BİR ÜVEY ANNE ÖRNEĞİ:ÜMMÜL BENİN

BİR ÜVEY ANNE ÖRNEĞİ:ÜMMÜL BENİN0%

BİR ÜVEY ANNE ÖRNEĞİ:ÜMMÜL BENİN Yazar:
Grup: KADIN
Sayfalar: 0

BİR ÜVEY ANNE ÖRNEĞİ:ÜMMÜL BENİN

Yazar: DR.MUHAMMED RIZA YEKTAI
Grup:

Sayfalar: 0
Gözlemler: 1297
İndir: 36

Açıklamalar:

BİR ÜVEY ANNE ÖRNEĞİ:ÜMMÜL BENİN
  • 1.BЦLЬM:KISACA ЬMMЬL BENЭN VE CELВL ABBAS ЬMMЬL BENЭN

  • 2.BЦLЬM DERYADЭL DERYADЭLЭN ARAYIЮINDA

  • 4.BЦLЬM ЬVEY ANNELЭK VE ЦZGЬVE

  • 6.BЦLЬM YASEMЭN KOKUSU: ABBAS

  • ЗOCUKLARIN EРЭTЭMЭ

  • 7.BЦLЬM MЭHRAP ЮEHЭDЭ MUTLU VE MUTMAЭN

  • 8.BЦLЬM AY PARЗASINA VERЭLEN AMANNAME

  • ZEYNEB-Э KЬBRA GЦZЬYLE AЮURA GECESЭ

  • SU ЭЗЭNDE SUSUZLUK

  • 11.BЦLЬM KESЭK BAЮLAR MIZRAKLARDA

  • HЭЗ KЭMSE ZEYNEB-Э KЬBRAYI TANIYAMIYOR

  • KAYNAKЗA

Kitabın 'İçin de ara
  • Başlat
  • Önceki
  • 0 /
  • Sonraki
  • Son
  •  
  • Gözlemler: 1297 / İndir: 36
Boyut Boyut Boyut
BİR ÜVEY ANNE ÖRNEĞİ:ÜMMÜL BENİN

BİR ÜVEY ANNE ÖRNEĞİ:ÜMMÜL BENİN

Yazar:
Türkçe
BİR ÜVEY ANNE ÖRNEĞİ:ÜMMÜL BENİN BİR ÜVEY ANNE ÖRNEĞİ:ÜMMÜL BENİN



DR.MUHAMMED RIZA YEKTAI

Çeviri:Musa Ayaztekin

Tashih ve Eklemeler:Metin Atam




1.BÖLÜM:KISACA ÜMMÜL BENİN VE CELÂL ABBAS ÜMMÜL BENİN

Hz. Ebulfazl el-Abbas'ın (a.s) annesi ve îmam Ali'nin (a.s) eşidir. Hz. Fatıma'nın (s.a) şehadetinden sonra, kardeşi Akil aracılığıyla Hz. Ali (a.s) onunla evlenmiştir.

Asıl adı Fatıma Bint-i Hizam'dır. Benî Kilab kabilesindendi ve kız kardeşi Lubeyd, bir şairdi.
Asil bir kadın olan Ümmül Benin, köklü ve cesur bir aileden gelmişti. Hz. Zehra'nın evlatlarına karşı oldukça şefkatliydi. İmam Ali'yle (a.s) evliliğinden dört oğlu oldu. Abbas, Cafer, Abdullah ve Osman'dan oluşan bu oğullarının tümü, Aşura günü, Hz. Hüseyin'in (a.s) yanında şehit oldular.

Ummül Benin, evlatlarının şehadetinden sonra her gün Abbas'ın (a.s) çocuklarını da yanına alarak Baki Mezarlığı'na gider, şehit evlatlarını anarak gözyaşı döker, Medine kadınları da ona eşlik ederek ağlarlardı.

Ebulfazl el-Abbas hakkında çeşitli şiirler de söylemiştir. Ümmül Benin'e taziye için gelenlere "Artık bana Ümmül Benin (oğullarının anası) demeyin, çünkü oğullarım yanımda değil; hepsi şehit oldu!" diyordu.
Beni Ümmül Benin (oğullarının anası) diye çağırmayın!

Bana o aslanların kahramanlıklarını hatırlatın! Bir zamanlar oğullarım vardı, onlarla anılırdım Oysa bugün devran döndü, şimdi yalnızım!

Dört çocuk annesi bu yüce kadına henüz çocukları olmadan önce Fatıma diye hitap edilirdi. Bu çocuklar dünyaya geldikten sonra "oğullarının anası" manasına gelen Ümmül Benin künyesi kullanıldı.
Oğullarından Ebulfazl el-Abbas 34, Abdullah 25, Osman 21, ve Cafer 19 yaşlarında şehit oldular.

CELAL ABBAS

Hz. Ali'nin (a.s) oğlu, Hz. Hüseyin'in (a.s) kadreşidir. Aşura günü Hüseynîlerin bayraktarıydı.
Abbas, lügatte orman aslanı ve aslanların dahi korkup kaçtığı aslan anlamına gelir.

Annesi, daha sonraları Ümmül Benin (oğullarının anası) künyesiyle tanınan Fatıma el-Kilabiyye'dir.
Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma'nın (s.a) şehadetinden sonra ümmül Beninle evlenmiş, Abbas bu evlilikten dünyaya gelmişti. Ümmül Benin'in en büyük oğluydu. 4 Şaban 26 hicrî'de (15 Mayıs 647) doğduğu rivatyet edilmiştir.

Ümmül Benin'in dört yiğit oğlu vardı ve bunların hepsi İmam Hüseyin'in (a.s) saflarında Kerbela'da dahil olmuşlardı. Hz. Ali şehit olduğunda Abbas 14 yaşındaydı. Kerbela'da şehit olduğunda ise henüz hayatından 34 yıl geride kalmıştı.
Ebulfalz ve Ebu Fazıl künyeleriyle anılan Abbas-meşhur lakapları ise Kamer-î Benî Haşim, Sakka, Sahib-i Livai'l Hüseyin, Alemdar, Ebu'1-Kırba, Abdu's-Salih ve Babu'l-Havaic idi.

Hz. Abbas, Ubeydullah b. Abbas'ın (babasının amcazadesi) kızı Lubabe ile evlenmiş, bu evlilikten Ubeydullah ve Fazl adlarında iki oğlu olmuştu. Bazıları Muhammed ve Kasım adlarında iki oğlunun daha olduğunu rivayet etmişlerdir.
Uzun boylu, güzel yüzlü ve oldukça cesur bir savaşçıydı. Yüz güzelliğinin çekiciliğinden dolayı Kamer-i Benî Haşim (Haşim oğullarının ay yüzlüsü) lakabı ona bu yüzden verilmişti.

Kerbela hadisesinde İmam Hüseyin'in (a.s) bayraktarlığını yapmış, Ehlibeyt'e ve küçük çocuklara su verme işini üstlenmiş, çadırların güvenliğinden bizzat kendi ilgilenmiş ve hayatta kaldığı sürece Eh-libeyt'in güven içinde çadırlarda kalmalarını sağlamıştır.
İmam Hüseyin (a.s), Tasua günü düşman ordusundan bir gün daha mühlet alması için onu görevlendirdiğinde "Canım sana feda olsun, ey kardeşim!" tabirini kullanmış, böylece onun ne denli yüce bir konuma sahip olduğunu dile getirmiştir.
Aşura günü diğer üç kardeşi, Hz. Abbas'tan önce şehadete erdiler.

Hz. Abbas, İmam Hüseyin'den (a.s) savaş meydanına çıkmak için izin isteyince, İmam (a.s) meydana gitmeden susuz yavrularına ve susuzluk ateşi içinde yanan çadırlara su getirmesini istedi.

Bunun üzerine Fırat'a doğru hareket etti. Buraya varıp su tulumlarını doldurduktan sonra geri dönerken düşman tarafından muhasaraya alındı ve su yolunda onlarla savaşmaya başladı. Çatışma sırasında her iki eli de kesildi ve Fırat nehri kenarında şehit düştü. Şehadetinden önce de meydana çıkarak Hz. Hüseyin'in (a.s) yanında defalarca savaşmıştı.

Hz Abbas (a.s), fedakârlık ve vefa abidesiydi. Fırat nehrine su almak için girdiğinde susuz olmasına rağmen İmam Hüseyin (a.s) ve çocuklarının susuz olduğunu düşünerek onlar su içmedikçe bir yudum dahi su içmeyeceğine dair yemin etmiş, kendi kendine şunları söylemişti:

Ey nefis, Hüseyin'den sonra zelil olasın
Ondan sonra olmamalı, yaşamamalısın
Hüseyin şuracıkta ölümle yüz yüzeyken
Serin suyu sen mi yudumlayacaksın?
Andolsun ki bu, benim dinimde yoktur!
Sağ eli kesildiğinde şu recezi okumuştu:
Sağ kolumu kesseniz de vallahi
Sonsuza dek savunurum dinimi
Ve savunurum yakinen inandığım İmam'ı
Tertemiz ve Emin olan Peygamber'in neslini
|Sol kolu kesilince de şu şiiri okudu:
Ey nefis, korkmayasın küffardan
Müjdele beni Cabbar'ın rahmetiyle
Ve seçkin Peygamber'in yanında olmakla
Hileyle sol kolumu kesti zalimler
O halde ey Rabbim, kızgın ateşe ulaştır onları!

Hz. Abbas'ın şehadeti, İmam Hüseyin (a.s) için çok ağır ve yıkıcı oldu. İmam (a.s), yaralı kardeşinin başucuna vardığında "Belim şimdi büküldü, çarem tükendi ve düşmanımın şamatası yükseldi!"1 şeklinde yürek yakan sözlerle feryat etmişti. Mübarek bedeni Fırat'ın küçük uzantısı, olan Alkame'nin kenarında kaldı.

İmam (a.s) daha sonra çadırlara dönerek onun şehadet haberini Ehlibeyt'e bildirdi. Kerbela şehitlerinin defni sırasında da mübarek bedeni aynı yerde toprağa verildi. İmam Hüseyin (a.s) ile Hz, Abbas'ın kabri arasındaki mesafe bu yüzdendir.
Hz. Abbas'ın (a.s) sahip olduğu yüce makamı, ziyaretnamesinde geçen tabirlerden de anlamak mümkündür. İmam Cafer Sadık'tan (a.s) nakledilen ziyaretnamesinin bir bölümünde şöyle geçmektedir:

"Selam olsun sana ey Allah'ın, Peygamberinin, Emi-rülmüminin'in, Hasan ve Hüseyin'in emrine itaatkâr olan salih kul!.. Allah'ı şahit tutarım ki sen, Bedir savaşçılarının ve Allah yolunda cihat edenlerin izlediği yolu izledin. Onlar tam bir ihlâsla düşmanlarıyla cihat etmişler, dostlarının zafere ulaşması için ellerinden gelen çabayı göstermişler ve sevdikleri kimselerin düşmanlarını onlardan uzaklaştırmalardı (sen de öyle yaptın)..."1

İmam Zeynelabidin de (a.s) Abbas b. Ali'nin yüce makamı hakkında şöyle buyurmuştur: "Allah, amcam Abbas'a rahmet eylesin. Hiç kuşkusuz o fedakârlık sergiledi, imtihan verdi ve kendi canım kardeşi için feda etti. Derken her iki kolu da (bu fedakârlık sırasında) kesildi. Allah da bu kolları yerine ona, cennette meleklerle birlikte uçacağı iki kanat verdi. Nitekim daha önce de Cafer b. Ebu Talib'e aynım vermişti. Doğrusu Abbas'ın yüce Allah katında Öyle bir makamı vardır ki kıyamet gününde bütün şehitler ona gıpta edeceklerdir."

Ziyaret-i Nahiye-i Mukaddese'de Hz. Mehdi'nin (a.s) diliyle ona şöyle selam verilmiştir: "Emirül-müminin'in oğlu Ebulfazl el-Abbas'a selam olsun! (Doğrusu o) canım kardeşine feda etti, bugünüyle yarınından pay aldı, onun için feda oldu, onu korudu ve ona su getirmeye giderken elleri kesildi..."



2.BÖLÜM DERYADİL DERYADİLİN ARAYIŞINDA

Burası Ali (a.s) ve Fatıma'nın (s.a) evi.,.
Öyle bir ev ki kuzeyi adalet, güneyi kanaat, doğusu onur ve batısı da mazlumiyettir.
Burası safa, samimiyet, her daim açık olan zulüm görmüşlerin, mazlumların ve kimsesizlerin başında oturduğu bir sofradır...
Tüm aile efradı daima anıp unutmamış olsa da on dört yıl oldu bu aşiyandan ayrılalı. Ancak on dört yıl onun ayrılığının matemi için az bir zaman değildir. Bu on dört yılın her bir anında ev halkı onun oturmasının, kalkmasının, tavır ve davranışlarının gözlerinde canlanmasıyla kim bilir nasıl bir irkilmeye maruz kaldıklarını Allah bilir.

Burası Medine... Peygamber şehri... Ezan ve Bilal'ın şehri...Minber ve mihrap şehri...Kardeşlik ve eşitlik şehri...Özgürlük ve ilim şehri...Selman ve Ebuzer şehri...Burası dilâver erkek ve kadınların şehri...Burası evlerin aynı olduğu, râzü niyaz şehri...Burası kılıç ve şahadet şehri...Nihayetinde burası siyaset ve din şehri!

Bu şehir Haydar için bağrında barındırdığı bunca şeye rağmen başka bir anlam ifade etmektedir. Zira Ali için Medine, Fatıma'nm şehridir. Herkes için simge ve Örnek olanın şehri, vefakâr ve fedakâr eşin şehridir. Hiçbir beklentisi, iddiası olmayan eşin şehridir. Burası vilayet sahasını şahadet sınırına kadar koruyan samimi, içten ve mücahit mevzi arkadaşının şehridir.

Şimdi, Ali için Fatıma'sız Medine şehri, lale rengine boyanmış, değerlerin altüst olduğu şehirdir. Burası hatıralar, gözyaşları, ayrılık ve yalnızlık şehridir. Burası Ali'nin (a.s) derdini kuyulara fısıldadığı ve mehtabın geceyi hafifçe aydınlattığı zamanlarda ah ve feryadının yükseldiği şehirdir.

Şimdi hicretin 25. yılıdır...
Ali (a.s) şimdi bir eş, yoldaş, anne ve sonuç olarak bir analık seçme durumundadır. Ne kadar zor bir seçim! Ne kadar çetin bir iş!

Ali'nin (a.s) böyle bir seçimde izlediği metot nasıl bir metottur?
Ehlibeyt'in takipçisi olmak ve Allah'ın aslanının yolunu takip etmek isteyen biri için sorulması gereken en aslî ve esaslı sorudur bu. Zira hayat birtakım seçimlerden ibarettir. Ortak hayat ise insanın en önemli seçimlerinden biridir.
Eş seçimi insanı yüceltebildiği gibi yerden onu mahvedip yok da edebilir.

Evlilik hususunda iki ayrı ana yol vardır:
1-Eş seçiminde aceleci davranmak: Bu durumda genellikle şahıs önce âşık olur, daha sonra akılsal bir denge üzere hayat sürmek ister. Yani eş seçiminde akılsal değerlere öncelik ve Önem vermek yerine önce duygularını,hislerini ön planda tutar. Bu aşk türünü "akıl dışı aşk" olarak nitelemek mümkündür. Hğer bu durum söz konusu olursa, insan mutsuz olabilir. Zira bu evlilik tarzında acelecilik söz konusudur ve aklın hiçbir fonksiyonu göz önüne alınmaz.

2-Aklı ön planda tutarak yapılan seçim: Bu
yöntemde ise kişi aşk ve duygularına öncelik tanımaz. Zira bu gibi durumlarda aşk, insanın gözünü kör eder, akıl ve şuuru ikinci plana iter.

Binaenaleyh, seçim akıl yoluyla yapılmalı, ortak yaşantının temeli şuur ve aklın ışığında şekillenmelidir.
Eğer ortak ve müşterek hayat bu esas üzere kurulacak olursa, bu durumda söz konusu edilen aşka"akıl ötesi aşk" adı verilir. Yani hayat aklın ışığı ve aşkın heyecanıyla yoğrulmuş olacaktır.

Diğer taraftan eğer seçim akıl ve şuur doğrultusunda yapılacak olursa, bu durumda da "en iyinin seçimi" kuralına bir yere kadar riayet edilmiş olur.

Ancak Hz. Ali (a.s), eş seçiminde aceleci davranmıyor. En iyiyi seçebilmek adına işi bilen birine müracaat ediyor. Kardeşinin adı Akil'dir. Akil, Arap yarımadasında nesepleri ve soy ilmini en iyi bilen bir mütehassıstır. Âlim ve yüce makam sahibi kardeş, bu mahir kardeşe müracaat etmekte özel bir ihtimam göstermektedir. Bu Haydan yöntem, bir evlilik stratejisi olarak takip edilmeli, basite alınmamalıdır.

Deryadil, deryadil arayışında olduğundan Haydar-ı Kerrar, eşini ve hayat arkadaşını seçerken kendi kardeşi Akil'e şöyle diyor:
-Benim için Arapların arasında seçkin ve cesur bir kadın bul; zira böyle bir kadınla evlenmek, onunla dilaver ve cengâver evlatlara sahip olmak istiyorum.

Buna göre evlilikte asalet özel bir konuma sahiptir, evlatlar da yine özel bir konumdadır. Çiftçilikte verimli bir toprak nasıl bir öneme sahipse, evlilikte de hikmetleri kabul edebilecek potansiyele sahip bir iç güzellik o derecede Önemli ve dikkat gerektiren bir mevzudur. Kim güzel ve sağlıklı bir meyve istiyorsa, önce sağlıklı bir ağaç seçmelidir. Sağlam ağaç, temiz ağaç demektir.

Ne yazık ki kötü ağaca denk gelenler de olmakladır. Evlilik konusunda gereken hassasiyeti göstermeyenler için başa gelen bu durumda gerçekleşen orlak yaşamın semeresi, hiç kuşkusuz ayrılıktan başka bir şey olmayacaktır.

Asalet çok önemlidir. Ancak her şey onunla da sınırlı değildir. Tek başına yeterli olmaz. Bu nedenle evlilik hayatında mutlu olabilmek için seçim, saf ve halis olmalıdır. Zira evlatlar annelerin kucaklarında büyümektedirler. Aslan yürekli anneden aslan yürekli evlatlar olur.

özetle; eğer deryadil, deryadil arayışında ise muttakilerin Mevlası cesur ve deryadil idi. Kendisi gibi cesur ve deryadil bir eşin arayışında idi. Topluma ve tarihe kahraman ve cesur evlatlar hediye etmek istiyordu.
Acaba İmam Ali (a.s) neden sadece cesaret sıfatını vurguluyordu?

Belki de cevabı şunda gizlidir: Bütün faziletler ve üstünlükler, cesaret ve kalenderlik sıfatlarının gölgesinde var olmakta ve gelişmektedir.
Korkak ve asaleti olmayan birinin eş olarak seçilmesi insanı dünya ve ahirette mutluluğa ulaştırmadığı gibi nesli de zayi eder.

3.BÖLÜM İKİ DERYADİL BİR MAHFİLDE

Akil, kardeşine layık bir eş seçiminde her türlü özeni göstermiş Benî Kilab kabilesinden Fatıma'yı İmam Ali'ye (a.s) takdim ediyor. Bu kabile, Araplar arasında cesaret ve edepleriyle meşhurdur.

Fatıma'nın babası Hizam ve annesi Leyla adını taşımaktadır. Anne ve babasının ataları nesilden nesle cesaretleriyle övülmüş ve tanınmışlardır. Örneğin; Fatıma'nın baba tarafından dedesi, Amir adlı meşhur bir şahıstı. Araplar arasında "mızraklarla dans eden adam" olarak bilinirdi ve bu lakapla anılırdı.

Bu nedenle Akil, Ali cesareti ile Amir cesaretinin birbirine karışıp en büyük cesaret örneğinin hâsıl olmasını istiyordu.
Emsali bulunamayan Allah'ın aslanı İmam Ali (a.s), Akil'in önerisini kabul ederek onu Fatıma'yı istemesi için elçi olarak yolladı. Akil, Hizam ile sohbet edip kızı Fatıma'yı İmam Ali'ye istedi.

Ancak Hizam, tam bir sadakat ve doğrulukla bedevi bir kızın bedevi kültürüyle yetişmiş olmasından dolayı İmam Ali'ye (a.s) layık olmadığını dile getirdi. İmam Ali'nin (a.s) daha kültürlü bir bayanla evlenmesi gerektiğini, bu iki kültürün birbirine uygun olmadığını söyledi.

Akil, İmam Ali'nin (a.s) onun bahsettiği her şeyden haberdar olduğunu belirterek buna rağmen Fatıma ile evlenmek istediğini söyledi. Fatıma'nın babası Akil'den eşi ve kızıyla konuşmak için biraz zaman istedi. Zira anne, her zaman için kızının psi-kolojisine daha aşinadır.

Hizam, eşinin ve kızı Fatıma'nın yanına geliyor. Eşi, kızının saçlarını taramaktadır. Kızı Fatıma ise dün gece gördüğü rüyayı annesine şöyle anlatmaktadır:

-Anne! Dün gece rüyamda her tarafı yemyeşil ağaçlarla dolu bir bahçede oturuyordum. Altından ırmaklar akan bu bahçede ağaçlar meyve doluydu. Ay ve güneş parıldıyor, ben de onlara bakıyordum. Yaratılışın azameti ve Allah'ın yarattıkları hakkında derin düşüncelere dalmıştım. Direkleri olmayan gökyüzü, ayın ve yıldızların ışıklan ve daha birçok şey hakkında tefekkür ediyordum.

Ben bu düşüncelere dalmışken ansızın ayın gökyüzünden aşağı indiğini ve eteğime yerleştiğini gördüm. Etrafa izleyenlerini hayran bırakan bir nur saçıyordu. Şaşkınlık içindeydim. Derken üç yıldızın daha eteğime kondu. Onların nuru beni mest etmiş, kendimden geçirmişti. Henüz şaşkınlığımı atamamıştım ki ansızın bir münadi beni ismimle çağırdı.

Sesi duyuyor, ancak sahibini göremiyordum. "Ey Fatıma! Nuraniyetin nedeniyle gözün aydın olsun, müjdeler olsun, Nurlu ay ve üç nurlu yıldız nedeniyle gözün aydın olsun! Onların babası Hz. Peygamberden sonra tüm insanların efendisi ve en üstünüdür!" diyordu. Bu esnada uykudan uyandım. Korku içindeydim. (Sonra annesine dönerek): Anne! Bu rüyanın tabiri nedir? diye sordu.

Annesi: Kızım! Sen sadık bir rüya görmüşsün. Kızcağızım! Çok yakında pek ulu bir erkekle evleneceksin. Öyle biri ki tüm ümmet ona itaat etmektedir. Bu evlilikten dört çocuğun olacak; onların ilkinin yüzü ay gibi aydın ve nurlu olacak. Diğer üçü de yıldız gibi parlayacak!

Ana-kız arasındaki bu dostane sohbetin hemen akabinde Hizam odaya girerek Akil'in mesajını iletti. Ali'nin (a.s) Fatıma'yı istemesine nasıl baktıklarını sordu.
Kızımızı Ali'ye layık bir eş olarak görüyor musun? Bil ki onun evi vahiy, nübüvvet, ilim, hikmet ve edep evidir. Eğer kızını bu eve layık biliyorsan kabul edeyim. Eğer o eve layık değilse, olumsuz cevap vereyim.
Leyla şöyle cevap verdi:

-Ey Hizam! Allah'a yemin olsun ki ben onu güzel bir şekilde eğittim ve terbiye ettim. Onun gerçekten saadetli olmasını Allah'tan diliyorum. Allah'tan Mevlam Ali b. Ebu Talib'e hizmet etmesi için salih olmasını niyaz ediyorum. Kızımı Ali b. Ebu Talip ile evlendir. Daha sonra Hizam, kızına dönerek onun görüşünün ne olduğunu sordu.

Fatıma susarak rızasını dile getirdi. Kısa bir sevinç anından sonra Allah'a şöyle ahdetti: Allah'a yemin olsun ki ben, Hasan ile Hüseyin'e muhabbet dolu bir anne olacağım!
Akil, kardeşinin vekâleti ile Ali ile Fatıma'nın nikâh akdini okudu. Kısa bir süre sonra Fatıma'yı da alarak yâr diyarına doğru yola koyuldu...

NUR HANESİNDE HUZUR

Burası Ali'nin evi...
Bu ev sadelik ve güzellik ışıldamaktadır...
Bu evde kanaat lambası ortalığı aydınlatmaktadır...

Burada elde dokunmuş kilimler tam bir tevazu ile her yeri kapsamış durumdadır,..
İbadet ve velayet kokusu, bu evin fezasını tüm zerrelerine kadar doldurmuştur...
Burada eşitlik ve doğruluk, varlığa yeni bir can katmaktadır...

Burası Allah'ın velisinin, Allah'ın evi büyüklüğündeki evidir...

Scfalı, sevimli ve güzel bir evdir. Öyle bir ev ki yüce ruh sahibinin oturduğu bir saraydır adeta. Bu sarayda ne bildik sarayların mutfağı gibi bir mutfak, ne de sofraları gibi bir sofra vardır.

Bu sarayda aşk ve esenlik sofrası açılır. Bu sarayın bahçesine dostluk ekilir, doğruluk biçilir. Burada kin ve nefret üreme fırsatı bulamaz.
Sultanlar sultanı, celâl ve ceberûtu tatlı bir sadelik ve gönüllere hitap eden bir güzellikte özetlemektedir.
Bu evde âlem ve âdem birbiriyle uyum içindedir. Ev ve ev halkı ahenk içindedir.
Bu ev küçük bir evdir; ancak yüce insanlara ev Nahipliği yapmaktadır.

Şimdi bu evin kapılarını açın ki Fatıma geliyor. Bir kez daha Haydar'ın evi bir annenin nuru ile münevver oluyor. İki deniz bir mahfilde!..
Bir kadın ve bir erkek... Her ikisi de dertli, ancak mert.

Bu ev sevimli bir evdir. Zira sevimli iki Fatıma'ya ev sahipliği yapmıştır; Fatıma hanesidir.
Bu Fatıma'nın seccadesi öteki Fatıma'nın seccadesidir. Burada küskünlük ve kırgınlık bir kenara bırakılmıştır. Bu evde yücelik ve kalenderlik ilk sözü söyler.

Bu mekân hareket ve bereket merkezidir. Bu evin ziyneti ve nuru, Tathir Ayeti, Kevser Suresi ve Nur Ayeti'nden kaynaklanmaktadır.
Bu küçük sınıfta büyük dersler işlenmektedir.
Evlilik, fedakârlık, kardeşlik ilişkileri, annelik, üvey annelik, sebat, sabır ve daha birçok güzellikler...
Ama yine de üvey annenin gelişiyle, bir endişe ve tasa vardır. O Fatıma'nın evlatları, bu Fatıma'yı kabul edecekler mi? Bu Fatıma da doğru ve yapıcı olmakta maharetli mi?



4.BÖLÜM ÜVEY ANNELİK VE ÖZGÜVEN

Fatıma, tüm varlığı ile bu nur hanesinde hazır oldu. Bu üvey annelik, tam bir bilinç ve sabır terkibinin hüneriydi. Bu evde Fatıma'nın Hasan ile Hüseyin'i hastadır. Bu yeni gelin, tam bir ihlâsla şöyle söylüyor:
-Bu iki evlat sağlıklarına kavuşmadıkları sürece evlilik zevkini tatmayacağım!

Allah'ın nzası gözeterek bu iki yadigârın sağlıkları nu kavuşması için olağanüstü bir gayret gösterip bitkicilik yapmaktadır. Etrafı aydınlatan bir mum, ciğeri yanan bir anne misali sağlıklarına kavuşmaları İçin gecenin karanlığında bile bu iki yavrunun başu-cunda sabahlamaktadır. Ancak hastalık süvari gibi gelip piyade gibi gitmektedir.
Bu Üvey anne neden böyle bir çabanın içinde?

Zira ilk adımdır bu. En zor adım da budur. Zira üvey annenin en önemli ihtiyacı özgüvendir. Özgüven ise kendini yetiştirmeye ortam hazırlamaktadır.

ÜVEY ANNELERE CİDDİ BİR UYARI

Hiç şüphesiz üvey annelik çok zor bir iştir. Ama insan zorluklarla pişmeli ve refaha ulaşmalıdır. Buna göre refah ve varlık, zorluklarda saklıdır. Genellikle üvey annelik zorluk çıkarma cihetinde bulunur.

Fatıma, üvey annelikte özgüven hocasıdır. Özgüven, insanın kendisine saygısının olması demektir. Özgüven ise "Yaşasın bugün!" demektir. Zira özgüveni olan bir kimse için hafta, yedi gün boyunca "bugün" demektir. Özgüveni olmayan kimse içinse her hafta yedi "yarın"dan oluşur.

Özgüvenli biri için "burası ve şimdi" çok önemlidir. Zira "dün ve yarın" varlık ifade etmezler. Eğer üvey anne bir eve girmişse ve birtakım sorunlar varsa, mesela; eşinin çocuğu hasta ise, onu ihmal edemez.

Zira bir çatı altında yaşayanların kaderleri bir-birleriyle iç içedir. Bazı üvey anneler zorluklarla karşılaşınca alınır ya da onlarla boğuşur. Böyleleri çobanlık bile yapmaya layık değillerdir. Zira ilişki kurmasını beceremezler. İlişki ise bilgi ve duygu alışverişidir. Doğru ve yapıcı bir ilişki kurmak, hüner ister. Bazı insanlar ise bu hünerden yoksundur.

Özgüven demek, kendi ayaklan üstünde durmak demektir. Boş çuval, boş olduğu sürece dik durmaz. O halde özgüven, olumlu düşüncelerle donanmak, kötü ve olumsuz düşüncelerden uzak durmak demektir. Özgüven demek; nefsi arındırmak, izzet-i nefsin doruklarından iffet-i nefsin doruklarına ulaşmak demektir.

Üvey anne için özgüven, yaşamın idare edilmesi; eşinin çocuklarıyla yan yana bulunmaktan, onları en az kendi çocukları kadar sevmekten razı olmak ve zevk almak demektir.

Tüm boyutlarıyla özgüven demek, Fatıma demektir. Bir kadın yeni bir eve geliyor ve kendi ayakları üsünde duruyor. Tüm sorunlarla savaşıyor. Kendi ve baskalarının sıkıntılarına derman oluyor. Hiçbir şeyden korkmuyor ve yılmıyor...


Bu Fatıma da aynen diğer Fatıma (s.a) gibi Ali'yi (AS) kendine İmam ve Rehber olarak kabul ediyor. Sadece eş olmak için değil, aynı zamanda İmam için bir taraftar , öğrenci ve takipçi olmaya çalışıyor.

Fatıma'nın evlatları için hem annelik, hem de bakıcılık yapmaktadır. Tüm bunlar belki de Ali mektebinin ve Amirî cesaretinin sayesinde özgüvene dönüştüğü içindir.
Evet, iman sahibi kimseler bir bardak suda fırtınalar koparmazlar. Küçük meselelerden dolayı ne kendilerinin, ne de başkalarının sinirlerini alt üst etmezlcr. Bilakis daima "aile düzeninde aslî konulara" eğilir ve aile ocağını her zaman sıcak tutarlar.

5.BOLÜM BENİ "FATIMA" ADIYLA ÇAĞIRMA!

İyi anne olmak hünerdir. Ama iyi üvey anne olmak daha büyük bir hünerdir. Zira aile düzeninde tadilat her zaman daha zordur. Başkasının çocuğuyla İrtibat ve ilişki kurmak, analık görevini ifa etmek, büyük bir çaba ister; ince düşünceli olmayı ve konu-şurken titiz davranmayı gerektirir.

Ama Benî Kilab'ın Fatıma'sı; ince düşünceye, zarafet ve titizliliğe cesareti de katmaktadır. O, Ali'nin ivindc sadece Ali'yi görmemektedir. Bilakis Fatımının (S.A) evlatlarına karşı da aşk doludur. Bu nedenle fatıma, çok ama çok değerlidir.
Cennet, sahip olduğu tüm o azametiyle anaların ayakları altındadır.

O, Fatıma'nın (s.a) evlatlarının sorunlarını Benî Kilab'ın fatıma'sının sorunları olarak algılamaktadır. Hiçbir zaman onlara "bu sizin sorununuzdur" dememiştir.

Bu duyguların sahibi Fatıma, bir gün, eşi ve Resulullah'tan sonra insanların en hayırlısı İmam Ali'ye (a.s) bir değişiklik hususunda şöyle der: Senden bir isteğim var!

İmam Ali: Ne istersen söyle, diye cevap verir.
Fatıma: Benim ismimi değiştirmeni istiyorum, der. Zira sen beni Fatıma diye sesleyince Hasan, Hüseyin ve Zeyneb'in çehresinde hüzün görüyorum. Anneleri Fatıma'yı (s.a) hatırlayıp üzülüyorlar!

İmam da bu sözü duyunca Fatıma'nm adını Ümmü Benin künyesiyle değiştirir. Ne kutlu ve ne mübarek bir değişim bu!
O andan sonra Ümmül Benin artık endişeli değil dir. Zira o güzel ismini kaybetmişti, ama Fatıma evlatlarının çehresine mutluluk ve huzur hediye etmişti

Ümmül Benin, sağlıklı ve sevinç dolu bir aileni tesis edilmesi için sadece ince düşünceli olmanın yeterli olmadığını, bilakis amelin de olması gerektiğini ispatlıyordu. Fedakârlığı zirveye taşıdı ve hatta işinin bile değişmesine razı oldu...

Ümmül Benin isminin değişmesiyle artık Fatıma evlatlarının gönlünde her zamankinden daha çok hakimiyet sahibi oldu. Üvey annelik hakkında en yöntemi keşfetti ve bu keşif, tarih boyunca eşi görülmemiş bir keşif oluyordu.
İşte, bu en büyük hüner olmaktan Öte bir şey Hatta Ümmül Benin için "üvey anneliğin en
Sİmgesi" itirafında bulunmak yerinde bir tanımlama gerek.



6.BÖLÜM YASEMİN KOKUSU: ABBAS

Fatımanın isminin ümmül benin olarak değişmesinden sonra bir kez daha yasemin kokusu fezasında herkesi duygulandırıp sarhoş etmiş durumda. Hz. Fatıma'nın (s.a) evlatları şimdi her zamankiden daha fazla üvey annelerini kendi annelerinin yerine koymaya başladılar.

Bir kez daha bu Fatıma, o Fatımanın (s.a) kokusunu hissettirmekte.Bir kez daha yasemin kokusu, bu evin her köşesinde buram buram kokmakta...Burusı Medine şaban ayinin dördü...Hicretin 26. yılı...İmam Ali as Mescid-i Nebi'de oturmuş, ashap onun etrafında halka kurmuşlardı.

bir Arap çıkageldi. Selam verip (a.s) elini öptü ve bir kenara çekildi.Müminlerin Emiri: Bir arzun mu var? diye sordu. Bedevî; Ey mevlam! Siz daha iyi bilirsiniz!

Müminlerin Emiri: Ey Kamber! Eve git ve kızım Zeyneb'e evde olan o şeyi seninle bana göndermesini tembihle!
Kamber, Müminlerin Emiri'nin evine doğru yola koyuldu. İki kez kapıyı çaldı, ancak üçüncü defasında kapıyı Fızza açtı. Kamber'e ne istediğini sordu.

Kamber, İmam'ın mesajını iletti; Fızza da içeri girdi. Bu sırada evin içinden sevinç çığlıkları yükseldi...
Bir süre sonra Fızza geri döndü. Kamber sevinç çığlıklarının sebebini sordu. Fızza, Müminlerin Emiri ve Ümmül Benin'in bir çocukları olduğunu bildirdi.

Derken Kamber, mescide dönerek memuriyeti! yerine getirdi.
Müminlerin Emiri, "Yüzünde sevinç belirtileri var!" deyince Kamber: Ey Müminlerin Emiri! Size bir müjdem var, dedi.
Müminlerin Emiri: Hayrola Kamber, inşallah hayırlı bir haberdir, dedi.

Kamber: Ey mevlam! Allah size bir evlat inayet etti. Fatıma kızı Zeynep, hizmetçiniz Fızza aracılı ile sizden bu çocuğa verilecek ismi soruyor, dedi.

Müminlerin Emiri: Ey Kamber! Bu çocuğun Alllah katında çok yüce bir makamı var. Onun isim ve lakapları oldukça fazladır. Kısa bir süre sonra eve giderek isim ve künyesini belirleyeceğim, diye yanıt verdi.

Şimdi, bu evde, bir ay parçasının kundağı Zeynebin kucağında... Yavaş yavaş da babasının kucağına yaklaşmaktadır...
* bu evladın sağ kulağına ezan, sol kulağına ikamet okuyor. Ciğer paresi bu evladı, o andan itibaren her lahza hakka, şahadete ve fazilete aşina olsun; Ve velayet sedası daima kulağında çınlasın istiyor.

müminlcrin Emiri Ümmül Benin'e sordu: Bu çocuğa ne isim seçtiniz?
Ümmül Benin: Ben hiçbir işte sizden Öne geçmedim.Kendiniz hangi ismi beğeniyorsanız o ismi koyun,dedi.
Muminlerin emiri: O zaman ben de ona amcamın adını veriyorum, cevabınınıverdi. Muminlerin emiri İmam Ali, iştiyakla bu bebeğin ellerini öpüyor aşk ile gözyaşı döküyordu.

Ümmül şaşkınlık içindeydi. Belki de içten içe Müminlerin Emiri çocuğumun elinde bir noksanlık mı gördü diye soruyordu.
Büyük bir edeble ona bu tavrının nedenini sordu. İmamda bu şefkatli anneyi ilahî iradeden haberdar kıldı: Abbas'ın iki eli, Hüseyin'e yardım ederken kesilecekti!..

Muhabbet dolu anne ve ev halkı figan etmeye başlamıştı. Velayet makamı, Abbas'ın annesine, evladı; ve iki gözünün nurunun Allah katında yüce bir makamı olacağını bildirerek ona tesellide bulundu: Allah, kesilecek olan iki kolunun yerine ona iki kanat ihsan edecek, böylece Abbas ebedî cennette meleklerle birlikte uçacaktı...

Bu müjdeyi duyan Ümmül Benin'in gözyaşı, yerini sevince bıraktı. Zeyneb-i Kübra Abbas'in künye ve lakaplarını sorunca Müminlerin Emiri şöyle buyurdu: Künyesi Ebulfazl, ancak lakabı çok daha fazladır. Kamer-i Benî Haşim ve Sakka, bu lakaplar-dandır.

Zeyneb-i Kübra: Babacığım, dedi. Onun adı Abbas'tır; zira onda cesaret alametleri görülmektedir. Künyesi Ebulfazl'dır; çünkü onda cemalin mazharı mevcuttur. Sakka'ya gelince; acaba bunun anlamı nedir? Kardeşim Saki mi olacak?
Müminlerin Emiri şöyle cevap verdi: Kızcağızım!! Abbas'ın mesleği sakilik değildir. O, yabancılara SU taşımayacak. Bilakis kendi ailesinin ve akrabalarının sakisi olacaktır.

Bu sözleri duyan Zeyneb'in rengi değişti, ağlamaya başladı. Bunun üzerine Müminlerin Emiri: Ağlama kızım, dedi. Kardeşini kucağına al; senin de, bu kardeşinin de Allah katında yüce bir makamı var!
Ümmül Benin evlenmeden önce gördüğü rüyayı zeyneb-i Kübra'ya anlatıyor. Fatıma kızı, şöyle söylüyor; Allah'a andolsun ki Abbas aydan daha üstündür!.,

Hicretin 26. yılı, Şaban ayının dördünde, Medide doğan bu ay, Ali evini sevince boğmuştu.
Ali'nin evinde kimsenin kendini muallim veya olarak göstermesine gerek yok. Zira bu feza, başlı başına eğitici bir ortamdır. Abbas, böyle bir fezada büyümektedir.

Bu evde anne ve üvey anne kelimeleri kullanılmaz, Bu evde herkes birbiriyle kardeştir. Kardeş ve üvey kardeş söylemi söz konusu bile değildir.
İmam Ali oturmuş, Zeynep ile Abbas'ı iki yanına aliyor. Biri sağında, biri solunda...

Artık Abbas'ın dili yavaş yavaş açılmaya başlamıştır, Baba, oğluna şöyle diyor: Söyle bakalım:
Abbas, "bir" diye karşılık veriyor.
Baba tekrar oğluna dönüyor: Şimdi "iki" de bakalım , Allah'a bir dediğim dille "iki" demekten utunırım. Sevincini evladının alnını Öperek gösteriyor.

Diğer tarafta da Fatıma (s.a) evlatlarını kendi evlatlarına tercih eden bir anne görüyoruz. Büyük bir fedakârlıkla sevgi ve muhabbetinin büyük bir kısmını onlara gösteriyor...
Ümmül Benin, üç güzel sıfatı bünyesinde barındırmaktadır: Edep, cesaret ve şairlik...
Bu sıfatlan Abbas'a da aşılıyor, hünerle çocuk yetiştiriyor. Onu da kendi gibi edepli, cesur ve şair olarak yetiştirmeye gayret ediyor.

Bu nedenle Abbas, yasemin çiçeğinin bir tecellisi oluveriyor. Annesinin ninnilerinden etkilenmiş bu çiçek. Konuşması harika, niyeti tertemiz ve beyanı emsalsiz...

İşte bunlar ona zahirinde ve batınında ayrı bir güzellik bahşediyor.
Evet, Müminlerin Emiri gibi bir baba, Ümmül Benin gibi hassas bir anne, adeta tek başına bir ordu ve komutan olan bir Abbas yetiştiriyor...
O, şiir ve kılıcın hünerli birlikteliğine sahipti! düşmanın hayâsızca saldırıları onu ürkütmüyor, kalbine korku salmıyor.

IŞILDAYAN AYIN YANINDA ÜÇ YILDIZ

Ümmül Benin, tıpkı rüyasında gördüğü gibi, Allah ona bir ay ve üç yıldız hediye etmişti.
Kamer-i Benî Haşim, hicretin 26. yılında vahiy hanedanını sevince boğmuştu.

Ağabeyi Abbas'tan sekiz yaş küçük olan Abdullah. hicretin 34. yılında doğdu.
İmam Ali (a.s) tarafından, Habeşistan muhacirlein biri olan Osman b. Mazun'un anısına Osman adı verilen diğer oğulları ise hicretin 38. yılında dünyaya geldi.

Osman'dan iki yaş küçük olan Cafer ise hicretin 40. yılında dünyaya geldi.
Ümmül Benin... Oğullarının anası... Elhak ki Ali'nin eşi, böyle bir künyeyi hak etmektedir. Yetiştirdiği evlatlar da kendisi gibi edepli, cesur ve şair idiler.



ÇOCUKLARIN EĞİTİMİ

İmam Ali'nin Ümmül Benin ile evlenmesinin hedefi sebat ve cesaret sahibi evlatlar yetiştirmekti.Bu nedenle İman (a.s),

Abbas'ı en iyi şekilde eğitti.
İslami İlim ve adabın eğitimi
Kuran İlimlerinin eğitimi
Hadis rivayet eğitimi
Beşeri bilimler ve ahlaki değerler eğitimi
Ziraat bilimi vc zirai eğitim
Binicilik , kıllıç kullanma ve okçuluk eğitimi
Askeri bilimler ve savaş adabı eğitimi

Tüm bu eğitimler neticesinde Abbas, ilmi ve cesaretiyle Araplar arasında dillere destan bir karakter oldu.
Kamer-i Benî Haşim, hatta Haşimoğulları arasında bile dolunay misali parlıyor, gören gözleri kendine hayran bırakıyordu.
Düşmanla savaş meydanında karşılaştığında sağlam bir dağ gibiydi ve yılmak bilmeyen bir kalple çarpışıyordu. Atılan oklar ve savrulan kılıçlar karşısında asla korkuya kapılmıyordu. Bunun sırrı ise annesiyle babasının verdiği terbiye ve eğitimde saklıydı.

Sıffın Savaşı'nda İmam Hüseyin'in kuvvetli bir kolu olarak Muaviye ordusuna saldırmış, sonuç olarak kesilen suyollarını yeniden açmayı başarmıştı...
Sıffın gününde bir genç görüyoruz...

Yüzü peçeli olarak cepheye çıkmış, kendisiyle teke tek savaşacak bir cengâver arıyor. Batıl tarafının savaşçıları bu gençle karşılaşmak istemiyorlar. Ama Muaviye, Ebu Şasâ'yı bu gençle savaşması için yanına çağırıyor.
Ebu Şasâ: Şam ahalisi beni bin süvariye bedel olarak kabul ediyor. Bu gence karşı savaşmak bana uygun düşmez. Ama oğullarımdan birini onun karşısına çıkaracağım, diyor.

Meydandaki yüzü peçeli bu genç, onu öldürüyor Ebu Şasâ ikinci oğlunu yolluyor, o da öldürülüyor
böylece Ebu Şasâ'nın yedi oğlu bu genç tarafından öldürülüyor. Bu sahneyi gören Ebu Şasâ hiddetle savaş meydanına koşuyor. Ancak o da oğullarının akıbetine uğruyor!..

İmam Ali'nin ordusunda sevinç, ama aynı zamanki bir pişkinlik hâkim olmuştur. Gencin yüzünde peçe olduğundan kimse onu tanıyamamaktadır. Kahraman genç, edeple İmam'ın yanına dönüyor. İmam, yüzündeki peçeyi kaldırınca herkes onun Kamer-i haşim olduğunu görüyor!..

HASAS BİR BABA, MÜCEVHER GİBİ BÎR EVLAT

Peygambcr'in (s.a.a) hicretinden 37 yıl geçmişti.Müminlerin emiri Sıffın Savaşı'ndan döndükten evlatlarına hitaben şöyle bir vasiyetname yazdı. "Bu, Allah'ın kulu Ali b. Ebu Talib'in kendi malları hususundaki emirlerini içeren vasiyetidir.Böylece Allah'ı razı edip onu cennet ve güven yurduna götürmesini temenni etmektedir.

Hasan b. Ali, bu vasiyeti yerine getirecek, Olduğu gibi benim mal varlığımdan harcayacak, yine layık olduğu gibi o maldan infakta bulanacaktır. Eğer Hasan'ın başına bir şey gelir ve Hüseyin hayatta olursa, bu sorumluluk onundur vasiyetimi kardeşi gibi yerine getirmelir.

Fatma'nın iki oğlunun mirastaki hakkı Ali'nin diğer evlatlarının mirastaki hakları ka-dardır. Fatıma'nm evlatlarının bu iş için seçilmesi Allah'ı razı etmek, Resulüne yakın olmak ve onunla olan akrabalığımın hürmetini yerine getirmek içindir.
Bu işi sorumluluğuna alan kimseye malın aslına dokunmamasını

ve sadece onun gelirini harcamasını şart koşuyorum. Ancak belirttiğim yöntem ve şartlar doğrultusunda bunu yapmalıdır. Hurmalıklardaki hurma ağaçlarını satmasın. O kadar çok çoğalsın ki daha önce hurmalığı görenler tekrar gördüklerinde tanıyamayacak şekle girsin!"

Baba, Fatıma'nın evlatlarına vasiyet ediyor. Ancak bunun nedenini diğer evlatlarına da açıklıyor. Bu eğitimde Abbas'ın şahsiyeti bir mücevher gibi işleniyor. Böylece en üstün öğrenci sıfatına kavuşuyor. Cesaret, edep ve adalette Müminlerin Emiri ve Ümmül Benin gibi hünerli, bilgili ve değerli olması hedefleniyor.

İKİ KARDEŞİN MEKTEBİNDE DİLAVER ABBAS

Âlem ve âdem el ele verip bu yetenekli genci talim ve terbiye altına almak istiyor. İmam Hasan ile İmam Hüseyin tıpkı Müminlerin Emiri ve Ümmül Benin gibi dilâver kardeşlerini Kurânî ve semavî öğretiler doğrultusunda yetiştirmektedirler. Kamer-i Beni haşim'in kemal ve keramet mecmuasına sahip görmek, artık hiç de zor olmayacaktır.




7.BÖLÜM MİHRAP ŞEHİDİ MUTLU VE MUTMAİN

hicretin 40. yılı... ramazan ayının 19. sabahı...
peygamberler mescidi olan Küfe Mescidi'nde büyük gerçekleşiyor. Kabe'nin evladı, kendi kanına boyanmış. Kısık, içten, ama kurtuluşu ifade eden bir nağme inliyor: Kabe'nin Rabbine and olsun ki kurtuldum. O doğarken sevinçli, bugün şehit olurken mutlu ve mutmain.

Şimdi bu rehber kendi kanına öylesine boyanmış e öyle bir hale gelmiş ki artık kendi ayaklarıyla evine gidemiyor evinin kapısına ulaştırıyorlar.
Baba kızının bu halde görmesine dayanamayacağını bunun için iki oğluna yaslanarak kendi ayaklarıyla eve giriyor.

Şimdi, Ümmül Benin'in en acılı günlerinden biri, ilki, başlangıcı!..
Azamet ve cesaret abidesi kocasını şehadet yatağında görüyor.
Zaman ne kadar da akıcı!.. Haydar ile geçirdiği on beş yıllık ortak hayat, ansızın tüm hatıralarıyla gözlerinin Önünden geçiyor. Aman ya Rabbi! Burası nasıl bir ev?!

Sadelik ve güzelliğin zirvesinde, birkaç okyanusu bünyesinde barındıran küçük bir ev! Kerpiçten yapılan bu ev hiçbir saraya benzemiyor nedense...
Kanaat, maneviyat ve adalet evi...
Ümmül Benin adım adım bu aile ile hareket ederek tüm dersleri öğrenmişti. Ancak şimdi, geriye kalan son dersi de tamamlaması gerekiyordu: Yeryüzünden payidar cennete doğru ruhanî yolculuk dersi.

Ama neden Ali kurban edildi? Hiç kimse onun kadar Kuranî değildi ki!
Yaralı haliyle kâinatın en güzel gülleri Hasan, Hüseyin ve diğer evlatlarına öğütte bulunan İmam (a.s), şunları söylüyordu:
"Sizlere Allah'tan çekinmeyi öğütlüyorum. Dünya sizi istese de siz dünyayı istemeyin. Onu elde edemediğiniz ya da kaybettiğiniz için üzülmeyin. Doğru sözlü olun ve ahiret mükâfatı için çalışın. Zalime düşman, mazluma dost olun.

Siz ikinizi, diğer evlatlarımı, akrabalarımı ve bu vasiyetimi okuyan herkesi Allah'tan çekinmeye, işlerde düzenli olmaya, birbirinizle barışık olmaya davet ediyorum. Zira Hz. Peygamber'den (Allah'ın selamı O'na ve Ehlibeyt'ine olsun) şöyle buyurduğunu duydum: Birbirinizle barışmanız barışık olmanız, kıldığınız tüm namazlardan ve tuttuğunuz her oruçtan daha üstündür.
Allah için! Allah için! Yetimleri unutmayın. Onları bir gün tok, bir gün aç bırakmayın.
Allah için! Allah için! Komşuları unutmayın. Zira komşular, Peygamber'inizin, haklarında Öğütlerde bulunduğu zümredendir. Daima onlar hakkında nasihatte bulunurdu.

Öyle ki pek yakında komşular için de mirasta bir hak belirleyecek diye düşündük.
Allah için! Allah için! Kurân'ı unutmayın. Ona amel etmede hiç kimse sizden öne geçmesin.
Allah için! Allah için! Namazı unutmayın. Namaz dininizin direğidir.
Allah için! Allah için! Allah'ın beytini unutmayın. Var olduğunuz sürece o beyti boş bırakmayın. Eğer Allah'ın evini ziyaret etmeyi terk ederseniz, ilahî azabın inmemesi için zaman tanınmaz.

Allah için! Allah için! Allah yolunda malınızla, canınızla ve dilinizle cihat etmeyi unut-mayın. Birbirinize sıkı sıkı sarılın. Sakın ola ki birbirinize sırtınızı dönüp irtibatınızı kesmeyesiniz.

Ey Abdulmuttalip oğulları! Müminlerin Emiri öldürüldü diyerek Müslümanların kanına girmeyin. Unutmayın ki benim kanımın kısası hususunda sadece katilim kısas edilir. Bakın, bana vurduğu bir kılıç darbesi karşılığında siz de ona bir kılıç darbesi vurun. Sakın vücut organlarını kesmeyin. Ben Hz. Peygamberden duydum: "Öldüreceğiniz kuduz bir köpek bile olsa, ona eziyet etmeyin!" derdi.

ALİ KOKUSUNUN DEVAMI

Mihrap şehidinin vasiyeti gerçekte mutlu bir yaşamın özetlenmesiydi. Müminlerin Emiri son vasiyetini gönüllere hitap eden cümlelerle bitirdikten sonra henüz on dört yaşında olan Abbas'ı hiçbir zaman kin ve nefretin barınmadığı bağrına bastı. Basiret sahibinin sözleri ve nasihatleri dinlenmeye şayandı. Şöyle nasihat ediyordu:
Ey evladım! Çok yakında kıyamet günü gözüm senin vesilenle aydınlanacak.

Ey evladım! Aşura günü geldiğinde Fırat'ın serin sularına girince sakın ola ki kardeşin Hüseyin susuzken sen su içmeyesin!

Bütün bunlardan kısa bir süre sonra samimi çehrelere yetimlik hüznü kondu. Ehlibeyt'in gönül aynaları kırıldı.

KABE EVLADININ DEFNİ; GECE VAKTİ VE GİZLİCE

Ümmül Benin bu ağaca bağlı bir dal değildir. Bilakis bu ağacın kökündendir. Ama tüm varlığı ile gaybe gönül vermiştir. Belki de Ümmül Benin için Müminlerin Emiri'nin şahadetinden daha acı verici olan, onun mazlumluğuydu. Zira en şiddetli mazlum-luğunu şehadetinden sonra gösteriyordu.

Bundan daha büyük bir mazlumiyet olabilir mi ki; adalet ve velayet sembolü gece vakti, gizlice, mazlumane bir şekilde toprağa verilisin? Risalet bahçesinin biricik ailesi, yas merasimi bile düzenleyenlesin?!
Evet, bu aile daima bencil kimselerden iki darbe görmüştür: Birincisi, açıkça yapılan eziyetler; ikincisi, gizliden gizliye yapılan namertlikler. İşte, Abbas da bu mazlumiyetin mirasçısıdır.
-------------

el-Kamil, İbn-i Esir, c.3, s.333; Edebu't-Tajf, c.l, s.72.

Sefinetu'l-Bihar, c.l, s.510.

Riyahaynu'ş-Şeria, c.3, s.294.
Bu bölüm, yayınevimiz tarafından yayımlanan Kerbela Ansiklopedisinden alınmıştır. (Bkz: Kerbela Ansiklopedisi, Cevad Muhaddisî, Ümmül Benin terimi, s.466-467, ilk baskı.)
Lügatname, dehhüda.
el-îrşad, c.27, s.90.
Biharu'l-Envar, c.45, s.41; Maali's-Sibtayn, c.l, s.446; Maktel ,Harezmi c.2t s.30.

1
BİR ÜVEY ANNE ÖRNEĞİ:ÜMMÜL BENİN BİR ÜVEY ANNE ÖRNEĞİ:ÜMMÜL BENİN



8.BÖLÜM AY PARÇASINA VERİLEN AMANNAME

Zaman hızla ilerlemiş, Kerbela faciasına ramak kalmıştı. İbn-i Ziyad, o dönemlerin Küfe valisiydi. Ziyad'ın oğlu, İbn-i Sâd'a bir mektup yazarak İmam Hüseyin'in Yezid'e biat etmemesi hâlinde derhal öldürülmesini istiyordu. Mektubu Kerbela'ya götürme işini de Şimr'e vermişti.

Şimr, Ümmül Benin'in evlatları Abbas, Abdullah, Osman ve Cafer için amanname istedi. Zira Şimr de Benî Kilab kabilesindendi. Abdullah b. Ebu Muhil de yerinden kalkarak aynı talepte bulundu. Çünkü o da Benî Kilab boyundan ve Ümmül Benin'in kabilesindendi.
İbn-i Ziyad, onların isteğini olumlu karşılayarak bir amanname yazdı ve bunu Abdullah'a verdi. O du amannameyi alarak kölesiyle birlikte Kerbela'ya
gönderdi...

FERASET SEMBOLÜ ABBAS SEÇİM YAPIYOR

Hicretin 61. yılı, Perşembe günü... Bugün Tasua... Vakit ikindi vakti... Burası Kerbela...
Abdullah b. Ebu Muhil'in kölesi bu mekânda Abbas ile kardeşlerini Kerbela'dan çıkarmak için amannameyi uzatıp ay parçasına teslim ediyor!
Abbas, annesi Ümmül Benin'in eğitimini almıştır. Cengâver ve dilâverdir. Tam bir feraset ile kutsal bir hedefi çirkeflikten ayırt edebilecek yetiye sahiptir. Abdullah'ın kölesine dönerek şunları söyler:

-Şimr'e de ki: Bizim amannameye ihtiyacımız yok! Allah'ın âmânı bizim için onun amannamesinden daha değerlidir!
Bu kez bizzat Şimr öne çıkıyor. Amacı, aslan avlamak... Kurulu çadırların arkasından yaklaşarak:
-Kız kardeşimin evlatları Abbas, Abdullah, Cafer ve Osman neredeler? diye sesleniyor.

Evet, Şimr dayılık rolüne soyunarak sözde Ümmül Benin'in evlatlarını helak olmaktan kurtarmak istiyor! Çünkü o, Ümmül Benin'le aynı kabiledendir. Bu nedenle kendisini onun evlatlarının dayısı olarak gösteriyor. Ancak hiç kimse ona cevap vermiyor.

Bu esnada İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyuruyor: Karşınızdaki fasık bir insan da olsa, cevabını veriniz.
Kamer-i Benî Haşim çadırlardan çıkıp Şimr'e ne istediğini soruyor.
Şimr: Ey yeğenlerim! Sizler güvendesiniz. Boşu boşuna kardeşinize yardım etmek uğruna kendinizi ölüme atmayın; Yezid'e itaat edin, diyor.

Artık sıra Abbas'ta... İnsan hırsızı ile gönül çelen İmam arasında bir seçim yapması gerekiyor. Bu sarsılmaz komutan Davudî bir ses ile hiç kimse veya hiçbir şeyden korkmadan şöyle feryat ediyor:

-Allah'ın laneti sana ve bizim için getirdiğin amannameye olsun. Ey Allah'ın düşmanı! Bizden, canımızdan daha kıymetli olan, serverimiz ve mevlarmz, Fatıma evladı İmam Hüseyin'den ayrılmamızı mı istiyorsun? Böylece gayri meşru ve melun kimselerin itaati altına girmemizi mi istiyorsun?

Evet, burası Kerbela'dır ve insan, bu âlemde demirden daha katı, kılıçtan daha keskindir.
Abbas, gönül çelen bu eşsiz dostlarını, hiçbir şeye ve hiç kimseye tercih etmiyor. Annesinin eğitimi, rehberini terk etmesine izin vermiyor. Onun edebi kendini satmakla uyuşmamaktadır. Bu davranışıyla , tüm asırlara bir asalet dersi de vermiş oluyor

Zulüm ve cefa cephesindeki Şimr'e ve olan kimselere gelince: Tek bir cümleyle İfade etmek gerekirse, bu asalet karşısında istediğini alamayan zavallı ve çaresiz bir Şimr görüyoruz şimdi. Aslan avına çıkan, ancak Aslan'ın hışmına uğrayan bir zavallı!..
Göstermelik bir öfke ve göstermelik bir hiddetle atını mahmuzlayıp çirkefler ve çirkefliklerle dolu çadırına geri dönüyor...

İBADET İÇİN ZAMAN

Tasua Günü öğleden sonra...
Ömer b. Sâd, etrafını saran ordusuna dönerek şöyle sesleniyor:
-Ey Allah'ın ordusu; atlarınıza binin, sizi cennetle müjdeliyorum!
Düşman muhasarayı daha da daraltmaktadır. Yavaş yavaş Hüseynî çadırlara yaklaşıyorlar.
Bu sırada Zeyneb-i Kübra İmam Hüseyin'in yanına gelerek:

-Düşman bize doğru ilerliyor; iyice yaklaştı, diyor.
İmam Hüseyin (a.s), Kamer-i Benî Haşim'e seslenerek:
-Ey Abbas, diyor; canım sana kurban olsun! Bizden taraf şu kavme git ve neden yaşlaştıklarmı sor; amaçlan ne?
Abbas, yirmi süvariyle birlikte düşmana doğru ilerleyip neden geldiklerini soruyor.

-Emirimiz İbn-i Ziyad size iki seçenek sundu: Ya teslim olup biat edeceksiniz ya da bizimle savaşacaksınız. Biz de savaşmak için öne çıkıyoruz, diyorlar.

Abbas ve yanındakilerin nasihatleri kalpleri kararmış taş kalplilere etki etmiyor. Sanki havanda su dövüyorlar...
Evet, bu ıssız çöl makul sözü kabul ediyor, ancak bu gönüller kabul etmiyor!..

Niyetlerinden haberdar olan İmam Hüseyin (a.s) kardeşi Abbas'a bir kez daha şöyle buyuruyor:
-Düşmanın yanında git ve onlardan bu gece için vakit al. Bu geceyi namaz, dua ve istiğfar ile geçirelim. Allah da biliyor ya; ben namaz kılmayı, Kuran okumayı, çokça dua etmeyi ve Allah'tan çokça mağfiret dilemeyi pek severim.

Abbas, düşmana doğru hareket ederek Tasua gecesini namaz, dua ve istiğfar ile geçirmek için onlardan izin istiyor.


9.BÖLÜM BİATİN KALDIRILMASI VE AŞK NAĞMELERİ

Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan gece... Bu gece Aşura gecesidir...
İçinde takva sahibi insanları barındıran çadırlara mehtap düşmüştür. Velayet güneşinin etrafında her türlü fedakârlığı yapmak üzere toplanan kadın-erkek herkes, saniye saymaktadır. İmam Zeynelabidin (a.s) gerçi hastadır, ama babasının sözlerini duymaktadır.

Fatıma evladı hiçbir korku ve tereddüdü olmadan dostlarıyla şöyle dertleşmektedir:
"Allah'a en güzel hamd ve sena ile şükrediyorum. Ona sıkıntılı olduğum ve olmadığım anlarda hamd ediyorum.
Ey Rabbim! Bizi nübüvvet şerefiyle şereflendirdiğin, bize Kurân'ı öğrettiğin, dinî konu larda agâh kıldığın, bizlere duyan kulak, göz ve agâh bir gönül verdiğin için .sana şükürler olsun.

Ben kendi ashabımdan daha vefalı ve iyi bir ashap, kendi Ehlibeyt'imden daha iyi bir Ehlibeyt tanımıyorum. Allah size güzel mükâfatlar versin.
Bilin ki ben, bu kavim hakkında daha farklı düşünüyordum. Bana itaat edeceklerini düşünmüştüm. Ama umduğum gibi olmadı. Bundan ötürü ben sizin üzerinizdeki biatimi kaldırdım. Kendi iradeniz kendi elinizdedir.

İstediğiniz yöne göç edip gidebilirsiniz. Şimdi gecenin karanlığı bir örtü gibi üzerinize çökmüştür. Gecenin ka-ranlığından da yararlanarak istediğiniz yere gidebilirsiniz. Çünkü bu kavim bana ulaşırsa başkalarıyla işi olmaz."
Bu sözler Hüseyin'e ait...

Onlara mersiye okumuyor, hutbe okuyor. O, bilgeliği ve özgürlüğü bir arada seven, isteyen biridir. Aslında bir kez daha gönül verenleri hazırlıklı olup olmadıkları yönünde sınıyor. Bu nedenle de biatini üzerlerinden kaldırıyor.
İşte tam bu esnada gayretler coşuyor. Ümmül Benin'in evladı, Müminlerin Emiri'nin yadigârı, aynı zamanda kardeşi olan rehberine şöyle hitap ediyor:

-Biz neden seni terk edelim? Senden sonra yaşamak için mi? Allah bize o günü hiç göstermesin!
Kamer-i Benî Haşim'in hemen akabinde Kerbela diyarının yıldızları onun yolunu takip ederek velayet güneşine olan sevgi ve muhabbetlerini dile getiriyorlar...

Bunlar ay ile yıldızlar, onlara akraba olanlar ve olmayanlar... Onlar Fatıma evladını yalnız bırakmaya razı olmayan kahraman yiğitler...
Zira keramet hissi, Zehra'nın Yusuf unu aç kurtlar sofrasında yalnız bırakmayı hakaret olarak kabul etmektedir...



ZEYNEB-İ KÜBRA GÖZÜYLE AŞURA GECESİ

Yavaş yavaş Aşura gecesi yerini sabahın aydınlığına terk etmektedir.
Zeyneb-i Kübra, İmam Hüseyin'in çadırına gitmek için kendi çadırından çıkıyor...
Kardeşinin çadırına yaklaştığında, onun yalnız olduğunu ve Kuran okuduğunu görüyor.

Kardeşleri ve amca çocuklanna hitap etmek için Abbas'ın çadırına yaklaştığında, Abbas'ın cesur bir aslan gibi dizleri üzerine oturup Allah'a hamdü sena ettiğini, Peygam-ber'e salât ve selam gönderdiğini, sonra da Haşimoğullarına şöyle seslendiğini duyuyor:

-Ey kardeşlerim, yeğenlerim ve amca çocuklarımı Sabah olduğunda ne yapmaya karar verdiniz?
Hepsi topluca: Bize neyi emredersen onu yapacağız, asla itaatsizlik etmeyeceğiz diyorlar,

Abbas: Dostlar! Diğer ashap yabancılardan oluşmaktadır. Ağır yükü sahibi kaldırmalıdır. Sabah olduğunda savaş meydanına ilk gidecek olanlar siz Haşimoğulları olmalısınız. Düşmanla karşılaşıp savaşmakta onlardan önce davranmalıyız ki kimse "Haşimoğulları dostlarını ölüme yolladı" demesin!., diye haykırıyor.

Herkes yerinden kalkıp kılıçlarını kınlarından çıkararak "Emrine amadeyiz!" diye feryat ediyor.
Bu manzarayı gören Zeynep, gözyaşları içinde, ama gönlü rahat bir şekilde İmam Hüseyin'in çadırına geri dönüyor.
Henüz kardeşinin çadırına varmamışken, yolda Habib b. Mezahir'in çadırına rastlıyor. O da arkadaşlarını toplamış, Hüseynî topluluğa şöyle sesleniyor:

-Ey dostlarım! Neden burada toplandınız? Allah'ın selamı üzerinize olsun. Konuyu net ve açık bir şekilde söyleyin!
Habib'in dostları hep bir ağızdan cevap veriyor: Fatıma'nın yalnız kalan evladını korumak ve himaye etmek için buraya geldik!

Habib: Sabah olduğunda başlayacak olan savaş hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Ashap: Neye karar verirsen onu yapmaya kararlıyız. Senin emrinden çıkmayacağız!

Habib: Öyleyse savaş başladığında meydana ilk çıkacak olanlar sizler olmalısınız. Bizden biri hayatta olduğu sürece Benî Haşim'den hiç kimsenin meydana gitmesine izin vermemeliyiz ki bizler hakkında "Kendi efendilerini ölüm meydanlarına gönderdiler, kendi canlarını onların yolunda feda etmediler" demesinler!

Fatıma evladının ashabı, kılıçlarını kınlarından çıkarıp hep bir ağızdan "Senin ermindeyiz; sen neyi emredersen biz onu yapmaya hazırız!" diye haykırıyorlar.

Hz. Zeynep bu sahneyi gördükten sonra yüzünde beliren tebessüm ile kardeşini görmeye gidiyor.
İmam Hüseyin (a.s): Kardeşim! Medine'den çıktığımızdan beri buraya kadar tebessüm ettiğini görmedim; bu tebessümün sebebi nedir? diye soruyor.

Zeynep (s.a) cevap veriyor: Abbas'ın, Haşimoğullarının, Habib'in ve ashabın söyledikleri beni sevindirdi.
Evet, işte Kerbela'da esen aşk rüzgârı böyle bir rüzgârdı. Bu aşkın esintisiyle oluşan Hüseynî topluluk, sıradağlardan bile daha sağlam bir topluluktu...


10.BÖLÜM ANNEMİN ÖZETİ BENİM

Bugün Aşura...
Sabah ezanı kulakları okşuyor...

Cemaat namazı için saf tutuluyor... Abbas, cemaatin birinci safında duruyor. Cemaat imamı: İmam Hüseyin...
Cemaat imamının, Resulullah'ın (Allah'ın selamı O'na ve Ehlibeyt'ine olsun) defalarca öpüp kokladığı dudaklarından tekbiretü'l-ihram sesi yankılanıyor...

Namazın ardından İmam Hüseyin (a.s), başı dik bir şekilde hiçbir korku, endişe ve kaygı taşımaksızın dostlarına şöyle hitap ediyor:
"Allah (c.c), bugün sizin de, benim de ölümüne izin verdi. Sizlere sebatı ve savaşı tavsiye
ediyorum!"

Bu ilahî tavsiyeden sonra herkes bir bugünün vaat edilmiş bir gün olduğunu ve akıtacakları kanın, pek yakında, üzerlerine salınan kılıçlara galip geleceğini hatırlıyor...

GÜNEŞİN ALNINDA BİR OK

İmam Hüseyin (a.s) dostlarını savaşa hazırlıyor. Ordu yetmiş iki kişiden oluşmaktadır. Bunların otuz ikisi süvari, geri kalan kırk kişi ise piyadedir.
Fatıma evladı Züheyr'i sağ, Habib'i de sol kanada komutan olarak atıyor. Ordunun sancağını ise Abbas'a teslim ediyor. Kendisi de diğer Haşimoğullarıyla birlikte ordunun tam ortasında durmaktadır.

Çadırlar, ordunun hemen arkasında yer almaktadır. Güvenlik amacıyla çadırlann arkasına daha önceden hendekler kazılmıştır. Kazılan hendeklere odunlar doldurulmuş,

savaş sırasında kimse arkadan çadırlara saldırmasın diye hendek ateşe verilmiştir.
Yezid ordusunda da Ömer b. Sâd orduyu hizaya sokarak savaş hazırlıklannı sona erdirmiştir. Şimdi, elindeki yaya bir ok yerleştirmektedir. Yaydaki oku İmam Hüseyin'e doğru fırlatıp askerlerine dönerek:

-Şahit olun ki ilk oku atan benim, diye bağırıyor.

Nihayet savaş başlamış, düşman ordusunun attığı ilk okla iki taraf da harekete geçmiştir. Binlerle ifade edilen mücehhez bir ordu, sebat ve görkem sahibi bir avuç gruba karşı saldırmaktadır. Bazen teke tek, bazen de gruplar hâlinde savaş tüm hızıyla devam ediyor...

İmam Hüseyin'in askerlerinden bir grup, öne çıkarak düşmana doğru saldırı düzenliyor. Çadırlardan epey uzaklaşan bu grup, şiddetli bir savaşa tutuşmuşken ansızın sıkı bir muhasaraya maruz kalıyor...

Şimdi, Ali'nin oğlu Alemdar ve korkusuz komutan Kamer-i Benî Haşim, atına binip savaş meydana koşuyor. Bir başına muhasaracılara karşı öyle bir saldırıyor ki firar etmeyi, kalmaya tercih edip çil yavrusu gibi dağılıyorlar. Böylece tek başına muhasarayı yarıp dostlarını çadırlara geri getiriyor.

Orantısız güç sahibi düşman erlerinin yoğun saldırıları sırasında Abbas, rehberinin alnına bir okun isabet ettiğini görüyor. İlerleyip imamının alnından o oku bizzat kendisi çıkarıyor...

DOSTLAR ŞEHADETE BİR BİR KANAT GERİYOR

Abbas savaşın en şiddetli anlarından birinde üç kardeşini çağırarak şöyle buyuruyor:
-Kardeşlerim! İlerleyin, Allah ve Resulü yolunda nasıl çarpıştığınızı görmek istiyorum!
Abdullah, Cafer ve Osman...
İmam Ali'nin ve Ümmül Benin'in evlatları.,,

Bir biri ardınca savaş meydanına çıkıyorlar, canlarını rehberlerine hediye eden bu kardeşler Allah yolunda, Seyyidü'ş-Şüheda'nın komutası altında hidayet makamına ulaşıyorlar...

Abbas, kardeşlerinin ardından kendi ciğer köşesi iki evladı Muhammed ile Kasım'ı, Ümmül Benin'in dünyalar tatlısı iki torununu da savaş meydanına gönderiyor; onlar da Kerbela pınarından şehadet şerbetini yudumluyorlar.
Şimdi şehit evladı, iki şehit babası ve üç şehit kardeşi Abbas, İmam Hüseyin'in (a.s) huzuruna varıp kendisi için izin istiyor:

-Allah'ın selamı üzerine olsun ey kardeşim! Savaş meydanına gitmeme izin verir misin?
Bu sözleri duyan İmam Hüseyin, gözyaşlarını tutamayıp ağlamaklı haliyle cevap veriyor:
-Kardeşim! Sen benim Alemdar'ımsın. Eğer sen gider de öldürülürsen, ordum dağılır!

Abbas, ağabeyine isyanından dolayı değil, onun uğrunda ölmek için sözlerinde ısrar ediyor:
-Canım boğazıma yığıldı. Hayattan yoruldum. Şehitlerimizin intikamını bu münafıklardan almak istiyorum!
İmam (a.s): Öyleyse git de şu yavrulara biraz su getir!

Veda esnasında Abbas gökyüzüne bakarak şöyle terennüm ediyor:
-Ey Allah'ım! Ahdime vefa etmek, şu su tulumunu susuzluktan dudaklan çatlamış yavrular için suyla doldurmak istiyorum.

Mehtap, güneşin alnına buse kondurmak üzere.,. Abbas, atma binip Fırat'a doğru yola koyuluyor...
Fırat'a uzanan yol dört bin asker tarafından korunmaktadır. Yolu Ümmül Benin evladına kapatıp ok yağmuruna tutuyorlar.
Abbas, emsali görülmemiş bir cesaret ile onların büyük bir kısmını yere seriyor. Diğerleri de can havliyle kaçmaya başlıyorlar.

Kendisini Fırat'ın serin sularına ulaştıran Abbas, ırmağa girip avuçlarını suyla dolduruyor...




SU İÇİNDE SUSUZLUK

Abbas, avuçlarındaki suyu bir anda geri döküyor.
Acaba babasının vasiyetini hatırlayarak mı bunu yaptı?
Yoksa Fırat'ın kıyısındaki sazlıkları harekete geçiren esinti, çocukların "Su!.. Su!.." feryatlarını bir anda kulaklarına mı taşıdı?..

Yahut da Hüseyin'in susuzluktan kuruyan dudaklarını hatırladı da o susuzken Fırat'tan su içmeyi kendine reva mı görmedi?
Derken tulumları suyla doldurup atını bindi ve doğruca çadırlara koştu. Su tulumu onu meşgul etsede hem çarpışıyor, hem ileri doğru hareket ediyordu..

ÖPÜLESİ ELLER

Bu esnada Zeyd b. Verka bir hurma ağacının arkasında pusuya yatmıştı. Hekim b. Tufeyl'in de yardımıyla Abbas'ın sağ koluna bir kılıç darbesi indirdi...
Abbas'ın sağ kolu bedeninden ayrılarak yere yuvarlandı. Yiğit Alemdar bu kez kılıcı sol eline alarak aynı cesaret ve sebat ile şu dizeleri söylemeye başladı:

-Vallahi sağ elimi kesmiş olsanız da son nefesime kadar dinimi savunacağım!
Kamer-i Benî Haşini hiçbir şey olmamış gibi savaşmaktan geri kalmıyor, Fırat kıyısında Haydar esintisi yaratmaya devam ediyordu.

Ancak bu kez Hekim b. Tufeyl, başka bir hurma ağacının arkasında pusuya yatmıştı. Kılıcını gizlice Abbas'ın sol koluna indirdi.
Evet, kahrolası eller, öpülesi elleri kesmişti. Hünerli eller şimdi yerlerdeydi. Şimdi sadece Ümmül Benin eksikti bu sahnede. O da olmalıydı. Son bir kez oğlunun öpülesi ellerini Öpücüklere boğmalıydı! Nasıl bir kahraman yetiştirdiğini görüp Allah katında sevinç gözyaşları dökmeliydi...

Ümmül Benin'in yetiştirdiği Abbas, Haydarı kanı bedeninde taşıdığı sürece yine de pes etmemeliydi. Bu kez de su tulumunu dişleriyle tutuyor, yoluna o şekilde devam etmeye çalışıyordu.

Ancak çoğu münafıklardan oluşan düşman grubu onu ok yağmuruna tutmuştu...
Ne acı ki atılan oklardan biri su tulumuna isabet etti. Sanki bu ok, su tulumuna değil de Abbas'ın kalbine isabet etmişti. Ah, keşke elleri olsaydı!..

Belki o zaman okları engelleyebilirdi ama ne fayda...
Kahraman Alemdar, her yönden gelen ok yağmuruyla mücadele etmeye çalışıyordu. Tam bu sırada bir zalim elindeki demir mızrağını Abbas'ın başına indirdi!..

Ağır bir gürz darbesi, kollardarı yoksun Ümmül Benin evladını bir anda yere sermişti. Bedeninde kolu olmayan bir kimse ok yağmurundan sonra yüksek bir yerden düşerken hâli nice olur, tarife gerek yok...

Kerbela toprağı işte bu yiğitler sayesinde kutsiyet kazandı. Onlar son nefeslerine kadar efendileri İmam Hüseyin uğrunda işte böyle mücadele ettiler, böyle şehit oldular...

ÜVEY KARDEŞ VE BİR ÖMÜR TEVAZU

Abbas, yere düşerken hayatta kalan biricik ağabeyine şöyle sesleniyordu:
-Ey kardeşim, kardeşinin imdadına yetiş!

Kerbela şahı İmam Hüseyin, kardeşinin sesini duyup da hareket etmez miydi? Koşup da kardeşine sarılmaz mıydı? Derhal Zülcenah'ına binip Fırat'ın bir kolu olan Alkame'ye doğru esmeye başladı.

Geçtiği yerlerde önüne çıkan düşman askerlerine saldırıyor, etrafa kaçışan çekirge sürüsü gibi onları kaçmaya sevk ediyor, bir yandan da şunları söylüyordu:
-Nereye kaçıyorsunuz? Kardeşimi öldüren sizler değil misiniz? Ehlibeyt'e reva gördüğünüz bu zulümle belimi büken sizler değil misiniz?

O sırada kardeşinin kesilmiş kolunu görüyor! Bu kesik kolu alıp öpüyor, gözlerine sürüyor ve ağlamaya başlıyor...
Şimdi Hüseyin (a.s) parça parça edilmiş kardeş cenazesinin başucunda...
Kimsesiz, içten ve bir kardeş gibi ah çekerek feryat ediyor, Küfe ordusundan yana Allah'a şikâyetini bildiriyor:
-İşte, şimdi belim büküldü!

Güneş, aşağı inip ayı bağrına basıyor... Güneşla ay birleşiyor... Mehtap, güneşin dizlerinde... Alemdar, ruhunu teskin eden dizlerde... Bir yiğit, dertliler imamının dizlerinde...
Fırat'tan içemeyen Saki, şimdi Kevser'in yanı başında, yavaş yavaş suya doyuyor...
Artık saf edep, mihrap şehidi evladı Susuz Şah'ın dizleri üzerindedir...

Mutlu ve mutmain bir şekilde şehadeti yudum yudum tatmaktadır.
O gün Abbas, gözlerini kapadığında ömründen sadece otuz dört yılı geride bırakıyordu.
Ümmül Benin'in eteğinden Kerbela'ya, oradan da Peygamber kucağı cennet mekâna kanat geren Abbas, annesinin eğitimini işte böyle tarihe nakşediyordu...




11.BÖLÜM KESİK BAŞLAR MIZRAKLARDA

Düşman artık çadırları ateşe verebilir...
Onlara göre dostların öldürülmesi ve kervandakilerin susuzluğu Ehlibeyt için yeterli değildir. Ciğerleri dağlanmışları ikinci ya da üçüncü kez incitmek gerek. Kerbela'daki çadırların cesur koruyucusu, Alkame kenarında şirin bir uykuya dalmıştır çünkü!..

Bu, bir son değil; bilakis bir başlangıçtır. Ehli-beyt'e reva görülecek zulümler henüz yeni yeni başlamaktadır. Ancak Kamer-i Benî Haşim, her özgür insan için bir sembol olmaya devam edecektir...


CİNAYETİN ÖDÜLÜ

Yezid ve Yezid taraftarları, İmam Hüseyin ve dostlarının Haricî olduklarını öne sürüp Öyle tebliğ ettiklerinden dolayı, Ömer b. Sâd'ın emriyle bu haricilerin başları bir bir bedenlerinden ayrılıyor.

Ödül almak üzere İbn-i Ziyad'ın huzuruna götürülmesi gerektiği söyleniyor.
Mübarek şehit başları uğursuz kavim arasında paylaştırılıyor:


Kays b. Eşas'ın öncülüğündeki Kinde kabilesine 13... Şimr'in öncülüğündeki Havazin kabilesine 12... Temim kabilesine 17... Benî Esed kabilesine 16...
Mehec kabilesine de 7 şehidin kesik başlan veriliyor. Geri kalan şehit başlarım ise diğer kabileler arasında paylaştırıyorlar!

GÖKTEKİ YILDIZLAR

İmam Hüseyin'in ve Hz. Abbas'ın mübarek başları, diğer şehitlerin başlarıyla birlikte Kûfe'ye getiriliyor. Kûfe'den Şam'a kadar bir menzilden başka bir menzile mızrak ucunda gezdirilen bu başlar,

geçtikleri her yerde adeta yıldız gibi ışıldıyor, sokakları cennet kokusuna buruyorlar. Üzerinden geçilen her menzilde masumluk ve mazlumluk nağmeleri terennüm ediliyor.

Otuz dört yaşındaki Kamer-i Benî Haşim, artık ebedîleşmiştir. Abbas'la birlikte Ümmül Benin'in diğer üç yıldızı, eteğinden koparılmış, göklere çıkarılmışsa da onların gül kokulan her menzili kuşatmıştır. ..

BİR SAKİ VE DÖRT ZİYARETGÂH

Yezid, memurlarına, Kamer-i Benî Haşim'in mübarek başını Babu's-Sagir Mezarlığı'nda toprağa vermelerini emrediyor. Ama Ay'ın yeri, toprağın altı mı ki?..

Bu ay parçası gerçi parça parça olmuştur, ancak batmaktan geçmiş, batmayan ay olmuştur...
Onlar kendi zanlarınca ayı öldürdüklerini sandılar. Hâlbuki bugün o Alemdar, şimdi dört ziyaretgâh ile sevenlerine ve âşıklarına ışık tutmaktadır.

Mübarek naaşı,..Sağ kolu...Sol kolu...Ve mübarek başı...


12.BÖLÜM BİR ANNE,DÖRT ŞEHİT EVLAT: BİR FEDAİ

Burası Medine-i Münevvere'nin giriş kapısı...

Belalar yoğrulan kafile, Kerbela'dan ve alabildiğince bela dolu yolculuktan Peygamber şehrine geri dönüyor...
İmam Zeynelabidin (a. s), kafilenin durdurulmasını ve çadırların kurulmasını emrediyor.
Abbas'ın yeğeni, Kerbela Şah'ı İmam Hüseyin'in oğlu ve artık Ehlibeyt bahçesinin şimdilerdeki söz sahibi İmam Zeynelabidin (a.s), Beşir'i çağırtarak ona öyle buyuruyor:

-Ey Beşir, Allah babana rahmet etsin! O, çok iyi bir şairdi. Sende de şiirden ve şairlikten yana bir yetenek var mı?
Beşir: Evet ey Peygamber evladı, ben de şairim!
İmam (a.s): Öyleyse Medine'ye gir ve Hz. Hüseyin'in şehadet haberini herkese ulaştır!

Beşir, atına binerek Medine'ye giriyor. Mescid-i Nebi yolunda Ümmül Beninle karşılaşıyor.
Ümmül Benin: Ey Beşir! Kerbela'dan bir haber var mı?

Beşir: Ey Ümmül Benin; Allah sana sabır versin, Abbas'ın öldürüldü!
Ümmül Benin: Ey Beşir! Kerbela'dan başka haber var mı?
Beşir: Oğlun Abdullah da şehit oldu!

Ümmül Benin: Ey Beşir! Kerbela'dan başka bir haber daha var mı?
Beşir: Diğer oğlun Cafer de şehit oldu.
Ümmül Benin, ısrarla yine aynı soruyu soruyor: Ey Beşir! Sana Kerbela'dan bir haber var mı diye sordum?
Beşir: Allah sana sabır versin; diğer oğlun Osman da şehit oldu, diyor.

Bunun üzerine Ümmül Benin bu kez yüksek sesle bağırıyor: Benim evlatlarım ve gökyüzünün altında olan her şey Hüseyin'e feda olsun! Ey Beşir, Hüseyin'den bir haber var mı?..

BİR AY ÜÇ YILDIZ FATIMA EVLADINA FEDA

Beşir, dayanamayıp Ümmül Benin'e Hüseyin'in şahadet haberini de veriyor.
Bunun üzerine Ümmül Benin yüksek sesle feryat etmeye başlıyor. Ah-ü figân ettikten sonra Beşir'e dönerek şöyle sesleniyor: Ey Beşir! Verdiğin bu haberle şah damarımı kestin, ciğerimi parçaladın!

Beşir, böylece kendi yoluna devam ediyor. Mecid-i Nebi'nin giriş kapısında durup gözleri yaşlı, nalân bir vaziyette halka hitaben bir konuşma yapıyor:

-Ey Medine ahalisi! Artık Medine'de kalmayın; çünkü Hüseyin öldürüldü! Öyleyse çok çok gözyaşı dökün. Hüseyin'in bedeni Kerbela'da kendi kanıyla boy andı. Kesik başı mızrak ucuna geçirildi!..




HİÇ KİMSE ZEYNEB-İ KÜBRAYI TANIYAMIYOR

Hz. Zeynep öylesine acılar çekmiş, öylesine beli bükülmüş, öylesine kocamıştır ki hatta kendi eşi bile onu tanımakta zorluk çekmektedir. Artık birilerinin onu tanıtması gerekmektedir!..
Ümmül Benin ile İmam Ali'nin kızının görüşmesi öylesine elem vericidir ki hiçbir tefsir ve tahlile yer bırakmamaktadır...
Zeynep: Ey Ümmül Benin, tüm oğulların şehit oldu!

Ümmül Benin: Benim canım da Hüseyin'e feda olsun! Sen Hüseyin'den haber ver!
Zeynep: İmam Hüseyin'i susuz olarak şehit ettiler.
Ümmül Benin, bu haberi alınca bir kez daha hıçkırıklara boğularak feryat etmeye başlıyor: Ah!.. Hüseyin'im!..
Zeynep, bu duruma müdahale ederek araya giriyor: Ey Ümmül Benin! Oğlun Abbas'tan sana bir yadigâr getirdim.
Ümmül Benin: Ne getirdin ey Zeynep?

Zeyneb-i Kübra, Hz. Abbas'ın kanlı kalkanını gözyaşları arasında Ümmül Benin'e uzatıyor...
Bir annenin oğlunun kanlı kalkanıyla ne yapacağı ve onunla nasıl konuşacağı az çok tahmin edilebilir. Ancak o, takatsizlik değil, sabır gösteriyor. Çünkü tahammülsüzlük saadete giden yolu kapatır, günahı birkaç kat artırır. Ümmül Benin ise değil sadece üvey anne, bir anne örneğidir aynı zamanda...

13.BÖLÜM BİR KADIN VE GAZEL

Camia ile irtibat için bir cazibenin olması gerekir. Sanat ve hüner, irtibat için en iyi yoldur.
Şehit eşi, dört şehit annesi Ümmül Benin, sorumluluk hissiyle Kerbela'dan en iyi şekilde istifade ediyor.
Torunu Abdullah'ın elinden tutup Bakİ Mezarlığı'na götürüyor...Abdullah, Abbas'ın oğludur. Ümmül Benin için Abbas'ın kokusunu taşımaktadır...

Ümmül Benin cesaret, şiir ve şuuru bir araya toplayıp şiir diliyle mersiye okumaktadır...
Onun şiiri hikmet dolu bir şiir, zulme başkaldırıdır. Gafletteki gönülleri uyandıracak bir dille şehadet ve fedakârlıktan bahsetmektedir. İmam Hüseyin ve dostlarının mazlumluklarını anlatıyor, onlara sevgi beslemenin dinî bir vecibe olduğunu bildiriyor...


O, Baki'de, gurbetteki dört kabri temsilen dört şekil çiziyor. Öyle ki bu manzarayı duyan veya gören herkes, etkilenmekten kendini alamıyor. Hatta Medine'nin zalim hâkimi Mervan b. Hakem dahi gözyaşlarına boğuluyor!..

Medineli kadınlar Ümmül Benin'e evlatlarının şehadetinden dolayı taziyede bulunuyorlar. Hâlbuki Abdullah, Cafer, Osman ve bunların arasında bir dolunay gibi ışıldayan Abbas için Ümmül Benin'i, böylesi yiğit, fedakâr ve cengâver dört güzide evlat yetiştirdiği için tebrik etmeleri gerekiyordu.

Hiç kuşkusuz, böyle bir zamanda hem taziyenin, hem de tebrikin yeri vardı...
Artık Ümmül Benin evlatlarını görmüyordu. Aslında onları kaybetmemişti ki! Zira insanın Allah yolunda verdiği, sahip olduğu tek şeydi.

Dertli, hüzünlü ve kederli bu anne, şairane bir üslupla şöyle söylüyordu:
Ey Medineli kadınlar! Artık bana Ümmül Benin (oğullarının anası) demeyin! Çünkü bana ancak oğullarımdan ötürü Ümmül Benin diyorlardı. Ama şimdi oğlum kalmadı! Hepsini kaybettim.

Evet, benim dört şahinim vardı. Onları okların hedefi yaptılar. Şah damarlarım kestiler. Düşmanlar, mızraklarıyla bedenlerini parça parça ettiler. Gün batarken hepsi lime lime bedenleriyle toprağa serilmiş vaziyetteydi.
Keşke bilebilseydim! Gerçekten de Abbas'ımın kollarını kestiler mi?

Ey Abbas'ı gören kimse! Gördün mü Abbas düşmanlarıyla nasıl savaşıyordu? Haydar-ı Kerrar'ın oğlu babası gibi hamle ediyordu değil mi? Ali Murtaza'nm diğer evlatları da avcı birer aslan gibiydiler; onun etrafında çarpışıyorlardı.

Ah! Oğlum Abbas'ın bedeninde kolu olmadığı hâlde başına demir mızrakla vurduklarını bana haber verdiler!
Yazık bana! Neler de geldi başıma; evlatlarım nasıl da musibetlere uğramış! Eğer oğlum Abbas'm bedeninde kolları olsaydı, kim ona yaklaşmaya cüret edebilirdi ki?
Bu savaşçı ama dertli kadın, musibete uğrayan tüm annelere adeta böyle sabır dersi veriyordu...

ZEYNEP VE GÜZEL BİR ZİYARET

Zeyneb-i Kübra'nın Ümmül Benin ile güzel ve tatlı hatıraları vardı. Her fırsatta o güzide hatunun ziyaretine gider, onunla sohbet ederdi.
Bu fırsatlardan biri de dinî bayramlardı. Zeynep (s.a) öylesine yüce bir kadının ziyaretine gidiyordu ki, Fatıma evlatları için üvey annelik değil, bilakis fedakâr ve vefalı bir Öz annelik etmişti.

Zeynep, onların güzel hatırı için Ümmül Benin'in, hatta kendi ismini bile değiştirdiğini unutamamıştı...
İki kardeşi Hasan ile Hüseyin'in hastalık anlarında Ümmül Benin'in bir bakıcı gibi onları gözettiğini unutmamıştı...
Ümmül Benin'in, sergilediği edeple Ali evinde evin hanımı değil, bilakis Fatıma evlatlarının hizmetçisi olduğunu göz ardı etmiyordu...

Evlatlarını İmam Hasan ve İmam Hüseyin'e hizmet etmeleri için yetiştirdiğini pekâlâ biliyordu...
Şehit eşi ve dört şehit annesi Ümmül Benin'in, öz evlatlarını Hüseyin'in yolunda feda ettiğinden dolayı mutlu ve bahtiyar olduğunu gayet iyi biliyordu...
Böylesi bir kadının ziyareti elbette ki geciktirilmemeliydi ...

14.BÖLÜM FATIMA'NIN HALEFİ FATIMA!

Hicretin 70. yılıdır... Cemaziyelahir'in 12. günü... Burası Medine... Yer: Baki Mezarlığı...
Ümmül Benin 65 yaşında bu dünyadaki hayatını noktaladı...
Burası, annelikte ve kocasına hayırlı bir eş olmada hünerli bir hatunun mezarı...
Onun hüneri sadece şiirde değildi.

O, hünerliydi; çünkü Müminlerin Emiri sayesinde "yüceler yücesi" makamına ulaşmıştı...
O, hünerliydi; çünkü üvey annelik ve büyüklük arasında bir orta yol bulmuştu...
O, hünerliydi; çünkü Ali'nin evinde yabancılık hissini birliktelik hissine dönüştürmüştü...

O, hünerliydi; çünkü Abbas gibi bir dilâver yetiştirmişti...
O, hünerliydi; çünkü talim ve terbiyede inanılmaz şeyler başarmıştı...
O, hünerliydi; çünkü Allah'a tevekkül eder, Kendini kibirden ve ikiyüzlülükten uzak tutardı...
O, hünerliydi; çünkü Fatıma'mn eşsiz halefiydi. Sadece Ali'nin evinde değil, Baki Mezarlığı'nda da o Fatıma'nın yerine bu Fatıma'nın mezarı ziyaret edilebilir!,.

O, hünerliydi; çünkü hem anneler, hem de üvey anneler için seçkin bir anne örneği olmuştu!..
Ali'yi böyle bir eş seçtiği için tebrik etmek gerek!
Keşke mümkün olsaydı da, o yüce hatunun Baki'deki kabr-i şerifine altın harflerle "En güzel üvey anne Örneği" yazabilseydik...



KAYNAKÇA
1-Sitare-i Dirahşan-ı Medine: Ümmül Benin, Ali Rabbani Halhali.
2-Ümmül Benin, Muhammed Rıza Abdulemir Ensarî.
I. A.
3-Ummül Benin, Selman Hadi Al-i Tame. 4-Serdar-ı Kerbela, Seyyid Abdurrazzak Musevî. 5-Evvelin Tarih-i Kerbela, Ebu Mihnef el-Kufî. 6-el-LuhufAlâ Katli't-Tufuf, Seyyid b. Tavus.

1-Âyanu'ş-Şia, c.7, Allame Seyyid Muhsin Emin el-Amulî.
8-Biharu'l-Envar, c.45, Allame Meclisi. 9-Reyahaynu'ş-Şeria, Zebihullah Mahallatî. 10-Nefesu'l-Mehmum, Şeyh Abbas Kummî. 11-Muntehe'l-Âmal, Şeyh Abbas Kummî.
2-Ançi Der Kerbela Gozeşt, Muhammed Ali Âlimî.

3-Perçemdar-i Kerbela, Muhammed Muhammedi İştihardî.
4-Zindaganiy-i İmam Hüseyin, Seyyid Haşim Resulî Mahallatî.
15'Aftabî Ber Ser~i Neyzeha, Mensur Kerimiyan.
6-Sohanan-i Hüseyin b. Ali, Muhammed Sadık Necmî.

-Lemaatu'l-Hüseynî, Seyyid Muhammed Hüseyin Hüseynî et-Tahranî.
18-Zerc Der Hamase-i Kerbela, Fatınıa Recebî. 19-Ferheng-i Aşura, Cevad Muhaddisî.1 20-Nehlen, Nainî el-Garavî.
2l-Hz. Ebu'l-Fazl el-Abbas, Seyyid Muhammed Taki Müderrisi

22-Zindiganiy-i Hz. Ebu'l-Fazl el-Abbas, Ahmed Sadikî el-Erdistanî.
23-Sipehsalar-ı Aşk, Ahmed Lokmam. 7A-Sakiy-i Hûbân, Muhammed Erakî.
25-Zindiginame-i Ebu'l-Fazl el-Abbas, Abbas Ali el-Mahmudî.
26-Ebu'l~Kırba, Mecid Zucaci el-Kâşânî. 21-Rivayet-i Kerbela, Yadullah Behtaş.

2%-Kerbela ve Haremhay-ı Mutahhar, Süleyman Hadi Âl-i Tame.
29-Keramatu 'l-Abbasiyye, Seyyid Muhammed Hüseyin el-Mahmudî.
30-Çehel Dastan Ez Keramat-ı Hz. Abbas, Murtaza Âdadî.

2