Kum Uluslararası İslamî İlimler Merkezi Araştırma Yardımcılığı Tel: (0098) 0251- 7749875
Kitabın Orijinal Adı: Ahlak der Hanvade Konusu: İslam'da Aile ve Çocuk Terbiyesinin Önemi Yazar: Üstat Hüseyin Mezahiri Yayımlayan: Kum Uluslararası İslamî İlimler Merkezi Araştırma Yardımcılığı Çevirenler: Remziye KARAKUM- Sevde KIZMAZ Edit: Kadri ÇELİK 1. Baskı: 2004 Baskı: Tevhid Matbaası Tiraj: 2000 Büyükboy, ??? Sayfa
Her Hakkı Mahfuzdur
ISBN: Yayın Merkezi: Kum, 19 Dey cad. (Bacek) Meydan-i Cihad, Uluslarararası İslamî İlimler Merkezi Tel: (0098) 0251- 7749875
Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
Değerli Okuyuculara Bir Hatırlatma
Bu kitapta okuyacağınız konular; Kum ilim havzası ahlak üstatla-rından Ayetullah Mezahiri'nin, 1989-1990 yılı Ramazan ayı boyunca Kudüs Mescidinde öğlen ve ikindi namazlarını müteakiben yapmış olduğu ahlaki sohbetleri içermektedir.
Sürekli bir bilinç ve hareket içinde olan Kum halkının -gerek Ku-düs mescidinde toplanan büyük bir kitlenin, gerekse eşzamanlı olarak evinde ve işyerinde radyodan canlı olarak bu konuşmayı dinlemekte olan dinleyicilerin ve gerekse de sürekli telefonlarıyla değerli üstada bu tür konuların gündeme alınmasının zaruretini hatırlatanların- eşsiz ilgi ve teveccühü;
bizleri, üstadın izni ile kasetleri deşifre etmeye, minberde yapılan konuşma olduğundan dolayı tekrarlanmış bölümleri silmeye, okunan ayet ve hadisleri harekelendirerek kaynaklarını belirtmeye ve gerekli yerlerde ise bunları Farsça olarak tercüme etmeye sevk etti
Ayrıca yaptığımız işin sıhhatli olduğundan emin olmak için Hüc-cet'ül İslam ve'l Müslimin Hacı Şeyh Hüseyin Tayyibiyan'dan kitabın konularını bir defa daha zahmet edip incelemelerini rica ettik, kendileri de kabul ettiler ve büyük bir dikkat ve gayretle elinize ulaştığı şekliyle bu değerli çalışmayı edit ettiler. Bu vesile ile kendilerine, göstermiş oldukları ihlaslı çabadan dolayı teşekkür etmeyi bir borç biliriz.
Ümit edilir ki bu kitap her aileye şifalı bir reçete, aile ilişkilerinin güçlenmesi için kuvvetli bir bağ olur. Aynı zamanda bu kitabın ya-yımlanmasında emeği geçenlere de bir ahiret azığı olur.
Bu kitaba üstadın konuşmalarında buyurduğu gibi "Ailede ahlak" adını verdik. İnşallah bu kitap bir eve girdiğinde o aile içinde Allah ve Resulünün beklediği şekilde İslamî ahlaka riayet edilmemesinden kaynaklanan zorlukları bertaraf edecektir Sonuç olarak işimizin hatadan uzak ve eksiksiz olduğu iddiasında değiliz. Bu faydalı konuların sonraki baskılarda çok daha iyi bir şekilde aktarımı hususunda her türlü eleştiri ve önerilerinizi bekliyoruz.
Birinci Cilt BİRİNCİ OTURUM
¢ Giriş ¢ Din ve Fıtrat Uyumluluğu ¢ Fıtratın Manası ¢ Allah'ı Arayış Fıtratı ¢ İbadetin Fıtri Oluşu ¢ İbadet ve Duanın Ehemmiyeti ¢ Hz. Zehra (a. s)'ın İbadeti
Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla Hamd alemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur. Selat-u selam Al-lah'ın yaratıklarının en hayırlısı ve en değerlisi olan ebi'l Kasım Muhammed'e (s. A. A), tertemiz olan Ehl-i Beyt'ine, bütün nebi ve resullere, özellikle de Allah'ın yeryüzündeki hücceti olan Bakiyyetullah'a olsun. Allah'ın laneti ise bütün düşmanların üzerine olsun.
Alemlerin rabbi olan Allah'ın tevfiki ve İmam-ı Zaman'ın lütfüyle bu Ramazan ayı boyunca aile ahlakı hakkındaki konuları ele almaya çalışacağım. Eğer bu konuyu hakkıyla aktarabilsek şüphesiz herkes için faydalı olacaktır.
Bu konuların herkesin gönlünde yankı bulması ve herkesin istifade etmesini için Hz. Zehra'nın inayet buyurmasını dilerim. Bu tür konular sonuç itibariyle ahlaki yönden değerli, psikolojik ve sosyolojik açıdan yararlı ve sonuç itibariyle hepimizin ihtiyaç duyduğu bir konudur. Asıl konuya girmeden önce kısa bir giriş yapmak istiyorum; daha sonra da konuyu detaylıca ele almaya çalışacağım.
Giriş
Din ve Fıtrat Uyumluluğu Kur'an-ı Kerim'den anlaşıldığı üzere İslam dini fıtrat dinidir. Yani insanın yaradılışıyla yüzde yüz uyumludur. İnsanın alın yazısı ile ve insanın ruhi derinlikleriyle tamamen uyumludur. Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِحَنِيفاً فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِاللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ "Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur."
Yani bütün dikkatinle İslam dinine yönel; zira İslam dini hanif di-nidir, orta yoldur, onda ifrat ve tefrite yer yoktur. Zira yüzde yüz ilahi fıtratla uyum halindedir. Bu yüzden de bu din kayyımdır, yani ebedidir, ayaktadır. Bu ayet-i kerime şu hakikati dile getiriyor: İslam dini orta yol olduğu ve fıtratla uyumlu olduğu için ebedidir. Peygamber efendimizin son peygamber olması da bu yüzdendir.
Fıtratın Manası
Fıtrat, sözlük manası itibariyle hilkat, yaradılış manasına gelir ve bu yüzden bu kelime hakkında bir miktar konuşmam gerekiyor ve herkesin özellikle oturumdaki alimlerin dikkatlerini bu konu üzerine toplamalarını rica ediyorum. Bizim bilgilerimiz iki kısımdır: Bir kısmı öğrenim ve öğretim yo-luyla elde edilir. Mesela öğretmen sınıfta dersi anlatıyor, öğrenci ise not alıyor. Veya bu mukaddes oturumda benim anlattıklarımı sizin not elmanız gibi.
Bu insanların sahip olduğu bir tür bilgidir ve bu tür bir bilgi, insanın aklıyla ilgili bir durumdur. Netice itibariyle insanın bilmesi gereken bir tür bilgidir. Diğer bir kısım ilim ise bilinen türden bir bilgi değildir. Aksine hissedilen türden bilgilerdir. Akla değil, içgüdüye bağlıdır. İnsani temayüllerle ilgili bilgilerdir. Mesela insan acıkınca yemek yiyor, doyuyor; susayınca su içip ihtiyacını gideriyor. İnsanın açlığını ve susuzluğunu hissetmesi insanın eğitim ve öğretimle elde ettiği türden
bir bilgi değildir. Hissedilen, bulunan, derk edilen türden bir bilgidir.
Yani alemlerin rabbi olan Allah-u Teala'nın insana vermiş olduğu bu iç güdüyle açlığını ve tokluğunu derk ediyor ve başka bir ifadeyle susuzluğunu derk ediyor ve su içtiği zamanda ihtiyacının giderilmiş olduğunu hissediyor.
İşte bu idrak etme hissi de iki kısımdır: Bir kısmı bütün hayvanlarda mevcut olan hislerdir. Belki de bu hisler bazı hayvanlarda, insanlardan daha kuvvetlidir. Mesela yukarıda verdiğimiz örneklerde olduğu gibi.
Diğer bir kısım içgüdüler de vardır ki dikkat ve irade etkisi altında bulunmaktadır. Buna fıtrat da diyorlar. Fıtrat bu içgüdülerin ta kendisidir. Şu farkla ki içgüdü fark edilmeden iradesiz bir şekilde işlemekte ve bilgi sahibi olmaktadır. Ama fıtrat ise ilim ve dikkat ile derk etmekte, bilgi edinmektedir.
Allah'ı Arayış Fıtratı
İnsanda fazlasıyla bulunan işte bu fıtratlardan biri de Allah'ı arama ve bulma arzusudur. İnsan yaratılışı itibariyle Allah'ı arama ve bulma eğilimindedir. Eğer gerçekten de perdeler kaldırılırsa, eğer gerçekten rezil sıfatlar insandan arındırılırsa veya dindirilirse, susuz bir kimsenin suya erişmesi gibi insan da Allah'a erişir. İşte bu öğretilen ve öğrenilen bir olay değil, belki vicdan olayıdır, anlama olayıdır, idraktir.
Hepinizin muhakkak çıkmaza girdiğiniz vakitler olmuştur, yani insan bazen öyle bir yere varıyor ki ümit eli her yerden kesilmekte ve görünüş itibariyle hiçbir sığınağı kalmaz hale düşmektedir. Tam o an suyu bulan susuz insan misali, Rabbini bulmaktadır. Kur'an-ı Kerim ondan fazla ayetinde bu konu üzerinde durmakta ve şöyle buyurmak-tadır: "Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız ona has kılarak (ih-lasla) Allah'a yalvarırlar. Fakat onları salimen karaya çıkarınca, bir bakarsın ki (Allah'a) ortak koşmaktadırlar."
İnsan denizde olduğu bir vakit dalgalar yükselip fırtına kopunca, gemisi kırılıp parçalanmaya başlayınca ve eli bütün kurtarıcı sebeplerden kesilince, Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle insan işte o an Rabbine seslenir, hem de sadece Allah'ı birleyerek seslenir ve tevhide erişir.
Yani o an "Allah! Allah!" diye seslenir ve o an sadece bir olan Allah'a seslenir, iki ilaha değil. O vakit işiten, gören, rauf, kerim ve kadir olan Allah'ı bulur, mutlak kudreti bulur, mutlak ilmi derk eder. Mutlak lütuf re şefkati hisseder ve artık "Allah! Allah!" demeye başlar.
İnsan çıkmaza girdiği zaman birden bire farkına bile varmadan Allah'a yöneliyor, Allah diyor, yani "Allah'ım sen beni kurtarmaya kadirsin, Allah'ım sen benim halimi biliyorsun, sen bana karşı lütuf sahibisin. Allah'ım sen raufsun, sen cömertsin" demeye başlıyor. İşte bu çıkmazın sonunda bütün kemal sıfatların kendinde toplandığı bir zatın varlığını derk ediyor, onu buluyor ve onu bulduğu an, tevhit üzere ve Kur'an-ı Kerim'in ihlas ile çağırır Rabbini.
Yüz yirmi dört bin Peygamber, kitapları ve tebliğleriyle bu fıtratı diriltmek için geldiler, yani çıkmaza girince insanlarda dirilen fıtratı.! Bütün Peygamberler bu fıtratı daima diriltmek için geldiler. İnsanı öyle bir makama, öyle bir yere ulaştırsınlar ki her zaman Allah'ı ara-yıp bulabilsinler ve başka bir ibaretle bütün peygamberler, bütün bu mihrap ve minberler, bütün, bütün bu ibadetler, her zaman insanın yegane Allah'ı anması içindir. Ta-Ha suresi bu konuya şöyle işaret etmektedir:
إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَافَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي "Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl. " Yani ben bir tek Allah'ım. Allah'ın birliğini nereden derk edecek-sin? İbadet etmeli, Allah ile rabıtan olmalıdır. Allah ile rabıtan olması için namaz kılman gerekir, namaz bu rabıtayı sana sağlayacaktır. Bu ayeti kerime, minber ve mihrapların, insanın her zaman Allah'ı arayıp bulması için olduğunu ifade ediyor.
Yüz yirmi dört bin Peygamber kitaplarıyla geldiyseler, insanın Al-lah'ı bulması ve onu unutmaması içindir. Susuz kimsenin susuzluğunu derk etmesi gibi, insan da ilahi muhabbetin susuzluğunu taşısın diye gönderilmişlerdir. Ta ki insan bu vesileyle her zaman Allah'ı kalp gözü ile görsün, her zaman Allah ile raz-u niyazda bulunsun ve böylece öyle bir makama ulaşsın ki Kur'an-ı Kerim'in;
رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ "Onlar; ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah'ı anmaktan alıkoymadığı insanlardır. . . " diye buyurduğu kimselerden olsun. Artık hiçbir şey onun için perde olmamalıdır. Eğer biz kalp gözüyle Allah'ı göremiyorsak, Kur'an-ı Kerim bu durumda perdenin varlığından söz ediyor ve eğer perde varsa, aç bir kimse gibi Allah'ın varlığını derk edemiyorsan, onu bulamıyorsan, eğer Allah senin kalbinde hükümet etmiyorsa, bil ki perdeler vardır. Perdeler kaldırılırsa o an insan Rabbini bulur. İnsan fıtratı icabı Allah'ı arar, başka bir ibaretle insan Allah'ı hisseder.
Bu öğrenim ve öğretimden gelen bir şey değil, bu burhan-i nazm değil, burhan-i sıddıkin değil, burhan-i hudus ve imkan da değildir. Aksine vicdan ile ilgilidir; bilmek ile ilgili değil. Bilindiği gibi insan kaybettiğini bulunca, susuz kimsenin susuzluğunu hissetmesi gibi Allah'ını bulunca,, işte o vakit Rabb'inin önünde küçülür, eğilir, onun azametini ve kendi zilletini görür.
İbadetin Fıtri Oluşu
İbadet insandaki fıtri esaslardan biridir. Şu mübarek Ramazan ayında tutulan oruç, insanın fıtratıyla mutabakat halindedir. Zira eğer insan Allah'ı bulursa, kalbi Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmayı diler ve Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmanın en iyi yolu mübarek Ramazan ayı-nın orucudur. Dikkat ederseniz bazıları için oruç tutmakta büyük lez-zet vardır,
İmam Seccad (a.s)'a baktığımızda, Ramazan ayı gelince çok mutlu olduğunu, ama mübarek ayın sonlarına doğru ve ayın biti-minde ise son derece mutsuz olduğunu ve ağladığını görüyorsak, bu-nun sebebi fıtratlarıyla uyumlu olan bir şey gelmiş olması ve de git-mek üzere olmasıdır.
Namaz kılmak; Allah'ını bulan, ve perdeleri kenara itip Allah'ı hisseden insan için en büyük lezzettir. Hem öyle bir lezzetlidir ki İmam Sadık (a.s) bu konuda "Gecenin kalbinde kılınan iki rekat namaz, benim için dünya ve dünyanın içinde bulunan her şeyden daha lezzetli ve yücedir" diye buyurmaktadır
Yani İmam Sadık(a.s) buyuruyor ki: Eğer bana "bütün dünya senin olsun ama iki rekat gece namazını kılma" deseler, ben razı olmam. Niçin razı değil? Çünkü Rabbini bulmuştur, onun fırsatı Allah karşısında küçülmesini söylemektedir ona. Allah karşısında en iyi küçülme ise namazdır. Artık infakta bulunmak onun için zor olmak bir yana, lezzetli ve keyifli bir iş haline gelir. Zira Rabbini bulan kimse,
hem de o yüce kemal sıfatlarıyla, bütün kemal sıfatlarını kendinde toplamış zatı bulunca, Bilindiği gibi neyi var neyi yok, ona feda etmek ister. Yalnızca malını onun yoluna feda etmeyi istemekle kalmayıp, belki eşini, çocuğunu neyi var neyi yok her şeyini, hatta canını bile ona feda etmek ister.
Artık böyle bir kimse için kelebeğin mum karşısında yanması gibi. Allah'ın karşısında, Allah için, Allah yolunda yanmak, en büyük lezzet haline dönüşür. Kur'an-ı Kerim bununla ilgili ne de güzel buyuruyor:
تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْعَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفاً وَطَمَعاً وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْيُنفِقُونَ فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَّا أُخْفِيَ لَهُم مِّن قُرَّةِ أَعْيُنٍ جَزَاءبِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ "Korkuyla ve umutla yalvarmak üzere (ibadet ettikleri için), vücutları yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Şimdi hiç kimse kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden neler gizlenmiş olduğunu bilemez."
Yani bazı kimseler vardır, onlar kimdirler? Allah'ı bulanlardır on-lar. O kimselerdir ki Allah'ın cemal ve celal sıfatları kalplerine hük-metmektedir. Perdeler bir kenara çekilmiş ve bunlar Allah'ı bilmekten de öte, derk ve his etmişlerdir. Buyurulmaktadır ki bunlar yataklarını terk etmişlerdir. Bunlar kalkıp namaz kılıyorlar, gece namazı kılıyorlar. Sahip oldukları şeylerden Allah yolunda infakta bulunuyorlar ve Allah yolunda bulundukları
infaktan ve gece namazından öylesine bir lezzet alıyorlar ki onların makamında olanlardan başka hiç kimse onları derk edemez, anlayamaz. Allah'ı hissettiği zaman namaz ve oruç onun için fıtri bir iş haline gelmektedir. Namaz ve oruçtan aldığı lezzet onun için vicdani bir iş haline gelmektedir.
Sadece hums ve zekat değil, belki neye sahipse, hatta canını dahi Allah yolunda vermek, artık bu insan için fıtri ve vicdani bir iştir. Ona "humsunu ve zekatını ver, fakirlere yardım et" demek gerekmez; çünkü susuz bir kimsenin su peşinde koştuğu gibi, kendisi de bunları yapmanın peşice koşturmaktadır.
"Az su bizzat kötü susatıcıdır Ta ki suyun üstten ve alttan coşup aksın" Görüyorsun ki aç kimse ekmek peşindedir. Gerçekten de Allah'ı fıtratıyla bulan kimse namazını, orucunu, hums ve zekatını eda etme çabası içerisinde olur. Onun için en büyük lezzet gidip artık Allah'ın evini Kabe'yi ziyaret etmesidir. Zira aşık kimse; maşukunun şehrinin kapı ve duvarlarını öper.
Safa ve Merve arasındaki sa'yı yerine getir-me ve sonuç olarak her şey onun için lezzet vericidir. Oracıkta ev sa-hibini bulur, ev sahibi onun kalbindedir, onun kalbine hükümet etmektedir. Artık Allah'tan başka hiç bir şey, hiçbir kimse onun kalbinde değildir. Bütün ibadetler onun için fıtrileşir. Namaz, oruç, hums, ze-kat, hac, cihat, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, tevella , teberra onun için fıtri bir iştir.
Bilindiği gibi Allah'ı kalp gözüyle gören kimse açlığını anlayan kimse gibidir. Susuzluğunu gören kimse gibidir. Şu an burada bulunan siz azizler açsınız, açlığınızı ve susuzluğunuzu görüyorsunuz, ama başınızdaki gözlerle değil, çünkü baştaki gözler bazen hata yapar, kalp gözüyle, içgüdüler gözüyle
(batın gözünüzle) açlığınızı ve susuzluğunuzu görüyorsunuz. Bazı insanlar büyün kemalleri kendinde toplanmış o zatı fıtrat gö-züyle görürler ve bu sebepten de ona aşıktırlar. Hem de nasıl bir aşık! Öylesine bir aşk besliyorlar ki İbn-i Ziyad gibi cahil biri meclisinde Hz. Zeyneb'e karşı cesaret edip, "Gördün mü Allah seni ne yaptı?" deyince Hz. Zeynep kalktı ve şöyle cevap verdi: "Ben güzellikten başka bir şey görmedim…Annen ölümüne ağlasın ey İbn-i Mercane"
Yani sen anlamıyorsun çünkü körsün. Anlamadığın için ölmelisin. Ben Kerbela olayında Allah'tan güzellikten başka bir şey görmedim. Eğer ben kardeşimi verdiysem Allah yolunda verdim, eriştiğim derk ettiğim Allah yolunda. İnsan Allah'a eriştiği zaman bütün ibadetler, cihat, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, Allah'ın dostlarını se-vip, düşmanlarına düşman olmak, bütün bunlar onun için fıtri bir iş haline dönüşür. Başka bir deyişle derk edilen bir iş haline gelir. Al-lah'ı bulmak ve derk etmekle kalmaz, insanın namaz kılması gerekti-ğini de derk eder.
İnsanın eğer insan olmak istiyorsa oruç tutması ge-rektiğini derk eder. Oruç insanın Allah'ın ahlakıyla ahlaklanması ve ona benzemesidir. Eğer insan kemale ulaşıp kamil insan olmak isti-yorsa Allah'a yakın olması gerekir. bir insan Allah'ı bulup ona eriştiği zaman artık hums, zekat, kanun ve eşitlikle yetinmeyecek, belki infak etmek onu için fıtri ve makbul bir şey olacaktır.
Özet olarak bütün İslamî ibadetler fıtridir. Derk ve hissedilen bir iştir. Eğer biz de derk etmek istiyorsak, perdelerin kaldırılması gerekir. Bu toplantıda bulunup da benim gibi Rabbini bulamayanlar varsa, bilsin ki hastadır, bu toplantıda bulunanlar arasında namazın kendisine ağır geldiği benim gibi bir kimse varsa, hasta olduğunu bilmelidir. İnsan bazen acıkır ama hasta olduğu için açlığını hissetmez.
İki gündür yemek yemiyor, onu serumla yaşatıyorlar, çünkü onun yemek yemeye meyli yok, neden? Çünkü hastadır. Hasta olduğu için o hissi iş yapamıyor. Eğer bu toplantıda bulunup ta benim gibi Allah yolunda infak etmenin kendisine ağır geldiği kimseler varsa, hasta olduğunu bilmelidir. İki üç gün yemek yemediği halde yine de yemeğe karşı meyli olmayan kimse gibidir. Yani açlığını hissetmiyor. Bu artık o yere ulaşmıştır ki bütün perdeler bir birinin ardı sıra kendisine engel olmuş; dünya, rezil sıfatlar ve sonuçta Allah korusun günah üstüne günah,
onu çok kötü bir konuma sürüklemiştir. Öyle ki artık bu insan namazın ruhun gıdası, orucun Allah'a benzeme vesilesi ve bir kamil insan için en yüce lezzet olduğunu derk edememektedir.
Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in zamanında bir koyunu kesip paylaş-mışlardı. Peygamber-i Ekrem efendimiz geldiğinde ondan bir şey ka-lıp kalmadığını sorduğunda, "Ya Resulullah sadece boynu kaldı, hep-sini Allah yolunda verdik." dediler. Resulullah (s.a.a), "Hayır hepsi kaldı deyin, belki sadece boynu fani oldu,
çünkü boynunu Allah yolunda vermediniz" diye buyurdu. Allah yolunda infak Allah'ın evini tavaf etmek, Allah yolunda can vermek, Allah'ın dinin yaymak, Allah'ın dostlarını sevindirmek, düşmanlarını düşman bilmek, delil ve kanıt isteyen bir şey değildir.
"Delil ve istidlal peşinde koşanların ayağı tahtadandır" İstidlal ve delil benim ve benim gibiler için iyidir. İstidlal düşman için iyidir. Siz hepinizin usul-i dinde istidlal sahibi olmanız gerekir. Ama bu istidlal sağlam olmayan bir sopaya benzer.
"İstidlalcilerin ayağı tahtadandır
Tahta ayak ise çok dayanıksızdır" Yani asla işe yaramıyor, dayanıklı değildir. Bu toplantıda burhan-i sıddikin'i çok iyi tahlil edenler olabilir. Molla Sadra'nın hareket-i cevheri (özsel devinim) ve cismani (nesnel) diriliş felsefesini çok iyi bir şekilde ispat edenler bulunabilir. Ama acaba ibadet bunlar için fıtri bir şey haline gelmiş midir? Allah'ı fıtratıyla ispat eden bir kimsenin okuma yazmaya dahi ihtiyacı yoktur. Nice okuma yazma bilmeyen insanlar vardır ki filozof kimselerden daha üstün ve güçlüdürler. Çünkü perdeleri bir kenara itmiş,
Allah ile olan rabıtalarından dolayı nuraniyet elde etmişlerdir. Bu yüzden namaz, oruç, Allah yolunda yapılan infak, müstahap ve farzlar, özellikle günahlardan kaçınma, bunların kalpleri üzerinde etki yaratmıştır. Ateşteki demir gibi ateşin rengine bürünmüşlerdir. Veya ateşin üzerinde alevlenen odun gibi ateşe dönüşmüşlerdir. Böyle bir kimsenin okuma yazmaya ihtiyacı yoktur. Bu iş kalp ister, temizlenmek ister, günahlardan kaçınmak ister.
"Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl." Kur'an şöyle diyor: Kulum! Bana erişmek mi istiyorsun? Bu zahi-ri gözlerle değil! Zahiri gözler hayvanlara aittir, belki hayvanlara ait olmayan gözlerle görmelisin. Benim selamımı duymak mı istiyorsun? Bu kulaklarla mı? Hayır, bu kulak hayvanlara aittir, insana ait kulaklarla işitmelisin.
Beni anlamak, bulmak mı istiyorsun? Görmek mi istiyorsun? Kelamımı işitmek mi istiyorsun? İbadet et bana! Rabıtanı benimle sağlamlaştır! Okuma, yazma ve öğrenmek istiyorsan filozof olmayı istiyorsan, edebiyatının iyi olmasını istiyorsan ibadet et! Rabıtanı benimle kuvvetlendir ve rabıtanı benimle muhkem kıldığın zaman bir şeye teveccüh et ve o da namazdır. "Namaz kıl" Yani seni bu makamlara çabuk ulaştıracak şey namazdır, vaktinde kılınan namazdır.
Bu mübarek Ramazan ayında özellikle gece namazını kılmayı ihmal etmemenizi rica ediyorum. Lütfen sizden ricam bu ayda Allah ile konuşun, bu mübarek ayda Allah ile konuşanlara ne mutlu! Yani aslında burada Allah insanlarla konuşmaktadır. Allah'ın kullarıyla konuşması ne demektir? Kur'an okumaktır.
İmam Sadık (a.s) size şöyle buyuruyor: " Ey insan! Kur'an okuduğun zaman "Ya eyyuhel lezine amenu" (Ey iman edenler) hitabına muhatap olduğunda sen de lebbeyk diye karşılık ver." Yani evet de. "Ya eyyuhel lezine amenu" ise yani "Ey müminler!" Sana "Ey iman edenler" diye hitab edildiği an sen de "lebbeyk" de.
Öyle insanlar vardır ki "ey iman edenler" hitabını işitince Allah'ın kelamını işitirler. Amam bu maddi kulakla değil. Mesnevi'nin dediği gibi o insani kulakla işitir. Allah'ın kelamını işittiği zaman da cevap verebileceği o dille "lebbeyk" diye cevap verir.
Dua ne demektir? Dua Allah ile raz-u niyaz etmektir, Allah ile ko-nuşmaktır. Herkes ama herkes, özellikle aziz gençlerim, dua vaktinde karnınızın tok olup olmaması fikrinde olmayın, duanızın müstecap olup olmaması düşüncesi içinde bulunmayın. O fer'î bir iştir, sadece ona teveccüh etmeyin "Allah, Allah!" dediğin zaman Allah'ı gören ve Allah'ın "lebbeyk, lebbeyk!" cevabını işitmek isteyen kimse gibi ol.
Kur'an-ı Kerim değişik yerlerde şöyle buyuruyor:
ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ
" Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim"
Yani sen "Allah" de, ben "evet" diyeyim. Bunun bir anlamı da şu-dur ki "Sen "Allah" de ben icabet edeyim." Elbette insanın yaptığı bütün dualar sonuç itibariyle kabul olunur. Eğer yapılan dua hayrına olursa hemen bütün dualar kabul olunur. Eğer yapılan dua hayrına olursa hemen cevap verilir, ama eğer hayrına olmazsa, daha hayırlı olanını verirler. Ama bundan daha dakik bir mana da kalp ehlinin be-yan ettiği manadır ve o da şudur: "Ey benim kulum! Sen "Allah" de, ben de "evet" diyeyim. Ama öyle bir kulağa sahip ol ki benim "leb-beyk" dediğimi işitesin.
ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ
" Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim." Benim kulum, sen benimle konuşmalısın, namaz Allah ile konuş-maktır, yani Allah'ın kuluyla ve kulun Allah ile konuşmasıdır. Fatiha ve diğer sureler Allah'ın kul ile konuşmasıdır; namazın diğer kısımları ise kulun Allah ile konuşmasıdır. Aşık olan kimseler için gerçek lezzet budur. Allah'a erişen kimse için Allah ile konuşmak! ve Allah'ın kalplerine hükmettiği kimseler için en büyük lezzet namazdır.
DIPNOTLAR -----------------
Rum/30 Ankebut/65 Ta-Ha/14 Nur/37 Burhan-ı nazm Yüce Allah'ın varlığını ispat eden en sade ve açık delillerden biridir. Bu delil iki mukaddimeden (önermeden) oluşmuştur.
- Evren düzenli mecmuayı oluşturmaktadır. - Her düzenli mecmuanın mutlaka bir düzenleyeni vardır. Sonuç ise fevkalâde düzeni ile akılları hayran bırakan bu evrenin mutlaka bir düzenleyicisinin olmasıdır. Dolayısıyla burhan-ı nazm, "kainat, aklı olmayan, şuursuz tabiatın sonucudur, atomların birbirine karşı şuursuz hareketinden doğan etki ve tepki sonucu var olmuştur" düşüncesini savunanların sözlerini reddeder
Burhan-i sıddikin ise dış alemde ve nefisteki delillere dayanarak Allah'ın varlığına ispatlamaktır. Hudus ve imkan burhanına göre ise varlık alemi vardır. Bu varlık ya vaciptir (varlığı kendinden zorunludur), ya mümkündür. Eğer vacip ise konu sabit olmuştur. Varlığı kendinden zorunlu olan varlık Allah'tır.
Eğer o varlık kendi zatında mümkünse, mümkünün nihayet bir vacib-ül vücuda (varlığı kendinden zorunlu olana) varması zorunludur. Çünkü mümkün olanların her biri bir sebebe muhtaçtır. Bu sebebin bir istikamete doğru sonsuz olarak devam etmesi (teselsülü) veya devir yoluyla meydana gelmesi imkansızdır. Çünkü aynı şey kendi kendinin hem sebebi (sebebi), hem ma'lulu (müsebbibi) olamaz. (Editör)
(Os. Vicdan, Fr. Consience). İnsanın görgü ve bilgileriyle kendini yargılama yetisi... Sözcüğün Latince kökündeki bilinç anlamı bu yetinin bir bilinç işi olduğunu açıklar. Nitekim bilinç ve bulunç Fransızca'da da aynı sözcükle karşılanmaktadır. Bilinç ve bulunç arasındaki kavram ayrılığı bilincin algılama,
buluncun yargılama işini gerçekleştirmelerindendir. Nasıl ki Kant da, buluncu bilinçle aynılaştırır ve bir sayar. Rousseau'ya göre bulunç Tanrısal bir içgüdüdür, yanılmaz. Akıl yoluyla aydınlanır ve insanları yönetir. Töre de, din gibi, Tanrısal bir duygudan doğmuştur. Voltaire'e göre de akıl, doğal dindir.
Töre, bütün gönüllere serpilen aynı tohumdur. Çeşitli töreciler çatışmışlardır ama aynı töreyi öğretmişlerdir. İki kez iki her yerde dört eder, en büyük töre yasası dünyanın her yerinde haksızlık yapmamaktır ki bunu da bütün insanlar aynı bilinç ve bulunçla bilirler. (Editör.)
Secde/16-17 Allah için sevmek, birisini dost edinmek. Ehl-i Beyt'e tam sevgi. Akrabalık. Karabet. Yakınlık beslemek. (Editör) Allah'ın düşmanlarından uzak durma. Sevmeyip yüz çevirme. (Editör)
Ta-Ha suresi/14
Mümin (Gafir) Suresi/60
1
Aile ve Çocuk Eğitimi Aile ve Çocuk Eğitimi
Hz.Zehra (s.a)’ın İbadeti
Sohbet istemediğim bir yere varmış durumda, ama ümit ederim ki istediğimden daha iyi olur. Zehra-i Merziye gençtir ve genellikle gencin uykuya ihtiyacı vardır. Onun uykusu yaşlı birinin uykusundan çoktur. Zehra (a.s) yorgundur, çünkü gündüz iş yapmaktadır. Peygamber-i Ekrem,
Hz. Zehra’nın evine gidiyor, çocuğunun kucağında, mübarek elinin el değirmeninde, işin verdiği yorgunluktan dolayı el değirmenin kenarında yorgunluktan bitkin bir halde yatmış olduğunu görüyor. Zehra’sını uyandırıyor ve şöyle diyor: “Sevgili kızım! Ahiret mutluluğu için dünyanın acısını çek.” Hz. Zehra yorgundur, çünkü evine, çocuğuna, eşine bakmaktadır. Yardımcısı olmadan önce çok yoruluyordu, çok zorluk çekiyordu,
ama bir yardımcı bulduğunda, hizmetçisi Fizze geldiğinde, Peygamber (s.a.a) kızına şöyle nasihat ediyor: “Zehra, kızım! Bu da senin gibi bir insandır, evdeki işlerinizi paylaştırmalısınız. Evin işlerini bir gün sen, ertesi gün ise Fizze yapmalıdır. Zehra çalışıyor, yorgundur. Ev kadını olmak çok zordur. Çocuklara bakmak çok büyük bir iştir. Eşlik görevlerini yerine getirmek (ileride de deği-neceğiz inşallah) çok zor bir iştir.
Zehra (a.s) bütün bunları en üstün bir şekilde yerine getirmektedir. Ama gece yarısı namaz vakti gelince, artık uyku nedir, yorgunluk nedir bilmemektedir. Ayakları şişene kadar ayakta durmaktadır. Tarihte sadece iki kimsenin ayakları şişene kadar
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.” diyerek ibadet ettikleri nakledilmiştir. Bunlardan biri Peygamber-i Ekrem (s.a.a), diğeri ise Hz. Fatıma (a.s)’dır.
Gece yarısı yatağından kalkıp Allah’ı anmakta ve özellikle de başkalarına dua etmektedir. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Annem gece sabaha kadar ayakta durdu ve namaz kıldı. Yaptığı tün dualarda komşuları, Müslümanları andı. Bunun üzerine anneme, “Bize de dua etsen daha iyi olurdu. “ dedim. Annem şöyle buyurdu: “hayır yavrum! Diğerleri bizden önceliklidir. “Önce komşu sonra ev”
İKİNCİ OTURUM
¢ Giriş ¢ İslam ve İnsani Temayüller ¢ İslam'a Göre Hayat: " Zaruri Hayat " Refaha Dayalı Hayat " Lükse (Gösterişe) Dayalı Hayat
İslam ve İnsanın temayülleri İslam; istek ve içgüdülerimizin tatmin olmasının gerekliliğine inanmaktadır. Nefsini öldürmek İslam'a göre haramdır ve bir çok ri-vayetlerde zikredildiği üzere insan arzularını içgüdülerini bastırmamalıdır. Kur'an esasınca Müslüman bir kimse ahiret yurdunun fikrinde olduğu gibi, dünyasının da fikrinde olmalıdır ve hem de arzularını ve içgüdülerini düşünmelidir.
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَنَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا "Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma." Ey insan! Sahip olduğu maldan, güç ve aklından, sana verilen em-niyet ve güvenlikten ahiretin için istifade et, ama dikkat et dünyanı unutmayasın. Bir boyutlu insan olamazsın, yani bu dünyaya dalmak yanlıştır ve bu yüzden ömrünü, aklını, sağlığını ve malını yüzde yüz ahiret yurdu için sarf etmemelisin.
Ahiret yurdunu düşündüğün kadar dünyanı da düşünmelisin. İslam'ın ilk yıllarında ve Eimmei Ethar zamanında bu tür sapık fikre sahip insanlar mevcuttu. Gece gündüz sadece ahiret yurdunu düşünmenin gerekli olduğuna; dünyadan ve dünyevi istek ve içgüdüsel arzulardan el çekmenin gerektiğine inanan kimseler vardı. Bu düşünceyi Peygamber (s.a.a)'e ve Tahir İmamlar'a sorduklarında ise onları eleştiriyor ve şiddetle kınıyorlardı. Allah Rahmet etsin Vesail kitabının sahibi şöyle bir rivayeti nak-letmektedir: Üç kadın Peygamberin yanına geldiler. Onlardan biri Allah Resulü'ne şöyle dedi: "Ya Resulullah! Eşim benimle ilişkiye girmemeye karar aldı." Diğeri ise şöyle dedi: "Ya Resulullah! Benim
eşim ise et yememeye karar aldı." Üçüncü kadın ise şöyle dedi: Ya Resulullah benim eşim ise güzel koku sürmemeye karar aldı." Riva-yette yer aldığına göre Peygamber çok öfkelendi. Müslümanlar ara-sında hurafe düşüncelerin yaygınlaşmaya başladığını görünce, hemen aceleyle mescide geldi.
Bu rivayette yer aldığına göre Peygamber öy-lesine acele etti ki mübarek abasının bir tarafı omuzunda, bir tarafı da yerlerde sürülür bir halde mescide vardı. Hemen halkın toplanması emrini verdi. Halk işlerinden ayrılarak mescide geldiler. Ne olmuştu? Peygamber (s.a.a) minbere çıkmadan birinci basamakta durmuş ve şöyle buyuruyordu: "Duyduğuma göre ashabımın arasında sapık bir düşünce yaygınlaşmaya başladı.
Müslümanlar arasında yaygınlaşan bu yanlış davranış nedir? Sonra şöyle buyurdu: Ben bir peygamberim; ama et yiyorum, lezzetli yemekler de yiyorum. Ben bir peygamberim; güzel elbiseler giyiniyor, güzel koku sürüyorum, eşimle muaşerette ve ilişkide bulunuyorum.
Benim sünnetimden (yolumdan) gitmeyen kimse benim ümmetim sayılmaz. Bu sapık düşünce hakkında söylenmiş olan "Benim sünnetimden (yolumdan) gitmeyen kimse benim ümmetim sayılmaz.. "cümlesinin, çeşitli şekillerde Peygamber'in on defadan fazla söylediği duyulmuş-tur. Buna yakın bir rivayeti merhum Feyz, Safi kitabında zikretmiştir ve bundan da anlaşıldığı üzere bu olay defalarca tekrar edilmiştir. İlahi azap geldiğinde bunlar korkup dünyadan el etek çekiyor, hepten ahirete yöneliyorlardı. Merhum Feyz şöyle diyor: 1. Kaset+
ÜÇÜNCÜ OTURUM (Birinci Bölüm)
¢ Biyoloji Bilginlerinin Görüşünde Evlilik ¢ Kur'an Görüşünde Evlilik ¢ Rivayetler Açısından Evlilik ¢ İslam ve Cinsel İçgüdünün Ehemmiyeti ¢ Çeyizde Orta Yollu Olmak
Biyoloji Bilginlerinin Görüşünde Evlilik Bizim bu yılkı bahsimiz ailede ahlaktır. Bununla ilgili bir girişi eksik ve özet bir şekilde olsun sizin hizmetinize ulaştırmış bulunmaktayım. Bugünkü konumuz; ana konumuzun birinci bölüm ile ilgili olup biyoloji alimlerince evliliğin önemini vurgulamaktadır.
Cinsel içgüdüyle ilgili bezler hormon salgıladığında gençlerin ru-hunda ve bedeninde değişik bir durum meydana gelir. Kız olsun erkek olsun bu değişiklik o kadar açıktır ki, hatta gencin yüzünde tesirini gösterir ve İslam, gençlerde ortaya çıkan bu duruma "buluğ"(erginlik çağı) demektedir. İslam nazarında buluğ,
yani cinsel içgüdüye bağlı olan hormon kana karıştığında başka bir tabirle gencin bedeninde ve ruhunda değişik bir durum ortaya çıktığında, İslam bu durumda insanın baliğ (ergin) olduğunu söylüyor. Cinsel içgüdüye bağlı olan hormon kana karıştığı zaman, ister istemez kız olsun erkek olsun, gençlerde bir istek ortaya çıkar ve buna cinsel istek denir. Başka bir ifadeyle üzeri küllenmiş kor cinsel içgüdüler meydana gelir, gelişip serpilir.
Bu istek gençlerde bulunduğu an bunun cevabı verilmelidir. Dün bu konu ile ilgili sohbet ettik ve anladık ki eğer bu meylin cevabını vermezsek musibetlerle karşı karşıya geleceğiz. Cinsel temayül su ve ekmeye duyulan istekler gibi değildir. Cinsel içgüdü, mal sevgisi, makam sevgisi gibi değildir. Eğer Sigmund Freud'in sözü doğru ise bütün
içgüdüler ondan kaynaklanmaktadır. Sigmund Freud'un sözü elbette doğru değil, ama şu kadarını bilelim ki cinsel istekler su ve ekmeğe duyulan istekler gibi değildir. Aşklar, zevkler, şiirler hepsi ama hepsi bu içgüdüden kaynaklanmaktadır. Muhakkak ki siz su veya ekmek i-çin şiir yazanları duymamışsınızdır. Suya aşık olan, ekmeğe aşık olan birini duymamışsınızdır ama, cinsel içgüdü ile ilgili aşk oldukça fazladır. Bir insanın bir başka insana duyduğu aşk kesin olarak cinsel içgüdüden kaynaklanmaktadır.
Burada genç kızlara ve erkeklere söylemek istediğim bir nükte var, o da şudur: Eğer birbirinize karşı ifrat derecesinde bir sevgi ortaya çıktıysa, yani iki genç aşırı derecede birbirine muhabbet duyuyorsa, iki kız aşırı derecede birbirine muhabbet besliyorsa dikkatli olmalıdırlar, tehlikeli bir sahne vaki olabilir onlar için. Muhakkak böyle aşırı bir sevginin önü alınmalıdır, her ne kadar "arkadaşımdır, ayrıcalığı vardır" dese de,
her ne kadar cinsel içgüdüden kaynaklanmadığını iddia etse bile yalandır. Milyonda bir dahi olsa bir insanın muhabbeti cinsel içgüdüden başka bir şeyden kaynaklanmamaktadır özellikle de gençlerde. Bilhassa bir insan başka bir insana aşırı sevgi duyarsa, bu aşktır ve bu aşk cinsel içgüdüden kaynaklanmaktadır, temiz aşk sadece Allah'a aittir. Evet insanın İmam Hüseyin'e ve Kerbela'sına aşık olması mümkündür,
İmam-ı Zaman'a ve zuhuruna aşık olması müm-kündür. Ama Allah ve fazileti Allah'tan kaynaklanan kimselere duyulan aşktan başka bir aşk ise, bu yanlıştır ve kendisinin tehlikeli bir durumda olduğunu anlamalıdır. Maksadım şudur ki aşık olduğu kimse için şiir söylemek ve başkalarına aşık olmak cinsel içgüdüden kaynaklanmaktadır. Bir kimse suya veya ekmeğe aşık olursa, su için şiir söylerse, ekmek için şiir söylerse, bu cinsel içgüdüden kaynaklanmaz.
Her ne kadar acıksa da ve ya her ne kadar susasa da, ekmek ve su için şiir söyleyişinin cinsel içgüdülerle hiçbir ilişkisi yoktur. Buradan Freud'un sözü her ne kadar doğru olmasa da - ki doğru değildir-, cinsel içgüdüler için ayrı bir hesap açılması gerektiği anlaşılmaktadır. Herkes; gençler, anneler, babalar ve kısacası bütün bir toplum cinsel içgüdüler için apayrı bir hesap açmalıdır. Nitekim İslam da cinsel içgüdüler için ayrı bir hesap açmış ve bu içgüdüyü başlı başına değerlendirmiştir.
Kur'an'a Göre Evlilik
لِيُنفِقْ ذُو سَعَةٍ مِّن سَعَتِهِوَمَن قُدِرَ عَلَيْهِ رِزْقُهُ فَلْيُنفِقْ مِمَّا آتَاهُ اللَّهُ "İmkânı geniş olan, nafakayı imkânlarına göre versin; rızkı daralmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından nafaka ödesin. " Bu ayet insanların zaruri olan yaşam biçimiyle ilgilidir. Bu ayet aynı zamanda eşler için de geçerlidir. Çünkü kadın, erkek ve erkek de kadın için gereklidir, bu ise tabiidir. Su ve ekmeğin tabii olması gibi, eğer kendisi elde edemiyorsa başkaları onun için temin etmelidirler.
Nasıl ki cinsel içgüdünün hesabı başka içgüdülerden ayrı ise, Kur'an da bu içgüdüye ayrı bir hesap açmıştır ve Kur'an bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elve-rişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfü
ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfü) geniş olan ve (her şeyi) bi-lendir." Bu ayet şöyle buyuruyor: Ey toplum! Evlendirin. Bu kelime çoğul edatıdır ve topluma mensuptur. Önce anne baba, eğer anne babanın gücü yetmiyorsa İslam devleti ve eğer İslam devletinin böyle bir kuruluş ve müessese imkanı yoksa, bütün toplum sorumludur ve vazifelidir. Kur'an şöyle buyuruyor: "Cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin" Ey İslam toplumu! İçinizde bekar olanlar evlensin! Evlenemeyen erkeği evlendirin,
onlara eş almalısınız, koca bulmalısınız. Sonra da şöyle buyuruyor: Onların geleceğini geçimini düşünmeyin, Allah temin eder. Eğer gerçekten tevekkül sahibi olursan, gerçekten Allah gibi bir dayanağa sahip olursan "Eğer bunlar fakir iseler Allah kendi lütfü ile onları zenginleştirir. " Eğer iyi bir tevekkülün varsa, iyi bir faaliyetin olursa, İslam'ın emirlerine göre amel edersen, fakirlikten endişe etme, harcama ve ihtiyaçları için de üzülme. Bu ayet cinsel içgüdü için ayrı bir hesap açmıştır.
"İmkanı geniş olan nafakayı imkanına göre versin, rızkı daralmış bulunan da nafakayı Allah'ın kendisine verdiğinden ayırsın. " ayeti de bütün içgüdüler için ayrı bir hesap açmıştır ki toplum bu bireysel ve sosyal fakirlik boşluğunu doldursun. İnsanlar birbirinin ihtiyaçlarını giderebilsinler. Bu ayet, genelden sonra özeli zikre kaidesi esasına dayalıdır. Şöyle buyuruyor: Evlilik hususunda herkes gençlere eş bulmaya hazır olmalı ve bekar kız ve erkeklere eş temin etmelidir..
Rivayetler Açısından Evlilik
Vesail'in kitabının merhum yazarı -Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun-, herkes üzerinde ,özellikle merci-i taklit olan alimler üzerinde büyük hak sahibi olan bu insan, Vesail kitabında bu konuyla ilgili altı tane rivayet nakletmiştir ki o rivayetler de bir erkeğe eş bulanların veya bir kıza er bulan kimselerin ne kadar büyük ve önemli sevaba nail olduklarını beyan etmektedir. Bu rivayetler o kadar yücedir ki insan adeta bundan daha iyi bir faziletin olmadığını görmektedir.
Bu rivayetlerin birinde İmam Musa İbn-i Cafer (a.s)'dan şöyle nakledilmiştir: "Kıyamet günü üç grup Allah'ın arşının gölgesindedir. Onlardan bir grubu bekar bir erkeği evlendirenlerdir." Bu rivayette şöyle buyuruluyor: "Allah Kıyamet günü,bir erkeğin veya kızı evlenmesine aracılık yapan kimseye karşı lütuf nazarıyla bakmaktadır."
Bu rivayetin benzerleri, o bölümde olduğu gibi, başka bölümlerde yer almaktadır. Vesail kitabının yazarı yirmiden fazla rivayet naklet-mektedir ki onlardan biri de şudur: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Birisi babamın yanına geldi. Babam: "Ey falan kimse, sen evli misin?" diye sordu.
O adam; "Hayır ey Allah'ın Resulü'nün evladı" dedi. Babam şöyle buyurdu: -Burada maksadım kızlar, erkekler, kız alabildikleri halde almayanlar, kocaya varacak durumda olup da varmayanlardır- iyi bakınız İmam Bakır (a.s) ne buyuruyor.) "Ey falanca kimse! Eğer Allah dünyayı ve içinde olanları bana verse ve bir gece eşsiz kal dese kabul etmem." Bunun anlamı bir milyon tümen veya bir milyar dolar değildir; aksine
"dünya ve dünyada olan herşeyi bile bana verseler ve bir gece kadınsız yat" deseler yine yatmam demektir. Bu hitap hem kadına ve hem de erkeğedir. Yani İmam Bakır şunu söylemek istiyor: Ey kadın! Allah, dünyayı ve içindeki her şeyi sana verse ve bir gece bile eşin olmadan yatacak olursan bunun hiç bir değeri yoktur. 2. kaset+
DÖRDÜNCÜ OTURUM (İkinci Bölüm)
¢ Bahane peşinde koşmak ¢ Yersiz Teşrifatlar (Protokoller) ¢ Ağır Mehirler ¢ Hadsiz hesapsız Düğün yemekleri
Evliliğin Engelleri 3. kaset+ +++Peygamberi Ekrem (sav) defalarca minberde şöyle buyuruyor-du: " Ahali! Kızınız evlilik haddine varınca onu kocaya verin zira ko-caya varma haddine ulaşan kız ağaçta olgunluk haddine varan meyveye benzer eğer olgunlaşmış meyveyi ağaçtan koparmazsanız bozulur gider ve eğer yetişme ve evlilik çağına varan kızı evlendirmezseniz bozulup gider. " Bu konu erkeklerle de ilgilidir. Erkek evlilik haddine varınca evle-nebilirse evlenmelidir. Yoksa yetişmiş meyve gibi düşer ve artık bu meyve bir işe yaramaz.
Bazı bahaneciler Peygamberin minberinde kalkıp şöyle diyorlardı: Ey Allah'ın resulü kimlere kız verelim? Buyurdular: Dengi olan birine, ona yakışacak birine. Bahane ediyorlar ve Ey Allah'ın resulü dengi kimdir? Diyorlardı. Peygamberi Ekrem (sav) minber üzerinde birkaç defa tekrar ederek "Müminler birbirlerinin eş ve dengidirler"
Mümin, ahlakı iyi olan dini iyi olan kimsedir. Bu sizin denginizdir eğer böyle biri gelirse kızınızı verin ona. İslam camiasının en büyük musibetlerinden biri şudur ki Peygamberi Ekrem (sav) defalarca minberde tekrar ederek buyuruyorlardı: " Eğer ahlak ve din yönünden iyi bir eş bulunursa ona kızınızı verin kız ona varsın. Eğer evlilik din ve ahlak üzerine gerçekleşmezse İslam camiasında fitne ve fesat ortaya çıkacaktır.
" Şimdiki İslam camiasında ortaya çıkan fitne ve fesattan daha kötüsü nedir? Peygamber buyuruyor: Bakın iyi ahlaka sahip mi değil mi? Dindar mı değil mi? Ben zannetmiyorum bu oturumda bulunan hanımlardan oğlu için görücüye gidip de acaba bu kız kıskanç mı değil mi? Kibirli mi değil mi? Bencil mi değil mi? Fikrinde olsun belki dikkate aldığı şeyler başka şeylerdir. Acaba bu mukaddes oturumda damat adayının dindar olup olmamasına dikkat eden biri var mı?
Zannetmiyorum. Ahlakı var mı yok mu? Ve şanstan rivayetlerden okuduğumuz kadarıyla ve tecrübeyle de sabit olunmuştur ki fakat mal ve cemal görünüş ve sonuç olarak soy sop gibi zahiri şeylere dikkat edenlerin sonu bedbahtlıktan başka bir şey değildir. Peygamberi Ekrem (sav) buyuruyor: Eğer fakat mal peşinde giderse, fakat makam peşinde, fakat güzellik peşinde giderse hasret ve pişmanlıktan başka bir şey kazanmayacaktır. Cemaline nazlanıyor, makamına nazlanıyor, soyuna sopuna nazlanıyor, işte bu nazlanmalar ihtilaf ve bedbahtlığa sebep oluyor.
İmam Sadık (as) buyuruyor: "Kızını dindar olan birine ver zira eğen onu severse o muhabbet ona hizmet etmesine sebep olur. Eğer sevmese bile dini ona zulmetmesine izin vermez. " İmam Sadık (as)'ın rivayeti ne kadar değerli ve yüce. Ben bu mukaddes oturumda bu yaygın bahanelere sahip kimselerin bulunmadığını sanmıyorum şuna dikkatinizi çekmek isterim ki Peygamberi Ekrem (sav) onları reddetmiştir.
Peygamberi Ekrem (sav)'in zamanında bu bahaneleri ortadan kaldırmak için birkaç tane ilginç evlilik gerçekleştirilmişti. "Cuveybir, Zeyd, Migdad" bu evliliklerden bazılarıdır. Yani Peygamberi Ekrem (sav) bazı vakit bir hanım kızı tam manasıyla güzellik sahibi soylu soplu olmasına rağmen buna feda ediyorlardı ki din ve ahlak kanununu toplumda diriltebilsinler. Evlilikte ölçünün, başka bir şey değil de din ve ahlak olduğunu amaç edinsinler diye böyle yapıyordu. Başka meselelerin peşinde olma demiyorum din ve ahlak peşinde ol diyorum.
Eğer yüzde yetmiş beğenir, uygun bir kız bulursan artık başka bahaneler arama, eğer yüzde yetmiş beyenine uygun bir erkek bulursan başka bahaneler peşinde koşturma hatta istihare bile yapma zira istiharenin yeri var. Genellikle mühim işlerde istihare yapmak gerekir yani çıkmazlarda yani insanın aklı almadığı zaman, meşveret müessir olmadığı zaman, karışık ve bulanık meseleler olduğu zaman istiharenin yeridir.
Ama eğer mesela aydınlık olursa ve gelen damat adayının din ve ahlak yönünden iyi olduğu ve karısına iyi eşlik edebileceğini görüyorsan artık istihare gerekmiyor ya eğer kız mütedeyyindir, mütedeyyin bir taifedendir, ahlakı iyi, kocasına karşı iyi bir eş olabilecekse artık istihare gerekmiyor. Aslında istiharenin ayrı bir manası var hepinizden rica ediyorum İslam'da olan istihareyi yapın şöyle ki;
eğer bir iş yapmak istiyorsan iki rekat namaz kıl ve namazlardan sonra Allah'ım bu işi mübarek kıl de. ", " sonra o işi gör inşallah bu iş mübarek olur aslında İslam'da istihare budur. Sahih rivayet ve müstenedlerde olan istihare Sahibi Cevahir'in (ra) Cevher kitabında üzerinde direttiği istihare şudur:
İşlerinizde Allah'tan hayır talep edin . Evet eğer insan, işlerinde karışıklık ve bulanıklık olur, aklı almaz, meşveretle bir yere varamazsa o zaman Allah ile meşveret edebilir ve eğer Allah ile meşveret ettiyseniz muhakkak amel edin. Eğer istihare kötü geldiyse hemen terk edin ve istihare üs-tüne istihare yanlıştır. Sahip olduğumuz bu avamane işler yanlıştır.
Kısacası evlilikte öne sürülen, bir çok kız ve oğlanın kalmasına sebep olan ilk engel bahanelerdir ki kızlardan veya oğlanlardan yada anne ve babalar tarafından görülmektedir. Rica ederim bu bahanelerin yerine Allah'a tevekkül edin. Allah kalpleri değiştirendir Allah geleceği ıslah etmelidir.
Kuran nazarıyla Allah dostu, geçmişten gam ve üzüntüsü olmayan gelecekten korkusu olmayan kimsedir. Allah'ın dostu olan kimseler geçmişten gam ve üzüntüleri yok ve gelecekten de korkuları yoktur zira Allah'a tevekkül etmişlerdir. Evliliklerde bahaneler yerine Allah'a tevekkül edin bu toprak yığınlarını toplayın Peygamberin kabul etmediği bu toprak yığınlarını imamlarımızın kabul etmediği büyük İslam alimlerinin kabul etmediği bu engelleri toplayın.
Bir olayı merhum kaşif elgita (ra)'dan naklediyorlar. O, büyük taklit mercilerinden biridir. Öyle bir kimsedir ki ilim açısından şucaat açısından din iktidarlığı açısından onun gibiler az gelmiştir. Bir gün ders verdikten sonra şöyle buyurdular: benim evlenme çağında bir kızım var eğer mütedeyyin biri olursa onu vereceyim. Oturumun fazıllarından biri kalktı tekrar oturdu bu kalkıp oturma isteme idi. Merhum kaşifelgita buyurdu: eve gel ve kendisi eve gitti, bu talebe eve geldi. Merhum kaşifelgita onu tanıyor, fazıl ve mütedeyyin olduğunu biliyordu.
İslam ahlakıyla ahlaklanmış iyi ahlaklı biriydi ama hiç bir şeyi yoktu. Merhum kaşifelgita o vakit kızına sana koca buldum kızım hiçbir şeyi yok ama ilmi var, dini var, ahlakı var. Hazır mısın? Cevaben benim ihtiyarım senin elindedir dedi. O vakit nikahı okudular. Kendi evinin odalarından birini gelin odası olarak hazırlatıp kızını da hazırlattıktan sonra o geceyi zifaf gecesi yapmışlardı.
Sabah ezanından önce merhum kaşifel gita gece namazı için kalktı, gelip kapıyı çaldı, su ısıttım (o zamanlar banyolar evde değildi) filan odadadır gidin gece namazı için gusledin. Gidip gusüllerini aldılar namazlarını da kıldılar. Ama söyleyeyim, merhum kaşifel gitanın fedakarlığı burada bitmiyor. "Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir. "
Allah Kuranı Kerim'de Allah için iş görenlere yardım edeceğini vaat etmiştir. Kaşifel gitanın bu damadı merhum şeyh Muhammed Tagi mescidi şahı oldu. Bu adam ilmi yönden öyle bir yere vardı ki "mealim"in üzerine haşiye yazdı. Dikkatinizi çekmek isterim ki yaklaşık üç yüz yıl önce yazılmış olmasına rağmen yine de yaşayan bir usul.
Kaşifelgitadan başladı onun bütün evlatları müctehid oldular. İçti-hat bunların evinden kesilmedi. Hepsi mütedeyyin, mutemekkin, kudretli isfahanda öyle bir kudret, ihtiram sahibi idiler ki o zamanın ulema ve hukemaları onların önünde mütevazi idiler. Sonuç olarak bu düğün tatlı bir düğün oldu. Kuranın istediği gibi buna İslamî evlilik derler. Pegamberi Ekrem'in tarzı bu idi. Tahir imamların tarzı bu idi. Bü-yük fakihlerin tarzı yine buydu.
Allame Meclisi ilmi yönden çok yüce bir makama sahipti. Kuvvet mali temekkün yönünden o kadar güçlüydü ki, insaflı olursak sefevi-yeyi kendi sarayı yapmıştı dememiz gerekir. Allame Meclisi için hiçbir makam olmasa dahi, yalnızca Biharulenvar adlı kitabın tehriri onun gibi biri gelmedi veya az gelmiştir dememiz için yeterlidir.
Allame Meclisi'nin fazile ve müctehide bir kızı var cemal yönüyle de üstün bir güzelliğe sahip. Yaş yönünden yirmiden fazla değil soy sop yönünden kendi zamanında örnektir. Ama talebe bir kimse tesadüfen çok yetenekli olmamasına rağmen, Allame Meclisi bu fazilet sahibi kızını bu mazenderanlı Salih mollaya verdi ki ne tanınmış biriydi ne de maddi yönden bir şeye sahipti.
Ama mütedeyyin ve ahlaklı biriydi ve Allame Meclisi kızını ahlakı için verdi dini için verdi üstelik basit kızlardan değildi. Bu kız hakkında şöyle naklediliyor: Damat zifaf odasına gelince mutala etmesi gerektiğini gördü, mutalada takıldı ve meseleyi halledemedi o hanım kız meseleyi kendisi için halletti. Her zaman rastlanabilen normal kızlardan biri olduğunu zannetmeyin. Üstün, çok üstündü. Peki neden Allame onu kabul etti? Çünkü bahaneci değildi diyordu ki: Peygamber şöyle buyuruyor:
2-Yersiz Teşrifatlar
Bu sedden daha mühim olan ikinci seddirki özellikle şimdiki za-manda ondan aşabilmek, geçe bilmek oldukça zordur ve o damadın gelin evine götürmesi gereken şeylerdir. Önceleri yalnızca bir Kuran idi. Yavaş yavaş bir aynayla şamdanlık da eklendi ve sonuçta o yere vardı ki hepiniz ne haber olduğunu biliyorsunuz. Bu oğlanın boynuna takılan ilk zincir, öyle bir şekildedir ki bütün varlığını dahi satsa gö-türmesi gereken o altını satın alamayacak durumdadır.
Böyle olunca da aslında ben kadın filan istemiyorum diyor. Eğer bu hanım kızın ayna ve şamdanlığı olmasa kimi görmeli? Normal bir aynayla bir Kuran götürülse ne olur ki? Ne eksiklik çıkar? Eğer altın olmasa ne olur damat gelinin parmağına normal bir yüzük taksa, gelinde damadın parmağına akik bir yüzük taksa ne olur? Onun yerine damadın parmağına altın bir halka takıyorlar ve onu bedbahtlığa itiyorlar.
En önde gelen bedbahtlığı şu ki bu altınla kıldığı namaz batıl oluyor. Önde gelen bedbahtlığı nikah sırasında parmağına takılan bu halka, her lahza amel defterinde günah görülmesine sebep oluyor. Zira erkeğin kendini altınla ziynetlendirmeye hakkı yoktur. Altın yüzük, altın saat, altın düğme, altın gözlük ve erkeğin ziynetine sebep olan her şey haramdır.
Yüzük olmasa veya akik bir yüzük olsa ne önemi var? Ve o taraftan normal bir yüzük olsa? Allah'a ant olsun halkın deyimiyle ne gökler yere iner nede yerler göğe çıkar, ama bizim bu kötü pis işlerimizle hem gökler harap oluyor hem de yerler yok oluyor.
Bu ikinci sedden geçe bilecek kimdir? Gelin bu ikinci seddi kırın. İki üç kimse demiyorum halktan bir deste demiyorum çünkü bu du-rumda olmuyor, bu kumun ayrıcalıklarının fazlaca olduğunu söylemeliyiz. Şimdi Kum, bu ikinci seddi bu ikinci toprak yığınını yıkmaya karar vermelidir.
Şamdanlık terk edilmeli! Pahalı aynalar terk edilmeli! Altın getirip götürmek durdurulmalı, vazgeçilmeli! Başörtüsü ve bunun gibiler terk edilmelidir. Ve böylece kumdan başka yerlere dağılsa ve sonuçta İslam camiası özlenilen yere varsın ki işte biz o zaman inkılap eden kimseleriz deyin. Evliliğin ikinci toprak yığınını kırdık deyin.
Adamın biri imam Bakır (as)'ın hizmetine geldi imam buyurdular: karın var mı? Hayır dedi. Buyurdular: eğer bütün dünya ve içinde olanları bana verseler ve bir gece kadınsız kal deseler kabul etmem. Sonra buyurdular; evli kadın veya erkeğin kıldığı iki rekat namaz, bekarın gece sabaha kadar yapmış olduğu ibadetten ve gündüz tuttuğu oruçtan daha hayırlıdır. (muradım şudur): imam Bakır ona yedi dinar verip git evlen dedi-ler.
Yedi dinar yedi misgal altındır. Oda yirmi dört nohut olan her misgal değil on yedi nohut olan şer-i misgal ve takriben beş misgaldir. Yedi dinarla olan bu evlilik şimdi yetmiş dinarla oluyor. Hatta fazla ve öyle bir noktaya varıyor ki önce evini satmalı ki düğün meclisi kurabilsin. Allah beğenmiyor.
Peygamberi Ekrem (sav) ashabıyla oturmuş idiler, bir hanım perdenin arkasına gelerek; Ey Allah'ın resulü ben koca istiyorum bana koca ver dedi. Peygamberi Ekrem ashabına dönerek kim kadın istiyor dedi biri kalkarak ben istiyorum dedi. Peygamber efendimiz buyurdular: mehir için neyin var? Hiç dedi bu giydiğim gömlekten başka hiçbir şeyim yok. Hazret buyurdular: Kuran ezberinde var mı? Evet dedi bir sureyi biliyorum vakıa suresini biliyorum. Hanıma dönerek bu mehiryle evlenmeye hazır mısın? Dedi, evet dedi ve nikahları okunmuş oldu.
Peygamber efendimizin istediği buydu işte bu kullar niye böyle demiyorum! Niçin esirler diyorum. Niçin hepimiz esiriz? Mollası, pazarcısı, çiftçisi, köylüsü, şehirlisi, zahit olanı, gayri zahit olanı herkes esir. Bahaneciler ve zahitler daha çok esirler, özellikle yaptıkları istiharelerle ve sonuçta bu bahaneler,
götürüp getirmeler seddir zincirdir. Nikah masasına oturan damadın aklı fikri altınların borcunu ne zaman ödeyeceğinde? Nasıl ödeyeceğinde? Olacak mı acaba? Niçin bu sedler olsun? Altın olmayınca güç olan ne? Kesin olarak inanın ki sonra Allah inayet ediyor. Birinin Allah için iş görmesi ve Allah'ın onu mükafatsız bırakmasının bir anlamı yoktur. Siz normal insanlar için bir iş yaptığınızda her fırsatta size teşekkür ederler. Bu halde siz Allah için iş yapacaksınız da Allah size inayet etmeyecek mi?
Hanımefendi altın sonra da bulunur, kızını sevecek bir damat pe-şinde ol. İmam Sadık (as)'ın dediği gibi sevmese bile dini zulmetmesine izin vermez. Eğer altını olmadığını görür ve alabilme imkanı olursa onu da alır ve halkın diliyle eğer isterse baştan ayağa altına boyar. Seddler yapman lazım değil, nikahtan önce onun his ve muhabbetine darbe indirmen gerekmez. Bir cümle söylemek istiyorum o da şudur: hiç değilse bırakın ne varsa olsun artık fazlalaştırmayın. Bir zamanlar yanlış bir töre düşmek üzere (bırakılmak üzere) uygulanıyordu.
Yani bir miktar meyve bir ceket ve pantolon damat için gönderiliyordu. Sonradan fazlalaştı tatlı da gerekiyor dediler, yoksa acıdır. Tatlı da eklendi böylece. Şimdi de damat için gönderelim annesine göndermeyelim olmaz onun için bir şey göndermeliyiz, iyi, varı olanlar gönderiyor, olmayanlar ise borç almaları gerekir, bir öğünlük ekmeğe muhtaç olan zavallılar, bir kilo salatayı karısı ve çoğu için şimdiki durumuyla satın alamayan zavallı, bir kilo marulu karısı ve çocuğunun iftarı için satın alamayan bu zavallı adam şimdide damadın annesi için bir şey koyması lazım ki ilk baştan oda hoşnut olsun. Hayır eğer damadın annesi kötüyse hiçbir zaman hoşnut olmayacaktır.
Eğer iyiyse de her zaman hoşnuttur. Bu gibi şeylerle muhabbet getirilmez biz yanlış ediyoruz, hayal ediyoruz, biz duanın deliğini kaybettik. Mesnevi diyor biri tuvalete gitmişti ve abdest alınırken okunan duayı orada okuyordu abdest aldığı zamanda tuvalette okunan duayı okuyordubiz muhabbetin geline fazla altın götürmede olduğunu sanı-yoruz. Biz muhabbetin gelini boydan boya altına boğmakla olduğunu sanıyoruz, ama hayır, bunlar esaretten başka bir şey değil, muhabbeti Allah'ın vermesi gerekir ve Kuranı Kerim muhabbeti bunlara verece-ğini söylüyor.
Buyuruyor eğer kızının muhabbetinin damadının kalbine dökülmesini istiyorsan ve sen ey damat eğer gelinin kalbinde muhabbet yeşermesini istiyorsan, Allah ile rabıtan muhkem olmalı Allah'ın ne istediğini görmelisin. Sizi Allah'a yemine veriyorum içinizden bir kalkıp cüretle bu evliliklerden Allah'ın ve imam zamanın razı olduğunu söyleyebilir mi? Şunu söyleyebiliriz: bizim bu evliliklerimizle, bizim bu seddlerimizle, bizim bütün bu engellerimizle, İslam razı değil, Peygamber (sav) razı değil, Hz. Veliyi asr razı değil, Hz. Zehra (sa) razı değil gelin bu ikinci seddi kıralım.
3-AĞIR MEHİRLER
Bir musibet olan üçüncü sedd ise mehir hakkındadır. Bir zaman-lar inkılap din ve bunun gibi şeylerle alakası olmayan kimseler, bir milyon, iki milyon, üç milyon diyorlardı. Şimdi yavaş yavaş kendine inkılabi bir renk aldı diyorlar yüz yirmi dört bin peygamberin adına yüz yirmi dört bin sikkei azadi!!
Malumunuzdur ki bu zavallı evlilik gibi bir sorumluluğun altına girmeyecektir. Bazı vakitler gülünç bir şey daha ekliyorlar kumda bu hurafeyi uygulayanlar arasında geliyor, süt parası diye adlandırılıyor. Süt parasının ne olduğunu biliyor musunuz? Hurafe bir iştir. Kötü bir iştir süt parasının manası şudur: ben bu kıza süt verdim o yüzden sizden bir miktar daha para almam lazım güya anneye verilecek ama onu da baba yiyor ama süt parası ünvanıyla, süt parası nedir? Meğer kızını satıyor musun ki para istiyorsun? Süt parası yani kızını satmak,
fakihlerin bir çoğu mehirlerin şer-i yönden sakıncalı olduğunu söylüyorlar yani hiçbir şeyi olmayan bir kimse bir milyonluk bir borç altına girmeyi kabul eder mi acaba etmez mi? Fakihlerin bir çoğu, bir şeyi olmayan bir kimsenin bir milyonluk bir zimme altına giremeyeceğini söylüyorlar. Bazı fakihler, başta sizin mercei taklidiniz olmak üzere buyuruyor; zimme geniştir, şimdi onun bir milyonu olmadığına göre, hiçbir zamanda ondan alamayacaklarına göre,
şimdi onun zimmesine geldi. Rivayetlerde okuyoruz kızın uğursuzluklarından biri mehirsinin çok olmasıdır. Muhabbet olmadıktan sonra mehir ne yapabilir? Sizler fazla mehir ile oğlanın kıza bağlılığını sağlamlaştırmak istiyorsunuz. İyi eğer bu oğlanın sevgisi olmasa Allah korusun uyumsuz olursa, sizin kızınızı harcama ve ihtiyaç yönünden çok iyi idare eder, gidip gelme yönünden çok iyi ve hatta sizin muvafık olduğunuz şekilde davranır,
ama evin içinde şişer, konuşmaz birinci gün, ikinci gün, onuncu gün derken bu ev kızın için bir zindan olur ki bütün zindanlardan daha kötüdür. Dövmüyor ki Müslüman değil diyesiniz, sövmüyor ki Müslüman değil diyesiniz ama kızınızla konuşmuyor, suratını asıyor, bir yıl geçmiyor, bu hanım kız mehrimden vazgeçtim diyor, vazgeçtim, bütün varlığımı veriyorum, ne kadar çeyizim varsa onu da veriyorum. Halkın diliyle mehrim helal canım özgür.
Mehir de kocanın ayağını bağlayamayacağına göre evet bunu da arz edeyim bazı diğer inkılabi işlerde muvafık değilim mehirsiz de olmaz bu da doğru değildir. Bir cilt kuranı kerim mehirsi! Beş tane cumhuriyet sikkesi! Bununla da muvafık değilim, ne ifrat ne tefrit. Bir milyonluk iki milyonluk mehir,
bir milyarlık iki milyarlık mehir ifrattır İfrat ve tefritte olandan başkası cahil görünmez . Her ikisi de yanlıştır peki ne olmalı? Orta halli mu'tedil olmalı kızın durumuna oğlanın durumuna muraat etmeli, bakalım bu kızın bu oğlanın durumu ne kadardır? Birçok damatlar ve birçok damat aileleri ve gelin,
hemen o gece evlilik senedinin eşiğinde birbirleriyle kötü oluyorlar yani sevgilerine darbe inmiş oluyor. Zannediyor ev satmak istiyor. Bu ev ne kadar? Diyorlar bir milyon diyor! Rica ederim biraz az bir iki kimse o taraftan, bir iki kimse bu taraftan ve sonuçta evi bir yere var-dırıyorlar! Şimdi görücüye gitmek istiyor evlilik senedine gitmek istiyor. Kaç kimse o taraftan kaç kimse bu taraftan geliyor onlar, beyefendi kaça diyorlar?
Bir milyar diyor! Fazladır indir diyor! Bazen şöyle möyle oraya varıyor ki kırıcı sözler öne geliyor, dil yaraları öne geliyor küsmeler darılmalar öne geliyor, o vakit muhabbetler darbe yemiş oluyor, muhabbet şişe gibidir, "Kırık şişeyi bitiştirmek çok zordur. " Artık bu damadın annesi ömrü boyunca bu geline düşmanlık duyar ve bu gelinin annesi ömrü varoldukça damadına karşı düşman olur ve kendisinde anlaşmazlık olan evliliklerin vay haline.
DIPNOTLAR -----------------
Bihar'ul Envar c. 10, s. 25 Kasas Suresi/77 Vesail'uş Şia, c. 14, s. 74
19. yüzyılda gelişen ateist dogmanın psikoloji alanındaki temsilcisi, Avusturyalı psikiyatrist Sigmund Freud idi. Freud, ruhun varlığını reddeden, insanın tüm ruhsal dünyasını cinsel ve benzeri dünyevi dürtülerle açıklamaya çalışan bir psikoloji teorisi ortaya attı. Freud'un en büyük saldırısı ise dine karşıydı. 1927'de yayınlanan The Future of an Illusion
(Bir İlüzyonun Geleceği) adlı kitabında, dini inancın sözde bir tür akıl hastalığı (nevroz) olduğunu ileri sürüyor ve insanlığın ilerlemesiyle birlikte dini inançların tamamen ortadan kalkacağı iddiasında bulunuyordu. Dönemin ilkel bilimsel koşulları altında, gerekli araştırma ve incelemeler yapılmadan,
okuma ve kıyas imkanı olmadan ortaya atılan bu iddia son derece mantık dışıdır. Kuşkusuz Freud da bugün varsayımını tekrar değerlendirme imkanına sahip olsa, öne sürdüğü bu kıt iddianın mantıksızlığına kendisi de şaşıracak ve böyle bir öngörünün saçmalı-ğını ilk kendisi eleştirecektir. Freud'dan sonra da psikoloji bilimi ateist bir temelde gelişti.
Sadece Freud değil, 20. yüzyılda gelişen diğer psikoloji ekollerinin kurucuları da koyu birer ateistti: davranışçı ekolün kurucusu B. F. Skinner ya da rasyonel-duygusal terapinin kurucusu olan Albert Ellis gibi. Sonuçta psikoloji dünyası ateizmin alanı haline geldi. 1972 yılında Amerikan Psikoloji Derneği üyeleri arasında yapılan bir araştırma, ülkedeki psikologların sadece % 1.1'inin dini inanç sahibi olduğunu gösteriyordu.
Ama psikologların çoğunun içine düştüğü bu büyük aldanış, bizzat yürüttükleri psikoloji araştırmaları tarafından çürütüldü. Öncelikle Freu-dizm'in temel varsayımlarının hemen hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı ortaya çıktı. Dahası, dinin, Freud ve diğer bazı psikoloji teorisyenlerinin savunduğu gibi "akıl hastalığı" değil, aksine zihinsel sağlığın en temel öğesi olduğu anlaşıldı. Amerikalı yazar Patrick Glynn, bu önemli gelişmeleri şöyle özetler:
20. yüzyılın son çeyreği (Freud'un kurduğu) psikoanalitik vizyona hiç de uygun davranmadı. Bunun en dikkat çekici yönü ise, Freud'un din hakkındaki görüşlerinin tamamen yanlış çıkmasıydı. İronik bir biçimde, son 25 yılda psikoloji alanında yapılan araştırmalar, dini inancın, Freud'un ve müridlerinin iddia ettiği gibi bir tür nevroz veya nevroz kaynağı olmak bir yana, genel zihinsel sağlık ve mutluluğun en tutarlı ögelerinden biri olduğunu ortaya çıkardı.
Üstüste yapılan pek çok araştırma, dini inanç ve ibadetlerle; intihar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, boşanma, depresyon ve hatta-ve belki de şa-şırtıcı şekilde-evlilikteki cinsel tatmin gibi konulardaki sağlıklı davranışlar arasında güçlü bir ilişki olduğunu gösterdi. Kısacası, ampirik bilgiler,
psikoterapi mesleğinin sözde "bilimsel" ortak kanısı ile tamamen ters düştü. Sonuçta, yine Patrick Glynn'in ifadesiyle "20. yüzyılın sonunda modern psikoloji, dinin yerini almak bir yana, dinle yeniden tanışmaya başladı" ve "insanın zihinsel yaşamı hakkındaki salt seküler bir bakış açısının hem teorik hem de pratik düzeyde çöktüğü ortaya çıktı." Yani ateizm, psikoloji alanında da hezimete uğradı. (Editör)
Talak Suresi/ 7 Nur Suresi/ 32 Talak Suresi/ 7 Vesail'uş Şia, c. 14., s. 27
2
Aile ve Çocuk Eğitimi Aile ve Çocuk Eğitimi
4-HESAPSIZ VELİMELER
Dördüncü sedd velime seddidir. İslam'da velime iyidir ama kime? İslam'da olan velime şudur ki peygamberi Ekrem (sav) Hz. Zehra'nın düğününde velime verdi. Bir koyunu kesip Medine'nin fakirlerini da-vet ettiler Medine'nin et yiyemeyen fakirleri o etten yediler. Geri ka-lanınıysa peygamber efendimiz gelemeyen veya gelmek istemeyen fakirlere dağıtılmasını emir verdiler. Bu velimeyi verdiler ve sonra da kızı kocasının evine götürdüler. Ama şimdiki velimeler,
bunlar baş ağrısı, musibet olmaktan başka bir şey değiller baba ve gelin için. Babanın kızını kocaya vermek istemediğini görünce, kalbini açıp kulak veriyoruz görüyoruz ki velime verebilecek durumda bir adam değil velime veremeyecek durumda olduğu içinde bahaneler ediyor, kızı yirmi yirmi beş yaşlarında evde kalmış, çünkü velime veremiyor. Bu velimeler yanlıştır, bu velimeler bedbahtlıktır ve size söyleyeyim zerre kadar sevabı yoktur.
Velimeyi düğünün mübarek olması için veriyoruz ama bu velimelerle düğün mübarek olmadığı gibi belki namübarek oluyor. Yanlış işlerden biri de matemlerde verilen yemeklerdir. Bazı vakitler görüyoruz ki birinin babası ölmüş ama o babasını düşünmüyor bile, düşündüğü musibet öğlen yemeği, akşam yemeğindedir ki halka akşam yemeği vermeli hem de bu halka durmadan baş sağlığı için geliyorlar, gel, git, otur,
ye bazen görüyoruz iki yüz bin tümen üç yüz bin tümen (yirmi milyon, kırk milyon) veya evini satıyor babasının mateminin masrafı karşılansın diye halbuki İslam diyor ki: Bir kimsenin babası öldüğü zaman üç gün yemek pişirmesine izin vermeyin, ona yemek götürün, evinde bırakmayın kendi evinize götürün, evine yemek yemeye gitmeyin orada yemek yemek mekruhtur. Çay içmek mekruhtur.
Birkaç gün önce genç biri yanıma gelmişti, babam öldü yetmiş bin tümen (on dört milyon) borç aldım çok harcadım buraya vardı. Babası ölüyor ilk musibet öğlen ve akşam yemeği vermelidir ki hafta tamamlansın. Kendisi de cahildir bir hafta vermen gerekmiyor diyorlar, pancarı ki toprak altı etmediler diyor. Pancarı toprak altı et-mediler de ne demek? Bu zavallı adam senin borcundan kabirde inli-yor, lanet ediyor sana bu hurafatları çıkardığın için ve lanet ediyor öğlen ve akşam yemeği için gelenlere ve kızının karısının üzülmelerinden dolayı üzülüyor.
Eğer gerçekten velime vermek istiyorsan, velime, fakir ve şerefli insanları düşünmendir. Diyorlar bir kadın her hafta devamlı bir kazan helva pişirip oğluna veriyor ve mezara götür orda halk biraz biraz al-sınlar diyordu. Uzun zamandır bu işi yapıyordu. Bir gün oğlan acık-mıştı canı helva çekiyordu. Annesi helvayı verdi ve mezarlığa götür dedi. Ama mezarlığa gideceğine yalnız bir yere bir yere gitti ve bütün helvaları yedi.
Gece rüyasında kocasını gördü çok mutluydu, dedi ki: Bir seneden beri verdiğin helvadan bana bir şey ulaşmadı ama dünkü helvan bana ulaştı ve çok tatlı ve lezzetliydi.
Ölenin çocuklarını düşünmeliyiz, onun kadın ve çocuklarını dü-şünmeliyiz. Eğer gerçekten velime verme durumumuz varsa ve iş yapmak istiyorsak, fakirleri düşünmeli, zayıfları düşünmeli, çaresizleri düşünmeliyiz. Kendi akşam yemeğini yiyebilecek durumda olanları değil. Öğlen yemeğini yiyebilecek durumda olanları değil.
Bizim ona ağırlık olmamız doğru değil, davet edelim borçlanalım, yağını bir taraftan, pirincini bir taraftan, eti bir taraftan ve sonunda borç üstüne borç. Sonra da onun borcundan dilenelim ve kendimiz ölelim. Düğün velimelerimiz yanlıştır, matemlerimiz öğlen ve akşam yemekleri yanlıştır. Bu hurafatların kaldırılması gerekir. Allah razı değil, peygamber razı değil, tahir imamlarımız (as) razı değiller. Hz. Begiyyetullah veliyi asr razı değil.
BEŞİNCİ OTURUM İkinci Bölüm
5. Ağır Çeyizler 6. Mesken Kıskançlık Ve Rekabet Bahsin Özeti
5- Ağır Çeyizler
Beşinci hurafe özellikle bizim zamanımızda olan evliliklerde gö-rülmekte olan çeyizlerdir. Bu çeyizler yani rekabet halinde olan bu çeyizler şeriatın hilafınadır. Yani gösteriş ve hurafat olan çeyizler. Bunlar evliliğin engelidir. Kız otuz yaşında evlenmiyor çünkü komşunun kızının götürdüğü çeyizleri götüremiyor. Babası kızının büyüdüğünü ve görücülerin görüyor ama devamlı mazeret getiriyor, çünkü eğer evet dese çeyiz veremeyeceğini görüyor.
Özellikle şimdiki zamanda normal çeyiz dahi hazırlanamıyorken insanın belini kıracak türden çeyizi nasıl hazırlayacak. Çeyizlik olmalıdır ama nasıl çeyizlik? Eğer çeyizliği kendisi verecek durumdaysa vermelidir ama eğer kendisi veremeyecek durumdaysa İslam devleti karşılamalıdır ve eğer İslam devleti veremiyorsa, bütün halkın vermeleri vaciptir çünkü yaşamın zaruretlerinden biridir. Hz. Peygamber efendimizin Hz. Zehra'ya verdiği çeyizlerdir.
Hz. Zehra'nın kocaya varması kararlaştırıldığında, peygamber efendimiz iki erkekle bir kadını Hz. Zehra'nın çeyizini almaları için pazara gönderdi on yedi cins getirdiler ve kıymeti altmış üç dirhemdi o zamanlar para birimi dirhemdi, bu on yedi cins: bir çarşaf,
ama bi-zim verdiğimiz çarşaflardan değil, giyinince kadının şahsiyetine zarar dokunduran çarşaflardan değil, utanç verici çarşaflardan, bedeni gösteren çarşaflardan değil, normal bir çarşaf bir baş örtüsü bir elbise ve o elbiseyi de Hz. Zehra fakire verdi ve günlük giyindiği eski elbiseyle kocasının evine gelin gitti.
Ertesi gün babası gelip elbise nerde? Diye sordu. Allah yolunda verdim dedi, neden eski elbiseni vermedin? Çünkü Allah buyuruyor: infak ettiğiniz zaman sevdiğiniz şeylerden infak edin. Ben elbisemi Allah yolunda verdim. Sergi olmak üzere bir koyun derisi, içi hurma liflerinden hazırlanmış bir kat yatak. Çamurdan yapılmış birkaç tabak çamurdan bir testi, çamurdan bir bardak, öyle bir miktar idi ki peygamber bu çeyizlere bakınca şevkli bir şekilde ağladı. Hepinizden özellikle hanımlardan rica ediyorum bu çeyize bir ba-kın.
Sora buyurdu: Allah'ım çoğu çamurdan olan bu çeyizi mübarek kıl. Hz. Zehra'nın zaruri yaşamına yetecek çeyiz, çeyiz olmalıdır ama yetecek kadar. Bu hurafalarla ne yapalım? Bu rekabetlerle ne yapalım? Bunun için eğer sandık dolu olmazsa gelinin annesi için sanki kabir gecesinin ilk günü artık ne musibetler damadın annesinin başına. Sandığın dolu olmadığını görünce feryadı yükselir. Hatta bazen iş oraya varır ki hayasızlık ederek çeyizi geri gönderirler. Artık bu hurafa bırakmıyor kız koca evine gitsin, evliliğe engel oluyor.
Ey mutemedin efendi ! Ey mutemekkin efendi ! Benim bir ricam var, eğer çeyiz vermek istiyorsan ver ama bu hurafeleri körükleme. Bir zamanlar frizer ve mobilya adet değildi ama paralı ahmağın biri geldi frizer de için içine girdi, hiç değilse Allah hatırı için gelin eteğinizi ateşe vurmayın eteğinizi bu hurafelere vurmayın. Kızına bir şey verme demiyorum, kızın kocasının evine gidince, kimse anlamadan, onun adına bir ev yap, varlığını ona ver.
Ama diyorum ki fakirin yapamayacağı bir iş görme ki kızı evde kalsın, bu hurafadır, şeriatın hilafınadır. Ve bu mübarek de değil. Siz bu evliliklerin, bu çeyizlerin mübarek olduğunu mu zannediyorsunuz? Böyle değil genellikle bu çeyizlerin hayrı yoktur özellikle gelin cimri olursa kesinlikle hakları yoktur el vurmaya onun eşyalarına. Damadın eski eşyaları kullanılmalı eğer çeyizlerine el vurmak isteseler feryadı yükselir antika eserler olduğunu zannediyor. Yüz iki yüz sene kalmalıdır.
6-MESKEN
Altıncı hurafe meskendir. Bizim şimdiki durumumuz hatta köylüler bile öyle bir noktaya vardılar ki müşterek yaşamı kabul etmeye hazır değiller. Yani kaynana gelini kabul etmeye hazır değil, gelin kaynanasıyla birlikte yaşamaya hazır değil. Kiralık dahi olsa ayrı bir evin hazırlanması lazım ve bu gençlerin evlenmesini engelleyen büyük müşkilatlardan biridir. Onun aylığı masrafını karşılamayacak durumda olmadığı halde şimdide ev kiralamalı veya ev sahibi olması gerekir, oda ev almayana kadar evliliğe hazır değil. İlk sordukları soru eviniz var mı yok mu?
Dini var mı yok mu ? Diye sorsalar, ahlakı var mı yok mu diye sorsalar, eğer dini olmazsa, ahlakı olmazsa, o ev gelin için zindan olur. Manası şudur ki (سلولvar mı yok mu? Ve bu mesken olayı da müşkül bir mesele oldu. Geçmişte böyle değildi.
Bir adamla karısı etraflarında dört gelinleri vardı. Beş odalı bir evi vardı birinde kendisi diğer dördündeyse gelinleri oturur müreffeh ve hoş bir yaşama da sahiptiler. Şimdi bu mesken durumunun müşkül olması halkın rahat talep olmalarından kaynaklanmaktadır. İran'ın müşkülatlarından biri budur.
İsfehan'ın büyük alimlerinden biri diyor ki bir oğlan yanıma geldi ve annem beni evlendirmiyor babam bana kız almıyor, bunlar senin müridlerin gel bunlarla konuş söyle ben kız istiyorum evlendirsinler beni bu alim diyor ki bir gün sabah oraya gittim bana çok ihtiram ettiler, evlerine gitmeme şaşırdılar.
Kahvaltıdan sonra başladım (kendi sözüyle) bu hanım için bir minber okudum söyledim, söyledim sonunda benim bir saatlik hutbem bitti sonra bir kelimelik cevap verdi: Hacı efendi, ben yaşadığım sürece bu eve gelin gelemez, diyor bende delikanlıya dönerek o zaman dua et annen çabuk ölsün dedim. Durum buraya varmıştı ki, hanımefendi gelinini kabul etmeye hazır değil. Aynı şekilde gelin hanımda kaynanasını kabul etmeye hazır değil.
Müşkilatlardan biri de kızın ve oğlanın ders okuması özellikle oğ-lanın ders okumasıdır. Firdovs, yazdığı efsanede diyor ki: Rüstem yedi handan geçti birinci devi öldürdü, ikinci devi öldürdü, üçüncü devi öldürdü ve sonunda neticeye ulaştı. Şimdi eğer bir genç bu söylediğim yedi hanı, bu yedi müşkili bertaraf ederse,
bu toprak yığınlarını birbirinin ardınca kenara atar da kız kocasının evine gelirse, müşkil bitecek mi acaba? Hayır, birbirinin ardınca kenara attığı bu toprak yığınları, birinci toprak yığını ikinci toprak yığını ve sonunda yedinci toprak yığını ittiğinde bitecek mi? Hayır.
KISKANÇLIK VE REKABETLER
Önce ten tene kavga, önce çekişme, kadınla koca arasında başlar ne çekişme ama ! Lüks yaşam, gözde yaşam ve rekabetin gerekliliği ayrıcalık koymaktır. Aslında gözde ve rekabet içinde yaşamın tabiatı çekişmedir. Karı koca arasında geçen çekişmelerin sebebini araştırdığımızda yüzde sekseni lüks yaşam ve rekabete dönmektedir. Gelin koca evine geliyor ilk günler bir çeşit kıyafet giyiniyor ikinci gün bir çeşit kıyafet daha ve üçüncüyü de istiyor.
Yani bir toplantıda aynı kıyafeti giymeye hazır değil. Eğer bir toplantıda bu kıyafeti giydiyse bir daha ki toplantıda başka bir kıyafet giyme gereğini görüyor ve olmadığı için de hemen buradan başlıyor. Oğlan diyor , iyiyse baban versin, kız diyor hayır babam verdi sen almalısın.
Daha ilk ayda kocasından elbise istiyor, daha ilk sene de altın istiyor, daha ilk aydan yavaş yavaş iş o yere varıyor ki diyor nikah senedimi ver elbise almak istiyorum nikah senedimi ver altın almak istiyorum nikah senedime hakkım var vermelisin. Lüks içinde yaşamak istiyorum. Zannetmeyin ki eğer bu yedi hanı geçerse muradına erecek, hayır, eğer rüstem maksadına eriştiyse, biz ilk ihtilafa eriştik. Derde ne edelim ne edelime vardık.
O adamın söylediği gibi genç, karısı olmadığı müddetçe külahsız adama benzer, kadın aldığı zaman da iyi bir külah başına konmuş olur. Bizim yaşam durumumuz buraya varmıştır ki eğer kız alsa veya kocaya varsa, başına ne tuhaf bir külah konduğunu görür. Ve keşke kocaya varmasaydım keşke, kız almasaydım diyor. Dün ve bu gün ne söylediysem içtimai dertlerdir ki, çirkin bir yara ve toplumun kanseridir.
Ama onların tedavisi kolaydır. İlaç bir kuran ayetidir ki eğer İslam toplumu ona amel ederse, bütün bu dertler, bütün bu engeller bertaraf olur. Ten tene kavga dahi, ilk altı hurafi müşkiller gibi bertaraf olur. Okuma yazma müşkili usuli bir mesele idi ki bertaraf oluyor. Kuranı kerim mümin hakkında buyuruyor:
O çok merhametli Allah'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler kendilerine laf attığında (incitmeksizin) "selam" derler (ge-çerler). Ve onlardır ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar. Mümin harcama yapmak istediklerinde israf etmeyen kimselerdir. Gözde ve rekabet içinde yaşamları yoktur. Lüks yaşamların da yoktur, ama cimride değiller, belki mutedildirler,
Eğer insan lüks düşüncesinde olmayıp sade yaşarsa, eğer insan lüks yaşam ve rekabeti kenara iterse bu hurafeler bertaraf olacaktır. Hatta bir genç hem üniversiteye gidip hem de evli olabilir. Eğer gencin üniversiteye gidiyor ve evli olamadığını görüyorsan bunun sebebi hurafelerin ardı ardına topluma sarma sarmasındandır. Çünkü gözde yaşam ve rekabet, lüks yaşam ve kuranı kerimin deyişiyle, ifrat içinde yaşam toplumu sarmıştır. Yoksa eğer lüks yaşam olmazsa, harcama ve masraf olmazsa üniversiteye de gidebilir, dersini de okuyabilir.
YAŞAMDA CİMRİLİK
İslam buyuruyor: harcama ve masraflarda cimri olmayınız. Cimri kimseyi de pek ezmiştir. Kuran buyuruyor: İnkar edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlar an-cak, günahlarını artırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
Mallarını kadın ve çocuklarına vermeyen kadın ve çocuklarını re-fah içinde tutmayanlar, iyi iş yaptıklarını zannetmesinler, bunlar kötü iş yapıyorlar sonra buyuruyor: bu mallar kıyamet günü demirden hal-kalar olarak boyunlarına geçirilecek ve bu halkalarla, utançla mahşer safına gelecekler.
Lakin kuran cimriliğin yanlış olduğunu buyuruyor. Bir kimse karısı ve çocuklarını refah içinde yaşatabilir ama yaşatmazsa, bir şeyim yok, bir şeyim yok, virdi zebanı olursa, hanımının her istediğine yok derse, çocuğu isteyince yok derse, eğer yavaş yavaş yok lafzını adet edinirse ona imanın var mı yok mu deseler oda yok diyecektir.
Kuran cimrilik yapmayın diyor. Eğer cimrilik hakkında rivayetimiz olmasaydı, ayetimiz olmasaydı, okuduğumuz bu ayet evde cimri olmamamız için yeterlidir, toplumda cimri olmamamız için ve başkalarına da yetişebilmemiz için yeterlidir. Ne büyük utançtır ne zordur kıyamet günü evi, biriktirdikleri paralar, ateşten bir halka olarak boynuna asılmış ve bu utançla mahşer safına gelsin.
Cimrilik yanlıştır ama diğer taraftan, israf, ayyaşlık, gözde yaşam ve rekabet, lüks yaşam da yanlıştır ki kuran buyuruyor: toplum yok olur, toplum fesada çekilmiş olur. - Bir ülkeyi helak etmek istediği-mizde o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşlarına (iyilikler) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük ederler, böylece o ülke helake müstehak olur bizde orayı darmadağın ederiz. -
Ayyaş olan milletler, gözde ve rekabet içinde yaşayan milletler yok olmaya mahkumdurlar. Ve yok olmasını mesela bir selin gelmesi veya bir depremin sarsıntısıyla bir defada yeraltına girmek olduğunu zannetmeyin. Hayır, şu anda dünya için, gözde yaşam adına rekabetli yaşam adına lüks yaşam adına öne gelmiş bu nükbetli durum, bütün sel ve depremlerden daha büyüktür, bütün belalardan daha müşküldür, sizi Allah'a yemine veriyorum, bu tür yaşam,
şimdiye kadar söylediğim hurafelerin depremden daha beter değil, hangisi Saddamın roketinden beter değil? Kuran buyuruyor: gözde ve rekabet içinde yaşam insanın büyük günah işlemesine sebep olur. " Solcular; ne yazık o solculara ! İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde kapkara dumandan bir göle altındadırlar, ki ne serindir nede hoştur çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefahete dalmışlardı.
Yani sol elin ashabı uğursuzdur, ne kadar uğursuzdur bunlar ce-hennemdeler. O dertli azaplarıyla buyuruyor, onlardır ki gözde ve re-kabet içinde yaşıyorlardı, lüks içinde yaşıyorlardı sonra buyuruyor, bunlar o kimselerdir ki lüks yaşam, onları büyük günah, günah üstüne günah işlemeye vadar etmiştir.
Kuranı şerif buyuruyor: Bırakmadılar peygamberler yollarını git-sinler, kimler bırakmadılar? Ayyaşlar, kendi lüks yaşamlarını tehlikede görenler, bu ayeti kerimenin buyurduğu gibi : Biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kimseleri, "biz size gönderilmiş olan şeyi inkar ediyoruz. " Dediler.
Biz hiçbir peygamberi göndermedik meğer inki mutrifler ilerlemelerine engel oldular. Kemali şehametle peygamberlerin önünde ilim boyu gösterdiler ve biz seni kabul etmiyoruz dediler. Eğer tehlike alarmı, gözde ve rekabet içinde yaşam için lüks yaşam için israf ve tebzir için olmasaydı yalnız bu ayeti kerime yaşamımızda israf ve tebzir olmaması için yeterliydi. Bizim yaşamımızda rekabet olmaması için yeterliydi.
Mirac vesseade adlı kitapta anlatıldığına göre cimrinin biri öyle cimri idi ki bir miktar yoğurdu şişenin içine koymuştu, şişeyi sofranın ortasına koyup, çocuklarına ekmeği şişeye sürün ekmekle yoğurt yeyin diyordu. Bir gün yolculuğa çıkmış şişeyi de bir yere koyup kilitlemişti. Çocuklar babalarının gelmediklerini gördüler, çocuklar geldiler ekmeği anahtara sürerek yemek istediler bir vakit babaları geldi ve başlarına çomakla vurarak bir gün yavan ekmek yiyemez miydiniz dedi ! Eğer yaşam cimrilikle olursa böyledir.
Doğrusu cimri olan kimse çok aşağılıktır. Uykusu kaçmış, rahatı gitmiştir. Peki rahat yaşam nedir? Rahat yaşam; yemek, yemek istediği zaman olmalı meskeni olmalı, giyimi kifayet edecek kadar olmalıdır. Rivayet ediyorlar peygamberi Ekrem (sav) ashabıyla gidiyorlardı. Bir çobana vardılar ondan süt istediler vermedi hazret buyurdular: Allah sana o kadar versin ki hesaplamaya gücün yetmesin,
başka bir çobana varıp süt istediler büyük bir saygıyla hepsine süt verdi hazret buyurdular: Allah sana kifayet edecek kadarını versin. Ashab buyurdular: ey Allah'ın resulü ilk duan bundan iyiydi. Buyurdular hayır, ilk duam baş ağrısından fazla bir şey değil. İnsanın bu dünyada hoşnut olacağı yaşam sade refahlı,
aşırılıktan kendini kaybetmişlikten uzak, yaşam biçimidir baş ağrısı olmayan yaşamdır, öyle bir yaşamdır ki onda karı kocanın sinirleri gergin değildir. Müminlerin emiri Hz. Ali'nin (as) dediği gibi harçlı yaşam, borçlu yaşam değil, yoksa eğer yaşam borçla olursa erkeklerin boynunu yenilgi ve bendeliğe çeker.
BAHSİN ÖZETİ
Sözümüzün özeti şu oldu ki: inkılap etmeliyiz, bizde devrim icat olmalı, biz ahlaki yapıyı yenilemeliyiz, ve ilk adımı buradan başlıyor. İlk kademi evliliklerden başlamalı. Biz bu hurafaları bir biri ardınca ayaklar altına almalıyız. Sonuçta bizim yaşamımız refah içinde yaşam olmalıdır lüks yaşam değil. Müslüman kimsenin ne zaman mutlu bir hayatı olduğunu biliyor musunuz? Kendisinin bir evi olduğu, bir evde başkası için aldığı zaman.
Kendisinin orta halli bir yaşamı olsa, dört tane beş tane altı tane gücünün yettiği kadar orta halli yaşam imkanı da başkaları için sağladığı zaman mutlu olur. Efendi ! Hanımefendi ! Maddi ihtiyaçlarımız olduğu gibi ruhi ihti-yaçlarımız da var. Cismi yönden ihtiyaçlarımızı bertaraf etmeli refah içinde yaşamalıyız. Ama bundan daha büyük ruhi ihtiyaçlarımızdır.
Ve ruhi ihtiyaçlarımız, yemeye, içmeye, eve, yatmaya, iyi kadına, iyi kocaya değil. Ruhi ihtiyacımız bir mazlumun feryadına ulaşabilmek, bir fakirin feryadına ulaşabilmek hiç değilse senede bir kere bir kızı kocaya verebilmek bir oğlana kız alabilmek müminlerin emiri Ali (as) gibi, Hz. Zehra (sa) Zehra i Merziye gibi.
Çarşafı yamalıydı ama başkalarına çok çarşaf verirdi. Mevla müminlerin emiri Hz. Ali (as)'ın elbisesi yamalıydı ama çok elbiseler verirdi başkalarına. Çok kızları ve oğlanları evlendirirdi. Fedek Hz. Zehra'nın malıydı ama elbisesi pamuk dokulu çarşafı da yamalıydı.
Bir tüccah; hanımıyla merhum Ayetullah sedrin hizmetine geldiler. Hanımı evin içine gitti ve kocası evin avlusuna merhum sedrin yanına gitti işi vardı. Bu hanım gelip kapıyı çaldı. Merhum sedrin karısı kapının arkasına gelip kapıyı açtı. Bu tüccarın hanımı onun elbiselerinin çok basit olduğunu gördü ve evin hizmetçisi sandı hanım nerde? Dedi benim hanımla işim var o; hanım benim demekten utandı hanım yoklar dedi. Tüccarın hanımı gitti.
Merhum Sedr (ra) geldiler eve ve hanımının çok sıkıntılı olduğunu gördüler, niçin seni sıkıntılı ve rahatsız görüyorum? Dedi. Şu tüccarın hanımı geldi benim hizmetçi olduğumu sandı ve bana hanımın nerede olduğunu sordu bende yoklar dedim. Merhum Sedr'in bu cümleleri ne kadar üstün ! Bir mercei taklidin cümlesi. Merhum Sedr buyurdular: doğru söyledin çünkü sen hanım değilsin, hanım çarşafında iki yama olup ama fedek arazisi fukaranın, zuafanın, çaresizlerin malı olandır.
Ne kadar güzel söylediler. Erkek gözde ve rekabet içinde yaşayan değildir, erkek, yoksul birinin elinden tutabilen, şerefli birinin elinden tutan, şerefli birinin borcunu eda eden kimsedir. Hanım, bu toplantıda bir elbise, diğer bir toplantıda bir başka elbise ve bir diğer toplantıda ayrı bir elbise giyinen değildir,
hanım utanç verici çarşaf giyen değildir bu onun şahsiyetine, hanımlığına zarar verir, peki hanım kimdir? Hanım, pahalı çarşafını dört beş altı edip birini kendisi diğerlerini de evde oturan yoksul ve koca evine gitmek için çarşafları olmayan kimselere verendir.
Geliniz Allah rızası için, evlatlarınızın hatırı için, sonunuzun hayırlı olması için, geliniz İslam'ın hatırı için, Hz. Veliyi asrın (ac) rızasının hatırı için bu bahisler üzerinde düşününüz, demeyin bahs alt seviyelidir bahsin seviyesi çok yüksektir ama ne deyeyim.
Allah'ın hacetler kapısının hakkına, fedakarlık eden o kimsenin hakkına hem de ne fedakarlık, Allah'ım imam Hüseyin'in çocukları-nın yadıyla su içemeyen o zatın hakkına, Allah'ım müsamaha, feda-karlık ve yardımlaşmayı bizim hepimize inayet eyle.
ALTINCI OTURUM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
EVİN KUDSİYETİ EVDE HİZMET HARAM MALIN TESİRİ
EVİN KUDSİYETİ
Bahsimiz ailede ahlak idi. Üçüncü bölümdeki bahsimiz evin kutsi-yeti hakkındadır. Kuran ve ehli beyt rivayetlerinden yararlanabildiğimiz kadarıyla kendisinde ülfet olan ev, kendisinde birbirine karşı hizmet olan ev, kendisinde namaz, oruç, Allah'ın zikri olan ev, kendisinde kuran ve dua, Allah ile raz ve niyaz olan bu ev, işte bu ev Allah yanında azim-dir ve alemlerin mürebbisi bu gibi evlerin azametli olmasını bereketli olmasını istemiştir.
Ehli sema için parıldasın istemiştir. Bizim için parıldayan yıldızlar gibi kuran ve ehli beyt rivayetlerinden yararlanabildiğimiz kadarıyla birde bunun aksini görüyoruz ki kendisinde düşmanlık olan evler, uyumsuzluk olan evler, kendisinde kuran, dua olmayan, kendisinde günah olan evler, işte bu evler karanlıktır. Bu evler mübarek değil ve şeytanlar onlarda gidip gelmekte ve meleklerin lanetine uğramaktalar.
Kuran şöyle buyuruyor: bu kandil bir takım evlerdedir ki Allah, o evlerin yücelmesine ve içlerinde isminin okunmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam onu tespih eder. Buyuruyor: bir çeşit evler vardır ki Allah onların azametli (yüce) olmasını istemiştir. Bir kimsenin bu evleri alıp manevi yönden yü-celtmesi gibi. Buyuruyor: Bu evler öyle evlerdir ki, Allah zikri yapılır Allah tespih edilir, bu evler,
fertlerin Allah zikriyle meşgul oldukları namazlarını yerine getirip zekatlarını verdikleri evlerdir. Allah yanında azamet sahibi olan evler, melekut alemi ve meleklerin yanında azamet sahibi olan evler, o evlerdir ki onlarda namaz kılıyorlar zekat veriyorlar, Allah'tan korkanlar o evlerde yaşıyorlar, yani onlarda günah yoktur.
Bu ayeti kerimenin bir zahiri vardır ve alemlerin mürebbisi buyuruyor bir çeşit evler vardır ki, bu evler medrese ve mescit gibi mukaddestirler, diye mana ettim. Neden kutsaldırlar? Çünkü mukaddes kimseler onlarda yaşıyorlar, çünkü Allah zikri onlarda yapılıyor, namaz, oruç var bu evlerde ve onlarda günah yoktur. İhtilaf, çekişme, ikilik yoktur bu evlerde.
Bu ayetin bir de yorumu vardır ki tahir imamlar (as) şöyle yorumlamışlardır ki bir kimseler vardır ki bunlar azimdirler. İmam Sadık (as) (بيوت )
lafzını kerpiç ve çamurdan evler olarak mana etmemiş belki mukaddes mümin bedenler, peygamberi Ekrem ve tahir imamlar gibi kamil fertler olarak mana etmiştir. Katade imam bakır (as) hizmetine varmış idiler imamın ubuhheti onu tamamen sardı, imama şöyle arz etti, ben alimlerin yanında çok oturdum ve onlarla söyleştim ama hiçbir zaman böylesi ıstıraplı bir halet bana elvermemişti. İmam bakır (as) buyurdular kimin yanında oturduğunu biliyor musun?
Sen o evlerin yanında karar kılmışsın ki
(sükunet etmişsin) Allah onların yücelmelerine izin vermemiştir. Onlarda gece gündüz erler vardır ki ticaret alışveriş onları Allah’ın yadından gafil etmiyor ve onu tespihle meşguldürler.
Bu ikinci mana tevil (yorum) manasıdır. Yani öyle bir manadır ki biz anlamıyoruz. Kuranın müfessiri olan tahir imamlar mana etmelidirler. Kuranın bir zahiri manası vardır ki herkes için delildir. (حجت
birde batını vardır ki herkes ancak yeteneği ölçüsünde kuranın batınından istifade edebilir.
Sözün kısası şu ki ayeti kerime buyuruyor: o, kendilerinde ihtilaf olmayan evlerde bir birine hizmet hüküm ferma ise kadın evinde kocası Müslüman olduğu için hizmet ediyorsa ve refahta ise erkek karısı ve çocukları Müslüman olduklarından dolayı hizmet ediyorsa ve refah ve rahatlıkta olurlarsa kuran buyuruyor ki,
bu evler meleklerin yanında azametle yad edilirler, ve sonuç olarak Allah rızasını kazanma hakkına sahip olmuş olan evler İslam’da mukaddestirler meleküt aleminde mukaddestirler ama kendisinde ihtilaf olan evler, kadının uyumsuz olduğu erkeğin uyumsuz olduğu erkek ve kadın tarafından kavgacılığın olduğu evlerin ayeti şerife nazarıyla azameti yoktur. Ehli beytin rivayetleri nazarıyla, bereketleri yoktur. Ve evler bizim rivayetlerimiz
nazarıyla şeytanların evlerindir. Şeytanlar o evlerde gidip gelmekteler. Fertleri namazsız olan kuran ve dua raz ve niyazla uğraşmayan bu evler, bunlar Allah'tan korkmuyor, kıyametten korkmuyor, onlarda günah var ayet ve rivayet nazarıyla karanlıktırlar. Bu evlerde , ıstırap ve perişanlık hüküm fermadır ve onlarda meleklerin yerine şeytanlar gidip gelmekteler.
Merhum Kuleyni (ra) kafide, kuran fazlı kitabından peygamberi Ekrem ve masum imamlardan bir rivayet naklediyor en başta: müminlerin emiri Ali (as) buyuruyor: "kendisinde kuran okunan, Allah'ın adı anılan evin bereketi çok olur. Ve melekler orda hazır ve şeytanlar uzak olur ve böyle bir ev sema ehli için nur saçar yıldızların yeryüzü ehli için nur saçtıkları gibi.
Ve kendisinde kuran ve Allah'ın zikri olmayan evlerin bereketi azalır melekler ondan uzaklaşır şeytanlar onda hazır olur. " Buyuruyor: o ev ki onda kuran okunur, Allah yad edilir, günah ol-maz günah yerine Allah zikri olursa buyuruyor bu ev mübarektir. Sa-lih insan geleceği için kendini yetiştirir.
(terbiye eder) bu evde olan malın bereketi vardır, ve sonuç olarak ev mübarektir. Buyuruyor me-lekler bu eve girip çıkmakta, şeytanlar ise bu evde yoklar. Şeytanlar bu evlere girip çıkamazlar. Sonra buyuruyor, fertlerinin Allah ile ilgisi olmayan evler, kendisinde günah olan evler işte şeytanlar bu evler girip çıkmakta, melekler bu evlere küskün ve bereketleri yoktur. Bu muhitte büyüyen çocuk mübarek değil, terbiye ilimleri nazarıyla bu çocuğun saadeti oldukça müşküldür. Malumunuzdur ki kendisinde ihtilaf olan ev ıstırap ve pişmanlıktan başka bir şey vermeyecektir sahibine. Ama bedbahtlık çocuklar içindir. Çocuklar için zindandır, bereketsizdir.
Kendisinde günah ve ihtilaf olan ev yetenek öldürücü neşe öldürü-cüdür. Çocuğu yeteneksiz ediyor, neşesiz ediyor. Evin erkek ve kadı-nını da yeteneksiz ve neşesiz ettiği gibi. Ve sonuç olarak bu rivayet buyuruyor ki eğer evinin mukaddes olmasını istiyorsan, namaz, oruç, Allah zikri, dua ve kuranın evinde diri olmasına dikkat et.
Ve eğer evinin, malının, evladının, yaşamının, ömrünün mübarek olmasını is-tiyorsan evinin günah muhitinde olmamasına dikkat et. Bu rivayet bi-ze kesin olarak şuna inan diyor eğer evin muhiti, günah muhiti olursa bu evin artık bereketi yoktur. O evde sarf edilen ömür, o evde sarf edilen mal, o evde büyüyen çocuklar, bunlar mübarek değiller ve şeytanlarda girip çıkmaktalar. Meleklerinde bu evlerle ilgileri yoktur.
Bu rivayette bir cümle var ve bu cümleyi hepimiz nazara almamız gerekiyor. Buyuruyor ki, . Nasıl ki bu yıldızlar bizim için parlıyorlar, kendisinde Allah yadı olan evler kendisinde günah olmayan evler, kendisinde namaz, oruç, dua ve kuran olan evler, buyuruyor ki ; bu evler melekler için parlı-yorlar. Semaların melekleri bu evlerden yararlanıyorlar. Bu evlerden lezzet alıyorlar, meşhur bir rivayetimiz var: .
Yani köpek olan evde melekler yoktur o eve girmezler. Bu rivayetin üç manası vardır. Bir zahiri manası vardır ve şudur : eğer bir kimse köpek oynatırsa, kö-peği gözcülük (koruyuculuk) için istemiyor. Bazı akılsız kimseler gibi köpeği onunla oynamak için istiyor. Köpek oynatıcıdır, nasıl ki batılılar ve batılı özentililer bu gibi işler yapıyorlar ve bu fertler kıyamet günü yezitler haşır edilirler zira yezit köpek ve maymun oynatırdı. O halde bu bir mana oldu ki bu tür köpekler evde olursa artık o eve melekler girmez ama malumunuzdur ki bu zahiri manasıdır. Rivayetin bir başka manası kalp ehlindendir şöyle ki; ()
Den murat, insanın kalbidir, yani sıfatı rezile olan kalpte Allah'ın nuru aydınlanmaz. Meleklerin ilhamı bu kalpte yoktur. Meleklerin insanlara ilhamı vardır ama onda köpek olmayan kalbe yırtıcılığı olmayan kalbe, haset ve bencillik () ve tekebbür olmayan kalbe. Bu da rivayet için yapılmış olan latif bir mana.
Rivayetin diğer bir manası bahsimizle ilgilidir. Ve o mana şudur. Kendisinde ihtilaf olan ev, yani kadın kavgacı , erkek yırtıcıdır, bu evler, meleklerin gidip gelme mahalli değildir. Yani bir kimse ruhi yönden yırtıcı olursa o yaşadığı ev şeytanların yeridir meleklerin değil. Ve bu mananın olması ihtimali kuvvetlidir. Ve rivayetten Murat ya ikinci manadır veya üçüncü ve biz talebelerin deyimiyle: .
Özet olarak rivayetin üç manası vardır, bir manası şudur kendisinde köpek oynatılan evlere melekler girip çıkmaz ve şeytanlar o evlere girip çıkar. Bir manası da, temiz olmayan kalplere melekler girip çıkmaz ve diğer manası, kendisinde ihtilaf, günah ve Allah zikri olmayan evlere melekler girip çıkmazlar belki şeytanların yeridir.
Ben bu günkü bahsin iyi bir bahis olduğunu sanıyorum bir tehlike alarmı var dikkat etmeliyiz, eğer melekler evimize girip çıkmaz eğer Allah'ın inayet eli başımızda olmaz, evlerimizin başında olmaz eğer Allah'ın fazl ve rahmeti bizim evlerimizde olmazsa vay halimize. Ama bundan kötüsü o evlerde büyüyen çocukların vay haline. Bu ço-cukların sağlam olması çok müşkül bir iştir.
Kuran buyuruyor: Ev insanın huzur bulduğu yerdir, kadın kocası için; koca karısı için sükunettir. Muhakkak kendisinde günah olan evlerde, kendisine Allah'ın rahmeti nazil olmayan evler, şeytanın girip çıktığı bu evler sükunet mahalli değildir. Istırap ve perişanlık bu evlerde hüküm fermadır. Kuranı şerif buyuruyor: (surei tevbe ayet 108)
Bu ayeti şerife makulü mahsusa benzetmektir. Yani bazen kuran şerif makul (akli) bir manayı bize anlatmak istediğinde onu mahsus (hissi) bir işe benzetir. Buyuruyor eğer bir kimse bir ev bine eder bu evin temel ve duvarları çok sağlam olursa onun üzerine konacak çatı-nın dayanıklı ve kalıcı olacağı malumdur. Ama eğer bir kimse sel yı-kımına uğramış bir derenin kenarına ev yaparsa, bir rüzgara, bir tufa-na, bir sele bağlıdır,
bir rüzgar gelse bu ev ta derenin dibine yuvarla-nacak. Kuran buyuruyor eğer sizin yaşamınız sizin eviniz takva üzerine bina olursa, yani eğer sizin evinizde takva hüküm ferma olur ülfet, muhabbet, namaz, oruç, kuran, Allah ile raz ve niyaz ve sonuç olarak Allah ile rabıta olursa, eğer sizin evinizde günah olmazsa kuranın sözüyle : . " O günden kalplerin ve gözlerin şaşkın ve perişan olduğu o gün-den korkarlar. "
Eğer bir evde Allah korkusu hüküm ferma olursa bu ev muhkem-dir. Bu evden çıkan evlat salimdir, bu evde yaşam mübarektir ve netice itibariyle Allah'ın rahmeti, Allah'ın fazlı, bu evlerde hüküm fermadır, ama kendisinde takva olmayan evlerde kuran buyuruyor ki bu ev sel yıkımına uğramış bir derenin kenarına bina edilen ev gibidir, sel yıkımına uğramış dere kenarında bina edilmiş ev ne olur?
Allahsız bir yaşam, bir rüzgarla cehenneme gidiyor ". " Bu hidayet inayet hidayetidir. Ahlak alimlerinin sözüyle yani Al-lah'ın inayet eli bu evlerin üzerinde değil, yani Allah'ın rahmeti ve fazlı bu evlerde hüküm ferma değil. Yani bu evlerde bereket yoktur, melekler bu evlere girip çıkmazlar. Şeytanlar, bereketsizlikler, zulmet, gam, üzüntü gönül ıstırabı,
perişanlık bu evlerde hüküm fermadır eğer saadet istiyorsanız eğer bereket istiyorsanız evlerinizin günahlardan müberra olması gerekir. Evlerinizde namazın dirilmesi gerekir. İslam'da nafile namazların evde vacip namazlarınsa mescitte cemaat halinde kılınması çokça tavsiye edilmiştir.
Bırakmayın evleriniz namazsız kalsın, nafileler evde vaciplerse mescitte kılınsın. Hatta buyuruyor dikkat edin Yahudiler Hıristiyanlar gibi olmayın hurafe bir ibadetleri var onu yapmak için kiliseye gidiyorlar. Evleriniz ibadet mahalliniz olsun. Onlarda kuran, dua, Allah yadı, ülfet, muhabbet ve birbirine hizmet olsun.
3
Aile ve Çocuk Eğitimi Aile ve Çocuk Eğitimi
EVDE HİZMET
İslam'da en iyi ibadet kadının kocasına, kocanın da karısına hizmet etmesidir. Biliyorsunuz ki Allah yolunda şehadet en büyük fazilettir. Rivayetlerde okuyoruz ki eşine hizmet eden hanım yemek pişirip, bulaşık yıkayan, sofra kurup kaldıran kadın için alemlerin mürebbisi bir şehidin sevabını amel defterine yazıyor ve yine rivayetlerde okuyoruz eğer bir erkek evinde hanmına daha fazla zahmete katlanmaması için ona yardım eder veya eşi ve çocuklarının refahda yaşamaları için dışarda çalışıp zahmete katlanırsa bir şehidin sevabı amel defterine yazılır.
En yüce hizmet, en yüce ibadet evde hizmettir. Ve eğer evinizde bereket olmasını istiyorsanız, Allah'ın fazl ve rahmetinin evinizde olmasını, meleklerin evlerinize girip çıkmasını istiyorsanız ve bundan daha yüce, eğer mübarek bir nesil topluma sunmak istiyorsanız ve eğer ömrünüzün mübarek olmasını istiyorsanız yaşamınızın bereketli olmasını istiyorsanız evinizde Allah ile rabıtanızın muhkem olmasına dikkat edin
ve insanın Allah ile rabıtasını sağlamlaştıran şeylerden biri eşler arasındaki ulfettir. Ne mutlu o erkeklere ki kadınları onlardan razı ve ne mutlu o kadınlara ki kocaların onların elinden razıdırlar. Böyle olduğu zaman Allah da onların elinden razı olur. Ama vay o erkeklerin haline ki kadınları onlardan razı değil ve bundanda kötüsü vay o kadınların haline ki kocaları onlardan razı olmasın muhakkak cehennemliktir artık Allah'ın bereketi o evde yoktur. Artık Allah'ın fazlı, mübarek nesil, mübarek ömür o evde yoktur.
HARAM MALIN TESİRİ
Size şunu söyleyeyim eğer haram mal evinize gelir, eğer yiyecek içecekleriniz faiz yoluyla, rüşvet yoluyla, halkın malından ve sonuçta haram mal yoluyla olursa, biliniz ki bu evde melekler yoktur ki yok-tur. Belki ateş yeridir yani göklerin melekleri bu evin ateş aldığını görürler. Şöyle ki kuranın görüşüyle göklerin melekleri bu günahsız kadın ve çocukların ateş yediğini görürler. Yetim, kanıt babındandır yani kuranı kerim büyük bir kanıt getirmiştir liza bu ayetin manası şudur heram mal yemiş kimseler ateş yemişlerdir.
İmam Sadık bu ayetin altında buyuruyor: hums vermeyen ve kendisinde hums olan malı yiyenler ve zekat vermeyen ve kendisinde zekatı olan malı yiyen kimseler yani rüşvet, faiz, sahtekarlık hokkabazlık ve haram yoldan ele getirilmiş malı yiyen kimseler, kuran buyuruyor: zannetmeyin bunlar yemek yiyorlar, hayır bunlar ateş yiyorlar
Kimler görüyor? Göz sahibi olan kimseler ve eğer gerçekten basiret gözü olanlar kendisinde hums verilmeyen evlere bir baksınlar, sofranın kurulduğunu ama ateş yayıldığını kadının ateş yediğini çocukların ateş yediğini görür kendisi ne zaman görür? "Andolsun sen bundan gaflette idin; derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bu gün artık gözün keskindir. " Denir. Düna sofrasında bulunan et ve pirinç kıyamette cehennem ateşidir.
Cehennemde bu sofra açılmış ve yemiş olduğu heram malı yiyor ve yazık bu kadın ve çocukların haline. Bu çocukların saadetli olabilme-leri çok uzakdır ama netice itibariyle bu sofranın hepsi bu adamdandır ki onlara haram mal vermiştir. Bu kadın ve çocuk kıyamet günü onun düşmanıdırlar önünü kesip insafsız ! Neden bize ateş verdin diyorlar, hanım neden hums vermedin diye sorguya çekiyor, niçin bana haram mal yedirdin? Sen bana helal mal vermeliydin çocuklar önünü kesip niçin bize ateş verdin bizim ibadetimiz helal değildi ve günaha doğru gittik.
Sen bu heram malı bize vererek seadetimizin önünü aldın diyecekler. Rivayetlerimize göre kıyamet günü bedbaht olacak kimselerden biri de çoluk çocuğu için karısı için gece gündüz zahmet eden kimselerdir. Ama kıyamet günü bu kadın ve çocuklar onun düşmanıdırlar, ona düşmanlık eder, ondan nefret ederler ve derler ki Allah'ım onu sorguya çek humsu verilmemiş parayı verdi yedik, bu haram malı bize verdi yedik,
ve bizim kalplerimizi katılaştırdı Allah'ım sen hesabını sor. Bedbahtlık ve kolu kanadı kırıklığı bir tarafa, kadın ve çocuklarının nefretleri de bir tarafa onların yaptıkları herbir (iyi) işi dikkate alırız, fakat onu saçılmış zerreler haline getiririz.
Bu ayet buyuruyor: Bir deste vardır ki iyi ibadetleri vardır namaz kıldılar, oruç tuttular, hacca gittiler, ziyarete gittiler, kerbelaya gittiler imam hüseyinin (as) meclisine gittiler ki fazileti bunların hepsinden fazladır, ağladılar, matem tuttular
İmam Sadık (as) buyurdular: vallahi bu ibadetler o derece parlaktırlar ki bunlar beyaz bir elbise gibi gelirler mahşere. Ama haram mal yediler, başkalarının malını yediler, bütün bu amellerini alırlar ve ondan talebi olanlara verirler. Ve kendisi eli boş kaldığında onunla alay ederler ve bu amellerini kadın ve çocuklarının yediği kimsedir derler yani haram yoldan ele getirdi kadın ve çocukları da refah ve rahatlık içinde yediler ve şimdi de hesaba çekilmesi gerekir. Hesabı da şudur: amelini vermeli ve amelsiz olarak cehenneme gitmelidir. Kuran şöyle buyuruyor:
İyi bir ameli mahşere getirirler bütün ameller ondan alınır. Hakkun nas zordur ve dikkat ediniz ve biliniz ki eğer evlerinize haram gelirse Allah'ın rahmeti gider. Bereket gider, ulfet gider, ve sonuç itibariyle o üzerine titrediğin kalbinin yandığı çocukların kıyamet günü senden nefret ediyor ve seni cehennemlik ediyor olacak.
YEDİNCİ OTURUM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM AMELLERİN SURETİ
EVDE KARŞILIKLI ANLAYIŞ
Önceki oturumda söylediğimiz gibi İslam'da ihtilaf oldukça mebğuz ve ülfet, muhabbet, ittihat ve beraberlikse oldukça mukaddestir. Kuranı şerif buyuruyor ki, cehennem ehlinin bariz sıfatlarından biri birleriyle karşılaştıkları zaman birbirlerine lanet ederler, birbirlerine kötü söylüyor, suçu birbirlerinin boynuna yıkarlar. O diyor sen beni cehennemlik ettin, öteki diyor sen beni cehennemlik ettin, bir diğeri Allah'ım benim hesabımı onlardan sor, çünkü o beni cehennemlik etti diyor.
Allah'ın öfkeli hitabı onların her ikisine ulaşır ki her ikisi içinde azaptır ve iki kattır biri şu ki dünyada mümin kardeşine kötü söyledin diğeriyse sana kötü söylemesine sebep oldun. Kuranı kerim buyuruyor: Her ümmet ateşe girdikçe (tabi oldukları) yoldaşlarına lanet ede-cekler hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için " ey rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver " diyecekler. Allah da (onlara)" her biri için bir kat daha fazla azap vardır. Fakat siz bilmezsiniz " diyecektir.
Yani cehennem ehlinin sıfatı birlikte ihtilaf içinde olmaları, birbirlerine kötü söylemeleri, kendi suçlarını kabullenmeye hazır olmamalarıdır.
AMELLERİN SURETİ
Eğer burada amellerin suretini ele alacak olursanız manası şöyle olur: evde ihtilafları olan karı kocalar ve suçu kabullenmeye hazır ol-mayan kocası sen beni bedbaht ettin diyor karısı sen beni bedbaht ettin diyor kocası, çocukların kötü olmasında suçlu sensin diyor, eğer bir evde kötü söz olur, Allah korusun sövme sövülme olur, çekişme dil uzatma olur, o ona kötü söyler o başkasının yanında çıkışırsa bu ev görünüş itibariyle evdir ama amellerin sureti kanununa göre cehennemdir. Hakikatte perdeler kaldırıldığı gün malum olur.
Siz kadın ve erkeklere söyleyeyim dünya ve ahret iki yüzlü bir sikke gibidir. Zahir (görünüş) dünyadır ve hemen bu dünyanın batını ahrettir (içyüzü). Bu dünyada vaki olan şeyin gerçeği, hakikati ahrette meydana (açığa) çıkar. Eğer ateş cehennemse ve belaları (cezaları) bizim kendi amellerimizdir. Ve eğer cennet nimetleriyse kendi amellerimizin dur. (surei ali İmran ayet 182)
Cennette hitap edilir ey oruçlular! Bu sizin mübarek Ramazan ayında gönderdiğiniz nimetlerdir. Yiyiniz içiniz afiyet olsun bunlar dünyada hazırlanmışlardır. Eğer evlerinizde ihtilaf olur, görünüş itibariyle bir kadın ve kocanın ihtilafları varsa, bir abi ve bacı birbirlerine sövüyor iseler,
Allah korusun bir kadın kocasının önünde çıkışır ve bir erkek karısına sövüyorsa görünüşü budur ama iç yüzü cehennemdir. Bir vakit gözlerini açıyor ve evinin cehennem olduğunu görüyor buradaki bu çıkışmalar geri dönüyor ediyor kadının bu dünyadaki dil uzatmaları orada bir daha geri dönüyor ediyor. Kocanın karısına sövmeleri orada geri dönüyor o diyor. Ve efendinin çocuklara sinirlenmesi ediyor.
Bu ayet Amel suretinin konumunu söylemek istiyor şöyle ki eğer evimizde ihtilaf varsa cehennemde bile hep beraber ihtilafta olacaksınız. Eğer evinizde sövme olur lanet olur, kavga olur, Allah korusun dayak olursa orada da dayak var. Birbirlerini dövüyorlar, sövüyorlar, birbirlerine lanet ediyorlar. Burada ne ekersek orda onu biçeriz. Eğer evde surat asma, surat ekşitme varsa evin muhiti soğuktur. Amelin sureti şudur ki, orda cehennem ateşidir. Ve muhiti sıcaktır. Burada yanmak ve yapmaktır, orda da cehennem ateşinde yanmak ve yapmaktır.
Bunların aksine kuranı kerim cennetlikler hakkında şöyle buyuru-yor: (surei vakıa: ayet 15-16) cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler onların üzerine yaslanırlar. Karşılıklı olarak . Birbirinin karşısında oturmuşlardır ama neşeyle ve lezzet alıyorlar
Cennet ehlinin beyhude sözleri yoktur. O aferin sana diyor diğeri de aferin sana der. O aferin sana beni de kendine cennetlik ettin der. Diğeri teşekkür ederim beni de kendini de cennetlik ettin der. Bu cennet ehlinin sıfatıdır. Amelin sureti kanunu bize diyor ki: eğer evinizde muhabbet ve ülfet hüküm ferma olursa, koca karısına teşekkür eder ve yaptığın bu yemekten dolayı aferin teşekkür ederim der o da güler yüzle aferin sana ki bu yemekliği getirdin derse,
eğer eşler birbirlerine eğer muhitimiz sıcaksa senin ahlakından kaynaklanıyor seni takdir ederim diğeri de eğer evimiz sıcaksa senin güzel ahlakından dolayıdır seni tebrik ederim derse eğer bir sorun çıkar kadın öne çıkar ben suçluyum der özür dilerse erkek özür dileyip kendi suçunu görürse bu amelin sureti şudur ki cennette birbirinin karşısında otururlar, yerler, neşelidirler ve lezzet alırlar. O ona aferin diyor, o da ona öyle bir iş görün ki işleriniz cennet nimetlerine dönüşsün.
EVDE KARŞILIKLI ANLAYIŞ
Evde birbirinize aferin deyiniz suçunuzu kabullenin, özellikle yük altına girmeyen muhterem beyefendilere söylüyorum. Rica ediyorum eğer bir an sinirlenirseniz ki sinirlenmemelisiniz, kötü söylerseniz ki söylememelisin, kızgınlığınız geçtiği zaman hemen özür dileyin suçunuzu boynunuza alın hemen, yük altına girin, bu yük altına girme bir insani düzelmedir. (kendini süslemedir) ev bizim için mektep olmalıdır.
En iyi mektepler, en iyi ahlak kitapları, kadın ve erkek için en iyi ahlak üstatları, özellikle hanımlar için evdir. Allah göstermesin eğer erkek kötülük eder yük altına girmezse özür dilesin. Kadınlardan rica ediyorum çabuk özür dileyin küsmeyin, övünmeyin (. ) surat asmayın, neşesiz olmayın küsmek cehennemliklerden bir sıfattır cennetliklerden değil. Neşesizlik ve surat ekşitme ve surat asma cehennemliklere aittir ve eğer cennetlik olmak istiyorsan evin neşeli olmalıdır eğer kadın ve erkekten biri yük altına girmez özür dilemezse sen suçu boynuna al ve özür dile senin suçun deme,
benim suçumdur de. Sonuç olarak kavgalarda da böyledir eğer bir taraf üstüne varmazsa kavga biter ama eğer kavganın bitmediğini görürsen bu üstüne üstüne varmamızdan kaynaklanıyor. Ya her iki taraf yada bir taraf. Eğer cennet istiyorsan vazgeç, eğer neşe, o üstün tahtları, bir birinin karşısında oturmayı ve sonuç olarak cennetin o ilginç nimetlerini istiyorsan üstüne varma vazgeç eğer ihtilaf çıkarsa hemen bu ihtilafı dağıt.
Bu ihtilafın evde kalmamasına dikkat et hatta bir saat bile kalmasın. Erkek mestlik sahibi olmalıdır. Kadın hanım olmalıdır. Kuranı kerim diyor ki: kadın; kocası suçlu olduğu halde onun karşısında mütevazı olduğu zaman hanımdır. Kuran buyuruyor değerli kadın budur. Saliha kadınlar itaatkardır, Allah kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar.
Değerli kadının iki sıfatı vardır biri kocası suçlu dahi olsa onun karşısında mütevazı olmaktır. Diğeri gizlide olsun açıkta olsun koca-sının karşısında olsun onun gıyabında olsun: iffetli olmaktır. Kocası-nın yakınlarının yanında olsun namahrem yanında olsun hatta kocası-nın kardeşinin yanında olsun hicabı kötü değildir iffetlidir. Kocasının bulunmadığı yerde dahi hicabı kötü değildir belki daha iyidir. Sokakta hicabı kötü değil ev ve medresede hicabı kötü değil buna değerli kadın diyorlar.
Muradım o ilk cümle idi ki kuranı kerim değerli kadın olayların üstünü örten, yük altına giren kadındır. Bir ihtilaf çıktığında, bazı vakitler çıkıyor, bir evde ihtilafın çıkması çok tabii bir olaydır ve bazı vakitler oluyor, erkek istiyor, hanım istiyor ki evinde hiç ihtilaf olmasın, gerçek Müslüman evinde ihtilaf olmasını asla istemiyor ama kuranın söylediği şudur eğer ihtilaf çıkarsa her iki taraf veya biriniz özellikle hanım vazgeçsin.
Yük altına girsin, sussun ki ihtilaf ateşi sönsün, bu ateşe dokunmak, ateşin üzerine benzin dökmek ve hakikatte cehennem ateşinin alevlendirilmesidir. Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Ey iman sahipleri cehennem ateşinden korkun, kendinizi cehennem ateşinden kurtarın, o ateş ki yakıtı siz kendiniz ve kalplerinizde yerleşmiş olan rezil sıfatlardır.
Kuranı şerif buyuruyor: evinizde ihtilafınız olmasın zira ubuhheti ve şahsiyetinizi götürür. Ve eğer Allah göstermesin kadın kocasına karşı yüzsüzleşirse artık bir birlerinin yanında ubuhheti ve şahsiyet sahibi değildirler. Evde ubuhheti ve şahsiyeti olmayan erkeğin ve er-keğinin kalbine hükmedemeyen kadının haline yazıklar olsun.
Neşesi olmayan eve yazıklar olsun. Kalbi ölmüş bir annenin neşeli bir kız veya oğlanı topluma kazandırabilmesi mümkün değildir. Kalbi ölmüş ve neşesiz bir adamın dünya için, ahret için ve başkaların için faal olabilmesi mümkün değildir. Halkın deyimiyle eli kırık olan işe gider ama kalbi kırık neşesiz olan işe gidemez. Musa bin Cafer (as) bir rivayette şöyle buyuruyor: "Dikkat et ka-rarsızlık ve tembellik etme ki bunlar senin dünya ve ahretten yarar-lanmana mani olurlar.
Buyuruyor dikkat et tembellik etme, faal ol, dikkat et tembel olmayasın, hanım evde tembel olmamaya dikkat etsin. Erkek tembelliğin ona hüküm ferma olmamasına dikkat etsin, dikkat edin neşesiz olmayın zira tembelliği olan, neşesiz olan, ne dünya hayrına sahiptir ve nede ahret hayrından payını alabilmiştir. Malumunuzdur ki kalbi ölmüş bir kadın ne kocasına karışı görevlerini yerine getirebilir ne çocuk yetiştirebilir ve nede ev hanımlığı yapabilir. Ve Bilindiği gibi kalbi ölmüş erkek toplumun (, ) fazla bir uzvudur. Kuran buyuruyor:
Birbirinizle çekişmeyin sonra korkuya kapılırsınızda devletiniz (gücünüz) gider. İhtilaf senin kokunun gitmesine sebep olur. Senin kokun gider ne demektir? Müslüman'ın ubuhheti ve şahsiyeti vardır. Bir milyar Müslüman eğer müttehit olsa idiler, Amerika Rusya ve bütün dünya, o bir milyar Müslüman şahsiyetten dolayı, değil onları istismar edip köle etme fikrinde olmaları, belki gözleri uyku tutmazdı.
Dili rakik () olan bir adam sadece karısına zarar verdiğini zannetmesin, hayır önce kendisine zarar şahsiyetini zedelemektir. Kendi şahsiyetini lekelendiriyor. Hanım kocasına çıkışıp, kötü söylediği zaman kalbinin rahatladığını zannetmesin. Hayır belki aldığı ilk zarar sevgisinin kocasının kalbinden gitmesidir.
Kocasının kalbine hükümet etmeyen kadın ve evde ubuhhet ve şahsiyet sahibi olmayan erkek, yazıklar olsun bu karı kocaya. Ben meclis ehlinden aziz radyo dinleyicilerinden rica ediyorum bu ayeti şerife her zaman nazarlarında olsun. Kuran buyuruyor ihtilaf ve çekişme o kadar tehlikelidir ki cehen-nem vadisinin uçurumunda oturmuş kimse gibidir. Şimdi burada ce-hennem vadisi yok sen bir dağın eteğinde bir taşın üzerinde oturuyor ve derenin alevli ateşle dolu olduğunu görüyor olsan ve bakıyorsun bu taşın altı boş ve şimdi düşecek ve ateşle dolu bu vadinin dibine düşeceksin kuran buyuruyor ki ihtilaf budur.
Kuran buyuruyor: Kullar için en büyük nimetlerden biri ulfettir, muhabbettir bu nedenle Müslümanların başına minnet koyuyor ve şöyle buyuruyor dü şman kimseler idiniz de : Hep birlikte Allah'ın ipine (kurana) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan ni-metlerini hatırlayın; hani siz birbirinize O, gönüllerinizi birleştirmiş ve onun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.
Evvel buyuruyor ki: Ey Müslümanlar Allah'ın sağlam ipine sarılın hep birlikte müttehit olun. Hep birlikte kardeş olun sonra buyuruyor, Müslüman olmadığınız vakti aklınıza getirin birbirinize düşman idi-niz. Allah ne kadar büyük bir nimet verdi size. Sonra buyuruyor, ateşten bir derenin kenarında oturmuş idiniz ve Allah sizi bu dereden kurtardı. Bu ayet islamın başlangıcındaki Müslümanlara hitap ediyor olsa bile bizim hepimize söylüyor. Bizim bahsimizle ilgili olarak kendisinde ülfet, muhabbet hüküm ferma olan evde,
bu karı koca Allah'a çok şükretmelidirler. Bu eşler Allah'tan muhabbet ve ülfetin devam etmesini istemelidirler. Evimizden sevgi ve muhabbet yağıyor diye daima hanımına teşekkür etmelidir. Kadın da her zaman kocasını takdir etmeli sevgi ve muhabbetinden dolayı ona teşekkür etmelidir. Eğer gece gündüz bu nimetler için teşekkür etseler azdır. Amellerin sureti kanunu ve okuduğum bu ayet birleştirirlerse manası şu olur: kavgacı kadın ! () kötü ahlaklı adam ! İhtilafları olan karı koca! Cehennem uçurumunun kenarında oturmaktasınız, ne zaman gireceksiniz? Ölür ölmez.
Yüksekten düşerek ölen birini rüyada görmüş halini sormuşlardı. Şöyle dedi: şu kadarını size söyleyeyim ki ne nekir var ne munkir ve nede kabrin sıkması ben o yüksekten düşer düşmez doğruca cehenne-min ortasında buldum kendimi! Efendi ! Hanım! Dünya geçiyor ama iki şey geçmiyor biri fedakarlık affetme ve müsamahadır. Bu müsamaha ve fedakarlık öyle bir sıfattır ki, insanı o kadar nurani eder mahşer safına girdiği
zaman ay gibi parlar ve o derece parlar ki mahşer safını kendine cezp eder. Diğeriyse hem cennet niymetleri ve cehennemin dertli azaplarıdır ve yoksa dünya geçiyor.
Aramızda ihtilaflar o derece çoğaldı ki yeniler () eskilerden () daha kötü, okuma yazma bilenler bilmeyenlerden daha kötü, pazarcı işçiden kötü, işçi pazarcıdan daha kötü. Görüyoruz ki adam doktor ve en yüksek ihtisasları yapmıştır ihtisasları vardır, ahlaken de toplumda iyi tanınıyor. Ama hanımının içini açtığınızda bu okur yazar adamın elinden kan kusuyor. Kadının aydın fikirli olduğunu görüyorsunuz, medeni yüksek kültürlü ve kadınlarla
çok uyumlu olduğunu görüyorsunuz ama kocasının içini açtığınızda bir devin bu adama duçar olduğunu görürsünüz. Toplumun misallerinden geçmeyin, psikologlar toplumun misalleri toplumun fikir aynasıdır, diyor. Doğrusu böyledir. Avamane bir misal nakledeyim.
Diyorlar minberde bir adam hanımından razı olmayanlar ayağa kalksınlar dedi bir kimse hariç hepsi ayağa kalktılar bu adam çok se-vindi ve elhamdülillah celsemizde hanımından razı olan biri çıktı. Hanımından razı olan adam, bir vakit bağırdı sesi yükseldi ve dedi ki efendi! Hayır hanım vurdu ayağım kırıldı ayağa kalkamıyorum! Bizim şimdiki durumumuz böyledir. Eşinden yüzde yüz razı olan bir adam bulunmuyor. Kocasından yüzde yüz razı olan bir kadın bu-lunmuyor.
Rivayetlerimize göre iki Müslüman arasında ihtilaf olur bir kadın ve kocası arasında anlaşmazlık olursa daha ilk gün barışmaları lazım ve vaciptir. Ve adet (. ) budur ki büyüklerden özür dilemelidir yani hanım özür dilemeli suçlu erkek olsa bile sonra rivayet buyuruyor: eğer ilk gün barışmasalar ikinci gün eğer küçük olan giderse gider yoksa büyük olan gitsin ve birlikte barışsınlar. Artık kin duymasınlar birbirlerine karşı yaptıkları büyük bir hata bile olsa. Dil yarası açmış olsalar bile artık kin tutmasınlar, saf hakikatli ve fedakar olsunlar.
Geçmiş olanı unutsunlar ve eğer ikinci gün barışmazlarsa üçüncü gün muhakkak ve vaciptir gitmeleri barışmaları eğer üçüncü gün gitmez ve barışmazlarsa birbirinin kini var kalplerinde. Ondan fazlasını merhum kuleyninin naklettiği bu rivayette ve otuzdan fazlasını allame meclisi (ra) naklediyor: Tahir imamlar buyurdular bu ikisi İslam () sinden dışarı gidiyorlar. Eğer biz dünyamızı düşünmüyorsak, evlatlarımızı düşünmüyorsak hiç değilse bu rivayetleri
düşünelim islamımızı düşünelim bu ihtilaflar kenara gitsin niçin bu kadar ihtilafımız var? Efendi! Maddi yönden zorluk çekiyorsan evdeki zavallı hanım nedir? Hanım! Eğer kocan senin istediğin gibi yetişemiyorsa ihtilaf niye? Kavga niye? Kendini onun yerine koy bakalım alabilir misin bu altınları? Bu kıyafetleri alabilir mi alamazlar mı? Eğer yapmazsa neden neşesizsin? Neden küskünsün? Niçin çıkışıyorsun? Neden bağırıyorsun?
Size and veriyorum kızınıza çeyiz vermek istediğiniz zaman, otu-run beraber meşveret edin, düşünün, sinirlerinize hakim olarak ne yapmanız gerektiğini söyleyin. Onun ona çıkışması şeklinde değil. Ve sonuç olarak zorla hazırlanmış bir çeyiz ve oda mübarek değil.
SEKİZİNCİ OTURUM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GÜNAHIN NORMAL OLMASI HİCABIN BOZUKLUĞU, FUHUŞUN YAYILMASI
Allah'ın inayetinin şahıstan ve evden kaldırılmasına sebep olan şeylerden biri evdeki günahtır. Günahın kısımları vardır. Bir itibarlar büyük ve küçük günah diye ikiye ayrılır ki şimdilik mevzu bahsimiz değil. Başka bir itibarla müdavim ve gayrı müdavim diye taksimleşir. Bazen insan bir günah işler (Allah korusun) günah işlemek gibi. Bu kötü iştir dikkat etmeli telafi etmelidir. Ama bir defa günah müdavimdir yani her gün gıybet ediyor, her gün yalan haber dolandırıyor, her gün zulüm ediyor, bu müdavim günahın tehlikesi var tehlikesi o derecedir ki kuran buyuruyor:
Sonunda Allah'ın ayetlerini yalan sayarak ve onları alaya alarak kötülük yapanların akıbetleri pek fena oldu. Müdavim günahı olan kimseler her şeyden ellerini çektiklerine te-veccüh etsinler, işleri o yere varır ki artık minber, mihrap ve ruhaniy-yeti hurafe hesap ederler. Tekzip ederler.
İmam Sadık (as) bir çok rivayetlerde şöyle buyuruyor: Eğer bir kimse günah işlerse kalbinde siyah bir nokta meydana gelir, tövbe ederse o siyah nokta silinir ama eğer tevbe etmez ve ikinci günahı da işlerse bir siyah nokta daha eklenir ve böylece müdavim işlenen gü-nahlardan dolayı bütün kalbini büyüyen o siyah nokta kaplar ve artık doğrulamaz. Bu nedenle her şeyden önce hepinizden rica ediyorum yaşamınızda günah olmasın ve eğer mürtekib olursanız hemen telafi edin. Hemen tedarük edin yaşamınızda müdavim günah olmasın.
Günahta diğer bir taksim daha var oda şudur: insanın içinde bazen günahın ubuhheti var şehvet amiz bir bakışla namahreme bakmak gibi. Kendisi için deruni bir telatüm olur. Bir gıybet bir yalan söylüyor ama deruni bir telatüm meydana çıkıyor hemen. Hemin günahın ubuhheti içinde (kalbinde)
var ama bazen günahın ubuhheti onun kalbinden gider ve müdavim günah bu türdendir ki günahın ubuhhetini kalpten götürür. Ve eğer günahın ubuhheti kalpten giderse müdavim günahtan daha kötüdür. Zira müdavim günahta tövbe etmeye muvaffak olma imkanı var ama eğer günahın ubuhheti kalpten giderse artık tövbeye muvaffak olmak oldukça müşkil bir iştir.
HİCABIN BOZUKLUĞU, FUHUŞUN YAYILMASI
Açıklama şu ki bir defa hicabı bozuk bir hanım düğünde idi ama kendisi bu hicab bozukluğunun kötü bir iş olduğunu biliyor düğün ta-mam olduğu zamanda tövbe ediyor. Ağlıyor deruni telatum meydana çıkıyor, ama bir zaman bu hicab bozukluğu kendisi için yavaş yavaş adet oluyor ve işi o yere varır ki iffetli olması farzıyla, iffetsiz değil, zina lafzından rahatsız olması farzıyla, hoşuna gitmiyor, birinin böyle yaptığını duyarsa eğer onu kınıyor bu kötü işi yaptığından dolayı rahatsız oluyor. Ama hemen bu hanım zinadan daha kötü bir iş yapıyor,
yani hanım (Allah'a sığınırım) yüzü açık, ziynetlenmiş, kısa kollu elbise ve ince çorapla mağazaya geliyor ve mağaza sahibiyle söyleyip gülüyor, bu o zinadan kötüdür. Daha kötü olması kuran nazarıyla bunun içindir ki fuhuşun yayılmasını yapmıştır. Ve fuhuşun yayılması günahın yayılmasından daha kötüdür. İnananlar arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada ve ahirette de çetin bir ceza vardır. (her şeyi ) Allah bilir; siz ise bilmezsiniz.
Fuhuşu yayan kimseler, fuhuşun yayılmasını seviyorlar. Genç bir erkeğin namahrem kadına bakmayı sevmesi gibi, esnafın namahrem bir kadınla şakalaşıp onun da şakalaşması gibi, veya (Allah'a sığınırım ) birbirlerinin yüzüne gülmeleri gibi. Kuranı kerim diyor ki bu dostluk, fuhuşun yayılmasının iki azabı var biri dünyadadır
ve giriftar olur, mükafatına ulaşır , biride ahirette cehenneme gitmesi gerektiğidir. Günahın yayılması, günahın kendisinden çok daha kötüdür. Bununla ki zina etmenin günahı çok büyüktür o kadar büyüktür ki kuran şöyle buyuruyor: Bunları yapan, günahı(nın cezasını) bulur.
Zina eden kimseler cehenneme gitmelidirler ve her zamanda orda kalmalıdırlar. Cehennemde de başları aşağı ve rezildirler. Rivayetlerde okuduğumuz kadarıyla zina veren veya zina eden kimselerin avret yerleri o derece kötü kokar ki cehennem ehlini rahatsız eder ama zina vermekten ve zina etmekten daha kötü, fuhuşun yayılmasıdır yani açık yüzlü, ziynetlenmiş hanım, ince çorabı, kısa kollu elbisesiyle namahremlerin içine geliyor,
sokağa geliyor ve bu kötü işi başkalarına da öğretiyor, mağazaya geliyor, mağaza sahibi ona surat asacağına, onu kovacağına, onunla lağubali oluyor gülüp eğleniyor. Kuran bu fuhuş'un yayılmasını o günahtan daha kötü biliyor. Bu nedenle bazen kadının mukaddes ve iffetli olduğunu görüyoruz ama günahın ubuhheti kalbinden gitmiş yani yüzünü örtmemesi onun için normalleşmiş bir iştir. Namahremle karşı karşıya gelmek onun için normal bir durum olmuştur.
Kaynının yanında oturmak, demek, gülmek, yüzü açık olmak ve ziynetini ona göstermek hatta kolu ve dirseğini ve ayaklarını ona göstermek kendisi için normal bir durum, ve tehlike buradadır bu nedenle günah eden kimse tövbe etmelidir, telafi etmelidir ama vay o vakte ki günahın ubuhheti kalpten çıkmış olsun şimdi hanımlardan ricam var, kocalarından ricam var, kadın ve erkeklerden ricam var, yaz ayına te-veccühle dışarı çıkmalarına dikkat etsinler bedenlerini belli ettiren çoraplar giymesinler.
Müminlerin emiri Hz. Ali (as) esbeğ ibni nebateye şöyle buyuru-yor: Peygamberin ümmetine bir vakit gelir ki kadınlar bedeni gösteren çoraplarla sokağa çıkarlar vücut hatlarını belli ettiren kıyafetlerle sokağa çıkarlar "" sonra buyuruyor o zaman fitne zamanıdır. Ve bu kadınlar cehenneme gidecekler ve orda ebediyen kalacaklar ve her zaman orda kalmalıdırlar. Ebediyen orda kalmanın manası yani binlerce yıl cehennemde kalmaları gerekiyor.
Ayaklarınızın belli etmemesi için iki çift çorap giymeye dikkat edin. Eğer elbiseniz kısa kolluysa dikkat edin dışarı çıkmak istediğiniz zaman ya değiştirin yada kolluk giyinin (üzerine kollu bir şey giyinin) dikkat edin esnaftan bir şey almak istediğinizde ve ona para vermek istediğinizde oldukça iffetli davranmaya dikkat edin ve bundan daha yüksek ricam hanım ve beylerden, birbirleriyle karşılaştıkları zaman (emin . ) davransınlar.
Şahsiyetli bir hanımın en bariz sıfatlarından biri namahrem karşı-sında mütekebbir olmasıdır. Mümin bir kadının alametlerinden biri namahrem karşısında () davranmasıdır. Tebessüm etmek şaka yapmak yanlıştır. Merhum sigetul- İslam kuleyni (ra) Kafi'de bir rivayet naklediyor ki bu rivayet bel kırıcıdır. İmam Sadık (as) şöyle buyuruyor: eğer bir kadın namahrem bir erkekle şehvet amiz bir şaka yaparsa bu şakadan dolayı yüz yıl cehennemde kalması gerekir.
Esnaflar ne söylediklerine dikkat etsinler! Dikkat etsinler! Bu yol-dan tahsil edilen para, Allah korusun eğer evde masraf edilirse, bu ev bereketsiz bu para bereketsizdir.
GÜNAHIN YORUMU
Günahın diğer taksimi şudur : insan bir defa günah işler ve günah işlediğine dair ikrar eder. Ama bir defa günah işliyor ve günahı için yorum yapar, en kötü tehlike buradadır. (. ) suretin açık olmasını, medeniyet ve aydın fikirlilik olarak bilmek, ince çorap giymeyi aydın fikirlilik olarak bilmek, kadınlarla temas etmeyi ve sonuç olarak kadınlarla şakalaşıp söyleşip gülmeyi aydın fikir olarak görmek. ()
Gıybet etmeyi inkılabi gıybet, hizbullahi gıybet bilmesi yani gıybetini yorumlaması, (iftira) etmesi ve bunu günah olarak değil de inkılabi olarak hesap etmesi, belki sevabı bile var demesi, ve siyaset unvanıyla yayması, şöyle ki ben siyasi olmalıyım, ben ovzaya girmeliyim sonra da bu siyasettir diyerek yorumlayıp yayması gibi.
Siyaset unvanıyla inkılap ünvanıyla gıybet eder, iftira eder haber yayar, bu tehlikedir ve bunun tehlikesi her şeyden daha fazladır. Hepsinden çoktur. Bu nedenle rica ediyorum yaşamınızda asla hiçbir zaman büyük veya küçük günah olmasın. Zira günah yıkılmaya (çökmeye) sebeptir.
Bundan daha yüksek ricam şu ki eğer günah işliyorsanız günahın ubuhhetinin kalbinizden çıkmamasına dikkat edin. Günahın yokuşunda karar kılmayın. Zira tehlikedir ve bundan da yüksek ricam şu ki eğer günah işliyorsanız eğer günahın ubuhheti kalbinizden ama artık günahın yorumunu yapmayın. Zira günahın yorumu çok tehlikelidir ve insanı bırakmıyor tövbe etsin veya ehli beytin şefaatine vaki olsun. (bu bahsin girişi)
Müteessifane söylemem gereken bir şey bütün evlerde var pazarcı, işçi, mukaddes, gayrı mukaddes, inkılapçı, gayrı inkılapçı, bilmelidir ki çok büyük bir günahtır ki, ubuhhetide kalplerden çıkmış ve bazı vakit yorumlarda üzerine gelmiştir, ve eğer hepimiz bu musibet için kan ağlasak yeridir. Ve o günahlar,
gıybet, iftira ve haber yaymadır. Evlerimiz vardır ki o evlerde müzik, melodi, şehveti tahrik edici manzaralar ve bunun gibi videolarda vardır ama bunun bizim oturumumuzla bir ilgisi yok şu kadarını söyleyeyim kendisinde melodi olan evin vay haline kendisinde şehveti tahrik edici manzaralar ve bunun gibi videoların bulunduğu evlerin vay haline kendisinde teğanni olan evlerin vay haline. Benim bu kullandığım "vay" imam Sadığın lafzıdır.
Bir şahıs imam sadığın hizmetine gelerek şöyle arz etti: Ey Allah resulünün oğlu benim evimde teganni yok, müziğim yok, melodim yok, dansım yok, ama komşumun dansı var tegannisi var, ve ben tuvalete gittiğim zaman biraz uzatıyorum ve bu arada onun nağmelerini dinliyorum, saz ve sohbetlerini dinliyorum bu nasıldır? İmam sadık buyurdular: vay sana! Kalk! Kalk git guslet yani tövbe guslü. Ve namaz kıl ve namazdan sonra tövbe et ki eğer bu halde dünyadan gitmiş
olsaydın vay haline. Sonra şöyle buyurdular her şeyin ehli vardır ve bizim şialarımız saz ve söz ehli değiller, bizim şialarımız melodi ehli, şehvete tahrik eden video ve manzaraların ehli değiller. Bu nedenle eğer melodi ve şehveti tahrik eden manzaralar o evde olursa, o evde büyüyen çocukların vay haline, psikolojik açıdan vay o çocukların haline, İslam açısından da vay bu şeytanlar altındaki evin haline peygamberin sözüyle şeytanlar bu evde çoklar ve bu evde olmayanlarsa Allah'ın bereketi, rahmeti ve melekleridir.
GIYBET(ÇEKİŞTİRME)İFTİRA(BUHTAN)
Müteessifane söylemem gereken şey şu ki, gıybete, iftiraya, haber yaymaya, yalana mübtela olmayan çok az kimse ve ev vardır ve bun-ların günahı büyüktür. Yüzlerine karşı veya arkalarından başkalarının ayıplarını yüze çıkarmanın günahı öylesine büyüktür ki kuranı kerim şöyle buyuruyor:
İnsanın ayıbını yüzüne vuranların vay haline mesela hanım yemek pişiriyor ama beyefendini damak tadına uymadığı için eşiyle alay eder veya adam pazardan bir şey alıp eve götürüyor ama hanımefendinin zevkine uygun olmadığı için alay ediyor kuran vay sana diyor sonrada bu surede diyor: alay eden hanım ve beyefendi bil ki seni cehenneme götürecekler.
Ve cehennemin () na koyacaklar orda yanmalı ve düzelmelisin, o ateş ki sadece deriyi yakmakla yetmiyor belki kemiği bile yakıyor. Kuran diyor o ateş ki kemik kırıyor ve aynı şekilde gıybet. Yani mümin kardeşinin etini yemek. Gıybet etmek leş yemektir ve Bilindiği gibi ölü eti yeme mahalli olan bir ev, kendisinde köpeklerin yaşadığı bir evin bereketi yoktur. Artık Allah'ın lutfu ve nazarı bu evin üzerinde değildir, artık bu evin kudsiyeti yoktur.
İmam Hüseyin (as) dan bir rivayet nakledilmiştir ki Tuhefi el uğul bu rivayeti imam Seccad (as) dan da naklediyor ki çok kısa ve manalı buyuruyor ki: Gıybet cehennem köpeklerinin yiyeceğidir. Gıybetin manası şudur: Hanım ! Efendi ! Gıybet üstüne gıybet sende bağımlılık () yapar.
Yani gıybete alışırsın ve bu alışkanlık sana hüviyet kazandırır. Zira gıybet seni insan suretinden köpek suretine dönüştürür, bu köpek cehenneme gidiyor ve orda yemek istiyor ve yemeği imam Hüseyin ve imam Seccad (as)'dan nakledilen rivayete göre, dünyada yapmış olduğu gıybetlerdir.
Yani kokmuş etler, işte o kokmuş kızgın etleri cehenneme götürüyorlar ve bu cehennem köpeklerinin onları yemeleri gerekir. Ve mütessifane hangi ev vardır ki kendisinde gıybet olmasın? Hangi evdir ki kedisinde maskaralık olmasın? Efendi ! Çocuğunu maskara etme, hanım ! Çocuğuna kötü söz söyleme çocuklarına saygılı ol kocana saygılı ol. Efendi ! Hanımına karşı saygılı ol. Allah korusun eğer birbirinizin şahsiyetine darbe indirirseniz, eğer birbirinizin gıybetini ederseniz, biliniz ki eğer bu günahın ubuhheti kalbinizden giderse alışkanlık olur ve eğer alışkanlık olursa, tecessüm kanunu açısından insanın hüviyeti yok olur. Ve yırtıcı bir hayvan suretine dönüşür.
Bundan daha kötü olan iftiradır. Yani bir insanda olmayan bir şeyi onun yüzüne karşı veya arkasından söylemek, gıybetten farkı şudur eğer ayıplarını onun arkasından söylerseniz gıybettir. Ama birde onda olmayan kötü bir sıfatı onun arkasından söylüyorsunuz ki bu iftiradır. Ve eğer bir kimseyi kınar (. ) ederseniz, dil yarası vurursanız ve Arap lisanıyla lumeze (. ) diyorlar.
Halk arasında avamane olan bir söz var ki, birbirlerine gıybet etme denildiği zaman ben onda olan şeyi söylüyorum diyor! Bu şeytani bir sözdür onda olan bir ayıbı söylersen bu gıybettir ve köpek olursun. Ve eğer Allah korusun onda olmayan bir şeyi söylersen bu iftiradır. Biliyor musun günahı nedir? Kuranı şerif kendine has bir tekidle şöyle buyuruyor: Birbirlerine iftira eden kimseler bunlar muhakkak Müslüman değiller.
İmam Sadık şöyle buyuruyor: birbirlerine iftira atan kimseler, işte bunlar, kan ve () de tutarlar elli bin sene bu kan ve çirkten telin üze-rinde tutulmaları gerekir ki halkın hesabı tamamlanmış olsun. Bu utançtan sonra cehenneme götürürler onu ve müteessifane evlerimiz oldukça fazladır. Amellerin sureti kanunu açısından
size söyleyeyim ki melekler kendisinde iftira olan evlerin kan ve çirkle dolu olduğunu görürler sen gerçi sen görmüyorsun çok şeyler vardır ki göz sahipleri görürler. Çok gözler vardır, çok kulaklar vardır ki, çok şeyleri görürler ve işitirler. Dikkat edin;
melekler evlerinize baktıkları zaman mukaddes şeyler yerine evlerinizin kan ve çirkle dolu olduğunu görmesinler. Kan ve çirkle dolu bu ev ne zaman bariz olur? Eğer tövbe etmez ve yok etmezsen, kıyamet günü bariz olur. Eğer kıyamet günü çirk ve kan teline sahipsen bu dünyada hazırlanmıştır. Yani bu dünyada iftira etmişsin ve o çirkin teli ve kana dönüşmüş ve sen üzerinde durmaktasın.
Kıyamet günü herkes çok keskin görüşlü olur. Kendin ve diğer herkes kan ve çirkten bir telin üzerinde durduğunu görürüsünüz. Haber yaymayın () yani delilsiz olarak bir şeyi kabul etmek ve delilsiz olarak başkasına söylemek. Şimdi bu oturumda ben şayia duymuyorum ve söylemiyorum diyebilecek var mı? ()
zahitler bile şu anda oruçlu dille şayiamız yoktur diyecek durumda değiller. Ve Allah'a andolsun ki böyle bir musibete kan ağlamak gerekir. Kuran şöyle buyuruyor: Ey şayia yayıp günahına teveccüh etmeyen kimse, günahı büyüktür. Kuran buyuruyor ki: çünkü siz bu iftirayı gelişi güzel birbirinizin ağzından alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız (bu uydurma haberi) ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz . Halbuki bu, Allah katında çok büyük (suç)tur. Buyuruyor: Bazı şeyler söylüyorsunuz alışkanlık haline de getirdi-niz ona ehemmiyet vermiyor hafife alıyorsunuz ama Allah yanında çok büyüktür.
Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi yaptığından sorumludur. Şekke tabi ol-ma, zanna tabi olma, eğer bir şeyi duymak ve kabul etmek istiyorsan delili olsun. Ve eğer bir şey söylemek istiyorsan delili olsun, yoksa bil ki kıyamet günü gözlerinden, kulağından ve kalbinden sorguya çekileceksin. Ve kalbin, kulağın, gözün ve dilin kıyamet günü aleyhine şehadet verecekler.
O gün onların ağızlarını mühürleriz. Kazandıklarını (yaptıkları iyi yada kötü amelleri) bize elleri anlatır ayakları da şehadet eder. Kıyamet günü ağızlar mühürlenecek, insanın el ve ayakları, dili, kulağı ve kalbi onun aleyhine şehadet verecekler. Gıybet eden sendin diyor, gıybet duyan yine sendin, sendin iftira eden, sendin iftira kabul eden ve yine sendin haber yayan. Bu günahları yapmayın bunun için bir şeyler düşünün, erkek karısının karşısında sadakatli olmalıdır. Kadın kocasına karşı sadakatli olmalıdır. Yaşamda, evde yalan olmamalıdır.
Eğer evinize yalan gelirse artık meleklerin girip çıkmaları bir yana belki lanet ederler rivayetlerde okuduğumuza göre eğer kimse, bir yalan söylerse onun ağzından çok kötü bir koku semalara doğru çıkar ve melekler onu lanetler. Hanım ! Kocana yalan söylememeye dikkat et. Efendi ! Dikkat et hanımına yalan söyleme:
bundan daha önemlisi, çocuklarınıza yalan söylememeye dikkat edin. Eğer onlara bir şey söylediyseniz mutlaka ona amel etmeye çalışınız. Dikkat edin onlara yalan vaatlerde bulunmayın. Ve netice itibariyle eğer kıyamet günü hakiki bir Müslüman olmak istiyorsanız, saf, hakikatli ve sadakatli olun.
Kendisinde ikiyüzlülük olan o evin hali ne kötüdür, kendisinde karısına yalan söyleyen, kocasına yalan söyleyen evin hali ne kötüdür. Bu ev (pis su birikintisi) gibi kötü koku verir melekler bu eve bakıyor ve lanet ediyorlar ve ev sahibine kadınına ve erkeğine lanet ediyorlar ki Müslüman ve yalan !
Kuran buyuruyor ki ey Müslüman iki şeyden kaçın: biri puta tap-mamaya dikkat et ve diğeri yalancı olma. Yani yalancılığı putperest-likle yan yana koyuyor. Ve müteessifane bizim evlerimizde yalan çoktur. Bizim pazarlarımızda kesbimizde yalan çok caddelerimizde yalan çok ve yalan yere yapılan yemin lanetlenir. Eğer bir şehirde yalan çok olursa, kötü bir koku o şehirden göklere doğru çıkar ve melekler o şehri lanetlerler.
4
Aile ve Çocuk Eğitimi Aile ve Çocuk Eğitimi
DOKUZUNCU OTURUM DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
AİLE TEŞKİL ETMEK KISKANMA (NAMUSUNU KORUMA), HAYA SALİH BİR NESİL TAHVİL ETMEK
AİLE TEŞKİL ETMEK
Bahsimiz ailede ahlak konularıyla ilgiliydi onun fasıllarından üç faslını işledik. Dördüncü bölüm aile teşkili ve faydaları ile ilgilidir fevkalade faydalı ve değerli bir bahistir. Bu bölümde içtimai düğüm-lerden birini çözebilmeyi ümit ederim. Aile teşkilinin faydaları oldukça fazladır. Cinsel içgüdülerin doyurulması o faydaların karşısında oldukça küçük kalır. Bu farzla ki geçmiş bahislerden yararlanabildiğimiz kadarıyla,
nefsi emmareyi öldürmek yani temayulat ve başta cinsel içgüdü olmak üzere, İslam açısından doğru değil ve cinsel içgüdünün doyurulması gerekir. Çünkü cinsel içgüdünün doyurulması mühimdir. Ama aile teşkilinin sunduğu faydalar karşısında oldukça küçüktür. Aile teşkilinin ilk faydası fıtrata cevap vermesidir. Ve bu fayda çok mühimdir. Kadının erkeğe ve erkeğin kadına ait olması ve çocukların da bu kadın ve erkeğe ait olması tabii bir olaydır.
Bu nedenle insan yeryüzüne ayak bastığı ilk gün bir kadının bir erkeğe ihtisası ve bir erkeğin bir kadına ihtisası ve bu kadın ve erkeğe ait çocukların ihtisası vücut bulmuştur. Önce Hz. Adem ile Havva (as) idiler. Ve bu şekilde bu fıtrat diriydi şimdiye kadar. Eğer bir aile salim bir nesil,
Salih bir evlat topluma kazandırabilirse, İslam açısından çok sevabı vardır. Şayet İslam'da bundan daha büyük sevap yoktur. Kuranı kerimde bir ayet vardır ki insanların değeriyle ilgilidir. Kim bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öl-dürmüş gibi olur. Herkimde bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtar-mış gibi olur.
Eğer bir kimse bir insanı şer-i delili olmadan öldürürse dünyadaki bütün insanları öldürmüş gibidir. Ve eğer bir kimse ölümle yüz yüze gelmiş bir kimseyi ölümden kurtarırsa bütün dünya insanlarını kur-tarmış gibidir. Bu ayetin zahiridir. İmam Sadık bu ayetin açıklamasında batıni ve dakik bir mana be-yan ediyorlar ki eğer bir kimse, bir başkasını saptırır, onu müstakim (doğru ) yoldan dışarı çıkarırsa günahı o kadar büyüktür ki bütün dünya insanlarını öldürmüş gibidir.
Ve eğer bir kimse bir kimseyi yola getirip onu sapıklıktan kurtarır, onu Salih ve değerli biri etmeyi başarabilirse cihanı diriltmiş gibi olur. İmam Sadık (as) buyuruyor: sözlerinizde kimseyi saptırmamaya dikkat edin, çocuklarınızın ruhaniyete karşı kötümser, minber ve mihraba karşı kötümser etmemeye dikkat edin ki eğer böyle yaparsanız bütün cihanı öldürmüş gibi olursunuz. Diliniz, kaleminizle tarzınız ve ilminizle halkı düzeltmeye dikkat edin ki eğer bir kimseyi yola getirebilirseniz dünyayı diriltmiş gibisinizdir.
İmam Sadık'ın tefsiri üzerine bu ayet bizim için has bir mana buluyor ve o mana şudur: Eğer bir hanım bir erkek, bir karı koca Salih bir evlat yetiştirip topluma sunmayı başarabilirlerse, sevabı mescit medrese yapmanın sevabı değil, sevabı bir kimseyi iki kimseyi diriltmenin sevabı değil, sevabı bütün dünyayı diriltmenin sevabıdır. Topluma salim nesil kazandırmanın sevabı, İslam'da her sevaptan daha büyüktür. Ve salim bir nesil ne zaman topluma kazandırılabilir? Aile teşkil edildiği zaman.
Bir çok rivayetlerde peygamberi Ekrem ve masum imamlarımızın şöyle buyurduklarını okuyoruz: ölen kimsenin ameli kesilir. Bilindiği gibi artık ona faidesi olacak bir ameli yoktur, yalnız kendisinden sonra baki kalacak salihatı bırakanlar hariç. Sonra şöyle buyuruyor: baki kalacak salihat örneklerinden biri salih evlattır. Salih evlat bırakarak ölen kimseler, bu kız, bu oğlan, eğer namaz kılıyor iseler sevabı anne babaya da mal olur.
Yani bu kız ve oğlana verilen sevap kadar da anne ve babalarına verilir. Oruç da tutsalar böyledir, ve netice itibariyle bu kız ve oğlanın işledikleri bütün hayır işlerinden aldıkları sevap kadar anne ve babalarına da verilir. Bu nedenle imam Sadık böyle kimselerin amellerinin kesilmediğini buyuruyor.
Şia ve Sünniler arasında meşhur olan bir rivayeti merhum sedoğ (ra) sevabul e'mal de imam Bakır (as) dan naklediyor. Rivayet şöyledir: "Allah'ın her bir bendesi hidayet sünnetinin temelini atarsa, ona verilen mükafat amel edenlere verilen mükafat gibidir. Amel eden kimsenin sevap ve mükafatından bir şey eksilmeksizin. " Eğer bir kimse bagiyatı salihat karar kılar, mescid medrese yapar, köprü yapar bayındırlık işleri yaparsa, ve bunların hepsinden daha önemli topluma Salih bir evlat kazandırmasıdır.
Bunlar Müslüman bir çocuk topluma kazandırdıklarından dolayı mükafatlandırılırlar bir ikinci mükafatlarıysa evlatlarının işlediği her hayır iş için onlarda mükafatlandırılırlar. Oğlan iki rekat namaz kılıyor bir sevap kendisine bir sevap babasına bir sevapta annesine yazılıyor. Bu okuduğumuz rivayet gibi insanın aile teşkil edebilmesi ve sağlıklı nesiller topluma kazandırabilmesiyle ilgili daha bir çok rivayetlerimiz var.
Bu fıtrat görüşüyle İslam'ın görüşü ise ilk günden anlamıştık ki yüzde yüz fıtratla uyumludur. Ama düşman, yani, beşeriyet düşmanı ilk günden bu güne kadar özellikle şimdi salim nesli toplumdan koparabilmek için uğraştı durdu. Hatta o kadar hayasızlık etti ki aile teşkilini insanlardan alabilmek için mektep kurmaya kalkıştı. Kuranı kerim bununla ilgili şöyle buyuruyor:
İnsanların öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri hoşuna gider. Hatta böyleleri, söylediklerinin kalpten geldiğine (samimi olduğuna) Allah'ı şahit tutar. Halbuki o hasımların en yamanıdır.
Bazılarının dilleri çok yağlı ve yumuşaktır, delilleri avam için ol-dukça tutucudur. Hatta mektep bile kuruyorlar, Marks, Darkhim, Niçe, Sigmund Freud gibi kitap bile yazıyorlar ve mektep kuruyorlar şark ve garbın istismarcıları bu mektepler üzerinde çok ayak diretiyor tebliğini yapıyorlar ama Allah biliyor bunların kalplerinde ne olduğunu, sonra kuran şöyle buyuruyor:
Bunlar o kimselerdir ki beşeriyetin en inatçı düşmanlarıdırlar. Müslümanların düşmanıdır demiyor, buyuruyor: . Beşeriyetin en inatçı düşmanıdırlar. Sonra bunların bir sıfatını zikrediyor ki bunların işi şudur: eğer kudret bulmazlarsa, kendi evlerinde kendi dostlarıyla anlaşmazlık ederler, ama eğer kudret bulurlarsa:
O, dönüp gitti mi (senden ayrılıp bir başına geçti mi) insanlar ara-sında bozgunculuk etmek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için yeryüzünde koşar. Allah bozgunculuğu sevmez.
Bunların işi şudur eğer kudret bulur iseler halkı saptırıyor . Ve nesli helak ediyorlar. Bunun iki manası vardır ve bir başka ibaretle iki misdağı kanıtı vardır biri hemen bizim inkılabımızda vaki olan olaylardan biridir. Yani o zincirli köpek Amerika zincirinden kurtulup İran'a geldi ve işi köylere girip katliam yapmak idi,
halkı öldürüyordu, kadını, çocuğu öldürüyordu sonra da ne kadar şen ve mamurluk varsa hepsini yakıp yıkıyordu. Sadece ev ve mescitleri yıkmakla kalmıyordu, ağaçları kesiyor ziraatı yok ediyordu bu bir manada Kuranın buyurduğu ziraat ve nesli yok etmektir. Eğer Saddam ve saddam gibileri, eğer şark ve garb eğer güçlü devletler bir millete galip olurlar ve o millet onların karşısında durursa bunların işi şu: halkı saptıracak bir kudret bulur iseler halkı saptırıyorlar ve bu halkı katliam ediyorlar ve nerde mamur ve şenlik varsa yok ediyorlar.
Ayetin diğer manası şudur. Güçlü devletler, beşeriyetin düşmanı olan kimseler, mesela Siyonistler gibi, bunların işi mevcut nesli sap-tırmaktır, hicaplıyı hicapsız ediyorlar, kadını zavallı bir görünüşle medeniyet adına topluma sokuyor ve bu vesileyle erkekleri de fasit ediyorlar. Kendileriyle meşgul, kendi şehvetleriyle meşgul ediyorlar ve gelecek nesli de yok ediyorlar. Şimdiki nesil yok olur fasit olursa, gelecek neslinde fasit olacağı malumdur. Bu nedenle bunlar, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite ve çocuklar üzerinde çok çalışıyorlar.
Bunları daha çok minber ve mihraptan vazgeçiriyorlar. Şimdiki nesille işleri olmasa bile gelecek nesli fasit etmek için programlar yapıyorlar. Yani Durkhim mektebi, aile teşkil etmek de ne demek? Diyor hayasızlığı buraya kadar vardırıyor işte. İngiliz rasil bir filozoftur ki dünya onun üzerinde hesap yapmaktadır. Gerçi bizim nazarımızda bir şey bilmeyen biridir ama sonuçta dünya onun üzerinde hesap yapıyor ve onu bir filozof biliyorlar. Bu cahil kimse ömrünün sonunda ölüm anında aile teşkilini yanlış biliyordu. Firavun da böyle idi:
Firavun; (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını parça parça etmişti. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını bo-ğazlıyor kızlarını ise sağ bırakıyordu, belki o bozgunculardandı.
Firavun basit bir kimseydi. İsrail oğullarına musallat olmayı başarınca onlar için büyük bir bela öne getirdi ve kuran şöyle buyuruyor: musallat da oldu zira önce ihtilaf soktu ve bu ihtilaf vesilesiyle kullanmayı başardı bu cümle . Oğlanlar öldürülüyordu. Bu cümleyi müfessirler şöyle mana ediyorlar:
Hz. Musa'nın dünyaya gelmemesi için oğlan çocuklarının kafasını kestiriyordu ama kız çocuklarını bırakıyordu ama bazı muhakkik ve kalp ehli kimseler ayetin manasını Şöyle açıklıyorlar. İnsaniyet ve mertlik ruhunu erkeklerden ve oğ-lanlardan götürüyor ve kızları hayasız ediyor ve topluma hayasız kız-lar kazandırıyordu.
Firavunun işlerinden birisi gelecek nesli harap etmesiydi kadınları hayasız yetiştiriyordu. Kadınların hayasız olduğu vaktin vay haline. Rivayetlerde okuyoruz ki hayayı on kısma ayırmışlar dokuz kısmını kadınlar ve bir kısmını erkekler için kılmışlar. Ama dokuz kısım ha-yanın kadından gideceği vaktin vay haline yani kadının işi o yere va-rıyor ki güzel koku kullanarak dışarı gidebiliyor.
O kadar hayasız ol-muştur ki yüzü açık, süslenmiş, çorapsız veya ince çorapla, hicapsız veya bozuk hicapla, sokağa ve pazara gidebiliyor ve halka söyleyip gülebiliyor. Vay o toplumun haline vay bu kadının haline! Firavun kendi mekanını . Sağlamlaştırmak için böyle yapıyordu istismarcılar da şimdi böyleler. Yani genellikle istismarcılar gelecek nesilleri istismar etmenin peşindeler.
KISKANMA(NAMUS KORUMA)HAYA
Kadınlardan hayalarını alıp onları şehvetle meşgul ettikleri ve er-keklerin mertliklerini yok ettikleri zaman, hedeflerine ulaşabilirler. Yani adam, namahrem birinin şehvetle kızına baktığını görüyor ve bundan rahatsızlık duymuyor, karısı ve kızının ince çorapla dışarı çıktığını görüyor ve karısına ince çorap alıyor. Karısının yüzünü örtmediğini görüyor, ziynetini kendisi için değil de başkaları için olduğunu görüyor, ve aldırmıyorsa bu toplumun fatihasını okumak gerekir. Siz üçkağıtçı haydut Rıza han ve Türkiye cumhurbaşkanının aynı zamanda . Karar almalarının sebebini ne sanıyorsunuz? Kadınların beraberce hicapsız edebilmek için.
Önceleri üçkağıtçı Rıza bu korkunç belalı durumun olmasını iste-miyordu bu nedenle bu şerefsizin bahanesi de vardı. Gittiği her celse-de ben kadınlar için böyle bir durumun oluşmasını istemiyordum ka-dınlar kendileri istediler ben sadece çarşaf takmamalarını istiyordum diyordu.
Ben çok küçük bir çocuk idim şayet dört veya beş yaşındaydım ki bütün şehirlerde başta isfehan olmak üzere bu rızahan ne yapıyordu! Bu mahallin yaşlıları iltimas ediyorlardı, onlar sizinle bir işimiz yok tek istediğimiz çarşaf giyinmemeniz çarşaftan başka nasıl bir hicap kullanırsanız serbestsiniz ama çarşaf takmayın.
Rızaşahın istediği kadınların üzerinde çarşaf olmamasıydı başka neyle örtünürlerse örtünsünler. Zira İngilizler kadın çarşafsız olunca nereye varacağını çok iyi biliyorlardı ve gördüğünüz yere ulaştırdılar. Öyle bir yere vardırdılar ki kadın çıplak bir şekilde sokağa çıkabiliyor ve bundan da iftihar ediyordu.
Tağut döneminde bir dergide okumuştum bu hanımlardan biri tam manasıyla fasit bir sinema yıldızıydı. Kocasıyla beraber gidiyordu, fotoğrafçılar onu görünce fotoğraf çekmeye geldiler.
Elbisesi gecelik gibiydi bilerekten elbisesinin bağını açtı fotoğrafçılar yabancı erkeklerin onun bedenini görmemeleri için etrafını sardılar! Yavaş yavaş elbisesinin bağını bağlamaya mecbur oldu. Kocasına dönerek bu fotoğrafçıların ne tuhaf ahmakane asaletleri var! Dedi. Yani toplumda beni çıplak görmelerini ve bu şekilde fotoğraflarımı çekmelerini istiyorum ama bu fotoğrafçılar etrafımı sardılar ve bende elbisemin önünü bağlamak zorunda kaldım!
Rıza şah ve Türkiye'nin devlet başkanı İngilizlerin emriyle İran ve Türkiye'yi böyle bir duruma getirmek istiyorlardı. Bütün istismarcılar, firavun ya İngilizler, haman veya Amerika, şurevi veya başka bir bela hepsinin ama hepsinin işi gelecek nesli fesada çekmektir. İslam ve insan fıtratının söylediğini yerine getirmeye dikkat edin.
Çok dikkatli olun bunların istediği herkesi fesada çekmektir. Bu nedenle ki kuranda geldi muhakkiklerden bazılarının mana ettiği gibi mana etmeliyiz. Firavunun işlerinden biri gelecek nesli yok etmekti. Bu nedenle mertlik ruhunu erkeklerde öldürüyor kadınları hayasız yetiştiriyordu.
Yani kız çocuklarını hayasız büyütüyordu bu erkekler bu kızlar büyüsünler kadınlarda haya, erkeklerde mertlik olmayınca böyle bir millete musallat olunacağı malumdur bu nedenle eğer kuran ve rivayetlerimizin aile teşkili üzerinde bu kadar ayak direttiğini gördüğünüzde şaşırmayın. Ancak salim bir nesil medeniyet getirebilir,
salim bir nesil ancak topluma acır, ancak salim bir nesil mamur ve şenlik getirebilir. Belki icat etme açısından bilim açısından başkalarının hasretini çekeceği dereceye yükselir. Yoksa eğer nesil sağlıksız olursa artık Siyonist hizbin istediği olur. Siyonist hizbin programı şudur: ben bütün dünyaya musallat olmalıyım cihanın üçte ikisini öldürmek pahasına dahi olsa. Yaptığı program Darkhim mektebini kurmaktır Darkhimin kendisi siyonisttir.
Marks mektebini kurmak, cinsel kominizmi kurmak, oda yahudidir. Sigmund Freud mektebini kurmak oda yahudidir. Niçe mektebini kurmak, bu da yahudidir. Batı garb mekteplerinin sahiplerini görürsek Siyonist hizbten oldukları malum oluyor ve bunların hepsi yahudidir. Gelecek nesli harap etmek istiyorlar. Karşısında İslam diyor ki, efendi! Eğer efendilik istiyorsan çocuklarına dikkat et ki topluma Salih bir oğul hayalı bir kız kazandırabilesin. Eğer bunu yapabilirsen sevabı mescit yapmaktan, mekkeye gitmekten, her ibadetten büyüktür.
Eğer bir kimse birçok hayır işlerde bulunur ama diğer taraftan iki Salih çocuğu topluma kazandıramazsa veya iki Salih çocuğu topluma kazandırır ama diğer hayır işleri işlemeye muvaffak olamazsa bunların hangisi daha faziletlidir? İslam görüşüyle sağlıklı çocukları topluma kazandıran daha faziletlidir.
Bu nedenle hanımları tebrik etmeliyim evinde oturup çocuğunu terbiye eden ve topluma iki üç Salih evlat kazandıran hanımları bunlar cephenin mukaddem hattında olmalarına ilaveten evleri de kendileri için mekteptir. Ve cihanı diriltmiş kadar sevapları var bu nedenle siz kadın ve erkeklerden ricam, kimleri topluma kazandırdığınıza dikkat edin.
SALİH BİR NESLİN KAZANDIRILMASI
İslam diyor ki; Efendi! Hanım! Mübaşeret vaktinde . Başkasını düşünme. Yani eğer bir kadın veya bir erkek mübaşeret halinde bir namahremi düşünürse, mesela bir erkek karısıyla mübaşeret halindeyken başka bir kadını düşünür veya . Bir kadın kocasıyla mübaşeret halinde başka bir erkeği düşünürse birçok rivayetlerimizde diyor ki eğer bu çocuk fasit olursa kendinden başkasını melamet etme. İslam o kadar çocukların ıslahını hesap ediyor ki buyuruyor:
eğer on günlük çocuk beşikte uyak ise eşinizle yatmayın başka bir odada olun. Çocuk yatıyor olsa sorun değil, dikkat edin nefeslerinizi namahrem duymasın, sözlerinizi namahrem duymasın. Dikkat et yüzünü namahrem görmesin, dikkat et bedenini namahrem görmesin göz atmamaya dikkat et bunların hepsinin gelecek nesiller üzerinde etkisi var. Göz atlatan kimse, namahrem kadınla söyleyip gülen esnaf salim bir nesli topluma kazandıramaz.
Dikkat et İslam senin için tehlike alarmı çalmaktadır. Namahremin kendisini görmesinden korkmayan kadın için İslam tehlike alarmı çalmakta ne yapmamız gerektiğine dikkat etmeliyiz. İslam daha çocuğun mütevellit olduğu ilk günden buyuruyor ki: sağ kulağına ALLAHU EKBER de sol kulağına ALLAHU EKBER de. Sağ ve sol kulağına ezan ve igame oku.
Eğer şia olmasını istiyorsan imam Hüseyin'in türbesinin toprağıyla ağzını aç önce imam Hüseyin'in türbeti sonra annenin sütü ve ona verdiğin yemeğe ve süte dikkat et. Anne sütünün çocuğun selameti ve yeteneği için ehemmiyeti vardır. Sonuçta helal süt ve yemeğin çocuğun selameti ve büyümesinde ehemmiyeti vardır.
Dikkat edelim eğer Allah göstermesin senin dilinin gevşekliği çocuğunun dilini gevşek ederse, peygamber i Ekrem buyuruyor: bu çocuğun dilinin gevşekliği bu çocuğun günahı büyüdüğünde anne ve babasının da amel defterlerine yazılacaktır. Ama onun kendi amel defterine de yazılacaktır. Çünkü sövmüştür. Annesinin ve babasının amel defterlerine ölmüş olsalar bile yazılacaktır çünkü buyurdular: sağlıksız bir nesli topluma kazandıranlar, rivayetlerde var ki dünya azabını ki bu çocuk günah etmiştir her zaman tatmalıdır.
Bir hanım diyor ki eğer ben kocamla bir çekişmem olursa çocukları anne ve babamın evine götürüyorum ve bu çekişmemiz bitip aramız düzeldiğinde çocukları eve getiriyorum. Bu iş ne kadar güzeldir. Hanım! Efendi! Eğer gıybet etmek istiyorsan eğer gevşekliği harç etmek istiyorsan bu çocuğu beşikte korların üzerine koy, dilinin gev-şekliği bittiği zaman getir. Zira eğer cismi ölürse ruhunun ölmesinden daha iyidir. Ve siz kadın ve erkekler gerçekten gelecek nesli düşünmelisiniz.
Bir tehlike alarmı vereyim şöyle ki: bizim annelerimiz çarşafları vardı şalvarları vardı yüzleri örtülü idi namahremle sohbet etmek istedikleri zaman seslerinin cazibeli olmaması için ağızlarına çakıl taşı koyarlardı, babalarımız kuranla beraberdiler gündüz kuran okuyor gece kuran okuyorlardı mihrap ve minberleri olmasına rağmen biz buyuz bu halde bizim çocuklarımız nasıl olacak.?
Çarşaflı ve (şalvarlı) kadınlar bu kadınları topluma kazandırdılar ki müteessifane kemali cüretle büyük çocuğunu çarşafsız dışarıya getiriyor ve eğer korkmasaydı kendisi de çarşafsız dışarı çıkardı. Kemali hayasızlıkla yüzü açık olarak gelip Hz. Masume'in (as) avlusunda oturuyor.
Bir hanım bana diyordu ki Hz. Masumeyi rüyamda gördüm şöyle buyurdu: önceden batılıların durumuna feryat ediyordum şimdi vay bizimkilerin haline. Ne iyi bir rüya! Vay kendimize, böyle bir annenin eteğinde büyü-yen çocuk, kendisinde melodi ve şehvet tahrik edici manzaralar bulu-nan evde, kendisinde gıybet, iftira, ihtilaf,
habercilik, dövme ve dö-vülme olan evde büyüyen çocuk ne olur? Gelecek nesle dikkat edin. Hiç değilse kendinize dikkat edin. Allah korusun kıyamet günü katil derseler sana ! Cevaben ben böyle bir şeyi yapabilecek adam değil-dim. Adam öldürmek de ne demek? Cevaben sen bir cihan ehlini öl-dürdün zira evladına dikkat etmedin topluma sağlıklı bir nesil kazan-dırmadın. Deseler!
ONUNCU OTURUM DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
EVLİLİĞİN FAİDELERİ
1-2- CİNSİ İÇGÜDÜNÜN DOYURULMASI VE SALİM NESLİN TAHVİLİ 3- GÖNÜL RAHATLIĞI 4- KADIN VE ERKEK BİRBİRLERİNİN ZİYNETLERİDİRLER 5- KADIN VE ERKEK BİRBİRLERİNİN EĞLENCESİDİRLER
EVLİLİĞİN FAİDELERİ
Bahsimizin dördüncü bölümü aile teşkili ve faideleri ile ilgiliydi: 1-2- CİNSİ İÇGÜDÜYÜ DOYURMAK VE SALİH NESLİN TAHVİLİ
Dün iki faideyi arz ettim biri cinsel içgüdünün doyulması idiki ruhi ve İslamî açıdan faidesinin mühim olduğunu söylemiştim. Ve diğeri salim bir neslin beşeriyet toplumuna kazandırılmasının aile teşkili ile başarılacağını söylemiştim. Ve beşeriyet düşmanı, topluma sağlıklı nesiller kazandırılmaması için ailelere darbe indirmektedir.
Ve hatta günün dünyası . ???? (s 108)cinsel kominizm mektebini kurmaya kadar vardırmış olduğunu belirtmiştim. Siz azizler aile teşkiline ehemmiyet vermekle ancak topluma sağlıklı nesiller kazandırabilirsiniz. Bunun kendisi mühim bir faidedir.
3- GÖNÜL RAHATLIĞI
Üçüncü faide bu günkü bahsimizin konusudur şöyle ki kuranın na-zarında, kadın erkek için ve erkek kadın için sükunet kaynağıdır. Ve bunu alemlerin mürebbisi olan Allah u tealanın ayetlerinden biri hesap etmiş şöyle buyuruyor: (surei rum ayet 21) Allah'ın alamet ve ayetlerinden biri, kadını erkek için erkeği de kadın için birbirlerinin yanında sükunet bulsunlar diye yaratmış eğer biz tabiatı araştırırsak, kadınsız bir erkeğin eksik bir uzuv olduğunu söylememiz gerekir. Ve erkeksiz bir kadın da eksik bir vücuttur.
Ve hakikatte kadın ve erkek beraber bir vücudu tamamlarlar. Ve her ikisinin dayanacağı bir diğeridir. Genellikle çift budur ki her çiftin dayanağı bir diğer çift olsun. Kuran açısından, tabiat açısından, ruhi açıdan erkeğin dayanağı kadındır ve kadının da dayanağı erkektir.
Bu cihanda herkes kendisiyle dertleşeceği birine muhtaçtır. Eğer kuran ve tabiata dikkat edersek kimseyi karıkoca kadar birbirlerine şefkatli göremeyiz. Bu nedenle kuranı kerim karıkocanın her birinin bir diğeri için sükunet vesilesi olduğunu buyurduğu ayetler şöyle buyuruyor:
Her birinin dayanağı bir diğeridir. , Alemlerin rabbi kadın ve erkeği birbirine karşı şefkatli karar kıl-mıştır yaratılış bakımından kadın ve erkek birbirinin muhibbidirler.
Eğer biz bu dayanağı kırmaz, eğer biz bu sağlam huzura darbe in-dirmezsek kadın ve erkek birbirlerinin sükunet kaynağıdırlar. Ve kendisinde kadın ve erkek için sükunet olmayan evin vay haline. Bu uykusu olmayan kimse gibidir. Bakınız uykusuz insan ne kadar rahatsızdır fikri iş görmüyor,
cismi hastalanıyor, hayal gücü kuvvetleniyor. Kuranın deyimiyle uyku, insan için sükunet kaynağıdır. Uykunun insan için sükunet kaynağı olduğunu söyleyen kuran, kadın ve erkeğinde birbirinin sükunet kaynağı olduğunu söylüyor. Yani karısı olmayan kimse evi olmayan kimse gibidir. Kocası olmayan kadın uykusu olmayan kimse gibidir. Ancak kadın ve koca birbirlerinin sükunet kaynağıdırlar ve bu sükunet ve dayanağı kırmamaya dikkat etmeliyiz.
4-KADIN VE ERKEK BİRBİRLERİNİN ZİYNETİDİRLER
Kuran açısından, kadın ve erkek birbirlerinin sükunet kaynağı ol-makla kalmıyor belki birbirlerinin ziynetidirler aynı zamanda. Kuranı şerif buyuruyor: Onlar sizin için bir elbise siz de onlar için bir elbisesiniz. Kadınlar sizin elbiselerinizdir siz de kadınların elbiselerisiniz.
Ve bu ayette elbisenin iki üç manası var. Biri, kadın erkeğin ziynetidir. Elbisenin ona ziynet olması gibi, erkek de kadının ziynetidir elbisenin onun için ziynet olması gibi ve bunun şahidi kuranı kerimdir ki ziynetin itlağını ", " elbiseye etmiştir. Buyuruyor:
Ey ademoğulları ! Her mescide gidişinizde ziynetli elbiseleri giyin, yiyin, için, fakat israf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez.
Yani topluma girmek istediğiniz zaman elbiselerinizi giyiniz. Cuma ve cemaat namazına gitmek istediğinizde, temizlenmiş ve ziynetlenmiş bir halde gidiniz. Çünkü burada elbiseye ziynet itlak edilmiştir. Ve Manası şu şekilde kadınlar sizin ziynetiniz ve sizde kadınların ziynetlerisiniz.
Diğer manası şudur: Kadın erkeğin sapıtmamasına erkek de kadının sapıtmamasına sebep olur. Bu ayrı bir bahistir ve inşallah yarın bu konuda sohbet edeceğim. Ve üçüncü manası ise kadın ve erkeğin birbirlerinin örtüsü olmasıdır. Karısı olmayan erkek avret örtüsü olmayan gibidir ve yine kocası olmayan kadın avret örtüsü yok gibidir. Çarşafı yoktur sonuç olarak kuran buyuruyor ki kadın ve erkek birbirlerinin ziynetleridir ve bu ziynete muraat etmeliyiz.
İmam Sadık (as) şöyle buyuruyor: kadın gerdanlığa benzer. Nasıl gerdanlık kadın için ziynetse kadın da erkek için böyledir. Sonra bu-yuruyor ki nasıl bir kadın seçtiğine dikkat et.
Bu rivayetin açıklama-sında şöyle buyuruyor: Eğer iyi bir karın varsa, bil ki büyük bir nimete sahipsin. Zira kadının fiyatı yoktur eğer kadın iyi olursa her altın ve mücevherden daha kıymetlidir. Dünyaya değer. Ve eğer kadın kötü olursa her topraktan daha değersizdir. Ve erkekte böyledir. Eğer erkek mert olur ve karısı ondan razı olursa, dünya ve dünya içindekilerden daha büyük bir nimete sahip olduğunu bilmelidir.
İmam Sadık buyuruyor ki: Eğer karı koca birbirleriyle uyumlu olur birbirlerinin ziyneti olur iseler bilsinler ki nimetleri var ve bu nimet oldukça büyüktür.
KADIN VE ERKEK BİRBİRLERİNİN EĞLENCESİDİRLER
Kadın ve erkeğin birbirlerinin ziynet ve sükunet kaynağı olmalarına ilaveten ev de onların eğlence yeri olmaktadır. Doğrusu eğer ev İslam'ın istediği gibi bir ev olur eğer kadın İslam'ın dediği gibi bir kadın olursa ve eğer erkek İslam'ın dediği gibi bir erkek olursa en iyi eylence yeri evdir. Oturumumuzda belki de kalpleri eve yönelmiş,
işleri bittikten sonra gidip evinde yorgunluk çıkarmak, neşesizliğini üzüntüsünü dağıtmak isteyen kimseler de vardır. Belki oturumumuzda kapının çalınmasını ve kapıyı kocasının yüzüne açmayı, yorgunluğunu, neşesizliğini ve üzüntüsünü bir bakış ve tebessümle dağıtmak isteyen bir kadın da vardır. Bu cihetle peygamberi Ekrem şöyle buyuruyor: Müslüman kimse İslam'dan sonra ona bakmakla mutluluk duyduğu Müslüman kadından daha büyük bir faide elde etmemiştir. "
İslam'dan sonra hiçbir faide bundan daha büyük değildir ki insanın bir karısı olsun ve ona bakmak kendisini neşelendirsin. Kadın ve er-keğin tebessümü birbirinin yüzünde muserrete sebep olmalıdır, bu ri-vayeti mülahaza ile görüyoruz ki iyi kadının değeri ne altın ve gümüş nede bütün dünya belki İslam'dan sonra sahip olduğumuz en değerli şeydir.
İyi karısı olan kimseler, iyi bir kocaya sahip olan kimseler ve doğrusu birbirinin eğlencesi olan karı ve kocalar Allah'a çok hamd etmelidirler. Ve İslam'ın istediği de evlerimizin eylence yeri olması ve kadın için en iyi mutluluğun kocasıyla gülüp eylenmesidir. Siz karınızı mutlu edecek şeyler yapmalısınız ve kadınlar da kocalarını mutlu edecek şeyler yapmalıdırlar.
Adamın biri rasuli Ekrem'in hizmetine gelerek arz etti ya resulallah benim bir eşim var eve gittiğim zaman kendisi kapıyı açıyor ve yüzüme tebessüm ediyor, benimle oturuyor söyleyip gülüyor sonuçta eğer yorgun, üzgün ve bitkin isem hepsini bertaraf ediyor. Peygamberi Ekrem buyurdular ki bu kadın Allah'ın (. ) larından biridir o melektir, sevabı melekler gibi amelide çok kıymetlidir.
Erkek de böyledir. Dikkatli olun eğer bir dayanağı kırarsanız artık dertleşeceğiniz biri yoktur. Sinir bozukluğunun meydana gelmemesi ancak bir kadının vereceği sükunetle olur. Bir kadının tebessümü, onunla söyleyip gülmek, onunla dertleşmek evi eylence yerine çevirir. Ve eğer evde muhabbet ve
şefkat yok olursa ev muhiti fevkalade kirlenir. Ve bu kirlenme sadece kendisi için değil keşke bu kirli muhit sadece karı koca için olsaydı bu muhit çocuklar için her fasit yerden daha fasit olur. Eğer çocuklarınızın yeteneklerinin az olduğunu, hafızalarının zayıf olduğunu ve her gün biraz daha azaldığını görüyorsanız biliniz ki bu sizin kendi suçunuzdur. Çocuklarda meydana gelen rahatsızlıklar genellikle anne ve babaların suçudur. Evde sükunet olmadığı zaman kadın için zindan ()dur. Sinir bozukluğuna sebep olur artık bir eylence yeri değil bu ev.
Bazen erkekler bir sokak köşesinde, kahvehanede, gece yarısına kadar oturmak isterler ama eve gitmek istemezler bazen kadın erkeğin yüzüne bile bakmaz bu dayanağımızı yakışıksız sözlerle yersiz beklentilerle ve sonuçta yüklenmelerimizle kırdık ve kırıyoruz bu bizim kendi suçumuzdur. Gerek kadın ve erkek yaşlı bile olsalar en güzel fertler olsalar siz güzelin sadece makyaj yapıp süslenen kimse olduğunu sanmayın, hayır, gerçek güzel,
insan gözünde güzellik sahibi olandır. Leyla ve mecnun hikayesinde belki de gerçek bir olay değildir Leyla ve mecnun veya şirin ve Ferhat olayında iyi nasihatler görülmektedir. Diyorlar Leyla ve mecnunun aşkları o zamanın padişahına kadar vardı ve bu ikisini çağırttı. Gittikleri zaman padişah Leyla'ya baktı ve çölde yaşayan iri dudaklı tam manasıyla çirkin bir kadın olduğunu gördü. Şaşırdı mecnunun bu aşk feryadı ve Leyla bumu ? Mecnun anladı ve çok güzel bir şiir okudu: ,
Eğer mecnunun gözleriyle bakarsan leylada güzellikten başka bir şey görmezsin. Sen gel benim gözlerimin üzerinde otur dedi. Benim gözlüğümle bak, benim muhabbet ve aşk gözümle bak, o zaman iş buraya varır. Ona diyorlardı mecnun! Bu siyahtır cevaben misk ne kadar siyah olsa o kadar güzel kokar diyordu ve hoş olmayan yönleri yorumlanır.
Eğer kadın kocasını severse kötülüklerini tasavvur bile edemez. Hatta biri acıyıp da kocan kötüdür dese bile ona karşı çıkar hatta annesi bile olsa babası bile olsa kocasını savunur onlara karşı. Ve eğer erkek karısını severse bu kadın güzel olmasa bile kocası için en güzel kadındır. Kadınların büyücülerin yanına gidip muhabbet duaları yaptırmaları lazım değil. Bu iş yanlıştır ve günahı büyüktür.
Bir kadın peygamberi Ekrem efendimizin (sav) yanında şöyle arz etti ey Allah'ın resulü ben bir günah işledim o da şudur büyüyle koca-mın muhabbetini kazanmak istedim peygamber efendimiz sinirlendiler ve şöyle buyurdular: gökleri yere indirdin ve yeri göğe götürdün, alemi siyah ettin vay senin haline! Korktu ve ibadetle meşgul oldu. Haber verdiler ey Allah'ın resulü o her şeyi bırakıp ibadetle meşgul oldu. Buyurdular: Allah onu bağışlamayacaktır. Bağışlanmamasının manası onun tevbesi, gidip eşlik görevini yapmasıdır yaşamını terk edip ibadetle meşgul olması değil.
Peygamber efendimizin dediği gibi eğer kocanın sana bakıp mutlu olmasını seni en iyi kadınlardan biri olarak hesap etmesini istiyorsan eşlik görevlerini bilen bir kadın, iyi bir ev hanımı, iyi bir anne olmalısın. Artık bu erkek ne kadar kötü bile olsa seni seveceği kesindir. Eğer karının seni sevmesini istiyorsan acı dilli olmaktan el çek. Acı dilli olmamaya dikkat et ve muhabbeti çabuk yok eden şeylerden biri acı dildir. () yani
Eve girip kadının üzerine bağırman! Eğer senin dışarıda sorunun varsa, yaşamın zorlukları seni sıkıştırıyorsa, bunları hanımın getirmemiştir. Evi gittiğinde her şeyi unut. Çocuklara bağırmamaya dikkat et. Karına bağırma günahı büyüktür yani bu feryatlar kabir sıkıntısını getirir.
Peygamberin has sahabelerinden biri öldü. Peygamberi Ekrem ce-naze töreni yaptı. Peygamberi Ekrem'in mübarek elleriyle toprağa verildi. Halk ne mutlu ona ki peygamberi Ekrem'in elleriyle gömüldü dediler. Peygamberi Ekrem (sav) şöyle buyurdular: kabir onu öyle şiddetli sıkıştırdı ki sinesinin kemikleri kırıldı.
Ey Allah'ın resulü iyi adamdı dediler. Peygamberi Ekrem buyurdular: evet iyi adamdı ama karısının üzerine bağırıyordu evde kötü ahlaklı idi. Müslüman kötü dilli değil, eğer söverse Müslüman değil. Allah korusun kadını döven bir erkek bulunursa mertliği kalmamıştır, Müslüman değildir. Mütecessis (her şeyi inceleyen) olmamalıdır. Her şeyde yoğurttan kıl çeker gibi olmamalıdır. Bunların kabir azabı vardır ve böyle bir kimse Allah'ın peygamberinin ve imamların buğzuna uğrar.
Allah göstermesin acı dilli bir erkek bulunur veya kocasına dil uzatan kadın olursa peygamberi Ekrem (sav) buyuruyor ki: iki destenin mahşer günü dilleri o kadar uzundur ki mahşere düşmüş ve insanlar bu dilleri ayaklarıyla eziyorlar. Ey Allah resulü bunlar kimlerdir? Diye soruldu buyurdular: bir deste insanların gıybet edip ayıplayanlardır. Diğer deste ise kocalarına dil uzatan kadınlardır. Birde bağıran, söven, evde acı dilli olan erkeklerdir.
Bazen doğrusu bir erkeğin şahsiyetli olduğunu görüyoruz ama o kadar anlayışsızdır ki çocuğuna it oğlu, eşek oğlu diyor yani kendisine sövüyor. Bu adamın it olacağı malumdur. Şanstan çok doğru olan şeylerden biri şudur zira eğer bir kimse evde kötü dilli, kavgacı olursa bu kavgalar kendisinde alışkanlık yapar,
bu alışkanlıklarda kendisi için bir hüviyet oluşturur. Ve amellerin sureti kanununa göre köpek suretinde olur. Bu köpektir ve kendisini görmemektedir. Eğer basiret gözü olsaydı görürdü köpek olduğunu, biri diyordu onu rüyamda gördüm köpek suretindeydi sen iyi bir insandın neden köpeksin? Dedim.
Ah evdeki kötü ahlak! Ah evdeki kötü ahlak! Ah evdeki kötü ahlak! Çocuğuna it oğlu diyen veya karısına bu şekilde cesaretlerde bulunan kimse doğrudan köpektir eğer bir kimse sedrel muteellihin veya allame meclisi gibi basiret sahibi olursa, (keşif ve şuhudları) ona baktıkları zaman yırtıcı bir köpek olduğunu görürler. Hanım! Kavgacı olma, sen cemal yönünden genç, halk arasında şahsiyet sahibi olabilirsin.
Ama gökteki meleklerin ve kalp ehlinin yanında bir köpekten fazla bir şey olmayabilirsin. Sana baktıkları zaman görürler ki hanım bir köpek. Görünüşte genç güzellik sahibi ve iyi elbiseli olsa bile. Efendi! Dikkat et halk arasında çok şahsiyetlisin, içtimai nüfuza sahipsin sana çok saygı duyuyorlar, mutemekkin ve kudretlisin ama semalardaki meleklerin yanında sen bir köpeksin. Sana baktıkları zaman köpek diyorlar.
Rivayetlerimiz vardır ki bu ev içinde kötü ahlaklar, bu evde dövmeler, sövmeler, öldükleri zaman ruhlarının Allah'ın yanına gitmeleri gerekir. Ölen herkesin ruhu Allah'ın yanına gitmeli ve oradan cennet veya cehenneme dönüyor. Bu nedenle birinci göye, ikinci göye, üçüncü, dördüncü ve yedinci göye levhi mahfuz ve sonuçta rabbin arşına Allah yanına varır. Daha birinci göye vardığı zaman köpek geldi diyorlar! Ne yapıyorsun?
Yani gerçekten köpek suretinde mi gideceksin rabbinin yanına. Ama eğer aksine, bu günün bahsine muraat eder, ev sükunet mahallin olursa, eğer kadın ve erkek birbirlerinin sükunet kaynağı, birbirlerinin ziyneti olurlar birbirinin eğlence ve mutluluğu olurlarsa ruhları alındığı ve göklere yükseldikleri zaman, efendi geldi, hanım geldi, mümin geldi diyorlar.
Allah'ın kendisinden razı olacağı birinin nereye gideceği de malumdur ve Allah'ın kendisinden razı olmadığı ona gazaplandığı kimsenin de dönünce nereye gideceği malum.
Allah'ım imam Hüseyin (as)'ın çocukları üzerine sana ant veriyoruz bizim evlerimizi, erkek olsun kadın olsun eşlerimizi hepimiz için mutluluk ziynet ve sükunet kaynağı kıl. Allah'ım ! İzzet ve celalin hakkına kızlarımıza ve oğullarımıza dünya ve ahrette göz nuru olacak eşler keramet eyle.
5
Aile ve Çocuk Eğitimi Aile ve Çocuk Eğitimi
ONBİRİNCİ OTURUM DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
6- NEFSİN TEMİZLENMESİ SABRIN MAKAMI 7- GECE NAMAZINDAN DAHA YÜCE
6- NEFSİN TEMİZLENMESİ
Bahsimizin dördüncü faslı aile teşkili ve onun faideleri hakkında idi. Geçmiş oturumda beş faideyi sizinle bahsettik. Aile teşkilinin mühim faidelerinden biri nefsin temizlenmesi belki (tahliye) donatma makamıdır yani erkek, özellikle kadın evde tehzibi nefs yapabilirler.
Belki kendilerini faziletlerle mütezeyyin edebilirler yani tahliye () (boşaltma ) makamına ilaveten tahliye (. Donatma) makamını bulabilirler. Ulema nazarıyla bu iki merhaleye varmak oldukça zor bir iştir. Yani bir kimsenin kendisindeki rezil sıfatların kökünü kurutup kendinde fazilet ağacını yeşertmesi ve insani sıfatlardan bir sıfatı kendisinde icat etmesi oldukça zor bir iştir, genellikle insanlar bu menzillerden geçemiyorlar zira bu yönde faaliyetleri yoktur.
Fakat o sarp yokuşu geçip hedefe varmadı. O sarp yokuş nedir sana söylendi mi? Köle azat etmek. Buyuruyor genellikle insanlar dik yamaçlardan () yukarı gidemi-yorlar. Bu dik yamaçlar zor yamaçlardır. İnsanın kendini rezil sıfatlardan kurtarabilmesi,
kendisindeki rezil sıfatların önünü kesebilmesi, en azından onun kasırgalanmasının önünü alabilmesi oldukça güç bir iştir. Ve onun elde edilmesiyle ikinci makam veya ikinci menzile ulaşır. Yani rezalet ağacının kökünü kurutmasına ilaveten onun yerine fazilet ağacını da yeşertmesi oldukça müşkildir.
İnsanın sabırsızlık ve sızlanmayı () kalbinden söküp atabilmesi ve onun yerine sabır huyunun meleke bulması çok müşkil bir iş. Öylesine ki ahlak alimleri diyorlar ki geceli gündüzlü bir iş istiyor, devamlı bir çalışma istiyor. Hatta nefsi emare fil gibidir diyorlar. Yani nasıl ki filcinin filin kafasına çekiçle devamlı vurması ve ona dikkat etmesi gerekiyorsa ve bir anlık gafletin fili ve sahibini çaresiz kılacağı gibi, nefsi emare ve sıfatı rezile de böyledir.
Gece gündüzlü bir zahmet, gece gündüzlü bir teveccüh istiyor ki insan rezil sıfatlardan bir sıfatın kökünü kazıyabilsin, kendini bu rezaletlerin birinden kurtulabilsin ve bilmelidir ki bütün enbiyalar kitaplarıyla bu iş için geldiler. Kuran bununla ilgili şöyle buyuruyor:
Çünkü ümmiler arasında kendilerine ayetlerini okuyan, onlar te-mizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen odur. Halbuki onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.
Peygamberi Ekrem (sav) insanları mühezzeb etmek, tezkiye ve terbiye etmek, insanların bilimse vijelerini yükseltmek için kuran mucizesiyle gelmiştir. Yani eğitim ve öğretim için gelmiştir. Ve kuranın deyimiyle eğitim ve öğretim işi müşkil bir iştir ve enbiya bu işte muvaffak değillerdi.
Yani o kadar zahmet etmelerine rağmen yine de istedikleri gibi bir muvaffakiyet elde edememişlerdi. Zira bu çok zor bir iştir. Kadın ve erkeklerin özellikle kadınların dikkat etmesi gereken şey şudur: ev mekteptir. Ahlak hocasıdır, kitaptır. Aile teşkili yani ahlak meclisinin teşkili ve tesadüfen ev işe yarardır.
Yani bazen ahlak üstadı öğrencisini muhazzeb etmek için çalışıyor. Şakird muhazzeb olduktan sonra tekrar uğraşıyor ki onu tahliye makamına ulaştırabilsin. Yani insani faziletlerle süsleyebilsin. Ama bazen ahlak üstadı bu şakirdi muhazzeb etmek için uğraştığı gibi aynı zamanda onu insani sıfatlarla da süslemek için uğraşıyor. Ve aile böyledir. Kadın kocası için, erkek karısı için ve her ikisi çocuklar için ve çocuklar her ikisi için işe yarardırlar.
SABIR MAKAMI
Kadın ve erkek eğer teveccüh ederlerse birbirlerine hizmet vasıtası ve evlat terbiyesiyle sızlama ve inlemeyi birbirlerinden uzaklaştırabilirler. İnsanın cüz'i zatı gibi olan bu sıfatı rezilenin kökünü kurutabilirler. Hatta kuran şöyle buyuruyor: Ancak şunlar öyle değildir: namaz kılanlar, ki onlar namazlarında devamlıdır (ihmal göstermezler). Bu insan başı boştur() alçaktır diyor. Zamanın (. ) (. )
Alçalıp yükselmesinde kendini kaybediyor. (. ) yani başı boşluk sokaktaki çakıl taşları gibidir. Her geçen bir tekme vuruyor oradan oraya yer değiştiriyor. Kuran buyuruyor: bu başı boşluk öyle bir şey-dir ki eğer küçük bir musibete uğrarlarsa feryatları yükselir ve aksine dünya ona dönerse tekebbürü çoğalır. () ahlak ilminde kötü sıfat ola-rak tanıtılmıştır. . Olan kimse küçük bir sözle rahatsız olur.
Eğer ço-cuğu küçük bir terbiyesizlikte bulunursa feryadı yükselir. Bu kötü bir sıfattır ve genellikle insanlarda sık sık rastlanır. Onun karşıt sıfatı sa-bır ve istikamettir ki kuranı kerim onun üzerine çokça tekid etmiştir ve şöyle buyuruyor: Allah, yalnız sabredenlere, mükafatları hesapsız ödenecektir.
Biz herkese hizmeti ölçüsünde sevap veririz. Namazın bir miktar sevabı var, orucun bir miktar sevabı var, hums, zekat hatta cephenin sevabının bir ölçüsü vardır. Ama bir şey vardır ki sevabının ölçüsü yoktur ve o; musibetler karşısında sabretmektir, mülayimetsizlikler karşısında sabretmektir, çocuk terbiyesinde sabretmek, kadının koca-sının kötülükleri karşısındaki sabrı, veya kocanın karısının kötülükleri karşısındaki sabrıdır.
Ve en iyi sabır mahalli, ev muhitidir. Eğer erkek teveccüh ederse, hanımının kötü ahlakından adam olup sabır makamına varmayı başarabilir. Cennetin sekiz kapısı var ve bu kapılardan biri, belaya sabredenlere, musibete, günaha ve ibadetle sabırlı olan kimselere mahsustur. Bunlar o has kapıdan girerler ki en yüce kapılardır zira tüm masum imamlarımız o kapıdan giriyorlar. Çünkü onların musibetleri çoktu ve onlar sabrettiler.
İmam Hüseyin (as) o kapıdan giriyor, muazzam şüheda aileleri eğer sabrederler ve eğer musibetlerine teveccüh eder ve bu musibetlerin eğitici olduğunu bilirlerse o kapıdan girerler. Ve sonuç olarak sahih terbiye eden ve onun zorluklarına sabreden kadın kocasının kötülüklerine karşın onunla uyumluluk içerisinde yaşayan kadın evdeki mülayemetsizliklere karşı sinirlenmeyen etmeyen o kapıdan girecektir.
Bunlardan daha yüce olan insanın bir sıfatı rezileyi yok edebilmesi ve yerine fazilet yerleştirebilmesidir. Bu cennetten de yücedir. Ben kurnazlığın cennete gitmek veya cehenneme gitmemekle olmadığını defalarca söylemiştim. Hz. Ali (as) şiaları sonuçta kabirde, berzah aleminde ve kıyamette bir takım rahatsızlıklarla karşı karşıya gelseler bile cehenneme gitmeleri çok az bir vakadır. Gitseler bile geçicidir.
Kurnazlım cehenneme gitmemek değil zira deliler de cehenneme gitmiyorlar. Kurnazlık cennetlik olmak değil çünkü çocuklar da cennete gidiyorlar. Çocuklar da ölünce cennete gidiyorlar hem de sorgusuz hesapsız, şimdi senin hesapsız cennete gitmen kurnazlık değil. Kurnazlık Allah'ın hoşnutluğunu ele getirmen, onun rızasını kazanmandır.
İnsan öylesi bir iş görerek Allah'ı kalbine yerleştirebilirse işte bu-nun değeri vardır yoksa cennete girmenin değil. Bu dünyada onun kalbi Allah'ın yeri, Allah'ın arşı onun kalbi olursa ". " kimin kalbi Allah'ın arşı olabilir? Allah'ın yeri olabilir? Tahliye () ve tahliye ((: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : )
makamından geçe bilen kimseler, yani rezilet ağacının kökünü kurutabilen ve fazilet ağacını onun yerine yeşertebilen kimseler. Ve doğrusu ev iyi bir üstattır. Geçmek, affetmek ve fedakarlık faziletlerdir ki herkese vermiyorlar dar görüşlülük, kabalık, intikam ruhlu olmak yırtıcıların dahi sahip oldukları sıfatlardır. Ve insanın dar görüşlülükleri, bayağılıkları yok edeceği cimrilikleri yok edeceği yer, ve kendisini fedakarlık geçmek affetmek gibi ziynetlerle süsleyebileceği en iyi yer evidir.
Sahih terbiyenin nasıl olacağı şudur ki asla ve ebediyen işin içinde dayak olmamalıdır. Kuvvetlinin zayıfa galip olması hayvanların kurallarındandır. Kuvvetlinin zayıfa galip olması, karısını dövebilmesi ve dövmesidir. Siz iki hayvanın önüne bir miktar ot dökerseniz kuvvetli olanın zayıf olanı arkaya ittiğini ve otları yediğini görürsünüz. Günün Amerikası, şurevisi, fıransası, ingilteresi, ve sair kudretler gibi. Kuvvetlini zayıfa galip olması onlara hükümferma olmasıdır. Yani işleri mustazafların kanını emmektir.
Eğer bir erkek evde karısını döverse, bu onun üzerine hükümferma kaidesidir. O, hayvandır ne insandır nede Müslüman, eğer kadın yüzde yüz suçlu bile olsa onu vurmamalıdır. Allah korusun eğer ona vururda yüzü kızarırsa bir misgal altın borçlu olur ona. Eğer onu vurur ve bedeni siyah olursa üç misgal altın vermesi gerekir. Kadın yüzde yüz suçlu olsa bile. Meğer kadın dövülür mü? Çocuk sebepsiz dövülür mü? Meğer sövmek olur mu? Bunlar insan işi değil belki yırtıcı köpeklerin işidir.
Reygın ve saddam gibilerin işidir. Bu nedenle kıyamet günü ateşten bir çadır kurulur ve zalim olan herkes, ister karısını döven erkek olsun ister kocasına dil uzatan kadın olsun o çadırın içine götürürler. Rivayetimiz var ki, her kim zalimin mürekkebine su koyar, zalime yardım ederse hepsi o ateşten çadırın içerisindedirler halkın hesabı bitene kadar ve hepsini cehenneme götürürler. Sebebiyse evde karısını dövmesidir.
O eğer reygın olursa dünyayı döver, eğer güçlü bir devlet olursa dünyayı döver. Eğer kudreti dünyaya yeterse, dünyaya, eğer ülkeye yeterse ülkeyi eğer şehre yeter, şehre, eğer kasabaya yeterse kasabaya ve eğer köye gücü yeterse köye zulmeder ve eğer kudreti olmazsa, fakat eşini döver evde çocuğunu döver ve eğer evde karısı ona musallat ise kediyi döver ve bu kediyi dövmekten yola çıkarak zulmün kökünün onda yaşadığını ve eğer dünyaya karşı kudret sahibi olursa dünyayı vuracağı kesin.
Kim müsamaha, bağışlama ve fedakarlık makamını bulabilir? Kim dar görüşlülüğü kendinden uzaklaştırıp onun yerine geniş kalpli (hazimliliği) (sindirimliliği) bulabilir? Kocasının kötülüklerine rağmen uyumluluk gösteren onun sözünü dışarı hatta anne ve babasının yanına götürmeyen kadın.
Kocasının kötülüklerine sabredip Allah'ım senin için sabrediyorum çünkü sen sabrı emrediyorsun diyen, Allah'ım beni bağışla, onu da dövdüğü için bağışla, Allah'ım her ikimizi de hidayet et. Allah'ım bizim her ikimizi cennetlik eyle. Diyen bu kadın () kalp genişliği makamını bulur.
Müsamaha bağışlama ve fedakarlık makamını bulur. Ve Hz. Zehra (sa) ile mahşur olur. Zira hazreti Zehra'nın () kalbi geniştir. Bağışlayıcı müsamahalı fedakardır. Ve üstelik onun fedakarlığı öyledir ki kendi oruç, misafiri de var mübarek eliyle beş ekmek pişirmiş ama fakir kapıyı çalıp: ey nübüvvet ailesi ben dilenciyim imdadıma yetişin deyince kendi ekmeğini veriyor çocuklarının ekmeğini veriyor ve suyla iftar ediyorlar.
Birinci, ikinci üçüncü defa yiyeceklerini veriyor ve suyla iftar ediyorlar. Ve yemeksiz uyuyorlar işte o zaman onların hakkında ayeti kerime nazil oluyor.
Sanma ki ihtiyaçları yoktu, hayır hem de çok ihtiyaçları vardı o ekmeklere açtılar evvel iftar idi. Onlar kendi canları çekmesine rağmen yemeği, yoksula, yetime, ve esire yedirirler.
Eğer bir kadın musibetlere katlanır, belalara katlanır ve eğer bir erkek belalara sabreder evde sabırlı ve fedakar olur müsamaha gösterir, fedakarlık ederse Hz. Ali (as) ile mahşur olur.
Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenler-dir. Bu ayetin çeşitli indirilme sebepleri vardır ki şöyle buyuruyor kendisinin şiddetle ihtiyacı olmasına rağmen () etti. Bir nuzul sebebi şudur: Hz. Zehra hasta idi.
Hz. Ali bir tane nar almıştı bu nar tanesini getiriyordu. Kör bir dilenci de hastaydı Hz. Ali (as) gidip ona başvur-dular ve o: eğer bir nar olsaydı çok iyi olurdu dedi. Hz. Ali (as) o narı kırıp tanelediler ve o körün ağzına koyarak yedirdiler. Hz. Ali (as) ile olmak isteyenlerin bu şekilde olmaları gerekir,
fedakarlık istiyor, müsamaha istiyor ve başka bir ibaretle (teşabüh) benzeme istiyor. Aslında şefaatin manası teşabühtür. Ehli beytin şefaatine nail olmak istiyorsanız eğer, ve eğer kadınlar Hz. Zehra'nın şefaatine nail olmak istiyorlarsa ona benzer olmalıdırlar. Yani müsamaha (, ) fedakarlık ve musibetlere sabır.
Şehit aileleri ! Eğer sabırlı olabilirseniz ne mutlu size. Gönlü yaralı babalar! Gönlü yaralı analar! Yaralılar ve gaziler! Dul kocasız kadınlar! Şehitlerden geriye kalmış yetim çocukları terbiye eden kadınlar! Ne mutlu sizlere ! Zira eğer sizin şehidiniz bir kere şehit oldu evliyalardan evsiyalardan sonraki makama eriştiyse bil ki sen her gün şehit sevabı almaktasın. Eğer o bir kere cepheye gidip şehit olduysa oysa sen ey hanım her gün cephedesin. Sen ey efendi her gün cephedesin.
Her zaman şehit aileleri aklıma geldiği zaman bende deruni bir telatum meydana geliyor. Bakıcısı olmayan bu yetimli kadınların yaşamı müşkildir. Ama insan neticesini hesap edince müşküller kolaylaşıyor. Bu kadın sabrı vasıtasıyla sabır melekesi huyunu bulabileceğini gördüğü zaman, bu şehit anne ve babaları sabır vasıtasıyla () etmemekle tehliye () makamından tehliye makamına geçe bileceğini gördüğü zaman artık iş kendileri için çok kolaylaşır.
Fakirler için yaşamın çok zor olduğu malum şayet imansızlıktan sonra fakirlikten daha kötü bir bela yoktur. Ama hiç biliyor musunuz eğer bu fakir fakirliğe sabreder, eğer kocasının kazancı yeterli değilse sabreder yüzüne vurmayıp bilakis kocasına teşekkür edip ona moral veren bir kadının nereye varacağını biliyor musunuz? Rivayetlerimizde şöyle geçiyor: fakirler kıyamet günü mahşere gelirler ve Allah onlardan özür diliyor,
yani kadın ve çocuklarının refah içinde olmalarını isteyen ama buna gücü yetmeyen erkek, çek ve borçların kendisini daima rahatsız ettiği bu adam çocuklarının refahta olmalarını isteyip ama imkanı sağlanamayan ve bunu kocasının yüzüne vurmayan belki onu teselli eden bu kadın işte bunların makamı mahşere geldiklerinde Allah'ın onlardan özür dilemesidir. Hangi makam bundan daha yücedir. Bu nedenle rivayetlerimiz diyor ki bu fakirler,
musibet çekenler, kıyamet günü Allah onlardan özür dilediğinde o kadar mutlu olurlar ki keşke dünyada iken her gün makasla zerre zerre doğransaydık da bu gün daha yüksek bir makama sahip olsaydık diyorlar. Ama kıyamet gününden daha yüce olan ise dünyada kazanmış oldukları sabır mele-kesidir.
Ev yani mektep, nasıl bir mektep ! İki yönlü, hem sıfatı rezileyi yok edebilir hem de fazilet ağacını kalbinde yeşertebilir. Hanım! Eğer kötü bir kocan varsa Allah için sabret ki yavaş yavaş sabır melekesi sende meydana gelsin ve eğer bu sabır Melekesi sende oluşursa dünyadan ve ahiretten daha hayırlıdır se-nin için.
Efendi! Eğer kötü kavgacı bir hanımın varsa sabret dayanıklı ol. Onun kötülüklerine karşı uyumlu davran ki zamanla yavaş yavaş kendinden söküp atabilesin ve onun yerine sabır . Sini içinde yeşertebilesin. Ve bil ki o bertaraf ettiğin o rezile ve yerine yeşertmiş olduğun fazilet dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Belki cennet ve cennette bulunanlardan bile daha hayırlıdır. Ve Allah da sana selam gönderir Allah sabredenleri selamlar.
7-GECE NAMAZINDAN DAHA YÜCE
Aile teşkilinin bir başka faidesi şudur: ev ve aile teşkili mesciddir ve belki daha yüce zira bir kadının kocasına karşı görevlerinden dolayı kesbetmiş olduğu sevaplar bir erkeğin eşlik görevlerini yerine getirmesi ve çocuk terbiyesi bütün müstehap namazlardan daha yücedir. Hatta gece namazından bile, gece namazının ehemmiyeti oldukça fazladır ve kuranın deyimiyle gece namazının makamı mahmud makamıdır.
Gecenin bir kısmında uyanarak sana mahsus bir fazlalık olmak üzere namaz kıl. (böylece) rabbinin seni övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin. Gece namazı kıl ki Allah sana mahmud makamını versin ve o ma-kama ulaşanlardan başkası o makamı derk edemez. Ama gece nama-zından daha sevap olan kadının gecenin kalbinde uyanıp çocuğunu emzirmesi onu nazlandırarak uyutmasıdır kocasına karşı eşlik görevini yapması ve kocanın karısına karşı eşlik görevlerini yapmasıdır.
Rivayete göre bir kadın ve erkek cenabet guslü döktükleri zaman onların bütün günahları temizlenir. Bir rivayete göre eğer bir kadın ve erkek cenabet guslü dökerlerse her damla su bir melek olur ve kıyamet gününe kadar onlar için istiğ-far eder. Eğer bir kadın hamile olursa aldığı her nefes ibadet,
uykusu ibadet ve hamileliğin zorlukları ibadet olur. Ve çocuğu dünyaya geldiği zaman ise anneden yeni doğmuş çocuk gibi günahsız tertemiz olur. Bu annenin bütün günahları temizlenir. Ve hitap edilir ki ey kadın amellerini baştan al ve artık bundan sonraki yaşamında günah işlememeye dikkat et. Evde karısına yardım eden erkeğin sevabı çoktur.
Hz. Muhammed (sav) Hz. Ali (as) nin evine girdiler ve Hz. Ali'nin mercimek ayıkladıklarını gördüler ve şöyle buyurdular ya Ali eşine yardım etmenin sevabını biliyor musun? Söyledi ve söyledi ve söyledi ve şehit sevabına kadar ulaştırdı. Bir kadın peygamberi Ekrem'in hizmetine şöyle arz etti: ey Allah'ın resulü! Benim bir mesajım var ve bu mesaj sadece Medine kadınlarının değil belki kıyamet gününe kadar bütün kadınların mesajıdır o da şudur:
bu tabaka ayrılığı da nedir? Niçin erkeklerin kadınlara ayrıcalığı var? Peygamber (sav) buyurdular: İslam kadının karşısında erkeğe ayrıcalık tanımıyor, kadın: hanımlar çocuklardan dolayı Cuma ve cemaatlere gidemiyorlar, dini meclislerde şirket edemiyorlar, hasta ziyaretine gidemiyorlar, cenaze törenlerine gidemiyorlar müstehab hacca gidemiyorlar ve hepsinden önemlisi cihada şirket edemiyorlar.
Ama siz erkekler bütün bunları yapıyorsunuz ve bizim yaptığımız tek şey çocuk ve ev bakmak. Peygamber (sav) çok hoşnut olup tebessüm ederek şöyle buyurdular: Medine ve kıyamete kadar gelecek olan kadınların mesajının cevabı şudur: , Buyurdular eğer kadın kocasına karşı görevlerini yerine getirir onu razı ederse onun Cuma ve cemaati, müstehab haccı hasta ziyareti budur. Cihad ve şehadet sevabı vardır. Doğrusu bütün kadınlar esnaf kadın, tüccar kadın, aydın kadın, aydın olmayan kadın, köyüsü, şehirlisi, minber görenler, görmeyenler duanın ucunu kaybettiler ne yapacaklarını bilmiyorlar. Allah ve peygamberinin söylediklerini unuttular.
Rivayete göre eğer bir kadın iftarlık pişirir bir yemek hazırlar ve sofra kurar ve kaldırırsa bunun bir şehid sevabı var kadın sadece her şeyin Mekke'ye gitmekle olacağını mı sanıyor. Bir hanım bana yardım ette müstehab hacca gideyim dedi. Yetmiş haccın sevabını istiyorsan eğer paranı ver fukara ve zayıflara çaresiz-lere sarf edeyim. Şerefli kimselere sarf edeyim zira Hz. Musa ibni Cafer (sa) buyuruyor ki eğer ben bir fakir aileyi bir hafta idare edebilirsem benim için yetmiş hacdan iyidir.
Bu kadının sinirden rengi değişti ve hayır dedi eğer yardım edeceksen et yoksa edemeyeceğim de. Ben Mekke'ye gitmek istiyorum dedi. Biz kadının sevabının kocasına olan görevinde, çocuk bakımında, ev hanımlığında olduğunu unuttuk ve bir erkeğin sevabının karısı ve çocuğu için zahmete katlanarak kazanç sağlaması olduğunu unuttuk. Karısı ve çocukları için zahmete katlanan kimse cephede çaba harcıyor gibidir.
Efendi eğer kadın ve çocukların için çalışırsan, işinin sevabı cephe sevabı kadardır. Hanımın yüzüne tebessüm etmen, ona teşekkür etmen onun için iş yapman bir cennet hurisine dönüşür. Cennet hurilerinin sıradan dünya kadınlarından biri gibi olduğunu sanmayın. Cennet hurileri öylesine güzeldir ki eğer onlardan biri dünyaya gelirse artık dünyanın güneşe ihtiyacı olmaz eğer bir tanesi bu dünyada olursa bütün erkekler aşkından ölürler.
Eve gelince hanımının yüzüne tebessüm eden koca ve kocasını güler yüzle karşılayan kadın ve birbirlerini öven takdir eden sözlerle birbirlerinin kalplerini kazanan eşler kendileri için bir cennet hurisi yaratmışlardır. Öteki dünyada huri kızları, bağ bahçe saray ve daha başka şeyler isteyen herkes kendisi bu dünyada bunları hazırlamalıdırlar.
Peygamberi Ekrem miraç gecesi, cennette çalışanların bazen çalıştıklarını bazen durduklarını gördü Cebrail neden böyle olduklarını biliyor musun dedi ve cevapladı: bu yarım kalmış yerleri tamamlayacak şeylerin dünyadan gelmesi lazım.
ONİKİNCİ OTURUM BEŞİNCİ BÖLÜM EVDE MUHABBET VE RAHMET
MUHABBETİN AFATI
1-ACI HUYLULUK 2-SÖVME VE DÖVME 3-DİL YARASI
EVDE MUHABBET VE RAHMET
Bahsimizin beşinci bölümü evde rahmet ve muhabbet hakkındadır. Belki de sunduğumuz bahislerin hiçbiri bu bahisten daha iyi değildi. Bu nedenle bu mevzu üzerinde daha fazla araştırma yapmamız gerekiyor. Ve ümit ederim ki Hz. İmam Zaman (sa) ın lutfuyla bu faslın konularına amel ederiz.
Muhabbet bu cihanda cazibe kanunu gibidir. Nasıl bu cihan cazibe kanunu üzerine ayakta duruyorsa, ev ve ailede rahmet ve muhabbet üzerine ayakta durmaktadır. Bu cihan zerreden yani atomdan saman yoluna kadar hepsi ama hepsi cazibe kanunuyla ayakta durmaktadır. Eğer cazibe kanunu bir an kainattan kaldırılırsa düzeni birbirine girer ve tabiat cihanı yok olur. Ailede muhabbette aynı şekildedir.
Eğer ev-de muhabbet olmazsa yok olmaya mahkumdur. Eğer ailede muhabbet olmazsa o aile tamamen dağılır. Ve söylemeliyim ki kendisinde mu-habbet olmayan ev azaplı bir kabir gibidir. Kendisinde muhabbet ol-mayan evde hakiki bir yaşam değil belki ölüm vardır. Yavaş yavaş gelen ölüm hem de işkenceyle dolu bir ölüm. Dolayısıyla alemlerin mürebbisi Allah u tealanın lutuflarında biri şudur ki aile teşkil edildiği zaman tabii bir muhabbeti inayet ediyor, tabii bir rahmet ve şefkati inayet ediyor. Kuran şöyle buyuruyor:
Kaynaşmanız için size kendi(cinsel)nizden eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de onun varlığının delillerindendir.
Allah'ın alemdeki nişanelerinden biri aile teşkil etsinler ve birbirleri için sükunet kaynağı olsunlar diye kadını erkek için erkeği de kadın için yaratmıştır. Ve aile teşkili için sizin aranızda muhabbet ve rahmet kılmıştır. Ve ailedeki eksikliği bertaraf etmiştir.
Biliyorsunuz ki her bina için çimento lazımdır ve bir evi yalnızca taş pirket ve demirle yapmakla olmaz belki çimento lazımdır. Evlilik evinin bina edilmesi de aynı şekildedir. Eğer hatırlarsanız ilk günlerde Hz. Rasulullahdan bir rivayet okumuştum buyuruyor ki: (vesali şiye cild 14 saife 3) , Hiçbir bina aile teşkilinden daha faziletli değildir. Ve bu evin çi-mentosu (. ) muhabbet ve rahmettir. Nasıl ki bir binanın yapımında lazım olan şeylerden çimento eksik olursa o yapının viraneden fazla bir şey olmadığı gibi eğer ailede muhabbet olmazsa bir viraneden fazla bir şey değil.
Burada iki bahis söz konusudur. Bir bahis Allah'ın vermiş olduğu bu muhabbeti ne gibi şeylerin yok edeceği ve bir diğer bahis ise ne gibi şeylerin evdeki muhabbeti arttıracağıdır.
A:MUHABBETİN AFATI
1- ACI HUYLULUK
Muhabbeti evden götüren ve muhabbet şişesini kıran ilk şey acı huylu olmaktır. İhtilaf, sertlik, acılık muhabbet şişesini çabuk kırmaktadır. Eğer kadın kocasının önünde dili uzar, kavga ederse daha ilk cümlede erkeğin hislerine darbe indirir. Eğer erkek sert huylu olursa, onun bu bağırması, sertliği daha ilk defada muhabbete darbe indirir. Ve eğer Allah göstermesin eğer bu sert huyluluk her ikisi tarafından devam ederse,
muhabbet şişesinin kırılacağı kesindir. Daha fazlasını söyleyeyim, muhabbet nefrete dönüşür. Taş kalplilik ve katı kalpliliğe dönüşür. Özellikle bu kavga çıkışmalarda dil yarası varsa ve Allah korusun onun yüzüne bir başkasının hayatını vurmak (: ) mesela kadın bir başka erkeğin mutlu yaşamını kocasının yüzüne vurarak bak ne kadar mutlu yaşıyorlar ne iyi bir adam demesi gibi.
Veya erkek bir başka kadını karısının yüzüne vurarak bak komşunun karısı ne kadar iyi demesi gibi. Bu söz o kadar yıkıcıdır ki muhabbeti yıkmakla kalmıyor belki nefret getiriyor, rahmet ve şefkati yok etmekle kalmıyor katı ve taş kalplilik getiriyor. Dikkatli olmalıyız ki bu gibi olaylar yaşamımızda vücuda gelmesin.
2-SÖVME VE DÖVME
Ama sövme ve yakışıksız şeyler ve dayak kesinlikle bizim bahsi-mizle ilgili değildir. Ve tekrar ediyorum eğer bir erkeğin veya kadının dilinde , sövme olursa bu kadın veya erkeğin şahsiyeti yoktur. Allah ve peygamberi ve ehlibeyt onlara küskündür.
Bir şahıs imam sadığın devamlı arkadaşı idi. İmam nereye giderse oradaydı. Bir gün imam sadık yolda idi ve o adam da imamın ardında bu adamın kölesi. Biraz geri kaldı adam seslendi köle duymadı ikinci defa seslendi köle duymadı ve cevap vermedi üçüncü defada sinirlendi ve ya ibnil faile sana sesleniyorum yani ey veledi zina.
Bu adamın dilinden fuhuş ve sövme çıkar çıkmaz imam Sadık (as) durdu ve elini mübarek alnına vurdu, yani matem oldu. Sonra dedi ki: subhan Allah annesine zina iftirasında mı bulundun? Ben şimdiye kadar inanılır biri biliyordum ama şimdi böyle olmadığı malum. Adam ey Allah resulünün oğlu annesi sindi ve müşriktir dedi. İmam şöyle buyurdu acaba her kavmin kendine ait evlilik kanunu olduğunu bilmiyor musun? Artık benimle dost olmaya hakkın yok. Hadisi rivayet eden diyor artık onun imam sadıkla yol yürüdüğünü görmedim. (usuli kafi cild 4. Saife 6)
Bu hadisten nasıl yararlanıyoruz? Eğer bir adam suçlu dahi olsa çocuğuna söverse eğer karısına suçlu bile olsa söverse, eğer bir kadın suçlu dahi olsa kocasına söverse Allah ona küser peygamber efendi-miz Hz. Zehra ve ehlibeyt ona küserler. Ve en başta efendimiz imam Zaman (af) ona küserler. Ve diğer taraftan bu fuhuş mücessem olur ve hem de kötü bir surette mücessem olur. Ve berzah alemi ve kıyamette onun arkadaşı olur ve kıyamette rezil olur.
Aişe peygamber efendimizin yanında oturmuştu iki üç kimse Ya-hudi peygamber efendimize cesarette bulunmak için tebanı etmişlerdi. Onlardan biri geçerken peygambere hitaben samun aleykum yani kılıç (ölüm) üzerine olsun, bu günkülerin deyimiyle sana ölüm(selamun aleykum yani Allah'ın selamı üzerinize olsun)
peygamberi Ekrem buyurdular ki ve aleykum yani söylediğin şey senin üzerine olsun. Ayşe sabretti. İkinci Yahudi geldi ve samun aleykum dedi ve o Hazret aleykum dedi. Üçüncü geldi ve samun aleykum dedi. Ayşe artık tahammül edemedi insaflı olursak tahammül edilecek gibi de değildi. Ya ibnil guredete velhenezir ne diyorsun? Yani ey maymun ve domuzların oğlu ne diyorsun ve bunu ayşe kurandan almıştı zira bu Yahudiler büyük babaları
(cedleri) maymun ve domuza dönüşen kimseler idiler sonuçta ayşe sövdü. Peygamber efendimiz sertleşti rengi değişti ve buyurdu ayişe ne dedin? Ayişe ey Allah 'ın resulü baksana ne yapıyorlar? Peygamber efendimiz buyurdular ki onlar her ne söylediyseler ben cevaplarını verdim bu artık sövmeyi gerektirmiyor. Sonra buyurdular: ayişe ! Bilmiyor musun eğer fuhuş mücessem olursa kötü bir surette müces-sem olur ve insanın arkadaşı olur kabirde. Berzah ve mahşerde insanın munisi olur. Kuran şöyle buyuruyor:
Herkesin iyilik ve kötülük olarak yaptığı her şeyi karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Buyuruyor ki yaptığınız her iyi iş kıyamet günü sizin munis ve yoldaşınız olur ve kötü işler kötü suretlere dönüşür. Ve insan o kadar rezil olur ki kuranın deyimiyle keşke kötü amelimle aramda mesafe çok olsaydı diyor.
Dolayısıyla bir müslümanın edepli olması gerekir. İmam sadığın defalarca şialara yaptığı siparişlerden biri şudur: Ey şia edepli ol öyle bir şekilde davranmalısın ki insanlar imam sadığı böyle şiaları olduğu için taktir etsinler. Şahsiyetli bir hanımın dilinde eş ve çocuklarına karşı ve diğerlerine karşı küfür olması çok çirkin bir olay! Özellikle sınıftaki öğretmenler ve kocasının karşısındaki kadın.
Ve dolayısıyla diyorum ki fuhşu (sövmeyi) bahsimizden çıkarmalıyız. Dayak da aynıdır çünkü o kadar çok günahı var ki rasulü Ekrem minber üzerinde buyurdular ki eğer bir erkek karısının yüzüne bir tokat vurursa, kıyamet günü rezillikten sonra cehenneme gidiyor ve cehennem malikine yetmiş tokat (. )
cehennem azabından onun yüzüne vursunlar diye hitap edilir. Dayak hakiki bir müslümanın işi değil şahsiyetli bir müslümanın işi değil. Şahsiyetli insanın eli uzun değildir. Şimdi eğer kocasını döven bir kadın bulunursa artık bu kadın değil laubali ve ahmaktır. Dolayısıyla biz sövme ve dövmeyi bahsimizin dışında biliyoruz çünkü bunlar fakat muhabbeti değil insaniyeti bile yok ediyor.
3-DİL YARASI
Diğeri dil yarasıdır ki muhabbet şişesini kırıyor. Ve günahı o kadar büyüktür ki imam Sadık şöyle buyuruyor: Alemlerin mürebbisi şöyle buyuruyor:
"Herkim benim dostlarımdan birine ihanet ederse muhakkak ki benimle savaşmak için pusu kurmuştur. Herkim benim velilerimden birine () hakaret ederse benim ile savaşmış gibidir. Ve alemlerin mürebbisi buyurmuştur ki herkim benimle savaşırsa bende onunla savaşırım. Ve Allah'ın kendisiyle savaşacağı kimsenin dünya ve ahiretinin nereye varacağı malumdur. " Bahsimiz: Erkek hanımına bak filanın hanımı ne kadar iyidir kadın kocasına filan kadının kocası ne kadar iyi biz senin evinde hayır mı gördük gibisinden çıkışmaları konusu idi.
Peygamberi Ekrem minberde buyuruyordu eğer bir kadın kocasına biz senin evinde bir hayır görmedik derse bütün hayır amelleri . Olur. Eğer erkek karısına biz senden bir hayır görmedik senden karı mı olur derse bütün amelleri , olur. Yani artık amel defterinde hayır iş olmayacaktır.
Elimizi hakaretten . Çekmeliyiz. Özellikle kadınlardan ve erkeklerden ricam başkasının yanında kocanızı küçük düşürmeyin karınızı küçük düşürmeyin. Bunun günahı çok büyüktür. Dil yarası iki kısımdır biri çabuk iyileşir mesela bir dil yarası vurur ama kalbi fazla yaralamaz kalbi. Bu kabirde bir akrebe dönüşür ama kısa bir süre sonra yok olur gider. Ama bazen dil yarası kılıç gibidir yarası derindir, bu kıyamet gününe kadar ona eziyet edecek bir akrebe dönüşür. Hatta cehennemde bile onu sokar ve onun sokması cehennem ateşinden bile beterdir.
Biri büyük alimlerden birini rüyasında gördü ve halini sordu: el-hamdulillah . Durumum iyidir. Bahçem var, hurim var, sarayım var, başkalarıyla gidip gelmem var, melekler yanıma gelip gidiyorlar ve benim hizmetimdeler. Durumum çok iyi ama sabahtan sabaha bir ak-rep geliyor ve ayağımı sokuyor ve ağrısıyla yarına kadar ki o zaman iki kere geliyor inliyorum. Ne yaptın diye soruldu cevaben bir dil ya-rası vurmuştum tevbe etmeyi unuttum,
hafife aldım tevbe etmedim bu akrebi öldürmedim. Tevbe suyuyla her şey yıkanıp yok edilebilir. Evdeki bütün bere-ketsizlikler yok edilebilir. Ama . Hakaret ederek kalbim rahatladı di-yen kimseye yazıklar olsun. Biri karıma birkaç ağır söz söylemeden oturamıyorum diyordu. Bu ne demek biliyor musun? Yani kabrin ilk gecesinden mahşere kadar bana acı verecek iki akrep iki akrep oluş-turmadan oturamıyorum demektir. Kadın kılıç gibi dil yarası vuruyor sonra da içim rahatladı diyor, hayır hanım!
İçine rahatlık gelmedi kendin için nasıl bir yılan hazırladığını bilmiyorsun! Basiret gözleri olan kimseler bu yılanı görüyorlar boğazına sarılmış ama sen görmü-yorsun. Ne zaman göreceksin? Daha kabre varmadan göreceksin, Az-rail geldiği zaman kuranın deyimiyle o an gözler keskinleşin işte o zaman kocasına vurduğu dil yarasını görür karısına vurduğu dil yara-sını görür siyah bir yılan boynuna dolanmıştır ve bu siyah yılanla kabre girmesi gerektiğini ve kıyamet gününe kadar onun kendisini sokacağını görür, bu dil yaralarının ne kadar yıkıcı ve derin olduğunu görmek gerekir.
Karı ve kocanın teveccüh etmeleri gereken şey şudur: dil yarası, birbirini küçültme özellikle başkalarını önünde, başkasını birbirinin yüzüne , çekmek, muhabbete öyle bir darbe indiriyor ki bazen nefrete dönüşüyor, taş ve katı kalpliliğe dönüşüyor. Yaşam zor ve ev işken-ceyle dolu bir kabir gibi oluyor. Bunun üzerine rica ediyorum sert ol-mayın.
Resulü Ekrem (sav) bir gün minberde şöyle buyurdular: imanın hangi yardım eli hepsinden daha sağlamdır? Yani insanın kurtuluşuna sebep olan ve ondan daha iyisi olmayan şey nedir? Biri ey Allah'ın resulü namazdır dedi, biri oruçtur dedi, bir diğeri zekat, biri Allah yolunda cihad dedi herkes bir şey söyledi ve doğru cevabı veremediler. Peygamber efendimiz (sav) buyurdular ki bu söylediklerinizin hepsi iyidir ama insan için en iyi kurtuluş .
Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir. En iyi kurtarıcı şu-dur ki insan Allah için Müslüman kardeşlerini sevmesi ve İslam düş-manlarını düşman bilmesidir. Yani karısını Allah için sevmelidir şehvetini doyurduğu için değil çünkü o bir müslümandır. Şehveti için karısını sevmek erkeklik değil hayvanlıktır. Ve biz önceden de söylemiştik şehveti doyurma aile teşkilini oluşturan küçük faidelerden biridir. Erkek karısını Müslüman olduğu için sevmelidir.
Ve kadın kocasını Müslüman olduğu için sevmelidir, yoralı gazi veya şehit bir kocası olan kadınlar iftihar etmelidirler. Şehitten çocukları olduğu için övünmelidirler. Erkek karısının seyide olmasından, namaz kılıp oruç tutmasından gurur duymalıdır. Muhammed ibni hekim imam Bakır (as) hizmetinde oturmuştum diyor. Aydın düşünceli beli bükük . Yaşlı bir adam geldi önce imam Bakıra (as) selam verdi sonra herkese teker teker selam verdi sonra ey Allah resulünün oğlu senin yanında oturmak istiyorum dedi imam buyur otur dedi.
İmamın yanında oturdu ve şöyle başladı: ey Allah resulünün oğlu ben sizin helallerinizi helal, haramlarınızı haram biliyorum. Ben sizin dostlarınızı dost biliyorum benim yakınlarım olduklarından dolayı değil belki sizin dostunuz oldukları için. Sizin düşmanlarınızı kendime düşman biliyorum onlarla şahsi bir düşmanlığım olduğundan dolayı değil belki sizin düşmanlarınız olduklarından dolayı benim durumum budur acaba ben kurtuluş ehlinden miyim.
İmamın gözü aydınlandı sevindi ve buyurdular ki hoşnut ol ben babam imam seccad'ın (as) hizmetinde yanında idim biri onun yanına geldi ve bu senin dediklerini söyledi: Ey Allah resulünün oğlu ben sizin helallerinizi helal haramlarınızı haram biliyorum dostlarınızı sizden dolayı dost biliyorum ve düşmanlarınızı sizden dolayı düşman biliyorum. Acaba kurtuluş ehlinden miyim? İmam seccad buyurdular: hoşnut ol ölüm anı, peygamber (sav) gelir,
müminlerin emiri Ali (as) gelir Hz. Zehra (sa) gelir ve imam hasan ve Hüseyin gelirler. Kevser suyundan içip doyacak ve mutluluk ile peygamber efendimizin (sav) Hz. Ali'nin Hz. Fatıma'nın, imam hasan ve Hüseyinin yanına gireceksin. Muhammed ibni hakim diyor ki bu rivayeti imam Bakır (as) ona okur okumaz yaşlı adam şevkle ağlamaya başladı. Ve ey Allah resulünün oğlu bu rivayeti bir kere benim için oku ve imam bakır bir kere daha okudu.
Artık bu yaşlı adam öyle bir deruni telatüm buldu ki bayıldı imam bakır onu ayılttılar ve kendine geldikten sonra teberrük ve teyemmün için ellerini imam bakırın bedenine sürerek kendi bedenini müteberrik etti . Sonra ayrılma izni aldı ve kalkıp gitti. İmam bakır gidene kadar devamlı arkasından baktı ve sonra bize dönerek buyurdular: herkim cennet istiyorsa bu yaşlı adama baksın. Bu rivayet ne diyor? Başkalarını sevin.
Şiadan nefret etmeyin müslümandan nefret etmenin günahı büyüktür. Bu kinler dualarınızın kabul olmamasına sebep olur. Bu kinler ve kavgalar evinizin bereketsiz olmasına sebep olur şehrinizin bereketsiz memleketinizin bereketsiz olmasına sebep olur. Birbirinizi sevin. Müminin alameti kendisi için beğendiğini başkaları için de beğen-mesi ve kendisi için beğenip hoşlanmadığı bir şeyi başkaları için de beğenip hoşlanmamasıdır.
Çocuk bakımı zor iştir sen bir iki saat çocuk bakmak ne kadar müşküldür. Bir gece gündüz çocuk bakamıyorsun eve bakamıyorsun eğer evin merdiveni olursa bir yemek pişirip hazırlamak için en az yüz kere aşağı yukarı inip çıkman gerekiyor. Evde biraz karına yardım et neden yardım etmiyorsun? Hz. Ali'den daha üstün değilsin ya.
Peygamberimiz (sav) Hz. Ali'nin yanına geldi ve onu mercimek ayıklarken gördü. Peygamber efendimiz keçi sağar, süpürge süpürür, ekmek pişirir-lerdi. Biz evde hanımımıza yardım ettiğimiz zaman şahsiyetliyiz an-cak.
Harcama ve masraf zordur, ağırdır, halkla uğraşmak müşkildir, se-nin kocan sabah idareye gidiyor sonsuz beklentilerle müracaat eden bu insanlarla uğraşıyor, işi zordur senin bu kocan senin ve çocuklarının ihtiyaçlarınızı hazırlamak için kesbetmesi gerekiyor bu nedenle insanlarla boş kafa vuruyor ruhen yorgun düşüyor akşam geldiğinde sükunet istiyor, uyku istiyor, rahat bir yer istiyor, senin sertliğin ve kavganla uyumluluk yapamaz,
kendin için sevdiğin şeyi kocan içinde sevmelisin eğer kocan kızarsa sen tebessüm et ve onun yorgunluğunu kalbinden çıkart. Eğer eve geldiğinde karının süslenmediğini senin istediğin elbiseyi giymediğini görürsen görmezlikten gel. Eğer suratı asıksa, surat ekşitiyor ve neşesizse tebessüm et,
o yorgunluğunla tebessüm et. Kendiniz için sevdiğiniz şeyi onun için de sevin. Ve kendiniz için beğenmediğiniz şeyi onun için de beğenmeyin ki Allah'ın bereketi, rahmeti ve rafeti hem dünya ve hem de ahirette kalbinize şamil olsun inşallah.
Bu gün bayramdır hem de büyük bir bayram imam Hasan (as) ın seadetli viladet yıl dönümleridir. Bu büyük bayramı hem kendi tara-fımdan hem de siz azizlerin tarafından Hz. Zehra'nın mukaddes huzurlarına tebriklerimi sunuyorum. Bu gün o hazretin oturumumuza lutuf nazarıyla bakmalarını ve bu oturumdan kabul olunmuş hacetlerle ayrılmamızı ümit ederim. Bu münasebetle bahsin devamından önce imam Hasan (as) dan bir rivayet nakledeyim yaşamımızda örnek olması dileğiyle.
Adamın biri imam Hasanın (as) hizmetine gelerek ondan hacetini yerine getirmesini istedi. İmam Hasan onunla birlikte dışarı çıktılar ve yolda imam Hüseyin (as) a rastladılar. İmam Hasan bu adama neden kardeşime baş vurmadın diye sordu. Onu mescitte itikaf halinde gördüm dedi. İmam Hasan bir cümle söylediler ki hepimizin onu yaşamımızda örneklendirmemiz gerekiyor, buyurdular: , (Bihar cild 74 saife 335) yani eğer ona baş vursaydın ve o hacetini yerine getirseydi onun için bir ay mescitte itikaf etmekten daha sevap idi.
Eğer bir kimse bir müslümanın gönlünü hoşnud ederse sevabı bir aylık itikaftan daha fazladır. Yani bir ay mescide gider, gündüzleri oruç tutar ve ibadet eder, geceleri uyanık olur ve ibadet eder. Yani bir müslümanın hacetini yerine getirmenin bir bu kadar belki fazla sevabı var.
Bunun üzerine hepinizden rica ediyorum elinizden geldiği kadar Allah'ın kullarına yardım edin. İkinci imam, imam Hasan (as) bizim Allah'ın kullarına hizmet etmemizi istiyor. İmam Hasan (as) kocasına hizmet eden kadından ve karısına hizmet eden kocadan hoşnuttur. Şimdiki bahsin devamı:
4-KENDİNİ BEĞENMİŞLİK
Muhabbeti yok eden şeylerden biri enaniyyet (bencillik) ve kendini beğenmişliktir. Eğer bir kadın kendini beğenmiş olur eğer bir erkek mütekebbir ve kendini beğenmiş olursa kendi söz ve davranışını beğenirse tehlikeli bir durumla beraberdir. Ve bilmeliyiz ki kendini beğenmiş kimselerin durumu o kadar tehlikelidir ki kuranı kerim şöyle buyuruyor: peygamberlerin feryadı kendini beğenmiş insanlardan yükselmiştir.
Bunlar enbiyaların işlerine engel oluyorlardı, kendilerinin itaat etmemeleri bir yana enbiyalarında işlerine engel oluyorlardı. Kendini beğenmişlik, tekebbür, , o kadar tehlikelidir ki kuranı kerim şöyle buyuruyor: eğer bir kimse kendini beğenmiş olur eğer bir kimse . Mütekebbir ve olursa onun efal ve sıfatı rezilesi onun zat ve hüviyetinde eser koyar. Ve kendini beğenmiş inatçı biri durumuna gelir ve o kadar inatçı olur ki,
kıyamet günü Allah'ın karşısında bile kendini beğenmişlik eder onu karşısında inatçılık eder kuran şöyle buyuruyor: kıyamet günü, kendini beğenmiş . Ve mütekebbir insanların durumu şudur: onları mahşer safına getirdikleri zaman kendilerini iyi biliyorlar ama hakikatte cehennemliktirler.
Bunlar Allah karşısında ediyorlar ve diyorlar ki Allah'ım sen yanlış ediyorsun biz iyi insanlarız, sonra bir de yemin ederek diyorlar ki Allah'ım kendi hakkın adına yanlış yapı-yorsun biz cennetlik insanlarız sen kendin bizi cehenneme götürmek istiyorsun. Allah onların hepsini yeniden dirilteceği gün, dünyada size yemin ettikleri gibi, ona yemin ederler kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar gerçekten yalancıdırlar.
Buyuruyor kıyamet günü, kendini beğenmişle , kendisinden başka-sını görmeyenler, sadece evde bile olsa tekebbür etmeyi isteyenler kıyamet günü Allah karşısında bile . Ediyor ve onun için yemin ediyorlar. Kadın ve erkeklere kendini beğenmiş olmamalarına dikkat etmelerini sifariş ediyorum. Hanım kocası karşısında kendini beğenmiş olmamalıdır, kendini, kardeşini, anne ve babasını övmemelidir. Cemal ve kemaline nazlanmamalıdır.
Mesela eğer kadın yüksek tahsil görmüş ise veya kifaye okuyorsa, harici ders okuyorsa, kocası karşısında, kendisinde ilmi bir gurur meydana gelmemesine dikkat etmelidir ki eğer kocasına karşı kendisinde ilmi bir gurur, ve enaniyet meydana gelirse bu kadın ilk darbeyi kendisine indirir. Yani kocasının kalbine kurması gereken hükümete artık sahip değil.
Muhabbete darbe indirir. Erkek Allah korusun malına naz etmemelidir, taifesine nazlanmamalıdır. Ve hanımlar başka erkekleri kocanızın yüzüne vurmamaya dikkat edin, kardeşlerinizden dolayı baba ve annelerinizden dolayı nazlanmayın bunlar bütün yanlışlardır. Eğer kocan fakir ama kardeşinin durumu iyi olur veya anne ve baban kudretli olur iseler, her zaman kocana teselli ver ve ona kardeşine anne ve babana karşı öncelik tanı. (üstün tut)
Bir cümle hepinize söyleyeyim halbuki kadınlar erkekler anne ve babaya saygıyı korumalıdırlar, kız kardeşleriyle, oğlan kardeşleriyle, şefkatli olmalıdırlar. Ama her şeyi kocalarına feda etmeleri gerektiğini bilmelidirler. Aynen erkek de her şeyi karısına feda etmesi gerektiğini bilmelidir.
Dolayısıyla başkalarının muhterem olmaları gerektiği halde kocası herkese öncelikli olmalıdır. Hepsi muhterem olması gerektiği halde karısı hepsine öncelikli olmalıdır. Kendini beğenmişliğin kötü dalları vardır ki her dalın acı meyveleri vardır ki onlardan biri muhabbeti başkalarının kalbinden götürmesidir.
KENDİNİ BEĞENMİŞLİĞİN DALLARI
1-MER'E VE CİDAL
Kendini beğenmişliğin dallarından biri mer'e ve cidaldir. Mer'e ve cidal yani insanın kendi sözünü kürsüye oturtmak istemesi ki bu halk arasında çokça görülmektedir özellikle okuma yazması olmayan in-sanlar arasında zor kullanıyor ve zorla kendi sözünü kürsüye oturtmak istiyor. Saçma sapan konuşuyor ama onu başkasına yüklemek istiyor. Mer'e ve cidal yani söz götürüp getirmek. Mürettep söyleyip iki kere duyması,
evirip çevirip iki kere söylemesi ve hiçte kısa gelmemesi. (. ) Bu işin günahı büyüktür o kadar ki ebu derda şöyle söylüyor: Biz üç kimseydik ve dinde mer'e ve cidal ediyorduk yani İslam hakkındaki kendi sözümüzü kürsüye oturtmak istiyorduk. Peygamber efendimiz yanımıza vardılar ve bizim mere ve cidal yaptığımızı görünce mübarek rengi değişti,
ebu derda, ben peygamber efendimizi böylesine azaplı görmemiştim dedi sonra buyurdular: mer'e ve cidal Müslüman işi değildir. Yaşamlarında mere ve cidal bulunan kimselere şefaat etmeyeceğim. Sonra buyurdular ki: bana kendisinden nehyetmem için destur verilen ilk şey şirk ve put perestlikten sonra mer'e ve cidaldir.
İnsaflı olursak çok acı bir rivayettir ve bu yüzde doksanımızın dermansız derdidir eğer fazla olmazsa, kuranı kerim diyor ki mer'e ve cidal şeytandandır ki sana vesvese veriyor. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkin ederler. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz sizde Allah'a ortak koşanlardan olursunuz.
Şeytan kendi dostlarını sizinle mer'e ve cidale tahrik ediyor. Dola-yısıyla yaşamında mer'e ve cidal olan herkes şeytanın kendisinin dostu ve kendisinin şeytanın dostu olduğunu bilmelidir ve yine bilmelidir ki mer'e ve cidal şeytani bir iştir rahmani değil. Mer'e ve cidal kötüdür ama daha da kötüsü evdeki mer'e ve cidaldir.
Yani kadının kocasıyla olan mer'esi ve kocanın karısıyla olan mer'esi. Hanım kocasının önünde sözünü kürsüye oturtmak için ediyor. Veya erkek karısının karşısında aynı tavrı takınıyor. Benlik, yani mer'e ve cidal muhabbeti götürüyor. Dolayısıyla özellikle hanımlardan rica ediyorum yaşamınızda mer'e ve cidal etmeyin kocanızın karşısında sözünüzü kürsüye oturtmayı istemeyin ve eğer kocanın zorlu davrandığını görüyorsan sen kısa kes, uzatma. Erkeklerden rica ediyorum eğer karının cahilane sözünü kürsüye oturtmaya çalıştığını görürsen sen sakin ol kısa kes
2-İNATÇILIK
Enaniyyetin (Benliğin) dallarından biri inatçılıktır. (dik kafalılık) bu kadınlardan bazıları o kadar dik kafalıdırlar ki halkın deyimiyle ayağı yılanın üstündedir ama kaldırmıyor. Ve bazı erkekler öyle inat-çıdırlar ki kuyuya düşmeye hazırdır ama elini işinden çekmeye değil. Ve bu inatçılık çok tehlikelidir.
Kuran şöyle buyuruyor: Halk iki kı-sımdır. Bir kısmı hakkı kabul edenlerdir, hakkı arayanlardır, hakkı buldukları zaman şevkle ağlıyorlar. "Resule indirileni duydukları za-man tanıdıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. "
Diğer bir deste hakkı gördükleri halde kabul etmeyenlerdir. Başla-rına taş yağmasına ateşin onları yakmasına hazırdırlar ama hakka itaat etmeye hazır değiller. Hani ( o kafirler) bir zamanda, "Ey Allah'ım ! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize acıklı bir azap getir!" demişlerdi.
Görünüşe göre () bu hal diliyledir ki kuran naklediyor söz diliyle değil, buyuruyor bir deste vardır ki hakkın yük altına girmiyor, hakkı gördükleri zaman, Allah'ım ateşin, taşın, gökten gelerek bizi yok et-mesine hazırız ama evet demeye hakkın yükü altına girmeye razı değiliz diyorlar.
Kadınlardan bazıları inatçıdırlar ne söylersen yük altına girmiyorlar (kabul etmiyorlar) hak ve hakikati kabul etmiyorlar kesinlikle dinlemiyorlar aynı şekilde bazı erkeklerde böyledirler ve asla dinlemiyorlar ki o ne dedi,
hanımı on dakika, çeyrek saat onunla sohbet etmiştir. Sonra eğer bu adamdan hanımın ne söylediğini sorarsanız cevap veremez. Ama devamlı hayır, hayır, diyor bu hayır diyen adama ne söyledim de hayır diyorsun? Dense yine hayır der. Yapmıyorum diyorsun, ne söyledim ki yapmıyorum diyorsun? Diyor yapmıyorum. Bazıları böyledir işte.
İstismarcılık, istismarcılık çok kötüdür zira günahı ferdi köleliktir, içtimai köleliktir. Allah İngilizlere bu içtimai köleliği getirdikleri için lanet etsin. Ta evvelden vardı ama bu son dönemlerde İngilizler ve sonuç olarak şimdi günümüz dünyası özellikle Amerika ve şurevi bunların içtimai kölelikleri var. Bu kötü bir amel ve büyük günahları vardır. Amerika ve şurevi cehennem uçurumundalar zira istismarcılar ve
istismarcının yeri cehennemin dibidir. Ama bir yerde istismarcılık iyidir, bir kadın kocasının kalbini emri altına alabilirse çok iyidir. Bir adam karısının kalbini emri altına alabilirse çok iyidir. Kadın ve erkek birbirlerinin kalbini kazanmalıdırlar. Eğer bu memleketi emirleri altına aldıysalar çok iyidir. Kocasını nasıl istismar edemeyeceğini bilemeyen kadının vay haline yani kocasının kalbine hükümet etmesi.
Kadının kocasının kalbine hükümet etmesine engel olan şeylerden biri inatçılıktır. Kadının kocasına itaat etmesine engel olan şeylerden biri yine inatçılıktır. Ve bu inatçılığın sizin yaşamınızda olmamasını rica ediyorum. Ve Allah korusun eğer çocuklarınız inatçı iseler biliniz ki onlar hastalar ve onları yavaş yavaş inatçılıktan kurtarmalısınız. Ümit ederim kendiniz inatçı değilsinizdir ve eğer çocuğunuz inatçıysa onu kurtarın.
3-YERSİZ BEKLENTİLER
Enaniyyetin dallarından biri de dolu beklentilerdir. Psikologların çok iyi bir cümleleri var. Diyorlar ki toplumun misalleri, camianın fikri aynasıdırlar. Camiada görülen hikayeler, hatta Ferhatla şirin olayı gibi, Leyla ile mecnun olayı gibi ki bunlar efsaneden fazla bir şey değiller ve bunları çok büyüttüler. Bunlar toplumun fikri yapısını göstermektedir. Bir misal vardır ki kadınlar arasında meşhurdur diyorlar ki et getirmedi köfte istiyor.
Doğrusu bazı erkekler et getirmeden kebap istiyorlar. Bazı kadınların beklentileri çok fazladır halbuki kocasının aylığının çok fazla olmadığını ve idare edemediğini biliyor, mesela aylığı beş bin tümendir ( bir milyon) bayram gecesi olunca beş bin tümenlik bir elbise istiyor kocasından.
Her ne kadar kocası aylığım zaten beş bin tümen nasıl alabilirim böyle bir elbiseyi dese bile kabul etmiyor. Yersiz beklentileriniz olmasın geliriniz kadar harcama yapın. Götürebildiğiniz kadar beklentiniz olsun. Et götürmeden kebap istemeyin köfte istemeyin etli yemek de istemeyin.
Kocasının aylığı az olan kadınlardan ricam bayram gecesi başkaları gibi harcama yapmak gibi beklentiniz olmasın zamanımızda bazı memurlar her işçiden daha fakirdirler şimdi bir kadın kocası reis olduğu için, memur olduğu için halısını değiştirmesi gerektiğini sanıyor. Her ne kadar adam param yok dese bile.
Söylediği tek şey şu ki var, var, var. Bu dopdolu beklentilerin günahı çok büyüktür o kadar ki eğer kadın kocasına gücünün yetmeyeceği şeyleri yükler, eğer erkek karısına gücünün yetmeyeceği şeyleri yüklerse, kıyamet günü Allah u teala da ona güç ve takatının yetmeyeceği şeyleri yükleyecektir. Cehennem ateşi müşkil ve yersiz beklentileri olan insanların yeriyse cehennem ateşidir. Elbette eğer tevbesiz olarak dünyadan giderse.
Kocasını utandıran onun fazla bir mal varlığına sahip olmadığını gördüğü halde onu utandıran kadının günahı o kadar büyüktür ki kıyamet günü Allah u teala ilk önce o ka-dının yüzü suyunu götürür. Ve siz azizler biliyorsunuz ki yüz suyu çok değerlidir. Biri diyordu ki imam Huseyn her şeyi Allah yolunda verdi iki şey hariç biri din diğeriyse yüzü suyu. Yüz suyu çok değerlidir. Özellikle kocanın karısı yanındaki yüz suyu çok mühimdir.
Hanımlardan ricam evde eşlerinizin yüzü suyunu dökmemeniz ve yersiz beklentileriniz olmamasıdır. Kadın erkeğinin nazarında muhterem olmak ister rica ediyorum bu ihtiramı koruyunuz bu şahsiyeti kırmayın ve hanımınızdan yersiz beklentileriniz olmasın. Eşlik görevlerini yerine getirmek, annelik,
ev hanımlığı oldukça müşkil işlerdir. Hanımın vazifesi ki inşallah bu konuda da sohbet edeceğim şudur ki; hem kendisi hem çocukları temiz olmalıdır, ev hanımlığı yapmalıdır, hanımın vazifesi daha kocası gelmeden hazır olmalıdır, sofrayı hazırlamalıdır ve kocası varınca güzel bir ziyafet çekmelidir ona bunlar kadının vazifesidir. Ama bir gün çayın hazır olmadığını görürsen sen hazırla, yemeğin pişmediğini görürsen sen pişir.
Sonuç itibariyle rica ediyorum bir-birinizden yersiz beklentileriniz olmasın. Birbirinize ağır yükler yük-lemeyin. Misal unvanıyla, arabanız iki ten yük yüklenebiliyor siz ona beş ten yüklerseniz belki iki fersah yol gidebilir ama sonuçta durur. Kadının erkeğe yüklenmesi veya erkeğin kadına yüklenmesi iki kim-selik arabaya beş kimse bindirmek gibi olur.
Ve asabı ezilir, asabı bozulan kadının vay haline, neşesi olmayan erkeğin vay haline. Musa ibni Cafer (as) ın sözüyle ne dünyası var nede ahireti. O halde enaniyyetin acı meyvelerindendir biri de karı ve kocanın birbirlerine yüklenmeleri ve yersiz beklentileri olmasıdır.
4-ELEŞTİRİ KABUL ETMEMEK
Enaniyetin dallarından biri diğeri de eleştiri kabul etmemektir. Hanımlardan ricam bu cümleye çok dikkat etmeleridir ki İslam' da gıybet yoktur ama eleştiri vardır. Arkasından veya yüzüne karşı ayıbını alay edercesine söylemeye hayır. Ama düzeltici eleştirilere evet. Ayıpları ayna gibi gösterin. İmam Sadık ayıpsız kusursuz olmasına rağmen şöyle buyuruyor: Benim nazarımda en sevgili kardeşlerim ayıplarımı bana hediye eden kimsedir.
Eleştiri lazımdır ama daha lazım olan eleştiriyi kabul etmektir. Bununla ilgili müşkilimiz var bazen adam hanımının noksanlıklarını söylüyor ama daha lazım olan bu eleştirilerin kabul edilmesi hanımın baş üstüne demesi diliyle değil belki ameliyle yani yarın davranışı değiştirmesi.
Bir erkek evde kötü ahlaklı çocuklarla geçinemiyor ve küfrediyorsa, hanımın vazifesi asabına musallat olarak saygıyla bu davranışın çocukları sarstığını ve onları çaresiz kıldığını söyleyebilmesidir. Bu kadının eleştirisi ama daha lazım olanıysa adamın baş üstüne demesi yani ameli olarak biz evde eleştirmek yerine bağırıp çağırıyoruz. Bizim evlerimizde eleştiri kabul etmede yoktur. Özellikle kadınlar tarafından ve bu oldukça tehlikelidir.
Ve tehlikesi hemen şu ki kadının muhabbetini kocanın kalbinden çıkarır. Kocanın muhabbetini kadının kalbinden çıkarır. Erkek on kere söyleyip de kadın kabul etmezse artık söylemez. Kızar kükrer, hırslanır yavaş yavaş sevgisi suya dönüşür. Hanım on kere söyleyip de kocası kabul etmezse artık söylemiyor ama hırsını yiyor o hırs tuzu su yapan su gibi muhabbeti yok eder.
ON DÖRDÜNCÜ OTURUM BEŞİNCİ BÖLÜM
MUHABBETİ CELBEDEN ŞEYLER BÜYÜK GÖRÜNEN KÜÇÜKLER
1- TEMİZLİK VE NEZAFETE RİAYET ETMEK 2- DOSTLUĞU İZHAR ETMEK (AÇIĞA VURMAK) 3- EVE HEDİYE GÖTÜRMEK İSMEİ () VE SABIRLI KADIN
B-MUHABBETİ CELBEDEN ŞEYLER
Bahsimizin beşinci bölümü muhabbet ve rahmetle ilgiliydi. İki ayrı bahsimiz olması gerektiğini arz etmiştim. Biri muhabbeti yok eden şeylerle ilgiliydi ki bu konuda sohbet ettim. İkinci bahis ise bu günün sohbet konusu olmakla beraber nelerin muhabbeti celb ettiği hakkındadır.
Yani karı ve koca neler yapmalıdırlar ki evdeki tabii muhabbet çoğalmaya yüz tutabilsin hatta yaşlı bile olsalar muhabbet onların evlerinde hükümferma olabilsin. Kadın, çocukları fazla bile olsa gelini damadı olsa bile kocasına olan sevgisi hepsinden önce olmalıdır. Hepinizin yaşamında örnek olabilmesi ümitiyle bir cümle nakletmek istiyorum ki inşallah ondan netice alırız.
BÜYÜK GÖRÜNEN KÜÇÜKLER
Psikologların büyük küçükler diye bir cümleleri var ve bu cümlenin has bir letafeti var. Biliyorsunuz psikoloji ilmi çok has bir bilimdir ve kendine mahsus bir letafeti var, özellikle bazı cümleleri has bir letafetle karşı karşıyadır.
Bu büyük küçükler cümlesidir. Bazı şeyler göze çok küçük geliyor ama bir şahsiyeti karalamak için (ezmek) için çok büyüktürler. Muhabbeti yok etmek için çok büyüktürler. Veya bilakis bir insana şahsiyet vermek için, sevgiyi çoğaltmak için çok büyüktürler.
TEMİZLİK VE NEZAFETE RİAYET ETMEK
İslamda en çok tekid edilen şeylerden biri nezafet meselesidir. Bir insan evinde nezif olmalıdır. Umumi toplantılarda nezif olmalıdır. Topluma girdiği zaman mütezeyyin ve temiz olmalıdır. Bazen birile-rinin bu noktaya muraat etmediklerini görüyoruz, mesela dişlerini fırçalamıyorlar,
ayakları ter kokuyor, her gün yıkaması gerekiyor ama yıkamıyor, çorabı kirli ve pis kokuyor, her gün değiştirmesi gerekiyor ama değiştirmiyor ceketinin yakası elbisesi kirli ama ehemmiyet vermiyor. Bu görünüş itibariyle küçük bir şeydir ama bu küçük şey bir şahsiyeti ezmek için çok büyüktür.
Bir kimse ağzınızın koktuğunu görür çorabınızın koktuğunu görürse, size karşı içinde bir nefret uyanır. Hatta bazen içinden size lanet eder ki niye bu halde mescide geldin. Neden bu halde topluma geldin. Bir kimsenin ceketinin yakasının kirli olması ve görünmesi onun için sade ve basit olabilir,
ama onun şahsiyetini ezmek için çok büyüktür . Ve büyük musibetlerden biri hizbullah namıyla ortaya çıkıp küçük şeyleri büyük yapan şeylere itina etmeyen kimselerdir. Ülkemizin tağuti yönetimi zamanında gençler hippiliğe meyletme Unvanıyla çok çirkin şeylerle uğraşıyorlardı. Ve içtimai şahsiyetlerini yok ediyorlardı. Jölede saçlar, kirli elbiseler hatta çıplak ayaklı veya oldukça pis ayakkabıları vardı.
Bunları inkılabımızda da görüyoruz. Bazen hizbullah adına ayakkabıları o kadar piksi üstünün tozları belli ediyor. , giymiş saçı başı jölide jülide dervişler gibi, sonra da ismini hizbullah koyuyor ve bu hizbi şeytandır hizbullah değil, zira eğer hizbullah olsa Allah buyuruyor ki mürettep ve münezzem olunuz.
Peygamber efendimiz topluma çıkmak istedikleri zaman mutlaka aynaya bakar oldukça tertipli ve düzenli, temiz bir elbiseyle çıkarlardı. Kıymet bakımından pahalı bir elbise değildi İslam buna ehemmiyet vermiyor ama nezafete çok ehemmiyet veriyor. Bazen kadın evde çok jülide bir haldedir. Kocası eve giriyor ve karısının kendisine karşı ne kadar itinasız olduğunu görüyor o kadar ki süslenmesi bir yana saçlarını bile taramamış.
Bu hanımın görüşüyle özellikle çocuğu olan, gelini damadı olan büyük oğlu olan bir hanım için sade bir olay olarak telakki edilmesi mümkündür. Ama muhabbetin yok edilmesi için, kocasının ona ilgisiz olması için, onun üzerine kuma getirmesi için oldukça büyük bir iştir hiçte öyle sade telakki edilecek bir şey değil. Küçük ama bir cihattan büyüktür ve gerçekte biz hepimiz ama hepimiz özellikle zahitler (mukaddesler) bu büyük gösterilen küçüklere itina etmiyoruz.
Mukaddes kadınlar büyük çocukların yanında bu gibi işler yapılmaz gibi yorumlarla kendilerini kocalarının nefret edeceği bir duruma getiriyorlar. Veya mesela adam dişlerini fırçalamıyor. Peygamberi Ekrem'in buyurduğu gibi eğer bir kimse misvak eder de namaz kılarsa namazı yetmiş kat olur. Öyle ki peygamberi Ekrem misvak hakkında buyuruyor ki eğer meşakkatli olacağından korkmasaydım misvak etmeyi vacip kılardım.
Yani vacip olma zeminesine rağmen ağzının kokmasına itinasızdır. Eşinin yanında yattığı zaman birinci defa, ikinci defa, onuncu defa, sabrediyor ama yavaş yavaş onun () i yükselir. Ve eğer yükselmezse bu ağız kokusu kadının kalbinden muhabbeti götürür ve aksine hanımın ağzı kokarsa muhabbeti kocanın kalbinden çıkarır.
Bir kadının bedeninin koku vermesi utançtır. Hem örfi hem de şer-i utanç. Bir erkeğin evde temiz olmaması utançtır. İnsan evde temiz olmalıdır. İçtimada temiz olması gerektiği gibi ve bu temizliğin o kadar ehemmiyeti var ki peygamber efendimize mensuptur ve şöyle buyuruyor temizlik imandandır.
Eğer müslümanı tanımak istiyorsan temiz olup olmadığına bak, eğer temiz değilse islamı noksandır. Ve psikologlar açısından bu he-men şu küçükleri büyük gösteren şeylerdir.
2-DOSTLUĞU İZHAR ETMEK
() Rivayetlerimiz diyor ki eğer bir müslümanı seviyorsanız ona söyleyin (Bihar cild 74 saife 182) veya hatta rivayetlerde okuyoruz ki hanımına onu sevdiğini söyle hanım da kocasına onu sevdiğini söyle-sin. Peygamber efendimiz (sav) buyuruyor ki: eğer bir erkek karısına seni seviyorum derse hiçbir zaman kalbinden dışarı çıkmaz.
Bu söylemek görünüş itibariyle görünüş itibariyle addi bir iştir si-zin birçoğunuz da söylemiyorsunuz zaten. Bu farzla ki hanım kocasını seviyor veya kocası hanımını seviyor. Ama şu ki her gün veya haftada bir kere veya hiç değilse ayda bir kere hanımına seni seviyorum demeye itinasızlık ediyor. Aslında bazı kadınlar bu cümleyi söylemeye utanıyorlar. Bu selamun aleküm ve hürmetler bunun içindir.
Birbirinizle karşılaştığınız zaman selamlaşın, ısının beraberce, birbirinizin hal ve hatırını sorun. Birbirinize sevginizi açıklayın zira İslam Müslümanlar arasında sevgi olmasını istiyor. Gördüğünüz İslam'ın akrabalara gidip gelmeyi tekit etmesi, sılayı rahimi kesmeyi büyük günahlardan hesap etmesi ve gitmemeyi,
temasta bulunmamayı mebğuz bilmesi şunun içindir ki, bu gidip gelmeler muhabbeti çoğaltıyor. Kadın ve erkeklerden ricam sevgilerini birbirlerine açıklamalarıdır.
Yani her gün tebessüm ve neşeyle hanımına seni seviyorum de ha-nım da tebessüm ve neşeyle dünya bir yana sen bir yana, ben seni ka-bul ediyorum, dünyayı bile bana verseler yine seni vermem karşılığında hepsi sana feda olsun dese bu belki küçük bir şeydir ama sevgiyi celp etmek bakımından çok büyüktür.
Rivayet ediliyor ki kadın kocası gelmeden önce kendini süslemeli kocasının sevdiği elbiseleri giymeli sofrayı hazırlayıp hatta tabak kaşıkları dizmelidir ve soğumayacak her şeyi sofraya koymalıdır. Çocukları temiz tutmalı ve susturmalıdır. Muhiti sakin etmeli ve kocasının gelmesine hazır olmalıdır.
Rivayetlerde okuyoruz ki erkek eve gelip kapıyı çaldığında çocuk kapının arkasına gelmesin kapıyı açmak için. Yani kadın kapıyı açmalı tebessüm edip selam vermeli, söyleyip gülmeli, onu sofraya götürmeli ki ve bu yemek kadın ve kocası için leziz olsun. Bu meselelerin bizim yanımızda küçük
sayılması mümkündür kadınların bunlar da neyin nesi diye itiraz etmeleri de mümkün zira bunlar erkeklerin beklentilerini çoğaltır. Evet bunlar küçük şeylerdir ama şahsiyet yükseltmek için, muhabbeti yükseltmek için çok yüce şeylerdir. Ve erkek her ne kadar kötü olursa olsun bu davranışlar karşısında bu gün iyi olmasa bile yarın mutlaka iyi olur. Eğer bu ay kötü ahlakından el çekmezse öteki ay mutlaka kötü ahlakını bırakır.
3-EVE HEDİYE GÖTÜRMEK
Rivayetlerde okuyoruz ki, erkek eve gitmek istediği zaman küçük bile olsa bir hediye hazırlamalıdır. Gam ve üzüntüsünü evin dışında dökmelidir ve hanım kapıyı açıp selam verdiği zaman, selam ver hatta sen ondan önce selam ver tebessüm et. O hediyeyi ona ver. Eğer bir şey aldıysan ona ver. Onu tebrik ve takdir et. Sofraya oturduğun zaman yemeden de yedikten sonra da teşekkür et. Yemek istediğin zaman olmasa bile onu takdir et maşallah de.
Bu görünüş itibariyle küçük olabilir ama küçük şeyleri büyüten bir şeydir ve muhabbeti celp etmek için büyüktür. Kadının bütün yorgunluk ve neşesizliği yok olur gider. Böyle yapmıyoruz bu nedenle evlerimiz soğuk. Muhasebe ettiğimiz zaman bu soğukluğu hanımın vücuda getirdiğini görüyoruz. Bilindiği gibi adam eve geldiği görüyor ki hanım ziynetlenmemiş bir durumda belki de önce keffare vermesi gerekiyor, ki sonra yüzüne bakabilsin.
Diğer yandan hanım kocası eve geldiği zaman o kadar asık suratlı görüyor ki yüzüne bakmaya cesaret bile edemiyor. İki ayda sevgisi olsa bile ikinci ayda yok olup gideceği malum. Adamın aç karnına eve geldiği malum ve önceden de hanımına söylemiştir ben eve geldiğimde yemek hazır olsun.
İlk gün, ilk ay, ilk sene, ikinci sene yemek beklentisiyle eve geliyor ama aç oturuyor sonra da yarı yanmış işe yaramaz bir yemek getirip önüne koyuyor ve teyzenin yemeğini istiyorsan ye istemiyorsan yeme diyor. Neler olacağı malum. Artık adam karısına hediye vereceği yerde güle gül vereceğine eve geldiği zaman karısına bir acı bir feryat dil yarası vurur. Ona göre bu küçük bir şeydir ama muhabbeti kalpten çıkarmak için çok büyüktür. Ve bu küçük şeyleri büyük yapan şeylerimiz çoktur. Eğer gerçekten evinizde ve ailenizde muhabbetin sağlamlaşmasını istiyorsanız bu küçük büyüklere muraat edin.
İSMEİ VE SABIRLI KADIN
İsmei ma'munun veziri idi. Ma'munun kendisi büyük bir şeytan idi. Remizli bir şeytan idi. Şeytani bir alim idi. Diyor ben ava çıktım kafileyi kaybettim. Kötü bir iş ve islama göre haram olan ve Abbasi halifelerinin de yaptığı işlerden biri keyif için ava çıkmak idi. Onların (. ) keyifleri ava çıkmak idi. İsmei diyor kafileyi kaybettim ve çölde kaldım. Uzaktan bir çadır gördüm ve ona doğru hareket ettim genç ve güzel bir kadının o çadırda oturduğunu gördüm.
Ben de çadırın bir köşesinde oturdum o da çadırın o tarafında oturdum. Çok susamıştım ve biraz su ver bana dedim. Renginin kaçtığını gördüm ve kocamdan iznim yok dedi. Sonra dedi ismei! Benim biraz sütüm var öylen yemeği için ben öylen yemiyorum sütü sana vereyim. Sütü getirdi ve ben yedim.
Bir saat kadar oturmuştum ki bir an bu kadında bir telatüm meydana geldiğini gördüm. Kalktı ve ayakta durdu. Uzaktan deveye binmiş birinin geldiğini gördüm ve bu o kadının kocasıydı bana vermediği o suyu çadırın dışına götürdü. Yaşlı ve siyah olan kocası geldi.
Bu adamın bu güzel kadının kocası olduğuna şaşırdım! Bu yaşlı siyahı deveden indirdi daha önceden hazırlamış olduğu bir taşın üzerinde onun ayaklarını yıkadı. El ve ayaklarını yıkadı. Ve saygıyla onu çadıra aldı ve karşısında oturdu. Bu adamın ahlaksızca davranışlarını gördüm ve bu adam ne kadar ahlaksız davransa bu kadın güzel ahlakla karşılık veriyor o ne kadar acı davransa o güzel ve hoşça davranıyordu.
O kadar kötü ahlaklı davranıyordu ki benim sabrım tükendi. Çölün ortasında güneşin sıcağında kalmayı bu çadırda bulunmaya tercih ettim. Çadırdan dışarı çıktım adam o kadar önemsemedi ama kadın misafir olduğum için bana saygısından dolayı vedalaşmak için çadırdan dışarı geldi. Bende çadırın dışında ona dedim hanım! Sana yazık değil mi bu gençlik güzellik ve kemalinle bu yaşlı siyahın kahrını bu şekilde çekiyorsun? Gördüm ki rengi değişti ve şöyle dedi: ismei kocamın arkasından konuşmanı beklemiyordum. Senden benimle kocam arasına kuduret ()
koyacağını beklemiyordum. Sonra şöyle dedi: ben peygamber efendimizden bir rivayet işitmiştim ve ona amel etmek istiyorum, ismei! Dünya her ne olursa olsun geçiyor geçmeyen ahirettir. Bizim ilk kabir gecemiz var, berzahımız var, cennetimiz, cehennemimiz var, o geçmeyen şey ordadır.
Yoksa dünya iyilik ve kötülükleriyle göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. Ben rivayete amel ederek cennetlik olmak istiyorum. Ben peygamber efendimizin şöyle buyurduklarını duydum. Yani imanın iki kanadı var musibetlere karşı sabır nimetlere karşı şükür. Bir Müslüman belalar karşısında sabırlı ve niymetler karşısında ise şükürlü olmalıdır. Ben kocamın kötü ahlakına tahammül ediyorum ki sabrım kamil olabilsin.
Gençlik ve güzelliğimin ve Allah'ın bana verdiği bütün niymetlerin şükrünü yerine getirebilmek için bu kötü ahlaklı kocaya hizmet ediyorum ki imanım kamil olabilsin. Buna Müslüman bir hanım derler. Bazen de aksine görüyoruz ki bazı kadınlardan öyle sözler naklediliyor ki en edepsizlerden dahi nakledilmiyor o sözler.
İki gün önce başkalarını birbirinizin yüzüne çıkarmayın demiştim. O zaman misal vermiştim ki hanım! Filan adam borç ve masraf yö-nünden çok iyidir deme. Size dikkat edin filan adamın karısı çok iyidir demeyin demiştim. Bazen bazı erkeklerin güzellik hakkında bazı yanlışları var mesela hanımına diyor ki bak komşunun hanımı ne kadar güzel sen güzel değilsin. Bu kadının kalbinde ne kadar sevgi varsa yok olacağı malum.
Bir söz bu adamamın nazarında küçük olsa bile muhabbet ve sevgiyi yok etmek için çok büyüktür. Bu cümlenin yerine erkeğin vazifesi karısı onun nazarına göre güzel olmasa bile ne iyi kadınsın ne güzelsin senden iyisini tanımıyorum demesidir. Ve kadın da kocasına ne kadar mert ve iyisin bende senden iyisini tanımadım demelidir.
Ve sonuç itibariyle kadın erkeye erkek de kadına hizmet etmelidir. Kadın kocasını tarif etmelidir koca da karısını ve şanstan yalanın izni verildiği yerlerden biri de bu gibi durumlardır ki erkek karısına ne kadar güzelsin ! Kadın kocasına ne kadar mertsin ne kadar yücesin diyebilir.
Bu küçük şeyler muhabbeti celp etmek için çok büyüktürler. Şahsiyet nazarıyla da böyledir, yani şahsiyetli bir kadın şudur ki kocasına nazar etmelidir. Başkalarına değil. Rivayetlerde okuyoruz ki eğer bir kadın güzel koku kullanarak dı-şarı çıkar ve her bir erkek bunun kokusunu fark ederse melekler bu kadına lanet ederler.
Yine rivayetler diyor ki güzel koku kullanarak dışarı çıkan kadının ayağı her taş ve çakıla değdikçe yer ona lanet eder, melekler ona lanet ederler eve dönene kadar. Hanımlardan ricam dış kıyafetlerini kokusu olan dolaplara veya kokulu elbiseler arasına koymasınlar. Hanımlardan ricam koku sürerek sokağa çıkmamalarıdır. Eğer kokunuzu namahremler duyarsa meleklerin lanetine uğrarsınız, kapı ve duvarların, zemin ve zamanın lanetine uğrarsınız ve bunların şuursuz olduğunu sanmayın. "Onu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız o, çok yumuşak ve bağışlayıcıdır. "
Eğer duyarsa bu sütunun Allah u ekber sedasını insani kulak du-yar. Ama bu hanım eğer kocası için güzel koku sürer ve yatağa girerse melekler sabaha kadar onun hakkında istiğfar ederler. Ve Allah ondan razıdır. Peygamberi Ekrem ve masum imamlarımız ondan razıdırlar ve onun için istiğfar ederler uyanana kadar. Hanımın görüşüne göre bu küçük bir şey olabilir ama muhabbeti celp etmek için büyük şeylerdir.
Hanım! Senin şahsiyetin utanç verici ve beden hatlarını ortaya çıkaracak elbiselerle dışarıya çıkmanda değil, bu şahsiyetsizliktir. Yakin etmelisin ki çarşafın elbisen ne kadar berrak ve elbisen ne kadar açık olursa şahsiyetine daha fazla darbe indirir. Bu açık () ve calib elbise ne kadar ilgi çekici olursa bir o kadar fazla bir darbe indirir. Kuran buyuruyor darbe indiriyor.
İlk cahiliye (devri kadınlarının ) açılıp saçılarak ziynetlerini göstererek yürüyüşü gibi yürümeyin. Yani hanım! Sen Müslüman sen şahsiyetlisin sen her yerin cahili-yet kadınları gibi değilsin, şahsiyetsiz değilsin. Ve sokağa çıktığında elbiselerin ilgi çekmemelidir. Nazarları kendine celp etmemelidir. Suratını örtmelisin suratın nazarları celbetmemeli. Şahsiyetli kadın yani böyle kadındır.
Şahsiyetsiz kadın yani calib kıyafetlerle sokağa çıkan kadın eğer şahsiyetliyse kocası için şahsiyetli olmalıdır. Erkek eğer şahsiyetliyse evde hanımı için calib olmalıdır. Şahsiyetin evde bağırıp çağırmakla kazanıldığını sanıyor. Aslandan korkar gibi ondan korkulmalı, bazen de diyor ki ben bağırıp çağırmalıyım yoksa bana musallat olurlar. Yanlış yapıyorsun bu şeytani bir sözdür. Sen salim ol, kalbi salim ol, sıcak ve yumuşak dilli ol,
karına seni seviyorum de, bütün alem sana feda, ben senin refahta olman için çalışıyorum ve sen refahta olduğun zaman benim bayramımdır. Buna şahsiyetli erkek denir. Evde bağırıp çağırmak şahsiyetsizliktir. Küçüktür ama muhabbeti yok etmek için büyüktür. Hanıma yardım etmek, evde hanım için temiz olmak ve yumuşak dil ile davranmak şahsiyetin nişanesidir.
Peygamberi Ekrem (sav) Ayişenin odasında oturmuş idiler ayişenin kumalarından biri bir tabak yemek getirdiler peygamber efendimiz için. Bu kuma yemek pişirmişti ve canı yemek istemedi peygamber o odada dedi ve bir miktar onun için götürdü. Ayişe kumalık hissiyle aş kasesine ayağıyla vurdu ve kase dışarıya düştü kırıldı ve aş döküldü.
Peygamber efendimiz ayişeye baktı ve buyurdu ki: ayişe neden böyle yaptın? Evvela israf ettin zira aş döküldü. Saniyen israf ettin kaseyi kırdın ve boynuna zemanet . Geldi. Sonra ben bu aşı yemek istiyordum neden oturmadın beraber yiyelim? Sonra buyurdular ki : Ayşe artık böyle işler yapma. Buna şahsiyetli adam derler, sözleriyle vuruyor ama yumuşak bir dil ile şevkatle.
ONBEŞİNCİ OTURUM ALTINCI BÖLÜM
ÇOK EVLİLİK VE NEDENLERİ 1- ZARURİ EVLİLİKLER 2- HEVES ÜZERİNE EVLİLİK 3- . EVLİLİKLER ÇOK EVLİLİK VE NEDENLERİ
Bu günkü bahsimiz çok evlilik ve nedenleri hakkındadır. Bu bahis sırf ahlaki bir bahistir fıhki, içtimai veya başka bir şey değil. Evlilik-ten sonra tekrar yapılan diğer evlilikler kısımlara ayrılır.
ZARURİ İZDİVAÇLAR
Zaruret iktiza eden ilk kısım evlilik şudur: mesela hanım hastadır ve erkeğin cinsel iç güdüsüne cevap vermiyor. Ev işlerini yapamıyor bu durumda kocası başka bir eş seçmeye mecburdur. İslam'ın önemli hükümlerinden biri de zaruri izdivaçtır. Mesihiyyetin böyle çok evlilik gibi bir durumları olmadığı için görülmemiş bir baş ağrısına yakalanmış durumdadır.
Ve bu nedenle bazen iyren konular koymaktalar. Bu zaruri kısımdan olan izdivaç oldukça azdır. Mesela eğer bir kadın doğuramıyor ve kendisi veya kocası bu duruma razı değiller ve çocuk istiyorlarsa ve çocuksuz yaşayamıyorlarsa ikinci kadını almak zaruret iktiza ediyor. Ve bu durumda yani zaruret iktiza eden durumlarda hanımların kendilerinin adım atmalarını tavsiye ediyorum. Ve kendi ruhi yapılarıyla uyumlu olan bir hanımı kocaları için seçmelidirler. Bu zaruret iktiza eden çok izdivaçların ilk kısmı.
2-HEVES ÜZERİNE EVLİLİK
Çok evliliğin ikinci kısmı heves üzerine kurulan evliliktir. Erkek ikinci bir hanımın ayrı bir zevki olduğunu sanıyor nefsani ve ayyaş bir kimsedir. İlk karısını almış ve şimdi ikinciyi alıyor, üçüncüyü alıyor ve eğer gücü yeterse kendine harem hazırlar. Burada arz etmem gereken bir şey var o da şudur:
eğer evlilik heva ve heves için olursa ahlaki yönden tehlikelidir. Zira iç güdülere arzulara uymak, insanı tehlikeli bir vadiye sürükler. Bütün iç güdüler böyledir, ama cinsel iç güdünün bir hususiyeti var. Hiçbir iç güdünün () sınırı yoktur. Yani doyabileceği bir yere varması mümkün değil. Kudretten doyabilmesi,
makamdan doyabilmesi, böyle değil. Cinsel iç güdüyle de eğer tabi olunursa ondan doyuma ulaşmayacaktır. Eğer bir kimse küre-i zemine musallat olsa bile yinede başka kürelere musallat olabilmenin peşindedir ki acaba başka kürelere sahip olabilir mi?
İmam sadığın (as) buyurduğu gibi eğer insan altından bir denize ve gümüşten bir nehre sahip olsa yine doymaz. Ve cinsel iç güdünün başka bir hususiyeti de var ve o kadar tehlikelidir ki beni ümeyye ve beni abbas halifelerinden bazıları ve yine iran sultanlarından bazılarının haremleri vardı.
Halkın kadınlarının peşindeydiler. Bu farzla ki yüz tane güzel ve genç kadını her yerde topluyorlardı. Ve senede hepsine yetişemiyorlardı bile. Yinede genç ve güzel bir kadını hatta halkın kadını olsa bile bulup sahip olmak peşindeydiler. Psikologlar buna çin ruhluluk diyorlar.
Yani ona ne verirseniz verin doymak bilmiyor. Ne kadar su içse doymaması gibi. Cinsel iç güdüde cinsel açlığı buluyor. Nerden meydana geliyor, psikologlar diyor ki eğer göz otlanır eğer insanların kadınlarının peşinde olur Allah korusun eğer kadını hicabı bozuk olur veya hicapsız olur,
ve çapkın ve iffetsiz olursa işte o zaman cinsel iç güdünün açlığı meydana gelir. Bu farzla ki adamın genç ve güzel karısı var ikinci ve üçüncü karısı var yine de çapkınlıktan vazgeçmiyorsa sonuç itibariyle artık doymuyor, doymak bilmiyor. Ve Harun reşit gibi haremler istiyor, haremler yaptığı
zaman bile yine doymuyor. Kadınlara da tehlike alarmı vereyim, kötü hicaplı kadınlara, gözleri kocalarından başka erkeklere takılan kadınlara, psikologlara göre bu kadınlar çok tehlikelidirler. Tehlikeleri de büyüktür. Hatta psikologlar diyorlar eğer kadın bu hale gelirse yani çin ruhluluk bulursa kendi hassas yerlerini dirsekten ve dizden yukarı kısımları sinesini ve bunun gibi yerlerini namahreme göstermeye meyleder.
Bu nedenle bazı edepsiz kadınlar pazara gidip satıcılara yabancı erkeklere kollarını göstermek için kısa kollu elbiseler giyiniyorlar. Bazı edepsiz kadınlar durumlarını o yere vardırdılar ki sokakta renkli çarşafla hatta ço-rapsız oturuyorlar. Ayaklarını namahremin görebilmesi için çarşafını yukarı doğru tutuyor.
Psikologlara göre bu edepsizliğin bir kökü var ve onun kökü cinsel iç güdünün açlığıdır. Bazı yaşlı adamlar cinsel iç güdü yönünden güçsüzdürler ama göz otlatıyorlar eğer satıcıysa günde elliden fazla göz otlatıyor. Ve bu İslam'a göre tehlikeli bir durumdur. Psikolojik yönden de tehlikeli bir durumdur.
Kadınlara parantez içinde bir cümle söyleyeyim inşallah oturumu-muzda öyle bir kadın yoktur. Ümit ederim ki radyonun sesini dinleyen kadınlar arasında da yer almıyorlardır. O da şudur: kadının sokak ve mahallede oturması ve erkeğin sokak veya mahallede oturması çok yanlıştır. Kadın için daha kötüdür özellikle hicabı kötü olursa,
Bilindiği gibi iki üç kadın mahallede oturursa namahremin gelmesine ilaveten aynı zamanda onları görüyor da ve onlar günahın müsebbipleri oluyorlar ve günahı da çok büyüktür. Bilmelidirler ki böyle bir kadın edepsiz ve şahsiyetsiz bir kadındır. Eğer biraz olsun şahsiyetli olsaydı renkli çarşafla .
Çorapsız olarak sokakta oturmazdı. Evde otururdu. Eğer ev işi varsa onları hallederdi çocuklarıyla ilgilenirdi ve eğer işi yok idiyse kitap mütalaa ederdi dini ve içtimai kasetler dinlerdi. Ve muhakkak ki eğer birkaç kadın bir yerde otururlarsa gıybet etmemeleri mümkün değil. Ve işin içinde göz otlatma ve iftira ihtimali
de söz konusu. Bunların üzerine bazı yerlerde adet haline getirilmiş olan bu sokak başlarında mahalle aralarında oturmalar aslında içtimai bir utançtır. Ve onun edepsiz ve şahsiyetsiz olduğunun delilidir. Fasıktır ve Hz. Zehra'nın tarzıyla uyumlu olmadığını bilmelidir. Ve eğer ben Hz. Zehra'nın (as) müridiyim derse katiyyen yalan söylemiştir. Ve Hz. Zehra böyle kadınlardan bıkkındır. O halde ikinci kısımdan olan
çok evlilik heves üzerine yapılan evliliktir. Yani heva ve heves yoluyla ikinci kadını alıyor ve bazen kendini ve başkalarını kandırıyor. Yanlış bir ünvanı da onun üzerine koyuyor, sevap etmek istiyor, o yüzden iki kadın alıyor. Ve sevap edeceği yerde ne musibetleri getiriyor
kendisi için ikinci karısı için ve ilk karısı için çünkü yalancı bir sevap etmek isti-yordu. Ve bu evlilik hevesi bir evliliktir yani bir kimse karısı olduğu halde ve ikinci birine ihtiyacı olmadığı halde ikinci bir evlilik daha yapıyor. Bu ahlak ilmi alilerinin görüşüne göre çok kötüdür. Kötü ol-ması bu cihettendir ki ahlak alimlerinin bir cümleleri vardır ki daha ilk günlerden şakirdlerine sipariş ediyorlar.
Nefsin muştehiyyatına dalmamaya dikkat et. Nefsin muştehiyyatı yani nefsin ricaları seni meşgul etmesin. Çok yememeye, çok yatma-maya dikkat et, tembel olmamaya, çok konuşmamaya dikkat et. Ve sonuç itibariyle cinsel iç güdüde mutedil olmayı hıfzetmeye dikkat et. Bu nedenle ahlaki yönden heves için evlilik, ayyaşlık için evlilik, gösteriş için evlilik yanlış bir iştir ve ilk hanımın vefasıyla uyumlu değildir.
Büyük alimlerin birinden bir cümle naklediyorlar insan şaşırıyor, doğrusu kendini düzeltip yetiştiren insanlar ne kadar ali makamlara varıyorlar ve ne kadar yüce söz ve işleri var. Merhum ağa seyyid ibrahimi gezvini necef mercei taklitlerinden biriydi ve kerbelada yaşıyordu. Talebelerin yanında onun makamı çok fazlaydı. İlmi yönden çok yüksek, takva ve ahlaki yönden yüce bir makama sahip ve talebeler arasında has bir mahbubiyeti vardı.
Fetheli şahın zeyal seltenet (. ) adlı kızı kocasından boşanmıştı ama genç bir kadındı ve artık iranda yaşamak istemedi kerbela etraflarına gitti ve bu nedenle sahipsiz ve koruyucusuz idi. Birini merhum ağa seyyid İbrahim gezvininin yanına gönderdi ki ben sizin elinizin başımın üstünde olmasını istiyorum bu nedenle beni kendinize nikahlamanızı istiyorum ben kendi evimdeyim ve sizinde eliniz benim başım üzerinde olsun.
Merhum seyyid İbrahim cevap verdiler ki benim selamımı zeyalseltenete götür ve deki ben sizinle münasip değilim birbirimizin eşi değiliz. Zira ben yaşlıyım sen gençsin, sen şahzadesin ben talebe, sen varlıklısın ve ben fakir. Öteki gün yine mesaj geldi ki ağa ben senin karın olmakla iftihar ediyorum ben senin elinin başımın üzerinde olmasından iftihar ediyorum ki ismi şu olsun ki ben senin karınım.
Ve maddi yönden ben sizden bir şey is-temiyorum hatta sizin ilk evinizi bile idare ederim. Merhum seyyid İbrahim bu kadının vazgeçmediğini gördüler ve bu nedenle onun eline temiz su döktüler. Dediler ki benim selamımı zeyalseltenete götürün ve ona deyin ki ben kırk yıldır evliyim, karım benim fakirliğime katlandı, benim gurbetime katlandı, zorluklarıma katlandı, kırk yıldan sonra, hanımın evdeki bunca zahmetine rağmen ev hanımlığına,
anneliğine, kocasına karşı olan görevlerine rağmen üstelik bu fakirlik ve gurbet ve vefasıyla onun üzerine kuma getirmem gerekmiyor bu nedenle seninle evlenmeye razı değilim.
Bu konunun bazı beyler için ağır gelmesi mümkündür ama alidir ve anlaşılır bir konudur ve ben ikinci bir kadın almak isteyenlere bir sifarişim var eğer gerçekten sevap işlemek istiyorsanız ikinci kadına yapacağın masrafı evlenmek isteyen genç bir delikanlı ve kıza ver ki birbirlerine vardır onları ve bu ailenin harcını üzerine alırsan bütün sevaplardan daha fazladır. İmam musa ibni Cafer buyurdular ki eğer ben bir hafta bir aileyi idare edebilirsem benim için yetmiş hacdan daha hayırlıdır.
4-EVLİLİKLER
Çok evliliğin üçüncü kısmı () dir. Evliliğin kaynağı nedir? İnsanın bir temayulatı vardır ki bazen doyar bazen doymaz. Sabır-sız tahammülsüz temayul aydın düşünceden aydın olmayan düşünceye götürür. Yani aydın düşünceyle itina edilmezse birinci gün, ikinci gün, onuncu gün ellinci gün yavaş yavaş unutulmaya bırakılır ki psikologlar diyorlar aydın düşünceden aydın olmayan düşünceye gittiği zaman orda olur. Ve bu çok tehlikelidir. O kadar tehlikelidir ki kadın olsun erkek olsun bazen tam manasıyla dünyayı ateşe verir. Nasıl ki dünyanın Siyonist mekteplerinin sahipleri böyle idiler.
Bazen kadın vazifesine amel etmiyor yani dün söylediğim büyük küçüklere Muraat etmiyor. Mesela adam eve geliyor hanımının güler yüzüyle karşılaşacağına onun asık suratıyla karşı karşıya kalıyor. İkinci gün bir de bağırıp çağırmalar duyuyor çocuklarını ölü yıkasın bunlar ne kadar bana zahmet veriyorlar ben artık bıktım böyle yaşam mı olur? Üçüncü gün kocasının gücü yetmeyecek pahalı bir elbise istiyor.
Dördüncü gün aynı şekilde devam ediyor ve bunlar zaman geçtikçe oluyor ve adam ne yapması gerektiğini düşünüyor ve çok evlilik öne çıkıyor ikinci bir kadın alayım belki o beni doyurur diye düşünür. O insanın eline saplanmış bir bıçak gibi insana eziyet verir. Bıçak gibi onun ruhuna eziyet eder.
İkinci kadını alıyor ve ikinci kadının kendisini razı edeceğini sanır bazen ikinci kadının da bir şey yapamadığını görür üçüncü kadını ruhuna saplanmış bıçağı çıkarabilir umuduyla alır. Ve yavaş yavaş göz otlatmalar çapkınlıklar çoğalır. . İffetsizlikler oluşur ki bahsimizin haricindedir. Buna . Çok evlilik deniyor, hanımlardan soruyorum hanım! Çok evlilik kimin suçu? Kendi suçumdur ki kocamı razı etmedim demen gerekir.
İslam'ın söylediğine amel etmedin, psikologların söylediklerine amel etmedin, kadının en büyük görevi olan kocasına karşı görevlerini yerine getirmedin. Büyük küçükleri muraat etmedin. Evdeki eksikliklere surat astın ve şimdi iş buraya vardı kendi amelinin cezasını tat. Ve ben yakin ediyorum ki bu . Çok evlilik kadınların kendi suçudur ve ittifaken yine tehlike alarmı çalan zaruretten gerçekleşen çok evlilik çok az desem öyleyse çok olan ne? Kim kadın için kuma getiriyor? Hanımın çirkin işleri, anlayışsızlığı, kusuru ve sonuç olarak olgun olmayışı.
Tarihi bir ceryanı söyleyeyim eğer gerçekten böyle bir kadın bulu-nursa Çok evlilik bulunur mu bulunmaz mı? Peygamber efendimiz zamanında ümmi selim adında bir kadın vardı. Bu kadın ensardan idi yani Medine ehliydi. İşçi bir kocası vardı ama mütedeyyin idi her ikisi de İslam'ın müridi idiler. Ve vazifelerince davranıyorlardı. Bu kadın ve erkeğin iki üç yaşlarında bir tek çocukları vardı ve hastalandı. Bu adam ev için bir şeyler kazanabilmek hazırlayabilmek için günlük işinin peşindeydi.
Çocuk öğlenden sonra vefat etti. Muhakkak ki ümmi selim çocuğunun yanında oturup ağladı ve bir müddet ağladıktan sonra artık bu çocuğun dirilmeyeceğini düşündü eğer ben kocamın kalbini sızlatırsam, işten geldiği zaman ona çocuğun ölüm haberini verirsem çok acı olacak. Bu nedenle çocuğu bıraktı kocasının göremeyeceği bir yere koydu ve kocasını karşılamak için hazırlandı. Yani giymesi gereken elbiseyi giydi,
yapması gereken ziyneti yaptı. Peygamber efendimizin söylediği şeyi icad etti. Kocası geldi, dün söylediğim gibi kendisi gidip kapıyı açtı ve selam verdi ve ona gülümsedi kocası çocuğu sordu elhamdülillah iyi oldu dedi yalan söylemiş değil çünkü tuğba ağacından süt içmekte. Oturdular deyip güldüler. Yemek yediler ve kadın kendini kocasına sundu. Sabah namazından önce gece namazı için kalktılar her ikisi de gusledip namazlarını kıldılar.
Adam peygamber efendimizin namazına hazır olmak istiyordu. Burası vurma yeridir. Hanım kocasına dedi ki eğer bir kimse senin yanına bir emanet bırakır ve bir müddet sonra benim emanetimi ver derse ve sen ra-hatsız () olur da vermezsen nasıl olur? Çok kötü dedi zira emanete hıyanetin günahı büyüktür ve ben emaneti geri vermem gerekir. Hanım şöyle dedi eğer öyleyse iki üç yıl önce alemlerin mürebbisi sana ve bana bir emanet
inayet etmişti ve dün ikindi vakti geri aldı. Çocuğun öldü. Peygamber efendimiz (sav) ın namazına git ve arkadaşlarına söyle çocuğun defni için gelsinler. Adam elhamdülillah rabbilalemin dedi. Bilmiyorum neden hamd etti ne için hamd ederse yeridir. Ama hepsinden iyi hamd Allah'ın ona vermiş olduğu kadın içindir. Siz hazırda bulunan muhteremlere söyleyeyim özellikle hanımlara ki kuran şöyle buyuruyor: (surei ankebut ayet: 69)
Bizim için iş gören kimseler, sabredenler, bizim yolumuzda çalı-şanlar, onlara büyük mükafat vereceğiz. Nasıl bir mükafat? Kendi yollarımız onlara öğretiriz, bu yüce bir makama ulaşır. Nereye varır bilir misin? Adam mescide geldi. Sanki peygamber efendimiz bu adamın mescide gelmesini bekliyordu. Geldi ve namaz safında oturdu.
Hz. Peygamber efendimiz buyurdular ki falanca dün geceniz mübarek olsun, peygamberin bu cümlesinden bu kadın hemen o gece hamile oldu. Allah ona öyle bir çocuk inayet etti ki fevkalade zekiydi. (dehaydı) hatta kalp ehilleri onun için bir şeyler yazmışlardı. Ve netice itibariyle alemlerin mürebbisi
o gece aldığından daha iyi ve hayırlısını bu karı ve kocaya verdi. Siz hanımlardan soruyorum eğer gerçekten bir kimse ümmi selim olursa kocası üzerine kuma getirir mi? Hayır, hayır, öyleyse eğer ku-ma getirirse bu senin suçundur. Evlilik çoktur dikkat ettiğimiz zamanda bunun kadının suçu olduğunu görüyoruz çünkü kocasına karşı olan görevlerini yerine getirmedi. Annelik etmedi, ev hanımlığı yapmadı.
Sabahın evvelinden çıkıyor mahalleye kendisi gibi birkaç diğerleriyle söyleyip gülüyorlardı. Öğlen olunca eve geliyor, kocası geliyor ve görüyor ki ve kirli, kendisi kirli yemekten bir haber yok. Her şey de bir aksaklık olduğunu görünce de bir kuma getireyim diyor belki biraz temiz olur. Evi düzeltir,
kendini düzeltir, çocukları düzeltir onlarla uğraşır, yetişir onlara. Hindistanın avam fikirlilerinin söylediği gibi başına vurdu. Hem kendisi ve hem de senin başına baş ağrısıyla dolu bir iş getirdi. Sonra bu kadın durmadan inliyor ne diyor? Diyor ki: , Hanım! Talih kilimini siyah ördüler o kimsenin ne demek? Kendin şans kilimini siyah örüyorsun, iyi siyah örme, beyaz ör, kocana karşı iyi bir eş iyi bir ev hanımı, iyi bir anne ol. Bak o zaman kocan yine eşini yenileme fikrine kapılıyor mu? Şimdi durum öyle ki erkekler genellikle birine bile yetişemiyorlar fazlasına nasıl yetişecekler.
Evlenirse eğer senin suçundur çünkü sen kocana karşı görevlerini yapmadın. Bu bedbaht için . Hakaret vücuda getirdin oda evlendi ismini de evlilik koyuyoruz.
7
Aile ve Çocuk Eğitimi Aile ve Çocuk Eğitimi
ONALTINCI OTURUM
ALTINCI BÖLÜM BOŞANMA BAHSİ: BOŞANMANIN KISIMLARI 1- ZARURİ BOŞANMALAR 2- HEVES ÜZERİNE BOŞANMALAR 3- BOŞANMALAR
BOŞANMA BAHSİ
Bu günkü bahsimiz ikinci mevzu üzerine yani boşanma hakkında-dır. İslam'da boşanma en kötü helallerden biri olarak tanıtılmıştır. Ve peygamber i Ekrem'in bu konuda meşhur bir sözleri vardır ki buyuru-yorlar: benim yanımda en kötü şey boşanmadır. Mesihiyyetin aksine ki onlarda boşanma yoktur ama çirkin bir hiyle ile - ki burası söyleme yeri değil - hallediyorlar. Ve durum onların arasında o kadar çoğalıyor ki batı dünyasında acayip bir vahşet hüküm ferma olmaktadır.
İran'da da boşanma () oranını mutalaa ettiğimiz zaman her yıl biraz daha fazlalaşmaya yüz tuttuğunu görüyoruz. Boşanma İslam'da en kötü şeylerden biri sayılmasına rağmen ve bu farzla ki sorumlular boşanmanın gerçekleşmesine muhalif olmalarına rağmen görüyoruz ki yaygın bir duruma gelmiş bizim içimizde.
Hali hazırda İran inkılabının en büyük musibetlerinden biri boşan-manın çokluğudur. Ne kadar sıkıştırılırsa ne kadar vursalar dahi yine de önünün alınamadığını görüyoruz ve günden güne çoğalmaya doğru gidiyor. Neden böyle oldu? Bu mukaddes oturumda ailede ahlak bahsini unvan etmemin sebeplerinden biri şayet bu kanserlik mevzuya cevap verebilmem idi.
İslam'ın nazarında kötü sayılan peygamberin nazarında kötü sayılan bu şeyi belki binde bir önüne geçe bilme ümitiydi. Bu nedenle bu günkü bahsimiz şu ki neden bu kötü sayılan şey bu kadar çoğaldı yayıldı. Nasıl ki evliliği üç kısma taksim ediyorlarsa, boşanmayı da üç kısma taksim ediyorlar.
BOŞANMANIN KISIMLARI 1-ZARURİ BOŞANMALAR
Boşanmaların bir kısmı zaruridir. İslam kanunlarının yüce olması nedeniyle boşanma kanunu da vardır. Gerçi ahlaki yönden kötüdür () ama İslam diyor benim yanımda kötü olsa bile yine de olması gereki-yor. Eli kanser olan kimse gibi o eli kesmelidirler eğer kesmezlerse bütün vücuda yayılır. Bu farzla ki elin sahibi
kesilmesinden rahatsızlık duyuyor ama yine de razıdır hatta elinin kesilmesi için para bile veriyor elini kestiği için doktora teşekkür bile ediyor zira görüyor ki eğer elini kesmezlerse bütün bedeni felç olacak. Zaruri boşanma ise karı koca arasında ahlaki uyumluluk sağlanamadığı zaman gerçekleşir. Boşanmanın gerçekleşmesini engelleyecek, affetme, fedakarlık, müsamaha vb her şeyden sonra yine faidesiz olduğu görüldüğü zaman boşanma gerçekleşir.
Mukaddes bir adam rezil iffetsiz bir hanıma yakalanmış ise veya mukaddes bir hanım iffetsiz laubali bir adama esir olmuşsa iyide bu laubali adamın bu iffetsiz kadının düzelmesi mümkün olmuyorsa çıkmaza giriyorlar ne yapmalıdır? Böyle bir durumda boşanmadan başka çaresi yok yani rengi uymayan bu yamayı kendinden ayırmalıdır. Bu kanserli el kesilmelidir. Bu gibi yerlerde boşanma kanunu İslamî ve içtimai yönden iyi bir şeydir.
Mesihiyyet dünyası defalarca islamdaki boşanma kanununu elbette islamın sahip olduğu larla iyi bir kanun olduğunu ikrar etmiştir. Sonuç itibariyle eğer islamda boşanma kanunu olmasaydı nakıs bir kanun olurdu. Elbette bu kanun artık ayrılmaktan başka bir kanun olmadığı zaman içindir. Kadın iffetsiz olup önü alınamadığı takdirde bu rengi uygun olmayan yamanın bir kenara atılması gerekir. Bir erkek laubali ve ayyaş olup önü alınmadığı
zaman adam hırsız, insafsız, iffetsiz olduğu ve önü alınamadığı taktirde o necip ailenin bu rengi uymayan yamayı kendinden uzaklaştırmasından başka bir çaresi yoktur. Ve bu boşanma zaruridir. Ve oldukça azdır. Yani bu gibi boşanmalar yüzde bir bile değildir. Ve eğer sadece zaruri boşanma olsaydı şayet iran da senede bir boşanma dahi vaki olmazdı. Eğer boşanmaların çoğaldığını görüyorsan başka sebeplerden dolayıdır. Zaruri boşanma değildir.
2-HEVES ÜZERİNE BOŞANMALAR
İkinci kısım boşanmalar heves üzerine olan boşanmalardır. Heves üzerine yapılan evlilikler gibi ki bu mevzuyu bahsetmiştik mesela laubali bir adam bir kadına aşık oluyor ve onunla evlenebilmesi için ilk karısını boşaması gerektiği gibi. Veya nefsine mahkum ayyaş bir adam ikinci bir kadın almak istiyor ve bunun içinde mecburen ikinci karısını boşaması gerektiği gibi. Bundan daha büyük bir musibet bir kadın aşık, nefsine köle ve ayyaş oluyor ve maşuğuna varmak için kocasından boşanıyor. Bunlar heves üzerine yapılan boşanmalardır.
Bunların mukaddes oturumumuzda olabilmesi bir yana kumda bile çok azdır. Ama hepiniz biliyorsunuz ki bu gibi boşanmalar laubali kimseler arasında çokça görülmektedir. Özellikle hanımlar için mütezekkir olmam gereken şey ve rica ediyorum dikkat edin bu heves uğruna boşanmalar, lüks uğruna boşanmalar, aşk uğruna boşanmalar neden kaynaklanıyor? Kadın ve erkeğin iç içe yaşamasından, ister kadın ister erkek tarafından yapılan göz atmalardan, kadın ve erkek arasında geçen gayri zaruri sohbetlerden ve hepsinden önemlisi kötü hicaplılıktan,
hicapsızlıktan kaynaklanıyor. Kötü hicaplı ve hicapsız kadınlar büyük bir zalim olduklarına teveccüh etmelidirler ve kıyamet günü reygınlar ve saddamlarla mahşur olacaklardır. Zira hangi zulüm bekar bir erkeği tahrik etmekten daha büyüktür. Şehvet ateşinin alevlenmesi insanın ateşe atılıp yakılması gibidir. Belki bazen, cinsel iç güdünün ateşi bildiğimiz ateşten daha yüksektir (fazladır) ve hangi zulm bekar bir gencin kötü hicaplı bir kadına bakmasından onun yüzüne, ince çorabına ve sonuç itibariyle onun hassas yerlerine bakıp tahrik olmasından ve .
Günaha girmesinden daha fazladır. Bu gencin günaha girmesi bu kötü hicaplı kadının suçudur, bu hicapsız kadının suçudur. Bir kadın alış verişe gidip alış verişinde cilve yapmasından Allah'a sığınırım. Bazen kadınlar o kadar edepsizleşiyorlar o kadar şahsiyetsizleşiyorlar ki, bir çift çorabı veya bir kumaşı biraz ucuz alabilmek için adeta kendilerini satıyorlar. Kendini satmaktan maksadım zina etmesi değil hayır, sadece namahremin yüzüne gülmesi, şaka edip cilvelenmesi yeterlidir bu kendini satmanın ta kendisidir. Kendini satması sadece zina etmesi değildir,
bu en büyük örneğidir. () kendini satmanın bir kısmı da ince çoraplarla sokağa çıkarak bacaklarını namahreme göstermesidir. Kendini satmanın bir başka örneği mağaza sahibini (satıcıyı) celbetmek için onunla şakalaşıp tebessüm etmesi ve şehvetengiz sözler söylemesidir. Ama bu kendini satan kadın teveccüh etmelidir ki kendisi büyük bir zalimdir. Zira şeytan bu kasibin önüne geliyor ve şeytan geldiği zaman seni onun önünde cilvelendirir,
seni kasibin önünde cilvelen-dirdiği zaman bir o kadar kasibin kalbinde karısının muhabbeti gitmiş oluyor ve bazen boşanmaya kadar götürebiliyor. Bazen şefkatsizliğe bazen () lara bazen çocuklarının felaketine yol açıyor. Çünkü sen kasibin önünde işvelendin ve bu büyük bir zulümdür ve günahı da büyüktür.
Bazen büyük musibetlere sebep olan şeylerden biri aşktır. Bu aşk kanserden beterdir. Hemcins birine duyulan aşk olsun veya ayrı cinse duyulan aşk iki kız olsun veya iki erkek, bir kız bir oğlan olsun veya bir kadınla bir erkek fark etmez. Bilmeliyiz ki bu aşk bir kanser hastalığıdır. Allah korusun eğer bir kimse bu hastalığa yakalanırsa büyük bir felakettir bu. Böyle bir insan her şeye hatta şerefine haysiyetine bile tekme atmaya hazırdır artık. Şiirlerine baş vurduğumuz zaman, tekme atmamız gereken ilk şey haysiyet ve şereftir diyorlar.
Ve nerede bulunuyor? Hepiniz biliniz ki cinsel iç güdüdendir ve şeytanın sizi kandırmamasına dikkat edin. İki erkek veya iki kız bir birlerini seviyorlarsa bile cinsel iç güdüden kaynaklanıyor. Muhabbet adına olsa bile, kardeşlik adına, Allah adına Allah aşkı adına. Müslüman aşkı adına olsa bile bunların hepsi şeytani sözler ve yorumlardır.
Çok az muhabbet halis; Allah içindir. Kanunun hakkı imam sadığın sözüdür ki kendilerine ey Allah resulünün oğlu aşk nereden kaynaklanıyor diye sorulduğunda şöyle cevap veriyorlar: Allah aşkı, Allah'ın muhabbeti kalpten çıktığı zaman başka bir muhabbet başka bir aşk kalpte meydana gelir.
Başkaları da aşkı tarif etmek istedikleri zaman diyorlar "" Bu bir kanser hastalığıdır ki meydana geliyor. Nereden çıkıyor bu hastalık? Temaslardan, özellikle bakışlardan ki bazıları ispat etmişlerdir bedende bir çeşit şualar (. ) vardır ki göz yoluyla içeri girer ve girdiği zamanda aşka dönüşür. Bu nedenle İslam şehvetli gözlerle bakmayın diyor. Hatta eğer yapabilirsen şehvetsiz olaraktan bile namahreme bakma.
Bakma kadınlarla zaruret miktarının dışında temasta bulunma onlarla konuşma, ancak zaruret miktarı. Ve netice itibariyle kuranda ondan fazla ayet hicab hakkında nazil olduğu halde bazen yine buyuruyor ki: hanım kendini süsleme, kendini namahrem karşısında ilgi çekici yapma. Bazen diyor ki hanım! Söz zaruret miktarı olmalıdır.
Bazen diyor ki: Efendi! Hanım! Birbirinize bakmayın ve neticede, işin sonunda ahzap suresinde peygamber efendimize şöyle hitap ediliyor: "Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üzerlerine almalarını ( vücutlarını örtmelerini) söyle. Onların tanınmaması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. "
Ey peygamber! Kadınlarına söyle, bütün Müslüman kadınlarına söyle çarşaflarını üzerlerine alsınlar, yüzünüzü iyi örtün, kadının iffet ve şahsiyeti çarşafındadır. Senin iffet ve şahsiyetin bu çarşafla tanınır.
, sebeplerinden biri şudur ki eğer kadın yüzünü örtmezse bazen biri ona aşık olur ve eğer böyle olursa artık bu rezilliktir. Allah korusun eğer kadın kendisi göz otlatır ve konuşurken dilinin kilidi olmazsa kocası olmasına rağmen aşık olur bazen ve rezillik buradadır ve eğer bunlar bu ayetin , gerçek ve tam örneğidirler () dersek yanlış etmiş olmayız. Bunların üzerine eğer benden bu aşk boşanmalarının nereden kaynaklandığını sorarsanız, neden meydana geldiğini sorarsanız,
diyorum ki hicabı bozuk kadınların suçudur, hicapsız kadınların, konuşmalarına dikkat etmeyen, davranışlarına dikkat etmeyen kadınların suçudur. Hanım ! Sen cazipsin senin çekiciliğin o kadardır ki peygamberi Ekrem ve masum imamlarımız şöyle destur vermişlerdir. Eğer bir kadın öndeyse onun arkasına bakma, peşinden yürüme, bırak gitsin ve fasıla çoğalsın ve o zaman sen hareket et zira kadının cazibesi vardır ve bu cazibe aşka dönüşür aşka dönüştüğü zaman da kadının kendisi aşık olmasa bile rezil olur, bedbaht olur ve aynı şekilde erkek, hatta İslam
o kadar ehemmiyet vermiştir ki buyuruyor eğer bir yerde kadın oturuyor kalktığı zaman soğuyana kadar onun yerine oturmayın ki olmaya Getirir senin için. Benaberin ikinci kısım boşanmalar eğer vaki olursa biliniz ki aşklardan, temaslardan, sözlerden, cazibelerden ve sonuç itibariyle hicapsızlardan ve kötü hicaplılardandır. Ve kadınlardan hicaplarına dikkat etmelerini rica ediyorum. Allah korusun bir kere bir bakışla bir evi yıkarsınız, namahrem erkeğe yapacağınız bir bakışla dünya ve ahiret bedbahtlığına sebep olmuş olursunuz.
Benin akideme göre hiç değilse özellikle kumda kadın ve erkekle-rin otobüsleri ayrılsın en azından arabanın yarısı kadınlar diğer bir yarısıysa erkekler için olsun, Allah korusun namahrem bir erkekle bir kadın bir sandalyede oturmuş ola Allah korusun, bir kadının bir erkekle beraber ayakta durmuş olsun.
Ve onların teması elbiseyle bile olsa bile Allah korusun ki minibüs ve bunun gibi umumi mekanlar tehlikelidir. Hanım! Sen incisin ve pahalı bir inci sandıkta olmalıdır. Ve bu pahalı inci ne kadar örtülse bir o kadar hırsızın ele geçirmesinden mahfuz olur. Ve netice itibariyle Efendi! Hanım birbirinizle konuşmalarınıza dikkat edin. Birbirinize karşı davranışlarınıza dikkat edin. Hatta efendilere söylemeliyim ki eğer Allah korusun hanımın ince çorapla dışarı çıkarsa bu ona aşık olmalarına sebep olur o zaman da işin nereye varacağı malum.
BOŞANMALAR
Üçüncü kısım boşanmalar kompleksli evlilikler gibi boşanmalardır. Ve onun konuları () çok fazladır. Boşanmaların yüzde sekseni bu türdendir. Bu () boşanmalar nereden meydana geliyor? Elbetteki (. ) çok evliliğin meydana geldiği mevaridlerden meydana geliyor. Onun ilki hanımın vazifesine amel etmemesidir.
Amel etmediği zaman da erkek için () olur. Küçük büyükler riayet olunmuyor. "damlaya damlaya göl olur" bu adam için bir () oluşur ve bir adamın oluşunu Allah göstermesin. Hem kadın ve hem erkeklere tehlike alarmı çalıyorum ki. Allah korusun eğer bir kimse . Olursa eşine ve çocuklarına tekme atmaya hazırdır. Her ne kadar ona efendi hanımın çaresiz olur deseler, olsun der. Çocukların çaresiz olur deseler yine olsun derler. Her şeyini çocukları için isteyen bu adam şimdi onlara karşı bir nefret duymakta hanımından kaynaklanmış bir durum.
Birde aksine erkek küçük büyüklere muraat etmiyor yani evde çok soğuk çok kuru onun bu soğuk davranışları yersiz mukaddeslikleri, ölçüsüz cimrilikleri, onun uygunsuz sözleri eğer hanım için olursa çok ince bir yerlere varır. Hanım iffetli olduğuna göre zannetmesin olunca da böyle devam edecek, hayır eğer olursa kocasının taifesine, çocuklarına, şerefine tekme indirir.
İkincisi adamın evde riayet etmemesi. Erkeklerin bilmeleri gere-ken şey kendi vakitlerini taksim etmeleridir. Bir yerlere varabilen herkes kendi vakitlerini taksim ettikleri için muvaffak olmuşlardır. Bazıları o kadar düzenlidirler ki, tuvalete gitme vakitleri bile düzenlidir onların. Abdest almaları düzenlidir.
Evden dışarı çıkmaları düzenlidir. Öğlen yemekleri, akşam yemekleri uyumaları düzenlidir onların, vakitlerini düzene koyan insanlar çok yerlere ulaşırlar ve ilmi yönden bir yerlere varabilen keşif ve icada muvaffak olabilenler düzenli olduklarından dolayı böyledirler.
Bu nedenle evvela kadın ve erkeklerden düzenli olmalarını rica ediyorum. İkinci olarak erkekler vakitlerinin bir kısmını evleri kadın ve çocukları için tayin etmelidirler. Yani kadın haşiyede olmasın. Bazen görüyoruz ki adamın kafası kitap ve kuranda ilimle meşgul, icatla meşgul, çünkü alim bir kimse, onun yaşam metninde olan tek şey ilimdir. Ama diğer bütün meseleler hatta hanım bile yaşamın haşiyesinde yer almaktadır.
İnsanın vakti yok diye çocuklarıyla ilgilenmemesi çok tehlikelidir. Bazı kaşifler sabah gidip akşam geliyorlar. Malumunuz sabah gidip akşam gelen halk ile kavga ve çekişmeli bir gün geçiren bu adam eve geldiğinde yemek yiyip yatmanın peşindedir. Bu hesap defterini eve getirmemesi suretindedir ki hesap defterinin üzerinde uykusu gelmiş olsun. Bu adamın durumunun tehlikeli olduğu malum hem de çok tehlikeli,
o kadar ki onun necip hanımı bir defada nanecip olarak işin içinden çıkıyor. Kendisi mescid ve mihrab ile uğraşıyor ama bir vakit kızı ve oğlunun kabarelerden başı çıkıyor. İnsanın kadın ve çocuklarının yaşam metninde olmamaları mümkün değil. Eğer sekiz saat çalış sekiz saat ibadet et diyorlarsa bu sekiz saatin hepsinde mescide git, mescid ve mihrabla uğraş manasında de-ğil, ama bu sekiz saatten bir saatini hanımına ayır. Adam eve girdiği zaman yapması gereken ilk şey nedir? Çocuklarına teveccüh etmeden hanımına teveccüh etmesidir. Zira o daha yakındır, annedir, eğer ço-cuk öne gelirse onu kucakla ama gözün hanımında olsun. Bunların basit şeyler olduğunu sanmayın.
Bir müddet önce bir kadın üç üvey çocuğunu öldürdü. Üçüncü ço-cuğu öldürürken ki onyedi dikiş iğnesi bu çocuğun bedenine sokmuştu yakalandı ve tutuklandı. Ondan niye böyle yaptın diye sorduklarında şöyle dedi kocam eve geldiği zaman bana ilgi göstermiyor çocuklarla ilgileniyordu bu yüzden onları kıskandım ve öldürme kararı verdim.
Benim ayak diretmem bazen bu gibi olayların meydana gelmesin-den dolayıdır. Bazen bir kadın telefon ediyor ve çocuğu ölmüş bir an-ne gibi ağlıyor. Onun sözlerinden sonra şu neticeye varıyoruz ki onun kocası mali yönden çok iyi, cinsel içgüdü yönünden yine iyi ama bir yetersizliği var o da hanımına ilgi göstermemesi ona kendi vakit ve yaşam metninde yer vermemesidir.
Peygamberi Ekrem buyuruyor ki: eve girdiğin zaman işlerinle uğ-raşmadan önce hanımınla sohbet et bırak sözlerini söylesin. . Etmemelidir ama içindeki dertleri de söylemelidir muhakkak. Sen de dinle ve onun sözleriyle hemen sıçrama ve sözünü yok etme, bırak sözlerini söylesin sonra teselli ver. Şefkatle onun yorgunluğunu ve neşesizliğini yok et. Hanımınla yarım saat dertleş ona teveccüh et, o yarım saatten sonra da çocuklarınla oyun oyna, çocuklara oyun arkadaşı olması gereken kimselerden biri de anne ve babalardır. Eve geldiğin zaman hanım ve çocuklarının oyun arkadaşı olmalısın. Biz bu meseleleri çok basit ve kötü hesap ediyoruz sonra da bir tebessümle üzerinden geçiyoruz, ama bazen bu felçli tutumdan dolayı sertçe yıkılıyoruz. İnsan hanımına yetişmelidir.
Çocukları kötü olan bir adamın hanımı diyordu ki suçlu babalarıdır. Çünkü gece gündüz kafası kitapların içindeydi ve çocuklarla ilgilenmiyordu ve oldular ve kötüleştiler. Nereye gittiklerini nereden geldiklerini sormazdı. Bir talebe ya alim veya herhangi bir kimse, eve geldiği zaman hanımıyla ilgilenmeden onun sözlerini dinlemeden, çocuklarına teveccüh etmeden hemen mütalaayla meşgul olursa zulmetmiş olur,
onların haklarını öldürmüş olur ve başkalarının hakkını öldürmek suretiyle elde edilmek istenen ilmin bereketi yoktur. Zulüm yoluyla elde edilmek istenen ilmin bereketi yoktur. Evet bu adam önce kadın ve çocuklarıyla ilgilenmeli sonra mütalaayla meşgul olmalıdır.
Mütalaayla meşgul olduğu zaman kadın dikkat etmelidir bir saat iki saat geçtikten ve mütalaası bittikten sonra süslenmiş ve neşeli bir halde eğer meyve yoksa hiç değilse bir bardak şerbet veya suyla ona ikramda bulunmalıdır. Bu su temiz bir bardakta, bu bardağı bir tabağın içinde ve tabağı iki eliyle kocasının huzuruna getirip selam vermelidir. Kocasının karşısında oturup meyveyi onun önüne koymalıdır. Onun yüzüne gülümseyerek yorgunluğunu yok etmelidir. Çok büyük şahsiyetlerden birinin hanımı ölmüştü ve çok ağlıyordu biz ona efendi siz neden? Neden Allah'ın mukadderatına razı değilsiniz? Dedik. Razıyım dedi ama içim yanıyor.
Munisimin, ilim beşiğimin elden gitmesine içim sızlıyor sonra bu konuyu söyledi ki mütalaa esnasında yorulduğum zaman bir an görüyordum ki bir çayla geldi biraz kalbimi ele getiriyor çayı bana veriyordu içiyordum ve yorgunluğum çıkıyordu. Mülahaza ettim ki yazdığım bu kitapların merhunu bu hanımdır. Pastör diyor ki eğer icat ettiysem ve topluma hizmet edebildiysem hanımımın yardımıylaydı ki beni yorgunluğumdan kurtarıyordu.
Bunların üzerine binaen eğer Allah korusun bir adam hanımıyla ilgilenmez gece gündüz kazançla meşgul olur, mütalaayla meşgul olursa bu tehlikeli bir durumdur. Olur olduğu zamanda boşanma olur. Yani bu hanım necib olmasına rağmen haysiyetli ve yüce ama artık canına tak ediyor ve mahkemeye gidip boşanıyor.
Hatta çocuklarının mahvolması pahasına olsa bile. Ben rahat olayım da bırak çocuklar mahvolsun diyor. Kadınların muraat etmedikleri bu küçük büyükler boşanmalar, kadınların muraat etmedikleri "küçük büyüklerden " kaynaklanıyor. Bu "küçük büyükler" erkek için olur ve karısını boşar. Erkekler vazifelerince davranmıyorlar ve kadına yaşam metninde yer vermiyorlar. Çocuklara yaşam metninde yer vermiyorlar ve bu .
Boşanmanın öne gelmesine sebep oluyor ki bu boşanmanın örnekleri çoktur. Boşanmaların yüzde sekseninin olduğunu söylemiştim. Adam karısına karşı hoşgörüsüz, kadın kocasına karşı hoşgörüsüz . Allah korusun adam on dakika gecikirse rezillik ayağa kaldırıyor, neredeydin? İkinci karının evine mi gittin? Adam da gidip ikinci bir kadın alıyor, üçüncü kadını da alıyor. Bu kadınlar arasında müşahede ettiğimiz hoşgörüsüzlükler bazen görüyoruz ki erkeklerin arasında da var. Özellikle erkekler arasında çok tehlikelidir ve günahı da çok büyüktür.
Bahsimizin yedinci bölümü kadın ve erkeğin birbirinden bertaraf etmeleri gereken ihtiyaçlardır. Bu günkü mevzuumuz psikolojik yön-den mühim bir bahistir ve rivayetler açısından daha fazla teveccüh edilmesi gereken bir mevzudur.
1-MADDİ İHTİYAÇ - CİMRİLİĞİN KINANMASI
Kadın ve erkeğin evde muraat etmeleri gereken ilk ihtiyaç maddi ihtiyaçdır. Erkek eğer başarabilirse ailesini refah içinde yaşatmalıdır. Eğer erkek zaruri yaşamı temin edebilir, ailesini refah içinde yaşatabileceği halde cimrilik ederse, o aile ev hakkını eda edemediğine ilaveten cimriliğin kınandığı ayet ve rivayetlerin en belirgin göstergesi olur.
Kuran buyuruyor ki cimri olan kimse, cimriliğin kendisi için iyi olduğunu sanmasın bu cimrilik onun için şerdir. Cimrilik ettiği şeyler kıyamet günü demir halkalar olarak onun boynuna takılacak ve bu rezil halde mahşere girecektir. " Allah'ın kereminden kendilerine verdiklerini infakta cimrilik gösterenler sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır. Tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şeyde kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. "
Cimri olan kimseler, infak etmeyenler, evde infak, toplumda infak ve fakir ve zayıflara, şerefli kimselere infak etmemenin kendileri hakkında iyi olduğunu zannetmesinler. Belki şerdir. Zira kıyamet günü cimrilik ettiği o mallar halkalar halinde onun boynuna takılır ve kendisine teveccüh etmemiz gereken şey şu ki cimri kimseler metrutdurlar cimrilik diğer rezil sıfatlar gibi akli yönden kınanmıştır.
Hatta cimrilik cimri kimsenin nazarında mezmumdur ki eğer ona cimri diye hitap edilirse rahatsız olur. Bunun üzerine binaen özetle ev ve toplumda muhabbeti yok eden şeylerden biri de cimriliktir. Eğer erkek cimri olursa yani karısı ve çocuklarını refah içinde yaşatmaya gücü yeter ama yapmıyorsa onun ilk musibeti artık karısı ve çocuklarının yanında bir haysiyeti olmamasıdır.
Ve bazen iş o yere varıyor ki kadın ve çocukları onun ölümünü taleb ediyorlar. Eğer erkek ailesine refah içinde yaşamı temin edebilirse etmelidir. En azından zaruri yaşam ihtiyaçlarını yani yiyecek giyecek, mesken ve evliliği eğer yapabilirse onlar için temin etmelidir. Kızını kocaya vermek ve onun çeyizlerini temin etmek erkeğin vazifesidir. Ve yine çocuğunu okur yazar kılmak oğlunu evlendirmek gerekli masrafları karşılamak ve bu gibi şeylerde cimrilik etmemek erkeğin vazifesidir. Eğer evde maddi ihtiyaç karşılanmazsa çocuklar olurlar.
Allah korusun bazen kadın hırsız olarak işin içinden çıkar. İlk önce hırsızlık kocasının cebinden başlar sonra yavaş yavaş mağaza ve pazarlara dayanır. Allah korusun eğer bir kimse ailesini idare edebilecek durumdaysa ve etmiyorsa çocukları hırsız olur. Ve bu mesatlara dikkat etmelidir.
Kadın da erkeğin maddi ihtiyacını bertaraf etmelidir. Yani kocası-nın yemeğine dikkat etmelidir. Kocasını kendisine ve çocuklarına ön-celik tanımalıdır. Ona yemek yönünden öncelik tanımasına ilaveten özel bir tertiple olmalıdır ki letafeti olabilsin bir kadına yakışır bir şekilde sunmalıdır. Bazen evde meyve vardır, yemek vardır ama kocasına yetmiyor bu kadın cimri değildir ki İslam açısından leim olsun zira cimrilik insanın malını kimseye infak etmemesine denir.
Ama leim cimriden daha aşağılıktır yani kimsenin bir başkasının malını yemesini görmeye tahammülü yoktur. Sizin infakınızın önünü alacak kimseler vardır. Bir leim, fakir bir aileye infak etmenizi engelliyor o kadar vesvese ediyor ki: çocuğunun geleceğini temin etmelisin!
Neden bu kadar infak ediyorsun? Ve bunun gibi sözler infak etmeni engelliyor. Şahıs leimdir. Leim yani aşağılık ama daha aşağılık olan ise başkalarının kendi mallarını yemelerini görmeye gözleri yok. Bazıları böyledirler yani kendi malını başkalarına vermiyorlar ve eğer bir kimse kendi malını başkasına vermek ve hizmet etmek isterse razı olmaz ve eğer o kendi malıyla refah içinde yaşamak isterse buna da tahammül edemez.
Bu adam çok aşağılıktır. Ve eğer kadın kocasına yetişmez ona kıymazsa bu üçüncü kısımdandır. Yani çok leimdir. Leim kocası eve meyve ve yemek götürdüğü halde kocasının malından onu idare etmeyen kadındır. Bu kadın artık kocasından sevgi beklememelidir. Kocasından kocalık görevlerini beklememesi lazım. Kocasının eve karşı sıcak yürekli olmasını beklememesi lazım.
Geçmiş mevzularda bazı erkeklerin dolu dolu beklentileri olduğunu söylemiştim. Halkın dediği gibi et getirmeden kebap istiyorlar. Ama bir vakit adam et alıyor ama bu kadın o kadar leimdir ki kendisi ve çocukları yiyorlar misafirler yiyorlar ama kocasının yemesine razı değil. Böyle bir kadın kıyamet domuz gibi aşağılık bir hayvan suretinde mahşer safına gelecektir. Diyorlar ki domuz bu leamete sahip yani o kadar leimdir ki kendisi yemiyor ama başkasının yemesine de izin vermiyor.
Bu kadına kendi malın olmadığına göre neden kocanın malını ken-disine vermedin? Ve eğer kadın kocasına yetişmezse artık muhabbet beklentisinde olmamalıdır. Belki beklemelidir. Bu koca . Bir kimse olur. Ve eğer ikinci bir kadın alırsa kadın şikayetlenmemelidir. Ve aynı şekilde eğer erkek karısı ve çocuklarını idare edebilecek bir durumda olduğu halde idare etmezse artık sevgi beklentisi olmamalıdır.
Beklentisi şunlar olmalıdır ki kalbi ölmüş, neşesiz, olmuş bir kadın hırsız veya ihanet kar bir kadın. O halde kadın ve erkek bu maddi ihtiyaca muraat etmelidirler. Hani bir kere olmaması ayrı bir sözdür. Adam meyve alamıyorsa kadın beklememelidir. Belki yüzüne vurmamaya dikkat etmelidir.
Ona teselli vermeli ve onun kalbini elde etmeli ve onun mahcup olmasına ve utanmasına izin vermemelidir. Eğer evde bir şey yoksa kocada beklememelidir. Ve eğer yapabilirse kadın ve çocukların zaruri yaşam şartlarını temin etmesi her şeyden önce gelir. Ve bu güzel bir misaldir ki diyorlar "eve reva olan lamba mescide heramdır.
" Eğer bir kimsenin kadın ve çocukları muhtaç olurlar ve zaruri yaşamları olmazsa başkalarına sıra gelmez kadın ve çocukların herkese önceliği var. Bu nedenle rivayetlerimize göre adamın biri öldü ve her şeyini Allah yolunda sadaka verdi. Peygamber efendimiz cenaze namazını kıldılar,
defnettiler gece peygamber efendimize arz ettiler ki o adamın kadın ve çocuklarının yemeği yok o her şeye sahipti Allah yolunda verdi. Peygamber efendimiz buyurdular ki eğer bana söyleseydiniz onun cenazesine namaz kılmazdım. Kadın ve erkekler zaruri yaşama dikkat etmelidirler ki eğer Allah korusun kudretleri olduğu halde idare etmezlerse evde büyük bir tehlike meydana gelir.
2-CİNSİ İHTİYAÇ
İkinci ihtiyaç cinsel ihtiyaçtır. Cinsel içgüdü doyurulmalıdır. Bu tabii bir olaydır. Bu konu geçtiğimiz mevzularda da aydınlandı. Diğer içgüdüleri doyurmamız gerektiği gibi bu içgüdünün de doyurulması gerekiyor. Karısının ihtiyacını gidermek erkeğin üzerine lazım ve vaciptir. Aynı şekilde erkeğin ihtiyacını gidermek de kadının üzerine lazım ve vaciptir. Ve eğer bertaraf etmezlerse rivayet nazarıyla günahı büyüktür.
Peygamber efendimiz buyuruyorlar ki eğer bir erkek yatar ve karısı tesamuh eder bahaneler getirir o tarafa bu tarafa çeker kocasının uyumasını sağlarsa, bu kadın sabaha kadar meleklerin lanetine uğrar. Ve bu kadın ve erkekler için tabii bir haktır. Peygamber efendimizden rivayet edilir ki eğer erkek kadının cinsel ihtiyacını bertaraf etmez ve . Kadın günaha mürtekip olursa, o kadının günahkar olmasına ilaveten bir o kadar kocası da günahkar olur.
Eğer bir kadın cinsel içgüdünün başlangıcında . Temasuh eder, cinsel içgüdünün kendisinde temasuh eder ve Allah korusun erkek çapkın olur günaha girer, erkek şehvetle bakar ama günah kadının amel defterine yazılır. Yani kıyamet günü bu kadın bakıyor amel defterinde çapkınlık, göz otlatma yazılmış olduğunu görüyor.
Allah'ım ben göz otlatmadım diyor. Hitab olunur kocan yaptı ama senin suçun. Zira sen bırakmamalıydın kocan çapkınlık etsin sen onun cinsel ihtiyacını gidermeliydin. İster başlangıç yönünden olsun süslenmek ziynetlenmek gibi ister amel yönünden olsun onun ihtiyacını gidermeliydin. Aynı şekilde eğer Allah korusun erkek ihmalde bulunursa mesela iki karısı var ve bunlardan birine yetişemiyor, adaletli davranmıyorsa günahı çok büyüktür. Ve eğer bu kadın bir ah çekerse bazen bu ah bel kırıcıdır, kök yakıcıdır.
3-ATİFİ İHTİYAÇ
Üçüncü ihtiyaç atifi ihtiyaçtır. Yani insan bir hayvan değildir, bir ağaç değildir, bir sütun değildir. Elbette hayvanın da atifi ihtiyacı vardır. Bazen görüyorsunuz ki bir koyun yavrusu, kedi yavrusu veya bir köpek yavrusu annesinin göğsünü emdiği zaman annesi onu okşuyor. Bu köpek yavrusu, kedi veya koyun yavrusu annesinin göğsünü emerken annesi onun maddi ihtiyacını giderdiği gibi manevi ihtiyacını da gidermiş oluyor.
Yani bedenini yalıyor, başını bedenine sürüyor onu okşuyor ve bu hayvanın yavrusuna gösterdiği şefkat buna delildir ki tabiat ve fıtrat bize diyor ki dikkat etmeliyiz ki insanlar başta olmak üzere atifi ihtiyaçları vardır. Hayvanın atifi ihtiyacı vardır, köpek, yavrusunun maddi ihtiyacına ilaveten atifi ihtiyacı olduğunu da derk ediyor,
bir insan bunu anlamalıdır. Birbirine karşı muhabbet birbirinin ruhi yemeğidir. Bu yemek cismi yemekten daha önemlidir. Allah korusun bir erkeğin muhabbet yetersizliğini, yine bir kadının muhabbet yetersizliğini Allah korusun İslam'da yetim çocuklar için bu kadar sifariş edildiğini görüyorsanız hatta kuranı kerim buyuruyor ki: yetim çocuklara yetişmeyen toplum hakiki Müslüman değildir. (surei maun ayet 1-2)
"Din yalandır" diyeni gördün mü? İşte o yetimi itip kakar. Ey peygamber! Müslüman olmayanı göstermemi dine itikadı olmayanı göstermemi istiyor musun? Yetim çocuklara bakmayanlar, yetim çocukları korumayan toplumlar. Bu toplum hakiki bir Müslüman toplumu değildir. Görünüşte müslümandır. Neden İslam yetim çocuk üzerinde bu kadar ayak diretiyor? Hatta rivayetlerde okuyoruz ki yetim bir çocuk peygamber efendimizin yanına geldiği zaman onu kucağında oturtur başını okşardı ve ona karşı özel bir lutfu olurdu.
Özellikle Hz. Ali (as) yetimlerle çok ilgilenirdi. Azim şehit ailelerine ne mutlu. Ey kocası şehit olan kadın! Kocası ölen kadın! Eğer yetimlere bakarsan sevabın çok fazladır. Rivayete göre eğer bir kimse yetim bir çocuğun başına şefkat elini çekerse onun elinin altından geçen her saç teli sayısınca Allah Teala onun amel defterine hasene yazar. Bu sevap ve sifarişler yetim çocuğun atifi ihtiyacını giderecek başkasının olmayışından dolayıdır. Muhabbet yetersizliği olur ve bu yetersizlik . Oluşturur. Bir erkeğin, bir kadının,
bir gencin bir hanım kızın olmasını Allah korusun çok tehlikelidir. Eğer toplumda olursa cinayet kar olur ve eğer toplumda olmazsa kalbi ölmüş bir duruma düşer. Kalbi ölmüş neşesiz bir kadının kocasına karşı görevlerini yerine getiremeyeceği evine bakamayacağı annelik edemeyeceği malum. Kalbi ölmüş neşesiz bir erkeğin içtimai olamayacağı malum toplumdan atılır.
Ne zaman kadın olur, ne zaman erkek olur? Evde muhabbet yetersizliği olduğu zaman. Çocuğun da muhabbete ihtiyacı var. Çocuğun daha ilk günler-de birkaç iç güdüsü bilfiil vardır bir çok iç güdüleri vardır ama ateş külün altındadır. Mesela cinsel iç güdüsü vardır ama ateş külün altın-dadır mal sevgisi içgüdüsü vardır ama ateş külün altındadır. Ama onun açlık iç güdüsü bil fiil vardır. Yani acıktığında teveccüh ediyor, doyduğunda teveccüh ediyor,
acıktığı zaman annesinin göğsünü em-mesi gerektiğine teveccüh ediyor. Biri de muhabbet taleb etme içgü-düsü okşama içgüdüsüdür. Anne çocuğuna süt verdiği zaman çocuk bir aylık bile olsa çocuğun başını şefkatle okşaması elini çocuğun be-denine sürmesinin ehemmiyeti annenin sütünden daha fazladır. Bir iki aylık bir çocuğa babasının tebessüm etmesi her yemekten hatta annesinin sütünden daha iyidir.
Sizin çocuklarınız muhabbeti istiyorlar evde. Çocuklarının maddi ihtiyaçlarını karşılayan ama atifi ihtiyaçlarını gidermeyen baba insafsız bir babadır, cahil bir babadır, anlayışsız bir babadır. Bazen baba çocuğunu görmüyor zira o dışarı çıktığı zaman çocuk uyuyor, geldiği zaman çocuk uyuyor Bilindiği gibi bu çocuk korkunç bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Baba çocuğuyla oyun oynamalıdır, dizinin üstünde oturtmalıdır.
Şefkat elini onun başına çekmelidir. Babanın tebessümü çocuk için çok değerlidir ve kocanın karısına karşı tebessüm ve muhabbetleri de aynı şekildedir. İnsan muhabbet aşığıdır.
Kuran'ı kerim bu dakik noktaya çok muraat ediyor. Buyuruyor ki; biz Musa'yı alışılmışın dışında dünyaya getirdik ve rivayetlerde oku-yoruzki Firavun erkek çocukları öldürdüğü zaman Musa Firavunun tahtı altında dünyaya geldi ve Kuranın sözüyle Firavunun karısı Hz. Asiyenin eteğinde terbiye edildi (yetiştirildi). Allah onun muhabbetini Firavunun kalbine yerleştirdi Firavun da şefkatli bir baba gibi ona davrandı.
Allahu taala buyuruyor ki Musa (as) benim taht-ı nazarımda terbiye oldu. Bu kadarıyla da yetinmedi on yıl da Hz. Şuayb peygamberin nazarı altında terbiye edildi ve rüşde ulaştı. Ve neticede Allah ile konuşmaya layık olabilecek bir dereceye vardı. Ve peygamber olduğu zaman da Harun'u onun veziri yaptık ki birlikte serseri Firavunu korkutabilsinler ama onunla yumuşak dil ve şevkatle sohbet etmenizi sifariş ediyorum.
"Firavuna gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona tatlı dille konu-şun. Belki o aklını başına alır veya korkar. " Bu ayet bize ne diyor? Her kim olursa olsun insan muhabbete su-suzdur diyor. Bu nedenle İslam bize cinayetkarın öldürülmesi, idam edilmesi gerektiğini söylüyor ama hemen bu yeryüzünde fesat çıkaran, adam öldüren bu cinayetkarı idam edeceğin zaman ona cesaret etmeğe ona hakaret etmeğe hakkın yok hatta idam ipini bu hırsız cinayetkarın boynuna takacak kimsenin hakaret etmeye hakkı yoktur ve eğer
şer'i hakim bunu anlarsa hakaret edeni cezalandırabilir. İnsan her kim olursa olsun muhabbete susuzdur. Bunun üzerine senin hanımın her şeyden önce muhabbet istiyor. Senin kocan her şeyden önce muhabbet istiyor. Bu maddi ihtiyaçtan cinsel ihtiyaçtan çok yücedir. Sizin kızınız muhabbet istiyor, sizin oğlunuz muhabbet istiyor. Bu ikisinden daha önemlisi senin hanımın muhabbet istiyor. Eve girdiğin zaman selam vermiyorsan eğer en azından
tebessümle karşı karşıya gel. Asık suratlı olma ki bütün musibetlerden daha kötüdür. Evde bazen kadın veya erkek en büyük darbeyi ve kamçıyı birbirlerine vuruyorlar. Yani adam bazen nanecip ve dövücüdür ki günahı çok büyüktür ve bu konuda konuşmuştum. Ama birde böyle değil mukaddes zahit bir kimsedir.
Ne dövüyor ne de sövüyor ama küsüyor surat asıyor avamın deyimiyle zehrimar burcu gibi oturmuş. Bu zehrimar burcu eğer karısına yüz kamçı vursa, onun yüzüne bakmaktan daha iyidir bu kadın için ve aynı şekilde bazen kadın sövmüyor, dil uzatmıyor, dövme kudretini de sa-hip değil ama başını önüne eyiyor ve kocasıyla konuşmuyor, küsüyor,
neşesizdir bu yüz kamçıdan daha beterdir ve günahı da yüz kamçıdan daha fazladır ve bu durumdadır ki hanımın davranışı kuma getiriyor üzerine. Bazen erkeğin bir cümlesiyle hanım gitmiştir. Efendi! Zannetme ki eyer hanımın necipse her zaman necip kalır. Eğer muhabbet yetersizliği olursa tehlikededir eğer kızının muhabbet
yetersizliği varsa tehlikededir. Dikkat edin her şeyden önemli atifi ihtiyaçtır ve evde sağlanmalıdır özellikle hanımlar için. Eğer muhabbeti mücessem ederlerse bir hanım olur eyer atifeyi mücessem ederlerse bir hanım olur eyer atifesiz bir hanımınız olursa muhabbetsiz bir hanımınız olursa kocasına kocasına muhabbet etmez çocuklarına muhabbet etmezse bilin ki bu hanım deyildir biliniz ki o çok kötüdür. Kadın daha çok muhabbet etmelidir. Kadın ve erkeye ev muhitini sıcak tutmaları vaciptir. Yani atifi ihtiyacı sağlamalıdırlar.
ONSEKİZİNCİ OTURUM
4-MANEVİ İHTİYAÇ.
Bu günkü mevzumuz dördüncü ihtiyaç yani manevi ihtiyaç hakkındadır. Nasıl ki insanın cismi yönden doyurulması gerekiyorsa ruhi yönden de doyurulmalıdır. İnsan ve hayvan arasındaki fark da buradadır. Hayvanın bir buudu vardır yani sadece iç güdüsü vardır, maddi ihtiyaçları vardır ve eyer çok yükselse atifi ihtiyacı vardır ancak.
Ama insan böyle değil insan iki buudludur buudu maddi ve temayülat ve buudu ruhi ve maneviyat ki ruhu melekuttan kaynaklanıyor ve manevi yönden o kadar yücedir ki alemlerin mürebbisi onu kendine nispet vermiştir ve teşrifi izafeyle buyurmuştur ki: "benim ruhum". (Onu düzenlediğim (insan şekline koyduğum) ve ona ruhumdan üflediğim zaman siz hemen onun için secdeye kapanın. Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secdeye kapanın. ) Meleklere hitap edildi "Benim ruhum " ona üfürüldüğü zaman ona secde edin.
Hayvanlar bu buuda sahip değiller insana ait bir buuddur. Ama o buudu maddi yani temayülat ve içgüdüler hayvanlarda çok daha kuv-vetli ve doyrulması da onlar için cok daha kolaydır. Bu nedenle insa-nın ayrıcalığının ruhuyla ilgili olduğunu söylememiz gerekiyor. Çün-kü iki buudludur iki yemeğe ihtiyacı var, biri cismin yemeği acıkıyor, susuyor, cinsel içgüdü doyurmak istiyor ve neticede onun cismine bağlı olan şeyler doyurulmalıdır. Bu onun cismi yemeğidir ki eğer ona yetişmezse ölür. Aynı şekilde ruhi yönden eyer onun yemeği verilmezse ölür.
Farkı şudur ki eğer cismi yönden ölürse fazla bir ehemmiyeti yoktur ama eğer ruhi yönden ölürse böyle deyil. Kuranı kerim buyuruyor ki: Eğer ruhi yönden ölürse her hayvandan daha aşağılıktır ve cehennem yolunu tutar. "Andolsun, biz cin ve insandan bir çoğunu (sanki) cehennem için yaratmışızdır.
Zira onların kalpleri vardır ama onlarla gerçeği kavramazlar; gözleri vardır lakin onlarla görmezler; kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidirler hatta daha da sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir. "
Buyuruyor ki, eğer ruhun yemegi yeterli olmazsa o cehennem için yaratılmış gibidir. Akibeti cehennemdir. Sonra buyuruyor ki bunun gözü var görmüyor yani hakikati görmüyor. Kuhağı var duymuyor ve dili var ama hakkı söylemiyor kalbi var ama anlamıyor. Sonra buyu-ruyor ki bu hayvandan daha aşağılıktır.
İpek böceği gibi kendi gafle-tinde ölene dek çırpınır. , Ruhi yemeğin yetersizliğinden ruhu ölen bu insan eğer bu ayeti kerimenin beyanından dolayı gece gündüz ağlarsa yeridir. " Çünkü Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. " ( yani hakkı işitip kabul etmeyen kafirlerdir. )
Her canlı varlıktan daha aşağılık olan kimse ruhu ölen kimsedir. Aklı olduğu halde taakkulu olmayan kimsedir, fikri olup tefekkürü olmayan kimsedir, yani onun ruhu ölmüştür ve bu gibi ayetler Kuranı kerimde oldukça fazladır ki eğer insan ruhi yönden ölürse çok tehlikeli bir durum ortaya çıkar.
Ve eğer yemeği yetersiz olursa ölür. Nasılki bazen bu cism hastalanır ve hastalık insan için zordur. Peygamber efendimizin sözüyle: iki niymet insanlar için meçhuldür: sağlık ve emniyet.
Hakikaten iki büyük nimettir insan eğer hastalanırsa her şeyden arkaya kalır. Ama bazen cismi salimdir kuhu hastadır kuranın deyi-miyle . Kalp hastadır ruh hastadır. Eğer ruh hastalanırsa Kuran buyu-ruyor ki: durumu o kadar tehlikelidir ki kuranın karşısında ediyor. Peygamber efendimiz ve imamlarımızın karşısında ediyor.
Ve kuranın sözlerini kendisi ve menfaati için yorumluyor. Ali İmran suresinin evvelinde buyuruyor ki: Bu kuranın muhkem ve müteşabihleri vardır. " İşte kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun te'viline yeltenmek için müteşabih ayetlere yapışıp, onlarla uğraşıp dururlar. "
Ama hastalığı olanlar Kuranın müteşabih ayetlerinin peşindeler. Bir fitne icadetmek için veya Kuranı kendi menfaatleri doğrultusunda tefsir etmek için bir rivayet bulup kendi menfaatleri doğrultusunda tefsir etmek için o tarafa bu tarafa dönüp duruyorlar.
Büyüklerden bir kelam bulup kendi menfaatleri doğrultusunda yo-rumlamak için o tarafa bu tarafa dönüp duruyorlar ve netice itibariyle ruh hastalandığı zaman bu cismin hastalığı gibi değildir artık. Bu artık Kuranla savaşan bir tür hastalıktır. Bu nedenle Kuranı kerim buyuruyor ki ben şifayım ama runi hastalıklar için hasaretten başka bir şey değilim.
Ben şifa ve rahmetim ama zalim için - hastalığı olan kimse için- hesaretten başka bir şey değilim. Kavun ve armut çok iyidir ama me-sela midesinde yara olan biri onu yerse eğer mide kanaması geçirmese bile en azından bir mide ağrısı muhakkak çeker. Kuranı kerimin ayetleri çok cazip ve fayalıdır
ama ruhi hastalığı olan biri için armutun mideyle olan durumu gibidir ve bu nedenle ayet onun için zararlıdır. Binaenaleyh eğer bir kimsenin ruhu hasta olur, eğer bir kimsenin ruhuna yemek yetişmez ve ruhu ölürse tehlikeli bir durum ortaya çıkar. Bu bir buud olur ama tehlikeli bir buud. Koyun gibi değil ki bir buudlu ama faideli olsun belki kanser mikrobu gibidir. Bir buuddur ki halk için çok tehlikeli. Ruhu ölen kimse fakat kendisi için değil toplum için de tehlikelidir.
Kadın ve çocukları için de tehlikelidir. Bu nedenle kendisine teveccüh etmemiz gereken şey evdeki manevi ihtiyaçlardır. Erkek karısının maneviyat ve kemal yönünden yükselmesine dikkat etmelidir. Kadın kocasının maneviyatı için gereken zemineyi hazırlamaya dikkat etmelidir.
Kadın ve erkek her ikisi çocukların maneviyatlarının yükselmesine dikkat etmelidirler çocukların ruhuna dikkat etmelidirlerler ki Allah korusun eğer eğer çocukların cismine dikkat eder ama ruhi yönleriyle fazla ilgilenmezlerse yırtıcı bir köpek yetiştiriyorlar, toplum için kanser mikrobu yetiştiriyorlar.
Ruhun yemeği nedir? Namaz, oruç, Kuran okumak, Allah ile münacat etmek, gecenin kalbinde ibadet için uyanmak, Allah ile rabıtalı olmak. Eğer bir kadın namaz kılmaz veya kötü kılarsa, vay haline o evin vay bu kadının haline ve vay kocasının haline ki Kuranı kerim şöyle buyuruyor: " Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. " Ey iman eden efendi! Kendi karını ve çoauklarını cehennem ate-şinden kurtar. O cehennem ateşi ki, odunu kendinsin, rezil sıfatların ve taş kalbindir. Bu ayet buyuruyor ki:
Erkek namaz kılmalıdır ve karısının da kılmasına dikkat etmelidir. Kadın namaz kılmalıdır ve kocasının da kılmasına dikkat etmelidir. Allah ile rabıtası muhkem olmalıdır. Kadın ve erkek evde Kuran okumalıdırlar, dua ehli olmalıdırlar, gecenin kalbinde uyanık olmalıdırlar, namazı ilk vaktinde kılmalıdırlar.
Ve eğer kadın ve erkek namazı ilk vaktinde kılmıyorlarsa manevi yönden yavaş yavaş öldüklerini bilmelidirler. Yani bu manevi ihtiyaç giderilmediği zaman nasıl ki bir insan kaç gün yemek yemediği taktirde ölüyorsa, birkaç gün manevi yemeğini yemeyenin de ruhu ölür. Ve buradadır ki her kesin ayağı topaldır.
(Aksaktır). Yani bu maddi hesabın ihtiyacı, cinsel ihtiyaç değildir. Bunun ayrı hesabı vardır. Öyle ki yüz yirmi dört bin peygamber kitaplarıyla onun için gelmişler ve tebliğ etmişler. İnsanların maneviyatlarını yüceltebilmek için kendileri ve evliyaları o kadar darbe () yediler. İmam Hüseyin (as) ın ziyaretinde buyuruyor ki:
İmam Hüseyin, aşura günü ki ashabının çoğu öldürülmüştü öğlen vakti oluyor o sahabi diyor öğlen vakti oldu namaz kılalım imam Hü-seyin alevleniyor tebessüm ediyor ve Allah seni namaz kılanlardan eylesin diyor. Ok yağmur gibi yağıyor ama meydanın ortasında namaz kılıyor.
Allah korusun bir evde namaz olmaya. Allah korusun bir evde maneviyat olmaya ki bu ev mikrop doludur, yırtıcıyla doludur insanla değil. Gerçi suret yönüyle güzel olabilirler ev, yer bakımından ali olabilirler, kıyafet yönünden şık olabilirler ama biliniz ki bunlar yırtıcıdırlar ve bir vakit . Çok ince noktalara varabilirler. Kuran şöyle buyuruyor: " Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular bu yüzden ileride azgınlıklarının cezasını çekecekler. "
O kimseler ki namaz kılıyorlar ama kötü namaz kılıyorlar, o kim-seler ki heva ve heveslerine, şehvetlerine uyuyorlar muhakkak ki sa-pıktırlar. "" yani sapıklık. Bu ayette edebiyat yönünden tahkiki dir. Yani bunlar muhakkak sapıktırlar. Evet müstakim yoldan sapan kimse cehennemde boş çıkarır ve onun yeri namıyla cehennem kuyularından biridir ki ona işaret eden rivayet de vardır.
Eğer namazı zayi edersek yani sizin hanım kızınız namaz kılıyor ama son vakit ve aceleyle eda ediyorsa bu kıza tehlike alarmı veriyo-rum. Anne ve babasına tehlike alarmı veriyorum ki bu kız sapıktır, Allah'ın inayet eli onun üzerinde değil ve eğer Allah'ın inayet eli kimsenin üzerinde olmazsa bazen acayip sapıklıklara çekip götürür.
Fahri Razi vel-Asr suresinin tefsirinde bir rivayeti naklediyor ki çok sarsıcıdır. Diyor ki: çılgın delice bir kadın peygamber efendimizin yanına geldi ve şöyle dedi ey Allah'ın resulü büyük günah işledim evli olduğum halde zina ettim hamile oldum sonra doğurduğum zaman da çocuğu sirkede boğdum ve necis sirkeleri de halka sattım.
Bakınız ne kadar büyük bir günah! Hakikaten de Allah'ın inayeti insanın üzerinde olmazsa eğer, bir an ne kadar bedbahtlıklar eteğini sarıyor. Maksat bu cümledir ki peygamber efendimiz (saa) buyurdular: zannedersem sen ikindi namazını terk ettin. Yani bu bedbahtlığın sebebi Allah'ın inayet elinin üzerinden kalkmış olmasındandır. Bu nedenledir ki namazına itinasızlık ettin yoksa eğer bir kimse namazını düzenli
ve vaktinde kılarsa namaz elinden tutar ve bu bedbahtlıklara giriftar olmasını önler. Hanım kızlar! Eğer talihinizin iyi olmasını istiyorsanız, oğlanlar! Azizlerim! Eğer talihinizin iyi olmasını istiyorsanız namaza önem verin. O da ilk vaktin namazına, takibatlarıyla olan namaza, cemaat namazına edepli namaza.
Hanım kızların seccadeleri olmalı boydan boya çarşafları olmalıdır. Allah karşısında çok edepli kıyamda durmalıdırlar ki, iyi talihli olabilsinler. Netice itibariyle eğer evde maneviyat olmaz ve bu ihtiyaç giderilmezse bu evin durumu tehlikededir. Ruh da hasta olursa aynı şekildedir. Ruhu hasta eden şey nedir? Günah. Kuran bazen onun adını hastalık koyuyor:
Bazen buyuruyor . Bazen buyuruyor hepsinin bir manası var. O da şudur ki, günah kalbi karartıyor, hastalandırıyor, paslandırıyor. Kalp hastalandığı zaman ilk musibeti artık ibadetten lezzet almıyor, belki günahtan lezzet alıyor. Eğer bizim oturumumuzda namazdan lezzet almayan namazın kendine ağır geldiği biri varsa,
eğer oturumumuzda çapkınlıktan lezzet alan bir kimse varsa, günahtan lezzet alıyorsa bil-melidir ki ruhi yönden hastadır ve tedavi görmesi gerekiyor ve eğer tedavi olmaz ve kalp kararırsa Kuranı kerim buyuruyor ki, bu kalbin vay haline. Bazen kalp siyahtır ama siyahlığı azdır.
Bazen yarısı si-yahtır ama bazen tamamı siyahlaşır. İmam Sadık (as) buyuruyor ki bu artık doğrulamaz. Kuran şöyle buyuruyor: (surei zümer ayet 22) " Allah kimin gönlünü İslam'a açmışsa o, rabbinden bir nur üzerinde olmaz mı? Kalpler Allah'ı anmak hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun. Ne mutlu o kalbe ki Allah ile rabıtasından dolayı aydınlanmış olsun.
Allah ile rabıtasından dolayı aydınlanmış kalbe ne mutlu. Ne mutlu o kalbe ki namaz ve oruç onu aydınlatmıştır. Kararmış bir kalbin vay haline yani vay o kalbin haline ki günah onu karartmış, katılaştırmıştır. Ve kuranın deyimiyle kaskatı olmuştur yürekleri. Katılıktan korkunuz. Hangi şey katılık getirir? Günah hatta küçüktür ama katılık getirmek için çok büyüktür. Bu nedenle imam Sadık (as) buyuruyor ki:
Bir günah işlediğin zaman kalbinde siyah bir nokta oluşur eğer tövbe etmezsen bu siyah nokta dağılır ve yavaş yavaş bütün kalbi kaplar ve artık doğrulamaz. Kendisinde melodi olan ev kulakları nağmeyle dolu olan genç kuran nazarıyla nereye varıyor biliyor musunuz? Oturup birbiriyle gıybet eden, iftira eden,
habercilik eden, karı ve koca ne olacak biliyor musunuz? Kararan kalp, haramla dolan kalp, birbirlerine zalim olan kimseler nereye varıyorlar? Günahtan daha mühim sıfatı rezilelerdir. Günah kalbe çok zararlıdır. İmam Sadık(as)'ın dediği gibi ( kötü işin sahibine te'siri, bıçağın etteki tesirinden çabuktur. )
Bir bıçağı bir kimsenin eline karnına veya beline saplarsanız nasıl olur? İmam Sadık (as) buyuruyor ki: günah kalp için bundan daha tehlikelidir. Ama bundan daha tehlikeli sıfatı reziledir. Sıfatı rezile hepimizde var ama bu sıfatı rezilenin kökü bu kadar çabuk kurutulmaz.
İnsanın kendini düzeltebilmesi yirmi yıl gece gündüzlü tasa ve kaygı istiyorki rezilet ağacını kurutabilsin ve yine yirmi otuz yıl kaygı ve tasalı gece gündüzlü bir çalışma istiyorki fazilet ağacı4nı onun yerine yeşertebilsin ve meyve verecek duruma getirebilsin. Hiç kimse benim sıfatı rezilem yok diyemez. Hepimizin vazifesi sıfatı rezileyle mubarezedir. Bunların alevlerinin tufanlaşmasına izin vermemeliyiz.
Eğer şenlik bir yerde sel gelirse ne yapar? Sel şenlik için nasılsa sıfatı rezile de kalp için öyledir. Tamamıyla maneviyatı yok eder. Sıfatı rezile ateş gibidir. O da az bir ateş değil alevli ateş. Bazen ateş küçüktür ve siz onu rahatlıkla söndürebilirsiniz ama bazen ateş almış alevlenmiştir,
böyle bir ateşin söndürülmesi müşküldür. Eğer sıfatı rezile alevlenir tufanlaşırsa büyük bir sel ve ateş gibidir ki alevlenir ve onun önünü almak oldukça müşküldür. Sizin sıfatı rezilenizin alevlenmesine izin vermeyin, mübareze edin çocukları daha baştan mübarezeye teşvik edin. Erkek tatlı dil ve sinirlerine hakim olarak hanımına demelidir ki: hanım hasadet kötüdür, çok kötüdür eğer bir kimse hasud olursa bazen bilerek cemel savaşını ayağa kaldırır.
Cemel savaşını kim vücuda getirdi? Bir hasud (kıskanç) ona Osman'ın ölüm haberini verdikleri zaman elhamdülillah bu tilki öldürüldü dedi. Ali(as) iş başına geldi denildiği zaman da keşke gökyüzü üzerime yıkılsaydı da bu sözü işitmeseydim dedi. Ve neticede cemel savaşını bir kıskanç vücuda getirdi. Hesadet ateşini söndürebilmek için yirmi bin kimseyi ölüme verdi. Hanım, kocasına şöyle demelidir: Efendi! Para perest oldun,
ma-kam talep oldun cemel savaşını vücuda getireceksin. Aliyi tanıyor musun? Ali kimdir? O kimse ki Talha ve Zübeyr onu benden ve sizlerden daha iyi tanıyorlardı. Zira bu ikisi Ali(as) ın Peygamber(saa)'in eteğinde büyüdüğünü biliyorlardı. Yüzden fazla ayetin Hz. Ali hakkında nazil olduğunu biliyorlardı
ama bunlar para istiyorlardı ve müminlarin emiri onlara vermadi. Makam istediler ama Hz. Ali onları makama layık görmüyordu. Bunlar gittiler tuzak kurdular ve cemel savaşını vücuda getirdiler ki Müslümanlar için ne büyük bir musibetti. Eğer sizden cemel savaşının kim tarafından ortaya çıkarıldığını sorarlarsa deyiniz ki: hesadet, paraperestlik, talebi makam.
İbni Mülcem Hz. Ali(as)'ı öldürdüğü zaman Allah'a yakınlık için öldürüyor. Eğer Hz. Aliyi kim öldürdü diye sorarlarsa deyin ki: inatçı. Yoksa Hz. Ali tanınmıyacak biri değil ki. Hemen bu ibni Mülcem peygamber efendimizin huzurunda idi ki efendimiz şöyle buyurdular: Hemen bu İbni Mülcem peygamber efendimizin huzurunda idiler ki efendimiz buyurdular ki: Eğer senin imanını bir tarafa, cin , ins ve melekler ve vücut aleminin imanını bir tarafa koyarlarsa, senin imanın onların imanından daha ağır gelir.
Hanım inatçı olmamaya dikkat et yoksa böyle olursun. Efendi! İnatçı olmamaya dikkat et yoksa sen de böyle olursun. Efendi! Eleştir ama ondan daha iyisi eleştiriyi kabul et. Eğer eleştiriyi kabul etmez-sen, eğer söz kabul etmezsen öyle bir yere varırsın ki heva ve heve-sinden başka kimsenin sözünü dinlemezsin. Başka bir şeye değer ver-mezsin, şeytanın ilgaatlarından başka bir şeye kulak vermezsin.
Mevzunun sonunda hanımlara ve efendiliri siparişim: evin mane-viyatına dikkat edin. Bazı erkekler maddi ihtiyaç yönünden nasıl olursa olsun hatta haram yoluyla bile olsa kadın ve çocuklarını refah içinde yaşatıyorlar ama hemen bu ahmağın kızı, oğlu namaz kılmıyor, hemen bu ahmak bu kadar zahmet çekiyor ama karısı da ona düşmandır çünkü muhabbet yetersizliği var.
Bu adam kadın ve çocuklarını refah içinde yaşatmak için bu kadar darbe yiyor ama onların maneviyatlarıyla ilgilenmiyor ve evinde maneviyat olmadığı için evi zindandır ve Kuran'ın deyimiyle evi karanlıktır, karanlıktır, karanlık. Korkunçtur, korkunçtur, korkunç. " Yahut (o kafirlerin duygu, düşünce ve davranışları) engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir. (öyle bir deniz ki) onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut bir biri üstüne karanlıklar"
8
Aile ve Çocuk Eğitimi Aile ve Çocuk Eğitimi
ONDOKUZUNCU OTURUM SEKİZİNCİ BÖLÜM
ANNE VE BABANIN KARIŞMALARI
ANNE VE BABALARIN KARIŞMALARI
Mevzumuzun sekizinci bölümü kız ve oğlan çocukların yaşamlarına anne ve babaların karışması iledir. Bu mevzu mühim bir mevzudur ve anne ve babalardan ricam bu mevzuya daha fazla teveccüh etmeleridir. İhtilafların çoğu bu yersiz karışmalardan kaynaklanıyor. Hatta ayrılıkların çoğu bu yersiz şefkat gösterilerinden veya yersiz garaz
ve maksatlardan kaynaklanmaktadır ve eğer biz kızımız ve oğullarımızın saadetini istiyorsak onların işlerine karışmamalıyız, yersiz şefkat gös-terilerinde bulunmayalım. Kız ve oğullarımızın işlerinde garazlı dav-ranmayalım ama müteessifane bu ictimai hastalığın oldukça yaygın olduğunu görüyoruz. Hatta zahitler ve mescit ehilleri arasında bile. Mütedeyyin fertler olup ama bilerek veya bilmeyerek evlatlarının ya-şamına darbe indiriyorlar.
Biz hayvanlardan bunu öğrenmeliyiz ki çouklarını ihtiyaçları olana kadar koruyorlar ama annesine ihtiyacı olmadığı ve müstakil yaşayabildiği zaman annesi onu terk edip kendi haline bırakıyor ki müstakil yaşama başlayabilsin. Hatta bazı kuşlar kaç gün, kaç ay yavruları için taneler getiriyorlar ve gagasına döküyorlar; uçabildiklerini gördükleri zaman uçuruyorlar; hatta bazen yere düşseler bile. Ama uçmayı ona öğretiyorlar ve uçabildiği
zaman da onu kendi aşiyanelerine yol vermiyorlar. Siz görüyorsunuz ki bir koyun yavrusu dünyaya geldiği zaman ona karşı özel bir alakası vardır ona süt vermesine ilaveten muhabbet de ediyor. Bir iki ay geçmiyor ki o koyun yavrusu ot yemeğe başlıyor ve kendisini idare edecek duruma geliyor ve anne ve yavrunun arasında yabancılık meydana geliyor. Bütün hayvanlarda bu hakikat mevcuttur. Bizde de mevcuttur bir farkla ki biz istifade etmiyoruz.
Biz kızımızı büyütmeliyiz, yeteri kadar maddi, manevi ve atifi ihtiyaçlarını karşılamalı ve netice itibariyle onu terbiye etmeliyiz. Sahih İslamî bir terbiye ile evlilik vakti geldiği zaman da evlendirmeliyiz ve kocasının evine gittiği zaman da müstakil yaşamına başlamalıdır, artık anne ve baba bu kızın işlerine karışmamalıdır;
artık anne bu kıza karşı yersiz şefkatlerde bulunmamalıdır. Hatta eğer bu kadın ve kocası arasında bir çekişme meydana gelse bu anne damadına taraftar olmalıdır, kızına taraftar olmamalıdır, hatta suçlu damat bile olsa. Baba kızına değil damadına taraftar olmalıdır. Çok zararlı taraftarlıklardan biri buradadır ki kızını müstakil yaşamaya müstakil fikretmeye bırakmıyor olmasıdır. Kızına bazı sözler öğretip onu kendine tabi etmesidir.
Bu cinayettir, hiyanettir ve bazen ayrılığa çekiyor ve eğer ayrılığa çekmiyorsa, muhabbete darbe indiren şeyler evi dağıtan bu karışmalar ve yersiz şefkatlerdir. Biz oğlumuzu terbiye etmekle mükellefiz, İslamî bir terbiyeyle. Biz maddi manevi ve atifi yönden oğlumuza yetişmeliyiz ve neticede islamın istediği gibi bir evlat topluma kazandırmalıyız. Bu oğlan yetişkin olup evlilik çağına varınca da müstakil yaşamına başlayabilmesi için onu evlendirmek anne ve babanın vazifesidir. Yavrusundan elini çeken tavuk gibi bu anne ve baba da çocuklarından ellerini çekmeli,
işlerine karışmamalıdırlar, yersiz şefkatlerde bulunmamalıdırlar ve eğer oğlu ve gelinleri arasında çekişme çıkarsa oğullarına değil gelinlerine taraftar olmalıdırlar. Hatta suçlu gelinleri olsa bile. Elbette geline gerekli uyarı da bulunup, onu hatasına vakıf etmeli ve ona doğruyu öğretmelidirler ve oğullarına değil gelinlerine şefkat göstermelidirler. Dikkatli olup ateşin üzerine benzin dökmemelidirler.
Ateşi söndürmelidirler. Eğer bu pişkin olmayan kız ve oğlanın arasında bir çekişme olduğunu görürlerse bunlar birer ev reisi olarak meseleyi halletmelidirler. Müteessifane özellikle anneler ve bazen babalar oğullarına taraftar oluyor, oğullarının işlerine karışıyor ve bunların müstakil yaşamasına izin vermiyorlar.
Anne kendisi nasıl söylüyorsa oğlunun öyle amel etmesini istiyor, hatta boşanma emri verse bile oğlu amel etmelidir ki ondan razı olabilsin. Baba her zaman onun uşağı olup ona tabi olmasını istiyor. Bu yanlıştır, muhabbete darbe indirir, evi dağıtır ve şiddetli bir ihtilaf vücuda getirir evde. Ve bu karışmalar nemmam ve söz taşımaya sebep olur ki günahı çok büyüktür. Kuran şöyle buyuruyor: " şüphesiz inanmış erkeklere ve kadınlara fitne yoluyla işkence edip sonra tevbe etmeyenlere cehennem azabı ve (orada) yanma azabı vardır. "
Fitneciye pek acıklı iki azabı olduğunu söyle. O fitmeciliğin biri dünyada kendi ayağına kıvrılacaktır . Yani ey gelini için fitnecilik yapan kaynana! Kuran buyuruyor: bil ki kızın için fitmecilik yapacaklar, ey damadı için fitmecilik yapan kaynana dikkat et ki oğluna da böyle yapacaklar. Bir azabın da kıyamet günüdür ki cehennemde fitmecilik ateşi ayağını saracaktır. Ama Kuran başka bir yerde daha şiddetli buyuruyor:
" Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür" Nemmamlık, söz dolandırma ve fitnecilik adam öldürmekten daha kötüdür. Bu farzla ki adam öldürmenin günahının küçük olduğunu sanmayın ki Kuran buyuruyor: eğer bir kimse başka birisini haksız yere öldürürse bütün cihanı öldürmüş gibidir. " Kim bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın ( haksız yere ) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur"
Fitnecilik ve karı koca arasındaki küduret icat etmek, insan öldür-mekten daha beterdir. Oğluyla gelinin arasına ayrılık sokan bir yaşlı adam . İmam Hüseyin(as) ın hizmetine geldi. İmam buyurdular ki: Falanca! Oğlun ve gelinin arasına ayrılık soktuğunu duydum? Arzetti: Evet ey Allah resulünün oğlu. Buyurdular: bilmiyor musun günahıne kadar? Eğer bu ikisinin damarlarını dışarı çıkarsaydın, günahı onların arasına ayrılık salmaktan daha az olurdu.
Bir kimse birinin damarlarını bedeninden dışarı çeker yani onu işkenceyle öldürürse ne kadar günahı var? İmam Hüseyin (as) buyuruyor ki iki kimsenin arasını bozanın günahı bundan daha kötüdür. Bu rivayet bize nemmamlığın söz dolandırma ve kuduret icat etmenin günahının işkenceyle adam öldürmekten daha büyük olduğunu anlatıyor. Bazen birini öldürüyor bunun günahı çok büyüktür ama bazen parça parça ederek öldürüyor. Yani işkenceyle ölüm, bunun günahı daha fazladır. Bunun kıyamet günü nasıl yırtıcı bir köpek olacağı malum, ama bil ki nemmamlığın,
ayrılık salmanın söz dolandırmanın günahı işkenceyle adam öldürmekten daha büyüktür. Ama genellikle bu kaynanalar gelinlerini oğullarının gözünde küçük düşürebilmek için jilet gibi dilleriyle her şeye karışıyor, söz dolandırıyor ve iftirada bulunuyorlar. İyi de gelin oğlunun gözünde küçülünce ne olacak? Bunun ilk musibeti onun çocuklarının olmasıdır. Senin bu oğlunun artık mutlu bur günü yoktur ve neticede sende bu derde müptela
olacak ve cehennem musibetine tahammül etmek zorunda kalacaksın. Nemmami ve söz dolandırma yersiz karışmalardan kaynaklanıyor, dil yaraları hemen bu karışmalardan kaynaklanıyor. Bazen görüyoruz ki hanım o kadar anlayışsız ki iyi damadını mütedeyyin damadını fakir damadının yüzüne vuruyor. Ne kadar ahmaklık istiyor! Bu kötü işiyle ne yaptığını düşünmüyor bile. Bazen görüyoruz ki adam damatları arasına fark koyuyor mesela bunun içindir ki bu damat bu damat yeni ve diğeri eskidi artık. Ama kızının başına nasıl bir musibet getirdiğinin farkında değil.
Bazen kaynana öyle dil yaraları vuruyor, o kadar yaralayıcı, o kadar derindir ki avam halkın deyimiyle kabire kadar unutulmuyor. Dilin hiç kimseyi iğnelememelidir ki kıyamet günü akrep suretinde olur ve seni ısırır. Bu bir utançtır ki insanın bir gülü olsun ve onun meyvesi dikenli olup adını kaynana dili koysunlar. Bu bir utançtır, utançtır ki bir kaynana damadına oğlundan çok muhabbet edeceğine onu bir akrepten daha kötü sokuyor. Niçin? Dünya için.
Damadın, karsının anne ve babasını kendi anne ve babasının yerine bilip onlara muhabbet edeceği yerde onlara sinirli ve düşmanca davranması aralarında kan davası olan düşmanların bile bir birlerine davranmadıkları şekilde davranması damat için ne kadar utanç vericidir. Niçin? Çünkü çeyiz az idi bu fikriyle bu adamın vay haline ,
damat karısının annesiyle babasıyla çeyizin azlığından dolayı kötü oluyor. Gelinin kaynanasına annesi gibi davranacağı yerde ona düşmanlık etmesi utanç değil midir. Halbuki o, oğlunu büyütüp onun eline vermiştir. Gelin kocasının babasına kendi babası gibi muhabbet etmelidir çünkü bu oğlunu büyütüp senin eline verene kadar zahmetler çekmiştir. Oysa bazen ona öyle dil yaraları vuruyor ki bir akrep bile böyle sokmuyor ve görecek gözü yok.
Misal veriyorlar ki hava soğuk idi bir deve gelip maşını tavuk ka-fesine soktu ve bana da yer ver deri başını tavuk kümesine sokar sok-maz bir an kendini geri çekti ve her şeyi harap etti. Ne kendisi için yer bıraktı ne de tavuk için. Bazı gelinler böyledir eve geldikleri zaman o kadar yırtıcı oluyorlar ki yüzde yüz kocasına musallat olmak istiyor. Kaynanasının olmasını kocasının babasının bile olmasını istemiyor. Siz gidin yalnız ben kalayım ne kadar ahmakça! Bunların günahı var ve insanlığa uygun değil insanlık dışı şeylerdir.
Oğlan, kız, anne ve babalara bir siparişim var eğer birlikte şefkatli olursanız eviniz Allah'ın rahmet mahalli olur. Kıyamet günü de hepiniz cennette yan yana oturmuş selam size diyorsunuz. Kocası geline selam sana diyor. Gelin kaynanasına selam sana diyor. Ama eğer evde geçinmezseniz, eğer maddiyat için ihtilaf çıkarırsanız, eğer Allah korusun çeyizin olmaması veya az olmasından dolayı hanımına dil yarası vurursan,
özellikle bir başka kimseyi onun yüzüne vurursan, özellikle kadının kendisi başkasını kocasının yüzüne vurursa, biliniz ki kıyamette hepiniz cehenneme gideceksiniz. Cehenneme gittiğiniz zaman da Kuran şöyle buyuruyor: gelin hanım cehennemde kocası geliyor ve lanet olsun sana diyor.
Gelin lanet sana olsun diyor. Bir an gelinin annesi geliyor ve kızına bizi cehennemlik ettin lanet olsun sana diyor. Bunlar Kurandır ben okuyorum. Birlikte toplandıkları zaman her biri suçu diğerinin boynuna atıyor. Kuran buyuruyor ki: hepinize lanet olsun ki birbirinizi cehennemlik ettiniz.
Neden evlerimizde ihtilaf olsun ? Niçin? Ben gelinlere bir sipariş vereyim, gelin hanım! Vefalı ol, müstakil yaşa, bunu da oğullara söyleyeyim ki na ehl annelerinizin na ehl babalarınızın sözlerini duymayın vefalı olun, müstakil yaşayın. Özellikle kadınlara söylemeliyim ki eğer kadın vefalı olursa, artık annesi onun yaşamına karışıp yaşamını dağıtamaz,
ama eğer yaşamda müstakil olmazsanız eğer başkalarının sözleri tesir ederse daha ilk günlerde hayatınız dağılır bazen boşanmaya kadar uzanır. Öyle çok ayrılıklar biliyorum ki kaynağına baktığımızda kaynanaların, gelin annelerinin ve anlayışsız babaların suçu olduğunu görüyoruz. Büyüklük edip oturup yol gösterecekleri yerde kocanın anne ve babası gelinlerine taraf tutacakları yerde, gelinin anne ve babası damatlarına taraf olacaklarına,
karı ve koca arasında küçük bir niza çıktığında mesela eğer kız küserse onları barıştıracaklarına onları daha da kışkırtıyorlar. Kötü işlerden biri karı kocanın bir birlerinden küsmesidir. Hanım! Kimden küsüyorsun? O kimse ki kocasından küsmüyor, kadın ki evinde ve yaşamından dışarı çıkmıyor,
evinde ol nereye gidiyorsun? Küsüyor ve evinden dışarı çıkıyor. Anlayışlı anne diyor ki kendi evine gidelim. Anlayışlı baba diyor ki ne haber neden buraya geldin? Gel gidelim diyor ve kızı kocasının evine götürüyor. Kızı sinirlendiği, yanlış yaptığı için, basit davrandığı için özür diliyor ve bu şekilde çekişme bitiyor.
Eğer gelinin annesi kızını alıp damadın yanına götürür ve ondan özür diler, biraz söyleyip güler ve kızını ona emanet ederse ihtilaf giderilmiş olur. Bu erkek kötü bile olsa karısının anne ve babasının bu şekilde davrandıklarını görünce davranışlarına dikkat eder. Gelin kaynanasının kendisine taraftar olduğunu kalbinin onun uçun daha çok yandığını görünce ve yine gelin kocasının babasının kendisine kalbinin yandığını gördüğü zaman muhakkak ki muhabbet, muhabbeti getirir. Bu gelin de ne kadar kötü olursa olsun iyi olur.
Bazen erkek günlük işinden sonra eve geliyor, Kuranın deyimiyle sükunet yeri olan eve ve erkek yorgunluğunu çıkarmak için eve ve karısına sığınıyor görüyor önce musibettir. Eğer kadın onu yalnız bulursa hennasın vesvası gibi devamlı vesvese, vesvese, vesvese, gıybet, gıybet, iftira, iftira ediyor.
Kaynanasının ardından, annen bu gün böyle yaptı, annen bu gün böyle dedi ve eğer annesi onu yalnız bulursa başlıyor ki bu karın kadın değil, sen başka bir kadınla evlenmelisin, bu yaşam değil ki, bu kadın asla evde değil. İftira, gıybet, iftira, gıybet yorgun olan bu adam daha da yorgunlaşıyor, bedbahttır daha da bedbahtlaşıyor, günahının ne kadar büyük olduğunu biliyor musunuz? Peygamber efendimiz buyuruyorlar ki: Eğer bir kimse bir dirhem faiz yerse otuz altı defa zina etmiş veya zina vermiş gibi olur.
Zinanın günahının az olduğunu zannetmeyin, günahı o kadar bü-yüktür ki eğer tövbe etmeden ölürse cehennemde avret yerleri o kadar kötü kokar ki cehennemlikleri rahatsız eder ve Allah'a şikayet ederler ki Allah'ım bizi bu kadın veya erkeğin kokusundan kurtar. Günah bu kadar büyüktür ama peygamber efendimiz buyuruyorlar ki eğer bir kimse bir dirhem faiz yerse günahı otuz altı zinadan daha büyüktür sonra buyurdu faizden daha günah yani otuz altı zinadan daha günah gıybet etmen başkasının ayıplarını açıp rüsva etmendir.
Gelinini oğlunun yanında rüsva etmen, gıybet etmen, iftira etmen, iftira etmenin günahı büyüktür. Kıyamet günü elli bin sene çirk ve kandan bir telin üzerinde bekletirler. İnsanların hesabı tamamlanana kadar, sonra da seni bu çirk ve kan teliyle cehenneme götürürler. İftira etmeyin. Özellikle gelinler,
kaynanalar, gıybet etmeyin bu kadar incelemeyin her şeyi. Bazen bu kaynana o kadar aşağılıktır ki gelin olmadığı zaman keyfine diyecek yoktur gelinin aleyhine bir şey tertip etmek için o tarafa bu tarafa dolaşıp duruyor. Ey kaynana! O kadar büyük günahtır ki peygamber efendimiz minberde şöyle buyurdular:
ey diliyle iman edip kalpleriyle iman etmeyenler insanların işlerini araştırmayın ve insanların işlerini araştırırsanız Allah sizleri rüsva eder, çok zeki, kendini sakınan ve tutabilen biri olsan bile neticede rüsva eder seni. Araştırmayın. Sen bir kaynana olarak gelininin dolabını araştırıyor, çantasını karıştırıyorsun yarın da aynı bela senin kızının başına gelir.
Bu onun dünyevi cezasıdır ama ahreti ne yapacaksın? Cehennem ateşi müşküldür, kabrin ilk gecesi müşküldür bazen çok acayip araştırmalar yapılıyor, hatta ben kadın ve erkeklere sipariş ediyorum : hanımlar! Hiçbir zaman kocanızın çantasını açmayın, bu kötü bir iştir, çirkindir, hırsızlıktır ve bazen bu işin boşanmaya kadar gittiğini görüyoruz.
Ey efendi! Karının çantasını açma, araştırma; karının dolabını aç-ma, araştırma. Ey kaynana çeyizi var mı, yok mu diye gelinin çeyizlerinin üzerine gitme. Eğer varsa kendisi için var eğer yoksa kendisi için yoktur. Seni ilgilendirmez. Senin bir ayağın kabirde, kabrini düşün, kıyameti düşün. Gelinin çeyizlerinin üzerine gidip neyi var neyi yok diye bakmak ahmakça bir iştir. Bu bir Müslüman işi değildir, insan işi değildir.
Hanımın çantasını açmanın günahı çoktur. Çantayı açmanın insanı çok ince yerlere götürebileceği de mümkün. Kocanın, karısı tarafından çantasının açıldığını anlaması çok tehlikelidir ve bazen çok ince noktalara götürebilir. Rica ederim bir birinizin işlerinde araştırma yapmayın, rica ederim anne ve babalar oğulları ve kızlarının işlerine karışmasınlar, müstakil yaşamalarına izin versinler, yersiz şefkatler yanlıştır. Eğer işte suç varsa imkan suretinde suçu o tarafa götürmeğe çalışın bu tarafa değil. Bunlar yersiz şefkatlerdir. Oğluna acıman gerekmiyor, kabrine acı, ahretini düşün, akibetin için acı.
YİRMİNCİ OTURUM DOKUZUNCU BÖLÜM
KADININ KOCASINA İTAATİ - EV VE KANUNUN HAKİ-MİYETİ: KADIN'IN KOCASINA İTAATİ:
Mevzuumuzun dokuzuncu bölümü evde itaat hakkındadır. Kadının kocasına itaati ve onun sözünü dinlemesi tabii bir iştir. Ve eğer kadın kocasına itaat etmez sözünü dinlemezse tabiatının hilafına amel etmiş olur. Biliyorsunuz ki her idareye yönetici lazımdır. Yedi sekiz kimselik bir idare olsa bile eğer yöneticisiz olursa işler yolunda gitmez. Ev bir idare değildir, psikologların deyimiyle ev küçük bir memlekettir ve büyük memleketler bu küçük memleketlerden teşkil olur. Ve bu küçük memleketin yöneticiye ihtiyacı vardır. Tabiat ve kadının fıtratı,
evin yöneticisi erkektir diyor. Özellikle şu ki kadının nafakası ve evin ihtiyaçları erkeğin üzerindedir, bu nedenle Kuranı kerim evin yönetimini erkeğe veriyor ve bu nedenle de işaret ederek buyuruyor ki: "Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve erkekler mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. " evin yönetimi erkeğindir çünkü erkek taakkuli bir vücuttur ve yöneticilik onun hakkıdır.
Çünkü evin ihtiyaçları onun üzerinedir. Bu nedenle tabiat ve fıtrat ile uyumlu olan bu ayet ev halkının evin erkeğine itaat etmeleri gerektiğini söylüyor. Kadın kocasına itaat etmelidir, onun sözünü dinlemelidir. Nasıl ki çocuklar söz dinlemelidirler. Eğer kız ve oğlan evde söz dinlemezlerse, bazılarında söz dinlenilmeyen idarelere benzer. Kadın kocasının sözünü dinlemezse eğer, idarede müdürün sözünü dinlemeyen
istibdat edip kendi başına olan muavin gibidir. O idarenin iş göremeyeceği, alt üst olacağı malum ve o idarede çekişmeden başka bir şey yoktur. Eğer kadın söz dinlemezse musibetler öne gelir. Eğer kız ve erkek çocuk evde babasının sözünü dinlemezse musibetler öne gelir. Eğer ittihat istiyorlarsa;
eğer evde her şeyin yolunda gitmesini istiyorlarsa babalarına itaat etmelidirler. Kadın da kocasına itaat etmelidir ve yüzde yüz söz dinlemelidir ve bu erkeğin hakkıdır.
Erkeğin diğer hakkı mubaşeret olayıdır. Bu konuda da kadın yüzde yüz erkeğe itaat etmelidir ve eğer kadın bu yönde kocasına itaat etmezse bütün fakihler bu kadının naşize olduğunu söylüyorlar ve kocasının üzerinde mesken, giyecek ve yiyecek hakkına sahip değil. Kuranı kerim bu konuda daha şiddetli konuşuyor ve birçok rivayetler de bu konuda nakledilmiştir.
Mesela vesailin sahibi (ra) şöyle naklediyor: bir kız peygamber efendimizin huzuruna geldi ve ey Allah'ın resulü ben evlenmek istiyorum, kocanın kadın üzerindeki hakkı nedir? Diye sordu. O hazret şöyle buyurdular: ilk hakkı şu ki, evin hırsızı olmayacaksın, evde eğri elli olmayacaksın, evde iki yüzlü, yapmacık olmayacaksın. Bu kız dedi ki: baş üstüne bu hakka murat edeceğim. Buyurdular ki: ikinci hak şu ki,
cinsel iç güdü yönünden yüzde yüz kocana tabi olacaksın. Her halde isterse sen ona itaat etmelisin. Bini da kabul etti, buyurdular: üçüncü hakkı şu ki: eğer evde çekişme olursa sen barışmalısın. Kocan senden razı olmadığı müddetçe uyumamaya dikkat et. Üçüncü kısım bu kadına ağır geldi, peygamber efendimize sordu: benim kocam zalim olsa bile mi? Yani küsmemizde suçlu oysa ve çekişmemiz de onun taksiratından kaynaklanıyor olsa bile mi? Hz. Buyurdular: evet, o zalim olsa bile sen barışmalısın.
Çünkü kadın atifi bir vücuttur ve vücudu öyledir ki tevazu etmesi gerekir bu nedenle Kuranı kerim bu iki sıfata sahip olan kadını değerli kadın biliyor: " Onun için saliha kadınlar itaatkardır, , Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. "
Layık kadın kocasının önünde mütevazı olan, dili uzun olmayan, başı aşağıda olan ve açıkta olsun gizlide olsun iffetli olan kadındır. Medresede olsun sokakta olsun hicabı aynı olmalıdır. Nasıl sokakta hicaplıysa medresede de hicaplı olmalıdır. Nasıl ki yabancıların ya-nında hicabına dikkat ediyorsa akraba fertleri arasındaki namahremlerin yanında da hicabına dikkat etmelidir. Kocasının kardeşi, kocasının amcası, dayısı ve bunun gibiler ve aynı şekilde mahalle satıcıları, çöpçüler ve bunun gibilerin yanında hicabını hıfzetmelidir.
Kadın özellikle cinsel iç güdüye nispeten kocasına itaat etmelidir. Teveccüh edilmesi gereken bir şey şu ki; erkek de böyle olmalıdır yani erkek de söz dinleme yönünden kendi muavinin sözünü, kendi katibinin sözünü dinlemelidir. Evin nasıl müdürü varsa muavini de vardır ki, kadındır ve nasıl ki muavin müdürün sözünü dinlemeliyse müdür de böyle olmalıdır, muavinin sözünü hesaba getirmelidir. Elbette kararlar erkeğindir ama kadınla meşveret etmelidir. Sözleri ortaya koymalıdır ve eğer nazarı doğruysa kabul etmelidir.
Müminlerin emiri Hz. Ali(as)den meşhur bir rivayet var ki erkek-ler onu kötü mana ediyorlar. O rivayet budur ki buyuruyor: "" erkek-ler kendi yararlarına göre diyorlar ki, kadınlarla meşveret edin ve on-larla muhalefet edin! Yani zannediyorlar müminlerin emiri beyhude bir söz söylemek istiyor. Karınla meşveret et ne söylediyse aksine amel et hak olsa bile! Rivayetin manasının bu olmadığı malum. Belki şudur, söyledik ki kadınla meşveret edilmelidir,
kadını hesaba katmalı ve eğer sözü hesaplıysa kabul etmelidir. Erkek karısının sözünü dinlemelidir, karar erkeğindir. Hz. Ali(as)'ın cümlesi Kuranla farklı değil, Kuranda peygambere şöyle söylüyor: " Ey peygamber! Ashabınla meşveret et, Müslümanları hesaba kat, onların şahsiyetlerine ihtiram et, ama karar senindir. " Eğer sözleri hesaplıysa kabul etmelisin değilse amel etmemelisin.
Bu Kurandır, rivayette budur rivayetin de manası şudur ki, efendi! Hanımınla meşveret et, ona şahsiyet ver, onu işlerin cereyanında karar kıl, o senin muavinindir ve memleketin veziri yerindedir, memleketin veziri cereyanında olmalıdır. Kadın ev ve kocasının işlerinin cereyanında olmalıdır. Evet, eğer sözünün doğru olmadığını görürsen, nihai karar senindir. . Ve Kuranın deyimiyle:
Hatta bir rivayette peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: büyük çocuklarla meşveret et ve onları hesaba kat. Buyuruyor ki, . Yedi ya-şına kadar çocuğun sözünü dinlemeliyiz ve onu elimizden geldiği ka-dar nazlandırmalıyız, diğer yedi yılda iş öğretmeliyiz ve onu çalıştır-malıyız, onu faal bir kimse yapmalıyız,
tembel bir kız, tembel bir oğ-lan olarak çıkmamalıdır. Ama on dört yaş üzerine çıktığı zaman, genç olduğu zaman bu gençten fikri yönden yararlanmalıyız. Yani işlerin cereyanında karar kılmalıyız ve bu, psikologların nazarıyla acayip bir rivayettir. Yani bir dünya manası var,
eğer çocuklarımızın cemiyette şahsiyet sahibi olmalarını istiyorsak onlara şahsiyet vermeliyiz. Oğluna şahsiyet veren babadır, kızına şahsiyet veren annedir. On dört- on beş yaşındaki bir kızla yanlıştır, hem de çok yanlış, ona yüklenmek yanlıştır, Kuranı kerim buyuruyor ki: " Lokman oğluna öğüt vererek: yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür demişti. "
Bu . Kelimesi ve . Kelimesi bize bir dünya şey anlatıyor. Şunu an-latıyor ki, efendi oğlunla önce şefkatle sohbet et, azizim de, canım de ve onunla konuştuğun zaman kenara bırak, onunla mantıklı sohbet et.
De ki; ona delil ile söyle, cereyanında bırak onu cereyanında bıraktı-ğın zaman şahsiyet verdin demektir ve o şefkat de, muhabbet iç güdüsünü doyurur ve ona delil sunman ve yüklenmemen ona sükunet verir ve şahsiyetli bir kimse olur. Bu nedenle rivayetlerimiz bize diyor ki; hanım ve çocuklarınla arkadaş ol, onları hesaba kat.
Bazı erkekler- ki, bizim oturumumuzda olmamalarını arzu ederim- kendileri, akılları hiçbir şey değil ama tam manasıyla lar. Gerçekte bu adam ne yapıyor? İşi nedir? Ne yapmak istiyor? Yanlız çocukları değil hanımı bile bilmiyor. Eğer hanımından bu adamın ne iş yaptığını sorarsanız, bilmiyor; bu adam nereden getiriyor, bilmiyor; bu adamın masrafı nedir, bilmiyor, şu kadarını biliyor ki, sabah gidip akşam geliyor, çocuklarıyla . Davranıyor.
Kadını hesaba katmalı, kadın evin veziridir, müdürün muavinidir. Bir müdürün muavinini hesaba katmamasının bir manası yoktur ve kadın da kocasına muti olmalıdır; söz dinlemelidir. Avam halkın de-yimiyle gözünün arkasında yama olmalıdır, yani kocası ne derse elini gözünün üzerine koyup kabul etmelidir. Ama sadece söylemekle kal-mamalı amel de etmelidir ki, kocasının kalbine hükümet edebilsin. Kadın kocasının önünde göz üstüne dediği an, kocasının muhabbetini tahrik ediyor ve kocasının dediğine amel ettiği zaman da Kuran'a amel etmiştir.
Çünkü Kuran buyuruyor ki: " Değerli kadın kocasının önünde mütevazı olan kadındır. " . Erkek de kadının mecburen kabul etmeyeceği şer'i hükmün hilafına destur vermemelidir. Elbette erkeğin de vazifesi vardır. Ve onun yerine getirilmesi ka-dının en doğal bir hakkıdır. Hanımını cereyanda bırakmalıdır, çocuk-larını cereyanda bırakmalıdır. Psikologun biri ne güzel söylemiştir ki: "insan eğer ev muhitinin sükunetli olmasını istiyor, evde çekişme olmasını istemiyorsa;
Erkek aylığını aldığı zaman hanımı ve çocuklarını çağırıp birlikte oturmalı ve harcama ve masrafları hesap etmelidirler. Böylece onlar da cereyanda olmalı ve neticede yersiz beklentiler de olmaz. " güzel bir sözdür. Hanım senin ne kadar aylığın olduğunu bilmiyorsa az harcadığında cimri olduğunu zanneder ve hemen buradan sevgisizlik başlar. Sen müstebdi bir kimse olup karını hesaba katmadığın andan itibaren sevgisizlik başlar.
Çünkü hanım şahsiyet sahibidir, şahsiyetine darbe indiği zaman da önce kötü ahlaklı olur, merhametsiz olur ve bundan daha beter ve daha tehlikelisi şu ki, eğer kadın şahsiyetsiz olursa çok ince noktalara varır. Bu nedenle kadınlardan özellikle ve erkeklerden rica ediyorum kızlarınızı şahsiyetli yetiştirin, kızlara hakaret etmeyin, oğlanlara hakaret etmeyin. Hakaret, yani ezmek ve eğer bir kızın şahsiyeti ezilirse muhabbet amiz bir sözle gitmesi mümkün.
Eğer bir gencin şahsiyeti ezilirse her cinayeti işlemeye hazırdır. Bunun üzerine binaen, nasıl ki kadının kocasına itaati erkeğin tabii hakkıysa erkeğin de karısını dinlemesi ve onu cereyanda bırakması, kadının en tabii hakkıdır. Aynı şekilde onun ikinci hakkı İslam fıkhı açısından kesin bir iştir ki, kadın cinsel iç güdü yönünden kocasının üzerinde hak sahibidir.
Ve bu hakka yüzde yüz amel edilmelidir. Eğer erkek yapabileceği halde gevşeklik ederse zulmetmiş ve onun hakkını eda etmemiştir. Bu nedenle bir çok rivayetlerimiz var erkek için geçerli olan o iki hak kadın için de geçerlidir.
EV VE HAKİMİYET KANUNU
Rica ettiğim bir şey var. Özellikle erkeklerden ki son günlerdir ve benim bu ricamı kabul etsinler. Şöyle ki: evde kanunun hüküm ferma olması mümkün değil zira ev dağılır. Öyle ise ne hüküm ferma olma-lıdır? Refakat, sadakat, acıma, şefkat evde ne hüküm ferma olmalıdır? Bu şairin şiiridir ki, diyor: Ben kimim? Leyli, Leyli kim? Ben. İkimiz bir ruhuz, iki bedende.
Eğer kanun öne gelirse, iş harap olur. Mesela kadına evden dışarı çıkma demek erkeğin hakkıdır. Zira bu onun hakkıdır ve kadın izin alarak dışarı çıkmalıdır. Bu, İslam'ın erkeğe verdiği bir haktır. Şimdi erkek yüzde yüz kanuna amel etmek istiyor, kadın babasının evine gitmek istiyor, hayır olmaz diyor. Komşusuna gitmek istiyor hayır olmaz diyor, öyleyse nereye gitsin? Sen hiçbir yere gitmemeli yalnız evde kalmalısın.
İyi de malumdur ki. Sen bir kadına böyle davranırsan o da çok şeyler yapacaktır. Halk arasında meşhur bir söz var ki eğer kadın iffetsiz olursa şişenin içine koyup ağzını bile kapatsan verir. Kanunla kadının önüne geçilir mi? Refakatle, şimdi işlediğimiz derslerle kadının önüne geçilebilir.
Binaen aleyh mübarek Ramazan alının başından beri beş yüzden fazla telefon, mektup ve tomar almış bulunmaktayım ve şayet bunlardan yüzde biri dahi itiraz mahiyetinde değil, beş tane bile itiraz mahiyetinde telefonum olmadı ama beş yüzden fazla telefon, teşekkür mahiyetinde idi. Anlaşılıyor ki, yüzde yüz kadının önünü alacak ve onu kocasına muti kılacak şey, bu minber ve sohbetlerdir, refakatlerdir, sadakatlerdir.
Şöyle ki, hanımı hesaba katmalı, onunla şefkatle sohbet etmeliyiz. Binaen aleyh sahiden bir erkek kanunla davranmak isterse, kadın da kanunla hareket etmek ister, ücret ver de çocuğunu emzireyim, ücret ver de ev işlerini yerine getireyim. Ben tek başıma yapamam bir yardımcı tut ki ev işlerini halletsin, sen yap, ben de yapayım derse, şimdi eğer bir kadın sahiden böyle olmak ister ve ben iş yapmıyorum, sen sadece benim üzerimde bir hakka sahipsin o da evliliktir, öyle ise sen çalış ben yiyeyim derse, anlaşılacağı üzere bu ev bir zindan olur.
Eğer kadın kanunla hareket etmek isterse belki on gün geçmeden boşarlar. Erkek de eğer kanunla hareket etmek isterse on gün geçmeden kadının feryadı yükselir. Kanunla yaşanmaz. Kuranın deyimiyle kanun iyidir ama kurudur, başka bir şey istiyor ve o dır. Bu ikisi beraber olmalıdır. Kadın kocasına itaat etmelidir ama dostça, kadını öyle yetiştirmelidirler ki, kocasına yüzde yüz muti olmalıdır, erkeği öyle yetiştirmelidirler ki, evde yüzde yüz şefkatli olmalı,
sost davranmamalıdır. Kuru kanunla müyesser olunmaz. Davranışlarının sertliğinden dolayı sonları çok kötü yerlere varmış bir çok erkekleri biliyorum. Mesela çarşafının bir köşesi arkaya kaçmış adamın feryadı yükselir, bu feryat çirkindir, birinci kez birinci kez söylemeyebilir, ikinci kez söylemeyebilir,
ama bir vakit o yere varır ki, yavaş yavaş çarşafı arkaya gider ve o yere varır ki, hatta yüzünü bile na mahrem yanında açar; senin yanında yüzünü örter ama sen olmadığın zaman açar ve çarşafını da arkaya verir eğer sert davranırsan böyle olur. Bazı vakitler karısına; kardeşimin yanında konuşmaya hakkın yok,
veya yakın akrabaların oturduğu sofraya oturmaya hakkın yok diye sert davranır, bu sertlikler çok ince yerlere varır. Nasıl ihtilafların öne geldiğini biz gördük ve aynı şekilde bazen kadın sert davranıyor ve kocasına sert davrandığında kocası soğuktur ve genellikle erkekler başına buyruk turlar ve eğer bu başına buyruk olma zahir olursa kadın çaresiz olur.
Rica ediyorum ev muhitiniz kanun uygulama ve yüklenme muhiti değil, refakat muhiti olsun. Mesela hanımın giyim, iffet ve hicabı iyidir ama kocası dışarı çıkmaya, komşuya gitmeye, alışverişe gitmeye, babasının evine gitmeye hakkın yok diye zorluyor. Babanın evine gitme de ne demek? Meğer bir kimsenin babasının evine gitmemesi olur mu? Farz edelim ki sen onun anne babasıyla kötüsün ama kadın anne ve babasını bırakamaz ki,
anne ve babayı bırakmak ruhsal kompleksi icat eder ve sen ve çocuklar için çaresizlik doğurur. Kamçıyı taşa ne kadar hızlı vurursanız, aksül ameli daha fazladır ve neticede kendi tarafına döner. Eğer kadın veya erkek evde zorba olursa iş kötü bir yere varır. Yani aksül ameli vardır. Bütün bunlarla halbuki hanımlar ve beyler zorba olmamalıdırlar, sert davranmamalıdırlar. Bu şekilde kendi çocuklarına teveccüh etmelidirler, kızlarına dikkat etmelidirler, nereye gidiyor, geç gelmemelidir, arkadaşı kim? Arkadaşı iffetli mi? Değil mi,
aynı şekilde oğullarına dikkat etmelidirler nereye gidiyor? Ne zaman geliyor? Arkadaşı kim? Bunlar hepsi kesindir. Ama eğer zorlar genç kız ve oğlanlarına zorbaca davranırlarsa anne ve babanın aleyhine ayaklanırlar. Ne kadar çok görüyoruz çocuklar anne ve babalarının istemedikleri yerlere gidiyorlar
ve anne ve babalar bunu önle-yemiyorlar. Kaynağını araştırdığımızda bu ikisinden birini görüyoruz ki, ya terbiye edilmemişler veya terbiye edilmiş olsalar bile aşırıya gidilmiş. İslam ifratın yanlış olduğunu söylüyor, nasıl ki, tefrit yanlışsa. Müminlerin emiri Hz. Ali(as) şöyle buyuruyor: " .
Cahil ya yavaş gider yada hızlı" şahsiyetsiz kimseler refakat ettiklerinde bazen refakatte acele ve aşırılık ediyorlar, bazen da küsüyorlar ve onların davranışları o kadar soğuk oluyor ki, ne buhtanlar ediyorlar. Bazı vakitler çocuğuna yetişmiyor ve bazen da yetişiyor ama o kadar soğuk davranıyor ki, çocuğun şahsiyetini eziyor.
Hanımlar ve beylerden bir başka ricam şu ki, kanundan sui istifade etmemeğe dikkat edin ki, İslam açısından doğru değil. Bu işe kanunda sahtekarlık derler ve ben bu konuyla ilgili kanunda sahtekarlık adlı bir kitap yazdım ve bu kanunda sahtekarlık adlı kitabı Kuran ve sünnetten yararlandım.
Kanundan yapılan sui istifadelerden biri şudur. Faiz yiyorlar ama şer'i bir külah onun başına koyuyorlar. Şöyle ki, ben sana bin tümen borç veriyorum ve sonra bir som altını yüz tümen meblağ ile sana satıyorum. Veya on bin tümen sana borç veriyorum ve sonra da bir nabat tanesini bin tümene sana satıyorum. Bu konuda sahtekarlık ve şeytani bir hiledir, onu şer'i bir hile olarak bilsek bile.
Allah rahmet eylesin Kum ilim havzası müessisi merhum hacı şeyh Abdulkerim Yezdi (ra) ki, bütün bu avazlar onundur. Merhum buyuruyorlardı ki; bir kadını üça talakla boşamışlar ve sonra pişman olmuşlardı ve halk anlamadan benim yanıma geldiler ki, efendim bir şeyler düşün ki, şerefimiz tehlikede.
Eğer biz bu kadının helal kılın-ması için birini bulursak, her ikimizin şerefi yok olacak. Merhum şeyh buyuruyorlardı cemaatimin ilk safında kuru mukaddesata sahip bir adam vardı, iyi bir adam olduğunu gördüm ve ona bir fayda ulaştırayım dedim. Senin için iyi bir nimet öne geldi dedim ve o da şudur, genç ve güzel bir kızı bir geceliğine senin daimi nikahına verecekler ama yarın talakını ver ki, helal olasın. Sana hesaplı bir para da verecekler.
Ona parayı verdik, ve kadını da nikahladık. Gece gerdeğe girdi ve yarın sabah kadını boşaması için onu çağırdığımda karımdır, boyamıyorum dedi. Ne kadar ısrar ettiysek, karımdır boşamıyorum dedi. Dedi ki hacı şeyh efendi! Benim karım değil mi? Tabi dedim. Boşamak istemiyorum dedi.
Her ne kadar o tarafa bu tarafa çektiysek, neticede boşamadı. Merhum hacı şeyh buyurdular. Kız üzüntüden verem olup öldü, yine de boşamadı. Hacı şeyhten meşhur bir cümle var ki, bu cümle çok güzel, minberde söylemişlerdi, bazıları adildirler ama şimrden daha kötüdürler.
Bu adam adildir, günah etmemiştir, boşamak istemiyorum diyor ama Şimr'den daha kötüdür. Çünkü kanundan sui istifade ediyor ve kanundan sui istifade etmek oldukça tehlikelidir ve müteessifane mu-kaddeslerde, özellikle kadınlarda çok fazladır. Mesela hanım üniversiteye gitmiş veya birkaç tane ilmi sarfı veya nahvi ıstılah öğrenmiş,
ilmi gurura kapılmıştır. Şimdi bu öğrenci hanım kanundan sui istifade etmek istiyor ki ben ders okumak istiyorum senin bana iş yap demeği hakkın yok ben iş yapmak istemiyorum. Hanımefendi! Bu sui istifade hemen hacı şeyhin söylediği sui istifadedir. Sen hanım adilsin ama Şimrden daha kötüsün.
Çünkü sen evini yıkıyorsun. Bu gün olmasa yarın, Efendi! Hizbullahisin, adilsin ama Şimr'den daha kötüsün, çünkü evde zorbasın ve yavaş yavaş ince bir noktaya varır. Bir vakit soylu kadını, asil kızı şerefsiz ediyorsun.
YİRMİBİRİNCİ OTURUM ONUNCU BÖLÜM
EVDE TEVAFUK, MUHABBET, UYGUNSUZ AYRICALIK
EVDE TEVAFUK: Bahsimizin onuncu bölümü evde tevafuk hakkındadır. Hepimizin mütezekkir olması gereken nokta şu ki evde yüzde yüz ahlaki tevafu-kun olabilmesi muhaldir. Karı ve koca arasında veya gelin kaynana hatta anne kız oğul ve baba arasında yüzde yüz bir tevafuk olması mümkün değildir.
Ortada prensip ve adap farklılıkları var ve ister is-temez bir çeşit ihtilaflar vücuda geliyor ve büyük bir psikologun de-yimiyle evde ihtilaf tabii bir iştir ve bu yüzde yüz uyumsuzluk o ka-dardır ki bazı büyük filozoflar insan cinsinin ferde münhasır olduğuna inanıyorlar. Diyor ki, insanlar bir türün (cinsin)
fertlerinden değiller her insan müstakil bir cinstir. İhtilaflar insanın ferde münhasır bir cins olarak bilinmesine sebep olmuştur. Şimdi bunların dedikleri doğru mu değil mi? Ama o psikologun sözü çok güzel. Hepimiz ihtilafın varlığını derk etmeliyiz. Bu dert mevcuttur ve ahlaki tevafukun olması yolunda ne yapmalıyız? Diye çare aramalıyız, eğer karı ve koca arasında ahlaki tevafuk yüzde yetmiş olursa bu oldukça iyidir. Böyle büyük bir nimete sahibiz diye çok şükretmelidirler, her zaman Allah'ın şükrü dillerine dökülmeli .
Ki yüzde yetmiş ahlaki uyumluluğumuz var diye. Hatta siz azizlere arz edeyim ki, ahlaki uyumluluk yüzde elli bile olsa iyidir, eğer kaynana ve gelin arasında yüzde elli uyumluluk varsa Allah'a şükretmelidirler. Baba oğul ve anne arasında, anne kız arasında yüzde yetmiş bir ahlaki uyumluluk varsa bu durumdan dolayı Allah'a çok şükretmelidirler. Bu kız, bu oğlan çok şükretmelidirler.
Bizim genellikle kendisinden gaflette olduğumuz şey yüzde yüz ahlaki tevafukun muhal olmasıdır. Bizim çocuğumuz belki de hepimiz yüzde yetmiş ahlaki uyumluluğun çok iyi olduğundan ve hak teala tarafından büyük bir nimetin bize nasip olduğundan gafiliz. Bizim bahsimizin konusu olan şey şu ki, yüzde elli veya yüzde otuz kadar olan ihtilafı ne yapmalıyız?
MUHABBET
O ihtilafı yok edecek ilk şey muhabbettir, eğer karı ve koca arasında, gelin ve kaynana arasında, baba ve oğul, anne ve kız arasında muhabbet hüküm ferma olursa, artık o yüzde ellilik veya yüzde otuzluk ihtilafın bir tesiri olmaz ve muhabbet şuası altında vuku bulur. Şairler bu konuda bir çok şiirler söylemişlerdir ve peygamber efendimizin bir cümlesi var ki, bütün bu şiirleri kendinde topluyor. O hazret şöyle buyuruyor:
" senin bir şeye sevgin seni kör ve sağır yapar. " Yani eğer bir kimseyi severseniz onun kötülüğünü görmezsiniz, onun kötülüklerini dile dökemez ve duyamazsınız. Eğer bir kimseyi seviyorsanız, elinizden geldiği kadar hatalarını yorumlarsınız. Eğer bir kimse onun kötülüğünü söylerse hatta gerçeğe uygun olsa bile kabul etmez ve savunursunuz.
Hatta kötü ahlaka sahip olduğunu tasavvur ettiğiniz zaman kendinizi kınarsınız ve neticede peygamber efendimizin bu cümlesi çok yücedir, o arap şairi de diyor ki, eğer bir kimsenin birine karşı muhabbet gözü olursa onun bütün kötülüklerini örter. . Yani artık bu göz kötülükleri görmez. Sonra bu şair diyor ki ancak dost olmayan göz kötülükleri görebilir. Eğer şiddetli bir muhabbet içinde olursa gerçekten görmez. Belki onun bütün kötülüklerin örter.
Leyla ve mecnun hikayelerini naklediyorlar, gerçek olsa da, olmasa da böyle bir hakikat insanda var. Diyorlar Leyla adak aşı pişirmişti, herkes gidip ondan aş alıyordu. Mecnun da tabağını dostlarından birine verdi ve oraya gidiyorsun, benim için de al dedi. Mecnunun tabağını Leyla'ya verip, Mecnun'un tabağıdır dedikleri zaman tabağı yere vurarak kırdı. Tabağı kırdı diye Mecnuna haber verdiler. Bir şiir okudu:
Mecnun dedi ki benim tabağımı kırması bana meyli olduğuna de-lildir yoksa başkalarının tabağını neden kırmıyor? Yani Leyla'nın kötü iş yaptığını kabullenmiyor, belki kötü amelini bile yorumluyor.
Hanım kocasını seviyor ve eğer bir kimse kocasının kötülüğünü söylerse savunur ve onun kötülüğünü duymaya tahammül edemez. Hemen bu kadın komşusunun kötülüğünü görüyor, hatta kardeşinin kötülüğünü, yakınlarının kötülüğünü görüyor ama iş kocasına vardığı zaman asla onun kötülüklerini görüp rahatsız olmuyor. Ben birçok kadınları biliyorum ki, kocaları onlara sert davrandığı zaman Allah'a şükrediyor ve diyorlar ki,
kocamın bana bu sert davranışı, bana sevgisinin bir delilidir yoksa neden kız kardeşine veya diğer kadınlara sert davranmıyor. Öyleyse anlaşılıyor ki, beni seviyor ve beni düzeltmek istiyor. Hepimizin kendisine teveccüh etmemiz gereken şeylerden bir şu-dur ki, sözün muhabbet için ve muhabbeti yok etmek için fevkalade bir tesiri var. Söz bazen güzel bir gözdeki ben gibidir ve bazen ağzı yakan biber gibidir. Şairin dediği gibi Bazen erkeğin hanıma bir teşekkür ederim demesi
ay yüzlü bir su-rattaki ben gibidir. Bu ben ne kadar değer verir bu kadına? Bu teşek-kür de böyledir ve onun kalbinde muhabbet icat eder ve aksine bazen bir sertlik, bir acı dil, muhabbeti öylesine yok eder ki, o biber gibi ağzı yakar. Bazen bir cümle nazara küçük gelir ama muhabbeti yok etmek için çok büyüktür. Kadının kocasına itaat etmesine, erkeğin eşine karşı iyi davranmasına İslam bu kadar sevap veriyor,
zannetmiyorum bunlar bir istihkak olsun. Bu sevaplar bunun içindir ki, şarii mukaddes başka bir şeyi ele getirmişlerdir mesela peygamber efendimiz minberin üzerinde şöyle buyurmuşlardır: " Eğer bir kimse müminlerin emiri'nin hakkını tanır ve vacibatlarını da yerine getirir,
günahı da olmazsa veya eğer günahı olup da tövbe ederse ve eğer evli bir erkek veya evli bir kadın olursa cennetin bütün kapıları onun yüzüne açılır ve onun makamı enbiya ve evsiyaların makamına varır. " Nasıl ki, Kuranı kerim buyuruyor: İnsanların bazıları peygamberi Ekrem ve tahir imamlarla birliktedirler " Kim Allah'a ve resulüne itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve Salih kimselerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır. "
Buyuruyor eğer bir kimse yüzde yüz Allah ve resulüne ittat ederse kıyamet günü enbiya, evsiya, şüheda ve suleha ile meşhur olur ve cennetin bütün kapıları onun yüzüne açılır, hangi kapıdan isterse girer. Bu çok yüce bir makamdır ve istihkaki değildir, yani böyle değildir ki, bu sevapları hak etmiş olsun, bu sevaplar tane döküp güvercin yakalamak gibidir, yani bu sevabı ev muhiti sıcak olsun diye veriyorlar.
Rivayetlerde okuyoruz ki, eğer bir kadın kocasına bir bardak su verirse alemlerin mürebbisi bir senelik ibadetin sevabını bu kadona verir. Bu su vermenin o kadar sevabı yoktur ama bunun sebebi kadını bi zevc durumuna getirmektir. Eğer erkek karısı ve çocuklarının refahı için zahmete katlanıp çalışırsa cephedeki er gibidir. Bu sevap istihkaki olmadığına göre tevessül içindir. Neden veriyorlar? Ev muhitinin sıcak olması için ve aksine çirkin ve kaba sözlerin o kadar günahı var ki, insan kalıyor, bu kadar günah da istihkaki değil, bu da ikinci bir unvan.
Peygamber efendimiz(saa) minberde buyuruyorlardı ki: eğer bir kadın hatta bir sertlik ve acı dil ile kocasına eziyet ederse , eğer bir erkek karısına eziyet ederse hatta bir sertlik ve acı dille olsa bile, peygamberi Ekrem buyurdular ki, o cehenneme girecek ilk kimsedir. Yani günahı çok fazladır.
Neden? Çünkü eğer evde muhabbet olmazsa ev muhiti çok soğuktur ve eğer muhabbet varsa refah ve huzur vardır. Okuduğum bu iki rivayet gibi hadisler hemen bu vesail kitabında oldukça fazla var. Kaldı ki, Allame meclisi(ra) in ve diğerlerinin naklettiklerine başvurmak istersek çok çok fazladır.
Peygamber efendimiz (saa) buyuruyorlar: eğer bir kadın kocasının eziyetine sabreder, susar, başı önünde olursa, eğer bir erkek eşinin eziyetine sabreder ve fedakarlık eder ve bağışlarsa bu kadın bu kadın ve erkeğin makamı cennette Hz. Eyyub (as) ın makamıyla beraberdir.
Belalara sabreden Hz. Eyyub (as) ın bu makamı istihkaki değildir. Ev muhitinin sıcak olması içindir. Evde muhabbet hükümferma olmalıdır, muhabbetin yok olmaması için dikkat etmeliyiz. Rica ederim evdeki sözlerinize dikkat edin. Muhabbeti icad eden de sözdür, yok eden de sözdür.
9
Aile ve Çocuk Eğitimi Aile ve Çocuk Eğitimi
UYGUNSUZ AYRICALIK
Özetle, muhabbeti yok ededen ve çok dikkat etmemiz gereken şeylerden biri fertler arasına konulan farktır. İki damat, iki kız, iki oğul arasına konulan fark. Mesela bir oğluna daha fazla miras veriyor, diğerine daha az veya hiç vermiyor, mahrum ediyor, sonra da bir saçmalıkla bu mirasını götürdü, çeyizini götürdü diye yorum yapmak istiyor. Bu o söylediğim biber tanesinden daha yakıcıdır. Öyle ki peygamber efendimiz defalarca minberde buyuruyorlardı: Allah, çocuklarını iyilik yapmağa teşvik eden anne ve babalara rahmet eylesin. Sonra buyurdular:
Allah, çocuklarını, anne ve babayı inciten ve anne ve babaya karşı karamsar olmaya bırakan anne ve babalara lanet etsin. Çocukları anne ve babaya karşı karamsar eden şey nedir? Çocuk, annesinin suçlu olduğunu ve geliniyle geçinemediğini görünce ister istemez sert bir çıkışta bulunuyor, sert davranmaya hakkı yok suçluyor suçladığı zaman da ne dünya hayrı var ne de ahret. Oğlan babasının kendisi ve kardeşi arasına fark koyduğunu gördüğü zaman,
kız , anne ve babasının kendisi ve kardeşi arasına fark koyduklarını , kendi kocasıyla kız kardeşinin kocası arasına fark koyduklarını gördüğü zaman, kalbi gamlanır, ruhsal komplekse girer. Anne ve babasına karşı karamsar olur ve anne ve babasına karşı karamsar olan kızın vay haline. Allah korusun onların arkasından konuşursa suçlama olur, suçlu bile olsalar onların arka-sından konuşmaya hakkı yok, gençlerin dikkat etmeleri gereken
şey-lerden biri anne ve babaya ihtiramın vacip ve lazım olduğudur. Anne ve baba, okuma -yazması olmayıp kültürsüz ve çocuklar okumuş ve kültürlü olsalar dahi onlara ihtiram etmelidirler. Amme ve babaya karşı boy ölçülmez, onlara sert davranmak olmaz. Kuranı kerimin bu konuda sert bir tutumu var. " Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, anne- babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa kendilerine 'of' bile deme, onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle. "
Buyuruyor, Allah'a hamd et, anne ve babaya iyilik et, anne ve ba-baya ihsan etmeyi Allah'a ibadet etmenin yanında koymuştur. Sonra buyuruyor: eğer annen veya baban yaşlı ve sabırsız olur ve sana kötü-lük ederlerse, onların karşısında boy göstermeye hakkın yok. Dikkat et bir an sert davranmayasın babana, sert davranmayasın annene. . Onlarla ikram ve ihtiramla sohbet edin. Hatta imam Sadık buyuruyor ki, bu cümlenin manası şudur:
eğer seni dövse bile de ki Allah sana rahmet etsin. Anne ve baba karşısında boy ölçüşülmez. Eğer bu genç annesini suçlar, babasını suçlarsa cehenneme gider ama bu anne ve baba da onun peşine cehenneme giderler. Bu avamane misal güzel bir misal-dir. Bir baba oğluna seni . Ediyorum dedi, oğlan ben de seni . Ediyo-rum dedi. Yani kıyamet günü kız veya oğlan cehenneme gittiği zaman bu anne ve babaya sen de cehenneme git diyorlar, çünkü o olduğu için ama Allah'ın laneti üzerine olsun ki,
onun olmasına sebep olacak işler yaptın onun sana sert davranmasına sebep olacak işler yaptın. Sen anne , karısıyla geçinmediğin için sana sert davranmak zorunda kaldı. Sen baba, kötü ahlaklı davrandığın için karşında boy göstermeye mecbur oldu. O . Oldu ve sen . Her ikiniz de cehenneme gidin. Bu peygamber efendimizin hemen sözüdür ki, buyuruyor: Allah, çocuklarını olmaya bırakan anne ve babaya lanet etsin. Yani Allah suçlanan anne ve babaya lanet etsin. Nasıl ki anne ve babayı suçlayan kız ve oğlana da lanet etsin, her ikisi de kötüdür.
Babalardan rica ediyorum, çocukları arasına fark koymasınlar. Annelerden ricam kızları ve oğlanları arasına fark koymasınlar. Bazen görüyoruz ki, anlayışsız bir anne kızını çok seviyor, o kadar ki fark ettiriyor ben kızımı oğlumdan çok seviyorum, bu davranışın ilk neticesi bu annenin sevgisinin oğlunun kalbinden gitmesidir.
Bu büyük bir günahtır, ama daha büyük günah bu oğlan ve kız kardeşin arasına ihtilaf düşmesidir ve eğer iki kardeş arasına ihtilaf düşerse onun bertaraf edilmesi zor bir iştir ve ihtilafları ne kadar uzarsa bunlar her ne kadar günah işlerlerse anne ve baba da bir o kadar günah işlerler.
Bir baba vardı ve miras konusunda kızı ile oğlu arasında fark gö-zetmişti kızına veya oğluna daha az verdi veya mahrum etti anne ve baba öldüler ama o evlatlar arasında ihtilaf düştü ve bu ihtilaf yavaş yavaş sonraki nesle intikal etti ve ben bir çok böyle örnekler biliyo-rum.
Bütün bu ilişkilerin kesilmesi, bütün bu ihtilaflar ki, günahları en büyük günahlardır, kimin suçudur? Bu anlayışsız babanın suçudur ki iki oğlu arasında fark koyuyor, bu annenin suçudur ki iki kızı arasında fark koyuyor, bu kalp ehlinin nazarına göre küfürdür.
Kuranı kerim miras konusunu beyan etmiştir, oğlanlar birbirinin aynısı, kız oğlanın yarısı ve kızlar birbirinin aynısı hakkına sahiptir. Şimdi eğer bir kimse hayır der ve oğluyla kızı arasında fark gözetirse manası şu olur ki, ben Allah karşısında boy ölçüşüyorum. Bu kalp na-zarına göre küfürdür. Hanımefendi!
Eğer kızını seviyorsan damada niçin hakaret ediyorsun, eğer kızının bahtına tekme atmak istemiyorsan neden damatların evine geldikleri zaman birine daha çok ihtiram ediyor ve diğerine ihtiramsızlık ediyorsun. Eğer sen anlıyorsan neden bu damadı o damadın yüzüne vuruyorsun? Ey baba! Eğer sen anlıyorsan neden bu kardeşi o kardeşin yüzüne vuruyorsun? Neden bu kızı öteki kızın yüzüne vuruyorsun? Bu işler adam öldürmekten beterdir.
Bu nedenle çocuklarını diri diri toprağa gömen kimselerin çocukları ölüyordu ve cennete gidiyordu ama sen bu kızın ruhunu öldürüyorsun, bu oğlanın ruhunu öldürüyorsun. Sözlerinize dikkat edin. Bu küçükleri büyük yapan şeylere - ki o konuda konuştum- dikkat edin.
Damatlarınız evinize geldikleri zaman birinin önünde diğerine yapacağınız bir saygısızlık kızının bedbaht ve zavallı olmasına sebep olacaktır. Bazen kardeşi kardeşin yüzüne vuruyor, diyor ki bak ne kadar zeki, ne kadar çalışkan, ne kadar iyi, bak sen ne kadar kabiliyetsiz ve beceriksizsin.
Bu ruhsal komplekse sebep olur. Bu oğlan cinayet kar olur, bu oğlan ihanet kar olur ve sen babanın suçudur ki, bu işi yaptın . Bazen kızına çeyiz veriyor ve damadı zengin olduğu için daha çok çeyiz veriyor ama öteki kızına daha az çeyiz veriyor çünkü mesela o damadı fakirdir, maddi durumu düşüktür.
Bu işiyle nasıl bir cinayet işlediğini bilmiyor. Efendiler! Hanımlar! Musibet, bir şeyin olmaması değil, belki ay-rıcalık ve farklılıktır. Bu nedenle anneler çocuklarına aynı ölçüde şefkat göstermeye dikkat etsinler. Eğer bu oğlan çocuğunu öpüyorsa, kız çocuğunu da öpmelidir. Siz eve gittiğiniz zaman eğer tatlı dilli bir çocuğunuz varsa ve eğer çocuklardan birini daha çok seviyorsanız onu cinayet kar etmemeğe dikkat edin, onu bedbaht etmeyin. Oğlunuza gösterdiğiniz ilgiyi kızınıza da gösterin.
Size doğru geldikleri zaman her ikisini de kucaklayın, her ikisini de dizinizin üzerinde oturtun ve nasıl ki söylemiştim, hanımınıza teveccühü de unutmayın. Rica ederim yaşamınızda ayrıcalık olmasın. Zira ailenizin temelini harap eder. Ama eğer evde muhabbet hüküm ferma olursa bütün sözler yok olur. O yüzde otuz ihtilaf muhakkak bertaraf olur. Ve artık gelin ve kaynana arasında ihtilaf yoktur, karı ve koca arasında ihtilaf yoktur, bağırıp çağırma ve sert davranışlar ve dil yaraları evde yoktur artık ve kendisinde muhabbet hüküm ferma olan eve ne mutlu.
Birlikte şefkatli olan gelin ve kaynanalar! Çok şükredin, sizlersiniz ki, Allah sizleri seviyor; birlikte muhabbetli olan eşler! Allah'a çok şükredin, her zaman Allah'tan bu muhabbetin artmasını isteyin ve biliniz ki, en büyük nimete sahipsiniz. Allah'ın rahmeti evinizdedir Allah'ın kerem, fazl ve inayeti sizin evinizdedir.
YİRMİ İKİNCİ OTURUM ONUNCU BÖLÜM
BAĞIŞLAMA- AFFETME:
Bu günkü bahsimizin konusu, kendisine teveccüh etmemiz gereken bir konu yani bağışlama - affetmedir. Ve kendisinde muhabbet olmayan evlerin durumunu düzelteceğini ümit ediyorum. Bu bağışlama kelimesi, mukaddes bir kelimedir. Hakikaten insan tasavvur ettiği zaman onun etrafında nurların yayıldığını görür. Mukaddes ve güzel bir kelimedir, o kadar mukaddestir ki, omuzdan omuza gidiyor. Muhabbet kelimesi Kuranı kerimin bağışlama hakkında çok tekidi var ve onu üç kısma taksim etmektedir ki filozofların nazarıyla dir. Yani üç mertebesi var.
İlk mertebesi şudur ki, kötülüğü görüp ama Allah veya insanlık için onu bağışlamasıdır. " Ey Muhammed! Sen affı (kolaylık yolunu) tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir. " Yani ey Müslüman! Senin şiven, senin meleken affetme, bağışla-ma olmalıdır ve aile halkı ve arkadaşını da ona emretmelisin. Bunun üzerine binaen ilk mertebe yani kötülüğü görmek ve ondan geçmek.
İkinci mertebe bundan daha yücedir ve Kuranın istediği şey şu ki, insanın kötülüğü asla görmeyeceği bir yere varabilmesidir. O kadar efendi o kadar bağışlayıcı olmalıdır ki, asla hanımının kötülüğünü görmemelidir ki, ondan geçmek istesin. Buna geçmek denir. Kuranı kerim buyuruyor: " bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?"
Müslüman insan! Affetmelisin, sana buyuruyor geçmelisin. Kera-met ve efendiliğin olmalıdır, hakikatte kötülüğü görmezlikten gel. Sonra buyuruyor; acaba kıyamet günü Allah'ın seninle böyle olmasını istemez misin? Bu dünyada affedenler için, Allah taala da ahiret hayatında bağışlayıcıdır.
Bu dünyada geçenler ve asla kötülüğü yüze vurmayanların kötülüklerini de alemlerin mürebbisi ahiret hayatında onların yüzüne vurmayacaktır. Hepiniz duymuşsunuzdur ki, bazı insanlar hesapsız ve kitapsız cennete gidiyorlar. Bu hesapsız ve kitapsız cennete gitmenin manası budur. Bazen onunla hesap ve kitapları var ve affediyorlar,
ama bazen onunla asla hesap ve kitapları yoktur. Kuranı kerim buyuruyor ki, eğer kıyamet günü Allah'ın seni bağışlamasını istiyorsan bu dünyada affetmelisin evde affedici bir erkek olmalısın ve eğer kıyamet günü Allah'ın seni hesapsız kitapsız cennete götürmesini istiyorsan dünyada bir başkası için hesap kitap açma hanımının kötülüklerini yüzüne vurma,
hanım kocasının kötülüklerini yüzüne vurmamalı ve içinde toplamalıdır. Müminlerin emiri Hz. Ali(as) kendisine mensup olan o şiirde şöyle buyuruyor: buyuruyor aşağılık bir adama rastladım bana kötü söz söyledi ben böyle değilim dedim. Ondan geçtim. Yüzüne vurmaya, affetmeye gerek kalmadan.
Furkan suresinin sonunda müminin sıfatı hakkında şöyle buyuru-yor: " kendini bilmez kimseler kendilerine laf attığında (incitilmeksizin) selam! Derler, geçerler. "
Kötü adamlarla karşılaştıkları , cahil adamlarla karşılaştıkları za-man asla kötülüklerini yüzlerine vurmuyorlar. Adam eve geldiği evin ve çocuklarının durumunun iyi olmadığını gördüğü zaman , hanımının durumunun iyi olmadığını gördüğü zaman kocası olan bir kadının durumunun olmadığını gördüğü zaman, asla yüzüne vurmuyor, geçiyor, görmezlikten geliyor.
Geçmek yani görmezlikten gelmek, hanım kocasının vazifesine amel etmediğini gördüğü zaman karısı olan bir erkek gibi davranmadığını gördüğü zaman geçiyor, görmezlikten geliyor. Bu sıfat başka bir dille Furkan suresinin sonunda tekrar edilmiştir. Buyuruyor: " Onlar ki, yalan şahitlik etmezler, boş bir şeye rastladıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler. " yani beyhude bir şeyle, kötü bir işle karşılaştıkları zaman kerim bir tarzda ondan geçiyorlar.
Bu iki ayetten istifade ediyoruz ki, mümine bir kadın, mümin bir erkek affetmelidirler, belki geçmelidirler. Öyle bir makama varmalı-dırlar ki, kötülükleri görmezlikten gelebilsinler. Mesela bir yaşındaki bir çocuğunuz sizin yüzünüze vursa sizin zorunuza gitmez ve görmezlikten gelirsiniz.
Kuranı kerimin deyimiyle eğer insan keramet sahibiyse bu makama ulaşmalıdır , bilki eğer Allah'ın affını istiyor, Allah'ın kendisinden geçmesini istiyor ve eğer kıyamet günü hesapsız kitapsız cennete girmek istiyorsa bu sıfata sahip olmalıdır ve bu ayet güzelce delalet ediyor ki, eğer bir kimse dünyada geçmez, kötülükleri başkasının yüzüne vurursa kıyamet günü Allah'ın affına ve geçmesine mahzar olmayacaktır.
Kıyamet günü Allah'ın affına ve geçemesine mahzar olmak istemiyormusun? Öyleyse dünyada affetmelisin , dünyada affetmelisin, dünyada geçmelisin bu da ikinci sureti, ikinci kısmı.
Ama İslam, Kuranı kerim bizden başka bir şey istiyor, özellikle siz mukaddes kadın ve erkeklerden, sizler ki, mihrap ve minberle uğraşıyor, sizler ki Şiiliğe yöneliyorsunuz ve o üçüncü mertebe aftır. Kuranı kerim buyuruyor ki: "Kötülük ettikleri zaman siz iyilik edin" tesadüfen bu ayet kuranın kaç yerinde tekrar edilmiştir: "Ey resulüm, kötülüğü en güzel surette sav. "
Eğer bir kimse sana bir kötülük ederse o kötülüğü en güzel bir şe-kilde bertaraf et. Peygamber efendimizin sözüyle ki, buyuruyorlar: "Sana kötülük eden kimseye karşı iyilik et"
Bu sıfat Yusuf suresinde bizden istenmiştir. Bu sure acayip bir suredir Kuranın deyimiyle ahsen-ul kısastır. Kuranın en iyi en güzel en latif kıssası, Hz. Yusuf'un kıssasıdır. Hakikaten bu Yusuf suresi bir dünya ahlaktır. Ve eğer bir kimse onu okur ve amel ederse tam manasıyla kamil bir insan olur. Bu surede ilginç nükteler var. Özetle bizim mevzumuz .
Kuranı kerim buyuruyor Züleyha Yusuf'a çok eziyet etti, sonunda onu zindana attı yıllarca zindanda kaldı sonra özgür olmasına karar verildi ama dışarı çıkmadı dedi ki, git padişaha de ki, "Ellerini kesen kadınların zoru neydi? Diye sor. " Ne oldu ki Mısırlı kadınlar ellerini kestiler?
Ne oldu ki ellerini benim için kestiler? Bu Züleyha ne kadar bana eziyet etti ve bana aşık oldu, sonra şura teşkil ettiler ve kadınları çağırdılar ve Yusuf'un günahı olmadığını itiraf ettiler. Züleyha dedi ki, " Aziz'in karısı dedi ki: şimdi hak meydana çıktı, ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki, o doğru söyleyenlerdendir. "
Dedi ki Yusuf günahsızdır, ben kötü bir kadındım iffetsizlik ettim, Yusuf doğru söylüyor, Yusuf dışarı çıktı ve onun ilk cümlesi şu oldu: " Yusuf dedi ki, onların bu itiraflarına lüzum görmem, benim kendisine gıyabında hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını onun da bilmesi içindi. "
Yani ben kadınların ikrar itmelerini neden istedim biliyor musu-nuz? Çünkü kendimi arındırmak istedim, çünkü şimdi Mısır'ın azizi olmak makamını elde etmek istediğime göre buhtanla mümkün ol-mazdı. Bu işi yapmaya mecburdum, bu ayetin manası şudur, bu on senelik zindan ve Mısır kadınlarıyla Züleyha'nın bana vurdukları darbeleri eğer önemli bir iş söz konusu olmasaydı asla yüzlerine vurmazdım. Bu cümle Kuranı kerimin bizden istediği geçmedir.
Sonra Kuranı kerim buraya vardırıyor ki, Yusuf'un kardeşleri geldiler ve Yusuf'u tanıdılar sonuçta ve rusva oldular, rusva olunca da bunlar utanmasınlar diye dedi ki: " Yusuf dedi ki: Bu gün sizi kınama yok, Allah sizi affetsin, çünkü o merhametlilerin en merhametlisidir. "
Geçmişleri unutun dedi, geçmişler geçti, Allah erhemur-rahimindir. Allah sizleri bağışlar, geçenleri bırakın hatta bu ayetin zeylinde rivayet var ki, Hz. Yusuf'un programı şöyleydi: öğlen ve akşam yemeklerinde bu kardeşlerinin ihtiramı için, teşrifat için sürekli olarak bunların sofrasına gidiyor,
sürekli düşünme için tedai meani için bu cinayet kar kardeşlerini yaptıkları o kötü işlere götürüyordu. Günahsız bir çocuğa darbe indirdiler, sonra da kuyuya attılar, sonra da sattılar. Bu nedenle öğlen yemeği yiyemiyorlardı. Bir gün Hz. Yusuf yemekten önce bir konuşma yaptı, konuşma şuydu, dedi ki;
kardeşlerim neden benden utanıyorsunuz, aslında siz beni bu makama ulaştırdınız. Çünkü eğer siz beni kuyuya atmasaydınız, ben de sizin gibi olacak bir miktar buğdaya muhtaç olacak ve Kenan'dan Mısır'a gelmek zorunda olacaktım. Eğer ben bir makama erdiysem, eğer Mısır'ın azizi olduysam, eğer bu gördüğünüz makama vardıysam, bu sizin vesileniz ile oldu. Bu makamı siz bana verdiniz. Bu ilk davranış ( karşılama)
Hz. Yusuf'un ikinci karşılaması kardeşlerinin babalarıyla ve anneleriyle birlikte geldikleri zamandır. Kuranı kerim buyuruyor ki, Hz. Yusuf(as) anne ve babasını tahtın üzerine oturttu ve onlara çok ihtiram etti, kardeşlerine çok ihtiram etti sonra Kuran bu cümleyi buyuruyor: "Emin olarak Allah'ın iradesiyle Mısır'a girin, dedi. "
Buyurdu kardeşlerim Mısır'a şeref verdiniz. Mısırda emniyetle yaşayın inşallah. Bu da kinci karşılamadır ki, geçmek diyoruz. Üçüncü mertebe çok yücedir artık Yusuf(as)ın kemali buradan anlaşılıyor. Babasını tahtın üzerine oturttuğu zaman Mısır'ın dışında baba ve kardeşlerinin gelmesi için zahiren bir araç hazırlatmıştı, çadır kurdurmuş, taht koymuştu. Karşılamaya gitmişlerdi, babası tahta oturup sakinleştiği zaman,
Hz. Yusuf babasına dönerek şöyle dedi: Babacığım bak bu o gördüğüm rüyanın yorumudur. Bak nasıl bir makama sahibim şimdi. Yani şeytanın ben ve kardeşlerim arasına saldığı kırgınlık beni bu yere vardırdı. Yani babacığım! Olmaya kardeşlerime gücenmiş olasın. Eğer onlar beni kuyuya attıysalar şeytanın suçuduro ben ve kardeşlerim arasına kırgınlık saldı. Eğer kardeşlerim beni kuyuya attıysalar onlara kırılma zira onların bu işi
sebebiyle ben bu makama vardım ve sen şimdi bu makama vardın. Buna kamil bir insan derler. Ve zannetmeyin ki Kuran sadece kıssa söylemek istiyor. Kuranı kerim kıssanın arasında demek istiyor ki, şia! Müslüman! Böyle olmalısın fakat affetmek değil geçmelisin, geçmekle kalmamalı, kötülüğü iyiliğe çevirmelisin.
Kötülüğe iyilikle cevap vermelisin. Kuranı kerimde bir ayeti kerime var ki iki şekilde mana ediyorlar. Müfessirler bir şekilde tefsir ediyorlar, ama kalp ehli, hal ehli, Allah alimleri bir başka şekilde mana ediyorlar. Ayet şudur: " Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. "
Genellikle şöyle mana ediyorlar, eğer bir kimse mesela sizin elle-rinizi keserse, şer'i hakim de onun ellerini keser, bu bir manası. Diğer manası şudur ki. Eğer bir kimse size kötülük ederse ve sizde ona kötülük ederseniz, o da, siz de günah etmişsiniz. Taşın mükafatını taşa vermenin kendisi günahtır. İlk günah gibidir ve zannediyorum ki, minberimize gelenler bu ikinci manayı birinci manadan daha iyi biliyorlar.
Ümit ederim ki, şimdi sizin zevkiniz bu ikinci manayı beğenir ve bundan sonra sizin ameliniz de böyle olur. Rica ederim Allah'ın istediği şeye amel edin, Alah böyle istiyor ki: eğer bir kimse size kötülük ederse, eğer bir kimse size söverse, siz sövmeyin. Peygamber efendimiz (saa) on üç yıl Mekke'de idi ama bu haysiyetsiz Mekke halkı peygamber efendimizi (saa) bırakmadılar iş görsün, bu nedenle bu on üç yılda kırk elli kimseden fazla kimse Müslüman olmadı.
Peygamber efendimiz hicretin sekizinci senesinde on iki bin kimselik bir orduyla kan akıtmadan Mekke halkına musallat oldu. Şimdi mevki nedir? Şimdi merhamet mevkiidir, savaş olduğu zaman vurmak, öldürmek, öne gitmek, zafer. Ama şimdi on iki bin kimselik bir orduyla Mekke'ye girdi malum oluyor ki, efendimiz (saa) için acayip bir lezzet öne çıkıyor.
Çünkü efendimizin Allah'ın evini putlardan temizlemek için yaklaşık yirmi yıl kadar içi kan ağladı. Bu nedenle ilk önce Allah'ın evine girdiler ve Hz. Ali'nin (as) eliyle üç yüz altmış putu kırdılar e Allah'ın evini temizlediler. Sonra da şimdi hala duran o kapının yanına geldiler, - Allah hepimize nasip eylesin, hem de her yıl.
Zevk ehli için Allah evinin kapısına bakmanın ne kadar zevki var, insan gece yarısı o tarafa doğru Mescid-ül haramda oturup, eğer kalp ehliyse gerçekten ne kadar çekici, ne kadar cazip olduğunu görür. - peygamber efendimiz (saa) bu cazibeli evde, Allah'ın evinde durdu evin halkasını tuttu ve sizin de bildiğiniz vahdet duasını okudu.
Mescid-ül haramda cemiyetle dopdolu ama kimlerle? Kendisine taş atan kimselerle, alnını kıran kimselerle, kendisine yetmiş dört savaş açanlarla vahdet duasını okudu. Bunlar söyüt ağacı gibi esiyorlardı, zannediyorlardı ki efendimiz şimdi Hz. Ali'ye kılıcı eline al, katli am et emrini verecek?! Dua bittikten sonra,
Peygamber efendimiz bunlara döndü, bu tam manasıyla aşağılık insanlara ve sonra buyurdular ki, sizinle ne yapayım? Ebu Süfyan, o haysiyetsiz, ondan beter olan ciğer yiyen Hind, bunlar sözcü idiler, dediler ki, ey Allah'ın resulü! Ne yapsan hakkın var öldürsen, işkence versen, burun ve kulaklarımızı kessen zerre zerre etsen hakkın var. Peygamber efendimiz (saa) buyurdular: "Yusuf dedi ki, bu gün sizi kınama yok, Allah sizi affetsin.
Çünkü o merhametlilerin en merhametlisidir. " Geçmişler geçmişte kaldı hepsinden geçtim. Allah sizleri bağışla-sın. Sonra da onların hepsinin imanını kabul etti. Bu farzla ki biliyor-du onların çoğu, Ebu Süfyan ve ciğer yiyen Hint gibi liyakat sahibi değiller ki kalplerinde iman mevcut olsun. Bunların iman etmediklerini biliyordu, bu kadarla görünüş itibariyle şehadet ettiler kabul etti. Hatta Mekke'ye girmeden önce buyurdular: Ebu Süfyan'ın evi emindir. Her kim onun evine girerse,
onunla bir işim yok, çünkü Ebu Süfyan makam talep idi, makamı vardı, Mekke'nin reisi idi peygamber efendimiz (saa)de ona bir makam verdi. Tarihte okuyoruz ki peygamber efendimiz (saa) Mekke'ye girdiklerinde onun askerlerinden biri eline bir bayrak alıp Mekke sokaklarında . Bu gün savaş günüdür, bu gün sizden hesap soracağımız gündür, bu gün sizi cezalandıracağımız gündür diyerek dolaşmaya başladı. Efendimize haber verdiler ki,
sizin askerlerinizden biri eline bir bayrak alarak bu gün savaş günüdür diyor. Efendimiz gazaplandılar, rahatsız oldular ve buyurdular ki, ya Ali git bayrağı onun elinden al ve Mekke sokaklarında dolaşarak, . Bu gün merhamet günüdür, bu gün şefkat günüdür, De. Bu da efendimizin tarzı. Bütün ehlibeyt imamları böyle idiler.
Kuranı kerim aff istiyor, belki daha yücesini geçmeyi istiyor ve bu ikisinden daha yüce kötülüğü iyilikle ber taraf etmeyi istiyor. Efendimiz minberin üzerinde buyuruyorlardı iyi komşu komşusuna iyilik eden değildir. Bu her Müslüman'ın vazifesidir, iyi komşu komşusunun kötülüklerine katlanan kimsedir.
Büyük bir kimse hasta idi ve ölüme müşerref olmuştu. Komşusu onu görmeğe gitti, nemli yerde nemli duvarın dibinde yattığını gördü. Komşusu bu duvarın ve yerin kendi evinden kaynaklandığını gördü çok rahatsız oldu bu hastaya neden bana söylemedin bu nemi bertaraf edeyim? Dedi. Cevaben dedi ki, zahmete düşmenden korktum. Sana zarar gelmesine razı değildim.
İslam böyle davranışı yabancılardan istiyor gelinden ve kaynana-dan değil, hanımdan , kocadan değil, bunlardan daha yücesini istiyor. Bunlardan kötülüğü iyilikle bertaraf etmesini istiyor. Hakikaten bu ayet bir tabağa, üstelik altın suyu ile yazılmalıdır. Kadın her gün bu tabağa bakmalıdır. Adam her gün bu tabloya bakmalıdır. Efendi! Ha-nım! Tablo sadece zarif bir manzaraya sahip olmanız değildir. Sanki bir çağlayan veya ağaç manzarasını salonunuza vurup ona bakar bak-maz üzüntünüzün kalbinizden çıkması gibi.
Kuranı kerim buyuruyor ki, Gamı, üzüntüyü yok eden ayet budur. Bu ayeti salonunuzun duva-rına vurun, çocuklarınız görsün, adam baksın, hanım baksın yavaş yavaş af melekesi geçme melekesi sizlerde dirilsin. Kocası sert davrandı diye ona küsmek bir kadın için utançtır. Kuran'ın nazarıyla bu kadın bir hanım efendi değildir, karısı kötü davrandı diye karısına küsmek bir erkek için bir utançtır. Bu adam Kuran nazarıyla bey efendi değildir.
Peki efendi kimdir? Olan kimsedir. O sert davrandığı zaman tebessüm eden kimse, o küstüğü zaman barışan kimse, nasıl ki efendimiz o evlenmek isteyen hanıma eğer sen ve kocan arasında bir kızgınlık girerse hemen barışmalısın o da senin tarafından barışmış olmalıdır dedi.
Ey Allah'ın resulü dedi hatta suçlu olsa bile mi? Buyurdular evet. Çünkü kadın yani şefkat, kadın yani duygu, kadın yani bir dünya muhabbet. Erkek olun, mert olun, mürüvvet sahibi olun. Kötülükleri karınızın çocuklarınızın yüzüne vurmayın doğru terbiye tarzlarından biri gayri müstakim terbiye etmektir. Özetle eğer Ahlaki tevafuk, yüzde yetmiş ise, yüzde otuzu af ve geçmekle kötülüğe karşı iyilikle bertaraf edilmelidir ki, kamil olsun. Ev muhiti sükunet bulmalıdır. Kuranın deyimiyle
YİRMİ ÜÇÜNCÜ OTUR ON BİRİNCİ BÖLÜM
SUİ ZAN SUİ ZANNIN KAYNAĞI VESVESENİN ESERLERİ 1- OLUMSUZ BİR İNSAN (KİŞİLİK) 2- NEŞESİZLİK 3- ŞÜPHECİLİK 4- SUİ ZANNIN TEHLİKELERİ
SUİ ZAN: Mevzuumuzun on birinci bölümü evde sui zan hakkındadır. Sui zan insan için yok edici bir hastalık ve ev için harap edici bir şeydir. Aile binasının harap olması için şayet sui zandan daha kötü bir şeye sahip değiliz. En azından özetle bu mukaddes bina için büyük bir afettir.
SUİ ZANNIN KAYNAĞI
Sui zan fikri vesveseden meydana geliyor. Şeytan bazen insanın aklına musallat olur. Bu surette değişen sahtekar, gösterişçi, münafık, yalancı olup çıkar işin içinden ve bir başka ibaretle insi bir şeytan oluverir ve şeytan onun aklını istihdam ediyor (hizmetine alıyor) ve onun ilgisini çeken sevgi duyduğu yere götürür ve bu nedenle her zaman başkalarını bedbaht etme fikrindedir.
Bazen şeytan insanın kalbine musallat olur ve bu surette Kuranın nazarıyla tam manasıyla bir put perest olur. Yani onun bütün kalbini heva ve heves alır ve fasık ve günahkar bir adam olur ve Kuranın de-yimiyle abid bir kimsedir ama Allah için değil, belki şeytan için. Müşrik olur, hem de şeytani bir şirk. Yasin suresinde okuyoruz ki, " Ey insan oğlu! Şeytan'a tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır. " Demedim mi? Bunu size peygamberlerim vasıtasıyla açık seçik bildirmedim mi?
Ey Adem oğlu meğer ezelde şeytan perest olmayacağına dair beraber sözleşmemiş miydik? Neden şeytan perest oldun? Ve bu ayet ki, şeytan perestlik diyor, kime diyor? Şeytan'ın kalbini istihdam ettiği kimseye, Allah'ın sevgisini kalbinden götürdüğü kimseye ve onun kalbine yapılan ilgaatların rahmani değil, şeytani olması. Bazen de şeytan insanın düşünce kuvvesine musallat oluyor ki, buna vesvese denir. Ve o şahısa vesvas denir. Bu vesvese iki kısımdır, bir kısmı fikri vesvesedir ki, bu gün mevzuumuzun konusudur. Ve bir kısmı da ameli vesvesedir yani tıpkı bazen dindarlar arsında meydana gelen vesveseler gibi. Mesela taharet ve necasetinde namaz ve orucunda ve neticede ibadetinde vesvese vardır. Bu bizim gelecekteki mevzuumuzdur ki, inşallah Allah'ın izni ve
Hz. İmam zamanın lütfüyle bahis konumuz olacaktır. Netice itibariyle eğer şeytan insanın düşünce kuvvesine musallat olursa vesveseli bir hal insan için meydana gelir. Bu vesvese bazen fikre ilişkindir ve bazen de amele ilişkindir. Eğer fikre ilişkin olursa batıl ve sama sapan fikirler ona musallat olur ve eğer amele ilişkin olursa,
bir çeşit batıl, saçma sapan ve beyhude ameller ondan doğar. İlki fikri vesvese ve ona sahip olan fikir de vesvastır. İkincisi ameli vesvese ve ona sahip olan amel de vesvastır. Her ikisi de çok tehlikelidir. Söylemeliyim ki tehlikesi her şeyden daha fazladır. Şeytanın, insanın düşünce kuvvesine musallat olması ve vesvese haletini icat etmesi; fikri vesvese olsun veya ameli vesvese olsun, imam Sadık(as)ın nazarıyla bir çeşit divaneliktir.
Bir şahıs imam Sadık(as)'ın hizmetine gelmişti, birini övüyordu, çok övdü, özetle onun aklını bile övdü, bu arada ey Allah resulünün oğlu, vesvaslığı da var dedi. Hz. İmam Sadık (as) tebessüm ettiler. Yani alaycı bir tebessüm yani sen onu övdün, bu ne biçim akıllıdır ki, vesveseliği var? Sonra buyurdular, bu şeytana tabidir. Eğer kendisin-den bile bu işlerin şeytani mi, yoksa rahmani mi olduğunu sorsalar, şeytanidir diye cevap verir ve bu nedenle psikologların nazarıyla, imam Sadık (as) ın nazarıyla vesvese fikirde olsun, amelde olsun, bir çeşit akıl hastalığıdır.
VESVESENİN ESERLERİ
1- OLUMSUZ İNSAN (KİŞİLİK): Fikri vesvesenin tehlikeleri var ki, özetle onlar şunlardır: insan olumsuzlaşır. Bazıları kendilerinde ve diğerlerinde müspet şeyleri göremiyorlar. Gördükleri şeyler, menfi şeylerdir ki, neleri yok. Ne gibi ayrıcalıklarının olduğu maksadında değil, maksadı ne gibi ayıplarının olduğundadır. Her zaman kendisinin, dostunun, toplumunun ayıplarının üzerine gidiyor, bu oldukça tehlikelidir ve oldukça da fazla rastlanıyor.
Başka bir eseri de şu ki, eğer kendisi için olumsuz bir hal meydana gelirse artık terakki edemez, hidayet olamaz. Bunun günahı da büyüktür. Olumsuz insan sinek gibidir zira sinek eğer bir gül bahçesinde olsa konmak için kesif bir yer arar durur. Mesela eğer sizin bedeniniz temiz olursa, sineğin onunla bir işi yoktur ama eğer bedende yara veya cerahat varsa sinek oraya konar. Bazı insanlar sinek gibidirler, eğer olumsuz kimselik insan için meleke olursa tecessümü amel (amellerin canlanması) kanununa göre, amelleri ona meleke yapar, meleke onun için hüviyet yapar ve kıyamet günü bir sinek suretinde haşir olur.
Sizin hepinize, özellikle hanımlara sipariş ediyorum ki, olumsuz olmayın, kocanızın müspet yönlerini görünüz. Efendilere sipariş edi-yorum ki, hanımlarınızın olumlu yönlerini görünüz. Onun bir eksikli-ğini bulmanın peşinde olmayın. Bülbül olun her zaman gül üzerinde oturun, gülün peşinde olun, olumlu noktaların peşinde olun; sinek ol-mayın ve kesafet ve ayıpların peşinden gitmeyin, insan genellikle ve-fasızdır,
siz eğer bir ömür karınıza iyilik ederseniz ama bir gün onun üzerine bağırırsan bütün o iyiliklerin unutulur. Bu kadın eğer bir ev hanımı olursa, kocası olan bir kadın olursa, anne olursa bir ömür iyilik ederse ama bir gün kocasının istediği gibi olmazsa, kocası ki eve giriyor her şeyi unutur ve onun davranışı değişir ve bu insanın vefasız olduğundan kaynaklanıyor ve tesadüfen Kuranı kerim bile insandan şikayetçi ve buyuruyor ki: "kahrolası insan! Ne de nankör. " geberesiye - ölesice- insan ki, ne kadar vefasızdır. Bunun üzerine rica ederim olumsuz olmayın.
2-NEŞESİZLİK
Fikri vesvese'nin eserlerinden biri de şudur: insan yaşamından yorgun ve neşesiz olur ve neden bu dünyaya geldiği düşüncesindedir ve dinsiz ve Allah'ı tanımayan bir olursa, kendini öldürme fikrine kapılır. Bazen meydana gelen bu intihar vakaları ve özellikle batıda çokça rastlanmaktadır. Buradan kaynaklanmaktadır. Yani fikri vesveseye sahiptir. Oturup düşünüyor, düşüncesi bir yere varmıyor.
Düşünce bir yere varmayınca da yoruluyor ve intihar ediyor. Bu bazı gençlerin sorularıdır ki, biz niçin dünyaya geldik? Psiko-loglara göre bu sorunun kaynağı fikri vesvesedir. Neşesi yok, yaşam-dan yorgun, şaşkın bir haldedir, bilmiyor bu dünyaya neden geldiğini. Onunla fikrine uygun bir niçin dünyaya geldiği hakkında konuştuğu-nuz zaman da o fikri vesvese, kanaat etmesine izin vermiyor. Sonra iki defa böyle olur mu diyor eğer bu dünyaya gelmeseydik, daha iyi değil miydi?
Unutmuyorum bir yazar güzel bir söz söylemişti, demişti ki, bir gün sabah uykudan uyandım o kadar neşesiz ve endişeliydim ki eyvah koskoca bir gün daha var önümde dedim. Diyor tesadüfen önümde bir gazete vardı. Gazetede bir birine zıt iki mevzu gördüm, ilginçti. Biri şuydu: birisi intihar etmişti, ama ilginç bir intihar vakasıydı.
Midesinde yara vardı ve bıçağı karnına sokarak parçalamış, midesini çekip dışarı çıkarmış ve uzağa fırlatmıştı ve bir dakika sensiz yaşamak istiyorum demiş. Bir dakika sonra da ölmüş, diyor gazetenin diğer tarafına baktım ki, bir kadın elhamdu lillah sabahtan sabaha uyanıyorum, önümde neşeli bir günüm var. Bana ömür verdiği ve önümde bir gün daha olduğu için Allah'a şükrediyorum. Bu yazar diyor, düşündüm ki, bu hanımın neşesi ve o adamın intiharı ve benim bu neşesizliğim nereden kaynaklanıyor? Hepsinin fikri vesveseden olduğunu gördüm. Yani bir başka ibaretle yaşamdaki yorgunluk, şuursuzluktandır ve fikri vesvesenin eseridir.
3-ŞÜPHECİLİK
Bu iki eserden daha kötü eser şudur ki, eğer insan fikri vesvesesi olursa sui zanlı olur. Önce eve sui zannı olur, sonra topluma sui zannı olur ve yavaş yavaş Allah'a sui zannı, Peygambere ve imamlara sui zannı ortaya çıkar ve neticede bu sui zan onu kafir yapar.
Sui zan şeytandandır. Ve şeytan aza kanaat etmez ama azdan baş-lar ve onu cehennemin yedi tabakasına varacağı zaman serbest bırakır ve serbest bıraktığı zaman da alay ederek, kendin buraya geldin benimle ne işin var? Diyor. İnsanı sui zannı yapan fikri vesvese böyledir. Önce azdan başlar ama bu az çoğalır ve Allah'a, peygamber'e, imamlar'a ve Kuran'a kadar ulaşır.
SUİ ZANN'IN TEHLİKELERİ
Sui zandaki büyük tehlike şudur: bazen tefsik'e (günahkar düşün-meye) sebep olur. Yani o sui zannı o fikri vesvesesi diğer tarafı kötü gösterir. Tefsik geldiği zaman tekfir de gelir ve tekfir geldiği zaman da katlin uygunluğu veya gerekliliği ve vacipliği de gelir. Bazen görüyoruz ki, mütedeyyin bir gençtir, inkilabidir ama sui zannı tevsik getirmiştir. Hatta ulema ve büyüklere tekfir etmiştir ve o tekfir katlin uygunluğu veya gerekliliğini getirmiştir. Büyük bir alimi sui zannı yüzünden öldürmüştür. Normal bir durum olduğunu sanmayın.
Fikri vesveseden kaynaklanan bu sui zan bazen ilginç cinnetlere yol açar. Özellikle eğer sui zann evde meydana gelirse ve mesela adamın karı-sına sui zan etmesi gibi ki, günahı çok büyüktü. Mesela adamın biri sokakta öksürüyor, adam sui zanna kapılarak, bu seninleydi diyor, tam manasıyla bir divanedir. Delidir veya adam ekmek fırını nöbetinde gecikmiştir, kadın evde ikinci karısının evine gitti diye düşünüyor, geldiği zaman da neredeydin diye sesi yükselir, tam manasıyla bir deli.
Halk arasında meşhurdur ve insanların arasında çok gördüm diyorlar bir karı ve koca evlerinin çatısında uyumuşlardı, biliyorsunuz saman yolu yıldız kümesi gök yüzünde kıbleye doğru bir yol gibi görünüyor ve halk arasında Mekke yolu diye meşhurdur. Adam karısından bu nedir? Diye sordu, kadın dedi ki, Mekke yoludur diyorlar ve eğer hacılar yollarını kaybederlerse bu yoldan buluyorlar.
Bu cevabı duyduğu gibi kalktı ve kamçıyla bu kadına saldırdı ve yastığının yüksek olduğu malum oluyor! Bir fikrin olduğu için beni buraya yatırmak istediğin belli oluyor, hacılar gelsin ve beni öldürsünler ve böylece sen de ikinci kocaya varasın diye değil mi? Bu gerçek olmayabilir de, ama bir adam bana dedi ki, fikri vesvesesi olan bir kimse, hanımın da ilmi vesvesesi vardı her ikisi de benim yanıma gelmişlerdi, taharet ve necasetle ilmi necaseti olan hanıma döndüm ve dedim ki sen vesvassın, eğer altı ay benim sözümü dinler ve özen göstermezsen bu vesvesenin kaynağı kabinden sökülür.
Bu kadının kocasının acayip bir hal aldığını gördüm ve benim fikri vesvesesine hekimlik yapmama yanaşmadı, kalkıp gitti. Bir müddet sonra bana telefon etti ve biliyorum benim karıma ne söylediğini! Dedin ki, hanım git boşan, gel benimle evlen. Altı ay eğer benim nazarım altında olursan seni iyileştiririm! Tam manasıyla bir deli ki, benzerleri çoktur. Kadın kocasına sui zan ediyor, erkek karısına sui zan ediyor, onu yan kesici, hırsız biliyor, eğer cebinden bir parası kaybolur veya harcar da unutursa hanımının boynuna koyuyor,
önce hırsız biliyor, önce cinayetkar olarak biliyor ve neticede önce iffetsiz biliyor ve bazen da hayasızlık bir yere varıyor ki, yüzüne vuruyor, aynı şekilde kadın kocasıyla böyle davranışlarda bulunursa, günah o kadar büyüktür ki, Kuranı kerim buyuruyor: " hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi yaptığından sorumludur. "
Ey insan! İlimsiz konuşma, kötü zanna tabi olma, başkasına sui zan etme. Zira bu sui zanlar, bu şüpheler, bu söyleşiler, bu yanlış fikirler kıyamet günü senin kulağından, senin gözünden, senin dilinden, hata senin kalbinden sual edilecek ve senin kalbin aleyhine şehadet edecekler.
Yani bir adamın sui zannı var hanımına ama gizliyor, içinde sözü tutuyor, söylemiyor hanımına bunu, kıyamet günü mahşere getiriyorlar ve kalbi onun aleyhine şehadet ediyor ve sen hanımına kötü zanda bulunuyordun, neden? Meğer İslam kötü zanda bulunmayın dememiş miydi? Müslüman ilmine tabi olmalıdır. Kötü zanna, şüpheye değil, sanı ve tahmine değil. Sui zanlı kimseler gerçek Müslüman değiller. Kuranı kerim buyuruyor ki: " helak olan milletler, dünya ve ahireti nabud olan milletler, birbirlerine sui zan eden milletlerdir.
" tesadüfen inkilapta meydana gelen musibetlerden biri özellikle hizbullahiler arasında görülmektedir. Hemen bu sui zanlardır ki, gerçekle mutabakat halindedir. Ölüm o kimseye ki, ipek böceği gibi kendi mezennesinde kendi tahminiyle kendi yanlış zannıyla boğulana dek örüp duruyor. Ben rica ediyorum eğer meclisimizde sui zannı olan erkek , sui zannı olan kadın varsa bu ayeti her zaman nazarlarına alsınlar ki, her an kötü zan zihinlerine geldiğinde desin ki, Allah böyle demiştir. "Kahrolsun o koyu yalancılar!
" Kuran ve Hz. Peygamber (saa) hakkında çeşitli sözler söyleyenlere hitap etmektedir. Ölüm o kimselere ki, kendi mezennelerinde, kendi sui zanlarında, kendi şüphelerinde ipek böceği gibi boğulana dek örüyorlar. Rivayete göre peygamber efendimiz (saa) Kabe'ye baktılar ve dediler ki, "Ey Kabe, senin çok ihtiramın var ama müminin ihtiramı senin ihtiramın-dan çoktur. Çünkü Allah,
senden bir şeyi haram etmiştir, ama müminden üç şeyi: Allah bir kimsenin mümini öldürmesini veya malını götürmesini haram kılmıştır ve mümine kötü zan etmeye kimsenin hakkı yoktur. Sizi Allah'a yemin veriyorum bakınız peygamberi Ekrem (saa) adam öldürmeyi, halkın malını yemeği ve sui zannı bir birinin yanına koymuştur.
Malum oluyor ki, çok büyük bir günahtır, tahrip edicidir, Allah korusun eğer siz hanımınıza bir sui zanda bulunursanız ve iffetli hanımınıza bir söz söylerseniz, anlaşılacağı gibi, ne kadar zaman geçse de bu söz hanımın kalbinden çıkmayacaktır. Bilmelidir ki eğer iffetli bir kadına iffeti hakkında bir şey söylerseniz bu söz onun kalbinden muhabbeti götürmekle kalmaz, belki nefret ağacını onun kalbinde eker. Aynı şekilde kadınlar,
unutmuyorum sui zanlı bir kadının kocası ki, bu gece iş buldum ve bir iki saat mesai yapmaya mecbur oldum , kimin için mesai yapıyor? Bu kadın için, kadın ve çocukları için. Diyor; mesaiden sonra yorgun ve bitkin bana verdikleri leziz bir yemeği yemedim, eve götürüp, ailemle yiyeyim diye, eve gelip kapıyı çaldım, gelip kapıyı açtı ve bir çıkıştı, azarladı ve önceki gece gittiğin yere git dedi.
Baş üstüne dedim, oradan otele gittim, yemeği yedim. Ertesi gün bir ev kiraladım ve ona buna sipariş ederek, hemen ertesi gün bir kadınla evlendim ve aile teşkil ettim. Yaklaşık bir hafta o kadının yanında kaldım. Sonra eve geldim, hanım dedim, dediğin yere gittim. Bundan sonra bir gece seninim, bir gece onun. Eğer istiyorsan bir geceyi geleyim ve eğer istemiyorsan iki gece de onun olsun, Bitti.
Evet bir an kocanın ayağı kürek üzerinde gidiyor ve yapmaması gereken şeyi yapıyor, bazen kadının bazı sui zanlara sahip olduğunu görüyoruz. Bazı sözler saçmalıyor. Onun aklının bu sözleri çekebilecek seviyede olmadığı anlaşılıyor. Peki ne zaman çekebilir? " Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkin ederler, eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlardan olursunuz. "
Şeytan gelip vahiy ediyor, böyle yap diye, bu işi yap diye ilham ediyor, evinizi böyle saçmalıklarla harap etmeyin. Kocanızın muhab-betini böyle beyhude şeylerle yok etmeyin, özellikle erkeklere sipariş ediyorum ve eğer Allah korusun bir erkeğin karısına sui zannı olursa büyük günahtır. Kadın için de günahtır, ama kadın haram nispeti ver-miyor, gittin ikinci kadını aldın diyor, ama eğer erkek nispet verirse azarlama olur.
Yani eğersui zannı olursa ve bu sui zannı hanımına söylerse ve şer'i hakime ispat edilirse, yirmi beşten yetmiş dokuz'a kadar ona kamçı vurabilir. Olur mu hiç, erkek karısına sui zan etsin? Büyük günahtır. Bu aynen Kuranın dediği gibi ölesice dir. Sana ölüm dediğidir.
Bunun üzerine binaen evde sui zan etmeyin evin dışında da sui zan etmemelisiniz. Bunu özellikle hanımlara sipariş ediyorum. Bazen bir sui zan merak ve araştırmaya yol açar ve tecessüsün de günahı çok büyüktür. Günah o kadar büyüktür ki, peygamber efendimiz (saa) minberde buyurdular ki,
ey imanları dilde olup, kalpte olmayan kimseler, tecessüs etmeyin, zira eğer insanların işlerinde tecessüs ederseniz, Allah sizleri rezil eder. Hatta çok akıllı ve her şeyi içinizde gizleseniz bile, başkalarına sui zan, rezilliğe sebep olur. Eğer tecessüs ederseniz bazen kötü işlere sebep olur. Mesela bir hanım evinde durmuş, bir gencin komşusunun evine gittiğini görüyor, eğer bu kadın Müslüman ise onun akrabalarından biridir ve işi var diye düşünür,
ama eğer tecessüs eder, Allah korusun, insanları evin arkasında toplar ve Allah korusun iş ince bir noktaya varır ve boşanmaya kadar varırsa ve çocukların çaresizlik ve bakımsızlığına neden olursa ve iki taifenin yok olmasına kadar varırsa, bu işi yapan kadın ne kadar büyük günah işlemiştir?
İmam Hüseyin(as) buyuruyor ki. Eğer bir kimsenin damarlarını bedeninden çekip çıkarırlarsa, bunun günahı karı kocanın arasını açmaktan daha azdır. Bazen dindarlık ünvanıyla yani dindarlık rengi bürünerek ve kara bir dindarlıkla tecessüs ediyor, o tarafa bu tarafa haber veriyor ve halkı onun evinin arkasında topluyor, sonra da bir rezillik ortaya çıkıyor ve iki taifenin haysiyeti yok oluyor ve Allah korusun boşanmaya kadar varıyor. Çünkü bu adam hizbullahi amel etmek istiyordu. Halbuki bu hizbuş-şeyandır. Hizbullah şudur: " krdeşinin işini en güzel şekilde karar kıl. "
Peygamber efendimiz, defalarca sipariş ediyordu ki, mümin kar-deşlerinizin, mümin bacılarınızın işlerini daima yorumlayın. Hatta bir rivayette peygamber efendimiz (saa) buyuruyor: Mümin için mahmil yap, mahmilden sonra bir başka mahmil buyuruyor, yetmiş kere onun işlerini iyiye yor, eğer onun için mahmil yapamıyorsan. Ben ne kadar kötü bir müslümanım ki, mahmil yapamıyorum, Müslümanların işlerini yorum yapamıyorum diye kına kendini.
Acaba biz böyle miyiz? Benim siz minber ehline ve dindarlara, siz Kum'un seçkinlerine siparişim şudur, Peygamber (saa) sizin tecessüs etmemenizi istiyor. Adam o tarafa bu tarafa dalaşıp bir süre (konu) düzeltmek ve cemiyete götürmek istiyor ve maalesef bu her yerde yaygındır. Bütün kesimler arasında , pazarlarda,
orduda, askerde, işçilerde ve özellikle de hanımlar arasında mevcuttur. Bu büyük bir günahtır. Adam öldürmek değildir, damarları bedenden çekip çıkarmaktır. Neden sui zannımız olsun? Neden peygamber efendimiz(saa)'in söylediği bu cümle , Hz. Ali (as) ın, imamların, özellikle de
Hz. İmam Caferi Sadık (as)ın buyurduğu bu cümleye amel etmiyoruz?! . Neden bu emre amel etmiyoruz? Neden sui zan yerine hüsnü zan etmiyoruz? Sui zan nereden kaynaklanıyor? Kalpte pis su biriktiği zaman kötü koku verir, sui zanlıdır. Hüsnü zan nereden kaynaklanıyor? Salim kalpten. Kalp temiz olduğu zaman paktır ve başkalarını da temiz ve pak bilir ve kendisi kirli olduğu za-man başkalarını da kirli bilir.
10
Aile ve Çocuk Eğitimi Aile ve Çocuk Eğitimi
Bu büyük bir derttir ama dermanı kolaydır ve o da özen göster-memektir, İtinasızlıktır. Hanımından bir şey gördüğün zaman iyi yo-rum yapar ve fikrine itina etmezsen şeytanın ağzına vurdun demektir, ister istemez şeytan kenara çekilir. İmam Sadık (as), bu habisin ağzına vurun diyor.
Adet ettirmezseniz gider diyor, ama eğer adet edinir ve ehemmiyet verirseniz ve yanlış yorum yapar dile getirirsen, yavaş yavaş bu fikri vesvese öyle bir yere varır ki, tam manasıyla bir deli olursun. Bunun üzerine binaen büyük bir derttir. Ama tedavisi kolay. Kanser hastalığıdır dünya ve
ahireti yok eder ama herkes tedavi edebilir ve o itinasızlıktır, şüphelere ehemmiyet veğrmemektir. Kuranın tabiriyle: " Zan, hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez. " Kuranı kerim buyuruyor zan ve tahmin zerre kadar işi yaramaz eğer sen onunla iş alırsan Kurana amel etmedin ve bil ki Kurana tekme vurdun demektir.
YİRMİ DÖRDÜNCÜ OTURUM ON İKİNCİ BÖLÜM
AMELİ VESVESE
Bahsimizin on ikinci bölümü ameli vesvese hakkındadır. On birinci bölümde vesveseyi iki kısma taksim etmiştik: fikri ve ameli vesvese. Fikri vesvese geçti ama bu günkü mevzuumuz ameli vesvese hakkındadır ki, bazen insan işlerinde vesveselenir, taharet ve necasetteki vesvese gibi, abdest, gusül ve ibadetteki vesvese gibidir.
Bu ameli vesvese ev için fevkalade zararlıdır, evin temelini viran eder. Vesvas kimseyi ev ve toplumdan dışlar ve neticede aile muhabbetini yok eder ve şayet bundan daha tahrip edici bir şeyimiz yoktur, en azından asıl tahrip edicilerden biridir. Herkes ve özellikle vesvaslar, bu günkü mevzuumuza tamamen teveccüh etsinler. Bu fikri veya ameli vesvese nereden kaynaklanıyor?
On birinci bölümde şeytan bazen insanın aklına musallat oluyor demiştim ve bu tasallutla insan hokkabaz, münafık, hilekar ve şarlatanın biri olur ve siyaset meydanında yalancı, hokkabaz bir siyasetçi olur ve bazen şeytan insanın kalbine musallat olur ve onu kendine tabi eder. Nasıl ki bazen Allah insanın kalbine musallat oluyorsa bazen de şeytan insanın kalbine musallat oluyor. Kuranı kerim bir çok ayetinde bu konuyla ilgili tezekkür veriyor ve eğer şeytan insanın kalbine musallat olursa artık kalbi ( kendi istediği yere) götürür ve put perest, para perest,
heva perest ve Kuranın deyimiyle şeytan perest bir adam olarak işin içinden çıkarıyor ve bazen insanın hayal gücüne musallat olur ve böylece fikri ve ameli vesvese meydana gelmiş olur. Bu o kadar tehlikelidir ki, asla gerçek olmayan şeyleri o görüyor ve duyuyor ve kesin olarak ona kesin olarak inanıyor. Mesela şeytan korkak bir adama musallat olursa eğer o kimse gece vakti bir harabeye giderse cin görüyor ve gerçekten görür,
cinlerin sözlerini duyar, gerçekten de duyuyor, veya kabristana gittiği zaman ölünün kabrinden çıktığını görüyor, ölüyü görüyor, feryat ediyor, duyuyor, kaçıyor, bir an görüyor ki, ölü onu takip ediyor ve bir an görüyor ki, ölü onu tutmuş ve dokunuyor ona ve neticede bayılıyor. Bu farzla ki, orda cin yoktu, o kabristanda ölü kabrinden çıkmamıştı, ölü seslenmemişti, onu tutmamıştı, ama hayal gücü onun gözüne, kulağına, dokunma duyusu gücüne tesir etmiş ve bu belayı onun başına getirmiştir.
Fikri ve ameli vesvese bir insan için ortaya çıkarsa eğer böyle olur, yani mesela taharet ve necasette vesvas olan kimse hemen necasetin sıçradığına ve necis olduğuna kesinlikle inanır, halbuki sıçramamıştır ama o tuvalette necasetin sıçradığına inanır. Ama diğer yandan taharetine kesinlik kazandıramıyor,
necaset için kesinlik kazanıyor, yani şeytan onun hayal gücüne musallat olmuştur ve kendisine zararlı olan şeylere hemen ve kesinlikle inanıyor ama kendisi için yararlı olan şeylere kesin inanamıyor, itminan edemiyor ve hemen bu durumdan yola çıkarak hasta olduğunu anlamalıdır. Bu vesvas kimse çünkü eğer kesinlik meydana geliyor ve çabuk inanıyorsa hem taharetinde hem de necasetinde çabuk ve kesin inanmalıdır ve eğer çabuk inanamıyorsa bile
taharetinde çabuk inanmadığı gibi necasetinde de çabuk inanmamalıdır. Ve eğer bir yerde çabuk ve kesin inandığını görüyor ve bir başka yerde de çabuk ve kesin inanmadığını görüyorsanız, hasta olduğunu bilmelisiniz. Hem de ruhi bir hastalıktır ki, eğer ona itina ederse günden güne artış gösterir, ruhi hastalıklar öyledirler ki, günden güne artış gösterirler. Kanser gibidir, cüzam gibidir. Nereden meydana gelmiştir?
Şeytanın hayal gücüne musallat olmasından. Bu nedenle bir kimse imam sadık (as)ın yanında birini çok övmüştü, özellikle aklını, sonra vesvastır da dedi. İmam Sadık (as) tebessüm ettiler - alaylı bir tebessüm - yani bu nasıl bir akıllıdır ki vesvastır? Sonra buyurdular ki, şeytan ona musallat olmuştur ve işleri şeytanidir, rahmani değil. Sonra da buyurdular ki: eğer kendisinden bile işlerinin şeytani mi,
rahmani mi olduğunu sorarsanız, şeytanidir diye cevap verir. Hepimizin kendisine teveccüh etmesi gereken şey şudur ki, şeytan bizleri hem dünya ve hem ahrette çaresiz ve zavallı yapmaya ve herkesi cehennem yolundan götürmeye hazırdır. Şeytan kurnazdır, bir kimseyi günah yolundan, bir kimseyi para yoluyla, birini şehvet yoluyla, bir başkasını riyaset yoluyla, birini vesvese yoluyla, bir diğerini gıybet, iftira, şayia ve ber başkasını fuhuş ve iffetsizlik yoluyla saptırıyor.
Meşhurdur ki, bir kimse rüyasında açıkça şeytanı gördü ki, om-zunda bir deste halat var. Bunlar nedir? Diye sordu. Şeytan, bunlar insanları cehenneme çekmek için hazırladığım dizginlerdir diye cevap verdi. Bu zincir nedir? Diye sordu. Bu zincir seyyid Razi içindir, bu gece üç kere gidip onu zincire vurdum ama parçaladı. Bu halatlar neden böyle renkli renkliler diye sordu, çünkü herkesi bir renk ve bir yolla saptırıyorum dedi. Ertesi gün seyid Razi (ra) hizmetine gittiğimde o olayı buyurdular. Rüyanın gerçekle bağlantılı olduğu anlaşılmış oldu.
Merhum Kuleyni (ra) bu rüyaya benzer bir rivayeti naklediyor ki, imam Sadık (as) buyurdular ki: şeytan renga renk bir elbiseyle Hz. Musa (as)ın yanına geldi, Hz. Musa (as), bu renga renk elbise ve bi rengarenk külah (şapka) niçin diye sordu. Çünkü benim aldatmam bir yoldan değil,
benim cehenneme çekmem bir yoldan değil diye cevap verdi. Her kesi bir yoldan cehenneme çekiyorum dedi. Ve vesveseliği, taharet ve necaset, abdest ve gusül ve ibadet yoluyla, dinde laubali olan kimseyi iffetsizlik yoluyla, mukaddes (dindar) kadını gıybet yoluyla, iftira ve şayia yoluyla, laubali erkeği haram yeme yoluyla ve netice itibariyle herkesi bir yoldan saptırıyorum.
Kuranı kerim bu konuyla ilgili bir çok ayetleri var ki şeytan yemin etmiştir, Allah'ın önünde kullarını cehennemlik ve zavallı edeceğim diye, arzı endam etmiştir. Kuranı kerim buyuruyor, şeytan Allah'ın dergahından kovulduktan sonra şöyle dedi: " iblis, öyle ise beni az-dırmana karşılık, ant içerim ki ben de onları (insanları) saptırmak için senin doğru yolunun üstünde tuzak kuracağım. Sonra elbette onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın. Dedi. "
Adem oğlu için saptığıma göre muhakkak yolunun üstünde otura-cak ve bırakmayacağım cennet ve müstakim yola gitsin. Sonra dört bir taraftan; önünden, arkasından, sağ tarafından ve sol tarafından geleceğim. İmam Bakır (as) bu ayetin altında şöyle buyuruyor: "Önden geleceğim, yani ahret işini onlara zayıf göstereceğim; arkadan geleceğim demesinin manası, yani onları mal toplamaya ve mirasçılarına kalsın diye şer'i hukuku vermekte cimriliğe emredeceğim. Sağ tarafından gelmesinin manası yani onların dinlerini, sapıklığı güzel göstermek ve şüphe icat etmekle yok edeceğim. Sol taraftan geleceğim, demesinin manası , yani onları lezzetleri sevmeye yöneltecek ve şehveti onların kalplerine galip edeceğim. "
Yani laubali bir kadın için hicapsızlık, kötü hicap, ince çorap giy-mek ve neticede iffetsizlik yoluyla diyor, mukaddes (dindar) bir kadın ve erkek için o yoldan gelmiyor, sağ taraftan geliyor yani vesvesecilik yoluyla onları cehenneme çekiyor. Ben vesvesecilerin bu ayeti her gün okumalarını rica ediyorum.
Şeytan bunların hayal gücüne musallat olmak istediği zaman ve bunlar kendi kafalarında oyun düzenleyip bu çirkin vesveseli işleri yapmak istediklerinde bu ayeti okumalı ve demelidirler ki, şeytan Allah'ın önünde durmuş ve demiştir ki, ben her kesi bir yoldan cehenneme götürüyorum, vesveseliyi de taharet ve necaset, gusül ve abdest ve ibadet yoluyla cehenneme götürüyorum. Başka bir ayette buna benzer bir ayet var ki, şeytan lanetullah yemin etmiştir ki,
" Allah onu (şeytanı) lanetledi, o da yemin ederim ki, kullarından bir pay edineceğim, dedi. Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesin olarak onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, (putları için nişanlayacaklar) şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattıklarını değiştirecekler. "
Bendelerinden tam hisse alacağım saptıracağım onları ve amel ve arzularında onları daldıracağım, batıracağım. Onları hayvanların ku-laklarını kesmeye emredeceğim onları Allah'ın hilkatini değiştirmeye emredeceğim. Allah'ın verdiği fıtratı elden vermeleri için Allah'ı görme ve tanıma derklerinin olmaması için artık Allah karşısında küçük olmayı anlama derkine sahip olmamaları için, fazileti rezilelerden ayırma derkine sahip olmamalarına çalışacağım.
Sonra hemen bu ayetin devamında buyuruyor ki; (de ki) kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür. Eğer bir kimse, yemin etmiş bu şeytana tabi olursa, şeytan onun velisi ve ona musallat olursa, iflas etmiştir, açık bir müflistir. Ey vesvas! Kuran buyuruyor iflas etmiş ey aşikar müflis, üçüncü ayet, birinci ve ikinci ayet gibidir. Şeytan, Allah'ın dergahından ko-vulduğu zaman, Allahım hepsini saptıracağım dedi. Allah teala buyurdu ki: "Onlardan gücün yettiği davetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlatlarına ortak ol; kendilerine vaatte bulun. " şeytan insanlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.
Yani şeytan insanı saptırıyor ama nasıl? Kendi sesiyle, şeytanın sesi nedir? Teraneler, müzikler, yani şeytanın iki deste ordusu var. Bir ordu yaya, yani münafık bir arkadaşa giriftar olur ve bu arkadaş fazla alim değildir, bilgili değildir ve vesveseyle onu cehenneme götürür. Ama bazen münafık bir arkadaş, bilgili bir şeytan ona musallat olur ki, Kuranın deyimiyle şeytanın askeri ama süvari bir asker, batılı mekteplerin insanlara getirdikleri gibi, münafık ama bilgili bir arkadaş, istidlal yoluyla gayri müstakim bir yolla bunu cehenneme götürecek bir arkadaş.
Şeytan haram mal yedirmeye zorlar, nutfe o haram yiyeceklerden bağlansın ve neticede çocukları da harap ediyor. Öyleyse ayetten yararlandığımız kadarıyla anlıyoruz ki, şeytan birinin haram yoluyla çocuğunu harap ediyor, birini eksik tartma yoluyla, birini sahtekarlık, birini rüşvet yoluyla, faiz yoluyla, bir başka kimseyi de kendi sesiyle yani teraneler ve müzikler yoluyla saptırıyor. Şeytan herkesi bir yoldan götürmüyor fakat,
teveccüh etmemiz gereken şey şudur ki, bu şeytan herkes için ayrı bir şeytan görevlendiriyor, normal insanlar için normal şeytanlar; alim ve bilginler için alim bir şeytan. Allah, merhum ağa şeyh Gulam Rıza Yezdi'ye rahmet etsin. Diyorlar bu arifi kamil, adam minberde defalarca diyordu ki, herkesin bir şeytanı var ve benim şeytanım, şeytanların mollasıdır. Bu sözü Kurandan almıştır
Felak ve nas sureleri şeytanı def etmek için iyidir. Hatta çocuklarınıza öğretin, "kul" diye başlayan dört sureyi evden çıktıkları veya başka bir zaman cinlerin, şeytanın ve şirret insanların şerrinden mahfuz olmak için okusunlar bu son iki surenin ilginç nükteleri var ki, hepimiz ona teveccüh etmeliyiz.
Özellikle vesvaslar. Felak suresinde bir kere dört mühim şeyde Allh'a sığınıyor: Allahım, halkın şerrinden sana sığınırım. Ve elbete halkın şerri çok büyüktür ve sana sığınırım ve cinsel iç güdü tahrik olduğu zaman gerçekten Allah'a sığınmak gerekir. Allah'ım kadının işve edeceği vakitten sana sığınırım. Mesela bir kadın sizin önünüzde olmuş olsun ve siz onun peşinde, veya siz kazancınızın peşindesiniz, ve bir kadın mağazanıza gelip işve edip gülüyor olsun. Bu sure diyor ki, Allah'ım böyle bir sahnenin şerrinden sana sığınırım.
Bu dört şey çok mühimdir ama bir kere Allah'a sığınılmıştır ama nas suresinde üç defa Allah'a sığınılmıştır. Nas suresinin tercümesinin tamamı: Bismillahir-rahmanir-rahim. De ki: cinden olsun, insandan olsun, insanların kalplerine şüphe ve tereddüt sokan vesveseci ve sinsi (şeytan'ın ve insanın ) şerrinden, insanların rabbine, insanların malikine (mutlak sahip ve hakimine), insanların ilahına sığınırım!
Bu malikinnas ve ilahinnas gerçi sıfat şeklinde getirilmiştir ama hakikatte diyor ki, Allah'ım sana sığınırım, Allah'ım sana sığınırım, Allah'ım sana sığınırım. Neden? Çok vesvese eden şeytanın şerrinden ve istidlalle vesvese eden vesvasın şerrinden ana sığınırım. Vesvası hannas, vesvaslara ait bir şeytandır ki,
bu vesvası hannas, o tecrübelilerdendir, zekilerdendir, alimlerdendir ki, nasıl vesvese edeceğini biliyor ve bu kadın veya erkeğe nasıl istidlal edeceğini biliyor. Yani vesvas olmasına ilaveten hannastır da, vesvas mübalağa siğesindedir, yani çok vesvese ediyor. Hannas da bübalağa siğesindedir, yani çok istidlaller ediyorlar, kılı kırk yarıyorlar ki, bu incelemeler, kılı kırk yarmalar, fetva zamanında mercie taklitlerin zihinlerine gelmiyor,
acayip bir şeyler binların aklına geliyor, binlar istidlal olduğunu sanmasınlar, hayır Kuran diyor bunlar şeytanın vahyidir; şeytanın ilhamıdır. Yani vesveseli! Şeytan sana ilham ediyor. Sana bu şey temizdir diye söyleyene, necistir de diyor, o na istidlal bile getir diyor, abdestine, guslüne itina etme diyenin sözünü kabul etme, ona istidlal bile et. Ve nas suresi diyor de ki, Allah'ım sana sığınırım hannas'ın vesvasından. Ben vesvaslardan rica ediyorum "kul" diye başlayan bu dört sureyi , ve özellikle bu iki sure Her zaman okusunlar ve bu tecrübeli vesvas hannas bu kılı kırk yaran şeytan vesvese edip kandırmak istediği zaman da onun başına vurmalıdırlar.
İmam Sadık (as) ın deyimiyle bu habisin ağzına vur. Ve git kaybol de adet edinmesine izin verme, bırakma sana musallat olsun. Rica ederim size musallat olmak istediği zaman hemen okuyun. Sonra da kendine mana et, manası şudur; Allah'ım sana sığınıyorum, Allah'ım sana sığınıyorum, istidlal ile vesvese edip beni cehenneme götürmek isteyen bu vesvasi hannastan sana sığını-rım.
Bu günkü dersin özeti şu oldu ki, psikoloji açısından vesveselik, yani hastalık, İslam açısından vesveselik yani şeytanın hayal gücüne musallat olması ve Kuranın ibareti ile vesvaslık yani şeytanı kendine dost edinen kimse ve Kuranın deyimiyle şeytanı kendine dost tutan kimse boğulmuştur.
Açıkça boğulmuştur ve anladık ki, şeytan herkesi bir yolla cehenneme gönderiyor. Hizbullah'ı bir yoldan, inkılaba karşı olanları bir yoldan, dindarını bir yoldan, pazarcısını bir yoldan ve netice itibariyle laubali bir kadın bir yoldan mescit ehli bir kadını bir başka yoldan, Allah, Kuran ve peygamberle işi olan bir kadını bir yoldan ve maneviyatı olmayan minber ve mihrapla ilgisi olmayan bir kadını bir başka yolla cehenneme götürüyor.
Ne yapmalı? Bu vesveseliyi ne yapmalı? Büyük bir derttir. O kadar ki, bazı psikologlar esinlikle tedavi edilemez diyorlar. Aklımdan çıkmıyor, bir psikolog yanıma gelmişti, benim vesvasları iyileştirdiğimi duymuştu, bu adam şaşırmış ve benim yanıma gelmişti. Benim falım, duam, usturlabım var sanıyordu, hayır efendim dedim, benim bir yöntemim var ve bu yolu da imam Sadık (as) göstermiştir dedim. Şaşırdı. Muradım şu ki büyük bir derttir,
o kadar ki, bazı psikologlar iyileşme imkanı yok diyorlar, ama bir çok şiddetli vesvasları bin iyileştirdim, hangi vesileyle? Çok kolay bir ilaçla, o kolay ilaç nedir? İmam Sadık (as) buyuruyor ey vesvas! İtina etme, vesvese veren şeytana ehemmiyet verme, bir iki ay itina etmez diğer insanlar gibi davranırsan iyi olursun. Yani vesvas olan kadın kocasını kendisine örnek almalıdır. Kocası her ne söylerse duyup dinlemelidir,
eğer erkek vesvas ise, hanımını örnek almalıdır. Ha-nımı ne söylerse dinlemelidir. İnsanlar nasıl namaz kılıyor, nasıl ab-dest alıyorlarsa o da diğer insanlar gibi davranmalıdır. Bir iki ay diğer insanlar gibi davranırsa iyi olur. Ama kökü yanmış olmaz. Beş altı ay böyle devam ederse onun da kökü yanar. Eğer benim sözümü dinlemezsen bil ki, bu hastalık günden güne artacaktır, dünyanı yok eder, evini harap eder, ocuklarını
komplekse sokar, kendini neşesiz eder ve neticede toplumun fazla bir uzvu durumuna gelirsin ve her şekilde bu senin dünyandır ki, kendin için cehennem ediyorsun, ailen için de cehennem ediyorsun ve sonuçta yakin etmelisin ki, burada yaptığın bu cehennem, öteki dünyada da mevcuttur ve eğer benim sözümü dinlersen beş altı ay müddetinde muhakkak bu kanser hastalığının kökü kurur ve neticede bir noktayı arz etmeliyim ki,
o noktaya vesvas olmayanlar teveccüh etsinler. O da şudur; eğer hanımın vesvas ise sertlik ve bağırıp çağırmayla iş görülmez, o hastadır ve hastaya sertlikle karşılık verilmez. Eğer kocan vesvas ise eğer kızın vesvas ise, eğer oğlun vesvas ise, sertlikle, bağırıp çağırmakla . Dövmeyle sövmeyle ve bunun gibi şeylerle olmaz,
daha kötü olur. Bu hastalıktır. Hastalığa ne yapılmalıdır? Dostlukla, tatlı dille, bu gibi sohpetleri duymakla, bu gibi kasetleri dinlemekle, sabır göstermekle yavaş yavaş bu hastalığı ondan almak lazım. Halkın deyimiyle hastalık dağ dağ geliyor ama kıl kıl gidiyor. Vesvaslığa dikkat etmelisin. Sabır göstermeli,
yavaş yavaş, dikkatle bu hastalığı ondan almalısınız ki, iyileşebilsin. Vesvaslara sipariş ediyorum ki, iyi olmanın sadedinde olmalısınız ve bu reçeteye amel etmelisiniz. Vesvasların bakıcılarına yani kendileri vesvas olmayıp aralarında vesvas kimseler bulunan kimselere sipariş ediyorum ki onlara sert davranmayın, davranışlarınız akılcı olsun. Bir hastayla nasıl olunursa öyle davranmalıdır.
Allah'ım Hz. Zehra (as)ın hakkı için sana ant veriyoruz, bütün hastaları, özellikle fikri vesvese ve ameli vesvese hastalarına şifa inayet eyle. Amin.
Ahlaki rezillikler ve faziletler İlahi ayetler hususunda düşünme ve tefekkür.
Bismillahirrahmanirrahim
(Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla) Ramazan ayı mübarek bir aydır. Yüceliklerle dolu bir aydır. Eğer dünyanın hayrını istiyorsanız bu ayda mevcuttur. Alemlerin yaratıcısı bu ayda rahmetini yeryüzüne indirir. Alemlerin yaratıcısı duaları kabul edeceğine dair söz vermiştir. Eğer ahiretin hayrını isterseniz o da bu ayda mevcuttur.
Kur'an'ı Kerim'de de yer aldığı üzere oruç tutanlar cennete vardıklarında onlara şöyle denir: "Geçmiş günlerde işlediklerinize (iyi amellerinize) karşılık afiyetle yiyin, için. " "Tuttuğunuz oruçlar, cennetin nimetlerine dönüşmüştür. Yiyiniz, içiniz; bu size Ramazan ayında tuttuğunuz orucun karşılığında verilen bir ödüldür. "
Eğer "seyr-u suluk" istiyorsak yine de bu bir ayda 50 yıllık yolu kat edebiliriz. Hatta bazı zamanlar bir gecede, bazı zamanlar da bir gün ve bir saatte 50 yıllık mesafeyi kat edebiliriz. Alemlerin yaratıcısı şöyle buyuruyor: "Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. "
Orucun Kısımları: Oruç üç kısımdır. Herkes ve bilhassa değerli gençlerin bunlara önemle dikkat etmesi gerekir: Fıkhi Oruc:
Fıkhi oruc; yani insanın karnının oruç tutmasıdır fıkıh kitaplarında yazdığı şekilde orucu bozan şeylerden sakınması ve onlarla amel etmesidir. Bu tür orucun kaza ve keffaresi yoktur ve kesinlikle hem dünyada ve hem de ahirette faydalı neticeleri vardır. Ama bu tür oruçların fazla bir etkinliği yoktur. Bu tür oruç, avam tabakasının tuttuğu oruçtur, fıkhi oruçtur ve bütün oruç tutanların orucunun kapsadığı bir oruçtur.
Ahlaki oruç: Bunda mide oruçlu olduğu gibi, aza ve organlar; el ve ayaklar, göz ve kulaklar da oruçludur. Haramlara karşı oruçlu ol-mak, mekruhlara karşı oruçlu olmak ve şüpheli şeylere karşı oruçlu olmak demektir. Rivayetlerde okuduğumuz gibi bir kimse mübarek Ramazan ayında yalan konuşur, gıybet eder, iftira atar ve başkasını incitirse onun orucu batıldır. Eğer bir kimse bu mübarek Ramazan ayında sinirlenir, bağırır çağırır ve söverse onun orucu da batıldır. Ama bu onun orucunun kaza ve keffare gerektirdiği anlamında değildir. . .
Yani bu oruç boş bir ceviz gibidir; anlam ve içeriği kaybolmuştur. Gerçek/Fıkhi oruç tutan kimsenin iftar zamanı kabul olan bir duası; seyr-u sulükü vardır. İnsan bu ayın sonunda midesiyle, bütün organ ve uzuvlarıyla oruç tutmuş sayılacak yüce bir makama erişe-bilir.
"Peygamber (s.a.a) bu mübarek ayda, bir kadının asabi bir şekilde bağırıp çağırdığını ve ev halkına eziyet ettiğini görünce bu kadın için bir tabak yemek getirilmesini emretti ve kadına "Ye!" Diye buyurdu. Kadın şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulu! Mübarek Ramazan ayıdır, oruçluyum!" Allah Resulü de: "Eğer oruçlu iseniz niçin diliniz oruçlu değil? Niçin sövdünüz?" Buyurdu.
Başka bir rivayette de şöyle okumaktayız: Peygamber-i Ekrem (s.a.a) yanındaki herkese müstahap bir oruç tutmalarını ve iftar için kendisinden izin almalarını emretti. İftar zamanı bir yaşlı adam gele-rek kendisi ve iki kızı için iftar izni istedi. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Sen oruçlusun, git iftarını aç ama, kızlarınız oruçlu değildirler. " Yaşlı adam şöyle dedi: "Ey Allah'ın resulu! Ben eminim ki oruçludurlar. " Resulullah şöyle buyurdu: "Git ve onlara kusmalarını
söyle. " (yaşlıya bir ders vermek istedi. ) Peygamber (s.a.a)'in emriyle amel ettiğinde iki et parçasının kızlarının ağızlarından çıktığını gördü. Şaşırdılar, çünkü et yememişlerdi ve çok da kötü kokuyordu bu etler! Hazretten bunun sebebini sordular. O hazret şöyle buyurdu: "Kur'an'ı okumadınız mı ki şöyle buyuruyor:
"Gıybet eden bir kimse ölü kardeşinin etini yemiş gibidir. " Bu iki kız oruçlu ağızlarıyla insanların arkasından konuştular. " Kur'an şöyle buyuruyor: "Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. " Gıybet etmeyin, gıybet yapmak ölü eti yemek gibidir; siz ölü et yemekten tiksiniyorsunuz, o halde gıybet etmemelisiniz. İnsanların ayıplarını arkasından söylemeyin.
Bu ikinci kısım oruçtur ki buna da "ahlaki oruç" diyorlar. İnsanın midesinin yanısıra, aza ve organlarının da oruçlu olması ne kadar gü-zeldir, . Allah'tan yardım dilemek, Tahir İmamlar'a ve Hz. Zehra'ya tevessül etmek, fıkhi oruçların yanı sıra insanlara ahlaki oruçlara sahip olma noktasında da büyük bir başarı kazandırır.
Bir kimse mübarek Ramazan ayında bir kimseye haram gözle ba-karsa; gözünü, kulağını, dilini ve bütün organlarını korumazsa en fazla fıkhi bir oruç tutmuş olur, dualarının kabul olacağı bir makama, seyr-u suluka ve ilahi takva derecesine asla ulaşamaz.
Arif Orucu: Oruç çeşitlerinden üçüncüsü de, çok zor olan arif oru-cudur. Bu oruç midenin ve bütün organların oruç tutmasının yanı sıra, kalbin de oruçlu olmasıdır. Ama kalp neden oruçludur? Akıldan geçenlerden. Kalp neden oruçludur? Kötü sıfatlardan. Velev ki kötü sıfat kalbinde olsun ve
ortaya çıkmaması noktasında çok dikkat etsin. Özetle arif orucu; hasetten, cimrilikten, su-i zandan, kibirlilikten, bilahare kalbin "Allah'dan başkasına yönelmesi"nden sakınması demektir. Arif oruçlu olduğu zaman kalbinde Allah'dan başka hiç bir şey barındırmayan kimsedir
Bu üçüncü kısım oruç bizim gibiler için değildir. Ama bir kimse ahlaki ve fıkhi orucunu tutarsa mübarek Ramazan ayının sonunda bu makama ulaşabilir.
Gerçekten eğer bir kimse, özellikle gençler, kalplerinde Allah'dan başka hiç kimsenin yönetici olmamasını ister ve bir yerlere ulaşmayı arzu ederlerse bunu başarabilirler. Mübarek Ramazan ayı orucu bunun için farz olmuştur. İnsanların kademe kademe ilerlemesi için farz olmuştur.
Bu dikkat üzere yaşadığında birinci, ikinci, onuncu ve on beşinci gün, Kadir geceleri ve Kadir gecelerinin sonu derken, birden bütün aza ve organlarının, midesininin kendi kontrolünde olduğunu, aklından kötü şeyler geçmediğini görüyor. Kötü sıfatların belki kökü kalmıştır, ama kontrol altına almıştır. Bir bir putları kırarak kalbinin sahibinin Allah olduğunu ortaya koymuştur. Kalbi ruhaniyet bulmuştur ve kalbinde Allah'ın nuru tecelli etmiştir. Bu İnsan mübarek Ramazan ayının sonunda Kur'an'ın buyurduğu şu makama ulaşmış sayılır:
". . . Onlar; ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah'ı an-maktan alıkoymadığı insanlardır. . . " Oruç tutan kimsenin bir adım da olsa Ramazan ayında ileri gitmesi, velayet nurundan istifade etmesi, kendi oruç nurundan istifade etmesi gerekir. Bir miktar midenin, beden ve organların oruçlu olması ve inşaallah Ramazan ayının sonunda bir yere ulaşabilsin. Bu olmak işidir ve ne kadar güzeldir ki elli yıllık yolu bir an ve bir saatte katedebilmek. Ahlaki Rezalet ve Faziletler
Bu yıl ahlaki rezalet ve fazletler hakkında konuşmayı kararlaştır-dık. Her gün bir ahlaki faziletin nasıl kesb edildiğini, kalpte kök sal-masını açıklayacağım ve öbür gün bir ahlaki rezilliğin rivayetler tarafından nasıl tedavi edebileceğimizi söyleyeceğim. Alemlerin rabbi Allah'ın istemesi ve Hazret-i Bakiyetullah'ın lütfuyla bu gün ilk fazilete işaret edeceğiz.
İlahi Ayetler Tarafından Tefekkür ve Endişe
İlk fazilet, ilahi ayetler hakkında tefekkür ve endişedir; o kadar se-vabı vardır ki rivayetlere şöyle okuyoruz: "Bir saat düşünmek bir yıl ibadetten daha yücedir. "
Yani insan bir an düşünceye dalıp nereden geldiğini, niye geldiğini ve nereye gideceğine dikkat etsin. Allah'ın, Peygamber-i Ekrem'in ve İmam-i Zaman (a. F. )'in indinde olduğuna teveccüh etsin; Sonunda bir saat kendine dalıp dünya ve ahiretini düşünüp kendi haline teveccüh etmesi bir yıl ibadetten daha çok sevabı vardır.
Yani bir yıl camiye giden, oruç tutan ve gece gündüz ibadet eden birisinin sevabı bir saat mübarek Ramazan ayı veya başka bir zamanda tefekkür eden kimsenin sevabıyla aynıdır.
Büyük üstadımız Hz. İmam Humeyni Rızvanullahi Aleyh kendi Erbain kitabında şöyle buyuruyor: "Bir saat düşünmenin sevabı altmış-yetmi yıl ibadet etmekten daha hayırlıdır. " Bilindiği gibi bir yıl ve altmış yıl, bunların hepsi birer örnektir; manası; bir saat düşünmenin sevabı o kadar büyüktür ki bunu Al-lah'dan başka kimse bilemz.
Buna ek olarak her saadet düşünce ve teveccühe borçludur. Eğer insan bu fezayı ele geçirebilir ve Kur'an'a göre bütün gökyüzünü etkisi altına alabilir de zaten hepsi düşünm ve teveccüh sayesindedir: "Allah'ın göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkanları) sizin emrinize verdiğini görmediniz mi?" Yani ey insan! Sen sadece gökyüzünün birinci katını etki altına al-mayı bırak aksine bütün varlık alemini etkin altına alma gücüne bile sahipsin. Başka bir yerde şöyle buyuruluyor.
"Şüphesiz Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürü-yenlerin üzerine melekler iner. Onlara; Korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin! Derler. Biz dünya hayatında da ahiret hayatında da sizin dostlarınızız. " Allah diyenler bu söylediklerinden dolayı ebedi ve sonsuz olmuş-lardır. Onlar düşünüyorlar, onlar dikkat ediyorlar, bundan dolayıdır ki meleklerle işleri vardır; onların üzerine iniyorlar; onlarla konuşarak şöyle diyorlar: üzülmeyin, tasalanmayın, sıkıntılarınızda ve ölüm anında size yardımcı olacağız.
Biz dünya ve ahirette sizin yardımcılarınız. İnsan kendi düşünce ve teveccühüyle sonsuzluk alemine, varlık alemine ve melekut alemini etkisi altına alabilen sadece bu insandır. Eğer bir kemal, eğer bir seyr-u suluke varsa bu düşünme ve bir tevec-cüh sonucudur. Buna ilave olarak Kur'an'ı Kerimden şunu anlıyorud ki Allah bu düşünce ve yönelişi bizden istemektedir. Hem de çok istemektedir. "Ey inananlar! Allah'ı çokça zikredin. Ve o'nu sabah-akşam tesbih edin. "
İmam Sadık (a. S) şöyle buyurmuştur: "Alemlmerin yaratıcısı her şeyi sınırlı istemiş ve şöyle buyurmuştur: 17 rekaat namaz kılın; bir ay oruç tutun; zekat ve hums verin; hacca gidin; bütün bunlar sınırlıdır. Fakat teveccüh ve düşünmeyi çok istemiştir. " daha sonra yukardaki ayeti okudu. " Her sabah düşün; her akşam düşün, çok düşün; çokça yönelmelisin!
Başka bir konuya da değinmeliyiz ki o da şudur: Kur'an'ı Kerim'in görüşüne göre bütün ibadetlerin hedefi "zikr" makamına ulaşmaktır. Yani "fikir" makamına, ynai "teveccüh" makamına ulaşmak. Eğer namaz Allah ile konuşmak ise zikir ve fikir makamına ulaşmak için-dir. Ramazan ayı orucunun amacı da budur.
Eğer ibadetler bedensel olsa, eğer maddi olsa, eğer ibadetler içtendir bütün bunların hepsi "fikir", "zikir" makamına ulaşmak içindir. Ta-Ha suresinde şöylebuyuruluyor: "Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl. " Ben öyle bir Allah'ım ki benden başka Allah yoktur.
Manası şudur: ey insan! Putları kır. Ey insan! Heva ve hevesine tabi olma. Şeytana uyma. Ey insan! Yaşntında günah olmasın. Namaz kıl, oruç tut, humuz ver, zekat ver, hacca git, savaş, iyiliği emret, kötülükten sakınallah için sev ve Allah için buğzet. Niçin bunların hepsi? Bunların hepsi zikir, fikir ve teveccüh makamına ulaşmak içindir. Bugünkü konumuz; bütün faziletler ve kemallerin onun üzerine durması insan en büyük bir fazilettir. Bütün ibadetler şunun için vacip kılınmıştır: teveccüh! Teveccüh! Teveccüh!
Büyük üstadımız Allame Tabatabai (r. A)'nin vasiyeti ve nasihatlerinde şöyle buyurduğu nakledilmiştir: ölüm anında bütün her şey sadece: teveccüh! Teveccüh!Teveccüh! Olur. Ben sözümü bu büyük üstadımızın öğütünü siz bayan ve baylara salık veriyorum. Düşünmelisiniz; yönelmelisiniz. Gece ve gündüz bi-rer saat düşünceye dalın. Bir an Allah'ın huzurunda olduğunuzu düşü-nün. Hz. İmam (a. S) bile defalarca buyurmuşlardır: teveccüh! Tevec-cüh! Teveccüh!
İKİNCİ OTURUM
"Düşünme" ve "Teveccüh"ün Fazileti
- İnsanın amellerini Allah'ın, Peygamberlerin ve Tahir İmam-larını bilmesi. - İnsanın amelleri üzerine meleklerin gözcü olması - Dünyanın insanın aleyhine şahitlik etmesi. - Bedenin insanın aleyhine şahitlik etmesi.
"Tefekkür" ve "Teveccüh"ün Fazileti
Konumuz ahlaki alçaklıklar ve faziletlerdir. Dünkü sohbetimizin sonuda "tefekkür ve teveccüh"ün faziletine değinmiştim; anladık ki bütün faziletler bu fazilete dönüşüyor; bütün ibadetlerin hedefi tefek-kür ve teveccühtür. İnsanlığın yaptığı bu ilerlemelerin hepsi bu fazilet sayesindedir. Tevbe ve diriliş makamına ulaşmadan geçmek,
arınma makamından geçip tecelli ve fena makamına ve sonuçta likaullah'a ulaşmak "teveccüh", "tefekkür" ün faziletine teveccühtendir. Bugünkü konumuz tefekkür ve tezekkürdür. Eğer insan hayatında bunlara sahip olsa dünya ve ahiretin mutluluğunu kesin olarak elde etmiş olur.
- İnsanın amellerini Allah'ın, Peygamberin ve Tahir İmamların bilmesi Dikkat etmemiz gerekir ki Allah'ın huzurundayız; Peygamber-i Ekremin ve hz. Zehra ve Tahir İmamların huzurundayız. Benim ve sizin fikrimizin temeli, benim ve sizin teveccühümüzün amacı da onların huzurunda olmaktır. Allah ve onun peygamber, hz. Zehra ve Tahir İmalar anlıyolar ve biliyorlarki acaba acaba ben Allah için mi diyorum yoksa başka bir şey için mi? Benim maksadıma sikkediyor musunuz ya da yok, buraya niçin geldiniz; Allah içindir yoksa yok. Bir çok Kur'an ayeti bu konuya dikkat çekmekte:
"De ki: (Yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Resulude müminler de görecektir. " Ey insan! Dikkat et! Allah'ın huzurundasın; yaptığın bir iyilik, bir kötülük Veya günah olsun Allah'ın, Peygamberin, Hz. Zehra ve Tahir İmamların huzurunda olduğunu bilmelisin. Bir iş yapacağımız veya düşüneceğimiz zaman önce bu ayete te-veccüh
Etmeliyiz. Anlamını gözümüzde canlandıralım ki şöyle buyuruyor: düşüncenizi, amellerinizi ve söylediklerinizi Allah, Peygamberi, Hz. Zehra ve Tahir İmamlar biliyor ve anlıyorlar. Bizler bütün düşüncelerimiz ve bütün amellerimiz onların yüce huzurundadır. Böyle bir "teveccüh"e sahip olmalıyız.
Bu tür düşünce ve teveccühler insanlar için gücünü kontrol etmek-tir. Yavaş yavaş insan için zamanla takva melekesine ulaşır. Yavaş yavaş insan sabır ve direnişle zamanla insanın kendinden habersiz günah işlemesine engel olacak; Allah'dan ve Peygamberden utanacak duruma gelecektir. İnsanların Amelleri Üzerine Meleklerin Gözcülüğü
Buna ilave olarak, biliniz ki Allah'ın mukarrep ve gayr-i mukarrep melekleri senin yaptıklarına ve söylediklerine hazır ve nazırdırlar. Bir yerde Kur'an şöyle buyuruyor: İyi ve kötü amellerinizi yazan iki melek vardır. Yani düzgün bir şekilde dosya oluşturma makamındadırlar.
"İnsan hiç bir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya ha-zır iki melek bulunmasın. " Yanında bulunan iki müvekkil meleğin yazmadığı hiçbir iş ve söz yoktur ve bu ömür dosyası kıyamet günün-de açılacaktır: "Her insan amelini (veya kaderini) boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. "
Bu dosya kıyamet gününde açılacaktır. Okuma-yazmasının olup olmaması fark etmez, ona şöyle derler: "Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter. "
Belli oluyor ki kıyamet gününde herkesin okuma-yazması olacak. Ama şimdi onun nasıl gerçekleştiği bahsimiz ile ilgili değildir. Amellerimize nezaret bu iki meleğin yanısıra Allah'a mukarreb olan melekler yani Cebrail Mikail, İsrafil ve Azrail ve arşı taşıyıcılar da bizim amellerimizin naziridirler:
"O (İlliyyün'daki kitap) içinde ameller kaydedilmiş bir kitaptır. O kitabı, Allah'a yakın olanlar görür. " Yani sende olan o amel defterinde dünyada yaptığın herşey kayde-dilmiştir ve kıyamet gününde Allah'ın mukarreb melekleri ona şehadet ederler; O dosyaya olaylara hazır ve nazir olan kimse şehadet verebilir; konuların naziri olmalıdır. Bu ayeti şerife şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın mukarreb melekleri sizin aleyh ve lehinize şehadet ederler.
" Bu ayet bizi uyarıp tehlike zilini çalıp şöyle der: "Dikkat et! Cebrail, İsrafil, Azrail, Mikail ve arşın taşıyıcıları senin amellerine, söylediklerine ve hatta fikirlerine nazirdirler. Yani bunların huzurundasın. Bu yönden rivayetlerde şöyle okuyoruz, bizim tüm amellerimiz, sözlerimiz ve yaptıklarımız Azrail'in huzurundadır. Namazını tam vaktinde kılanlar, namaza, mihraba ve mescide değer verenler,
Azrail ile ölüm anında onlar ile iyi davranıyor, şehadet telkin ediyor. Ama böyle olmayan şahıslara, ölüm anında zorluk çıkartıyor. Eğer bizim amellerimiz hayır ise Azrail bizden razıdır ve ölüm anında bizim feryadımıza yetişir. Ama eğer bizim amellerimiz kötü ise bizden razı olmayacaktır, bizim canımızı zorluk, şiddet ve kahır ile alır. Bu da ikinci dikkat edilmesi gerekir.
Dünyanın İnsanın Aleyhine Şehadeti
Allah'ın, Peygamberin, Tahir İmamların ve Allah'ın mukarrep me-leklerinin yanısıra zaman ve mekanın da yaptıklarımıza ve söylediklerimize şahit olduğunu düşünmemiz ve dikkat etmemiz gerekir. Bu Kur'anın olağanüstülüğündendir. Biz Kur'an'dan istifade ediyoruz ki varlık canlıdır; alemin şuuru vardır.
Eğer biz gören, işiten ve akleden olsaydık duvarların bile bilinçli olduğunu anlardık. Dikkat etmeliyiz ki zaman ve mekan canlıdır.
Bu tür şeyleri ilim bile henüz ispat edememiştir. Hatta felsefe ilmi ve irfan ilmi bile bize "Ramazan ayı canlıdır?", "bu oturduğumuz yeryüzü canlıdır", "bu sütunlar, bu duvarlar, karşımdaki bu yüksek dağlar, başımın üzerindeki lamba, bilahare bütün alemin şuuru vardır" bütün bunların ne demek olduğunu ve ne anlam taşıdığını söyleyemezler. İlim ispat edemez ama Kur'an şöyle buyuruyor:
"Onu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. " Bu alemde Allah'ı tesbih etmeyen ve şuurlu olmayan hiç bir varlık yoktur. "Süphanellah", "Allah-u Ekber" sesleri varlık aleminden yük-selmektedir.
Kur'an şöyle buyuruyor: gönül kulağıyla duyanlar alemin kendisiyle konuştuğunu anlarlar. Hz. Davud (a. S)'ın gönül kulağı açıktı; çünkü "Zebur"u okuduğu zaman alemdeki bütün varlıkların kendisiyle okuduğunu duyardı. Dağların, kapı ve duvarların, kuşların ve diğer hayvanların tesbihini ve inlemesini duyardı. "Ey dağlar ve kuşlar onunla birlikte tesbih edin. "
"Biz duyuyoruz, görüyoruz ve algılıyoruz- biz siz yabancılara karşı sessiziz. " İnsanın kalbi, kulağı ve gözü bu tür şeyleri görmek ve ya duymak istiyor. İnsan eğer gece gündüz iki üç kere tefekküre dalsa yavaş yavaş öyle bir yere varır ki sonunda kapı ve duvarların, zaman ve mekanın onun yaptığı ve söylediği şeylerden haberdar olduğunu anlar.
Kıyamet gününde gündüz ve gecenin insanın aleyhine veya lehine şahitlik edeceğini rivayetlerde okumaktayız. Yani Musalla'da cemaa-tin toplandığını, minberin olduğunu, bir konuşma yapıldığını ve bu konuşmanın Allah için mi yoksa başka bir şey için mi yapıldığını, se-vap mı veya günah mı olduğunu ve bütün bunların yapıldığı Ramazan ayının bu ikinci günü kıyamette şahitlik edecektir. Mekanın özellikleri hakkında Kur'an şöyle buyuruyor:
---------------------- Hakka /24 Bakara/183 Bihar, c. 96, s. 275-277 Furu-i Kafi c. 4, Oruç Tutmanın Adabı- Bihar, c. 96, s. 293-294 Hucürat/12 Nur/37 (Bihar'ul-Envar, c. 71, s. 327) "Lokman/20" (Fussilet/30-31) (Ahzab/41-42) (Usul-i Kafi, c. 4, Dua kitabı, "Allah-ı çok zikretme bölümü" 1. rivayet) (Ta-Ha/24) (Tevbe/105) (Kaf/18)
(İsra/13) (İsra/14) (Müttaffifin/20-21)
11
Aile ve Çocuk Eğitimi Aile ve Çocuk Eğitimi
Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla
Yerküre kendine has sarsıntıyla sallandığı, toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı ve insan "Ne oluyor buna!" dediği vakit, işte o gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır. O gün insanlar amellerini görmeleri (karşılığını almaları) için darmadağınık
geri dönüp gelirler. Kim zerre kadar hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür. " Şöyle buyuruyor: şiddetli bir zelzele olduğu zaman. Bu zelzele se-bebiyle kıyamet koptuğu zaman ve bütün insanlar Allah'ın huzuruna toplanacaklar. O vakitte yeryüzü insanın aleyhine şahitlik edecktir. Yani eğer iki kimse bu mübarek Ramazan ayında bir kimsenin gıybe-tini etmişlerse o yer kıyamet gününde bu iki kimsenin aleyhine şahit-lik edecektir. Allah göstermesin eğer bir odada gizli hayasızlık yapıl-mışsa bu oda,
yatak, yorgan ve halı o kadın ve erkeğin aleyhine şahit-lik edeceklerdir. Yeryüzüyle konuşmak insanı ürpertiyor. İnsan yeryüzüne şöyle der: niçin benim aleyhime şahitlik ediyorsun? Yer şöyle der: Çünkü bunu söylememi bana Allah emrediyor ve ben de diyorum. Bugün rüsvay olma günüdür. Eğer dünyada bunu söylememişsem çünkü orada bana Allah'dan iznim yoktu. Ama kıyamet günü, Allah şöyle der: "Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberleri ona anlatır.
" yani ey kadın ve erkek! İbadet ettiğimiz bu yüzeyle şimdi bile konuşabiliriz. Ama Allah bazı kimselere izin vermiştir ve kıyamette ise herkes için konuşacaktır. Eğer ibadet olsa şahitlik edecek, eğer günah olsa şahitlik edecek; sadece bizim şuurlu olduğumuzu zannetmeyin.
Evet insanın aklı vardır; insanın kabiliyeti vardır. İnsanı bir makam ve mevkii vardır ve oda varlık aleminin efendiliğidir. Molla Sadra (r. A)'nın deyimiyle: alemdeki her varlığın kendi varlığının kapasitesi ölçüsünde hem ilmi vardır hem şuuru hem gücü vardır hem iradesi. Bu Molla Sadra'nın cümlesi hem Kur'an da hem Ehl-i Beyt kaynaklarında da yer almıştır. Bedenin Organlarının İnsanın Aleyhine Şahitlik Etmesi
Başka bir açıdan daha önemli olan bir konu ise kıyamet gününde elimizin ve ayağımızın, gözümüzün ve kulağımızın, dilimizin ve de-rimizin, etimizin ve kemiklerimizin bile bizim aleyhimize şahitlik edeceği konusudur. Bilmemiz gerekir ki bu dünya maddi bir dünyadır. Bu dünyanın batını ise ahirettir. Bu dünya asıl gerçek değildir, batını ve hakikatı ahirettir. Kur'an'a göre ahiret alemi hayat alemidir.
"Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilselerdi. " Ahiret aleminin hayat alemi olduğunu keşke bilmiş olsaydık. Herşeyi konuşuyor, yılan ve akrep cehennemde konuşuyorlar, kınıyorlar, cehennem ateşi konuşuyor, kınıyor, meyva, taht ve köşk su ve cenne-tin nimetleri insanla konuşuyor, övüyor ve neşeleniyor. Çünkü kıyamet günü ruhunun şuuru olanlar, aza ve organlarının şuuru olanlar hem konuşur hem de işitirler. Bu konuda bir çok ayet vardır: misal olarak:
"Sonunda oraya varınca, kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları hakkında onların aleyhinde şahitlik ederler. Derilerine: "Aleyhimize niçin şahitlik ettiniz?" Derler. "Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. Sizi önce yaratan o'dur ve o'na döndürülüyorsunuz" cevabını verirler. "
O rüsvaylık gününden Allah'a sığınırım! Şöyle buyuruyor: mahşer kalabalığında gelirler; gözleri onların aleyhine şahitlik eder ki göz zinası ettiğine, videolarda pis filimler izlediğine falan saat ve falan gün. Kulakları onların aleyhine şahitlik ederek şarkı, türkü ve saz dinlediğini diyecektir.
Dilleri de onların aleyhine şahitlik edecek ve gıybet ettiğini, yalan attığını, uygun olmayan sözler söylediğini, bilahare kalp kırdığını ve yersiz konuştuğunu söyleyecektir. Derileri onların aleyhine şahitlik edecek ve: bedenin namahrem bir vucüda değmedi mi? Diyecektir. Özetle deri et ve kemikler insanın aleyhine şahitlik edecektirler.
Bu kimse vahşete kapılacak; bu kadın vahşete kapılacak ve yalvararak onlara şöyle diyecek: "Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz. " ittifaken Kur'an şöyle buyuruyor: kulaklarıyla, gözleriyle, dilleriyle beden ve derilerine seslenerek şöyle derler: "Derilerine: Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? Derler. " niçin aleyhimize şahitlik ediyorsun? Onlar da buna karşılık cevap olarak şöyle derler:
"Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. " Ben dünyada şuurluydum ama konuşmaya iznim yoktu. Senin aleyhine konuşacak iznim yoktu. Ama şimdi Allah senin aleyhine ko-nuşmam için bana dil verdi.
Bu ayeti kerime bize şunu söylüyor: kıyamet gününde bütün aza ve organlarımız bizim aleyhimize şahitlik edecektir. Namaz kılınan ayaklar o kimse için kıyamet gününde menfaatine şahitlik ederek şöyle diyecektir: Ey Allah'ım dünyada yoruluyordum; benim üzerime durarak münacaat ediyordu. Gece yarılarında kalkıp namaz kılıyordu; kunut getiriyordu. Zayıflar ve fukaraya yetişen el kıyamet gününde şöyle der:
Allah'ım! O benim vasıtamla fukara ve zayıflara yetişti. Zikir söyleyen dil, Kur'an dinleyen kulak, minberi dinleyen kulak, kıyamet günü insanın lehine şehadet ederler. Ama videodan kötü filimler izleyen; saz, şarkı ve müzik dinleyen ağız ve kulak, gıybet eden dil, kıyamet gününde insan aleyhinde şehadet verirler. Günaha doğru giden ayak, Allah korusun hırsızlık yapan, az satıcılık yapan ve birinin yüzüne tokat atan el kıyamet
günü insanın aleyhinde şehadet edecek. Kur'an'ın buyurduğuna göre: inatcı ve işe yaramayan insan bazı vakitler zaman ve mekan, melekler, Allah'ın Peygamberi ve Tahit İmamlaronun aleyhine şahitlik ettiklerinde inkar ediyor. İnkar ettiği zaman artık dili konuşmaz: "O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder. " Yani eğer bu inatçı insan, inatçılık ettiği zaman dili tutulur; ama aza ve organları aleyhine şahitlik eder. Başka bir yerde şöyle buyuru-luyor:
"Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz, ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur. " Yani ey insan! Dikkatli ol! Söylenti çıkrma; başkalarına karşı su-i zanda bulunma dediklerine dikkat et! İlimle ilerle ve git; ilmi takip et başkalarını değil. Kura'n'ı Kerim şöyle buyuruyor: şuna dikkat etmelisin: "çünkü kulak, göz, ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur. "
Zahir ve batının kıyamet gününde aleyhine şahitlik edeceklerdir. Bu ayeti kerimeden şunu anlıyoruz: et, deri, kemikler ve organlar in-sanın aleyhine şahitlik ederler. İnsanın kalbi, ruhu ve hüviyeti kıyamet gününde insanın aleyhine şahitlik edecektir.
Bu konunun bir de irfani açıdan değinilmesi gereken konusu vardır ama buna şimdilik değinmiyorum. Şimdilik değindiğim konu şudur: kadın ve erkek! Sizden rica ediyorum ki dikaktli olun kıyamet günü zaman ve mekan vasıtasıyla; kapı ve duvar vasıtasıyla, et, deri ve kemikler vasıtasıyla, göz ve dilin vasıtasıyla kimseliğin vasıtasıyla rezil olmayınız!Rezil olmak çok zor bir durumdur. İnsan için en büyük zorluk rezilliktir.
Bir kimse dünyada günah işler ölümü rezil olmaya tercih eder. Bir kadın da kötü bir iş yaparsa -her ne kadar da alçalırsa- bile ölümü ister ama rezil olmak istemez. Rezil olmak istemeyen bu kadınve erkek bilmeleri gerekir ki Kıyamet günü Rezil olma günüdür. Öyle bir gündür ki Allah, Peygamberler, Tahir İmamlar,
Hz. Zehra, Allah'ın Mukarrep Melekleri, kapı ve duvarlar, zaman ve mekan ve özetle bütün insanın beden ve organları insanın ya lehine ya da aleyhine şahitlik edecektir. Bu konuya dikakt etmelisiniz. Gece ve gündüz her namazdan sonra işinizin olmadığı zamanda, kadın evinin işini bitirdiğinde erken ise, siz pazarda iş ile meşgul olduğunuzda veya işiniz bittiğinde, biraz kendinize dalın; bu bahsi biraz tahlil edin; biraz şunun üzerinde düşünün:
Bu konuya teveccüh edin! Çünkü bu bizim saadet için teveccü-hümüzdür; hem dünya ve hem de ahiret için. Bu teveccühler ve dik-katler insanı müteveccih ve mütefekkir bilirler. Yani teveccüh ve te-fekkür melekesi insanda bulunur. Teveccüh ve tefekkür melekesi onda olana ne mutlu. Bilmeden, kendi kendine teveccühü olsun. Kur'an şöyle buyuruyor: "Eğer bu halet birinde olursa, daha Allah onun elini tutar ve an be an onu yükseltir:
"(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelme-sine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam o'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki" Sonra da şöyle buyurmaktadır:
"Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözleri allak bullak olduğu bir günden korkarlar. " Tefekkür ve teveccüh melekeleri olan kimseler, ticaret ve dünya işi onu Allah'tan gafil etmezler.
ÜÇÜNCÜ OTURUM Gaflet Nedir?
Gafletin Kısımları: 1- Düşmandan gaflet Birinci Düşman: Şeytan İkinci Düşman: Nefsi hevesler Üçüncü Düşman: Dünya 2- Ömürden gaflet 3- Yeteneklerden gaflet 4- Ölümden gaflet
Gaflet Nedir?
Bugünün bahsi "gaflet" in kötülüğü hakkındadır. Teveccüh ve te-fekkürün karşıtı bir alçaklık. Ahlak açısından, "teveccüh ve tefekkür" insanın ne kadar yücelmesini sağlıyorsa "gaflet" rezilliği ise insanı o derece alçaltıp küçültür. Ve Kur'anın deyimiyle insanı hayvan derecesine belki de daha aşağılık bir makama düşürür.
"Andolsun ki, cehennem için de bir çok cin ve insan yarattık; onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama gör-mezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir. "
Kalplerine gafletin hakim olduğu kimselerin gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama gerçekleri duymazlar; kalpleri vardır ama anlamazlar; bunlar ise hayvanlardır ve hayvanlardan da daha aşağılıktırlar. Kur'an da bu ayetten başka bir ayet daha olmasaydı bile bu ayetten bize gafletin ne kadar kötü ve kınanmış olduğunu anlayabilirdik. Gaflet kalpleri kilitler; göz ve kulağı mühürler.
"İşte Allah'ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler bunlardır. Gafiller de işte bunlardır. "
Gaflete sahip olanların kalbleri yoktur. Kalpleri mühürlenmiştir. Anlayan kalpleri anlamaz, kulakları duymaz ve gözleri ise gerçeklere karşısında kördür. Dolayısıyla bunların mühürlenmesiyle onları hay-van derecesine düşürmüştür. Gaflet sıfatı;teveccühün aksine insanı alçaklığa çeker. Dünyaya ve ahirete sahip olmasını bırakmaz. Bu gafletin -düşünce ve teveccüh açısından- dereceleri vardır. Biz fiilen şimdilik geçiyoruz. Bugünkü sohbetimiz gafletin itibarı konusunu içermektedir; mertebelerini değil.
Gafletin Bölümleri: 1-Düşmandan gaflet Önemle bilmemiz gereken bir konu da bu sıfat bizleri kendi düş-manımızdan gaflete düşürmektedir; bir kimse ise düşmandan gaflet içerisinde olursa düşman onu yok eder. Savaşın ön cephesinde bir an-lık yapılan gaflet o cephenin düşmesine ve o insanların yok olmasına sebep olur. -İlk Düşman: Şeytan
Pek çok düşmanımızın olduğunu bilmemiz gerekir; öyle bir düş-man ki şeytan gibi yemin etmiştir. Kur'anı 'Kerim'in buyurduğuna göre: bu şeytan pek çok kere Allah'a yemin ederek salih kullar hariç -masum ya da masumlara tabi???- insanları saptıracağını ve cehenneme sürükleyeceğini belirtmiştir.
"İblis: Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlasa er-dirilmiş kulların bir yana, hepsini mutlaka saptıracağım. " Biz böyle yemin içmiş bir düşmana sahibiz. Ondan gaflet ise alçaklığı oluşturuyor. Dünyada ve ahirette yüzsuyumuzu döküyor. Bu yemin içmiş olan düşman azdan başlıyor ama azla yetinmeyip herzaman ilerliyor. Kur'anı Kerim ise şöyle buyurmaktadır: şeytan sadece bir yoldan yaklaşmıyor; aksine her yoldan gelebiliyor.
Kur'ana göre şeytanın insana yaklaştığı yerleri kendisi şöyle belir-tiyor: "Beni azdırdığın için, Andolsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu sana şükreder bulamaya-caksın" dedi. "
Yani ey Allah'ım ben bu insanoğlu için bi hiç oldum onların saadetini de ellerinden ben alacağım. Önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından gelerek onların doğru yolda olmalarını engelleyeceğim ve onların senin nimetlerinden yararlanmalarına engel olacağım.
İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: bu ayetin manası şudur: şeytan şunu demek istiyor: ahiret karşısında bu dünya hayatını onların gözü-ne büyük göstereceğim. Hem günah yoluyla ve hem de dini yoldan geleceğim. Dini yoldan kasıt; mukaddes değerlerle geleceğim: yani riya, kendini gösterme,
yoluyla gelerek bu riyadır yapma, kendini göstermedir yapma, kibirdir yapma, diye detirdeceğim. Üstün insanlar için amelleri vesvese yoluyla fasit olur. Kandırma yoluyla insana gelir ve bu düşmandan gafletin sonunda insanın başına neler getirdiği ortaya çıkar. İkinci Düşman: Nefse Uymaktır
İkinci düşman ise nefsin arzularına uymak ve nefs-i emmaredir. Bu öyle bir nefs-i emmareder ki Hz. Yusuf'un bile ondan korkup Allah'a hitab ederek şöyle demesine sebep olmuştur: "Eğer tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve bilmeyenlerden olurum. " Dedi.
Olaydan galip olarak dışarı çıktığında bile Allah'a şöyle diyordu: Eğer sen olmasan ben hiç olurum. Hz. Mevlana nefs-i emmareyi kendi mısralarına şöyle ifade ediyor. Nefs ejderhadır o ne zaman ölmüştür ki?
O araçsızlık (yemsizlik) gamından bitkin düşmüştür. Eğer bazen insana karışmıyorsa bu yüzmek için su ve çalışmak için imkan bulmadığı içindir. Merhum Mukaddes Erdebili -mercii taklide ulaşmasına ve defalarca İmam Zaman mehdi (a. S)'ınhizmetine ulaşmış olmasına rağmen- kensine: "beyefendi! Eğer siz bir kadınla bir evde
tek başına olduğunuzda zina yapar mıydınız?" diye sorulunca merhum Mukaddes Erdebili "hayır" demedi. Şöyle buyurdu: "Böyle bir sahneyle karşılaşmaktan Allah'a sığınırım. " bu cümleden yola çıkarak nefsi emmarenin genci ve yaşlısı, erkeği ve kadını, dindarı ve dinsizi diye bir şeyi yoktur.
Herkes ve heran ondan sakınmalıyız. Çünkü sürekli bizimle savaş halindedir. Musa bin cafer'den rivayet edildiğine göre Peygambe (s.a.a) şöyle buyurmuştur: bir grubu savaşa göndermişti. Döndüklerinde onlara şöyle sordu: selam olsunsize ey küçük cihadı kazanıp büyük cihada geçenlere. " dediler: "Büyük cihad nedir?" Hazret şöyle buyurdu: "Nefis ile cihaddır. " daha sonra şöyle devam etti:
"cihadın en faziletlisi neffisle yapılan cihaddır. " gerçekten de nefs-i emmareyle cihad en büyük savaştır; bu savaş içimizde her za-man devam etmektedir. Melekuti boyutumuz ile tabiat/dünyevi boyu-tumuz sürekli savaş halindedir. Genel de nefs-i emmaresi, heva ve hevesine galebe çalan insanlar da vardır. Nefs-i emmaresinden gafil ve bir nefis düşkünlüğü bir ömür pişmanlıkla geçirenler vardır. Yarım saat, bir saat, çeyrek dakika bir kadınla yalnız kalmak bir ömür rezillik, bir ömür pişmanlık, bir ömür yok olmaklıktır.
Üçüncü düşman: dünya Üçüncü düşman ise dünyadır, dünya insanlar için çok tehlikeli bir düşmandır. Kur'an-ı Kerimin pek çok ayetinde insanlara: ey insan dikkatli ol! Dünyanınçekiciliği senialdatmasın! Dikkat et! Bu bir aldatmacadır, sakın aldanmayasın. Yok olan dünyayı ahiret hayatıyla bir tutmamalısın. Diye hatırlatma yapılmaktadır.
"Ey insanlar! Allah'ın vadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandır-masın. " Ey insanlar!Bu iki düşman: dünyanın süsü ve şeytan sizi aldatma-sın ve dünyanın yalan hayatını ahiret hayatıyla bir zannetmeyin.
Behlül-i dana bir gün yolun ortasında büyük bir ok düştüğünü gö-rünce, onu bir tarafından eline alıp kaldırmaya çalışıyor diğer tarafı yerden kalkmıyordu, diğer tarafından tutuyor kaldırmaya çalışıyor ama öteki ucu kalkmıyordu, ortasından tutuyor ama kaldıramıyor. Ona şöyle dediler: behlül!
Ne yapıyorsun?" şöyle dedi: bu dünya ve ahirettir. Dünyayı kaldırıyorum, ahiret yerde kalıyor, ahireti kaldırıyorum dünya yerde kalıyor, her ikisini de kaldırmak istiyorum ama başaramıyorum. Yani pis ve kirli olan dünya ahiret ile bir sayılmaz. "İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenenmeyi ve bozgnculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akibet, takva sahiplerinindir. " Ahiret yurdu kendisinde yöneticilik aşkı ve dünya perest olmayan kimselere özgüdür. Dünya perestliğin sonucunda ahiret hayatının mahvolması vardır.
Büyük müctehit merhum beyefendi Şeyh Muhammed Taki Şirazi -(r. A), ilmi ameli yönden büyük araştırmacı ve kendini yetiştirmişbü-yük insan dan şöyle naklediliyor: merhum Mirzay-i Bozorg vefat ettiği zaman onun yerine müctehit olacağı kararlaştırılmıştı. Ama onun cenazesine namaz kıldırmalarını istediklerinde onu bulamadılar. Bu taraf o taraf derken sonunda Hz. Mehdinin kaybolduğu bodrumda iki gözü iki çeşme ağlar
halde onu gördüler. Olayın sonunu şöyle naklediyor: "Mirza-i Bozorg'un ölüm haberi bana ulaşınca kendi kendime "başkan oldun" diye düşündüm ve bu durum hoşuma gitti. Anladım ki ben taklit mercisine sahip değilmişim, çünkü benim dünyam bu merci makamıdır. Bunun için İmam Zaman (Mehdi) (a. F)'ın hizmetine gelerek onlara ve Hz. Zehra İs. A)'a yemin içtim ki liyakatim olmadığı için beni taklit mercii yapmasınlar.
"İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve boz-gnculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akibet, takva sahiplerinindir. " Dünya aldatıyor, dünya insanı meşgul ediyor. Allah göstermesin eğer insan dünya hayatına gark olursa bataklığa düşmüş gibidir. An be an batar ta ki ölüm kapısını çalar.
İpek böceği gibi kendi etrafında dönerek sonunu hazırlar. Eğer dünya insanı oyalarsa, eğer insan bu büyük düşmandan gaflet ederse şüphesiz ki insanı helak eder. Kur'anın bu tekrarlarından bunun en büyük düşmanımızın olduğunu anlıyoruz.
Başımıza gelen gaflet: Örneğin: dünyanın düşmanlığı, nefs-i em-marenin düşmanlığı, şeytanın düşmanlığı yani kendi düşmanlarımız-dan gafil olmamızdandır.
Bu üç düşmana dikkat etmek teveccühü gerektirir. Bilmeliyiz ki bu üç düşman ölünceye kadar bizimle birliktedirler. Ancak teveccüh vasıtasıyla, Allah ile ilişki vasıtasıyla, Ehl-i beyt'ine tevessül ancak bizim bu düşmana galebe çalmamızı sağlar. Veya gaflet sebebiyle o bize galebe çalar ve bizi cehennemlik yapar.
Ömürden Gaflet
Yok olmamızı sağlayan ikinci gaflet ise "ömür"den gafil olmaktır. Ömür çok değerli ve yüce bir nimettir. Velayet nimetinden sonra hiç bir nimet ömür nimetinden yüce değildir. Halk arasında ömrün "altın" gibi değerli olduğu söylenir. Ama bu yalnıştır; bu benzetme yalnış bir benzetmedir; ömür altın değildir,
bilakis ondan çok daha değerlidir. Eğer insan gençliğinde ömrüne teveccüh etse; gençlik yıllarında hem dünya ve hem de ahiret saadetini elde etmesi mümkün olabilir.
Biz pek çok insan tanıyoruz henüz ömürlerinden kırk elli yaş geç-memesine rağmen ömürleri iftiharlarla doludur. İslam'ın ve Şia fıkhı-nın yayılması ve Şia fıkhı için yazdıkları ikiyüzü aşkın kitapları mevcuttur.
Pek çokları da vardır ki yüz yıl yaşamışlar ama yalnızca hayvan gibi kalmışlar. Yiyen bir hayvan gibi ve bir hayvan örneği gibi de dünyaya veda etmişler. Rivayetlerde geçtiği gibi; "bir kaya gibi geldi ve yavaş yavaş cehenneme geri döndü. " Yetmiş yıl bir insan yaşar sonunda ise cehenneme gider!
"Şüphesiz ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı yoktur. " Ömürlerinde gaflet içerisinde uyuyanlar bedbaht olan kimselerdir. Peygamber (s.a.a)'in buyurduğu gibi: "İnsanlar uykudadırlar, öldüklerinde uyanırlar. "
İnsanlar uykudadırlar, ölüm meleği geldiği zaman uyanırlar. Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: Azrail geldiğinde insan bakar ki ömrü gaflet içerisinde geçmiş, ömründen bir şey istifade etmemiş ve iş işten bile geçmiş. O zaman şöyle diyor: "Ey Allah'ım! Beni dünyaya gönder de kabrim için, kıyametim için ve insan olmam için amel yapayım. " (Müminun/99-100)
Ölüm kapıyı çaldığında bir şey yapmadığını anlayınca ve ömrünü gaflet içerisinde geçirmiş ise şöyle der: "Ey Allah'ım! Beni geri gön-der. " Kendisine şöyle seslenilir: ama geri dönmek imkansızdır.
Kur'an'da şöyle buyuruluyor: sadece ölüm anında değil, cehenneme girerken bile orada sızlanarak, ah çekerek şöyle der: "Ey Allah'ım! Beni geri gönder de ahiret yurdu için çalışayım. " Ama cevap olumsuzdur. Kur'anın buyurduğu gibi: Ayetin yarısı buraya gelecek (fatır/37)
"Onlar orada Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! Diye feryat ederler. . . " Yani cehennemlikler cehennemde ah-u figan ederler. Onların sözlerinden biri şudur: "Ey Allah'ım! Bizi dünyaya geri gönder de salih ameller işleyelim. " Onlara şöyle denir:
"Size yetmiş yıl ömür verilmedi mi, ne yaptın? Gençlik ve yaşlılık dönemin olmadı mı? Gençliğinde ne yaptın? Yaşlılığını nasıl harcadın? Ayetin diğer yarısı buraya gelecek (Fatır/37)
Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı) Zalimlerin yardımcısı yoktur. "
Sana ibret alacağın kadar ömür vermedik mi? Allah kahırla şöyle diyor: Cehennemde tadın bu şiddetli azabı, çünkü zalimin yaveri yoktur. Bu zalim kime zulm etmiştir? Kendine zulüm, neden kendine zulüm? Çünkü elli, atmış veya yetmiş yıl ömürle dünyanın saadetini satın alabilirdi, başkasını saadetli yapabilirdi, iftiharlar yaratabilirdi,
ama ömür ve gençlikten gaflet, gençliğin boşa gitmesine sebep oldu; bu ömür ve gençlik o kadar değerli bir nimettir ki rivayetlerde mahşer ehli mahşer sırasına girdiklerinde, sıra onların hesab ve kitabına gelmeden, onlardan bir soruşturma yapılır ve soruşturmada onlardan iki şey sorulur: "Önce ömrünü ve sonra da gençliğini.
"nereye harcadığı sorulur. Herkes ve özellikle değerli gençlerim, genç kız ve erkekler! Genç-liğinize dikkat edin! Ömrünüzün kıymetini bilin! Gençlikte mutlulu-ğun saadetini yakalayabilirsiniz. Kırk yaşından yukarısı artık oturmaktan başka bir şey olmaz. Eğer kendin için biriktirmiş bir şeyin olmazsa artık daha çalışamazsın. Gençliğinizin boşa gitmemesine dikkat ediniz! Dikkatli olun ki gençliğiniz cesurlukla, şehvetle, yersiz işlerle geçmesin! Hepiniz,
yaşlı ve gençler! Ömrünüze dikkat edin. İnsanın bir günde dünya ve ahiret saadetini temin etmesi mümkündür. Yaşamdan ve bu büyük nimetten gaflet insanı sessizliğe çeker. Kur'an'ın deyimiyle hayvan gibi aşağılık ve belki bundan da daha aşağılık bir dereceye düşürür.
3-Yeteneklerden gaflet
Üçüncü gaflet ise Kur'anın önemle vurguladığı gibi insanın yete-neklerden gaflet içerisinde olmasıdır. Bu insan acayip bir varlıktır. Kur'anın görüşüne göre bu insan "Allah'ın güvendiği" bir valıktır. Bu Allah'ın güvendiği insan eğer yeteneklerini kullanabilirse çok yüce bir makam elde edebilir ama, ne yazık ki insan kendi yeteneklerini kullanmıyor. Ayette şöyle buyuruluyor: Ahzap/72
"Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir. " Biz emaneti aleme teklif ettik ama kabul etmediler. Yeteneği olan insan onu emaneti kabul etti. Kur'an diyor ki: "Doğrusu o çok zalim, çok cahildir. "
Bu insan çok zalim ve çok cahildir. Gaflet insanı yeteneklerine yöneltemediği için insan cahil oluyor. Gaflet insanı yetenklerinden istifade etmesine engel oluyor. Kendinde saklı olan bu yetenekleri boşa harcayan insan ise zalim oluyor. Su açısından olaya bakalım. Bu akan suyu israf eder ve kimsenin istifadesine sunmazsanız hem cahil ve hem de zalim olursunuz. Arazi çok var ama, açlık da var.
Emirel Müminin Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Suya ve toprağa sahip olup ta fakir olanlar Allah'ın rahmetinden uzaktırlar. " İster kimse olsun ister toplum. Bizim saklı yeteneklerimiz vardır ve bu saklı yeteneklerden istifade etmeliyiz. Eğer istifade etmezsek Allah'ın, Peygamberlerinin ve masum imamların laneti bizim üzerimize olur.
4-Ölümden Gaflet Etmek
İnsanın gaflet içerisinde olduğu dördüncü husus ise "Ölümden gaflet"tir. Hepimiz biliyoruz, ölümlüyüz, ama, ölümden gaflet, kabirden gaflet, kıyametten gaflet, cehennmeden gaflet, cennetin nimetlerinden gaflet halindeyiz. Bu gaflet bizi çaresiz kılmıştır. İnsan gece ve gündüz günde bir kere iki kere üç kere ölümü düşünmelidir. Ben ve sizler acaba buradan salim çıkabilir miyiz, veya yok? Belli değil.
Acaba minberden inebilecek miyim ya da yok? Belli değildir. Acaba bu gece kabirde ilk gecemiz mi olur ve ya yok? Belli değildir. Hepimiz ölümden gaflet halindeyiz. Eğer ölüm gelirse acaba ilk gecemizde kabirde rahat mıyız ya da yok? Kabir hayatı müşkildir, müşkil.
Rivayetlerde okuduğumuz gibi; bir kimse ölmüştü, Resulullah (s.a.a) geldiğinde kabrin üzeri kapatılmıştı. Hz. Resul elini kabrin üzerine kaydu. Hamd suresini okudu ve ağladı, o derece ağladı ki kabir gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Sonra şöyle dedi: "Bu mekan için birazcık düşünmek gerekir. Çalışmak lazım.
Amelsiz olmaz. " Rivayetlerde şöyle okuyoruz: "Kabir her gün bize seslenir. Bu alemden büyük haberler var ama biz sağırız. Her gün kabir bize seslenir. Kabir şöyle seslenir: Ey benim sahibim! Ben karanlık bir evim benim için ışık gönder. Benim arkadaşım yok bana arkadaş gönder.
Benim yılanım ve akrebim var bu senin kötü amellerinin sonucunda oluşan yılan ve akreplerdir. Bir şey yolla. Yani tevbe et ki tevbe akrep ve yılanı yok eder. Benim halım yok bana halı gönder. Kabir bize düzenli olarak seslenir: Bana geleceksin dikkatli ol! Bu evini düşün. Bu evini ihya et. " Bizi sürekli evimizin boyanması, halılarının değiştirilmesi, evimizin temiz olması ilgilendirdiği kadar bu gece ölürsek acaba kabir hayatımız nasıl olur onu hiç düşünüyor muyuz? Ve bundan daha üstün bir sıkıntı olabiliri mi? Ama biz bundan gaflet halindeyiz.
Berzah alemi bir yıl mıdır yoksa bin yıl mıdır? Belli değildir . On milyon yıl mı, bir milyar yıl mı? Belli değildir. Bu berzah alemi amel istiyor. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Şiilerim! Berzah alemi kendi malınızdır. Kıyamet günü siz bizim şefaatimize kavuşacaksınız, ama berzah ve kabir alemine dikkat ediniz. "
Bir milyon yıl veya daha fazlası için ne yaptın? Kıyamet günü sı-kıntılı bir gündür, kıyamet günü Kur'an'ın dediğine göre insan herşe-yini vermeye hazırdır yeterki kurtulsun, ama faydasızdır. ,
Kur'an şöyle buyuruyor: İnsan kıyamet gününde böyle olur ve şöy-le ister: (Meraric/11-15) "Birbirlerine gösterirler (fakat herkes kendi derdindedir. ). Günahkar kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için), oğul-larını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın. Asla. . . "
Kıyamet gününde insan şöyle der: Ey Allah'ım çocuğum eşim, herşeyim bütün yeryüzündeki insanları al, beni kurtar. Yani Ey Allah'ım!
Bütün alem cehennemlik olsun ama ben kurtulayım, şöyle hitap olu-nur: "Asla olmaz. " Amelinle baş başa kalırsın, eğer amelin iyi ise, saadet ve eğer amelin kötü ise şekavet. " Kıyamet günü çok zor bir gündür. Bazı vakitler insan rezilliklerinden ta çenesine kadar terleyecektir. Kıyamet gününden gaflet etmeyelim. Cehennemden ve azabından cennet ve nimetlerinden gaflet etmeyelim.
Rivayetlerde şöyle okuyoruz: Cehennem ehlinin hasletlerinden bi-risi de şudur: Cehennemlik cehenneme gittiği zaman cennete bakarak cennette boş bir saray görür ama sahipsiz; huriler görür ama eşsiz bahçeler görür ama sahipsiz, o cehennemde yanar ama köşkü hurileri, eşi, bahçesi, sahipsiz kalır.
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Yakin'in Fazileti
-Yakin'in tarifi -İmanın çeşitleri
1-Yakini iman 2-Araştırmaya dayalı iman 3-Yakin
Yakin'in fazileti
Konumuz ahlaki faziletler ve rezillikler hakkındaydı. Tefekkür ve teveccühün faziletini anlatmıştık. Tefekkür ve teveccühün zıddı olan gaflet, konusunda da kısaca konuştuk. Şimdi ne yapalım ki gafil ol-mayalım. Ne yapalım ki tefekkür, teveccüh ve tezekkür bizde canlan-sın. Bunlara değinmiştik.
Yakin'in tarifi
Bugünün bahsi bir başka fazilet hakkındadır. Konumuz; teveccüh ve tefekkür fazileti gibi önemli olan "yakin"in fazileti hakkındadır. Yakin ilmin benzeridir. İlim akılla, ama yakin kalb ile ilgilidir. Eğer bir şey akla uygun ise ona ilim denir ve eğer hem akıl ve hem de kalp ile derk ediliyorsa buna "yakın" denir.
Yakın sebat manasındadır. Çünkü bilinen kalbte sabitleşiyor ki-İmam (r. A)'ın dediği gibi: "kalbin inanması gerekir. " buna yakın de-nir. Bazı şeyleri akıl kabul eder buna ilim denir. Bazan bundan da üs-tün olur; kalpte yerleşir, kalpte etki bırakır ve kalb mutmain olur. Kalp mutmain olduğu ana yakın diyorlar.
Yakin insan için en büyük faziletlerden biridir. Çünkü ahlak ilmiyle uğraşan alimler ilimlerde ahlaki faziletler ve düşüklükleri incelediklerinde birinci fazilet olarak "yakin"i kabul ederlerdi. Biz ilk fazileti teveccüh ve tefekkür kabul ettik. "yakın" sıfatı ise tefekkür ve teveccühle bir saymamışsak ondan aşağıda olduğundan değil.
Şuanda size bahsettiğim yakin din ile ilgilidir, tabiat ilmine veya dini olmayan ilimlerle ilgili değildir. Onun da kendine ait bir konusu vardır şimdilik bizim konumuzun dışındadır. Şuanki konumuz olan yakının din ile ilgisi vardır. Yakin edelim ki Allah vardır, yakin ede-lim ki diriliş, kabir, berzah,
kıyamet, cennet ve cehennem vardır. Ya-kin edellim ki Allah adildir. Allah alim ve kadirdir. Allah Rauf ve merhametlidir. Yakin edelim ki Kur'an haktır. Peygamber son nebidir. Yakin edelim ki Emirel Müminin ve on bir oğlu Peygamberden sonra Halife ve vasidirler. Yakin etmeliyiz ki Peygamber ne demiş ise yerindedir. Eğer "yap" demiş ise gerçek maslahattır. Eğer "yapma" demiş ise gerçek bir kötülüğü vardır. Buna dinde yakin diyorlar. Bu okuduğumuzdan başka insan için üç çeşit yakin vardır:
-İmanın çeşitleri
1- Taklidi İman Birinci bölüm ilimdir. İnsanların çoğunluğu delilsiz, burhansız, bilinçsiz yani taklidi bir ilimle İslamdan haberdardırlar. Eğer bu taklidi ilimle ilerleyebiliyorsa bu taklidi ilimle de cennete girebilir. Vacipleri yerine getirip; yasaklardan korunursa, özetle bu dünyadan göçtüğünde Allah ile irtibatlı olursa cennete girebilir. Alimlerin deyimiyle "burhanın sonucu" bunların önündedir.
İnsanların yüzde doksan dokuzu usul-i dinde delil ortaya koyamazlar. Usul-u din alanında kendilerine yetebilecek derecede ilimleri vardır. Ama bu ilim ne akıllarında ve ne de kalplerinde yerleşmiştir. Onda uygun delil ve bürhanları yoktur. Bu ilim insanı cennete sokabilir ama kazancı yoktur.
Sıkıntılarda ve olağandışı olaylarda içgüdülerden biri harekete geçerse o diğer ilim bir şey yapamaz. O içgüdüye karşı koyamaz. Kendisi için bir sorun ortaya çıksa direnemez. Genelde yere çakılır. Bazı vakitler ise isyan ediyor. Yaratıcıya hem şikayette bulunabiliyor. Kur'an'ı Kerim bu konuya şöyle işaret ediyor: "Hac/11"
"İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüzçevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir. "
İnsanlardan bazısının imanı sözdedir. (ya'budullahe ala harfin) İmam Hüseyin (a. S)'ın buyurduğu gibi: "İmanları sadece lakırtıdan ibarettir. " İmanı kalbine ve beynine yerleşmemiştir. Bu tür imanın ismini ben "taklidi iman" koymuşum. Kur'an şöyle buyuruyor: "sözde iman" bilindiği
gibi Kur'an'ın tabiri ne kadar güzel. Yine Kur'an şöyle buyuruyor: iman edenlerin yüzde ellisi bu tür imana sahiptirler ve istisnai durumlarda direnç gösterememektedirler. Eğer nimetler onlara verilirse, eğer huzur ve rahata sahip iseler, refah ve huzura düşkünlükleri onları dünyaya bağlar.
Eğer onlar için sıkıntı ortaya çıkarsa direniş gösteremezler. Bazı zaman insan yolda gittiği zaman ayağı taşa saplanır, bütün vücuduyla yere yığılır yani yere çakılır. Kur'an şöyle buyuruyor -elbette bu benzetme akılla hissedilir-: kendisine bir sıkıntı geldiğinde yere çakılır, yüzüstü düşer ve isyan eder; Kur'an şöyle buyuruyor-elbette akli hususların hissi
şeylere benzetilmesidir- kendisi için bir sıkıntı ortaya çıkarsa yere saplanır ve inkar eder, Allah'dan şikayetçi olur; onda şüphe ve evham ortaya çıkar. İşinden muhtevasız bir şey ortaya çıkar. Şöyle buyuruluyor: ". . . O dünyasını da ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir. " Bu hem dünyasını ve hem de ahire-tini kaybetmiştir. Açıkça iflas edenlerden olmuştur.
Bu ayetten başka bir yönde de istifade edebiliriz. Aziz genç erkek ve bayanlar! Bu ayetten istifade edin. Bu istifade şudur: Ey müslü-man! Senin imanının sözde olmaması gerekir. Ey Müslüman! İmanın taklidi iman olmamalıdır. İmanın kafana delillerle yer etmesi gerekir. İmanın kalbinde yakinen yer etmelidir. Sözde iman; bir şey okumamış veya müslüman olmayan kimselere aittir. Ama, gençlerin imanı sözde iman olmamalıdır.
Diploması olan bir genç kıza sorulduğunda Allah'ın varolduğuna delil nedir? Açık ve kesin bir delil getirmesi gerekir. Eğer genç bir erkekten Kur'anın ta kıyamete kadar süreceğinin delili nedir? Diye sorulduğunda hemen bir delil getirmelidir. Usul-u din hakkında herkes özellikle de gençler lafta iman derecesinden ileri gitmeli, ikinci ve üçüncü bölüm imana ulaşmalıdırlar.
2-Delile Dayalı İman
Birinci bölümden daha önemli olan ikinci kısım iman ise delile dayalı imandır. Yani iman akla yerleşmeli ve akıl Allah'ın varlığını kabul etmelidir. Akıl dirilişi kabul etmelidir. Akıl kabul etmelidir ki Ramazan ayında mecburi tutulan orucun bir maslahatı vardır. Akıl mecburi olan farz namazın bir maslahatının olduğunu bilmelidir. Gece namazı insanı yüce bir makama ulaştırır. Akıl İslamda hicabın iyi bir şey olduğunu
kabul etmiştir. Laboalilik ve iffetsizliğin erkek ve kadın için kötü bir şey olduğunu akıl kabul etmiştir. İşte bütün bunlar delille imanı gerektirir. Alemde varolan bu düzen bize Allah'ın varolduğunu anlatıyor. Molla Sadra'nın tözsel devinim (hareket-i cevheri) görüşü ahiretin/dirilişin cismani olduğunu ispat etmektedir. Özetle Kum alimlerinin yazmış olduğu usul-u dinin delile dayandığı ve bütün usulu dinin de her dalda ayrı bir delil içerdiğini kendi kelam kitaplarında ele almışlardır.
Eğer bir kimse bir süre kelam kitabı okursa akılla inanması kesinleşir. Akıl usul-u dini kabul ediyor. Kur'anın haram ve farzlarının bir maslahat ve zararının olduğunu biliyor. Akıl Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğunu ve ta kiyamet gününe kadar insanların sorunlarına cevap verebilecek kapasitede olduğunu kabul ediyor. Biz müslümanlar; ilim her ne kadar ilerlerse bile insanlar her ne kadar da aydın olsalar bile toplum her ne kadar ileri çağa gitse bile Kur'an ve islam kanunlarının o toplumu idare edebileceğine inamaktayız. Gençler için ve herkes
için bu iddiamızın bir delile dayanması lazımdır. Değerli gençler! Hepinizin dini ilimleri okuması gerekir. Anne ve babalar evinizde dini kitaplar bulundurmalısınız. Evinizde fıkıh risalesi olmalıdır. Nasıl ki Kur'an evlerinizde ise amel risalesi kitabı da evinizde olmalıdır. Evinizde ahlak, tefsir ve islamı tanıtan kitaplar da olmalıdır. Sadece usul-u dinle, fıkıhla ilgili kitap olmamalı, çünkü; bu tür eve bir müslüman evi,
bir Şia evi deyemeyiz. Şia olan kimsenin okuması, araştırması ve şu şiarda olması ve ilerlemesi gerekir. "bir saatlik tefekkür bir yıllık ibadetten daha hayırlıdır. " Evinizin salonuna girdiklerinde güzel bir tabloda "bir satlik düşünce bir yıllık ibadetten daha hayırlıdır" diye yazıldığını görüyorlar ve çiçekler vazolar ve buna benzer şeyler sizin evinizin süsü olmuşlar, kitaplarınızın da evinizin süsü olmalıdırlar.
Bu bir müslümanın vazifesidir. Özellikle gençlerin görevi olmalıdır. Gençler boş bulunduklarında kitap okumalı, gençlerin hobilerinden ve zevklerinden biri de kitap okuma olmalıdır.
Kütüphaneler çoğalmalıdır. Üzülerek söylüyorum ki kütüphanele-rin azlığı hatta Kum'da bile az; kaldı ki diğer yerlerde azlığı bizim eksikliklerimizdendir. Her köyde ve kasabada; her kaza ve şehirlerde kütüphanelerin çoğalması lazımdır. Delile dayalı iman çok güzeldir.
Ama ilk iman gibi aşılmaz şeylerle karşılaştığımızda yetersizdir. Bu iman sahibi kimse Allah' ve dirilişi delille ortaya koyabilir. Delille Kur'an'ı, Peygamberi ve imamları ispat edebilir. Ama bu kimse cinsel bir olayla karşılaştığında, yöneticilik iştiyakı onu kuşattığı zaman, mal sevgisi onda aşırılığa kaçtığı zaman iflas eder. Bu hisler ilimden öne geçer. Öncekine sözde ve taklidi iman demiştik buna ise ilmi yani delile dayalı iman diyoruz. İlim yani; delil ve bürhan. Delil ve dayanağın işi azdır. Hatta alimler bile bazen bu aşılmazlıkla karşılaşabilir.
Alimin biri "tevhid" konusunda kitap yazmıştı ve bir sorunla karşılaşmıştıve bu sorununu şu şiirle ifade etti: . . . . . . Şöyle diyor: İnsan esrarengizdir, bazen alimler bir işte donakalırlar ama, cahiller ise bu çıkmazı başarabilirler ve sonuçta alim dinsiz olur. Elbette sadece ilim ve delil olduğu taktirde.
Gerçi hiç yoktan iyidir ama her yerde geçerli değildir. İlimde şüphe ve hayal bir sorundur. Alim Allah'ın var olduğunu biliyor ama kendisinde şüpheler ortaya çıkıyor. Dirilişin olduğunu biliyor ama bazı vakitler onda şüpheler ortaya çıkıyor. Siyah bir cahillik, her zaman alimin içinde mevcuttur.
(Bihar'ul-Envar, c. 6, s. 267) Mearic/11-15 Hac/11
12
Aile ve Çocuk Eğitimi Aile ve Çocuk Eğitimi
3-Yakin
Üçüncü bölüm yakindir. Yakin; sözlü ve taklidi imanı aşıp delile dayalı imana ulaşmıştır. Aklın kabulünü aşmış, artık kalbi de kabul etmiştir. Yani iman kalbe yerleşmiş va kalp te kabul etmiştir, işte buna "yakin" demektedirler. Yakin yani sebat, yani kalpte yeretmedir. Eğer kalp kabul etmişse başlangıçta bile büyük bir kazancı vardır. Kimsede günahlara karşı büyük bir kontrol gücü ve günah işlememe durumu oluşur.
Önüne gü-nah geldiğinde ise kavak ağacı gibi titrer. Peygamber (s.a.a) savaşa gitmeden savaşa katılanların ailelerine bakmak için gençlerden bir kaç tanesini Medine'ye bırakırdı. Savaşların birinde bir genç Medine'de birkaç ailenin yardımını üstlenmek için bırakılmıştı. Bir sabah bu genç bir evin kapısnı çaldı, kocası savaşa giden kadın kapıya geldi.
Adam ona: "ne lazımdır?" Diye sorunca, o kadın da ne lazım ise söyledi. Bilemiyorum ne olmuştu, ama genç şehvete gelmiş ve tahrik olmuştu. Ama niçin? Bilemiyorum. Acaba o kadın mı tahrikçi sözler söyledi? Acaba bu gencin gözü o kadına mı değdi? Bilemiyorum. (beyler, bayanlar! Başkasına baktığınız zaman şeytan
o anda sizi saptırmak için çok meşgul olur. Şeytan Hz. Nuh'a şöyle dedi: "ey Nuh şunu iyi bil ki bir kadına dokunduğunda, bir kadınla namahrem bir erkek karşılaştıklarında ben o anda onları saptırmak için çok çalışırım. " Bayan! Senin şehvetli bir sözün, beyefendi! Senin pis bir bakışın mümkündür sizi kötülüğe sürüklesin. ) özetle bu genç eve döndü-ğünde elini kadının göğsüne koydu.
Söylemek istediğim şudur, kadının yakin derecesini söylemek isti-yorum. O yakin kalbe yerleşmiş ve kalbi etkilemiş ve Allah'ın varlığına, cennetin varlığına ve cehennemin de varolduğuna inanmıştır. Ansızın titredi! Rengi değişti; kalbinde olanı diline döktü: ne yapıyorsun? Ateş! Ateş! Ateş! Senin bu işin ateştir, hem de cehennem ateşi.
Kalbine yerleşen Allah'a, cennete, cehenneme imanının sözleriydi. Bir namahrem kadının göğsüne dokunan elin, eğer tevbe olmazsa bu elin cehennemlik olacağı. Oturdu. Ansızın erkek te bağırdı: "Ateş! Ateş! Ateş! İlk gün ikinci gün, yavaş yavaş artık Medine'de de kalamayacağını anlayınca çöllere düştü, ta Peygamber dönene kadar.
Orada kendini riyazete ve ibadete vererek düzenli bir şekilde şöyle diyordu: ateş!Ateş!Ateş! Ve bunu Peygamber dönünceye kadar söyle-di. Kendisine gelişen olayı haber verdiler. O genci getirmek için Pey-gamber peşine adam gönderdi. Ona tevbesinin kabul olduğunu söyle-diler. Ama onun için peygambere gözükmek kadar zor bir şey yoktu.
Ey kadın ve erkekler! Bu oturumumuz Allah'ın, Peygamberin, Yü-ce Vel-i Asr'ın huzurunda gerçekleşiyor. Beyefendi! Mağazada senin kötü bakışın, ey kadın! Örtüne sahip çıkmayarak sokaklarda gezindi-ğinde acaba huzurunda bulunduğun İmam Zaman (Mehdi) senin elin-den veya konuşmalarından razı mıdır, yoksa yok?
O genç geldiğinde Peygamber (s.a.a) namaz kılıyordu. Genç bekledi. Peygamberin namazını bitirmesinden sonra başı yere bakar ve utançlı bir şekilde minbere yaklaştı. O sırada Peygamber (s.a.a) Tekasür suresini okuyordu:
"Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki, nihayet kabirleri ziyaret ettniz. Hayır! Yakında bileceksiniz! Elbette yakında bile-cekseniz. ! Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, (orada) mutlaka cehennem ateşini görürdünüz. Sonra ahirette onu çıplak gözle göreceksiniz. Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz. "
Şöyle buyurdu: dünya insanları meşgul etti. Keşke bu insanlar ce-henneme yakinen inamış olsalardı, bilselerdi kıyamet günü bu cehen-nemle görüşecektir ve göreceklerdir. Keşke bilselerdi günah insanı cehennme götürür. Ve cehennemde onlardan şöyle sorulur: beyefendi!
İmam Zaman'ın velayetini kabul etmiştin ama yine de günah işliyor-dun?
Peygamber (s.a.a) bu süreyi okuyordu ve genç te düşünüyordu. Ansızın kendinden geçerek aşkla yere yığıldı. Etrafını sardılar, utancından öldüğünü gördüler. İşte buna "yakin" diyorlar. Hem de yakinin ilk mertebesi.
İnsan için yakin oluştuğunda eğer kadının eli bir erkeğe değerse akşama kadar korkudan titrer, rahatsız olur. Ondan rahatsızşığının nedeni sorulunca şöyle der: mağazadaydım tüccardan bir şey alıyordum ama elim eline değdi. Kendisine bir günah ve kastinin olmadığını söylediklerinde şöyle der: evet ama namahram eli elime değidi. Yazıklar olsun, yazıklar olsun! İşte bunu insa yakin dedirti-yor.
İmanı olmayan ve imanı dilinde olan kadın ise mağazada erkekle konuşuyor, gülüyor, hatta çadır alış verişi yaptığında aynanın karşısına geçip üzerinde deniyor. Bunu ise tacirin karşısında yapıyor. Buna sözde müslüman diyorlar. Buna imanı kalbine yerleşmemiş müslüman diyorlar.
İmanın; Usul-u dinde üç kısma ayrıldığını geçen bölümlerde söy-lemiştik: 1-Taklidi veya sözde iman. 2-Akla ve delile dayalı iman.
3-Duygusal veya kalbi iman; insanı kontrol edebilen iman akla uygun iman veya sözde iman değildir. Gerçi akla uygun iman da yücedir. Herkes kendine özgü özellikle de gençler delile dayalı imana sahip olmaları gerekir.
Rivayetlerde Peygamber (s.a.a) ashabıyla geziyordu. Bir kadının iğle ip yaptığını gördü. Peygamber (s.a.a) kadına: "Allah'ı nasıl tanı-yorsun?" Diye sordu. Hz. Peygamber o okumamış kadından bile bir delile dayalı iman istiyordu. Yaşlı kadın çok güzel cevap verdi. "eğer bu elimdeki yuvarlak şeyi döndürmek için bana ihtiyaç duyuluyorsa ve
ben olmadığımda duruyorsa bu koskoca alemin bir döndürücüsü-nün olamayacağı müm kün müdür?" Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "arapçasını yaz" "yaşlı kadının dinine uyun" bu iki anlam içermektedir. Birinci manası şudur: sizin de delile dayalı imanınız olsun. Diğer bir manası da şudur ki: hareketin deliline işaret etmektedir.
Şayet burhan-i nazm (nedenden sonuca gitme metodu), burhan-i sıddıkınden (sonuçtan nedene varma metodundan) sonra delillerin en üstün olduğunu anlatmak istiyor.
Her halikurda kimsenin usul-u din açısından kendine özgü bir delilinin olması gerekir. Önceden anlattığım gibi etkili değillerdir. İnsanlar çıkmazlar ve zorluklar karşısında imtihanlarla kurtulur. Şairin dediği gibi: . . . . . ??
Çünkü iman kendine özgü duygusal imana dönüşür. Kur'an'dan anladığımız gibi, Alah bizden bu tür bir iman istiyor.
Hucurat suresinde okuduğumuz gibi: Bir grup Peygambrin hizme-tine gelerek hazrete şöyle dediler: Ey Allah'ın resulu sana inandık, Peygamber şöyle buyurdu: siz iman etmediniz, aksine teslim oldunuz. Çünkü sizin imanınız sözde ve delilde imandır. Henüz iman kalbinize yerleşmemiştir.
İman eden o kimsedir ki: İmanı kalbine yerleşmiş, şek ve şüphesi kalmamıştır. "Bedeviler "inandık" dediler. Deki: siz iman etmediniz, ama "Boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. " Söylediler: biz iman ettik. Deki: hayır, iman etmediniz. Fakat tes-lim oldunuz. İslam bayrağı altındasınız. Çünkü iman kalbinize yer-leşmemiştir. Sonra şöyle buyurdu:
"Müminler ancak o kimselerdir ki Allah'a ve Resulune iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyenlerdir. " İmanı kalbine yerleşenin imanı; yakin imanı olanın imanı vardır. Eğer yakin imanı olmazsa cahil ve şüphe onda henüz mevcut ise, delile dayalı imanı olsa bile şüphe, cehl ve vesveselerden kurtulamaz.
Kur'an'ın buyurduğu ve bizden istediği iman "muhakkak" sahip olmmız gereken iman yakin iman, kalbi iman ve duygusal imandır.
-Yakının mertebeleri
Yakinin mertebeleri vardır. Yakin nur gibidir. Nurun derecelerinin olduğu gibi. 20 voltluk veya 100 voltluk lambanın derecesi nasıl farklıysa imanın dereceleri de farklı farklıdır. Yakın da nur gibidir. Kalp aydınlandığında bazen kalbi aydınlatır. Örneğin 100 voltluk bir lambanın odayı aydınlattığı gibi.
Bazen de öyle bir de-receye ulaşıyor ki -örneğin 1000 voltluk ışık saçıyor ve odayı daha da fazla aydınlattığı gibi kalb de bunun gibi çok aydın oluyor. Filozofların dediği gibi yakinin dereceleri vardır; her aşaması güzeldir. Bizim ilgilendiğimiz aşaması ise ilk mertebesidir. Bilinmelidir ki her ne kadar ilerlese o kada güzeldir. Ahlak alimleri yakini üç bölüme ayırmışlardır.
İlm'ul yakin; Ayne'l yakin; Hakk'el yakin; bunlar da kendi arala-rında üçer bölüme ayrılmaktadırlar ama bizim şu anki konumuz bu değildir. Yakinin ilk aşaması, insanın günah yapmasını engelliyor. Ona farzları yaptırtıyor. Namazı vaktinde, orucu ise uygun tutuyor. Günahtan, bencillikten, kendinden habersiz olmaktan sakınması yerindedir. Farzlara önem vermesi, günahlardan sakınması, duygusal imanın ilk aşaması olan yakinin ilk derecesidir.
Sonra ise mekruh ve müstahaplara önem verir. Şüpheli şeylerden sakınır. Bir şeyde acaba bu böyle midir yoksa başka türlü müdür diye şüpheye düştüğünde yapmaz. Dilinde dedikodu olmadığı bellidir. Sözleri delilsiz değildir. Söylediğini delile dayanarak söyler. Duymak isterse delile dayanarak duyar.
Her ne şeyden şüpheleniyorsa onun dilinde o yoktur. Üçüncü kısımda ise yava yavaş dünya bir tarafta, günah başka bir tarafta dünyayı arkama bırakır ve günahı asla yapmam der. Nehc'ul Belağa'da Emirel Müminin Hz. Ali'nin söylediği gibi. Bu söz sadece Ali'nin sözü değil, onun takipçilerinin, yakin derecesinde yükseğe ulaşabilmişlirse, eğer yakinleri aynel yakin derecesine ulaşmış ise bu sözü onlar da iddia edebilirler.
Emirel Müminin (a.s) şöyle buyuruyor: "Allah'a yemin olsun ki varlık alemini emrime verseler ve deseler ki: günah yap o da küçük bir günah olsa yani karıncanın ağzındaki arpa tanesini al;yine de bu işi yapmam. " Bu cümle hazretin ismet delilinden değildir. İmamlık makamından değildir. O hazret, Tahir İmamlar,
Peygamber (s.a.a) ve bunlar gibilerin ihtisasları yoktur. Bu cümle bizim için örnek olmalı, kalbinizde nur ve sizin yüce bir makama, yani; bütün dünyayı size verseler sizden bir günah yapmasnızı isteseler dünyayı terketmeli o günahı işlememe makamına ulaşmanız için bir vesile olmalıdır.
Yap-mamaya inanmalı ve yapmama gücünüz bu derece güçlü olmalıdır. Tarih açısından ve tecrübelerimizden bize buispatlanmıştır. Tarihte okuduğumuz gibi ve büyüklerden gördüğümüz gibi bütün dünyayı fe-da eder ama iki rekaat namaz kılmaktan onu alıkoyamazlar.
-Gece Namazının Fazileti Bu rivayeti merhum Vesail kitabının yazarı kitabında gece nama-zının fazileti hakkında Hz. Peygamber (s.a.a)'den şöyle naklediyor:
Gece vaktinde kılınan iki rekaat namaz bana dünyadan ve içindekilerinden daha sevimli geliyor. " Peygamber şunu kastetmiştir: eğer bütün dünyayı bana verseler, bir gece namaz kılma deseler asla kabul etmem. Bu sözler sadece Peygambere ait değildir, aksine kalbinde yakin imanı olan kimsede mevcuttur. Bu yakin Şiiler için de de vardır ve olmalıdır da. Biz; gece namazını kılmadığı için çok ağlayan kimseler tanıyoruz.
Aklımdan çıkmıyor İman ehli olan bir kimse gece namazını terk ettiği için sa-bahtan-akşama kadar ağlamış, rahatsız olmuş ve şöyle demişti: ben 16 yaşımdan şu ana kadar gece namazımı geçirmemişim. Duygusal ve akla uygun imanın olşturduğu nur; kalplerini aydınlattığı gibi günah-larada engel olur.
O nur bunlara müstahapları da yaptırır. Aksine müstahaplardan öyle lezzet alırlar ki onların yerini hiç bir şey ala-maz. Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: onlar o kimselerdir ki gece ya-rıları namaza kalkıyorlar. Yataklarının arkasında gece namazı kılıyorlar. Onlar o kimselerdir ki fakirlere ve düşkünlere yetişiyorlar. Şöyle buyuruyorlar. Bu kimseler için gece namazı ve infakları öyle tat almaktadırlar ki bunu bu dereceye ulaşndan başkası derk edemez: ???Secde/16-17
"Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibadet ettikleri için), vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez. "
Zahiri şudur: bu dünyada engelleri aşmışlardır. Bu dünyadan lez-zetlenirler. Gece namazı için "Allah-u ekber" dediğizaman o kadar lezzet alır ki sanki Allah ona dünya ve ahiretin iyiliğini vermiş gibidir. Dünya malını fedakrlığa hazırdır. Eğer başkaları iyiliğe ulaşırsa hoşlanır:
???Haşr/9 "Kendileri zaruret içindebulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. . . " Manası yani bunlar fedakarlık yapıyorlar. İhtiyaç sahiplerine ver-mesi onları giyindirmesi ve istifade etmelerini sağlamasıdır. Bu ayetin nüzul sebebi Hz. Emirel Müminin (a.s) hakkındadır. Ve bir yerde Mikdad ve Ebu Eyyüb el-Ensari söylemişlerdir. Bunlarınhepsi doğru olabilir. Çünkü bunlar öyleydiler.
Eba Eyyub el-Ensari'nin Fedakarlığı
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) geçerken baktı Eba Eyyüb el-Ensari bir bez parçasının üzerine karısı ve çocuğu ile oturuyordu. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: Eba Eyyüb niçin burada oturdunuz? Şöyle dedi: ya Resulullah (s.a.a)! Hicret eden biri geldi evi yoktu. Baktım ki eğer bu evsiz, sokakta kalırsa onun için kötü olur, bizim için de kötü olur. O utanıyor; biz de utanıyoruz. Ama o benim evime giderse ben sokakta kalırsam benim için bir iftihar olur. Ben asla utanmam ve de yardım etmişim.
Budur "???" Müslümanlar fedakarlıkta o dereceye ulaştılar ki ar-tık kendi evlerini de başkalarına verrebiliyorlar ve kendisi bir sokakta kalıyor. Ne oldu da bunlar böyle olabildiler? Yakin'in etkisi sayesinde tabi. Yakin kimsenin kalbine yer ettiği zaman, iman o kimsenin kalbine yerleşmiştir, namazdan zevk alıyor ve başkalarına infakdan zevk alıyordur.
Paraya tapan bir kimse bir günde bir milyon (tümen= 750 milyon lira çev. ) kazanır veya dinsiz ise sahtekarlıkla bir milyon elde ederse gece uykusu kaçabilecek kadar senivnçli olmaz mı? Dünyanın karanlığı ve dünyaya yakin onun kalbine yer etmiştir. Dünya aşkı onu buraya sürüklemiştir. Allah'a ve İslam'a aşık olan insan, Allah'ın kullarına aşıktır, duygusal iman kalbine yerleştiğinden bir kimsenin refah ve mutluluk içerisinde olsun ama, kendisinin ise darlıkta kalsa bile sevinçlidir.
Gazali'nin "İhya-i Ulum" kitabından Bir Hikaye
Gazali İhya-i Ulum kitabında şöyle yazıyor: bir adam kendi kendi-ne şöyle yazmış: Şeker kamışları dondan yanmış. Bu sebepten dolayı bu yıl şeker satın alma da artış olmuştur; şekerin zamlanacağına ina-nıyordu. Bu mektup bir tacirin eline ulaşınca Kufe bazarına gitti. Çok miktarda şeker alıp deposunu doldurdu.
Bu çok kazançlı olacağını düşünüyordu. Dünyanın ce bazarın kalabalığından ayrılıp kalbi ve vicdanıyla başbaşa kaldığında onun yakin imanı, islamı ve duygusal imanı ortayaçıkınca bu adamda rahatsızlık ortaya çıktı ve şöyle dedi: ne yaptığını gördün mü? Halkı aldattın. Halkı aldatmamıştı,
şekeri günün fiyatıyla almıştı ama gelecek yıl şekerin artacağını bildiğiiçin almıştı. Bu ise halkı aldatmaktır. Gazali şöyle diyor: bu adam sabaha kadar uyuyamadı ve sabah ezanı okunur okunmaz camiye gittiğinde şeker aldığı kimseye bu rahatsızlığını anlattı. Güneşin ilk ışıklarında hangi evlerden şeker almışsa onları dolaştı. Onlar da biz razıyız, an-laşmayı bozmuyoruz dediler. Buraya kadar rahattı.
Gazali şöyle di-yor: ikinci gece vicdan azabı onu uyutmadı. Rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Eğer bir müslüman bir müslümanı aldatırsa müslüman değildir. " Peygamber (s.a.a) Medine pazarında bulunduğu bir sırada bir kimsenin çok güzel meyve sattığını gördü. Alini altına soktuğunda al-tının çürük olduğunu gördü.
Şöyle dediler: "Bu senin işin ihanettir. Müslümanları kandırmaktır. " dedi. Sonuçta şekeri satın alan tacir ertesi sabah pazara gelerek yalva-rarak şekeri geri verdi ve evine döndü. Üçüncü gece uykusunda güzel bir rüya görüyordu rüyasında: elhamdulillahi rebbil alemin; elimiz-den kazancımız gitse bile biz dinimizi korumak istiyorduk. İşte buna kalbi ve duygusal iman diyorlar. Herkes özellikle gençler eğer siz hizmet etmek istiyorsanız duygusal ve kalbi imana sahip olmalısınız. Çıkmazlara ve zorluklara karşı biz ancak kalbi imanımız ile baş koyabiliriz.
-İmtihanın Gerekliliği
Bir kimsenin imtihanla karşılaşmamaı mümkün değildir. Her kes içinbir imtihan vardır. Genç ve yaşlı; erkek veya kadın; ruhani veya ruhani olmayan için birer imtihan vardır. "Ankebut/1-2" "İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece "iman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan
öncekileri imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır. " Zahiren iman edenlerin bırakacağımızı mızannettiler? Hayır onlar denenecektir. Kesin bir sıkıntı pnlar için ortaya çıkacaktır. Birinci ve ikinci kısımimanları varsa kesin dinden dönebilirler ama, salim bir imana sahip olanlar ise başarıyla sınavdan geçebilirler.
Taklidi iman nereden oluşur? Anne ve baba Şia olur ve bu ailede büyür kendiside bunları taklit ederse buna taklidi iman diyorlar. Delile dayalı iman nereden belli olur? Kitap okuyan, minber ve mihraba inip çıkan bir kimsede delile dayalı iman olduğu bellidir. Gençler özellikle sizlere sesleniyorum; okuyunuz araştırınız, usul-u din, delile dayandrarak, aklınıza ve beyninize yerleşecek bir şekilde okuyunuz. Zira akli iman ve delile dayalıbir iman; kelam kitaplarını okumak, soru sormak, alimlerle oturmak ve araştırmaktan geçer.
Kalbi İmanı Tahsil Etmenin Yolu
Kalpten imanın yolu yalnız ve yalnız Allah ile olan bağ ile olur. İbadet istiyorlar: "Hicr/99" "ve sana yakin gelinceye kadar Rabbine ibadet et!" şöyle buyuruyor: eğer yakine ulaşmak istiyorsan ibadet et. Allah ile irtibatını sağlamlaştır. Kalbi iman namazı ilk vaktinde kılmak, cemaatle kılmak ile mümkündür. Mescid şeytan ve cinlere karşı bir sperdir. Bu tür yerler insanların ve şeytanlaşmış cinlerin gözlerinden uzaktır.
Buna ilave düşmanın gözünde bir diken, kalp için bir nurdur. Namazı ilk baktinde kıl. Huşu ile kılınız. Huzur içerisinde kılınız. Namazda Allah ile konuşun. Yani "Sadece sana ibadet ederiz ve sadece senden yardım dileriz" dediğimiz zaman Allah ile konuş ve kendini Allah'ın huzurunda kabul et ve bu namazı Mirac olarak gör.
Peygamber (s.a.a) nasıl Miraca'a çıkmış Allah ile konuşnuştu siz de aynı şekilde Allah ile konuşun. Ramazan aynın orucu kalbi iman nasip eder. Gece namazı sizi aydınlatır. Bunlardan daha önemlisi ise Allah'ın kullarına yardım vasıtasıyla 50 yılda ulaşamayacağı bir kalbe kısa bir müddet zarfında ulaşabilir. Bu mübarek Ramazan ayında
kendi ölçüsünde fakir fukaraya yardım etsin. Bu İslamın güzel sıfatını Ramazan ayında ve her zaman yerine getirelim. Talak/7 "İmkanı geniş olan, nafakayı imkanlarına göre versin; rızkı da-ralmış bulnan da Allah'ınkendisine verdiğikadarından nafaka öde-sin. Allah hiç kimseyi verdiği imkandan fazlasıyla yükümlü kılmaz. . . "
Yani herkes kendi ölçüsünde fakirlere, düşkünlere, yardıma muhtaç olanlara yardım etsin. ????Varolan fazla az olan az yardım etsin. Bu okuduğumuz ayet bir emirdir. Bu emirden kaçamayız. Bunun müstehap olduğunu diyemeyiz. Pek çok rivayette hepimiz birbirimizi düşünmemiz gerektiği geçiyor.
"Müslümanların işleriyle ilgilenmeyen kimse Müslüman olamaz" ??? hadisini hepiniz işitmizsiniz. Yazık ki hiç birimiz bununla amel etmiyoruz. Fakirim deme, on lokma, dokuz lokma hatta bir lokma bile yardım edebilirsin. Bir cihaz için 1000 tümenlik bir yardım yapabilirsin. Devlet sosyal ve ferdi bir boşluğu kapatması lazım eğer yapamazsa millet yapmalı. Özetle eğer kalbinin nurlanmasını ve temiz bir imana sahip olma-sını istiyorsan
Allah'ın kullarına hizmet etmelisin. Çünkü ahlak alim-leri eğer bir gün bir kimseye yardım edemediklerinde bugün bizim için avare geçti diyorlardı. Çünkü bir kimseye yardım edemedik. Eğer insanlara yardım edemiyorlardıysa hayvanlara yardım ediyorlardı. Kar yağdığı zaman kuşlar yem isterler, dikakt eden kimselerden başka kim bunlara yardım edebilir? Karlara yem atarlardı. Gördüklerinde durum kötüleşmtir, kendileri yiyemiyor başkalarına veriyorlardı.
Rivayetlerde okuyoruz ki bir gün Emirel Müminin günlük geçimi için bir miktar para borca almıştı. Yolda giderken Mikdat'ı görünce şöyle dedi: Mikdat! Niçin düşüncelisin? Şöyle cevap verdi: dünden beri eşim ve çocuklarımiçin yemek bulamadım. Emirel Müminin şöy-lebuyurdu: Benden çok sana acil para lazımdır.
Çünkü ben bugün için yemek temin edemedim. Bu para senin olsun. " Demeyiniz bu Ali'dir. Onlar Şia için birerörnektirler, insanlık alemi için, dünya için Ali ile iftihar etmelidirler. Ama ne yazık ki Şiiler bile onu takip etmiyorlar. Kur'an-ı Kerim kalbin nurlanması için takva üzeine önemle duru-yor ve nuna çok önem veryor: "Enfal/29"
". . . Eğer Allah'tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek (furkan)bir anlayış verir. . . " Hadid/28 "Ey iman edenler Allah'tan korkun ve Peygamberine inanın kio, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin. . . "
Nur/40 ". . . Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydın-lıktan nasibi yoktur. " Kur'an şöyle buyuruyor: imanınızı Allah'a vermelisiniz. Nuru Al-lah'a vermelisiniz. Kalbi iman allah'ın malıdır. Onun başı bizimdir. Ama Allah'ın nuru kalbpte yansımalıdır.
Sonrakiiki ayeti okuduğu-muzda şöyle buyuruyor: nuru müttakiler kaplerinde karar kılmıştır. Muttakiler kimdir? Hicabı var ama sağlam bir örtüye sahip olan ka-dın. Kendisinin hatası olmaksızın vücuduna namahrem eli değdiğinde iftara kadar rahatsız olan ve tevbe eden kadın. Bunlar takvalı insanların ölçüleridirler.
Hakimin Karısının Cömertliği
Mazendedan'da eşi hakim olan bir müslüman kadın vardı. Bir yıl Mazenderan'da o yıl Prinç olmamıştı ve halk vergisini veremiyordu. (her bölge için belirlenen bir vergi vardı ve bunu hakim merkezi dev-lete veriyordu) hakim, bunu sözün ortasında hanımına dedi: u yıl ne yapmak lazım? Benimde verebilecek durumum yok.
Zorla da bu insanlardan vergi alınmaz, günah olur. Bu kadın şöyle dedi: bana büyük babamdan miras kalan mücevherli bir gömlek var onu vergi yerine gönder. Mazenderan'ın hakimi onu gönderdi. Bu gömlek mücevherle süslenmişdi.
O zamanın Padişahın gözünün önüne sunulduğunda Pa-dişah bu hakimin ve eşinin bu tavrından o kadar sevindi ki gömleği geri göndererek bu yıl Mazenderan'dan vergi almayacağını da bildirdi. Hakim ve Mazenderan halkı ve hakimbu duruma çoksevindiler. Ama ben namahrem gözü değmiş gömleği daha giyinemem dedi.
Hanımlar! Demiyorum böyle olun. Ama bu bayram günlerinde yeni ve şık elbiselerinizi genç delikanlara göstermeyin. Dikkatli olun yüzünüzü göstermeyin! Eğer kalbi iman istiyorsan ey genç sana diyorum! Namahreme bakma; kötü gözle bakma; kadın ve erkeklerin bulunduğu Pazar, alışveriş yerleri ve caddelerde gezinme. Eğer duygusal bir iman istiyorsanız günahların arkasından yürüme. ????
Bu ayet şöyle buyuruyor: ahlak alimlerinin söylediği gibi: "aynel-yakin" ve hakkelyakin" makamına ulaşmakla birlikte "furkan" ma-kamına da erişirsin. Günah işlemediğin taktirde hangi makamlara ulaştığını bizzat Görürsün. "Kuş denince sadece tavuğu görüyorsun, Şehvet esaretinden kurtul ki; İnsanlık kuşunu görebilesin. "
Cehaletin Kötülükleri Ahlaki kötülüklerden biri de yakinin zıddı olan, cehalet, hayal ve vesvesedir. Yakinin fazileti hakkında sohbet etmiş ve şunu anlamıştık ki; yakin insan için büyük bir fazilettir. Nasılki yakin büyük bir fazilet kabul ediliyorsa cehalet, hayalcilik ve vesvese de o derece kötü sayılmaktadır. Bir kimseye cahil dediklerinde rahatsız oluyorsa buna cehl demek yeterlidir.
Cehaletin Kısımları Cehalet üç kısma ayrılır: 1-Basit Cehalet:
Birincisi basit cehalettir ve basit cehalet ise bilmemek, okuy yazar değildir. Okumayı ve yazmayı bilmiyor. Okur-yazardır ama dini hü-kümleri bilmemektedir işte buna basit cehalet diyorlar. Bu cehalet müslümanlar için büyük bir eksikliktir. Bir kimsenin okur-yazarlığı ve genel kültürünün olmaması hem kadın ve hem de erkek için büyük bir eksikliktir. -Dini meseleleri bilmenin zarureti
Müslüman kendine yetecek kadar dini hükümleri yani Allah'ı ve onun yazdıklarını bilmelidir. Müslüman dinin genel hükümlerini bir-mek zorundadır. Yani kendine lazım olan meseleler hakkında bilgili olmalıdır. Kadın ve erkek fıkhi amelleri bilmek zorundadılar. Kadın ve erkek Kur'an-ı bilmek zorundadırlar. Kur'an-ı güzel okuyabilmelidirler.
Aynı şekilde işinin meselelerini de bilmek zorundadır. Eğer yöneticiyse idarecilikle ilgili mseleleri bilmek zorundadır. Eğer tacirse kazanmanın meselelerin bilmek zorundadır. Bir kimse evlenmekistiyorsa İslamda aile içerisinde nasıl davranacağını öğrenmek zorundadır. Eğer kadın evlenmek istiyorsa kadının kocasına, çocuğuna ve evine karşı olan görevlerini bilmek zorundadır ve İslam'ın bu konuda ne dediğini bilmesi gerekir.
Müslüman bir kimse islam ahlakını ve islamın emrettikleri bilmelidir. Müslüman bir kimse Usul-u dini delillerliyle kendine özgü hususları bilmek zorundadır. Tevhid ile ilgili delilleri Allah'ın varlığını ispat edebilmeyi dirilişi, Risalet ve İmamet konularını kendine özgü bir şekilde bilmek zorundadır. Bu müslümanın vazifesidir. Bir müslüman eğer sinin sosyal alanından haberdar dğilse bu onun için büyük bir eksikliktir. Rivayetlerde geçtiğine göre; bu kimse vacibi terketmiştir. Bu hadisi nebeviyi herkes işitmiştir sanırım:
"İlim öğrenmek her Müslüman üzerine bir farzdır. " Müslüman öğrenci makamında olmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.a)'in dediği gibi "Beşikten mezara kadar ilim öğrenin" vurgulamak gerekirse: her insan, genelde çocuk, genç ve yaşlı, kadın, erkek, herkes her zaman ilim öğrenmelidirler. Her zaman ilimle meşgul olmalıdırlar. Öğretici veya öğrenmek zorunda olmalıdırlr.
Eğer bunu tekit etmezsek ve maksat bu ikinci mana ise o da şudur: çocuk dünyaya geldiğinde fıtratında ilm-i yabi???? Canlıdır ve fıtra-tında varolan yemek yemek ve su içmek eylemleri gibi bu ilim aramak ve ilim bulmak fıtratında mevcuttur. Sağ kulağına ezan ve solkulağına kamet okumak müstahaptır bundan amaç ise ilim bulma ve ilmi aramaya olan ilgisinin olduğunu ortaya koymaktır. İslam çocuğun kulağına "Allahtan başka ilah yoktur"
ve "Muhammed onun elçisidir" bunları okuyarak derisinde et ve kemiklerinde o bu sözlerle etkilensin. Rivayette geçtiğine göre eğer çocuk odada uyanıksa onun yanında erkek ve kadın birleşmemelidir. Birleşirlerse bu çocuk kötü büyür. Anne ve babalar dikakt etmelidirler ki çocukta bulunan ilim arama ve ilim bulma isteği ilk günden beri onda mevcuttur. Eğer o zaman ilim talep ve arama isteği onda bulunmuyorsa çok geçmeden çocuk ilim arama ve bulmaya başlar.
Çocuk konuşamadığı için annesine soru soramamaktadır ama babasına soru ve önerileri vardır, çünküo ilim arama ve öğrenme peşindedir. Peygamber (s.a.a)'ın şu sözünü buna yorumlayabiliriz. Şöyle buyuruyor: "beşikten mezara kadar ilim öğren" İslamın şiarı "İlim taleb etmek her Müslüman üzerine farzdır" Kur'an'ınve İslamın şiarı şudur: "Mücadelde/11" ". . . Allah sizden inananları ve kendileirne ilim ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. . . "
Cahiliye döneminde uygulanan ve övündükleri hurafeler ayağımın altındadır. Yani lağv edilmişlerdir. Ama bu peygamber ve Kur'an takva ve ilim imtiyazını lağvetmemiştir.
İlim ehlinin başkaları üzerine üstünlüğü
Okuduğumuz "alimlerle cahiller bir değildir" ayeti alimlerle ca-hillerin arasındaki fark; yalnızca bir derece değildir. Aralarında dere-celerle fark vardır. Bilen ve bilmeyen arasındaki farkı bu ayet açık bir şekilde ortaya koymuştur. Dini kuralları bilen bir kimse ile bilmeyen bir kimse arasında Kur'an açısından büyük farklar ve imtiyazlar vardır. Hişam İbn-i Hakem, genç bir delikanlıydı, henüz bıyıkları bile çıkmamıştı,
İmam Sadık'ın, Ben-i Haşim ve Kureyş'ten yaşlı ve eşraftan insanlar bulunduğu bir sırada içeri girmişti. Hazret ayağa kalktı ve durdu ve Hişam'ı kenarına oturttu. Be iş mecliste bulunanların ağrına gitti. İmam Sadık (a.s) şöyl ebuyurdu: "Bu kalbiyle, diliyle ve eliyle bizim yardımcımızdır. "
Bu genç islamın tebliğcisidir, ilim sahibidir. İman ve ilimleri olan kimseler başkalarına karşı ütün ve hem de çok üstündürler. Yani imam şunu demek istemiştir velev ki bu genç tir ama ilim ehli olduğu için sizden üstündür. İslamın şiarı bu ise nasıl olurda bir kadının dini konuları bilmemesi onun için eksiklik sayılmaz. Eğer bir beyefendi Kur'an okumasını bilmiyorsa bu onun için çok büyük bir eksik ve ayıptır. Okur yazarlıkta bunun gibidir.
Sizden rica ediyorum hepiniz genel ilimlerden haberda olunuz. Hepiniz dini ve genel bilgileri öğrenin ki İslamda "alem" denilen bir yere sahip olasınız. Bir kimse ameli ilimlere veya Kur'an ilmine veya Ehl-i beyt rivayetlerine, islamın tanıtımına, usul-u dine veya ahlak ilmine, her hangi ilme karşı yeteneği varsa o ilimde kamil olmalıdır, işte buna dinde alim diyoruz. Buna ilave olarak İslam açısından müslüman için bir imtiyaz veya pek çok imtiyaza sahip olması gereklidir.
Dini ilimlerin hepini bilmek önemlidir. Ama Kur'an ile ilgilenmek daha önemlidir. Ne yazık ki gençlerimizin kur'an ile ilgi yoktur. Gençlerimizden bir çoğunun diploma ve lisansı vardır ama Kur'an okumayı bilmiyorlar bu ise utanç ve eksikliktir. Bir bayanın diploması var ve okumayı, ilmi seviyor ve okuyor ilerliyor ama Kur'an okuma-sını bilmiyor, işte bu bayanın ilmi Kur'anın nazarında bir eksiklik ve de büyük bir eksikliktir. Kur'an şöyle buyuruyor:
"Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. "
Kim benim zikrimden yüzçevirirse -bu "benim zikrim" in örnekleri çoktur. Birincisi Kur'an'dır- yani Kur'ana ayağının tersiyle vuran bir kimse, Kur'an-ı okuyamayan bir kimse, Kur'an ile amel etmeyen kimse bu açıdan örnektir ama İmam Sadık (a.s)'ın dediği gibi başka bir açıdan örnek teşkil edenler ise şu kimselerdir: namaz kılmazlar veya namazlarını eğlenceye alırlar.
Kur'an şöyle buyuruyor: Kuranla ilgisi bulunmayan kimseler iki belaya maruz kalırlar: dünyada mutsuz bir hayata sahiptirler; yani neyapacağını bilemeyecek dertlere mübtela olur. Gençtir ama kalbinde bir hüzün vardır. Evlenir ama kalbi sıkıntılıdır. Yaşlanır sıkıntısına sıkıntı eklenir ve sonunda sıkındı ve hüzün içinde ölür. Dünyası ise kararmıştır. Kur'an münafıklar hakkında şöyle buyuruyor:
"Yaptıkları bina, (ölüp de) kalpleri parçalanıncaya kadar yü-reklerine devamlı olarak bir kuşku (sebebi) olacaktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir. " Yani şüphe ve kuşkuları sürekli artarak güçlenecek ve kalplerini parçalayacak, ölünceye kadar şüphe içerisindedir. Hiç bir şeye karar verememektedir. Din konusunda da böyledir.
Bazen normaldir, bazen ise Allah'dan şüphe eder, bazen Kur'an ve Peygamberden şüphe eder, minber ve mihraptan şüphe eder, bir gün inkilabi olur, bir gün ise inkilaba karşı, her zaman şüphe ve tereddüt içerisindedir. İnkilabın nimetlerinden yararlanırsa inkilabi olur, bazen inkilaabi gözüken birinden bir fitne, bela veya kötü bir şey görürse inkilaptan döner.
Bu durum şüphe ve kuşku içerisindedir. Kur'an'ınbuyurduğugibi bir gün Müslümandır, bir gün kafir: "İman edip sonra inkar edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkar edenleri, sonra da inkarlarını artıranları"
Onun için kötü bir durumdur. Bu kimse kötü bir arkadaşa sahip olursa imanını elden kaybeder; eğer Allah ona merhamet ederse ima-nını ölünceye kadar koruyabilir, ama sadık bir imanla bu dünyadan göçemez. Bir kimsenin imanı kalbinin derinliklerine yerleşmemişse imanını kabire götürebilmesiçok zordur. Çok büyük bir müşkildir.
Eğer ondan dünya sevgisi alçaklığı varsa budaha da mümkünsüzleşir. Ölüm anında Azrail -Allah'ın mukarrep meleği- gelir. Ölüm anında herkes İster kafir, ister mümin, ister Şia, ister Şia olmayan Hz. Ali'yi görür.
Hz. Emirel Müminin Haris bin Hameda ni'ye şöyle buyuruyor: Haris! Ölüm zamanı herkes beni görür. Ruhumuz Hz. Ali'nin emriyle alınır. Kararlı bir imana sahip değilse, imanı eksikse, yakin bir imanı yoksa ve imanı temelsiz ise o zaman şeytan çok çalışır: bir tarafta şeytan, bir tarafta dünya sevgisi.
Kalbinin pençeleri dünyaya saplanmıştır. Ruhunu zorluk içinde çıkacaktır. Rivayetlerde okuduğumu üzere bazılarının ruhu bir kimsenin damarlarının çekilmesi gibi çekilerek alınır. Gitmek istemiyor ama onu zorla götürürler. Zorla canını bedeninden çekerler. Emirel Müminin izin verir ve alemlerin yaratıcısının meleği canını almak ister o istemez. Düşmanı Azrail olarak canını verir. Neuzu billah Emirel Müminin'in ve Allah'ın düşmanı olur.
Bu hal ile dünyadan göçer. Sadece imansız değildir aksine kalbinde Allah'a, Emirel Müminin'e ve Azrail'e karşı düşmanlık vardır. Kalbinde etrafında bulunan meleklerin düşmanlığı vardır. Sizden özellikle gençlerden şu duayı çok okumalarını tavsiye edi-yorum: "Allah'ım sonumuzu hayırlı kıl" yetmiş-seksen yıl ya Ali ya Ali deyelim ama ölüm zamanı cahilliğimiz, şüphe ve tereddütümüz hasebiyle o hazrete düşman olarak bu dünyadan göçelim.
2-Tereddüt Cehaleti
İkinci kısım tereddüt durumudur. Acaba inkilap doğru musur yada yok? Acaba Mollalar doğru mu söylüyor yada yok? Acaba İslam doğ-ru mudur yada yok? Acaba Şia doğru mudur ya da yok? Allah var mı-dır ya da yok? Bu durum şüphe ve tereddüt halidir. Şüphe ve kuruntu hali insanın hem dünyasının ve hem de ahiretinin kaybolması demek-tir.
Ruhta bir diken gibi insana eziyet eder. Eğer gözünüze sürekli bir diken batsa size eziyet etmez mi? Şüphe ve kuruntu durumu da böyledir. Birşeyler yapınız ki dinde itikatta şüphe ve tereddütleriniz kalmasın. İtikatınız sağlam olmalı her şeye inanmalısınız. İnkilapçı isen gerçek bir inkilapçı ol. Bu kimdi ve ne oldu, buyol ne oldu, gelecek yıl ne olacak bunlar seni kaydırmamalıdırlar. İki hidis İmam Sadık (a.s)'dan okumaktayız:
İmanda sabit kalmak
İlk rivayet: "Müminler bir dağ gibidir. Hiç bir rüzgar ve tufan onu yerinden sallayamaz" her ne kadar yağmur ve kar yağsa dağ yerinde-nasla hareket etmez. Mümin şüpheci değildir. Mümin inanç açısından bir dağ gibi sabittir. Hiç bir olay, hiç bir musibet onu hareket ettiremez. "fırtınalar onu hareket ettiremez. "
İkinci rivayet: "Müminler başak gibidir" buğday başağı elastiki-yetlidir, rüzgar her ne kadar şiddetli de eserse buğdayı yerinden söke-mez. Yani buğday başağı gibi elastikiyetli ve dağ gibi de köklü olun. Gençler inançlarınızda dağ gibi olun. İnançlarınızı delil üzere kabul edin. İnançlarınız hususunda direnin. Sabit olun.
Bu gün bu, yarın öbürü demek doğru değildir. Bazılarını görüyoruz, bugün birinin mü-ridiyken yarınona düşman olup bbaşka birinin müridi haline geliyor. Bunun sevgisi ve iradeti baştan yanlıştır. Genelde cahil insanlar hep böyledir. Güzel bir hutbeye kapılır da mürit olur, ama ertesi gün bir tek sözdenincinirse hemendüşman kesilir.
Evlerde de bazı hanımlar böyledir. Kocası bir yıl, iki yıl, on yıl buhanıma iyilik eder, ama bir gün kızınca bir kötü söz söyleyince bu bir tek söz o on yıllık iyilikleri ortadan silip süpürür. Buradan o kadının baştan beri gerçekten sevmediğini anlıyoruz. Veya kadının biri gece gündüz eşi için zahmet çeker en küçük bir hata yapacak olursa örneğin;
çayı geç demlemiş veya yemeğe fazla tuz kaçırmış olursa bütün o muhabetleri ortadan kalkar. Buradan anlaşıldığı üzere o baştan beri sabit bir dağ olmamıştır. Rica ediyorum eğer muhabbetiniz varsa dağ gibiolun. İnançlarınızda dağı andırın. Güçlü bir iradeniz oldun. Güçlü iradeniz olsunki işlerinizde karar alabilesiniz.
Yüce inançlara sahip olun bu yüce inançlar vasıaasıyla dağları andırın. Hiç bir şey sizleri harekete geçirmesin. Ölünceye kadar Allah'ınizniyle böyle yaşayın. Eğer bütün dünya ve şeytanlar el elede verse sizleri yerinden hareket ettirmesin.
------------------- Tekasür/1-8 Hucurat/14 Vesail'uş-Şia, c. 5, s. 276, Bihar'ul-Envar, c. 87, s. 148 Secde/16-17 Haşr/9 Vesail'uş-Şia, s. 12, s. 208 Vesail'uş-Şia, c. 12, s. 209 Ankebut/2-3 Hicr/99 Atlak/7 Usul-i Kafi, c. 3, s. 251
Enfal/29 Hadid/28 Nur/40 Usul-i Kafi, c. 1, s. 54 Mücadele/11 Sefinet'ul-Bihar, c. 2, s. 719 Tevbe/110
13
Aile ve Çocuk Eğitimi Aile ve Çocuk Eğitimi
YEDİNCİ OTURUM
Cehaletin Rezillikleri
3-Bileşik Cehalet -İmam Sadık (a.s)'dan bir rivayet
3-Bileşik Cehalet
Cehaletin üçüncü bölümü olan bileşik cehalet; birinci ve ikinci kı-sım cehaletten daha kötüdür. Bu cehaletin ikimanası vardır, başka bir tabirle iki kısımdır. Birinci kısım şairin dediği gibi: "O kimse kibilmiyor ve bilmediğini bilmiyor,
Ömür boyu cehalette ölünceye kadar kalıyor. " Ya cahildir ama cahil olduğunu kabul etmiyor. Bu husus önceden zikr olunmuştu. İstilahta mürekkep cehalet değildir. -gerçi bir gurup bunu mürekkep cehalet biliyorlar- ama bu yanlışlıktır. Şair burada yanlış yapmıştır. Gafletin manası ise şudur: bilmediğini bilmemek. Bazen bildiyor ama bildiğinin bile gafilidir. İşte şairin dediği gibi: "Bir kimse ki biliyor ve bildiğini bilmiyor,
Onu uyandırın ki uykuda kalmasın. " Şair Bey ikinci beyitte söylediği gibi güzel bir ilaç belirtmiştir. Kimse bazen bilmediğinin cahilidir. Bazen de bildiğinin gafletindedir. Özetle her ikisi de gaflettir. Gaflet, tefekkür ve teveccühün zıddıdır ve bu konuda söhbet etmiştik. Felsefe ve ahlak alimlerinin "cehaleti mürekkep"
bilmediği halde bildiğini hayal etmelerini içeren İkinci bölüm çok tehlikelidir. Alim değildir ama alim olduğunu zannediyor. Değerli değildir ama değerli olduğunu zannediyor. Tam anlamıyla bir cehennemliktir ama cennet-lik olduğunu hayal ediyor. Çirkindir ama güzel olduğunu zannediyor. Evinde kötü ahlaklıdır ama kendisinden sorulduğunda:
"evde kötü ahlaklı mısın?" "hayır, aksine ben evde çok iyiyim. " diyor. Allah ve Peygamber ile işi yoktur ama halkın arasında kendisinden daha iyi mümin olmadığını zanndiyor. Bu çok kötü bir durumdur. Öyle tehli-kelidir ki Kur'an-ı Kerim bunu şöyle dile getiriyor: bu kötülük kal-bine yerleşmiş ise ve busıfatla mahşer gününe gelerek alemlerin yaratıcısıyla inatlaşaktır. Orada bile cehaletimürekkebiyle amel edecektir.
Eline siyah kapaklı defteri verildiğinde direnecek, Allah'ınhuzurunda yemin içecek ve şöyle diyecek: Ey Allah'ım! Ben iyi bir kimseydim, cennetliktim sen beni cehenneme koymak mı istiyorsun?" Kur'an bu tür insanlar hakkında şöyle buyuruyor: "O gün Allah onların hepsini yeniden diriltecek, onlar da dün-yada size yemin ettikleri gibi, o'na yemin edeceklerdir. Kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar gerçekten yalancıdırlar. "
Şöyle buyuruluyor: kıyamet günü olduğu zaman cehaletini bilme-yen insan yemin ederek kendisini; dünya nasıl cennetlik ve iyi bir in-san olduğunu zannediyorsa Allah'ın huzurunda da cennetlik olduğunu zanneder. İnsanlara yalan yere yemin ederek iyi olduklarını söylüyorlardı. Ve Allah'ın huzurunda da aynı şekide yalan yere yemin ediyor. Kur'an bunların, ne kadar da yalancı olduklarını söylüyor. Öyle olmuşlardır ki kıyamet günü bile gerçeğin zıddına hareket ediyorlar.
Kur'anın dediği gibi okumuşlar, cahiller, aydınlar, yobazlar, beyler ve hanımlar arasında bu kötülük çokca görülmektedir. Öyle bir tehlike almaktadırki kıyamet gününde Allah'a karşı koyarak şöyle derler: "Alalh'ım! Sen yanlış yapıyorsun ve meleklerin bu dosyayı benim için yanlış hazırldılar. Ben cennetliğim, sen beni cehenneme atmak istiyorsun! Yemin ediyor ve devam ediyor: Ey Alalh'ı! Kendi hakkın için yanlış yapıyorsun; ben iyi bir insanım.
Cehl-i mürekkeb ile ilgili bu ayetten başka bir ayet Kur'an da ol-masaydı bile dikkatli olmamız ve bu "cehl-i mürekkep" kötülüğüne sahip olmayalım. Kur'an-ı Kerim bu kimseleri çok kötü ve alçak kimseler olarak belirtiyor. Kıyamet gününün iflas edenleri bu kimselerdir. Onu hemözel bir tekitle Kur'an şöyle ifade ediyor:
"Deki: Size (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğra-yanları bildirelim mi? (Bunlar) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir. "
Şöyle buyuruyor: size ziyana uğrayanları, asileri ve şansızları haber vereyim mi? Onlar kötü işler yapar ama yaptığı işin iyi olduğunu zannederler. Cahildirler ama alim olduklarını zannederler. Mescide gitmez, ayağı minbere değmez, ona: "minber ve vaaz ehli olsana"denildiği zaman şöyle der: "ben bu mollalardan daha çok biliyorum.
" Bir kadın evine, çocuklarına ve eşine karşı çok kötüdür ama ona dendiğinde hanım! Sen kötüsün. O ise şöyle diyor: siz yanılıyor-sunuz; ben çok iyiyim! Hatta eğer anne- babası onanasihat etse bile onları bile dinlememekte inatla bu cehl-i mürekkeb içinde diretmektedir. Ailede ve toplumda kötü bir insandır ama kendisini çok iyi zannetmektedir. Cehennemliktir ama kendisinin cennetlik olduğunu zannetmektedir.
İmam Sadık (a.s)'dan bir rivayet
Bu rivayeti sizin cehl-i mürekkebin ne kadar kötü olduğunu bilmeniz ve insanı ne kadar şanssız kıldığını ortaya koymak için okumak istiyorum. Şöyle buyuruyor: "Adamın biri halk içinde ün salmıştı. Onu duarı makbul bir insan biliyorlardı. O kadar şöhrete sahiptiki ben onunla tanışmak istiyordum.
(Ehl-i Beyt'le ilişkisinin olmadığı belliydi. İmam Sadık ile diyaloğu olmayan kimsenin sonu nasıl da bedtbaht oluyor. ) İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: sokakta bir kimsenin etrafının çevrili olduğunu gördüm. Benimle olan kimseşöyle dedi: "Ey Resulullah'ın oğlu! İşte bu sizin kendisyle tanışmak istediğiniz kimsedir. " İleri gittim beni gördüğünde halktan ayrıldı ve gitti. Ben de onu sessiz bir yerde bulup onunla konuşmak için arkasından gittim. O adam ekmekçiye girip iki ekmek çalarak çıktığını gördüm.
Şaşırmıştım, o kadar değerlive saygın bir kimse niçin bu hırsızlığı yapmıştı? Daha sonra bir mağazaya girerek iki tane nar çalarak çıktı ve bir harabeye girerek bunları sadaka verdiğinigördüm. (elbette dört kimseye) harabedençıkmak istediğinde önünü kestim ve şöyle dedim: bu yaptıkların neydi? Şöyle dedi: "ne yaptım?" Ben her şeyi gördüm.
O adam şöyle dedi: "Sen kimsin?" İmam şöyle buyrdu: "ben Cafer bin Muhammed'im o adam şöyle dedi: "sen ki Peygamberin torunusun bilmiyor musun Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: Kim (Allah'ın huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. "
Bir kimse iyilik yaparsa Allah ona on misli fazlasıyla inayet eder, eğer bir günah yaparsa yaptığının aynısı yazarlar. Bu ayet senin yaptığınla ne ilgisi vardır? Şöyle dedi: ben ik iekmek ve iki nar çaldım, dört günah yaptım ama, bu nar ve ekmekleri dört kimseye sadaka verdim ve kırk iyilik yapmış oldum.
Kırk sevaptan dört sevabı çıkarsan otuz altısevap geri kalır. Bak ne güzel alışveriş. Ben o adama şöyle dedim: "---" sen asla iyilik kazanmadın. Sekiz günah işledin. Dört günah şunun için işledin: izinsiz halkın malını çaldığın için. Diğer dört günah ise o malları halktan izinsiz o dört kimseye verdiğin için. Sen ne sevabı aksine sekiz günah işlemiş oldun. Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu: cehl-i mürekkebin insana nelerin yaptırdığını gördün mü?
Değerli ve sevgili insalar işte sizin bu rivayete dikkat etmelisiniz. Gerçekten acaba böyle şeyler mümkün olabirlir mi? İçimizde bunun gibi insanların örnekleri çoktur. Kimse bir malı stok ve zamlı sa-tıyor; bir vampir gibi halkın kanını içiyor, ama yirmi gün ve ya on gün toplantı (ölülerin arkasından okutmak için yapılan toplantı çev. )
yaptırıyor ve yüz bin tümen para harcıyor, bunun o adamdanhiç bir farkı yoktur. O adam çalıp fakirlere vermiş, bu adam ise çalıp toplantı yaptırmış!
Bir kadıngece gündüz sabahlara kadar nazam kılıp Allah'a raz-u niyaz ediyor ama kocasının kalbi bukadının elinden kan ağlıyor. Eşi-nin hakkını vermiyor. Bu o hırsız adam gibidir. Bu adam hırsızlık yaptı fakirlere verdi, bu kadın eşinin hakkından çaldı onun yerine gece namazı kıldı.
Beyefendi sadaka veriyor, fakirlere eli açık davranıyor, yüz bin tü-men sadaka veriyor; adamın karısı ve çocukları aç ve sefil ki: "evinde yanan lambanın mescide haram olduğunu. "henüz anlama-mış.
Bundan daha önemlisini söyleyelim: bir kimse vardır ama humus vermiyor. İmam Bakır şöyle buyuruyor: Bir kimse humus vermese: bu ayet o kimsenin hakkındadır: "Haksızlıkla yetimlerin mallarını yi-yenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar. "
Yetim malıyiyenler gerçekte ateş yemiş gibidirler. Melekuti gözleri olan kimseler onların ateş yediğini görürler. Kıyamette ise tandır gibi kendisinden ateş çıkar bir halde gelirler. Humusunu vermemiş ama zahirde hayır yapıyor, işte bunların hepsi hırsızdırlar.
SEKİZİNCİ OTURUM Cehaletin İlacı
-Basit cehaletin ilaçları -Terdit cehaletinin ilaçları -Mürekkeğ cehaletinin ilaçları -Müslüman cahil ve yeni Müslüman olmuş bir Hristiyan
Cehaletin İlaçları
Önceki oturumlarımızda cehaletin çeşitleri ile ilgili konuşmuştuk bu oturumda da inşallah onun ilaçlarının yollarına değineceğiz:
-Basit Cehaletin İlaçları
Basit cehaletin ilaçları bilinmektedir; öğrenmek ve bilmek için ilerlemelisin ve İslamın şiarının "Bütün Müslümanlara ilim öğrenmek farzdır" eğer bir kimse işini ilimden öne geçirirse yanlışlık yapmıştır. Peygamber (s.a.a)'ın adetinden biri; yeni müslüman olmuş bir kimseyi başka bir müslümanın eline veriyordu ve onun ilimde alim olmasını sağlar. Alimde derinleştiğinde ise onu bırakırdı. Yani Peygamber sadece kelime-i şehadetle yetinmiyor ve şöyle buyuruyor:
şimdi Müslüman oldunuz, namaz kılmalı, namazın dini meselelerini bilmelidiniz. Oruç tutmalı, orucun meseleleri vardır; bir Müslüman gibi amel etmelisiniz. Amelsin müslümanlığın faydası yoktur. Sizinde bildiğiniz gibi Kur'an-ı Kerim'de 75 ayetten fazla ayetler imanla birlikte "salih amel" yapılmasını emretmektedirler. Amelsiz imanın faydası yoktur. İmansız amelinde faydası yoktur.
"Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır. "
Yaratılış aleminin hakikatine yemin ederim. Bir grup ki onlar da iki kanat vardırlar. İmanları olduğu gibi amelleri de vardır. İkinci grup ise iman ve amelleri olduğu gibi emr-i bil maruf ve nehyi anil münker yapmaktadırlar. "birbirine hakkı ve sabrı tavsiye ederler. " Hem iyiliğiemredeler ve hem de kötülükten sakındırırlar.
Bu küçücük sure olmasına rağmen çok azametli bir suredir. Asr-ı saadette birbirleriyle karşılaştıkları zaman birbirlerine "Asra andol-sun ki insan hüsrandadır. " Diğeri ise "muhakkak ki iman edip salih amel işleyenler müstesna. ""diye okurdu. Bu müslümanın sonu-cunun nasıl olacağı bellidir. On yılda dünyanın yarısını ele geçirir ve dünyayı harekete geçirir. Bununla birlikte iman amelsiz amelsiz de iman olmaz. Birlikte olmaları gererkir.
Bir kimse amel yapmak isti-yorsa alim olması gerekir. İlimsiz amel de olmaz. Bir kimse namaz kılar ama meselelerini bilmezse namazı batıl olur. Namazın kuralları vardır. Bir kimse abdest alır ama abdestin şartlarını bilmezse gusul alır ama guslun şartlarını bilmez. Bazı vakitler şu durumlarla karşılaşabiliriz ki adam yetmiş yaşına gelmiştir gusul alırken şöyle niyet ediyor: "Allah için hayız guslu yapmaya niyet ettim" zannetmeyin bu sözler
sadece halk arasında yaygındır, hayır bunların örneği çoktur. Bir kimsenin minber ve mihrapla ilgisi olmazsa dini konuları nasıl öğrenebilir? Genel bilgileri bilmesi ve yazması bir insana vaciptir ve gereklidir. Bir kimsenin genel dini hükümleri bilmesi vacip ve gereklidir. Bilmeyen kimse cehenneme girer.
Kıyamet gününde namaz kılmışlar ama namazları yanlış olduğu için kendilerine şöyle seslenilir: "niçin öğrenmedin?" Namazın mı önemliydi veya pazarın mı? Acaba evlen mi hayırlıydı namaz kılman mı? Acaba diploma alman mı, lisans alman mı ve ya doktor vey amühendis olman mı gerekliydi yoksa namaz kılman mı?Burada mühendis ve doktor olmak ma ahirett eise din lazımdır. Niçin öğrenmedin? Hemen onu orada cehenneme gönderirler.
Beylerin çok zor bir görevleri daha vardır o da şudur: "Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. " Yani erkekler kendidinlerini bilmeleri yanında eşlerine ve çocuklarına öğretmek zorundadırlar. Kendi meseleleri bilmeleri yanında hanımlarına kız ve erkek çocuklarının da sorunu onun üzerinedir. Kız çocuğu dokuz yaşına girdiğinde erkek çocuğu on beş yaşına girdiğinde ona dinini öğretmesi babanın üzerine farzdır.
Şöyle dediler: "Ey Allah'ın resulü! Baba ve annesi müşrik olanlar nasıl?" Resulullah şöyle buyurdu: "müslümandırlar ama çocuklarının dünyasını düşünürler ama ahiretini düşünmezler. Peygamber şöyle buyurdu: "Eyvahlar bu çocuklara. Anneler kızlarının diplomasının olmasını, dikiş, nakış ve el işilerinin umrunda oldukları kadar onların dinini düşünmemektedir.
Yazıklar oldu bu kız ve erkeklere ki babası onlrın doktor, mühendis ve diplama almasını düşündükleri kadar o çocukların dinlerini düşünmemektedir. Seçme ve yerleştirme sınavlarına kabul olmasa ne kadar da üzülmektedirler. Annesinin uykusu kaçmakta!Babası ise çok rahatsız olmaktadır. Dinde ne yazık ki umursamazdır, sanki hiç bir şey olmamış gibi, asla rahatsızlık duymamaktadır.
Dini bilgileri herkesin bilmesi ve öğrenmesi vaciptir. Merci-i taklit yetmiş yıl zahmet çekiyor bir risale yazıyor ve siz o risaleyi öylesine öğrenmenize imkan yoktur. Okumalı, incelemelibaşkalarından sormalı ve minber ve mihrapla işi olmalıdır. Beyler hanımlar! Kendin, kızın ve ya evladın eğer minber ve mihrapla ilgilenmiyorsa başına Hz. Peygamber'in de buyurduğu gibi dünya ve ahirette üç büyük dermanı olmayan dert verir: "????"
Yani bir zaman gelirki ümmetim müslümandır ama minber ve mihrapla ilgisi kalmayacaktır. Mescidler halvet, minberin ayakları yalnız, bunlar mescidden ve mihraptan kaçıyorlar, koyunun kurttan kaçar gibi. Sonra şöyle devam ettiler. Müslümanlar böyle olduğunda Allah ümmetimin başına bir kimseyi musallat eder ki ne dini, ne acıması, ne de hilmi vardır. Yani Saddam'ı Irak halkına musallat ettiği gibi. Yani Amerika'yı müslüman ülkerlerin başına musallat ettiği gibi.
Bu Amerika'nın ne dini ne merhameti ve ne de acıması vardır. Gördün mü halka ne yaptı kendisinin de dediği gibi: Vietnam'a atmadığım bombaları Irak'ın başına attım. Bu Peygamberin de buyurduğu gibi insanların minber ve mihraptan uzaklaşmaları nedeniyle bunlr başına gelir.
İkincisi: "???" Çok para kazanırlar ama sürekli ne yapacağını bile-mez haldedirler. Para çoktur ama bereketsiz, pahalılık ve tedirginlik çoktur. Paralrı da olsa berekti yoktur. Bereketin olmaması nedemektir biliyormusunuz? Yani bir köşkü vardır ve içinde oturan geveze bir hanımefendisi de vardır.
Bu köşkün başına bu geveze hanımefendi sayesinde ne belaların geleceği bellidir. Güzel hayat, bol para hatta hizmetçisi bile var ama geveze bir kocası da var. Bu kadının yoksul bir evde yaşaması burada yaşamasından daha iyi olurdu. "*" yiyecek şeyler çok var ama kötü yiyorlar.
İlki ve ikincisi o kadar önemlideğildi. Üçüncü bela çok daha önemlidir: "*" yani kendileri bir Şia olarak dünyadan göç edemezler. İşinin ortasında veya sonunda inancını kaybeder ve şeytana taparak, paraya taparak ölür. Emirel Müminin (a.s)'a buğz ederek dünyadan gider. İmanın kalpte öyle yeşleşmesi lazımdır ki şeytan oraya giremesin. Eğer imanınızın sağlam olmasını istiyorsanız dinde alim olmalısınız. Minber ve mihrapla ilgilenmelisiniz.
Heryerde özellikle de Kun'da insanların ruhaniyetlikle ilgileriyoktur. Kum'lulr ki bu kadar içlerinde ruhaniyetlerin bulunmasına rağmen ama o kadar da onlardan uzak durmaktadırlar. Kum diğer yerlere benzemez. Bazı yönlerden ileriyse bazı yönlerden de o kadar geride kalmıştır.
Cehalet kötü bir sıfattır. Bu kötü sıfatı yok etmeliyiz. Hanımfendi! Dinde alim olmalısınız. Beyefendi sen de dinde alim olmalısın. "Asr" suresinin dediğinin yanısıra senin alim olmangerekir, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker (iyiliği emretmek kötülüktensakındırmak) yapmalısın. Senin bilmeli, çoluk çocuğuna da öğretmelisin. Arkadaşına da öğretmelisin. Bu basit cehalet ko-nusuydu.
Cehl-i Terdid'in İlaçları
Cehl-i terdid konusunda söylemek istediğimiz ise şudur: cehl-i terdidinilaçları çok kolaydır. Yani şunun gibi; derdimiz çok büyüktür ama çaresi ise çok kolay ve önemsizdir. Cehl-i terdid; insanda şüphe-ninhakim olduğu bir cehalet durumudur. Zayıf iradesini yüceltiyor ama iradenin sağlamlaşması lazımdır.
Ne yapmalıyız kiirademiz sağ-lam olmalı? İşimizi iradeli yapmalıyız. Bu ne demektir? Yani şüphe ve tereddüdü önemsiz kılmalıyız. Acele yapılması gerekek yerlerde acele karar verilmelidir. Acaba bu yol mu soğrudur, yoksa diğer yol mu? Acele bir yolu seçmelidir. Acaba bu işi yapmalı mıyım yoksa hayır yapmamalı mıyım? Eğer hayırlıysa hemen yapmalısın. İnancında ve dini sorunlarda sende böyle şüpheler oluştuğunda he-men "Lailade İllalah"
de ve diğer işlerini yapmaya giriş. Uyurken "lailahe illallah", otururken ve kaklarken "lailahe illallah" de ve yürü. Bir kimse varsa onunla konuş ve kendini sakındır. Kendini sakındırdığın zaman yavaş yavaş şüphe ve tereddüdün ortadan kalktığını göreceksin.
Cehl-i terdid kötü bir cehalettir. İnsanda şüphenin oluşması kötü-dür. Ama ilaçları ise kolaydır. Hanıfendi akşama ne pişireceğinin te-reddüdü içindedir ama neyi pişireceğine hemen karar vermelidir. Bu-gün pazara gitmeli mi yoksa gitmemeli mi diye ikilem içindedir. He-men karar almalıdır. Bunlar şüpheli kimse için böyledir, sıradan insan için değil. İnsan aklını kullanmalıdır. Eğer aklı çalışmıyorsa başkasıyla fikir alışverişinde bulunmalıdır.
Eğer meşveret yapması onu bir yere ulaştırmamışsa o zaman istihare etmelidir. İstiharenin özelliklerinden biride şudur: eğer aklı ermiyorsa eğer meşvereti de onu bir yere götürmemişse o zman şüpheden kurtulması için veya Allah göstermesin kalbinde cehl-i terdid onda hakim olmasın diye istihare yaptırmalıdır. Bu da cehl-i terdid konusunda döylenecekler. Cehl-i Mürekkebin İlaçları
Cehl-i mürekkebe gelince bu cehaleti nasıl ortadan kaldırabiliriz? Yolu şudur: Kendi inancını alem üzerine arzetmelisin. Tahir İmamla-rın ashabının alışkanlığı bunun gibiydi. İmam Sadık, İmam Rıza ve İmam Hadi(a.s)'ın içlerinde öyle insanlar vardı ki onlrın hizmetine glerek kendi inançlarını onlara gösteriyorlardı.
Onlardan birisi de Rey şehrinde yaşayan ve büyük alim olan Abdul Azim Hasan'i idi. Rivayetlerde de yeraldığına göre kabrini ziayeret eden kimse Hz. Hüseyin'i ziyaret etmişgibi sevap alır. İmam Hadi(a.s)'ın ziyaretine gelerek ona şöylededi: "Ey Resulullah'ın torunu, imanımı sana arzetmek istiyorum.
Allah'ı kabul ediyoru, sıfatları böyledir. Peygamberliği kabul ediyorum. Kur'an ve imameti de kabul ediyorum. Hz. Hadi (a.s) onun bütün inançlrını beğendiler ve şöyle buyurdular: "*" "bu benim dinim ve ceddimin dinidir. Ne güzel bir dinin var" dedi.
Siz bir ev almak istediğinizde, aldatılmayasınız diye o mimar bu mimar, o arkadaş bu arkadaş herkesi götürüyorsunuz. Şimdi bir şeye inanmak istiyorsan alimlerin yanına gitmen gerekmez mi? Kendiniz ki seçemiyorsunuz. Sen ki ev yaden anlamıyorsun. Eğer uzmanına danışmadan bir ev alırsan insanlar seni kınar.
Aynı şekilde bir şeye inanmak istediğinde de uzmanına danışmaz ve sonuçtada kötü bir şey ortaya çıkarsa seni kınarlar. Hatta eğer doğru bile olsa, küstahlığın sebebiyle bile olsa seni kınarlar. Alimler olmasa insanın bir şey seçmesinin imaknı yoktur.
Eğer siyasette olsa siyaset alimlerine, eğer sosyal alanda olsa sosyal alanda alim olana eğer dinle ilgil iolsa din alimlerine bu inancınızın doğru olup olmadığını sormalısınız. Eğer yanlıştır serse hemen terketmelisiniz. Eğer doğrudur derse o inancı kabul etmeli va bu alanda daha da ilerlemelisiniz.
Burada esnek olmalısınız. İnançta zorbalık kadın ve erkek için kötüdür. Bazı vakitler bu inatçılığın yüzünden büyük tehlikelerle karşılaşırsın. Bazı hanımlar böyledir ama onlarla konuşmak bile olmuyor. Bazı beyefendilerde öyledir ama yükün altına giremiyorlar. Eğer ona doğru söylenirse özellikle
de bunu söyleyen hanımıysa kabul etmiyorlar. Beyefendi gerçeği kabul etmelisin ister bu gerçeği ister hanımın isterse de başka bir kimse söylemiş olsun. Davranışın, hareketin ilk önce aklını harekete geçir. Aklınla ileri git. Gerçekte açık ve zaruri bir iş ise hiç, eğer şüphelenmiş isen meşveret yap. Zira Kur'an-ı Kerim de iki yerde meşvereti öğütlemektedir:
". . . İş hakkında onlara danış. Kararını da verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. . . " Ey Peygamber! Meşveret yap, karar aldığın zaman meşveret et. Başkalarının fikrine saygı göster. Müminlere de dikakt çekerek: ". . . Onların işleri aralarında danışma iledir. . . "
Yani Müslümanlar aralarında görüş alış-verişinde bulunurlar ne kadın ve ne de erkek ayırt etmeksizin. Psikiyatristler şöyle diyorlar: Beyefendi! Hanımını ve çocuğunu yanına al ve onlarla görüş alışveri-şinde bulun ki; şahsiyetleri gelişsin. Bu cümle Emir'el Müminin (a.s)'ın buyurduğuyla aynılık arz ediyor:
"hanımlarınızla görüş alışverişinde bulunun, hem de muhalefet edin. " Erkekler buna kötü bir anlam vererek şöyle diyorlar: hanımlarla meşveret etmeli, ama onun aksini yapmalıyız. Bu sözün ne kadar anlamsız ve boş olduğu açıktır. Emirel Müminin (a.s)'ın kastetmek istediği ise şudur: hanımınla görüş alışverişinde buluneğer dediği doğruysa kabul et,
ama eğer acaba dediği güzel mdir, değil midir diye şüpheye düşüyorsan eğer senin aklın sana senin görüşünün daha doğru olduğunu söylüyorsa senin görüşünü onunkinden öne geçirmelisin. Sen aklınla hareket edersin ama kadın daha çok duygusal hareket eder. Savaştıklarında ise akıl duyguya galebe çalar. O halde "şaviruhunne" (görüş alışverişinde bulunun), "halifuhunne" (karşı koyun)dan kasıt budur. Yoksa bilinen mana değil.
İnsan arkadaşıyla, hanımıyla ve çocuklarıyla görüş alışveişinde bulunmalıdır. Esnek olmalı ve kendi görüşünde sabit olmamalıdır. Zorba olmamalıdır. İnatçı olmamalıdır. Kendi görüşü özellikle din konusunda böyle olmak insanı dünya ve ahirette mahveder. Eğer cehl-i mürekkep olduğuna ihtimal ediyorsan üstad bir dindar,
akıllı alim bul ona dinini arz et ve onun yolunda ilerle, bak doğru mudur yanlış mı? Eğer bir yerde şüphelenmişsen doğru mudur yoksa yanlış mı? Acele git ondan sor, sakın cehl-i mürekkep seni perişan ve sersefil etmesin.
Cahil Müslüman ve Yeni Müslüman Olmuş Hıristiyan'ın öyküsü
Cahil ve muhafazakar bir Müslüman bir gün bir Hıristiyan'ı Müs-lüman yaptı. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: ne yapacağını bilmiyordu. Kendini ve Hıristiyan'ı mahvetti ve iki kere onun İslam'dan döndürdü. Sabah ezanından önce yeni Müslüman olmuş Hıristiyan'ın peşine gelerek, "kalk mescide gidelim. " dedi.
Bu kimseyi camiye götürdü ve gece namazını ona kıldırdı. Sonra ilk namazı ve güneş doğmadan önce de namaz kıldırdı. Gün doğunca da camide oturmak çok sevap ve müstahaptır dedi. Ta öğlene kadar oturdu öğlen ve ikindi namazını beraber kıldılar, önceden de ona müstahap orucun çok sevabının olduğunu söylemişti.
Ta akşam ezanına kadar oturdular akşam ve yatsı namazını birlikte kıldılar ve eve geldiler. Sabah ezanından önce yeniden adamın peşine gitti ve kapıyı çaldı. O yeni Müslüman olmuş adam "kim kapıyı çalıyor?" Diye sorunca bu adam benim deyince Hıristiyan adam şöyle dedi: ben artık eve döndükten sonra,
İslam'dan vazgeçip Hıristiyan olmaya karar verdim. Bu İslam işsiz adamlar için güzeldir. Benim işim gücüm var ve hayatım var. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: bu adam iyi bir iş yapmak istedi ama sonuç kötü oldu.
Eğer kimse bilmiyorsa bir başkasına sormalıdır. Hanımefendi! Bu kadar inatçı olma, söz dinle. Söz dinlememe ve inatçılık insanı sonunda boşanmaya kadar götürür. Beyefendi! Zorba olma, bu zorbalığın seni sonuçta seni şanssız yapar.
DOKUZUNCU OTURUM Vesvese"nin Kötülükleri
-Vesveselik veya Delilik -İlahi İlham -Şeytanın Hileleri -Hannas (şeytanlaşmış insanlar) kimdir? -Fikri Vesveseler -Ameli vesveseler -Ameli ve Fikri Vesveselerin İlacının Yolları
Vesvesenin Rezillikleri Bazı rezillikleri ve faziletleri anlatmıştık ki onları adlandırdık. Fazileti yakinin hakkında da sohbet etmiştik. Daha sonra bu faziletin zıtlıklarına da değindik. Yani cehalet hakkında da sohbet etmiştik. Bunların sonucunda cehaletin ve cehl-i mürekkebin büyük kötülüklerini ve tehlikelerini anlatmıştık. -Evhamlı (kuruntulu) veya Deli
Bugünkü konumuz yakinin ikinci zıddı olan "evham" ile ilgilidir. Bunun sahibine ise evhamlı denmektedir. Evham; yakinin zıddı ve kötü bir sıfattır. Bu kötülük cehaletin kötülüklerinden daha da önemlidir. İnsanın dünya ve ahiretini mahvetmektedir. İnsanı dünya ve ahirette şanssızlıklara sürükler.
Nice yuvaları dağılmış aileler vardır ki boşanmayla, çaresizlikle ve çocuklarda oluşan psikolojik sorunlarla sonuçlanmıştır. Bu hastalık nice insanları toplumdan soyutlaştırmış ve yalnızlığa itmiştir. Bu kimseye evhamlı (kuruntulu) yerine deli desek daha yerinde olur.
Allah rahmet etsin merhum Kuleyni Usul-I Kafi'nin birinci cildin-de "akıl ve cehalet" bölümünde şöyle naklediyor: bir kimse İmam Sadık (a.s)'ın huzuruna gelerek bir kimsenin aklını övdü ve şöyle dedi: yalnız bu kimse abdestinde ve namazında evhamlıdır. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:
"ne biçim bir akıldır ki aklı şeytana tabidir. Bundan da anlaşılmaktadır ki eğer ondan bu yaptığın işler şeytanın işi midir yoksa akıllı bir insanın yapacağı bir iş midir diye sorulursa kendisi bile yaptığının şeytanın işlerinden olduğunu söyleyecektir. Evham konusunda üç konuyu açıklığa kavuşturmalıyız: Birincisi evhamın manası ve bölümleri nelerdir, diğeri evham nerede değer kazanır, üçüncüsü ise; bu kötü ve tehlikeli hastalığı nasıl ortadan kaldırabiliriz. -Rahmani İlham
İnsan iki çeşit tehlikeyle karşı karşıyadır. Birincisi Allah ile ilgili-dir, bu ise insanın rahmani derinlikleriyle ilgilidir ki buna rahmani ilhamlar veya vahiy diyorlar. Allah ile rabıtası olan insanlarda bu tür hatırdan geçirme örnekleri çoktur. Mesela; melkeleri görmüyor ama aklından onu gördüğünü geçiriyor
ve kalbine yerleştiryiror. Kur'an ve rivayetlerden anladığımıza göre mümin ilham almaktadır. Gerçek yolu melekler o kula gösteriyor. Eğer Allah ile rabıtaları sağlam ise kendi-ğiliğinden doğru yolu bulabilir. Bu tür ilhama Kur'an-ı Kerim "hida-yet" demektedir. Yani Allah'ın özel bir lütfü. Kur'an'ın ilk suresi olan Bakara'da şöyle buyurulmaktadır: "Rahman ve rahim olan Allah'ınadıyla. Elif Lam Mim. O kitap (kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakiler (sakınanlar ve arınmak isteyenelr) için bir yol göstericidir. "
Aynı surede
Yani Kur'an insanları (hadi) hidayet edicidir. "Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik, ister şükredici olsun, ister nankör. " Peygamer (s.a.a) bütün insnaların hidayetiiçin gelmiştir. Bu hidayet ise ilk sure olan Bakara suresindeki hidayet gibi. Yani ilham, yani Allah'ın özel bir hidayeti. Başka bir yerse ise şöyle buyuruluyor: ? "Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitab gelmiştir.
Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola hidayet eder. " Allahteala bu Kur'an vasıtasıyla insan için selamet/kurtuluş yolunu açmaktadır. Yalnız herkese değil, Allah'ın kendilerinden razı oldukları kullara. Allah'ın inayet elinin üzerlerinde olduğu kullara. Onlrı karanlıklardan nurlara çeker, kalplerindeki Allah'ın nuru sayesinde onları kötülüklerden alıkoyar.
"Onları doğru yola hidayet eder. " Sağcıların yolu. O yol insanı cennete girmesine sebep olur. Allah'ın yolunu Kur'an aracılığıyla bildiriyor. Okuduğumu bu iki ayet örneği gibi insana ilham veren ayetler Kur'an da pek çok yerde mevcuttur. Müminin öyle bir içgüdüsü vardır ki bu içgüdüler sayesinde doğruyu yanlıştan ayırabilir. Kur'anın deyimiyle kurtuluş yollarını bulmuştur.
Bu tür kimseler kapalı kapılarla karşılaşmazlar, Allah ile rabıtası çok olan kimsenin ilhamı da çoktur. İmam Seccad (a.s) Hz. Zeynep (a.s)'a şöyle buyuruyor:
Canım Zeynep! Öğretmenin olmamasına rağmen, sen büyük bir alimsin, sana kimse öğretmemesine rağmen çok anlayışlısın. Yani eğer bu makamlara ulaşmışsan Allah'ın nurunun tecellisi, gayb aleminin etkileri ve rahman tarafından sana verilenler sayesindedir.
Şeytanın Etkileri
Fakat insanın Allah ile sağlam bir rabıtası yoksa, neuzu billah mücrim, günahkar veya kafir olsa ve de alçalsa şeytandan etkilenmesi o derece fazla olur. Kötü bir arkadaş gibi onu etkiler ve de başına bela olur. "Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldar-lar" Sizlere savaşsınlar ve mücadele etsinler diye alçalmış ve mücrim insanlara şeytan tarafından ilhamlar olunur. Kur'anın son suresinde ise şöyle buyurulmaktadır:
"De ki: "insanlardan, cinlerden ve insanların gönüllerine ves-vese veren o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların ilahı, insanların Hükümranı ve insanların Rabbi olan Allah'a sığınırım. "
Evhamlı kimsenin şerrinden, gönüllere fitne veren ve kalplere yer-leşen kimsenin şerrinden, Allah'ım bu üç şeyin şerrinden sana sığını-rım. Diyoruz. İnsanın kalbini günaha meylediyor ve bazen bu işi şey-tan da yapıyor ve şeytanın işi budur zaten. Sizin de işittiğiniz gibi şeytanın vesvese vermesi işte budur. Vesvese lügat açısından "hemheme"
(kulağa fısıldanan söz) anlamındadır. Şeytan ise dalalet yolunu size gösteriyor. Şeytan sizi taharet yolundan gafil bırakıyor. Size öyle bir dost verir ki sapıtır, saadet yolunu kapatır ve sizi sapıklığa sürükler. Elinde olmadan kimseninkafsında, beyninde veya kalbinde oluşan
şeyler eğer alemlerin yaratıcısı ve melekut alemi tarafından ise bu tür ilhamlara ilahi ilham diyoruz. Eğer şeytan tarafından ise buna ise vesvese diyoruz. Kur'an şöyle buyuruyor: vesvese o kimselere aittir ki onlar Allah ile ilişkileri azdır.
Hannas Kimdir?
Rivyetlerde okuduğumuz gibi "hannas" (kalplere sokulan vesvese) en büyük alim olan büyük şeytandır. Büyük bir alimin dediğine göre herkesin kendine ait bir şeytanı vardır.
Ruhanilerin şeytanı vardır ama onların şeytanı ise molla şeytanıdır. Bu şeytan ise molla şeytandır. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Hz. İbrahim ve Hz. İsa dünyaya geldiği zaman, büyük şeytan diğer şeytanları bir araya toplayarak "ne yapalım da bu insaları sapıklığa düşürelim?" Hannas şöyle dedi: "ben; onları dini ve evham yoluyla cehennemlik ederim" dedi. Fikri Evham
Evham bazen, amelle değil; kalple ilgili olur buna ise fikri evham denir. Bu tür evhamlıların sayısı çoktur ve genelde zayıf iradelilerde görülür. İnsanın sinirleri zayıfladığı, zorlukları çoğaldığı ve büyük bir sıkıntıyla karşılaştığı zaman onda bu tür fikri evham ortaya çıkabilir. Fikri evhamın dereceleri vardır.
Önceden de zikrettiğimiz gibi; bazen sadece şüphe ve tereddütle kendinigösterir, bazen de -Allah'a sığınırız- öyle bir hadde gelir ki Allah'a bile kötü söz söylemeye kadar gider. Allah'ın işini zalimane bilir! Kur'an dan o derece şüphe eder ki; yavaş yavaş Allah'a, Peygambere, Masum imamlara ve dini değerlere küfreder
Bu fikri evhamın ilk aşamasıdır ve başka aşamaları da vardır. Bazen dünyasıyla ilgili, bazen de işlerine yönelik, bazen halka yönelik yani onla hakkında "su-i zan"da bulunma gibi. Bizim konumuz ise fikri evhamlardır. Fikri evhamın ilacı çok kolaydır, ilacı ise; şüphelendiğin zaman o kuruntudan uzaklaşmaktır.
Şüphelendiğinde şüphesini önemsememelidir. Bir kimseyle ko-nuşmada veya bir şey yemek konusunda kendisini sakındırmalıdır. Böyle yaparsa kısa bir zaman içerisinde bu şüphesi ortadan kalkar. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: bu pisliği yani büyük şeytanı alış-tırmayın; önemsemeyin. Önemsemediğiniz taktirde kaybolur ve artık peşinize düşmez. Siz onunla olursanız o da sizinle olur ve sizi bırak-maz. İmam Sadık'ın söylediğinin Kur'an-i delili vardır:
"Gerçek şu ki iman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üze-rinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur. Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a or-tak koşanlaradır. "
İlim ehlinin üzerinde durduğu bir kaç tane önemli konu hakkında şöyle buyuruyorlar: şeytanın insan üzerinde üstünlüğü yoktur ama, hangi insan üzerine? Allah'a bağlı olan insana ve Allah ile ilişkisi sağlam olan insana asla etki edemez. Şeytan insanın sultası üzerinde olduğu zaman şeytanın bayrağı altına girer.
Yani eğer insan şeytanla uğraşırsa şeytan da onunla uğraşır. Eğe insan şeytanı arkaya atarsa şeytanında o insana etkisi olmaz. Eğer insan Allah'ın bayrağı altına girse şeytan Allah'ın bayrağı altına girmekten korkar. Kur'an da; eğer insanın Allah'la rabıtası varsa melekklerin onu koruyacağına dair söz verilmiştir:
"Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan ta-kipçiler (melekler) vardır. . . " Allah'ın en büyük lütuflarından biri de melerkerli bizim için koru-yucu vermesidir. Sizleri bu dünyanın kötülüklerinden koruyorlar. Sizleri cinlerin şerrindenkoruyorlar. Sizleri şeytanın şerrinden koruyorlar. Eğer sizin Allah ileilişkiniz sağla ise asla şeytan sizin peşinize ge-lemez. Bununla birlikte eğer umursamaz ve şüphe ve tereddüdü sizin zihninizden çıkarsa artık sizin peşinize gelemez.
Bir kimse Peygamberin huzuruna gelerek şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü kahroldum; helak oldum. Hazret: "Şeytan sana gelerek "Seni kim yarattı? Diye sordu, Allah dedin. "Allah'ı kim yarattı?" Dedi, sen cevabını veremedin.
" Adam: "evet" dedi. Allah Resulü şöyle devam etti: "Eğer böyle sorular zihnine gelirse "Lailahe illallah" de ve kendini bunlardan sakındır. "lailahe illallah" ve "la havle vela kuvvete illa billah" kelimelerini söylemek, Kur'an okumak, Ramazan ayı orucu tutmak ve namazı vaktinde kılmak evhamı yok etmek için çok önemlidir.
Şeytanın dediğine kulak verirse bir kez iki kez . . . Ve bir de bakar ki kalbe yerleşmiştir. Öyle bir yere gerlir ki neuzu billah Allah hak-kında kötü şeyler söyler ve Allah'ı zalim bilir. Bunun ilacı da önem-sememektir. Velev ki Allah'a, Peygambere kötü söyledi ve Allah'ı zalim nitelendirdi önemsememelidir
ve kendini üzmemelidir. Birazcık Kur'an okumalı, eğer Peygamber ve Tahir imamlar hakkıda ise selavat göndermelidir. Rivayetlerde çokca okuduğumuz gibi eğer evhamın ortadan kalkmasını istiyorsan çokca selavat getirmeliyiz. Allah ile rabıtayı sağlamlaştırmak, namazı vaktinde kılmak ve vacipleri önemsemegerekir
önemsemegerekir. Bilhassa kadın için hicabına önem vermesi, işini aksatmamak şartıyla müstahapları yerine getirmesi gerekir. Gece namazı, Kur'an okuması Allah ile raz-u niyazda bulunması, Allah'ın yaratılanlarına hizmet etmesi, kadının kocasına, kocanın karısına, müslümanlara hizmet etmedsi, günahlardan sakınması
ve hernekadar günahlardan sakınırsa o derece fikri evhamdan kurtulmuş olur. Elbette gayret istiyor, bir ay, iki ay ve bir kaç ay ta kibu kötülüğün kökü ortadan kalksın. Bazı psikologlar fikri evhamın çaresinin olmadığını söylüyorlar. Kesinlikle yanılmışlardır, zira biz pek çok insan tanıyoruz
fikri evhamları olmasına rağmen bunu önemsemedikleri için ve Allah ile rabıtalarını sağlamlaştırdıkları için evhamın kökünü kazımışlardır. Cismi açıdan uykuyu düzeltmek, sinirleri güçlü kılmak, sinirlenmemek gerekir, düşüncelerin darbe almaması gerekir. Bunların tümü evhamın ortadan kalkması için önemlidir.
Ameli Evham
Ameli evham kimselerde farklılık gösterir. Dindar olmayanlarda ameli evham elbisede kendini gösterir. O elbiseyi giyinir olmaz, bu elbiseyi giyinir olmaz, bir iki, üç derken sonuçta diktiği hiçbir elbise hoşuna gitmez. Bu ameli bir evhamlıktır ki çoğu kadınlar buna mübteladırlar. Bazıları temizlik açısından, o kadar pasaklıdırlar ki bir tarafta kirden evinin camları kararmış, odasına girdiğinde çarşafı bir tarafta, elbisesi diğer tarafta, pantolu başka bir tarafta, kocasının pijaması odanın bir köşesinde, büyük bir düzensizlik evi almış gitmiştir.
Başka bir tarafta ise aşırı temizliğe düşkün olanlar, camları temiz mi temiz, her zaman camlardadırlar, her gün süpürmekte her gün temizlik yapmaktadırlar, özetle temizlikte evhamlıdırlar. Bazen de yenilikçilerde, aydınlarda oluşan mikroplu bir evhamdır. Eğer eli bir elbiseye değerse hemenelini alkolle yıkar, doktor bey yüz kere reçete yazar,
yüz tane hastayı muayene eder ve yüz kere elini yıkar ve iş öyle bir yere varır ki ekmeği bıçakla keser. Dindarlara gelince; öyleleri vardır ki su ile taharet almazlar, taharet ve necasete önem vermezler. ????146 bazıları da vardır ki elinden kan akmayı versin o kadar uğraşırlar ki o kadar yıkarlar
ki elini yara ederler. Bir beyefendi bana sabah ezanı okunurken gusl etmeye başladığını ta vakit dolana kadar bile bitiremediğini ve namazını geçirdiğini anlattı. Utandım banyoya girdim yedi saat aradan sonra banyomu tamamladım ve guslümü yapabildim. Bu dünya ve ahirette onun başka bir çaresizlik yoktur.
Bu kimse İmam Sadık (a.s)'ın dediği gibi delidir. Kinci bu işin günahb olduğunu bilmelidir. Üçüncüsü ise hannas (gizli vham) onun içine yerleşeren şeytanı kendisine yak-laştırmış oluyor. -Ameli ve fikri evhamın ilaçları
--------- Kehf/103-104rrvv Müstedrek, c. 2, s. 625 Al-iİmran/159 Şura/38 Usul-I Kafi, c. 1, s. 19 İnsan/3 Maide/15-16 En'am/121 Nahl/99-100 Ra'd/11