İBRETLİ ÖYKÜLER

İBRETLİ ÖYKÜLER   	0%

İBRETLİ ÖYKÜLER   	Yazar:
Grup: KADIN
Sayfalar: 0

İBRETLİ ÖYKÜLER

Yazar: Dr. Seyit Halil Tabatabai
Grup:

Sayfalar: 0
Gözlemler: 716
İndir: 22

Açıklamalar:

İBRETLİ ÖYKÜLER
  • BЭSMЭLLAHЭRRAHMANЭRRAHЭM ЦNSЦZ

  • HARAM SOFRADAN YEMENЭN SONU

  • ЭRЮAD VE TEBLЭРЭN ЦNEMЭ

  • HANGЭ DAVETE ЭCABET ETMEMELЭYЭZ?

  • AKЭL'ЭN ЭSTEРЭ

  • ЭYЭLЭK VE KЦTЬLЬРЬN ЦLЗЬSЬ

  • SADIK(AS)'IN MANSURA VERDЭРЭ CEVAB

  • ЭLAHЭ AZAB ЦNCE ABЭD KULA NAZЭL OLDU

  • AYETULLAH SEYYОD MUHAMMED KAZIM-Э YEZDЭ(R.A)

  • ALLAH'IN (CC)MERHAMETЭ

  • HELAL LOKMA ENDЭЮESЭ

  • BELA DA NЭMETTЭR

  • NEFSЭNE HAKЭM OLMAK

  • ERKEK ЗOCUРU NЭMET KIZ ЗOCUРU ЭSE RAHMETTЭR!

  • ЭMAM HUMEYNЭ'NЭN TARЭHЭ CEVABI

  • DUANIN KABUL OLMAMASININ SEBEBLERЭ

  • ЭMAM BAKIR(A.S) VE RAHЭBЭN DЬЮЬNDЬRDЬKLER!

  • ALLAH ЦLЬDEN DЭRЭYЭ YARATIR!

  • HER ЗIKIЮIN BЭR DE ЭNЭЮЭ VARDIR DERLER

  • HANGЭ DAVETE KATILAYIM?

Kitabın 'İçin de ara
  • Başlat
  • Önceki
  • 0 /
  • Sonraki
  • Son
  •  
  • Gözlemler: 716 / İndir: 22
Boyut Boyut Boyut
İBRETLİ ÖYKÜLER

İBRETLİ ÖYKÜLER

Yazar:
Türkçe
İBRETLİ ÖYKÜLER İBRETLİ ÖYKÜLER



İmam Hüseyin Medresesi

Dr. Seyit Halil Tabatabai

Cilt:1 Derleyen: Ali EKBERİ




BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM ÖNSÖZ

İnsan hayatında ibretli öykülerin bir çok olumlu etkileri olduğunu herkes teslim etmektedir. Öyle ki insan bir öyküyü okurken onun doğru olup olmadığına bile bakmaksızın kendi peyınaa bir ders almak ister ondan. Elbette ki okunulan öykülerin sıhhat derecesi her ne kadar fazla olursa insan hayatındaki etkisi de o kadar çok olur.

Bazen yüzlerce yıl nasihat ve öğütlerden ibret almayan insanların dahi tarihte vuku bulmuş bir olaydan ibret alıp kendine gelmesi görülmüş bir şeydir.
İşte biz de bu maksatla hem kendimize ve hem de değerli okuyuculara faydalı olduğuna inandığımız bir takım iblet verici olayları bir araya toplamayı istedik. Bu öykülerin doğru ve gerçek öyküler olmasına da oldukça dikkat

BELA VE MUSİBETLERE SABRETMEK

İmam hasan-i Mücteba(as)'ın çocuklarından çoğu Mansur-i Devaniki'nin zindanlarında can vermiş, şehid olmuşlardı. Bu çocuklarından biri de Ali b. El-Hasan idi ki kendisine Ali-i Hayr veya Ali-i Abid de diyorlardı. İbadet, zikir ve sabır açısından çok büyük bir makama ulaşmıştı.

Mansur'un zindanlara doldurduğu müslümanların hepsi de namaz vakitlerini Ali-i Abid'in bu zikir ve virdleri vesilesiyle ayarlıyorlardı. Zira yaptığı zikir ve ibadetler o kadar düzenli ve munazzam idi ki onunla vaktin girip girmediğini anlıyor ve ona göre hareket ediyorlardı. Günün birinde Abdullah b. Hasan (Amcası) zindanın zorluğu ve zincirlerin ağırlığından ona şikayette bulundu.

Ali-İ Abid'e şöyle dedi: "Bizim ne hallere düştüğümüzü ve ne belalara duçar olduğumuzu görmüyormusun? Niçin Allah'a dua edip de bizleri bu musibet ve beladan kurtarmasını istemiyorsun? "Ali-i Abid biraz sustuktan sonra şöyle dedi: "Amcacığım, cennette bizler için bazı derece ve makamlar vardır ki biz onlara sadece bu ve benzeri musibet ve belalara sabretmekle
yetişebiliriz.

Hakeza Mansur için de cehennemde Öyle mertebeler vardır ki ona da sadece bize böyle zulmetmesi sebebiyle ulaşabilir. Eğer istersen bu belalara sabreder ve çok geçmeden de kurtuluruz. Zira şehadetimiz yakındır. Ve eğer istersen de kurtuluşumuz için dua edelim. Ama bil ki, o zaman da Mansur cehennemdeki o mertebelerine ulaşamaz."

Abdullah b. Hasan bunu duyunca "Ben sabretmeyi tercih ederim" dedi. Gerçekten de üç gün sonra şehadete erdiler. Ali b. El-Hasan secde halindeyken bu dar-ı faniden göçtü. Abdullah onun uyukladığını zannetmişti "Yeğenimi uyandırın" diye emretti. Ama o çoktan şehid olmuş idi. Allah'ın rahmet ve bereketi onun üzerine olsun ve zalimler İçin yaşasın cehennem!'

FISK VE DEDİKODUCULUK

Adamın biri Ömer b. Abdulaziz'in yanına gelerek birini kötülemeye başladı. Onun hakkında ağzına gelen her şeyi söyledi. Halife onu iyice bir dinledikten sonra şöyle dedi: "Eğer istersen bu dediklerini inceler ve iyice bir araştırırım. Eğer dediklerin yalan ve asılsız ise o zaman sen fasık ve günahkar birisin demektir.

Dolayısıyla da şu ayetin muhatabı olursun: "Ey iman edenler, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu etraflıca araştırın."
Ve eğer dediklerin doğru ise o zamanda dedikoducu ve kovucu sayılır ve de şu ayetin muhatabı olursun: "Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren" (Kalem/11)

Ve eğer istersen de seni bağışlar ve affederim." Mezkur şahıs dediklerinden pişman oldu ve halifeden af dileyerek bir daha ömrü boyunca artık hiç kimsenin gıybetini
yapmamaya söz verdi."

İSLAMİ OLMAYAN METODLARLA BİRYERE VARILMAZ

Peygamberin hanımlarından biri olan Marİye-İ kıbtiye ibrahim" adında bir çocuk dünyaya getirdi. Resulullah bu çocuğa büyük bir ilgi ve muhabbet gösteriyordu. Ama daha 18 ay gibi az bir zaman geçmişti ki, ibrahim dünyadan göçtü, peygamber bu hadiseden çok etkilendi ve gözyaşı dökerek şöyle buyurdu: "Ey ibrahim gönüller yanıyor ve gözler ağlıyor senin için. Biz senin için mahzunuz. Ama Allah'in razı olmadığı bir şeyi de söylemeyiz."

Tüm müslümanlar bu hadiseden etkilenmiş, rahatsz olmuşlardı. O gün tesadüfen güneş tutulması meydana geldi. Müslümanlar: "Güneş tutulması yukarıdaki alemlerin de aşağı alemler ve peygamberle uyum içinde olduğunun nişanesidir. Bu hadise peygamberin oğlunun vefatı için vücuda gelmiştir dediler."

Elbette bu hadisenin denildiği gibi peygamberin oğlunun vefatı sebebiyle olmasının hadd-ı zatında hiç bir mahzuru yoktur. Zira peygamber için tüm alemlerin bile alt- üst
olması mümkündür. Ama bu olay denildiği gibi değildi sıradan bir tabiat olayı idi sadece, peygamber bu sözleri duyunca çok üzüldü, sükutu caiz bilmeyerek minbere çıkıp muslumanlara güneşin ibrahim'in vefatı sebebiyle tutulmadığını, sıradan bir olay olduğunu söyedi.

işte peygamberler ve Allah'ın büyük velileri ile siyasetmedarların farkı da buradadır, siyasetmedarlar halka hükümet etmek için her türlü vesileden istifade etmeyi caiz ve mubah bilirler, onların tek hedefi hükümetin başına geçmektir. Hükümete giden yolda kendi inançlarından dahi tavız ve ödün vermekten ictinab etmezler.

Meşru ve gayr-i meşru her türlü fırsatı değerlendirir, ganimet bilirler. Halkın cehaletinden istifade eder, olmadık hadiseleri kendilerine nısbet verirler. Hatta baz, idarecilerin bazı tabii olayları dahi kendi yolunun haklılığının bir şahidi olarak gösterdikleri dahi görülmemiş bir şey değildir. Mesela saddam Hüseyin iran'la savaş halindeyken İranda vuk'u bulan deprem olayını iran'ın haksız, kendisinin ise haklı olduğuna bir delil kabul etmişti.

---Ama peygamberler ve Allah'ın velileri böyle değildir Onlar hükümeti bir vesile olarak düşünürler. Asıl amaçlar, Allah'tır onların. Allah'ın rızasına uygun olmayan her metodu red eder ve sadece o'nun razı olduğu yolları dener ve kullanırlar peygamber halkın cehaletinden istifade ederek bu tabu olayı da kendine mal edebilirdi. Bu yolla bazılarının iman etmesi ve bazı müslümanların ise imanının güçlenmesi mümkündü. Ama peygamberin metodu bu değildir peygamberler daima ilim ve hikmet üzere hareket ederler

ilim ve hikmet üzere olmayan her türlü metodu reddederler.
işte burada islam'ı, parti yoluyla hakim kılmaya çalışan kimselerin yolunun da batıl olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır. Taguti metodlardan istifade ederek islamı hakim kılmaya çalışanlar, hakikatte peygamberi metodu terkedenlerdir. Bunların mantığına bakılırsa haşa peygamber bile orda akıllıca hareket etmemişti. Halkın cehaletinden istifade ederek kendi otoritesini sağlamaya çalışmalıydı!

peygamber (sav) islam'ın ruhuna uymayan hiç bir metodu kullanmamış, caiz bilmemiştir. Nitekim bazı arap kabileleri de peygamberin (sav) huzuruna varıp şöyle dediler: Ya Resulullah, bizim şu üç şartımızı kabul edersen biz de müslüman oluruz:
1) İzin verin, bir yıl daha kendi putlarımıza tapalım.

2) Namaz bizlere çok ağır geliyor, izin verin biz kılmayalım.
3) Bizlerden o büyük putumuzu kırmamızı istemeyiniz, "peygamber onlara cevab olarak şöyle buyurdu:"
Sadece üçüncü şartınızı kabul ediyorum (Yani eğer siz kırma sanız biz kırarız.)

Ama diğer iki şartınızı asla kabul etmiyorum."Görüldüğü gibi peygamber "Bunca arap kabilesi yanıma gelmiş müslüman olmak istiyor ben de şu anda bu şartları kabul edip hakimiyetimi güçlendirir ve daha Ondadan bu şartları reddederim." dememiştir. Belki açıkça böyle bir metodu asla tecviz etmemişlerdir.

Samimi müslümanlar da tıpkı peygamberler gibi davranmalı ve islami olmayan tüm metod ve vesilelerden ictinab etmelidir. Amacına ulaşmak için her türlü yolu meşru bilen kapitalist ve menfaatçi düşünceden uzak durmalıdır, peygamberin metodunu izlediği için zafere ulaşan iran islam inkılabını kendine

örnek edinerek inkılabı bir metodu takib etmelidir. Aksi taktirde daima kandırılacak, aldatılacak ve mahir siyasetmedarların siyasi kulislerinde oynatılan bir kukla olmaktan Öteye geçemeyecektir. Peygamberler ile tağutların hesaplaşması ilim hikmet ve silahların gölgesindedir; siyasi kulislerde değil...


HARAM SOFRADAN YEMENİN SONU

Şerik b. Abdullah-i Nahdi HZ. asrın ilim ve takvasıyla meşhur fakihlerinden biriydi. Abbasi halifesi Mehdi b.Mansur, ona kadılık makamını teklif etti. Ama Şerik, Abbasi hükümetinin onca cinayet ve hiyanetlerine ortak olmamak için bu görevi kabul etmedi. Zira bir maslahat üzere gerçekleşmeyen her türlü işbirliği zalimlerin yaptığı zulüm ve cinayetlere ortak olmak demekti. Halife bir defasında da şerik'e kendi çocuklarının Öğretmeni olmasını teklif etti. Ama şerik bunu da kabul etmedi ve izzet içinde geçen sade hayatını zulüm üzere inşa edilen sarayın işret dolu hayatına tercih etti.

Birgün halife şerik'i huzuruna celbederek ona şöyie dedi. "Bugün bu üç işten birini, Ya kadılık makamını ya çocuklarıma öğretmenlik yapmayı ya da öğle yemeğini benimle birlikte yemeği kabul etmen gerekir."

şerik b. Abduliah-i Nahdi zor bir durumda kalmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Hangisini kabul etsindi? kadılık makamını kabullenmenin vebal ve günah olduğunu çok iyi biliyordu. Halife'nin çocuklarına öğretmenlik yapmak da zor ve ağır bir işti. zira ister istemez saraya gidip gelecek ve adı saray mollasına çıkacaktı, sonunda kendi aklınca hareket ederek zalim halifeyle bîr öğle yemeğini yemeği kabul etti. Ona göre bunun hiç bir sakıncası yoktu.

Ne de olsa bir defaya mahsustu. Ama zavallı haram lokma yemenin insanın ruhunda ne gibi kötü etkiler yarattığını bilemiyordu? şerik'in üçüncü şartı kabul ettiğini öğrenen halife sarayın aşçı basısına" Bugün şerik için çok lezzetli ve nefis yemekler hazırla" diye emretti. Aşçıbaşı da halifenin emri üzere rengarenk, çok nefis yemekler hazırladı. Ömrü boyunca böylesi çeşitli ve lezzetli yiyecekler görmemiş olan şerik,

büyük bir iştahla yemeğe koyuldu. Bu manzarayı gören aşçıbaşı halifenin kulağına "Allah'a andolsun ki, artık bu adam kurtuluş yüzü görmeyecektir" diye fısıldadı. Zira aşçıbaşı haram yemenin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Haram lokmayla beslenen bir kalbin artık İslahının çok zor olduğunu yakinen derkediyordu.
Nitekim de Öyle oldu. Çok geçmeden şerik hem öğretmenlik ve hem de kadılık makamını de üstlendi. Kendine halife tarafından bir de maaş bağlandı.

Bir gün Mutemed ile tartışırken kendisine "Bize buğday mı sattın bu kadar ısrar ediyorsun?" dendiğinde, Şerik şöyle dedi: Ben size buğdaydan daha değerli bir şey, yani dinimi sattım."*1J
Evet islam alimleri bu hususta çok dikkatli olmak zorundadır. Zalimlerden uzak durmalı ve islam'ın haysiyetini lekelememelidirler. Zalimlerin her türlü hile ve desiselerine karşı uyanık olmalı, bir an olsun gaflet etmemelidirler.

Müslüman da yediği lokmaya çok dikkat göstermelidir. Çoluk çocuğuna verdiği her lokmanın hesab kitabını yapmalı, onlara şekkettiği şeyleri dahi yedirmemelidir. Bir lokma dahi olsun haram mal yiyen insan, o ölçüde de sürçecek, doğru ve salim bir şekilde hareket edemeyecektir. Özellikle de her tarafta haram mal yemenin kurnazlık olarak telakki edildiği güya çağdaş dünyada, müslümanlar bu önemli meseleye çok özen ve dikkat göstermelidirler.

İslami büyük şahsiyetlerin hepsinin de valideyninin haram lokma yememiş takvalı insanlar oluşu tesadüfi bir şey değildir. Belki hepsi de İlahi bir ölçü ve kanun çerçevesinde gelişmekte ve belli bir hasaba dayanmaktadır. Çocuklarının büyük şahsiyetler Olmasını isteyen valideyn, onların yiyecek ve içeceğine çok dikkat etmelidir ki.islam alemi yeni şerikler'e şahit olmasın.

KİLİSE DE YIKILIR!

Mir Eb-ul Kasım Fendereski adındaki büyük bir alim, seyahati esnasında küffar beldelerinden birine vardı, o şehrin büyük keşiş ve papazlarıyla sohpet ve tartışmalarda bulundu.
O şehrin ruhbanları dediler ki: "Bizim bu kilisemiz tam üçyüz yıl önce bina edilmiş Ama gördüğünüz gibi asla harab olmamıştır, sizin mescid ve camilerinizin çoğu yüzyıl bile dayanamadan hemen yıkılıyor. Herşeyin hakkaniyeti o şeyin koruyucusu olduğu esasını da göz önünde bulunduracak olursak bizim dinimizin hak olduğu açıkça anlaşılır. Eğer sizin dininiz hak olsaydı camileriniz masun kalır harabeye dönmezdi:"

seyyid Fendereski onlara dedi ki: Bizim camilerimizim yıkılması sizin kiliselerinizin ise baki kalması sizin dininizin hak olduğunu göstermez. Belki durum tam tersinedir. Zira bizim camilerde sahih bir şekilde namaz kılınmakta, Allah'a ibadet edilmektedir. Allah'ın adı ise azametli ve büyüktür.

Binalar buna tahammül edememektedir. Bu yüzden de çok geçmeden yıkılmaktadır. Ama sizin kiliselerde Allah'ın Zikri diye bir şey yoktur. Hatta orada bazı bozuk ve kötü ameller bile işliyorsunuz. Bu yüzden de binalarınız salim kalmaktadır. Eğer bizim o sahih ibadet ve zikirler olmasaydı bizim camilerimiz sizin kiliselerinizden daha dayanıklı olurdu. Hakeza Allah'ın adı sizin kiliselerinizde de anılacak olsa kiliseleriniz yıkılır yerle bir olur."

Ona dediler ki: Bunu denemek çok kolay bir iştir. Sen bizim kilisemize gir ve istediğin şekilde ibadet et ki yalan mı doğru mu dediğin belli olsun."
Seyyid Fendereski kabul etti. Allah'a Tevekkül ve tahir ecdadına tevessül ve temessük ederek abdest aldı ve Allah'ı zikretmek için onların büyük ve muhkem kilisesine

girdi.
Ahaliden bir çoğu orada toplanmış, olacakları bekliyordu, seyyid, ceddi Resulullah gibi ezan ve kamet getirdikten sonra niyet etti ve yüksek bir sesle tekbir getirdi. Tekbir getirdikten hemen sonra kiliseden dışarı çıktı. Çok geçmeden kilise korkunç bir sesle yıkıldı ve oradakileri büyük bir hayret ve şaşkınlığa düşürdü..."

RİYASET SEVGİSİ İNSANI KÖR VE SAĞER EDER

Memun diyor ki: "Birgün babamın yanında oturmuştum ki imam musa b. Cafer (as) çıka geldi. Babam (Harun) koşarak imamı kucakladı ve onu Meclisin üst yerine oturttu. Babam imamın heybeti karşısında zelil bir köle gibi oturmuş, bir türlü konuşmaya cesaret edemiyordu. İmam gitmek isteyince babam bana ve kardeşime onu evine kadar uğurlamamızı emretti.


Ben babama: "O Kim idi ki ona bu kadar ihtiram gösterdin? dedim. Babam, "O hilafetin asıl sahibidir" dedi. Ben "o halde hilafet makamını neden ona vermiyorsun?" dedim. Babam dedi ki:
"Oğlum, eğer hilafetim aleyhine kıyam edeceğine ihtimal versem seni bile öldürürüm" dedi.



KİBİRLİ ZENGİN OLMAK İSTEMEM

İmam sadık (as) buyurdu ki: Bİrgün zengin bir adam Resulullah'ın yanına oturmuştu ki, bir fakir gelip o zengin şahsın yanına oturdu. O zengin şahıs elbiselerini topladı. Resulullah şiddetli bir şekilde kızarak ona şöyle buyurdu:
"caba onun fakirliğinin sana da sirayet edeceğinden mi yoksa servetinin ona geçeceğinden mi korktun?"

O zengin şahıs yaptığı işe pişman olarak özür diledi ve şöyle dedi: "Ya Resulullah bu kötü amelimi telafi edebilmek için emvalimin yarısını ona vermek istiyorum" Hazret fakir şahsa "Acaba kabul ediyor musun?" diye sordu. Ama fakir şahıs red ederek şöyle dedi;
"Hayır kabul etmiyorum. Zira yarın ben de tıpkı onun gibi fakirlere hakaret gözüyle bakacağımdan korkuyorum!"'



İRŞAD VE TEBLİĞİN ÖNEMİ

Birgün Davud (as) tekbaşına sahraya çıktı. Allah-u Teala kendisine: "sana ne oldu da böyle tek başına sahraya çıktın?" diye sordu.
Hz Davud (as), Allah im seni mülakat etme aşkı benim ile kulların arasında bir engel oldu ve ben de bu yüzden tek başıma geldim." diye cevap verdi, kendisine hitab edildi ki:

"Ey davud insanların arasına geri dön. (Ve insanları irşad etmekle meşgul ol.) Eğer sapık bir insanı hidayete kavuşturur veya günahkar bir insanın elinden tutar da onu günah çukurundan kurtaracak olursan, seni beğenilmiş kullarımdan biri olarak yazarım."'1'

KÖLE MEVLASINDAN KORKAR

Mahallede saz ve eğlence sesi duyuluyordu. Evin Önünden geçen herkes içeride ne olduğunu tahmin edebilirdi. İşret sofrası açılmış şarap kadahleri, birbiri ardınca boşalıyordu. Evin hizmetçisi ise evin çöpünü dökmek için dışarı çıkmıştı. O anda yüzünde ibadet izleri görülen ve alnından uzun secdelerin eseri müşahade edilen bir zat da ordan geçiyordu. Mezkur şahıs cariyeye, "Bu evin sahibi kola midir yoksa hür mü"? diye sordu.

Cariye, "Hürdür" diye cevap verdi. O zat, "Hür olduğu halinden malumdur. Eğer köle olsaydı sahibi ve maliği olan Allah'ından korkar ve böylesi işret meclisleri tertib etmezdi.

Cariye İle mezkur şahıs arasındaki bu konuşma cariyenin gecikmesine sebeb oldu. Eve döndüğünde sahibi, niçin bu kadar geç kaldın?" diye sordu.

Cariye başından geçenleri bir bir anlatıverdi. Evin sahibi bu olanları duyunca bir müddet derin derin düşünmeye başladı, özellikle de "köle olsaydı sahibinden korkardı sözü bir ok gibi kalbine işlemişti.

Gayr-İ ihtiyari bir şekilde yerinden sıçradı ve ayakkabısını giymeye zaman bile bulamadan yalın ayak o zatın peşine düştü. Bu sözlerin sahibi imam Musa ibni cafer'i (as) buluncaya kadar sokak sokak koşturup durdu. Hazreti imam musa b. Caferi bulunca tövbe etmek için ellerine sarıldı O

gün yalın ayaklarla hidayet bulduğu için de artık ömrü boyunca bir daha ayakkabı giymez oldu. O güne kadar Bişr b. Haris b.Abdurrahman-i Mervezi diye tanınıyordu, ondan sonra kendisine "El-Hafi" yani,yalın ayaklı" demeye başladılar. Artık tüm Ömrü boyunca tövbesini bozmadı. Böylece O güne kadar bir ayyaş olan Hafi, artık dindar ve müslüman şahsiyetler arasında yer aldı.("

GAYRETİNİZ YOK MU?

Muaviye'nin askerleri Enbar şehrine saldırdılar. Şehrin valisi Hessan b. Hessan-i Bekri öldürdüler. Askerler tüm şehri ele geçirdiler. Muaviye'nin bazı askerleri müslüman ve gayr-i müslimlerin evlerine girdiler. Kadınların bilezik, kolye, küpe vb. şeylerini zorla çıkararak yağma ettiler. Onlar ise askerlere yalvarıp yakarmaktan başka bir şey yapamıyorlardı. Daha sonra Muaviye'nin askerleri büyük bir ganimet ile şehirden dışarı çıktılar.

Hiç kimse onlara mukabelede bulunmaya cesaret edememişti. Öyle ki, Muaviye'nin askerlerinden birinin burnu bile kanamamıştı.
Hz. Ali(as)bu üzücü ve acı olayı duyunca oldukça üzüldü. Hemen ateşli bir konuşma yaparak durumu müslümanlara bildirdi. Hazret konuşması esnasında şu manalı sözü buyurdu:
"Eğer bir müslüman bu acı olay sebebiyle ölecek olursa asla kınanmaz. Belki bana göre böyle bir ölüm (müslümana) yakışır bir ölümdür."

Şimdi de günümüze gelelim: Müslüman bir kadın için en değerli ziynet olan baş örtüsüne el uzatan islam düşmanları karşısında vurdumduymaz davranan ve es geçen kimselere ne demeli? Hz.Ali (as) mûslüman kadının mücevheratına el uzatan Muaviye'nin askerleri karşısında ölümü temenni ediyor ve ölümü yaşamaya tercih ediyordu.

İslam ve kur'an'ın mukaddesatından biri olan mûslüman kadının başörtüsüne el uzatan islam düşmanları karşısında alnını bile buruşturmayan müslümanların gayretine ne oldu? Eğer Hz.Ali yaşamış olsaydı kimbilir biz müslümanlara ne derdi?
Tüm müslümanların gayrete geldiği ve islam mukaddesatına uzanan ellerin kırıldığı günleri görmek ümidiyle..."


HANGİ DAVETE İCABET ETMEMELİYİZ?

Hz.Ali'nin hükümeti zamanında Basra'nın valisi Osman b. Hanif-i Ensari idi. Basra'nın eşraf ve a'yan takımından birisinin evinde ziyafet veriliyordu. Rengarenk yemekler, çeşit çeşit içecekler sofralara ayrı bir güzellik ve çekicilik kazandırmıştı. Köle ve cariyeler yemekleri elden ele gezdiriyor, habire gidip geliyorlardı. Bu düğün ziyafetine sadece zenginler çağrılmıştı. Bir tek fakir kimse göze çarpmıyordu.

Yemeğe davet edilenlerden birisi de Basra'nın valisi osman b.Hanif-i Ensari idi. Osman da kimin valisi olduğundan gaflet ederek bu daveti kabul etmiş ve ziyafete katılmıştı. Zira o eğer Hz.Ali'nin valisi olduğunu hatırlamış olsaydı asla bu daveti kabul etmezdi. İslam ve Kur'an'ın gerçek savunucuları olan fakir ve kimsesizlerin davet edilmediği bir ziyafete katılmak müslüman bir idareciye yakışır bir şey değildir.

Hz.Ali bu haberi duyunca çok üzüldü. Hemen Osman'a bir mektup yazarak onu sert bir dille kınadı ve tüm müslümanlara hayat dersi veren şu veciz sözü buyurdu:

"Ben fakir ve fukaranın olmadığı, sadece zenginlerin davet edildiği bir ziyafete katılacağını hiç tahmin etmiyordum!
Biz müslümanlar da işte böyle olmalıyız. Sadece zengin ve eşraf takımının davet edildiği her türlü toplantı ve celeselere katılmamalıyız. İslam'ın gerçek savunucuları her zaman fakirler ve yalın ayaklılar olmuştur.

İslam inkılabı da işte bu mustaz'af İnsanlar eliyle kuruldu. Nitekim İmam Humeyni (r.a)bir konuşmasında şöyle buyuruyor:
"Toprak ve ahşap evlerde yaşayan şu yalınayaklı fakirlerin bir tek saç telini bütün bu saraylarda oturanlara değişmem"


CENNETLİK ADAM

Enes diyor ki; "Birgün Resulullah'ın yanında oturmuş, sohbet ediyorduk. Resulullah bir ara şöyle buyurdu: "Az sonra cennetlik birisi buraya gelecek" Az sonra sağ eliyle abdestini kurulayan ve sol elinin baş parmaklarına da nalinlerini asan yaşlı birisi geldi ve selam verdi. Ertesi gün ve daha sonraki günde hazret aynı şeyi buyurdu ve o yaşlı adam gelip selam verdi.

Her üç gün de orada hazır bulunan Abdullah b.Amr b.As o yaşlı adamın evine gidip amellerini ve manevi makamını yakından görmek istedi.
Abdullah o yaşlı adamın yanına gidip şöyle dedi:Ben babamla küstüm. Tam üç gün eve dönmemeye and içtim. izin verirseniz sizin yanınızda kalmak istiyorum. "Yaşlı adam Abdullah'ın bu isteğini kabul etti ve Abdullah da yaşlı adamın evine gitti.


Abdullah şöyle diyor: "Bu üç gün zarfında yaşlı adamın bir defa dahi olsun kalkıp da özel bir ibadette bulunduğunu görmedim. Sadece yatağa uzanınca Allah'ı zakrediyordu. Gece boyunca dinleniyordu. Sabah namazı için kalkıyor ve abdest alıp namazını kılıyordu o kadar. Ama bu müddet zarfında ondan hiç kimse hakkında kötü bir söz işitmedim.

Herkesin hayrını İsterdi.
Nihayet üç gün sona eriyordu. Yaşlı adamın ibadetleri gözümde o kadar naçiz ve az idi ki, neredeyse onu tahkir edecektim. Onu tahkir etmemek için kendimi zor tutuyordum. Kendisinden ayrılırken şöyle dedim:Ben babamla küsmüş değildim. Resulullah senin hakkında şöyle-böyle buyurdu ve ben de sizleri yakından tanımak İstedim.

Ama senin fazla bir ibadetinin olmadığını gördüm. Bilemiyorum seni bu makama ulaştıran nedir? Resulullah'ın senin hakkında öyle buyurmasına sebeb olan nedir?"

Yaşlı adam şöyle cevap verdi: "Evet benim fazla bir ibadetim yoktur. Ne varsa gözlerinle gördün. Bundan başka bir ibadetim yok benim." Abdullah o yaşlı adamın yanından uzaklaşırken yaşlı adam arkasından kendisine şöyle seslendi:

Benim zahiri ibadetlerim gördüğün şeylerden ibarettir. Ama hiç bir müslümana karşı kin ve öfke beslemedim. Allah'ın kendisine nimet verdiği birisini asla kıskanmadım. Hiç bir müslümanın kötülüğünü istemedim."
Abdullah da şöyle dedi: "Seni Allah'ın rahmet ve lütfuna nail kılan da işte bu hüsn-i niyyetin ve hayır sever bir kimse olmandır. Biz asla senin gibi temiz kalpli ve diğergam olamayız."

BEHLÜL VE ALİMİN BİRİ

Günün birinde Behlül bir alimin ders verdiği yerden geçiyordu. O alim talebelere ders vermekle meşgul idi. Mezkur alim ders esnasında talebelerine şöyle diyordu:
"İmam sadık bir takım şeyler söylemektedir ki ben bunları kabul etmiyorum. Mesela o diyor ki Şeytan cehennemde yanacaktır. Bu olacak şey midir? Zira Şeytan ateşten yaratılmıştır. Dolayısıyla da ateş ile azab görmesi makul bir şey değildir. Belki o başka bir şeyle azap görecektir. Hakeza İmam Sadık diyor ki, Allah görülmez.

O gözle görülmekten münezzehtir. Halbuki bu da doğru değildir. Zira Allah da mevcuttur. Vücudu olan bir şeyin gözle görülememesi kabul edilir bir şey değildir. Hakeza İmam Sadık diyor ki, insanın amellerinin faili bizzat kendisidir. Bana göre bu da doğru değildir. Zira bir çok delillerden de anlaşıldığı gibi her şey Allah'tandır. Dolayısıyla insanın amellerinin faili de Allah (cc)tır."

Behlül bu saçma sözleri duyunca yerden taşlaşmış bir çamur parçasını alarak o alime attı ve kaçtı. Behlülün attığı bu taşlaşmış çamur parçası alimin alnına isabet etti ve alnını yaraladı. O alimin talebleri Behlül'ün ardına düşerek onu yakaladılar ve Harun-ur Reşid'in yanına götürdüler. O alim halifeye dediki:

Behlül bana taşlaşmış bir taş parçası atarak alnımı yaraladı. Ondan şikayetçiyim. "Behlül alime, acaba bana çektiğin acıyı gösterebilir misin? diye sordu. Alim, "sen aklını mı kaçırdın, dert hiç görülür mü? "dedi.

Behlül,o halde derdin yok demektir. Zira eğer mevcut ve var olsaydı mutlaka görülürdü. Sen de bunu söylemiyor muydun? Üstelik sen de topraktan yaratılmış değil misin? Sen demiyor muydun ki hiç bir şey kendi cinsinden olan bir şeyle azab görmez. Ben de sana kendi cinsinden olan bir şeyi attım. O halde canının acımaması ve dert çekmemen gerekmez mi? Üstelik sen insanların amelinin faili de Allah'tır demiyor muydun? O halde seni inciten de ben değilim, belki Allah'tır." diye cevap verdi.
Behlül böylece bir taşla üç kuş vurmuş oluyordu. Bir hareketiyle o alimin üç tane hatasını gözler önüne serdi.
Behlül'ün aklına şaşan Harun-ur Reşit, için İçin güldü ve onu serbest bıraktı."



AKİL'İN İSTEĞİ

Savaik-i Muhrike kitabında şöyle yer almıştır: "Akil (Hz.Ali'nin (a.s) kardeşi) birgün hazretin huzuruna vararak ondan yardım İstedi ve şöyle dedi: Ben muhtacım bana bir şey bağışla ve elimden tut. "Hazret Ali (a.s) ona, "Biraz sabret önce beytulmalı müslümanlar arasında taksim edeyim daha sonra kalırsa sana da veririm." Dedi. Ama Akil ısrar etti ve yine ondan yardım istedi. Hazret Ali (a.s) yanındakilerden birine şöyle buyurdu:

"Akil'in elinden tut ve onu pazarın orta yerine götür. Sonra da ona bir dükkan göster anahtarını kırsın ve içinde ne varsa alıp götürsün!" Akil hiç beklemediği bu durum karşısında, "sen benim bir hırsız olarak yakalanmamı mı istiyorsun?" dedi. Ali (as) ona cevab olarak şöyle buyurdu: "Sen de benim beytulmalden çalmamı istemiyor musun?" Akil de cevab olarak "Ben de Muaviye'nin yanına giderim" dedi. Hazret "beni ilgilendirmez.

Sen bilirsin ve Muaviye" diye buyurdu. Akil de Muaviye'nin yanına gitti. Ondan yardım istedi. Muaviye de ona yüzbin dirhem para verdi ve ona dedi ki, "şimdi de minbere çıkıp Ali'nin sana yaptığını anlat ve sonra da benim sana ihsan ettiğimi söyle" dedi. Akil İse minbere çıkarak halka şöyle dedi: "Ey insanlar, ben Ali'den yardım İstedim, ama o dinini koruyarak bana yardımı reddetti. Ama Muaviye'den yardım istedim o beni dininden Öne geçirdi. Dinini bırakarak bana sarıldı!""'

HALİFENİN YEMEĞİ

Günün birinde Harun Reşid yediği yemeğin bir miktarını kölelerinden biri vasıtasıyla Behlul'e gönderdi. Köle de yemeği alarak Behlülün yanına vardı. Behlül, kölenin bütün ısrarlarına rağmen bir türlü yemeği kabul etmiyor ve yemeyeceğini ifade ediyordu. Köle fazla ısrar edince de Behlül ona şöyle dedi: "Ben yemiyorum,

eğer istiyorsan şu fırının arkasındaki köpeklerin önüne at ki, o zavallı hayvanlar doysunlar. "Köle BehlüTün bu sözüne kızarak şöyle dedi: "Ey ahmak insan, bu halifenin özel yemeğidir. Eğer bu yemeği vezir ve devlet adamlarından birine götürmüş olsaydım bana hediye bile verirlerdi. Ama sen böyle konuşuyor ve halifenin yemeğine karşı küstahlık ediyorsun?"
Behlül ise gayet sakin bir halde ona şöyle dedi: "Yavaş konuşsan olmaz mı?Eğer köpekler bile bu yemeğin halifenin olduğunu duyacak ofurlarsa asla yemezler.

EN FAZİLETLİ AMEL

Allah-u Teala Hz. Musa'ya şöyle hitab etti: "Ya Musa ömrün boyunca benim için bir tek iş yaptın mı?"
Hz. Musa şöyle arzetti: "Yarabbi, ben senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekat verdim ve de daima seni zikrettim."
Allah-u Teala şöyle buyurdu: "Namaz seni cennete götüren bir kılavuzundur. Oruç ise seni ateşten koruyan bir kalkandır. Zekat da senin için bir nurdur. Zikir ve virdin ise senin için süslü cennet sarayları şeklinde tecessüm edecektir."
Hz.Musa arzetti: "Allahım o halde beni kendine mahsus olan şeye hidayet et."

kendisine şöyle hitab edildi: "Allah'ın dostlarına dost ve düşmanlarına karşı da düşman ol"
Böylece Hz. Musa da anladı ki İbadet ve amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve de Allah için buğzetmektir.

MİSAFİRPERVERÜK

Adamın birisi Resulullah'ın yanına vararak aç olduğunu söyledi. Resulullah da onu hanımlarının yanına gönderip kendisine birşey ihsan etmelerini emretti. Ama Resulullah'ın hanımları evde sudan başka bir şeyin olmadığını ifade ettiler. O zaman da peygamber:

"Bu adamı bu gece ağırlayacak kimse yok mu? diye buyurdu. Hz.Ali (as): "Onu bu gece ben ağırlayacağım" diye arzetti.
Hz,Ali (a.s) o misafiri de yanına alarak eve gittiler. Ali (as), Hz.Fatıma(as)'a evde misafire verilecek bir şeyin olup olmadığını sordu. Hz.Fatıma(as) "Evde çocuklar için ayırdığım bir miktar yiyecek var, ama misafiri çocuklarıma tercih ederim" dedi.

Ali (a.s) "o halele çocukları uyut ve çırağı söndür dedi. Hz. Fatıma da çocukları uyuttu ve çırağı söndürüp yemeği misafirin önüne koydu. Hz. Ali (a.s) de ağzını hareket ettirerek adeta birşeyler yiyiyormuş gibi yapıyordu. Böylece misafir Hazretin de yemek yediğini sanıp rahat bir şekilde

yemeğini yemekli meşgul oldu. Misafir doyuncaya kadar yedikten sonra yemekten el çekti. Ama henüz (Allah'ın bereket ve fazlıyla) tabak yemek ile dop-dolu duruyordu. Sabah olunca Ali (as) namaz farizesi için camiye gitti. Namaz kıldıktan sonra peygamber Hz. Ali'ye baktı ve gözlerinden yaşlar döküldü.

Sonra da ona şöyle buyurdu: "Allah-u Teala sizin bu amelinizi çok beğendi ve şu ayeti nazil buyurdu: "Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler." (Haşr/9)
Ayetin muhatabı olanlar ise Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin idi. Allah-u Teala bizleri dünya ve ahirette onların muhiplerinden karar kılsın ve ahirette de onların şefaatinden mahrum etmesin...

İMAM MUHAMMED TAKİ (A.S)VE ALİMLERİN HASEDİ

Abbasi halifesi Mu'tasım zamanında kadı, Ahmed b.Ebi Davud'un çok yakın bir dostu olan Zerkan şöyle diyor: "Günün birinde Ahmed, halifenin yanından dönünce oldukça öfkeli ve kızgın olduğunu gördüm. Kendisine, "Niçin bu kadar öfkeli ve kızgınsın" diye sordum. Ahmed, "Şu imam cevad'ın (Muhammed Taki) elinden bıktım usandım doğrusu, keşke yirmi yıl önce ölseydim de bugünü görmeseydim!" dedi. Ben "Niye ne oldu ki?" diye sordum. Ahmed şöyle devam etti: "Halifenin huzuruna hırsızlık yaptığını kabul ve itiraf eden bir hırsızı getirdiler.

Halife Mutasım haddın nasıl uygulanması gerektiğini sordu. Halife bu soruya cevab vermeleri için tüm alimleri celbetti. Bu sebeble İmam Cevad'ı da davet etmişlerdi. Halife haddin nasıl uygulanması icab ettiğini sorunca biz "Bilekten kesilmelidir" diye cevab verdik. Halife o zaman "deliliniz nedir?" diye sordu. Biz dedik ki, "Zira el kelimesi hem parmaklara ve hem de avucun içine şamil olmaktadır." Nitekim teyemmüm ayeti de buna delalet etmektedir: "Yüzlerinize ve ellerinize sürün" (Nisa/43) Alimlerin çoğu da bizleri teyid ettiler.

Alimlerden bir kısmı da şöyle dediler: "Dirsekten kesmek gerekir. Zira Allah-u Teala da "Ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. (Maide/6) ayetinde elleri dirseklere kadar tayin etmiştir.

"Diğer bazı alimler de ellerinin omuzdan kesilmesi gerektiğini ifade ettiler. Onlar da örfte elin parmak uçlarından omuza kadar delalet ettiğine istidlalde bulundular. Halife bu esnada İmam cevad'a (as) "Bu hususta senin görüşün nedir?" diye sordu. İmam ilkönce halifeden kendisini mazur görmesini istedi. Ama halife ısrar edince imam (as) şöyle buyurdu: "Alimlerin dediklerinin hiç birisi de doğru değildir. Hırsızın baş parmağı dışındaki dört parmağı kesilir.

Halife imama da "delilin nedir?" diye sordu. O da şöyle dedi: peygamber (as) bir hadisinde şöyle buyuruyor: "Secdede insanın yedi uzvu yere değmelidir. Bu yedi yer şunlardır: Alın, iki el,iki diz ve ayakların iki başparmağı. Eğer siz hırsızın elini bilekten veya dirsekten ya da omuzdan kesecek olsanız secde için bir şey baki kalmaz ki? Nitekim Allah-u Teala da şöyle buyuruyor: "Şüphesiz meseldir (secde mahalleri) Allah'a aittir, (cin/18) Allah için olan bir şey ise asla kesilmez.
Mutasım bu hükme sevindi ve de isnamsn fetvası üzere o hırsızın parmaklarını kestiler.

Zerkan daha sonra şöyle diyor: Bu olaydan üç gün sonra Ahmed halifenin huzuruna çıkarak şöyle dedi: "Ya Emir-el müminin sana nasihat etmeye geldim. Zira sana bir hususta nasihat etmeyecek olursam küfran-i nimet suçundan cehemnem ateşinden yanmaktan korkuyorum. "Halife o nasihat nedir?" diye sordu.

Ahmed şöyle dedi: HSen üçgün önce alimlerin hepsini bir araya topladın ve onlardan bir hususta görüşlerini izhar etmelerini söyledin. Sonunda da hepsinin görüşünü reddedip onca görüş ve fetva arasında İmam Cevad'ın görüşünü seçtin ve beğendin. Şu anda da İmamın taraftarı olan bir sürü kimse var. Onların bir fırsatını bulup kıyam etmelerinden ve hilafeti Beni Abbas'tan alarak ona vermelerinden korkuyorum."

Halife bu sözleri duyunca çok öfkelendi. Ahmed'e teşekkür etti. Yazarlardan birine bir ziyafet vermesini ve yine bu ziyafete imam cevad'ı da davet etmesini emretti. İmam bu ziyafete davet ettiklerinde İlkönce kabul etmedi. Ama ısrar ettikleri İçin sonunda kabul ederek ziyafete katıldı

.zalimler imam'ın yemeğine zehir katmışlardı. İmamı yemekten bir lokma alınca yemeğin zehirli olduğunu hemn anladı zehir çok güçlüydü. Hemen İrnam'ın mübarek bedenine etki yaptı. Nitekim İmam bir gün sonra da Allahın rahmetine kavuştu.
Böylece imam hasud bir alim ve zalim bir halifenin eliyim Allah dünya ve ahirette bizleri Kur'an ve Ehl-i beytten ayırmasın..

PEYGAMBER EFENDİMİZİN AHLAKI

Peygamber (as)günün birinde bir yerden geçerken o mahallenin çocukları hazretin etrafını sararak ona şöyle dediler: "Bizi de omuzlarına bindir. Hasan ve Hüseyin'e deve oluyor ve omuzlarına bindirerek gezdiriyorsun. O halde bizi de omuzlarına bindirip doyuncaya kadar gezdirmelisin. Aksi taktirde seni serbest bırakmayız."
Peygamber (s.a.v) orada hazır bulunan Bilal'e şöyle buyurdu: "Çabuk eve git,ne bulursan getir de fidye vererek kendimi bunlardan kurtarayım."

Bilal Hz. Resulullah'ın evine gitti ve az sonra elinde sekiz tane ceviz olduğu halde geri döndü, peygamber-i Ekrem o sekiz cevizi kendisini rehin alan çocuklar arasında taksim etti ve böylece özgürlüğüne kavuştu. Hazret bu esnada latife ederek şöyle buyurdu: "Allah-u Teafa kardeşim Yusuf'a rahmet etsin, onu az bir parayla sattılar, beni de sekiz tane cevize değiştirdiler..."1


İYİLİK VE KÖTÜLÜĞÜN ÖLÇÜSÜ

Günün birinde Hz.Ali (as) ashabına dönerek şöyle buyurdu: "Ben Ömrüm boyunca hiç kimseye ne iyilik ettim ve ne de kötülük" Orada olanlar şaşırıp kaldılar. Nasıl olurdu bu? İslam'ı kabul ettiği çocukluk döneminden şimdiye kadar tüm ömrünü islam ve müslümanlara hizmet ile geçiren bir İnsan nasıl olur da "Ben hiçkimseye iyilik etmedim?" der. Hiç kimseye kötülük etmediği doğrudur. Zira tarih hazretin hayatı

boyunca bir tek (velev ki küçük olsun) hata ve haksızlığına şahid olmamıştır. Ama hazretin hiç kimseye İyilik etmediği inanılır şey değildi. Ashab düşündü taşındı, ama bir türlü bu sözün manasının ne olduğunu bulamadı. Sonunda hazrete "Ey emir-el Müminin biz bu sözün manasını anlayamadık. Bize izah eder misin?" dediler. Hazret ise onlara şu güzel ve ibret dolu sözü söyledi "Herkim birine İyilik ederse bunun mükafat

ve karşılığı kendisine aittir. Hakeza birine kötülük eden kimse ise o kötülüğün cezasını Hindisi görecektir. O kötülüğün kötü akıbeti kıyamette onu Çepeçevre saracak kuşatacaktır.

O halde hakikatte mezkur şahıs kendi kendine iyilik etmiş veya kötülükte bulunmuş olmaktadır. Dolayısıyla da başka birine iyilik veya kötülükte bulunmuş sayılmaz."Hazretİn bu zarif ve binlerce nükte gizli sözünü duyanlar parmaklarını ısırmaktan kendilerini alamadılar. Nitekim Kur'an-i kerim de bu hususta şöyle buyuruyor:

"Artık kim bir zerre ağırlığı hayır yapmışsa görür onu. Ve kim bir zerre ağırlığı şer yapmışsa görür onu" (zilzal/7-8)
O halde birine iyilik eden bir İnsanın ona karşı minnet etmesi ve yaptığı hayrı karşı tarafın daima yüzüne vurması islami bir davranış olamaz ve değildir de.

Belki iyilik eden bir insan, hakikatte kendi nefsine iyilik ettiğini düşünerek sevinmeli, mutluluk duymalıdır. Hakeza insanlara zulmeden zalimler de bununla gurur duymamalı; belki hakikatte kendine kötülük etti diye oturup ağlamalı yaptığı cinayet ve kötülüklerden el çekmelidir. Amellerin tecessümü hakikati de Kur'an ayetleri ve bir çok hadislerin ortaya koyduğu inkar edilmez bir hakikat olup hazretin bu sözünü de teyid ve tekid eder bir konumdadır.

BABAYA SAYGISIZLIĞIN CEZASI

Hz. Yusuf gömleğini kardeşleriyle birlikte babasına gönderince babası o gömleği gözlerine sürdü ve böylece yeniden gözleri açıldı. Hz.Yakub yeniden gözlerine kavuşur kavuşmaz hemen oğullarına Mısır'a doğru harekete geçmelerini emretti. Hz.Yakub oğullarıyla birlikte tam dokuz günlük uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Mısır'a ulaştı.

Yusuf büyük bir şevket ve azametle Mısır'dan dışarı çıktı. Mısır halkından binlercesi de Hz.Yusuf'un ordusuyla birlikte şehrin dışına çıkmışlardı. Hz.Yakub oğlu Yusuf'u bu halde görünce tanıyamadı ve oğlu yehuda'ya "Bu şahıs Mısır'ın firavunu mudur?" diye sordu, yehuda, "Hayır babacığım, bu senin öz oğlun yusuf'tur" diye söyledi.

Hz.Sadık(as) bu hususta şöyle buyurmaktadır: "Yusuf babasını görünce ona ihtiram olsun diye atından inmek İstedi. Ama kendi celal ve haşmetine bir teveccüh edince vazgeçti. Görüşme merasimi sona erince Cebrail Hz.Yusuf'a nazil olarak ona şöyte buyurdu; "Ey Yusuf Allah-u Teala buyuruyor ki sana ne oldu da bizim salih kulumuzun ihtiramına atından aşağı İnmedin? Şimdi de ellerini aç ve gör!

"Hazret ellerini açınca ansızın avuçlarından bir nur yükseldi. Hazret Cebrail'e "bu neydi?" diye sordu. Cebrail "Bu nübüvvet nuru idi. Baban Yakub'a ihtiram göstermediğin için bu nübüvvet nuru senin sulbünden alındı. (Artık senin soyundan peygamber çıkmayacaktır.)

Allah-u Teala babasına saygısızlık ettiği İçin peygamberlik makamını Hz.Yusuf'un soyunda değilde de babasına çok saygılı olan Yusuf'un kardeşi Lavi'nin soyunda karar kıldı. Nitekim Lavi Hz. Musa'nın (as) üç göbek öteden dedesidir.'i"

MEĞERSE HARUN'A AĞLIYORMUŞ?

Günün birinde Behlül Harun'un sarayına girdi. Harun'un tahtını boş görünce hemen geçip onun tahtına oturdu. Aniden Harun'un muhafızlarından biri içeri girmez mi? Behlül'ü Harun'un saltanat tahtında görünce küplere bindi. Hemen Üzerine saldırarak kamçılarla onu dışarı attılar. Behlül ise dışarıda bir köşeye oturup hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Harun Behlül'ün ağladığını görünce muhafızlardan birine onun niçin ağladığını sordu. Muhafız, "Ben içeri girince onun küstahlık edip sizin saltanat tahtınıza oturduğunu gördüm ve bu sebeble de onu kamçılayarak dışarı attım." dedi.
Harun Behlül'ün yanına gidip ona teselli vermeye ve onun kırık gönlünü almaya çalıştı. Ama Behlül gayet temkinli bir halde ona şöyle cevap verdi: "Ben kendim için ağlamıyorum.

Belki senin için ağlıyorum. Zira ben bir kaç dakika o zulüm tahtına oturdum diye bunca dayak ve hakarete uğradım. Şimdi ben de seni düşünüyorum, zira sen yıllardır bu zulüm tahtına oturuyorsun, bu yüzden Allah bilir basına neler gelecek! İşte ben buna ağlıyorum.

ASIL PEHLİVAN KİMDİR?

Günün birinde Allah'ın velilerinden birisi yoldan geçerken dev gibi iri ve cüsseli bir pehlivanı gördü, pehlivan sinirden deliye dönmüş, küplere binmişti. Ağzı köpüklenmiş gözleri kıpkırmızı olmuştu. Onu o şeklide gören bir insan ister istemez ve dehşete kapılmaktan kendini alamıyordu.

Allah dostu olan veli oradaki birine "ne olmuş, bizim pehliva kudurmuş mu?" diye sordu. Adam, "birisi ona sövmüş de, ona kızmış!" dedi. Veli gülerek şöyle dedi: "Bu adam bir ton ağırlık kaldırır da bir tek söze tahammül edemez mil?

ASIL HIRSIZ KİMDİR?

Abbasilerin 7.halifesi Me'mun'a bir dervişin açıkça hırsızlık yaptığını haber verdiler. Me'mun o dervişi yanına celbetti. Dervişin alnında uzun secdelerin ve sürekli İbadetlerin eseri vardı. Me'mun "Bunca ibadet ve secdeye rağmen hırsızlık ettiğin doğru mudur? diye sordu. Derviş, "Ben mecbur kaldığım için bu işe mürtekip oldum.

Zira sen beni hums ve beytulmalden mahrum ettin!" Dedi. Me'mun, "Senin hums ve beytulmalden ne hakkın var?" diye sordu. Derviş ona cevab olarak şöyle dedi: Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "Bilin ki, ganimet olarak ele geçirdiğiniz şeylerin beşte biri muhakkak Allah'ın Resulün yakınların, yetimlerin, yoksulların ve yolcunundur. eğer Allah'a hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün (bedir'de) kulumuza indirdiğimize iman ediyorsanız (ganimeti böyle bölüşün) (Enfal/41)

Derviş daha sonra Me'mun'a şöyle dedi:Ben de yolda Kalmış bir insanım o halde niçin bana humstan ve beytulmalden vermedin?"
Me'mun ona şöyle dedi: "Allah'ın hırsızlık için tayin ettiği haddin uygulanmasını bekle ve de bu boş sözlerini kendine
Derviş ona şöyle dedi; "İlkönce kendini temizle sonra başkasını temizle. Allah'ın haddini ilkönce kendine uygula sonra başkasına!" Me'mun orada hazır bulunan İmam Rıza'ya (as) bakarak şöyle dedi:

"Bu ne demek istiyor?" İmam, MO diyor ki sen de hırsızlık etmişsin, işte bu yüzden ben de hırsızlık ettim." Me'mun şiddetle kızarak şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki elini keseceğim." Derviş, "Sen benim kötem olduğun halde bana bunu yapabilir misin?" diye sordu. Me'mun küplere binerek, "Yazıklar olsun bana, ben mi senin kölenim?" diye sordu. Derviş şöyle dedi: "Senin anneni müslümanların beytulmalından aldılar o halde sen

tüm möslümanların köiesisin. Onlar seni azad etmedikçe köle sayılırsın. Ben de onlardan biri olarak seni azad etmiyorum. Ama sen beytülmali çalarak Ehi-i Beyti ve beni hakkımızdan mahrum ettin. Üstelik günahkar bir insan başka bir günahkarı temizleyemez. Belki günahkarı takva sahibi birisi temizlemelidir.

Boynunda had (şer'i bir ceza) olan birisi kendine had cari kılmadığı müddetçe başkasına had uygulayamaz. Acaba Allah'ın şu kelamını duymadın mı: "Sîz İnsanlara iyiliği emrediyor da kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz kitab okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?" (Bakara/44).
Me'mun bu arada yine imama dönerek, "Bu şahıs

hakkındaki görüşünüz nedir?" diye sordu. İmam Rıza (as)şöyle buyurdu: "Allah-u Teala peygamberine şöyle buyurdu:" Deki "En üstün ve apaçık delil Allah'ındır." (En'am/149) Öyle ki, hiç kimse için bir özür ve bahane bırakmamaktadır. Bu da alimin ilmiyle anladığı gibi cahilin de cahil olmasına rağmen anladığı ve derkettiği bir hüccettir. Dünya ve ahiret delil ve hüccet üzere bina edilmiştir. Bu şahs güzel bir delil getirdi."

Me'mun da sonunda o dervişi serbest bırakmak zorunda kaldı. Ama çok geçmeden tüm tağut ve zorbaların ayrılmaz bir parçası olan zor ve kaba kuvvet mantığına başvurarak İmam Rıza'yı ve onun bazı dostlarını şehid etti. Zalimler tarih boyunca hep aynı metoda başvurmuşlardır. Akıl ve hikmet karşısında bir sözü kalmayınca hak ve hakikat ehlini zindan, işkence vb. vesilelerle susturmaya çalışmışlardır. Onlar bu hareketleriyle Allah'ın nurunu Ötürükle söndurebiteceklerini zannetmişlerdir.

-------
1- Hikuyeler ve ibretler c.2 S.86-87


1
İBRETLİ ÖYKÜLER İBRETLİ ÖYKÜLER



SADIK(AS)'IN MANSURA VERDİĞİ CEVAB

Abbasilerin kan içici ve zalim hükümdarı Mansur-i Devaniki İmam Sadık'a (a.s) bir mektub yazarak şöyle dedi: "Niçin diğerleri gibi sen de bizim yanımıza gelmiyor ve bizimle sohbet etmiyorsun?" İmam Sadık(as) ona cevab olarak şöyle yazdı: "Bizim yanımızda birşey yoktur ki onun için senden korkalım,

senin yanında da ahiret için faydalı birşey yoktur ki ona ümidvar olalım. Sen nimet verilmiş kimselerden değilsin ki seni tebrik edelim, var olan şeyleri de bela ve azab olarak telakki etmiyorsun ki sana başsağlığı dileyelim. O halde senin yanına gelip de ne yapalım?"

Mansur imamın bu çok anlamlı ve sert mektubu karşısında ona şöyle yazdı: "Hiç olmazsa yanımıza gel de bizlere nasihat et." İmam da ona cevab olarak şöyle yazdı: "Dünyayı arzu eden bir insan asla sana nasihat etmez ve ahireti arzu eden bir insan ise asla seninle oturup kalkmaz.

ZALİMDEN BİR ŞEY İSTEMENİri>CEZASI

İmam sadık(as) şöyle buyuruyor: "Hz Musa zamanında zalim bir padişah yaşıyordu. Mezkur padişah bir şahsın aracılığı ile mümin bir kulun ihtiyacını giderdi. Aradan bir müddet geçtikten sonra günün birinde hem o padişah ve hem de o salih şahıs Öldüler. Halk tüm işyerlerini tatil ederek padişahı büyük bir teclil ve tazim iie defnettiler.

Onun için yaz merasimleri düzenlediler. Ama o saiih şahsın cenazesi üç gün boyunca Öylece yerde kaldı. Hiç kimse onu defnetmeye kalkışmadı. Hz. Musa olaydan haberdar olunca AHah-u*Teala'ya şöyle arzetti: "Allahım o padişah senin düşmanın idi, ama bu şahıs senin dostundu. Dostunun cenazesi tam üçgün yerde kaldı, sonunda da kurtlanmaya başladı. Bunun hikmeti nedir?"

Kendisine şöyle hitab edildi: "O salih kulumuz o zalim padişahtan bir İstekte bulundu padişah da böylece mümin bir kulun ihtiyacını giderdi. O zalim padişahın mümin bir kulumun ihtiyacını giderdiği için böylece onun bu amelinin mükafatını verdim. O salih kulum zalim padişahtan bir
istekte bulunduğu için de onu cezaland.rd.m. Bedeninin kurtlanması işte bu amelinin cezasıdır.

EN ZOR ŞEY NEDİR?

Havariler günün birinde Hz.İsa'nın etrafını sararak ona şöyle dediler: "Dünyadaki zorluklar arasında en zor ve müşkül olan şey nedir?" Hz.İsa, "Allah'ın gazab ve hışmı herşeyden daha zordur, "diye buyurdu. Havariler yine sordular: "Kendimizi hangi şey vesilesiyle Allah'ın gazabından koruyalım?"

Hz.isa,"Kendinizi Allah'ın gazabından korumak İstiyorsanız kendiniz de başkalarına gazab etmemeli ve Öfkelenmemelisiniz.
Havariler yine sordular: "İnsanın gazab etmesine sebeb olan nedir?"
Hz.İsa şöyle buyurdu: "Kendini büyük diğerlerini ise küçük görmekdir.

GÜNAHTAN KURTARMANIN SEVABI

İmam sadık(as)şöyle buyurdu: "Şeytan Ben-i İsrail arasında yaşayan abid birini kandırdı ve onu günaha davet etti. Öyle ki, o abid fahişe Bir kadının yanına gidip onunla zina etmek istedi. O kadın ona şöyle dedi: "Günahı terketmek tevbe etmekten daha kolaydır.Üstelik bir tevbenin kabul olup olmayacağı da belli değildir."

Abid şahıs kötü kadının bu sözü karşısında kendine geldi ve günahtan vazgeçti. Mezkur kadın o gece vefat etti. Halk onu gömmekten ictinab ediyordu. Tam üç gün cenazesi Öylece yerde kaldı. Hiç kimse ona gusül verip de onu defnetmeye yanaşmıyordu. Allah-u Teala o kavmin peygamberine şöyle variyetti: "O kadının cenazesine namaz kıl kavmine de söyle ona namaz kılsınlar. Ben ona rahmet ettim ve onu bağışladım. Cenneti ona vacib kıldım. Zira o kullarımızdan birini günahtan kurtardı


İLAHİ AZAB ÖNCE ABİD KULA NAZİL OLDU

İmam Hasan-i Askeri{as)şöyle buyuruyor: "Allah-u Teala Cebrail'e ehli kafir ve günahkar olan bir kabileyi helak etmesini variyetti. Cebrail Allah'a şöyle arzetti: "Allah'ım falan abid kulun dışında hepsini mi helak edeyim?"
Allah-u Teala şöyle buyurdu: "O abidi diğerlerinden daha önce helak et,

Cebrail yine arzetti: "Allah'ım o abidi niye helak edeyim? O oldukça abid ve ibadet ehli biridir!"
Allah-u Teala şöyle buyurdu: "Ona oldukça imkanat ve kudret verdim. Ama o insanları kötülükten sakındırmadı ve onlara iyiliği emretmedi, Günahkar kimselerle oturup kalkıyordu, O halde ilk önce onu helak etmelisin.

DARISI DİYANETİN BAŞINA

Pehlevi Muhammed Rıza Şah Hindistan'a yaptığı gezinin ardından Ayetullah Burucerdi'yi ziyaret etmek meksadıyla kum şehrine gitti. Ama merhum Burucerdi şah ile görüşmekten imtina etti. Şahın adamları oldukça ısrar ettiler. Sonunda da merhum Burucerdi'nin şahla görüşmeyi kabul etmediğini görünce ona şöyle dediler: "Biz şaha senin hasta olduğunu söyleriz, böylece şah da gelip sizi kendi evinizde ziyaret eder."

Ama merhum Ayetullah Burucerdi yine de kabul etmedi ve onlara şöyle dedi: "Ben nasıl olur da Hindistan'a gitmiş, karısı başı açık file binmiş, küfür şehirlerinde gezmiş ve de bu ameliyle müslümanları tüm dünyada hor ve hakir düşürmüş bir insanla mülakat edebilirim?"1"

FEMİNÎZM FİTNESİ VE AYETULLAH BURUCERDİ

Pehlevi Muhammed Rıza Şah Kuran'a aykırı olan, "kadın erkek eşitliği" kanununu İran'da uygulamak ve icra etmek istiyordu. Ama merhum ayetullah Burucerdi şaha karşı çıktı. Şah ile Ayetullah Burucerdi arasında bir takım sözler getirilip götürüldü. Ama hiç bir netice alamadılar. Sonunda şah islam ve Kuran'a aykırı olan bu kanunu uygulamaya karar verdi. Merhum Ayetullah Burucerdi durumdan haberdar olunca hemen etrafındakilere İran'dan çıkmak istediğini ve bu sabeble de bir an önce eşyalarını toplamalarını emretti.

Şah, Ayetullah Burucerdi'nin İran'dan çıkmak istediğini duyunca bu kanunu uygulamaktan vazgeçti. Bir daha da Ayetullah Burucerdi hayatta olduğu müddetçe bu kanunu ağzına almadı. Zira şah Ayetullah Burucerdi'nin İran'dan çıkmasının büyük bir inkılaba sebeb olacağını çok iyi bildiği için hemen bu uğursuz kararını uygulamaktan vazgeçti."

ŞEYTAN'IN KANDIRAMADIĞI İNSAN

Adamın biri rüyasında şeytanı gördü. Şeytan oldukça gazaplanmış ve öfkelenmiş bir haldeydi. Elinde ince - kalın bir sürü ip ve bir takım kopmuş zincirler vardı. Mezkur adam Şeytan'a, o ip ve zincirlerin ne olduğunu sordu.

Şeytan ona Şöyle cevab verdi: "Bu ip ve zincirlerle insanları günaha doğru çekiyorum." Adam, "O halde gazablanmanın sebebi neydi?" diye sordu. Şeytan, "Dün gece Şeyh Ensari'yi bu zincirlerle bağlayıp kendime doğru çekmeye çalıştım. Ama bir türlü başaramadım. Tam yedi defa onu bağladım, ama her defasında da o zincirleri kopardı. Ben de artık ondan Ümidimi kestim. İşte bu kopmuş zincirler Şeyh Ensari'nin kopardığı zincirlerdir."

O şahıs diyor ki, "O zaman ben de şeytana dedim ki, benim zincir ve iplerim hangisidir. "Şeytan şöyle dedi: "Senin gibi insanlar bir tek işaretle geliyorlar. Sizin zincir ve ipe ihtiyacınız yok ki?"
O şahıs uyanınca hemen şeyh Ensari'nin yanına gitti ve ona gördüğü rüyayı anlattı. Merhum Şeyh şükür secdesine

kapandıktan sonra şöyle dedi: "Dün gece hanımım doğum yaptı. Bir takım şeyler almak için bir miktar paraya ihtiyacım vardı. Yanımda emanet olarak verilmiş paradan başka hiç bir şey yoktu. Ben para sahibinin razı olduğunu bildiğim için o paradan bir miktarını almayı düşündüm. Ama tam parayı almak isterken ihtiyat ettim. Tam yedi defa bu ameli tekrar ettim. Sonunda o paradan almamayı ve emanete el sürmemeyi kararlaştırdım. İşte senin rüyanın tabiri budur!"


AYETULLAH SEYYÎD MUHAMMED KAZIM-İ YEZDİ(R.A)

İngilizler Irak'ı işgal ederken halk bu işgale tüm güçleriyle karşı koydular. İngilizlere karşı koyanlardan biri de Necef şehrinin sakinleriydi. İngilizler daha sonra Irak'ı tümüyle kendi ellerine geçirdiklerinde Necefin kahraman halkından intikam afmaya kalkıştı. Bu maksatla İngilizlerin önde gelenlerinden birisi

ve Urvet-ül Vüska kitabının da yazarı olan merhum Seyyid Muhammed KazırrH Yezdi'nin huzuruna vararak şöyle arzetti: "Devlet sizden bir an önce Necef'i terkedip kufe'ye gitmenizi istemektedir. Zira devlet Necef halkını cezalandırmayı düşünmektedir."
Merhum seyyid, "Ben yalnız mı gideyim, yoksa ev halkımla birlikte mi?" diye sordu,
O şahıs, "Siz ve ev halkınız birlikte çıkınız. Dedi.

O zaman da merhum Seyyid şöyle buyurdu: "Bütün Necef halkı benim ev halkım sayılmaktadır. Dolayısıyla da ev halkımın başına gelenler benim de başıma gelmedikçe bir yere ayrılmam." Seyyid'in bu mukavemet ve fedakarlığını
gören ingilizler bu meş'um planlarından vazgeçtiler. Böylece halk Allah'ın bir dostu vesilesiyle İngilizlerin şerrinden emanda kaldılar.

ANNELER BEBEĞİNE ABDESTSİZ SÜT VERMEMELİDİRLER

Şeyh Murtaza-i Ensarinin, şia alimleri arasında Özel bir mevki ve makamı vardır. O büyük bir müçtehid ve fakih idi. Fıkıh ve fekahet aleminin dehalarından biri de şüphesiz ki şeyh Ensari idi.

Günün birinde şeyh Ensarinin bazı dostları annesinin yanına vararak şöyle dediler:"Senin oğlun ilim ve marifet hususunda çok büyük bir makama vardı. Sen ne yaptın da oğlunu böyle terbiye ettin."
Annesi gayet sakin bir halde şu ibretli sözleri söyledi: "Ben oğlumun daha da yüksek bir makama ulaşmasını bekliyordum. Zira hayatım boyunca bir defa olsun ona abdestsiz süt vermedim.

Evet müslüman kadınlar bu hususa çok dikkat etmelidirler. Bütün psikoloji ve psikiyatri kitaplarına bakınız hepsinde de sadece çocuğun dünyaya geldikten sonraki dönemiyle ilgilenmişlerdir. İslam böyle değildir. İslam çocuğun şahsiyet yapısının daha anne karnındayken şekillendiğine inanmaktadır. İşte bu yüzden de önemle vurgulamaktadır ki,

anneler henüz hamile iken yediği lokmasına dikkat etmeli,şüpheli şeylerden kaçınmalı ve çocuğu dünyaya geldikten sonra da abdestsiz süt vermemelidir. Şüphesiz ki anneler bu meselelere dikkat edecek olursa islam aleminde bir çok büyük şahsiyetler ve değerli insanlar yetişecektir.

YANLIŞ DUANIN NETİCESİ

Resulullah hayatı boyunca daim müslümanlardan hasta olanları ziyaret etmiş, onlara hayır duada bulunarak iyileşmeleri için elinden geleni yapmıştır. Yine böyle bir günde kendisine ashabından birinin hasta olduğunu haber verdiler. Hazret hemen vakit kaybetmeden onu ziyaret etti ve hal-hatırını sordu.

Hasta olan şahıs hazrete şöyle arzetti: "Akşam namazını sizinle kıldım. Siz de o namazda "Karia" suresini okudunuz. Ben de bu surenin azametinin tesiri altanda kalarak Allah'a şöyle dua ettim: "Allah'ım eğer ben senin katında günahkar isem ve sen de bana azab edeceksen bu dünyada azab et daha iyi" Duayı ettikten sonra da işte gördüğünüz gibi bu hale geldim.

peygamber şöyle buyurdu:HDoğru bir şekilde dua etmemişsin! Belki şöyle dua etmen gerekirdi: "Allah'ım bana hem dünyada ve hem de ahirette iyilik ihsan et ve beni cehennem azabından koru!"
Daha sonra da peygamber onun iyileşmesi için dua etti ve o da çok geçmeden iyileşti.


ALLAH'IN (CC)MERHAMETİ

Hz.Musa (as) Tur dağına çıkarak şöyle buyurdu: "Ey alemlerin ilahı!" Kendisine "Lebbeyk!" (Yani sana icabet ettim), diye nida edildi. Sonra hazret, "Ey itaatkar kulların ilahı! "diye seslendi. Yine kendisine "Lebbeyk" diye cevab verildi.
Sonunda hazret "Ey günahkarların ilahı!" diye seslendi.
Bu defa ona üç defa "Lebbeyk" diye nida edildi.

Musa(as) Allah-u Tealaya bunun hikmetini sorarak şöyle arzetti: "Bu defa ne oldu da üç defa bu sözü tekrar ettin?"
Kendisine şöyle hitab edildi: "Arifler kendi marifet ve irfanına iyilik sahibi kimseler kendi iyiliklerine ve itaatkarlar ise kendi itaalartna güveniyorlar. Ama günahkarların benim fazlımdan ve ihsanımdan başka bir sıgnakları yoktur. Eğer benim dergahımdan da kovulacak olurlarsa gidip de kimin dergahına sığınsınlar?

SABRIN BÖYLESİ DE VARMIŞ!

Ahnef b. Kays şöyle diyor: "Günün birinde amcam Sasaa'ya karın ağrısından şikayet ettim. Ben amcamın bana acıyıp teselli vereceğini sanıyordum. Ama amcam beni şiddetle kınayarak şöyle dedi: "Ey yeğenim, bir rahatsızlığın olunca başkasına söyleme. Zira eğer derdini söylediğin kimse dostun ise o da üzülür ve rahatsız olur.

Yok eğer düşmanın ise sevinir ve hoşhal olur. Derdini asla kendin gibi mahluk olan ve hacetini gidermekten aciz olan bir kimseye söyleme. Belki seni o derd veya belaya mübtela ve duçar kılan kimseye sığınmalısın ki hacetini gidersin ve sana yardımcı olsun.

Sevgili yeğenim, gözlerimden biri tam kırk yıldır ki hiç bir şeyi görmüyor. Ama bunu hiç kimseye söylemedim. Hatta eşim bile bir gözümün artık görmediğni bilmiyor!"1"

ALİM İŞTE BÖYLE OLMALI!

Kaçar hanedanının ikinci şahı Feth Ali şah büyük bir alim ve merci olan Mirza-i Kumi'ye büyük bir ilgi duyuyordu. Kum'a geldiği her defasında Mirza'yı ziyaret eder ve ondan İstifade ederdi. Mirza da hiç istemediği halde onunla oturur ve kendisine nasihat ederdi. Bir çok defasında şahın göbeklerine kadar uzanan sakalından tutar ve ona şöyle derdi: "Sakın kıyamette bu sakalının yanmasında sebeb olacak bir iş yapmayasın!

"Mirza daima şahtan uzak kaçıyor ve onunla bir yere oturmak istemiyordu. Günün birinde şaha şöyle dedi:" Adaletli ol, zira ben de seninle oturup sohpet etiğim için şu ayete muhatap olamaktan korkuyorum:" zalimlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. (Hud/113) şah ise cevab olarak ona şöyle dedi: Ben bir rivayet duydum ki her kim dünyada bir taşı dahi sevecek olursa ahirette ontinla mahsur olur. Ben de seni çok seviyorum, ümid ederim ki ahirette de cennette seninle beraber olurum."
Birgün şah yine Mirza'yı ziyaret için Kum'a gelmişti.

şahın gözleri kendisine çay ikram eden gence ilişti. Mirza'ya bu "kimdir?" diye sordu. Mirza, "benim oğlumdur" diye cevab verdi. Şah bu genci çok beğendiği için Mirza'ya şöyle dedi:" Benim de bir Kızım var, onu oğluna vermek istiyorum. "Mirza ise ona şöyle dedi:" Benim seninle yakınlık kurmam doğru değildir. Bu isteğinden vazgeç.

"Ama şah oldukça İsrar etti. "Mutlaka kabul etmelisin" diye tutturdu. Mirza da mecbur kalınca şöyle dedi: "O halde bana bir gece mühlet ver de biraz düşüneyim".

Gece yarısı Mirza teheccüd namazı için uyandı. Namaz kılmaya başlarken şöyle dua etti: "Allah'ım ben şahla yakınlık kurduğum taktirde senden uzak düşeceğimi biliyorum. En azından sana olan muhabbetim azalacaktır.

Eğer bu yakınlık zararlı ve razı olmadığın bir şey ise sen oğlumun canını al daha iyi! "Mirza henüz teheccüd namazını bitirmemişti ki ona oğlunun can verdiğini haber verdiler. Mirza da şahın belasından kurtulduğu için şükür secdesine kapandı.
Allah'ın rahmet ve bereketi ona ve onun gibi olan gerçek alimlere olsun...

HARUN VE BEHLÜL

Günün birinde Abbasilerin beşinci halifesi Harun, İmam
Sadık ve İmam Kazım (a.s)'ın mektebinde yetişmiş olan
Behlül'ü huzuruna celbetti. Behlül istemediği halde Harun'un
huzuruna vardı. Harun ona, "Acaba beni tanıyor musun?"
diye sordu. Behlül, "Sen Öyle bir kimsesin ki eğer doğuda bir
zulüm yapılacak olsa ama sen batıda olsan yine de
kıyamette sorguya çekileceksin. Seni tanımamak mümkün
müdür? dedi Harun bu söz karşısında donup kaldı. Bir
müddet sustuktan sonra, "Benim amel ve gidişatımı nasıl
görüyorsun?" diye sordu. Behiül şöyle cevab verdi: "Allah'ın
kitabı aramızdadır. Kendi amel ve gidişatını kur'an ile
karşılaştır. Kur'an şöyle buyuruyor: "Hiç şüphe yok ki iyi
olanlar elbette nimetler içindedirler ve hiç şüphesiz
kötü olanlar da elbette çılgınca yanan ateşin
İçindedirler." (İnfitar/13-14) Eğer amellerin iyi ise akibetin
de iyi olacaktır. Aksi taktirde ise akibetin kötü olacaktır."
Harun, "O halde bizim bunca iyi işlerimiz ne olacak?"

Behiül("Allah şöyle buyuruyor: "Allah ancak korkup sakınanlardan kabul eder." (Maİde/27)
Harun, "O halde Allah'ın rahmetine ne olmuş?"dedi. Behlül, "Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "Doğrusu
Allah'ın rahmeti İyilik yapanlara pek yakındır."

(A'raf/56) diye cevab verdi. Harun,"O halde Resulullah ile olan yakınlığımız ne olacak?" dedi. Behlül, "Allah-u Teala bu hususta da şöyle buyuruyor: "Böylece sur'a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar (veya soybağları) yoktur." (Muminun/101) diye cevab verdi.

Harun,"o halde peygamberin şefaatine ne olmuş?" diye sordu. Behlül, "Bu hususta da Kur'an şöyle buyuruyor" "O gün Rahman'ın kendisine İzin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz." (Taha/109) diye cevab verdi.

Harun, "Bir hacetin varsa söyle de hacetini gidereyim?" dedi
Behlül,"Beni bağışlamanı ve beni cennet ehli kılmanı istiyorum'1 dedi.
Harun, Bu hacetini gidermek benim işim değildir. Ama eğer istiyorsan tüm borçlarını öderim." diye söyledi.
Behlül, "Eğer doğru söylüyorsan halktan zorla aldığm o malların hepsini onlara geri çevir. Sen kendin borçlusun, borçla borç ödenir mi?" diye cevab verdi.

Harun, "Acaba sana Ömrün boyunca hergün maaş vermemi ve masrafların karşılamamı ister misin?"diye sordu.
Behlül, "Her ikimiz de Allah'ın kuluyuz. Allah her ikimizin de sahibi ve mevlasıdır. Senin rızkını temin eden Allah benim rızkımı da temin eder. Bundan hiç mi hiç şüphen olmasın!.

MERHUM MUKADDES KAZİMİ'NİN TAKVASI

"Vesail adlı fıkıh kitabının da yazarı olan merhum Kazimi takva ve zühd de büyük bir makama erişmişti. Ama Fakirlik ve zaruret içinde yaşıyordu. Öyle ki İran şahı o merhumun durumunu öğrenince çok üzülmüş ve birisi aracılığı ile ona bir miktar para göndermişti. Ama merhum Kazimi parayı kabul etmedi

ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Şahın adamları merhumun huzurundan ümitsiz ayrılınca bazı dostları ona niye ağladığını sordular. Merhum şöyle cevab verdi: "Ben şahın halimden haberdar olup da bana para gönderdiğine ağlıyorum. Zira bu benim Allah'a isyan ve masiyet ettiğimi göstermektedir. Hem öyle büyük bir günah ki bu sebeble adım zalimlerin defterine kaydedildi!


HELAL LOKMA ENDİŞESİ

Şah Alauddin kendi zamanındaki alimlerden biri olan Ruknuddin'e hediye olarak bir ceylan gönderdi. Aynı zamanda da ona şöyle yazdı: "Bu ceylandan ye, helal olduğunda hiç şüphen olmasın. Zira onu babamdan miras olarak aldığım bir at ve de kendi ellerimle yaptığım bir okla avladım."

Ama şeyh Ruknuddin o ceylanı kabul etmekten imtina etti ve cevab olarak şöyle dedi: "Benim bir üstadım vardı. Şahlardan biri ona da iki kuş göndererek şöyle demişti: Bu iki kuşu ye, helaldir. Zira onları kendi malım olan doğanla avladım. "Ama üstadım ona şöyle dedi:

"Ben bu kuşları demiyorum ki? Ben senin o doğanının yediği ve beslendiği yiyecekleri düşünüyorum. Kimbilir hangi ihtiyar kadının yumurtasını yemiş ve avlanacak kadar kuvvet kazanmış!" İşte bu yüzden gerçi at sana babandan miras kalmış, ama hangi mazlumun hakkından beslendiğini ancak Allah bilir!"MAKAM SEVGİSİ

Yezid b.Hasin-i Hamedani İmam Hüseyin'in (a.s) yaranından biriydi. Oldukça takvalı ve zahid biriydi. Kerbelada İmam'ın yaranı susayınca Hazretin huzuruna vararak şöyle dedi: "Eğer izin verecek olursanız, Ömer b.Sad'ın yanına gidip ona biraz nasihat etmek istiyorum. İmam ona izin verdi o da Ömer'in yanma gitti.

Yanına varınca ona selam etmedi. Ömer dedi ki: "Ey Hamedani kardeş, niçin yanımıza geldiğinde bizlere selam vermedin" Acaba biz müslüman değil miyiz? Allah ve Resulünü tanımıyor muyuz? Yezid b.Hasin ona şöyle dedi:

"Eğer sen möslüman olsaydın Resulullah'ın ehl-i beytine karşı çıkmaz ve de onları öldürmeye karar vermezdin. Onları it ve domuzların dahi içtiği, yahudi ve nasrani herkesin istifade ettiği şu fırat'ın suyundan mahrum etmezdin? Acaba sen bütün bunlara rağmen yine de müslüman olduğunu mu iddia ediyorsun? Allah ve Resulünü tanıdığını rm söylüyorsun?"

Ömer bu sözler karşısında hiç bir şey diyemedi. Bir müddet öylece başını önüne eğip susa-kaldı ve sonra şöyle dedi: "Ey Hamedani kardeş Allah'a andolsun ki Hüseyin ile savaşan herkesin cehennemi boylayacağını çok iyi biliyorum, Ama Rey şehrinin riyasetinden de et çekemiyorum."

Yezid b.Hasin nasihatin para etmeyeceğini görünce hemen İmamın yanına geri döndü ve ona şöyle arzetti: "Ömer b.Sad sırf makam için sizinle savaşmaya karar vermiş"
Evet Ömer sırf bir şehrin riyaseti aşkına hem dinini ve hemde ahiretini elden verdi. Allah tüm müslümanları bu gibi talihsizlik ve şekavetten korusun ve bizi dünya ve ahirette Kur'an ve Ehl-i Beytten ayırmasın.

İNSAN ÖLÜRKEN

Hz.Ali şöyle buyuruyor: "İnsan Ölümün eşiğine gelince malı, çocukları ve amelleri gözünde tecessüm etmektedir. O insan tecessüm etmiş olan malına bakıp şöyle demektedir: "Allah'a andolsun ki ben seni toplamak için çok zahmet çektim. Büyük zorluklara katlandım.

Şimdi senin nezdindeki ecrim nedir?" Malı,"Sadece kefenin benden alabilirsin." diyecektir. O adam daha sonra çocuklarına teveccüh edecek ve şöyle diyecektir: "Allah'a andolsun ki ben sizleri çok seviyordum. Sizleri elimden geldiğince himaye ettim. Şimdi sizin nezdinizdeki ecrim nedir?" Çocukları da ona şöyle diyecektir: "Biz de seni çok muhteremane bir şekilde
alıp defnedeceğiz."

O adam daha sonra tecessöm etmiş olan amellerine teveccüh edecek ve onlara şöyle diyecektir: "Allah'a andolsun ki ben sana hiç itina etmiyordum. Sen bana oldukça ağır ve zor gelirdin."
Ama ameli ona şöyle diyecektir: "Ben hem kabirde ve hem de mahşerde seninle birlikteyim. Allah hüküm verinceye kadar da asla senden ayrılmayacağım."

VELAYET-İ FAKİH

Ömer b.Hanzale şöyle diyor: "Yakın dostlarımızdan iki kişi birbiriyle İhtilafa düşmüşlerdi. Sonunda da bu ihtilaflarını halletmek için zalim bir idareciye baş vurmuşlardı. Ben zalim bir idareciye müracaat etmenin caiz olup olmadığını İmam Sadık(as)'dan sordum. Hazret şöyle buyurdu:

"Her kim ihtilaflarda, haklı veya haksız davalarda zalim bir hakime baş vurursa hakikatte tağuta baş vurmuş sayılır. Dolayısıyla da onların hükmüyle aldığı her şey onlara haram sayılır. Bu onun sabit bir hakkı da olsa caiz değildir. Zira o hakkı Allah'ın kendisinden uzak durmayı emrettiği bir rejimin eliyle elde etmiştir."
Bu esnada ben hazrete şöyle dedim:"O halde ne yapmalıdırlar?"

Hazret şöyle dedi:"İçinİzden bizim hadisleri rivayet eden helal ve haramlarımız hususunda görüş sahibi olan kimseleri bulmalı ve ahkam ve emirlerimizi tanıyan kimseleri hakim olarak kabul etmelidirler. Ben de böyle kimseleri sizlere hakim olarak tayin ediyorum. O hüküm verir de kabul

edilmezse o zaman Allah'ın hükmü küçük sayılmış olur. Bizleri inkar etmiş sayılır. Bizi red eden
bir kimse ise Allah'ı red etmiş sayılır. Allah'ı red etmek ise O'na şirk koşmak demektir.

TÜTÜN HİKAYESİ

Kaçar hanedanının 4.şahı Nasruddin şah henüz 17 yaşında olan babası Muhammed Kaçar şah'ın ölümünden sonra saltanatın başına geçti. Tam 49 yıl hüküm sürdü. Sonunda hürriyet yanlısı olan Mirza Rıza-i Kirmani tarafından kurşunlanarak öldürüldü. Nasruddin şah da diğer şahlar gibi zalim ve müstebit biriydi. İran'ı yabancıların hizmetine açmıştı.
Nasruddin şah bir ara İngiltere'ye gitti.

Onu büyük bir törenle karşıladılar. Bu gezide Nasruddin şah ingilizler ile bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre İran'ın tütünü tam elli yıl boyuca İngiltere'ye verilecek ingiltere de buna karşılık olarak her yıl onbeş bin İngiliz lirası ödeyecekti. Nadir şah bu anlaşmayı imzaladı. Gerçi zahire bakılırsa bu sadece bir anlaşma idi. Ama hakikatte İngilizler İran'ı ele geçirmek ve batı kültürünü İran'a sokmak istiyorlardı.

Bu oyunu farkeden Ayetullah-il Uzma Muhammed Hasan-i Şirazi (Büyük Mirza) Nasruddin şaha bir mektub yazarak onu uyardı. Ama şah dinler mı? Sonunda Büyük Mirza şu tarihi fetvayı verdi: "Bismillahİrrahmanirrahim, Bugün artık her ne şekilde olursa olsun tütün kullanmak İmam-i Zaman (Hz.Mehdi)'a savaş ilan etmek hükmündedir!"

Büyük Mirza-nın bu tarihi fetvası çok geçmeden tüm İran'a yayıldı. Şahın haremliğindekiler bile Mİrza'nın bu fetvasına itaat ettiler, öyle ki şah günün birinde kızarak "Tütünü de kim haram etmiş, İçiniz, bu sözlere kulak asmayın" dedi. Haremlikteki gayretli kadınlardan biri, "Tütünü, bizleri sana helal eden kimse (Yani nikahımızı kıyan alimlerden biri) haram kılmış." diye cevab verdi.

Sonunda planlarının suya düştüğünü gören şah İngilizler ile imzaladığı anlaşmayı lağvetmek zorunda kaldı. Darısı bizim başımıza!...


BELA DA NİMETTİR

İmam Sadık(as) şöyle buyuruyor: "Günün birinde bir şahıs İslam peygamberini yemeğe davet etti. Resulullah da onun davetine icabet ederek o şahsın evine gitti.

Peygamber aniden duvarın üzerindeki bir tavuğun yumurtladığını gördü. Yumurta duvarın üzerinden düştü ve duvardaki bir çivinin üzerinde öylece durdu. Resulullah bu manzarayı görünce çok şaşırdı.

Ev sahibi peygambere (sav) şöyle dedi: "Ya Resulullah bu yumurtaya mı şaşırıyorsun? Seni hak ile gönderen o Allah'a andolsun ki ben asla bela nedir görmedim."
Resulullah hemen kalkarak o evden ayrıldı. O şahsın yemeğini yemedi ve ona şöyle dedi: "Bela görmeyen bir insana Allah'ın hiç bir ihtiyacı (yanı lütf ve teveccühü) yoktur.

BİLMİYORUM" DEMEK İLMİN YARISIDIR!

İbn-i Cevzi İslam'ın yetiştirdiği büyük ve meşhur hatiplerinden biriydi, Her zaman ki gibi camiye gelmiş müsiümanlara hitab etmek istiyordu. Minberin üç basamak üzerine çıkarak konuşmaya ve müslümanlara hitab etmeye başladı. Minberin hemen altında oturan bir kadın ayağa kalkarak, "Bir sorum var, lütfen cevab veriniz." diye söyledi. Sonra da kafasına takılan soruyu sordu.

İbn-i Cevzi, "Bu meselenin cevabını bilmiyorum" diye cevab verdi.
Kadın, "Sen ki bu sorumun cevabını bilmiyorsun, o halde niçin diğerlerinden üç basamak yukarıda oturdun?"
İbn-i Ceviz ona cevab olarak şöyle dedi: "Ben bildiklerim ölçüsünde üç basamak yukarıya oturdum. Ama eğer bilmediklerimi hesaplamış ve de onlar ölçüsünde basamak çıkmak istemiş olsaydım, en üstün feleğe kadar çıkmam gerekirdi.

GELECEKTE ARAPLAR

Münafıkların başı Eş'as b. Kays günün birinde Küfe mescidine girdi. Emir-el Müminin'in minberin üzerinde oturduğunu ve bazı acemlerin (Arap olmayanlarında oturmuş hazretin sohbetini dinlemekte olduğunu gördü. O Acem müslümanlara hakaret dolu bir eda ile şöyle dedi: "Bu acemler de kimdir, böyle etrafına toplamışsın?"

Hz.Ali onu şiddetle reddederek şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki siz acemleri ilk defa İslam'a davet ettiğiniz gibi çok geçmeden bîr gün gelecek ki bu acemler de sizleri İslam'a davet edecektir!

Gerçekten de bugün bu vade tahakkuk etmiş değil mi? Bütün Arap ülkeleri cahiliyye dönemine dönmüş ve acem olan İranlı hizbullah müslümanlar İslam'ın ilk davetçileri olan arapları yeniden İslam'a davet etmektedir. Evet Allah'ın hiç bir kavim ve soyla özel bir ilişki ve yakınlığı yoktur. Hangi millet İslam'ı gerçek bir şekilde savunur ve Allah yolunda fedakarlık ederse Allah da o kavmi yükseltir ve ona tüm dünyada büyük bir izzet ve şeref ihsan eder. Gerçekten de "İslam yüceltir." diye buyuran Hz. Ali ne de güzel buyurmuştur, öyle değil mi?"

MAKBUL BEDDUA

Yezidin sadık uşağı Ubeydullah b. Ziyad peygamberin aziz torunu Hz.Hüseyin'i şehit ettirdiği zaman 33 yaşında idi. Kerbela faciasından tam dört yıl gibi az bir zaman sonra Ubeydullah b. Ziyad adlı bu habis ve uşak ruhlu dinsiz vali, İslam'ın reşit ve cesur komutanı Malik Eşter'in oğlu İbrahim tarafından cehenneme gönderildi. Muhtar'ın kıyamında onu yakalayarak başını gövdesinden ayırdı ve başını hediye olarak İmam Seccad'a (a.s) gönderdi.

İbn-i Ziyad'ın habis başını İmam Seccad'ın mübarek huzuruna getirdiklerinde hazret yemek yiyiyordu. Bu habis başı görür görmez şükür secdesine kapandı. Daha sonra da şöyle buyurdu: "Bizi esir olarak bu alçağın yanına götürdüklerinde oturmuş yemek yiyordu.

Ben de orada Allah'tan ölmeden önce yemek yerken bu habisin başının bedeninden ayrılmış olduğunu göstermesini istedim. Babamın (Hz.Hüseyin) kesik başını onun yanına getirdiklerinde o da böyle oturmuş yemek yiyiyordu. Bizim intikamımızı alan Muhtar'a Allah büyük sevab versin. Daha

sonra da ashabına da Allah'a şükretmelerini söyledi. Oradakilerden birisi, "Bugün yiyecek helvamız kalmamıştı." diye söyleyince Hazret, "Bugün de bizim kadınlarımız şad ve sevinçlidirler. Düşmanımızın kesik başına bakmaktan daha tatlı bir helva olur mu?

Evet Allah-u Teala peygamberin masum ve aziz evladını içler acısı bir şekilde şehid eden bir zalimden böylece İntikam almış oldu. Zalimler her nedense Allah'ın rahman ve rahim olduğunu biliyorlar da Allah'ın intikam alıcı olduğunu anlamak istemiyorlar bir türlü. Allah'ın selam ve rahmeti Hz.Hüseyin'e ve onun yanından ayrılmayan fedakar ashabına olsun. Allah'ın laneti de o kaniçici zalimlere ve de onların yolunu devam ettiren çağdaş zalimlere olsun.



NEFSİNE HAKİM OLMAK

Günün birinde Hz.Ali (a.s) bir kassabın yanından geçiyordu. Kassab hazrete şöyle dedi: "Çok güzel et getirdim. Eğer istiyorsanız alıp götürün."
Ali (as), "Şu anda param yok!"dedi.

Kassab, "Ben sabrederim, her ne zaman paranız olursa Ödersiniz." dedi.
Hazret şöyle cevab verdi: "Ben karnıma sabretmesini söylerim daha iyi! Eğer karnıma sabretmesini söyleyemeseydim, o zaman sana sabretmeni söylerdim. Ama ben karnıma sabretmesini söylerim."^1

ARİFİN NASİHAT

Adamın birisi ariflerden birinin yanına giderek fakirlikten
yakınmaya başladı. Utanmadan dil döküp kendisinden
yardım İstedi. Arif, Acaba sen bin dinar karşısında kör
olmayı arzu eder misin?" diye sordu. O şahıs, "Hayır" diye
cevab verdi. Arif, "Acaba bin dinar karşılığında lal olmayı

İster miydin?" diye sordu. O şahıs yine "Hayır diye cevab
verdi. Arif yine, "Acaba bin dinar karşılığında iki elinin kesik
olmasını ister miydin?" diye sordu. O şahıs yine, "Hayır1 diye
cevab verdi. Arif yine sordu: "Acaba bin dinara karşılık
olarak deli olmayı ister miydin?" O şahıs yine "Hayır" diye
cevab verdi.

Arif, "Acaba kırkbin dinarın olduğu halde dil döküp
dilenmeye utanmıyor musun?" dedi.

ABİD KUL VE HIRSIZIN BİRİ

Ben-i İsrail arasında tam kırk yıldır hırsızlık yapan birisi vardı. Günün girinde Hz.İsa (a.s)ile büyük bir abid olan havarilerinden birinin bir yere doğru gitmekte olduğunu gördü. Kendi kendine şöyle söylendi: "Bu şahıs (Yani Hz.İsa) bir peygamberdir. Arkasından giden bu şahıs da büyük bir abiddir.

Ben de onların ardına düşeyim ve üçüncü şahıs olayım. "Hemen onlara doğru hareket etti. Ama tam abide yanaşmak isterken kendini küçümseyerek, MBen bir hırsızım, benim gibi kimseler onun yanında değil arkasından hareket etmelidir" diye söyledi. Abid hırsızın bir an kendi yanına geldiğini hissedince kendini kenara çekti ve öne geçti. Dolayısıyla o hırsız da onun ardından hareket etti.

Allah-u Teala peygamberine şöyle vahyetti: "Seninle birlikte hareket eden o iki kişiye söyle sizin geçmiş amellerinizin tümünü sildim. Amellerinize yeni baştan başlayın, önceki amelleriniz yok oldu. O abid kendini büyük gördüğü için tüm iyi amellerini yok ettim. Ama o hırsızın tüm günahlarını ise tevazu ve alçak gönüllülük ettiği için bağışladm."
Hz. İsa vahyi o iki şahısa iletti. O hırsız da orada tevbe etti ve Hz.isa'nın havarilerinden biri oldu.

BEDDUA DEĞİL DUA

İbrahim Etruş adında birisi şöyle diyor: "Büyük bir arif olan ma'ruf Kerhi ile Dicle nehrinin kenarında oturmuş sohpet ediyorduk. Aniden bir kayık göründü. Kayıktakiler dansediyor, serseriler gibi eğleniyorlardı. Orada hazır olanlar bu günah dolu manzara karşısında oldukça rahatsız oldular. Onlardan biri Kerhi'ye dönerek şöyle dedi: "Acaba onların açıkça günah işlediğini görmüyor musun? onlara beddua etsene!"

Kerhi ellerini göğe kaldırarak şöyle dedi: "Allah'ım bunları bu dünyada sevindirdiğin gibi ahirette de sevindir."
Oradakiler ona itiraz ederek şöyle dediler: "Biz senden beddua etmeni istedik, dua etmeni değil."
Kerhi onlara şöyle dedi: "Allah'ın onları ahirette şad etmesinin manası nedir hiç biliyor musunuz?" Yani Allah onları tevbeye muvaffak kılsın. Tevbe edince de tevbeleri kabul olsun ve neticede ahirette şad ve saadet ehli olsunlar."'!"

ALLAH'IN SEVDİĞİNİ SEV

Peygamberin ashabından olan Cabir b. Abdullah-i Ensari (r.a) İmam bakır'ın (a.s) zamanına kadar yaşadı. Ama artık oldukça zayıflamış, halsizleşti. Birgün İmam Bakır (a.s) ona şöyle dedi: "Halin nasıldır, iyi misin?"
Cabir şöyle cevab verdi: "Ben öyle bir haldeyim ki yaşlılığı gençlikten, hastalığı selametten ve ölümü yaşamaktan daha çok seviyorum."

İmam Bakır (a.s) şöyle dedi: "Ama ben Allah'ın sevdiği şeyi severim. Eğer yaşlılığı isterse ben de onu severim. Eğer gençliği isterse ben de onu severim. O hangisini benim için İster ve severse ben de onu severim.


Daha sonra şöyle dedi "Birgün Selman Hz. Ali'nin yanında "Ben ölümü yaşamaktan daha çok seviyorum." dedi. Ama Ali (a.s) ona şöyle dedi: "Ama ben, Allah ölüm ve hayattan hangisini benim için dilerse onu severim.

KARNINDA BİR LOKMA HARAM OLANIN DUASI KABUL OLMAZ

Hz.Musa günün birinde bir yerden geçerken birini gördü ki, ellerini göğe kaldırmış içten dua ediyordu. Gözlerinden yaşlar dökülüyor ah-u figan ediyordu. Hz.Musa o şahsı bu halde görünce içi yandı, ona çok acıdı ve Allah'a yönelerek şöyle arzetti:" Allah'ım, bu senin kulundur. Bak sana nasıl da ah-u figan etmekte ve ellerini sana doğru kaldırmış hacetini gidermesini istemektedir. Sen de onun hacetini gider."

Allah-u Teala ona şöyle vahyetti: "Eğer o ellerini göklere kadar da kaldırsa, yeryüzündekilerin hepsi kadar da ağlasa ve nefesi kesilinceye kadar ah-u figan eylese yine de onun hacetini gidermem."
Hz. Musa bunun sebebini sorunca da ona şöyle vahyedildi: "Bu şahıs ısrarla insanlara zulmetmekte ve onların malını zorla almaktadır, hem karnı ve hem de evi haram ile doludur."

O şahsın evini aradıklarında sadece 16 dirhemin olduğunu gördüler.'
Evet şunu iyice bilmemiz gerekir ki, bir lokma haram yiyen bir insanın asla duası kabul olmaz Allah tüm müslümanları bu günahtan korusun.

GÜNAHA RIZA GÜNAHTIR!

Muhammed b.Erkat şöyle diyor: "İmam Sadık'ın (as) huzuruna vardım bana, Kufe'ye gidip geliyor musun?" diye sordu. Ben, "Evet" diye cevab verdim. Hazret, "Acaba Kufe'de İmam Hüseyin'in katillerini görüyor musun?" diye sordu. Ben şaşırarak, Onlardan hiç kimse baki kalmadı ki, hepsi öldü. "diye cevab verdim.

Hazret söyle dedi: "Sen katilin sadece birini Öldüren veya birinin öldürülmesine yardımcı olan biri olduğunu mu zannediyorsun? Kur'an peygamber'e hitaben şöyle buyurmaktadır: "De ki, benden önce nice peygamberler apaçık belgeler ve söylediklerinizle geldi. Eğer siz doğru idiyseniz, şu halde onları niye öldürdünüz?" (Al-i İmran/183)">
Halbuki peygamber zamanındaki Yahudiler hiç bir peygamberi öldürmemişlerdi.

Ama sırf ecdad ve atalarının bu cinayetlerin razı oldukları için Kur'an onları da katil olarak tanıtmaktadır. Kur'an mantığına göre bir günahı işleyen kimse ile o günaha razı olan kimse o günaha ortaktırlar. Dolayısıyla da İmam Hüseyin'in katillerine sevgi besleyen kimseler de onlarla bu tarihi cinayet ve faciada ortaktır ve kıyamette de onlarla birlikte haşrolacaktır.

Allah bizleri İmam Hüseyin'in dostu, katillerinin ise düşmanı kılsın. Şüphe yok ki İmam Hüseyin'i katledenler ve onların dostları ebedi olarak cehennemi boylayacak olanlardır. Allah bizleri onların şerrinden korusun ve habis ruhlu Yezid'i tarih boyunca müslümanlara Emir-el Müminin diye yutturmaya çalışanlardan beri kılsın.

ZALİMİN SONU!

Emevilerin 10. halifesi Hişam b. Abdulmelik oldukça mağrur ve zalim biriydi, Beytulmaldan büyük harcamalar yapıyor, har vurup harman savuruyordu. Medine'de yaşamakta olan İmam Bakır'ı da (as) zehirleterek şehid etti.

Ehl-i Beyt'e elinden gelen zulmü yaptı. Zeyd B. Ali'nin şanlı kıyamında binlerce inkılapçı müslümanı al kanlara boyadı. Zeyd'i de şehit ettikten sonra mübarek başını gövdesinden ayırdı ve başsız bedenini aylarca (bir rivayete göre yıllarca) darağacına astı. Sonunda da bedenini yaktılar ve küllerini rüzgara savurdular.

Ama gel gör ki günün birinde Allah'ın kudret eli yakasına sarıldı ve Hişam geberip gitti. Yerine yeğeni Velid b. Yezid tahta oturdu. Velidin amacası olmasına rağmen Hİşam'dan nefret ediyordu. Öyle ki ona gusül bile vermedi. Onu kefenlemedi. Çok uzun bir müddet Hişam'ın bedeni öylece orta yerde kala-durdu. Sonunda Hişam'ın leş bedeni kokmaya başladı. Oldukça çirkin bir surete büründü. Hiç kimse gidip de onu gömmeye yanaşmıyordu.

Sonunda da tıpkı köpek leşi gibi bir çukurun içine attılar ve üzerini toprakla örttüler.
Evet bir zalim akibet ne hale geldi. Zalimler bundan büyük bir ibret almalı iken yine de bildiğini okumaya devam ettiler. Ama şu tarihi kesin bir hakikattir ki başkalarından ibret almayanlar daima başkalarına ibret olmuşlardır!...


ERKEK ÇOCUĞU NİMET KIZ ÇOCUĞU İSE RAHMETTİR!

Hasan b. Said şöyle diyor: "Dostlarımızdan birine Allah bir kız çocuğu verdi. Günün birinde mezkur dostumuz İmam Sadık'ın (a.s) huzuruna gitti. İmam onun rahatsız olduğunu sezinleyince ona şöyle buyurdu: "Eğer Allah-u Teala farzen sana, ben mi senin için seçeyim yoksa sen mi kendin için seçeceksin.diye vahyedecek olursa sen ne cevab verirsin?"

O şahıs, "Elbette derim ki Allah'ım sen benim için neyi seçer ve beğenirsen o güzel ve iyidir." dedi.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: "O halde şimdi Allah-u Teala senin için bir kız çocuğu seçmiş ve beğenmiştir. Sen Hz. Musanın Kur'andaki destanını okumadın mı? Hz. Musa o erkek çocuğun öldürülmesinin sebebini sorunca kendisine şöyle denildi: "Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledik." (Kehf/83)

Allah-u Teala o erkek çocuğun yerine onlara bir kız
çocuğu verdi. (Bu kız onlar için hayır ve bereket kaynağı İdi.) Nitekim bu kızın neslinden tam yetmiş peygamber vücuda gelmiştir.'11

EMANETE RİAYET

peygamber Hicri 7. yılda Heyber kalesini fethetmek için binaltıyüz kişilik bir güçle Hayber bölgesine doğru harekete geçti. Ama bir türlü Hayber kalesini fethedemediler. Bu yüzden bir müddet o çöllerde kalmak zorunda kaldılar. Sonunda yiyecek açısından büyük bir darlığa düştüler.

Öyle ki, müslümanlardan bazısı katır ve at gibi eti mekruh olan hayvanların etini yemek zorunda kaldılar, Bu esnada Hayber yahudilerinin sürüsünü otlatan çoban peygamberin huzuruna vardı ve müslüman oldu. Daha sonra Hazrete şöyle dedi: "Bu koyunlar yahudilerindir, ben sizin ihtiyarınıza bırakıyorum."

Ama İslam peygamberi büyük bir insanlık örneği sergileyerek şöyle cevab verdi: "Bu koyunlar sana emanet olarak verilmiştir. Bizim dinimizde ise emanete hıyanet etmek caiz değildir. O halde bir an önce bu koyunları kaleye götür ve sahiplerine teslim et."
O çoban da peygamberin açık emri üzere hemen koyunları kaleye götürüp sahiplerine teslim etti ve sonra da eli boş bir şekilde müslümanların yanına geri döndü.

Evet, İslam'da emanete hiyanet çok şiddetli bir şekilde kınanmış ve hain sert bir dille red edilmiştir. Allah-u Teala bizlere İslam'ın bu ulvi buyuruklarıyla amel etmeyi nasib etsin....

KORKU İNSANI ZELİL EDER

Abdullah b. Ömer Osman'ın hilafetinden sonra Hz. Ali'ye (a.s) bey'at etti. Ama Cemal savaşı meydana gelince Hz. Ali'ye olan bey'atından elçekti ve bacısı Sefine'ye iltica etti. Abdullah bacısına daima şöyle diyordu: "İbadet ve kulluk beni savaş ve ata binmek hususunda aciz bırakmıştır. Ben ne Ali'den ve ne de onun düşmanlarından yanayım."

Haccac b. Yusuf-i Sakafi Mekke'ye girdiği zaman Abdullah b. Zubeyr'i darağacına astı. Bunu gören Abdullah gece yarısı Haccac'ın yanına vararak şöyle dedi: "Elini uzat da Abdulmeiik adına sana bey'at edeyim. Zira Resulullah, "Her kim boynunda bey'at olmaksızın ölürse cahiliye üzere ölür." diye buyurmuştur.

Haccac ona ayağını uzatarak, "Ayağımı tut ve bey'at et, zira elim meşguldür!" dedi.
Abdullah, "Benimle alay mı ediyorsun?" dedi.

Haccac ona şöyle dedi: "Ey Adi kabilesinin ahmak kulu, sen Ali gibi birine bey'at etmedin. Şimdi de gelmiş bana böyle diyorsun." Acaba Ali senin zamanının imamı değil miydi? Allah'a andolsun ki sen peygamberin buyruğu üzere buraya gelmiş değilsin. Belki İbn-i zubeyr'in asıldığı darağacının korkusundan buraya gelmiş bulunuyorsun."'1"
Allah-u Teala tüm müslümanları insanı zillet ve meskenete düşüren korkudan beri kılsın...

BAŞKALARINA DUA ETMENİN FAZİLETİ

Abdullah b. Senen şöyle diyor: "Ka'benin yanından Safa tepesinden geçiyordum. Aniden epeyce yaşlanmış olan Abdullah b. Cundeb'i gördüm. O sürekli başkalarına dua ediyor, onların adını bir bir zikrediyor ve Allah'tan onları bağışlamasını istiyordu. O kadar çok kimseye dua etti ki ben onları bir türlü sayamadım.

Duası bitince ben yanına gittim ve şöyle dedim kendisine: "Sizin dua ile meşgul olduğunuz şu haliniz gibi güzel ve iyi bir manzara görmedim. Ama beni bir şey üzdü!"

İbn-i Cündeb, "Sizi üzen nedir?" diye sordu.
"Sen din kardeşlerinden bir çoğu için dua ettin. Ama kendin için bir tek defa olsun dua ettiğini işitmedim." Dedim.
İbn-i Cündeb şöyle dedi: "Ey Abdullah mevlam İmam Sadık şöyle buyuruyor: "Her kim mümin bir kardeşinin gıyabında onun İçin dua ederse göklerden bir nida gelir (yani Hak münadisi şöyle nida eder)

"Ey dua eden kimse kardeşlerin için Allah'tan istediğin şeylerin aynısı sana da vardır ve senin için onların yüz bin katı daha fazlası da vardır."
İşte ben de bu yüzden yüzbin kat sevabın garanti ve emanetini bırakıp da icabet edilip edilmeyeceği dahi malum olmayan bir duaya sarılmayı hiç sevmiyorum.

2
İNANÇLARIMIZ:NASIR MEKARİM ŞİRAZİ İBRETLİ ÖYKÜLER İBRETLİ ÖYKÜLER



İMAM HUMEYNİ'NİN TARİHİ CEVABI

İmam Humeyni(r.a) 5 Haziran 1970 tarihinde şah'ın uşakları tarafından tutuklanarak zindana atıldı. Savak teşkilatının kurnaz başkanı pakrevan, İmam'ı Şah ile görüştürmek istiyordu. Ama her ne yaptıysa İmam'ı bu komplosuna alet edemedi. Sonunda Rovgani beyi vasıta kıldı ve ondan gidip İmam'ı Şah'la görüşmeye razı etmesini söyledi.

Rovgani bey zindanda İmam ile görüşerek ona şöyle dedi: "Eğer siz Şah ile görüşecek olursanız kimbilir belki tüm ihtilaflar hallolur. Böylece aramızdaki buzlar erir ve alimlerin tüm istekleri temin olur."

İmam Humeynİ ona cevab olarak şu tarihi cümleyi buyurdular: "Şah'ın adamları ülkeyi islah etmek için benim şahla görüşmemi istemiyorlar. Onların da bildiği gibi halk şah'tan nefret etmektedir. Öyle ki şah'ın yüzüğü denize düşse "Deniz necis oldu" demektedirler. İşte onlar bu yüzden istiyorlar ki ben de şah ile görüşeyim ve bu amelim ile de tıpkı şahın toplum içinde düştüğü o hale geleyim."

BİR ALİMİN ÖLÜMÜ

Kaçar hükümeti zamanında zalim hükümet Şiraz şehrine dinsiz ve fasık bir vali tayin etti. Bu dinsiz vali şehre gelince bu makamını kutlamak için bazı önde gelen kimseleri ve de yerli yahudileri kutlama törenine davet etti. Bunlar sabahlara kadar içip eğlendiler, yiyip dansettiler.

Bu törene katılanlardan bir iki kişi aynı zamanda asrın büyük müçtehidlerinden biri olan Hacı Mirza Hüseyn-i Yezdi'nin cemaat namazlarına da katılıyordu. Bu haberi alan rabbani alim Cuma günü namazdan sonra minberin basamaklarının birinde oturarak hüngür hüngür ağlamaya başladı. Sonra da, "Ben namaza katılan bazı kimselerin, Yahudi ve dinsizlerin düzenlediği o skandal törene katıldığını duydum. Siz müslüman değil misiniz? Niye Allah'ın emrine itaat etmiyorsunuz.

Siz benim canımı tehlikeye attınız. Dün akşam sabahlara kadar uyuyamadım." dedi. Daha sonra ikindi namazını kıldıracak hali olmadığından camiden ayrıldı ve eve gitti. Çok geçmeden hastalandı ve yataklara düştü. Tabib onu etraftaki bağlarda gezdirmelerinin iyi olacağım söyledi.

Onu alıp Şiraz'ın etrafındaki bağların birine götürdüler. Bu esnada alimlerden biri Mirza'nın evine gelip onu ziyaret etmek istedi. Ona Mirza'nın çok ağır hasta olduğunu söylediler. Bu esnada birisi bu alimin yanına gelerek, "Benim bir miktar sermayem var, onu işletecek olursam bana bir faydası olur mu?" diye sordu.

O alim,"Sizin asıl sermayeniz Hacı Mirza Hûseyn-i Yezdi idi. O da bazı kimselerin işlediği günah sebebiyle hasta düşmüştür. Ve bu ızdırab onu mutlaka öldürecektir" dedi.

Gerçekten de çok geçmeden bu rabbani alimin vefat ettiğini söylediler.^"
Bu hikayeyi de toplumda işlenen günahlar karşısında hiç mi hiç üzülmeyen ve daima müslüman kardeşlerinin hata ve yanhşlıklarıyia ilgilenen sözde alimlere takdim etmek gerekir herhalde.

ALLAH'TAN GAYRİSİNE GÜVENMEK OLMAZ!

Yusuf (as)'ın kardeşleri Yusuf'u kuyuya atmak istediklerinde Yusuf için için gülmeye başladı. Yusuf'un kardeşlerinden biri olan Yahuda şaşırarak ona, "Neye gülüyorsun? Burası gülünecek yer mi?" dedi. Yusuf (a.s) ona şu ibret dolu kısa sözü söyledi: "Ben günün birinde sizin gibi güçlü kardeşlerim varken hiç bir kimsenin bizlere düşmanlık edemeyeceğini düşünmüş, bununla gururlanmıştım. Ama şu anda Allah-u Teala kendi kardeşlerimi bana musallat etti ki ben Allah'tan başka hiç kimseye güvenmemeyi ve Ondan başka hiç bir kula itimad etmemeyi öğreneyim.'!'

İşte Yusuf (a.s) Allah'a böyle itimad edince Allah da onu kuyudan kurtardı. Ona dünya ve ahiret izzetini verdi. Öyle ki Yusuf (a.s) vefat ettiğinde hazretin cenazesi hususunda ihtilafa düştüler. Her kabile, "Yusuf bizim topraklarda defnedilmelidir" diyordu. Sonunda hazreti Nil nehrinin içine gömdüler. Böylece sular o hazretin bedeninin üzerinden geçsin ve tüm topraklarımıza bereket ihsan etsin diyorlardı. Evet gerçekten de insan Allah'a hakkıyla itimad edecek olursa Allah-u Teala mutlaka ona yardım eder ve onu her durumda korur, imdadına yetişir...

KUR'AN'IN YANLIŞ ANLAŞILMASI

Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) Ömer b. Müslüm adındaki bir dostunun halini sordu. Orada olanlardan biri, "O ibadete yönelmiş ve ticareti terketmiştir." diye cevab verdi. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: "Eyvahlar olsun ona İş ve gücünü terkeden bir insanın duasının kabul olmayacağını bilmiyor mu?"

Hazret daha sonra şöyle devam etti: "Kim Allah'tan korkup sakınırsa (Allah)ona bir çıkış yolu gösterir. Ve onu hesaba katmadığı bir yönden de rızıklandırır kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter." (Talak/2003) ayeti nazil olunca ashabdan bazısı evlerine kapanarak ibadete koyuldular. Onlar, "Allah bize yeter" diyorlardı peygamber bunu haber alınca onlara şöyle dedi: "Sizi bu işe sevk eden nedir?"

Onlar, "Talak suresinin mezkur ayetleri mucibince Allah bizim rızkımızı tekeffül etmiştir. Bu yüzden biz de ibadetle meşgul olduk." Dediler.
peygamber onlara şöyle dedi: "İş ve gücünü terkederek ibadete koyulan insanın duası asla kabul olunmaz, kalkın ve iş-gûcûnüzûn peşine düşün.

AKIL NEDİR?

İmam Sadık (a.s)'ın dostlarından biri hazrete, "akıl nedir?" diye sordu. İmam ona cevab olarak şöyle dedi: "Akıl Öyle bir şeydir ki, insan onunla Rahman'a ibadet eder ve onun vesilesiyle de cenneti kazanır."
Mezkur şahıs, "O halde Muaviye'de olan akıl değil miydi?" diye sordu.
Hazret şöyle buyurdu: "Muaviye'de olan kurnazlık ve şeytanlık idi. Akıl gibi gözükmektedir, ama akıl değildir.

SEVAB İBADETE GÖRE DEĞİL AKLA

Süleyman-i Deylemi şöyle diyor: "İmam sadık'a Talan şahıs İbadet, diyanet ve insani değerler hususunda şöyle böyledir." diye arzettim. Hazret, "Aklı nasıldır?" diye sordu. Ben, "Bilmiyorum?" diye cevab verdim. Hazret, "Sevab akla göredir." diye bu yurdu.
Hazret daha sonra şöyle devam etti: "Bil ki israil oğullarından birisi yemyeşil ve bayındır adaların birinde yaşıyordu. Gece gündüz Allah'a ibadet ediyordu. Oradan geçmekte olan meleklerden biri,

"Allah'ım bu kulunun kendi katındaki sevabını bana göster." diye arzetti. Allah-u Teala o abidin sevabını meleğe gösterdi ama o melek mezkur abidin sevabını umduğundan çok daha az buldu. Ama bunun ne hikmeti olduğunu da bilmiyordu. Meleğe, "onunla birlikte ol" diye vahyedildi.
O melek de bir insan suretine bürünerek abidin yanına vardı ve Abid ona, "Sen kimsin?" diye sordu. Melek, "Ben de senin gibi abid bir kulum. Senin makam ve mevkini duyunca

yanına geldim ki birlikte Allah'a ibadet edelim." dedi. O günden sonra melek o abid İle birlikte kaldı. Sabah olunca melek, "Ne kadar da güzel bir yerdeyaşıyorsun. İbadet için çok güzel bir yeri seçmişsin" diye söyledi. Abid, "Burada sadece bir eksiklik var." Dedi. Melek, "Ne eksiktir?" diye sordu. Abid şöyle dedi. "Allah'ın otlatılacak hiç bir hayvanı yok. Eğer bir eşeği olsaydı bunca otlar telef olup gitmezdi."

O zaman da Allah o meleğe, "Ben akıllara göre sevab veririm." diye vahyetti. Böylece melek o abidin sevabının neden çok az olduğunun hikmetini anlamış oldu.
Hakeza peygamberimiz de (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Size birinin iyi olduğunu haber verdiklerinde aklının iyilik ve güzelliğine bakın. Zira insanın sevabı aklı kadardır.


DUANIN KABUL OLMAMASININ SEBEBLERİ

Günün birinde İbrahim Edhem Basra pazarından geçerken bazı kimseler onun etrafını sararak ona şöyle dediler: "Ey İbrahim, Allah-u Teala, "Beni çağırın ki ben de sizlere icabet edeyim" diyor. Ama biz her ne kadar Allah'a dua ediyorsak da bir türlü duamız kabul olmuyor. Bunun sebebi nedir:"

İbrahim şöyle cevab verdi: "Duanızın kabul olmamasının sebebi şu on şeydir:
1) Siz Allah'ı tanıdınız, ama hakkını eda etmediniz.
2) Kur'an kıraat ettiniz ama onunla amel etmediniz.

3) peygamberi sevdiğinizi iddia ettiniz, ama onun evlatlarına düşman kesildiniz.
4) Şeytan ile düşman olduğunuzu iddia ettiniz, ama amelde onunla işbirliği ve muvafakat ettiniz.
5) Cennete büyük bir iştiyak ve arzunuz olduğunu İddia ettiniz, ama ona girmek için hiç bir şey yapmadınız.
6) Cehennem ateşinden korktuğunuzu iddia ettiniz, ama bedenlerinizi kendi ellerinizle cehennem ateşine attınız.
7) Başkalarınızın ayıplarıyla uğraştınız, ama kendi ayıplarınızı unuttunuz.

8) Dünyayı sevmediğinizi ve ona buğzettiğinizî iddia ettiniz, ama büyük bir hırs ve tamahla dünya malını toplamaya koyuldunuz.
9) Ölümü ikrar ediyor ve hak olduğunu söylüyorsunuz, ama kendinizi ona hazırlamıyor ve kendiniz için hiç bir hazırlık görmüyorsunuz.
10) Ölüleri defnediyorsunuz, ama onlardan asla ibret almıyorsunuz. İşte bu on şey sizin dualarınızın kabul olmasını Önlemekte ve icabete mani olmaktadır.

FAKİRİ HORLAMANIN GAZASI

Adamın birisi eşiyle oturmuş tavuk yiyorlardı. Aniden kapı çalındı. Ev sahibi kalkıp kapıyı açtı. Gelen bir fakir idi, ondan yardım ve yiyecek bir şeyler istiyordu. Ama ev sahibi ona kızarak kovdu. Çok geçmeden bu zengin ev sahibi fakir düştü ve hanımını boşamak zorunda kaldı. Hanımı da gidip başka biriyle evlendi.

Mezkur kadın yeni kocasıyla oturmuş yemek yiyordu. Ve yemekleri de tavuktu. Aniden kapı çalındı. Kadın kalkıp kapıyı açtı. gelen bir fakir idi ve ondan yiyecek bir şeyler istedi. Kadının kocası İstersen bu tavuğu ona verelim. Günahtır zavallı kimbilir kaç gündür boğazından bir şey geçmemiştir?" dedi kadın da tavuğu alarak kapıdaki

o fakire verip kapıyı kapadı ve kocasının yanına geri döndü. Kadın geri dönünce kocası onun ağladığını gördü. Hanımına niçin ağladığını sorunca kadın şöyle dedi: "Bu fakir benim eski kocamdı." Sonra da eski kocasının günün birinde kapılarına gelen bir fakiri nasıl da horladığını ve incittiğini anlattı. Kadın sözlerini bitirince yeni kocası ona şöyle dedi:"Allah'a andolsun ki ben, o kapınıza gelen ve de kocanızın horladığı fakirin bizzat kendisiyim!

EN KÖTÜ ŞEY NEDİR?

Üstad öğrencisine, "Söyle bakayım, alemde en kötü şey nedir?" diye sordu. Talebe, "Fakirlik ve yoksulluktur." diye cevab verdi. Üstad, "Evet fakirlik ve yoksulluk da çok kötü bir şeydir, insanı perişan etmektedir. Ama cimrilik fakirlikten de kötü bir şeydir. Zira eğer fakirin biri zengin olursa tüm perişanlık ve sefaleti sona erer.

Ama cimri kimse eline dünya dolusu mal ve servet de geçse asla perişanlık ve zavallılığı sona ermemektedir. Belki daha da bir perişan hale gelmekte ve büyük bir sefalete duçar olmaktadır." diye cevab verdi."

AĞZI BOZUKLUĞUN CEZASI

Bağdad ahalisinden olan bir tüccar günün birinde Behlül'e, "Ben paramla bir şeyler alıp satmak istiyorum. Ey akıllı Behlül Sana göre ne alıp satsam daha çok kar elde ederim?" diye sordu. Behlül, "Demir ve pamuk ticareti yap." Diye cevab verdi. Mezkur tüccar Behlül'ün dediğini yaptı ve büyük bir kâr elde etti.

Çok geçmeden yine Behlül'ün yanına gelerek şöyle dedi: "Ey deli Behlül, bu defa ne alıp satayım? "Behlül de, "Soğan ve karpuz ticareti ile meşgul ol." diye cevab verdi. Tüccar bu defada Benlülün dediğini yaptı. Tüm sermayesiyle soğan ve karpuz aldı. Anbarını soğan ve karpuzla doldurdu. Ama hiç kimse ondan bir şey satın almadı. Yavaş yavaş soğan ve karpuzlar bozulmaya başladı. Böylece tüccar tüm sermayesini kaybetmiş oldu.

Mezkur tüccar çok kızgın bir halde Behlül'ün yanına gelerek, "İlk defasında seninle meşveret ettim ve çok kazandım. Ama ikinci defa bana soğan ve karpuz ticaretini Önerdin. Ben de dediğini yaptım. Ama zarar ettim. Tüm sermayem elden gitti!"
Behlül ona cevab olarak şöyle buyurdu: "İlk defasında bana,

Ey AKILLI BEHLÜL" dedin ve ben de aklım ile sana yol gösterdim. Böylece sen de dediğimi yaptın ve kâr ettin. Ama ikinci defasında, "Ey DELİ BEHLÜL" diye seslendin. Ben de sana delilik üzere yol gösterdim. Delinin dediğine baktın ve sonundan da zarar ettin. Ben sana hiyanet etmiş değilim...


İMAM BAKIR(A.S) VE RAHİBİN DÜŞÜNDÜRDÜKLER!

Günün birinde İmam Bakır oğlu imam Sadık (a.s) ile birlikte sürgün mahalli olan Şam'da evden çıkarak çarşıya vardılar. Çarşıda büyük bir kalabalığın olduğunu gören İmam Bakır (a.s) orada duran birine, "Ne olmuş, bu insanlar neden burada toplanmışlar?" diye sordu. O şahıs şöyle dedi:

"Bunlar Hristiyanların abid ve keşişleridir. Bunların yılda bir defa merasimleri vardır. Bunların büyük bir abid ve alim rahibleri vardır. Şu dağın tepesinde bir tapınakta yaşıyor. Her yıl böyle bir günde bir araya gelip bu büyük rahiplerini ziyaret ediyorlar. Hem onu ziyaret ediyorlar ve de bir yıl boyunca karşılaştıkları soruları ona soruyorlar. Bunlar bu büyük rahibin Hz.Mesih'in öğrencilerinin zamanını da derkettiğine inanıyorlar."


İmam Bakır, "Eğer bize engel olmazlarsa biz de bu cemiyet ile birlikte o büyük rahibi görmeye gideriz." dedi Hiç kimse onlara engel olmayınca İmam Bakır taranmamak için başını bir parçayla sardı ve o cemiyetle birlikte büyük rahibi görmeye gitti Keşişler tapınağın dışına bir sergi serdiler. O büyük rahibi tapınağın içinden çıkararak o sergini Üzerine oturttular. Bu büyük rahib o kadar yaşlanmıştı ki artık yürüyecek kudreti kalmamıştı. Gözleri, beyaz ve uzun kaşları altından orda olanlara bakıyordu. Keşişler onun etrafını sarmışlardı.

Casuslar zamanın halifesi olan Hişam b. Abdulmelik'e İmam Bakır'ın büyük rahibi ziyaret etmeye gittiğini haber verdiler. Hişam da gizliden birini oraya göndererek orda olanları kendisine haber vermesini istedi. İmam Bakır'm güzel ve nuranı çehresi Büyük rahibin dikkatini çekmişti. Rahib onca insan arasında İmam Bakır'a dönerek şöyle dedi: "Sen mesihi misin, yoksa İslam ümmetinden misin?"

Hazret, "Ben islam ümmetindenim." dedi. Rahib, Bu Ümmetin cahillerinden misin yoksa alimlerinden misin?" diye sordu.
İmam, "Cahil değilim." diye cevab verdi. İmam'ın zahiri azametini derkeden rahib manevi azametini de derketmek için Hazrete "Senden bir takım şeyler sormak istiyorum. Yoksa sen mi sormak istersin?" diye söyledi.

İmam, "Sen sor, her ne istersen sor ben sana cevab veririm." dedi Rahib şaşkınlık içinde cemiyete dönerek, "Muhammed'in ümmetinden birinin böyle cesur olması ve istediğin soruyu sor, ben cevab vereyim demesi gerçekten de ilginç bir şey! O halde bundan bir takım sorular soralım."

Rahib ilk soruyu sordu: "Ey Allah'ın kulu, ne geceden ve ne de gündüzden sayılmayan saat hangi saattir?"
İmam,"Sabah ezanından güneş doğuncaya kadar olan saatlerdir." diye cevab verdi. Rahib, "Bu saat ne gecedendir ve ne de gündüzden o halde bu saat hangi saatlerdendir?" diye sordu.

İmam Bakır(as) şöyle cevab verdi: "Bu saatler cennet saatlerindendir. Bu saatlerde hastalar şifa bulmaktadır. Allah-u Teala bu saatleri kıyamet, ilahi hesab ve kitab endişesi olanlar için çok tatlı ve şirin İahzalar olarak karar kılmıştır. Şaki ve kör kalpli olanlar ise bu saatlerden mahrumdurlar. (Gaflet uykusundadırlar)"


Rahib, "Dediklerin doğrudur." diye cevab verdi. Rahib daha sonra da su soruyu sordu:" De bakayım siz "cennet ehli cennete gidince orada çeşit çeşit yiyecekler yemekte ama medfuh ve idrar etmemektedirler." diyorsunuz. Bunun bu dünyada da bir benzeri vaki olmuş mudur?" İmam (a.s) şöyie buyurdu: "Evet, bunun bu dünyada da bir benzeri vardır Bunun misali anne rahmindeki cenindir. Orada cenin ne yerse bedeninin bir parçası olmakta, asla def etmemektedir.

Rahib, "Dediklerin doğrudur. Şimdi de de bakayım, siz cennette Tuba ağacı adında bir ağacın olduğunu söylüyorsunuz. Bu ağacın bir çok meyvası varmış." Cennet ehli her ne kadar o meyvalardan yese ondan asla bir şey eksilmez" diyorsunuz. Bunun da bu dünyada bir benzarl varmıdır?" diye söyledi. İmam Bakır (a.s) şöyle cevab verdi:


çırağları bu çırağdan yandırsanız asla bu çırağın aydınlık ve nuru eksilmez."
Rahib imamın cevabı karşısında şaşırıp kaldı. Sonunda cemaate dönerek şöyle dedi: "Şimdi bundan o kadar zor bir soru soracağım ki asla cevab veremeyecek." Sonra da hazrete şöyle dedi: "İki kişi aynı anda annesinden doğmuş {Yani ikizdirler) ve aynı anda da ölmüşlerdi. Ama Öldüklerinde biri elli yaşında diğeri ise yüzelli yaşında idi. Bu iki kişi kimdir ve hikayeleri nasıldır?"

İmam(a.s) şöyle cevab verdi: "Bu iki kişi Uzre ve Uzeyr adında iki kardeş idiler. Annelerinden ikiz olarak dünyaya geldiler. Tam otuz yıl birlikte yaşadılar. Birgün Uzeyr evleri viran olmuş ve ahalisi ölmüş bir köyden geçti. İnsanların çürümüş kemiklerini görünce aklına Allah'ın bu çürümüş kemikleri yeniden nasıl dirilteceği sorusu takıldı.

Allah-u Teala da bir peygamber olan bu kuluna ölülere diriltmenin Allah için çok kolay bir iş olduğunu göstermek istedi. Allah~u Teala onun ruhunu aldı. Tam yüz yıl onu öylece bıraktı. Öyle ki tüm kemikleri çürümüş, un ufak olmuştu. Sonra Allah onu diriltti. Bir melek, "Ne kadar yattın?" diye sordu. O,"Bir gün veya bir kaç saat" diye cevab verdi.

Melek ona şöyle dedi: "Sen yanılıyorsun. Sen tam yüz yıldır burada yatıyorsun." O da böylece dünyaya geri döndü ve kıyametin hak olduğuna yakın etti. Sonra yirmi yıl daha kardeşiyle yaşadı ve bilahare bir günde her İkisi de birllkte vefat ettiler. Böylece Uzeyr 50 yıl Uzre İse yüzelli yıl yaşadı." Rahib son sorusunu şöyle sordu: "Bir baba İle oğlu hayatta iken oğlu tam yetmiş yıl babasından büyük idi. Bu nasıl olur?"

İmam Bakır (a.s) şöyle dedi: "Bu da Uzeyr peygamberdir. Uzeyr Allah'ın emriyle can verince hanımı hamile idi. uzeyr yüz yıl sonra dünyaya geri gelince (Ki otuz yaşın da idi) oğlu tam yüz yıl yaşamış idi.

Rahib imamın ilmi karşısında kendinden geçti. Bir müddet sonra kendine gelince de Hazrete kim olduğunu sordu. Hazret de peygamberin evlatlarından olduğunu söyledi. Rahib ordakiler dönerek şöyle dedi: "Bu zat Şam'da olduğu müddetçe tüm sorularınızı ondan sorun. Artık benim yanıma gelmeyin. Beni tapınağıma geri götürün."
Bazıları ise şöyle nakletmışlerdir: "Bu büyük rahib İslam'ı kabul etti. Oradaki keşiş ve abidler de ona uyarak müslüman oldular.

Bu olayı duyan Hişam İmam'ın halk arasında git gide çoğalan azamet ve değerini görünce korkuya kapılarak Hazreti hapsettirdi. Bu vesileyle Allah'ın nurunu söndürebileceğini sanmıştı. Hişam'ın uşakları hazreti yakalayarak zindana attılar. Ama bir müddet sonra zindandakilerin de İmam'a meylettiklerini ve hazretin etrafına toplandıklarını haber alınca İmam Bakır'ı ve oğlu İmam sadık'ı (a.s) Medine'ye geri dönderdi.

Ama İmam Bakır'ın bir sihirbaz olduğunu ve bu sebeble hiç kimsenin ona yaklaşmaması gerektiğini etrafa yaydılar, Daha sonra da
Hişam'ın emri üzere Medine valisi İmam'ı zehirleterek şehid etti.
Allah'ın ve tüm mahlukatın laneti zalimlerin ve onların kapıkulu uşaklarına olsun. Allah bizleri dünya ve ahirette kur'an ve Ehl-i Beytin yolundan ayırmasın.


ALLAH ÖLÜDEN DİRİYİ YARATIR!

İslam tarihinin en zalim, soysuz, şereften yoksun, ve cani sultanlarından biri şüphesiz ki yezid'dir. Yezid Üç yıl gibi çok kısa bir idareciliği zamanında peygamberin sevgili torunu İmam Hüseyin (a.s) gibi büyük bir Allah dostunu tarihte eşi görülmemiş bir gaddarlık ve taş kalplilikle şehid etti. Hilafetinin 2. yılında Medine'nin yağma edilmesini emretti. Üçüncü yılda ise Allah'ın evi Kabeyi ylkarak Haremin hürmetini yok etti ve bu günahı da çağdaş Yezid Kral Fahd ve uşaklarına miras bıraktı.

Melun Yezid yıllar boyunca saray alimlerinin oyunları sonucu uzun yıllar Emir-el Müminin diye anıldı. Daha yakın bir geçmişe kadar Türkiye'de bile Yezid ve babası Muaviye'ye dil uzatan insan ölümü göze almak zorundaydı. Ama Allah'a şükürler olsun artık yalancının mumu söndü ve tüm hakikatler ortaya çıktı.

Yezid ölüp geberdikten sonra yerine oğlu Muaviye b. Yezid başa geçti. Ama o babası gibi zalim ve kan içici biri değildi. Mümin bir hocanın terbiyesi altında yetişen Muaviye b.Yezid babasının çok zalim ve gaddar olduğunu ve affedilmez cinayetler işlediğini çok iyi biliyordu. Allah da onu hidayet etti.

Muaviye b. Yezid tüm halka mescidde toplanmalarını ilan etti. Halk da henüz kırk gün gibi az bir zaman önce halife olmuş olan Muaviye b. Yezid'i dinlemek için mescide toplandı. Muaviye minbere çıktı Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyfe dedi: "Ey insanlar, gerçek şu ki, ben hilafete layık bir insan değilim. Benim etrafımdan dağılın. Gerçek halife imam seccad (as)'dır. Ben bu müddet boyunca onun hakkını gasbettim.

Nitekim babam Yezid ve dedem Muaviye de gasıb idiler." Daha sonra minberden aşağı indi. Olayı gören annesi çok rahatsız olarak ona, "Ey Muaviye, keşke sen aybaşı bezim olsaydın da asla böyle bir şey yapmasaydın." dedi Muaviye b. Yezid ona şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki ben de öyle olmak isterdim.

Keşke beni doğurmasaydın do, babamın utanç dolu adını taşımasaydım.
Nakledildiğine göre Muaviye b. Yezid tam kırk gün dışarı çıkmadı. Halk da böylece Mervan b. Hakem1! halife seçtiler. Mervan Yezidin hanımıyla evlendi ve birkaç gün sonra da Muaviye b. Yezid'i zehirleterek öldürdü."


Evet Yezid gibi kaniçici ve cinayetkar birinden de Muaviye gibi temiz ve insaf sahibi birisi dünyaya gelmişti. Gerçekten de Allah-u Teala ölüden diriyi ve diriden de ölüyü çıkardığı gibi habisten de tayyibi ve tayyibden de habisi çıkarmaktadır....

ÖLÜMÜN HAKİKATİ

Adamın biri İmam Sadık'a, (a.s) "Bazen görülüyor ki kafir ölmek üzereyken oldukça sevinçli ve şad bir şekilde konuşmakta ve sonra da bir çırağ gibi sönmektedir. Ama bazı kafirler ise oldukça zor can vermektedirler. Bazen müminler hakkında da bu iki durum görülmektedir. Yani bazen çok kolay can vermekte ve bazen de çok zor bir şekilde can vermektedir. Bunun hikmeti nedir?" diye sordu.

İmam Sadık (a.s) şöyle cevab verdi: "Kafirin ölürken sevinmesi ve sevinçli olması onun bu dünyada işlediği iyi işleri sebebi iledir. Öyle ki Allah-u Teala onun bu dünyadan göçerken hiç bir alacağının olmamasını istemektedir. Ölürken azab çeken kafirin ise o çektikleri daha azab ve cezasını başlangıcıdır.

Müminin zorla can vermesi ise onun günahlarının tümüyle temizlenmesi içindir, A!lah-u Teala mümin dünyadan göçerken tertemiz ve günahlardan arınmış olarak ayrılmasını istemektedir. Müminin rahat bir şeklide can vermesi ise onun mükafat ve ecrinin başlangıcı sayılmaktadır. Ondan sonra da çok büyük sevablara nail olmaktadır.

ŞEHİD ŞEYH FAZLULLAH NURİ

Şehid Şeyh fazlullah Nuri 1880 yılında dünyaya gözlerini açtı. O ilkönce dini ilimlerin tahsili için Necef'e göçtü. Şeyh Fazlullah Ayetullah Mirza-i Şirazi'nin öğrencilerinden biriydi. Şeyh Fazlullah bir müddet sonra içtihad makamına ulaştı. Şeyh Fazlullah cihad ve direniş derslerini üstadı Mirza-i Şirazi'den aldı.

O zamanlar Kaçar sultanlarının zulmü sebebiyle alimler ve hürriyetperverler Nasruddin şaha karşı isyan ettiler, sonunda Seyyid Cemaluddin-i Esedabadi (Afgani)'nin mürid ve talebelerinden biri olan Mirza Rıza-i Kirmanı, Nasıruddin şahı terör etti. Onun yerine oğlu Muzafferuddin şah başa geçti. Bu da babası gibi zalim biriydi. Ama alimler ve hürriyetperverler el-ele vererek Meşrutiyet inkılabının gerçekleştirdiler. Muzafferuddin şah 1907 yılında meşrutiyeti imzalamak zorunda kaldı. Meşrutiyet inkılabına emeği geçenlerden biri de şüphesiz ki şeyh Fazlullah idi.

Ama Fazlullah Nuri meşrutiyet sonrası bir takım batı hayranlarının ülkeye batı medeniyetini sokmaya çalıştıklarını görünce buna karşı çıktı. Meşrutiyetçiler islam kanunları yerine ülkeye batı malı kanun ve medeniyetini sokmak istiyorlardı. Fazlullah Nuri bu defa da meşrutiyetçilere karşı çıktı. Sonunda meşrutiyetçilerin gazabına uğradı. Ona gizlice Irak'a hicret etmesini söyledilerse de şöyle buyurdu: "Ben ülkeden çıkacak olursam İslam'ın hürmeti yok olur.

Üstelik gitmeme izin de vermezler. "Bazıları ona İngiliz sefaretine sığınmasını söylediler. O gülerek yanında hazır olanlardan birine, "Git bak minberin altında ne var?" dedi. O şahıs gidip minberin altındaki bohçayı alıp getirdi. Bohçayı açtıklarında bir yabancı bayrağı olduğunu gördüler. Şeyh Fazlullah şöyle dedi:

"Bunu evin kapısına asmam için göndermişler. Bu bayrağı asacak olursam emanda olacağımı söylediler. Ben tam yetmiş yıldır sakalımı İslam yolunda ağarttım. Ama şimdi küfrün bayrağı altına girmem hiç yakışık alır mı? Böylece Fazlullah Nuri evinde oturdu ve olacakları bekledi. Sonunda Muzafferuddin şahın cellatları onun evine saldırarak tutukladılar. Bizim istiklal mahkemelerine benzer bir mahkemede idama mahkum ettiler.

Fazlullah Nuri idam edilmeden önce Allah'a şöyle arzetti: "Allah'ım, sen şahid ol ki, ben bu halk için Kuran'a yemin ettim. Ama onlar tütün kutusuna yemin ettiğimi iddia ettiler. Ömrünün son anında yine bu halka diyorum ki, bu düzenin (Meşrutiyetin) kurucularının tümü dinsiz kimselerdir. Halkı kandırmak istiyorlar. Bu düzen İslam'a karşıdır."


Böylece batılılaşmanın düşmanı olan Fazlullah Nuri'yi meşrutiyet düşmanı diye idam ettiler, şahın adamları halkı öyle kandırmışlardı ki, bazıları darağacından indirilen Fazlullah'ın cesedini tekmelemeye ve çiğnemeye kalkışmışlardı. Dipçiklerle vura vura kan içinde bırakmışlardı.

O zamanın polisi Fazlullah Nuri'nin bedenini gizlice defnetmek istiyordu. Ama Fazlullah'ın bazı dostları sembolik bir cesedi gömerek onun cesedini gizlice Kum'a getirdiler. Böylece Fazlullah Nuri'yi Kum'daki Hz.Fatıma-i masuma'nın haremine gömdüler.
İran'daki meşrutiyet inkilabı bizim batı hayranlarının sözde inkılablarına ne kadar da çok benziyor değil mi?"


HER ÇIKIŞIN BİR DE İNİŞİ VARDIR DERLER

Abbasilerin 5, halifesi Harun Reşidin saltanatında Bermekilerin büyük bir nüfuzu vardı. Ülkenin idaresi onların elindeydi. Nitekim Cafer-i Bermeki de Harun'un veziriydi. Günün birinde Harun mezkur veziriyle etraftaki bağların birinde geziyorlardı. Yol esnasında güzel bir elma ağacına rastladılar.

Harun vezire, "Ben elimi tutayım da sen ellerimin üzerine çık ve bana bir elma kopar." dedi.
Cafer, Halifenin dediğine itaat etti. Halifenin ellerinin üzerine çıktı, ama bir türlü elma koparamadı. Elmalar oldukça yüksekte idi. Halife, "O halde omuzlarıma çık da elin yetişsin." diye söyledi. Cafer bu defa da halifeye itaat etti ve onun omuzlarına çıktı. Ama yine elleri elmelara yetişmiyordu.

Elmaların güzel kokusuna dayanamayan Harun, "O halde başıma çık." diye söyledi. Cafer yine halifeye itaat etti ve onun başına çıkarak elma koparmaya başladı. Bu bağın sahibi de Bermekilerden biriydi. Harun onu yanına celbetti ve ona şöyle dedi: "Böyle güzel kokulu ve tatlı elmalar yetiştirdiğin için aferin sana, doğrusu! Bu hizmetlerin karşısında dile benden ne dilersen!"

Yaşlı bağcı ona şöyle dedi: "Ben senden sadece bir şey istiyorum. Bir kağıda benim Bermeki olmadığımı yaz, ver bana!"
Harun şaşkınlık içinde ona şöyle dedi: "Ey ihtiyar sen ne dediğinin farkında mısın? Sen Cafer-i Bermeki'nin akrabası olduğun için gurur duymalı, övünmelisin. Benim saltanat ve hilafetim de Cafer'in vücuduyla şereflenmiştir. Cafer bana o kadar yakındır ki bir çok şahıs onun vasıtasıyla yanıma gelmektedirler. Sen ise Cafer'in akrabası olduğun halde benden böyle bir şey istiyorsun, gerçekten de gülünç değil mi?"

Yaşlı bağcı başını önüne eğdi ve bir müddet sonra yine aynı isteğini tekrarladı. Harun da yaşlı adamın ısrarı üzere bir kağıda onun Bermeki olmadığım yazarak imzaladı ve o ihtiyara verdi. Bu olaydan sonra aylar gelip geçti.
Günün birinde Cafer ile Harun'un becısı Abase'nin yasak ilişkileri açığa çıkmaz mı? Bu ve benzeri bir takım olaylar sebebiyle Harun Cafer'i idam ettirdi. Tüm akraba ve yakınlarını da katliam etmelerini emretti. Sonunda sıra mezkur yaşlı bağcıya geldi. Onu da Bermeki olduğu hasebiyle tutukladılar.

Ama o hemen Harun'un elyazısını onlara gösterdi. Hükümet güçleri onun Bermeki olduğunu biliyorlardı. Ama Harun'un el yazısına ne yapsınlardı?
Sonunda o yaşlıyı Harun'un yanına gönderdiler. Harun o ihtiyara şöyle dedi: "Sen o zamanlar böyle bir günün de geleceğini nereden tahmin etmiştin ki benden Bermeki olmadığına dair bir elyazısı aldın?"

Güngörmüş yaşlı bağcı ona şöyle cevab verdi: "Bu tabiatın değişmez bir kanunudur: Her çıkışın bir de inişi vardır. Ben Cafer'i sizin başınıza bile çıktığını görünce hemen dedim ki; ki bu çıkışın bir de inişi vardır."
Harun yaşlı adamın ileri görüşlülük ve aklına şaşıp kaldı. Dolayısıyla da onu takdir etti ve serbest bırakmalarını emretti.'

ÜMMETİN SAMİRİ'Sİ

Hz.Ali (a.s) Cemel savaşından sonra Basra'yı ele geçirdi. Hazret Basra camisinde minbere çıkarak bir takım konuşmalar yapıyordu. Hasan-i Basri de onun konuşmalarını yazıyordu. Ali (a.s) günün birinde şöyle buyurdu: "Her kavmin bir samiri'si vardır. Bu ümmetin Samiri'si ise Hasan~i Basri'dir. Şu farkla ki: Musa (a.s) zamanındaki Samiri Benimle işiniz olmasın, yanıma gelmeyin" diyordu. Ama bu sadece"Savaşmayın" deyip durmaktadır.

Dikat etmek gerekir ki Hasan-i Basri savaşa muhalif biriydi. İşte sırf bu yüzden de Samiri lakabın aldı. Müslüman hak ile batıl savaşı olunca hemen hak saflarına katılır. Müslüman her türlü savaşa karşı değildir. Belki müslüman sadece Allah'tan gayrisi İçin yapılan savaşa karşıdır.

İran ve Irak savaşında da habire "Savaşmayın" diye çığlık atanlar da çağdaş Samiriler olsa gerek...Hakeza tağutlar ile yapılan cihada da sırf kan dökülmesin diye katılmayanlar ve bu cihadı tasvib etmeyenler de gerçek Samirilerdir. Bu böylece biline..

BİR HESAB HASTASI DAHA!

Bir Yahudi Hz. Ali'nin (a.s) yanına gelerek şöyle dedi: "Bana 1,2,3,4,5,6,7,8,9 ve 10 sayılarına bölünen ve de bölününce geriye hiç bir şey kalmayan bir sayı söyleyebilir misin?" Hz.Ali;sana böyle bir sayıyı söyleyecek olursam müslüman olacak mısın?" diye sordu.

Yahudi, "evet" diye cevab verdi.
Hz.Ali (a.s) da ona o zaman şöyle buyurdu: "Haftanın günlerini yılın günleri ile çarpacak olursan istediğin sayıyı elde etmiş olursun."

O zamanlar araplar arasında mütedavil olduğu özere bir yıl 360 gün idi. O yahudi de günlerce evine kapandı ve 360'ı 7 sayısı ile çarptı 2520 sayısı çıktı. Daha sonra da bu sayıyı mezkur sayılara bir bir bölmeye başladı. Gerçekten de 2520 sayısı bir'den on'a kadar olan sayılara bölününce geriye hiç artık kalmıyordu.
Hz.Ali'nin bu ilmi makam ve karametine şaşıran Yahudi verdiği sözle amel etti ve müslüman oldu.

MÜSLÜMAN KİMLERLE ARKADAŞ OLMAMALIDIR?

İmam Seccad (a.s) kendi evlatlarından birine nasihat ederek şöyle diyordu: "Evladım, Beş kişiyle konuşma, onlarla düşüp kalkma ve onlarla arkadaş olma."

0 arzetti: "Babacığım, bu beş kişi kimlerdir?"
İmam Seccad (a.s) şöyle buyurdu: Onlar şu beş kişidir:
1)İnsanı aldatan yalancı. Yalancı kimse uzağı yakın ve yakını da uzak gösterir insana.

2)Fasık. Fasık yani açıktan açığa günah işleyen kimse seni bir lokma ve hatta daha az bir şey karşılığında satar.
3) Cimri. Cimri kimse de zorluk ve ihtiyaç halinde seni kendi haline terkeder ve sana yardım elini uzatmaz.
4) Ahmak ve akılsız kimse. Ahmak kimse sana iyilik etmek istese dahi sana zarar verir ve seni hüsrana uğratır.
5) Sıla-i Rahim etmeyen kimse. Zira Kuran böyle bir insanın mel'un (Allah'ın rahmetinden mahrum) olduğunu ifade etmiştir .

İMAM VE ŞAHIN CELLADININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

İmam Humeyni'yi (r.a) Türkiye'ye sürgüne götüren uçak Tahran'ın Mehrabad havaalanından kalktı. Şahın cellatlarından biri olan albay Efzeli de imamın yanına oturmuştu. Uçak havalandıktan sonra imam (r.a) albay Efzeli'ye dönerek şöyle dedi: "Acaba sen benim sırf ordunun haysiyeti ve vatanın istiklalini savunma suçundan dolayı sürgün edildiğimi biliyor musun?"
İmamdan böyle bir soruyu beklemeyen albay bir an bocaladı ve sonra çaresiz şöyle dedi: "Biz Amerika'ya muhtaç olduğumuz müddetçe onlara bir takım haklar vermek zorundayız."

İmam hemen şöyle dedi: "Yani namusumuzu bile onlara vermemiz mi gerekir?"
Albay Efzeli imamın bu sorusuna bir cevab veremedi. Ama başını sallayarak "Evet" diyordu!
Evet Amerika'nın yerli uşakları efendisini hizmet aşkına kendi halkının namus ve izzetini bile yabancılara teslim etmeyi reva görürler ve buna rağmen halkının izzet ve şerefini savunan gerçek halk kahramanlarını toplumda "Halk düşmanı" veya "vatan haini" olarak lanse ederler. Ne kadar da ilginç öyle değil mi?"

PEHLEVİ CİNAYETKARLARI

Şah'ın muhafız ordusundan biri şöyle diyor: "Şah'ın yakınlarından birinin köpeği kalp hastalığına yakalanmıştı. Doktorlar köpeğin kalp damarlarından birinin genişlediğini söylüyorlardı. Sonunda özel bir uçaklar ameliyat için Almanya'ya götürdüler. Ama ameliyat başarılı olamadı ve köpek öldü.

Ben şah ailesine yakın biri olduğundan onların aylarca telefonlarda bu köpeği konuştuklarına şahid idim. Bunlar köpeğin ölümü sebebiyle birbirlerine başsağlığı diliyorlardı. O köpeğin cesedini özel bir uçakla Almanya'dan getirdiler ve özel bir merasimle defnettiler. Bu esnada kızkardeşim de iki böbreğinden hasta idi. Her ne kadar koşuşturdumsa da onu tedavi için yurt dışına götüremedim. Sonunda kızkardeşim vefat ettiler.

Halkına bir köpeği kadar bile değer vermeyen tağuti düzenler Şah'ın akibetinden ibret almalı değiller miydi?

HER KOYUN KENDİ BACAĞINDAN ASILIRI

İbn-i Ziyadın babası Ziyad b. Ubeyye de Muaviye'nin cellatlarından biriydi. Ziyad'ın adamları Ali'nin taraftarlarından birini yakalayıp onun yanına getirdiler. Ama o şahıs bir yolunu bulup ellerinden kaçtı. Ziyad o şahsın kardeşini yakalamalarını emretti. Kardeşini Ziyad'ın yanına getirdiklerinde Ziyad onu tehdid ederek şöyle dedi: "Eğer kardeşini bize teslim edecek olursan seni serbest bırakırız. Aksi taktirde boynunu uçururum."

O şahıs şöyle dedi: "Eğer sana müslümanların emirinden benim suçsuz olduğuma dair bir mektub getirecek olursam beni serbest bırakır mısın?" Ziyad "Evet" diye cevab verdi. O şahıs da şöyle dedi: "Ben sana müslümanların emirinden de büyük olan Allah'tan suçsuz olduğuma dair bir delil getireyim.

Üstelik sana İbrahim ve Musa (a.s) gibi iki tane de şahid getireceğim."
Mezkur şahıs daha sonra şu ayetleri okudu: "Yoksa Musa'nın sahifeierinde olan kendisine haber verilmedi mi? Ve vefa eden İbrahim'in (sahifelerinde) olan da. Doğrusu hiç bir günahkar bir başkasının günah yükünü yüklenmez.(Necm/36-38)
Ziyad çok cellat bir uşak olmasına rağmen bu ayetin etkisinde kaldı ve o şahsı serbest bırakmalarını emretti.

HACCAC B.YUSUF-İ SAKAFİ VE KANBER

Emevi tağutlarından beşincisi olan Abdulmelik başa geçince kaniçici ve zalim biri olan Haccac'ı Irak'ın valisi yaptı. Haccac binlerce insanı öldürdü, zindanları mazlum insanlarla doldurdu ve yüzbinierce suçsuz insana işkence etti. Haccac Ali (a.s)'ın yakın dostlarından Kümeyi ve kölesi Kamberi de şehid etti. Kur'an müfessiri olan Said b.Cübeyr'i acımasızca katletti.

Günün birinde Haccac etrafındakilere şöyle dedi: Ali'nin dostlarından birini yakalayıp öldürmeyi çok istiyorum." Orada olanlardan biri "Ben daima Ali ile birlikte olan Kanber'den başka hiç kimseyi tanımıyorum." dedi. Haccac adamlarından birini Kanber'i gizlice yakalaması için gönderdi. Sonunda Kanber'i yakalayarak Haccac'ın yanına getirdiler. Haccac,Sen Kanber misin?" diye sordu."

Kanber, "Evet" diye cevab verdi. Haccac, "Sen Ali'nin kölesi misin?" diye sordu. Kanber, "Ben Allah'ın kuluyum, Ali ise benim velinimetimdir." diye cevab verdi.

Haccac, "Ey Kanber, Ali'nin din ve meramından el çok ki emanda olasın." dedi.Kanber,"Ali'nin din ve moramı tehlikeli ve-kötü bir şey ise bize ondan daha iyisini bul ki biz de Ali'nin din ve meramından el çekelim." dedi. Haccac, "Ali'nin dininden el çekmiyecek olursan senin katlin de vacibdir. Sen nasıl ölmek istersen seni öyle öldürelim" dedi. Kanber, "Beni nasıl öldürürsen, ahirette de öyle kısas ederim. Ama Mevlam Ali bana şöyle buyurmuştur: "Ey Kanber,sen beni sevmek uğruna tıpkı bir koyun gibi boğazlanarak öldürüleceksin!"

Haccac."Ali sana güzel bir ölümü haber vermiş. Ben de seni öyle öldüreceğim." Sonra da emretti onu bir koyun gibi boğazladılar!
Ehl-i Beyt (as) ve dostlarına tarih boyunca böylesi olmadık cinayetleri reva gören bu canilerin yaptıkları bizlere birşeyler anlatmalı değil mi?


HANGİ DAVETE KATILAYIM?

Adamın biri peygamberin huzuruna vararak şöyle dedi; "Ya Resulullah bugün beni birisi yemeğe başka birisi de birinin cenazesini teşyi etmeye davet etti. Ben hangisine katılayım?" peygamber(a.s) şöyle buyurdu: "Sen cenazeyi teşyi merasimine katıl, zira ölüyü görmek İnsana ahireti hatırlatır.

Ama yemek bunun aksine insana dünyayı hatırlatır.
Evet müslüman daima kendine ahireti hatırlatan şeylere teveccüh etmelidir. Giyiminde, arkadaş seçiminde ve benzeri tüm işlerinde daima kendine ahireti hatırlatan işlere yönelmelidir. Böyle bir tevîik elde eden bir insan daima ahireti hatırlar, kalbi rauf olur ve asla günah işlemeyi düşünmez. Allah tüm müslümanlara bu tevîiki nasib etsin...

HURMA AĞACI

Semre b. Cündeb'in ensarın birinin bahçesinde bir hurma ağacı vardı. Bahçe sahibi olan şahıs ailesiyle birlikte orada yaşıyordu. Semre zaman zaman bu bahçedeki hurma ağacına baş vuruyordu. Semre istediği zaman ev sahibine hiç haber bile vermeden bahçeye giriyor ve ağacına baş vuruyordu. Ev sahibi olan şahıs ona evine habersiz girmemesini söyledi. Ama Semre kabul etmedi ve öylece eve habersiz girmeye devam etti.

Sonunda ev sahibi onu Resulullah'a şikayet etti. Resulullah Semre'yi yanına çağırdı. Ve ona şöyle buyurdu: Talan şahıs senden şikayetçidir. Haber vermeden evine giriyormuşsun! Bundan sonra izin al ve öyle gir. Ama Semre yine kabul etmedi. Resulullah ,"0 halde ağacını sat" diye buyurdu." Ama o yine kabul etmedi. Resulullah her ne kadar ağacını yüksek bir kıymetle almak istediyse de Semre kabul etmedi.

Resulullah, "Eğer bu dediğimi yapar ve ağacı satarsan cennette bir ağacın olur" dediyse de fayda etmedi "Ben ne ağacı satarım ve ne de bahçeye girerken ev sahibinden izin isterim" diye tutturmuştu.

Bunu gören peygamber (s.a.v)'Sen ziyankar ve çok katı bir adamsın İslam dininde zarar vermek yoktur" diye buyurdu. Sonra da ensardan birine, "Git o hurma ağacını sök ve Semre'nin önüne bırak" dedi. O şahıs da gidip hurma ağacını yerinden söküp getirdi. Resululah, "Ey Semre,şimdi git de ağacını başka bir yere dik!" diye buyurdu.

ŞARABIN OLDUĞU BİR SOFRAYA OTURMAK

Mansur arada bir İmam Sadık'ı (a.s) Medine'den Irak'a çağırıyor ve bu vesileyle İmamı gözaltında tutmak istiyordu. Öyle ki, bazen uzun bir zaman imamın Hicaz'a dönmesine izin vermiyordu. İşte yine İmamın İrak'ta bulunduğu bir zamanda Mansur'un komutanlarından birisi çocuğunu sünnet ettirdi.

Irak'ın eşraf ve önde gelen takımın sünnet yemeğine davet etti. Davet edilenlerden biri de İmam Sadık (a.s)idi. Sofra hazırlandı ve davetliler sofranın başına oturdular. Bu esnada davetlilerden biri su İstedi. Eline şarap dolu bir kadeh verdiler.

İmam Sadık (a.s) bunu görür görmez sofradan kalktı ve dışarı çıktı. Her ne kadar imama geri dönmesini söyledilerse de imam asla kabul etmedi ve şöyle buyurdu: "Resul-i Ekrem," şarap sofrasına oturan kimseye Allah lanet eder" buyurmuştur. "

TAKVASIZ İLMİN HİÇ BİR FAYDASI YOKTUR!

İbn-i Şirin oldukça yakışıklı bir genç idi. Kuyumculukla meşgul idi. Günün birinde eşraftan birinin karısı kölesiyle onun dükkanına yanına gelerek şöyle dedi:"Evde bir miktar cevahirim var, istersen gel gör ve beğenirsen sana satarım." İbn-i Şirin o köle ile mezkur kadının evine gidince kadın kölesine evin kapışım kapamasını emretti. İbn-i Sirin'e, "Ben sana aşığım, seni kandırdım.

Benimle yatmazsan feryad eder ve tüm alemi başına toplarım." dedi. ben-i Şirin zahiren onun isteğini kabul etti ama ona şöyle dedi: "Önce izin verin de bir tuvalete gideyim." Kadin da sevinerek kabul etti. İbn-i Şirin tuvalette elini necasete batırarak üstüne başına sürdü ve dışarı çıktı. Kadın onu bu halde görünce kızarak dışarı attı ve o da böytece bu günahtan kurtulmuş oldu. İbn-i Şirin sıradan bir insan idi. Alim ve ilim sahibi biri değildi. Ama takvalıydı ve de Allah'tan korkuyordu.

Öte yandan takvasız ama alim olan Cahiz ne yapıyordu biliyor musunuz? Cahiz oldukça çirkin yüzlü biriydi. Günün birinde yolda giderken güzel bir kadın onu yanına çağırdı. Cahiz de hemen o kadının peşine düştü. Kadın bir kaç adımda bir arkasına bakarak ona işve ediyor, nazlanıyordu. Cahiz neredeyse deli olacaktı.

Bîr an Önce bu günahı işlemek istiyordu. Kadın onu alarak bir kuyumcu dükkanına götürdü ve ona, "Burda otur, ben şimdi gelirim." dedi. Ama Cahiz her ne kadar bekledîyse de kadın gelmedi. Cahiz kadının niçin geciktiğini sorunca kuyumcu ona şöyle dedi: "Seni başka bir maksatla buraya getirdi.

O bana şeytan şeklinde bir tılsım hazırlamamı istedi. Ben ise şeytanın nasıl olduğunu bilmediğim için bu isteğini yerin getiremeyeceğimi söyledim. O da "Ben bir çaresini bulurum." dedi ve sizi buraya getirdi. Bana Bunun gibi olsun" dedi. işim bitti sayılır artık gidebilirsiniz. "Evet takvasız ilmin neticesi budur işte. Allah tüm müslümanları takvasız ilim ve hakeza ilimsiz takvadan korusun..."

KAYNAK:HİKAYELER VE İBRETLER……….

3