HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ

HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ0%

HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ Yazar:
Grup: GENEL KİTAPLAR
Sayfalar: 0

HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ

Yazar: (Ş. SEYYİD SAFİ & VİRANİ ABDAL BUYRUĞU 1) Derleme ve Çeviri: Sefer AKKUŞ (Erzincanlı)
Grup:

Sayfalar: 0
Gözlemler: 1193
İndir: 45

Açıklamalar:

HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ
  • HZ.12 ЭMAMLAR HUTBESЭ

  • YEDULLAH AYETЭ ALЭ'YE MAHSUSTUR

  • VЭRANЭ ABDAL'IN HAYATI VE BUYRUРU

  • SOFЭLERЭN NAMAZI

  • HAZRETО ONЭKЭ ЭMAMLAR HUTBESЭ'DЭR

Kitabın 'İçin de ara
  • Başlat
  • Önceki
  • 0 /
  • Sonraki
  • Son
  •  
  • Gözlemler: 1193 / İndir: 45
Boyut Boyut Boyut
HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ

HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ

Yazar:
Türkçe
HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ





HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ

(Ş. SEYYİD SAFİ & VİRANİ ABDAL BUYRUĞU 1)
Derleme ve Çeviri: Sefer AKKUŞ (Erzincanlı)
Fatıma Ana Yayınları

Fatıma Ana Yayınları: 17
Kitabın Adı:
Hz. 12 İmamlar Hutbesi (Ş. Seyyid Safi & Virani Abdal Buyruğu 1)
Yazarı:
Ş.Seyyid Safi & Virani Abdal
Derleme ve Çeviri:
Sefer Akkuş (Erzincanlı) irtibat Telefonu: 0538 334 92 40
Kapak & Mizanpaj:
Baskı:
Haziran 2008
İsteme Adresi:
Saadet Dere Man. 65. Sok. No: 12
Esenyurt-İstanbul Tel: (0212) 690 95 33

İTHAF

Bu kaynaklan derleyip bir araya getirmede yardımı olan dostlara arkadaşlara husulsen bu çalışma için bilgisayarlarında aylarca bizlere kolaylık sağlayan Dost radyo sahibi Aydın Can Ağyüz beye Babası Hamza beye, değerli radyo çalışanları arkadaşlara yardımlarından dolayı teşekkürü borç biliriz.

Hak, Muhammed ve Ali dostlarının taraftarlarının sevenlerinin himmet ve dualarını bekler hâsıl olan sevap ve hayırı Hakka yürümüş anne, babama diğer geçmiş taallukatıma ithaf ederiz.
Hak, Muhammed ve Ali, imamların, evlatlarının yolunda kalınız ki yolun sonu Kevser kenarıdır. Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.a) Kevser'dir. Saki Hazreti İmam Murtaza Ali'dir, Oniki İmamlardır.
SEFER AKKUŞ (Erzincanlı)


GİRİŞ

Tercümesi sunulan Hazreti Oniki imamlar hutbesi, Şeyh Seyyid Safi ve Virani Abdal risale buyruklarına geçilmeden önce buyruk sahipleri ve yaşantıları ve Anadolu'daki nüfuzları hakkında bazı bilgiler verilmesi uygun görülmüştür. Yüzyıllar evvel yazılı olan bu buyrukların sahiplerinin gerçek evliya ve mürşid-i kâmil olduklarını o günlerin şartlarında böyle bir düşünce ve inanç içinde olmaları, insanlara yol göstermeleri, onları yetiştirmeleri eğitip terbiye etmeleri ile irfanı bir mektep oluşturup neticede karanlıklara birer meşale olduklarını buyrukları okununca anlaşılmaktadır.

Şeyh Seyyid Safi inançları evrensel olarak belirlenmiş âleme tanıtılmış olan İslam'ın Ehlibeyt Oniki İmam inancı yolunu tanıtmış ve onların yolunda olanlara, bu sürekte inançta bulunanlara Hak ehli kimseler adı unvanını kullanmıştır.
Osmanlının idare, hükümet ve saltanat merkezi Anadolu'da Oniki İmam inancında olan dostlarının, sevenlerinin,

taraftarlarının ilmi merkezleri olamadığından ve inançsal mezhebi baskılar yüzünden inançlarını rahatça yaşayıp yollarını ve inançlarına dair ilim öğrenip öğretecekleri mekânları, ilim kurumları olamadığından Erdebil'den Anadolu'ya Oniki İmam inancında ve Ehlibeyt Mezhebinin isim atası

imam Cafer Sadık mezhebi itikadında olanlara küçük kısa ve özlü dini bilgilerden inançtan, itikattan, yoldan, erkândan bahseden bu risale buyruklarını pirler halifeler mürşitlerle göndermiştir.

Buyruklarda dinin temel itikadı ve ibadet noktalarında evrensel birliktelik ve anlayışla, ilkeleri ibadetleri malum olunan yanı sıra tasavvufi eylem hareketlerini de içeren ve tarikat sürek olarak isimlendirilen bu yolda önce kendi İnanç ve itikatlarının beyan olunup Oniki İmam yolu Ehlibeyt inancına uygun ibadet edilen taat,

ibadet mekânları mescitlerde ibadet ettikten sonra tarikat, tasavvuf maneviyatıyla ahlaklı, edepli, dürüst insan yetiştirip insani kâmil olma yolunda adımlar attıran, bu eylemde meydan denilen yer bulunmaktadır. Orada cemaati eğitme, marifeti öğretme, günahı hatası olanları ikaz etme, günahlarına ikrar ettirme ve bir daha tekrar ettirmeme

onları daha hatasız, günahsız hale getirip kâmil insan olma yollan.ni gösteren eylemde bulunulan külliyelerde tasavvuf mekânları bulunmaktadır. Ve bu mekânlarda post makamına oturan mürşidin, pirin, seyyidin veya âlimin buyruklarda da belirtildiği üzere şu sıfatlara sahip olması gerekmektedir. Hz. Ali'nin Zülfikar'ı bize yadigâr kaldı ve o serdestenin ismi dahi Zülfikar'dır.

Şimdi bir kimseye Zülfikar'ı verecek olsalar cemiyet erenleri o kimseye nazar edip göreler bir Âl-İ sıfatlarını öyle olsa Zülfikar'ı eline vereler. Bu dünyada bir Ali sıfatlı nerede bulunur ki; Sahip Zülfikar ve ehli vakar ola, hemen murat olunan O dur ki; Huyu, yaratılış ahlakı Ali'ye benzeye. İlim, hilim,

merhamet, şefkat, izzet, hürmet, hizmet, takva, kemalat, edep, erkân, fikir, feraset, mürüvvet, lütuf, kerem, inam, ihsan, izan, fazilet, güzel hitap etme sanatı, cömertlik, saadet, görünüm, heybet, kuvvet, kudret, erlik, dilâverlik ve hüner bunlar ki zikir olundu, Hz. Ali aleyhisselamın sıfatlarıdır.
Bu sıfatlar kimde bulunursa Zülfikar irfanı yol toplantılarda meydandaki sohbet halkalarında Zülfikar'ı temsilen kullanılan) ser desteyi (asayı) eline vereler...

Hazreti İmam Ali evladı neslinden olan Edebil diyarı arifi, alimi, mürşidi kamili Şeyh Seyyid Safi'nin cümle ayrı, ayrı inançta olan İslam fırkaları toplumlarını dahi kendi etrafında bu inanç etrafında toplayıp alemi kendine hayran ettiği gibi o kimse ve kimselerde alemi İslam'ın Ehlibeyt Oniki İmam inancına imam Ali evladı Seyyid Alevİlere tabi edip onları irşat ederler.

Şefaat ve himmetimiz Hz. Muhammed Nebi'den, Hz. İmam Ali Veliden, Şeyh Seyyid Safi, Virani Abdal gibi uludan diğer hak erenlerindendir. Hakkın selamı onlara olsun onların nuru himmeti bizlere olsun, hizmetlerimiz daim ve kaim ola...
Kitap elden geldiğince sadeloştirilmeye çalışılmıştır. Yazısı çok eski olup içerisinde Osmanlıca, Arapça ve Farsça kelimeler çok fazla bulunmaktaydı.

Onların yerine bugünün sade dili kullanılmış ve bazı yerlerde parantez içi ve not denilerek açıklamalarda bulunulmuştur. Osmanlıdan bugüne kadar kitapları, tefsirleri yeterince tercüme edilmeyen Anadolu'da ki Ehlibeyt Oniki İmamcı Alevi âlimlerin, mürşitlerin, pirlerin, dedelerin, seyyidlerin elinde bulunan bu kısa ve özlü dört kapı ve kırk makamı insanı kâmil olma yolunu gösteren buyruklarla inançlarını yaşamışlar ve yaşatmışlardır.

Peygamber ve Ehlibeytin evlatlarına bağlılıkları yüzünden Hz. Peygamber'den sonra gelişen tarihi vakalar sebebiyle Ehlibeyt mezhebinin şiarı olarak Kerbela'da şehit edilen peygamber torunu

Hazreti İmam Hüseyin ve Kerbela şehitleri için Muharrem ayında meclisler kurup matem-i yas tutmuş ve aynı zamanda, matem orucu ile matem-i yası anmaktadırlar ki Ehlibeyt mektebinin erkânlarından biridir.

Nejat Birdoğan, Şah İsmail Hatayi adlı kitabında şöyle yazmaktadır: "Şah İsmail kurduğu devlete anısını yaşatmak için adını verdiği ulu dedelerinden Erdebil'li Safiyuddin İshak de doğmuştur. Şeyh Safiyuddin'in soyu on dokuzuncu göbekten yedinci İmam Musa Kazım'a ulaşmaktadır. 1334 yılında ölmüş, kurduğu Erdebil dergâhının avlusuna gömülmüştür.

Sonradan yerine geçen oğlu Sadreddin Musa Hacca gittiğinde Medine Sultanı Şehabeddin Ahmed bin Hüseyin'e altıncı atası Zerrin Külah Firuz Şah'ın soy zincirinin İmam Musa Kazım'a (a.s) ulaştığını beyan soruşturup onaylatmış ve Safevi'lerin seyyidliğini iyice belirginleştirmişti, Seyyid Şeyh Safi'nin torunlarından olan

Şah İsmail Hatayi Safevi Devletini kurdu.
Anadolu da birçok taraftar edindi ve Anadolu'daki yandaşlarına Erzincan'a gelmeleri için ulaklar yolladı. Kendisi de bir gece yola çıkıp Erivan, İğdır, Kağızman, Erzurum, Tercan üzerinden Sarı Kaya yaylasına geldi. On üç yaşında ki bu kişi Anadolu'yu sevinçten ve umuttan ayağa kaldırıyordu Anadolu Erzincan'a akıyordu Sivas, Amasya ve Tokat'tan Ustacalu, Şamlu, Rumlu, Türkmenleri, Antalya'dan Tekeli Türkmenleri, Maraş'tan Zülkadir Türkmenleri, Karamanlılar, Tarsus'tan Varsak Türkmenleri bölük bölük geliyorlardı.

İşte Safevi Devletini bu Orta ve Güney Anadolu Türkleri kurdular. 1501 yılında Safevi Devletini kurup, para kestirip Onİki İmam adına hutbe okudular. Anadolu Erdebil'e doğru yürümüş gidemeyenler de her yıl nezir adı altında bir tür vergi yollamışlardır..."

Vilayetlerimiz Erzincan kitabında şöyle denilmektedir: "Erzincan 1502 senelerinden sonra Safevi Devleti'nin etki ve gücünü yakinen tadan ve Şiilerin Anadolu'da ki başta gelen propaganda merkezi olmuştur. Nasıl ki, Şah İsmail İlk kez bu ile 1500 senesinde gelip Safevi müritleri ve

bu tarikata yatkın Türkmenleri toparlamış 1512 de Yavuz Selim'İn tahta çıkışıyla birlikte bir şeyler yapılması umuduyla Erzincan'ı karargâh seçip buradan bazı faaliyetlerin yapılmasını Nur Ali halifeye tevci etmiştir. Bu halifeler bir müddet Erdebil'de tarikat usul ve prensiplerini öğrenip Kızılbaş kitlelerin başına getirilen Şia lider kadrolarıdır. Başlıca görevleri mezhep ve tarikat usullerini öğretip yaymak, yaygınlaştırmak, taraftar temin etmek, nezir (adak) adı altında vergi toplayıp Erdebil'de ki merkeze göndermektir, baş halifeye "Halifetul hulefa" denilmekteydi."

Ziya Şakir Mezhepler Tarihi adlı kitabında bu risale buyrukları'nı yazıp gönderen büyük âlim arif kâmil Hazreti İmam Ali evladı Seyyid Şeyh Safi ile ilgili olarak şöyle yazmaktadır: "Safiyeddin babası Emineddin'in yerine geçtiği vakit İslam ilimlerinden başka o zamanın bilinen bütün ilimlerini okumuş ve kendisine tutulan özel hocalar tıp, felsefe, mantık, riyaziye ilmi heyet gibi o zamanın tutulan bütün ilimlerini öğretmişlerdi.

Esasen yaratılıştan çok zeki ayrıca fesahat ve belagata malik olan Seyyid Safi daha babası zamanında büyük bir ün kazanmıştı. Babası'ndan sonra onun postuna oturduğu zaman Erdebil tekkesinin müritleri gittikçe artıyordu. Seyyid Şeyh Safi zamanında orta Asya steplerinden Basra körfezine oradan Karadeniz, Adriyatik denizi ve okyanus kıyılarına kadar devam eden o geniş İslam dünyasında bir mezhep ve tarikat kaynaş-ması vardı. Türlü türlü batıl itikatlara ve hurafelere dayanan bu tarikat ve mezheplerin çoğu bir takım kurnaz siyasetçiler tarafından icat edilmişti.

Seyyid Şeyh Safi'nin amacı batıl itikatların yıkılması ve esasları imam Cafer Sadık tarafından konan mezhebin bütün Aleviler arasında yayılmasıydı. Çevre buna çok elverişliydi, köylerde küçük kasabalarda göçebe Türk Türkmen aşiretleri arasında Ehli-beyte sevgi vardı. Büyük şehirleri de tasavvuf cereyanları sarmıştı ve bütün aydın tabaka elinden geldiği kadar Şiilik propagandası yapmakta İdi esasen o zamanlar bütün aydın sınıf bu İşle meşgul idi."

Seyyid Şeyh Safi yeni bir mezhep veyahut tarikat kurmaktan çok bağnazlığı ortadan kaldırmak ve kitleleri İslam dininin aydınlatıcı, ileriye götürücü esasına döndürmek istiyordu. Onun propaganda ettiği mezhep imamı Caferi Sadık'ın mezhebiydi. Bu mezhep şu esaslar üzerine dayanmaktaydı:

1- Din ahlak üzerinde kurulmuştur. Ancak fazilet ve ahlak sahibi insanlar dindardır. Din sahiplerinin başında Hz. Ali ve Ehlibeyt bulunmaktadır bunların gittikleri yol gerçek iman yoludur.

2- Din başkanı ancak halka hizmet edendir. Şahsi menfaatini halkın menfaatlerinden üstün tutanlar din başkanı olamazlar.
3- Emil Dermenghem Hz. Muhammed'in hayatı adlı eserinde ünlü Alman filozofu Goethen'in şu sözlerini zikrediyor: "Eğer Müslümanlık bu ise biz hepimiz Müslüman değil miyiz?"

Seyyid Şeyh Safi'nin propaganda ettiği Caferi Mezhebi'nin bu esasları temiz ruhlu olan Türkler tarafından kolayca kabul edilmişti. Çünkü imam Ali ile evlatlarının ilim ve faziletlerine âşık olanlara bu kısa ve kesin prensip çok uygun düşmekte idi.
Seyyid Şeyh Safi'nin bu çalışmaları sonucunda ortalığı alt üst eden mezhep anarşisi azalmış, bir mezhep birliği vücuda gelmişti. Şeyh Safi'nin şöhreti her tarafa yayılmış, bilginler ve aydın tabaka kumandanlar ve hatta hükümdarlar bile onun müritleri arasına geçmişlerdi. Cengiz'in komutanlarından birçokları da onun müritlerindendi. Bunların İçinde Sultan Ebu Said ve Emir Çuban gibi iki büyük hükümdar da bulunuyordu.

Bir gün Emir Çuban, Şeyh Safi'yle konuşurken sormuştu; sizin müritleriniz acaba benim askerlerimden çok mudur az mıdır? Şeyh Safi alçak gönüllülükle gülümsemiş ve sizin askerlerinizin hepside benim müritlerimdir, cevabını vermiştir. İşte İmam Caferi Sadık tarafından esasları kurulan Caferi Mezhebini yaymasıyla birlikte ve aynı zamanda bir mezhep birliği vücuda getirdikten sonra hicretin 735 yılında 1334 de Seyyid Şeyh Safı kendi adını evlatlarına bırakmıştır.

Babası Seyyid Şeyh Safi'nin ölümünden sonra onun yerine geçen oğlu Sadreddin de yüksek bir zekâya, büyük bir ilim ve irfana sahipti. Erdebil'de büyük bir ilim ocağı açarak adını Darul irşat (Uyandırma Evi) verilen bu ocakta her türlü ilim ve fen ilimleri öğretilerek batıl akidelerin ve hurafelerin esassızlığı

ispatlanarak, bu ocaktan çıkan yol ehli mensupları etrafa dağılır, Şia'nın ve Caferi Mezhebi'nin esaslarını yaymaya çalışırlardı. Sadreddin'in nüfuz ve ünü babasından aşağı değildi. Ünlü Türk fatihi Timurlenk onun sevenleri arasındaydı. Sadreddin'de babası gibi insaniyete hizmetler etmişti. Mesela Timurlenk'fe Beyazıt'ın çarpışmalarında Timurlenk Anadolu'dan esir olarak götürdüğü yüz binlerce Türkü Sadreddin'in isteği üzerine serbest bırakmıştı.

Şah İsmail Hatayi döneminde (Dış İlişkilerinin Tarihi) adlı kitapta şöyle denilmektedir: Şah İsmail Safevi silsilesini 1500 yılında kurdu ve adını da ceddi Şeyh Safiyuddin Erdebili'den alarak Safevi Devleti adını verdi. Ceddi Şeyh Seyyid Safi'nin nesebi silsilesi yedinci imam Musa Kazıma (a.s)'dan

Hz. Peygamberin amcasının oğlu ve damadı Hz. İmam Ali'ye ulaşmaktadır. Doğumu 1252 yılıdır bütün evliyalar hakkında söylenildiği gibi onun hakkında da çok şeyler yazılmış söylenmiştir. Seyyid Safi daha çocukluğunda diğer çocuklarla beraber oturup kalkmak yerine, gününü namaz ve oruçla geçiriyordu.

Cenabı Hak gönlünden hicabı kaldırınca bir rüya gördü Melekler turna suretiyle insan suretine bürünüp kendisiyle sohbet ediyorlardı, bazen abdal veya derviş kılığında ona yaklaşıp müjde verip gönül sahipliğine ulaşacağını söylüyorlardı. Murat yüzü göreceğini kavimlerin kıblesi cihanın amellerinin Kâbesİ olacağı, herkesin ona yönelip geleceğini tesellisini

veriyorlardı. Bu tertiple Seyyid Safi fazilet kesbine ve mana âlemine seyri sü-lük için gayret sarf ediyordu böyle bir kemale ulaşmak içinse irşatsız ve mürşidi kâmile ulaşmayınca bunun gerçekleşmeyeceğini biliyordu.

İyi bir mürşidi kâmil ararken Fars Şeyhlerinden, Seyyidler zümresinden ve kemal erbablanndan Emir Abdullah adlı birinin vesilesiyle Şeyh Zahid Geylani'nin yanına gitti Şeyh Seyyid Safı, Şeyh Zahid Geylani'nin yanında mücahede ve riyazetle irfan ve seyri sülükle yüce bir makama erişti. Güzel hizmetinden dolayı Şeyh Zahid Geylani'nin kızı bibi Fatıma ile evlenerek onun damadı oldu.

Şeyh Zahit Geylani vefat edince vasiyeti üzere Seyyid Safi tarikatın rehberliğine geçti ve tarikatın adı Safeviye tarikatı olarak nam saldı. Halkı irşat ederek halkı tebliğ ve irşat için halife ve pirleri sağa sola gönderiyordu Seyyid Safi'nin makamı sevgisi hırka ve irşadı halkı günden güne kendine bağlıyordu.

Iraktan, Diyarbakır'dan, Azerbaycan'dan, Şirvan'dan birçok mürit onun yanında toplanmaktaydı. Seyyid Şeyh Safi'nin kerametleri hakkında da çok şeyler yazılmıştır. "Safvetulsefa" adlı kitapta Seyyid Şeyh Safinin şöyle dediği kayıtlıdır; "Yakın bir zamanda benim neslimden biri dünyaya gelecektir ve Allah'ın düşmanlarını mağlup edip Ehlibeyt Mezhebini zahir edip yayacaktır."

Bir gece Hazret! Şah Seyyid Safi rüya âleminde şöyle gördü; Mübarek başına bir taç koyup beline kızıl bir kılıfla kılıç bağlıyorlar tacı başından kaldırınca taç güneşe dönüşüyor ve güneşin şulelerinden bütün âlem aydınlanıyor. Uykudan uyanınca Şeyh Zahid Geylani'nin hizmetine varıyor.

Şeyh Zahid'in gözü Seyyid Safi'yi görünce diyor ki; Ey oğul gayp âleminden sana verilen bu devlet mübarek olsun Seyyid Safi dedi ki, bütün himmetler şeyhtendir. Şeyh Zahid dedi ki; Rüyada gördüğünü sen mi anlatacaksın ben mi söyleyeyim? Hazreti Seyyid Safi dedi ki; Emir olursa ben söyleyeyim ve rüyasını anlattı. Şeyh Zahid dedi ki; Sana müjdeler olsun evlatlarından biri padişah olacak ve hak mezhep Hazreti Oniki İmam mezhebini âleme yayacaktır... (Yani Seyyid Şah İsmail Hatayı)

Seyyid Şeyh Safi ömrünün sonuna yaklaşınca oğlu Sadreddin Musa'yı yerine tayin etti ve yolunu ona bıraktı. Bütün mesuliyeti ona teslim ederek Cenabı Hak dergâhında fakir fukaraya ihsan etmek mesuliyetini de ona verdi. Seyyid Şah Safi 12 Muharrem 1334 de vefat etti. Oğlu Sadreddin babasının hem maddi hem manevi mirasçısı oldu.

Şeyh Seyyid Sadreddin Musa da 1391 yılında vefat etti Erdebil'de Safevi hanedanı kabris-tanına babası Seyyid Safi'nin yanına defnedildi. Sadreddin Musa'dan sonra oğlu Hace Ali yolu sürdürdü sonra İbrahim sonra onun oğlu Sultan Şah Cüneyt sonra oğlu Sultan Şah Haydar, Şah Haydar kendi zamanında kendi mezheplerini

ve inançlarını belli etmek açısından Oniki İmam adına Oniki terekli taç giymeye ve giydirmeye başladı ki diğer mezhep ve güruhlardan ayrılsınlar belli olsunlar. Ondan sonra oğlu Şah İsmail ceddi Peygamber evlatlarının yolunu Oniki İmam yolunu Caferi Mezhebini devletin resmi mezhebi olarak ilan etti.

Bu tertiple umumen Şiaiar Şia Mezhebine mensup olanlar aşikâre bir şekilde "İmamiye Mezhebine" yani Oniki imamlar mezhebinin kervanına katılıp coşkuya geldiler. Bazı kimseler bu olan bitenden rahatsız oldular. Şia Mezhebi'nin komutanlarından ve âlimlerinden bazıları Şah İsmail'i bu olaydan haberdar ettiler ve dediler ki:

Tebriz'in üç yüz bin nüfusu var ve bunun iki yüz bini Ehlisünnettir. Mescitlerde Hazreti Oniki İmamlar adına hutbe okumak halkın tepkisine sebebiyet verebilir...

Şah İsmail onlara şöyle dedi: Beni bu işle görevlendirmişlerdir. Cenabı Hak ve Masum Oniki İmamlar benim yar ve yardım-cılarımdır, benim kimseden korkum yoktur. Eğer bir söz söylerlerse Allah'ın tevfikiyle kılıç çekerim bir kişiyi bile sağ bırakmam, deyip cuma hutbelerini Oniki İmam adına okutup Bağdat hâkimi Ebul Haris Aslan bin Abdullah tarafından okunmasına izin verilmeyen Şia ezanında ki; "Aliyyen Veliyullah" (Hz. Ali Allah'ın velisidir) şehadetini tekrardan okutturmaya başladı.

Böylece taç giyerek Tebriz'de devletin resmi mezhebi "İsna Aşere'dir. Hazreti Oniki İmamlar yolu mezhebi, Caferi Mez-hebi'dir"diye ilan etmiş ve Safevİ devletini ilan etmiştir.

Şah İsmail Hatayi'nin mübarek türbesi Erdebil'de dedesi Şeyh Seyyid Safi'nin mübarek türbesinin yanındadır. Hakkın selamı peygamber soyu olan evladı resul seyyidlere imam Ali evladı Alevilere olsun ki, onlar yolun gerçek erleri, pirleri, mürşitleri olmuşlardır. Kamil mürşitiikle bütün halkları cezp etmişlerdir. Ehlibeyt ve Cemaat yolu Oniki imam Cafer Sadık Mezhebi'ni âleme hak olarak ilan etmişlerdir.

Kutladı huri melek her birisi şad oldu
Ehli Şia sevinip cümlesi dil şad oldu
Üzülüp kavmi yezit hüzün ile naşad oldu
Mümin kalbine la şek (seksiz) nur ile iman geldi
Hak Muhammed Ali yol erkân kurdu
Nefsi gaza eder kolun üstünde
Ne durursun gafil kalk Özün arıt
Nahak (haksız) sitem sürme kulun üstüne
İmam Cafer Mezhebi 'ne uymayan
Mürebbisin yolun izin gütmeyen
Üstadın hakkını tamam etmeyen
Aşamazda kalır belin üstünde
İmam Cafer Mezhebine uyanlar
Mürebbisin yolun izin güdenler
Hünkâr Hacı Bektaş'ı Veli diyenler
Hakka doğru gider kılın üstünde

İnanmışım hakka gümanım yoktur
Süfyan'a Mervan'a lanetim çoktur
Mahremoğlu Haydar gözcümüz haktır
Hazır nazır durur yolun üstünde

Şah İsmail Hatayı de dedeleri Seyyid Şeyh Safi'nin bulunduğu Erdebil'de ki ebedi istirahatgahta toprağa verilmiştir. Dedesi Seyyid Safi'nin nurani türbesinde şu sözler yazılmıştır. Cenabı Hak kudsi hadiste buyurur: "Bütün insanlar Ali'nin imamlığı velayeti altında toplanıp birleşselerdi cehennemi yaratmazdım"
Şah İsmail deyiş ve şiirlerde ki yüceliğiyle yedi Alevi ulusundan biri sayılmıştır ve dedesinin nurlu kabrinin yanında bulunan kabrinde şöyle yazmaktadır.

Mahsus beayeyi Yedullah Ali est
Mensus benessi Esedullah Ali est
Damadı Resul şafi-i ruz-u ceza
Vallahi Billahi Tellahi Ali est


YEDULLAH AYETİ ALİ'YE MAHSUSTUR

(Müminler Hz. Peygambere beyat ederken "Allah'ın kudret, nzalık eli o beyat edenlerin eli üzerindedir." ayetinde ki, Cenabı Hakkın kudret elinin üzerinde olduğu kimse imam Ali'dir.)

Rivayetlerde sabit olmuştur ki: "Esedullah'tan kastedilen Allah'ın galip yenilmez arslanı İmam Ali'dir"
Hz. Resulün damadı ve kıyamet gününün şefaatçisi vallahi, billahi, tellahi İmam Ali'dir.

Şah İsmail (Hatayı) Oniki İmam yolu Caferi Mezhebi'ni devletin resmi mezhebi olarak resmen İlan ettikten sonra şöyle buyurmuştur: "Doğudan ta batıya kadar her yer imam olsa ve imam ile dolu olsa, Ali ve onun evlatları bize imam olarak yeter. Hz. İmâm Ali Haydarın eteğine yapış ve endişelenme!

Nuh ile oturanın Nuh tufanından ne gam ve kederi olabilir ki!"
Şeybek Han, Özbek Horasan bölgesini istila edince Şah İsmail'e mektup yazarak elinde bulunan diğer yerleri de istila edeceğini, Mekke ve Medine'yi de alacağını söylemiştir. Biz harap olmuş Irak mülküne tamah etmiyoruz. Eğer Mekke ve Medine'yi de almazsam bir şeye yaramaz hesap sayılmaz.

Buna karşılık Şah İsmail, Özbek Şeybek Han'a şöyle mektup yazar: "Her kim canı gönülden Ebu Türap İmam Ali'ye kul köle olmazsa yüz Mekke ve Medine de bir şey sayılmaz, hesap değildir."
Yine Şah İsmail'in dedesi Şeyh Seyyid Safi'nin babası Seyyid Cebrail Emineddin'in türbesinde şöyle yazmaktadır: "Velisi Mevlası İmam Ali Haydar olan kimsenin mahşer gününde ne korkusu olabilir ki?"

Ey gönül! Cihan Şahı İmam Ali'nin kulu kölesi ol imamlığına bağlan ve şah ol her an ve daim Allah'ın lütfü himayetin de ol.
Yine Avrupalı araştırmacılardan Marya Ancellu sefer namesinde Seyyid Şah İsmail Hatayi hakkında şöyle demiştir: "Çok güzel yüzlü, ahlaklı, yumuşak huylu, tabi ve doğal biriydi.

Münasip boylu, düzgün vücutlu, omuzları geniş, saçları kızıla çalardı ve sadece bıyık bırakmıştı. O solak olmasına rağmen dövüş horozları gibi mücadeleci, mert, yiğit, atılgandı ve emri altında ki bütün emirlerden, komutanlardan, savaşçılardan ve yiğitlerden daha yiğit, kuvvetli, gözü pek, cesurdu ve hepsinden daha kuvvetli idi."

Başka bir Sefer Name'de Şah İsmail hakkında şöyle denilmiştir: "O Hazret'in saltanatı müddetince vezirleri, emri altında bulunanlarla, halkıyla; adalete, şefkate ve sevgiye riayet ederek yaşardı. Onun bu samimi ve insancıl tavırlarından dolayı yanındakiler de halktan kimseye zorbalık haksızlık yapamıyordu, 38 yıllık yaşantısında 24 yılı saltanat ve savaş meydanlarında hançerini, kılıcını çıkarırdı,

merdi meydan olurdu. Söz ve irfan meclisinde bulut gibi olur, meclisi duygulandınrdı. Gözleri nemlendirir, ağlatırdı. Menfiliğinden, cömertliğinden, eli bolluğundan onun nazarında tam ayar altınlar ve bir pare taş aynıydı. Hazinesini yoksula dağıtırdı. Hazinesinde uzun müddet bir şey kalmazdı ve ava çok düşkündü,

avlanmayı severdi."
Rivayet edilir ki Erzincan Tercan Sarıkaya'ya geldiği zaman bölge halkını rahatsız eden, cana mala zarar veren bir ayı'yı öldürüp halkı rahatlatmış. Bu yüzden ahalinin gözünde iyice yücelmişti. Kendisine aslan haberini verene bir at hediye ederdi
Kaplan haberi verene ziynetler süslü atlar verirdi. O Hazret ilim,

irfan erbabını çok sever pek değer verirdi. Şiir ve beyit deyişleri çok mükemmel söylerdi. Hem Türkçe hem de Farsça şiirler söylerdi. Birçok Şah İsmail Hatayi divanı bulunmaktadır. Edebiyat onu şiirleriyle güç ve güzellik bulmuş renk almış ve kök salmıştır.

ŞİRVAN ŞAHI ŞAH FERRUH YESAR İLE ŞAH İSMAİL (HATAYİ) ARASINDAKİ MÜNAZARA

Şirvan Şahı Şah Ferruh Yesar da Şah İsmail'e karşı olanlar arasında idi. Şah Ferruh Yesar olağanüstü bir şey yapmak istemişti. Dağılan askerlerden bir kısmını toplayarak Şah İsmail'in karargâhını alt üst edeceğini ve Kızılbaş ordusunda bir panik yaratacağını ümit etmişti. Fakat talih artık ondan yüz çevirmişti etrafı derhal çevrilmiş sonunda kendiside ele geçirilmişti. Şah

Ferruh Yesar kendini tanıtmak istememişti hatta Şah İsmail'in sorularına kaçamak cevaplar vermişti.Şah İsmail sormuştu:
-İhtiyar bu yaşında niçin savaşa geldin. Evinde rahat etseydin daha iyi değil miydi?
-Sende çocuk yaşında burada ne arıyorsun arkadaşlarınla ceviz oynasan daha iyi değil miydi?
-Sen kimsin?

-Ben mi? İşte görüyorsun ya memleketi savunmaya gelmiş olan bir askerim.
-Şahınız nereye kaçtı?

-Şahımızın kaçtığını sanmıyorum çünkü kaçmak âdeti değildir belki geri çekilmiştir
Bu anda Şah İsmail'in ihtiyar kumandanlarından biri ileri atılmış Şah Ferruh Yesar'ı omzundan tutarak ortada yanan alevlere doğru çevirerek yüzüne dikkatle bakmıştı ve sonra

çılgın bir sesle tanıdım bizzat şahın kendisi gülistan kalesinin önünde savaşırken yakından gördüğüm bu yüzü henüz unutmadım diye bağırmış. Şah Ferruh Yesar da bu sözler karşısında başını eğmişti. Orada bulunan komutanlar sevinçle titremişlerdi. Bunun üzerine Şah İsmail ile Şah Ferruh Yesar arasında ki konuşma şöyle devam etti;
-Bu sözler doğrumu sen Şah mısın? -Evet
sana?
?Şu halde niçin yalan söyledin yalan söylemek yakışır mı
-Savaş meydanındayız burada her şey caizdir.
-Dedemi, babamı sen mi öldürdün?
-Elimden gelseydi seni de öldürecektim. Hatta bütün etrafındakileri de.
-Peki, biz sana ne yaptık? Neden benim dedemi, babamı öldürdükten sonra beni de öldürmek istiyorsun?
-Siz Kızılbaşları öldürmek sevaptır da ondan. -Kızılbaş ta ne demektir? Bize niçin Kızılbaş diyorsunuz? -Neden başınıza kırmızı sardınız?

-Yüzyıllardan beri dökülen kanların ve mazlumların intikamını almak, kara taassubu ortadan kaldırmak için başa kırmızı sarmakla dinden çıkılmaz ya!
-Din ile sizin ne ilginiz var. Mukaddesatı ağzınıza almayınız.

-Şah İsmail (Hatayi) bu söz üzerine etrafındakilerin öfkeyle titrediklerini görmüştü, fakat soğukkanlılığını bozmayarak sözüne devam etti. Bizim dinsiz olduğumuzu nereden biliyorsunuz? Biz Allah'a inanırız, Hz. Muhammedi Peygamber tanırız, ona inen Kuran'a iman ederiz, Hz. Ali'yi Allah'ın velisi biliriz, Namaz kılarız, Oruç tutarız, halkı iyiliğe teşvik eder, fenalıktan men ederiz. Bizi neden dinsizlikle itham ediyorsunuz?

-Neden kendinize Şia adını veriyorsunuz? Neden Tevella veTeberrayı dinin esaslarından biliyorsunuz?
-Şia adını biz icat etmedik. O İslam Peygamberi zamanında da vardı. Bir Müslüman için Tevella ve Teberra lazımdır. Tevella Allah'ın, Peygamberinin sevdiklerini sevmek, Teberra ise Allah'ın ve Peygamberinin sevmediklerini sevmemek demektir.
-Allah'ın sevmedikleri kimlerdir?

-Onlar hile ile din başkanlığı taslayanlar, Müslümanların Halifesi'yiz diyerek zavallı halkın kanını dökenler ve malını helal bilenlerdir. Onlar Yezit, Muaviye ve Mervan gibi kimselerdir.
O zamana kadar itidalle konuşan Ferruh Yesar, Şah İsmail'in

bu son sözü üzerine birden bire parlamış "sus Hazreti Muaviye razıyallahu anhın adını ağzına alma dinsiz adam" diye bağırdı.
Şah İsmail, Ferruh Yesar'ın bu hareketi üzerine ben sana gerçeği anlatmak istedim. Seni ölümden kurtarmak istiyordum, sen ise inadına direniyorsun ey mutaassıp cahil, demiş ve eliyle bir işaret vermişti.

O anda Şah İsmail'in yanında dimdik duran Şamlı aşiretinin başkanı Hüseyin Bey'in kılıcı yanan ateşin alevleri karşısında şimşek gibi parlamıştı. İnen darbe ile Ferruh Yesar'ın kesik başı birkaç adım öteye yuvarlanmış gövdesi de sırt üstü yere düşmüştü. Şah İsmail hiçbir şey söylemeden oradan uzaklaşmıştı.

Şeyh Safi Ocağı Erdebil Tekkesinin yeşil sancağını Şirvan kalesinin üzerine dikmişlerdi, bayrağın üzerinde "Lailaheillallah, Muhammed Resulullah, Aliyyen Veliyullah" yazılıydı. Ve bayrağın üstünde bir el bulunmaktaydı. Bu Kızılbaş Şiiliğin bir simgesidir. Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma,

Hz. Hasan, Hz. Hüseyin'den ibaret beş sevgiliyi göstermekteydi.1
Hüseyin Soysal "Alevinin Sesi Velayet" dergisinde ki yazısında Şeyh Seyyid Safi ile ilgili makalesinde şöyle demektedir: "632'de Ebu Bekir'in halife olması İslam dünyasını derinden etkilemiş ve çok başlı bir İslam'ın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Özellikle Ömer döneminin uygulamaları

'Mevali' adıyla anılacak olan Arap olmayan Müslümanlar kavramını İslam literatürüne yazdıracaktır. Hakları olan imamet makamının gaspının ardından, Ehlibeyt İmamları(a.s), onların çocukları ve taraftarları Arap Yarım Adası'nda bir tecrit politikasına uğramışlar; dini, ilmi, içtimai hayatta hüccetlikleri reddedilmiştir. İslam dünyasının kalbi olan Kabe süreç içerisinde İbrahim'in (a.s) evlatlarından arın-dırılmış ve

hamiliği ehil olmayan insanlara teslim edilmiştir. Ehlibeyt İmamları ve taraftarlarına yapılan tecrit ile 'Mevali' kavramının oluşturulmasına sebep olanların mahrum bıraktığı insanlar İslam'ın kalbinden uzak diyarlara hicret ettirilmek zorunda kalmışlardır. Peygamberin kızına, damadına, torununa olmadık eziyetleri reva görenler aynı zamanda yeni Selmanlar'a, Sühey! bin Rumilere ve Bilal-i Habeşilere de tahammül edememişlerdir.

Bu noktada Hz. Peygamberin (s.a.a) gerçek mesajından zerrece ayrılmayan Oniki imamlar (a.s) cedlerinden aldıklarını insanlığa en zor şartlarda dahi götürmüşler ve bu çağrı mazlum yüreklerde yankısını bulabilmiştir. İşte bu çağrının muhataplarından en önemli kısmı 'Mevali' dediğimiz insanlar olmuşlardır.


Kimlerdir Mevaliler: Kısaca belirtmek gerekirse Ömer'in beytülmaldan üçte bir oranında faydalandırdığı ve bu adaletsizliğin incittiği insanlarla başlar Mevalilik. Arkasından diğer coğrafyalarda ki insanlarda belli dönemlerde bu muamelelere tutulur. Hindu, Kürt, Türk, Acem, Peştu v.b insanlara (Arap olmayan Müslümanlara) Mevali adı verilmiştir.

Coğrafi bir kayma yaşayan İslam dünyası Ehlibeytin pak ve imamlarının (a.s) mesaj alanlarının değişik bölgeleri de etkisi altına almasını engelleyememiştir. Büyük öğretmen güzel ahlakın tamamlayıcısı Hz. Muhammed'in (s.a.a) evlatları ona vahiy edileni halklara götürürken kendileri de coğrafik bir değişimi yaşamışlardır.


Bunun da en önemli sebebi gerçeğin temsiliyetine talip olan insanların Ehlibeyt'e kucak açmalarıdır. Örneğin: İmam Rıza'nın (a.s) Makam-ı Âlisi İran-Meşhed'de ise İnsanlar biraz düşünmelidir. İmam Ali'nin (a.s.) ki ise Irak-Neceftedir. Oysa bunların yeri cedlerinin yanı olmalıydı.
Konuyu dağıtmadan ana meseleye dönelim, burada anlatmamız gereken öz şudur.

Coğrafik olarak Suriye'den Hazar denizi kıyılarına, Kızıl denizden Anadolu'ya kadar uzanan bir Alevi-Ehlibeyt havzası vardır. Bunun tarihsel süreçteki oluşumunun temelleri yukarıda belirtîiğimiz kader birliği ve Peygamber'in (s.a.a) evlatlarına gereken önemi ve kıymeti vermemektedir.

Merkez diyeceğimiz Hicazın zalim sultanların İşgalinde bulunması, yönelişler bakımından yukarı sınırlarını çizmeye çalıştığımız, Alevi havzasının çekim gücünü artırmış her ne kadar buralarda da zaman zaman tiranlar olsa da halk inançlarını ihyada kutsal topraklarda (işgal altına) yaşayanlardan daha rahat olmuşlardır.


Ehlibeyt inançlarının yayılması ve yaşatılması için bu havza da çok önemli merkezler oluşmuştur ve çok önemli insanlar zihni donanımlarıyla kendilerini göstermişlerdir. Mevali'ler içerisinde gelişen Ehlibeyt düşüncesi Arap olan Ehlibeyt taraftarları açısından da moral değer olmuş onların da Mevaliler'le birlikte ortak İnanç dünyası oluşumunda paydaş hareketliliğini getirmiştir.

İşte önemli olan husus: Mevalı gücünün Arap toplumundaki Ehlibeyt taraftarlarıyla buluşmasıdır ki, bu andan itibaren coğrafyanın Akdeniz'e kadar uzandığını görüyoruz. Arap olan ya da olmayandan çıkıp mümin coğrafyası Kuran ve Ehlibeyt'tir anlayışına gelmiştir. Yukarıda belirttiğimiz homojenlik burada sağlanmış,

tüm Ali (a.s) yarenleri aynı kaynaktan beslenmişlerdir. Bu beslenme onların coğrafya tanımını netleştirmiş, ruh ve inanç coğrafyasında sağlanan birliktelik yeryüzünün fiziki yapısında da kendisini göstermiştir.

Bu durum Fatimiler, Büveyhi-oğulları, Safeviier gibi devlet oluşumlarını da beraberinde getirmiştir. Üzerinde yaşadığımız topraklara gelmeden evvel incelememiz gereken ve bu gün hala mirasını yediğimiz ve teselli bulduğumuz inanç önderlerinin birkaçına bakmakta yarar var.

Ulus devletlerin şekillenmediği sınırların sadece kâğıt üzerinde olduğu dönemlere bakmak mutlaka Anadolu Alevi tarihinin netleşmesi açısından önemlidir ve gereklidir. Osmanlı Öncesinden Selçuklular devrinden itibaren bir değerlendirme yaparsak karşımıza iki önemli şahsiyet çıkıyor.

1- Hasan Sabah

2- Şeyh Safiyuddin-İ İshak Erdebili
Şüphesiz aldığımız tarih 11. yüzyıl sonrasından başlasa da öncesinde ve sonrasında çok önemli şahsiyetler varlıklarıyla kültür inanç dünyamıza çok şey katmışlardır.2 Erdebil tekkesi Anadolu'nun kaderinde önemli bir yerdir. Şeyh Safi Hazretleri de hakeza.

(1252-1253) yıllarında doğan Şeyh Safi 1301 yılında Erdebil tekkesine Mürşid-i Kamil oldu. Her ne kadar bazı araştırmacılar Erdebil tekkesindeki Alevi etkisinin Aladdİn Ali ile başladığını söyleseler de dönemin ağır koşulları bazı şeylerin yüksek sesle söylenmesini engellediği için Erdebil Tekkesi'nde Sünnilerden çok Alevilerin bulunduğu gerçeğinden hareketle Alevileşmenin Şeyh Safi ile başladığını kabul etmemiz gerekiyor. Tabi ki bu kanı değişebilir.

Bu tekkenin etki alanı İbrahim Arslanoğlu'na göre batıda Suriye, İrak, Anadolu'nun doğu ve güney kesimleri ile doğuda İran, Belh ve Buhara'ya kadar yayıldı. Bu kadar yayılmanın sebebi ise bu tekkenin tüm devletler tarafından barış ve kardeşlik ortamı sağladığından dolayı bir eman beldesi olarak kabul edilmesidir.

Şeyh Safi'nin kişiliği ile özdeşleşen ve Anadolu'da "Safiyan Süreği" olarak bildiğimiz ve hala ülkemizde ocakları bulunan bu süreğin İslam dünyasında kendisini Alevi kimliği ile deklaresi Aladdin Ali ile başlar ve sırasıyla Şeyh İbrahim, Şeyh Cüneyt, Şeyh Haydar, Yar Ali Sultan (çok kısa bir süre) ve devletleşmenin başladığı nokta olan Şah İsmail'dir.

Erdebil Şeyhleri birçok bölgeye Halife, Pir adını verdikleri dervişleri yollayarak 12 İmam (a.s) düşüncesinin yayılması için mücadele vermişlerdir, Erdebilin çağrısına yaşadığımız topraklardan da yankı gelmiş özellikle Türkmen kabileleri kendilerine kadar ulaşan Türkmen pirlerinin getirdiği, mesajı çabuk kavramış ve hızlı bir Alevileşme yaşamışlardır. Bu dervişlerden ilk akla gelen isimler Şah Kulu Sultan, Hz. Pir Sultan (r.a) gibi halk önderleridir.

Teoman Şahin'in de belirttiği gibi 15 yy. ortalarından sonra Anadolu Alevileşme sürecine girmiştir. Daha doğru bir ifade ile süreç hızlı bir ivme kazanmıştır. İşte Anadolu Alevi halk önderlerinin mücadele sahasına çıkmaları da o dönemlere rastlar. Alt yapı olarak malum birçok ülkenin sınırları

içerisinde kendilerini ifade etmeye başlayan Alevi toplumu Osmanlının sınırları içerisindeki sorunlara kayıtsız kalamazdı. Vatandaş olma mücadelesinde her türlü adaletsizliğe, dayatmalara ve keyfi esas baskılarına karşı ilk tepkiyi veren insanlar Aleviler olmuştu.

Usul-u dinlerinde "Adalet" olan bir toplumdan başkaca bir hareket beklemek zaten mantıksızlıktır. Acılardan gelen ve tarihsel mazlumiyetlerine yeni bir mazlumiyet eklemek istemeyen İnanmış insanlar hamurunu yoğurdukları ve pişirdikleri bu topraklarda da şerrin Allah'tan olduğuna inanmamışlar ve bu cebriye mantığına karşı, çıkmışlardır.

Yani Ehlibeyt muhipleri her çağda öz dinamiklerini korumuşlar ve bu da onlara zillet altında yaşamaktansa izzet ile ölmeyi beraberinde getirmiştir.

Tarih kaynaklarına baktığımızda, o dönemlerde Alevi isminin hiç kullanılmadığını görüyoruz. Alevi kavramı son iki yüz yıl içerisinde ortaya çıkan bir kavram olup, Ehlibeyt taraftarları için İsna-Aşeriyye, Batını, Rafizi, Şii, İmamiye gibi isimler verildiğini görmekteyiz. O dönemde bu isimler kullanılsa da

Anadolu'da Ehlibeyt dostlarına Rafizi, Kızılbaş gibi isimlerin verildiğine tanık oluyoruz Alevi kavramı son iki yüz yılı saymazsak bizzat Ehlibeyte ve Seyyidlere verilen unvandır. Örneğin; İmam Sadık'ın (a.s) ya da diğer imamların lakaplarının Alevi olduğunu da tarihi kaynaklardan öğreniyoruz. Caferi Sadık-ul Alevi gibi... Bu ayrıntıyı aktardıktan sonra devam edelim.

Hasan Sabbah ve Şeyh Safİ'nin kişiliklerini anlatırken Hasan Sabbah'ı kısa geçtiğimizi fark etmişsinizdir. Bizim asıl üzerinde durmamız gereken, bizi en çok ilgilendiren ve Aleviliğimizi temellendirdiğimiz odak Şeyh Safi ve Safİyan süreğidir.
Osmanlı Devleti, kendi topraklarında meydana gelen kıpırdanmaları kimi uzmanlara göre yüzde altmışa varan Alevi nüfusunu Erdebil etkisinden kurtarmanın yollarını aradı İlk akla gelen o

güne kadar pek müdahale etmediği inanç dünyasına el atmaktı ve kendisini Ortodoks Sünni, Maturidi, Hanefi çizgiye çekerek bunun sancaktarlığına soyundu. (Ortodoks; katı, tavizsiz merkeziyetçi anlamında kullanılmıştır) Karşısındaki muhalefet ya da güç dengesi Sünni olsaydı yüzde altmış Alevi nüfusuna güvenerek Alevi bile olabilirdi.

Bu katı yapılanma özellikle 1517 de Yavuz'un hilafeti ele geçirmesi ile pekişerek Osmanlı sultanlarına "Halife-i ruy-i zemin" diye anılmasını başlattı. Hilafetin getirilmesinin maksadı Sünni dünyanın önderliğini ele geçirip rahat hareket etme imkânı vererek, gelişmekte olan ve sınırları aşmış bulunan Ehlibeyt inançlarının önünü alabilmekti.

Artık kudsiyeî kazanan Osmanlı saltanatı yaptığı her işi meşru göstermeye ve o meşhur fıkıh hükmü olan "Sultan fasık ta olsa ona uymak farzdır" düşüncesini hayata geçirmeye başladı. Bu Sünni toplum üzerinde etkili olabilirdi ve oldu da. Ama Alevi toplumu için Osmanlı ya da başka bir sünni dini otorite hiçbir zaman meşru olmadı.

Ta 632 Yılından bu yana, hatta Ehlibeyt hakkını iade iddiası İle gelenler bile Abbasiler örneğinde olduğu gibi, Ehlibeyt açısından bir meşruiyet kazanamadı. Artık Osmanlı için isyanlar çağı dediğimiz çağ başlamakta idi. Bu isyanlar; inançsal olduğu kadar ekonomik kaygıların beslenmesi ile Sünni toplumu da etkisi altına almıştır.

Sosyal çalkantıların başlaması, Osmanlı'nın büyüme hızına da endekslidir diyebiliriz. Büyüdükçe halktan uzaklaşan, toprağa bağlı yaşyan halkın toprak rejimine dikkat etmeyen, savaş ve saray masrafları İçin her gün yeni bir vergi koyan bir devletin tebaası padişahının "samur ve amber" ihtiyacı için özel vergiler istemesine ne kadar dayanabilirdi ki! Birde madalyonun diğer yüzü var; öyle bir yüz ki orada kimler var kimler.

Ebu Suudlar, İbni Kimaller, Aziz Mahmut Hüdailer, Müftü Hamzaiar, Kadı Zadelar, Kara Çelebi Zadeler, Kara Kadılar, Sarı Kadılar, Kuyucu Muratlar, Idris Bitlisi'ler vs...


Özelde Alevi genelde tüm Anadolu halklarının itirazlarını bastırmak için kurulmuş bir üçgen! Padişah fetva İster, Şeyhul İslamlar verir. Kuyucular, Bitfisiler uygular. Tarih şahittir ki, İdris Bitlisi'nin taşeronluğunda gelişen kıyım hareketleri halkı canından bezdirmiş, ölüm öylesine aranır olmuştur ki deftere kaydetmeler zindanların dolmasına, genç kızların namuslarının kirletilip Müslüman sayılmadıkları için cariye muamelesi görmelerine,

çoluk çocukların katline, Evladı Resul kadın ve kızların develer üzerinde köle pazarlarında satılmasına kadar varmıştır. Seyyidlerin değişik dönemlerde kesilen sakalları (hakaret amacıyla) bu işin cabası. İdris Bitlisi'nin tek başına ortaya koyduğu bilanço resmi olarak seksen beş binlere (85.000) ulaşıyor,

seksen beş bin aziz şehide. Osmanlı'nın o dönemki nüfusu en fazla üç dört milyondur. Çünkü 1830'larda yapılan sayımda Ahmet Lütfi'nin verdiği rakam "Müslim, Gayri Müslim Beş milyona yakındır" diyorsa bizim verdiğimiz rakam çok iyimserdir. Sadece kendisi gibi düşünmediği, tek tipliliği reddettiği için öldürülen insanlar

ve halkını kanlı fetvalarla öldüren bir devlet "Bir halk devletinden tahammül ve şefkat bekler" mantığı yanlış ve tutarsızdır. Devlet halk için vardır hizmet için vardır. Kuruluşunun yedi yüzüncü yılı kutlanan Osmanlı devleti sürekli bir "hoşgörü abartısı ile" sunularak makyaj tazelettiriyor...

Gerçekten Osmanlı Devleti, sınırları içerisinde yaşayan gayri Müslimlere karşı oldukça hoş görülüdür. (Bu sadece Osmanlının değil tüm Müslüman ülkeler için geçerli bir kuraldır) Bunun se-bebi İslam fıkhındaki "Zımmi" kavramıdır. Ztmmilerin hukuku bellidir bu uygulanır... Ama Aleviler... Maalesef Alevi toplumu bir hukuksuzluğun

acısını çekmiştir. Bir halk tabiri ile "Gâvura göre Müslüman" bile olamamışlardır. Mülhid ve zındık muamelesi bir demokles kılıcı gibi başlarında sallanıp durmuştur. Bu sorun sadece Osmanlı'nın değil tüm İslam tarihi boyunca kurulan Sünni devletlerin sorunudur.

Çoğu zaman keşke zımmi olarak tanınılmış olsaydı dememek elde değil. 1492 yılında İspanyadaki katliamlardan kaçıp gemilerle Osmanlı'ya sığınan İspanyol Yahudileri sürekli Osmanlı hoşgörüsüne örnek veriliyor. Oysa aynı tarihlerde Sivas'ta ya da başka bir belde de Alevi olmanın ne anlama geldiğini en güzel ifade eden Pir Sultan Abdal'dır.

Ulu pirin şiirlerini okuyanlar o dönemi kolayca çözebilirler. "Ben Musa'yım sen Firavun" diyen Pir Sultan çizgiyi gayet netleştirmiştir. Yavuz döneminde ilgi çekici çok önemli bir emirname vardır. Emir yine İdris Bitlisi'ye verilmiş ve başarıyla uygulanmıştır. O da şudur: Alevilerin Necef, Kerbela, Meşhed gibi önemli Alevi inanç merkezlerine, kutsal saydıkları mekânlara gidişi engelleme harekâtıdır...


Bununla yapılmak istenen şey en basit tanımlamayla Alevileri kısır bir adaya hapsetmek ve inançsal erozyonların oluşmasını sağlamak. Bundan itibaren çok farklı bir araştırma konusu başlıyor. Alevi toplumunun inançlarını koruma uğruna verdiği mücadeleler nelerdir? (bu başka bir yazıda incelenecektir) ama ana konumuz üzerinde söyleyeceğimiz birkaç sözü de ilave edelim... Anadolu'nun İslam coğrafyasının

bir parçası haline gelmesini sağlayan Horasan erenleri adıyla bilinen ilk Alevi inanç önderleri, bu toprakların mayasını Ehlibeyt aşkıyla vermişlerdi. Köprülerin altında akan nice sular birçok değişimi belli bir hızla hayata soktu. Geçmişe dönüp baktığımızda anlamlandırdığımız olguların, olayların her geçen gün arttığını görüyoruz.Sular daha da durulacaktır. İmam Hüseyin'in (a.s) Kerbela'daki mesajında geçen "Özgür İnsan" kavramına layık olanlar ve olmayanlar net olarak görülecektir.

Alevi toplumu; düzmece, düzdürmece ve hayal ürünü masallardan kurtulup, yeniden ikinci bir ihya hareketi başlatabilecek alt yapıya sahiptir. Kaynak belirleme ve yazılı sahih kaynaklara yönelme en önemli adımdır. Cumhuriyet, Alevi toplumu için ancak bu şekilde fazilete dönüşebilir. Cumhuriyetin getirdiği kazanımlar geride yaşadığımız

"acı yıllarından" çok daha iyi durumdadır. Geçmişteki tepkiler hep adalet sosyal barış ve Aleviler açısından hukuki tanınmanın mücadelesiydi. Huzursuz ortamlardan gelen Alevi düşüncesi tarihinin en rahat dönemlerinden birini yaşamaktayken bazı çevreler Alevilerin demokratik katılımını engellemeye çalışıyorlar.

Bazı çevreler de tam tersi refleksler göstererek kargaşa yaratmak istiyorlar. Oysa Alevi toplumu huzur ve sükûnet içerisinde kendini anlamlandırmaya çalışıyor. Bugün Alevi camiasındaki yüzlerce vakıf ve dernek bu anlamlandırmanın sonucudur. Aleviliği folklor olarak görmekten kurtarıp, inanç boyutunun açığa çıkarılması herkesin boynuna borçtur.

Temel ve sahih kaynaklar demiştik; İşte orada başta Alevi toplumu ye diğer toplumlar gerçeği ve özü bulacaklardır. Örneğin İmam Ali (a.s) Nehc'ül Belağa'da Allah, İman, Ahiret, Adalet, Kader, Dünya, İnsan vb. konularda ne diyor? İnsanlığa nasıl bir mesaj sunuyor? İslam dünyası ya da İslam diye lanse edilen inançlar ne kadar sağlıklı? Sorunların çözümü için çok çabaya ihtiyaç var, yitik malını ararcasına;
1250-1450 yılları
1450-1650 yılları
1650-1826 yılları
1826-1920 yılları
1923-1999 yılları

Bu tarihler ayrı ayrı incelendiğinde, Alevi tarihinin dönüm noktaları daha yi aydınlanacaktır. 1250-1450 yılları barış, huzur ve sükûnetin bulunduğu Alevi ve Sünni kavramlarının çekişme unsuru olarak görülmediği, Oniki İmam (a.s) inançlarının ihya edilerek mesajının insanlara ulaştığı yıllardır.

1450-1650 yılları kelimenin tam anlamıyla hüzün yıllarıdır. Kan ve gözyaşının hâkim olduğu bu dönem dünya insanlık tarihinin en yaslı yıllarıdır. Bir araştırmacının ifadesi ile San Bartelemi katliamlarından daha kötüdür.
1650-1826 yılları inançsal ve tepkisel erozyonun verim vermeye başlamasının tarihidir.
1826-1920 yılları "Son bir darbe daha" edasıyla gerek fiziki gerekse ilmi yıkımların yaşandığı temel Alevi kaynaklarının topluca yakıldığı yıllardır.

1920-1999, belki de konuşmamız gereken nokta, verdiğimiz son tarihtir. Geçmişi bilme olarak attığımız adımlar geleceği kurmada bize neler kazandıracak ve Alevi toplumu nasıl bir gelecekle karşı karşıya...'Tanımlama Denemeleri" yaparken "Yarınlama Denemeleri" yapabilmemiz için "Bugünlerin Denemesini" de iyi yapmak gerekiyor, O zaman hatalar en aza indirgenir. Cumhuriyet döneminde yargılanacak olan devlet değil bu kez halktır.

Halk derken kastımız "Önderlik" iddiasında bulunan dini önderlerdir. Halkın kanalizesinde pervasız davrananlar inançlardan ödün verenler. Alevi toplumu adına (bir seyyid dedenin güzel bir tabiriyle) yol yezitliği yapanlar bu günün müsebbipleridir.3

Yüzyıllarca Anadolu'da İmam Ali'nin ve evlatlarının imamlığına bağlanan ve taraftar olan Alevilere inançta ve kültürde yol gösterip onların inançta temel noktalarını ve inanç yaşamlarını beyan eden bu buyruklar ve Şeyh Seyyid Safi hakkında o kadar beyit vardır ki bu kadar beyite övgüye karşı bugün niçin, bu zat yeteri kadar tanınmamakta ve bilinmemektedir. Bunun da Alevilerin başından geçen tarihi sürecin ne kadar yıkımlara, tahrifatlara, baskılara uğradığının açık bariz delillerindendir.

Bu kitap; Erdebil Dergâhı'nın Mürşid-i Kamil'i Evlad-ı Resul Seyyid Alevisi, Şeyh Seyyid Safi ve yolu, inancı ile ilgili bu mektebin erlerinin, ozanların, gönül dostlarının, âşıkların, sadıkların gönüllerinden gelip dillerinden dökülen beyitlere ve şiirlere yer verilmiştir.

Şahı Merdan Ali 'nin âlim evladıyım
Zülfikar ve Taç ve Düldül üç nişanı bendedir
Dinim Dini Muhammed Mezhebim Caferi yakin
Lafeta illa Ali bu penhan (saklı gizli) sır bendedir
Ben Şaha bu canımı sıdk ile kurban etmişem
Eğer kabul eylese velayet iyd (bayram) ve kurban bendedir
Çün Hatayiyim Şahın methini vasfını daim söylerem
Sıdk ile bel bağlaram defterle divan bendedir
* * *
Agahiyem Alevi, mezhebim Şia Kızılbaşım
Kerbela 'nin fırkatındandır gözümden akan yaşım
Hüseyin 'in derdini hiç kimseden sorma karındaşım
Dile Zeynel Abadan sor Dile Zeynep Anadan sor
Kulak tut sözüme Hevayı nefsi şehvetten geri ol
Özün pak eyleyip gel rah-ı aşka hakikat can-ı dilden Caferi ol

Evvel ol Allah 'in adı söylenir Cümle ibadetin başıdır tevhit
Pirim Şeyh Safi 'den bize kalmıştır Sofi kardeşlerin kanıdır tevhit
Her kim Şeyh Safi 'nin emrini tutmaz Yorulur bu yolda

menzile gitmez Gayri millet ona itibar etmez Cümle ibadetin başıdır tevhit
Tevhit ile bitmez işler bitmiştir Tevhit ile dünya karar tutmuştur
Tevhit ile talip hakka yetmiştir' Dermansız dertlerin dermanı tevhit
Mürebbisiz, müsahipsiz, damensiz İkrarından dönen yanar
imansız Yakin ihlâs ile çağır gümansız Şeyh Safi'nin armağanıdır tevhit
Can Hatayim tevhit derya denizdir Tevhit etmeyenler bizim nemizdir
Pirim Şeyh Safi'den sermayemizdir Oniki imamın erkânı tevhit

Yalancı kişiden yer gök bezer
Dünyadan ahrete bulmaz
Fethullah İkrarına sahip değilse
Ona hışım eyler Hak Habibullah
Rehber emrince gitmese Musahip
özünü teslim etmese Rızasız
gezip sözünü tutmasa
Türlü kanlara uğratır Allah
İki musahibin sırrı açılsa
Rehber buyruğundan kaçılsa
Sır içinde sır açılsa
Derdine derman yoktur mahşerde billâh
Dört kapı emrince olmasa
bir bacı Dünyadan ahrete çeker ol
göçü Şefaat etmez ona oddan
Naci Hak Muhammed Ali eyler Hışmullah
Şah Hatayım muhiptir can sufiye
Menziline ermiş olmuş Naciye
Gelip girmez erkânı Şeyh Safi'ye
Yüzleri karadır mahşerde Vallah Billâh
* * #


1
HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ


VİRANİ ABDAL'IN HAYATI VE BUYRUĞU

Alevi Bektaşi toplumunda yedi ulu büyük zatları arasında sayılan ve büyük bir saygı ile anılan Virani'nİn nereli olduğu hangi tarihte doğduğu ve hatta yaşantısı hakkında kesin ve doyurucu bilgiye sahip değiliz. Virani veya Virani Abdal mahlaslarını kullanan bu büyük şair ve pirin aruz vezni ile yazdığı üç yüzden fazla şiirini ihtiva eden bir divanı vardır.

Bunun dışında hece vezni ile yazdığı şiirleri de zamanımıza kadar gelmiş ve bir kısmı bestelenerek cemlerde okunmuştur.
Virani'nİn yazdığı deyişlerden onun Balım Sultan ile çağdaş oıduğu anlaşılmaktadır. İtikatta Oniki İmam yolunda mezhepte isi Caferi mezhebindendir. Ve aynı zamanda Bektaşi olan Virani'nİn Seyyid Hacı

Bektaş-ı Veli'nin oğlu Seyyid Ali Sultan ve onun torunu Balım Suitan'dan başka o soydan gelen başka bir kimseyi şiirlerinde anmamasından dolayı Balım Sultan hayattayken vefat ettiği söylenebilir. Bu var sayımdan Virani'nİn 15'nci yüzyılın İkinci yarısı ile 16'ncı yüzyılın başlarında yaşamış olduğu da söylenebilir. Virani Hurufi şairler arasında sayılırsa da şiirlerinde ve buyruğunda Hurufiüğe değinmesi o çağda hemen her Alevi Bektaşi ozanında görülen ölçünün üzerinde değil, Oniki İmam Caferi Mezhebin'den olup Hurufilikle de ilgilenmiştir.

Virani Abdal Irak'ın Necef şehrinde Bektaşi tekkesinde babalık etmiş ve Safevi Şahı Şah Abbas'ia görüşmüştür. 1587-1628
Virani'nin büyük bir divanı vardır. Birde Hurufiliğe ait küçük bir buyruğu vardır. Bu buyruk taş basması ve hurufatla birkaç kere basılmıştır. Hurufatla basılan nüsha namı nesri Virani Baba başlığını taşımakta ve divanından pek az şiiri de ihtiva etmektedir. Virani Abdal Necefte kaldığı zamanlarda

Hz. İmam Ali'nin nurani mübarek türbesinde türbedarlık etmiş ve Anadolu ve Balkanları dolaşmıştır. Bulgaristan'da Demir Baba ve diğer Bektaşi tekkelerini gezmiş, ziyaret ettiği Demir Baba tekkesi postnişinliğinden izin almış ve Otman Babaya giderken Karlı Ova'da Hafız türbesinde vefat etmiş ve orada toprağa verilmiştir.4

Osmanlıca aslından tercümesi sunulan Virani Abdal buyruğunda Kur'an harfleri alfabesiyle, Farsça kelime ve harflerle ve beyanlarla birçok gizemli ve açık beyanlarda bulunmuştur. Bu harflerin orijinal Arapça harflerle yazılması buyruğa ve ilim irfan sahiplerine daha önem arz ettireceğini bilerek imkân ve vakit olmadığından günümüz Latin harfleri ile bu rumuz ve harfler yazılmıştır. Yine de ilgi çekici bir beyan ve haldedir.

.Bütün Alevilerin ve bir Şia Alevi tarikatı olan Bektaşi'lerin de Peygamberimizin ve Oniki İmam yolu Caferi Mezhebi'nden olduğu gibi Virani Abdal da Oniki İmamcı ve Caferi Alevi olduğunu şiirlerin de belirtmiştir. Kendisi Irak'ta Hz. İmam Ali'nin (a.s) mübarek türbesinin bulunduğu Necef şehrinde ki Bektaşi dergâhının başında bulunmuştur ve ömrünün çoğunu burada geçirmiştir. Bu mübarek zatla ilgili elde bu kadar bilgi bulunmaktadır,

Şia Caferi mezhebi ile ilgili olarak bu kitapta tercümesi sunulan Necef deryasında, Hz. İmam Ali Murtaza'nın (a.s) türbedarlığını da yapmış olan ve Virani Abdal risalesini (buyruğunu) yazan Virani ile ilgili Hacı Kureyş Şanlı'nın torunlarından Derviş Şahin'in buyruk adlı kitabında Virani Abdal'ın Şia mezhebi İle ilgili tanımı ise şöyledir:
"Ve dahi on sekiz bin âlemin namı nişanı

yok iken Hz. Muhammed Mustafa ve Aliyyel Murtaza var idi ve nurları zahir idi. Hz. Muhammed Mustafa Abdullah ile Ebu Talip zamanında Şahı Merdan Ali o vakit iki oldu manası birdir. Hz. Muhammed Mustafa'nın nuru Abdullah'tan zuhura geldi Hz. İmam Ali'nin nuru Ebu. Talip'ten zuhura geldi. Hz. Muhammed ile Hz. İmam Ali'nin sırrını bir kimse bildi, o zaman yetmiş iki millet iki bölük olmuş idi otuz altı bölüğü (Şia taraftar oldu) otuz altı bölüğü havariç oldu. Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ı severler idi.

Ve Şia mezhebi olan Hz. Muhammed ile Ali'nin dört kapıda kırk makamda on yedi erkânda her işleri birdirbir kapıdan girip çıkarlardı ve bir sofrada ve bir kapta yiyip İçerlerdi aralarında perde yoktur derlerdi. Ayrıları ve gayrıları yoktur. Bir gün gaipten bir ses. geldi: Ya Şialar sizi bir er ister varın su aktı duruldu nazara, eren âşık oldu. Hak didarı görmezsin ne tahsil edersin siz varanda derman yerine bir cevher satılır.

Pirim beni aşk küresinde kaynattı âşık olan ulaşsın payınızı alın. Mümin olan kalbiniz ve gönlünüz arı ayan olsun münkir olan kimsenin gönlünde kaygu kara olsun. Rakip ah desin deyip Şialara seda verdi bu beyitleri güzel avaz ile gaipten Şia mezhebinden olan Şialara söyleyip ayini erkânca beyan eyleyip okudu.

Ey cümle cihana şefaatçi Ahmed-i Muhtar değil midir? Ahmed, Mahmud, Ebulkasım Muhammed Resulullah Veliler Nebiler içinde server değil midir? Haktan selamı indiren Cebrail Emin Bedir gazasında avazı minber değil midir? Son Veda Haccında Gadirhum mekânında çıktılar minber üzerine bir gömlek giydiler,

"Lehmike Lehmi" (Hz. Peygamber buyurdu: Ya Ali etin eîimdedir) deyip Haydar değil midir? Muhabbet kamerini bağlanıp pir mürşit, musahip oldular, bu söz kelam Hak Resul'ün kurduğu erkân değil midir? Ehli tarikat biata bel bağladılar biri Selman biri Kanber değil midir? Şek getirmeyesiniz amenna (ikrar iman eyledik) ve Saddakna (tasdik edip doğruladık) iman müminlerin ikrarı değil midir?

Hazret kapısında Allah'ın velisi efendisi seyyidi Aliyyel Murtaza hem cenneti rızvan hem Sakiyi Kevser değil midir? Resulün ilim şehrinin kapısı, Müminlerin Emiri (imam Ali) cümle tarikler (yollar) içinde hak rehber değil midir? Beşiğinde yatarken hamle kılıp ejderhayı ikiye biçen bunlara aşikâr olan Haydar-ı Kerrar değil midir?

Habibullah (Hazret! Muhammed) (s.a.a) dedi: Ya gözümün nuru Allah'ın Arslanı'nın (Ali'nin) evlatları Şebber, Şubbeyr (Hz. İmam Hasan, Hz. İmam Hüseyin) İmam Zeynel Abidin ondan, İmam Muhammed Bakır, İmam Cafer değil midir? Ondan İmam Musa Kazım, İmam Ali Musa Rıza, Şah Taki hem Ali Naki, Hasan Askeri değil midir? Ondan İmam Muhammed Mehdi Sahipzaman Selavatullahi Aleyhim Ecmain (cümlesine Allah'ın selavatı selamı olsun) Mahlûkaî eşiğinde bu kimler değil midir?

Rahmetinden ve dergâhından yâd eyleme dostum. Muhabbetle aşina meşrep Virani cümleden kemter değil midi? Şia mezhebinden olanlara bunu okudu. Hz. Ali ile Hz. Muhammed'in yolu erkânı aşikâre oldu, dört kapı kırk makam on yedi erkân üzere evliyanın ayini erkânı ve mürşidin sır nefesi beyan oldu. .0 vakitten beri şimdi evliya ayini erkânı ondan beri kalmıştır. Ehli marifet ve arif olan canlar ve sufiler bu manadan fark eden ehli kâmil bilir.

Cahit olanlar bu ilmi hikmette hayran kalsa gerektir. Bunun eftali doğru gelmek ve kudreti ile amil olup amel etmektir. Cenabı İzzetten (Allah-u Teala'dan) nida geldi ki: Ya Habibim Muhammed! Seninle bizim aramızda muhabbet hâsıl nazara dur. Tarik (yol erkân) altından geç, ta kıyamete değin aramızda ağyarlık olmasın dedi. Hemandem Hz. Resul, Hak Teala'nın nazarına geçip durdu. Sonra Hak Teala cennetin şahı Rızvanı'na buyurdu ki:

Cennette Firdevs-i Ala'nın has bağında merhem ağacından üççatal bir çubuk getir. Üç zera uzun olsun, kabzasında yedi ayet Fatiha suresi yazılmıştır. Ve bir çubuğunda . Tebareke suresi, altı ayet yazılmıştır. Ve bir çubuğunda Enam suresinden altı ayet yazılmıştır. Sonra Hz. Resul Hak Teala'nın huzurunda teşehhüde (iki dizi üzerine) oturur gibi oturup Allah-u Teala'nın kendi kudreti lafzı ile "Lailaheillallah, Muhammed resulullah,

Aliyyen Veliyullah la feta illa Ali la seyfe illa Zulfikar nasrun min Allah ve fethin garip ve beşşiril müminin" (Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed Allah'ın Resulüdür ve Ali Allah'ın velisidir. Ali'den başka yiğit, Züifikar'dan başka kılıç yoktur, Allah'ın yardımı ve fetih müjdesi pek yakındadır müminleri müjdele)

Ya Muhammed, ya Ali deyip gülbenk edip, Hz. Resul'ün mübarek arkasına bir kere sürdü. Çubuğun kabzasından yedi damla nur hâsıl oldu. O nur yediler oldu. Altı damla sağından, altı damla solundan hâsıl oldu. Onlar Oniki İmamlar oldu. Sonra Hz. Resul varıp bir kadeh süt ve bir üskü de bal ve bir elma niyaz getirdi. Hz. Hak (Resul) Cenabı Allah'ın ayetini okudu: İman eden kimselerin Allah sevgisi çok şiddetli bir sevgidir ve şu ayeti okudu:

"Kul in kuntum tuhibbunellahe Fettebiuni yuhbibku-mullah" (Ey Peygamber) De ki; Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah'ta sizi sevsin.5 18 bin âlem yok iken, Hz. Muhammed ile Hz. Ali'nin nuru var idi. Ve bir idi Abdullah ile" Ebu Talip zamanında iki oldu. Hz. Muhammed'in nuru Hz. Abdullah'tan zuhura geldi. Hz. Ali'nin nuru Hz. Ebu Talip'ten zuhura geldi. Hz. Muhammed ile Hz. Ali'nin sırrını kimse bilmezdi. O zaman yetmiş iki millet,

yetmiş iki bölük oldu. Otuz altısı Şia mezhebinde idi. Hz. İmam Ali'yi severlerdi ve otuz altısı havariç idi. Ebu Bekir Ömer ve Osman'ı severlerdi.

Ş
2
mezhebinden olanlar Hz. Muhammed ve Hz İmam Ali ile dört kapıda, kırk makamda, on yedi erkânda, her işleri bir İdi Bir kapıdan girip bir kapıdan çıkarlardı. Bir sofradan yiyip bir kaptan içerlerdi.

Aralarında perde yok idi. Derler ki
bu yol Hz. Muhammed Ali'nin şeriatıdır. Ama Hz. Muhammed ve Hz. Ali'den bu erkânı görmüş olapların tasdik ile yakin işlerde işleri bir idi. Ve havariçlerin dört kapıda kırk makamda on yedi er-kânda işleri bir değildi. Onun için kendi sofralarından yiyip kendi kaplarından içip kendi kapılarından girip çıkarlardı.

Öyleyse bu ahvalden Hz. Resul haberdar idi. Bir gün (Son Veda Haccında Zilhicce ayının 18. gününde Hacdan dönerlerken Gadir Hum denilen yerde Maide süresi 67. ayeti fermanıyla) yetmiş iki milleti cem edip (toplayıp) deve palanından minber düzüp vaazı nasihat etti Hz. Muhammed. Hz. Ali'yi yanına minbere çağırıp ikisi bir gömlekten baş çıkarıp baş bir ayak iki oldular VB yine baktılar ki, ayak bir baş iki olmuş. Ondan sonra Hz. Resul ve Hz. Ali abas-ı şeriflerini giyip ayrıldı.O vakit Hz. Resul buyurdu:

Benimle Ali bir nurdanız. Ben ilmin şehriyim Ali de o şehrin kapısıdır. Ali dünya ahiret kardeşimdir. Ali ile aynı etten, aynı kandan, aynı ruhtan, aynı cisimdeniz zahirimiz batınımız birdir. Ben kimin velisiysem Ali de onun velisidir."
Kulak tut sözüme oddan (ateşten) beri o

Hevayı nefsi şehvetten geri ol
Özün pak eyle gel rah-ı aşka (aşk yoluna)
Hakikat canı dilden Caferi ol
Orucun tut Namazın kıl niyaz et
Muhabbet al şahın Askerimi
Dilersen ger bulasın rah-ı hakkı (hak yolu)
Hemişe (her zaman) tayyip hem tahir ol


SOFİLERİN NAMAZI

Allah-u Teala'nın iman ehli üzerine farz eylediklerinden biri olan vakit namazlarını eda etmek için kalbinden niyet ederek abdest alsın, daha sonra Cenabı Peygamberimizin (s.a.a) sünneti şerifi üzere evvela ikamet eyleye, keyfiyeti ikamet şöyledir:
Allahu Ekber, Allahu Ekber
Eşhedu en Lailaheillallah (iki kere)
Eşhedu enne Muhammeden Resulullah (iki kere)
Eşhedu enne Aliyyen Veliyuflah (iki kere)
Hayyalesselat (iki kere)
Hayyalel felah (iki kere)
Hayyafe hayril amel (iki kere)
Kad kametis salât (iki kere)
Allahu Ekber (iki kere)
Lailaheillallah

Deyip arkasından peşi sıra kalbinden Allahu Teala'nın farz eylediği sabah, öğle, ikindi, akşam yahut yatsı namazını kılmaya niyet eyledim deyip kfbleye yönelerek ellerinin avuç içlerini kıbleye karşı ve başparmaklarını kulaklarının memesi hizasına kaldırıp "Allahu Ekber" deyip ellerini iki yana indirerek;

"Bismillahirrahmanirrahim Elhamdulillahi Rabbilalemin Er-rahmanirrahim taliki Yevmiddin..." deyip Fatiha suresini tamamen okuya. Fatiha tamamlandıktan sonra "Bismillahirrahmanirrahim" deyip bir küçük süre daha okuduktan sonra "Allahu Ekber" deyip rükuya vara ve rükûda bu zikri okuya "Sup-hane Rabbiyel azim ve

bihamdihi" ve rükûdan "Semiallahu limen hamideh Elhamdulillahi Rabbilalemin Allahu Ekber" deyip secdeye varıp "Suphane Rabbiyelala ve bihamdihi" diye bu iki secdeden sonra Allahu Ekber deyip kalkıp yine ayakta durup Besmele Fatiha süresi ve Besmeleyle birlikte bir kısa süre okuya tamamlayınca Allahu Ekber deyip ellerini dua eder gibi kaldırıp bu konut duasını okuya:

"Lailaheillallahul Halimul Kerim Lailaheillallahul Aliyyul-azim Suphanallahu Rabbissemavati vel arzi Rabbil arazines sebe ve ma fevkehınne ve ma tehahine ve ma beynehine ve kıhinne ve Rabbil arşil azim Rabbenağfirlena verhamna ve afina vağfirenna fiddunya veiahiret" (Allah'tan başka gerçek bir ilah yoktur. O halim ve kerimdir, Allah'tan başka bir ilah yoktur. Ve O yüce, ulu ve büyüktür. Allah her türlü eksiklikten münezzehtir.

Yedi kat göklerin ve yerlerin Rabbidir, yedi kat yeryüzünün Rabbidir ve yerlerde göklerde olanların, onların yukarısında, altlarında, aşağısında, aralarında, önlerinde olanların Rabbidir ve o yüce arşın sahibidir. Rabbimiz bizleri bağışla affet bizlere rahmet merhamet eyle, affet sağlık ve afiyet ver dünyada ve ahirette bağışlananlardan eyle)

"Allahu Ekber" deyip rükuya vara. Eğer kudreti bu duayı okumaya yetmez ise yalnız bunu diye; "Subhanellah, Subha-nellah, Subhanellah, Allahumme salli ala seyyidina Mu-hammed ve Al-i Muhammed" (Allah'ım senin selam ve sela-vatın seyyidimiz efendimiz Hz. Muhammed'e ve Ehlibeyt-i hanedanı evlatlarına olsun) sonra rükûdan kalkıp iki secdeye vara secdeden kalkıp oturup bu teşehhüdü okuya:

"Eşhedu en Lailaheillallahu vahdehu la şerike leh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu Resulullah. Allahumme salli ve sellim ve barik ve ter h i m ala Muhammedin ve AH Muhammed efzeli ma sal ley te ve sellemte ve barekte ve terhemte ala İbrahim ve Al-i İbrahim inneke hamidun mecid esselamu aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi ve bare-ketuhu esselamu ateyna ve ala ibadillahissalihin esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu"

(Şehadet ederim Allah'tan başka ilah yoktur. 0 birdir ve eşi, ortağı yoktur ve şehadet ederim Hz. Muhammed Allah'ın Resulüdür, Allah'ım Hz. Muhammed'e, ailesi ehlibeytine, evlatlarına en güzel faziletli sefam ve salâvatlar olsun. Onları bereketlendir, rahmet merhamet et, aynen

Hz. İbrahim'e ve ehlibeytine ailesine ettiğin rahmet merhamet selamlar salâvatlar gibi. Rabbimiz doğrusu sen Hamid ve Mecidsin, selam sana olsun Ey Nebi Peygamber Allah'ın rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun, selam bizim ve salih mümin kulların üzerine olsun selam rahmet ve bereket üzerinize olsun)7

Namazın üçüncü ve dördüncü rekâtlarında ve namazdan sonra okunan tespih' ve tehlil takip: "Suphanallahi vel hamdulillahi ve Lailaheillallahu Vallahu Ekber." Namazdan sonra tespih ve salatu selam ve salâvattan sonra Cenabı Allah'ın dergâhına edilecek dua:
"Allahumme inni eseluke Biismikelmeknun elmahzun ettahir ettahirulmuberek ve eseluke Biismikelazim ve Sultanikel kadim en tusalli ala Muhammedin ve Al-i Mu-

7-Namazın ikinci rekatında oturulup okunan Teşehhüdün kısa şekli şöyledir; Eşhedu en lailaheillallahu vahdehu la şerike leh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluhu Allahumme salli ala Muhammedin ve Al-i Muhammed esselamu aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi ve berakatuhu essalamu aleyna ve ala ibadillahissalihin essalamu aleykum ve rahmetullSahi ve berakatuhu.

hammed ya vehebel etaya veya mutlakel esera ve ya fikakirrekaba minen nar ve eseiuke en tusalli aleyye ve entakat rakabeti minen nar ve en tahreceni mineddunya ve nedhilnil cennete salihen ve ennecel duai evveluhu felahen vasetehu necahen veahirehu salihen inneke entelallamul guyup."

(Allah'ım senin gizli, açık, temiz, tahir ve mübarek yüce büyük isimlerinin ve kadim sultanlığının saltanatından diliyor ve istiyorum Hz. Muhammed'e ve Ehlibeytine ailesi hanedanına selam ve salâvatlar olsun,

ey nasipler ve kısmetler veren ve ey ateşten uzaklaştıran, senden istiyorum ve diliyorum bana selam ve esenlik ver cehenneminden koru ve uzaklaştır beni iyilikle salih bir kul olarak dünyadan göçür ve cennetine dâhil et, Rab-bim duamın evvelini felah, ortasını necat, kurtuluş, sonunu salih ve güzel, hayırlı karar ver doğrusu sen gaypları en iyi bilensin)

Veyahut kudreti bu duayı okumaya yetmez ise bunun yerine: "Allahumme salli ala Muhammed ve Al-i Muhammed" (Allah'ım H.z Muhammed'e ve hanedanı Ehlibeytine salâvat selam olsun)8

8-Ehlibeyt mektebinde abdest alınırken önce eller yıkanır sonra sağ elle yüz yukarıdan aşağı iki defa yıkanır, sağ kol ve sol kol dirsekten aşağı parmaklar ucuna değin iki kez yıkanır elin ıslakiığıyia başın ön kısmi meshedilir sıvazlanır yine elde kalan ıslaklıkla önce sağ elle sağ çıplak ayak sonra sol elle sol ayak üzerinde ki

çıkıntıya kadar bir kez meshedilir sıvazlanır (Maide süresi -6) sabah namazı 2, öğle 4, ikindi 4, akşam 3, yatsı 4 olmak üzere günde 17 rekat farz namaz vardır. Öğle ve ikindi, akşam ve yatsı namazları cem edilir yani birleştirilir birlik kılınır sabah, öğle ve akşam olmak üzere üç öğünde beş vakit namaz kılınır.
Üç evkatın (üç öğünün) Beşeri var bilelim Muhammedi seven selavat versin Kul Himmet üstadım Amentubitlah Eğer inanmazsan işte Bismillah

HZ.12 İMAMLARIN FAZİLETİNİ BEYAN EDEN KİTAPTIR

(Allah cümlesinden razı ve hoşnut olsun)
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, şükür hamt ve övgü âlemlerin Rabbi olan Allah'adır. Güzel son ve sonuç Allah'tan gerektiği gibi çekinip, sevip, fermanlarına riayet etmeye çalışan takva sahiplerinindir. Salâvat selam yaratılmışların en üstünü ve hayırlısı başımızın tacı, velinimetimiz

Hz. Muhammed'e ve Ehli-beyti'ne, evlatlarına, zürriyetine olsun. Onlar kemalatın gözdesi insanı kâmil ve değerlilerin en değerlileridir. Selam ve esenlik mümin salih kullara olsun, Rahmetine sığınıyoruz ey merhametlilerin en merhametlisi Rabbimiz.

Ama bundan sonra bilin ve agâh olun ki; Hak Süphanehu ve Teala Hazreti buyurur ki: "Levlake levlak lemma halaktu eflak" Yani; "Sen olmasaydın Ya Muhammed felekleri yaratmazdım..."
Ve yine buyurmuştur: "Halaktuke illa kuni Hecelin" Yani demek olur ki; Ya Muhammed iki cihanda bana maksut olan sensin seni benim için yarattım ve on sekiz bin âlemi senin için yarattım der,"

Bu delile göre eğer sen olmasaydın, yerleri ve gökleri ve aralarında olanları yaratmazdım der. Şimdi bize bu delille farz oldu ki, onu sevelim, ona can ve gönülden ve gönül içtenliği ve samimiyetle âşık olalım ve onun Âli'ni (Ehlibeytini) ve evladını se-

Evvel ahir Lailaheiltallab
Muhammedi seven selavat versin
Ayrıca namazda eller bağlanmaz ve namaz bitiminde eller üç kez Allahu ekber denip hafifçe yukarı kulak hizasına kaldırılırak namaz tamam olur. Namaz bitiminde selam için sağa sola dönülmez. Secde edilirken alın toprak veya benzen şeyler üzerine gelmesi lazımdır. Hususen Kerbela toprağı üzerine.

vip muhabbet edelim. Zira ki kâinat onların hürmetine yaratıldığına göre kâinatın kira ve icarının sebebi onları sevmek ve muhabbet etmektir.
Dahi Hak Süphanehu ve Teala Hazreti buyurur ki: "İsmi Celalim Azametim hakkı için Ya Muhammed! Herkim seni ve evladını sevip muhabbet eylese eğer yerler ve gökler kadar günahı olsa bağışladım. Ve ona has rahmetimi ettim, her kim seni ve evladını sevmezse yerler ve gökler kadar ibadet taat etmiş olsa da onun yeri cehennemdir.

Ebeden oradan çıkmaya dedi."
Hazreti Resulullah hadisi şerifte buyurur: "Men şeyhe men şeyhen min gayri evladı fekad şeyheşşeytan." Yani bu hadisi şerifin manası budur ki: Peygamber evlatlarından başkasına bir kimse kendini teslim eylese onun nesebi Hazreti Resulullah'a çıkmasa bu hadisi şerif sebebiyle o kişinin şeyhi (piri mürşidi) şeytan olur. Biz Peygamber'e ve evlatlarına çıkmayan yoldan, şeyhimizin, pirimizin, mürşidimizin şeytan olmasından Allah'a sığınırız.

Tevatür ve doğru birçok haberlerle sabit olmuştur ki, Musa Peygamber (a.s) o vakit ki, tabuta nazar kıldı. Enbiyaların ervahını,' ruhların! ve Resulullah'ın evlatlarının ruhlarını gördü. (Çünkü Musa aleyhisselam ümmeti Muhammed'in ervahı ruhlarını görünce) Hak Süphanehu ve Teala Hazretine münacat edip dedi:

"Ya ilahelalemin dilerim kemali kereminden ki onları bana veresin." Dedi: Ta Musa o benim Habibim Muhammenindir sana verilmez" Ondan sonra Musa Peygamber aleyhisselam dedi: "Ya Rabbelalemin aylar içinde bir ay gördüm onu bana ver." Hazreti Rabbelalemin hitap eyledi ki: "O mübarek Ramazan ayıdır benim Resulüm Muhammed'indir sana verilmez.''Velhasıl Musa aleyhisselam Hak Teala Hazretinden Kadir gecesini ve Cuma gününü istedi.

Hak Süphanehu ve Teala hitap ve inabe edip buyurdu: "Onlar benim Habibim Muhammed'indir sana verilmez." Musa Nebi aleyhisselam dedi: "Ya İlahelalemin! Bana
bunları vermezsin bari Oniki imam hidayet ve aydınlık meşalesi ayın on dördü gibi nurlu parlayan nurani imamları gördüm. Makamları yüce ve büyüktür onları ver." Dedi. Cenabı Allah keremi lütfundan buyurdu: "Ya Musa! Sen bu cevherler hakkında ,söz sahibi olamazsın. Onlar kıymetli mercandır,

benim Habibim Muhammed Mustafa'nın evlatlarıdır. Ve onlar benim katımda gayet azizlerdir. Bana çok çok yakın olanlardır. Katımda izzetli makamları vardır. Her biri bir mürsel peygamber makamında-dır." Kavlİhi Resulü Teaia: "Ulema-i ümmeti ke Enbiyayı Beni İsrail." Hz. Peygamber (s.a.a) buyuruyor: "Ümmetimin âlimleri İsrail oğullarının Peygamberleri gibidir, (onların mesabesindedir.)" Öyleyse Benim Habibimin ümmetinin âlimlerini (Oniki imamları) kıyas eyle gör ne derecedir şimdi onlar sana verilmez dedi, Musa aleyhisselam taaccüp ve hayret

ederek bunların kemal marifetleri hangi derecededir deyince, hemen saat İmam Cafer Sadık Hazreti'nin ruhu şerifi hazır olup dedi: "Ya Musa! Gözün aç bak gör bir kere nazar eyle." Musa (a.s) gözünü açtı baktı bir yeşil deryayı muhabbeti gördü şöyle ki ne haddi var ne sonu var. İmam Caferi Sadık Hazretleri dedi:

"Ya Musa liyakatin var mıdır? Bu sonsuz rahmet deryasını bîr kerede içesin." Musa Peygamber (a.s) dedi: "Hiç bunun gibi bir deryayı bir kerede içmek ezel ve ebeden mümkün değildir."
Sonra İmam Cafer Sadık (a.s) dedi: "Ya niçin 'Makamı Muhammedi'yi, yani; Hz. Muhammed'e ve Muhammediliğe ait makamları talep edersin. Onların bir tanesi benim, bak gör şimdi dedi hemen saat İmam Cafer Sadık razıyallahu anhu Hazretinin ruhu şerifleri derhal sıçrayıp o azim sonsuz rahmet deryasını bir içim su miktarı

içip mesti hayran olup şöyle didara karşı durdu." Çünkü Musa aleyhisselam bunu gördüğünde aklı başından gider gibi hayran kaldı O saat Hazreti Cenabı Hak hitap edip buyurdu: "Ya Musa! Âdemoğlu insanoğullarının vücudunda dört yüz kırk dört tane kemik vardır ve etinin yedi yüz yetmiş yedi siniri vardır ve etinin üzerinde üç yüz altmış damar vardır ve etinin üzerinde üç yüz on iki bin kıl vardır. Eğer onların birisi benim Habibimin evlatlarının birine, makamlarına haksızca baksa İsmi celalim azametim hakkı için o kişiyi cehenneme gönderirim eğer İbrahim Halil damarı dahi olsa da dedi. Musa'ya inabe hitap etti." Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.a) buyurdu: "Evladıma hainlik ve

ihanet eden bana hainlik ve ihanette bulunmuştur, bana hainlik ve ihanette bulunan ise Allah'a hainlik ve ihanette bulunmuştur, böyle kimsenin yeri ise içinde ebedi olarak kalacağı cehennemdir." Hz. Musa (a.s) yüzü üzere düştü Hak Süphanehu ve Teala Hazretine secde etti ve geri kendine geldi dedi:

"Rabbim tövbe edip sana yöneldim ve ben iman edenlerin müminlerin ilkiyim" ve dedi. "Ya Rab beni dahi o ümmetten eyle."'Ve Hak Teala Hazreti haber verip buyurdu: "Ya Muhammed! Musa Nebi aleyhisselama hitap olunan geri kalan mahlûkata dahi malum ola ki benim katımda senin evladının hürmeti ve İzzeti ne miktar imiş." dedi.


Hazreti Resul (s.a.a) Hazreti Hak Süphanehu ve Teaia'dan bu kelamı işitince gayet şad oiup şükür eyledi. Ve Hak Teala Hazretini on iki bin isimle övüp methi sena eyledi. Ve Hak Süphanehu ve Teala Hazreti dahi buyurdu: "Habibim'i ve Evladını sevip muhabbet eyledim," dedi. Ta Muhammed! Eğer kullarım beni yerde ve

gökte on iki bin isimle zikir eyleyip okusa, ben senin on iki evladını yâd edip şefaatçi kılanı İsmi celalim azametim hakkı için o beni on iki bin isimle zikir eden kulun se-vabınca dahi yerlerde ve göklerde arşta ve kürside olan melekler ve feriştehiersayısınca sevap veririm."dedi.

Dahi buyurdu: "Ya Muhammed! Her kul ki, benim kullarımdan ve her ümmet ki senin ümmetinden tevfikle senin evladını tanık tutup şefaatçi kılarsa, her ne dünyevi ve uhrevi muratlarını hâsı! ettim. Ve o kula senin evladın hürmetine nice türlü İyilik ve hayırlar verdim." okuya sevabını İmam Hasan Hazretine bağışlaya. Taki bu ruhi hal üzere namazlarını kılıp Oniki İmam'ın hepsine okuya on iki tamam ola.

On iki Ayetel Kürsi, On iki İhlâs, On iki Tebareke ve yirmi dört rekât namaz olur ki, on iki kere "Oniki İmam Hutbe-sı'ni" okuya sevabını Oniki İmam'a bağışlaya dahi. Hak Süphanehu ve Teala Hazretine arzı hacet eyteye ve hacet ve dileklerini Allah'tan isteye. Dünyevi ve uhrevi her ne muradı ve maksudu var ise, eğer kabul olmazsa ben Şeyh Necmeddin Kübra'yım ki bana lanet eyleyin dedi."

Bjjnda şek ve şüphe yoktur. Her kim şek ederse kâfirdir. Ahirete imansız gider. Dünyada ve ahrette hüsrana uğrar, zarara uğrayanlardan olur. Biz böyle şek ve şüphe de olmaktan ve böyle bir itikattan Allah'a sığınırız. Böyle bir itikat Allah'ı gazaplandırır. Ya Rabbi sen beni sakla koru, ey koruyucu, saklayıcı Hafız Rabbim.

Hz. Peygamberimizin Ehlibeyt'inin hakkında hadis nakledenler şöyle rivayetler nakletmişlerdir: "O vakit ki: Hazreti Âdem Safiyullah aleyhisselam Cennetul Mevayiden ve Firdevs-i ala'dan seyran ederdi. Ansızın bir yeşil nurdan zümrüt kubbe göründü gözüne şöyle ki, huriler ve İmanlar nuru cümlesi o Kubbede olurlar. Hazreti Âdem aleyhisselam onu gördüğünde hayran olup yürüdü o kubbeye, yakınına vardı etrafını gezdi kubbenin bir kapısını bulamadı

ve o kubbeye nereden girileceğini bilemedi. Sonunda Hak Teala Hazretine münacat edip dedi: "İlahi, Seyyidi, Mevlayi İzzeti Celalin ve azametin hakkı için bu kubbe nedir? Bana bildir ve bunun kapısı nerededir? Bana göster ki göreyim ve bileyim." dedi. Sonra o dem Hak Süphanehu ve Teala Hazreti'nden hitabı izzet erişti ki:

"Ya Âdem! O kubbe beş kattır ve her katında bir kapısı vardır. Kapı üstünde yazılmış hat yazı vardır. Gerekir ki, o hatlı yazıyı okuyup şefaatçi kılasın, çünkü kapı açılsın içeri giresin" dedi. Ve Âdem (a.s) bu hitabı işitti; İşittim ve itaat ettim deyip ileri yürüdü ve gözünü açtı baktı gördü ki, önünde bir kapı var üzerinde yazılmış ki:

"Ene hamidun mecidun hamidun haza ahmed mahmud ve ma ersalnake illa rahmeten lilalemin" (Ben kendisine Hamt edilen Hamid ve Medd Allah'ım ve bu da Ahmet'tir, Mahmut'tur, Ya Muhammed seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdim) Dediği gibi o kapı açıldı. Âdem aleyhisselam içeri girdi. Baktı gördü bir kapı açıldı ve üzerinde yazılmış ki:

"Ene aliyyul â'la vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyulazim haza aliyyun veliyullah" (Ben yüce ve ulu olan Allah'ım, bütün güç kuvvet ve kudretler yüce ve büyük olan Allah'ındır. Ve bu da Allah'ın velisi Ali'dir. Ali Veliyullah) Dediği gibi o kapı açıldı. Ve Âdem aleyhisselam içeri girdi. Baktı gördü bir kapı üzerinde yazılmış ki:

"Fatırussemavati vel arzi haza fatımetuzzehra ve razıyal-lahu anha" (Ben yerleri ve gökleri var edip yaratan alemleri nurlandıran Allah'ım ve bu da Fatımatüzzehra'dır. Allah ondan razı hoşnut olmuştur) Dediği gibi o kapı da açıldı Âdem (a.s) içeri girdi. Gördü bir kapı onun üzerinde yazılmış ki:

"Ene ihsanul muhsinin tuba lehum ve husnemeab haza hasan hulkirıza" (Ben iyi Muhsin olan kullara ihsan eden Allah'ım. Cennetler güzellikler ve güzel son mevki dönülecek mutlu makam onlara olsun. Ve bu da yaratılışta razı ve rızalı olan Hasan Hulkirıza'dır) Dediği gibi o kapı da açıldı. Âdem Peygamber (a.s) ondan içeri girdi ve gördü ki bir kapı üzerinde yazılmış:
"Ene nebiyeten ezzerae nebeten hasenen ene ihsanul muhsinin haza huseyn"

(Ben yeryüzünün bitki ve güllerini en
güzel şekilde olgunlaştıran yetiştirip büyüten Allah'ım ve ben iyi kullanma ihsan edenim. Ve bu da Hüseyin'dir). Dediği gibi o kapı da açıldı. Hazreti Âdem içeri girdi ve gördü ki: "O kapının içinde o kubbenin on iki gözeneği ve çıkıntısı var. Bir yüce güzel taht kurulmuş üzerinde bir ulu sultan oturmuş. Belinde bir nurdan kemer bağlanmış. Başına yeşil bir taç konulmuş, İki kulağında iki küpe asılmış şöyle ki; Şuasından nurundan bakmaya gözler kamaşır.

O kubbenin içi nurla münevver olmuş. Hazreti Âdem (a.s) onu gördü ve ileri yürüdü selam verdi. O dahi derhal oturduğu yerden tahtı üzerinde ayaküstüne durdu. İzzet ikramla hürmetle eğilip selamını aldı, cevabını verdi ve tazim kıldı. Hoş geldin sefa geldin kadem getirdin gelmekliğin mübarek olsun ya Ben-i Âdem'in

(Âdemoğullarının) atası bildin mi?"dedi.
Âdem aleyhisselam hayran oldu ve sessizce dona kalarak şaşırdı ye konuşamadı. Sonra o dahi hayran dururken dedi: "Ya Ben-i Âdem'in atası! Senin oğlun Ahirzaman Peygamberi Hatemunenbiya Muhammed Mustafa (s.a.a) Hazretlerinin sülalesi Fatıma'yım dedi. Ve benim başımda ki taç "Leviake levlak lemma halaktu eflak" ki Allahu Teala buyurmuştur:

'Eğer Sen olmasaydın Ya Muhammed ne cennet ve ne cehennem ve ne yerler ve ne gökler ve ne arş ve ne kürsi ve ne levhi kalemi felekleri yaratmazdım.' Şimdi Muhammed Mustafa (s.a.a) Hazretleri başımda ki yeşil taçtır ki adı, Ahmed, Mahmud, Taha ve Yasin'dir. Bu Oniki gözenek ve çıkıntıdan bir nur dışarı çıkar cennetleri nura müteferrik eder. Cümle cennet içinde olan huriler ve gılmanlar o nurla kıymetlenir nurlanırlar. Dahi bu on iki gözenek benim oğutlanmdır. Oniki İmamlar'dır bütün kevni mekân varlık, âlem ve kâinat bunlar için bunların hürmetine yaratılmıştır." dedi.
Cennet içinde bunlardır şehriyar

Oniki imam'a kul isen ey yar
Eğer dilersen ki göresin didar
Ver selavat ve selam aleyke tekrar
"Şimdi bilmelisin ki, bu görünen gözenekler sebebiyle bizim
neslimiz kıyamete dek kesilmez ve tükenmez ve günden güne artıp çoğalarak nice asilere şefaat edecekler."
Hazreti Peygamber (s.a.a) buyurur ki: "Bütün herkesin nesepleri kesilir fakat benim hesep ve nesebim kesilmez."
"Malum ola ki, cümle hesepler ve nesepler bize hesebimize ve nesebimize tamam olsa gerek."
Hazreti Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: "Mehdi benim Ehli-beytim'den, neslimden, ailemdendir ve kızım Fatıma'nın evlatlarındandır."

"Şimdi, ya Ben-i Âdem'in atası! Benim oğlum Muhammed Mehdi ahirzaman devrinde kıyamete yakın ortaya çıkıp, şek ve gümanı münkirleri, inkâr ehlini ve haricileri helak edip uzaklaştıracaktır. Ve Allah'ın adaletiyle hükümet edip. Zulümle dolmuş olan yeryüzünü ve gönülleri imar ve mamur edecektir.

Bunda hiç şek ve şüphe yoktur. Öyleyse her kimin başına bir iş gelse ya bir zahmet, bir ayrılık, bir elem ya da bir gam gelse hemen Oniki İmamı yâd edip şefaatçi getire. Her hangi bir işinde sorun ve zorluk olsa bu isimler hürmetine Hak Süphanehu ve Teala Hazreti kemali kereminden ve lütfü ihsanından o sorunlu işi kolay ede."

Âdem aleyhisselam bu hali gördüğünde haya! deryası ummanına daldı. O an Hazreti İzzetten Cebrail Emin geldi. Selam verip dedi: "Ya Âdem! Diler misin vücudun ak ola? Her ayın on üçüncü, on dördüncü, on beşinci günü oruca niyet edip oruç tutasın, bu isimleri şefaatçi kılasın ve her zaman okuyasın. Hak Teala Hazreti katında

yüzün ak ola işin sağ ola cümle muradın hâsıl ola" dedi. Sonra Âdem Peygamber (a.s) her ayın on üçüncü günü oruç tuttu. İki ayaklarına (uyluklarına) kadar ağardı. Ve ayın on dördüncü günü oruç tuttu göğsüne kadar ağardı, Ve ayın on beşinci günü oruç tuttu cümle vücudu ağardı, Onikl İmamlar'ın ismi şerifleri bereketinde ağardı.

Zira bu isimler Hak Teala Hazreti katında küçük Kibriya'dırlar ve en büyük şifalı merhem ve ilaçtırlar. Ve büyük ve değerli isimler bunlardır. Hak Teala katında şüphesiz gayet sevgilidirler. Çünkü Âdem aleyhisselam bu hikmeti gördü ve bu kerameti müşahade etti. Ve bu günlerin adını "Eyyamulbeyz" koydu.9

Hazreti Âdem (a.s) bu isimleri oğlu Şit'(a.s.) vasiyet eyledi. Şöyle buyurdu: "Oğul sakın gafil olma ve gaflet ve ihmalde bulunma! Bu isimlere izzet ve hürmet ve riayet eyle. Kadir olduğun kadar hizmetlerinde kusur eyleme. Her daim okuyup şefaatçi kıl. Her hacet için bana bu isimlerden başka derman olmadı. Ve sizin üzerinize emanet olsun ki, her zaman oku üzerinizde taşlasınız. Her ne türlü maksudunuz ve muradınız olursa bu isimleri şefaatçi kıl. Murat ve maksudunuzu Hak Teala hâsıl ede dedi."

Çünkü Hazreti Şit (a.s.) Atası'nın vasiyetini kabul etti. Bu isimlere gayet riayet ve hürmet ederdi. O dahi İdris'e(a.s.) vasiyet eyledi. İdris Peygamber aleyhisselam da, Nuh Peygambere (a.s.) vasiyet eyledi. Hz. Nuh (a.s) bu isimleri okuyup tevessül ederek Tufan'dan ve helak olmaktan kurtuldu.

Bütün düşmanları ise suda helak oldu. O da Sam'a(a.s.) vasiyet eyledi Şam'da Hud Peygamber'e(a.s.) vasiyet eyledi. Hud'da Lut Peygamber'e(a.s.) vasiyet eyledi. Lut dahi Salih Peygamber'e(a.s.) vasiyet eyledi. Hz. Salih(a.s.) bu isimleri okuyup üzerinde taşıdı ve onlara tevessül ederek Semud Kavmi'ne mucize gösterip mü-

9-Farz olan Ramazan ayı orucundan ayrıca sevap olarak kameri her ay'da her ayın 13,14 ve 15. günü bu oruç tutulabilir. Kuran'da yazılmamakla birlikte her ayın 13, 14, 15. günleri ayın tam olarak dolunayla ortaya çıktığı ve aydınlığın çok olduğu günlerdir, Hadislerde bildirildiği üzere oruç tutulması müstehap sevaptır.

Eyyamulbeyz veya Âdem ata orucu denilir. Lakin bu takvim kameri aylara göredir. Ona göre tutulur, Ehlibeyt İnancına göre oruçlar akşam karanlık çökünce açılır iftar edilir. Kadir gecesi ise Ramazan ayının 19, 21, 23. geceleridir. Hz. İmam Ali'nin şehit olduğu günlerdir. Dualarla ihya edilir ki Ehlibeyt kitaplarında duaları amelleri nakledilmiştir, Çeviren,

nacat eyledi. Hak Teala ona taştan Cemel verdi. Yani, kayadan mucize olarak deve çıkardı. Salih Peygamber de İbrahim Halil'e (a.s) vasiyet eyledi. Taki oğul oğula Abdulmuttalip Hazretine kavuştu.

Ondan Abdullah ve Ebu Talibe kavuştu. Ondan Hazreti Resul Muhammed Mustafa'ya (s.a.a) ondan İmam Ali (a.s) Hazretine ondan Hazreti Fatıma'ya (s.a) geldi. Taki cihan sarayına Oniki İmam gelip her biri zamanında güneşten daha zahir ve nurlu ve âlemi nurlarıyla nurlandırıp münevver eylediler. Cahil kara kılıfından kurtuldu ve âlemi

aydınlığa çıksınlar ve günden güne nurları âlemin etrafını aydınlatsın ve makamları terfide olup yükselse yücelseler gerekir ki Muhammed Mehdi Sahip Zaman zuhur edip gizlilikten ortaya çıkıp halka "Hükümeti Muhammedi'yi" arz eyleyince bu Oniki İmam'ın oğulları ve Seyyidi Sadetleri (Seyyidier Evlad-ı Resul) cümlesi izzette ve şereftedir. Şöyle ki; onlara ne izzet olursa Resul Hazreti'ne izzettir. Zira ki; "Evlat babasının sırrıdır" diyerek

Hz. Peygamberimiz böyle buyurmuştur."10
Bu konuda söz çoktur ama biz önceki sözümüze gelelim. "Çünkü bu vasiyetler Halilurrahman'a geldi. İbrahim peygamber (a.s) daima okuyup üzerinde taşıdı. O vakit ki Nemrut lâin onu ateşe attı. (mancınıktan çıkıp hava yüzünde dönüp giderken) İbrahim (a.s) bu isimleri yâd edip şefaatçi kıldığında hamin saat'te Hak Süphanehu ve Teala yanan o ateşe buyurdu: "Ey ateş İbrahim'in üzerine soğuk ve selametli ol" ve yakıcı ateşi İbrahim Halil'e gül gülistan eyledi. İbrahim'e gül ve gülistan bağ ve
10-Bütün seyitlerin izzette ve şereflidir açıklaması sadece Oniki İmam için geçerlidir. Kur'an ve İmamların rivayetleri bunu açıklamaktadır. Amma ki Oniki İmam soyundan gelenlerin değeri sadece Kur'an ve onların buyrukla-nyla ve bu buyruklara ame! ve bağlılıklarıyla belli olur. Kur'an'da ki birçok ayette insanların birbirinden üstünlüğü sadece takva'da olduğunu ve aynı zamanda İmamlar'ın sabit sözlerinde ise yollarına bağlı kalanlarının evlatları olduklarını beyan eden buyrukları açıktır. Çeviren.

bostan oldu İbrahim Halil'in düşüp dizlerinin dokunduğu yerden pınarlar ve soğuk sular revan olup aktı. Bu isimler bereketine Halilurrahman dahi bu kerametleri görüp Hak Teala Hazretine binlerce şükürler eyledi. Ve Halilurrahman dahi İsmail Peygambere vasiyet eyledi. Ve Hazreti İsmail (a.s)

de İshak Peygambere vasiyet eyledi. Ve İshak Nebi de Yakup Peygambere vasiyet eyledi. Ve Yakup Peygamber'de Yusuf peygambere vasiyet eyledi ve Yusuf (a.s) bu isimleri okuyup şefaatçi kıldı ve hem izzet edip üzerinde taşıdı. Hak Süphanehu ve Teala Hazreti'nin yardım ve inayetiyle kuyudan çıktı ve Mısıra sultan oldu. Ve sonunda hasretlerine kavuştu. Bu mübarek isimler bereketine Yu-suf Peygamber (a.s)'de Şuayp'a vasiyet eyledi.

Şuayp de Musa Peygambere vasiyet eyledi ve Musa peygamber (a.s) bu isimleri okuyup şefaatçi kılarak denizde (on iki) yol oldu. Kendi kavmiyle denizi geçerek Firavun ise deniz de helak oldu bu isimlerin bereketiyle. Musa (a.s) Üzeyir'e vasiyet eyledi ve Üzeyir de Davut Peygambere vasiyet eyledi. Hz. Davut (a.s) bu isimleri okuyup şefaatçi kılarak her zaman büyük bir ihtiram ile üzerinde taşıdı. Hak Teala Hazreti'nin inayetiyle elinde ki demir mum gibi eriyip yumuşak olurdu, bu isimlerin bereketine her ne dilerse eline düzerdi hiç ateşe koymazdı.

"Beytul Mukaddes'te" (Filistin'de) demirden nar ağaçları yapmıştır. Orada yaşayanlar onu ziyaret ederlerdi. Davut Peygamber de Süleyman Peygamber'e vasiyet eylediğinde bu isimler onun hatemi yüzüğünde yazılı idi. Onun için devler, periler insan ve cin, karınca, yılan onun hükmünde fermane idi. Tahtını rüzgâr (yel) götürürdü.

Bu isimler bereketine vahşi hayvanlar ve kuşlar ona musahhar olmuş idi. Ferman ve emrindeydiler, Süleyman da Zekeriyya Peygamber'e vasiyette bulundu. Hz, Zekeriyya da Yahya Peygamber'e vasiyet eyledi. Yahya Peygamber de İsa Peygamber'e vasiyet eyledi. O vakit ki, İsa pey-gamber'i Yahudiler tutup çarmıha gerdiler. Hz. İsa (a.s) bu isimleri okuyup şefaatçi kılarak Hak Teala Hazreti'ne münacat ve izzet hacet eyledi. Hak Teala Hazreti ferişteh meleklerine emrederek,

İsa Peygamberi çarmıhtan kurtardı ve dördüncü semaya çıkararak ta ki, ahir zaman Peygamberi Hatemul-enbiya ve Peygamberlerin sonuncusu Muhammed Mustafa (s.a.a) Muhammedi Dini'ni ve Şeriatı'nı, ibadet, inanç, kanun kural ve yolunu dünyada icra etmiştir. Onun evlatlarından On ikinci İmam Mehdi Sahip zaman (a.s) kalmıştır. O gizlilikten zuhur ettiğinde İsa Peygamber (a.s) de o vakit nazil olup, Hz. Muhammed Mehdi ile mülakat edip görüşeceklerdir.

Şüphe yoktur ki, Evladı Resul'den Hak Teala Hazreti kerameti koymuştur. Kevser Havuzundan içen ötmesin ve Cennet-i Cavidan'da dirlik bula. Bu zikir olunan kelamları öğüt anla, idrak, et kalbine sindir. Ta ki aklına dolana ve canın sevine..."
Hatta "Esrar'ul Arifin'de" (Ariflerin sırları esrarları adlı kitapta) buyurmuştur ki: "O vakit ki ilyas (a.s) vadesi gelip ruhunu teslim anında Azrail (a.s) onun ruhunu kabz etmeyi diledi. İlyas aleyhisselam feryat ve figan edip ağladı zari kıldı." Hak Süphanehu ve Teala ona hitap ve inabe etti dedi: "Ya İlyas!

Bana vasıl olduğuna üzülüyor musun? Bu hususta senin hatırın rencide olursa, İsmi celalim azametim hakkı için adını Peygamberler defterinden kazıyıp ihraç eder çıkarırım" dedi. İlyas dedi: "Ya Rabbelalemin! Hâşâ ki, ben kulun olduğum için ağlayayım veya Hazretine vasıl olduğum için vefat edip sana kavuşacağımdan incineyim, gam ve kederleneyim" dedi. Hak Teala buyurdu: "Ya bu ah nedir ya İlyas?" İlyas Peygamber dedi: "Ey Bari Rabbim niyazım budur ki; Oniki İmamlar ki senin Habibin Muhammed Mustafa evlatlarıdır. Onların ululuğunu ve faziletini gördüm.

Cümle Enbiya ve Evliyayı bunların yüzü suyuna hürmetine afettin. Kiminin makamını yücede, kiminin makamını sıradan kıldın. Kimine sudan kurtuluş verdin (Nuh'a) kimini Halil (İbrahim'e) kimini Kelim kıldın (Musa'ya) kimini halife (Davut'u) kimini mülke emin kıldın (Süleyman'ı) kimine ruhum deyip hitap eltin, (isa'ya) Şimdi ey Cenabı Hak gani dergâhından temenni dileğim o dur ki; Bu Onikİ isimler bereketine zayıf kulunu bırak ki onların mübarek cemalini göreyim, mübarek ayaklarının bastıkiarı mübarek toprağa yüzümü süreyim ve hizmetlerinde olayım" dedi.

Hak Süphanehu ve Teala keremi lütfünden buyurdu ki: "Selam olsun İlyas'a işte biz böylece Muhsinlerin iyilerin iyiliklerini hayırlarını artırırız"11 "Ya ilyas! İsmi celalim ve azametim hakkı için sana yeni ömür takdir eyledim. Kıyamete kadar hayat bul, Habîbim Muhammed Mustafa devrine eriş, onun Oniki Evlatlarıyla görüş hizmetlerinde bulun.

Habibimin has ümmetlerinden onun evlatlarına muhabbet eden muhip muhlis kullarımın sorunlarını haileyle, meselelerini maslahatlarını sen gör. Bizim katımızda onların mertebelerini bil ki çok yüce ve yüksektir. Ve âlem halkı bilsin ki; Muhammedin ve Evlatlarının ve Has Ümmetin ve onları sevip muhabbet edenlerin mertebeleri bizim katımızda ne miktar imiş" dedi. En iyisini ve doğrusunu Cenabı Allah bilir. Dönüşümüz O'nadır, O dönülecek en güzel yer ve makamdır.


3
HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ HZ.12 İMAMLAR HUTBESİ



HAZRETÎ ONİKİ İMAMLAR HUTBESİ'DİR

(Allah cümlesinden razı, hoşnut olsun)
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdulillahillezi ceale meşahidi enbiyaihi kıbleten lii arifin merakıdi evliyaihi kabeten littaifin ve ceelettemeseki bihablihim sebeben littahiyati yevmiddin vel itisamibihim ve kıbleten li irtiiaid derecati fi illiyyin vel iktidai li tarikihim kaffeten farzen ala kaffeten linnasi ecmain Birahmetike ya Erhamerrahimin Ahmedun Mahmudun Ebul Kasım Muhammed Mustafa Sallallahu Teala aleyhi ve âlini sellem Allahumme salli ala eşrefil
11-Saffat, 129-131.

Enbiya ve Seyyidil etkıya vel esfiyai Muhammed el mebus serveretel batıhe hulasatil Arap vel Acem Hatemul Enbiyai ve kıdvetil Esfiyai kurretulayni Âdem ve Havva hadisi kudsi kuntu Nebiyyen ve Âdeme beynel mai vet tin seyyidil kâinat ve hulasai mevcudat ve bihteri alam sultanı külli Nübüvvet ve risalet post ve penahı Şeriat ve Tarikat resanendei tame lareybe gozarendei envali alam ğaybı sadrı suffei sefa ve bedri bihteri ictiba ve ahteri burcu vefa yani Muhammed Mustafa sallallahu teala aleyhi ve âlihi sellem selavaturrahman sahibilvahyi vettenzil...

Allahumme lena akibetil hayrı şefaati hatieh birrahmeti ümmeti Muhammed ve İsna Aşere imamen ehli nüzul sahibi evladı katele ğaybullahi abdele li rahmeti lillahi aslı ve ferullahi mekane cennetellahi izzetellahi...
Bismillahirrahmanirrahim
Peygamberlerin mekânlarını, ariflerin kıblesi olarak karar kılan Allah'a hamd ve senalar olsun. Enbiyaların mezarlarını da, o tavaf edenlerin Kabe'si karar kılmıştır. Onların iplerine tutunmayı ise kıyamet gününde kurtuluş vesilesi kılmış, onlara sımsıkı sarılmayı ise yüce dereceleri kat etmek için Kıble kılmıştır. Onların yollarına uymayı bağlanmayı ise bütün insanlara farz etmiştir. Kesin ferman ve emir buyurmuştur. Senin rahmetinle ey merhamet edenlerin en merhametlisi Rabbimiz. Ahmed'dir, Mahmud'dur, Ebul Kasım'dır, Muhammed Mustafa'dır senin selam ve salâvatın ona ve âlisine olsun...

Allah'ım! Peygamberlerin en şereflisine en üstününe en faziletlisine ve seçilmişlerin takvalıların seyyidine efendisine Muhammed'e selam ve salâvat eyle. Arap ve Acemin(Arap olmayanlar) özü, özeti usaresi ve Peygamberlerin sonuncusu, seçilmişlerin örneği, kâmil numunesi, Adem ve Havva'nın gözlerinin nuru ki,

o şöyle buyurmuştur: "Âdem henüz su ve balçık arasındayken ben Peygamberdim" Kâinatın efendisi, bütün varlıkarın özü, özeti, büyüklerin en iyisi ve üstünü, Nübüvvet Peygamberlik ve Risalet kelimesinin tahtının sultanı, Şeriatın ve Tarikatın dayanağı, en fazla gaybı bilen, (Mescidinin bitişiğinde ki) Suffe-i Sefa ehlinin kalbi, seçilmişliğin dolunayı, vefa burcunun yıldızı, yani Muhammed Mustafa... Allah'ım selam ve salâvatın ona ve âlisine olsun. Rahmanın selam salâvat ve esenliği canı gönülden ona olsun...

Vahiy ve tenzil sahibi Allah'ım! Akıbetinizi sonumuzu hayırla sonuçlandır. Hayırlı kıl hata ve günahlarımızı bağışla. Hz. Muhammed ümmetine rahmet, merhamet et ve Oniki İmamlar vahyin nazil olduğu Peygamber evinin ve ilminin sahipleridir varisleridir. Onlar ve gözlerden gizlenen gaip olan ve kıyam edip cenk edecek olanın (Muhammed Mehdi'nin) gelip ortaya çıkarak Allah'ın rahmet ve adaletiyle adalet dağıtacak ve yeryüzünde zulmü ortadan kaldıracak olan evladın sahipleridir. Onlar Allah'ın cennet mekânlarının aslı ve teferruatlarıdır ve Allah'ın değer, İzzet, fazilet ve makam verdiği kimselerdir...

Ama son peygamber gönderildiğinde, Hz. İmam Ali'de dünyaya gönderilerek musahip oldular. Hz. Muhammed Mustafa İmam Ali hakkında şöyle buyurmuştur: "Lehmike lehmi cismike cismi demike demi ruhuke ruhi". Yani: "Ya Ali senin etin etimden, cismin cismimden, kanın kanımdan, ruhun ruhum-dandır."dedi. Bazı sahabeler evet doğrudur dediler. Bazı sahabeler de hem kardeşim dedi hem kızını (Fatıma'yı) ona verdi dediler. Şek güman eylediler ikrarlarını zayi eylediler ve mürtet oldular. Cebrail, Hz. Resulullah'a İmam Ali hakkında kardeşlik ayetini getirdi:

"Ve andolsun Allah Peygamberi'ne gerçek bir rüya göstermiştir. Allah dilerse emin olarak ve başlarınızı tıraş ettirerek, saçlarınızı kestirip kısaltarak, elbette sizi Mescid-i Harama (Kabe'ye) sokacaktır. Gerçektende o sizin bilmediğinizi bilmektedir. Derken bundan başka da yakın bir fetih ve zafer de verecektir"12 Cebrail Kardeşlik ayetini getirdiğinde sahabeler birbirleriyle görüşerek mürşitli musahip oldular.

Hazreti Resul buyurur ki: İki kişi birbiriyle musahip oldular. Ve Muhammed Ali olduğunun manasını gösterdiler. Bir gömleğe girdiler, baş iki gövde bir göründü" Hadis'te buyurdu ki: "Ene medinetul ilm ve Aliyyun babuha" Yani; "Ben ilim şehriyim Ali de o şehrin kapısıdır" yani demektir ki; gerçek musahip Hz. Muhammed ve Ali'dir. Evvel ahir musahip olan kardeşler, pirin mürşidin tutanlar kardeşlik ayetiyle malum ola ki, gerçek hak musahip Hz. Muhammed Ali'dir. Musahip arasında ikilik olmaz, birlik olur. Beni terbiye edici eğitici irşat edici pir mürşit o dur ki, benim kemale erişmem için nizama koyup beni eğiten yetiştiren irşat edendir.

Terbiye ve irşat edici kişi pir mürşit ve âlim bir faydaya faydalı şeylere yoldur. Ona yol atası derler ki, o kimse Allah'ın muhibbidir dosîu ve sevdiğidir. Ayet sebebiyle derviş talibin malı ve mülkü canı mürşidinden pirinden esirgenmez, eğer esirgenirse o talibin talipliği yalandır. Pir Mürşit ki bilgisiz veya cehaletine bilgisizliğine rağmen kendini beğenmiştir. Ben mürşidim pirim der onun pirliği mürşitliği caiz ve doğru olmaz ve o musahipler birbirine teslimi can olmazsa musahip değildir. Musahip o dur ki, eğer zahirden eğer batından birbirinin gönlünden anlıya biie. Nitekim Hz. Muhammed'e hizmeti Ali yetirdi. Sahabeler dediler ki: "Ya Resulailah! Ali bize hiç mi hizmet edemez?"

Hz. Resul buyurdu ki: "Yapar ama ben buyursam, Ali gönlümden geçeni bilir. Bir ahdedeyim, hanginiz gönlümden geçeni bilirse hak onundur" dedi. Cümlesine Hz. Muhammed nazar eyledi ve Ali onun göniündekini bildi, hizmet eyledi. Sahabeler bildiler ki hak onundur. Batına nazar ettiler. Kardeşlik -musahiplik- ayetinin sebebini bildiler ki ikilik kimdendir ve yalancılık kimdendir.

Taiip birbirinin küfrünü tutmasa talip değildir. Musahip birbirine can gönül vermese musahip değildir. Ve eğer talip mürşit pir ve musahip birbirinin yurduna oturmasa terki dünya ve terki mai ve terki can bir fiilden olmasa o talip, talip değildir. Hadisi Şerifte buyurur ki: "Eddünya cifet ve talibuha kelbun" Yani: Dünya murdardır ona talip olan ittir"

Yol ehline zorunludur ki, Dünya'yı terk etsin ve dünya içinde iken terk etmezse ona yol ehli demeyeler. Ve o kuia derviş demek caiz değildir. H.z Muhammed (s.a.a), İmam Ali'ye (a.s) demiştir ki: "Derviş ve talip haram yemeye, yalan söylemeye ve ikrarı bütün ola, bir kimse bu yolda münafık olsa ona lokma haramdır,

hanımı ile birlik olsa ondan çocuk olsa haramzadedir."
Bir dervişe gereklidir ki; her durumunu bile, ahiret zalimi olmaya, gönül yıkmaya ki, büyük günahlardandır. Ve her kim dese "Benim orucum tutulmuştur ve namazım kılınmıştır." O ehilden-ehli edinmeye. O halden dem sürmek caiz değildir. Zira ki hal makamı vardır, aşk makamı vardır. Korku, çekinme makamı ve ileri son makam ve makamı münteha vardır. Şimdi çile ehli edep ile bir gitmiş, yol ehli san kara don giyinmeye, zira ki ikrahtır. Hz. Ali bir kese akçe buldu. Gördü kese kara idi kaldırmadı. Bu bizim haletimiz değil, olmaz dedi.

Bismillahirrahmanirrahim

Şeriat; Hz. Muhammed'in idraki, anlayışı, yolunun ilkeleri, sözü, kanun ve kuralıdır. Tarikat Hz. Muhammed'in fiilidir yaptığı hareketleri davranışlarıdır. Marifet Hz. Muhammedi'n hali. Hakikat Allah'ın cemali nurunu müşahede eder. Payı can şükrü yâd ile dost dostun cemalini temenna edip günden güne hizmet fiilinden olup yüce Hak dergâhına baş koyup secde etmek niyaz makamıdır. Şimdi kâmil ehline bu kadar söz yeter.

Yine diğer bir söz, Şeriatı bir fasıl ettik. Hakikati bir fasıl ettik. Sıradan her halkı Şeriat'a bağladım ve müntehayı (şeriat bilgilerini bilip amel ibadet edip yerine getirenleri sonunda) Tarikat'ın başlangıcına bağladım. Tarikat'a adım atabilirler. Hakikatin sonunu, marifetin ilmi nihayetine bağladım. Bu hale erince de zira ki; ehli olan kimse erkân verip sohbet ede, haline göre (bu makamlara göre insanlara) virdini buyura, yabandan gelenin aslını bilmezsin.
Şeyh Seyyid Hazretleri buyurur ki: "Ehli olmayanlara sır vermeyin,

tuzağa düşmeyiniz. Sonra eziyet çekmeyesiniz. Başlangıçta olana sonu göstermek, başlangıcı göstermeden sonu göstermek oiamaz. Zira doğan kuşunun lokmasını serçe götürmez ve yeni doğan çocuğa ekmek vermek gibidir, boğazında durur yutamaz".13 H.z Resul (s.a.a) bir hadiste buyurmuştur;

13-Dört kapıdan ilk kapı Şeriat kapısı bilgilerini bilmeyen, ibadetini, İnancını, yolunu, erkanını, yeni öğrenip başlayan veya başlamamış kimseye başlangıcı -önceyi- göstermeden sonu göstermek, hemen Tarikatı flÖet"rrrnk olmaz. Yolun inancını ve erkânın!, ilk kapı şeriat bilgilerini, Ibaditlsrlnl Öğrenmemiş veya yeni öğrenen kimseye hemen tarikat telkini verllm".
"Kelimetunnas ala kadri ukulihim" Yani: "İnsanlarla akılları ölçüsünde konuşun."

Ve ama hal ehline şöyle gerekir ki; iki fasıl beyan ettik. Amel edip uygularsa, o kimse kâmil olur ve yolunda hiçbir hata etmez, ehli irfan olur. Bilesiniz ki; Şeriat ateşe yöneliktir ve ona benzer. Zira ki, cümle nesneyi ateş pişirir ve ateşi marifet pişirir. Tari-kat'a layık ola ama Tarikat doğru yolundur. Hak Teala buyurur: "Benim doğru yolum İşte doğru yol sıratı müstakim budur."

Dahi Talipler terbiye ve irşat edici mürşidine, pirine, hürmetle ikram göstereler ve onun gösterdiklerini yerine getirmeye çalışıp gayret edeler. İşte tarikat budur. Şimdi hakikati tarikat içinde elde etmek ve kazanmak gerektir ki, kâmil ola, ondan hata olmaya.

İkinci Fasıl: Hakikatin son mertebesidir, hakikat toprağa ait ve yöneliktin Ona benzer zira bütün nesneler topraktan hâsıl olur. Şimdi derviş hakikate yetecek. Hem de kendi özünü toprak edip varlığından geçmesi gerektir ki, onun cismi hemen toprak ola. Zira sırdır, gizli sırdır. Hakikat Hz. Muhammed Ali'dir.

Sır olmak onun içindir. Hz. Muhammed (s.a.a) buyurur ki: "Cevherler bundan hâsıl olur ve hem Marifet bu makamda hâsıl olur." Bir adamın başı göğe ererse de marifetsiz olmasıyla yıkılır bü-külür marifetsizlikte hayır yoktur. Bir Hadiste buyurmuştur ki: "Bütün her şey aslına rücu eder." Yani demek oluyor ki; aslın topraktır. Her ne kadar aşikâr şey varsa, toprak onu sır eder. Derviş toprak olmazsa hakikati göremez, böyle bilesiniz.

Marifet ki; suya yöneliktir ve ona benzer. Zira bütün nesnelere su hayat verir ve hem su olmayan yerde ot, bitki olmaz ve ondan şenlik olmaz. Âlem ki, suyla ayan olmuştur yani, mamurdur. Şimdi marifet misalindedir. Bir kimsede ki marifet olmasa o
dört kapıdan ilk kapı bilgilen ibadeti inancını öğretip, amel ettirip, pişirip sonra tarikat bilgileri verilmeli, tarikata adım attırmalı, dahi böyle susuz yerlere benzer. Ondan meyve olmaz. Nede insan olur.

Böyle biliniz.
Hz. Muhammed Resulullah (s.a.a) buyurur: "Men arefe mürebbi fe yarefu Rabben" Manası budur ki: "Bir kimse mürşidini, irşat edenini bilse, gerçekten o kimse Rabbini de bilir onu tanır," Bir hadiste buyurur: "Men la arefe mürebbi fela yarefu Rabbi" "Mürşidini tanımayan Rabbini bilmez tanımaz". Bir hadiste buyurur: "Lehu fa Mürebbi ma arefet Rabbi" "Bir kimsenin irşat edici mürşidi olmazsa Rabbini bilmez tanıyamaz."

Herkese yol göstericisi mürşit ve âlimi olmazsa ona şeytan vesvese vererek yolundan azdırır. Şimdi âlimlik, mürşitlik pirlik şu sıfatı taşıyanın hakkıdır ki; Evliyanın (H.z 12 imamların) yolunda hiçbir şekilde hatası olmaya ve hem yirmi sekiz sual vardır, ona cevap vere, eğer cevap vermese pirliği, mürebbiliği ve âlimliği caiz değildir. Böyle bilesiniz.
Şimdi o yirmi sekiz soruya cevap verelim:

1-Tevhid'dir: Cenab-ı Hak'kın varlığı ve birliğidir. Onu tanımak ve talibe öğretmektir.
2-Adl'dir: Cenab-ı Hak'kın adil olduğuna iman ve fkrar etmektir ki; zerrece hiç bir kimseye zulmetmediğidir.
3-Mead'tır; Ahiret âlemine, hesap, kitap, mizana, dirilip hesaba çekilmeye ikrar iman etmektir.
4-Nûbüvvet'tir: Hz. Âdem'den Peygamberimiz'e kadar gönderilen tüm peygamberlere iman etmek ve aynı zamanda Peygamberimiz'in son peygamber olduğunu İkrar ve iman etmektir.

5-İmamet'tir: İmamlık makamı Allah tarafından tayın edilip Hz. Peygamberimiz tarafından da vasiyet edilen ve kendisinden sonra onun makamına oturacak Oniki İmamlar olduklarına inanmaktır. İman ikrar etmektir.
Ve iyiliği göstermek, söylemek ve kötülüklerinden, kötü işlerden men etmektir. Topraktır, mertliktir, cömertliktir, eli bolluktur, tövbedir ve halka doğru yol göstermektir.
Eğer deseler ki kimin oğlusun?

Cevap ver ki: Yol oğluyum.
Ve o yol kimindir?
Cevap ver ki: Hz. Muhammed (s.a.a)
Ve Ali'nindir, (a.s)
Hz. Muhammed ve Ali'nin yolu hangisidir?
Cevap ver ki: Şeriat, Tarikat ve Marifet ve ilmi Hakikattir.14

Cümle Evliyaların mübarek sözüyle pirlere, mürşitlere ve yol gösterici âlimlere farzdır ki, bu erkânları ikrar sahibi olanlara bil-direler. Bu soruların cevabını bilmezse o kimsenin pirliği ve mürşitliği yol göstericiliği caiz değildir. Pir, mürşit ve mürebbi olan kimse bu şartları okuması, okutması ve bilmesi lazımdır. Eğer bilmese bütün iş ve amelleri ona haramdır. Kıyamete imansız gider. Böyle bilesiniz. Her türlü sorunları hailede, şeytanın vesvese ve hilesinden kurtara. Her ne tür oiursa olsun hiçbir pirin ihtiyacı olmaya, bütün işlerini amellerini hayra tuta. Allah'ın evliyaları Oniki Imamiar'ın şartlarıdır. Onların cümlesine övgü salâvat ve selam olsun.

Allah'ın Nebisi Hazreti Muhammed (s.a.a) buyurmuştur ki: "Mümin kimse söz verdiği zaman ona vefalı olan kimsedir." Elbette mümin yalan söylemez. Yine buyurmuştur ki: "Mümin ona derler ki, ahdi ikrarı üzerine başını vere." Yine Allah'ın Nebisi (s.a.a) buyurmuştur ki: "Men la ahdehu lehu vela dini lehu"yân,

14-Burada yarım sayfa kopuk ve silinmiş. Çok eski olduğundan devamı okunup yazılamamıştır. Ve bunlar Ehlibeyt Oniki İmam yolunun İslam anlayışıyla dinin mezhebin beş asıllarıdır. Usulü dindir. Yani dinin asılları usulleridir. Teferruatı ise on dur. Diğer 12 imam inancı yolu Ehlibeyt kitaplarında beyan olunmuştur, "Bir kimsenin ahdi ikrarı bütün olmasa onun dini yoktur."

Oğul babasının emrini tuta, muhalefet ettiği işlerinden özür dileye ve baba oğluna eğitim, öğretim vere, terbiye ede, yetiştire, irşat ede ve doğru yolu göstere. Bir hadiste buyurmuştur ki: "Baba hakkı Tanrı hakkıdır. Oğula doğru yolda kılavuzluk etmek Tanrı hakkıdır."Zira çiğden pişmişe döne. Terbiyesi, eğitimi ve öğretimi olmasa ham kalır. Eğer günde bin kez satır pahası yerse hak deyip emrine muti olmaktır. Atasının emrine itaat etmektir.

Eğer sözüne muhalefet ederse, ahdinden düşmüş olur ve imansız gider. İki cihanda şeytan gibi lanetlenir ve kovulur. Hz. Muhammed Mustafa'nın, Aliyyel Murtaza'nın ve Diğer İmam-lar'ın şefaatinden mahrum kalır. Ve hem âlimler dine nazar (kendi görüş fikrini) katmazlar. Zira ki, yalancılardan ümmet olamaz. "Haberiniz olsun ki yalancı


ümmetim değildir" mübarek hadisi -sözü ve kelamı- sebebiyle ve hem de şu ayette buyrul-duğu gibi: "Veylun yevmeizin lif mukezzibin" manası budur ki: "Veylun cehennem çukuru yalancılar içindir." Hem tarik yolunda haysiyetini pak, ihlâs ve itikadını kuvvetlendirerek korkmaya. Zira ayeti şerife de buyrulur: "0 gün (kıyamette) onlara ne bir korku ve ne de bir hüzün vardır"

Bir Hadiste buyurmuştur: "Men la mürşide lehu vela dini lehu" Manası budur ki: "Bir kimsenin mürşidi olmasa onun mürşidi Şeytan olur ve hem delil olmayınca yol bilinmez." Hazreti Nebi aleyhisselam buyurur: "İki kere doğmayan Melekût âlemine -gökler ruhani manevi âlemine ulaşıp giremez" (biri anadan doğmaktır hayat bulmaktır. Diğeri âlim, mürşit, pir elinden doğmak hayat bulmak, gafletten uyanıp diri olmak ve maneviyat bu-lup dirilmektir)

Birinci Bab: Tarikatta İlk önce bir günah işleyen kimsenin evvel derecesi, hemen sehven secdedir. (Yanlışlığı düzeltmek özür İçin, bağış için, Hakka yapılan secdedir) Bir daha günah edecek olursa günahına göre yine sehven secdedir. Bir daha işlerse bu kere ona sitem olur. (cezalandırılır) Tarik, Elif Allah'tır, tercüman birdir.

Ama bir kimse yine bilerek bir işi işlese ki ona, tercüman vermese (Lokma vermese, hayır dua almasa) sitemli sitem olur. Bu kere tarik Allah, Muhammed, Ali'dir. Tercüman dahi üçtür bir kimse tarikatta, kâmilleşme yolunda sona doğru ilerlese ve adım atsa nesi gerekse bilir. Aklı kâmil olur. Karını ziyanını fark eder. Tarikatta o kimse kâmil olur. Böyle bilesiniz.

İkinci Bab: Hakikat makamına erse adım atsa ve bir günah işlese ama yine kendisine kimse demeden kendi görürse secde ve tarikli olmaz ve ama gayri kimse göre ve hem recrine dahi vermemiş olursa o kimse yol içinde cezalıdır. Sitemlidir duası lokması vardır. Onun dahi Elif Allah'tır tercüman birdir ve eğer bir

kimse bir günah işieye bu kere Muhammed Ali'dir üç öreler tercüman üç ala ve eğer bir günah daha ederse bu kere tariki cezasını Oniki öreler. Tercüman (lokma) on iki alalar zira ki son makamlara adım bastı bundan gayri birdir. Bu olunca ya aslından sitem birdir. Zira ki, bir kimse son makam yurduna oturur hiçbir işte kusuru olmaz kâmil olur hakikat ehli olur.

Üçüncü Bab: Marifetin son makamlarıdır. Eğer bir kimse bu makamlarda olsa bir günah işlese ama büyük günah yerine kendi görüp ve bendendir günahkârım dese. Elif Allah'tır tercüman dahi olur. Ama gayri kimse görse ona şu günahı ettin dese bu kere onun tariki Allah, Muhammed, Ali'dir tercüman olur, ama büyük günahlı

olsa büyük günah işlese dahi gelip mürvet deyip darına dursa onun tariki on ikidir tercüman on ikidir. Ama eksik olursa siz sitemli (cezalı) olursuz. Zira ki evliya edebi yerini bulmaz ama gelip insaf vermese o kimse kırk gün sürgündür. Kırk gün tamam olacak ve mürvet deyip darına durup mürvet kabul olacak. O vakit ki olacak tarik kırk olur ve hem kırk tercüman alalar. Zira ki marifette bu makamın tariki tercümanı kırktır. Birisi eksik olmaz ve dahi bu makamda olanın yükünü kimse götürmez caiz değildir. Bir türlü dahi olursa sitem eksik olur.15

Bir dahi budur ki; Yol ehli tarik ehli şeyhin pirin, mürşidin nefesidir ki tarikat (yol) imandır. Böyle bilesiniz işte bu yolun aslı budur. Yol ehlinin yüce ameli budur ki, Taharetsiz (abdestsiz gusülsüz) yürümeye, namazında kıyamda ayakta, rükûda ve secdede namazına sahip çıkıp ayakta tutup beş vakit

namazında ONİKİ İMAMIN ve geçmiş şeyhlerin, pirlerin, mürşitlerin, âlimlerin ulu büyük seyyidlerin ervahı ruhlarına ve âlem padişahına dua edeler ve eğer taharetsiz yürüyüp, namazında kıyamda, rükûda, secdede, beş vakit namazında ayakta durup amel ve ibadet edip emirlerini yerine getirip yürümese cümle bütün işleri amelleri ortadan kalkar geçersiz olur. Dünyadan ahirete imansız giderler böyle bilesiniz.
Eğer sorsalar ki, Tarikatta secde nedir?

Cevap ver ki: Teslim olmaktır. Şimdi tarikat yolunda ki, teslimden murat şudur; başımı yolunuza koydum artık benim değildir. Zira er meydanı hak meydanıdır. Şimdi bu meydana girene başımı top eyledim demektir. Ve başından geçmektir. Böyle olursa bu kimseye tasdikle teslim kılmaktır diye tarik yolundan sıdkını muhkem edip âlimler, seyyidler, şeyhler, pirler, mürşitler izini yolunu gözlemektir. Edep üzerine ama icap üzerine olmasa bu gerekleri yerine getirmese icabet etmese o kimsenin secdesi ve hem teslimi tamam olmaz. Ve secde ile nevi secdede (yani

15-Tarikatta bu yol ve erkanda tarikten murat toplantıda sohbet halkasında meydanda halk içinde hatasını günahını bilip yaptım deyip ikrarda bulunup ve bir daha yapmamak üzere tövbe edip lokmasını tercümanını veren kafiyeli hayır dua alan kimsenin sırtına Zülfİkar'f temsilen Tarık'ı (Asayı) sırtına duruma göre bir iki üç veya daha fazla sürmek veya altından geçirmektir. Ve ayrıca cezasma göre o zamanın para birimi akçe alarak dergâha, pire, mürşide, halifeye ve gazilere verilmektedir. Bunlar daha temiz toplum İyi İnsan dürüst ahlaklı insan terbiye etme yollarından tarikat erkânlarındindlf. Çeviren.

ilk kapı şeriat kapısında namazda Kabe kıblesine dönülerek yapılan secde ile tarikat yolunda sohbet halkasında meydan da yapılan secdenin diğer bir çeşidinde cemal cemala yapılan secdede) murat Hak için ise burada korku yoktur ve eğer bir nesneye uyup ederse halka veya bir nesneye secde ederse olmaz ve eğer denilse ya bu secde niçin oldu (yani Hz. Âdem'e niçin secde edildi?) Cevap: O vakit Allahu Teala Âdem'in kalbini kendi yarattı ve kudretiyle düzdü ya melaikeler secde edin Âdem'e deyip emir etti. O emir (secde emri gerçekte

Cenabı Hakka oldu Âdem'e değil) şimdi o vakit Hak kendini Âdem'in kalbinde sakladı ve melaikeleri kendine secde ettirdi. Burada secde Hak için oldu ve bu secde ibadet oldu. Zira emiri haktır er meydanı hak meydanıdır. Bu kimse kendini Hakka teslim edip başını secdeye koyduğunda, hakkı onda görüp müşahade edip (yani başını secdeye koyduğunda hakkı onda görmüştür yani Hz. Âdem'e secde edilirken secde gerçekte Allah'a edilmiştir. Gören Hakkı

Hz. Âdem'in kalıbında görüp Hakka secde etmişlerdir) şimdi başını secdeye koymak lazımdır. Zira ki bir kimse hakkı bir eşyada temaşa etti ona lazımdır başını secdeye koya tevazu ve alçak gönüllülük için. Zira Hz. Resul ona selam olsun buyurur ki: "Herkesin ümidi vardır. Eğer halk için (yaratılmışlar için, yaratılmış kişi için ona) secde etse o kimse mutlak kâfir olur böyle bilesiniz."16

16-"Hani bir zaman meleklere Âdem'e secde edin demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O ise imtina etti ve büyüklük tasladı ve o kâfirlerden idi" (Bakara süresi ayet 34) Âdem'e secde edin; bu ayetten Allah'ın emrine uymak suretiyle ona boyun eğme söz konusu olduğu zaman selamlama ve saygı sunma amacıyla Allah'tan başkasına secde etmenin cevazı anlaşılmaktadır. Bunun bir örneğinde Hz. Yusuf kıssasında görülmektedir

"Ana babasını tahtın üstüne çıkardı ve hepsi onun için secdeye kapandılar Yusuf dedi ki; babacığım işte bu önceden gördüğüm rüyanın tevi-lidir. Rabbim onu gerçek yaptı" (Yusuf süresi ayet 100) İbadet kulun kendini kulluk statüsüne oturtup bunu kanıtlayacak davranışlar sergilemesidir.

Dolayısıyla kulluk kastı taşıyan bir fiilde efendinin efendiliğini açığa vurma salahiyeti olmalıdır. Ya da kulun kulluğunu sergileme kabiliyeti olmalıdır. Efendinin karşısında secdeye kapanmak, rukuya eğilmek, o oturduğu zaman önünde hazır ol vaziyette ayakta beklemek, yürüdüğü zaman peşinde yürümek gibi,

buna karşı kulluğun alçaklığını en çarpıcı biçimde somutlaştıran fiil secdedir. Çünkü secde de yere kapanma ve yüzü yere sürme gibi alçalma pozisyonu söz konusudur. Ancak biz'secde zati bir ibadettir şeklinde iddiaya katılmıyoruz. Çünkü zatla ilgili olan bir şey hiçbir zaman ondan ayrılmaz. Ama bu fiil ibadet kastı ile yüceltme duygusundan başka gerekçeyle de yerine getirilebilir.

Alay etmek ve küçümsemek amacıyla secdeye gitmek gibi ibadet kastı İle yerine getirilirken kapsadığı tüm unsurları içinde barındırıyor olmasına rağmen böyle bir davranış ibadet niteliğini kazanmaz. Evet diğer kulluk kastı taşıyan davranışlara kıyasla ibadet anlamı secde fiilinde daha belirgindir. Zati bir ibadet olmadığına göre de mabutluk Allah'a özgüdür diye zatı hesabıyla Allah'a özgü kılınmış değildir. Eğer ortada bir engel varsa bu şer'i veya aklen yasaklanan şeyse Rabiik niteliğini Allah'tan başkasına yakıştırmaktan başka bir şey değildir.

Fakat Rabiik niteliğini yakıştırmaksızın Allah'tan başkasına saygı göstermek onu yüceltmek daha doğrusu nezaket kurallarının gereğini yerine getirmek meselesine gelince bunun yasak olduğuna dair kanıt yoktur. Elimizde ancak ne var ki dinin zahiri amelleri ile içli dışlı olmanın insana kazandırdığı dinsel haz, bu secdenin yüce Allah'a özgü kılınmasını, sırf selamlaşma veya saygı sunma amacıyla da olsa bu fiilin Aİiah'tan başkasına sunulmamasını öngörmektedir. Meleklerin Âdem'e secde etmeleri Allah'a yönelik itaatin ve Âdem'e karşı besledikleri sevginin ifadesiydi.

İmam Musa Kazım'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Bir Yahudi geçmiş peygamberlerin mucizeleri karşısında Hz. Peygamberin ne gibi mucizeler gösterdiğini Hz. Ali'den sormuştur. Demiştir ki: Allah meleklerine Âdem için secdeye kapanmalarını emretti söyler misiniz? Muhammed için bur türden bir şey yaptı mı? Bunun üzerine

Hz. Ali (a.s) buyurdu ki: Dediğin gibi oldu ne var ki, yüce Allah meleklerine Âdern^ için secdeye kapanmalarını emretmesi onların Allah'ı bîr yana bırakarak Âdem'e kulluk sundukları anlamında değildir. Aksine bu onların Âdem'in üstünlüğünü ve Allah'ın ona bahşettiği rahmeti kabul ettiklerinin bir ifadesiydi. Hz. Muhammed'e gelince bundan daha fazlası ona verilmiştir.

Yüce Allah o sonsuz mülkünde ona selam ediyor. Tüm melekler ona esenlik diliyor. Müminler ona selavat getirmekle Allah'a kulluk sunuyorlar. İşte bu onun daha üstün bir konumda olduğunun göstergesidir. Ey Yahudi.."(Kaynak; Elmizan adlı Ehlibeyt Oniki İmam yolu inançlı Kuran tefsiri sayfa 194)

Bir hadiste Hazreti Resulün miraç kelamında Allah buyurmuştur: "Ya Muhammed Allah yarattı İnsanı" yani, Ya Muhammed demektir, (eşrefi mahlûkat kâmil insan olarak seni yarattı demektir.) Ama insan iki türlüdür biri Âdem'dir, biri Suret-i Âdem'dir, (görünüşte insan suretindedir ama) manada hayvandır. Toprak ve toprak Imam-ı Ebu Talip oğlu


Hz. Ali'dir. Kerremallahu vechehu ve imam Aliye Ebu Türap (toprağın babası atası) onun İçin dediler. Her hakikat ve marifet yolunda yürüyen kimse ki toprak, toprak gibi olma makamına erişe ve Velayet (velilik imamlık) ve Nübüvvet (Peygamberlik) bir olur. Zira Velayet ve Nübüvvet birdir. Velayet, Nübüvvetin batınıdır. Nübüvvet Velayetin zahiridir.

Hz. Resul (s.a.a) buyurmuştur ki: "Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu" Manası budur ki: "Nefsini bilen Rabbini bilir, nefsini bilmeyen Rabbini bilmez." böyle bilesiniz.
İmam Caferi Sadık (a.s) dervişlere ve sofilere dört kapı buyurmuştur:

Toplantılarda, sohbet halkasında, Tarikat tasavvuf yolunda cemal cemale yapılan secde karşısında ki insana değil Hak'kın gücü, kudreti, nuru, yaratılışta ki güzelliği insan olması sıfatıyla hakkı ve hakkın varlığını, birliğini, kudretini, güzelliğini insan da görüp secde kılmasıdır. Hakikatta secde Cenabı Hak'kadır, kula değildir.

Kuiu kast edip ona secde etse caiz ve hak değildir. Ayrıca Hz. Muhammed Ali'nin, Oniki imamların nuru Hz. Âdem'den başlayıp bütün peygamberlerde devam etmiş, Hz. Ebu Talip ve Hz, Abdullah'ta bu nur ikiye bölünmüştür. O nur hesabıyla meleklerin Adem'e secde kılmaları is-tenmiş ki Hak'kın nurundan yaratılmışlardır. Secde hakikatte Hakka yapılmıştır. Kabe'ye dönülüp kiiınan namazda da secde Hak'ka yapılmaktadır. Fakat yön olarak oraya dönülmektedir

ve Kabe'nin etrafında toplanıp tavaf edenler ve daire halinde her yönden yönelip Kabe'de kılınan namazda bu görülmektedir ve dahi tarikatta ki tasavvufta Kabe'de kılınan namaz ve secdeye teşbihen, ilk kapı şeriat kapısında Kabe'ye karşı kılınan namaz gibi öylede tarikatta toplantılarda sohbet halkalarında yapılan secdede yön cemal cemaledir Kabe yanında kılınan eda edilen secdede ki gibi fakat secde karşıda ki insana değil Cenabı Hakkadır onun varlığına bıriiğinedir,
Evvel: Şeriat İkinci: Tarikat Üçüncü: Marifettir Dördüncü: Hakikattir

Zira Hazreti Resul Muhammed Mustafa (s.a.a) buyurmuştur: 'Şeriat, Tarikat kapımızdır, Marifet yolumuzdur, Hakikat sırrımızdır." Yine buyurmuştur ki: "Şeriat ağaçtır, budakları Tarikattır, yapraklan Marifettir, yemişleri meyvesi Hakikattir." Her derviş bu dört kapıda bulunmasa ona sofi demeyeler. Sofi ona derler ki, bu dört kapıda buluna eğer bulunmasa bütün erkânlar yol yordam ona haramdır. Böyle bilesiniz.

İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurur ki: Tarikatta yedi nesne farzdır.
Evvel: Cömertlik, mertliktir.
İkinci: Marifettir.
Üçüncü: Yakınlıktır.
Dördüncü: Rızadır.
Beşinci: İhlâstır.
Altıncı: Tevekkül'dür.
Yedinci: Mürüvvettir.
Ve Tarikat Yolunda Üç Sünnet Yedi Farz

Birinci: Her daim, Tevhid ile meşgul ola.
{Her lahza an Cenabı Hakkın varlığını, birliğini, kudretini zikir ede, "Lailahelllallah" Allah birdir diye)
İkinci: Kalbine kimseden ve hiçbir şeyden yana düşmanlık
koymaya.

Üçüncü: Kendine ne satarsa, başkalarına onu satı,Bir hadiste Hazreti Resulün miraç kelamında Allah buyurmuştur: "Ya Muhammed Allah yarattı insanı" yani, Ya Muhammed demektir, (eşrefi mahlûkat kâmil insan olarak seni yarattı demektir.) Ama insan iki türlüdür biri Âdem'dir, biri Suret-i Âdem'dir, (görünüşte insan suretindedir ama) manada hayvandır. Toprak ve toprak İmam-ı Ebu Talip oğlu Hz. Ali'dir. Kerremallahu vechehu ve imam Aliye

Ebu Türap (toprağın babası atası) onun İçin dediler. Her hakikat ve marifet yolunda yürüyen kimse ki toprak, toprak gibi olma makamına erişe ve Velayet (velilik imamlık) ve Nübüvvet (Peygamberlik) bir olur. Zira Velayet ve Nübüvvet birdir. Velayet, Nübüvvetin batınıdır. Nübüvvet Velayetin zahiridir.


Hz. Resul (s.a.a) buyurmuştur ki; "Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu" Manası budur ki: "Nefsini bilen Rabbinî bilir, nefsini bilmeyen Rabbini bilmez." böyle bilesiniz.
İmam Caferi Sadık (a.s) dervişlere ve sofilere dört kapı buyurmuştur:

Toplantılarda, sohbet halkasında, Tarikat tasavvuf yolunda cemal cemale yapılan secde karşısında ki insana değil Hak'kın gücü, kudreti, nuru, yaratılışta ki güzelliği insan olması sıfatıyla hakkı ye hakkın varlığını, birliğini, kudretini, güzelliğini insan da görüp secde kılmasıdır. Hakikatta secde Cenabı Hak'kadır, kula değiidir. Kulu kast edip ona secde etse caiz ve hak değildir. Ayrıca Hz. Muhammed Ali'nin, Oniki imamların nuru Hz, Âdem'den başlayıp bütün peygamberlerde devam etmiş, Hz. Ebu Talip ve Hz. Abdullah'ta bu nur ikiye bölünmüştür.

O nur hesabıyla meleklerin Adem'e secde kılmaları istenmiş ki Hak'kın nurundan yaratılmışlardır. Secde hakikatte Hakka yapılmıştır. Kabe'ye dönülüp kılınan namazda da secde Hak'ka yapılmaktadır. Fakat yön olarak oraya dönülmektedir ve Kabe'nin etrafında toplanıp tavaf edenler ve daire halinde her yönden yönefip Kabe'de


kılınan namazda bu görülmektedir ve dahi tarikatta ki tasavvufla Kabe'de kılınan namaz ve secdeye teşbihen, İlk kapı şeriat kapısında Kabe'ye karşı kılınan namaz gibi öylede tarikatta toplantılarda sohbet halkalarında yapılan secdede yön cemal cemaledir Kabe yanında kılınan eda edilen secdede ki gibi fakat secde karşıda ki insana değil Cenabı Hakkadır onun varlığına birliğinedir,
Evvel: Şeriat İkinci: Tarikat Üçüncü; Marifettir Dördüncü: Hakikattir

Zira Hazreti Resul Muhammed Mustafa (s.a.a) buyurmuştur: "Şeriat, Tarikat kaptmızdır, Marifet yolumuzdur, Hakikat sırrımızdır."Yine buyurmuştur ki: "Şeriat ağaçtır, budakları Tarikattır, yaprakları Marifettir, yemişleri meyvesi Hakikattir." Her derviş bu dört kapıda bulunmasa ona sofi demeyeler. Sofi ona derler ki, bu dört kapıda buluna eğer bulunmasa bütün erkânlar yol yordam ona haramdır. Böyle bilesiniz.
İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurur ki: Tarikatta yedi nesne farzdır.
Evvel: Cömertlik, mertliktir.

İkinci: Marifettir.
Üçüncü: Yakınlıktır.
Dördüncü: Rızadır.
Beşinci: İhiâstır.
Altıncı: Tevekkül'dür.
Yedinci: Mürüvvettir.
Ve Tarikat Yolunda Üç Sünnet Yedi Farz

Birinci: Her daim, Tevhid ile meşgul ola.
(Her lahza -an- Cenabı Hak'kın varlığını, birliğini, kudretini zikir ede, "Lailaheillallah" Allah birdir diye)
İkinci: Kalbine kimseden ve hiçbir şeyden yana düşmanlık, koymaya.'
Üçüncü: Kendine ne satarsa, başkalarına onu sata.

(Kendi için istediğini başkası içinde isteye. Kendi için sevmediği istemediği şeyi başkası içinde istemeye. Kendisi için almayacağı şeyi başkasına satmaya) Her derviş bu yedi farz ve üç sünnetten düşerse tercüman vardır. (Tarikatta cezası lokması ve duası vardır)
Ve farzda budur ki: Zahirini nasıl sakınırsa imanını öyle sakına.


Bir farz daha budur ki: Dört makamda (şeriat, tarikat, marifet, hakikat kapısında) ola.
Ve bîr farz dahi budur ki: Pak ola (Eli ve eteği her kötülük, günah ve haramdan pak temiz ola)
Bir farz budur ki: Terbiye ve irşat edici âlimin, pirin, mürşidin sözüne itaat ede tabi ola.
Ve bir farz budur ki: Musahip hakkını muhabbete yetire.

Ve bir farz budur kî: Halifeden tövbe ala yani, tövbenin nasıl yapılacağını öğrene.
Sofinin bir şartı da budur ki: Özrünü, özünü pirlere, mürşitlere, âlimlere götüre. Bu sünnetleri yapmayana ve bu şartları taşımayana sofi deyip inanmayanız. Azap vardır. Ve birinci sünnetten düşen talibin görgüsüne bakasın, nasıl hizmet ederse onunla kabul edesin. İkinci sünnetten düşen talip (ceza olarak) üç Akçe ödesin.

Üç Akçe'nin birini halifeye, İkisini gazilere veresin. Üç sünnetten düşen talip beş ödesin. Beş Akçe'nin ikisini halifeye veresin üçünü gazilere. Birinci farzdan düşen talip beş ödesin, Beş Akçe alasın ikisini halifeye üçünü gazilere veresin. İkinci farzdan düşen taiip yedi ödesin ve yedi Akçe alasın dört akçe gazilere üç Akçe halifeye veresin. Üçüncü farzdan düşen talip dokuz ödesin. On Akçe gazilere veresin ve yedi Akçe halifeye veresin.
Dördüncü farzdan düşen talip on sekiz ödesin. On yedi Akçe

gazilere on Akçe halifeye veresin. Eğer tövbeden düşmüş olsa, musahipten düşmüş olsa. Bu üçünün günahı birdir. Tarik kırk ödesin. Otuz dört Akçe gazilere tercüman alasın, on dokuz akçe halifeye veresin, ama bu kimseye derman yoktur. Evliya derman eder. İmam Caferi Sadık'a (a.s) Talip olanın hali böyle olur dedi. Şeyhler, pirler, mürşitler sizden şakirola, razı ve rızalı ofa.

Ve Risalet Peygamberlik sahibi, hakikat gülistanının bülbülü, dünya ve ahiretin insanı kâmili, hakikat mürşidi, yol göstericisi üstadı, büyük ulu zatı, delili ve burhan ayeti, nişanesi, softayı sefa ashabının nurlu münevver dolunayı, yüce yüksek vefalı, razı olunmuş, razı edilmiş, razı olmuş, seçkin, arı, duru, masumu pak yani ki, ruhu pak Muhammed Mustafa selavatullahi aleyhim ecmain fenadan (dünyadan) beka memleketine (ahirete)

nakil etmek üzereyken Hazreti Ali'yi katına çağırdı buyurdu: "Ya Ali ben dünyadan ahirete giderim, sana bir nice türlü vasiyetim vardır diyeyim yadigârım olsun. Siz dahi bu adları saklayın (anın zikredin sahip çıkın) ben dahi sizden şakir ola-yım, razı olayım ve Hak Teala size cemalini göstere, Ya Ali her kim evliyanın adını saklaya veya vasiyetini tuta o talip benim dostumdur. Ve o talip ki benim adımı saklamaz (anıp zikir etmez sahip çıkmaz) düşmanımızdır o vakit vasiyetlerini etti."


Ve o vakit Şeyh Seyyid Safi rahmetullah aziz buyurdu ki: Ne zaman talip evliyanın (Ehl-i Beyt'İn) adını yerine getirmese Allah ondan uzak olur, melaikeler bezer ve lokması yenilmez. Bunlar benim vasiyetlerimdir. Zikri haktır ne zaman bunları yerine getirse evliya ona dosttur.

Ve Şeyh Seyyid Safi oğlu Sadreddin'e buyurdu ki: "Talibin üç günahı vardır; biri gıybet söyleye, (dedikodu ede söz getire götüre) biri yalan söyleye, biri evliyayı gönlünden çıkara! Ne zaman bu üç nesneyi bilip kaçmasa, ömründe ne kadar sevap varsa kabul olmaz, Dünyadan ahrete imansız giderler ve üç talip bir yerde ola, üçünün biri evliya nefesi (fermanı tavsiyesi sözü buyruğunu) söyleye, bir talipte onu kabul etmeye, o talip haramdır. O sohbet haramdır. Orda oturanlar imansızdır."17
Şeyh Seyyid Safiye buyrulur: Bir talip eksiğini bilmese makbul olur mu, olmaz mı?

Şeyh Seyyid Safi buyurur: Şeyh Sadreddin, o makamından olur. O makam cennettir, evliya makamıdır. Ve dahi pirinden tercüman hâsıl ola, talipler ondan nispet etmeyeler. Eğer nispet etseler ve yüz görseler o lokma haramdır, yemeyeler. Eğer yerlerse dünyadan ahirete imansız giderler, böyle bilesiniz. Evliyaya düşman olursunuz. Talip o dur ki; evliya nefesiyle yürüye; zira evliya nefesi (Ehi-i Beyt) zaruridir. Ne vakit onun emrini tutmasa yüzü karadır.

Şeyh Seyyid Safiye sorulur: Talip evliyayı (Ehl-i Beyt'i) bulmasa nasıl olur?
Şeyh Seyyid Safi rahmetullah aleyh buyurur: Talibin günahı o dur ki, Evliyayı gönlünden düşüre o zaman Allah ondan uzak olur, evliya, melaikeler ondan bezer, talip bezer, bir talip ona alaka gösterse o talip ona artık düşman olur ve ondan uzak ola-lar ve yakın olan asi olur dünyadan ahrete imansız gider. Böyle bilesiniz, ona yakın olan talibin ömründe ettiği sevap hebaya gider.

Şeyh Seyyid Sadreddin buyurur ki; Ya Şeyh Safi! Talip ki öldü namazını kim kılsın?
Şeyh Seyyid Safi buyurur: O kimse kılsın ki evliyaya (Hz. Oniki İmamlara) iman getirmiş oia. Gayrı kimse kıEsa o meyyit dünyadan ahrete imansız gider ve Oniki İmam düşmanıdır. Dedi.

Şeyh Seyyid Sadreddin sorar: Talip aileden sülalesinden birisini münafığa verse hali nedir?
17-Evliya'ya muhabbet, iman ve adını zikir etmekten kasıl, Hz, Peygamber, Hz. Falıma ve Hz. Oniki imamlardır.
Şeyh Seyyid Safi Buyruğu
4