben sizinle ilgili hüküm ve görüsü kendinize bırakıyorum! Siz ne diyorsunuz, ne düşünüyorsunuz?

Bunun üzerine Suheyl b. Amr bütün Mekke halkını temsilen şöyle dedi: "Biz:" Hayir." diyor ve öyle düşünüyoruz. Sen bizim üzerimizde güç kazanan kerem sahibi yüce bir kardeş ve yüce bir kardeşin oğlusun."

Bu sözler yüce İslam Peygamberinin (s.a.a) kalbini yumuşatti ve gözlerinde yaş belirdi. Mekke halkı onun bu durumunu görünce yüksek sesle ağlamaya başladilar. Sonra Allah Resulü (s.a.a)şöyle buyurdu:
--------------------------------
Mekarimu'l-Ahlak, s.21; Biharu'l-Envar, c.16, s.235, bab: 9, hadis: 35.
Ez-Zuht, bab: s.34, bab: 5, hadis: 88; Biharu'l-Envar, c.16, s.281, hadis: 126.
----------------------------

"Ben kardeşim Yusuf'un söylediği şu sözü söylüyorum: 'Bugün sizi kınama yok, Allah sizi bağışlar; O merhametlilerin merhametlisidir! Dedi. (Yusuf, 92)"

Cömertçe Bağış

Sehl b. Sad-i Esedi diyor ki: Resul-i Ekrem {s.a.a) için siyah ve beyaz yünden bir cübbe diktim. Hazret onu görünce şaşirdi ve mübarek eliyle ona dokunarak, "Güzel bir cübbedir." buyurdu. Orada olan bir Arap "Bu cüppeyi bana ver!"dedi. Allah Resulü (s.a.a) hiç tereddüt etmeden onu üzerinden çıkarıp ona verdi.

Din Kardeşleriyle Paylaşmak

Ebu Said Harkuşi "Şerefu'n-Nebi" adlı kitabında şöyle yazıyor: Allah Resulü'nün (s.a.a) ashabından biri fakir olduğu halde evlendi ve Resul-i Ekrem'den (s.a.a) bir şey istedi. Bunun üzerine Hazret (s.a.a) Aişe'nin evine giderek, "Bu sahabe ile paylaşabileceğimiz bir şeyimiz var mı?" diye sordu. Aişe, "Evde, içinde biraz un bulunan bir sepetimiz var." dedi. Allah Resulü (s.a.a) kendisi için olan bir şeyi o sepeti unla birlikte o fakir sahabeye verdi.

Agzı Bozuk Adamı Affetmesi

Ka'b b. Zuheyr Mekke'nin fethine kadar cahiliye inancını sürdüren putperest bir adamdı. Onun çok çirkin işlerinden biri şiir kalıbında Allah Resulü'nün (s.a.a) hicvetmesi, onun hakkında çirkin sözler söylemesiydi.
Onun, Resul-i Ekrem'i (s.a.a) hicvetmesi ve onun hakkında çirkin sözler söylemesi öyle bir hadde varmıştı ki, Allah Resulü (s.a.a) Mekke'nin fethinde onunla şirklerini sürdürmede büyük bir taassubu olan, din ve İslam peygamberine karşı korkunç cinayetler işleyen birkaç diğer müşrikin kanının heder olduğunu bildirdi ve Müslümanları onlari öldürmekle görevlendirdi.

Ka'b b. Zuher Allah Resulü'nün (s.a.a), kanını helal ettiğini ve nereye kaçarsa kaçsın Müslümanların kılıcından güvende olmayacağını anlayınca, şiir okumadaki büyük maharetiyle Resul-i Ekrem'in (s.a.a) medhinde bir kaside okuyarak Medine'ye doğru yola koyuldu. Medine'ye ulaşınca kendisini Ebubekir'e tanıttı ve kendisini affetmesi umuduyla rahmet peygamberinin huzuruna götürmesi icin ona yalvardı.

Ebubekir onun bu isteğini kabul edip kimsenin tanımaması ve iman etmeden önce kanını dökmemesi icin yüzünü emamesiyle örterek Allah Resulü'nün (s.a.a) huzuruna götürerek, "Ey Allah'in Resulü! Bir Arap Müslüman olarak size biat etmek istiyoruz." dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) elini uzattı ve Ka'b Müslüman olarak biat etti ve sonra şöyle dedi:

"Babam anam sana feda olsun ey Allah'in Resulü! Bu, sana sığınan bir kişinin durumudur; ben Ka'b b. Zuheyr'im."
-----------------------
El-Kâfi, c.4, s.225, "İnnellaha hareme Mekkete hine haleka's-semavat-i ve'l-arz" babi, hadis: 3; Nasihu't-Tevarih, s.433, Peygamberin halleri.
Nasihu't-Tevarih, c.2, s.584, Peygamberin halleri.
Şerefu'n-Nebi, s.69.
------------------
Ve hemen peşinden Resul-i Ekrem'in (s.a.a) methinde yazmış olduğu kasideyi okumaya başladı. Zuher'in kasidesi bitince Allah Resulü (s.a.a) ona karşılık mükâfat olarak Zuher'e bir yemen kumaşı verdi ve islam'ını kabul ederek onu affetti.

Münafıkların Reisine Karşı Şaşırtıcı Davranış

Medine münafıklarının reisi olan Ubey b. Ka'b kendisi ve arkadaşları Allah Resulü (s.a.a) ve Müslümanlara karşı ellerinden gelen eziyeti ardlarına koymadılar. Sürekli İslam ve Müslümanlara karşı düşmanlar için casusluk yapıp bilgi aktarıyorlardı. Nifaklarında öyle direniyorladı ki, Kur'an-i Ke-rim'de onların bu kötü durumu,

Allah'ın rahmetinden mahrum oluşIarı ve kıyamet gününasıl azaba uğratılacakları hakkında ayetler nazil olmuş fakat o şuursuz gafiller ve bunları kendilerine etmeyen cahiller nifaklarından vazgeçmediler, bu çirkin davranışlarından pişmanlık duyup tövbe etmediler.
Abdullah b. Ubey, şevval ayının sonlarında, Peygamber efendimiz (s.a.a) Tebük savaşından döndükten sonra ağır bir hastalığa yakalanarak ölüm yatağına düştü.

"(Allah) ölüden diriyi çıkarır" buyruğu esasınca onun oğlu ise Allah Resulü (s.a.a) ve Müslümanların sevdiği sadık bir mümin, temiz kalpli bir Müslüman, iyi bir gençti.
"Anaya-babaya iyilik edeceksiniz" buyruğu gereğince ilahi bir farz ve dini bir vazife olarak her gün babasının ziyaretine gidiyor, can-ı gönülden ona hizmet ediyor ve mum etrafında dönen bir kelebek gibi onu etrafında dönüp bakımını yapıyordu.

Bu bilgin evlat Allah Resulü'nden (s.a.a) babasını ziyaret etmesini istedi. Böylece Allah Resulü'nün (s.a.a) ziyaret etmemesi nedeniyle ailesinin makam ve mevkisine bir zarar gelmemesini, ailesinin lekelenmemesini, bunun onlar icin bir ar ve utanç vesilesi olmamasını diledi.

Allah Resulü (s.a.a) gerçek müminlerden olan o gencin insanlar arasindaki makamını korumayi gerekli görerek babasının ziyaretine gitti.
Hazret büyük bir şefkatle ve Abdullah b. Ubey'in haline acıyarak ona şöyle buyurdu: "Seni, her ne kadar bize düşman olan Yahudiler ve Allah'ıinkâr edenlerle arkadaşlık etmeni ve onlarla ilişki kurmanı engellediysem de kabul etmedin. Acaba şimdi Allah düşmanlarının sevgisinin kökünü. Kalbinden söküp atmanın zamani geldi mi yoksa o alçak inancın, yanlış sevgin ve şeytani ilişkinle mi dünyadan ahirete göçeceksin?"

Abdullah b. Ubey Resul-i Ekrem'e (s.a.a), "Es'ed b. Zurare Yahudilerin düşmanı idi. Fakat olduğu zaman bu düşmanlığın ona bir yararı olmadı." cevabını verdi ve sonra şöyle devam etti: "Şimdi beni kınamanın zamanı değil; şimdi ben ölüm uçurumundayım. Senden cenazeme gelerek bana namaz kılmanı, gömleğini bana vermeni ve beni onunla defnetmelerini istiyorum."

Allah Resulu'nün (a.s) üzerinde iki gömlek vardi; büyük bir saygınlıkla üstteki gömleğini çıkararak ona bağışladı. Abdullah, "Ben senin mübarek bedenine temas eden gömleği istiyorum." dedi. Allah Resulu (s.a.a) onun bu isteğini kabul ederek alttaki gömleğini verdi ona.
---------------------
Nasihu't-Tevarih, c.3, s.79, Peygamberin (s.a.a) halleri.
En'am, 95.
Bakara, 83.
---------------------
Resul-i Ekrem (s.a.a) onun vefatından sonra oğluna tesliyet diledi. Cenazesinin üzerine gelerek ona namaz kıldı ve insanların itirazlarına karşı, "Benim gömleğim, onun için kıldığım namazım ve hakkında bağışlanma dilememin ona bir yararı olmayacaktır." buyurdu.
Resul-i Ekrem'in (s.a.a) bu güzel ahlaki, güler yüzlülüğü, yumuşaklığı, yüceliği ve yiğitliği karşısında Hazrec kabilesinden bin kişi Müslüman olma şerefine nail oldular ve Allah Resulü'nün (s.a.a) eliyle iman ettiler.

Resul-i Ekrem'in (s.a.a) Yarenlerine Karşı Davranışı

Yüce İslam Peygmaberi (s.a.a) dost ve yarenlerini ziyaret eder, hal hatırlarını sorardı; aynı şekilde onlar da kendisini ziyaret edip hatırını sorarlardi. Onlardan ayrıldığı zaman vedalaşırdı; onlar da ondan ayrıldığı zaman vedalaşırlardı. Karşilaştığı zaman onlan kucaklardı, onlar da karşılaşınca onu kucaklarlardı. Onların yüzünü öperdi, onlar da onun yüzünü öperdi. Ve onlara, "Babam anam size feda olsun!" buyururdu. Onlar da ona "Babalarımız ve analarımız sana feda olsun." diyorlardı.

Gecenin bir yarısı onu misafirliğe davet etselerdi kabul ederdi. Bineğe bindigi zaman kimsenin yaya olarak huzurunda olmasina izin vermezdi. Mümkün olsaydi onu da bir bineğe bindirir kendisiyle aynı sırada tutardı. Mümkün olmasaydı, "Sen kararlaştırdığımız falan yere benden önce git; ben de peşinden gelip yetişirim." diyordu. Çocuklarla karşılaştığı zaman onlara selam veriyordu.

Ayrılık Sorununu Gidermesi

Bir rivayette şöyle geçer: Bahreyn'den köleler Resul-i Ekrem'in (s.a.a) huzuruna gelmiş onun önünde sıraya geçmişlerdi. Allah Teâla onların arasında bir kadının ağladığını görünce, "Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Kadın, "Benim bir oğlum vardı, onu Bern Abes'e sattılar. Allah Resulü (s.a.a) "Kim sattı onu?" diye sordu. Kadın, "Ebu Useyd Ensari" cevabını verdi.
Allah Resulü (s.a.a) öfkelenerek Ebu Useyd Ensari'ye, "Derhal merkebine bin ve onu sattığın gibi geri al" buyurdu. Ebu Useyd merkebine binerek gidip onu geri alıp getirdi.

Allah Resulü (s.a.a) daha sonra şöyle buyurdu: "Kim anneyi ile çocuğunu birbirinden ayırırsa Allah Teala cennette onu dostlarından ayıracaktır."
Yine şöyle buyurdu: "Akşamleyin tavuklarınızın (kümes hayvanlarınızın) yanına gidip onları yuvalarindan çıkarmayin; Çünkü akşam onlar için güven ve dinlenme vaktidir."

Güzel Ahlak ve Mülayimliğin Zirvesi

İbn Abbas şöyle diyor: Resul-i Ekrem'in (s.a.a) güzel ahlaki zirvedeydi. Bir gün mescitte oturmuştu; ashap ve yarenleri de Hazrete hizmete hazir bir vaziyette bekliyorlardi. O sırada mescidin kapisinda kılıç kuşanmış ve eteğinde de bir kertenkele olan bedevi bir Arap belirdi. Bedevi Arap, "Ey Muhammed! Sen yalanci bir sihirbazsın!" diye bağırdı.

Allah Resulü'nün (s.a.a) yarenleri onu öldürmek istedilerse de Hazret onlara engel oldu ve o bedevi Araba, "Arap kardeş! Kimi arıyorsun?" diye sordu. Arap, "Yalancısihirbaz Muhammed'i!" dedi. Allah Resulü (s.a.a), "Muhammed benim; ama ne sihirbazım ve ne de yalancı; ben Allah'in elçisiyim." buyurdu.
-----------------
Nasihu't-Tevarih, c.3, s.234, Peygamberin (s.a.a) halleri.
Şerefu'n-Nebi, s.67.
Deaimu'l-islam, c.2, s.60, bab: 14, hadis: 162; Müstedreku'l-Vesail, c.13, s.374, bab: 10, hadis: 15639; Şerefu'n-Nebi, s.68.
Avalil-Leali, c.2, s.249, bab: 20, hadis: 20; Müstedreku'l-Vesail, c.13, s.375, bab: 10, hadis: 15642.
-----------

13
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT

Arap dedi ki: "Puta andolsun, eğer şahsiyet ve makam-mevki meselesi olmasaydi bu kılıcımı senin kanınla sulardım ve Lat'a andolsun ki, bu kertenkele sana iman etmedikce ben sana iman etmeyeceğim!" Daha sonra kertenkeleyi bıraktı.
Allah Resulü (s.a.a), "Ey kertenkele'." diye seslendi. Kertenkele, "Lebbeyk" dedi. Hazret, "Ben kimim?" dedi. Kertenkele, "Sen Allah'ın elçisisin." cevabini verdi.

Bu olayla bedevi Arabın kalbi marifet nuruyla açıldı ve sadik bir niyetle Allah'in birliğini ve Peygamberin elçiliğini ikrar ederek şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü! Dünyada hiç kimse sana karşı benim kadar düşman olmadığı halde bu mescidin kapısından içeri girdim; şimdi ise sana karşı hiç kimseyi benden daha âşık görmediğim halde gidiyorum."


Meşakkate Sabretmesi ve Ümmetin Yükünü Taşıması

Bir rivayette şöyle geçer: Bir gün İslam Peygamberi (s.a.a) yarenlerinin biri ile Medine çevrsinden geçiyordu. Yaşli bir kadının su almak için su kuyusunun başına geldiğini fakat su alamadiğini gördü. Hazret onun yanına giderek, "Ey yaşlı kadınl Bu kuyudan senin için su çekmemi ister misin?" buyurdu. Yaşlı kadin, "İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz."
Resul-i Ekrem (s.a.a) kuyunun başına gelerek kovayı çekip onun su kırbasını doldurduktan sonra omzuna alarak, "Sen önden git ve çadırının yolunu göster bana." buyurdu.

Allah Resulü'nün (s.a.a) yanındaki adam her ne kadar su ile dolu ağır su kırbasını yaşlı kadınınçadırına götürmek için Hazretten almak istediyse de o kabul etmeyerek, "Ben Ümmetin yükünu taşımaya ve zorluklara katlanmaya daha layığım." buyurdu.
Yaşlı kadın önden hareket ediyordu ve Allah Resulü (s.a.a) de onun peşinden su kırbasini taşıyordu. Nihayet çadıra ulaşınca su kırbasını yere bırakıp Medine'nin yolunu tuttu.

Yaşlı kadın çadıra girdi ve çocuklarına, "Kalkın, bu kırbayı çadırın içine getirin." dedi. Çocuklar, "Anne! Bu ağır kırbayı buraya nasil getirdi?" dediler. Yaşlı kadın "Hoş sohbetli, güzel, iyi ahlaklı yiğit bir delikanlı bana şefkat göstererek bu kırbayı omzuna alıp buraya getirdi" dedi. Onlar, "O adam nereye gitti?" diye sordukları zaman, "şu yolda giden adamdır." dedi.
Yaşlı kadının çocukları o yüce zatın peşine gidip Hazreti tanıyınca çadıra doğru koşarak, "Anneciğim! Bu yiğit adam senin iman ettiğin, gece gündüz görmeyi arzuladığım ve sürekli sözünü ettiğin kişidir." dediler!

Bu sözleri duyan yaşlı kadın koşarak çadırdan dışarı çıktı. Çocukları da onun peşinden koştular. Nihayet Allah Resulü'ne (s.a.a) ulaşarak onun eline, ayağına düştüler. Yaşlı kadın şiddetli bir şekilde ağlayarak, "Ey Allah'in Resulü! Seni tanımadığım için sana karşı küstahlık yaptım, saygısızlık ettim! Bu kusurumu
---------------
Menhecu's-Sadikin, c.9, s.370.
İsra, 7.
--------------
nasil bağışlatayım?" dedi. Hazret onuteselli ederek onunla çocukları hakkında hayir duada bulundu ve onları şefkatle geri döndürdü!
Hiçbir Zaman insanların Arasının Açılmasına Sebep Olmayın
Bir rivayette şöyle geçmektedir: Bir gün Resul-i Ekrem-'in (s.a.a) mübarek bedeni ateşlenmişti. O gün de Hazreti ağırlamak Hafsa'nm sırasıydı ve Allah Resulü (s.a.a) onun yanına gidecekti.

Aişe bir cariyeye bir tas arpa çorbası doldurarak Allah Resulü'ne (s.a.a) gönderdi. Cariye çorba tasını Hafsa'nın evine getirdiği zaman Hafsa ne olduğunu sordu. Cariye, "Aişe'nin Peygambere gönderdiği arpa çorbasidir." dedi. Hafsa şaşkınlık içerisinde, "Aişe benim hakkımı çiğnedi Ben arpa çorbasi pişiremiyor muyum? Yoksa benim Peygambere sevgim ondan daha mı azdır?" dedi. Sonra cariyeden çorba tasini alarak yere çırptı. Böylece taş kırıldı ve çorba yere döküldü.

Allah Resulü (s.a.a) içinde birazcık arpa çorbası olan kâsenin kink bir parçasını alarak onda kalan çorbayı yedikten sonra cariyenin peşine giderek buyurdu ki: "Ey cariye! Aişe, 'Peygamber bu çorbadan yedi mi?' diye soracak olursa "Evet, yedi." de. Hafsa'nın yaptıklarını ve söylediklerini ona söyleme; yoksa kavga çıkar ve onların arasında kırgınlık oluşur; ben kimseden dolayı kırgınlık oluşmasını istemiyorum."
Bu olaydan sonra "Ve sen, Şok yüce bir ahlak üzerindesin." Ayeti nazil oldu.

Saygınlık

Bir rivayette şöyle geçiyor: Ebu Cehil'in oğlu İkrime Mekke fethedildiği gün Yemen'e kaçtı. Bir grup ona Resul-i Ekrem'in (s.a.a) bağış ve yüceliğini, geçmişinden dolayi insanlari kınamadımı ve insanların geçmişte işledikleri suç ve günahtan dolayı kimseyi cezalandırmadığını haber verdi. Bunun üzerine İkrime geri döndü ve korka korka Mescidu'l Haram'a geldi.

Resul-i Ekrem (s.a.a) onu görünce yerinden kalkarak mübarek cübbesini ona attı ve iki kaşının arasından öptü.
İkrime diyor ki: "Ben Allah Resulü'nü (s.a.a) kendimden, babamdan ve çocuğumdan daha çok sevdiğim bir halde onun yanından ayrıldım. İkrime Resul-i Ekrem'in (s.a.a) eliyle Müslüman oldu; o sadık ve samimi bir imana sahipti ve bir savaşta şehit düştü.

Adilane Fiyat

Bedevi bir adam Resul-i Ekrem'in (s.a.a) huzuruna gelerek dedi ki: "Satmak için birkaç deve getirdim. Fakat onların Medine pazarındaki değerini bilmiyorum; alıcıların beni aldatmasından korkuyorum. Bu develeri senin basiret ve bilincinle satmam için benimle birlikte gelseydin ne güzel olurdu?" Allah Resulü (s.a.a), "Develeri benim yanıma getirerek her birini tek tek bana şun." buyurdu. Adam Hazretin buyurduğu gibi yapti ve Allah Resulü (s.a.a) her birine bir değer biçti.
--------------
Menhecu's-Sadikin, c.9, s.370; "Sen çok yüce bir ahlak üzeresin" (Kalem, 4) ayetinin altında
Kalem, 4.
Minhecu's-sadikin, c.9, s.371.
Şerefu'n-Nebi, s.74
---------------
Bedevi adam pazara giderek develerin her birini Allah Resulü'nün (s.a.a) buyurduğu fiyattan sattı. Sonra Hazretin huzuruna gelerek, "Bana kılavuzluk ettin ve beklediğimden fazla kar ettim. O halde şimdi benden bir şey kabul et ve develerin satışından aldığım bu paradan istediğin kadar al."buyurdu. Allah Resulü (s.a.a) "Ben bir şey istemiyorum." buyurdu. Adam, "Benden bir hediye kabul et" dedi. Hazret, "ihtiyacım yok." buyurdu. Bedevi adam ısrar edince Allah Resulü (s.a.a), "Madem ısrar ediyorsun, bana süt veren bir deve getir; ama deveyi yavrusundan ayirmaman şartiyla. "

Benimle Odun Toplamak

Resul-i Ekrem (s.a.a) ashabiyla birlikte bir yolculuğa çıkmıştı. Onlara, "Yemek için bir keçi kesin." buyurdu. Biri, "Keçiyi kesmek benden." dedi. Diğeri, "Soymak benden.", üçüncüsü, "Pişirmek benden." dedi. Allah Resulu (s.a.a) ise "Odun toplamak da benden." buyurdu.
Ashap, "Ey Allah'ın Resulu! Siz zahmet etmeyin, biz odun toplarız." dediler. Resul-i Ekrem (s.a.a) buyurdu ki:
Sizin çalışma konusunda kusur etmeyeceğinizi biliyorum; fakat Allah Teâla bir grupla birlikte olan kulunun iş ve çalışmada onlara eşlik etmemesini istemez.

Büyük Cömertlik

Bir rivayette şöyle kaydedilmiştir: Bir gün Resul-i Ekrem (s.a.a) Cabir b. Abdullah'ın devesine binmiş Cabir ile birlikte bir yere gidiyorlardı. Resul-i Ekrem (s.a.a) Cabir'e, "Bu deveyi bana sat." buyurdu. Cabir, "Babam ve kardeşim sana feda olsun. Deve senindir." dedi. Hazret, "Hayır, sat!" buyurdu. Cabir, "Sattım." dedi. Resul-i Ekrem (s.a.a) Bilal'e, "Devenin parasını Cabir'e ver." buyurdu. Cabir, "Ey Allah'ın Resulu! Deveyi kime teslim edeyim." dedi. Allah Resulü'ü (s.a.a), "Deve de parasi da senindir; Allah bu alışverişi senin için mübarek olsun" buyurdu.


EMİRULMÜMİNİN ALİNİN (A.S) AHLAKINDAN PARLAK ÖRNEKLER

Emirulmüminin Ali'nin (a.s) Aracılığı

Emirulmüminin Ali (a.s) hurma satıcılarının yanından geçerken bir cariyenin ağladığını görüp, "Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Cariye, "Efendim bana hurma satın almam için bir dirhem vermişti Bu adamdan hurma satın alıp efendime götürdüm; fakat efendim aldığım hurmayi begenmeyince geri getirdim; fakat hurma saticısı onu geri almadi."

İmam (a.s) hurma saticisina, "Ey Allah'in kulu! Bu bir hizmetcidir ve kendisinden hiçbir yetkisi yoktur; hurmayi al ve parasını geri ver." buyurdu. Hurma saticisi yerinden kalkarak İmam'a bir yumruk vurdu.
İnsanlar, "Ne yapiyorsun; bu Emirulmüminindir!" dediler. Adam korkusundan nefesi daraldi, yüzünün rengi sarardi. Cariyeden hurmayi alıp parasını veri verdikten sonra, "Ey emirelmüminin! Benden memnun ol." dedi. İmam (a.s), "Senin kendini islah ettiğini görmekten daha fazla ne memnun edebilir ki beni?" buyurdu.
----------------
Şerefu'n-Nebi, s.75.
Şerefu'n-Nebi, s.79.
Şerefu'n-Nebi, s 68.
-----------------
Emirulmüminin Ali'nin (a.s) buyrugu şöyle gecmiştir: "Ben senden ancak insanların bütün haklarını tam olarak verecek olursan memnun olurum."
GuzelAf
Emirulmüminin Ali (a.s) Lubeyd b. Utarid Temimi'yi bazi sözlerinden dolayi tutuklamaları için adam gönderdi. Görevliler Beni Esed mahallesinden geçerken Naim b. Esed-i Ducace yerinden kalkarak Lubeyd'i onların elinden kurtardi.
Bunun üzerine Emirulmüminin Ali (a.s) Naim b. Ducace'yi yakalamaları için adam gönderdi. Adamlar Naim'i getirdikleri zaman İmam onu bedenen cezalandirmalarını emredince Naim, "Evet." dedi, "Allah'a andolsun ki seninle birlikte olmak alçaklık ve senden uzak durmak ise kufürdür!" dedi.
Bu sözlerden sonra İmam (a.s), "Seni affettim; Çünkü Allah Teâla şöyle buyuruyor: 'Kötülüğü en güzel şeyle sav."
'"Seninle olmak alçaklıktır.' sözün senin elde ettiğin bir kötülüktur; 'senden ayrılmak küfürdür.' sözün ise elde ettiğin güzel şeydir. O halde bu, şuna karşilik olsun."

Fedakârlığın Zirvesi

Emirulmüminin Ali (a.s) bazi işleri için Mekke'ye geldi. Orada, Kâbe'nin perdesine sarılmış. Şöyle diyen bir bedevi Arabi gördu: "Ey ev sahibi! Ev senin evindir, misafir de senin misafirindir. Her misafirin mihmandan onu ağırlamak için hazırlık yapmıştır. Bu gece senin ağırlaman olarak beni bağışla"
Emirulmüminin Ali (a.s) yarenlerine, "Bu bedevi Arabın sözlerini duymuyor musunuz?" dedi. Onlar, "Evet, duyuyoruz." diyince, "Allah misafirini, kendi huzurundan eli boş, geri cevirmekten yücedir!"

İkinci gece onun o rükne asilarak şöyle dediğini gördü: "Ey izzetinde aziz olan -Allah-! İzzette senden daha aziz olan kimse yoktur. İzzetinin azizliğinin hakki için beni hiç; kimsenin nasıl olduğunu bilmediği bir izzette aziz kıl! Sana yöneldim ve sana tevessul ettim. Muhammed ve Ehl-i Beyt'inin senin üzerindeki haklari hürmetine, bana, senden başkasının bağista bulunamayacaği bir bağışta bulun ve benden, senden başkasının geri çeviremeyecegi şeyi geri cevir.."

Ravi diyor ki: Emirulmüminin Ali (a.s) yarenlerine şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun ki bu cumleler Süryanice Allah Teâla'nın en büyük ismidir. Habibim Allah Resulü! (s.a.a) bunu bana haber vermiştir. Bu gece bu Arap Allah'tan cennet talep etti. Allah da ona cenneti verdi. Yine cehennem ateşinin kendisinden çevrilmesini istedi, Allah da cehennem ateşini ondan çevirdi!"
Üçüncü gece olunca onu yine kabenin o ruknüne asılarak şöyle dua ettiğini gördü: "Ya hiçbir mekân kendisini kapsamayan ve hiçbir yer kendisinden boş, olmayan, keyfiyeti olmayan Allah! Bu Arabi dört bin dirhem ile rızıklandır.
----------------
Menakib, c.2, s.112; Biharu'l-Envar, c.41, s.48, bab: 104, hadis: 1.
Müminun, 94.
el-Kafi, c.7, s.268, babi: en-Nevadir, hadis: 40; Menakib, c.2, s.113; Biharu'l-Envar, c.41, s.49, bab: 104, hadis: 1; el-Emali, Saduk, oturum: 58, hadis: 6.
--------------

Emirulmüminin Ali (a.s) ileri cıkarak buyurdu ki: "Ey Arap! Allah'tan seni ağirlamasını istedin, seni ağırladı. Cennet istedin, sana verdi. Cehenem ateşinin senden çevrilmesini istedin, cehennem ateşi senden çevrildi; bu gece de O'ndan dört bin dirhem mi istiyorsun?"
Arap, "Sen kimsin?" diye sordu. İmam (a.s), "Ben Ali b. Ebutlaib'im." buyurdu. Arap, "Allah'a andolsun ki sen benim matlubumsun ve benim ihtiyacimi gidermek senin elindedir." dedi. Hazret, "Ey Arap! iste." buyurdu. Arap dedi ki:

"Bin dirhem mihir vermek için, bin dirhem borcumu ödemek için, bin dirhem bir ev satın almak için ve bin dirhem de gecimimi sağlamak için istiyorum."
Emirulmüminin (a.s) buyurdu ki: "Ey Arap! İsteğinde insafı oldun. Mekke'den çıkınca, Resul-i Ekrem'in Medinesine gel ve orada benim evimi sor."
Arap bir hafta Mekke'de kaldiktan sonra Emirulmüminin Ali'yi (a.s) bulmak için Medine'ye gelerek yüksek sesle, "Kim bana Emirulmüminin Ali'nin evini gösterebilir?" diye bağırıyordu.

Çocukların arasından İmam Hüseyin (a.s), "Ben seni Emirulmüminin Ali'nin evine görürürüm; ben onun oğlu Hüseyin'im." dedi. Arap, "Öyle mi? Baban kim?" dedi. İmam Hüseyin, "Ali b. Ebutalib" diye cevap verdi. Adam, "Annen kimdir?" diye sordu. İmam (a.s), "Âlemlerdeki kadinların efendisi Fahma-i Zehra." buyurdu. Arap, "Deden kimdir?" diye sordu. İmam (a.s), "Allah'in peygamberi Muhammed b. Abdullah b, Abdulmuttalib," cevabını verdi.

Arap, "Büyük annen kimdir?" diye sorunca imam (a.s) bu soruya da, "Hüveylid kızı. Hatice." Cevabını verdi. Arap, "Ya kardeşin?" diye sordu. İmam (a.s), "Ebu Muhammed Hasan b. Ali." cevabını verdi. Bunun üzerine Arap dedi ki: "Sen dünyanin tümünü elde etmişsin!! Emirulmüminin'e giderek ona, Mekke'de, ihtiyacini gidereceğine söz verdiğin Arap evinin kapisıda durmuştur de."

İmam Hiiseyin (a.s) içeri girerek dedi ki: "Babaciğim! Kapida Mekke'de sizin, ihtiyaçlarini gidereceğine dair söz verdiğinizi söyleyen bir Arap var."
Emirulmüminin Ali (a.s) Hz. Fatima'ya (s.a), "Evde bu Araba vermek için bir yemek var mı?" diye sordu. Hz. Fatima (s.a), "Hayir." cevabını verince Emirulmüminin (a.s) elbisesini giyerek dişarı çikip, "Ebu Abdullah Selman-i Farsi'yi çağirın ." buyurdu.

Selman gelince ona, "Ey Eba Abdullah! Allah Resulü'nün benim için yaptiği bağı satmak için tüccarlara sun." buyurdu.
Selman pazara giderek bagi on iki bin dirheme satti. Emirulmüminin Ali (a.s) parayi hazirlayarak Arab'i cağirarak dört bin dirhem ihtiyaclarını gidermesi için ve kirk dirhem de masraflarini karşılamasi için ona verdi.

Medine fakirleri Emirulmüminin Ali'nin (a.s) bağışta bulunduğu haber alinca onlar da Emirulmüminin'in (a.s) yanında toplandilar.
Ensardan bir kişi Hz. Zehra'nın (s.a) evine giderek olayi ona haber verdi. Hz. Fatima (s.a), "Allah yürümen için mükâfat versin sana." buyurdu.

Emirulmüminin Ali (a.s) oturmuştu. Dirhemler İmam'ın önune dokulmuştu. Nihayet yarenleri toplanınca avuc, avuc, alip onlara verdi; sonunda kendine bir dirhem bile kalmadi...!

Cömertçe Af

Cemel savaşından sonra Talha'nın oğlunu (Musa b. Talha) Emirulmüminin Ali'nin (a.s) huzuruna getirdiler. Hazret ona, "Üç defa 'estegfirullah ve etubu ileyh' de." buyurdu. Sonra onu serbest birakarak şöoyle buyurdu:
İstediğin yere gidebilirsin. Orduğahtan kendin için bulduğun silah ve ati alabilirsin. Geriye kalan yaşamında Allah'tan çekin ve evinde otur.

Yetimlere Aşikane ilgi

Hz. Emirulmüminin Ali (a.s) İslam topraklarının ve insanların hal ve durumlarını çok iyi bilmesine rağmen özellikle yetimleri, yoksulları, dul kadınları ve muhtaç kişileri bir an bile olsun gözünden irak etmiyordu. Fakat bazen yoneticilere ve İslam ümmetine ders vermek için bir şeyi sıradan normal bir insan gibi yapıyordu.

Bir gün yaşlı bir kadının omzunda içi su ile dolu bir kirba taşıdığını gördü. Su kirbasın ordan alıp kadının götürmek istediği yere kadar götürdükten sonra durumunu sordu. Yaşlı kadın dedi ki: "Ali b. Ebutalib kocamı bazı sınırlara gönderdi ve kocam öldürüldü. Bana yetim çocuklar bıraktı ve benim onların işlerini idare etmek için bir şeyim yoktur. Sıkıntı ve ihtiyacımdan dolayı diğerlerine çalışmak zorundakaldim."

İmam Ali (a.s) eve döndü ve gece sabaha kadar mustarip ve huzursuz oldu. Sabah olunca onlar için bir sepet dolusu yiyecek götürdü. Bazı yarenleri, "Onu bize bırak, biz getirelim." dedilerse de, "Kiyamet gününde benim ağir yukumu benim yerime kim taşıyacak?" buyurdu.

Nihayet o yaşlı kadının evinin kapısına gelerek kapıyı çaldı. Yaşlı kadın, "Kapıyı kim çalıyor?" diye sordu. İmam, "Ben senin su kırbanı taşıyan adamım; kapiyi aç; çocuklar için bir şeyler getirdim." buyurdu. Yaşlı kadın, "Allah senden razi olsun ve benimle Ali arasında hükmetsin." dedi!
Hazret içeri girerek, "Ben Allah'in mukafatını almak istiyorum. Unu hamur yapıp pişirmek ile çocuklarla oynamak arasında birini bana bırak." buyurdu. Kadın, "Ben ekmeği daha iyi pişiririm; fakat ekmeği rahatça pişirebilmem için çocuklarla oynayabilirsin." dedi.

Yaşlı kadın diyor ki: "Ben gidip unu hamur yaptim. Ali de gidip eti pişirdi. Mübarek elleriyle çocuklara pişmiş et, hurma ve diğer yiyecekleri yediriyordu. (Çocuklar o yiyeceklerden yedikleri zaman sürekli, "Yavrularınım Sizin karşilaşimış olduğunuz bu durumdan dolayi Ali ye helal edin" diyordu.

Yaşlı kadın unu hamur yaptiktan sonra, "Ey Allah'in kulu! Tandiri yak." dedi. Ali derhal gidip tandırı yakti. Tandir alevlenince yüzunü yaklaştirarak ateşin hararetini hissedip, "Ey Ali Tat; bu dul kadınlarla yetim çocukların hakkını birakan kimsenin cezasidir." diyordu.
--------------------
el-Emali, Sadiik, s.467, oturum: 71, hadis: 10; Ravzatu'l-Vaizin, c.l, s.124; Biharu'l-Envar, c.4'1, s.44, bab: 103, hadis: 1.
Menakib, c.l, s.114; Biharu'l-Envar, s.41, s.50, bab: 104, hadis: 2.
----------------
Ansizin komşu kadinlarından biri Ali'yi (a.s) görüp taniyinca yaşlı kadına, "Eyvahlar olsun sana! Bu Emirulmüminm Ali'dir." dedi. Yaşlı kadın imam'a doğru koşarak peş peşe, "Ben sizden mahcubum ey Emirulmüminin!" diyordu. İmam Ali (a.s) ise, "Ben sizin hakkınızda kusur ettiğim için senden çok mahcubum ey Allah 'ın cariyesi." dedi.

Ev için Yük taşımak

Emirulmüminin Ali (a.s) Kufe'de hurmacilar pazarından hurma satın alarak onu abasının bir köşesinde taşiyordu. İnsanlar o ağir yüküalmak için Hazrete doğru koşarak, "Ey Emirulmüminin! Biz onu senin için taşırız " dediler. Fakat Ali (a.s), "Eşi ve çoluk çocuğu olan bir kimsenin onları taşıması daha uyğundur." buyurdu.

Beş Yerde Yalın Ayak

Zeyd b. Ali şöyle diyor: Ali (a.s) beş yerde sürekli sandallarını sol eline alarak yalın ayak hareket ediyordu: Ramazan bayramında, kurban bayramında, Cuma günü, hastayi ziyaret ederken ve cenazeyi teşyi edice. Ve buyuruyordu ki: "Bu beş yer Allah'ın yeridir ve ben orada yalın ayak gezmek istiyorum."

Pazarda Ahlak

Emirulmüminin Ali (a.s) sürekli pazarda yalnız hareket ediyor ve yolunu kaybetmiş, kimselere yol gösteriyor, gücsüzlere yardım ediyor, satıcılar ve bakkalların yanından gecerek Kur'an'ı açıp onlara şu ayeti okuyordu:

"işte (değerli) ahiret yurdu: Onu yeryüzünde böbürlenmek ve bozğunculuk yapmak istemeyenlere veririz. (Güzel) sonuc, (günahlardan) sakınanlarındır."
Yayalar Binektekilerin Arkasında Olmasınlar

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: Emirulmüminin Ali (a.s) bir bineğin üzerinde ashabının yanina geldi. İmam'in (a.s) yarenleri onun arkasından yola koyuldular. İmam (a.s) onlara seslenerek, "Bir ihtiyacınız var mı?" diye sordu. Onlar, "Hayir ey Emirulmüminin! Biz seninle birlikte hareket etmek istiyoruz." dediler. Bunun üzerine imam (a.s) şöyle buyurdu:
Geri dönün; insanın beraberindeki yayaların binektekilerle birlikte yaya olarak hareket etmeleri binektekilerin bozulmasına ve yayaların zillete uğrayip alcalmasına neden olur.

Yahudinin Müsluman Oluşu

Emirulmüminin Ali (a.s) hukümeti döneminde ve şureyh kadılık makamın da olduğu zaman İmam Ali (a.s) bir Yahudi ile arasında hukmetmesi için Yahudi ile birlikte mahkemeye geldi. İmam (a.s) mahkemede Yahudi'ye, "Elindeki bu zirh benimdir; ben onu ne birine sattım ve ne de bağışladım." dedi. Yahudi ise, "Zirh benim elimde ve benim şahsi malımdır." dedi.

-------------
Menabik, c.2, s.115; Biharu'l-Envar, c.41, s.51, bab: 104, hadis: 3.
Biharu'l-Envar, c.41, s.54, bab: 105, hadis: 1.
Menakib, c.2, s.104; Biharu'l-Envar, c.41, s.105, hadis: 1.
Kasas, 83.
el-Mehasin, c.2, s.629; bab: 12, hadis: 104; Biharu'l-Envar, c.41, s.55, hah: 105, hadis: 2.
--------------------
şureyh Emirulmüminin Ali'den (a.s) iddiasi için şahit getirmesini istedi. İmam (a.s), "Zirhin benim olduğuna Kanber ve Hasan şahittirler." buyurdu. şureyh, "Oğlun babasi için yaptığı şahitlik kabul edilemeyeceği gibi kölenin de sahibi lehine şahitliği kabul edilemez; bu ikisi senin çıkarın olan bir şeyi senin için almak istiyorlar." dedi!

Bunun üzerine Emirulmüminin Ali (a.s), "Ey şureyh" dedi, "Eyvahlar olsun sana; sen birkaç açıdan hata yaptin. Senin hatalarindan birisi şudur: Ben senin imaminim ve sen bana itaat etmekle Allah'a itaat etmiş olursun ve benim hicbir zaman yanlış ve haksız bir şey söylemeyeceğimi çok iyi biliyorsun ve sen buna rağmen sözümü reddettin ve iddiami batil saydin! Benim iddiami batil sayman, Kanber ve Hasan'a töhmet etmenin cezasi olarak üç gün Yahudiler arasıda hükum vermelisin."

Böylece onu Yahudilerin bölgesine gönderdi ve o üç gün boyunca orada Yahudiler için kadılık yaptiktan sonra kendi yerine döndü. Yahudi adam, Ali'nin (a.s) şahidi olduğu halde sahip oldugu güç ve makamından istifade etmediğini ve kadının onun aleyhine hüküm verdiğini görünce, "Hayret! Bu Emirulmüminin olduğu halde kadının yanına gitti ve kadı da onun aleyhine hüküm verdi!" dedi ve Muslüman oldu ve sonra şöyle dedi: "Bu Emirulmüminin Ali'nin zırhıdır. Siffin savaşında onun hoş renkli siyah beyaz devesinden düşmüştü ve ben de onu kendime almıştım.

Mahkemede Dava Taraflarının Eşitliği

Adamın biri Ömer'e gelerek Emirulmüminin Ali'yi (a.s) şikâyet etti. O sırada Ali (a.s) bir köşede oturmuştu. Ömer Hazrete, "Ey Ebu'l-Hasan! Ayağa kalk ve davacının yanında dur." dedi. Hazret kalkarak davacının yanına gidip davacının yanında oturdu. Sonra ikisi aralarında konuşmaya başladılar. Sonunda adam iddiasindan vazgeçti ve Emirulmüminin kendi yerine döndü.

Ömer, Emirulmüminin Ali'nin (a.s) yüzünün renginin degiştigini görünce, "Ey Ebu'l-Hasan! Yüzünün renginin degiştiğini göruyorum, sebebi nedir? Bu olayami rahatsız oldun?" diye sordu. Hz. Ali (a.s), "Evet." buyurdu. Ömer, "Neden?" diye sorunca İmam (a.s), "Beni, benden davacı olan kişinin karşısında kunyemle çağırdın! Neden 'Ey Ali, kalk senden davacı olan kişinin yanında otur' demedin." Bunun üzerine ömer imam Ali'nin (a.s) başını kucaklayıp iki kaşınınarasından öperek şöyle dedi: "Babam sana feda olsun! Allah sizin vesilenizle bizi hidayete erdirdi ve sizin vesilenizle bizi karanlıklardan aydınlığa çıkardı."

Geçimde Kanaat

İbn şerhaşub'un değerli Menakib kitabında şöyle geçmektedir: Emirulmüminin Ali (a.s) -Cemel savaşından sonra- Kufe'ye doğru hareket etmek istediği zaman Basra halkı arasında ayağa kalkarak, "Ey Basra halkı! Neden benden rahatsızsınız?" buyurdu. -Sonra üzerindeki gömleğine ve cüppesine işaret ederek şöyle devam etti:- "Allah'a andolsun ki bu gömlek ve cüppe ailemin eğirdiği iplikten dokunmuştur. Beni neyle eleştirmek istiyorsunuz? " -Gecim masraflarmi karşiladiği elindeki keseye işaret ederek- "Allah'a andolsun ki bu benim Medine'deki mahsüllerimdendir. Sizin yanınızdan ayrıldıktan sonra şu gördüklerinizden fazla bir şeye sahip olduğumu görürseniz Allah katından hiyanetçilerden olurum!!"

--------------
Hilyetu'l-Evliya, cA, s.139; Menakib, c.2, s.105.
Şerh-u Nehci'l-Belağa, Ibn Ebi'l-Hadid, c.17, s.65.
Menakib, c.2, s.9 Biharu'l-Envar, c.40, s.325, bab: 98, hadis: 7.

--------------
Cömertlik
şa'bi şöyle diyor: çocukluk dönemimde benimle aynı yaşta olan çocuklarla Rahbe bölgesine gitmiştik. O zaman Ali'nin (a.s) altın ve gumüş. yiğinları üzerinde durmuş, elindeki kamçıyla insanları geri sürüyordu. Ali (a.s) daha sonra mallarin yanına gidip onlari insanlar arasında taksim etti ve o mallardan bir şey alip kendi evine götürmedi!
Ben babamın yanına dönerek, "Babaciğim!" dedim, "Ben bugiin insanlarin en iyisini veya en akılsızını gördüm!" Babam, "O adam kimdir?" diye sorunca ben, "Emirulmüminin Ali'yi (a.s) gördüm." dedim ve gördüklerimi anlattim. Babam, "Oğulcağizim!" dedi, "Sen insanların en üstününü görmüşsün."

Dünya Malına ilgisizlik

Zasan şöyle diyor: Ben Kabnerle birlikte Ali'nin (a.s) huzuruna çıktım. Kanber, "Kalk ey Emirulmüminin! Ben sizin için bir şey sakladım." dedi. İmam (a.s), "Ne sakladın?" diye buyurdu. Kanber, "Kalkın, benimle birlikte gelin." dedi. Hazret yerinden kalkarak Kanber'le birlikte odaya doğru hareket ettiler. Ansizin orada altın ve gümüş kaplarla dolu keseler gördüler.
Kanber, "Ey Emirulmüminin! Siz her şeyi taksim ediyor ve kendinize bir şey birakmiyorsunuz. Ben bunları sizin için sakladım." dedi.
İmam Ali (a.s), "Siz çok miktarda ateşi benim evime mi doldurmak istiyorsunuz?" dedi ve peşinden kılıcını çekerek onlara vurdu. Onlardan bazılarının yarısı ve bazilarının üçte biri parçalanarak etrafa dağildilar. Sonra, "Hepsini paylayarak insanlara dağıtır." dedi ve peşinden de şöyle ekledi: "Ey beyazlar ve sarılar! Benden başkasını aldatı.

Adalet ve insaf

Fuzel b. el-Cu'd şöyle diyor: Araplarin Emirulmüminin Ali'ye (a.s) yârdim etmemelerinin en önemli nedeni "mal" idi. O üstün kişiyi düşük kişiye ve arabi aceme tercih etmiyordu. Kabile reisleriyle -padişahlarin yaptigi gibi- uzlaşma yapmiyor ve hiç kimseyi kendisine eğilimli kilmiyordu.
Muaviye bunun tam aksiydi; bu nedenle insanlar Ali'yi (a.s) birakip Muaviye'ye katıldılar.

Ali (a.s), ashabının kendisine yârdim etmeyip bazılarının Muaviye'ye kaçmalarından dolayi Malik Eşter'e yakındı. Malik Eşter dedi ki: "Ey Emirulmüminin! Biz Kufe halkının yardımıyla Basrahlarla savaştık. Kufe ve Basra halkının yardımıyla şamlılarla savaş yaptık; o dönemde insanlar birlik ve beraberlik içerisindeydiler. Ondan sonra insanlar ihtilafa düşerek birbirlerine düşman oldular.

Niyetler zayifladi, sayi azalmaya başladi; siz böyle bir ortamda insanlara karşı adaletli davranıyorsunuz. Hakki göz önünde bulundurup üstün kişi ile düşük kişi arasında bir fark gözetmiyorsunuz. İşte bu nedenle sizin gözünüzde şerif ve yüce kişinin üstün bir makamı yoktur.
Bu arada seninle birlikte olan bir grup adalet ve insaftan dolayi rahatsız oldular ve senin adaletine dayanamadiklari için Muaviye'nin eşraf ve zenginlere nasıl davrandiğını görüp ona koştular.
-----------------
el-Garat, c.l, s.35; Biharu'l-Envar, c.72, s.358, bab: 81, hadis: 73.
el-Garat, c.l, s.36; Biharu'l-Envar, c.34, s.312, bab: 34, hadis: 1083; Mustedreku'l-Vesail, ell, s.92, bab: 35, hadis: 12497.
------------------
Dünyayi talep etmeyenlerin sayısı ise cok azdir. Bunların coğu hakki sevmez, batili isterler ve dünyayi öne gecirirler. Mal bağışlayacak olursan insanlar sana doğru gelir, hayırsever olur ve gerçek dost olurlar...

Ey Emirulmüminin! Allah sizin yolunuzu açık etsin, düşmanlarinizi bozguna ugratsın ve onları dağıtsın. Onlarin hilesini gevşetsin, birlik ve beraberliklerini bozsun. '-Allah-onların yapmakta olduklarından haberdardır.'"

Ali (a.s) Malik Eşter'e karşı şöyle buyurdu: "Bizim adilane davranışımız hakkında söylediklerine gelince; Allah Teâla sşöyle buyurmaktadır: 'Kim iyi iş yaparsa yaran kendisinedir ve kim kötülük yaparsa zararı kendisinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.'

Ben senin söylediğin şeylerde kusur etmiş, olmaktan endişeleniyorum. Ama hak onlara ağir geldiği için bizden ayrıldılar yönündeki sözüne gelince; Allah biliyor ki onlar zulümden dolayi bizden ayrılmadilar ve bizden ayrilinca da adalete sığınmadılar.

Onlar aleak dünyanın mal ve makamına ulaşmak için bizi biraktilar; hem de öyle bir dünya için ki ellerinden cıkacak ve sonunda onu terk edecekler. Kiyamet günü onlardan direnişlerinin dünya için mi yoksa Allah için mi olduğu sorulacak!!
Bizim beytülmal ve ganimetlerden onlara bir şey vermedigimizi ve insanlara bağışta bulunarak kendimize cekmedigimizi söyledin; biz mal ve ganimetleden onlara haklarindan fazlasını veremeyiz. Allah Teâla şöyle buyurmaktadır: 'Nice az bir topluluk var ki, Allah'ın izniyle çok topluluğa ğalip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir.

Allah Teâla Muhammed'i tek başına peygamberliğe gönderdi. Etrafında az bir grup vardi; fakat sonra sayıları arttı. Onun düşük ve zelil olan takipçilerine izzet ve yücelik verdi. Allah irade ederse bu konuda bize yârdim eder, sorunlari giderir ve onun gamini kolaylaştırır. Ben senin görüşlerinden Allah'ın rızası doğrultusunda olanları kabul ediyorum. Sen benim yanımda insanların en emini, en iyisi ve en güvenilirisin. Inşallah.

Beytülmalın Harcanmasında Büyük Titizlik

Emirulmüminin Ali (a.s) bir akşam beytülmala gerek mallarin taksimini yazıyordu. O sırada Talha ve Zübeyr de içeri girdiler. Bunun üzerine Ali (a.s) önündeki lambayı sondürdü ve evden başka bir lamba getirmelerini istedi. Talha ve Zübeyr bunun nedenini sordukları zaman Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Lambanın yağı beytuülmalındı. Onun ışığından yararlanarak sizinle sohbet etmem doğru olmaz."

Eski Elbise

Harun b. Antere babasından şöyle rivayet etmektedir: Huvernek bölgesinde Ali'nin huzuruna çıktım. Üzerinde yıpranmış, eski bir elbise vardı. İmam (a.s) o elbisenin içerisinde soğuktan titriyordu! Ben, "Ey Emirulmüminin! Allah diğerleri gibi seninle ailen için de beytülmalda bir hisse tanıdığı halde sen kendine böyle mi yapıyorsun!" dedim. İmam (a.s) şöyle buyurdu:Allah'a andolsun ki ben sizin

-------------
Hud 111.
Fussilet, 46.
Bakara, 249.
El-Garat, c.1, s.46; Biharu'l-Envar, c.41, s. 133, bab: 107, h: 45.
İhkaku'l-Hak, c.8, s.539.
---------------
malınızdan bir şey eksiltmem. Bu gömlek de Medine'de evden aldığım elbisedir ve bundan başka da bir elbisem de yoktur.
Mala İtinasızlık

Akil b. Abdurrahman Hulani şöyle diyor: Halam (Ebutalip oğlu Akil'in eşi) Kufe'de Ali'nin (a.s) huzuruna geldi. İmam (a.s) eski bir merkep çulunun üzerine oturmuştu. O sirada Ali'nin Temimoğullarından olan eşi geldi. Ona, "Eyvahlar olsun sana! Evinde o kadar eşya varken Emirulmüminin eski bir merkep çuluna mı oturmuş!" dedim, imam'in (a.s) eşi, "Beni kınama." dedi, 'Allah'a andolsun ki gözüne yabancı gelen her şeyi alıp götürüp beytülmala bırakıyor."

İki Çıplağa Yardım

İmam Ali (a.s) Resul-i Ekrem'in (s.a.a) huzurunda olduğu bir sırada Allah Resulü (s.a.a) onun gömleğinin eski ve yırtılmış, olduğunu görerek, "Sana verdiğim yeni ve değerli elbiseye ne oldu?" diye sordu. Bunun üzerine Ali (a.s) şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü! Ashabınızdan birinin kendisinin ve eşinin çıplaklığından yakındığını görünce o gömleği ona verdim ve Allah'in ondan daha iyisini bana vereceğini biliyorum. "

Dörde Taksim Edilen Dört Dirhem

Bir gün Emirulmüminin Ali (a.s) dört diheme sahip oldu. Onu dörde bölerek birini akşam, birini gündüz, birini gizlice ve birini de açıkta Allah yolunda yoksullara verdi. Bunun üzerine hakkinda şu ayet nazil oldu: Mallarini gece gündüz, gizli ve açık Allah yolunda verenlerin ödülü Rableri yanındadir. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

Hayatin Değişmesi

Ebubekir şirazi kitabında kendi senediyle Mekatil'den, o da Mücahit'ten, O da İbn Abbas'tan Allah Teala'nin, "Kendilerini ne ticaretin, ne de alışverişin Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler... Allah dilediğini hesapsız rızıklandınrır." buyruğu hakkında biraz konuştuktan sonra şöyle diyor:

Bu ayetin nüzul sebebi şu idi: Bir gün Resul-i Ekrem (s.a.a) kendisine hediye olarak verilen üç yüz dinar Ali'ye (a.s) bahşetti. Ali (a.s) buyurdu ki: Ben onu aldım ve dedim ki: Allah'a andolsun ki ben bu akşam bu dinarlardan Allah Teâla'nın benden kabul edeceği bir sadaka vereceğim.

Yatsı namazını Allah Resulü (s.a.a) ile birlikte kıldıktan sonra onun yüz dinarını elime alarak mescitten dışarı çıktım. Dişarıda bir kadınla karşılaştım ve yüz dinar ona verdim. O gecenin gündüzünde insanlar, "Ali kötü bir kadına sadaka verdi." Diyorlardı Beni büyük bir üzüntü bürüdü. O gün akşamüzeri yatsı namazini kıldıktan sonra elime yüz dinar alarak mescitten dışarı çıktım ve 'Allah'a andolsun ki bu gece Allah Teâla'nın benden kabul edeceği bir sadaka vereceğim." dedim. Dışarıda bir adamı görüp o yüz dinarı ona verdim. Sabah olunca Medine halkı, "Ali geçen gece bir hırsıza yüz dinar sadaka verdi." dediler.

Yine büyük bir üzüntü kapladı beni; fakat içimden, "Allah'a andolsun ki bu akşam, Allah Teala'nin benden kabul edeceği bir sadaka vereceğim." dedim. Dolayısıyla yatsi namazını Resul-i Ekrem (s.a.a) ile birlikte kıldıktan sonra yanıma yüz dinar daha alıp mescitten dışarı çıktım. Bir adamla karşılaşıp hepsini ona verdim. Sabah olunca Medine halkı, "Ali dün yüz dinarı zengin bir adama verdi." dediler. Beni yine büyük bir üzüntükapladı.
Resul-i Ekrem'in (s.a.a) huzuruna giderek durumu kendisine anlattim. Allah Resulü (s.a.a) buyurdu ki: "Ey Ali! Cebrail sana diyor ki: Allah Teâla senin sadakalarını kabul etti ve işini tertemiz kıldı.

Birinci gece vermiş olduğun yüz dinar kötü bir kadına ulaştı. Kadın eve dönerek kötülüğünden dolayı Allah'a tevbe etti ve o yüz dinar geçimini temin edebilmesi için elinde sermaye oldu. Şimdi o parayla evlenmek icin kendisine bir koca arıyor.
İkinci gece vermiş olduğun sadaka bir hırsızın eline ulaştı. Hırsız o parayı aldiktan sonra eve dönerek Allah huzurunda hırsızlıktan tevbe etti ve yüz dinarı ticaret için kedine sermaye yaptı.

Üçüncü gece vermiş olduğun sadaka yıllar boyu malinin zekâtınıvermeyen zengin bir adama ulaştı. Ondan sonra evine dönerek kendisini azarlayarak dedi ki: "çok cimrisin ey nefis! Ali b. Ebutalib yoksulluk içerisinde sana yüz dinar infak etti. Ben ise zenginim ve Allah yıllar boyu bana zekât vermeyi farz kıldığı halde zekâtını vermiş değilim." Böylece falan miktardaki malınınzekâtını son dinarına kadar hesaplayarak çıkardi. Bu nedenle Allah bu ayetleri senin hakkında nazil etti."

Başkalarını Kendine Tercih Etmek

Şia ve Sünniler kendi kitaplarında şöyle rivayet etmişlerdir: Ali (a.s) çok acıkmıştı. Hz. Fatima'dan (s.a) yemek istedi. Fatima (s.a), "Yiyecek bir şey yok." dedi "Ne vardıysa iki gün önce sizi kendime, Hasan ve Hüseyin'e tercih ederek sizeyedirdim."
Ali (a.s), "Neden haber vermedin ki senin icin bir yemek getirseydim." dedi.

Fatima (s.a), "Ey Ebe'l-Hasan! Senin üzerine yapamayacağım bir şeyi bırakmaktan Allah'tan hayâ ettim." diye arz etti!
Ali (a.s) dışarı çıkarak Resul-i Ekrem'den (s.a.a) bir dinar borç aldı ve yemek satin almak icin Hazretin yanindan ayrıldı. Yolda, "Allah ne dilerse..." söylemekte olan Mikdad'la karşılaşıp o dinarı ona verdi. Sonra mescide girerek başını yere koyup uyudu!
Allah Resulü (s.a.a) mescide gittiğinde Ali'yi (a.s) o halde görüp hafifçe dürterek, "Ne yaptın?" diye sordu.

Ali olup bitenleri anlattiktan sonra kalkıp Resul-i Ekrem (a.s) ile birlikte namaz kıldı.
Allah Resulü (s.a.a) namazını bitirince, "Ey Ebe'l-Hasan!" buyurdu; "Birlikte yiyebileceğimiz bir şey var mı?" diye sordu. Ali (a.s) sessiz kaldi ve utancından Hazrete cevap vermedi. Bunun üzerine Allah Teâla, "Bu akşam yemeğini Ali'nin yanında ye." diye vahyetti!

---------------

Keşfu'l-Gumme, c.1, s.173; Hilyetu'l-Evliya, c.l, s.82; Biharu'l-Envar, c.40, 334, hah 98, hadis: 15
Menakib, c.2, s.97; Mekarimu'l-Ahlak, s.133; Biharu'l-Envar, c.40, s.323, bab: 98, hadis: 6.
Rah-i Ali, s.42.
Menakib, c.2, s.71; Tavzatu'l-Vaizin, c.l, s.105; Te'vilul-Ayati'z-Zahire, s.104; Biharu'l-Envar, c.41, s.25, bah: 102.
Bakara, 274.
Nur, 37-38.
Menakib, c.2, s.74; Biharu'l-Envar, c.41, s.28, bab: 102, h.1; Müstedreku'l-Vesail, c.7, s.247, bab: 49, h.8206.

14
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT

Böylece birlikte yola koyuldular. Nihayet Fatıma'nin (s.a) yanina gittiler. O sirada Fatima (s.a) musellasında namaz ibadetini yapıyordu. Arkasında içinden buhar çıkan büyük bir kâsevardi. Fatima (s.a) o kâseyi alıp Allah Resulü (s.a.a) ve Ali'nin (a.s) önüne koydu. Ali (a.s), "Bu yemek sana nereden geldi?" diye sordu.

Fatima (s.a), "Allah Teâla'nın ihsan ve rızkından" cevabını verdi: Allah, dilediğine hesapsız rızk verir. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a) mübarek elini Ali'nin (a.s) iki omzunun arasına koyarak şöyle buyurdu: "Ey Ali! Bu senin vermiş olduğun dinarın karşılığıdır." Sonra hıçkırık boğazında düğümlendiği halde buyurdu ki: "Allah'a şükürler olsun ki ölmedim de Zekeriya'nın Meryem'de gördüğü şeyi ben de kızımda gördüm "


ŞEFKAİN ZİRVESİ VE DİĞERLERİNİ SEVMEK

Bu bölümde Emirelmüminin Ali'nin (a.s) Cemel, Siffin ve Nehrivan savaşlarındaki davranışlarına değineceğiz.
Cemel Savaşı

Emirulmüminin Ali (a.s) savaş çıkmaması ve insanlar öldürülmemesi icin elinden geleni yaptı. Medine'de, Cemel ordusunun elebaşlarının Mekke'den Basra'ya doğru hareket ettiklerini haber verdikleri zaman onlarla karşılıklı konuşup müzakere etmek icin hemen Medine'den dışarı çıktı. Basranın ileri gelenlerinden olan Sa'saa ile onlara bir mektup gönderdi. Bu mektupta büyük bir şefkat ve yücelikle onlara nasihatte bulunup öğüt verdi.

Bir kez de İbn Abbas'ı Zübeyr'le konuşması için onun yanına gönderdi. İbn Abbas'a buyurdu ki: Talha'nın yanina gidip onunla konuşma; bunun bir faydası olmayacaktır. Zübeyr ile konuş o daha yumuşaktır. Ona de ki: Dayımın oğlu diyor ki: Hicaz'da benim arkadaşım iken Irak'ta düşmanım mı oldun? Neden böyle oldu?"

Sonra Basra nehrini inşa eden İmran el-Huzai ile Talha ve Zübeyr'e bir mektup göndererek mektubunda şunları yazdı:
"Her ne kadar siz gizleseniz de biliyorsunuz ki, ben halka gitmedim; aksine onlar bana geldiler. Ben biat için bir adım atmadım; insanlar üzerime hücüm edip bana biat ettiler. İnsanlar bana korkuyla, zorla ve tamah ederek biat etmediler. Siz de bana korkarak biat etmediyseniz hemen tövbe ederek Allah'a dönün.

Siz benim Osman'ı öldürdüğümü söylüyorsunuz! Bu konuda hüküm vermeyi tarafsiz insanlara bırakıyorum; hüküm kimin aleyhine verilirse ceza ödesin. Ey Kureyşin iki yaşlısı Kendiniz için ayıp saysanız bile, bu ayıbı cehennem ateşiyle birlikte kılmadan önce bu davranışınızdan vazgeçin."

Kitaplarda şöyle geçmektedir: İmam Ali (a.s) Basra yolunda Zaviye bölgesine varınca dört rekat namaz kıldıktan sonra şöyle niyaz etti:
"Ey göklerin ve ona gölge düşürenin rabbi! Ve ey yerlerin ve onun üzerindekilerin rabbi! Ve ey yüce Arşın rabbi! Bu Basra'dır; senden bu halkin hayrini benim elimde kılmanı diliyor ve bu insanların şerrinden sana sığınıyorum. Allah-'ım! Bu insanlar benim itaatimden çıktılar ve bana karşı isyan ettiler; bana ettikleri biati bozdular. Allah'ım! Müslümanların kanını koru ve bir kan dökülmesine izin verme."

Basra ordusunun karşısında yer alınca, "Ey insanlar! Acele etmeyin." diye nida etti. Sonra İbn Abbas'ı çağırarak,"Talha, Zübeyr ve Aişe'nin yanına git ve onları Allah'a davet et." dedi.

Sonra Allah Resulü'nün (s.a.a) büyük sahabesi ve hak yolunun piri Ammar Yasir iki ordunun arasında durarak Basra ordusuna şöyle hitap etti: "Ey insanlar! İnsaflı davranmadınız. Kendi eşlerinizi perde arkasında tutup Allah Resulü'nün (s.a.a) eşini okların ve kılıçların önüne çıkardınız."
Peşinden Aişe'nin yanina giderek, "Ne istiyorsun?" diye sordu. Aişe, "Osman'ın kanını istiyorum." cevabını verdi!
Bunun üzerine Ammar dedi ki: "Bu günde Allah zalimi öldürsün, azgını helak etsin, batılı yok etsin."

Sonra Basra ordusuna dönerek şu hatirlatmada bulundu: "Ey insanlar! Bu iki gruptan hangimiz Osman'in öldürülmesinde ortak olduğumuzu biliyor!"
Bunun üzerine Ammar "in üzerine ok yağmaya başladı. Mantığa karşı okla cevap verdiler! Ammar Emirelmüminin Ali'nin yanina dönerek, "Ey Emirulmüminin! Neyi bekliyorsun? Bunların ölümden başka bir amaci yoktur." dedi.

Oklar Ali'nin (a.s) ordusunun üzerine yağmaya başladi; ama İmam (a.s) yine savaşa izin vermedi. İmam Ali (a.s) ordusuna hitaben, "Kim bu Kur'an'ı alıp bu insanlara giderek onlan Kur'an'a davet etmek ister? Kim bunu yaparsa öldürülecek ve ben cenneti onun için tazmin ediyorum." buyurdu.
Bunun üzerine Müslim isminde yeni yetme bir genç ayağa kalkarak, "Ey Emirülmüminin! Ben Kur'an'i götürerek buyurduğunuzu yaparım." dedi; sonra Kur'an'i alip Cemel ordusuna doğru giderek onları Kur'an'a davet etti.

Cemel ordusu o gencin vücüdunu mızrakla delik deşik ettiler. Gene, yere düşerek şehit oldu. Mantığa karşı mızrakla öldürerek cevap verildi!
Bunun peşinden Ali (a.s) ordusuna, "Savaşa hazır olun, ama savaşı başlatmayın; ok atmayın, kılıç sallamayın ve mızrak atmayın." diye emir verdi.
Hz. Ali'nin yiğit komutanı ibn Budeyl imam'in (a.s) huzuruna gelerek Basra ordusu tarafından öldürülen kardeşinin cansız bedenini getirerek, "Ey Emirülmüminin! Ne zamana kadar bekleyelim? Bunlar bizi tek tek öldürürken biz seyirci mi kalalım?" diye arz etti.
Okla şehit düşen başka bir askerin cenazesini Ali'nin (a.s) huzuruna getirdiler; ama İmam yine savaş izni vermedi ve "Allah'ım! Sen şahit ol." dedi.
Sonra ordusuna dönerek, "Bu insanlara acıyın." buyurdu!!

Peşinden üzerindeki silahları çıkardı, Allah Resulü'nün (s.a.a) katırına binerek meydana gitti ve "Ey Zübeyr! Yanıma gel" diye haykırdı.
Zübeyr tepeden tırnağa silah kuşanmış olduğu halde meydana geldi. Aişe, Ali'nin Zübeyr'i meydana çağırdığını öğrenince, "Eyvah! Bacım dul kaldı." dedi! Zira Zübeyr Aişe'nin kızkardeşinin kocasıydı. Aişe'ye, "Ali meydana silahsız geldi, sakin ol." dediler.

Ali (a.s) meydanda Zübeyr'i kucaklayarak, "Neden bana karşı başkaldırdın?" diye sordu. Zübeyr, "Ben Osman'ın kanının intikamını almak için geldim." dedi. Bunun üzerine Ali, "Allah ikimizden hangi birimizin Osman'ın kanında parmağı varsa onu öldürsün." buyurdu. Sonra yumuşak ve şefkatli bir dille konuşmaya başladı ve Resul-i Ekrem'in (s.a.a), "Sen Ali ile savaşacaksın ve zalim sen olacaksin." şeklin-deki buyruğunu hatirlatti.
Zübeyr dedi ki: "Allah'tan bağışlanma diliyorum. Bu söz aklında olsaydi sana baş kaldirmazdim." dedi.
Ali, "Ey Zübeyr! Şimdi geri dön." buyurdu. Zübeyr, "Nasil döneyim? Geri dönüşüm korku olarak değerlendirilecek. Bu ise temizlenmeyecek bir ayıptır." dedi.

İmam (a.s), "Ayıpla birlikte cehennem ateşini de haketmeden önce geri dön." buyurdu.
Zübeyr geri döndü. Cemel ordusundan çıkıp gitmek istediği zaman oğlu Abdullah, "Nereye gidiyorsun?" diye bağırdı. Zübeyr dedi ki: "Oğlum! Ebe'l-Hasan bana unuttuğum bir sözü hatırlattı."

Zübeyr'in oğlu, "Hayır." dedi; "Sen Haşimoğullarının kılıçlarından korkuyorsun!"
Zübeyr, "Hayır." dedi, "Zamanın bana unutturduğu şeyi bana hatırlattı. Senbeni korkuyorsun diye mi kınıyorsun?"
Sonra mızrağı alarak Ali'nin (a.s) ordusunun sağ kanadına saldırdı.

Ali (a.s) askerlerine, "Kimse ona karşılık vermesin; ona yol açın; onu tahrik etmişler." buyurdu.
Zübeyr sonra Ali'nin (a.s) ordusunun sol kanadına ve sonra da merkezine hamle etti. Fakat kimse karşısına çıkıp ona karşılık vermedi. Sonra dönerek oğluna, "Korkan bir insan böyle yaparmı?" dedi.

Sonra başını alıp gitti. Ali'nin (a.s) düşmana karşı sevgi ve mahabbeti ona savaş meydanının kahramanlık iftiharini kazandirdi. Cemel ordusu Resul-i Ekrem'in (s.a.a) buyruğunun sadece Zübeyr'e yönelik olmadığını ve Ali (a.s) ile savaşan herkesin zalim olacağını bildiler mi acaba!
Ali (a.s) yine meydana gelerek Talha'yı çağırıp, "Neden bana başkaldırdın?" diye sordu. Talha, "Ben Osman'ın kanının intikamını almak istiyorum." cevabini verdi. Ali (a.s), "Allah ikimizden hangimiz Osman'ın kanında parmağı varsa onu öldürsün." buyurdu; 'Allah Resulü'nün (s.a.a) su buyruğunu duymadın mı: "Allah'ım! Ali'ye dost olana dost ol, Ali'ye düşman olana düşman ol." Sen bana biat eden ve sonra da onu bozan ilk kişi değil misin? Allah Teâla şöyle buyuruyor:

Artık kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozar.

Talha pişman olarak, "Allah'tan bağışlanma diliyorum." söyledi ve geri döndü.

Mervan b. Hakem, Talha'nın savaşı bırakmak istediğini hissedince onu okuna hedef aldı. Talha kendisinin ve Zübeyr'in temelini attığı yanlış, hakka aykırı ve haince amelleri konusunda Basralıları aydınlatmaya fırsat bulmadan oracıkta can verdi!
Bu olaydan sonra İmam Ali (a.s) ordusuna şöyle hitap etti: "Cemel ordusunu yenilgiye uğrattıktan sonra yaralılara dokunmayın, esirleri öldürmeyin, kaçanları takip etmeyin, kimsenin avret yerini açmayın, öldürülen bir kişinin kulak ve burnunu kesmeyin, savaş meydanında bıraktıkları dışarıda kimsenin malını almayın."

Emirulmüminin Ali düşmanın yenilgiye uğrayacağına kesin gözle baktığı halde yine de hamle emri vermedi. Cemel ordusu imam'in (a.s) ordusunun sağ kanadına saldırarak onu geriye sürdü. Bunun üzerine saldırı emri verildi; Cemel ordusunun düzeni bozuldu ve alçakça bir yenilgiye uğradılar.
Ali budur, Ali'nin düşmana sevgisi ve savaş meydanında insana merhameti budur.
İnsanlık tarihinde hiçbir hükümetin azgınlara ve kendisine başkaldıran asilere karşı böyle davrandığını gören var mıdır?

Sıffin Savaşı

Sıffin Firat nehrinin yanıbaşında yer aliyordu. Emirulmüminin Ali'nin (a.s) ordusu Sıffin topraklarına ula-şınca ondan suyu Muaviye'nin askerlerine kapatmasını istediler. İmam (a.s) kabul etmeyerek yolu acık bıraktı. Fakat Muaviye fırsatı ganimet bildi. Ordusu suyolunu işgal ederek suyu Ali'nin (a.s) ordusunun almasına engel oldu.

Emirulmüminin Ali (a.s) ordusuna verdiği bir emirle suyolunu açtı. Ali (a.s) taraftarları misilleme yaparak suyu Muaviye ordusuna kapatmak istedilerse de Ali yine izin vermedi ve su savaşın sonuna kadar düşman ordusuna kapatılmadı.
Sıffin savaşı on sekiz ay sürdü. Şamlların pişman olarak yola gelmeleri ve böylece daha az kan dökülmesi ümidiyle gelen saldırı Hz. Ali'nin (a.s) ordusu tarafından uzun bir süre başlatılmadı.

Nehrivan Savaşı

"Ali ile düşmanlık hastalığına yakalanmış insanlar" hariciler hakkında yapilabilecek en güzel ifadedir; onlar Ali'yi (a.s) öldürmedikçe bu düşmanlıklaından vazgeçmediler.
Hastalık ifadesinin kullanılmasının nedeni şudur: Birine düşmanlık beslemenin muhakkak bir nedeni vardir. Bazen kişisel konular, bazen makam ve mevki hırsı, bazen insanın karşı taraftan incinmesi ve rahatsiz edilmesi, kişinin bazen uğradiği zulüm ve sitem, bazen de ailevi ve itikadi kinidir bunun nedeni. Haricilerin İmam Ali'ye (a.s) düşmanlık beslemeleri için bu nedenlerin hiçbiri söz konusu değildi. Onlar Ali'yi (a.s) diri ve muzaffer görmeye tahammül edemiyorlardı.

Siffin savaşında Ali'nin (a.s) askerlerinden oldukları halde Ali (a.s) tam düşmana galip gelmek üzereyken ona karşı kılıç, çekerek zaferi ondan aldılar.
Emirulmüminin Ali'nin (a.s) tayin ettiği zeki ve uyanık hakemi kabul etmeyerek Ali'ye düşman olan bir hakemi kürsüye oturttular!
Onlar Muaviye'ye de düşmandılar; hem de yol ve gidişat düşmanlığı vardi aralarında; fakat bilinçsizce Muaviye'ye yardım ettiler ve İmam'ı (a.s) hakemlerin hakemliğini kabul etmeye zorladılar.

Hakemin ihanet ettiği anlaşılınca Ali'ye (a.s) karşı daha fazla uyuşmazlık sergilediler; kaşısında ve arkasında ona karşı saygısızlık yapıyorlar ve kendilerini İmam'ın (a.s) zararından güvende görüyorlardı. İmam (a.s) onları kendi hallerine bırakmıştı; onlarin söz ve davranışları karşısında hiçbir tepki göstermiyordu.

Onların dokunaklı ifadelerine ve hakaret edici sözlerini duymaya tahammül edemeyen Ali (a.s) taraftarları onlara karşılık vermeye kalkışıyor ve İmam'dan onları bastırmasını, zindana atmasını ve faaliyet alanlarını daraltmasını istiyorlardı. Fakat İmam (a.s) kabul etmeyerek buyuruyordu ki: Bize dokunmadıkları müddetçe onlara dokunmayacağız. Diyecek bir sözleri varsa, cevap veririz; ama beytülmaldan haklarını kesmeyeceğiz. Allah'ın mescidine gelmelerine müsaade edeceğiz. İnsanları öldürürlerse biz de misilleme yaparız.

Haricilerin içindeki hastalık şiddetlendi. Ondan sonra Kufe'de kalamadılar; Çünkü Ali'yi (a.s) Kufe'de diri görüyorlardı. Bu nedenle Kufe'den çıkıp topluca Nehrivan'a doğru hareket ettiler. İmam (a.s) yine onları serbes bıraktı ve onlara dokunmadı.

Muaviye'yi bastırmak için harekete gecince onlara şöyle yazdi: "Siz de bizimle gelin; biz sizin düşmanımızı bastırmaya gidiyoruz; ortak düşmanımizi."
Hariciler bu öneriyi de kabul etmeyerek İmam'a (a.s) kaşı savaş ilan ettiler! Fakat Ali (a.s) yine onların üzerine yürümedi ve şam'a doğru hareket etti.
Emirulmüminin Ali'ye (a.s), "önce Haricilerin işini bitirip sonra şam'a gitmemiz daha uygundur." dedilerse de kabul edilmedi ve şam'a doğru hareket emri verildi.

Ali'nin (a.s) ordusu hareket etti. Bu arada Hariciler'in insanlara saldırıp onlari Ali'ye (a.s) lanet etmeye zorladikları, kabul etmeyenleri öldürdükleri haberi geldi. Bunun üzerine İmam (a.s) Haricilerin merkezi olan Nehrivan'a doğru hareket etti. Orada da savaş yapmadi; insanlara nasihat edip aydınlattı. Birçoklarını savaştan caydırdı; savaştan cayanlar her ne kadar Muaviye'yi bastırma konusunda Ali'ye yardım etmedilerse de başka bir yol tuttular. Sanki Muaviye'nin beşinci birliğiydiler. Ali (a.s) ile savaşmaktan vazgeçen Hariciler Kufe'ye geri döndüler; fakat Ali'ye (a.s) düşmanlık gütmeye devam ettiler.

İslam tarihinde Haricilerin tohumu onlar tarafından ekildi. Diğerleri ise savaştan başka hiçbir şeyi kabul etmediler ve ölümü Ali (a.s) ile birlikte yaşamaya tercih ettiler. Böylece "er-Revah er-revah ile'I-cenne" sloganıyla İmam'in (a.s) ordusuna saldırdılar. Fakat Ali'nin (a.s) askerlerinden biri öldürülünceye kadar onlara karşı saldiri emri verilmedi. Bunun üzerine İmam (a.s), "Şimdi bunlarla savasmak revadir." buyurdu. Emirulmüminin Ali'nin (a.s) askerleri saldırıyı başlattı ve Hariciler darmadağın oldular.

Arpa Ekmeği ve Ekşimiş Yoğurt

Suveyd b. Gafle şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) hükümet konağında olduğu bir sırada huzuruna girdim. O sirada önünde yoğurt dolu bir kap vardi. Yoğurt o kadar eksimişti ki kokusunu hissediyordum. Elinde de

------------
Al-İ İmran, 37.
Menakib, c.2, s.76; Biharu'l-Envar, c.41, s.30, bab: 102.
Fetih, 10.
Rah-i Ali, s.53, el-Garat'ın tercümesi s.416 ve 451.
-------------
üzerinde arpa kabukla-nni gordugiim bir parca arpa ekmegi vardi. Emirulmuminin Ali (a.s) kuru ekmegi bazen eliyle kırıyordu; eliyle kırmasaydi dizine koyarak diziyle kırıyordu!

Bunun üzerine yanında duran cariyeleri Fizze'ye dedim ki: "Siz hiç Allah'tan korkmuyor musunuz ki bu yaşlı adama böyle davranıyorsunuz? Siz onun için tahılları elekten geçirmiyor musunuz ki ben onda kepek görüyorum?"
Fizze, "Bizden kendisi için tahilları elemememizi istemişti." dedi! Ali (a.s), "Ona ne dedin?" diye sordu. Ben konuştuklarımızı anlattım; bunun üzerine Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Babam-anam kendisi için hiçbir tahil elek edilmeyen ve ölünceye kadar üç gün ard arda doyasıya buğday ekmeği yemeyen kimseye feda olsun."

Ali (a.s) ile Bir Gün

Basra ahalisinden olan Ebu Metar diyor ki: Kufe mescidinden dışarı çıktım. Ansızın bir adam peşimden şöyle seslendi: "Elbiseni yukarı çek; böyle yaparsan elbisen daha uzun ömürlü olur; Müslüman ise saçlarını kısalt."

Ben onun peşine takıldım; o yüzünü örtmüştü ve üzerinde de bir gömlek vardi. Bedevi Araplar gibi elinde bir de kırbaç vardi. Ben, "Bu kimdir?" diye sordum. Biri, "Bu şehirde garipsin galiba!" dedi. Ben, "Evet; ben Basralıyım." dedim. Adam, "Bu Emirulmüminin Ali'dir." dedi.
(Ben onun peşinden hareket ettim.) Nihayet deve pazarı olan "Beni Muhit" mahallesine vardi. (Orada) buyurdu ki: "Satın; fakat yemin etmeyin; çünkü yemin eşyayı yok eder ve bereketi götürür."

Sonra hurma satıcılarına doğru gitti. Orada bir cariyenin ağladığını görünce nedenini sordu. Cariye, "Bu adam bana bir dirheme hurma sattı. Fakat sahibim onu geri verdi. Adam ise geri almıyor!" dedi. İmam (a.s) o adama, "Bu cariye bir hizmetçidir ve kendisinden bir yetkisi yoktur; hurmanı geri al ve onun bir dirhemini geri ver." buyurdu. Adam İmam'ı (a.s) geri itti. Ben, "Bu adamı taniyor musun?" diye sordum. Adam, "Hayir." dedi. Ben, "Emirulmüminin Ali b. Ebutalib'tir." dedim.

Adam cariyeden hurmayı alarak hurmalarının üzerine döktü ve onun dirhemini geri verdi. Sonra Ali'ye (a.s), "Benden razi olun." diye arz etti. Bunun üzerine Ali (a.s), "Beni, onların haklarını tam olarak verdiğini (görmekten) daha fazla memnun eder ki!" buyurdu.
Daha sonra hurma satıcılarının arasindan geçerken onlara dönerek, "Bu hurmadan yoksullara da yedirin ki Allah kazanciniza bereket versin." buyurdu.
Sonra yoluna devam etti. Nihayet balikcılar pazarına vardı. O sırada bir grup Müslüman da yanındaydi; onlara hitaben şöyle buyurdu: "Dikkat edin! Suda ölen balığı satmak yasaktir!"

Sonra ketenciler pazari olan Dar-i Firat'a gitti. Yaşlı bir ketencinin dükkânına başvurarak, "Üç dirhemlik bir gömlek istiyorum." dedi. Yaşli adam onu tanıyınca Emirulmüminin onunla alışveriş yapmaktan vazgeçti. Başka birinin yanına gitti. O da imam'i (a.s) tanıyınca ondan da bir şey satin almadı. Nihayet yeni yetme bir gençle karşılaşti. Ondan bir üç dirheme bir gömlek satin aldi ve orada giyindi. Gömleği giyerken Allah'a şöyle niyaz etti:
-------------

Keşru'l-Yakın, s.86; Keşfu'l-Gumme, c.1, s.163; Biharu'l-Envar, c.40, s.331, bab: 98, hadis: 13.
-----------------
İnsanların arasında kendimi süslemem ve avret yerimi örtmem için beni güzel bir elbiseyle rızıklandiran Allah'a hamd olsun.
Ona, "Ey Emirulmüminin! Bu kendinizden rivayet ettiğiniz bir şey midir yoksa Allah Resulü'nden mi aktarıyorsunuz?" diye sorulunca, "Allah Resulü'nden (s.a.a) naklediyorum; onun elbise giyerken böyle söylediğini duydum." buyurdu.

Bu arada elbisenin sahibi olan gencin babası gelip yetişti. Ona, "Oğlu bir gömleği Emirulmüminin Ali'ye üç dirheme satti." dediler. Babasi oğluna dönerek, "Neden iki dirhemden fazla aldın?" diye sordu. Gencin babası bir dirhemi alarak Rahbe kapısında Müslümanlarla oturmuş olan İmam'ın (a.s) huzuruna gelerek, "Ey Emirulmüminin! Şu bir dirhemi al" diye arz etti. İmam (a.s), "Bu dirhemin kıssası nedir?" diye sordu. Adam, "Gömleğin parasi iki dirhemdi." dedi. İmam (a.s) buyurdu ki: "Benim rızamla bana sattı ve ben de onun rızasıyla ondan aldım."

İlginç Bir Ödeme

Hicretin sekizinci yılında Mekke Resul-i Ekrem'in (s.a.a) güçlü elleriyle fethedildi. Ka'be Emirulmüminin Ali'nin (a.s) put kırıcılığıyla putların çirkinliğinden temizlenip tevhidin paklığına döndü. Resul-i Ekrem (s.a.a) Şehrin etrafındaki putlar ve puthaneleri yok etmek amacıyla insanları Allah'a davet etmeleri icin irşat ve tebliğ grupları gönderdi; onlara savaş emri vermedi.
Bunlardan biri Halid b. Velid idi; Allah Resulu (s.a.a) onu savaşcı olarak değil, insanları Allah'a davet etmesi için gönderdi. O gitti ve Amir oğullarınınCuzeyme oğulları boyuna ait el-Gumeyza ismindeki sularından birine ulaşti. Cuzeyme cahiliye döneminde Abdurrahman'ın babası Avf b. Avf'ı ve Halid'in amcası Fake b. Mugire'yi öldürmüş ve üzerlerinde olan her şeyi almıştı.

Halid o suyun kıyısına inince Cuzeyme ogulları silaha sarıldı. Halid, "Silahı birakın; insanlar Müslüman oldular" dedi Burada halid onlarin ellerini bağlamalarıni emretti. Sonra onları kılıçtan geçirdi ve istediği herkesi öldürdü.
Bu haber Resul-i Ekrem'e (s.a.a) ulaşınca ellerini kaldirarak, "Allah'ım! Ben Halid'in yaptığından beriyim." buyurdu. Allah Resulu (s.a.a) daha sonra Ali'yi (a.s) mallarla göndererek onlarin durumunu incelemesini buyurdu. Ali (a.s) onlardan alınan her şeyi, hatta köpeklerinin su içtiği tası bile onlara geri verip öldürülenlerin kan pahasını ödedi. Hz.Ali'nin (a.s) yanında bulunan mallardan bir miktarı arttı. İmam {a.s), "Sizden ödenmemiş bir kan pahası veya mal kaldı mı?" diye sordu. Onlar, "Hayır." dediler.

Bunun üzerine İmam (a.s), "Geri kalan mallari ihtiyat gereği Resul-i Ekrem'den (s.a.a) taraf size ödüyorum." buyurdu ve dediği gibi de yapti. Sonra Allah Resulu'nün (a.s) yanına geri dönerek durumu raporlayınca Resul-i Ekrem (s.a.a), "İyi ve doğru bir iş yaptın." buyurdu.
Yakubi'nin dediğine göre Resul-i Ekrem (s.a.a) ona buyurdu ki: "Gerçekten senin bu yaptığın iş benim için kızıl renkli develerden daha sevimlidir." Ve orada Ali'ye (a.s), "Babam-anam Sana feda olsun." buyurdu.

Kızartılmış Demir
---------------
Keşfu'l-Gumme, c.1, s.163; Biharu'l-Envar, c.40, s.331, bab; 98, hadis: 14.
Es-Siretu'n-Nebeviyye, c.2, s.430; Tarih-i Yakubi, c.2, s.61; Biharul-Envar, c.21, s.140, bab: 27, hadis: 3.
----------------
Muaviye, Akil'de kızartılmış demirin kıssasını sormasi üzerine Akil dedi ki: Çok yoksuldum; sıkıntı ve açlık takatimi kesmişti. Kardeşimden bir şey istedim; fakat beni önemsemedi. Ağlayıp sızlamam da onun üzerinde etki bırakmadı.
Fakirlik, zavallılık ve yoksullukları yüzlerinde beliren Çocuklarımı toplayarak onun yanına götürdüm. "Akşamleyin yanima gel de sana bir şey vereyim." buyurdu. Akşamleyin oğullarımdan biri elimden tutup bana yol gösterdiği halde onun yanına gittim.
Oğluma, "Sen uzaklaş '' dedi. Daha sonra bana, "Al." dedi. Kalbimi tamah kuşatmıştıpara kesesi sanarak elimi uzattım. Elimi ateş gibi bir demir parçasının üzerine koydum. Daha onu tutmadan bıraktım ve öküz kasabın elinde nasil bağırıyorsa öyle feryat ettim. Ali bana dedi ki: "Anan mateminde ağlasin! Bu, dünya ateşinin kızarttiği bir demir parçasidir. Yarın kıyamet günü bizi cehennem zincirleriyle bağlayacak olurlarsa benim ve senin halin nice olur!"

Sonra da Şu ayeti okudu:
Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sürüklendikleri zaman.

Senin benim yanimda Allah Teâla'nın senin için farz ettiği ve senin bildiğin dışında bir hakkın yoktur; ailenin yanina dön!"
Bunun üzerine Muaviye büyük bir şaşkınlık içerisinde dedi ki: "Heyhat, heyhat! Kadinlar onun gibisini doğurmaktan kısırdırlar,"
Eşsiz Züht
Muaviye b. Ammar imam Cafer Sadik'in (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
"Ali Allah yolunda iki işle karşılaşsaydi her zaman uygulamak için onların en zorunu severdi. Ve ey Kufe halkı! Siz biliyorsunuz ki o, hükümeti döneminde sizin şehrinizde geçimini Medine'deki mallarindan temin ediyor, kızarmış ununu ona bir şey eklenmesinden endişelenerek bir torbaya koyup ağzını mühürlerdi. Dünyada Ali'den (a.s) daha zahit kim var?"

Kuru Ekmek ve Ekşimiş Yoğurt

Nazr b. Mensur, Akabe b. Alkame'den şöyle naklediyor: Kufe'de Ali'nin evine gittim ve karşısinda çok ekşimiş bir yoğurt ve birkaç parça kuru ekmek olduğunu gördüm; öyle ki yoğurdun kokusu beni rahatsız ediyordu. Ben, "Ey Emirulmüminin! Böyle bir şeyi mi yiyorsun?!" dedim. Bunun üzerine bana buyurdu ki: "Ey Ebe'l-Cünub! Allah Resulu (s.a.a) bundan daha kuru ekmek yiyor ve -kendi elbisesi-ne işaret ederek- bundan sert bir elbise giyiyordu. Ben onun gibi davranmasam ona ulaşamamaktan endişeleniyorum!"
]
Cömertlik ve FedakârlığınZirvesi

Cemel savaşında, on iki bin kişi onunla birlikte savaşa katılmıştı. Savaş Cemel ehlinin yenilgisiyle sonuclaninca Emirulmüminin Ali'nin (a.s) emriyle Basra beytülmalı bölüştürüldü ve herkese beş yüz dirhem verildi. Herkese tam olarak bu miktarda para yetişti; bu miktardan ne artti ve ne de eksildi. Beytülmalda hiçbir şey kalmadı ve Ali'nin (a.s) kendisi de beş yüz dirhem alarak beytülmala, "Benden başkasini aldat" diye hitap etti.
Savaştan dönünce ve beytülmalın bölüştürülmesi bittikten sonra ansızın bir adam gelerek dedi ki: "Ey Emirulmüminin! Her ne kadar bu savaşa katilamadiysam da kalbim sizinle birlikteydi. Bu taksimden bana da bir şey ver!" Bunun üzerine İmam (a.s) kendi payınıona verdi ve kendisi eve eli boş döndü.

Göz Yummak, Görmezden Gelmek

Emirulmüminin Ali (a.s) bir gün yarenleriyle halka oluşturup oturmuşlardi. Mutaassip Haricilerden biri de onların arasında olduğu halde İmam yarenlerini kötülüklerden sakındırıyordu. İmam'ın (a.s) melekuti sözleri öyle bir gönül alıcıydı ki o kalp gözü körelmiş Hariciyi de etkiledi. Fakat içindeki kinden dolayi İmam'a (a.s) karşı hakarette bulunarak, "Küfründen dolayı Allah onu öldürsun; ne kadar da bilgili ve anlayışlı biri!" dedi.
Onun bu edepsizliğini duyan İmam'in (a.s) yarenleri onu öldürmek istedilerse de engel olarak- İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu: Firsat verin, (sakin olun); çirkin sözün karşılığı çirkin sözdür veya günahin karşılığı af ve bağışlanmadir (bundan başka bir şey değildir).

Günahkârın Haysiyetini Korumak

Emirulmüminin Ali (a.s) hukümet koltuğuna oturup hukümetin bütün imkânları elinde bulunduğu dönemde, tüm gücünü, halvette, had uygulanmasına neden olacak günahını itiraf eden günahkâr kişinin tövbe ederek bir şekilde Allah Teâla ile kendi arasını islah etmesi, böylece herkesin gözleri önünde ona ilahi haddin uyğulanıp haysiyetinin çiğnenmemesi için sarfediyordu.

Bir gün yaklaşık bir aydir hamile bir kadin huzuruna gelerek dedi ki: "Ey Emirulmüminin! Ben zina yaptim; beni temizle; çünku Allah'ın dünyadaki azabi zina için uyğulanan had O'nun kıyametteki kesilmeyecek azabından daha kolaydir.
İmam Ali (a.s), "Seni hangi şeyden temizleyeyim?" diye buyurdu. Kadın, "iffete aykırıbir iş, yaptım." dedi. İmam (a.s), "Bu işi yaptığın zaman kocan var mıydı?" diye sordu. Kadin, "Evet, kocam vardi." dedi. Ali (a.s), "O sırada kocan yolculukta mıydı yoksa yolculuğa çıkmamış mıydı?" diye sordu.

Kadın, "Yolculukta değildi." dedi. Bunun üzerine

İmam (a.s), "Git bebeğini doğuruncaya kadar bekle; ondan sonra temizlerim." buyurdu. Kadın gidince Emirulmüminin (a.s), "Allah'im! Bu şahitlikti." dedi. Bir süre sonra kadın gelerek, "Bebeğimi doğurdum; şimdi beni temizle." diye arz etti.
İmam (a.s) durumu bilmezden gelerek, "Ey Allah'ın cariyesi! Seni hangi şeyden temizleyeyim?" dedi.

Kadın, "Ben zina yaptim; beni temizle." dedi. İmam (a.s), "Bu işi yaparken kocan var mıydı?" buyurdu. Kadın, "Evet." dedi. İmam (a.s), "Kocan senin bulunduğun şehirde miydi yoksa yolculuktamıydı?" diye sordu. Kadın, "Evet, olduğum şehirdeydi." dedi. İmam Ali (a.s), "Şimdi git Allah'ın emrettiği gibi iki yil boyunca bebeğine süt ver. " buyurdu.Kadın ayrılıp gitti. İmam'ın (a.s) sesini duymayacaği bir yere vardığı zaman İmam (a.s), "Allah'ım! Bu iki şahitliktir (iki defa zina yaptığını ikrar etmiştir)" dedi.

Bu olayın üzerinden iki yil gectikten sonra kadın üçüncü defa İmam'ın (a.s) huzuruna gelerek, "Ey Emirulmüminin! Bebeğime iki yil süt verdim! Şimdi beni temizle." diye arz etti.
Emirulmüminin Ali (a.s) yine olayı bilmezlikten gelerek, "Seni hangi şeyden temizleyeyim?" diye sordu. Kadın, "iffete aykırı bir iş yaptım; beni temizle" dedi. İmam (a.s), "Bunu yaparken kocan var mıydı?" diye sordu. Kadın, "Evet." dedi. Hazret, "O işi yaparken kocan ğayıp mıydı?" diye sordu. Kadın, "Hayır." dedi, "hazırdı." İmam (a.s), "Git çocuğuna bak; ta ki yemeyi icmeyi öğrensin, yüksek bir yerden duşmesin veya kuyuya düşmesin." buyurdu.

Kadın ağlayarak ayrıldı. Sesini duymayacağı bir yere vardığı zaman Emirulmüminin Ali (a.s), "Allah'ım! Bu üç, Şahitliktir." dedi.
Ravi diyor ki: Amr b. Hureys Mahzumi o kadınla karşılaşara, "Ey Allah'ın cariyesi! Seni ağlatan şey nedir? Senin Ali'ye gidip geldiğini ve "Beni temizle." dediğini görüyorum!" dedi.

Kadın -Ali (a.s) ile arasında geçen kouşmaları anlattıktan sonra-, "Ali beni temizlemeden ölümün gelip catmasindan endişelendim." dedi.
Amr b. Hureys, "Ali'nin yanına geri dön; ben çocuğuna bakarım." dedi.
Bunun üzerine kadın dördüncü defa Emirulmüminin Ali'nin (a.s) huzuruna gelerek Amr b. Hureys ile aralarında geçen konuşmaları ona anlattı. İmam (a.s) olanlardan haberi yokmuş, gibi davranarak dördüncü defa soru-cevapları tekrarladı ve kadın yine günahını ikrar etti.

Bunun peşinden İmam (a.s) mübarek başını gökyüzüne kaldırarak, "Allah'ım!" dedi; "Bu kadın iffete aykırı iş, yaptiğini dört defa ikrar etti ve senin peyğamberine söylediğin Şeylerden biri de Şudur: "Ey Muhammed! Kim benim hadlerimden birini tatil ederse bana düşmanlık etmiş, olur" ve ben senin hadlerini tatil etmeyecek, seninle savaşmayacak ve hükümlerini zayi etmem; aksine ben senin emrine itaat eden ve peygamberinin takipçisiyim."
Amr b. Hureys imam'in (a.s) yüzüne baktiği zaman onun yarılmış,

bir nar gibi kıpkırmızı olduğunu gördü! Bunun üzerine, "Ey Emirulmüminin! Ben onun çocuğunun bakımını üstlenmemi sevdiğinizi düşünerek sadece çocuğunun bakımını üstlenmek istiyordum. İstemiyorsanız böyle bir Şeyi yapmam." dedi, imam (a.s), "Dört defa ikrar ettikten sonra tam bir alçaklıkla onun bakımını üstlenecek misin?" buyurdu.

Genel bir konuşmada, halkı, haddi uyğulamak için Kufe'nin dışına davet etti ve onlara tanınmamaları için yüzlerini örtmelerini ve yanlarında özel taşlar getirmelerini emretti.

Kadın haddin uyğulanacağı yere geldi. Emirulmüminin Ali (a.s) oradakilere, "Sadece üzerinde bir had olmayan kimseler haddin uyğulanmasına katilabilir." diye hitap etti. Bunun üzerine Ali {a.s) ve iki oğlu dışında oradakilerin hepsi geri döndü ve o yüce zatlar o kadın hakkında Allah'ın haddini uyğuladılar.

Kötülüğe iyilikle Karşılık Vermek

Aişe Emirulmüminin Ali (a.s) ve Ehl-i Beyt'in en büyük duşmanlarından biriydi; öyle ki, İmam Ali (a.s) onun düşmanlığının şiddetini demircinin kazan gibi kaynamasına benzetmiştir:
Gönlündeki kin, boyuna kaynayıp duran bir kazan gibi kaynamaktadir.
Emirulmüminin Ali (a.s) Basra (Cemel) savaşını alevlendirenlerin saldırısını defetmek için Zikar'a ulaşınca Aişe, imam hakkında hakaret edici bir mektupta halife ömer'in kızı Hafsa'ya şöyle yazdı:

"Ali Zikar'a ulaştı ve çok büyük bir korku ve endişe içerisindedir. Ordumuzun çokluğundan da haberi var. Şimdi o kızıl ve beyaz renkli bir at gibdir. İlerleyecek olursa esir olacak, geri kalacak olursa da öldürülecek."
Bu mektup Hafsa'ya ulaşinca bir grup cariyeyi yanına çağırdı. Cariyeler teff çalıp oynayarak şiir okuyor ve Ali'yi hicv ediyorlar, islam düşmanlarının kadınları ve kızları da onlari seyrediyordu.

Emirulmüminin Ali'nin (a.s) kızı Ümm-ü Kulsüm bu olaydan haberdar olunca o meclise giderek, "Bugün siz babam Ali'ye karşı kiyam etmişseniz, bir gün de onun kardeşi Allah Resulü'ne (a.s) eziyet etmiştiniz!" dedi. Bunun üzerine Hafsa utançla kenara çekildi ve o çirkin duruma son verdi.
Nihayet Aişe Emirulmüminin Ali'ye (a.s) karşı kin ve duşmanlığını daha da açiğa çıkararak eli altındakilere en çirkin işleri emretti.
Emirulmüminin Ali'nin (a.s) valisi Osman b. Huneyf'e en ağır işkenceleri yaptılar; yuzünü ve başını kıllarını çok büyük eziyetler vererek yoldular! Ve Aişe'nin emriyle Basra'nın beytülmalını korumak için görevlendirilen bütün korumaların başlarını bedenlerinden ayırdılar.

Emirulmüminin Ali (a.s) savaş ateşi alevlendikten sonra Cemel ordusunu büyük bir yenilgiye uğratti ve Aişe'nin planlarını suya duşürdü. Fakat ona bir zarar gelmesin diye onu kendi korumasına aldı ve Abdul kays kadınlarından kırk kişiyi başlarına emame sarıp ellerine kılıç alarak onu Medine'ye götürmelerini emretti; Muhammed b. Ebubekir'e de kızkardeşine eşlik etmesini emretti.

Aişe yol buyunca yapabildiği kadar Ali (a.s) hakkında çirkin şeyleri ağzına alarak, "Ali beni ordusuna teslim etti!" dedi. Fakat Medine'ye ulaşıp Aişe'nin evine gittikleri zaman başlarındaki emameleri alarak kadın olduklarını gösterdiler ve Ali'nin Aişe'ye karşı ne kadar sayğılı davrandığını, onun tüm kötülüklerine iyilik ve sayğı yaparak karşılık verdiğini ispatladılar.

Ehl-i Sünnet âlimlerinden olan ibn Ebi'l-Hadid el-Mutezili bu konuda Emirulmüminin Ali (a.s) ile halife ömer'i şöyle karşılaştırıyor: Ali Cemel savaşından sonra Aişe'ye sayğı gösterdi ve konumunu korudu. Fakat Ali'nin yerine ömer olsaydı ve Aişe de ona bunları yapsaydı, Aişe'yi esir etseydi öldürür, vucudunu parça parça yapardı. Fakat Ali sürekli sabırlı ve yüceydi!


----------------
- Mü'min, 71.
İbn Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehcü'l-Belaga, c.11, s.253; Biharu'l- Envar, c.42,s.H7, hah: 121.
İbn Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehcü'l-Belaga, c.2, s.201; Biharu'l- Envar, c.41,s.l37,bab:107
El-Garat, c.1, s.55; ibn Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehü'l-Belaga, c.2, s.201; Biharu'l-Envar, c.41, s.137, bab; 107.
ibn Ebi'l-Hadid, şerh-u Nehci'l-Belağa, c.l, s.249.
Nehcu'l-Belağa, s,380 hikmetli sözler: 41.2; Biharu'l-Envar, c.33,s.f s.434, bab: 26, hadis: 643.

el-Kafi, s.7, s.185, son bab, hadis: 1; Vesailu'§-§ia, c.28, s,103, bah: 16, hadis: 34327; Biharu'l-Envar, c.40, s.290, bab: 97, hadis: 47.
Nehcu'l-Belaga, hutbe, 155.
ibn Ebi'l-Hadid, şerh-u Nehci'l-Belaga, c.14, s.13; Biharu'l-Envar, c.33, s.88,bab: 1.
el-Kamil, c.3, s.215.
ibn Ebi'l-Hadid, §erh-u Nehci'l-Belaga, c.17, s.254; Biharu'l-Envar, c.33, s.92, bab: 16, hadis: 401.




15
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT

Bütün Sayğınlıkların Timsali

Sıkıntısı olan bir yoksul Emirulmüminin Ali'nin (a.s) huzuruna gelerek dedi ki: "Bende üç hastalık var: Beden, fakirlik ve cahillik hastalığı." İmam (a.s), "Ey Arap kardeş" buyurdu; "Beden hastalığını tedavi etmek için tabibe, cahillik hastalığından dolayi hekime ve fakirlik hataliğın için kerime müracaat etmelisin."

Arap, "Ey Emirulmüminin! Sen hem tabibsin, hem hekimsin ve hem de kerimsin" dedi.
Emirulmüminin Ali (a.s) beytulmaldan ona üç bin dirhem vermelerini emretti ve buyurdu ki: "Bin dirhemi kendi hastalığın için, bin dirhemi fakirlik hastalığın için ve bin dirhemi de cahillik hastalığın için harca."

Gencin Durumunu Gözetmek

Emirulmüminin Ali (a.s) geniş. islam ülkesine huküm surdüğü dönemde Kanber'le birlikte parça satan bir gencin yanına gelerek, "Sizde beş. Dirhemlik iki gömlek var mı?" diye sordu. Genç, "Evet." dedi; "Onlardan biri digerinden daha iyidir. Biri üç ve diğeri ise iki dirhemdir." Karşılığını verdi.
İmam (a.s), "İkisini de getir." buyurdu. Genç iki gömlegi getirince İmam (a.s), "üç dirhemlik gömleği sen al." buyurdu! Kanber, "Ey Emirulmüminin! Siz minbere çıkıp insanlara hutbe okuyorsunuz." diye arz etti.

imam (a.s), "Ey Kanber!" buyurdu; "Sen gençsin ve gençlik arzuların vardır; ben kendimi senden üstün kılmaktan dolayi Allah' tan haya ederim!!
Ben Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle duydum: "Giydiğiniz her şeyden kölenize de giydirin, yediğiniz her şeyden onlara da yedirin."
Daha sonra iki dirhemlik gömleği kendisi giydi. Gömleğin kollarının parmaklarını geçtiğini görünce, "Genç! şu fazlalığı kes."diye buyurdu. Genç de kolun uzun kısmını kesti ve "Ey yaşlı adam! Musaade et onu katlayayım." dedi. İmam (a.s), "Bırak olduğu gibi kalsın; bu işlerin sırasi değil." buyurdu.

Hukümet işçilerine Önemli Tavsiyeler

Abruddahman b.Suleyman diyor ki: imam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdu: Emirulmüminin (a.s) Kufeli bir adamı zekât alması için Kufe çölüne göndererek şöyle buyurdu:"Ey Allah'ın kulu! Allah'tan sakın ve dünyanı ahiretine tercih etme.
Seni emin kıldığım şeyi koru ve Allah'ın hakkını muhafaza et; falan aşiretin sınırına ulaşınca, onlara gidince evlerine komşu olmadan onların sınırları içerisinde kal. Sonra yavaş ve vakarlı bir şekilde onlara doğru hareket edip aralarına gir. Onlara selam vererek de ki:

"Ey Allah'ın kulları! Allah'ın velisi, sizden Allah'ın hakkını almam için beni size gönderdi Acaba mallarınız arasında Allah'ın velisine vereceginiz Allah'ın hakkı varmıdır?" Onlardan biri, "Yok." derse, ona tekrar söyleme.
--------------
Camiu'l-Ahbar, s.138, bblum: 96; Biharu'l-Envar, c.41, 43, bab: 102, hadis: 21; Mevaizu'l-Adediyye, s.162, Sulasiyat'ta.
el-Garat, c.l, s.65; Biharu'l-Envar, c.100, s.93, bab: 1, s.9.
-------


Bir zengin sana, "Evet." derse onu korkutmadan onunla birlikte yürü. Ona iyilikten başka bir şeyi vaat etme ta ki onun dört ayaklı hayvanlarına ulaşasin. Onun izni olmadan onların arasına gitme; çünkü onların çoğu onun malıdır. Ona, "Ey Allah'm kulu!" de; "Onların arasına girmeme izin veriyor musun?" Eğer, "Evet." söylerse haşin ve ona musallat olan kimseler gibi hayvanları arasına girme.

Onları iki kısma ayır ve sonra onu istediğini secmesi için serbest bırak; sonra hangisini seçerse ona dokunma. Geri kalanı (yine) ikiye böl ve Allah'ın hakkı kalıncaya kadar bu şekilde devam et; sonra o kalanı al. Senden (taksimi) bozmanı isterse, kabul ederek hepsini birbirine karıştır ve onun malından Allah'ın hakkı olan hayvanları almak için daha önce yaptığın şeyi tekrar yap; onları alınca ancak iyiliksever, Müsluman, merhametli, emanetci, onlara karşı kabalık yapmayacak koruyucu birini kendine vekil seç..

Bundan böyle aşiretlerin her birinden senin yanında toplanan şeyleri beklemeden bana gönder. Dolayısıyla, Allah'ın emrettiği yere koy.
Onları senin elçin getirirse deve yavrusunu ondan gizlememesini ve onları birbirinden ayırmamasını, yavrusunun zarar görmemesi için sütünü tamamen sağmamasını, sırtına binerek onu yormamasını; eşit binmesini,

her suyun yanından geçtiğinde onları suyun başına götürmesini, dinlenme esnasında ve zorluk çekmelerine neden olmasi durumunda onları otluk yerden düz caddeye sürmemesini ve onları yumuşak bir şekilde calıştırmasını tavsiye et; ta ki, Allah'ın izniyle bizim yanımıza yorğun ve ezilmiş bir vaziyette değil de sişman gelsinler ve ondan sonra da Allah'ın Kitabi ve Resul-i Ekrem'in (s.a.a) sünnetine uygun olarak taksim edilsinler.

Bu davranış, senin mükâfatını daha da yüceltir ve bu senin için daha hayırlıdır. Allah Teâla onlara, sana, senin çabana, seni gönderen kişi için kendini kahredişine ve seni ihtiyaçlarını gidermen için gönderdiği kimseye rahmet gözüyle bakar. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: Allah Teâla, imamına itaat ederek ve dilsuzane bir şekilde çaba harcayan memura, Allah'ın kurb makamında bizimle olmadıkca nazar etmez.

Mazlumdan Zulmü Defetmek

İmam Muhammed Bakır (a.s) buyuruyor ki: Emirulmüminin Ali (a.s) çok sıcak bir günde eve giderken ansızın bir kadının o yakıcı sıcakta durup: "Kocam bana zulmetti, beni korkuttu; hakkımı çiğneyip beni döveceğine yemin etti!" diye şikâyette bulunduğunu gördü.

İmam (a.s), "Ey Allah'ın cariyesi! Havanın serinlemesini bekle; hava serinleyince ben de seninle birlikte gelirim." buyurdu.
Kadın, "O zaman kocam bana daha fazla öfkelenecek." dedi. İmam (a.s) mübarek başını öne eğdi. Sonra başını kaldırarak buyurdu ki: "Hayır Allah'a andolsun! Bir zarara uğramadan mazlumun hakkını almadikça dinlenmek için evime gitmeyeceğim. Ey kadın! Evin nerede?"

Kadın hareket etti. Ali (a.s) de onunla birlikte gitti. Evin önünde varınca kapının kanarında durarak, "Ey ev halkı! Selam olsun size." diye seslendi. Evden genç bir adam çıktı. Ali (a.s) ona, "Ey Allah'ın kulu! Allah'tan kork; sen bu kadınıkorkutup evden kovmuşsun?" buyurdu. Genç, "Bunun sizinle ne ilgisi var?" dedi; "Allah'a andolsun bu sözünden dolayı onu ateşte yakacağım!!"

Emirulmüminin Ali (a.s) buyurdu ki: "Ben sana iyiliği emrediyor, seni kötülükten sakındırıyorum. Sen bana kötü karşılık veriyor ve benim iyiliğime karşı kötü davranıyorsun?!" buyurdu.

Bu arada çeşitli yönlerden gelip geçen insanlar- toplanıp Emirulmüminin Ali'nin ismini anarak ona selam veriyorlardı. Genç Hz. Ali'yi (a.s) tanıyınca onun ellerine kapanarak, "Ey Emirulmüminin! Benim sürçmemi affet!" dedi; "Allah'a andolsun eşim için üzerime ayak basacağı bir toprak olurum." diye arz etti. Hazret kılıcını kınına soktu ve buyurdu ki: "Ey Allah'ın cariyesi! Evine gir ve kocanı böyle bir duruma ve benzerlerine zorlama."

TARİHTE HZ. FATIMA'NIN (S.A) YÜCE AHLAKI

İşaret!

Bazen insanlar kendilerinden geriye hiçbir eser bırakmaz; adsız ve sansız ölüp giderler. Bazen de kendi dönemlerinde etki bırakır, ölümlerinden sonra ise unutulurlar; fakat bazen bazi kişiler bütün dönemlerde eser ve etki bırakırlar. Bu kişilerin tarihi varlıkları üç şekilde söz konusu olabilir:
a- Maddi ve aynı tarihi varlıkları.

b- Fiili tarihi varlıkları.
c- Teorik tarihi varlıkları.
Maddi tarihi varlik çeşitli şekillerde gerçekleşebilir. Örneğin varlığın soyundan gelenler, torunları, mezarı ve dokunulabilir ayni eserleriyle devam etmesi gibi. Dokunulabilir aynı eserlere örnek olarak, batının sanat eserlerinin ebedi ve büyük erkânından biri olan Mikel Anj'dan geriye kalan sanat eserini gösterebiliriz.

Fiili tarihi varlık, kişinin temelini attığı ve yaydığı yoğun müsbet veya menfi sünnet, adet ve davranışlardır. Dini edebiyatimizda bu yoğun kalıcı davranışlara "sünnet" denmektedir
Teorik tarihi varlık da, insanın yüce ve değerli şahsiyeti ve ürettiği yüce insani ve dini öğretilerle gerçekleşmektedir ki, görüş sahiplerinden tutun normal insanlara kadar herkesi sonsuza dek kendisi ve kendi öğreti miraslarıyla meşgul etmiştir. Nitekim Hz. isa (a.s) varlık açısından ve Aristo ise bilimsel açıdan böyledirler.

Kısacası; bazi kişiler bu üç boyuttan birinde vaya tümünde tarihte kalma istidat ve kabiliyetine sahipken. Hz. Zehra (s.a) her üç boyutta tarihte tecessüm etmiştir:

A- Maddi Boyut

Maddi ve aynı açıdan çok sayıdaki torunlarıyla; şöyle ki, Hz. Zehra'nın (s.a) soyundan gelen torunlarının sayısının elli milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bunların başında salih ilim adamları ve imamlar yer almaktadir. Bu olay Hz. Zehra (s.a) ile sınırlıdır; tarih boyunca, tarih yatağında böyle güçlü, can ve hissedilir bir varlığa sahip olan başka bir kadın yoktur.

Kabri açısından da hayret vericidir; çünkü Sa'di, Hafiz, Ebu Ali Sina ve dünyanın yedi harikasından biri olan Tacmahal'deki şah-i Cihan ve Nur-i Cihan kabirlerinin olması nedeniyle maddi varlığa sahiptirler.
------------
- el-Garat, c.l, s.75; Miistedreku'l-Vesail, c.7, s.68, hah; 12, hadis:
7670.
Menakib, c.2, s.106; Mustedreku'l-Vesail, c.12, s.337, bab: 40, hadis: 14223; Biharu'l-Envar, c.41, s.57, bab: 105, hadis: 7.

-----------------

Oysaki Hz. Zehra (s.a) kabrinin olmamasına rağmen vardır; günümüzde bu ikisi arasında çelişki varmış gibi değerlendirilmektedir.
Hz. Zehra'nın (s.a) maddi varlığı bazen başka bir şekilde, daha belirgin ve geniş bir biçimde söz konusuydu ve o da Fatimilerin Hz. Fatima (s.a) adına hükümet ettikleri dönemdi. Nasir Husrov-i Alevi'nin "Fatimayim, Fatimayim, Fatima." şeklindeki kalıcı hemaseti bu maddi varlığın yankılarından biridir. Üstad Mahmud Akkad yazmış olduğu "Fatime ve'l-Fatimiyyun" adlı kitabında Fatimiler devletin-den söz etmitir.

Ehlisünnet'in en büyük ilmi-dini merkezi olan el-Ezher üniversitesini Mısır'daki Fatimiler Hz. Fatima Zehra'nin (s.a) anısına inşa etmişlerdir.
Tarihte Hz. Fatima'nin (s.a) Yüce Ahlakı

B- Teorik Boyut

Teorik boyutta da Hz. Zehra'nin (s.a) faal ve kalıcı bir varlığı vardır; bunun nedeni ise iki şeydir:
Biri, ondan miras kalan öğretiler.

Diğeri, onun hakkinda yapilmiş ve yapılmakta olan araştırmalar.
Bu konuda dikkat edilmesi gereken şey, Hz. Zehra'nin (s.a) sonsuz yücelikleriyle ilgili araştırmaların zaman ve mekân ötesi ve yine toplumsal ve dini benzerlerinin ötesinde olmasıdır.

Hz. Zehra'nin (s.a) yüceliği bütün zaman ve mekânlarda her mezhep ve her sınıftaki ruh ve akılları kuşatmıştır.
"Fatimetü'z-Zehra" kitabının yazarı uzak ve yakın geçmişlerde çeşitli mezheplere mensup alimler tarafından yazılan kırk dört el yazması kitaptan söz etmektedir. Yine Hz. Zehra (s.a) hakkında yazılan çok sayidaki kitapların az bir bölümünü oluşturan yirmi dokuz ofset baskısı kitaptan söz etmektedir.

Onun kitabi hicri 1400 miladi 1980 yılında basılmıştır. O zamandan bugüne kadar Hz. Zehra (s.a) hakkinda birçok kitap yazılmıştır; bu kitapların o zamana kadar basılmış olan kitaplardan çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bu kitabın yazarın kendisi Hz. Zehra (s.a) hakkında yazılan üç yüz kaynağın adını vermiştir.

Hk. 1387 yılında gerçekleşen ve dikkat edilmesi gereken olay, Necef-i eşrefteki "el-Âlimin el-Amme" kütüphanesinin Hz. Zehra (s.a) hakkında yazılmış olan en iyi kitaplar için üç ödül tayin etmiş olmasıdır. Bu yarışmaya on dört kitap katılmış ve birincilik ödülünü Lübnanlı Hiristiyan yazar Süleyman Ketam "Fatimetü'z-Zehra Vitrun Fi Gimdin" kitabı için aldi. İkincilik ödülünü Abduzzehra Osman Muhammed "Fatimetu'z-Zehra Bint Muhammed" kitabi için aldı ve üçüncülük ödülünü ise Fazil el-Milani el-Hüseyni "Fatimetu'z-Zehra Umm-i Ebiha" kitabi için aldi.

Burada Fransalı oryantalist Lui Masinyun'un calışmasına da değinmemiz gerekiyor. Bu araştirmacı Hz. Fatima (s.a) hakkında çeşitli dillerden milyonlarca not alarak Hz. Zehra'yı (s.a) tanıtmak için en büyük eseri yaratmak istiyordu. Onun ölümünden sonra Lui Gadre ve Fransa'nın islami araştirmalar uzmanlarindan diğer birkaç kişi bu notları düzenleyip yayınlamak için çaba harcadılar.

Gulat gibi büyük bir şevk ve heyecanla Hz. Zehra'nın (s.a) şahsiyeti hakkında konuşan Fransalı bilim adamlarından biri de Prof. Hanry Corben'dir; Prof. Hanry Corben "Arz-i Melekut" adlı ağır, derin ve bilimsel kitabında yer vermiştir bu sözlerine. Bu eserde Hz. Zehra (s.a) hakkinda derin bir imanla ve özel bir aydınlıkla konuşmuştur.

Hz. Zehra'nın (s.a) mirasi olan öğretiler hakkında söylenecekler çoktur. Hz. Fatimatu'z-Zehra (s.a), değerli torunları İmam Muhammed Bakir (a.s) ve İmam Cafer Sadik (a.s) kadar bir ömür yaşamış olsaydı kesinlikle miras olarak beşeriyet için bir takım güzel öğretiler bırakırdı; çünkü o "Muhaddise" idi; buna rağmen ondan bize miras kalan şeyler hiç de az değildir; öyle ki bu miraslar "Musned-u Fatimete'z-Zehra" adına da basılmıştır; Hz. Zehra'nın (s.a) miraslarının toplandığıbu eser hem hacim ve kemiyet açısından ve hem de içerik ve keyfiyet açısından Ehl-i Sünnet'in hadis alanındaki birçok müsnetlerinden daha iyi ve daha büyüktür.

C- Fiili Boyut

Hz. Zehra'nin (s.a) tarihi varlığının fiili-davranışsal boyut hakkında ise hakkıyla şunu söyleyebiliriz ki, Hz. Fatima (s.a) bu açıdan hayret verici ve değiştiriciydi! Ömründen on sekiz bahardan fazla geçmeyen genç bir kadın bir sünnetinin (yığılmış davranış) temelini atıyor ve tam anlamıyla bir örnek haline geliyor; öyle ki zamanın imami Hz. Mehdi (af) onun hakkinda diyor ki:
Resul-i Ekrem'in (s.a.a) kızında benim için güzel örnek vardır.

İnsanbilirler arasında bilinen "Temel şahsiyet" adinda bir kavram var. Bu kavrama göre, Hz. Zehra (s.a) kişisel kayıt ve bağlardan soyutlanarak tarihte ebedi olarak kalacak mutlak bir örnek oluyor ve nihayet böyle de oldu.

Sosyologlar diyorlar ki: Üçüncü dünyada gene neslin buhranli durumunun asıl nedeni davranş örneğinin yokluğudur. Bu alanda Hz. Zehra-i Merziye (s.a) kurtarıcı ve soırunları çözme konumundadır; Çünkü Hz. Zehra (s.a) kutsallıkla kuşatilan asıl ve hayret verici bir şahsiyettir. Bunun peşinden gelecek olanlar Fatima-i Zehra'nin (s.a) tarihi varlığının fiili-davranışsal boyutu olan davranış ve ahlaki simasının uzaktan bir görünümüdür. Ondan sonra da, Hz. Zehra'nin (s.a) ahlaki varlığının diğer ufuklarının ortaya çıkması için uzak ve yakın dönemlerdeki ilim adamlarının ve yüce şahsiyetlerinin sözlerine değineceğiz inşallah.

Maddi Hayatın Acı Olaylarına Tahammül Etmek

İmam Cafer Sadik (a.s) şöyle buyuruyor: Resul-i Ekrem (s.a.a) bir gün Fatima'nin (s.a) evine gidince onun üzerinde sert bir elbise olduğunu, eliyle değirmeni çevirdiğini ve aynı zamanda çocuğuna süt verdiğini gördü.
Allah Resulü (s.a.a) bu manzarayı görünce gözlerinden yaşlar aktı ve Fatima'ya (s.a), "Ey değerli kızım Ahiretin tatlılığına ulaşmak için dünyanın tatsızlıklarına tahammül et." buyurdu. Fatıma (s.a), "Ey Allah'ın Resulü!" dedi; "Nimet ve keremlerinden dolayı Allah'a şükrediyorum."
Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:

Yakında Rabbin sana öyle bir lutufta bulunacak ki, hoşnut olacaksın.

Allah Yolunda İnfak

Selman-i Farsi bir gün Peygamber Efendimizin (s.a.a) yeni Müslüman olmuş bir Araba yemek hazırlamakla ilgili emrini yerine getirmek için Hz. Zehra'nin (s.a) kapısına gitti. Selman'ın talebinden sonra Hz. Fatıma (s.a), buyurdu ki: 'Allah'a andolsun ki Hasan ve Hüseyin açlıktan titriyorlar. Onlar aç karınla yattılar. Fakat ben bir hayrı reddetmem; hele bir de benim kapima yönelmişse."

Daha sonra buyurdu ki: "Ey Selman! Şimdi gömleğimi Yahudi şem'un'a götür; ondan üç kilo hurma ve üç kilo da arpa albana getir!" dedi.
Selman gömleği şem'un'a götürüp durumu anlatınca şem'un'un gözlerinden yaşlar aktı ve dedi ki: "Dünyada züht ve Hz. Musa'nin Tevrat'ta haber verdiği şey budur. O halde ben de diyorum ki: 'Eşhedu en-lailahe illellah ve eşhedu enne Muhammeden resulullah.'"
şem'un Müslüman olduktan sonra Selman'a üç kilo hurma ve arpa verdi. Selman onu Zehra'ya (s.a) götürdü. Zehra kendi eliyle arpayı un yapip ondan ekmek pişirerek Selman'a verdi. Selman, "Ey Resul'ün kızı! Bu ekmek ve hurmanın bir miktarını Hasan ve Hüseyin için al." dedi. Bunun üzerine Hz. Fatıma (s.a), "Allah yolunda verdiğim bir şeyi kullanmam!" dedi!

Yine Sor

Bir kadın Hz. Zehra'nın (s.a) huzuruna girerek, "Namazda çok yanılan yaşlı ve güçsüz bir anam var." dedi; "Nasıl namaz kılması gerektiğini sormam için beni sizin yanınıza gönderdi."
Hz. Zehra (s.a) "Ne istiyorsan sor." buyurdu.

Kadın sorularını sordu; Hz. Zehra (s.a) ona kadar varan soruların her birine açık yüzle cevap verdi. Kadın sorularının çokluğundan dolayı utanarak, "Size daha fazla zahmet vermeyeyim!" dedi. Hazret, "Yine sor." buyurdu. Daha sonra kadına moral vermek icin şöyle devam etti: "Birinin üzerine bir işi bırakırlarsa, örneğin ondan ağır bir yükü yüksek bir yere çıkarmasını isterlerse ve bunun karşısında ona yüz bin dinar mükâfat verirlerse; bu adam kendisine verilecek olan bu mükâfatı göz önünde bulundurduğunda yorgunluk hissedermi?"
Kadin, "Hayir." dedi.

Hz. Zehra (s.a), "Ben cevap verdiğim her soru karşısında Allah Teâla'dan çok daha büyük bir mükâfat alıyorum ve hiçbir zaman usanıp yorulmuyorum. Allah Resulü'nün (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: Kıyamet günü İslam âlimleri Allah Teala'nin huzurunda durup insanların öğretim ve hidayeti yolunda yaptıkları caba ve ilimleri miktarında Rablerinden mükafat alacaklar."

Önce Komşu

Hz. Fatima Zehra'nin (s.a) geceleyin yaptığı münacatlar, ağlayarak yaptığı raz-u niyazları bazen çocuklarını uykudan uyandırıyordu. İmam Hasan (a.s) diyor ki: Cuma gecesi annemin ibadet mihrabında durduğunu gördüm; şafak atıncaya kadar rükû ve secde halindeydi. Kendisinden başka herkese dua ediyordu! Ben, "Anneciğim!" dedim, "Neden kendin için bir şey istemedin?"

Buyurdu ki: "Oğulcağızım! Önce komşu,sonra kendim." Hz. Zehra (s.a) çocuklarına sık sık Resul-i Ekrem'i (s.a.a) hatırlatıyor, babasının tavsiyesi üzerine çocukları gül demeti biliyor, onları Kur'an öğrenmek ve dua için Resul-i Ekrem'e (s.a.a) gönderiyordu."


Kur'an-i Kerim ile ünsiyet

Resul-i Kibriya'nın (s.a.a) değerli kızının Kur'an-i Kerim ile çok sıkça bir ünsiyeti vardi. Selman-i Farsi diyor ki: "Allah Resul (s.a.a) beni bir iş için Fatıma'nın (s.a) evine gönderdi. Biraz kapıda bekledim. Nihayet selam verdim. O sırada Hz. Fatıma'nın (s.a) Kur'an okuduğunu ve hiçbir yardımcısı olmadığı halde dışarıda değirmenin dönmekte oldğunu duydum."

Bereketli Gerdanlık

Cabir b. Abdullah-i Ensari'den şöyle rivayet edilmistir: Allah Resulü (s.a.a) ikindi namazından sonra mihrabında dönüp insanların karşısında oturdu. İnsanlar Hazretin etrafını sardılar. O sırada muhadr Araplardan üzerinde eski ve yıpranmış bir elbise olan, güçsüzlük ve yaşlılıktan ayakları üzerinde duracak gücü olmayan yaşlı bir adam içeri girdi. Hazret onun gönlünü alıp hal hatırını sordu; yaşlı adam dedi ki: "Ey Allah'in Resulü! Ben acım, beni doyurun, çıplağım, elbise giydirin; yoksulum, bana lütufta bulunun."

Allah Resulü (s.a.a) buyurdu ki: "Benim şahsen sana verebilecek bir şeyim yok; ancak hayra yönlendiren kimse de hayrı yapan kimse gibidir; Allah ve Resulu'nu seven, Allah ve Resulü de kendisini sever ve Allah'i kendisine tercih eden kimsenin evine git; Fatima'nın evine git!" Sonra şöyle devam etti: "Bilal! Bu adami Fatima'nın evine ulaştır."

Yaşlı çöl Arabı Bilal ile birlikte hareket etti. Fatima'nin (s.a) evine ulaşınca yüksek bir sesle şöyle dedi:
Selam olsun size ey peygamberlik ailesi ve ey meleklerin inip çıktığı yer, Cebrail-i Emin'in âlemlerin Rabbi tarafından Kur'an ile birlikte indiği yer!

Hz. Fatima (s.a), "Ve aleyksesselam (size de selam olsun); kimsiniz?" diye karşılık verdi.
Yaşli Arap dedi ki: "Yaşlı bir çöl Arabıyım. Uzak bir yerden âlemlerin serveri babanın yanına geldin. Ey Muhammed'in kızı! Ben çıplak ve açım. Bana bir bağışta bulun. Allah size merhamet eylesin."

Bu olay olunca Hz. Fatima (s.a), Resul-i Ekrem (s.a.a) ve Ali (a.s)üç gündür yemek yememişlerdi ve Allah Resulü'nün (s.a.a) bundan haberi vardi.
Hz. Zehra (s.a), Hasan ve Hüseyin'in üzerinde yattığı tabaklanmış bir koyun postunu alarak, "Ey misafirimiz! Bu postu al ve git; Allah'in sana bundan daha iyisini nasip etmesini ümit ediyorum." buyurdu.
Bedevi Arap, "Ey peygamberin kızı! Ben sana aclığımdan dolayı şikâyet ettim, sen ise bana bir koyun postu bağışta bulundun. Ben bu açlığımla bu postu ne yapayım?" dedi

Hz. Fatima (s.a) bu sözleri duyunca amcası Hamza'nın kızı Fatima'nın (s.a) ona hediye ettiği gerdanlığı boynundan açarak Araba verdi ve dedi ki: "Al bu gerdanlığı sat! Allah Teala'nın sana bundan daha iyisini vermesini ümit ederim."

Arap gerdanlığı alarak mescitte Resul-i Ekrem'in (s.a.a) yanına götürdü. Hazret hala yarenlerinin arasında oturuyordu. Çöl Arabı dedi ki: "Ey Allah'in Resulü! Kızın Fatima bana bu gerdanlığı verdi ve "Al bunu sat! Allah'tan işlerini yoluna koymasini ümit ederim." dedi."
Resul-i Ekrem (s.a.a) ağlayarak buyurdu ki: "İşlerini nasıl yoluna koymaz; oysaki Hz. Adem'ın kızlarının efendisi olan Muhammed'in kızı Fatima onu sana hediye etmiştir."

O sirada Ammar Yasir ayağa kalkarak, "Ey Allah'ın Resulü! Benim bu gerdanlığı satın almama izin veriyor musunuz?" diye arz etti.
Peygamber-i Ekrem (s.a.a), "Sen onu satın al." buyurdu, "Çünkü insanlar ve cinler bu gerdanlığı satın almak için ortaklaşsalar Allah Teâla onları cehennem ateşinden yakmaz."

Ammar, "Ey Arap! Onu kaça satıyorsun?" dedi. Arap, "Bir doyumluk ekmek ve ete, kendimi örtüp Rabbime namaz kılabileceğim bir yemen kumaşına ve beni aileme ulaştıracak bir dinara." dedi.

O sıralarda Ammar Hayber savaşından kendisine Ulaşan ganimet payını satmıştı; onun bir kısmı duruyordu. Ammar, "Yirmi dinar, iki yüz dirhem, bir yemen kumaşı, seni ailene ulaştırması için kendi merkebimi sana veriyorum; seni buğday ve etle de doyururum." dedi. Çöl Arabı "Ey adam! Sen ne kadar cömert ve kerem sahibisin." dedi. Sonra Ammar ile birlikte gitti ve Ammar vaat ettiği şeyleri ona verdi.
Bedevi Arap Resul-i Ekrem'in (s.a.a) yanına geldi. Allah Resulü (s.a.a) ondan, "Doydun mu ve çıplaklıktan kurtuldun mu?" diye sordu. Arap, "Evet." dedi, "Babam anam sana feda olsun ihtiyaçlarım giderildi."

Hazret, "O halde senin için yaptıklarından dolayı Fatima'ya mükâfat ver." dedi.
Arap dedi ki: "Allah'ım! Sen Allah'sın. Biz seni hadis bilmiyoruz ve senden başka bir ilaha tapmıyoruz. Sen her durumda bize rızık verensin. Allah'ım! Fatıma'ya öyle bir şey ver ki ne göz görmüş olsun ve ne kulak duymuş olsun."

Resul-i Ekrem (s.a.a) Arabın duasına âmin dedi ve sonra ashabına dönerek şöyle buyurdu: "Allah dünyada Fatima'ya şunu vermiştir: Babası benim ve dünyadaki hiç kimse benim gibi değildir. Kocası Ali'dir; o olmasaydı Fatima'ya denk bir koca bulunmazdı. Ona Hasan ve Hüseyin'i vermiştir; oysa dünyadakiler için peygamberin torunları ve cennet gençlerinin efendileri olan o ikisi gibi bir server yoktur."
Resul-i Ekrem'in (s.a.a) karşısında Mikdad, Ammar ve Selman oturmuştu. Allah Resulü (s.a.a), "Zehra'nın fazileti hakkinda dahafazla söyleyeyim mi?" buyurdu. Onlar, "Evet, ey Allah'in Resulü!" dediler. Bunun üzerine buyurdu ki:

"Ruhu'l-Emin Cebrail benim yanıma gelerek dedi ki: Fatima'nın canı alınıp defnedileceği zaman, mezarında iki melek ona, "Rabbin kimdir?" diye soracaklar. O, "Rabbim Allah'tir." diyecek. Sonra, "Peygamberin kimdir?" diye soracaklar. O, "Babam." diyecek. Ona, "İmamın kimdir?" diye soracaklar; diyecek ki: "İmamım şimdi kabrimin yanıbaşında duran Ali b. Ebutalib."

Fatima'nin fazileti hakkında daha fazla şeyler söyleyeyim size; Allah Teâla meleklerinden bir grubunu onu önünden, sağından ve solundan korumak için görevlendirmiştir. Onlar Fatima'nin hayati boyunca,mezarında ve ölümünde onunla birliktedirler; onlar sürekli ona, babasına, kocasına ve evlatlatrına selam gönderirler. O halde, kim vafatından sonra benim ziyaretime gelirse beni hayatimda ziyaret etmiş gibi olur. Kim Ali b. Ebutalib'i ziyaret ederse Fatima'yi ziyaret etmiş gibi olur. Kim Hasan ve Hüseyin'i ziyaret ederse Ali'yi ziyaret etmiş gibi olur. Ve kim o ikisinin soyundan gelenleri ziyaret ederse o ikisini ziyaret etmiş gibi olur."

Ammar bu faziletleri duyduktan sonra gerdanlığı alıp mis ile itirlendirdi ve onu bir Yemen kumaşına sararak kölesine verip ona dedi ki: "Bu gerdanlığı Allah Resulü'ne (s.a.a) götür; kendin de onun malı olacaksın."
Köle gerdanlığı Resul-i Ekrem'in (s.a.a) yanina götürüp Ammar'ın söylediklerini ona arz etti. Resul-i Ekrem (s.a.a), "Fatima'nin yanina git ve gerdanlığı ona ver; sen de onun malısın." buyurdu.

Köle gerdanlığı Hz. Zehra'ya (s.a) götürerek Resul-i Ekrem'in buyruklarını ona arz etti. Hz. Fatima (s.a) gerdanlığı alıp köleyi azat etti. Bunun üzerine köle güldü! Hazret, "Neden gülüyorsun?" diye sordu. Köle dedi ki: "Ben bu gerdanığın bereketine gülüyorum. Bir acı doyurdu, bir çıplağı giydirdi, bir kafirin ihtiyaclarını giderdi, bir köleyi azad etti ve sonunda kendisi de sahibine döndü!"

Hz. Zehra'nın (s.a) Vakıfları

Hz. Zehra'nın (s.a) yedi bağı vardı; onlan Haşim oğullarına ve Muttalib oğullarına vakfetti.
Seyit Hasan Emin diyor ki: Hz. Zehra'nın (s.a) yedi bağı vardı; bu bağları Haşim oğullarına ve Muttalib oğullarına vakfetti; Ali'yi (a.s) de onlara denetleyici ve veli tayin etti. İmam Ali'den (a.s) sonra İmam Hasan (a.s), ondan sonra İmam Hüseyin (a.s) ve aynı şekilde her zamanda çocuklarının en büyüğünü onlara veli tayin etti.

Sikatu'l İslam Kuleyni, İmam Cafer Sadik (a.s) ve İmam Muhammed Bakır'dan (a.s) Hz. Fatima'nın (s.a) yedi bağa vasiyet ettiğini rivayet etmiştir; o bağların isimleri şöyledir: el-Evan, ed-Dellal, el-Burkatu, el-Meyseb, el-Husna, es-Safiye ve Ma li Ümmi İbrahim.
İlim Ehlinin Hz. Zehra (s.a) Hakkındaki Sözleri

o Zeynularab, şerhu'l-Mesabih kitabından naklen şöyle diyor: Fatima, fazilet, dindarlik ve soy bakımından hiçbir kadın onun gibi olamadığı için ona "Betül" (ayrılmış, kopmuş) denmiştir.

o Herevi Menakıb'tan naklen şöyle diyor: Fatima'nın "Betül" (kopmuş) diye adlandırılmasının nedeni benzerlerinden kopup ayrılmasıdır.
o Kemaluddin Muhammed b. Talha eş-şafii demistir ki: "Nassla belirtilen faziletlere, ona mahsus olan seciyelere has kılınmış ve Peygamberin buyruklarında geçen üstün özellikleriyle diğerlerinden seçilmiştir. Yüce ruhların sadece birini elde etmek için birbirleriyle rekabet ettikleri üstün sıfatlarla diğerlerinden ayrılmıştır..."

o Şemsuddin Muhammed b. Ahmed, b. Osman Zehebi diyor ki: "Onun birçok iftiharları vardir; o, sabırlı, dindar, iyiliksever, kanaatci ve şükreden bir kişiydi."
o Lübnanli Hiristiyan yazar Süleyman Ketani diyor ki: "Fatima iffetli, peygamberin faziletlerinin tecellisi, üstün ahllak ve yaratıcılıkla donanan özelliklere sahipti. Onun zayif bedeni babasının doğduğu kaynakta mahvolmasi icin şeffaf ruhun kabıydı."
o Aişe diyor ki: "Babası dışında- Fatima'dan üstün birini görmedim."

o Mısırlı âlim Bintu'ş-Şati diyor ki: "O, peygamberin kızıları arasında en sevimlisiydi. Ahlak, huy ve yaratılışı bakımından babasına en çok benzeyeniydi... Allah Teâla -kız kardeşleri arsından- sadece onun tertemiz soyun tertemiz zarfı ve Peygamberin Ehl-i Beyti'nin ileri gelenlerinin tertemiz ağacının yetiştiği yer olmasını takdir etmiştir..."

o Ustat Ahmet şems Basi, "Nefehatun Min Sireti's-Seyyideti Zeyneb" adlı kitabında şöyle demiştir:
"Fatima, dünya kadınlarının en üstünüydü. Ahirette de kadınların efendisi olacaktır."
o Doktor Ali İbrahim Hasan şöyle demiştir: "Tarih sayfaları arasında Fatima'nın hayatı, çeşitli yücelikleri hissettiğimiz kendine has bir sayfadır... Biz öyle bir şahsiyetin karşısındayız ki,

çepeçevresini bilim ve yücelik nuru sardığı halde dünyada belirdi. Öyle bir ilim ve bilirlik ki kaynağı kitaplar, filozoflar ve âlimler değildir; aksine, dönemin ansızın gelip çatan olaylar ve değişimlerle dolu tecrübeleridir. Heybet ve yüceliği bir padişah veya servetten değil, aksine onun ruhunun derinliklerinden kaynaklanmıştı. Belki de Aişe'yi, "Fatıma'dan üstün birini görmedim." demeye zorlayan Hz. Fatıma'nın (s.a) yüceliğiydi.


İMAM HASAN MüCTEBA'NIN (A.S) AHLAKI

Deryadan Bir Katre

İmam Cafer Sadık (a.s) buyuruyor ki: Babam babasından şöyle naklediyor: İmam Hasan b. Ali b. Ebutalib kendi döneminde insanların en agabeydi, en zahidi ve en üstünüydü. Hacca giderken yaya giderdi ve nice zamanlar Allahın emin haremine doğru yalın ayak hareket ederdi.
Ölüm, kabir, kıyamet günü diriliş ve sırat köprüsünden geçişi hatırladığı zaman ağlar, Allah'a sunulmayı andığı zaman feryat ederek bayılıyor, namaza durduğu zaman Allah huzurunda bedeninin eti titriyor, cennet ve cehennemi yâd ettiği zaman yılan sokmuş bir kimse gibi kıvranır, Allah'tan cenneti ister ve cehennem'den Allah'a sığınırdı."

Yardım ve Bahşiş

İmam Cafer Sadik (a.s) şöyle buyuruyor: "Bir adam mescitte oturan Osman b. Affan'in yanından geçerken ondan yardım istedi. Osman'ın emriyle ona beş dirhem verdiler. Adam Osman'a, "Beni derdime derman edecek bir yere yönlendir." dedi. Osman parmağıyla mescitte İmam Hasan (a.s), İmam Hüseyin (a.s) ve Abdullah b. Cafer'in bulunduğu tarafı göstererek "şu gördüğün cömert kişilerin yanına git." dedi.

Adam onların yanına gitti. Selam vererek onlardan yardım istedi. İmam Hasan (a.s) ona buyurdu ki: "Üç şey dışında diğerlerinden istemek caiz değildir: Ya içini yakan sütanneliği için, ya kalbi kıran bir borç için ya da tahammül edilmeyen bir fakirlik için; sen bunlardan hangi durumdasın?"
Adam, "Bunlardan biri var bende." dedi. İmam (a.s), "Ona elli dinar vermelerini emretti. İmam Hüseyin (a.s) kırk dokuz dinar ve Abdullah b. Cafer ise kırk sekiz dinar vermelerini emrettiler.

Adam dinarları altıktan sonra geri döndü. Yolda Osman'Ia karşılaşınca Osman, "Ne oldu?" dedi. Adam dedi ki: "Senin yanından geçtim. Sen bana beş dinar yardım etmelerini emrettin ve benden de bir şey sormadın. Fakat gür saçları olan o yüce kişi benden bir şey sordu ve bana elli dinar verdi. İkincisi kırk dokuz ve üçüncüsü ise kırk sekiz dinar verdiler." Osman, "Bu cömert kişilerden başka kim senin derdine derman edebilir ki?" dedi; "Onlar ilim ve bilinci kendilerine has kılmış hayır ve hikmeti kendilerinde toplamışlardır."

Büyük Tevazu

İmam Hasan'ın (a.s) alçak gönüllülüğü ve o ilahi insanin tevazusu öyleydi ki, bir gün fakir bir grubun yanından geçiyordu. Onlar yerde oturmuş, yere koydukları ekmek parçalarını yiyorlardı. İmam Hasan'ı (a.s) görünce, "Ey Allah Resulü'nün oğlu! Gel birlikte yemek yiyelim." dediler. İmam (a.s) hemen merkebinden yere indi ve "Allah kibirlileri sevmez." buyurarak onlarla birlikte yemek yemeye başladı.

Daha sonra onların hepsini kendisine misafir olmaları için davet etti; onlara hem yemek ve hem de elbise verdi."
Hacetini Yaz
Bir adam imam'a ihtiyaçlarını arz etti. İmam (a.s) ona, "ihtiyaçlarını yazarak bize ver." buyurdu. İmam (a.s) adamın mektubunu okuyunca istediklerinin iki katını verdi ona.

Oradakilerin biri, "Bu mektup ne kadar da bereketliymiş." diye söyleyince İmam (a.s), "Onun bize bereketi daha fazlaydı." buyurdu; "Çünkü bizi iyilik sahibi etti. İyiliğin birine istemeden bir şey vermek olduğunu bilmiyor musun? Fakat birine istedikten sonra bir şey vermek, isteyenin haysiyeti karşısında değersiz bir karşılıktır.

Geceyi korku ve ümit arasında istiraplı bir şekilde geçiren ve ihtiyacını dile getirince senin onu reddedeceğini veya kabul ederek onu sevindireceği ni bilmeyen ve şimdi bedeni titrediği ve kalbi perişan olduğu halde sana gelen kimseye sen sadece istediği miktarda bir şey verirsen, onun döktüğü haysiyeti karşısında senin yaptığın bağış ona vermiş olduğun az bir pahadır."

Cömertlik ve Bağışın Zirvesi

Bir adam ondan bir şey istedi. İmam ona elli bin dirhem ve beş yüz dinar bahşederek, "Bu yükü taşımak için birini çağır." buyurdu. Adam birini çağırınca imam cüppesini çıkararak ona verip, "Bu da hamalın ücreti." buyurdu.
Birikimin Tümünü Bahşetmek

Bir Arap İmam Hasan'ın (a.s) huzuruna geldi. İmam (a.s), "Ne kadar birikimimiz varsa ona verin." Biriktirilen mal yirmi bin dirhemdi. Hepsini Arab'a verdiler. Arap, "Mevlam!" dedi; "Hacetimi istememe ve senin hakkinda bir methiye okumama izin vermedin." İmam (a.s) onun cevabında şu anlamda bir şiir okudu: "Bizden bir şey isteyenin haysiyetini satmasından endişemiz, ona isteği şeyden fazlasını vermemize neden oluyor."
------------
Ali Muhammed Ali Duhayyil.
Biharu'l-Envar, c.53, s.178, hadis: 9.
Duha, 5. Menakib, c.3, s.342; Biharu'l-Envar, c.43, s.85, bab: 4, hadis: 8.
Reyahinu'ş-Şeria, c.1, s.130; Biharu'l-Envar, c.43, s.71, bab: 3, hadis: 61.
Muhaccetu'l-Beyza, c.l, s.30.
Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.1, s.236.
Biharu'I-Envar, c.43, 5.46, bab: 3.
Begaretu'l-Mustafa, s.137; Biharu'l-Envar, c.43, s.56, bab: 3, hadis: 50.
A'lamu'n-Nisa, Ali Muhammed Ali Duhayyil, A'yanu'ş-Şia'dan naklen, c.2, s.477 ve el-Kâfi, c.7, s.48.

Bu konu, Üstat Ali Muhammed Ali Duhayyil'in A'lamu'n-Nisa kitabından alınmıştır.
Şeyh Saduk, el-Emali, s.178, otuz üçüncü oturum, hadis: 8; İddetu'd-Dai, s.151; Biharu'l-Envar, c.43, s.331, bab: 16, hadis: 1.
El-Hisal, c.l, s.135, hadis: 149; Biharu'l-Envar, c.43, s.332, bab, 16, hadis: 4.
Menakib, c.4, s.23; Biharu'l-Envar, c.43, s.351, bab: 16, hadis. 28.
Hasan'in Sulhu, s.42-43.
İmam Menakib, c.4, s.16; Biharu'l-Envar, c.43, s.341, bab: 16, hadis: 14, İmam Hasan'in Barışı, s.42-43.


16
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT


Eşsiz Bağış

İmam Hasan (a.s), İmam Hüseyin (a.s) ve Abdullah b. Cafer hac yolundaydılar. Yol üzerinde azıkları kayboldu. Aç ve susuz bir halde yaşlı bir kadının yaşadığı bir çadıra yetiştiler. Yaşlı kadından su istediler. Bunun üzerine yaşlı kadın, "Bu koyunu sağın ve sütünü su ile birlikte için." dedi. Onlar kadının dediği gibi yaptilar. Sonra yaşlı kadından yemek istediler. Kadin, "Sadece bu koyun var; kesin onu yiyin." soy-ledi. Onlardan biri koyunu kesip etinden biraz kebap yaptı, hepsi yediler ve sonra orada yattılar.

Ayrılıp gidince yaşlı kadına, "Biz Kureyş'teniz ve hacca gidiyoruz. Geri dönecek olursak yanımıza gel; sana iyi davranacağız." dediler ve yola koyuldular.

Kadının kocası gelip olup bitenlerden haberdar olunca, "Eyvahlar olsun sana!" dedi, "Koyunumu tanimadığın kişiler için kesiyor ve sonra da Kureyştenlerdi mi diyorsun?"

Günler geçti ve yaşlı kadın sıkıntıya düşerek oradan göçtü. Yolu Medine'ye düştü. İmam Hasan (a.s) onu görüp tanıdı. Yanına giderek, "Beni taniyor musun?" diye sordu. Kadın, "Hayır." dedi. İmam (a.s), "Ben falan gün sana misafir olan kişiyim." buyurdu ve sonra ona bin koyun ve bin dinar para vermelerini emretti. Sonra onu kardeşi Hüseyin'in (a.s) yanına gönderdi. İmam Hüseyin (a.s) de o miktarda bağışta bulunarak onu Abdullah b. Cafer'in yanina gönderdi. O da onların verdiği kadar verdi."

Aç Bir Hayvana Hizmet

Bir gün önünde bir ekmek bulunan siyah bir kölenin önündeki ondan bir lokma kendisinin yediğini ve bir lokma da bir köpeğe verdiğini görünce, "Seni bu işe sevk eden şey nedir?" diye sordu. Köle, "Ben kendim yediğim halde ona vermemekten utanıyorum." dedi. İmam Hasan (a.s), "Ben gelinceye kadar buradan ayrılma." buyurdu. Sonra kölenin sahibinin yanına giderek onu satın aldı. İçinde yaşadığı bağı da satın alarak köleyi azad etti ve bağı da ona bahşetti."

EBA ABDULLAH İMAM HÜSEYİN'İN (A.S) AHLAKI

Mumini Sevindirmek

İmam Hüseyin'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: Resul-i Ekrem'in (s.a.a), "Namazdan sonra işlerin en üstünü, bir günah söz konusu olmazsa bir müminin kalbini sevindirmektir." diye buyurduğu bana sabittir. Bir gün bir kölenin bir köpekle yemek yediğini gördüm. Bunun nedenini sordugum zaman dedi ki: Ey Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlu! Kederliyim. Bu köpeğin kalbini sevindirmek istiyorum ki benim de kalbim sevinsin. Yahudi bir sahibim var; ondan ayrılmayı arzuluyorum."

İmam Hüseyin (a.s) kölenin pahasını ödeyerek onu sahibinden satın almak için kölenin sahibine iki yüz dinar götürdü. Sahibi dedi ki: "Köle sizin ayaklarınıza feda olsun ve bu bağı da ona bahşettim ve bu parayi da size geri veriyorum."İmam Hüseyin (a.s), "Ben de bu malı sana bağışlıyorum." buyurdu. Kölenin sahibi, "Senin bağışını kabul ettim ve onu köleye bağışladım." dedi. İmam (a.s), "Ben köleyi azad ettim ve bu mallarıda ona bağışladım." buyurdu.

Bu ihsanları seyreden kölenin efendisinin eşi Müslüman oldu ve "Ben de mihrimi kocama bağışladım." dedi. Sonra kölenin sahibi de Müslüman oldu ve evini eşine bağışladı.
Bir adım atmakla bir köle azad oldu, bir fakir zengin oldu, bir kâfir Müslüman oldu, karı koca samimi oldular, birinin eşi ev sahibi oldu ve bir kadın mülkiyet nimetine sahip oldu. Bu nasıl bir adım?

İnsanların En Cömerdi

Bir çöl Arabi Medine'ye gelip Medine'nin en cömert insanının kim olduğunu sordu. Onu İmam Hüseyin'e (a.s) yönlendirdiler. Arap mescide girdi. İmam'ı (a.s) namazda buldu. Bunun üzerine imam'ın (a.s) yaninda durarak şu anlamda bir şiir okudu:
"Kapının halkasını çalanın ümidi yees olmaz. Sen cömertlik ve ihsanın özüsün; sen bir dayanaksın; baban itaatsizlik eden azgınları helak edendi. Eğer siz olmasaydiniz cehennem bize uyardı."

İmam Hüseyin (a.s) o Araba selam verdi ve Kanber'e, "Hicaz malından bir şey kaldı mı?" buyurdu. Kanber, "Evet, dört bin dinar kaldı." diye arz etti. İmam (a.s), "Onu buraya getir; bu adam o mala bizden daha layıktır." buyurdu. Sonra mübarek ridasını omzundan çıkararak dinarları ona sardı ve Araptan hayâ ettiği için kerametli elini kapının arasından çıkararak şu anlamda bir şiir okudu:

"Bu malı benden al; ben senden özür diliyorum. Bil ki, ben sana karşı şefkatli ve sevecenim. Hükümet bizim elimizde olsaydı cömertlik ve kerem yağmurumuz senin üzerine yağardı; fakat zamanın olayları işleri değiştirdi ve şimdilik bizim verir olan elimiz ancak su az miktarı infak edebiIiyor."
Arap malı aldıktan sonra oturup ağlamaya başladı. İmam (a.s), "Belki de sana verdiğim şey azdır." buyurdu. Adam, "Hayır." dedi; "Ben, toprak bu bağış yapan eli nasıl yiyecek ona ağlıyorum!

Ahh Bu Keder

Hz. İmam Hüseyin (a.s) Usama b. Zeyd hastayken onun ziyaretine gitti. Usama sürekli, "Ahh bu gam ve kederden!" diyordu.
İmam (a.s), "Kardeşim gam ve kederin nedir?" diye sordu. Usama, "Altmış bin dirhem borçluyum." dedi. İmam (a.s), "Onu ben öderim." buyurdu. Usama, "Ben ölmekten korkuyorum." dedi. İmam (a.s), "Sen ölmeden önce onları öderim." buyurdu ve Usama ölmeden onun borcunu ödedi.
Hizmet izi

Kerbela hadisesinde İmam hüseyin'in omzunun arka tarafından yara izi gibi bir şey buldular. İmam Zeynulabidin'den (a.s) bunun nedenini sordukları zaman buyurdu ki: "Bu, imam Hüseyin'in (a.s) dul kadınların, yetimlerin ve fakirlerin ihtiyaç duydukları şeyleri içine koyarak sırtında alıp onlara taşıdığı ağır deri çuvalın izidir."

Öğretmeni Yüceltmek
Abdurrahman Selemi, İmam Hüseyin'in (a.s) çocuklarından birine Fatiha Suresini öğretti. Çocuk imam'a (a.s) sureyi okuyunca öğretmenine bin dinar, bin havlu verdi ve ağzını halis inciyle doldurdu. Bir gün öğretim karşısında imam'in (a.s) bu kadar büyük lütufta bulunmasını eleştirdikleri zaman buyurdu ki: "Ona bu verdiklerim onun bu öğretisinin karşılığı olabilir mi hiç?"

Rızamı Kazan

İmam Hüseyin (a.s) ile kardesi Muhammed Hanefiyye arasinda geçen bir konusma meydana geldi. Muhammed Hanefiyye İmam Hüseyin'e, "Kardesim! Benim ve senin baban Ali'dir; bu konuda ne benim sana bir üstünlüğüm var ve ne de senin bana.
Senin annen Peygamber'in kızı Fatima'dir. Benim annem yeryüzünün dolusu kadar altın olsaydi yine de fazilette senin annene denk olmaz. Mektubumu okuyunca rızamı kazanmak için bana gel; çünkü sen iyiliğe benden daha layıksın. Allah'ın selamı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun."
İmam Hüseyin (a.s) bu mektubu okuduktan sonra kardeşinin yanına gitti ve ondan sonra onların arasında tartışma çıkmadı.

Özgürlüğün Zirvesi

Aşura günü İmam Hüseyin'e (a.s) "Yezid'in yönetimini kabul edip ona biat et ve isteklerinin karşısında teslim ol!" denildi.
İmam Hüseyin (a.s) buna şöyle cevap verdi: "Hayır; Allah'a andolsun alçak ve zelil insanlar gibi elimi sizin elinize bırakmayacağım (biat etmeyeceğim), köleler gibi savaş meydanrndan ve sizinle savaşmaktan kaçmayacağım." Daha sonra şöyle feryat etti: "Ey Allah'ın kulları! Ben, hesap gününe inanmayan bütün mütekebbirlerden benim ve sizin rabbinize sığınıyorum."
Her kime aşk yar olsa
Dönemine zubde olur
Her kim ilime yoldaş olsa
Cihanda meşhur olur
Her kime tevfik yar olsa
Ameline arif olur
Her kimin şiarı ihlas olsa
Nasibi hikmet olur
Her kim istemezse kuldan yardım
Hak Teâla yarı olur.

----------------
Menakib, c.4, s.16; Biharu'l-Envar, c.43, s.341, bab: 16, hadis: 14, İmam Hasan'in Barışı, s.42-43.
Menakib, c.4, s.16; Biharu'l-Envar, c.43, s.341, bab: 16, hadis: 15.
Biharu'l-Envar, c.43, s.352, bab: 16, hadis: 29; Müstedrekul-Vesail, c.8, s.295, bab: 37, hadis: 9485 (biraz farkla).
Menakib, c.4, s.75; Biharu'l-Envar, c.44, s.194, bab: 26, hadis: 17; Müstedreku'l-Vesail, c.12, s.398, bab: 24, hadis: 14407.
Menakib, c.4, s.66; Biharu'l-Envar, c.44, s.190, bab: 26, hadis: 2.
Menakib, c.4, s.65; Biharu'I-Envar, c.44, s.189, bab: 26, hadis: 2.
Menakib, c.4, s.66; Biharu'l-Envar, c.44, s.190, bab: 26, hadis: 3.
Menakib, c.4, s.66; Biharu'l-Envar, c.44, s.190, bab: 26, hadis: 3.
Menakib, c.4, s.66; Biharu'l-Envar, c.44, s.191, bab: 26, hadis: 3.
Menakib, c.4, s.66; Biharu'l-Envar, c.44, s.191, bab: 26, hadis: 4.
-------------------------------------

Daha Güzel Selam
Enes diyor ki: İmam Hüseyin'in (a.s) yanında idim. O sırada cariyesi içeri girerek onu sevindirmek ve selamlamak için ona bir demet güzel kokulu gül takdim etti. Hazret ona, "Allah yolunda azadsın." buyurdu!
Ben Hazrete, "O size değersiz bir demet gül verdi, siz ise bunun karşısında onu azad mi ettiniz!" dedi.
Bunun üzerine Hz. Hüseyin (a.s), "Allah bizi böyle terbiye etmiştir: Buyurmuştur ki:Size bir selam verildiğinde, siz daha güzeli ile selam verin veya onun aynısı ile karşılık verin

Eba Abdullah imam Hüseyin'in (a.s) Ahlak

İnsanın Değeri

Bir Arap İmam Hüseyin'in (a.s) huzuruna gelerek, "Ey Allah Resuli'nün oğlu!" dedi; "Tam bir diyet ödemekle yükümlü oldum. Fakat onu ödeyecek gücüm yoktur. İçimden "bunu insanların en cömerdinden isteyeceğim" dedim ve Peygamberin Ehl-i Beyt'inden daha cömert bir kimse tanı-mıyorum.
İmam (a.s), "Ey Arap kardeş!" buyurdu; "Sana üç soru soracağım. Bunlardan birini cevaplayacak olursan istediğin malın üçte birini sana veririm. İkisini cevaplayacak olursa onun üçte ikisini sana veririm. Her üçünü cevaplarsan istediğin malın tümünü sana veririm."
Arap, "Senin gibi ilim ve şeref sahibi benim gibi birinden mi soracak?" diye arz etti.

İmam Hüseyin (a.s), "Evet." buyurdu; "Dedem Allah Resulü'nün (s.a.a), "Marifet miktarınca iyilik yapılır." buyurduğunu duydum."
Arap, "Öyleyse sorun; bilirsem cevaplarım; bilmez isem de sizden öğrenirim. Allah'tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur." diye arz etti.
Hz. Hüseyin (a.s), "Amellerin en üstünü nedir?" diye sordu. Arap, "Allah'a imandir." cevabini verdi. İmam Hüseyin (a.s), "Helak olmaktan kurtuluş yolu nedir?" diye sordu. Arap, "Allah'a güven." cevabını verdi. İmam (a.s), "insanlara süs ve ziynet veren şey nedir?" diye sordu.

Arap, "Sabırla birlikte ilimdir." diye arz etti. İmam (a.s), "Ya bu olmazsa?" diye sorunca Arap, "Cömertlikle birlikte olan servet." cevabını verdi. İmam (a.s), "Ya bu da olmazsa?" diye sordu. Arap, "Sabırla birlikte olan fakirlik." diye cevapladı. İmam Hüseyin (a.s), "Peki ya bu da olmazsa?" diye sordu. Arap, "Bu durumda gökyüzünden bir yıldırım insin de böyle bir insanı yaksın; böyle bir kişi ancak buna layıktır." diye arz etti.İmam Hüseyin (a.s) gülerek ona içinde bin dinar olan keseyle birlikte iki yüz dirhem değerinde kaşı olan yüzüğünü verdi ve "Ey Arap! Bin dinari borçlu olduğun kişilere; yüzüğü ise geçim masrafların için harca" buyurdu. Arap onu alarak, "Allah risaletini nereye koyacağını daha iyi biliyor." dedi.


İMAM ZEYNULABİDİNİN (A.S) AHLAKI

Çirkin Söze Cevap!
İmam Zeynulabidin'in (a.s) ailesinden bir kişi imam'in (a.s) başı üzerinde durarak onun aleyhine bağırıp çağırıp hakaret etti! İmam (a.s) ona bir kelime karşılık vermedi; nihayet adam evine döndü.

Adam gittikten sonra imam Zeynulabidin (a.s) etrafında oturanlara, "Bu adamın ne dediğini duydunuz mu?" buyurdu; "Ben, ona vereceğim cevabı duymanız için benimle gelmenizi istiyorum."

Onlar, "Biz de seninle birlikte gelecegiz; biz ona karşılık vermenizi istiyorduk." dediler. İmam (a.s) ayakkabısını giyinip hareket ederek dedi ki:Ki onlar öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah, iyilik yapanları sever.

Biz (bunu duyunca) imam'ın (a.s) ona bir şey söylemeyeceğini anladık. Her durumda o adamın evine gittik. İmam (a.s), "Ona Ali b. Hüseyin geldi söyleyin." diye seslendi. Adam İmam'ın (a.s) kendisinin çirkin hareketine karşılık vermek için geldiğinden emin olduğu halde kötülüğe hazır bir vaziyette dışarı çıktı. İmam Seccad (a.s) ona, "Kardeşim!"buyurdu; "Biraz önce başımın üzerinde durup benim hakkımda şunları söyledin.

Eğer ben senin söylediğin gibi biriysem Allah'tan ondan dolayı bağışlanma diliyorum. Fakat senin söylediklerin bende yoksa Allah seni bağışlasın."Bunun üzerine adam imam'ın (a.s) alnından öperek, "Söylediklerim sizde yoktur; o söylediklerime ben daha çok layıkım." dedi.
Bu rivayetin ravisi diyor ki: O adam imam Zeynulabidin'in (a.s) amcası oğlu Hasan b. Hasan'dı!

Cüzam (Lepra) Hastalarına Sevgi

İmam Cafer Sadik (a.s) şöyle buyuruyor: İmam Seccad (a.s) merkebinin üzerinde cüzam hastalığına tutulan kişilerin yanından geçiyordu. O sırada cüzam hastaları yemek yiyorlardı. Hastalar imam'ı (a.s) yemeğe davet ettiler. İmam (a.s), "Oruçlu olmasaydım yemek için yanınızda yer alırdım." buyurdu. Eve ulaşınca güzel bir yemek pişirmelerini emretti. Sonra onları yemeğe davet etti; kendisi de onlarla birlikte yemek yemek için yanlarına oturdu."
Valiyi Affetmek

Hişam b. İsmail, Abdulmelik Mervan tarafından Medine valisiydi. Vakidi, Hz. Ali'nin (a.s) torunu Abdullah'tan şöyle naklediyor: Hişam b. ismail benim için kötü bir komşuydu ve İmam Seccad (a.s) ondan büyük eziyetler görmüştü. Makamından azledilince Velid b. Abdulmelik'in emriyle insanlar onun yaptıklarını telafi etsinler diye onu elleri bağlı ve ayakta tuttular. Mervan'in evinin yanında tutuklamış olduğu halde İmam Seccad (a.s) yanından geçerek ona selam verdi. İmam (a.s) daha önce dostlarına kimsenin Hişam'a dokunmamasını tembihlemişti.
Emniyet Ortami

Hz. İmam Zeynulabidin (a.s) kölelerinden birini iki defa cağırmasına rağmen köle cevap vermedi. Üçüncü defasında ona, "Evladım! Sesimi duymadın mı?" diye seslendi. Köle, "Duydum." diye karşılık verdi. İmam, "(Öyleyse) neden cevap vermedin?" diye sordu. Köle, "Senden güvende olduğumu hissediyordum." diye arz etti. Bunun üzerine imam (a.s), "Hizmetçilerimin benden güven hissetmelerinden dolayı Allah'a şükrediyorum." dedi.
Gizli Bağış

Medine'de rızk ve ihtiyaçları kendilerine ulaşan bazı aileler onların kendilerine nereden geldiğini bilmiyorlardı. İmam Zeynulabidin (a.s) şehadet makamına ulaştıktan sonra onu kaybedince (kendilerine gizlice yardım eden kişinin o olduğunu anladılar.)
Yine şöyle rivayet edilmiştir: imam Zeynulabidin (a.s) sürekli her gece dirhem ve dinarla dolu deriden olan para kesesi ile dışarı çıkıyor, ev ev gezip kapıları çalıyor, her kapının önüne bir miktar dirhem ve dinar birakiyordu. İmam'ın (a.s) şehadetinden sonra bunu onun yaptığı anlaşıldı.

Namaz ve Bağış

Ebu Hamza Sumali diyor ki: İmam Zeynülabidin'i (a s) namazda ridasının omzundan düştüğünü, fakat namazınıbitirinceye kadar onu korumak için omuzlarına dikkat etmediğini gördüm. Bunun üzerine namazda neden ridasına dikkat etmediğini sordum. İmam (a.s),"Eyvahlar olsun sana!" buyurdu; "Kimin karşısında olduğumu biliyor musun Kulun namazından ancak kalbiyle yerine getirdiği miktarı kabul bulur."

Affi ve Kur'an'ın Bağışı

İmam Zeynülabidin'in (a.s) cariyelerinden biri namaz kılmak için abdest almak amacıyla mübarek ellerine Su döküyordu. Aniden ibrik, cariyenin elinden kayarak imam'ın (a.s) yüzune düştü ve Hazret'in yüzünü parçaladı! imamm (a.s) mübarek başını ona doğru kaldırınca cariye dedi ki: AIlah Teâla buyuruyor ki: "Ki onlar, öfkelerini yutarlar." Bunun üzerine İmam (a.s), "Öfkemi yuttum." buyurdu.
Carıy "Ve insanları affederler." Dedi. İmam (a.s), "Seni affettim. Buyurdu. Cariye, "Allah, iyilik yapanları sever." dedi. Bunun üzerine imam (a.s), "Git; Allah yolunda azadsın. Buyurdu.

------------

Nisa, 86.
Klasik fıkıh istilahında diyet, cana veya can hükmündeki uzuvlara karşı işlenen cinayet dolayısıyla ödenen mal veya paraya denir.

En'am, 124: "Allah risaletini (elçilik görevini) nereye koyacağını daha iyi bilir." Camiu'l-Ahbar, s.137, 96. bölüm; Biharu'l-Envar, c.44, s.196, bab: 26, s.11.
Al-i İmran, 134.
El-İrşad-i Mufid, c.2, s.145; Biharu'l-Envar, c.46, s.545, bab: 5, hadis: 1.
El-Kali, c.2, s.123, et-Tevazu babi, hadis: 8; Vesailu'ş-Şia, c.15, s.277, bab: 31, hadis: 20507; Biharu'l-Envar, c.46, s.55, bab: 5, hadis: 2.
El-irşad, Mufid, c.2, s.147; Biharu'l-Envar, c.46, s.56, bab: 5, h.5.
A'lamu'l-Vera, s.261, dördüncü. Bölüm; Keşfu'l-Gumme, c.2, s.87; Mişkatu'l-Envar, s.178, yirmi ikinci bölüm; Biharu'l-Envar, c.46, s.56, bab: 5, hadis: 6.
İlelu'ş-Şerayi, c.1, s.231, bab: 165, hadis: 8; Biharu'l-Envar, c.46, s.66, bab: 5, hadis: 28.
Al-i imran, 134.
Al-i Imran, 134.
Al-i Imran, 134.
Saduk, el-Emali, s.201, otuz alhnci oturum, hadis: 12; Ravzatu't-Vaizin, c.2, s.379; Biharu'l-Envar, c.46, s.67, had: 5, hadis: 36.
----------------
Oyuncuların Zarar Günü

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Medine'de palyaço ve boş işlerle uğraşan bir kişi vardı. (Bir gün) dedi ki: "Bu adam (imam Zeynülabidin) onu güldürmek hususunda beni çaresiz bıraktı." imam (a.s), arkasında hizmetçilerinden ikisi bulunduğu halde o adamın yanından geçti.
Adam imam'ın (a.s) arkasından gelerek mübarek ridasını omuzlarından çekerek alıp gitti. İmam (a.s) onu dikkate almadı Fakat insanlar onun peşinden gidip imam'ın ridasını ondan alarak Hazret'in (a.s) huzuruna geldiler ve imam'ın (as) ridasını mübarek omuzlarına koydular.

İmam (a.s) insanlara, "Bu kimdir?" buyurdu. "Medine halkını güldüren işsiz ve palyaço bir adamdır." dediler. İmam Zeynülabidin (.a.s) buyurdu ki: "Ona söyleyin ki, Allah'ın öyle bir günü var ki 0 günde boş işlerle uğraşanlar zarar göreceklerdir."

Kafiledeki Meçhul Kişi

imam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Ali b. Hüseyin (,a.s) her zaman kendisini tanımayan kişilerle yolculuk yapiyordu.; o da gerektiğinde onlara yardım etmek şartıyla.

Bir defasında bir grupla birlikte yolculuk yaparken bir adam onu görüp tanıdı; onlara, "Bu adamın kim olduğunu biliyor musunuz?" dedi. Onlar, "Hayır." dediler. Adam, "Bu Ali b. Hüseyin'dir." dedi. Bunun üzerine insanlar Hazrete doğru akın edip elini ayağını öperek dediler ki, "Ey Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlu! Elimizle ve dilimizle seni inciterek cehenneme mi girmemizi istiyordun?

Böyle olsaydi biz sonuna kadar helak ve bedbaht olurduk! Sizi böyle bir yolculuğa sevkeden şey nedir?"
İmam (a.s) buyurdu ki: "Ben bir defasında beni tanıyanlarla birlikte yolculuk yaptım. Onlar Allah Resulü'n den (s.a.a) dolayi bana karşı layık olmadığını bir şekilde davrandilar. Ben sizin de bana karşı onlar gibi davranmanızdan endişelendim; işte bu nedenle kendimi sizden gizlemem benim için daha sevimliydi."

Hayvanlara Karşı Güzel Davranış

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Ali b. Hüseyin (a.s) Ölüm anında oğlu İmam Muhammed Bakır'a (a.s) buyurdu ki: "Ben bu devemle yirmi defa hac yaptım ve ona bir kirbaç bile vurmadım. Devem ölünce yırtıcıhayvanlar yememesi için onu defnet; çünkü Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Bir deve yedi defa Arafatta vakfe yapılan yerde tutulursa Allah onu cennet nimetlerinden yapar ve soyuna bereket verir." imam'ın (a.s) devesi ölünce İmam Muhammed Bakır (a.s) onu defnetti."

İftarlık Vermek

İmam Zeynülabidin (a.s) oruçlu olduğu gün bir koyun kesip doğrayıp pişirmelerini emrediyor, akşam vakti oruclu olduğu halde yemek tencerelerine başvuruyor ve etle pişirilmiş olan lezzetli sulu yemeği kokladıktan sonra "Tabakları getirin ve falan ve filan aileler için yemek doldurup götürün." buyuruyordu. Bütün tencereler boşalınca imam'in (a.s) kendisi için ekmek ile hurma getiriyorlardı ve İmam'ın (a.s) iftarlık yemeği bu idi.
Yoksullara Yardım Etmek

Gecenin karanlığı her tarafi kapsayıp gözler uykuya dalınca imam Zeynülabidin (a.s) kalkıp eve gidiyor, ailesinin rızkından artakalanını toplayıp bir heybeye koyuyor, omuzlarına alarak tanınmamasi için yüzünü ve başını örterek yoksulların evine gidiyor ve sırtında taşıdıklarını onlar arasıda taksim ediyordu.

Onların kapısında durup gelip paylaranı almalarını beklediği çok oluyordu. Onu vasıtasız olarak karşılıklı olarak gördükleri ve direkt olarak huzuruna vardıkları zaman, "Heybe sahibi geldi!!" diyorlardı.

Üzümün Kıssası
İmam Cafer Sadık buyuruyor ki: Ali b. Hüseyin (İmam Zeynülabidin) her zaman üzümü çok seviyordu. (Bir gün) Medine'ye iyi bir üzüm getirmişlerdi. Cariyesi imam (a.s) için ondan biraz satın alıp iftar vakti Hazret'e getirdi. İmam (a.s) üzümü beğendi. Elini üzüme uzatmak istediği zaman bir fakir gelerek evin kapisinda durup yardim istedi. Hazret cariyesine, "Bunu ona götur." buyurdu. Cariye, "Bunun bir miktarı ona yeter." diye arz ettiyse de İmam (a.s), "Hayir vallahi; hepsini ona götür." buyurdu.

Ertesi gün yine o üzümden imam (a.s) için satın aldı. Tekrar fakir geldi ve imam {a.s) üzümün hepsini ona gönderdi. Üçüncü gece dilenci gelmedi ve Hazret üzümü yiyerek, "Onun hiçbir miktarı elimizden çıkmadı. Allah'a şükürler olsun." buyurdu.

Çocuk Yaşta Yüceliğin Zirvesinde

Abdullah b. Mübarek diyor ki: "Bir senesinde Mekke'ye gittim. Hacılar arasında hareket ederken yanında azık bulunmayan yedi veya sekiz yaşında bir çocuğun hacıların kafilesiyle birlikte bir köşeden hareket ettiğini gördüm. Yanına giderek ona selam verip, "Çölü kiminle birlikte katediyorsun?" diye sordum. Bana, "İyilik sahibi Allah ile birlikte." cevabını verdi.

Onun yüce bir kişi olduğunu düşünerek, "Evladim." dedim; "Aziğin nerede?" Dedi ki: "Aziğım takva ve iki ayagrm ve hedefim mevlamdir."
Yüce bir insan olduğunu hissederek, "Hangi ailedensin?" diye sordum. "Mutallib" ailesinden cevabin verdi. Ben, "Hangi boyundan?" dedim; "Haşimi" dedi. Ben, "Hangi kolundan?" diye sordum. "Alavi Fatimi" cevabını verdi. Bunun üzerine ben, "Efendim! Şiir de okumuşmusun?" diye sordum. Bana, "Evet." cevabını verdi. "Şiirinden bir kısmını bana okurmusun?" diye arz edince şu anlamda bir şiir okudu:

"Biz Kevser havuzuna gönderilenleriz. Ondan bir grubu kovup havuzun başına gelenlere su veririz. Biz vesile olmadan hiç; kimse kurtuluşa eremez. Bizi sevenin çabası ve azigi zarar görmez. Kim bizi sevindirdiyse bizden de ona sevinç ve hoşluk ulaşmıştır. Kim de bizi incitmişse doğumu kötü bir doğumdu. Bizim hakkımızı gasbeden kimseye cezasını görmek için vaat edilen yer kiyamettir!"
Daha sonra gözlerimden kayboldu. Ben Mekke'ye geldim. Haccımı yapıp geri döndüm. Abtah'a vardığım zaman insanların bir daire oluşturduğunu gördüm. Kimin etrafını çevrelediklerini görmek için başımı uzattiğim zaman daha önce konuştuğum o çocugun olduğunu görünce kim olduğunu sordum. "Zeynülabidin'dir." dediler!

Bağışlanma Dilemek

İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: Babam kölesini bir iş için gönderdi. Köle işi geçiktirince Hazret ona bir kirbaç darbesi vurdu. Köle, "Ey Ali b. Hüseyin! Allah'i göz önünde bulundur. Beni bir işe için gönderip sonra dövüyorsun!" dedi.
Babam ağlayarak, "Evladım!" dedi; "Resul-i Ekrem'in (s.a.a) kabrine doğru git ve orada iki rekat namaz kıldıktan sonra de ki: Allah'ım! Kiyamet günü Ali b. Huseyin'in bugünki işinden dolayi bağışla."

Sonra köleye buyurdu ki: "Git; sen Allah yolunda azatsın."
Ebu Basir diyor ki: imam'a (a.s), "Köleyi azad etmek ona vurmanın keffareti olsa gerek?" diye arz ettim. Fakat Hazret sustu.
Vurmaya Karşı Vurma
İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor: Ali b. Hüseyin (imam Zeynülabidin) (a.s) kölesini vurdu. Sonra eve girerek kırbacını getirdi, gömleğini çıkararak kölesine, "Kırbaçla Ali b. Hüseyin'i vur." dedi! Köle bu işten sakınınca imam (a.s) ona elli dinar verdi.
Annenin Hakkı

İmam Zeynülabidin'e (a.s), "Siz insanların en hayirseverisiniz; fakat annenizle bir tabakta bile yemek yemiyorsunuz; oysa anneniz sizinle bir tabakta yemek yemek istiyor." dediler.
İmam (a.s) buyurdu ki: "Annemin almak için daha önce gözünün takıldığı lokmaya elimi uzatmak ve böylece onun bedduasını almak istemiyorum."
Bu olaydan sonra annesiyle bir tabaktan yemek için yemek tabağını başka bir tabakla örtüyor, sonra elini tabağı altına uzatarak yemek alip yiyordu.
Borcunu Ödemeye Kefil Olmak

İsa b. Abdullah diyor ki: Abdullah'ın ölümü gelip catinca ondan alacaklı olanlar toplanarak ondan mallarını istediler. Onlara, "Size verebilecek bir malim yoktur." dedi; "Halaoğlum ve amcaoğullarından Ali b. Hüseyin ve Abdullah b. Cafer'den hangisini dilerseniz size olan borcumu vermelerine razi olun."
Alacaklılar dediler ki: "Abdullah b. Cafer uzun vaadler veren, kayıtsız ve ihmalkâr biridir. Ali b. Hüseyin (a.s) ise mal varliği olmayan bir kişidir ama çok doğru konuşan biridir; bu sorunu halletmek için bizim gözümüzde o daha sevimlidir."
Bu haber İmam Zeynülabidin'e (a.s) ulaşınca, "Ben tahıllar yetişinceye kadar bu borcu ödemeye kefil oluyorum." buyurdu; oysa imam'ın (a.s) tahılı yoktu. Tahılların yetişme döneminde Allah Teâla imam'a bir miktar mal verdi ve Hazret alacaklıların bütün alacaklarını ödedi.
Eşsiz Sabir

Halkın arasından bir adam İmam Zeynülabidin'e (a.s) çirkin şeyler söyledi. İmam'ın (a.s) köleleri onun üzerine yürümek istedilerse de İmam (a.s),"Bırakın onu." buyurdu; "Bizden saklı olan şey bizim hakkımızda söylediklerinden fazladır." Sonra o adama buyurdu ki: "Bir ihtiyacın var mı?" diye sordu. Bunun üzerine adam utandi. İmam elbisesini ona verdi ve yine ona bin dirhem vermelerini emretti. Adam bunlari görünce "Şehadet ederim ki sen Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlusun." dedi!

Dedikoduya Tepki

Hz. imam Zeynülabidin (a.s) kendisinin dedikodusunu yapan bir grupla karşılaşti Yanlarında durarak onlara, "söyledikleriniz doğruysa Allah beni affetsin ve eğer yalan söylüyorsanız Allah sizi affetsin." buyurdu!
Kazayla Cinayet

Hz. İmam Zeynülabidin'in (a.s) huzurunda birkaç: tane misafir vardi. Hizmetçiden tandır kebabını çabuk getirmesini istediler. Hizmetçi hizla koşarak üzerinde kebap yaptiği demir parçasını getirdi; aniden demir parçası elinden yere düştü ve imam'ın (a.s) alt kattaki çocuğunun başına değerek ölümüne neden oldu. İmam (a.s) hayretler içerisinde titreyen köleye, "Sen bunu kasıtlı yapmadın; dolayisiyla Allah yolunda azadsin." buyurdu ve sonra kendisi çocuğunun defniyle ilgilendi.

İhlasın Zirvesi

İmam Zeynülabidin (a.s) fakir bir amcaoğlu vardi. Geceleyin tanınmayacak bir şekilde onun evinin kapisına giderek ona bir miktar dinar veriyordu. O sırada, "Ali b. Hüseyin bana karşı sila-i rahim yapmiyor; Allah benden taraf ona hayırlı mükâfat vermesin." diyordu. İmam (a.s) onun söylediklerini duyduğu halde sabrediyor ve kendini tanıtmak istemiyordu.
İmam (a.s) şehadet makamına ulaşmasıyla amca-oğlu geceleri kendisine yapılan yardımların kesildiğini görünce yardim eden kişinin imam (a.s) olduğunu anladi!! Bunun üzerine imam'ın (a.s) kabrinin yanıbaşına gidip Hazretin yokluğuna hüngür hüngür ağladı.

İMAM MUHAMMED BAKIR'IN (A.S) AHLAKI

Çalışıp Çaba Harcamak
Muhammed b. Munkedir şöyle diyor: "Ben Ali b. Hüseyin'in (imam Zeynülabidin (-a.s-) kendisinden geriye kendisinden daha iyi birini birakacağını sanmiyordum. Nihayet Muhammed b. Ali'yi (imam Muhammed Bakır) görüp ona öğüt vermek istedim. Fakat o bana öğüt verdi."Arkadasları, "İmam (a.s) sana hangi öğütü verdi?" diye sordular.

Dedi ki: Çok sıcak saatlerde Medine'nin etrafrından bir bölgeye gitmiştim. O sırada İmam Muhammed Bakır'ın (a.s) bedeni iri olduğu için iki siyahi köleye yaslandığını görüp kendi kendime, "Kureyş'in ileri gelenlerinden olan bir kişi bu saatte bu haliyle dünya peşinde koşuyor! Allah'a andolsun ki ona keskin bir dille nasihat edeceğim." dedim.

Ona yaklaşarak selam verdim. Nefeslenerek selamımı aldı. Sıcaktan yüzünden başından ter dökülüyordu. Ona, "Allah İslah etsin; Küreyş büyüklerinden biri ve hem de bu saatte dünya için koşturuyor; bu halde ölümünüz gelip çatarsa ne yaparsınız?" dedim.
İmam (a.s) .elini kölelerin omuzlarından kaldırarak yaslandı ve buyurdu ki; "Allah'a andolsun ki, bu halde ölümüm gelip yetişecek olursa şüphesiz Allah'a itaat halinde beni yakalamış olur ve bu vesileyle varlığımın değerini senden ve insanlardan korumuş olurum. Ben öliümden beni bir günah işlediğim sırada yakalarsa korkarım!"Ben, "Allah size merhamet etsin! Size nasihat etmek istedim; fakat siz bana nasihat ettiniz!" dedim.
Cömertçe infak

Hasan b. Kesir diyor ki: Fakirlikten ve din kardeşlerimin zülmünden dolayi İmam Muhammed Bakır'a (a.s) yakındım. İmam (a.s) buyurdu ki: "ihtiyacin olduğu zaman sana ilgi göstermeyen ve fakir olduğun zaman seninle ilişkisini kesen kardeşin kötü bir kardeştir!"
Daha sonra kölesine içinde yediyüz dirhem olan bir keseyi vermesini emrederek buyurdu ki: "Bunu harca ve bitince bana haber ver."
İyilikseverlikten Usanmamak

İmam Muhammed Bakır'ın (a.s) ashabı diyor ki: imam (a.s) bizim beşyüz ila alti yüz bin derhem kadar yârdim etmemize izin veriyor ve hiçbir zaman kardeşlerine, huzuruna gelenlere, kendisini arzulayanlara ve kendisine ümit besleyenlere sila yapmaktan yorulup usanmıyordu.
Hiristiyan Karşısında Büyük Sabır

Hiristiyan bir adam imam Muhammed Bakır'a (a.s) hakaretle, "Sen bakarsın!" dedi. İmam (a.s), "Hayır; ben Bakırım." buyurdu. Hiristiyan adam, "Sen o aşçı kadının oğlusun." dedi. İmam (a.s), "Aşcılık bir sanat ve meslektir." buyurdu. Adam, "Sen siyah yüzlü ve kötü dilli bir kadinin oğlusun." dedi. İmam (a.s), "Eğer yalan söylüyorsan Allah onu affetsin; fakat eğer yalan söyliiyorsan Allah seni affetsin." buyurdu. Hiristiyan adam bu sabırlı hareket karşısında Müslüman oldu.

Aşıkane Misafirperverlik
İmam Muhammed Bakır'ın (a.s) cariyesi Selma şöyle diyor: Sürekli din kardeşleri onun huzuruna geliyorlardi. İmam (a.s) onlara güzel yemek yedirip, güzel elbiseler giydirmedikçe ve onlara gumuş dirhemler bağışlamadikça imam'ın (a.s) yanından ayrılmiyorlardi. Ben imam'a (a.s), bu cömertliği nedeniyle fakirleşeceğini söylediğimde buyurdularki:

"Ey Selma! Dünyanın iyilik ve güzelliği, din kardeşlerine iyilikte bulunmak ve güzel işlerden başka bir şey değildir."
Hazret din kardeşlerine beş ve alti yüz bin dirheme kadar infak etmeye izin veriyordu. O hiçbir zaman kardeşleriyle oturmaktan usanmaz ve buyururdu ki: "Din kardeşinin sana karşı sevgisini ona karşı senin kalbinde olan sevgi ile tanı."Hiçbir zaman evinin içerisinden, "Ey dilenci! Allah versin." veya "Ey dilenci! Şunu al" demezdi. Aksine, "Onları en güzel isimleriyle çağırın." buyururdu.
Eş Hakları

Hasan b. Zeyyad-i Basri diyor ki: Arkadaşımla birlikte İmam Muhammed Bakır'ın (a.s) huzuruna gittik; imam o sırada serilmiş bir odada oturmuştu; üzerinde desenli bir elbise vardi, sakalını taramış,, gözüne sürme sürmüştü.
Biz ona birtakım sorular sorduk. Ayağa kalktığımız zaman bana, "Ey Hasan!" diye buyurdu; "Yârin arkadaşınla birlikte yanıma gelin."Ben, "Tamam, fedanız olayım!" dedim.

Ertesi gün arkadaşımla birlikte imam'ın (a.s) huzuruna gittik. İmam (a.s) içinde bir hasır parçasından başka sergisi bulunmayan bir odada oturmuştu; üzerinde sert bir gömlek vardi. Arkadaşıma dönerek, "Ey Basralı kardeş!" buyurdu; "Dün bana geldiğinizde ben eşimin odasındaydım.
Dün onun sırasıydı; o odada onun odasi, eşyalar da onun eşyalarıydı. Benim için kendini süslemişti; o nasıl benim için süslenmiş idiyse benim de onun için kendimi süslemem gerekiyordu. içinden bana karşı bir şey gecmesin."
Arkadaşım, "Fedanız olayım; Allah'a andolsun ki içimden bir şey geçmişti; fakat şimdi Allah onu giderdi ve söylediklerinizin hak olduğunu anladım.

------------------
Saduk, el-Emali, s.220, otuz yedinci oturum, hadis: 6; Mufid, el-Brnali, s.219, yirmi be§inci oturum, hadis: 7; Biharu'l-Envar, c.46, s.68; bab: 5, hadis: 39.
Uyun-u Ahbari'r-Rıza, c.2, s.145, bab, 40, hadis: 13; Vesailu's-şia, ell, s.430, bab: 46, hadis: 15177; Biharu'l-Envar, c.46, s.69, bab: 5, hadis: 41.
Sevabu'l-A'mal ve Ikabu'l-A'mal, s.50; el-Mehasin, c.2, s.635, bab: 15, hadis: 133; Vesailu's-§ia, c.ll, s.541, bab: 51, hadis: 15486; Biharu'l-Envar, c.46, s.70, bab: 5, hadis: 46.
el-Kafi, c.4, s.68, "Men Fetere Saimen" babi, hadis: 3; Menakib, c.4, s.155; Biharu'l-Envar, c.46, s.71, had: 5, hadis: 53.
Menakib, c.4, s.163; Biharu'l-Envar, c.46, s.89, bab: 5, hadis: 77.
Menakib, c.4, s.154; Biharu'l-Envar, c.46, s.90, bab: 5, hadis: 77.
Menakib, c.4, s.155; Biliaru'l-Envar, c.46, s.91, bab: 5, hadis: 78.
Biharu'l-Envar, c.46, s.92, bab: 5, hadis: 79.
ez-Ztihd, s.45, bab: 7, hadis: 119; Biharu'l-Envar, c.46, s.92, bab: 5, hadis: 80.
Menakib, c.4, s.162; Biharu'l-Envar, c.46, s.93, bab: 5, hadis: 82.
elTKafi, c.5, s.97, "Kazau'd-Deyn" babi, hadis: 7; Menakib, c.4, s.164; Biharu'l-Envar, c.46, s.94, bab: 5, hadis: 84.
Menakib, c.4, s.157; Biharu'I-Envar, c.46, s.95, bab: 5, hadis: 84.
el-Hisal, c.2, s.517, hadis: 4; Menakib, c.4, s.158; Biharu'l-Envar, c.46, s.96, bab: 5, s.84.
Kesfu'l-Gumme, c.2, s.80; Meskenu'1-Fuad, s.57; Biharu'l-Envar, c.46, s.99, bab: 5, hadis: 87.
Keşfu'l-Gumme, c.2, s.106; Biharu'l-Envar, c.46, s.100, bab: 5, hadis: 88.
el-Kafi, c.5, s.73, "Ma Yecibu Mine'I-Iktida-i bi'1-Eimme" babi, hadis: 1; Mufid, el-Irgad, c.2, s.161; Vesailu's-şia, c.17, s.19, bab: 4, hadis: 21872; Biharu'l-Envar, c.46, s.350, hah: 9, hadis: 3.
Mufid, el-Ira§d, c.2, s.166; Ravatu'l-Vaizin, c.l, s.204; Biharu'l-Envar, c.46, s.287, bab: 6, hadis: 6.
Mufid, el-Irasd, c.2, s.167; Ke§fu'l-Gumme, c.2, s.l27;-Biharu'l-Envar, c.46, s.288, bab: 6, hadis: 9.
Menakib, c.4, s.207; Biharu'l-Envar, c.46, s.289, bab: 6, hadis: 12.
Ke^fu'l-Gumme, c.2, s.118; Biharu'l-Envar, c.46, s.290, bab: 6, hadis: 15.
el-Kafi, c.6, s.448, "Lobsu'l-Muasfir" babi, hadis: 13; Mekarimu'l-Ahlak, s.80; Vesailu'^5ia, c.5, s,32r bab: 17, hadis: 5817; Biharu'l-Envar, c.46, s.293, bab: 6, hadis: 20.


17
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT



Toplu Halde Dua

Hz. imam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Bir hadise babamı üzdüğü zaman kadınlarla çocukları topluyor, sonra dua etmek için ellerini kaldiriyor ve onlar da "âmin." diyorlardi.
Allah Teâla Karşısında Teslimiyet

Bir grup İmam Muhammed Bakır'ın (a.s) huzuruna geldiler. O sırada imam'ın (a.s) bir çocuğu da hastaydi; bu nedenle Hazretin üzgün ve huzursuz olduğunu görünce, "Allah'a andolsun ki, onun başına bir bela gelecek olursa ondan görmek istemediğimiz şeyi görmekten korkuyoruz." dedik.
Çok geçmeden onun için ağladıklarını duydular. Bunun üzerine imam (a.s) daha önceki halinin aksine açık yüzlü bir halde arkadaşlarının yanına geldi.

İmam'a (a.s), "Allah bizi sana feda etsin! Sizi o halde görünce, bir olayla karşılaşacak olursanız, bizi üzecek daha körtü bir halde olamanızdan endişeleniyorduk!" dediler. İmam (a.s) buyurdu ki: "Biz sevdiğimiz kişiye karşı selamet ve afiyet içerisinde olmak isteriz; ancak Allah'ın emri geldiği zaman O'nun sevdigi şey karşısında teslimiz."

Bir Kırbaç Darbesi Karşısında Özgürlük
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Babam ölüm anında kötü kölelerini azad etti, iyi kölelerini ise sakladi. Ben ona, "Babaciğim! Neden onları azad edip bunlari sakladın?!" dedim. Buyurdu ki: "Azad ettiğim kölelere benim yanımda oldukları sure içerisinde bir darbe vurmuşumdur; dolayisiyla onları o darbe karşısında azad ettim."

Gece Münacatı

İshak b. Ammar diyor ki: imam Cafer Sadık (a.s) bana buyurdu ki: Babamın yatağini aciyor ve sonra gelmesini bekliyordum. Yatağina gidip uyuduğu zaman ben de kendi yatağıma gidiyordum. Bir gece gec geldi yanıma. Ben onu aramak için mescide gittim; o saatte insanlar uyumuşlardı. Mescide vardiğimda onun mescide secde halinde olduğunu ve şöyle dediğini gördüm:
Allah'ım! Sen bütün kusurlardan münezzehsin ve sen gerçekten benim rabbimsin. Allah'ım! Bir kul olarak sana secde ettim. Allah'ım! Benim amelim zayıftır; onu benim için kat kat artir. Allah'ım! Kullarını dirilteçeğin gün beni azabından koru ve tevbemi kabul et; çünkü sen çok tevbe kabul eden ve çok şefkatlısın.

İMAM CAFER SADIK'IN (A.S) AHLAKI

Nimete Şükretmek

Muaviye b. Veheb şöyle diyor: Ben Medine'de imam Cafer Sadık (a.s) ile birlikte idim. Hazret merkebine binmişti; aniden merkebinden aşağı indi. Biz carşıya veya carşıya yakın bir yere gitmek istiyorduk. Fakat İmam (a.s) secdeye kapandı ve secdesini uzatti. Ben imam'ın (a.s) başını secdeden kaldirmasını bekledim.
Sonra, "Fedanız olayim; merkebinizden inip secdeye kapandınız?!" dedim. İmam (a.s), "Allah'ın bana vermiş olduğu nimetleri hatırladım." buyurdu. Ben, "çarşının yakınında ve hem de insanların gidip geldiği bir yerde mi?!" dedim. İmam (a.s), "Kimse beni görmedi." buyurdu.
Şii Olmayanlara Yârdım

Muellah b. Huneys diyor ki: İmam Cafer Sadık (a.s) küçük küçük yağmur serpen bir gecede. Beni Saide gölgeliğini gitmek için evden dişarı çıktı. Ben imam'i (a.s) takip ettim. Aniden elinden bir şey yere düştü. İmam (a.s), "Bismillah" söyledikten sonra, "Allah'ım! Onu bize geri cevir." dedi.
Ben ileri çıkarak imam'a (a.s) selam verdim. İmam (a.s), "Ey Muella!" buyurdu. Ben, "Efendim, fedanız olayım!" diye arz ettim. İmam (a.s), "Elinle ara; bir şey bulursan bana ver." buyurdu.

O anda yere dağılmış. Olan ekmeklerle karşılaştım. Bulduğum ekmekleri imam'a (a.s) verdim. Sonra İmam'ın (a.s) elinde bir ekmek torbasi gördiim. "Verin sizin için ben taşıyayım." diye arz ettim. İmam (a.s), "Hayır." buyurdu; "Bu yüüi ben götürmeye daha layiğim; sen benimle birlikte gel."
Ben Saide gölgeliğine ulaştik. Orada uyumakta olan bir grupla karşılaştık. İmam (a.s) her birinin elbisesinin altına bir veya iki emek bıraktı. Son kişiye yârdim ettikten sonra geri döndük. Ben imam'a (a.s), "Fedaniz olayim! Bunlar hakkı tanıyorlarmi?" diye sordum. İmam (a.s), "Tanısaydılar onlara tuz yardımı da yapardık." buyurdu.

Akrabalara Yârdım
Ebu Cafer Husami diyor ki: imam Cafer Sadık (a.s) bana bir kese dolu altın vererek, "Bunu Hasim oğullarından falan adama ver ve bunu benim ona gönderdiğimi söyleme." dedi.

Ebu Cafer diyor ki: Ben altın kesesini o adama ulaştirdım. Adam dedi ki: "Allah bu altın kesesini gönderene hayırlı mükâfatlar versin; her yıl bana bu parayi gönderiyor; ben de gelecek yıla kadar onunla geçmimi sağlıyorum; fakat Cafer Sadık (a.s) onca mal varlığına rağmen bana yârdim etmiyor!"
Ahlakın Zirvesi

Hac yolcularindan biri Medine'de uyudu. Uyandiği zaman para kesesinin çalındığını sandı. Bunun üzerine kesesini aramaya başladı. İmam Cafer Sadık'ın (a.s) namaz kılmakta olduğunu gördü. imam'i (a.s) tanımadiği için ona asılarak, "Kesemi sen çaldın!!" dedi. İmam (a.s), "Kesende ne vardi?" buyurdu. Adam, "Bin dinar." dedi. İmam (a.s) adamı eve götürerek ona bin dinar verdi.

Adam yerine döndüğü zaman para kesesini buldu. Bunun üzerine bin dinarla birlikte özür dileyerek imam'ın (a.s) evine döndü. İmam (a.s) dinarları kabul etmekten sakınarak, "Elimden çıkan şey tekrar bana geri dönmez." buyurdu. Adam, "Bu kadar yüce ve cömert adam kimdir?" diye sorduğu zaman "Cafer-i Sadık'tır." dediler. Adam, "Zaten bu cömertlik ancak böyle birine ait olabilir."
İsteğini Söyle

Eşca Selemi imam Cafer Sadık'ın (a.s) huzuruna girdi. imam'i (a.s) hasta bulup yanında oturdu ve hastahlığının nedenini sordu. İmam (a.s), "Hastalığımın nedenini sormaktan vazgeç, isteğini söyle." buyurdu. Bunun üzerine Allah'tan imam'ın (a.s) sağliğina kavuşmasi isteğini bildiren bir şiir okudu. Hazret (a.s) hizmetçisine, "Yanında bir şey var mı?" diye sordu. Hizmetçisi, "Dört yüz dinar var." diye arz etti. İmam (a.s), "Onu Eşca'ya ver." buyurdu.

---------------
el-Kafi, c.2, s.487, "el-Ictima-u Fi'd-Dua" babi, hadis: 3; Iddetu'd-Dai, s.158, "el-ictima-u Fi'd-Dua".
el-Kafi, c.3, s.226, "es-Sabr-u ve'1-Ceze-u ve'1-Istirca" babi, hadis: 14; Vesailu's-, c.3, s.276, bab: 85, hadis: 3641; Biharu'l-Envar, c.46, s.301, bab: 6, hadis: 44.
Men La Yehzuruhu'l-Fakih, c.4, s.231, "en-Nevadiru'1-Vesaya" babi, hadis: 5548; Vesailu's-§ia, c.19, s.419, bab: 84, hadis: 24874; Biharu'l-Envar, c.46, s.300, bab: 6, hadis: 42.
el-Kafi, c.3, s.323, "es-Sucud-u ve't-Tesbih-u ve'd-Dua-u Fihi" babi, hadis: 9; Hilyetu'l-Evliya, c.3, s.187; Biharu'l-Envar, c.46, s.301, bab: 6, hadis: 45.
Besairu'd-Derecat, s.495, bab: 15, hadis: 2; Biharu'l-Envar, c.47, s.21, bab: 4, hadis: 19.
el-Kafi, c.4, s.8, "Sadakatu'1-Leyl" babi, hadis: 3; Sevabu'I-A'mal ve Ikabu'l-A'mal, s.144; Vesai3u's-şia, c.9, s.408, bab: 19, hadis: 12348; Biharu'l-Envar, c.47, s.20, bab: 4, hadis: 17.
Menakib, c.4, s.273; Biharu'l-Envar, c.47, s.23, bab: 4, hadis: 26.
Menakib, c.4, s.274; Biharu'l-Envar, c.47, s.24, bab: 4,hadis, 26; Mustedreku'l-Vesail, c.7, s.206, bab: 22, hadis: 8047.
Menakib, c.4, s.274; Biharu'l-Envar, c.47, s.24, bab: 4, hadis: 26.
--------------------
Eşsiz şevkat

Süfyan-i Suri Hz. imam Cafer Sadık'ın (a.s) huzuruna girdi. İmam'ın (a.s) yüzünün rengi solmuştu. Süfyan bunun nedenini sorunca, İmam (a.s) buyurdu ki: "Sürekli ev halkını dama çıkmaktan sakındıyordum. Eve girdiğimde çocuklarımdan birinin bakımını üstlenen cariyelerimden biri çocuk yanında olduğu hale merdivenden yukarı çıktığını gördüm. Gözü bana takılınca şaşırıp titredi ve çocuk elinden yere düşüp öldü; yüzümün renginin degişmesi çocuğun ölümünden dolayi değil, cariyeyi saran korkudandir." İmam (a.s) iki defa ona, "Sen Allah yolunda azadsın; senin bir suçun yok." demişti!
Her işini insanlara Söyleme

Mufazzl b. Kays diyor ki: imam Cafer Sadık'ın (a.s) huzuruna gidip hayatimdaki bazi durumlardan dolayi yakındım ve hakkımda dua etmesini istedim. İmam (a.s) cariyesine, "Ebu Cafer'den bize gelen keseyi getir." buyurdu.
Cariye keseyi getirince İmam (a.s), "Bu kesede dört yüz dinar var; bundan sıkıntını gidermek için yararlan." buyurdu. Ben, "Fedaniz olayim; Allah'a andolsun para almak niyetim yoktu; sadece dua istemek için gelmiştim." dedim. İmam (a.s) buyurdu ki: "Duayi bırakmam; fakat içinde bulunduğun her şeyi insanlara söyleme; aksi durumda onların yanında hafif ve alçak düşersın."
Misafire Sayğı

Abdullah b. Ya'fur diyor ki: İmam Cafer Sadık'ın (a.s) yanında bir misafir olduğunu gördüm. Misafir bir gün bazi işleri yapmak için ayağa kalktı. Fakat imam (a.s) onun iş, yapmasını engelledi ve yapılması gerekenleri kendisi yaparak buyurdu ki: "Resul-i Ekrem (s.a.a) misafirin çalıştırılmasını sakındırmıştır.
İki Fakire İki Farklı Davranışı

Mesma b. Abdulmelik şöyle diyor: Mina'da bir grup şii ile birlikte imam Cafer Sadık'ın (a.s) huzurundaydık. Karşımızda olan bir miktar üzümden yiyorduk. O sırada bir fakir gelerek imam'dan (a.s) bir şey istedi. İmam (a.s) ona bir salkim üzüm verdi.
Fakir, "Benim bu üzüme ihtiyacim yoktur; dirhem olursa alırım." dedi. İmam (a.s), "Allah sana genişlik ve rahatlik versin" buyurdu. Bunun üzerine fakir gitti. Sonra geri dönerek, "üzüm salkımını ver." dedi. Fakat imam (a.s), "Allah sana genişlik ve rahatlık versin." buyurarak ona bir şey vermedi!

Başka bir fakir geldi. İmam Cafer Sadık (a.s) ona üç tane üzüm verdi. Fakir imam'in (a.s) elinden o üç üzümü aldıktan sonra, "Bana rızık veren âlemlerin rabbine şükürler olsun." dedi.
İmam (a.s), "Dur." buyurdu ve sonra mübarek elini üzümle doldurarak ona verdi. Fakir imam'dan (a.s) üzümü alarak, "Bana rızık veren âlemlerin rabbine şükürler olsun." dedi.
----------
el-Adedu'I-Kaviyye, s.155; Menakib, c.4, s.274; Biharu'l-Envar, c.47, s.24, bab: 4, hadis: 26.
Rical-i Kesi, s.184; Biharu'l-Envar, c.47, s.34, bab: 4, hadis: 31; Miistedreku'l-Vesail, c.7, s.226, bab: 31, hadis: 8101
el-Kafi, c.6, s.283, "Kerahet-u istihdami'z-Zayf" babi, hadis: 1; Vesailu's-§ia, c.24, s.315, bab: 37, hadis: 30640; Biharu'l-Envar, c.47, s.41, hah: 4, hadis: 49.
-------------
İmam (a.s), "Köle! Yaninda ne kadar dirhem var?" diye sordu. Bizim tahminimizce yaklaşık yirmi dirhemdi. İmam (a.s) onu da fakire verdi. Fakir, "Allah'ım! şükürler olsun sana. Bu lütuf da sendendi; ey ortağı olmayan ilah" dedi.
İmam Cafer Sadık (a.s), "Olduğun yerde dur." buyurdu ve sonra mübarek bedenindeki gömleği çıkararak ona verip, "Giyin." buyurdu. O da alip giydi ve "Bana elbise giyindiren Allah'a şükürler olsun; ey Eba Abdullah! Allah sana hayırlı mukafat versin." dedi.
Burada imam'i (a.s) bırakıp dönüp gitti. Biz, imam'i (a.s) bırakmasaydı ona sürekli bağışta bulunacağını sandık. çünkü imam (a.s) ona bağışta bulundukca o da aldiği bağıştan dolayi Allah'a şükrediyordu!

Dua ve Raz-u Niyaz
Abdullah b. Yafur diyor ki: imam Cafer Sadık'ın (a.s) ellerini acarak şöyle dediğini duydum:Rabbim! Hiçbir zaman beni bir göz acıp kapayıncaya kadar (bir an), ne bundan çok ve ne de az kendi nefsime bırakma. Sonra sakalının etrafından hızla gözyaşı akmaya başladi.
Sonra bana dönerek buyurdu ki: "Ey Yafur'un oğlu! Allah Yunus b. Meta'yi bir andan az bir zaman kendi haline birakti ve onun için çetin bir olay meydana getirdi." Ben, "işi Allah'a şükürsüzlüğe kadar uzadımı?" diye arz ettim. İmam (a.s), "Hayır." buyurdu; "Fakat böyle bir halde ölmek helak olmaktır!"

Musibete Karşı Sabırlı Olmak
Kuteybe A'şa diyor ki: imam Cafer Sadık'ın (a.s) çocuğunu ziyaret etmek için onun huzuruna gittim. imam'ın (a.s) evin kapısında endişeli ve üzgün gördüm. "Fedaniz olayim." dedim; "çocuğunuzun durumu nasıldır?" İmam (a.s), "Allah'a andolsun perişan ve bela içerisindedir." buyurdu.
Sonra içeri girdi. Bir saat sonra mübarek çehresi parladığı halde aramıza geri döndü; yüzündeki değişiklik ve üzüntü kaybolmuştu. çocuğun iyileştiğini düşünerek, "Fedanız olayım; çocuğun durumu nasıl?" diye sordum.
İmam (a.s), "öldü." buyurdu. Ben, "Fedanız olayım; o diriyken sizin üzgün ve kederli olduğunuzu gördüm. öldükten sonra ise sizi bu halde görmekteyim. Bunun sebebi nedir?!" dedim. İmam (a.s), "Biz Ehl-i Beyt musibetten önce sabırsızlık ederiz; ancak ilahi takdir cari olduktan sonra Allah'ın kazasına rıza gösteririz ve takdirine teslim oluruz!"

Az İbadete Karşı Cennet

Ebu Basir imam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet etmektedir: imam (a.s) buyurdu ki: "Ben tavaf halindeyken babam yanımdan geçiyordu. Genç olduğum için ibadet için çok çaba harciyor ve ter döküyordum. Babam bana buyurdu ki: Oğlum Cafer! şüphesiz Allah bir kulu severse onu cennete götürür ve onun az amelini kabul eder." Eli Altındakilere şefkatlı Olmak
Hafs b. Aişe diyor ki: imam Cafer Sadık (a.s) kölesini bir iş için gönderdi Köle işten geç döndü. İmam (a.s) kölenin geciktiğini görünce onun peşine gitti. Kölesini uyurken buldu. imam (a.s) kölenin başı üzerinde oturup uyanıncaya kadar onu yelpaze ile serinletmeye başladı. Köle uyanınca imam (a.s), "Falanca! şimdi uyumak senin hakkm değil."buyurdu; "Hem gece uyuyorsun hem de gündüzmü? Gece uykun kendin için, gündüz iş ve çalışman ise bizim içindir."

Geçim için Çaba Harcamak
Ebu Amr şeybani diyro ki: Hz. İmam Cafer Sadık'ın (a.s) elinde keser ve üzerinde sert bir elbise olduğu halde sahibi olduğu bağda çalıştığını ve dolayisiyla mübarek sırtından ter aktığını görünce, "Fedanız olayım! Keseri bana verin, sizin yerinize ben çalışayım." dedim. İmam (a.s), "Kişinin geçimini temin etmek için güneşin sıcaklığı altında eziyet çekmesini seviyorum." buyurdu!
İşçiliğin Ücreti

Hennan b. şuayb şöyle diyor: Bir grubu imam Cafer Sadık'ın (a.s) bağında çalışmaları için kiraladım ve ikindi vaktine kadar çalışacakları üzerine anlaştık. işi bitirdikleri zaman İmam (a.s) Muattab'a, "Terleri kurumadan ücretlerini öde." buyurdu.
HelalKar

Ebu Cafer Fezari şöyle diyor: İmam Cafer Sadık (a.s) Müsadif diye adlandırdığı kölesini huzuruna çağırarak ona bir dinar verip "Ekmeğimi yiyenlerin sayısı artı; Mısır'a gidip alışveriş yapmak için hazırlan." buyurdu.

Musadif birtakim eşyalar hazırladı ve ticaret kafilesiyle Mısır'a doğru hareket etti; Mısır'ın yakınlarına ulaşınca Mısır'dan gelmekte olan bir kafileyle karşılaştılar. Kafileden Mısır'ın durumu ve orada insanların genelinin ihtiyaci olan getirdikleri eşyaların fiyatını sordular.
Mısır'dan gelen kafiledekiler, gedirdikleri eşyanın Mısır'da bulunmadığını söylediler. Bunun üzerine onlar eşyalarının iki misline satmak üzere kendi aralarında sözleşip yemin ettiler! Eşyalarını satıp paralarını aldıktan sonra Medine'ye döndüler.

Musadif beraberinde her birinin içerisinde bin dinar bulunan iki kese olduğu halde İmam Cafer Sadık'ın (a.s) huzuruna cıktı. İmam'a (a.s) dedi ki: "Fedanız olayım! Bu bana vermiş olduğunuz sermaye, diğer kesedeki ise onun karıdır."
İmam Cafer Sadık (a.s), "Bu çok fazla bir kardır!" buyurdu; "Eşyaları nasıl sattınızki?" Musadif olup bitenleri anlatınca İmam (a.s), "Sübhanellah!" dedi; "Elinizdeki eşyaları iki katına satacağınıza dair Muslumanların aleyhine yeminleştiniz mi?!" Daha sonra o keselerden birini alarak, "Bu benim sermayem; onun karına ihtiyacim yoktur." buyurdu ve daha sonra şöyle devam etti: "Ey Musadif! Savaş meydanında kılıç sallamak helal rızık kazanmaktan daha kolaydir!!"


İMAM MUSA KAZIM'IN (A.S) AHLAKI

Allah'a ibadet ve insanlara Hizmet
Ehl-i Beyt imamlarının yedincisi imam Musa Kazim (a.s) döneminin insanlarının en abidi, en fakihi, en cömerdi ve en yücesiydi.
İmam Musa Kazim'ın (a.s) gecenin tüm nafilelerini yerine getirerek sabah namazına bitştirdiği, daha sonra gün ağarıncaya kadar namazın takibati olan diğer amelleri (Kur'an okuma, zikir, dua...) yaptiği, Allah rızasi için secdeye gittiği ve zeval vaktine yaklaşincaya kadar başını secdeden kaldırmadiği rivayet edilmiştir. imam Musa Kazim (a.s) çok dua ederdi; imam'ın (a.s) şu duayı çok tekrarladiğı rivayet edilmiştir
Allahumme inni eseluke'r-rahete inde'l-mevt, ve'lafveinde'l-hisab

(Allah'ım! ölüm anında senden rahatlık ve ölümden sonra ise afv diliyorum.) imam Musa Kazım'ın (a.s) dualarından biri de şu idi: Ezume'z-zenb-u min abdike, fe'l-yehsuni'l-afv-u minindike.

(Kulunun işlediği günah büyük, senin affın ise güzeldir.)
Allah korkusundan sürekli ağlıyor, mübarek sakalı gözünden akan yaşlarla sırıl sıklam oluyordu. İmam (a.s), ailesi ve akrabalarıyla herkesten çok ilgilenip sıkıntılarını gideriyor, gecenin karanlığında Medine fakirlerinin hal ve hatırlarını sorup gönlillerini alıyor, sepetine dirhem, dinar, un ve hurma doldurup onlara götürup ellerine ulaştırıyor, fakat onlar bu lutfu kendilerine kimin yaptiğını bilmiyorlardi!
Kanaat ve Cömertlik

Muhammed b. Abdullah el-Bekri diyor ki: Borç bulmak için Medine'ye geldim. Aramaktan yorulunca, "İmam Musa Kazim'ın (a.s) yanına gidip durumumdan dolayi ona yakınsam iyi olacak." dedim.

Şehrin yüksek bölgesinde bulunan ekinlerine gittim. imam (a.s) kölesiyle birlikte bana doğru geldi. Elinde, içinde birkaç parça et bulunan bir kalbur vardi. imam (a.s) o etten yedi ve ben de imam'la birlikte etten yedim. Sonra hacetimi sordu. Ben durumu anlattım. imam (a.s) eve girdi ve birkaç dakika sonra bana doğru geldi; kölesine de, "Git." dedi.
Sonra elini bana doğru uzattı ve bana içinde üç yüz dinar bulunan bir kese verdi. Sonra ayağa kalkarak yüzünü benden çevirip gitti. Ben de kalkarak merkebime bindim ve Medine'den geri döndüm.
Muhaliflere Yardım ve Sevgi

Ömer b. Hattab'ın çocuklarından biri Medine'de sürekli Hz. imam Musa b. Cafer'e (a.s) eziyet ediyor, bazen imam'i (a.s) görünce ona çirkin şeyler söylüyor ve Emirülmüminin Ali hakkında kötü şeyler söylüyordu!!
Bir gün imam'ın (a.s) ashabı, "Ey Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlu! Müsaade edin bu ahlaksız adamı yok edelim." dediler. İmam (a.s) sert bir şekilde onları bu işten men etti.

İmam (a.s) ömer b. Hattab'ın torununun durumunu sordu. Medine'nin bir bölgesinde giftçilik yapiyor dediler. İmam (a.s) bir merkebe binerek ona doğru hareket etti ve onu tarlasında buldu. İmam merkebiyle tarlaya girdi. ömer'in torunu, "Tarlamıza ayak basma." diye bağırdıysa da İmam (a.s) merkebinin üzerinde ilerleyip onun yanına vardı.

Sonra yere inerek yanında oturdu ve ona karşı, açık yüzlü ve tebessumlu bir davranış sergileyerek; "Ziraatin için ne kadar harcadın?" diye sordu. Dedi ki, "Yüz dinar." İmam (a.s), "Ondan ne kadar alacağını umuyorsun?" buyurdu. Adam, "Gaybi bilmem." dedi. imam (a.s), "Ben sana ne kadar ulaşacağını ümit ediyorsun demek istiyorum." buyurdu. Adam, "Bana iki yüz dinar ulaşmasını ümit ediyorum" dedi. Bunun uzerine İmam (a.s) içinde üç yüz dinar olan bir para kesesini ona vererek, "Bu ziraatın olduğu gibi duruyor ve Allah ondan ümit ettiğin şeyi sana verecektir." buyurdu.

ömer Hattab'ın torunu yerinden kalkarak imam'ın {a.s) başını öptü ve ondan edepsizliğinden dolayi kendisini bağışlamasını istedi.
imam (a.s) onun yüzüne rızasını bildiren bir tebessum ederek geri döndü.Ravi diyor ki: imam (a.s) mescide gidince ömer Hattab'ın torununun orada oturduğunu gördü; imam'i (a.s) görünce, "Allah risaletini nereye bırakacağını daha iyi biliyor!" dedi.

Bunun üzerine ömer Hattab'ın torununun arkadaşları onun üzerine yürüyerek, "Sen onun hakkında bundan farklı şeyler söylüyordun; olay nedir?!" diye sordular. ömer Hattab'ın torunu, "Söylediklerimi kesinlikle duydunuz." dedi ve İmam (a.s) hakkında onlarla tartışmaya başladı; onlar da onunla cedelleşip kavga ettiler!

imam (a.s) eve döndüğü zaman Omer Hattab'in torununu öldürmek isteyen ashabina şöyle buyurdu: "Sizin ona yapmak istedikleriniz mi daha iyi idi yoksa benim istediğim mi? Ben onun işini sizi de bildiğiniz miktarla islah ettim ve şerrini giderdim."
Emsalsız Bahşiş

Mensur Devaniki imam Musa Kazım'dan (a.s) insanların Nevruz bayramını kendisine tebrik etmeleri ve ona getirilen hediyeleri almasi için oturmasını istedi.
İmam Musa b. Cafer (a.s) buyurdu ki: "Ben ceddim Allah Resulü'nün (s.a.a) rivayetlerini dikkatle inceledim, ama bu bayram hakkında bir rivayet bulamadım. Bugünde bayram yapmak iranlıların sünnetidir. islam dini ise onu kaldırmıştır. islam dininin kaldırmak istediği bir şeyi diriltmekten Allah'a sığınırız."

Mensur dedi ki: Bu benim ordum için yaptiğim bir siyasettir. Seni yüce Allah'a yemin verdiriyorum; otur. Ordu komutanları, rütbeliler ve askerler imam'in (a.s) huzuruna gelip Nevruz bayramından dolayi onu tebrik ediyor ve onun için hediyeler getiriyorlardi. Mensur'un hizmetçisi de İmam'in arkasında durup gelen hediyeleri sayıyordu.

-------------
el-Kafi, c.4, s.49, "en-Nevadir" babi, hadis: 12; Biharu'l-Envar, c.47, s.42, bab: 4, hadis: 56.
el-Kafi, c.2, s.581, "Deavatun Mucizat Li-Cemii'1-Hevaic" babi, hadis: 15; Biharu'l-Envar, c.47, s.46, bab: 4, hadis: 66.
el-Kafi, c.3, s.86, "el-iktisad-u Fi'l-lbadet" babi, hadis: 4; Vesailu's-§ia, c.l, s.108, bab:26, hadis: 266; Biharu'l-Envar, c.47, s.55, bab: 4; hadis: 94.
el-Kafi, c.3, s.86, "el-iktisad-u Fi'l-lbadet" babi, hadis: 4; Vesailu's-§ia, c.l, s.108, bab:26, hadis: 266; Biharu'l-Envar, c.47, s.55, bab: 4; hadis: 94.
el-Kafi, c.S, s.87, Hadis-u Bahr Mea'§-§ems, hadis: 50; Macmuat-u Verranv c.2, s.136; Biharu'l-Envar, c.47, s.56, bab: 4; hadis: 97.
el'Kafi, c.5, s.76, "Ma Yecibu el-Iktida bi'1-Eimme" babi, hadis: 13; Vesailu's-§ia, c.17, s.39, bab: 9, hadis: 21924; Biharu'l-Envar, c.47, s.57, bab: 4; hadis: 101.
el-Kafi, c.5, s.289, "Kerahetu'l-istimalil-Ecir..." babi, hadis: 3; Vesailu's-^ia, c.19, s.106, bab: 4, hadis: 24251; Biharu'l-Envar, c.47, s.57, bab: 4; hadis: 105.
el-Kafi, c.5, s.161, "el-Half-u Fi's-Sera-i ve'l-Bey"' babi, hadis: 1; Vesailu's-§ia, c.17, s.421, bab: 26, hadis: 22897; Biharu'l-Envar, c.47, s.59, bab: 4; hadis: 111.
el-Haraic-u ve'1-Ceraih, c.2, s.896; el-ir§ad, c.2, s.231; Biharu'l-Envar, c.48, s.101, bab: 5, hadis: 5.
el-irşad, c.2, s.232; Ravzatu'l-Vaizin, c.l, s.215; Biharu'l-Envar, c.48, s.102, bab: 5, hadis: 6.
el-irşad, c.2, s.233; Biharu'l-Envar, c.48, s.102, bab: 5, hadis: 7.
------------------
Halkın görüşmesinin sonunda yaşlı bir adam gelerek, "Ey Allah Resulü'nün (s.a.a) kızının oğlu!" dedi; "Ben yoksul bir adamın ve böyle bir günde sana verebilecek bir hediyem yoktur. Benim sana hediyem, dedemin deden Hüseyin b. Ali için okuduğu üç beyt şiirdir." Yaşlı adam o şiiri okuduktan sonra imam (a.s), "Hediyeni kabul ettim. Allah sana merhamet etsin; otur." buyurdu.

Sonra Mensur'un kölesine dönerek, "Emirin (Mensur) yanına giderek getirilen hediyeler konusunda onu bilgilendir ve bu malları ne yapacağını sor." buyurdu. Köle gidip geldikten sonra, "Mensur onların tümü benim size hediyemdir; ne isterseniz yapabilirsiniz diyor." dedi. Bunun üzerine İmam Musa Kazim (a.s) o fakir yaşlı adama, "Bu mallar benim sana bağışımdır; hepsini al götür." buyurdu!!

İMAM RIZA'NIN (A.S) AHLAKI

İlahi Ahlak

İbrahim b. Abbas şöyle diyor: Hiçbir zaman imam Rıza'nın (a.s) sözleriyle bir kişiye zülmettiğini ve hiç kimsenin sözünü kestiğini görmedim. ihtiyaclarını gidermeye gücü yettiği hiç kimseyi geri cevirmez, hiçbir zaman birlikte oturduğu bir kişinin karşısında ayağını uzatmaz, hiçbir zaman hiçbir köle ve hizmetcisine çirkin bir söz söylemezdi. İmam'ın (a.s) hiçbir zaman tükürduğunu ve güldüğünü görmedim; onun gülüşü tebessümdü.
Yalnız başına bir yerde oturduğu zaman önüne yemek sofrasi açtıkları zaman kölelerini, katta kapıcıları ve işcileri bile kendisiyle birlikte yemek yemeleri için sofrasının başina oturtur, geceleyin az uyur ve çok ibadet ederdi.

çoğu geceler akşamın başından sabaha kadar uyanık kalır, çok oruç tutar, ayın başının ortasının ve sonunun orucunu kaçırmaz ve buyururdu ki: "Bu bütün dönemin orcudur." Sadakası ve gizlice yaptiği hayır işleri çoktu. Daha fazla sadaka ve hayır işlerini karanlık gecelerde yapardı. Onun gibi faziletli birini gördüğünü söyleyen kimsenin bu sözüne inanmayın!
Yoksulların Yemeği

Muammer b. Halla şöyle diyor: Hz. İmam Rıza (a.s) yemek yemek istediği zaman onun için büyük bir tepsi getiriyorlar. İmam (a.s) tepsiyi sofranın yanına koyup sofradaki en güzel yiyeceklere yönelip her ceşidinden bir miktar alip tepsiye koyar, sonra onu yoksullara götürmelerini emreder, peşinden şu ayeti okurdu: "Ama o, o sarp yokuşu aşmaya koyulmadı."
Sonra. buyuruyordu ki: "Allah, bütün insanların kole azad etme gücüne sahip olmadiklarim bildiği için onların cennete gitmelerinin yolunu yemek yedirmek kıldı."

İnsana Sayğı

Belh ahalisinden bir kişi diyor ki: İmam Rıza (a.s) Horasan'a giderken ben de onunla birlikteydim. Bir gün kendisi için yemek sofrasi istedi ve siyah ve beyaz bütün köleleri sofrasına topladı. Ben İmam'a (a.s), "Fedanız olayım; bunların sofrasını kendinizden ayırsaydınız daha iyi olurdu." diye arz ettim. imam (a.s) buyurdu ki: "Sus; Allah birdir, anne ve baba da birdir. Mükafat ise amellere verilir."
Yolda Kalmışa Yardım

Elyesa b. Hamza şöyle diyor: İmam Rıza'nın (a.s) meclisinde imam (a.s) ile konuşuyorduk; o sırada çok sayida insan imam'ın huzurunda toplanmış ondan helal ve haramları soruyorlardi. Bu esnada uzun boylu bir adam imam'ın huzuruna girerek dedi ki: "Selam olsun sana ey Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlu! Ben seni, babalarını ve dedelerini sevenlerdenim. Hacdan dönüyorum ve yol azığımı kaybettim. Yoluma devam etmemi sağlayacak hiçbir şeyim yoktur. Beni şehrime ulaştırsan Allah bana nimet vermiş olur.

Şehrime ulaşırsam bana vereceğiniz şeyi sizin adınıza sadaka veririm; çünkü bana sadaka düşmez." Bunun üzerine imam (a.s), "Odaya girmeme müsaade ediyor musunuz?" buyurdu ve sonra Süleyman Caferi'ye dönerek, "Ey Süleyman! Allah işini yoluna koydu." buyurdu. Peşinden ayağa kalkarak odaya girdi ve bir süre sonra çıkarak kapıyı kapadı ve elini kapini üstünden uzatarak, "Horasanlı adam nerede?" buyurdu. Horasanli adam, "Buradayim." dedi. imam Rıza (a.s) buyurdu ki: "Bu iki yüz dinarı al ve masraflarında kullan. Bundan bereket al ve benim adıma sadaka da verme. Bu evden çık git ki ne ben seni ve ne de sen beni göresin!!"

Adam gidince Süleyman imam'a (a.s); "Fedanız olayım." dedi; "Cömertlik yapip şefkat göstermenize rağmen neden yüzünüzü ondan sakladınız?" imam (a.s) buyurdu ki: "ihtiyacini giderdiğim için yüzünde zillet ve alcaklık ifadesini görmeyeyim diye; Allah Resulü'nün (a.s) şu hadisini duymadiniz mi: iyiliği gizleyenin işi yetmiş hacca beraberdir. Kötülüğü açığa vuran alçak ve zelildir. Kötülüğü gizleyen kimse ise bağışlanmıştır; geçmiştekilerin şu sözünü duymadınız mı?

Bir gün hacet istemek için yanına gelsem,
Haysiyetimi yitirmeden aileme dönmüş olurum!
Amelenin Ücreti

Süleyman b. Cafer diyor ki: Bir iş için imam Rıza'nın (a.s) huzuruna gitmiştim. Evime dönmek istediğim zaman bana buyurdu ki: "Benimle gel ve bu geceyi benimle geçir."

İmam (a.s) ile birlikte hareket ettik. İmam akşamüzeri evine girdi ve çamurla hayvanlar için ahır veya başka bir şey yapmakta olan kölelerine baktı; o sırada onların arasında kölelerinden olmayan siyahi bir kişinin olduğunu görerek, "Bu adam kimdir?" diye sordu. Onlar, "Bize yardım ediyor ve hiç de ona bir şey vereceğiz." dediler. İmam (a.s), "Alacağı ücret hakkında onunla anlaştınız mı?" diye sordu. Onlar, "Ona ne verirsek razi olacaktir." dediler. İmam (a.s) kırbaçla onların üzerine yürüyerek onlara vurdu ve onların bu işine çok öfkelendi.

Ben, "Efendim! Neden kendinizi böyle üzüyorsunuz?' diye arz ettim. İmam (a.s) buyurdu ki: "Ben onları bir kimseyle ücret konusunda konuşup anlaşmadan onu çalıştırmaktan defalarca sakındırmıştım! Bir kimse ücret belirtilmeden senin için çalışacak olursa ücretinin üç kat fazlasını da versen az verdiğini düşünecek. Fakat eğer ücretini belirleyecek olursan ve sonra da belirttiğin ücreti verirsen, sözünde durduğun için sana teşekkür eder; anlaştığımız ücretten birazcık fazla verecek olursan, ona fazla verdiğini düşünerek müteşekkirolur. Tevhide İhlas
Eba Selt-i Herevi diyor ki: İmam Rıza (a.s) siyah-beyaz bir katırın üzerinde Nişabur'a geldiği zaman ben de onun yanındaydım. Nişabur âlimleri imam'ı (a.s) karşılamak için dışarı çıktılar.

İmam Merbea mahallesine aktarılınca katırının yularını tutarak, "Ey Allah Resulu'nün (s.a.a) torunu" dediler; "Babalarınıntertemiz -Allah'in selami onların üzerine olsun- hakları hürmetine onlardan bize bir hadis söyle."
Hazret üzerinde sansar kürkünden bir rida olduğu halde başını tahtirevandan dışarı çıkararak şöyle buyurdu: Babam Musa b. Cafer (a.s) babası Cafer b. Muhammed'den (a.s), o da babası Muhammed b. Ali'den (a.s), o da babasi Ali b. Hüseyin'den (a.s), o da babası cennet gençlerinin efendisi Hüseyin'den, Emirulmüminin'den (a.s), Allah Resulü'nden (s.a.a) bana şöyle rivayet etmiştir:

"Ruhu'l-Emin Cebrail Allah Teala'dan -isimleri mukaddes ve şanı yücedir- bana şöyle haber verdi: şüphesiz ben Allah'ım; benden başka bir ilah yoktur. Ey Kullarım! Bana tapın ve bilin ki sizden her kim ihlaslı olarak beni "La ilahe illellah" şehadetiyle mülakat ederse benim sağlam kaleme girmiş olur ve kim de benim sağlam kaleme girerse azabından korunur."
"Ey Allah Resulu'nün oğlu!" dediler; 'Allah'a şehadetin ihlası nedir?"
Buyurdu ki: 'Allah'a itaat, Allah Resulü'ne (s.a.a) itaat ve Ehl-i Beyt'in velayetini kabul etmek."

Cömertçe Bir Mektup

Bezenti şöyle diyor: İmam Rıza'nın (a.s) oğlu Ebu Cafer Hz. İmam Cevad'a (a.s) yazmış olduğu mektupta şunların yazıldığını okudum: "Ey Eba Cafer! Bana seni küçük kapıdan çıkaracaklarını haber verdiler. Bu onların cimriliğinden kaynaklanmaktadır; senden bir kimseye bir hayır ulaşmasını istemiyorlar. Senin üzerindeki hakkım hürmetine senden bütün gidiş-gelişlerini büyük kapidan yapmanı istiyorum.

Merkebe bindiğin zaman yanınıda dirhem ve dinar olsun. Her kim senden isterse ona bağışta bulun, amcaların senden isterlerse onlara iyilikte bulun; elli dinardan az verme; dilersen daha fazla da ver. Halaların senden isterlerse yirmi beş dinardan az ihsanda bulunma; dilersen de daha fazla ver. Allah'tan seni yüceltmesini ve sana üstün makam vermesini diliyorum; Dolayısıyla, infakta bulun ve fakirlikten arşın sahibinden korkma!"
İki Gömlek ve Mai İnfakı

Reyyan b. Salt şöyle diyor: Horasan'da imam Rıza'nın (a.s) evinin kapısında durmuştum. Muammer'e dedim ki: "Efendimden (İmam Rıza) gömleklerinden birini bana giydirmesini ve adına bastırılan dirhemlerden bana bağışta bulunmasını isteyebilir misin?"
Muammer diyor ki: Ben beklemeden imam'ın (a.s) huzuruna girdim. İmam (a.s) konuşmasına şöyle başladi: "Ey Muammer! Reyyan gömleklerimden ona giydirmemi ve dirhemlerimden ona vermemi istemiyor mu?"

Ben, "Subhanellah!" dedim; "Bunlar kapının eşiğinde onun bana söylediği sözlerdir!"
İmam (a.s) gülerek buyurdu ki: "şüphesiz mumin muradına erer; ona benim yanıma gelmesini şöyle."
Reyyan diyor ki: Muammer beni imam'ın (a.s) evine götürdü. Ben Hazrete selam verdim. İmam (a.s) selamımı aldıktan sonra gömleklerinden ikisini getirmelerini isteyerek bana verdi. Mübarek huzurundan kalktığım zaman elime de otuz dirhem tutuşturdu!

Ağır Borcu Ödemek

Ebu Muhammed Gaffari diyor ki: Ağır bir borcum vardı. İçimden, "Bu borcumu ancak efendim ve mevlam Ebu'l-Hasan Ali b. Musa er-Rıza'dan (a.s) yardım alarak ödeyebilirim. Sabahleyin imam'ın (a.s) evine gittim. İçeri girmek için izin istedim. İmam (a.s) girmeme izin verdi. İçeri girince bana, "Ey Eba Muhammed! Hacetini biliyorum; borcunu biz ödeyecegiz." buyurdu. Akşam olunca yemek için bir yemek getirdiler. Biz yemek yedikten sonra imam (a.s), "Gece bizim yanımızda kalıyor musun yoksa gidecek misin?" diye sordu. Ben, "Mevlam" dedim; "Hacetimi reva edersen gitmem daha iyi olur." imam (a.s) bir avuç para alıp bana verdi.

Ben imam'ın (a.s) yanından ayrıldım. Işığa yaklaşınca kızıl ve sarı renkli dinarları gördüm. Nakşı gözüme çarpan elime aldığım ilk dinarın üzerine güya şöyle yazılmıştır: "Ey Eba Muhammed! Dinarlar elli tanedir; yirmi altı dinar borcunu için, geri kalan yirmi dört dinar ise ailene harcaman içindir. Ertesi gün sabahleyin baktığım zaman elli dinarda azalma olmamasına rağmen dinarlar arasında o dinarı görmedim!

İMAM CEVAD'IN {A.S) AHLAKI

Hz. Cevadu'l-Eimme (a.s) yaşının küçük olmasına rağmen ilim, sabir, fesahat, halisane ibadet ve diğer ahlaki erdemlerde eşsiz biriydi. Hayret verici bir istidada, belagatlı ve akılcı bir dile sahipti. Bilimsel konulara açık bir şekilde cevap veriyor, beden ve elbise temizliği konusunda tertemiz dedeleri gibi çok titizdi.

Bereketli Mektup

Beni Hanife kabilesinden Bost ve Sistan ahalisinden bir kişiden şöyle rivayet edilmiştir: Hac yaptığım yilda ve Mu'tasım'ın hilafetinin başlarında İmam Cevad (a.s) ile birlikte bir sofranın başına oturmuştuk. Abbasi yöneticisinin dostlarının yanında, "-Fedanız olayim!-" dedim; "Valimiz sizin imametinizle süslenen ve sizi seven bir kişidir. Onun defterinde benim için kaydedilen vergiler var. -Fedaniz olayım!- Uygun görürseniz bana lütufta bulunması için ona bir mektup yazin."

İmam (a.s) (takiyye gereği ve Sistan yalısının canını tehlikeye düşürmemek icin) "Onu tanımıyorum!" buyurdu. Ben, "Fedanız olayim! Arz ettiğim gibi siz Ehl-i Beyt'in muhiblerinizdendir. Sizin ona mektup yazmaniz benim için faydalı olacaktır." dedim.

------------

Menakib, c.4, s.319; Biharu'l-Envar, c.48, s.108, bab: 5, hadis: 9; Mxistedreku'l-Vesail c.10, s.387, bab: 83, hadis: 12237.
Uyun-u Ahbari'r-Riza, c.2, s.184, hadis: 7; Biharu'I-Envar, c.49, s.91, bab: 7, hadis: 4.
Beled, 11.
el-Kafi, c.4, s.52, "Fasl-u it'ami't-Team" babi, hadis: 12; el-Mehasin, c.2, s.392, bab: 1, hadis: 29; Vesailu'ş-şia, c.24, s.292, bab: 26, hadis: 30528; Biharul-Envar, c.49, s.97, bab: 7, hadis: 11.
el-Kafi, c.8, s.230, Hadis-i Yecuc ve Mecuc, hadis: 296; Vesailu's-§ia, c.24, s.264, bab: 13, hadis: 30504; Biharu'l-Envar, c.49, s.101, bab: 7, hadis: 18.

El-Kâfi, c.5, s.288, "Kerahetu'l-Istimali'l-Edr" babi, hadis: 1; Vesailuş-Şia, c.19, s.104, bab: 3, hadis: 24247; Biharu'l-Envar, c.49, s.106, bab: 7, hadis: 34.
Tusi, el-Emali, s.588, hadis: 1220; Mecmuat-u Verram, c.2, s.74; Biharu'l-Envar, c.49, s.120, bab: 11, hadis: 1.
Uyun-u Ahbari'r-Rıza, c.2, s.8, hadis: 20; Miskatu'l-Envar, s.233, el-Faslu'r-Rabi Fi's-Sehavet, Biharu'l-Envar, c.50, s.102, bab: 5, hadis: 16.
Kurbu'l-İsnad, s.148; Biharu'l-Envar, c.49, s.29, bab: 3, hadis: 1.
Uyun-u Ahbari'r-Riza, c.2, s.218, Delaletun uhra, hadis: 29; Biharu'l-Envar, c.49, s.38, bab: 3, hadis: 22.


18
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT


Bunun üzerine İmam (a.s) bir kâğıt parçası alarak üzerine şöyle yazdı:
"Eşsiz rahmet ve sürekli şefkat sahibi olan Allah'ın adıyla.

Ama sonra; bu mektubun taşıyıcısı sizi güzel yadetti. Senden geriye kalacak amelin yaptığın iyiliklerindir. O halde kadeşlerine iyilikte bulun ve bil ki, Allah Teâla bir zerre ve bir hardal tanesi kadar da olsa amellerinin hesabını soracaktır."

Mektubu götürecek olan kişi diyor ki: Daha ben varmadan önce mektupla ilgili haber bölgenin valisi Hüseyin b. Abdullah Nişaburi'ye ulaşmiştı. Sistan'a vardığım zaman şehre yaklaşık on iki km. kala beni karşıladi. Mektubu ona verdim. Mektubu alarak öptü ve gözlerinin üzerine koyarak, "Hacetin nedir?" diye sordu. Ben, "Senin defterinde benim hakkimda yazilmiş bulunan ödeyemediğim vergiler var." dedim. Bunun üzerine o vergileri defterden silmelerini emretti. Sonra, "Ben bu bölgenin valisi olduğum müddetce vergi verme." dedi. Sonra ailemi sordu. Ben ailemin sayisini ona söyledim. Bunun üzerine bize yetecek ve hatta artacak miktarda vermelerini emretti. Ben ondan sonra hayatım boyunca vergi vermedim ve onun da ölünceye kadar benimle ilişkisi kesilmedi.


Mazlumu Savunmak

Ali b. Cureyr şöyle diyor: İmam Cevad'in (a.s) huzurunda oturmuştum. O sırada imam'ın (a.s) evinden bir koyun kaybolmuştu. İmam'ın (a.s) komşularindan birini hırsızlık suçuyla tutup Hazretin huzuruna getirdiler. İmam (a.s), "Eyvahlar olsun size!" buyurdu; "Bırakın onu; o hırsızlık yapmamıştır. Koyun falancanin evindedir; gidin onun evinden alın gelin."
İmam'ın (a.s) söylediği eve gittiklerinde koyunun orada olduğunu gördüler. Bunun üzerine ev sahibini hırsızlık suçuyla yakaladılar; elbisesini yırtıp övdüler. O da koyunu görmediğine dair yemin ediyordu.

Adamı İmam'ın (a.s) huzuruna getirdikleri zaman İmam (a.s), "Neden ona zulmettiniz?" buyurdu; "Koyunun kendisi onun bahçesine gitmişti ve onun bundan bir haberi yoktu."
Sonra onun gönlünü alarak elbisesi ve yediği dayak nedeniyle ona bir miktar para bağışta bulundu.
İmam Cevad'in (a.s) Vakar ve Metaneti

Diyorlar ki: İmam Riza'nın (a.s) şehadetinden sonra insanlar Me'mun'un adını anarak onu kılıyorlardı. Me'mun kendisini bu sure: ve günahtan temizlemek için Horasan yolculuğundan Bağdat'a gelerek İmam Muhammed Taki'ye (a.s) bir mektup yazdı. Me'mun bu mektubunda büyük bir saygıyla imam'ı (a.s) yanına çağırdı. İmam (a.s) Bağdat'a geldi, Me'mun imam'ı (a.s) görmeden ava çıktı.

Giderken bir grup çocuğun yolun üzerinde durduğunu gördü. İmam Cevad (a.s) da orada durmuştu. Çocuklar Me'mun'un şatafatını görünce dağıldılar. Ama İmam Cevad (a.s) yerinden hareket etmedi! Büyük bir vakar ve sükûnetle olduğu yerde durdu; nihayet Me'mun gelip Hazrete ulaşınca onun bu
durumuna şaşırarak atının yularını çekip, "Neden diğer çocuklar gibi yerinden hareket edip yolun üzerinden çekilmedin?" diye sordu.
İmam (a.s), "Ey halife!" diye buyurdu; "Yol dar değildi ki ben çekilerek yolu genişleteyim! Bir hata ve suçum da yoktu ki senden kaçayım! Ben senin gibi birini suçsuz yere cezalandiracağını sanmıyorum."

Me'mun bu sözlerin duyunca daha fazla saşırdı.Onun güzellik ve cemaline cezb olarak, "Ey çocuk! Adın ne senin?" diye sordu. İmam (a.s), "Adim Muhammed'dir." buyurdu.,
Me'mun, "Kimin oğlusun?" diye sordu.

İmam (a.s), "Ali b. Musa Rıza'nın (a.s) oğluyum" cevabını verdi.
Me'mun İmam'ın (a.s) soyunu duyunca şaşkınlığı giderildi ve şehid ettiği İmam Rıza'nın (a.s) ismini duyunca utanarak onun tertemiz ruhuna selam gönderdi! Çöle ulaşınca bir çil kuşu gördü. Onu yakalamak için bir atmaca gönderdi; atmaca bir süre gözlerden kayboldu. Gökyüzünde belirince gagasında daha dirin olan küçük bir balık vardı.

Me'mun bu manzara karşısında sağırdı. Balığı eline alarak geri döndü. Geldiğinide İmam Cevad'ı (a.s) gördügü yere varınca yine çocukların dağıldığını, onun ise yerinden hareket etmediğini gördü! Me'mun, "Muhammed! Bu elimdeki nedir?" diye sordu.
İmam (a.s) ilham kanalıyla buyurdu ki: "Allah Teala denizleri yaratmıştır. O denizleden bulut gökyüzüne yükselir. Küçük balıklar da bulutlarla birlikte gökyüzüne yükselirler. Padişahların atmacaları onları tutup getirir. Padişahlar onları ellerine alırlar ve Peygamberin Ehl-i Beyt'ini onunla imtihan ederler!"

Bu sözlerin üzerine Me'mun daha fazla şaşırarak dedi ki: "Gerçekten sen Rıza'nın oğlusun! O yüce kişinin cocuklarından böyle hayret verici sırlari görmek uzak bir sey değildir!"
Batıl Ehlinin Hilesi

Me'mun, İmam Muhammed Cevad'i (a.s) kendisi gibi dünyalik insanlardan yapmak, heva ve heveslerine meyillendirmek için hangi hileye başvurduysa başaramadi ve yaptığı hilelerin imam'ın (a.s) üzerinde bir etkisi olmadi. Nihayet kızını imam'la (a.s) evlendirip zifaf gecesi kızını Hazretin evine göndermek isteyince en güzel yüz cariyenin her birinin ellerine, içi mücevher dolu billur kadehler alma-larini ve İmam (a.s) gelip gelin ve güvey için süslenmiş odada oturmak isteyince bu şatafatla onu karşılamalarmını emretti.

Cariyeler Me'mun'un emrini yerine getirdiler. Fakat İmam (a.s) onlara itina etmedi. Bunun üzerine Me'mun güzel sesli, iyi saz çalan ve uzunca da bir sakalı bulunan Meharik-i Muganni'yi çağırmak zorunda kaldı. Meharik-i Muganni, "Ey muminlerin emiri! Eger Cevad'ı dünyaya yönlendirmek için bu işi yapmamı istiyorsanız. Bu iş icin ben yeterliyim." dedi ve sonra İmam'ın (a.s) karşısında oturup şarkı söylemeye basladi.

Öyle bir şarki söylemeye başladi ki evdeki herkes etrafında toplandi. Sonra saz çalıp şarkı söyledi. Bir saat boyunca saz çalıp çeşitli şarkılar söylemesine rağmen İmam'ın (a.s) sağa-sola teveccüh etmediğini gördüler. Hazret daha sonra başını kaldırarak buyurdu ki:
Allah'tan kork ey sakalli adam!

Bunun üzerine aniden çalgıcı adamin elinden saz ve mizrap yere düştü ve ölünceye kadar artık onlardan yararlanamadi.
Me'mun, Mehariku'l-Nuganni'ye, "Sana ne oldu?" diye sordu.
Dedi ki: İmam Cevad (a.s) bana seslendiği zaman öyle bir titreme tuttu ki beni; artık hiçbir zaman iyileşmem.
Şafii'nin İmam Cevad (a.s) Hakkında Görüşü

Ehl-i Sünnet'in ileri gelen âlimlerinden olan Kemaluddin şafii İmam Muhammed Cevad (a.s) hakkında şunları yazmaktadir:
Bu, (imam Muhammed Cevad) ikinci Ebu Cafer Muhammed'dir (birincisi imam Muhammed Bakir ve ikincisi ise imam Muhammed Taki'dir)... O, çok yüce bir makama sahiptir. İsmi dillere destandır. Onun büyük sabır ve tahammülü, geniş görüşü ve tatli sözleri herkesi kendine cezp etmiştir. Onun feyizlerinin süresi azdi. Takdir kalemi onun gene, yaşta rabbine kavuşmasini yazdi.

Dönemi kısaydi, faydaları yüceydi; kim ona ulaşsaydi elinde olmaksızın karşısında saygıyla eğiliyor ve onun ilmi feyizlerinin nurlarının ışınlarından yararlanıyordu. Herkesin kendisinden yararlanıp aydınlandığı bir nur kaynağıydı. Akıl ve zihin onunla ilim ve marifet kazanıyordu.

İMAM HADi'NIN (A.S) AHLAKI

Allah'm Nimetlerini Hatirlamak

Ebu Haşim Caferi diyor ki: (çok fakir bir duruma düştüm. Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed'in (a.s) huzuruna gittim; İmam (a.s) girmem için izin verdi. Oturduktan sonra bana, "Ey Eba Haşim!" buyurdu; "Allah'ın hangi nimetini alıp şükretmek istiyorsun?"
Benim dilim tutuldu; imam'a (a.s) cevap olarak ne söyleyeceğimi bilemedim. Hazret sonra şöyle devam etti:

"Allah sana rızık olarak iman verdi ve böylece senin bedenini cehennem ateşine haram kıldı. Sana sağlik ve afiyet verdi ve böylece ibadet ve itaat etmesi için ona yardımcı oldu. Sana kataat verdi ve böylece seni eski elbise giymekten (süslenmeyı bırakmaktan) korudu.
Ey Ebu Haşim! Bu sözlerle seninle konuşmaya başlamanın nedeni, sana bu kadar lütuf ve ihsanda bulunan kimse hakkında bana yakınmak istediğini sanmamdır. Ayrıca sana yüz dinar vermelerini emretti; onları da al."
Su ve Hava Sağlığına Dikkat Etmek

Fehham Mensur babasının amcasından şöyle rivayet etmektedir: Bir gün Hz. İmam Hadi (a.s) şöyle buyurdu: "Beni zorla Surremenrea (Samerra) şehrine getirdiler. Beni bu şehirden götürecek olsalar yine istememe rağmen götüreceklerdir."
Ben, "Neden efendim?" diye arz edince imam (a.s), "Güzel havası ve tatli suyu ve hastalıklarının az olmasi nedeniyle." buyurdu.
Şiilere Karşı Özel Lütuf ve Muhabbet

Aralarinda Ebu'l-Abbas Ahmed b. Nazr ve Ebu Cafer Muhammed b. Alevi de bulunan isfahan halkından bir grup şöyle diyor: isfahan'da Abdurrahman adında bir şii vardı. Ona, "Neden bu dönemde İmam Ali b. Naki'nin imametine inanmayı farz kabul ediyorsun?" diye sordular.
Dedi ki: "Tanık olduğum bir şey onu bana farz kıldı. Ben fakir, cüretli ve konuşkan bir kişiydim. Yıllardan bir yıl isfahan halkı beni diğer bazı kişilerle birlikte şikayet için mütevekkil'in sarayına gönderdiler.

Bir gün Mütevekkil'in sarayının kapısındayken Ali b. Muhammed b. Rıza'nın (a.s) getirilmesi emredildi. Oradaki bazi kişilere, "Saraya getirilmesi emredilen bu adam kimdir?" diye sordum. Denildi ki: Rafizilerin imametine inandıkları bir alevidir. Daha sonra bir kişi, "mütevekkil onu öldürmek için çağırtmış olabilir." dedi.

Ben, "Bu adamın kim olduğunu görmeden buradan gitmeyeceğim." dedim.
O, atın üzerinde geldi. İnsanlar sağında-solunda durmuş onu seyrediyorlardi. Onu görünce aşkı kalbime oturdu. İçimden Mutevekkil'in şerrini ondan defetmesi için Allah'a dua ettim.

O, insanlarin arasinda hareket edince sağa-sola dikkat etmeden sadece atının yelesine bakiyordu. Ben de sürekli onun için dua ediyordum. Yanımdan geçerken mübarek yüzünü bana çevirerek, "Allah duanı kabul etti ve ömrümü uzattı; servet ve evlatlarını artirdi." buyurdu. Ben bunun üzerine titreyip arkadaşlarının arasında yere yığıldım. Arkadaşlarım, "Sana ne oldu?" diye sordular.

Ben, "Hayırdır." dedim ve o konuda onlara bir şey söylemedim.
İsfahan'a döndükten sonra Allah büyük bir servet kapısı açtı yüzüme; öyle ki, bugün evin dışındaki şeyler hariç içeride de (hezar hezar) bir milyon dirhem değerinde mal varlığım var. Allah bana on çocuk verdi ve şimdi yetmiş küsür yaşındayım. Ben hala içimdekini bilen, Allah onun benim hakkimdaki hayir duasını kabul eden o yüce zatın imametine inanıyorum."
Hastaya Lütufta Bulunmak Ve Onu iyileştirmek

Ebu Hasim Caferi şöyle rivayet etmektedir: Samerra halkından bir adam tehlikeli baras hastalığıa yakalanmasi nedeniyle hayat ona zehir olmuştu.
Bir gün durumundan dolayı Ebu Ali Fehri'ye yakındı; Ebu Ali dedi ki: "Bir gün Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Rıza'ya (a.s) hatırlatır ve ondan sana dua etmesini istersen hastalığının iyileşeceğini limit ediyorum."
Bir gün İmam (a.s) Mütevekkil'in evinden döndüğü sırada İmam'ın (a.s) yolu üzerinde oturdu. Hazret'i görünce hastalığının şifası için dua etmesini istemek amaciyla ona yaklaşmak için ayağa kalkı. Hazret (a.s) parmağıyla ona işaret ederek üç defa şöyle buyurdu: "Kenara çekil Allah sana selametlik versin."

Ebu Ali Fehri hastayı gördü; hasta imam (a.s) ile karşılasını ona anlattı; İmam Hadi (a.s) o adamı kendisinden uzaklaştirmiş ve o da İmam'a (a.s) yaklaşmak için hareket edememişti.
Ebu Ali dedi ki: "O şefkatli insan, sen istemeden senin hakkında dua etmiştir. Şimdi git ve için rahat etsin- Kesinlikle yakında sağlığına kavuşacaksın'

Hasta eve döndü ve o gece yatıp sabahleyin kalkınca bedeninde o hastalıktan bir eser kalmadığını gördü.
Akrabalara iyilik Yapmak
Davud b. Kasim el-Caferi şöyle diyor: Hacca gitmek icin Samerra'da İmam Hadi (a.s) ile vedalaşmak amacıyla İmam'ın huzuruna girdim. İmam (a.s) benimle birlikte dışarı çıktı. Hail'in sonuna varınca yere indi. Ben de onunla birlikte aşağı indim. Parmağıyla yere daire seklinde bir çizgi çizerek, "Ey amca!" buyurdu; "Yol masrafı ve hac yolculluğunda kullanmak için bu dairenin içindeki şeyi al." Ben elimle yere vurunca içinde iki yüz miskal altın bulunan altın bir kalıp olduğunu gördüm!

Hayret Verici Keramet ve Tedbir
Muhammed b. Talha diyor ki: Bir gün İmam Hadi (a.s) önemli bir iş için Samerra'dan bir köye gitti. Bir Arap İmam'ın (a.s) evinin kapısına gelerek onu sorunca, "falan yere gitti" dediler. Arap da oraya gitti.

İmam Hadi (a.s) ile görüşünce İmam (a.s), "Hacetin nedir?" diye sordu.
Adam dedi ki: "Ceddin Ali b. Ebutalib'in velayetine sarılan Kufe halkından bir kişiyim. Dayanılması bana zor olan büyük bir borcum var ve sizden başka borcumu ödemesi için gidebileceğim bir kimsem yoktur.
Hz. İmam Hadi (a.s) ona, "Mutlu ve sevinçli ol." buyurdu ve sonra onu aşağı indirerek misafir etti. Sabah olunca ona, "Senden bir isteğim var; sakın bu konuda bana karşı gelme!" buyurdu.

Arap, "Size karşı gelmem." diye arz etti.
Bunun üzerine İmam (a.s) kendi hattıyla bir kâğıda "Bu Arabın bende bir malı var." diye bir ikrarname yazdi. Fakat miktarı Arab'ın borcundan fazlaydı. Sonra Araba şöyle buyurdu: "Bu yazıyı al ve Samerraya gidince benim yanıma gel. Orada benim yanımda bir grup bulunacak. Orada parayı ödemedim diye kaba davranarak bu yazıyı gösterip paranı işte! Bana karsşı gelmekten sakın."
Arap, "Buyurduğunuz gibi yapacağım." diye arz ederek yazıyı aldı.

Hz. İmam Hadi (a.s) Samerra'ya vardiği zaman halifenin adamlarından ve diğerlerinden büyük bir kalabalık etrafını sardığı bir sırada Arap gelerek yazıyı gösterip İmam'ın (a.s) tembihlediği gibi konuşarak Hazretten para istedi.
İmam Hadi (a.s) ile Arabın olayi Mukevekkil'e ulaştı. Mütevekkil, imam Hadi'ye (a.s) otuz bin dirhem götürmelerini etmetti. Dirhemleri İmam Hadi'ye (a.s) götürdükleri zaman onlara el sürmedi. Arap gelince ona buyurdu ki: "Bu paraları al ve borçlarını öde. Geri kalanını ise ailenin masraflarında harca; bizi de mazur gör."

Arap, "Ey Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlu!" dedi; "Allah'a andolsun ki, ben bu malın üçte birini limit ediyordum; ancak Allah risaletini nereye bırakacağını daha iyi biliyor."
Sonra paraları alarak İmam Hadi'nin (a.s) huzurundan ayrıldı.
Ad Koymak
Eyyub b. Nun şöyle diyor: İmam Hadi'ye (a.s), "Eşim hamiledir; Allah'tan bana bir erkek bebek vermesini dileyin." diye bir mektup yazdım. İmam (a.s) bana şöyle cevap yazdı: "Dünyaya gelince adını Muhammed koy."
Eşim erkek bir bebek doğurdu ve ben de adını Muhammed koydum.

İMAM HASAN ASKERİ'NİN (A.S) AHLAKI

Şiilere ilgi

İmam Hasan Askeri'nin (a.s) Ali b. Hüseyin b. Babeveyh'e yazmış olduğu mektuplardan birinin bir bölümünde ona ve bütün şiilere özel bir teveccüh edilmiştir. Bu da gerçek şiilerin masum imamın yanında yüce bir makama sahip olduklarını ortaya koymaktadir. Bu mektubun bazı satırlarında şöyle geçmiştir:

"Sabirli ve dirençli ol ve zuhuru bekle; çünkü Resul-i Ekrem şöyle buyurmuştur: "ümmetimin en üstün ameli zuhuru beklemektir." Bizim şiilerimiz, Allah Resulü'nun (s.a.a) yeryüzünü zulum ve sitemle doldurduğu gibi adalet ve eşitlikle dolduracağını müjdelediği oğlum zuhur edinceye kadar sürekli gam ve keder içerisindedirler.

Ey benim şeyhim! Ey Eba Hasan Ali! Sen sabirlı ol ve bizim bütün şiilerimize de sabırlı olmalarını emret. Şüphesiz yeryüzü Allah Teâla'nındır. Onu kullarıarasından istediği kişiye miras bırakacaktır ve akibet muttakilerindir. Allah'in selami, rahmet ve bereketleri senin ve şiilerimizin üzerine olsun. Allah'ın selamı Muhammed ve Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun.

İyiliği Emretmek ve Kötülükten Sakındırmanın En GüzelYolu
Hasan b. Muhammed el-Kummi şöyle diyor: Kum şehrinin ileri gelenlerinden bana şöyle nakledildi: Hüseyin b. Hasan b. Cafer b. Muhammed b. İsmail b. Cafer Sadık Kum şehrinde alanen şarap içiyordu. Bir gün bir hacet için Kum şehrinde vakiflar sorumlusu olan Ahmet b. ishak Es'an'nın evine gitti. Ancak Ahmet b. İshak onun içeri girmesine izin vermedi. Hüseyin b. Hasan çok üzüntülü bir halde eve döndü!
Ahmet b. İshak bu olaydan bir müddet sonra hac yapmak için yola koyuldu. Samerra'ya varınca İmam Hasan Askeri'den (a.s) içeri girmek için izin istedi; fakat İmam {a.s) ona izin vermedi!

Ahmet uzun bir süre ağlayıp gözyaşı döktükten sonra nihayet İmam (a.s) huzuruna girmesi için ona izin verdi. İçeri girince, "Ey Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlu!" diye arz etti; "Ben sizin şiilerinizden, yarenlerinizden ve takipçilerinizdenim olduğum halde neden benim huzurunuza girmemi engellediniz?"

İmam (a.s), "Çünkü sen amcamızın oğlunu kapından kovdun!" buyurdu.
Ahmet ağlayarak onun sadece içki içmekten tövbe etmesi için evine girmesine engel olduğuna dair Allah'a yemin etti.
İmam (a.s) buyurdu ki: "Doğru söylüyorsun" buyurdu; "Ama her durumda soyları nedeniyle onlara ikram etmeli, onları tahkir etmekten ve küçük düşürmekten sakınmalıydın aksi durumda ziyana uğrayanlardan olursun!"

Ahmet döndüğünde Kum şehrinin ileri gelenleri onun ziyaretine geldiler. Hüseyin de onların arasındaydı. Ahmet onu görünce hemen yerinden kalkarak onu karşıladı ve saygı göstererek onu meclisin başına oturttu. Hüseyin b. Hasan onun bu davranışına şaşırarak normal karşılamadı. Ondan bunun nedenini sorduğu zaman Ahmet d. İshak İmam Hasan Askeri (a.s) ile arasında geçenleri ona anlattı.

Hüseyin b. Hasan bunu duyunca çirkin işlerinden pişman olarak tövbe etti. Eve dönerek bütün şarapları doktü, içkiyle bağlantılı ne varsa hepsini kırarak takvalı kişilerden biri oldu ve ölünceye kadar camide itikâf edip oradan ayrılmadı ve Hz. Fatima-i Mastune'nin (s.a) kabrinin yakınlarına defnedildi.

Mucizevi Bir Olay

Muhammed b. Ali b. İbrahim şöyle diyor: Hayâ bize zorlaştı; fakirlik ve yoksulluk bize hücum etti. Babam bana, "Bizi bu adamin (Eba Muhammed Askeri -a.s-) huzuruna götür; onun cömert ve yüce bir kişi olduğunu söylüyorlar." dedi.
Bahama, "Onu tanıyor musun?" diye sordum. Babam, "Onu tanımıyorum ve hiç görmedim." dedi. imam'ın (a.s) huzuruna varmak için hareket ettik. Yolda babam, "Emretse de bize beş yüz dirhem verseler; gerçekten buna o kadar ihtiyacımız var ki! İki yüz dirhem giyim için, iki yüz dirhem un için ve yüz dirhem de geçim masraflarımız için harcasak."

Ben ise içimden şöyle geçirdim: "Keşke bana üç yiiz dirhem verilmesini emretse! Onun yüz dirhemiyle bir binek satın alsam, yüz dirhemini geçimimde harcasam ve yüz dirhemiyle de elbise alsam ve daha sonra Cebel bölgesine gitsem!"
İmam'ın (a.s) evinin kapısına vardığımız zaman kölesi dışarı çıkarak bize doğru gelip, "Ali b. İbrahim ve oğlu Muhammed içeri girsinler." dedi. İçeriye girip ona selam verince babama, "şimdiye kadar bizi ziyaret etmene engel olan şey nedir?" diye buyurdu.
Babam, "Efendim" dedi; "Sizi bu durum ve bu halde ziyaret etmekten utandım."

-----------------
El-Kâfi, c.5, s.111, "Men şerete fi izni lehu fi e'malihim" babi, hadis: 6; Vesailu'ş-Şia, c.17, s.195, bab: 46, hadis: 22336; Biharu'l-Envar, c.50, s.86, bab: 5, hadis: 2.
Biharu'l-Envar, c.50, s.47, bab: 26, s.22,
Biharu'l-Envar, c.5, s.91, bab: 5, hadis: 6.

Biharu'l-Envar, c.50, s.61, bab: 26, hadis: 37.
Metalibu's-Seul Fi Menakib-i Al-i'r-Resul, c.140.
Men La Yehzuruhu'l-Fakih, c.4, s.401, Min Elfaz-i Resulillah (s.a.a), hadis: 5863; Şeyh Saduk, el-Emali, s.412, altmış dördünücü oturum; Biharu'l-Envar, c.50, s.129, bab: 3, s.7.
Şeyh Tusi, el-Emali, s.281, hadis: 545; Menakib, c.4, s.417; Biharu'l-Envar, c.50, s.129, bab: 3, hadis: 8.
El-Hevaric-u ve'l-Cevarih, c.1, s.392, bab: 11; Keşfu'l-Gumme, c.2, s.389; Biharu'l-Envar, c.50, s.141, bab: 3, hadis: 26.
El-Hevaric-u ve'l-Cevarih, c.1, s.399, bab: 11; Biharul-Envar, c.50, s.145, bab: 3, hadis: 29.
Menakib, c.4, s.409; Biharu'l-Envar, c.50, s.172, bab: 3, hadis: 52.
Keşfu'l-Gumme, c.2, s.374; Biharu'1-Envar, c.50, s.175, bab: 3, hadis: 55.
Keşfu'l-Gumme, c.2, s.385; Biharu'l-Envar, c.50, s.177, bab: 3, hadis: 55.
Menakib, c.4, s.425; Biharu'l-Envar, c.50, s.318, bab: 4, hadis: 14.
Biharu'l-Envar, c.50, s.323, bab: 4, hadis: 17; Müstedreku'l-Vesail, c.12, s.374, bab: 17, hadis: 14335.
-----------------
-İmam Hasan Askeri'nin (a.s) huzurundan dışarıçıkınca kölesi yanımıza gelerek babama bir kese verip, "Bunun içinde beş yüz dirhem var; iki yüz dirhem elbise için, iki yüz dirhem un için ve yüz dirhem ise geçim masraflarınızda kullanmak için!" dedi ve sonra bir kese de bana vererek dedi ki: "Bunun da içinde üç yüz dirhem var; yüz dirhemini merkep satın almak için, yüz dirhemini elbise satın almak için ve yüz dirhemini de geçim masraflarında kullan ve Cebel bölgesine gitme; aksine Sevra bölgesine -Irakta bir yer- doğru haraket et."


İMAM MEHDi'NIN (A.F) ÇOK BOYUTLU SİRET VE AHLAKI

Ehl-i Beyt imamları kendilerini dört bir yandan kuşatan haddinden fazla sınırlandırmalar nedeniyle varlıklarının yüceliklerini ortaya koyma fırsatı bulamadılar.
Zamanının imami ve son ümit Hz. Mehdi (a.f), daha önce Resul-i Ekrem (s.a.a), Ehl-i Beyt imamlarının tasvir ettikleri gibi Allah Teala'nin lutuf ve teveccühüyle kendisinin çok boyutlu ve yüce ufuklarını ortaya koyma fırsatı bulacaktır.

Dolayısıyla, hatırlatacaklarımız, diğer Ehl-i Beyt İmamlarının hayatlarında gördüklerimizden daha geniş boyutlarla Hz. Mehdi-i Muntazar'ın (a.f) davranışı ve ahlaki, yaratılışı olacaktır.

Birçok rivayette, İmam Mehdi'nin (a.f) döneminin zorlaştırma, öldürme ve kan dökmeyle dolacağı geçmektedir; hatta bazi rivayetlerde Allah Teala'nin İmam Mehdi'nin (a.f) kalbinden inatcı düşmanlara karşı sevgiyi çıkaracağı, öyle ki insanların şöyle diyecekleri geçmektedir:
...Bu Al-i Muhammed'den değildir; eger Al-i Muhammed'den olsaydı merhamet ederdi.

Fakat şunu bilmek gerekir ki, Hz. Mehdi (a.f) zuhur edince her yer düşman güçlerinin elinde olacak ve düşmanda imam'ın (a.f) karşısında şiddetli bir direniş gösterecek.

İmam Cafer Sadik (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor:
...Bizim Kaimimiz kıyam ettiği zaman cahil insanlardan Resul-i Ekrem'in (s.a.a) maruz olduğu şeylerden daha kötüsüne maruz olacaktır...
Bu durumda İmam Mehdi'nin (a.f)cihad, savaş, inkılabın gerektirdiği katiyetten başka bir garesi olmayacaktir.
Yeminli ve inatçı düşmanların direnci kırılınca her yeri adalet, refah, sulh ve kalıcı bir emniyet kaplayacaktir.

Aşağıda değineceklerimiz Hz. Mehdi'nin (a.f) dünya çapında ve insanın yüce ufuklarında yapacağı lslah hareketi ve ahlakını ortaya koyan rivayetlerdir.
Ahlak ve Yaratılış Allah Resulü (s.a.a) Gibidir

Emirulmüminin Ali (a.s) İmam Hüseyin'e (a.s) bakarak şöyle buyurdu:Şu ağlum Allah Resulu'nün (s.a.a) "efendi" diye adlandırdığı gibi efendidir. Bunun soyundan peygamberinizle aynı isimde olan, yaratılış ve ahlak bakımından onunla aynı olan bir kişi gelecektir...
Abdullah b. Ata şöyle diyor: İmam Cafer Sadık'tan (a.s) Hz. Mehdi'nin (a.f) siretinin nasıl olduğunu sordum. Buyurdu ki:
"O, Peygamberin (s.a.a) yaptığım yapacaktır..." İbn Abbas Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle nakletmiştir: "Onların dokuzuncusu Ehl-i Beyt'imin kaimi ve ümmetimin Mehdisidir; şekil, konuşma ve davranış bakımından insanların bana en çok benzeyenidir..."

Ahmed b. ishak b. Sad, Eba Muhammed Hasan b. Ali Askeri'den (a.s) şöyle duydum diyor:
Beni dünyadan almadan önce yaratılış ve ahlak bakımından insanların peygambere en çok benzeyeni olan benden sonraki halifemi bana gösteren Allah'a hamdolsun. Ka'bu'l-Ahbar, Katade'den şöyle nakletmiştir:
Mehdi insanların en hayırlısı ve... Yaratılmışların en sevimlisidir.
Adaleti

Ali b. Musa'ya (a.s), "Ey Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlu! Siz Ehl-i Beyt'in kaimi kimdir?" diye sorulduğu zaman buyurdu ki: "Benim çocuklarından dördüncüsü, cariyelerin efendisinin oğlu. Allah Teâla (a.s) onunla yeryüzünü her türlü zulüm ve sitemden temizleyecektir... Zuhur edince yeryüzü ilahi aydınlığına rağmen karanlık olacak, insanlar arasında adalet ölçüsünü hâkim kılacak ve hiç kimse diğerine zulüm etmeyecek."
Ali b. Akabe kendi babasından şöyle naklediyor:

"Mehdi kıyam edince adaletle hüküm sürecek, onun döneminde zulüm kalkacaktır... Bütün hakları sahiplerine verecektir..."
On İki İmam hakkındaki nass konusunda Emirulmüminin Ali'den (a.s), Allah Resulü'nden (s.a.a) şöyle rivayet etmiştir: Onların sonuncusunun ismi benim ismimle aynıdır; zuhur edip zulüm ve haksızlıkla dolduğu gibi adalet ve eşitlikle dolduracaktir...
Emirulmüminin Ali (a.s) Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle rivayet etmiştir:

Munadi şöyle bir nida edecek: Bu Allah'ın halifesi Mehdi'dir; ona tabi olun. Yeryüzünü zulüm ve haksızlıkla dolduğu gibi adalet ve eşitlikle dolduracak. Dünyayı anarşi sarıp bazıları bazılarına geceleyin baskın düzenlediği, ne büyüklerin küçüklere merhamet ettiği ve ne de güçlülerin güçsüzlere sevgi beslediği bir dönemde Allah Teâla zuhur etmesi için ona izin verecektir. İmam Cafer b. Muhammed Sadik (a.s) şöyle buyurmaktadır: Kaim'in adaletinden belirecek olan ilk şey şudur:

Onun tarafından bir nida eden şöyle nida edecek: Sünnet hacci olan kimse tavaf ve hacere (istilam edip el sürmeyi) farz hacci olana bıraksın. Hz. Mehdi'nin (a.f) yeryüzünü adaletle dolduracağına dair yüz yirmi rivayet vardır.
Barış ve Emniyet

Emirulmüminin Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Kaimimiz kıyam ettiği zaman... Kulların kalbinden düşmanlık çekip gidecektir.
İmam Muhammed Bakir (a.s) şöyle buyuruyor: imam'ın yarenlerinden üç yüz küsür kişi yeryüzününü tümüne hüküm sürdükleri vakit güçsüz bir yaşlı kadın hiç kimse ona engel çıkarmadan dogudan batiya gider...
Ali b. Akabe kendi babasindan şöyle rivayet etmiştir:

"...Kaim kıyamedecek olursa... Yollar emniyetli olur."
Umumi Refah
İmam Muhammed Bakir (a.s) şöyle buyurmuştur: Ehl-i Beyt'imin Kaimini görecek olan hasar görenler derman bulacaklar ve ona ulaşan güçsüzler güçlenecekler.
İmam Cafer Sadık (a.s) buyurmuştur ki: Kaimimiz kıyam edecek olursa sizlerden biriniz mal vererek ve üzerindeki zekattan kaldırmak için bir adam arayacak, fakat o malı ondan alacak birini bulamayacak ve insanlar Allah'in kendi lütfuyla onlara verdiği şeye ihtiyaç duymayacaklardır.
Emirulmüminin Ali (a.s) Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle naklediyor:

Mallar üst üste yığıldığı bir sırada bir adam ona doğru yönelecek ve ona, "Ey Mehdi! Bana bağışta bulun." diyecek. O ise, (istediğin kadar) al diyecek.
İmam Muhammed Bakır'dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir:
Kaim zuhur edince yılda iki defa insanlara bağışta bulunacak, ayda iki defa erzak verecek, insanlar arasinda adalet ve eşitliği sağlayacaktir; öyle ki zekâta ihtiyacı olan bir fakir bulamayacaksınız. Zekat verenler zekatlarıyla birlikte Mehdi'nin şiilerinden olan fakirlere doğru gelecekler; fakat onlar kabul etmeyecekler. Zekât parasını keseye doldurup şiilerin evlerini gezdirecekler, şiiler ise evlerinden dışarı çıkarak, "Bizim sizin paranıza ihtiyacımız yoktur." diyecekler.

İmam Muhammed Bakır (a.s) buyruğunun devamında şöyle diyor:
Dünyadaki bütün insanlarin malları yerin içinden ve dışından Mehdi için toplanacak ve bunun peşinden insanlara denilecek ki: Elde etmek için akrabalık ilişkilerinizi kestiğiniz, haram kanları döktüğünüz veçeşitli günahları işlediğiniz şeylere yönelin. O sırada İmam Mehdi, kendisinden önce hiç kimsenin yapmadığı bir bağış yapacaktır.

Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ahir zamanda mail dağıtan, ama saymayan bir halife ge-lecektir.
Halifeleriniz arasında öyle bir halife var ki malı saymadan dağıtacaktır. Yaptığı bağış tatlıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyuruyor: Allah (imam Mehdi'nin (a.f) döneminde) Muhammed'in ummetinin kalplerini ihtiyaçsızlıkla dolduracaktir.
Ehl-i Beyt Şiilerinin Durumunu Islah Etmek

İmam Ali b. Musa (a.s) şöyle buyuruyor: Mehdi muminler için rahmet, kâfirler için ise azap kaynağıdır.
İmam Ali b. Hüseyin (a.s) buyuruyor ki:
Kaim kıyam ederse Allah Teâla zaran Şiilerimizden uzaklaştırır.

İmam Muhammed Bakır (a.s) buyuruyor ki: (Mehdi'nin (a.f) döneminde) Allah Teâla Şiilerimizin içlerini açacak (rahatlık verecek); eğer saadetli bir onlara uğramazsa, onlar onlara uğrayacaklar.
İmam Ali b. Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur: Kaimimiz kıyam edince Allah Teâla bütün muminlerden zaran kaldıracak ve gücünü ona döndürecek.
İmam Cafer Sadik (a.s) şöyle buyuruyor: Kaimimiz kıyam edince, birliktelik ve birbirini sevme dönemi başlayacak ve kişi, ihtiyacını kardeşinin kesesinden alacak; kardeşi de onu engellemeyecek.

İmam Cafer Sadik (a.s) yine buyuruyor ki: Allah Teâla miraçta Mehdi hakkında Resul'üne şöyle bu-yurdu: 'Onun vesilesiyle düşmanlardan intikam alacağım; o benim dostlarimin huzur ve rahatlik kaynağıdır. Şiilerinin zalimlerden, inkâr edenlerden ve kâfirlerden intikam alma hissini yatıştıracak olan odur.
Akli Erginlik, Bilimsel ve Ahlaki Tekâmül
İmam Cafer b. Muhammed Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:Kaimimiz kıyam edince elini kulların bağına koyarak onların akıllarını toplayacak (dağınık görüşlere son verecek) ve ahlaklarını kemale erdirecek.


--------------
El-Kâfi, c.1, s.506, "Mevlud-u Ebi Muhammed el-Hasan b. Ali (a.s)" babi, hadis: 3; şeyh Mufid, el-irşad, c.2, s.326; Ravzatu'I-Vaizin, c.l, s.247; Keşfu'l-Gumme, c.2, s.410; Biharu'l-Envar, c.50, s.278, bab: 3, hadis: 52.
Biharu'l-Envar, c.52, s.354, bab: 27, hadis: 13.
Biharu'l-Envar, c.51, s.39, bab: 4, hadis: 20.
Biharu'l-Envar, c.52, s.352, bab: 27, hadis: 108.
Biharu'l-Envar, c.52, s.379, bab: 27, hadis: 187.
Kemalu'd-Din, c.2, s.118.
İkdu'd-Durer Fi Ehbari'l-Muntazar, s.152.
Kemalu'd-Din, c.2, s.371, bab: 35, hadis: 5; Biharu'l-Envar, c.52, s.351, bab: 1, hadis: 29.
-Şeyh Mufid, el-İrşad, c.2, s.384; Biharu'l-Envar, c.52, s.338, bab: 27, hadis: 83.
Biharu'l-Envar, c.52, s.379, bab: 27, hadis: 186.
Biharu'l-Envar, c.52, s.380, bab: 27, hadis: 188.
El-Kâfi, c.4, s.427, "Nevadiru't-tavaf" babı, hadis: 1.
El-Hisal, c.2, s.626, "Ebvabu'l-Mie..." babi, hadis: 10; Biharu'l-Envar, c.52, s.316, bab: 27, hadis: 11.
Biharu'l-Envar, c.52, s-341, bab: 27, hadis: 91.
Şeyh Mufid, el-irşad, c.2, s.384; Biharu'l-Envar, c.52, s.338, bab: 28, hadis: 83.
Biharu'l-Envar, c.52, s.335, bab: 27, hadis: 68.
Şeyh Mufid, el-İrşad, c.2, s.386; Biharu'l-Envar, c.52, s.337, bab: 27, hadis: 77.
Biharu'l-Envar, c.52, s.379, bab:27, hadis: 186,
Biharu'l-Envar, c.52, s.390, bab:27, hadis: 214.
Ikdu'd-Durer Fi Ehbari'l-Muntazer, s.161.
Ikdu'd-Durer Fi Ehbari'l-Muntazer, s.165.
Kemalu'd-Din, c.2, s.376, bab: 35, hadis: 7; Biharu'l-Envar, c.52, hadis: 322, bab: 27, hadis: 30.
Biharu'l-Envar, c.52, s.317, bab: 27, hadis: 12.
Biharu'l-Envar, c.52, s.27, hadis: 91.
Biharu'l-Envar, c.52, s.364, bab: 27, hadis: 138.
El-İhtisas, s.26; Biharu'l-Envar, c.52, s.372, bab: 27, hadis: 164.
Kemalu'd-Din, c.1, s.252, hadis: 2; Biharu'l-Envar, c.52, s.379, bab: 27, hadis: 185.
Biharu'l-Envar, c.52, s.336, bab: 27, hadis: 71.
---------------

İmam Muhammed Bakır (a.s) buyuruyor ki: Kaimimiz kıyam edince elini Allah kullarının başına koyarak onların akıllarını (farklı görüşleri yok ederek) toplayacak ve onların akılları kemale erecek.

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Bizim Kaimimiz kıyam edecek olursa Allah Teâla Şiilerimizle Kaim arasında bir bağlantı vesilesine gerek kalmaması için onların görme ve duyma hislerini artıracak-tır. Kaimimiz onlarla konuşacak ve onlar da onu duyacak ve ona bakacaklar.
İmam Cafer Sadik (a.s) yine şöyle buyurmuştur: ilim yirmi yedi bölümdür. Peygamberlerin getirdikleri-nin tümü iki bölümdür ve insanlar bügüne kadar o iki bölümden fazlasını bilmemektedirler. Kaimimiz kıyam edecek olursa o yirmi beş bölümü de getirip insanların arasında yayacaktır. Yaydığı şeyler yirmi yedi bölüm olmasi için bu iki bölümü de onlara ekleyecektir.

Son Değerlendirme

İmam Cafer Sadik (a.s) şöyle buyurmuştur: Bizim hükümetimiz en son hükümettir ve bizim siret ve uygulamalarımizi görünce, "Biz de hüküm sürseydik bunlar gibi yapardik." dememeleri için bizden önce hüküm sürmeyen hiçbir hükümet sahibi baki kalmayacaktir. Bu, Allah Teala'nin, "Akıbet muttakilerindir." buyruğunun özüdür.
İmam Mehdi'ye (a.s) Nasil Selam Verelim?

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Biriniz onu görebilecek kadar kalacak olursa onu gördüğü zaman şöyle desin: "Esselamu aleykum ehlebeyti'r-rahmet-i ve'n-nubuvveti ve ma'dini'l-ilmi ve mevzi-i'r-risaleti. Esselam-u aleykum ya bakiyyetellahi fi erzihi.
(Selam olsun siz rahmet ve nübüvvet Ehl-i Beytine, ilim madeni ve peygamberlik yerine; selam olsun sana ey Allah'ın yeryüzündeki bakiyesi!)
Hz. Mehdi'nin (af) büyük hemasetinin insani ve ahlaki boyutları iyi bir şekilde tasvir edilecek olursa şüphesiz intizar ve zuhuru bekleyiş hedefli, faal, yüce ve semereli bir davranış olacaktır.

EHL-İ BEYT VE FEDAKÂRLIK

Fedakârlık ve diğerlerini kendine tercih etmek Ehl-i Beyt'in zati sıfatıdır. Bu özellik Ehl-i Beyt'in hayatının her safhasında ve bu ailenin her birinin yaşamında güneş gibi parlak ve apaçıktır. Öyle ki, onların kapısına giden her fakir ve ihtiyaç sahibi ve hatta ihtiyacı olmayanlar bile elleri dolu, keseleri para ve mal varlığıyla dolu şekilde geri dönmüşlerdir. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
Biz bir fakiri geri çevirmiş olmamak için hatta ihtiyacı olmayanlara da bağışta bulunuruz!

Ebu Hamza Sumali diyor ki: imam Zeynulabidin'in (a.s), cariyesine, "Evimizin kapisindan geçen her fakiri yedirin." diye buyurduğunu duydum, Ben, "İnsana elini uzatip bir şey isteyen herkes fakir değildir." diye arz edince imam (a.s) şöyle buyurdu:Ben, bizden yardım isteyen bazı kişiler fakir ve müstahak oldukları halde onları geri çevirmekten ve bundan dolayı Yakub'un başına gelen şeyin biz Ehl-i Beyt'in de başına gelmesinden endişeleniyorum.

Bu bağış ve fedakarlik bazen onların mal varlıklarının tümünü kapsıyordu. İmam Cafer Sadik (a.s) şöyle buyuruyor:
Hasan b. Ali üç defa ayakkabısı, elbisesi ve dinarina kadar neyi varsa her şeyini Allah Teâla ile bölüştü.
Eşsiz Fedakârlık

Hasan-i Basri diyor ki: Bir gün Hz. İmam Hüseyin (a.s) kendi bostanına yaklaşınca kölesinin oturup ekmek yediğini gördü. İmam (a.s) hurma agacının altında oturup onu dikkatle seyretti. Kölenin her ekmekten yarısını yiyip gerisini köpeğe attığını ve sonunda da ellerini kaldırarak şöyle dua ettiğini gördü:

"Allah'im! Beni ve efendimi bağışla. Onun babasına ve annesine bereket verdiğin gibi ona da bereket ver. Rahmetin hürmetine ey şefkatlilerin en şefkatlisi!"
Bunun peşinden İmam (a.s) ayağa kalkarak onu ismiyle çağırıp, "Ey Safi!" diye buyurdu. Köle korkuyla yerinden kalkarak, "Efendim ve ey bütün müminlerin efendisi! Ben sizi görmedim. Beni affedin." dedi.

İmam (a.s), "Bana hakkını helal et." buyurdu; "izin almadan senin bostanına girdim!"
Safi, "Siz fazilet ve kereminizden dolayi böyle söyliüyorsunuz." dedi. İmam (a.s) buyurdu ki: "Ekmeğin yarısını kendin yediğini ve diğer yarısını ise köpeğe verdiğini gördüm; neden böyle yaptın?"

Köle, "Efendim" dedi; "Ben ekmek yediğim zaman bu köpek bana bakıyordu; ben onun bakışından utandım. Ayrıca bu da bostanınızı düşmanlardan koruyan sizin köpeğiniz, ben de sizin kölenizim; ikimiz de sizden ulaşan rızkı yiyorduk."

İmam Hüseyin (a.s) ağlayarak buyurdu ki: "Sen Allah yolunda azadsın ve gönül rızasıyla sana bin dinar veriyorum!"
Köle, "Beni azad etseniz bile yine de sizin bostanınızın sorumluluğunu üstlenmek istiyorum." dedi.

İmam Hüseyin (a.s) ona cevap olarak şöyle buyurdu: "Bir insan bir şey söylediği zaman onu ameliyle ispatlaması yakışır. Ben daha önce, "İzin almadan senin bostanına girdim." dedim. Dolayısıyla, sözümü amelimle ispatladım ve içindeki şeylerle birlikte sana bağışladım!"
Bunun üzerine köle, "Eger siz bağınızı bana bağışladıysanız, ben de onu sizin etrafınızdakilere ve Şiilerinize vakfettim." dedi.
Zor Şartlar Altında Fedakârlık

Dikkat edilmesi gereken önemli nokta, Ehl-i Beyt'in bağış ve fedakârlığı hayatlarının en en zor şartlarında bile birakmamalarıdır; nitekim şöyle nakletmişlerdir: Bir fakir Aşura günü çok sayıda bir grubun Neyneva çölünde konakladığım duyunca gidip onlara yetişti. İmam Hüseyin (a.s) durumunu sorunca, "Fakirim; çok sayida insanın burada konakladığınıduyunca, belki onlardan bir hayır ulaşır." dedim.

Bunun üzerine imam (a.s), "Burada dur ve daha ileri gelme." buyurdu. Sonra çadıra dönerek yardım olarak vereceği şeyi bir bez parçasına sararak o fakire verdi. Fakir de onu alarak sevinerek geri döndü!

Suçluları Bağışlamak

Her an bir kılığa giren, bazen hakkın, bazen batılın yanında olan ve bazen de tarafsız kalan Ubeydullah b. Hürr-i Cu'fi, Sıffin savaşında Iraklı olmasına rağmen Muaviye'nin yardımına koştu ve savaş boyunca Emirulmüminin Ali'ye (a.s) karşı ve Ehl-i Beyt'in baş düşmanı olan Ebusüfyan oğlu Muaviye'nin hizmetinde oldu.

O, Siffin savaşından sonra Irak'ta hayatini sürdüremeyeceğini düşünerek Muaviye ile birlikte şam'a gitti ve orada Muaviye'den aldığı maaşla hayatını sürdürmeye başladı.
Irak'ta Ubeydullah b. Hurr'ün savaşta öldürüldüğü yayıldı. Eşi, buna emin olup dini vazifesinin gereğini yerine getirdikten sonra ikrime b. Hubeys ile evlendi.

Eşini çok seven Ubeydullah o kadar rahatsiz oldu ki, Kufe'ye dönerek eşini, ikinci kocasından ayırıp eve görürmeye karar verdi.
Muaviye onu Kufe'ye gitmemesi icin korkutarak ona,
"Kufe'ye gider gitmez Ali'nin intikam kılıcıyla karşılaşacaksın!" dediyse de Ubeydullah ona şöyle cevap verdi: "Ben adalete ve sorunları çözmeye gidiyorum. Kufe'ye gitmekten herhangi bir korku ve endişem yoktur. Ali'nin ahlakı senin ahlakın gibi değildir; Ali'nin ahlaki ilahi ve melekuti bir ahlaktır. O, kendisini imdada çağıranların imdadına koşandır."

Umeydullah mescide gelince kalabalik bir grubun hidayet ve sevgi güneşinin etrafında toplandığını gördü. Herkesin İmam Ali (a.s) ile işinin bitmesini bekledi. Sonra Ali'nin (a.s) huzurunda oturarak büyük bir sakinlikle şikâyetini dile getirdi. İmam Ali (a.s), "Sen Siffin savaşında bana karşı Muaviye'ye yardım eden ve iman ehline karşı kılıç çeken kişi değil misin?"

Ubeydullah, "Ey Ali!" dedi; "Ben mahkemeye çekilmek için buraya gelmedim. Ben derdime derman bulmak için huzuruna geldim. Benim sorunumu hallet ve eşimi bana geri döndür!"

Emirulmüminin Ali (a.s), kölesine o adamı yanına getirmesini emretti. Köle, kadının kocasını imam'ın (a.s) huzuruna getirdi. İmam (a.s) adamdan kadını ilk kocasına dönmesi için bırakmasını istedi. Adam, "Kadin benden hamiledir." dedi. Bunun üzerine İmam (a.s) bir ev kiralayıp kadini o eve aktarmalarini ve kadin bebeğini doğuruncaya kadar masrafını Emirulmüminin Ali (a.s) karşılamak üzere ona bakması için
-----------
Kemalu'd-Din, c.1, s.252, hadis: 2; Biharu'l-Envar, c.52, s.379, bab: 27, hadis: 185.
Biharu'l-Envar, c.52, s.336, bab: 27, hadis: 72.
Biharu'l-Envar, c.52, s.336, bab: 27, hadis: 73.
Şeyh Mufid, el-İrşad, c.2, s.384.
İddetu'd-Dai, s.101, "Kerehiyet-u Sual" bölümü; Biharu'l-Envar, c.93, s.159, bab: 16, hadis: 37.
İlelu'ş-Şerai, c.1, s.45, bab: 41, hadis: 1; Tefsir-i Ayyaşi, c.2, s.167, hadis: 5; Vesailu'ş-Şia, c.9, s.416, bab: 21, hadis: 12369; Biharu'l-Envar, c.93, s.174, bab: 19, hadis: 19.
Tehzibu'l-Ahkâm, c.5, s.11, "Vucubu'l-Hac" bab, hadis: 29; Vesailu'ş-Şia, c.9, s.480, bab: 52, hadis:2539; Sunenu'l-Kubra, c-4, s.542, hadis: 8645.
Harezmî, Maktelu'l-Hüseyin, c.1, s.153; Müstedreku'l-Vesail, c.7, s.192, bab: 17, hadis: 8006.
Pişva-i Şehidan.



19
Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT Arş Misafirleri:EHL-İ BEYT

bir hemşire tutmalarını ve daha sonra dini kurallara uygun olarak kadına Ubeydullah'a dönmesini emretti.
Ehl-i Beyt'in ahlak ve siretinde affetmek, zulmü görmezden gelmek ve göz yummak, yiğitlik ve mertlik olarak dikkat edilen bir durumdur.
Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Biz Ehl-i Beyt'in yiğitliği, bize zulüm ve sitem eden kişiyi affetmek ve bizden esirgeyen kişiye bağışta bulunmaktir.

Ve bu gerceği sadece dille söylemekle kalmıyor, ayrıca, davranış ve hareketleriyle de kendilerine bu gerçeği prensip edinmişlerdi.
İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: "Yahudi bir kadın bir koyun etini zehirleyerek Resul-i Ekrem'in (s.a.a) huzuruna getirdi; kadin Peygamber Efendimizin ondan yiyerek ölmesini istiyordu. Allah Resulü (s.a.a), "Seni bu ise sürükleyen nedir?" diye sordu. Yahudi kadin dedi ki: "Ben içimden, "O gerçekten Allah'ın elçisi ise bu zehirli et ona bir zarar vermez. Fakat eğer padişah ise insanlari onun hükümetinden kurtarmış olurum." dedim."
Resul-i Ekrem (s.a.a) onun bu sözünü duyunca onu kendi haline bıraktı!

İbn Ebi'l-Hadid Şerh-u Nehcü'l-Belaga'da Emirulmüminin'in Ali'i (a.s) anlatırken şöyle diyor: "Sabırlı olmak ve suçluyu affetmek konusunda, insanların en sabırlısı ve en çok affedeniydi. Bu sözün doğruluğu Cemel savaşında apaçık bir şekilde görülmektedir. En büyük ve en kinci düşmanı olan Mervan b. Hakem'i yakalamasına rağmen onu bıraktı!


Beni Hasan ve Hüseyin'e Bağışla

Resul-i Ekrem (s.a.a) bir suçlu hakkında hüküm vererek kim onu nerede yakalarsa, suçlunun cezalandırılması için tutuklamasını emretti
Firari suçlu cezaya çarptırılmaktan kurtulmak için evden eve saklanıyor, kendini insanların gözünden uzak tutuyordu. Fakat bu durumun uzamasi sabrını taşırdı.

Bir gün arkasında saklandığı kapının deliğinden sokağı seyrediyordu. Ansızın, o zaman daha küçücük çocuk olan İmam Hasan ve imam Hüseyin'in sokaktan geçtiklerini gördü. Bunun üzerine kapıyı açarak ikisini de omuzlarına bindirerek Mescid-i Nebiye doğru hareket etti. Mescid'e girince Resul-i Ekrem (s.a.a) minberdeydi. "Ey Allah'in Resulü'ü!" diye seslendi; "Ben bu ikisini kendime sefaatçı kıldım. Bu iki yüce kişinin hürmetine beni affet." Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.a) büyük bir sabir ve şefkatle onu affetti!

Yeryüzünde Fesat Çıkaran Muharibi Affetmek

Basra'da bir kişi Emirulmüminin Ali'nin (a.s) huzuruna gelerek: "Muharibin cezası nedir?" diye sordu. İmam (a.s), "Kur'an-i Kerim'e göre sürgün edilmek veya el ve ayağının kesilmesi ya da idam edilmesidir." buyurdu.

Adam, "Bu muharip Harise b. Zeyd olursa hükmü nedir?" diye sordu. İmam (a.s), "O da bu hükmün kapsamina girer." buyurdu. Adam, "Ey Ali! Harise sizden af dilemeye gelmiştir." dedi. İmam (a.s), "Gelsin." buyurdu. Harise gelerek pişman bir halde Emirulmüminin Ali'nin (a.s) ayaklarına kapandı. İmam (a.s) koltuğunun altından tutarak "Ayağa kalk; Allah seni affetti!" buyurdu.

EHL-İ BEYT VE TEVAZU

Ehl-i Beyt'in yaşam ve hayat kararnamesinde tevazu ve alçak gönüllülük çok göz alıcı ve şaşırtici bir hadisedir! İbn Mesud diyor ki: Bir adam Allah Resulü'nün (s.a.a) huzuruna girdi. Konuşma esnasinda titremeye başladi. Hazret ona, "Sakin ol; ben padişah değilim." buyurdu.
Adamın biri diyor ki: Bir grupla birlikte Resul-i Ekrem-'in (s.a.a) mübarek huzuruna girerek, "Sen bizim efendimizsin." diye arz ettim.Fakat Hazret, "Efendi ve sunucu sadece Allah Teala'dir." buyurdu.

Ebu Basir şöyle diyor: Hz. imam Cafer Sadık (s.a.a) hamama gitti. Hamamci, "Ey Allah Resulü'nün oğlu! Hamama başkalarının girmesini önleyeyim mi?" diye arz etti. İmam (a.s) buyurdu ki: "Benim buna ihtiyacım yoktur; muminin isi bundan daha sadedir."

İmam Rıza (a.s) hamama gitmişti. Onu tanımayan bir adam, "Ey adam! Bana kese at." dedi.İmam (a.s) da ona kese atti! İmam (a.s) onu keselerken insanlar imam Rıza'nın (a.s) kim olduğunu o adama tanıttılar. Adam büyük bir mahcubiyet içerisinde özür dilemeye başladi. Adam kendisini kenara çekmek çalıştıysa da imam (a.s) bir taraftan buyruklarıyla onu sakinleştiriyor, diğer taraftan da kese atmaya devam ediyordu!!

Şunu unutmamak gerekir ki, tevazu ve alçak gönüllülük tohumun toprağa girmesi gibi olup birçok semere ve mahsuller verir. Ehl-i Beyt tevazu ve alçak gönüllülük yoluyla ubudiyet ve kulluk topraklarına baş koyup Allah Teâla'nın sıfatlarında kök gezdirdiler ve varlıklarının gövdesinden tatli meyveler çıkardılar; onların varlıklarının bu tatli meyvelerinden biri ilim, bilgi ve bilinçti.

Ehl-i Beyt'le Birlikte Olun; Onlardan Ne One Geçin, Ne De Geride Kalın

O yüce kişilerin varlık âleminin gerçekleri hakkında geniş bilgileri, derin bilinçleri ve tüm yönlü basiretleri nedeniyle kıyamet gününe kadar hidayet önderleri olarak seçilmişlerdir. Ve herkes bilmelidir ki, onlardan öne geçmek helak olmaya ve onlardan geri kalmanın ise şekavet ve delalete neden olur.

Aziz Peygamberimiz (s.a.a) buyuruyor ki: Ehl-i Beyt'imden öne geçmeyin, aksi durumda helak olursunuz. Onlara ögretmeye de kalkışmayın; çünkü onlar sizden daha bilgilidirler.
Yine şöyle buyurmuştur: Bilin ki Ehl-i Beyt küçük yaşta insanların en akıllıları ve büyüdiiklerinde ise insanların en bilgilileridirler. Onlar sizi hidayet kapısından çıkarmaz ve sizi sapıklık vadisine çekmezler.

Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) Seleme b. Kuheyl ve Hâkim b. Uteybe'ye şöyle buyurdu:

İster doğuya gidin, ister batiya; biz Ehl-i Beyt'ten kaynakIanmayan doğru bir ilim bulamazsiniz. Ve yine şöyle buyurmuştur: Biz (Ehl-i Beyt) Allah'ın ilminin hazineleriyiz.

Şehitler serveri imam Hüseyin (a.s) ise şöyle buyurmuştur: İnsanların neden bize karşı kin beslediklerini bilmiyoruz?! Oysaki biz rahmet evi, nübtivvet şeceresi ve ilim madeniyiz.

Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle nakletmektedir: Öğle olunca Ali b. Hüseyin (imam Zeynülabidin a.s) namaz kılıyor, sonra dua ediyor ve peşinden Peyğamber ve Ehl-i Beyt'ine şöyle selam gönderiyordu:
Allah'ım! Muhammed ve Ehl-i Beyt'ine salat eyle. Onlar ki, nübüvvet şeceresi, risalet mekani, meleklerin inip çıktığı yer, ilim madeni ve vahiy Ehl-i Beyt'idirler.

EHL-I BEYT VE KUR'AN

Ehl-i Beyt: Kur'an'ın öğretmenleri

Şüphesiz Kur'an-i Kerim ancak Arap lüğatlerinin anlamlarinin ve Arapca edebiyat kurallarının bilinmesi durumun-da anlaşılabilir. Çünkü Kur'an-i Kerim'i birkaç lüğat ve birkaç edebiyat kuralıyla anlamak mümkün olsaydi Allah Teâla Kur'an-i Kerim'in birkaç yerinde Resul-i Ekrem (s.a.a) ve Zikir Ehlini -ki Şii ve Sünni hadislerine göre Ehl-i Beyt'tirler-Kur'an'in öğretmenleri olarak tanıtmasiına gerek olmazdı.

Allah Teâla tarafından Kur'an-i Kerim için öğretmen tanıtılmış olmasından, Emirülmüminin Ali'nin (a.s) buyurduğu gibi helal ve haramları, farzları ve faziletleri, nasih ve mensuhlari, ruhsat ve azimetleri, hass ve amları, mukayyed ve mutlakları, muhkem ve müteşabihleri içeren Allah'in Kitabı'nın büyük bir bölümünü anlamak sıradan insanların yapabilecekleri bir şey olmadığı anlaşılmaktadir.

İnsanlar ister havzalı olsunlar ister üniversiteli, ister aydın olsunlar ister olmasınlar, ister alim olsunlar ister avam, ister hekim, arif, fakih veya filazof olsunlar Allah'ın kitabının ayetlerini, dakik ve zarif noktalarını, müphem ve gayr-i müphemlerini anlamak için en değerli kitaplarda kaydedilen Resul-i Ekrem (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'ten nakledilmiş olan sahih ve doğru rivayet ve hadislere müracaat etmeleri ve onların ilim gemisiyle bu derin denize girmeleri ve böylece hakikatlere ulaşmaları farzdır.

Bunun disinda bir yol izleyecek olur-[ftrsa kesinlikle kendi fikri bulgulartni ve bilimsel dusiincele-rini ayetlerin anlami olarak Allah Teala'nm ayetlerine tahmil otmek zorunda kalacak ve bu yolla hem kendilerine ve hem ile Miisliimanlara telafi edilmez zararlar vereceklerdir.
Resul-i Ekrem (s.a.a) Kur'an-i Kerim hakkında şöyle buyuruyor. Onun zahiri güzel ve düzenli, batini ise derindir. Hayrete düşüren yönleri sayılmaz ve sırları eskimez.

Bu durumda Kur'an-i Kerim şunun ve bunun eksik anlayışı ve az bilgisiyle nasıl anlaşilabilir ki?! Neden sıradan her insan Resul-i Ekrem (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'in talımatı olmadan Kur'an'a yönelip kendi eksik kavrama güccü ve bilgisiyle anladığı şeyi Kur'an ayetlerinin kesin anlami olarak habersiz ve cahil kimselere verme cesareti buluyor?!
Keşke Kur'an-i Kerim ve Allah'ın dinine karşı da diğer ihtisasi bilimler gibi davransalardı da insanlara bu kadar manevi ve kültürel zarar verilmeseydi.

Kur'an'ın anlamlarından ancak, yine Kur'an-i Kerim'in buyruğuyla ilimde rusuh edenler söz etmelidirler ve sahih rivayetlere göre ilimde rusuh edenler Resul-i Ekrem (s.a.a) ve tertemiz Ehl-i Beyt'inden başkaları değildir.
Kur'an-i Kerim'in müteşabih ayetleri ancak ilimde rusuh edenler tarafından tevil edilmelidir; lüğat anlamından başka bir şey olmayan onun zahiri anlamını dıkkate almamak gerekir. Müteşabih ayetler Ehl-i Beyt'ten yararlanılmadan anlamlandırılıp kabul edilecek olurlarsa insanı küfür, zındıklık, dalalet ve şekavete düşürür.

Yine nasih ve mensuh, mutlak ve mükayyad, amm ve hass... Bunların her birinin yeri, örnek ve anlamları Ehl-i Beyt tarafından acıklanmalıdır. Aksi durumda diğerlerinin belirtmesi ve aciklamasiyla insana delalet, sapıklık, şekavet ve ebedi felaket kapısı açılır ve insana telafi edilemeyecek bir zarar verir.

Kur'an ayetlerinin Hariciler tarafından yapılan tefsirleri ve yine Tantavi, Sir Seyit Han Hindi ve "Rah-i Tey şode" kitabının yazarının tefsirleri, "Rah-i Enbiya", "Rah-i Beşer" gibi munafıklar grubunun ve Furkan grubunun liderinin bu grubun broşürlerindeki tefsirleri Ehl-i Beyt açısından reddedilmiş olup beşerin değişken maddi kanunlar çerçevesinde eksik anlayışını Kur'an-i Kerim'e tahmil etmektir.

Yedullah'ın (Allah'ın Eli) Anlamı

Ayetlerin manasını anlamak için Kur'an-i Kerim'in huzuruna Ehl-i Beyt'siz cıkacak olursak kesinlikle Hak Teâla'nın murad ettiği anlamı elde edemeyeceğiz; bu ancak bizi küfür ve şirke düşürür. Örneğin:

Alah'ın eli onların ellerinin üstündedir.

Ayette geçen "Yed" kelimesinin zahiri anlamıyla yetinecek olursak Allah'ın cisim olduğunu itiraf etmiş oluruz. Bu da apacık bir küfürdür.
Kur'an-i Kerim evlerinde nazil olan, ayetlerin gerçek anlamlarının ve onların kavramlarını sadece kendileri bilen Ehl-i Beyt "yed" kelimesini "küvvet" olarak manalandırmışlar ve bu gercek anlamla bize ayetin, "Allah'ın gücü bütün güclerin üstündedir." buyurduğunu anlatmaktadırlar.

Fakat Ehl-i Sünnet müfessirlerinden büyük bir grubu, özellikle Ehl-i Beyt ve onların ilimlerine yabancı olan ve çok mütaassıp bir düşünceye sahip olan İbn Teymiyye'nin takipçileri ve günümüzdeki Hicaz selefileri ayetlerin zahiriyle yetinmekte ve bu nedenle bu gibi ayetlerin zahiri anlamlarına dayanarak Allah'ı neuzubillah cisim bilmek ve Allah'ın cisim olduğuna dair Ümeyye oğullarının uydurdukları ve "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur." Ayetiyle tamamen celişen rivayetlere bağlı kalmak, küfür ve şirk icerikli inanclarına işrar etmek zorundadırlar!

Ahirette Kör Olmanın Anlamı

Diğer bir ayet de şudur: Kim de bu dünyada kör olursa, o ahirette de kör olur ve yolunu daha fazla şaşırır.
Ayette geçen "a'ma" kelimesini baştaki gözün körlüğü olarak anlamlandıracak olursak ayetten şöyle bir anlam çıkar: "Bu dünyada kör olan, ahirette de kör olacaktır."

Oysa iman ve amel bakımından çok yüksek derecelerde olan, peygamberler ve imamlar tarafından büyük saygi gösterilen ve kiyamet gününde cennetliklerin parlak çehrelerinden olan nice müminler vardi. Ayette gecen "a'ma" kelimesini zahiri körlük anlamında değerlendirecek olursak, bu durumda, onların imam ve salih amele sahip olmalarına rağmen kıyamet günü cennet manzaralarını, Allah Teala'nın nimetlerini ve diğer alemin güzelliklerini seyretmekten mahrum olacaklarına inanmamız gerekmektedir!! Halbuki, bu düşünce, "..Orada canlarin istediği ve gözlerin zevk aldığıiher şey vardır... " ayetiyle hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır.

Ve apacık bir şekilde Kur'an-i Kerim ile çelişmektedir. O halde, bunu kalp gözünün körlüğü olarak manalandıran Ehl-i Beyt'tin görüşünü kabul etmek zorundayız.

Kur'an'ın ilimde Rusuh Edenler Tarafından Tevil Edilmesi

Dolayısıyla, müteşabih ve müphem ayetlerin gerçekten tevil edilmeye, yani zahiri anlamlarına aykırı manalandırmaya ve o zahiri anlamı başka bir anlama döndürmeye gerek olduğunu görmekteyiz. Bu ise, Allah Teala'ınn sadece kendisinin ve ilimde rusuh edenlerin sorumluluğunda olduğunu beyan ettiği bir iştir.

...Hâlbuki onun tevilini Allah ve ilimde rusuh edenlerden (sebata erişenler) başka kimse bilmez... İlimde rusuh edip sebata erişenler sağlam ve hakiki ilme sahip olan kimselerdir; bu ilimde değişim ve dönüsşüm söz konusu değildir. Bu ilmi Allah Teâla kendine has kulların kalbine yerleştirmiştir ve onlar peygamberlerle imamlardırlar. Nitekim İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir:

----------------

El-Kamil, c.4, s.287.
Tuhefu'l-Ukul, s.38; Biharu'l-Envar, c.74, s.143, bab: 7, s.27.
El-Kâfi, c.2, s.198, "Afv" babi, hadis: 9; Vesailu'ş-Şia, c.12, s.170, 112. bab, hadis: 15985; Biharu'l-Envar, c.68, s.402, bab: 93, hadis: 9.
Şerh-u Nehcü'l-Belaga, c.1, s.22.
Biharu'l-Envar, c.43, s.318, bab: 13, hadis: 2.
Şerh-u Nehcü'l-Belaga, c.1, s.22.
Mekarimu'I-Ahlak, s.16; Biharu'l-Envar, c.16, s.229, bab: 9, hadis: 35.
Sunen-i Ebi Davud, c.4, s.254.
el-Kafi, c.6, s.503, "Hamam" babi, hadis: 37; Vesailu'§-§ia, c.2, s.57, bab: 22, hadis: 1471; Biharu'l-Envar, c.47, s.47, bab: 4, hadis: 69.
Menakib, c.4, s.362; Biharu'l-Envar, c.49, s.99, bab: 7, hadis: 16.
Usul-i Kafi, c.c, s.399, "Innehu Leyse gey'un Mine'l-Hakki Fi Yedinnas" babi, hadis: 3; Vesailu'ş-şia, c.27, $.69, bab: 7, hadis: 33224; Biharu'l-Envar, c.46, s.335, bab: 8, hadis: 21.
Usul-i Kafi, c.Z, s.192, "Inne'l-Eimme Vulat-u Emrillah" babi, hadis: 3; Biharu'l-Envar, c.25, s.298, bab: 10, hadis: 62.Usul-i K&fi, c.l, s.294, "el-tŞaret-u ve'n-Nassu ela Emirulmuminin (a.s)" babi, hadis: 3; Biharu'l-Envar, 14123, bab: 7, hadis: 92 (biraz farkla).
Nezhetu'n-Nazir, s.85.
Mefatihu'l-Cinan, Şaban ayının dualari bölümü.
Nehcu'l-Belaga, 52, hutbe: 1; Biharu'l-Envar, c.89, s.32, bab: 1, hadis: 36.
Usul-i Kafi, c.2, s.598, "Fazlu'l-Kur'an" kitabi, hadis: 2; Vesailu's-, c,6, s.171, bab: 3, hadis: 7657; Biharu'l-Envar, c.89, s.17, bab: 1, hadis: 16.
Fetih, 10.
Şura, 11.
İsra, 72.
Zuhruf, 71.
Al-i imran, 7.
-----------------
İlimde sebata erişenler bizleriz ve biz Kur'an'ın tevilini biliriz.

Evet, degişmeyen ve bütün bilginlerin ve ilim sahiplerinin ilimleriyle farklı olan yegâne ilim, peygamberlerin ve imamlarin ilimleridir. Onların ilmi kiyamete kadar sabittir; çünkü onların ilmi ilahi ve ledünni ilim olup kalplerinin, haikatleri sadıkane bir şekilde görmelerinden kaynaklanmaktadır.
Ve şüphesiz böyle kalpler hakikatleri seyretmede, gerçekleri bulmada, zahir ve batının sırlarında asla hata yapmazlar.

Kalp Gözünün Görmesi

Ehl-i Beyt mektebinde yetişen, çok yüce bir ihlas ve takvaya sahip olan Allah Teala'ın bazı veli kulları kalp gözünden nasiplerini almışlardır.
Çok değerli "el-Kur'an-u ve'l-Akıl" kitabının sahibi Merhum Ayetullah Uzma Haci Nuruddin Iraki'nin bereketli hayat tarihinde şöyle geçmektedir:
Ona, "Falanca adam öldü" dediler O, "Hayır, daha yaşıyor." dedi. "Kesinlikle ölmüştür." dediler. O, "Hayır, öyle değil." cevabını verdi. "Bunu neye dayanarak söylüyorsun?" diye sordukları zaman, "Çünkü, ben berzah âlemindenonun sesini duymuyorum." cevabını verdi. Bu konuşmadan sonra araştırdıklarında onun henüz ölmediği anlaşıldı.

Takvalı ve halisane imanla dolu kalp gözünün görmesiyle elde edinilen ilim kesinlikle yanılmaz, değişim ve dönüşüme uğramaz. Dolayısıyla, tevil edilebilecek ayetlerin tevilini ve Kur'an-i Kerim ayetlerinin anlam ve ömeklerini öğrenmek isteyenler ilimde rusuh eden Peygamberin Ehl-i Beyt'inin buyruklarına müracaat etmelidirler.

EHL-İ BEYT, MAİŞET VE AHİRET

Ehl-i Beyt hayatın alanında kendilerinin ve diğerlerinin dünya ve ahiret hayırları için oldukça çalışmışlar, bu konuda bir an olsun boş durmamışlardır.

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Geçiminizi kazanma konusunda gevşeklik göstermeyin; bizim babalarimiz onun peşinden koşar ve onu ararlardı.
Emirulmüminin Ali (a.s) de şöyle buyurmuştur: "Bir defasında Medine'de çok acıktım ve iş bulmak için Medine'nin çevresine gittim. Bu esnada bir kadının bir araya topladığı kesek parçalarını ıslatmak istediğini gördüm.

Yanına giderek bir kova su getirmek karşısında ondan bir hurma almak üzere anlaştık. Böylece on altıkova su doldurup getirdim. Bu yüzden ellerim kabardi. Sonra su getirip ellerine döktüm. Sonra kadının yanına giderek, "Bakın, ellerimin içi böyle oldu." dedim! Kadın on alti hurma sayarak bana teslim etti. Sonra Allah Resulü'nün (s.a.a) huzuruna vararak bu olayı ona haber verdim. Hazret de benimle birlikte o hurmalardan yedi. Abdullah b. Hasan diyor ki: "Allah'a andolsun ki Ali elinin kabarması ve alnının teri ile elde ettiği gelirle Allah yolunda bin aileyi azad etti."

Abdul A'la şöyle diyor: Yaz mevsiminin sicak bir gününde imam Cafer Sadık (a.s) ile karşılaştım. İmam'a (a.s), "Fedanız olayım! Allah Teala kadından çok yüce bir makama sahip olmanıza rağmen neden böyle yakıcı bir günde kendinizi zahmete düşürüyorsunuz?!" diye arz ettim.
İmam (a.s) buyurdu ki: Ey Abdul A'la! Senin gibilerine muhtaç olmamak için rızkımı aramak amacıyla dışarı çıktım. Ali b. Ebi Hamza diyor ki: Hz. Ebu'l-Hasan'ın (İmam Musa Kazim) -a.s- kendi tarlasında çalıştığını, ayaklarının terden sırılsıklam olduğunu gördüm. Bunun üzerine, "Fedanız olayım! Sizin adamlarınız nerededir ki?!" diye arz ettim.

İmam (a.s), "Ey Ali! Tarlada benden ve babamdan daha üstün olan bir kişi elleriyle çalışmıştır."buyurdu. Ben, "Kimdi o?" diye arz ettim. İmam Musa Kazim (a.s) şöyle buyurdu: "Allah Resulü (s.a.a), Emirulmüminin Ali ve babalarımın hepsi elleriyle çalışıyorlardı. Bu, peygamberlerin, elçilerin, onların yerine geçenlerin ve Allah'ın iyi kullarının işidir."

Ehl-i Beyt geçimlerini kazanmak için çalışmakla birlikte ahretleri için çok çaba harcıyorlardı; öyle ki, dünyadakilerden hiçbiri ibadet ve manevi programlarda onlara ulaşamaz. Ehl-i Beyt Şiileri ibadet ve takvalı olma konusunda çok fazla çaba harcamaya sevk ediyor, onların uhrevi saadetlerinin ibadet ve maneviyata bağlı biliyor ve onları ibadet ve takvasız kurtuluşa ermeyi beklemekten sakındıyorlardı.


EHL-İ BEYT VE EĞİTİCİ ÖĞRETİLER

En mukemmel ve en geniş itikadi, ahlaki, terbiyeti, siyasal, toplumsal ve bilimsel kültür, bir bölümü mümin şii raviler tarafından korunarak kitaplarda toplanan Ehl-i Beyt kültürüdür. Ehl-i Beyt'in semereli rivayet kültürünü içinde barındıran bu kitaplardan bazıları şunlardır:
el-Kafi, Men La Yehzuruhu'l-Fakih, Tehzibu'l-Ahkam, istibsar, Besairu'd-Derecat, Menasin-i Berki, el-Emali (Şeyh Mufid), el-Emali (Şeyh Tusi), el-Hisal, Camiu'l-Ahbar, ilelu'Ş-Şerai', el-Vafi, eş-Şafi, Nuru's-Sekaleyn, Biharu'l-Envar, Vesailu'Ş-Şia, Müstedreku'l-Vesail, el-Evalim, Muheccetu'l-Beyza...

Bu kültürün kullanımının tatlı mahsulü, yaşam emniyeti, dünya ve ahiret saadetine ulaşmak, Allah Teala'ın rızasınıve ebedi cenneti elde etmektir. Bu bölümü o engin ögretiler denizinin bir damlasına işaret ederek bitiriyoruz.

Resul-i Ekrem (s.a.a) buyuruyor ki: Siz fani ve yok olmak için yaratılmadınız; aksine, baki kalmak için yaratıldınız; ölümle bir evden başka bir eve intikal ediyorsunuz. Allah Resulü (s.a.a) yine şöyle buyurmuştur: Ümmetim için en çok korktuğum Şey heva ve hevesler ve uzun arzular.
Yine şöyle buyurmuştur: Müminin izzeti insanlardan ihtiyacsız olmasındadır; kanaatte ise özgürlük ve izzet vardır.

Hz. İmam Ali (a.s) buyurmuştur ki: İnsan sözüyle ölcülür ve ameli ile değerlendirilir. O halde sözünün kefesini ağırlaştıracak bir şeyi söyle ve amelinin değerini artıracak bir şeyi yap.
Yine imam (a.s) şöyle buyurmuştur: Ahlaki erdemlerle süslenin, zülüm ve sitemden sakının, hak üzere ve dürüst davranın ve insanlara karşı insaflı olun...

Yine buyurmuştur ki:

Akıllı insanın kendini servet sarhoşluğundan, güç ve küdret sarhoşluğundan, ilim sarhoşluğundan, medh ve övgü sarhoşluğundan ve genclik sarhoşluğundan koruması yakışır. Çünkü bu sarhoşlukların her birinin aklı alan ve insanın vakarını düşüren zehirli rüzgarlari vardır.
Hz. Fatimatü'z-Zehra (s.a) şöyle buyurmuştur: Ben sizin dünyanızdan üç şeyi seviyorum: Allah yolunda infak etmek, Allah'ın Kitabnı (Kur'an) okumak ve babam Allah Resulü'nün (s.a.a) yüzüne bakmak.

Hz. İmam Hasan-i Mücteba'dan (a.s) müruvvetin anlamını sorduklarında şöyle buyurdu: Kişinin dinine karşı hirsli olmasi, malini islah etmesi, Allah ve kulların haklarına riayet etmesidir.
Bir adam Hz. İmam Hüseyin'e (a.s),"Ben günahkâr bir insanım ve günahtan sakınamiyorum; bana nasihat et." Diye arz etti. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Beş şeyi yap; ondan sonra istediğin günahı işle:
Birincisi; Allah'ın rızkını yeme ve istediğin günahi işle.
İkincisi; Allah'ın velayetinden çık ve istediğin günahi işle.

Üçüncüsü; Allah'ın görmeyeceği bir yer bul ve istediğin işle.
Dördüncüsü; ölüm meleği senin canını almak için geldiği zaman onu kendinden uzaklaştır ve istediğin günahi işle.
Beşincisi; cehennem maliki seni cehenneme atmak istediği zaman cehenneme girme ve istediğin günahı işle."

İmam Zeynülabidin (a.s) şöyle buyurmuştur: "çocuğunun senin üzerindeki hakkı, onun varlığının senden olduğunu, dünyada iyilik ve kötülüğünün sana bağlı olduğunu bilmen, onun babasi ve velisi konumunda sorumlu olduğunu, çocuğunu güzel ahlak ve adaplarla yetiştirmek, onu Allah Teâla'ya yönlendirmek ve davranışlarınla çocuğunun terbiyesine dikkat etmek, sorumluluğunun bilincinde olan, çocuğuna iyilik yapacak olursa Allah Teâla tarafından mükâfatlandırılacağını ve ona kötülük yapacak olursa azabi hak edeceğini bilen bir baba olmakla yükümlü olduğunu bilmendir."

Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah Teâla insanlar kötülüklerin zararından korunsunlar diye, kötülükler için kilitler kılmıştır ve bu kilitlerin anahtarını ise şarap kılmıştır; yalan ise şaraptan daha kötüdür.

Yine şöyle buyurmuştur: Sürekli içki içen putperest gibidir. Sürekli içki içen bir kimse titremeye tutulur, ahlakı güzellikleri yok olur gider. Şarap insani günaha karşı öyle korkusuz yapar ki, onu içen kimse kan dökmekten ve zinadan da sakınmaz.
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadir: "Muaşeret ve arkadaşlık konusunda üç; gruptan sakının: Hain, zalim ve söz taşıyan. Bir gün senin lehine ihanet eden başka bir gün de senin aleyhine ihanet eder. Senin için başka birine zülmeden, çok geçmeden senin kendine de zülmeder, diğerlerinden sana söz taşıyan yakında senden de diğerlerine söz taşır."

Hz. imam Musa b. Cafer (a.s) siyah yüzlü ve çirkin görünümlü bir adamın yanından geçerken ona selam verip yanında oturdu. Bir süre onunla konuştuktan sonra ihtiyaçlarını gidermeye hazır olduğunu bildirdi.
Bunu seyretmekte olan bir grup, "Ey Allah Resulü'nün! Böyle bir kişinin yanında oturup hacetlerini mi soruyorsunuz?" dediler.
Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: "O, Allah'ın bir kulu, Kur'an'ın hükmü gereğince bizim kardeşlerimizdendir ve Allah'ın şehirlerinde bizimle komşudur. Babaların en üstünü Hz. Âdem ve dinlerin en üstünü İslam dini bizimle onu birbirimize yakınlaştırmıştır. "
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: Kendinin ve ailenin masraflarında orta halli ol.

Hz. İmam Cevad (a.s) buyuruyor ki: Nefsin heva ve isteklerine itaat eden bir kimse düşmanının arzularını yerine getirmiş olur.
Hz. İmam Hadi (a.s) şöyle buyurmaktadır: "Toplumda adalet ve insaf zülümden çok olursa, birinin bir kötülük yaptığı görülmedikçe insanın onun hakkında suizanda bulunması haramdir ve zülüm adalete galip geldiği zamanda ise, birinin bir iyilik yaptiği görülmedikçe hiçkimsenin ona karşı hüsnizanda bulunmasi yakışmaz." Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Allah Teâla baba ve anneye büyük bir mükâfat verir. Onlar, "Ey Rabbimiz! Bizim hakkımızda bu kadar lütüf nereden geldi? Bizim amellerimiz böyle bir mükâfata layik değildi." derler. Ona şöyle cevap verilir: "Bu mükâfatların sebebi, çocuğuna Kur'an öğretmen ve onu İslam kültürüne bilincli yetiştirmendir."

--------------
Usul-i Kafi, c.l, s.213, "Enne Rasihune Fi'l-Ilm Humu'l-Eimme" babi, hadis: 1; Besairu'd-Derecat, s.240, bab: 10, hadis: 7; Tefsir-i Ayyaşi, c.l, s.164, hadis: 8; Vesailu'ş-şia, c.27, s.178, bab: 13, hadis: 33536.
Men La Yehzuruhu'l-Fakih, c.3, s. 157; el-Meas ve'1-Mekasib babi, hadis: 3576 ve Vesailu'ş-şia, c.17, s.60, bab: 18, hadis: 21980.
Musned-i Ahmed b. Hanbel, c.l, s.286.
eI-Garat, c.l,s.91.
el-Kafi, c.5, s.74, "Ma Yedbu Mine'3-iktida-i bi'1-Eimme" babi, hadis: 3; Vesai]u'§-§ia, c.17, s.20, bab: 4, Hdis: 21873; Biharu'l-Envar, C.47, s.55, bab: A, hadis: 96.
el-Kafi, c.5, s.75, "Ma Yecibu Minel-iktida-i bi'l-Eimme" babi, hadis: 10; Vesailu'ş-şia, c.17, s.38, bab: 9, hadis: 21923; Biharu'l-Envar, c.48, s.115, bab: 5, hadis: 27; Ehlibeyt Der Kur'an ve Hadis, c.l, s.438, hadis: 687.
Biharu'l-Envar, c.58, bab: 78.
el-Hisal, c.l, s.51; Mişkatu'l-Envar, s.87, dördüncü bölüm; Vesailu'Ş-Şia, c.2, s.438, bab: 24, hadis: 2581; Biharu'l-Envar, c.74,i s.117, bab: 6, hadis: 13.
el-Hisal, c.l, s.51; Mişkatu'l-Envar, s.87, dördüncü bölüm; Vesailu'Ş-Şia, c.2, s.438, bab: 24, hadis: 2581; Biharu'l-Envar, c.74,i s.117, bab: 6, hadis: 13.
Mecmuat-u Verram, c.1, s.169; Camiu'l-Ahbat, s.85, bölüm: 41.
Gureru'l-Hikem, s,209; Lisanu'l-Misan, hadis: 4023.
Gureru'l-Hikem, s.317, Fi'1-Mekarim-i ve'1-Fezai!, hadis: 7323.
Gureru'l-Hikem, s.66, el-Mevaniu'l-Muteferrika, hadis: 875, "Mezyu'l-Mumvvet" babihadis: 2; Vesailu'Ş-Şia, c,11, s.435, bab: 49, hadis: 15189; Biharu'l-Envar, c.73, s.312, bab: 59, hadis: 3. Müsned-u Fatimetü'z-Zehra, s.159, bab: 6.
Tuhefu'1-Ukul, s.235; Meani'l-Ahbar, s.257, bab: Mezyu'l-Muruvvetbabi, hadis: 2; Vesailu'Ş-Şia, c.ll, s.435, bab: 49, hadis: 15189; Biharu'l-Envar, c.73, s.312, bab: 59, hadis: 3.
Camiu'I-Ahbar, s.130, bolum: 89; Biharu'l-Envar, c.75, s.126,
bab: 20, hadis: 7.
Men La Yehzuruhu'l-Fakih, c.2, s.621, "el-Hukuk" babi, hadis: 3214; Şeyh Saduk, el-Emali, s.371, elli dokuzuncu oturum, hadis: 1; Vesailu'Ş-Şia, c.15, s.175, bab: 3, hadis: 20226; Biharu'l-Envar, c.71; s.6, bab: 1, hadis: 1.
Usul-i Kafi, c.2, s.338, "el-Kizb" babi, hadis: 3; Vesailu's-Şia, c.12, s.244, bab: 138, hadis: 16206; Biharu'l-Envar, c.69, s.236, bab: 114, hadis: 3.
Şeyh Saduk, el-Emali, s.665; doksan beşinci oturum, hadis: 1; Biharu'l-Envar, c.76, s.136, bab: 86, hadis: 33.
Tuhefu'1-Ukul, s.315; Biharu'l-Envar, c.75, s.229, hadis: 107.
Tuhefu'1-Ukul, s.413; Biharu'l-Envar, c.75, s.324, bab: 25, hadis:
Fikhu'r-Rıza, s.254, bab: 37; Müstedreku'l-Vesail, c.13, s.37, bab: 11, hadis: 14676.
A'lamu'd-Din, s.309; Biharu'l-Envar, c.75, s.364, bab: 27, hadis: 5; Sefinetu'l-Bihar, c.8, s.729, "el-Ha beadehu'1-vav" babi.
A'lamu'd-Din, s.312; Biharu'l-Envar, c.75, s.370, bab: 28, hadis: 4; Mustedreku'l-Vesail, c.9, s.154, bab: 141, hadis: 10504.
Tefsir-i imam Hasan Askeri (a.s), s.449, hadis: 297; Biharu'l-Envar, c.89, s.31, bab: 1, hadis: 34; Mustedreku'l-Vesail, c.4, s.246, bab: 6, hadis: 4611.
--------------------
EHL-İ BEYT'İN TAKİPÇİLERİ

EHL-İ BEYT'İN HAKİKİ ŞİASI

Masum Ehl-i Beyt önderleri çeşitli hadislerde kendilerinin hakiki takipçileri için bir takım özellik, sıfat ve belirtiler sıralamış, bu beğenilir sıfatları kendilerinde yetiştiren ve var güçleriyle varlıklarını seçkin insanı sıfatların gülzarı haline getirmek ve varlıklarının yurdundan her türlü çirkinlik ve kötülüğü uzaklaştırmak için çaba harcayan kimseleri gerçek şiileri bilmektedirler.
Cabir-i Cu'fi'nin imam Muhammed Bakır'dan (s.a.a) naklettiği değerli bir hadiste imam'ın (a.s) şöyle buyurduğu geçmektedir:
"Ey Cabir! Bir kimsenin şiilik kisvesine bürünmesi ve biz Ehl-i Beyt'i sevdiğini söylemesi yeterli midir?! Allah'a yemin ederim ki, bizim şiamiz Allah'tan korkan, O'na itaat eden kimselerdir.

Ey Cabir! Onlar tevazu ile huşu ile emanete riayet etmeleri ile Allah'ı çokça zikretmeleriyle, oruç tutmalarıyla, namaz kılmalarıyla, anne ve babaya iyilik etmeleriyle, yoksul komşularına, düşkünlere, borçlulara, yetimlere, yetimlere yardım etmeleriyle, doğru sözlü olmalarıyla, Kur'an okumalarıyla, insanlar hakkında hayırdan başka bir söz söylememeleriyle tanınırlar.

Muaşeret ettikleri kişiler içinde herkesin eşyasını emanet ettiği güvenilir kimselerdir onlar."Cabir der ki: Ben dedim ki: "Ey Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlu! Bu zamanda bu özelliklere sahip bir kişiyi tanımıyoruz.
İmam (a.s) buyurdu ki: "Ey Cabir! Adamın sırf ben Ali'yi seviyorum, onun velayetini kabul ediyorum demesi, buna karşılık bu sözünün gereğini fiilen yapmamasi seni yanlış kanaate sevk etmesin."

Daha sonra şöyle ekledi:

Ey Cabir! Allah'a yemin ederim ki, Allah Teâla'ya ancak itaat etmekle yaklaşılır. İnsanların ateşten kurtulmalarını sağlama yetkisi bizim elimizde değildir. Hiç, kimsenin Allah'a karşı ileri sürebileceği bir gerekçesi de yoktur. Kim Allah'a itaat ediyorsa, o bizim dostumuzdur. Kim Allah'a isyan ediyorsa o bizim düşmanımızdır. Bizim velayetimiz ancak amal (itaat) ve vera (takva) ile elde edilir.

Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) Fuzeyl'e şöyle buyurdu: Benden dostlarımıza selam ilet ve onlara de ki: Takvalı olmanız dışında biz Allah'ın azabından hiçbir şeyi sizden gideremeyiz. O halde dillerinizi koruyun, Ellerinizi günahtan çekin. Sabırlı olun ve namaz kılın. Allah sabredenlerle beraberdir.
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:Ey şiiler! Bize süs olun ve bize çirkinlik vesilesi olmayın. İnsanlarla güzel konuşun, dillerinizi koruyun ve onu, çok konuşmaktan ve çirkin şeyler söylemekten koruyun.

Ve yine Hazret (a.s) şöyle buyurmuştur: Ey Cündeb'in oğlu! Şiilerimize ilet ve de ki: Sakın çeşitli yollar ve farklı mektepler sizi cıkmaza düşürmesin; çünkü Allah'a andolsun ki bizim velayetimize takvalı olmak, dünyada çok çalışmak, din kardesşleriyle yardimlaşmak ve onların dertlerine ortak olmak dışsıda ulaşılmaz. Ve insanlara zülmeden bizim Şiimiz değildir.

Ehl-i Beyt önderleri buyuruyorlar ki, günah, kötüluk ve haramları işlemek bizim düşmanlarımızın ahlakındandır ve bizim Şiilerimiz ondan sakınırlar. Ve vurğuluyorlar ki, Şiiler ne faiz yerler, ne gasıplırlar, ne zinakardırlar, ne hırsızlık yaparlar, ne haindirler, ne ahitlerini bozup sözlerinden cayarlar, ne zülmederler, ne insanların haklarını ciğnerler, ne eşlerine ve çocuklarına eziyet ederler, ne birinin kalbini incitirler ve ne de iftira ederler.

Ehl-i Beyt'in insanlara ve özellikle kendi sevenlerine ve Şiilerine ögrettikleri Şey, âlemleri yaratan Allah'a inanmaları, Allah'ın ve kulların haklarını eda etmeleri, Kur'an'a amel etmeleri, Allah Resulü'ne (s.a.a) uymaları, hak halifelerine itaat etmeleri ve bütün günahlardan uzak durmalarıdır.

İmam Rıza (a.s) Abdulazim Hasani'ye şöyle buyurmuştur: "Bizden dostlarımıza selam ilet ve onlara de ki: Kendilerine ulaşması için şeytana yol vermesinler, onlara doğru konuşmayı ve emaneti sahibine eda etmelerini, süküt ve sessizliği seçmelerini, boş konuşmaları bırakmalarını, birbirlerine yönelmelerini ve birbirlerinin ziyaretine koşmalarını tavsiye et;

Çünkü bu davranışlar bana yaklaşmayı sağlar. Sakın kendilerini birbirlerini parçalamakla meşğul etmesinler; çünku ben canıma yemin ettim ki, kim böyle yapar da bizim dostlarımızdan birini öfkelendirirse Allah'tan ona en şiddetli azapları tattirmasını ve ahirette de ziyana uğrayanlardan olmasını isteyeceğim!!"

Dolayısıyla, zarara uğrayanlar, Ehl-i Beyt'in tavsiyelerini kabul etmeyen, onlara uymayan, bencilliklerini, kibirlerini devam ettirmeye ve nefislerinin isteklerine uymaya israr edenlerdir. Ehl-i Beyt sürekli Şiilerini günah işlemekten ve zülüm yapmaktan sakıdırarak buyurmuşlardır ki: Allah'a karşı günah. işlemekten sakının; çünkü günahların haramlığını çiğneyerek günah işlerse kendine kotuluk yapma konusunda aşırı gitmiş olur.
Her türlü zarar ve ziyandan kurtulmanin yeğane yolu Ehl-i Beyt'e uymak ve onlara itaat etmektir. itaat yolunu kat etmek Allah'ın rızasını, Ehl-i Beyt'in şefaatını, dünya ve ahiret saadetini kazanmayi sağlar. Allah'ın rızası ve şefaate ulaşmak için bu hakıkatı izlemekten başka bir yol yoktur.

------------------
- Usul-i Kafi, c.2, s.74, "et-Taat-i ve't-Takva" babi, hadis: 3; Tavzatu'l-Vaizin, c.2, s.294; Miskatu'l-Envar, s.59, Zikr-i Sifat-i Şia (bi-raz farkla).
Deaimu'l-islam, c.l, s.133; Vesailu's-Şia, c.12 s.195, bab: 119, hadis: 16067 {biraz farkla).
Seyh Saduk, el-Emali, s.400, doksan ikind ottirum, hadis: 17; Vesailu'§-§ia, c.12, s.193, bab: 119, hadis: 16063; Biharu'l-Envar, c.68, s.310, bab: 79, hadis: 3.
Tuhefu'1-Ukul, s.303; Mustedreku'l-Vesail, c.12, s.193, bab: 193, bab: 119, hadis: 16063; Biharu'l-Envar, c.68, s.310, bab: 79, hadis: 3.
el-ihtisas, s.247; Biharu'l-Envar, c,71, s.230, bab: 15, hadis: 27; Müstedreku'l-Vesail, c.9, s.102, bab: 126, hadis: 10349.
el-Kafi, c.8, s.ll, "er-Ravza" kitabi, hadis: 1; Biharu'l-Envar, c.75, s.219, bab: 23, hadis: 93; Müstedreku'l-Vesail, c,ll, s.337, bab: 41, hadis: 13201.



20