MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ

MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ0%

MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ Yazar:
Grup: HZ.MEHDİ(A.F)
Sayfalar: 0

MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ

Yazar: al-shia.org Sitesinden alınmıştır
Grup:

Sayfalar: 0
Gözlemler: 713
İndir: 213

Açıklamalar:

MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ
  • MEHDЭLЭK KONUSUNU ЭNCELEMENЭN GEREKLЭLЭРЭ

  • ЦNSЦZ

  • 1.FASIL /ЭMAMET

  • Юiiler юцyle inanmaktadэrlar:

  • Эmama Olan Эhtiyaз

  • Эmamэn vazifeleri юunlardэr:

  • Эmamэn Цzellikleri

  • Эmamэn Эlmi

  • Bundan dolayэ Юii юцyle inanmaktadэr;

  • Эmamэn Эsmeti

  • Эmamэn Toplumsal Yцneticiliрi

  • Ahlaki Kemal ve Sэfatlara Sahip Olmasэ

  • Эmamэn Allah Tarafэndan Belirlenmesi

  • Gьzel ve Kapsamlэ bir Aзэklama

  • 2.FASIL / HZ.MEHDЭ’NЭN(A.F)BЭYOGRAFЭSЭ

  • BЭRЭNCЭ BЦLЬM

  • ЭMAM MEHDЭ’YЭ (A.F) TANIYALIM

  • Юu noktayэ da hatэrlatmak gerekmektedir:

  • Эsim, Kьnye ve Lakabэ

  • Doрumu

  • Sэfatlarэ ve Цzellikleri

  • ЭKЭNCЭ BЦLЬM

  • ЭMAM MEHDЭ’NЭN (A.F) DOРUMUNDAN ЭMAM ASKERЭ’NЭN (A.S) ЮAHADETЭNE KADAR OLAN DЦNEM

  • Эmam Mehdi’nin (a.f) Юialara Tanэtэlmasэ

  • Mucizeleri ve Kerametleri

  • Sorulara Cevap Vermesi

  • Maddi Hediyeleri Kabul Etmesi

  • Babasэnэn Cenaze Namazэnэ Kэlmasэ

  • ЬЗЬNCЬ BЦLЬM

  • KURВN VE RЭVAYETLER IЮIРINDA ЭMAM MEHDЭ(A.F)

  • DЦRDЬNCЬ BЦLЬM

  • BAЮKALARININ GЦRЬЮЬNE GЦRE ЭMAM MEHDЭ(A.F)

  • Kaynaklar

  • 3.FASIL/KAYIP ЭMAMI BEKLERKEN

  • BЭRЭNCЭ BЦLЬM

  • Gaybet Kavramэ

  • Gaybet’in Kцkь ve Geзmiюi

  • Gaybetin Felsefesi

  • Эnsanlarэ Terbiye Etme

  • Baюkasэnэn Biati Altэnda Olmamak

  • Эnsanlarэ Эmtihan Etmek

  • Эmamэn(a.f)Dьюmanlardan Korunmasэ

  • ЭKЭNCЭ BЦLЬM

  • GAYBETЭN ЗEЮЭTLERЭ

  • Kэsa Sьreli Gaybet – Gaybet-i Sьрra

  • Uzun Sьreli Gaybet – Gaybet-i Kьbra

  • ЬЗЬNCЬ BЦLЬM

  • GAЭP ЭMAMIN FAYDALARI

  • Эmam Varlэk Вleminin Mihveridir

  • Ьmit Vermek

  • Mektebin Ayakta Durmasэ

  • Kendini Yetiюtirmek

  • Эlimsel ve Fikirsel Sэрэnak

  • Manevi Hidayet ve Ruhani Nьfuz

  • Belalardan Korunmak

  • Rahmet Yaрmuru

  • DЦRDЬNCЬ BЦLЬM

  • YAR ЭLE GЦRЬЮME

  • Sцzьn цzь юudur;

  • BEЮЭNCЭ BЦLЬM

  • ЦMRЬN UZUN OLMASI

  • Kaynaklar

  • ALTINCI BЦLЬM

  • KUTLU BEKLEYЭЮ

  • Bekleyiюin Hakikati ve Makamэ

  • Mehdi’yi(a.f)Beklemenin Цzellikleri

  • Bekleyiюin Boyutlarэ

  • Эmamэ (a.f) Tanэmak

  • Цrnek Olarak Kabul Etmek

  • Эmamэ(a.f)Hatэrlamak

  • Vahdet ve Birlik

  • Bekleyiюin Eserleri

  • Bekleyenlerin Цdьl ve Sevaplarэ

  • Kaynaklar

Kitabın 'İçin de ara
  • Başlat
  • Önceki
  • 0 /
  • Sonraki
  • Son
  •  
  • Gözlemler: 713 / İndir: 213
Boyut Boyut Boyut
MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ

MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ

Yazar:
Türkçe
MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ


MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ
ÖNSÖZ
Bazıları “Kültürel alanda birçok ihtiyaçlar olmasına rağmen; İmam Mehdi (a.f) konusunu incelemenin ve bu konuya değinmenin ne önemi vardır? Acaba bu konu hakkında yeterince sohbet edilip kitap ve makale yazılmamış mıdır?” diye sorabilirler.
Cevap olarak şöyle söylemek gerekir:
Mehdilik konusu, insan yaşamı için hayati önem taşıyan konulardan biridir. Ve insan yaşamının çeşitli yönleriyle direkt olarak ilişkisi bulunmaktadır.
Bu bakımdan, geçmişteki çalışmalar da göz önünde bulundurularak, bu konu hakkında söylenmemiş birçok hakikat ve gerçeğin var olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla âlimlerin, bilginlerin ve araştırmacıların bu konunun üzerine ellerinden geldiği kadar eğilmeleri ve bu alanda daha çok araştırma yapmaları gerekmektedir.
İmam Mehdi’yi (a.f) tanıma konusunun öneminin kavranabilmesi ve bu konunun daha net, daha sahih bir şekilde anlaşılabilmesi için aşağıdaki noktalara dikkatlerinizi çekmek istiyoruz:
1- İmam Mehdi (a.f) konusu, Şiî’ itikadına göre usul-u dininin bir parçası olan imamet inancına dayanmaktadır. Bu konu hakkında, Kuran ve İslami hadislerde, geniş bir şekilde araştırma yapılmıştır.
Şiî ve Sünnî kaynaklarda Peygamber (s.a.a) efendimizden şöyle nakledilmiştir:
“Kim zamanının imamını tanımadan ölürse, cahiliye ölümü üzere ölmüştür.”[1]
İnsanın manevi dünyasıyla bu şekilde ilişkisi olan bir konunun incelenmesi, açıklanması ve gerçeklerinin öğrenilmesi için özel bir çaba gösterilmesi gerekmez mi?
2- İmam Mehdi (a.f) bütün pisliklerden arınmış tertemiz imamet zincirinin on ikinci imamıdır. Yüce imamet konusu, Allah Resulü’nün (s.a.a) bizlere bıraktığı iki ağır (İki önemli) emanetten birisidir. Çünkü Ehl-i Sünnet ve Şii kaynaklarında Peygamber efendimizden (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
“Şüphesiz ben sizin aranızda iki ağır (İki önemli) emanet bırakıyorum. Onlar, Allah’ın kitabı ve İtretimdir. Eğer bu ikisine sık,ı sıkı sarılırsanız hiçbir zaman sapıklığa düşmezsiniz...”[2]
Bu anlamda, Allah’ın emir ve buyruğu olan Kuran-ı Kerim’den sonra, hangi yol imamın yolundan daha aşikâr ve hidayete daha yakın olabilir? Acaba Allah’ın kitabı Kuran-ı Kerim’in açıklanması ve tefsir edilmesi; Resulullah’ın (s.a.a) hak halifesinin açıklaması, tefsiri ve beyanı olmadan ne kadar mümkün olabilir?
3- İmam Mehdi (a.f) yaşayan, hazır, huzurda olan, nezaretçi ve gören kimsedir. Mehdi (a.f) hakkında özellikle gençler arasında bir takım sorular gündeme getirilmektedir. Önceki dönemlerde yaşayan âlimlerin eserlerinde bu sorulara cevaplar bulunsa da; birçok soru işareti cevapsız kalmış veya verilmiş olan cevaplar yeterince doyurucu olmamıştır.
4- İmamet konusunun öneminin Şiilerin fikirsel ve ameli yapısı içinde hayati önem taşıması nedeniyle; düşmanlar sürekli İmam Mehdi (a.f) hakkında bir takım şüpheler ortaya atıp zihinlerde kuşkular uyandırmaya çalışmışlardır. Böylelikle hazrete inanan kimseleri şek ve şüpheye sürüklemeyi hedeflemişlerdir.
Böyle kişiler, bazen hazretin doğumu hakkında şüphe uyandırmaya çalışmışlar, bazen uzun ömürlü olmasını olanaksız bir olay olarak lanse etmeye çalışmışlar ve bazen de hazretin kayıp olarak yaşamasının mantık dışı olduğunu öne sürmüşlerdir. Bunlara benzer, yüzlerce şüphe ortaya atmışlardır. Bazen de Ehl-i Beyt (a.s) mektebini ve maarifini bilmeyen cahil dostlar, Mehdilik konusu hakkında yanlış olan ve mektepsel dayanağı bulunmayan konuları beyan etmişlerdir. Sonunda da bir takım insanları yanlış yola sürüklemişler ve sürüklemeye de devam etmektedirler.
Örneğin; İmam Mehdi’yi (a.f) beklemek, silahlı kıyamı ve gaybet zamanında hazret ile görüşme gibi konular hakkında, sahih rivayetler ile çelişen yanlış ve mantık dışı görüşler öne sürmüşler ve sürdürmeye de devam etmektedirler. Bu gerçekleri göz önünde bulunduracak olursak, Mehdilik konusunun doğru ve sahih bir şekilde incelenmesi gerektiğini anlayacağız.
Yukarıda açıklanan noktaları göz önünde bulundurarak kitabımızda İmam Mehdi’nin (a.f) nurani yaşamını inceleyeceğiz. Aynı zamanda, gençlerin akıllarında oluşan İmam Mehdi’nin (a.f) yaşamı ile ilgili sorulara cevap vereceğiz. Yanlış yolda olanların yanlışlarını inceleyip eleştirerek, bu gibi görüşlerin zararına değinip doğru yolu sunmaya çalışacağız. Allah’ın yeryüzündeki hüccetini tanıma ve aşina olma yolunda bir adım atmış olduğumuzu ümit ediyoruz.

1.FASIL /İMAMET
Peygamber efendimizin (s.a.a) vefatından sonra, yeni oluşmuş İslam camiasının en önemli meselesi hilafet ve halife konusu idi. Bazıları, sahabelerin bir kısmının oyu ile Ebu Bekir’in halife olmasını doğru olarak kabul ettiler. Bazıları ise; Peygamber efendimizin (s.a.a) halifesinin, yine peygamberimizin belirlemesi ve seçmesi sonucuyla İmam Ali’nin (a.s) olduğuna inandılar. Sonraki dönemlerde birinci grup Amme; (Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat) ikinci grup ise Hasse; (Teşeyyü) olarak tanınmışlardır.
Dikkat edilmesi gereken başka bir nokta da, Şii ve Sünni ekolleri sadece halifenin şahsı (kim olacağı) konusunda ihtilaf etmemektedirler. Aynı zamanda bu iki ekol; imam kavramı, imamın makamı ve özellikleri konusunda da derin ayrılıklar içindedirler. Bu bakış açısıyla da iki ekol bir birlerinden ayrılmaktadırlar.
Konunun daha iyi anlaşılması için; imam ve imametin manasını açıklayarak iki ekolün bu konu hakkındaki farklı görüşlerini beyan etmeye çalışacağız.
“İmamet” sözlükte önder ve lider olmak anlamına gelir. “İmam”; belirli bir çizgide bir grubun sorumluluğunu üstlenen kimseye denir. Istılahta ise; imamet, çeşitli manalara sahiptir.
Ehl-i Sünnet’e göre; imamet, bir nevi dünyevi hâkimiyettir (İlahi bir makam değildir). İslami camiayı idare edip yönetmekle mükelleftir. Her camianın bir rehbere ve yöneticiye ihtiyacı olması gibi; İslam camiası ve ümmeti de peygamber efendimizden (s.a.a) sonra kendisine bir rehber, yönetici ve başkan seçmek zorundadır. Seçimin nasıl yapılacağı ve kimin seçileceği konusunda, İslam her hangi bir yol ve yöntem sunmamıştır. Bundan dolayı, Peygamber efendimizin (s.a.a) yerine halife seçimi çeşitli yollarla mümkündür. Örnek olarak; milletin veya camianın büyüklerinin oy çoğunluğu ile birisini seçmeleri, önceki halifenin bir kişiyi tayin etmesi-vasiyet etmesi, ihtilal ve devrimle, hatta askeri darbe gibi değişik yollarla da olabilir.
Fakat Şiiler, imamet konusuna nübüvvetin devamı olarak inanmaktadırlar. İmamı ise, Allah’ın yeryüzünde yaşayan kulları arasındaki hücceti ve Allah ile mahlûklar arasındaki feyiz vasıtası olarak bilmektedirler.

Şiiler şöyle inanmaktadırlar:
“İmam” İlahi bir tayin ile belirlenmeli ve Peygamber efendimiz (s.a.a) tarafından tanıtılmalıdır.
Bu görüş imamet düşüncesinin Şii ekolündeki yüce ve büyük makamından kaynaklanmaktadır. Çünkü imam; Müslümanların rehberi, ilahi ahkâmların açıklayıcısı, Kuran-ı Kerim’in müfessiri ve saadete ulaştıran yol göstericidir.
Başka bir tabirle, Şii kültürüne göre imam; din ve dünya işleri olmak üzere iki kısımda da halkın önderidir. Nitekim Ehl-i Sünnet, halifenin sadece halkın dünya işlerini idare etmekle mükellef olduğuna inanmaktadır.

İmama Olan İhtiyaç
İki ekolün görüşü anlaşıldıktan sonra şu soruya cevap vermek yerinde olacaktır; “Kur’an-ı Kerim ve Peygamber efendimizin (s.a.a) sünneti elimizde olmasına rağmen, Şiilerin inandığı gibi bir din rehberine ve imama gerek var mıdır?
İmamın olmasının zarureti ile ilgili birçok deliller beyan edilmiştir. Fakat biz delillerden sadece birini sunmakla yetineceğiz:
İnsanların, peygamberlere ihtiyaçları olduğunu açıklayan deliller; imamlara da ihtiyaçları olduğunu belirtmektedir.
Zira Bilindiği gibi İslam dini en son dindir. Peygamber efendimiz Hz. Muhammet (s.a.a) Allah Peygamberlerinin en sonuncusudur. Bu bakımdan, İslam dini beşerin kıyamete kadar olan bütün ihtiyaçlarına cevap vermelidir.
Bununla birlikte Kur’an-ı Kerim İlahi maarif ve hükümlerin esaslarını, genel olarak beyan etmiştir. Bunların açıklanmasını, şerh edilmesini ve ayrıntılarının anlatılmasını Peygamber efendimize (s.a.a) bırakmıştır.[3]
Fakat bilindiği gibi Peygamber efendimiz (s.a.a) İslam camiasının rehberi olarak kendi zamanında yaşayan Müslümanların ihtiyaçlarını (kapasitelerine göre) ilahi ayetlerle açıklamıştır.
Bundan dolayı peygamberimizin (s.a.a.) liyakatli halifeleri, onun gibi sonu olmayan deniz misali bir ilme sahip olarak açıklanamayan hakikatleri beyan etmeleri ve Müslüman camianın zaman akışı içinde ortaya çıkan ihtiyaçlarına cevap verip sorunlarını halletmeleri gerekir.
Aynı şekilde imamlar (a.s); Peygamber efendimizden (s.a.a) kalan mirasın bekçileri, koruyucuları, Kur’an-ı Kerim’in gerçek açıklayıcıları ve müfessirleridirler.
Çünkü Allah’ın dinini tahriften, düşmanların oyunlarından ve garezli insanların tuzaklarından koruyup tertemiz İslam kaynağını kıyamet gününe kadar korumaları gerekmektedir.
Bunlara ilave olarak şöyle söyleyebiliriz;
“İmam” kâmil bir insan olarak, bütün boyutlarıyla mükemmel bir örnektir. Beşerin böyle bir örneğe ciddi bir şekilde ihtiyacı vardır. İnsanların, onun hidayet ve yönlendirmesi ile kâmil bir insan olarak terbiye edilmeleri gerekir.
Böylelikle insanlar, ilahi öğretmenin yönlendirmesi neticesinde yanlış yola sapmalardan, asi nefsin tuzaklarından ve dış şeytanlardan kendilerini korumalıdırlar.

İmamın vazifeleri şunlardır:
- Toplumsal işleri idare edip yönetmek (Hükümet kurmak)
- Allah’ın gönderdiği, Peygamber efendimizin (s.a.a) getirdiği dini tahriften korumak ve Kur’an-ı Kerim’i sahih bir şekilde beyan edip açıklamak.
- İnsanların manevi hidayeti ve nefislerinin tezkiye edilmesi için çalışmak.[4]

İmamın Özellikleri
Hayatın ve dinin devam etmesinin garantisi olan, beşerin ihtiyaçlarına cevap veren ve seçkin bir şahsiyeti bulunan Peygamber efendimizin (s.a.a) halifesi; bulunduğu rehberlik ve önderlik makamına uygun olarak bir takım üstün özelliklere sahip olmalıdır. Allah Peygamberi’nin (s.a.a) halifesinde bulunması gereken en önemli özellikler şunlardan ibarettir:
Takvalı olmalıdır. Günahlardan kaçınmalıdır. Küçük günahları dahi işlemeyecek ismet makamına sahip olmalıdır.
İlahi ilme bağlı olan ve Peygamber efendimizin (s.a.a) ilminden kaynaklanan ilme sahip olmalıdır. Bu bakımdan maddi ve manevi, dini ve dünyevi bütün alanlardaki sorulara cevap verebilmelidir.
En yüksek derecedeki ahlaki faziletlere sahip olmalıdır.
Dini öğretiler ışığında, beşeri camiayı yönetip doğru ve sahih bir şekilde idare etmelidir.
İmam için zikrettiğimiz özellikleri göz önünde bulunduracak olursak, böyle bir insanın seçiminin halkın ilim ve bilgisi dâhilinde olamayacağı açık bir şekilde anlaşılacaktır. Sadece Allah-u Teala sonsuz ilmiyle Peygamberin (s.a.a) halifesini ve ondan sonraki önderi seçebilir. Bundan dolayı imamın en önemli özelliklerinden biri de Allah tarafından seçilip atanmasıdır.
Zikrettiğimiz özelliklerin önemli olmasından dolayı her biri hakkında kısaca açıklama yapmaya çalışacağız:

İmamın İlmi
Milletin rehberlik ve önderlik görevini üstlenmiş olan imam, dini bütün boyutları ile bilmesi ve kanunlarını eksiksiz bir şekilde tanıması gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim’in bütün ayetlerinin tefsirini ve Peygamber efendimizin (s.a.a) sünnetini bilmelidir. Dini maarifleri açıklayıp halkın çeşitli konulardaki bütün sorularına cevap verebilmelidir. Onlara en iyi şekilde yol gösterebilmelidir.
Böyle olan bir ilim membaının, halkın bütün kesimlerinin itimat edip güvendiği bir kimse konumunda olacağı çok açıktır. Bu şekil bir ilme sahip olabilme, sadece ilahi ilme bağlı olabilme sonucunda mümkündür.

Bundan dolayı Şii şöyle inanmaktadır;
İmamların ve Peygamber efendimizin (s.a.a) hak halifelerinin ilmi, ilahi sonsuz ilimden kaynaklanmaktadır.
İmam Ali (a.s) hak imamın nişaneleri hakkında şöyle buyuruyor:
“İmam; Allah’ın helalleri, haramları, emirleri, nehiyleri, çeşitli hükümler ve insanların ihtiyacı olan bütün meseleler konusunda en bilgin olan kişidir.”[5]

İmamın İsmeti
İmametin temel şartlarından ve imamın en önemli özelliklerinden birisi de “İsmet” sıfatıdır. İsmet; hakikate olan ilimden ve kuvvetli iradeden kaynaklanan bir özelliktir. İmamda, bu iki özelliğin bulunmasından dolayı her türlü günaha ve hataya (düşmekten) duçar olmaktan korunmaktadır. İmam; dini maarifleri tanıma, açıklama, onlara amel etme, İslam toplumunun maslahat ve zararlarını bilme konusunda her türlü sürçmeden masumdur.
İmamın masum olması konusunda çeşitli akli ve nakli (Kuran’dan ve Hadislerden) deliller vardır. Akli delillerin en önemlileri şunlardan ibarettir:
A- Din ve dindarlık yolunun korunması, imamın masum olmasına bağlıdır. Zira imam dinin korunmasından, tahrif olmamasından ve halkın din yoluna hidayet olmasından sorumludur. İmamın yalnızca sözleri değil; hatta başkalarının amellerini onaylayıp onaylamama konusundaki tutumu da, toplumun ameli üzerinde etkili olmaktadır.
Dolayısıyla dini anlama ve ona amel etme konusunda her türlü sürçmeden korunmuş olması ve böylelikle izleyicilerini doğru yola hidayet etmesi gerekir.
B- İnsanların, dini tanıma ve uygulama konusunda hatasız olmamaları; toplumların imama ihtiyaç duymalarının delillerinden biridir. Eğer halkın rehberi de hata sahibi olursa halkın imama tam olarak güvenmesi nasıl sağlanabilir?! Başka bir ifadeyle; imam, masum olmazsa, halk imama uyma ve emirlerini yerine getirme konusunda şek ve şüpheye düşecektir.[6]
Kur’an-ı Kerim’de imamın masum olması gerektiğine işaret eden ayetler de bulunmaktadır. Onlardan birisi Bakara suresinin 124. ayetidir. Bu ayette, Allah-u Teala Hz. İbrahim’e (s.a) nübüvvet makamından sonra yüce imamet makamını vermiştir. Daha sonra Hz. İbrahim kendi neslinde de imamlar karar kılınmasını isteyince yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“...zalimler benim ahdime nail olamaz!”
Yani; imamet makamı, Hz. İbrahim’in (a.s) neslinden olanlara, ancak zalim olmayan insanlara mahsustur.
Kur’an-ı Kerim, Allah’a şirk koşmayı büyük bir zulüm olarak kabul etmektedir. Aynı şekilde, Allah’ın emirlerini çiğnemenin de nefse zulüm olduğunu bildirmiştir.
Dolayısıyla kim hayatının her hangi bir döneminde günah işlemişse zalim olarak telakki edilmiş ve imamet makamına layık görülmemiştir. Böylelikle bu gibi insanlar bu makama ulaşamayacaklardır.
Başka bir ifadeyle; hiç şüphesiz Hz. İbrahim (a.s) “İmamet makamını” zürriyetinden gelip bütün ömrü boyunca günah işleyen veya başlangıçta iyi sonra kötü olan insanlar için istememiştir. Buna göre geriye iki grup kalmaktadır:
1. Başlangıçta günahkâr olanlar. Ancak sonra tövbe edip iyi olan insanlar.
2. Hiç günah işlemeyen insanlar.
Allah-u Teala kelamında birinci grubu kabul etmemiştir. Sonuç olarak “İmamet” makamının, ikinci grup için sınırlandırılmış olduğu anlaşılacaktır. Yani hiç günah işlemeyen insanlar bu makama ulaşabileceklerdir.

İmamın Toplumsal Yöneticiliği
İnsanın, toplumsal bir yapıya sahip olması ve toplumun, insan ruhu, hal ve hareketleri üzerinde büyük tesiri bulunması nedeniyle; İnsanın sahih bir şekilde terbiye edilip Allah’a yakınlaşması yolunda rüşt etmesi için müsait ve münasip toplumsal ortam yaratılmalıdır.
Böyle ideal bir toplumun yaratılması da ancak ilahi bir hükümetin kurulması ve teşkil edilmesi ile mümkündür.
Bu bakımdan, insanların imamı ve önderi camiayı yönetebilme gücüne sahip olmalıdır. Kur’an ve nebevi sünnet başta olmak üzere, İslami öğretilerden ilham alarak ve işgüzar becerikli insanlardan yararlanarak İslam hükümetini kurabilmelidir.

Ahlaki Kemal ve Sıfatlara Sahip Olması
İmam, camianın önderi ve rehberi olduğu için; bütün çirkinliklerden, kötülüklerden, uygunsuz ve beğenilmeyen sıfatlardan uzak olmalıdır. Bununla birlikte ahlaki bütün güzel sıfatlara da en iyi şekilde sahip olmalıdır. Zira imam kâmil bir insan olarak takipçileri ve yarenleri için en güzel örnek ve olgu konumundadır.
İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor:
“İmamın nişaneleri vardır: O, insanların en bilgilisi..., en takvalısı, en sabırlısı, en cesuru, en cömerdi ve en çok ibadet edenidir.”[7]
Bunlara ilave olarak; imam, Peygamberimizin (s.a.a) makamında oturmuş olan, onun halifeliğini yapan, insanları eğitip öğreten ve terbiye eden kimsedir. Bu açıdan da; imam, diğer insanlardan daha fazla İlahi ahlaka sahip olmak zorundadır.
İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
“(Allah’ın emriyle) kendini halkın imamı karar kılmış olan kimse; başkalarına öğretmeden önce kendi öğrenimi için gayret göstermeli ve başkalarını söz ile terbiye etmeden önce davranışlarıyla terbiye etmelidir.”[8]

İmamın Allah Tarafından Belirlenmesi
Şia inancına göre; Peygamberin (s.a.a) halifesi ve imam olan kimse, sadece Allah’ın emriyle ve Allah’ın seçimi ile belirlenebilir. Daha sonra Peygamber imam olan kimseyi tanıtır. Bu bakımdan hiçbir kimsenin veya gurubun bu işe karışma hakkı yoktur.
İmamın, Allah tarafından seçilmesinin birçok delili vardır. Şimdi onlardan bir kaçını aşağıda zikredeceğiz:
A- Kuran-ı Kerim’in buyruğu üzere her şeyin tek ve mutlak hâkimi Allah’tır. Herkesin sadece Allah’a itaat etmesi gerekir. Allah’ın bu hâkimiyeti (layık gördüğü ve maslahat bildiği) istediği kimseye vermesi inkâr edilemeyecek bir gerçektir.
Bundan dolayı, peygamberler nasıl Allah tarafından seçilmişlerse, imamlar da Allah tarafından seçilmelidirler. Bu bakımdan halk üzerinde velayet hakkına sahip olacaklardır.
B- Önceki sayfalarda imam için ismet, ilim... gibi bir takım özellikleri açıkladık. Böyle bir özelliğe (hem de en üstün derecede) sahip olan bir insanın bulunması ve belirlenmesi, sadece aşikârı ve gizliyi bilen Allah tarafından mümkündür. Nitekim Allah Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’e (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Ben, seni bütün insanlara imam yapacağım”[9]

Güzel ve Kapsamlı bir Açıklama
Açıklamalarımızın sonunda sekizinci imamımız Hz. İmam Rıza’dan (a.s) imamın makamı ve özellikleri hakkında nakledilen hadisin bir kısmını zikretmemiz çok uygun olacaktır:
“Onlar (İmamet konusunda ihtilaf eden kişiler ve imametin seçimle olduğunu zanneden kimseler) cahillik ettiler... Yoksa insanlar, kendi seçimlerine ve oylamalarına bırakılacak kadar, ümmet içerisindeki imamet makamının değer ve yüceliğini bilmekte midirler?
Hiç şüphesiz imamet makamının kıymeti, şanı, makamı, hakikati ve derinliği; halkın kendi akılları ile ona ulaşıp, kendi oyları ile seçerek bulmalarından daha yüce, daha azim, daha büyük ve daha derindir...
Hiç şüphesiz imamet makamı; Allah azze ve celle tarafından, nübüvvet ve Halilullah makamından sonra üçüncü aşama da Hz. İbrahim’e verildi... İmamet; Allah’ın hilafeti, Resulullah’ın (s.a.a) hilafeti, Emirü’l-Müminin Ali’nin (s.a) makamı, Hasan ve Hüseyin’in (a.s) mirasıdır. Kuşkusuz imamet; dinin dizgini, Müslümanların birlik nedeni, dinin hayrı ve müminlerin izzetidir... Namazın, orucun, haccın ve cihadın kâmil olması ve... sınırların korunması imamdan (Velayetini kabul etmekten) dolayıdır.
İmam; Allah’ın helâlini helal ve Allah’ın haramını haram kılar. (Allah’ın hükümlerine göre hükmeder) Allah sınırlarını ayakta tutar. Allah’ın dinini savunur. Hikmetle, güzel öğütle ve açık delille insanları Allah yoluna davet eder.
İmam doğan güneş gibidir. Nuru bütün âlemi kapsar. Kendisi ufuktadır. Öyle ki eller onu tutamaz ve gözler ona ulaşamaz. İmam parlayan ay, ışık saçan lamba, ışıldayan nurdur. Karanlıklarda, şehir ve çöl yollarında, deniz girdaplarında yol gösteren ve hidayet eden yıldızdır. (Her türlü fitne ve cahillikten insanı kurtaran önderdir.)...
İmam; iyi bir dost, şefkatli bir baba, can yoldaşı, küçük ve büyük çocuklara karşı iyi bir anne, büyük musibetlerde insanlar için bir sığınaktır. İmam günahlardan ve ayıplardan uzak olan kimsedir. Onun özel bir ilmi, sabrı ve hilmi gibi kendine has nişaneleri vardır... İmam kendi zamanının tek (eşsiz) kimsesidir. Hiçbir kimse onun (makamına) yaklaşamaz ve hiçbir bilgin de onun ile boy ölçüşemez. Hiç bir kimse onun yerini alamaz. Onun bir benzeri ve örneği yoktur...
Öyleyse imamı tanıyabilecek olan kimdir? Veya imamı seçmesi mümkün olan şahıs kimdir? (Yani; kim seçim ile imamı atayabilir?)
Heyhat! Heyhat! İşte burada idrakler yollarını kaybetmişler ve akıllar hayretler içinde şaşırıp kalmışlardır. (Bu konuda) Gözler ışıksız, büyükler küçük, hekimler şaşkın... konuşup sohbet edenler onun şan ve faziletlerinden yalnızca birisini beyan etmekten aciz kalmışlardır. Onların hepsi, güçsüz ve aciz olduklarını itiraf ederler...![10]

2.FASIL / HZ.MEHDİ’NİN(A.F)BİYOGRAFİSİ
BİRİNCİ BÖLÜM
İMAM MEHDİ’Yİ (A.F) TANIYALIM
Şiilerin on ikinci ve son imamı, Resulullah’ın (s.a.a) halifesi olan İmam Mehdi (a.f) Cuma günü sabahı, Şaban ayının on beşinde 255 h.k ??(868 miladi) yılında Irak şehirlerinden biri olan Samerra’da dünyaya geldi.
Değerli babası, Şiilerin on birinci imamı, Hz. İmam Hasan Askeridir. (a.s) Annesi ise yüce bir kadın olan Nergis hatundur. Nereli olduğu hakkında çeşitli rivayetler nakledilmiştir. Bir rivayete göre; Nergis hatun, Rum İmparatorunun oğlu “Yuşa”nın kızıdır. Annesi ise; Hz. İsa’nın (a.s) vasisi olan Şem’un’un neslinden gelmektedir.
Rivayetlere göre ilginç ve hayret verici bir rüya sonucunda Müslüman olmuştur. İmam Askeri’nin (a.s) yol göstermesi sonucunda, Müslümanlara karşı savaşmak üzere harekete geçen Rum ordusuna katılmış ve bir grup dostu ile birlikte Müslümanlara esir düşmüştür. Daha sonra İmam Hadi (a.s) birisini, onu satın alıp Samra’ya getirmesi için göndermiştir.[11]
Bu konu hakkında başka değişik rivayetler de nakledilmiştir.[12] Fakat önemli ve dikkat edilmesi gereken konulardan birisi, Nergis hatunun İmam Hadi’nin (a.s) kız kardeşi Hekime hatunun evinde kalarak dini eğitim, öğretim ve terbiye görmesidir. Hekime hatun, imam Mehdi’nin (a.f) annesine çok büyük bir ilgi ve alaka göstermekteydi.
Nergis hatun; yıllar önce Peygamber efendimiz[13] (s.a.a), Emirü’l-Müminin[14] (a.s) ve İmam Sadık’ın[15] (a.s) kendisi hakkında övgülerde bulundukları yüce bir kadındır. Bu yüce hatunu, cariyelerin en iyisi ve efendisi olarak tanıtmışlardır.

Şu noktayı da hatırlatmak gerekmektedir:
İmamı Zaman’ın (a.f) annesi Nergis hatun; Susen, Reyhane, Melike, Seygel gibi başka isimlere de sahip olduğu zikredilmiştir.

İsim, Künye ve Lakabı
İmamı Zaman’ın (a.f) ismi ve künyesi[16] İslam Peygamberi’nin (s.a.a) isim ve künyesinin aynısıdır. Bazı rivayetlerde, Mehdi’nin (a.f) zuhuruna kadar isminin söylenmesi men edilmiştir. Hazretin meşhur lakapları şunlardır: Mehdi, Kaim, Muntazar, Bakiyyetullah, Hüccet, Halef-i Salih, Mansur, Sahibi’l-Emr, Sahibi’z-Zaman, Veliyi Asr’dır. Bu lakapların içinde en meşhur olanı “Mehdi” dir.
Bu lakapların her biri, yalnızca hazrete has bir özelliğine işaret etmektedir.
O büyük, yüce ve iyiliklerin imamına “Mehdi” denmiştir. Zira O, hidayet olmuş ve milleti hak yola davet etmektedir. “Kaim” denilmesinin nedeni, hak üzere kıyam edeceğinden dolayıdır. “Muntazar” denilmesinin nedeni, herkesin onu beklemesinden dolayıdır. “Bakiyyetullah” denilmesinin nedeni, Allah’ın yeryüzünde geriye kalan tek hücceti ve İlahi son imamı olmasından dolayıdır. “Hüccet” ise Allah’ın mahlukları üzerine şahidi olmasından, “Halef-i Salih” Allah evliyalarının liyakatli halifesi olmasından, “Mansur” Allah tarafından yardım edilmesinden, “Sahibi’l-Emr” ilahi adalet hükümetini kurmakla sorumlu olduğundan, “Sahibi’z-Zaman ve Veliyi Asr” ise zamanın tek hakimi, tek rehberi olmasından dolayı sahip olduğu lakaplarıdır.

Doğumu
Peygamber efendimizden (s.a.a) içeriği şöyle olan bir çok rivayet nakledilmiştir;
Resulullah’ın (s.a.a) soyundan “Mehdi” isminde birisi kıyam edecek ve zulmün kökünü yeryüzünden kazıyacaktır.
Zalim Abbasi hâkimleri, içeriği bu tür olan hadisleri bildiklerinden dolayı dünyaya gelişinin ardından, hazreti öldürmeyi planlıyorlardı. Bundan dolayı İmam Cevad (a.s) zamanından itibaren masum imamların (a.s) yaşamları sıkıntı, eziyet, siyasi ve askeri baskılarla geçmiştir.
Bu baskı ve kısıtlamalar İmam Hasan Askeri (a.s) zamanında doruğa ulaşmıştır. Nitekim Abbasiler hazretin evine giriş çıkışlarının hepsini kontrol etmeye başladılar.
Bu durum karşısında son hak hüccet ve vaat edilmiş ilahi kurtarıcının doğumu gizlice ve halktan habersiz olması gerekiyordu.
Bundan dolayı on birinci imamın yakın dostları ve arkadaşları bile İmam Mehdi’nin (a.f) doğumundan habersiz idiler. Doğumdan birkaç saat önceye kadar da, on ikinci imamın (a.f) annesi Nergis hatunda hamilelik belirtileri görünmüyordu.
İmam Cevad’ın (a.s) kızı Hekime hatun İmam Mehdi’nin (a.f) doğum olayını şöyle nakletmiştir:
“İmam Hasan Askeri (a.s) birisini göndererek beni yanına çağırdı. Yanına vardığım zaman; “Ey hala! Bu akşam iftar için yanımızda kal! Çünkü on beş Şaban akşamıdır. Allah bu gece yeryüzünde (son) hüccetini aşikâr edecektir.”
Ben de “annesi kimdir?” diye sordum. “Nergis” diye buyurdu. “Canım sana feda olsun! Onda hamilelik belirtisi görmedim.” dedim. Hazret “Doğru söylüyorsun” diye buyurdu.
Sonra (Nergis’in) yanına gittim ve selam verip oturdum. O ayakkabılarımı çıkarmak için yanıma yaklaştı. Sonra “nasılsınız hanımefendim?” dedi. “Hayır, benim ve benim hanedanımın hanımefendisi olan sensin.” dedim. Söylediğimi kabul etmedi ve “Halacığım ne diyorsun?” dedi. “Kızım bu akşam Allah sana öyle bir evlat verecek ki dünya ve ahiret efendisi olacak” dediğim zaman utandı ve hayâ etti.
Hekime şöyle devam etti: Yatsı namazından sonra iftar yemeğini yiyip yatağıma uzandım. Gece yarısı (gece) namazını kılmak için kalktım ve namazımı kıldım. Bu arada Nergis hiçbir şey yokmuş gibi uyuyordu. (Namazın) devamında yapılan müstehapları da yerine getirdikten sonra uyudum. Sonra bir korku ile uyandım. Fakat O, hala uyuyordu. Bir müddet sonra uyandı (Gece) namazını kılıp tekrar uyudu.
Hekime daha sonra şöyle devam etti: Dışarı çıktım, fecir zamanının olup olmadığını anlamak için gökyüzüne baktım. Birinci fecrin olduğunu gördüm[17] Nergis henüz uyuyordu. Sonra şüpheye kapıldım! Ansızın İmam Hasan Askeri (a.s) bulunduğu yerden “Ey Hala! Acele etme! (doğum) yakındır.” diye seslendi. Bende oturdum ve “Secde” suresi ile “Yasin” suresini okumakla meşgul oldum. Nergis ıstıraplı bir halde uyandı. Hemen yanına gittim “İsmullahi aleyki”[18] (Allah’ın ismi üzerine olsun) bir şey mi oldu? dedim. “Evet hala!” dedi. “Kendine hakim ol, heyecanlanma, bu sana haber verdiğim şeydir.” dedim. Bu esnada ben ve Nergis halsizleştik. Daha sonra efendimin sesiyle (Yeni doğan bebeğin) kendime geldim, elbiseyi üzerinden aldım ve O’nu secde ederken gördüm! Kucağıma aldım. O tertemiz bir haldeydi!
Bu esnada İmam Hasan Askeri (a.s) beni çağırdı: “Ey hala! Çocuğumu benim yanıma getir!” dedi. O’nu İmam Hasan Askeri’nin (a.s) yanına götürdüm... Kucağına aldı ve şöyle buyurdu:
“Oğlum konuş! O’da konuşmaya başladı ve şöyle dedi: “Eşhedü Ella İlahe İllallah vehdehu La Şerike Leh ve Eşhedü Enne Muhammeden Resulullah” (Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed O’nun Resulü’dür.) sonra Emirü’l-Müminin’e ve diğer imamlara (a.s) selam gönderdi. Babasının ismine geldiğinde durdu. İmam Hasan Askeri (a.s) “Ey Hala! O’nu annesinin yanına götür O’na da selam etsin... dedi.
Hekime hatun şöyle devam etmiştir: Bir gün sonra on birinci imamın (s.a.a) yanına gittim ve selam verdim. Perdeyi kenara çektim mevlamı (İmam Mehdi’yi -a.f-) görmek istiyordum. Fakat O’nu göremedim. Değerli babasından “Canım sana feda olsun! Efendime ne oldu?” diye sordum. Hazret; “Ey hala” O’nu Musa’nın (a.s) annesinin Musa’yı (a.s) emanet ettiği kimseye (Allah’a) emanet ettim.” diye buyurdu.
Hekime şöyle eklemiştir: Yedinci gün olduğunda yine imamın (a.s) evine gittim, selam verdim ve oturdum. İmam (a.s); “Oğlumu yanıma getir.”diye buyurdu. Bende efendimi getirdim. İmam (a.s) “Oğlum konuş! dedi. Bebek (İmam Mehdi -a.f-) Allah’ın birliğine şahadet edip, Peygamber efendimize (s.a.a) ve yüce babalarına selam gönderdikten sonra şu ayeti okudu:
“Ve bizse yeryüzünde zayıf bir hâle getirilmesi istenenlere lütfetmeyi ve onları, halka rehber kılmayı ve yeryüzüne, onları miras bırakmayı dilemedeydik.
İstiyorduk ki onları yeryüzünde yerleştirip kuvvetlendirelim ve Firavun'la Hâmân’a ve askerlerine de, onlardan çekindikleri şeyleri gösterelim.”[19] [20]

Sıfatları ve Özellikleri
Peygamber efendimizden (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’ten (a.s) rivayet edilen hadislerde, İmam Mehdi’nin (a.f) sıfatları ve vasıfları beyan edilmiştir. Onlardan bir bölümünü aşağıda zikredeceğiz:
Yüce imam; genç, buğday tenli, alnı açık, nurlu, kaşları hilal şeklinde, gözleri siyah ve büyük, burnu ince ve güzel, dişleri bembeyaz hafif aralıklıdır. Sağ yanağında siyah bir ben ve omuzlarının arasında nübüvvet mühürü gibi bir alamet bulunmaktadır. Mübarek boyu postu yerli yerinde ve göz kamaştırıcıdır.
Masumların (a.s) hadislerinde İmam Mehdi’nin (a.f) özellikleri şu şekilde beyan edilmiştir:
“O ibadet ehli, gece (ibadetle) meşgul, zahit, sade yaşayan, sabırlı, hilimli, adaletli ve iyilik yapmayı seven bir kimsedir. O ilimde herkesten üstün, mübarek vücudu temizlik ve bereket kaynağıdır. O kıyam ve cihat ehlidir. Büyük dünya inkılabının rehberi, son kurtarıcı ve beşeriyete vaat edilen ıslah edicidir.. O mübarek nurani insan; Resulullah’ın (s.a.a) neslinden, Hz. Fatıma’nın (s.a) çocuklarından ve Seyidi Şüheda’nın (İmam Hüseyin’in –s.a-) soyundan olan dokuzuncu oğuldur. Zuhur ettiğinde Kâbe’ye yaslanacak ve Peygamber’in (s.a.a) bayrağını eline alacaktır. Kıyamıyla bütün dünyada Allah’ın dinini ihya edecektir. Hükümlerini dünyanın her yerinde icra edecektir. Dünya zulümle dolduktan sonra bütün dünyayı şefkat ve adaletle dolduracaktır.”[21]
İmam Mehdi’nin (a.f) hayatı ve yaşamı üç dönemden oluşmaktadır:
1- Gizlilik Dönemi: Hazretin gizlilik dönemi doğumundan İmam Hasan Askeri’nin (a.s) şehit edilmesine kadar olan süreyi kapsamaktadır.
2- Gaybet Dönemi: İmam Hasan Askeri’nin (a.s) şehadetinden başlayıp, İmam Mehdi’nin (a.f) Allah’ın izniyle zuhur edeceği döneme kadar olan süreyi kapsamaktadır.
3- Zuhur Dönemi: Gaybet dönemi bittiği zaman on ikinci imam (a.f) Allah’ın izniyle zuhur edecektir. Dünyayı iyilik, güzellik, kardeşlik, dostluk ve adaletle dolduracaktır. Hiçbir kimse vaat edilen İmam-ı Asr’ın (a.f) ne zaman zuhur edeceğini bilemez. Rivayetlerde hazretin zuhur zamanını belirleyenlerin ve zamanını biliyorum diyen kimselerin yalancı oldukları nakledilmiştir.[22]

İKİNCİ BÖLÜM
İMAM MEHDİ’NİN (A.F) DOĞUMUNDAN İMAM ASKERİ’NİN (A.S) ŞAHADETİNE KADAR OLAN DÖNEM
Hz. Mehdi’nin (a.f) yaşantısının bu döneminde birçok önemli noktalar vardır. Şimdi bunlardan bir kısmına aşağıda değineceğiz:

İmam Mehdi’nin (a.f) Şialara Tanıtılması
İmam Mehdi’nin (a.f) doğumunun gizli olmasından dolayı Şiilerin; imamlarını ve Allah’ın yeryüzündeki son hüccetini tanımaları konusunda şüpheye ve yanlış yola sapmalarından korkuluyordu.
Bundan dolayı, İmam Askeri (a.s) vazifesi gereğince oğlunu (İmam Mehdi -a.f-) Şiilerin ileri gelenlerine ve itimat sahibi güvenilir insanlara tanıtması gerekiyordu. Çünkü onların da Ehl-i Beyt (a.s) dostlarına bu haberi ulaştırmaları lazımdı. İmam-ı Zaman’ı (a.f) tanıtırken de, onu tehdit edecek hiçbir tehlikede olmamalıydı.
Şii büyüklerinden, on birinci imamın özel dostlarından olan Ahmet b. İshak şöyle nakletmiştir:
“İmam Hasan Askeri’nin (a.s) huzuruna vardım. Kendisinden sonraki imam hakkında soru sormak istiyordum. Ancak koruşmaya başlamadan önce İmam (a.s) şöyle buyurdu:
“Ey Ahmet! Allah-u Teala Âdem’i (a.s) yarattığından beri yeryüzünü hüccetsiz bırakmamıştır. Kıyamete kadar da böyle devam edecektir.! Allah’ın hücceti sebebiyle bela yeryüzü ehlinden kaldırılır. (O’nun bereketli vücudu hürmetine)Yağmur yağar, yeryüzünün nimetleri yeşerir.”
“Ey Resulullah’ın (s.a.a) oğlu! Sizden sonraki imam ve halife kimdir?” diye sordum.
Hazret hızlı bir şekilde içeriye girip geri döndü. Omzunda dolunay gibi nur yüzlü, üç yaşında bir erkek çocuk vardı. Hazret şöyle buyurdu:
“Ey Ahmet b. İshak! Eğer Allah-u Teala ve O’nun hüccetleri nezdinde değerin olmasaydı, oğlumu sana göstermezdim. Şüphesiz bunun künyesi ve ismi Resulullah’ın (s.a.a) künyesi ve ismi ile aynıdır. Yeryüzü zulüm ile dolduğu gibi, O da adalet ile dolduracaktır.”
“Ey efendim! Kalbimin sükûnet bulması için her hangi bir nişanesi var mıdır?” diye sordum.
(Bu esnada) Çocuk konuşmaya başladı ve fasih bir Arapçayla şöyle dedi:
“Yeryüzündeki Bakiyyetullah ve Allah düşmanlarından intikam alacak olan kimse benim. Ey Ahmet b. İshak! Gözün ile gördükten sonra alâmet peşinde olma!!...”
Ahmet b. İshak şöyle diyor: “(Bu sözleri duyduktan) Sonra, sevinçli bir şekilde İmamın (a.s) evinden ayrıldım...”[23]
Muhammed b. Osman ve Şiaların büyüklerinden birkaç kişi şöyle naklediyorlar:
“Şiilerden oluşan kırk kişi, on birinci imamın (a.s) yanında toplandık. Hazret çocuğunu bize gösterip şöyle buyurdu: “Benden sonra bu sizin imamınız ve benim halifemdir. Onun emrine uyun, benden sonra dinde ayrılığa düşmeyin. Yoksa helak olursunuz ve (Biliniz ki!) bugünden itibaren O’nu göremeyeceksiniz.”[24]
Şunu da belirtmek gerekir ki, özellikle tavsiye edilen dinî sünnetlerden birisi de akîke etmek ve velime vermektir. Akîke ve velîme; koyun kesip, insanlardan bir gruba yedirmektir. Bu sünnetlerin; çocuğunun uzun ömürlü olmasında, sağlık ve sıhhatinde çok önemli etkileri vardır. İmam Hasan Askeri (a.s) defalarca çocuğu için akîke kurbanı kesmiştir.[25] Böylelikle İmam Hasan Askeri (a.s), Peygamber efendimizin (s.a.a) güzel sünnetine göre amel etmenin yanında, Şiilerine on ikinci imamın doğduğunu da bildirmek istemiştir.
Muhammed b. İbrahim şöyle diyor:
“İmam Askeri (a.s) bir koyun kesip Şiilerinden birisine gönderdi ve şöyle buyurdu: “Bu oğlum (Muhammed)’in akîke kurbanıdır.”[26]

Mucizeleri ve Kerametleri
İmam Mehdi’nin (a.f) hayatında araştırılıp okunması gereken en güzel dönemlerden birisi de gaybetten önce, doğumunun ilk zamanlarında, onda görülen mucize ve kerametlerdir. İlahî büyük nişanelerden olan hazretin hayatının bu bölümünden genellikle gaflet edilmiştir. Biz onlardan sadece birini numune olarak zikrediyoruz:
İbrahim b. Ahmet Nişaburî şu şekilde nakletmiştir:
“(Şiileri öldürmeye karşı çok istekli bir komutan olan) Zalim Amr b. Avf beni öldürmek istiyordu. Çok korkmuştum. Nitekim korku bütün vücudumu sarmıştı. Bundan dolayı hanedan ve ailem ile vedalaştıktan sonra, imam Hasan Askeri (a.s) ile de vedalaşmak için evine doğru yola koyuldum. İmam (a.s) ile vedalaştıktan sonra kaçmayı düşünüyordum. Eve girince İmam Hasan Askeri’nin (a.s) yanında yüzü ayın on dördü gibi parlayan ve yüzündeki nur beni şaşkınlık içerisinde bırakan bir erkek çocuğu gördüm. Neredeyse aklımdaki (yani; öldürülmek ve kaçmakla ilgili olan) her şeyi unutacaktım.
(Bu esnada çocuk) bana şöyle dedi: “Ey İbrahim! Kaçmana gerek yok. Çok yakında Allah, onun şerrini senden uzaklaştıracaktır.”
Şaşkınlığım iyice arttı. İmam Hasan Askeri’ye (a.s) canım size kurban olsun! Aklımdaki olan şeylerden haber veren, bu çocuk kimdir? dedim. İmam Askeri (a.s): “O benim çocuğum ve benden sonra yerime geçecek olan kimsedir...”diye buyurdu.
İbrahim şöyle devam etmiştir:
“Dışarı çıktım. Allah’ın lütfüne ümit bağlamıştım. On ikinci imamdan (a.s) duyduklarıma inanıyor ve güveniyordum. Birkaç gün sonra amcam, Amr b. Avf’ın ölüm haberi müjdesini bana verdi.”[27]

Sorulara Cevap Vermesi
İlahi imamet zincirinin parlayan son yıldızı, hayatının ilk yıllarında da Şiilerin çeşitli sorularına ikna edici kesin delillerle çok güzel cevaplar veriyordu. Böylelikle onların kalplerini sakinleştiriyor ve güven kazanmalarını sağlıyordu. Şimdi bu cevaplardan birini kısaca aşağıda zikredeceğiz:
Şiilerin büyüklerinden olan Sad b. Abdullah Kummî, İmam Hasan Askeri’nin (a.s) vekili Ahmet b. İshak Kummî ile birlikte soru sorup cevap almak için on birinci imamın yanına gittiler. Bu görüşme şu şekilde nakledilmiştir:
“Soru sormak istediğim zaman İmam Askeri (a.s) çocuğuna işaret etti ve şöyle buyurdu: “Gözümün nurundan sorun!” Bu esnada çocuk bana döndü ve “Ne istiyorsan sor!”... dedi.
Ben “?????” (Mukatta harfleri) ne demektir? diye sordum.
Şöyle buyurdu: “Bu harfler gaybî haberlerdendir. Allah, kulu (ve Peygamberi) Zekeriya’ya (s.a) manasını bildirdi. Daha sonra Muhammed (s.a.a) için açıkladı. Olay şöyle gerçekleşmiştir:
Zekeriya (a.s) beş kişinin (Âl-i Aba’nın) isimlerini kendisine öğretmesini istedi. Allah-u Teala Cebrail’i (a.s) gönderdi ve O’na bu isimleri öğretti. Zekeriya (a.s) (Mukaddes isimleri); Muhammed (s.a.a), Ali, Fatıma, ve Hasan (a.s) isimlerini zikredince bütün sıkıntıları gidiyordu. Hüseyin’in (a.s) ismini anınca sıkıntı ve hüzün boğazına takılıyor ve donup kalıyordu. Bir gün “Allah’ım! Niçin bu isimlerden dördünü zikredince bütün üzüntülerim gidiyor, endişelenmekten kurtuluyor ve kalbim sakinleşiyor da Hüseyin’in (a.s) ismini anınca gözyaşlarım boşalıyor ve feryadım yükseliyor?” dedi.
Allah, O’na Hüseyin’in (a.s) olayını (Kerbelayı) bildirdi ve şöyle buyurdu: “?????” (bu olayın simgesidir.) “?” Kerbela’nın rumuzudur. “?” O’nun ailesinin “zulüm göreceği” (yok) edileceğinin belirtisidir. “?” Hüseyin’e (a.s) zulüm ve cefa eden “Yezid’in” isminden kinayedir, “?” susuzluğa işaret etmektedir ve “?” İmam Hüseyin’in (a.s) sabrı ve istikametinin nişanesidir...
“Ey efendim! Halk, kendi imamlarını seçmekten niçin men edilmiştir?” diye sordum.
Şöyle buyurdu: Islah eden imamı mı, fesat çıkaran imamı mı (kastediyorsun)?”
“Toplumu ıslah eden imamı kastediyorum.” dedim.
Hiçbir kimsenin başkasının kalbindeki barışseverlilikten ve bozgunculuktan haberi olmadığını göz önünde bulundurarak, acaba insanların seçtiği kişinin bozgunculuk çıkaran bir kişi olma olasılığı yok mudur? dedi, “Evet bu olasılık vardır.” dedim. İmam “İşte nedeni budur.”diye buyurdu.[28]

Maddi Hediyeleri Kabul Etmesi
Şia inançlarından birisi de masum İmamlara (s.a) verilen malı imamdır. Ayrıca İmamlara hediye gönderilmesi de yaygındı. İmamlar (a.s) bunları kabul ettikten sonra, toplumda ihtiyacı olanlara dağıtıyor ve onların sıkıntılarını gideriyorlardı.
İmam Hasan Askeri’nin (a.s) vekillerinden biri olan İbn-i İshak şöyle nakleder: Gönderilen bir miktar eşyayı, on birinci imam’a (a.s) götürdüm. Yanında nur yüzlü oğlu (İmam Mehdi) de oturuyordu. İmam bana dönerek şöyle buyurdu:
“Ey İbn-i İshak! Helal ve haram olanları birbirinden ayırması için, eşyaları aç ve çıkar.”
İlk keseyi çıkardım. Çocuk “Bu kese filan şahsındır. Kum şehrinin filan mahallesindendir. (İsmini ve oturduğu mahallenin adını da söyledi.) İçinde altmış iki eşref (altın) vardır. Altmış iki eşreften kırk beşi, sahibinin babasından miras kalan sattığı taşlık yerin parasıdır. On dört dinarı sattığı dokuz elbisenin ve üç dinarı da dükkânlarının kirasıdır.”dedi.
İmam Askeri (a.s): “Oğlum! Doğru söyledin. Şimdi [Bu malların] hangisinin haram olduğu konusunda yol göster.”diye buyurdu. Çocuk çok dikkatli bir şekilde haram sikkeleri belirledi ve haram olmalarının nedenini de net bir şekilde açıkladı.
Sonra başka bir keseyi çıkardım. Çocuk kese sahibinin ismini, adresini ve oturduğu mahallenin adını söyledikten sonra şöyle buyurdu:
“O kesenin içinde elli eşref vardır. Ona dokunmamız doğru değildir.” Sonra paraların niçin haram olduğunu tek tek açıkladı!
İmam Askeri (a.s); “Oğlum! Doğru söyledin.”diye buyurdu. Sonra Ahmet b. İshak’a döndü ve şöyle buyurdu:
“Bunların hepsini sahiplerine geri ver. Ve onlara, (malları gerçek) sahiplerine geri vermelerini tavsiye et. Bizim bunlara ihtiyacımız yoktur...”[29]

Babasının Cenaze Namazını Kılması
İmam Mehdi (a.f), büyük gaybet dönemi başlamadan önce, İmam Mehdi’nin yaşamının en önemli olaylarının sonuncusu; değerli babası ve on birinci imamın (a.s) temiz bedeni için kılmış olduğu cenaze namazıdır.
On birinci imamın (a.s) hizmetçisi Ebu’l Edyân bu konu hakkında şöyle nakletmiştir:
“İmam Hasan Askeri (a.s) mübarek ömrünün son günlerinde bana bir kaç mektup verdi ve şöyle buyurdu:
“Bu mektupları Medâin şehrine götür. On beş gün sonra Samerra’ya döneceksin ve benim evimden ağlama sesleri duyacaksın. [Bedenimi] Musalla taşının üzerinde göreceksin.”
Ey efendim! Böyle bir durumda, sizin yerinize geçecek, imam ve halife kimdir? diye sordum. İmam (a.s); “Benim mektuplarımın hesabını, sana soracak olan kimse, benden sonraki imamdır.”diye buyurdu.
Başka ne gibi nişanesi var? diye sordum. “Benim namazımı kılan kimse, benden sonraki imamdır” diye buyurdu.
“Başka nişaneler de açıklayın.” dedim.
İmam (a.s); “Keseden haber veren kimse, benden sonraki imamdır” diye buyurdu. Ancak imamın heybeti, kesenin içindekini sormama engel oldu?
Mektupları Medâin şehrine götürdüm. Cevaplarını aldım. İmamın (a.s) buyurduğu gibi on beş gün sonra Semarra’ya geri döndüm. İmam’ın (a.s) evinden ağlama, sesleri duydum. İmam Hasan Askeri’nin (a.s) mübarek bedenini musalla taşının üzerinde gördüm.
Bu esnada, İmam Hasan Askeri’nin (a.s) evinin önünde oturmuş olan kardeşi Cafer’i, bir grup Şii’nin (kardeşinin vefatından dolayı) başsağlığı dilemekte ve (İmametinden dolayı) tebrik etmekte olduklarını gördüm!!
Kendikendime “Eğer bu (Cafer) imam olursa imamet yok olur gider.”dedim. Çünkü onu tanıyordum, şarap içen, kumar oynayan, saz ehli bir kimseydi.
(İmamet nişanesi peşinde olduğum için) ilerledim. (diğerleri gibi) Başsağlığı dileyip tebrik ettim. Fakat O hiçbir şey hakkında (mektuplar hakkında bile) bana bir şey sormadı.
Bu esnada (hizmetçilerden birisi olan) Akid, evden dışarı çıktı ve (Cafer’e dönerek) “Ey efendim! Kardeşin (İmam Askeri -a.s-) kefenlenmiştir. Artık kalkıp cenaze namazını kılınız!” dedi. Ben, Cafer ve bir grup Şii eve girdik. On birinci imamı kefenlenmiş bir şekilde tabutta gördüm. Cafer kardeşinin namazını kılmak için öne geçti.
Tekbir getirmek üzereyken buğday tenli, kıvırcık saçlı, dişleri bitişik olan bir çocuk içeri girdi. Cafer’in elbisesinden tutarak “Ey amca! Arkaya geç, babamın namazını kılmaya ben senden daha evlayım” dedi.
Cafer, yüzünün rengi kaçmış ve sararmış bir şekilde arkaya geçti. O çocuk öne geçerek İmamın (a.s) cenaze namazını kıldırdı. Sonra (bana) “Sende olan mektupların cevaplarını bana ver” dedi. Mektupları O’na verdim.
Kendi kendime “İki nişane (Bu çocuğun imametini gösteren iki nişane) ortaya çıkmıştır. Ancak kese nişanesi henüz belli olmamıştır.” dedim. Cafer’in yanına gittim. O’nun ah vah ettiğini gördüm. Şiilerden birisi “O çocuk kimdir?” diye sordu.
Cafer, “Allah’a ant olsun! O’nu hiçbir zaman görmedim ve tanımıyorum.” dedi.
Ebu’l Edyân nakletmeye şöyle devam etti:
“Biz toplu halde oturuyorduk. Bu esnada Kum ahalisinden bir grup geldi. İmam Hasan Askeri’yi (a.s) sordular. İmamın (a.s) şehit edildiğini duyduktan sonra “Kime başsağlığı dileyelim.?” dediler. İnsanlar, Cafer’i gösterdiler. Onlar da Cafer’e selam verdiler ve başsağlığı dilediler.
Sonra Cafer’e dönerek “Bizim yanımızda mektuplar ve bir miktar mal var. Bu mektupların kimin ve malların ne kadar olduğunu bize söyle” dediler.
Cafer öfkelenerek ayağa kalktı ve “Bizden gaybî ilim mi soruyorsunuz? dedi. Bu esnada hizmetçi içeri girdi ve “Filan şahısların mektupları sizin yanınızda mıdır? (mektupların sahiplerinin isimlerini, özelliklerini söyledi.) Ayrıca sizin yanınızda bin dinar var. On dinarının üzerindeki resimler silinmiştir.” dedi.
Onlar da mektupları ve malları ona verdiler ve şöyle dediler: “Seni bunları almak için gönderen kimse imamdır”...[30]

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KURÂN VE RİVAYETLER IŞIĞINDA İMAM MEHDİ(A.F)
a- Kurân
Kur’an-ı Kerim, ilahi maariflerin en berrak pınarıdır. Kur’an-ı Kerim, insanların ihtiyaç duyduğu ilimlerin ve hikmetlerin en evrenselidir. Nitekim baştan sona doğrularla dolu, geçmiş ve gelecek haberleri bildirmekte olan bir kitaptır. Açıklamadığı hiçbir hakikat yoktur.
Elbette âlemdeki var olan hakikatlerin büyük bir kısmı ilahî ayetlerin derinliklerinde saklıdır. Bu hakikatlerin gerçeğine ve derin manasına, yalnızca Allah’ın Salih kulları ulaşabilir. Onlar; Kur’an ehli ve gerçek müfessirlerdir. Yani Peygamber efendimiz (s.a.a) ve onun tertemiz Ehl-i Beyt’idir.
Son ilahî elçinin kıyamı ve inkılâbı cihanın en büyük hakikatlerinden birisidir. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde, bu konuya işaret edilmiştir. Birçok rivayette, bu ayetlerin tefsiri nakledilmiştir. Bunlardan bir kaçını örnek olarak aşağıda zikrediyoruz:
(Tevrat'tan) sonra Zebur'da da yazdık. Muhakkak ki, yeryüzünü salih kullarım miras alacaktır."[31]
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Yeryüzüne mirasçı olacak salih kullardan maksat; İmam Mehdi (a.f) ve dostlarıdır.”[32]
Kasas suresinin beşinci ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
“Ve bizse yeryüzünde zayıf bir hâle getirilmek istenenlere lütfetmeyi ve onları, halka rehber kılmayı ve yeryüzüne, onları miras bırakmayı dilemedeydik.”
İmam Ali (a.s) buyurdu:
“Onlar, Muhammed’in (s.a.a) ailesidir. Allah, onlardan olan Mehdi'yi (a.f) (uzun) mücadelelerden sonra görevlendirecek, onları aziz (saygın) ve düşmanlarını zelil kılacaktır.”[33]
Aynı şekilde Hud suresinin 86. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
“Eğer inanan insanlar iseniz Allah'ın bıraktığı (Bakiyyetullah) sizin için daha hayırlıdır...”
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu:
“(Kaim) ortaya çıktığı zaman arkasını Kâbe'ye yaslayacak ve ilk okuyacağı ayet budur. Sonra şöyle söyleyecek:
Allah'ın geride bıraktığı benim. Ben, O'nun hüccceti ve halifesiyim. Ona teslim olan herkes: 'Ey yeryüzündeki Bakiyyetullah! Selam sana' diye selam verecekler.”[34]
Allah-u Teala Hadid suresinin 17. ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“Biliniz ki Allah yeryüzünü ölümünden sonra diriltir. Belki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık.”
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Yani Allah sapık yöneticilerin zulmü ile ölü bir hâle getirilmiş yeryüzünü, Kaim'in zuhur zamanında adaleti ile diriltecektir.”[35]
b- Rivayetler
İmam Mehdi (a.f) konusu, birçok rivayete sahip olan konulardan birisidir. Nitekim Mehdi’nin (a.f) hayatının her dönemi hakkında; doğumu, çocukluk dönemi, Gaybet-i Suğra ve Gaybet-i Kübra dönemleri, zuhur nişaneleri, zuhur dönemi, evrensel hükümeti… gibi konularda ayrı ayrı olmak üzere din önderlerinden nakledilmiş bir çok rivayet bulunmaktadır.
Hazretin dış görüntüsü, ahlakî özellikleri, gaybet döneminin özellikleri, zuhurunu bekleyenlere verilecek sevaplar ve mükâfatlar hakkında değerli birçok hadis külliyatı bulunmaktadır.
Bu hadislerin birçoğunun hem Şii kaynaklarında hem de Ehl-i Sünnet kaynaklarında nakledilmiş olması çok ilgi çekicidir. İmam Mehdi (a.f) hakkında nakledilen hadislerin birçoğu “Mütevatir”[36] derecesindedir.
İmam Mehdi’nin (a.f) ilginç özelliklerinden birisi de, bütün masumların (a.s), onun hakkında çok latif ve değerli hadisler nakletmiş oldukları konusudur.
Bu hadisler, bir bütün olarak çok kıymetli ve insanı bilgilendiren bir bilgi hazinesi oluşturmaktadır. Bu hadisler, adalet bayraktarının olağan üstü kıyamını ve inkılâbını anlatmaktadırlar.
Şimdi değerli imamların (a.s) her birinden İmam Mehdi (a.f) hakkında buyurdukları hadislerden birer örnek nakletmek çok uygun olacaktır:
Değerli İslam Peygamberi (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Ne mutlu onu gören kimseye, ne mutlu onu seven kimseye ve ne mutlu onun imametini kabul eden kimseye.”[37]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“[Âl-i Muhammed’in (s..a.a)] zuhurunu bekleyin ve Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Hiç şüphesiz Allah nezdinde en sevimli işlerden birisi de zuhuru beklemedir.”[38]
Hz. Fatma’nın (s.a) sahifesinda [39] şöyle bulunmaktadır:
“(Allah dedi ki;) …Sonra cihanda bulunanlara rahmetten dolayı, vasiler zincirini, Hasan Askeri’nin (a.s) oğlu ile tamamlayacağım. (O, öyle birisidir ki;) Musa’nın (s.a) kemaline, İsa’nın (a.s) heybetine ve Eyüp’ün sabrına sahiptir...”[40]
İmam Hasan (a.s), Resulullah’tan (s.a.a) sonraki dönemlerde yaşanan zorluklar hakkında olan hutbelerinden birinde şu noktaya değinmektedir:
“Allah, ahir zamanda birisini gönderecektir... O’nu melekleri ile destekleyip yardım edecektir. Dostlarını ve yaranlarını koruyacaktır... O’nu yeryüzünde olan herkese üstün kılacaktır... O yeryüzünü adalet, aydınlık ve aşikâr delillerle dolduracaktır... Ne mutlu! O günü görene ve onun sözlerini duyana...”[41]
İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“...Allah O’nun eliyle ölmüş yeryüzünü yeniden diriltip canlandıracaktır. Sonra onun eliyle, müşrikler istemese de, hak dini diğer bütün dinlere üstün kılacaktır. Onun; bazıları dinden dönüp sapıtacakları ve bazılarının ise sabit kalacakları bir Gaybet dönemi olacaktır. Onun gaybet döneminde yalanlamalara ve eziyetlere sabır gösterenlerin; Resulullah'ın (s.a.a) yanında kılıçla cihat eden kimseler gibi olduğunu biliniz.”[42]
İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Kim, bizim Kaimimizin (a.f) gaybet döneminde dostluğumuz üzere sabit bir şekilde sadık kalırsa, Allah ona Bedir ve Uhud’da şehit olan bin şehidin sevabını verir.”[43]
İmam Muhammet Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Bir zaman gelecek ki halkın imamı kayıp olacaktır. Ne mutlu! O zaman [velayet] üzerinde sabit kalan kimselere...”[44]
İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Kaim’in (a.f) iki gaybet dönemi vardır. Birisi kısa süreli, diğeri uzun sürelidir.”[45]
İmam Musa Kazım (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“İmam (Mehdi -a.f-) gözlerden kaybolacaktır. Fakat hiçbir zaman müminlerin kalplerinden çıkmayacaktır.”[46]
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“(Mehdi -a.f-) Ortaya çıktığı zaman yeryüzü onun nuru ile aydınlanacaktır. İnsanlar arasında adalet terazisi kurulacak ve hiçbir kimse başka birisine zulmetmeyecektir...”[47]
İmam Cevat (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Kaimimizin (a.f) gaybet döneminde (insanın) onun zuhurunu beklemesi gerekir. Kıyam ettiği zaman ise, ona boyun eğip emirlerine uyması gerekir.”[48]
İmam Hadi (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Benden sonraki imam, Hasan'dır (a.s) (Hasan Askerî'dir). Sonra oğlu “Kaim”dir (a.f). O, zulüm ve haksızlık ile dolmuş olan yeryüzünü adalet ve hakkaniyetle dolduracak olan kimsedir.”[49]
İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Beni öldürmeyip halifemi bana gösteren Allah’a şükürler olsun. O, insanlar içinde yaratılış ve ahlak olarak Allah Resulü’ne (s.a.a) en çok benzeyen kimsedir.”[50]

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BAŞKALARININ GÖRÜŞÜNE GÖRE İMAM MEHDİ(A.F)
İmam Mehdi (a.f) konusu, onun kıyamı ve evrensel inkılâbı; Şii kitaplarının yanı sıra, öteki İslami fırkalarının itikat kültürlerinde de beyan edilmiştir. Bu konu geniş bir şekilde ele alınmıştır. Onlar da Peygamber’in (s.a.a) temiz ailesinden ve Hz. Fatma’nın (s.a) çocuklarından[51] olan Mehdi’nin (a.f) varlığına ve zuhuruna inanmaktadırlar.
Ehl-i Sünnet’in vaat edilen Mehdi’ye (a.f) olan inançlarının ne kadar ve hangi ölçülerde olduğunu anlayabilmemiz için; âlimlerinin ve bilginlerinin yazmış oldukları kitaplara müracaat etmemiz gerekir. Birçok Ehl-i sünnet müfessiri tefsir kitaplarında, Kur’an ayetlerinin bazılarının Mehdi’nin (a.f) ahır zamanda zuhuruna dalalet ettiğini açıkça belirtmişlerdir. Örneğin; Fahri Razi[52] ve Kurtubi[53] gibi...
Aynı şekilde Ehl-i Sünnet muhaddisleri İmam Mehdi (a.f) ile ilgili hadisleri kitaplarında nakletmişlerdir. Bu kitaplar arasında çok muteber kitaplar da bulunmaktadır. Örnek olarak, Sıhah-i Sitte[54] ve Hanbelî mezhebinin rehberi Ahmet b. Hanbelî’nin Müsnedi… ve bunlar gibi diğer kitapları gösterebiliriz.
Aynı şekilde geçmişte ve günümüzde birçok Ehl-i Sünnet âlimi, yalnızca İmam Mehdi (a.f) hakkında olan bağımsız ve müstakil kitaplar yazmışlardır. Eb-u Naim İsfahani, Mecmua-i Erbain’de (Kırk hadis), Suyuti “el-urfi’l-Verdi fi Ahbar-i el-Mehdi (a.f)” kitaplarında bu konuyu geniş bir şekilde incelemişlerdir.
Aynı zamanda, çok önemli noktalardan biri de şudur;
Ehl-i Sünnet âlimlerinden bazıları Mehdilik akidesini savunma noktasında, bu inancı inkâr edenlerin aleyhine kitaplar ve makaleler de yazmışlardır. İlimsel olarak ve hadislerden oluşan delillere dayanarak, İmam Mehdi (a.f) akidesinin kesin oluşunu ve inkâr etmenin mümkün olmadığını savunmuşlardır.
Muhammed Sıddık Mağribî, İbn-i Haldun’un görüşlerini reddeden bir kitap yazmış ve onun görüşlerini eleştirmiştir.[55]
Bunlar, Ehl-i Sünnet’in İmam Mehdi (a.f) meselesi hakkında düşünce ve inançlarından oluşan birkaç örnektir.
Bu bölümün sonunda, yüzlerce rivayet içerisinden sadece iki tanesini nakletmekle yetiniyoruz. Bu hadisler Ehl-i Sünnet’in en meşhur ve itimat edilen kitaplarında bulunmaktadır:
İslam Peygamber’i (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Eğer dünyanın ömründen sadece bir gün kalmış olsa bile, Allah o günü, soyumdan gelen ismi benim ismimle aynı olan bir kişinin zuhur etmesi için uzatacaktır.”[56]
Ve yine şöyle buyurmaktadır:
“Benim soyumdan olan bir kimse kıyam edecektir. Onun ahlakı ve adı, bana benzemektedir. Yeryüzünü, zulüm ve haksızlık ile dolmuş iken adalet ve hakkaniyetle dolduracaktır.”[57]
Şunu da belirtmek gerekir ki; dünyanın sonunda zuhur edecek bir ıslah ediciye ve dünyayı adaletle dolduracak bir kurtarıcıya inanmak; evrensel bir anlayış ve herkes tarafından kabul edilen bir görüştür.
Kutsal dinlerin gerçek takipçileri, din kitaplarının öğretisi esasınca, vaat edilen büyük kurtarıcının kıyamını beklemektedirler.
Zebur, Tevrat ve İncil gibi kutsal kitapların yanı sıra; Hinduların, Zerdüştlerin ve Brahmanların kitaplarında da büyük kurtarıcının zuhuruna değinilmiştir. Elbette her millet ve dinde bu kurtarıcının kendine has lakabı vardır. Zerdüştiler; bu büyük kurtarıcıyı “Suşyanis-dünya kurtarıcısı”, Hıristiyanlar; “Mesih-i Mevut-Vaat edilen Mesih”, Yahudiler; “Sürur-u Mikail” olarak adlandırmışlardır.
Zerdüştlerin mukaddes kitapları Camasipnâme’de şöyle bir yazı bulunmaktadır:
“Arap peygamber, son peygamberdir. Mekke dağları arasında görünecektir... Köleleri ile birlikte yiyecek ve onlar gibi oturacaktır... Onun dini bütün dinlerin en üstünü olacak ve kitabı bütün kitapları batıl edecektir... Cihan güneşi ve Zamanın şahı isimlerine sahip olan ve peygamberin kızının çocuklarından dünyaya gelecek olan bir kimse; Allah’ın izniyle dünyada padişah olacaktır. O, Peygamberin son halifesidir... ve onun devleti kıyamete kadar devam edecektir...[58]

Kaynaklar
--------------------------------------------
1- Biharu’l-Envar, c.51, h.7, s.160
[2]- Biharu’l-Envar, c.2, s.100
[3]- Kur’an-ı Kerim Peygamber efendimize (s.a.a) hitaben şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamberim! Sana da Kur-an’ı indirdik ki, insanlara vahyedileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.” Nahl, 44
[4]- Şunu söylemek gerekir ki; Masum imam tarafından “Hükümet Kurulması” ortama ve şartlara bağlıdır. Her ne kadar imam zuhur ettiği dönemde, halkın içinde ve onlarla birlikte olup görünecekse de, diğer vazifelerini gaybet döneminde de yerine getirmektedir. Bu bölümde insanların imama manevi boyutta ihtiyaçlarına işaret ettik. Fakat bütün alemin imamın varlığına olan ihtiyacı konusunu ise “Gaybette olan İmamın Faydaları” bölümünde inceleyeceğiz.
[5]- Mizanü’l-Hikmet, c.1, s.861
[6]- Buna ilave olarak şunu ekleyebiliriz; Eğer imam hatadan korunmamış olursa, insanlarihtiyaçlarına cevap verecek başka bir imamın peşine gitmeleri gerekir. Eğer o da aynı şekilde olursa, başka bir imam gerekecektir. Bu silsile farzımız sonsuza kadar devam edecektir. Felsefi olarak böyle bir farz mümkün değil muhaldir.
[7]- Maani’l-Ahbar, c.4, s.102
[8]- Mizanu’l-Hikmet, bab.147, s.850
[9]- Bakara, 124
[10]- Usul-u Kafi, bab.15, h.1, s.255
[11]- Kemaluddin, c.2, bab.41, s.132
[12] - Biharu’l-Envar, c.5, h.29, s.22 ve h.14, s.11
[13]- Biharu’l-Envar, c.5, h.7, s.21
[14]- Gaybet-i Tusi, h.478, s.470
[15]- Kemaluddin, c.2, bab.33, h.31, s.21
[16]- Künye; Arap dilinde bir çeşit isimdir ki “Eb” veya “Ümmü” ile başlar. Örneğin; Eba Abdullah ve Ümmü’l-Benin.
[17]- Maksat sabah ezanından önce ufukta görülen beyazlıktır.
[18]- Bu cümle “Bela senden uzak olsun” manasında kinayeli bir sözdür.
[19]- Kasas, 5 ve 6
[20]- Kemaluddin, c.2, bab.42, h.1, s.143
[21]- Muntahabu’l-Eser, ikinci fasıl, s.329’dan 383’e kadar.
[22]- İhticac, c.2, numara.344, s.542
[23]- Kemaluddin, c.2, bab.38, h.1, s.80
[24]- Kemaluddin, C.2, bab.43, h.2, s.162
[25]- Kemaluddin, C.2, bab.42, h.2, s.162
[26]- Kemaluddin, C.2, bab.42, h.2, s.158
[27]- İsbatu’l-Hudat, c.3, fasıl.7, s.700
[28]- Kemaluddin, c2, bab.43, h.21, s.190; Bu konu hakkındaki açıklamalar kitabın birinci faslında; İmamın, Allah tarafından seçilmesi bölümünde zikredilmiştir.
[29]- Kemaluddin, c.2, bab.43, h.21, s.190
[30]- Kemaluddin, c.2, bab.43, h.25, s.223
[31]- Enbiya, 105
[32]- Tefsir-i Kummî, c.2, s.52
[33]- Gaybet-i Tusî, h.143, s.184
[34]- Kemaluddin, c.1, bab.32, h.16, s.603
[35]- Gaybet-i Numanî, s.32
[36]- Kısaca mütevatir; yalan ve uydurma olduğu imkansız derecede olan hadislere denir.
[37]- Biharu’l-Envar, c.52, s.309
[38]- Biharu’l-Envar, c.52, s.123
[39]- Mezkur rivayette Cabir-i Ensarî’nin şöyle dediği nakledilmiştir: “Ben, Resulullah (s.a.a) döneminde, İmam Hüseyin’in (s.a) doğumunu tebrik etmek için Hz. Fatma’nın (s.a) yanına gittim. Hazretin elinde yeşil bir sayfa gördüm. O sayfada güneş gibi parlak nurlu yazılar gördüm. “Bu sayfa ne sayfasıdır?” Diye sordum. “Bu sayfayı Allah, Resulü’ne (s.a.a) hediye etti. Bunda babamın, kocamın, iki oğlumun ve çocuklarımın halifelerinin ismi yazılıdır. Allah Resulü (s.a.a) beni sevindirmek için bunu bana verdi” dedi.
[40]- Kemaluddin, c.1, bab.28, h.1, s.569
[41]- İhticac, c.2,s.70
[42]- Kemaluddin, c.1, bab.30, h.3, s.584
[43]- Kemaluddin, c.1, bab.31, h.3, s.592
[44]- Kemaluddin, c.1, bab.32, h153, s.602
[45]- Gaybet-i Numanî, bab.10, fasıl.4, h.5, s.176
[46]- Kemaluddin, c.1, bab.34, h.6, s.57
[47]- Kemaluddin, c.1, bab.35, h.5, s.60
[48]- Kemaluddin, c.1, bab. 36, h.1, s.70
[49]- Kemaluddin, c.1, bab.37, h.7, s.118
[50]-Kemaluddin, c.1, bab. 37, h.7, s.118
[51]- el-Müstedrek âla Sahiheyn, c.4, s.557
[52]- Tefsir-i Kebir, c.16, s.40
[53]- Tefsir-i Kurtubi, c.8, s.121
[54]- Altı sahih kitaba denir. Ehl-i Sünnet nezdinde en muteber altı hadis külliyatı kitaplarına verilen isimdir. Bunlar Ehl-i sünnet yanında en muteber ve güvenilir hadis kitaplarıdır. Bu kitaplar; “Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Sünen-i Ebu Davut, Sünen-i İbn-i Mace, Sünen-i Nesai, Camii Tirmizi”dir. Ehl-i Sünnet, bu kitaplarda nakledilen hadisleri sahih olarak kabul ederler. Bu konuda Peygamber efendimizin (s.a.a.) şu şekilde buyurduğuna inanmaktadırlar: “Kur-anı Kerim’den sonra, bunlar (Sıhah-i Sitte) en güvenilir ve muteber kitaplardır.”
[55]- İbn-i Haldun, Ehl-i Sünnetin büyük sosyologu olarak bilinmektedir. İmam Mehdi (a.f) hakkında olan bir takım hadisleri, eleştirmiş ve onları zayıf olarak kabul etmiştir. Aynı zamanda, İmam Mehdi (a.f) hakkında olan bir takım hadisleri de sahih olarak kabul etmiş ve Mehdilik meselesi konusunda şekke düşmüştür. Muhammed Sıddık Mağribî “İbrazu’l-Vehm el-Meknun min Kelam-i İbn-i Haldun” kitabını yazarak İbn-i Haldun’un bu konudaki görüşlerini reddetmiştir.
Aynı şekilde “Abdulmuhsin İbn-i Hamd el-İbad” “er-Reddü ala Men Kezebe bi’l-Ahadisi’s-Sahihe el-Varide fi’l Mehdi (a.f)” makalesini yazarak İbn-i Haldun’un şüphelerine cevap de vermiştir.
[56]- Sünen-i Ebi Davud, c.2, h.4282, s.106
[57]- Mucem-i Kebir, c.10, h.10229, s.83
[58]- Edyan ve Mehdeviyet, s.21
1
MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ
3.FASIL/KAYIP İMAMI BEKLERKEN
BİRİNCİ BÖLÜM
GAYBET
Âlemin büyük kurtarıcısı, Âdem’den (a.s) son peygambere (s.a.a) kadar bütün peygamberlerin (a.s) hedeflerini ve arzularını gerçekleştirecek olan Allah’ın son imamı Hz. Hüccet İbni’l Hasan’ın (a.f) şahsiyeti ile kısa da olsa tanıştık. Şimdi Mehdi’nin (a.f) hayatının büyük ve önemli bölümünü oluşturan gaybet dönemi hakkında incelemelerde bulunacağız:

Gaybet Kavramı
İncelenmesi gereken ilk nokta, gaybet kelimesinin ne anlama geldiği konusudur. Gaybet; “Gözlerden kaybolmak” demektir. Hazır olmamak ve huzurda bulunmamak anlamında değildir. Gaybet; İmam Mehdi’nin (a.f) insanların gözlerinden kayıp olmasıdır. Hazretin, insanlar arasında onlar ile birlikte yaşadığı halde, onların onu görememeleridir. Bu gerçek, masum imamların (a.s) hadislerinde değişik ifadelerle beyan edilmiştir:
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:
Ali’nin (a.s) rabbine ant olsun ki; Allah’ın hücceti (Hz. Mehdi -a.f-), insanlar arasında olacaktır. Yollarda (Pazarlarda, sokaklarda) yürüyecektir. Evlerine uğrayacaktır. Yeryüzünün doğusuna ve batısına gidip gelecektir. İnsanların sözlerini duyacaktır. Onlara selam verecektir. Görecektir. Fakat vaat edilen belirli zamana kadar görünmeyecektir.”[59]
Elbette hazret için başka bir gaybet şekli daha nakledilmiştir:
İmam-ı Asr’ın (a.f) ikinci özel naibi şöyle söylemiştir:
“İmam Mehdi (a.f), her yıl Hac döneminde hacca gitmektedir. İnsanları görmekte ve tanımaktadır. İnsanlar da hazreti görmektedirler. Fakat onu tanımamaktadırlar.”[60]
Bundan dolayı, Hz. Mehdi (a.f) için iki gaybet şekli vardır: Bazen hazret insanların gözünden kaybolmaktadır. Bazen de insanlar hazreti görmekte, fakat tanımamaktadırlar. Netice olarak hazret insanlar arasında onlarla birliktedir.

Gaybet’in Kökü ve Geçmişi
Gaybet ve gizli yaşamak, ilk defa ve Allah’ın son hücceti için gerçekleşmiş bir olay değildir. Birçok rivayette, büyük ilahi peygamberlerin (s.a) hayatlarının bir bölümünün gizli ve gaybette geçtiğini görmekteyiz. Bu olay, ilahi maslahat ve hikmet gereği olmuştur. Şahsi veya ailevi bir arzudan ve istekten kaynaklanmamıştır.
Bu bakımdan, gaybet; ilahi sünnetlerdendir.[61] İdris (a.s), Nuh (a.s), Salih (a.s), İbrahim (a.s), Yusuf (a.s), Musa (a.s), Şuayb (a.s), İlyas (a.s) Süleyman (a.s), Danyal (a.s) ve İsa (a.s) gibi büyük Allah peygamberlerinin hayatlarında da gaybet dönemi bulunmaktadır. Bu ilahi elçiler zamanlarına ve bulundukları hayat şartlarına uygun olarak, bazı yıllar gaybet dönemi yaşamışlardır.[62]
Bu sebepten dolayı rivayetlerde, İmam Mehdi’nin (a.f) gaybeti, Peygamberlerin (a.s) sünnetlerinden birisi olarak bildirilmiştir. Hazretin (a.f) gaybet delillerinden birisi de, enbiyaların (a.s) sünnetinin Hz. Mehdi’nin (a.f) yaşantısında da gerçekleşmesi olarak açıklanmıştır.
İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Hiç şüphesiz, kayıp imamımızın uzun süreli bir gaybeti olacaktır.”
Rivayet eden kişi şöyle sordu; “Ey Resulullah’ın (s.a.a) oğlu! Bu gaybetin sebebi nedir?” Hazret (a.s) cevap olarak şöyle buyurdu:
“Allah, peygamberlerinin sünnetlerinden biri olan gaybetin, hazret için de gerçekleşmesini istemektedir.”[63]
Yukarıdaki hadisten, İmam Mehdi’nin (a.f) gaybet konusu hakkında, hazretin doğumundan yıllar önce söz edilip konuşulduğunu anlamaktayız.
Peygamber efendimizden (s.a.a) İmam Hasan Askeri’nin (a.s) zamanına kadar gelip geçen İslam önderleri; İmam Mehdi’nin (a.f) gaybeti, özellikleri ve gaybet döneminde yaşanacak olaylar hakkında haberler vermişlerdir. Aynı zamanda gaybet döneminde yaşayacak mümin insanların vazifelerini de beyan etmişlerdir.[64]
Peygamber efendimiz (s.a.a.) bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Mehdi (a.f) benim çocuklarımdandır... Onun gaybeti olacaktır. İnsanlar şaşkınlık içinde perişan halde kalacaklardır. İnsanlar dinlerinden dönüp sapıklığa düştükleri zaman parlak bir yıldız gibi gelecek ve zulüm ile dolmuş yeryüzünü adaletle dolduracaktır.”[65]

Gaybetin Felsefesi
Allah’ın hücceti (a.f) ve imamı niçin gaybet perdesi arkasındadır? Hangi sebep veya sebeplerden dolayı insanlar onun bereketli ve nurlu zuhurundan mahrum kalmışlardır?
Bu konu hakkında birçok söz söylenmiş ve elimize birçok rivayet ulaşmıştır. Bu soruya cevap vermeye geçmeden önce, çok önemli bir noktayı açıklığa kavuşturmak istiyoruz:
Biz şöyle inanmaktayız:
Âlemlerin rabbi, küçük veya büyük hiçbir işi maslahatsız ve hikmetsiz yapmaz. Bu maslahatları, bizim tanımamız ya da tanımamamız, bu kanunun doğruluğunu değiştirmez. Kâinatta büyük veya küçük işler, Allah’ın tedbiri ve iradesi ile gerçekleşmektedir.
Bu olaylardan birisi de İmam Mehdi’nin (a.f) gaybet olayı veya gaybet gerçeğidir. Buna göre iyilerin imamı İmam Mehdi’nin (a.f) gaybetinin felsefesini tam olarak bilmiyor olsak da, İlahi hikmet ve maslahat üzere gerçekleşmiş olduğuna can-ı gönülden inanmaktayız.
İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Hiç şüphesiz Sahib-i Emir’in (İmam Mehdi -a.f-) batıl ehlinin onun hakkında şüphe edecekleri bir gaybet dönemi olacaktır.”
Bu hadisi rivayet eden kişi gaybetin sebebini sorunca, hazret cevap olarak şöyle buyurmuştur:
“Gaybet; size söylememize izin verilmeyen bir nedenden dolayıdır... Gaybet; Allah’ın sırlarından bir sırdır. Fakat bizler, olayların nedenleri bizler için belli olmasa da, yüce Allah’ın hekim olduğunu biliyoruz ve bütün işlerini hikmet üzere yaptığına inanıyoruz...”[66]
Elbette Allah’ın işlerini hekimce bilip boyun eğen, âlemdeki gerçekleşen bir takım olaylardan bazılarının sırrını öğrenmeye çalışan ve böylelikle felsefesini öğrenerek kalbi daha mutmain olan insan, çok güzel bir iş yapmaktadır.
İşte bu sebepten dolayı Hz. Mehdi’nin (a.f) gaybetinin hikmetlerini, nedenlerini ve konu hakkındaki hadisleri incelemeye çalışacağız:

İnsanları Terbiye Etme
İslam ümmeti, Peygamberinin (s.a.a) ve imamlarının (a.s) değerini bilmediği, onlara karşı vazifesini yerine getirmediği ve emirlerini uygulamadığından dolayı; Allah’ın, onların irkilerek kendilerine gelmesi için önderlerini ve imamlarını ellerinden alarak gaybet dönemi bitinceye kadar ayırması pek de garipsenecek bir gerçek değildir.
Allah bu ayrılığı, İnsanların, imamın (a.f) varlığının değerini ve bereketini anlamaları için yapmıştır. Bu anlamda, insanlar anlamasa ve bilmese de gaybet; ümmetin maslahatı için demektir.
İmam Muhammet Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Allah, bizim bir kavim ile birlikte olmamızı ve oturup kalkmamızı sevmezse, bizi onların arasından alır.”[67]

Başkasının Biati Altında Olmamak
Büyük bir değişim ve evrensel bir inkılâp peşinde olanlar, ayaklanmalarının başlarında bazı muhalifleri ile bir takım anlaşma ve uzlaşma yaparak hedeflerine ulaşmaya çalışırlar. Fakat vaat edilen büyük kurtarıcı Mehdi (a.f), inkılâbını gerçekleştirmek ve evrensel adalet hükümetini kurmak için hiçbir zalim güç ile anlaşmayacaktır.
Zira birçok rivayetten anlaşıldığı üzere; O, bütün zalimler ile kesin ve tereddütsüz bir şekilde savaşmak için görevlendirilmiştir. Bundan dolayı inkılâp şartları oluşuncaya kadar, Allah düşmanları ile her hangi bir anlaşma yapmamak için, gaybette yaşayacaktır.
Bir rivayette, İmam Razı (a.s) gaybetin sebebini şöyle açıklamaktadır:
“Hiçbir kimsenin, onun boynunda biati olmadığı için kılıçla kıyam edecektir...”[68]

İnsanları İmtihan Etmek
İnsanları imtihan etmek Allah’ın sünnetlerindendir. O, kullarını çeşitli vesilelerle sınamaktadır. İnsanların hak yolunda ne kadar sabit ve sabırlı olduklarını aşikâr etmek istemektedir. Elbette bu imtihanların sonuçları Allah için bellidir. Bu imtihan çarkında insanlar pişmekte, olgunlaşmakta, ilerlemekte ve kendi hakikatlerini derk etmektedirler.
İmam Musa Kazım (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Beşinci oğlum kayıp olduğu zaman, dininize dikkat edin. Başkası sizi yoldan çıkarmasın. Sahib-i Emir’in (İmam Mehdi -a.f-) gaybet dönemi olacaktır. Onun takipçilerinden bir grup inançlarından döneceklerdir. Bu gaybet; Allah’ın kullarını imtihan ettiği bir sınavdır.”[69]

İmamın(a.f)Düşmanlardan Korunması
Peygamberlerin (a.s) kendi kavimlerinden uzaklaşmalarının nedenlerinden birisi de canlarını korumalarıdır. Onlar, tehdit ve ölüm ile karşı karşıya kaldıkları zaman; daha uygun bir fırsatta görevlerini yerine getirmek ve risaletlerini insanlara ulaştırabilmek için gizleniyorlardı. Nitekim İslam Peygamberi (s.a.a) Mekke’den çıkıp mağarada gizlenmiştir. Elbette bunların hepsi Allah’ın emri ve iradesi ile gerçekleşmiştir.
Hz. Mehdi’nin (a.f) gaybetinin nedeni çeşitli rivayetlerde şu şekilde beyan edilmiştir:
İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Beklenen imam, kıyam etmeden önce gözlerden kaybolacaktır.”
Sebebi sorulunca, Hazret; “ilahi hedefi gerçekleştirmeden öldürülmesi tehlikesine karşılık Allah tarafından gaybete çektirilmiştir.”[70] diye buyurmuştur.
Şahadet aşkı, ilahi insanların en büyük arzularından biridir. Ancak insanın vazifesini yerine getirirken camianın ve dinin maslahatlarına uygun olan şahadet, istenilen şahadet şeklidir.
Eğer insanın ölmesi, hedeflerin elden gitmesine neden olursa ölümden kaygılanmak, akıllı ve mantıklı bir tutumdur.
Allah’ın yeryüzündeki son halifesi on ikinci imamın öldürülmesi demek; bütün enbiya ve evliyaların arzularının yıkılması, Allah’ın vaadinin yerine gelmemesi ve evrensel adalet hükümetin teşkil olmaması demektir...
Bazı rivayetlerde, on ikinci imamın (a.f) gaybetinin sebepleri hakkında başka bir takım noktalar da beyan edildiğini belirtmek gerekir. Kitabın hacmini göz önünde bulundurarak sözü fazla uzatmak istemediğimizden dolayı bunları zikretmekten kaçındık.
Fakat önemli olan nokta, daha önceki sayfalarda da açıklandığı gibi, şudur:
“Gaybet” ilahi sırlardan bir sırdır. Onun gerçek ve asıl sırrı ve sebebi zuhurdan sonra aşikâr olacak ve bilinecektir.
Buraya kadar yaptığımız açıklamalar, İmam-ı Asr’ın (a.f) gaybetinde etkili olan faktörlerle ilgilidir.

İKİNCİ BÖLÜM
GAYBETİN ÇEŞİTLERİ
Yukarıdaki açıkladığımız konuları göz önünde bulundurduğumuz zaman İmam Mehdi’nin (a.f) gaybetinin zaruri ve gerekli olduğunu anlamaktayız. Bilindiği gibi imamlarımızın davranışları, hal ve hareketleri insanların din ve itikat temellerini güçlendirmek doğrultusunda olmuştur.
Bundan dolayı Allah’ın son hüccetinin gaybete çekilmesinin Müslümanlar üzerinde telafisi mümkün olmayacak ciddi sorunlar yaratmasından korkulduğu için, gaybet süreci hesaplı, planlı ve programlı bir şekilde başlayarak devam etmiştir.
On ikinci imamın (a.f) doğumundan yıllar önce, onun gaybeti ve gaybetinin gerekliliği hakkında sözler bilinçli olarak ortaya atılmıştır. Masum imamların (a.s) ve ashabının toplantılarında bu konu üzerinde bilinçli bir şekilde sohbetler başlatılmıştır.
Ayrıca imam Hadi (a.s) ve İmam Askeri’nin (a.s), Şiiler ile irtibatı farklı kalıplarda ve daha kısıtlı bir şekilde gerçekleşmeye başlamıştır.
Ehl-i Beyt (a.s) mektebinin mensupları yavaş yavaş birçok maddi ve manevi ihtiyaçları konusunda masum imamın huzuruna gitmeye gerek olmadığını anladılar. İmamlar tarafından belirlenen vekillere ve güvenilir olduğu bildirilen âlimlere başvurarak vazifelerini yerine getirebileceklerini gördüler.
İmam Hasan Askeri (a.s) şehit olduğu ve Hz. Hüccet İbni’l Hasan’ın (a.f) gaybeti başladığı zaman da, İmam ile ümmet arasındaki irtibat tamamen kopmamıştı. İnsanlar İmam-ı Zaman’ın (a.f) özel naipleri vesilesiyle önderleri, Mevlaları ve imamları ile irtibat halindeydiler.
Bu dönemde, Şiiler dini âlimler yanına sürekli gidip gelmeye ve onlarla geniş bir şekilde irtibat halinde olmaya alıştılar. Böylelikle imamın gaybette olması halinde de dini vazifelerini öğrenip amel etmeleri konusunda yolun kapalı olmadığını anladılar.
İşte böyle münasip bir ortamda Bakiyyetullah’ın (a.f) uzun süreli gaybeti başladı. Geçmiş dönemlerde imam ile Şiileri arasında bilinen ve yaygın olan normal irtibat da tamamen kesilmiş oldu.
Şimdi “Kısa süreli gaybet-Gaybet-i Süğra” ve “Uzun süreli gaybet-Gaybet-i Kübra” hakkında açıklamalarda bulunmaya çalışacağız:

Kısa Süreli Gaybet – Gaybet-i Süğra
İmam Hasan Askeri’nin (a.s) hicri 260 yılında şahadete kavuşmasıyla; on ikinci imam olan imam Mehdi’nin (a.f) imametlik dönemi başlamış oldu. Aynı zamanda, bu tarihten itibaren, on ikinci imamın “Gaybet-i Süğra” ismiyle meşhur olan gaybet dönemi de başladı. Gaybet-i Süğra hicri 329 yılına kadar, yaklaşık 70 yıl kadar devam etti.
Gaybet-i Süğra’nın en önemli özelliklerinden birisi; Şiilerin, imam Mehdi (a.f) ile olan irtibatlarını, imamın özel vekilleri ve naipleri vasıtasıyla gerçekleştirmeleridir. Şiiler, onların vasıtasıyla İmam Mehdi’den (a.f) haber, bilgi ve sorularının cevaplarını alıyorlardı.[71]Şiiler, bazen imamın naipleri vasıtası ile Hz. Mehdi’nin (a.f) huzuruna varma şerefine dahi ulaşıyorlardı. İmamın özel naipleri, Şii mektebinin büyük ve bilgili âlimlerindendir. Bu naipler, imam Mehdi (a.f) tarafından seçilmişlerdi. Bunlar dört kişidir. Zaman sıralamasına göre isimleri şunlardır: 1- Osman b. Saîd Amri; İmamın (a.f) gaybet dönemi başladığı zaman naiplik görevini üstlendi. Hicri 265 yılında vefat etti. O, aynı zamanda imam Hadi (a.s) ve İmam Hasan Askeri’nin de (a.s) naipliğini de yapmıştı. 2- Muhammed b. Osman Amri; Birinci naibin oğludur. Babasının vefatından sonra naiplik makamına ulaştı. Hicri 305 yılında da vefat etti. 3- Hüseyin b. Ruh Nevbahtî; 21 yıl naiplik görevini üstlendikten sonra hicri 326 yılında dünyadan göçtü. 4- Ali b. Muhammed Semurî; Hicri 329 yılında dünyadan göçtü. Onun vefatıyla da Gaybet-i Süğra dönemi son bulmuş oldu. Özel naipler ve vekiller, hepsi İmam Hasan Askeri (a.s) ve İmam Hadi (a.s) tarafından seçilerek insanlara tanıtılmışlardır. Şeyh Tusi (r.a) el-Gaybet kitabında, şöyle rivayet etmiştir: Bir gün Şiilerden kırk kişilik bir grup, Osman b. Said (Birinci naip) ile birlikte İmam Hasan Askeri’nin (a.s) huzuruna vardılar. İmam (a.s) oğlunu onlara göstererek şöyle buyurdu: “Benden sonra bu (çocuk; oğlum) sizin imamınızdır. Ona itaat edin... Biliniz ki; bu günden sonra zamanını tamamlanıncaya kadar bir daha onu göremeyeceksiniz. Öyleyse (onun gaybetinde) Osman (b.Said)’in dediğini kabul edip emrine uyun. O sizin imamınızın naibidir. İşler onun elindedir.”[72] Başka bir rivayette de İmam Hasan Askeri (a.s) Muhammed b. Osman’ın (ikinci vekil ve naip) İmam Mehdi’nin (a.f) vekili olduğunu bildirmiştir. Şeyh Tusî kitabında şöyle yazmaktadır: “Osman b. Said, Hz. Hasan Askeri’nin (a.s) emriyle Yemen Şiilerinin getirmiş olduğu bir miktar malı ve parayı teslim aldı. Bu durumu gören Şiiler, imama; “Allah’a ant olsun, Osman b. Said sizin en iyi Şiilerinizdendir. Fakat bu sahneyi gördükten sonra, artık onun sizin yanınızdaki makamı bizler için daha da aşikâr olmuştur.” İmam Hasan Askeri (a.s) buyurdu: “Evet, Osman b. Said Amri’nin benim vekilim olduğuna şahit olun. Oğlu Muhammed de, oğlum Mehdi’nin (a.f) vekili olacaktır.”[73] Bunlar, İmam Mehdi’nin (a.f) gaybetinden önceki dönemlere ait olaylardır. Gaybet-i Süğra döneminde de vekiller ve naipler, vefatlarından önce İmam Mehdi (a.f) tarafından seçilen kendilerinden sonraki naibi, insanlara tanıtırdı. Bu büyük insanlar, yüce sıfatlara ve özelliklere sahip olmalarından dolayı Veliyi Asr’ın (a.f) naibi olma şerefine ulaşmışlardır. Emanete hıyanet etmemek, temiz olmak, sözde ve amelde adil olmak, sırrı saklayabilmek, her türlü zor şartlarda Ehl-i Beyt’in (a.s) sırlarını koruyabilmek gibi önemli ve mühim özelliklere sahiptiler. Bu yüce insanlar, İmam Mehdi’nin (a.f) güvenini kazanmışlardı. Peygamberin (s.a.a) masum Ehl-i Beyt’inin (a.s) mektebinde terbiye görmüş takvalı ve mümin insanlardı. Onlardan bazıları, on bir yaşından itibaren imamların (a.s) terbiyesi altında büyümüşlerdi. İlimlerini güçlü bir iman ile kemale ulaştırmışlardı. Onların yüce isimleri kendi zamanlarında dillere destan olmuştu. Sabır, hilim, zorluklar karşısında tahammül etmek ve acılara karşısında dayanmak gibi hasletler; en zor şartlar altında bile, imamlarına en güzel ve kâmil bir şekilde itaat edebilecek oranda içlerine işlemişti. Bu güzel sıfatların yanı sıra, iyi bir müdüriyete ve Şiilere önderlik edebilme özelliğine de sahiptiler. Yaşadıkları hassas zamanı çok iyi bir şekilde anlayarak ve basiretli bir şekilde var olan olanaklardan en iyi şekilde yararlanarak Şii camiasını ilahi ve Sırat-ı müstakim yoluna hidayet ediyorlardı. Böylelikle Şiileri, gaybet-i Süğra’nın zorlu yolundan sağ salim bir şekilde geçirmeyi başarmışlardır. Gaybet-i Süğra dönemi ve dört özel naibin imam ile ümmet arasındaki bağlantının oluşmasındaki rolleri hakkında, titiz bir şekilde inceleme yapmak; İmam-ı Asr’ın (a.f) hayatının bir parçasını oluşturan bu dönemin öneminin, daha iyi şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır. Kurulan bağlantılar ve bazı Şiilerin aynı dönemde İmam’ın (a.f) huzuruna varmaları; on ikinci imamın ve Allah’ın son hüccetinin doğumunun ispat edilmesi konularında çok önemli etkisi olmuştur. Son imamın doğduğunu ispat etmek; Ehl-i Beyt (a.s) düşmanlarının, İmam Hasan Askeri’nin (a.s) oğlunun doğumu hakkında Şiileri şüpheye sürüklemeye çalıştıkları bir zamanda gerçekleşmiştir.
Aynı zamanda, bu dönem; insanların, imam ile belirli kişiler vasıtasıyla bağlantı kurmalarından mahrum kalacakları Gaybet-i Kübra’nın başlaması için de iyi bir ortam oluşturmuştur.
Netice olarak Allah’ın izniyle, huzur dolu ve mutmain bir kalple, İmam Mehdi’nin (a.f) mübarek varlığından istifade ederek Gaybet-i Kübra dönemine geçmeyi başardılar.

Uzun Süreli Gaybet – Gaybet-i Kübra
Dördüncü naibin hayatının son günlerinde, İmam Mehdi (a.f) ona hitaben bir mektup yazarak şöyle buyurmuştur:
“Bismillahirrahmanirrahim. Ey Ali b. Muhammed Semuri! Allah senin vefat musibetinden dolayı din kardeşlerine yüce sevaplar ve mükâfatlar nasip etsin. Çünkü sen altı gün sonra ebedi dünyaya göçeceksin. Bundan dolayı işlerine çeki düzen ver. Kendinden sonra, hiçbir kimseyi naip olarak vasiyet etme! Zira kâmil gaybet döneminin vakti gelmiştir. Bundan dolayı, ilahi emir gelmedikçe (benim için) zuhur gerçekleşmeyecektir. İlahi emir ise; yüreklerin taşlaştığı ve yeryüzünün zulümle dolduğu uzun bir süreden sonra gelecektir.”[74]
On ikinci imamın (a.f) son özel naibi hicri 329 yılında vefat ettikten sonra, uzun gaybet dönemi “Gaybet-i Kübra” adıyla meşhur olan dönem, bu tarihten itibaren başlamış oldu. Nitekim bu dönem, Allah’ın emri ve iradesiyle gaybet bulutları çekilip, cihan velayet güneşinin direkt nuruyla aydınlanacağı güne kadar devam edecektir.
Yukarıda da değindiğimiz gibi; Şiiler gaybet-i Süğra döneminde özel naipler vasıtasıyla imam (a.f) ile bağlantı içindeydiler. Böylelikle ilahi vazifelerini öğrenip amel ediyorlardı. Fakat gaybet-i Kübra döneminde bu bağlantı kesildi.
Bu dönemde, mümin insanların dini vazifelerini öğrenip yerine getirmeleri için, hazretin genel naiplerine uymaları gerekmektedir. Bu naipler, takvalı ve imanlı din âlimleri olan büyük taklit mercileridir. Mümin insanların, onları taklit etmeleri gerekir. Bu aşikâr yol, İmam Mehdi’nin (a.f) güvenilir Şiilerden birine yazmış olduğu mektupta belirtilmiştir. İmamın ikinci özel naibi tarafından ulaşan bu mektubun bir kesitinde şöyle buyrulmaktadır:
“Ama (gelecekte) gerçekleşecek olaylar (ve çeşitli şartlarda ilahi vazifeleri tanımak) için bizim hadislerimizi rivayet edenlere (fakihlere) müracaat ediniz. Zira onlar, benim sizlere hüccetimdir. Ben de onlara Allah’ın hüccetiyim...”[75]
Bu yeni yol; dini sorulara ve sorunlara cevap vermekte ve bundan daha önemlisi İmam-ı Zaman’ın (a.f) gaybet-i Kübra döneminde Şiilerin bireysel ve toplumsal vazifelerini tanımalarını sağlamaktadır. Bu hakikat; Şii kültüründe var olan imamet ve rehberlik makamının ne kadar canlı ve şeffaf olduğunu göstermektedir. Zira çeşitli zor şartlar altında, insanların rehberliğini ve hidayetini en güçlü ve sağlam bir şekilde yürüttüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Hiçbir dönemde ve hiçbir durumda mektep takipçilerini hidayetsiz bırakmamış ve hakikat çeşmesinden mahrum etmemiştir. Onları askıda, kendi başlarına bırakmamıştır. Hayatın her döneminde insanların bireysel ve toplumsal zorluklarını ve vazifelerinin belirlenmesini; insanların dini ve dünyevi emanetçileri olan takvalı din âlimlerine teslim etmiştir.
Böylelikle, İslam toplumunun gemisini; tufanlarla dolu siyaset dünyasında bulunan zalim sömürücülerin tuzaklarında batmasını önlemiştir. Şiilerin inanç ve itikatları garanti altına alınmış ve sınırları korumuştur.
İmam Hadi (a.s), gaybet dönemindeki din âlimlerinin görevlerini şöyle beyan etmiştir:
“Eğer İmam Mehdi’nin (a.f) gaybetinden sonra, insanları hazrete davet eden, insanları imamlarına doğru hidayet eden, ilahi muhkem delillerle onun dinini himaye eden alimler olmasaydı; yine eğer Allah kullarını şeytan ve şeytan sıfatlı insanların tuzaklarından ve Ehl-i Beyt (a.s) düşmanlarının düşmanlıklarından kurtaran akıllı alimler olmasaydı; ilahi dinden dönmeyen hiçbir kimse kalmazdı!! Onlar, gemi kaptanının geminin dümenini elinde tutması gibi; Şiilerin akıllarını (fikir ve akait bakımından) ellerinin içinde sıkıca tutarlar. . Bu âlimler, Allah-u Teala katındaki en üstün kullardır.”[76]
Dikkat edilmesi lazım olan nokta da şudur: Toplumun rehberi, rehberlik özelliklerine ve şartlarına sahip olması gereklidir.
Zira insanların dünya ve ahiret işlerini bireye veya bireylere teslim ederken ve böyle büyük bir mesuliyeti onlara verirken, çok dikkatli olmak gerekmektedir. Çünkü bu çok önemli ve hassas bir sorumluluktur. En ufak dikkatsizlik telafisi mümkün olmayacak neticeler doğurabilir.
Bundan dolayı masum imamlar (a.s), dini merciler için fevkalade önemli özellikler açıklamışlardır. Hatta bundan daha önemli olan ve Müslümanların işlerinin velayeti makamında bulunan “Veliyi Fakih” için dahi, belirli bir takım önemli hususiyet ve özellikler beyan etmişlerdir.
İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Din fakihleri ve âlimleri arasında (küçük veya büyük günahlara karşı) kendini koruyabilen, dinin bekçisi (kendinin ve insanların inançları bakımından), şahsi istek ve arzularına muhalefet eden ve mevlasının (İmam-ı Asr’ın (a.f)) emirlerine itaat eden kimseleri; insanların izlemeleri gerekir.”[77]

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GAİP İMAMIN FAYDALARI
İnsanlar asırlardır, Allah’ın hüccetinin zuhurunun feyzinden mahrum kalmıştır. İslam ümmeti de masum rehberin ve ilahi önderin varlığından tam olarak faydalanamamıştır.
Acaba kayıp olan, gizlide yaşayan ve herkesin rahat bir şekilde ulaşamadığı bir imamın dünyaya ve dünyada bulunanlara ne yararı vardır?
Acaba İmam Mehdi (a.f) zuhur edeceği zamana yakın bir dönemde dünyaya gelseydi ve Şiiler de kayıp bir halde yaşamanın acısını tatmamış olsaydı daha iyi olmaz mıydı?
Bu ve bunun gibi birçok soru, imamın ve ilahî hüccetin makamının yeterince tanınmamasından kaynaklanmaktadır.
Hakikaten imamın varlık âlemindeki yeri ve makamı nedir? Acaba onun varlığının tesiri sadece zuhur etmesi ve aşikâr olmasında mı yatmaktadır? Acaba o, sadece insanlara rehberlik ve önderlik etmek için mi gönderilmiştir? Yoksa kâinattaki diğer bütün varlıklar onun vücudundan ve varlığından faydalanıyorlar mı?

İmam Varlık Âleminin Mihveridir
Şii ekolünün dini öğretilerine göre; imam, Allah’ın feyzini cihanda bulunan bütün varlıklara ulaştıran vasıtadır. O, varlık nizamındaki mihver ve eksendir. O olmazsa; âlem, insan, cin, melek, hayvan, canlı ve cansız hiçbir varlık kalmayacaktır.
İmam Caferi Sadık’a (a.s) “Yeryüzü imamsız kalabilir mi? diye sorulunca, Hazret (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Yeryüzü imamsız kalırsa, çöker ve darmadağın olur”[78]
“İmam, Allah’ın emirlerini insanlara ulaştırma ve insanları insanî kemale iletme konusunda vasıtadır. Varlıklara ulaşan feyizler ve lütuflar, onun varlığının bereketiyle olmaktadır.” gerçeği, çok açık bir konudur.
Çünkü Allah-u Teala, ilk olarak Peygamberler (s.a) sonra da onların halifeleriyle insanlık kafilesini hidayet etmiştir. Masumların (a.s) buyruklarından şöyle anlaşılmaktadır:
İmamların (a.s) var olmalarının nedeni; Allah tarafından olan ilahî nimetin ve feyzin, büyük küçük bütün mahlûkata ulaşmasında vasıta olmalarından dolayıdır. Daha açık bir şekilde söyleyecek olursak; varlık âleminin almış olduğu ilahî feyizler ve bağışlar, imam kanalı iledir. Hayatları boyunca hem varlıklarının aslı, hem nimetleri ve hem de yararlandıkları öteki faydalar imam vesilesiyle gerçekleşmektedir.
İnsana, “İmamı Tanıma” dersi veren Ziyaret-i Camia-i Kebire duasının bir kesitinde şöyle yer almaktadır:
“(Ey büyük imamlar!) Allah sizden dolayı âleme başladı. Sizden dolayı bitirecektir. Sizin varlığınız sebebiyle yağmur yağdırıyor. Sizin (varlığınızın bereketi) ile gökyüzü, yeryüzünün üzerine çökmesin diye ayakta durmaktadır. Ancak, O’nun (Allah’ın) izni ile.”[79]
Bundan dolayı imamın (a.f) varlık âlemi üzerindeki tesiri, yalnızca zuhuru ile sınırlı değildir. Aynı zamanda onun âlem içerisinde var olması, gaybette olsa ve gizli bir yaşam sürdürse dahi, bütün varlıklar için hayat kaynağı olması demektir.
Yüce Allah, O’nun (a.f) bütün yaratılanlardan daha üstün ve kâmil olmasından dolayı; ilahî feyizleri ve ilahî lütufları öteki yaratılanlara ulaştıran vasıta olmasını dilemiştir. Bu anlamda, onun gaybet etmesi ya da zuhur etmesi arasında hiçbir fark yoktur.
Evet, bütün yaratıklar, Onun varlığından yararlanmaktadırlar. İmam Mehdi’nin (a.f) gaybette olması bu konuya hiçbir şekilde zarar vermemektedir. İmam Mehdi’ye (a.f), gaybet döneminde, öteki yaratılanların onun vücudundan nasıl faydalanacakları konusunda soru sorulunca şöyle buyurmuştur:
“Gaybet döneminde benim varlığımdan faydalanmak; bulutların önünü kestiği zaman gözlerin göremediği güneşten faydalanmak gibidir.”[80]
İmam’ın (a.f) gaybetinin bulutlar arkasındaki saklı güneşe benzetilmesinde birçok önemli noktalar yatmaktadır. Bu noktalardan bir kaçını aşağıda zikredeceğiz:
Güneş, kendi sisteminin merkezidir. Diğer gezegenler ve küreler onun etrafında dönmektedirler. İmam-ı Asr (a.f) da varlık nizamının merkezini oluşturmaktadır.
“Onun varlığı ile dünya bakidir. Onun varlığından dolayı âleme rızk verilmektedir. Onun varlığından dolayı yeryüzü ve gökyüzü sabittir.”[81]
Güneş, bir an olsun dahi, ışık ve nur vermekten kaçınmamaktadır. Herkes güneş ile olan irtibatı oranında ondan yararlanmaktadır. Veliyi Asr’ın (a.f) varlığı da, Allah tarafından verilen maddi ve manevi nimetlerin kullarına ulaşmasında vasıtadır. Fakat herkes, kemaller kaynağı olan Mehdi (a.f) ile irtibatı miktarınca yararlanabilmektedir.
Eğer bulutlar arkasında olan güneş olmazsa şiddetli soğuk ve karanlık bütün dünyayı kaplayacak ve yaşam mümkün olmayacaktır. Aynı şekilde eğer âlem (imam gaybet perdesinde dahi olsa) imamın varlığından mahrum olursa, zorluklar, olumsuzluklar ve çeşitli belalar yaşamı imkânsız kılacaktır.
O, Hazret (a.f) Şiilere hitap ederek, Şeyh Müfit’e yazmış olduğu mektupta şöyle buyurmaktadır:
“Biz, hiçbir zaman sizi kendi başınıza başıboş bırakmadık. Hiçbir zaman sizi unutmadık. Eğer bizim (kesintisiz inayetimiz) olmasaydı, kesinlikle birçok bela ve zorluklar ile karşılaşırdınız. Ve düşmanlar sizi paramparça ederlerdi.”[82]
Bundan dolayı, imamın güneş misali vücudu, varlık âleminin üzerine nurunu göndermekte ve bütün varlığa feyiz ulaştırmaktadır. Bu arada imamın varlığı; genel olarak beşeriyet, özel olarak ise Müslüman ümmet, Şii camiası ve ona inananlar için birçok bereketlere neden olmaktadır. Şimdi onlardan bir kaçını aşağıda zikredeceğiz:

Ümit Vermek
Hayatın en büyük sermayelerinden birisi de ümittir. Ümit, hayatın, sevincin ve ilerlemenin kaynağıdır. Ümit hareketin ve başlamanın nedenidir. Âlemde bir imamın var olması demek; güzellik ve aydınlıkla dolu bir geleceğe ümitle bakmak demektir.
Şiiler, bin dört yüz yıllık tarih boyunca çeşitli belalar ve zorluklar ile karşılaşmışlardır. Şiilerin bu belalar karşısında ayakta durmalarına, teslim olmamalarına ve sürekli ileri doğru hareket etmelerine neden olan şey; müminlerin aydın bir geleceğe sahip olacaklarına, yani imam Mehdi’nin (a.f) zuhuruna inanmalarıdır.
Bu, asla efsane ve hayal olmayan bir gerçektir! Bu, yakın olan ve daha da yakın olabilecek olan bir gelecektir... Zira kıyamın önderliğini yapacak rehber hayattadır. Yaşamakta ve her an gelebilecek bir durumdadır. Aslında hazırlıklı olması gereken ben, sen ve bizleriz...

Mektebin Ayakta Durması
Bütün toplumların kendi teşkilâtlarını koruması ve hedeflerine ulaşmaları için; toplumu yönetebilecek ve doğru bir yönde hareket ettirtecek bilgili ve âlim bir rehbere ihtiyaçları vardır.
Böyle bir rehberin var olması demek; teşkilatın düzgün bir şekilde yapılandırılması, kazançlarının korunabilmesi ve gelecek ile ilgili programların güçlü bir şekilde takip edilebilmesi için bir destek, bir dayanak ve bir garanti demektir.
Yaşayan ve aktif olan bir imam, insanların içinde olmasa da, aslî hatların belirlenmesi ve genel problemlere çözümler sunulması konularında hiçbir zaman kusur etmez. Çeşitli vasıtalar ile bozuk yollar konusunda uyarılarda bulunur.
İmam-ı Asr (a.f), kayıp olmuş olsa da, ancak var olduğuna inanmak; Şii mektebinin korunmasındaki en önemli sebeptir.
O, düşmanların değişik yollarla yapmış oldukları oyunlarından haberdardır. Hilekâr düşmanların çeşitli vesileler ile mektebin asli inançlarını ve insanların asli itikatlarını hedef aldıkları zaman, Şiiliğin fikirsel ve inançsal sınırlarını korur. Âlimleri ve seçkin bilginleri hidayet edip yönlendirerek düşmanların nüfuz yollarının önünü alır.
Örnek olarak, İmam Mehdi’nin (a.f) Bahreynli Şiilere yapmış olduğu lütfü, Allame Meclisi’nin dilinden naklediyoruz:
Geçmiş zamanların birinde, Nasibi[83] bir hükümdar Bahreyn’de hükümet ediyordu. Veziri de Şiilere düşmanlıkta ondan geri kalmayıp hiçbir zulmü yapmaktan kaçınmazdı. Bir gün vezir, hükümdarın huzuruna geldi ve ona bir nar verdi. Doğal bir şekilde narın kabuğunda şöyle yazıyordu: “La İlahe illallah Muhammeden Resulullah. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali Hulafa-i Resulullah”(Şahadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur., Muhammed onun Resulüdür. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali Allah Resulünün halifeleridir.) Hükümdar narı bu şekilde görünce çok şaşırdı ve vezire dönerek; “Bu Şii mezhebinin batıl olduğunu gösteren açık bir delildir. Senin Bahreyn Şiileri hakkında görüşün nedir?” dedi. Vezir; “Benim düşünceme göre; onları çağırmalı ve bir meclis kurmalıyız. Onlar da gelsinler. Sonra bu narı onlara gösterelim. Eğer kabul ederlerse Şii mezhebinden dönerler. Kabul etmezlerse üç şey üzerinde seçim hakkı tanırız. Ya ikna edici bir delil getirirler veya cizye[84] verirler. Ya da erkeklerini öldürürüz. Çocuk ve kadınlarını esir alırız. Mallarına ganimet olarak el koyarız.”
Hükümdar, vezirin önerisini kabul edip Şii âlimlerini davet etti. Narı onlara gösterdi ve şöyle dedi; “Eğer bu nar için açık bir delil getirmezseniz sizleri öldüreceğim. Çocuk ve kadınlarınızı esir alacağım veya cizye ödemelisiniz.” Şii âlimleri, kendilerine üç gün mühlet vermesini istediler. Şii âlimleri, kendi aralarında yaptıkları uzun konuşmalardan ve meşveretlerden sonra aralarından on Salih ve takvalı insan seçtiler. Ve on kişi arasından da üç kişiyi seçtiler. Üç kişiden birine şöyle dediler; “Sen bu akşam sahraya git. İmamı Zaman’a (a.f) tevessül et. Ondan, bu çıkmazdan ve musibetten bizi kurtarmasını iste. Ve bu sorunun cevabını söylemesini dile. Zira O, İmam ve bizim sahibimizdir.”
O adam da aynısını yerine getirdi. Fakat İmamı ziyaret etmeye muvaffak olamadı. İkinci gece, ikinci adamı gönderdiler, o da her hangi bir cevap alamadan döndü. Son gecede Muhammed b. İsa’yı gönderdiler. O sahraya gitti. Ağlayıp sızlayarak imamdan yardım etmesini diledi. Gecenin sonlarına doğru birisinin kendisine şöyle dediğini duydu: “Ey Muhammed b. İsa niçin seni bu halde görüyorum? Niçin sahraya gelmişsin?” Muhammed b. İsa, adamdan onu kendi haline bırakmasını istedi. O adam; “Ey Muhammed b. İsa! Benim, Sahib-i Zaman, ne istediğini bana söyle!” dedi. Muhammed b. İsa şöyle dedi: “Eğer sen Sahib-i Zaman isen ihtiyacımı biliyorsun demektir. Benim dememe gerek yok.” “Evet, doğru diyorsun. Sen, size ulaşan bir musibetten dolayı buraya geldin.” Muhammed b. İsa; “Evet siz bizim başımıza ne kadar büyük bir bela geldiğini biliyorsunuz. Siz bizim imamımız ve tek sığınağımızsınız.” diye arz etti. Hazret; “Muhammed b. İsa! Vezirin evinin önünde bir nar ağacı vardır. Nar ağacı yeni nar verdiği zaman, çamurdan nar şeklinde bir kalıp yaptı. Onu ikiye böldü ve içine o cümleleri yazdı ve sonra kalıptan küçük olan narın üzerini bu kalıpla örttü. Nar bu kalıbın içinde büyüdü. O yazılarda narın üzerine tabiî bir şekildeymiş gibi çıktı. Yarın hükümdarın yanına gidip, “Ben vezirin evinde bu sorunun cevabını sana veririm.” dersin. Vezirin evine gittiğinizde vezirden önce filan odaya git. Beyaz bir parça göreceksin. Kalıp o parçanın içindedir. Onu hükümdara göster. Daha sonra hükümdara “Bizim diğer mucizemiz de bu narı ikiye böldüğünüzde içinden duman ve külden başka bir şey çıkmayacak olmasıdır.” diye söyle.”
Muhammed b. İsa bu sözlerden sonra çok sevindi. Şiilerin yanına geri geldi. Daha sonra hükümdarın yanına gittiler ve İmam-ı Zaman’ın (a.f) buyurduğu her şeyi hükümdara anlattılar ve gerçek su yüzüne çıktı.
Bahreyn hükümdarı bu mucizeyi gördükten sonra Şiilik mezhebini seçti ve hilekâr vezirinin öldürülmesini emretti.[85]

Kendini Yetiştirmek
Kur-ânı Kerim şöyle buyurmaktadır:
“Ve de ki: Yapın yapacağınızı, muhakkak yaptıklarınızı Allah da görür, Peygamberi de, iman edenler de (müminlerde)”[86]
Rivayetlerde, ayeti kerimede bulunan müminlerden maksadın masum imamlar (s.a) olduğu nakledilmiştir.[87] Bu anlamda insanların ameli imamı Zaman’a (a.f) sunulmaktadır. Yüce imam (a.f) gaybet perdesinin arkasında işleri görüp gözetmektedir. Bu inanç insanın iyi bir şekilde terbiye olmasında önemli bir faktördür.
Bundan dolayı bu inanç; Şiilere işlerini düzeltmelerini mecbur kılmaktadır. Allah’ın hücceti ve iyiliklerin imamı (a.f) karşısında kötülük ve günaha duçar olmaktan alıkoymaktadır. Elbette insanın, ne kadar ilahi pak kaynak ile irtibatı kuvvetli olursa, aynı oranda kalbi de temiz ve sefalı olur. Bu temizlik ve sefa; insanın davranışlarında ve sohbetlerinde kendini gösterir.

İlimsel ve Fikirsel Sığınak
Masum önderler (s.a) toplumun gerçek öğretmeleridirler. İnsanlar, her zaman bu yüce şahsiyetlerin (s.a) ter temiz maariflerinden faydalanmışlardır. Gaybet döneminde, bütün alanlarda direkt olarak İmam-ı Asr’dan (a.f) yararlanmak mümkün olmasa da, ilahî ilim madeni olan Mehdi (a.f) çeşitli şekillerde Şiilerin ilimi ve fikiri sorunlarını çözmüştür. Gaybet-i Suğra döneminde, imam Mehdi (a.f) tarafından “Tevgiat” adıyla meşhur olan mektuplarla âlimlerin ve insanların birçoğuna cevap verilmiştir.[88]
Örnek olarak İmam-ı Asr (a.f), İshak b. Yakup’un mektubu ve sorularına şöyle cevap vermiştir:
“Allah seni hidayet etsin ve sabit kadem kılsın. Bizim hanedanı inkâr edenler ve amca çocuklarım hakkında soru sormuşsun. Bil ki! Allah ile hiç kimse arasında akrabalık bağı yoktur. Beni inkâr eden benden değildir. Onun sonu da Hz. Nuh’un (a.s) oğlu gibi olacaktır... Mallarınızı da tam olarak temizlemeden sizden kabul etmeyeceğiz...
Bizim için göndermiş olduğunuz malları temiz olduklarından dolayı kabul ediyoruz. Bizim malımızı helal bilip yiyen kimse, hiç şüphesiz ateş yemiştir... Benden faydalanmak ise bulutlar arkasında güneşten faydalanmak gibidir. Ben yeryüzündeki insanlar için bir sığınağım. Nitekim yıldızlar da gökyüzü ehli için bir sığınaktır. Size faydası olmayan şeyler hakkında da soru sormayınız. Öğrenilmesi istenmeyen şeyler hakkında kendinizi zahmete atmayın. Benim zuhurumun çabuk olması için çok dua edin. Çünkü bu sizin kurtuluşunuzdur. Selam olsun sana ey İshak b. Yakup! Selam olsun hidayet takipçilerine![89]
Gaybet-i Suğra döneminden sonra da Şii âlimleri defalarca ilimi ve fikiri sorularını imama (a.f) bildirmişler ve cevabını almışlardır.
Mukaddes Erdebilî’nin öğrencilerinden olan Mir Allâm şöyle diyor:
“Necef-i Eşref’te bir gece yarısı Hz. Ali’nin (a.s) mübarek türbesinin avlusunda idim. Birden birisinin Hareme[90] doğru gittiğini gördüm. Ona doğru yürüdüm, yaklaşınca Şeyh ve üstadım Molla Ahmet Mukaddes Erdebilî olduğunu gördüm. Beni görmemesi için saklandım.
Mutahhar Harem’e yaklaştı. Fakat kapı kapalıydı. Birden kapının açıldığını gördüm. İçeri girdi! Kısa bir süre sonra haremden çıktı ve Kufe’ye doğru gitmeye başladı.
Ben de onun arkasından beni görmeyeceği bir şekilde gidiyordum. Kufe mescidine girdi. Hz. Emirü’l-Müminin’in (a.s) kılıç darbesi aldığı mihraba yaklaşıp bir süre orda öylece bekledi. Sonra dönüp mescitten çıktı. Necef’e doğru gitmeye başladı. Ben de onu takip ediyordum. Sonunda Henane mescidine ulaştı. Birden elimde olmaksızın hapşırınca sesimi duydu. Dönüp bana baktı ve beni tanıdı. “Mir Allâm sen misin?” dedi. Evet dedim. “Burada ne yapıyorsun?” dedi. Ben de “Hz. Ali’nin (a.s) türbesine girdiğinizden beri sizinle birlikteyim. Bu kabrin sahibinin hürmetine, bu akşam ki gördüğüm bu olayların açıklamasını bana anlatınız!” dedim.
“Bir şartla anlatırım, ben hayatta olduğum sürece hiç kimseye anlatmayacaksın” dedi. Ben, bu konuda ona söz verdikten sonra şöyle buyurdu: “Bazen, bir takım konuları çözmekte zorlanıyorum. Bu soruların çözümü için Emirü’l-Müminin’e (s.a) tevessül ediyorum. Bu akşam da bir meseleyi çözmekte zorlandım. Devamlı düşünüyordum. Birden içime tekrar hazretin huzuruna gidip soruyu ona sorma fikri geldi.
Hareme ulaştığım zaman senin de gördüğün gibi kapı kendiliğinden yüzüme açıldı ve içeri girdim. Yüce Allah’a bu sorunun cevabını hazretten (s.a) almak için yalvardım. Ansızın mutahhar kabirden şöyle bir ses duydum; “Küfe mescidine git ve Kaim’den (a.f) sor. Zira O, senin zamanının imamıdır. Sonra (Küfe mescidinin) mihrabına yaklaştım. İmama (a.f) sordum ve cevabını aldım. Şimdi de evime gidiyorum.”[91]

Manevi Hidayet ve Ruhani Nüfuz
Allah’ın hücceti ve imamı, insanları hidayet etmek ile görevlidir. Hidayet nurunu kabul edebilecek kapasiteye sahip olan insanlara öncülük etmektedir.
Vazifesini yerine getirmek için, bazen insanlar ile perdesiz direkt olarak irtibat kurmaktadır. Hayat veren davranışları ve sözleriyle, insanlara saadet ve kurtuluş yolunu göstermektedir.
Bazen de ilahî gizli güç olan velayet gücünden faydalanarak insanların kalpleri üzerinde tesir etmektedir. Özel bir lütuf ve teveccühle; layık olan kalpleri iyiliklere ve güzelliklere, rüşt ve kemal yoluna yönlendirmektedir. Bu bölümde imamın zahir olup direkt irtibat içinde bulunmasına gerek yoktur.
Zira hidayetleri; manevi yollar ile kurduğu irtibatlarla gerçekleşmektedir. Hz. Ali (a.s) bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ım! Yeryüzündeki insanları senin dinine yönlendiren bir hüccetinin olmasından başka bir çare yoktur... Ve zahiri vücudu insanlardan gizlenmiş dahi olsa, hiç şüphesiz öğretileri, adap ve usulleri müminlerin kalplerindedir. Onlar, bunlara göre amel ederler...”[92]
Kayıp imam, bu tür hidayetlerle, evrensel kıyam ve inkılâbı için güç toplamaktadır. Bu tür eğitime layık olan insanlar, imamın özel eğitimi altında, onun safında savaşmaya hazırlanıyorlar. Bu, imamın bereketli varlığından dolayı gerçekleşen programlardan birisidir.

Belalardan Korunmak
Hiç şüphesiz emniyet; yaşamın en temel konularından birisidir. Âlemde gerçekleşen çeşitli olaylar ve hadiseler, varlıkların doğal hayatını yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmışlardır.
Doğal belaları, maddî olanak ve araç gereçler ile kontrol etmek mümkün olsa da; manevi etkenlerin de bu konuda derin tesirleri bulunmaktadır. Önderlerimizin rivayetlerinde, Allah’ın hücceti ve imamı; varlık âleminin genel yasaları çerçevesinde, yeryüzünün ve yeryüzü halkının emniyet faktörü olarak bildirilmiştir
İmam Mehdi (a.f) bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Ben yeryüzü ehli için güvenceyim.”[93]
İmamın varlığı ve mübarek vücudu; insanların yapmış oldukları günahlar ve çıkardıkları fesatlardan dolayı, ilahî azaplara duçar olmalarına ve yeryüzü ehlinin hayatlarına tamamen son verilmesini engel olmaktadır.
Kurân-ı Kerim bu konu hakkında İslam Peygamberine (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Sen, onların içinde oldukça onlara azap etmez...”[94]
Hazreti Veliyi Asr (a.f) yüce Allah’ın rahmet ve şefkat mazharıdır. Özel teveccüh ve koruması ile büyük belaları, Müminlerin toplumundan uzaklaştırmaktadır. Müminler çoğu zamanlar O’nun (a.f) bu lütuf ve kerametinden gaflet etseler ve başlarının üstündeki bu yardım elini tanımasalar bile...!
Hz. İmam Mehdi (a.f), kendisini tanıtırken şöyle buyurmaktadır:
“Ben, vasilerin sonuncusuyum. Belalar, benim varlığımdan dolayı ailemden ve takipçilerimden uzaklaştırılır.”[95]

Rahmet Yağmuru
İnsanların büyük kurtarıcısı, Müslümanların arzularının kıblesi ve müminlerin kalplerinin maşuku her zaman halkı görüp gözetmektedir. Şefkat güneşinin gaybete çekilmesi; âşıklarına hayat ve güç veren teveccühünün yansımasına, kerem ve yücelik sofrasına misafir etmesine engel değildir.
Nurlu ve şefkatli güneş misali gibi olan Mehdi (a.f) her zaman takipçilerinin dertleri ile dertlenmektedir. Kendisinden yardım dileyenleri cevapsız bırakmamaktadır.
Bazen hastaların başucuna gelmekte ve şifa veren ellerini onların başına sürmektedir.
Bazen çöllerde kaybolanlara yardım etmektedir.
Bazen de çaresiz, dermansız, kimsesiz ve yaversiz kalanlar için bir yol gösterici ve bir hidayet edici olmaktadır.
Ümitsizlik soğukları içindeyken, kalplere beklentisiyle ümit sıcaklığını bağışlamaktadır. O, Allah’ın rahmet yağmurudur.
Bütün hallerde, çorak ve kurumuş çöl misali olan canlara rahmet damlalarını yağdırmaktadır. mümünlere duası ile mutluluk ve sevinci armağan etmektedir. O değerli dost; seccade ile bütünleşmiş mübarek ellerini Allah’a kaldırarak senin ve benim için şöyle dua etmektedir:
“Ey nurun aydınlığı! Ey işleri tedbir eden! Ey ölüleri dirilten! Muhammed ve O’nun Âl-i’ne salavat gönder. Benim ve takipçilerim için, zorluklar içinde bir kurtuluş ve hüznümüzde bir çare yolu karar kıl. Hidayet yolunu bize genişlet. Kurtuluş yolunu yüzümüze aç. Kendine layık olduğu bir şekilde bize davran, ey kerim!”[96]
Yukarıda anlattıklarımızın hepsi, imamın -gaybette olsa da- mübarek varlığının tesirlerini ve onun ile direkt olarak irtibat içinde olmanın mümkün olabileceğini göstermektedir.
Böyle bir liyakate sahip olan kimseler, Allah hücceti (a.f) ile birlikte olup bir mecliste oturmanın tadına varmışlardır.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
YAR İLE GÖRÜŞME
Gaybet döneminin en zor ve en acı yanı; takipçilerin, Yusuf misali benzersiz yarlarının ve imamlarının cemalini görmekten mahrum kalmalarıdır.
Gaybet döneminin başlamasıyla zuhuru bekleyen âşıkların kalpleri; hiç bitmeyen fazilet güneşinin, dertler sahibinin ve imamlarının mübarek yüzünü görme aşkı ile alevlenmeye başladı.
Ayrılık acısından dolayı feryat ettiler. Elbette Gaybet-i Suğra dönemindeki müminler, İmam-ı Asr’ın (a.f) özel naipleri vesilesiyle imam ile irtibat içinde idiler. Müminlerden bazıları da hazretin huzuruna varma şerefine nail olmuşlardır. Bu konu hakkında da birçok rivayet nakledilmiştir.
Fakat imamın tamamen kayıp olduğu dönem olan Gaybet-i Kübra zamanında bu irtibat kesildi. İmamla (a.f) normal şartlarda ve özel şahıslar kanalı vesilesiyle görüşme imkânı bitti.
Ancak birçok âlim, Gaybet-i Kübra döneminde de parlayan güneş ile görüşme imkânının olduğuna ve bunun defalarca da gerçekleştiğine inanmışlardır.
Allame Bahru’l-Ulum, Mukaddes Erdebilî, Seyit b. Tavus gibi büyük âlimlerin; Mehdi (a.f) ile görüşmeleri meşhur ve bilinen olaylardandır. Nitekim bu mülakat ve görüşmeler büyük âlimlerin kitaplarında da nakledilmiştir.[97]
İmam-ı Zaman (a.f) ile görüşme hakkındaki birkaç nükteye dikkatinizi çekmek istiyoruz:
Birinci nükte: İmam Mehdi (a.f) ile görüşmek; bazen insanların zor ve çaresiz kaldıkları anlarda gerçekleşir. Bazen de çaresizlik gibi bir konuları olmaksızın normal durumlarında gerçekleşir.
Daha açık bir şekilde beyan edecek olursak, İmam-ı Zaman (a.f) ile görüşmek; insanların zorluklarla karşı karşıya kaldıkları ve kimsesizlik hissettikleri bir anda imamın yardım ederek ellerinden tutmasıyla gerçekleşir.
Örnek olarak, birçok insan Allahın evini ziyarete giderken yolda kaybolmalarından dolayı; İmamın (a.f) kendisi veya dostlarından birisi tarafından, avarelikten kurtarılmışlardır. Birçok görüşme ve mülakat bu şekilde gerçekleşmiştir.
Fakat bazen ise görüşme; çaresizlik gibi bir durum olmaksızın gerçekleşmektedir. Bu görüşme türü, imam ile görüşen kimsenin özel manevi makamından dolayı olmaktadır. Bundan dolayı böyle insanlar, imamın huzuruna varma saadetine erişmişlerdir.
Yukarıdaki zikrettiğimiz nükteyi göz önünde bulundurarak, İmam Mehdi (a.f) ile görüştüğünü iddia eden herkesin iddiasını kabul etmemek gerektiğini bilmek gerekir.
İkinci Nükte: Gaybet-i Kübra dönemi içinde ve özellikle bizim bulunduğumuz zamanda bazı kimseler; makam, mal ve taraftar toplamak amacıyla İmam-ı Zaman (a.f) ile görüştüklerini iddia etmektedirler.
Bu bakımdan birçok insanı, kendilerinin sahip olduğu sapık yol ve itikada yönlendirmektedirler. Sonunda da batıl amellere sürüklemektedirler.
Böyle çıkarcı insanlar; bazı duaları okumayı, bazı amelleri yerine getirmeyi ve sahih bir içeriği olmayan bazı toplantılara katılmayı tavsiye ederek İmam Mehdi (a.f) ile görüşme vaadinde bulunmaktadırlar.
Böylelikle kayıp imam (a.f) ile görüşmeyi basite indirgemektedirler. Çok basit bir olaymış gibi herkesin imamla rahat bir şekilde görüşebileceğini lanse etmektedirler. Hiç şüphesiz imam Mehdi (a.f) Allah’ın iradesiyle tam ve kâmil bir gaybet içindedir. Bundan dolayı bu olay; kurtuluşları, imamla direkt olarak görüşmeye bağlı olan ve başka çareleri kalmayan sayılı kimseler için gerçekleşmektedir.
Üçüncü Nükte: İmam Mehdi (a.f) ile görüşme; sadece ve sadece hazretin uygun görmesiyle gerçekleşmektedir. Bundan dolayı âşık bir insan imam ile görüşme arzusu birçok zahmetten sonra imam (a.f) ile görüşemezse asla ümitsizliğe kapılmamalıdır. Bunu, imamın (a.f) ilgisiz davranması olarak da yorumlamamalıdır. Aynı şekilde Hazret ile görüşme şerefine eren insanların görüşmeleri de; takvalarının ve faziletlerinin kemaline erdiğinin göstergesi değildir.

Sözün özü şudur;
İmam-ı Asr’ın (a.f) mübarek nurlu cemalini görmek ve onunla konuşmak büyük saadet ise de; İmamlarımız (a.s) ve özellikle Hz. Veliyi Asr (a.f), takipçilerinden kendi zamanlarının imamları ile görüşme peşine düşmemelerini ve bunun için çileye girmemelerini[98] istemişlerdir.
Masum imamların (s.a) sözlerinden genel olarak şöyle anlaşılmaktadır:
müminler; her zaman İmam Mehdi’yi (a.f) hatırlamalıdırlar. Zuhuru için dua etmelidirler. Onun hoşnutluğunu kazanmak için güzel sözlü ve amelli olmalıdırlar. Hazretin hedefleri doğrultusunda hareket etmelidirler. Böyle olurlarsa, beşeriyetin ümidi Mehdi’nin (a.f) zuhur ortamı daha hızlı bir şekilde hazırlanacaktır. Dolayısıyla âlem O, yüce zattan (a.f) direkt olarak faydalanacaktır.
İmam Mehdi (a.f) bu konu hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Kurtuluş için çok duada bulunun. Çünkü bu, sizin kurtuluşunuzdur.”[99]
Burada, kendi zamanının imanlı insanlarından biri olan merhum Hacı Ali Bağdadî’nin İmam-ı Zaman ile görüştüğü tatlı olayı aktarmak uygun olacaktır. Fakat kitabın hacmini göz önünde bulundurarak bazı yerleri aktarmaktan kaçınıp önemli nüktelere dikkat çekmek ile yetineceğiz:
Takvalı bir insan olan Hacı Ali, her zaman Bağdat’tan Kazimeyn’e gidip, iki yüce imamı; Hz. Cevat ve Hz. Kazım’ı (a.s) ziyaret ederdi. O, şöyle anlatıyor:
“Bir miktar mal ve humus borçlu idim. Bunun için Necef-i Eşref’e gittim. Bu mallardanbir miktarını takvalı ve imanlı bir fakih olan Şeyh Ensarî’ye (r.a), bir miktarını da Ayetullah Şeyh Muhammed Hasan Şerugî’ye (r.a) verdim. Boynumda kalanbir miktarı da Bağdat’a dönerken Ayetullah Âl-i Yasin’e (r.a) vermeye karar verdim. Perşembe günü Bağdat’a döndüm. Önce Kazimeyn’e gittim ve iki imamı (a.s) ziyaret ettim. Sonra Ayetullah Âl-i Yasin’in (r.a) evine gittim. Şer’i borcum olan diğer parayı da ona takdim ettim. Diğer kalan borcumu da yavaş yavaş ona veya müstahak olduğuna inandığım birisine vermek için izin istedim. Ayetullah Âl-i Yasin (r.a) yanında kalmam için ısrar etti. Fakat önemli işlerim olduğundan dolayı kalamayacağımı söyleyerek özür dileyip çıktım. Bağdat’a doğru yola koyuldum. Yolun üçte birinde iken değerli ve vakarlı bir seyit ile karşılaştım. Yeşil bir sarığı ve yanağında siyah bir ben vardı. Ziyaret için Kazimeyn’e gidiyordu. Yanıma geldi ve selam verdi. Çok sıcak bir şekilde bana el verip bağrına bastı. Bana hoş geldin dedikten sonra şöyle buyurdu:
“Hayırdır nereye gidiyorsun?”
“Ziyaretten dönüyorum ve Bağdat’a gidiyorum.” dedim.
“Bu gece Cuma gecesidir. Kazimeyn’e dön. (Bu akşam orda kal.)” dedi.
“Kalamam.” dedim.
“Kalabilirsin. Senin, ceddim Emirü’l-Müminin’in (s.a) ve bizim dostlarımızdan olduğuna şahitlik etmem için dön. Şeyh’te şahidin olsun. Allah şöyle buyurmaktadır: “İki kişiyi şahit yapın.” dedi.[100]
Hacı Ali Bağdadî şöyle devam ediyor:
“Ben, bundan önce Şeyh Âl-i Yasin’den, benim hakkımda, Peygamber’in (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’inin (a.s) dostlarından olduğuma dair bir mektup yazmasını istemiştim. Bu mektubu kefenimin içine bırakmak istiyordum. Seyide; “Beni nereden tanıyorsun ve bana nasıl şahitlik yapacaksın?” diye sordum.
“İnsan, hakkını tam olarak veren birini nasıl tanımaz?”diye buyurdu.
“Hangi hakkı?” dedim.
“Vekilime verdiğin hakkı.” diye buyurdu.
“Sizin vekiliniz kimdir?” diye sordum.
“Şeyh Muhammed Hasan” diye buyurdu.
“ O, sizin vekiliniz mi?” diye sordum.
“Evet.” dedi.
Onun konuşmalarından dolayı şaşırmıştım. İkimiz arasında benim unutmuş olabileceğim geçmişe dayanan bir dostluğumuzun olduğunu zannettim. Zira ilk karşılaştığımız zaman beni ismimle çağırmıştı. Borcum olan humusun bir miktarını Peygamber (s.a.a) evladı ve seyit olmasından dolayı ona vermemi istediğini zannetmiştim.
Bundan dolayı “Peygamber evlatlarının hakkından bir miktar yanımda para var. İstediğim yerde harcamak içinde izin aldım.” Dediğim zaman tebessüm etti ve şöyle buyurdu:
“Evet, bizim hakkımızın bir miktarını Necef’te ödedin.”
Acaba benim bu amelim Allah katında kabul oldu mu? Diye sordum.
“Evet” dedi.
Birden kendime geldim, bu seyit asrımızın en büyük âlimine benim vekilim diyor. Fakat kafam karıştı ve yine konuyu unuttum.
Efendim! “Kim, Cuma akşamı İmam Hüseyin’i (a.s) ziyaret ederse Allah’ın azabına karşı güven içinde olacaktır.” diyorlar, bu doğru mudur? Diye sordum.
“Evet.” Dedi. Aynı zamanda da gözleri doldu ve ağlamaya başladı.
Kısa bir zaman sonra yollardan ve caddelerden geçmeden mutahhar Kazimeyn türbesinde olduğumuzu gördüm. Giriş kapısının yanında durdum.
“ Ziyaret duasını oku.” dedi.
“Efendim ben iyi okuyamam.” dedim.
“ İstersen ben okuyayım, sen de bana eşlik et.” dedi.
“Olur.” dedim.
O, okumaya başladı. Peygamber’e (s.a.a) ve imamların (s.a) hepsine tek tek selam gönderdi. İmam Hasan Askeri’nin (s.a) mübarek ismine ulaşınca, bana döndü ve “Zamanın imamını tanıyor musun?” dedi.
“Nasıl tanımam.” dedim.
“Öyleyse ona selam gönder.” dedi.
Ben de “Selam olsun sana ey Allah’ın hücceti! Ey zamanın sahibi! Ey Hasan’ın oğlu!” dedim.
Tebessüm etti ve “Aleykum selam ve rahmetullah ve berakatuhu” dedi.
Sonra türbenin içine girdik. Kabri öptüm.
“ Ziyaret duasını oku.” dedi.
“ Efendim ben iyi okuyamam.” dedim.
“ Senin için okumamı ister misin?” dedi.
“ Evet.” dedim.
Meşhur “Eminullah” ziyaret duasını okumaya başladı.
“Bu akşam ceddim Hüseyin’i (a.s) ziyaret etmek ister misin?” dedi.
“Evet, bu akşam Cuma akşamıdır. İmam Hüseyin’in (a.s) ziyaret akşamıdır.” dedim.
O da meşhur imam Hüseyin (a.s) ziyaret duasını okudu. Akşam namazı vakti olmuştu.
Bana” Namazı cemaat ile kılalım.” dedi.
Namaz bittikten sonra, o yüce insan gözümden kayboldu. Ne kadar aradıysam da bir daha asla göremedim.
Yavaş yavaş kendime gelmeye başlamıştım. Seyidin beni ismim ile çağırdığını hatırlamıştım. Kazimeyn’e gitmek istemememe rağmen, oraya gitmiştim. Büyük fakihleri ve âlimleri kendi vekili olarak tanıtmıştı. Sonra da birden gözden kaybolmuştu. Bunları düşündükten sonra, O seyidin Hz. Veliyi Asr (a.f) olduğunu anladım. Ancak tanıma konusunda geç kalmıştım...[101]

BEŞİNCİ BÖLÜM
ÖMRÜN UZUN OLMASI
İmam Mehdi’nin (a.f) yaşamı ile ilgili konulardan birisi de ömrünün uzun olmasıdır. Bazıları “Nasıl olur da insan ömrü bu kadar uzun olabilir?” diye sorabilirler.[102]
Bu sorunun sebebi, şu anki yaşadığımız dünyada normal olarak insan ömrünün kısıtlı olmasından dolayıdır. Günümüzde normal bir insanın ömrü 60 ya da 80 veya 100’dür.[103]
Bazıları bu kısa ömürleri görünce, bir insanın bu kadar uzun ömürlü olmasını kabul etmeyerek uzak bir ihtimal olarak değerlendirebilir. Fakat günümüzde, insanın uzun ömürlü yaşayabilmesinin aklî ve ilmî olarak mümkün dışı bir şey olmadığı ispat edilmiştir. Bilim adamları insan bedenini inceleyerek insanın çok uzun müddet, ihtiyarlamadan ve bedenini yıpratmadan yaşayabileceğini keşfetmişlerdir.
Bernard Shaw şöyle diyor:
“Bütün biyologların kabul ettiği temel yasalardan birisi şudur;
İnsan ömrü için bir sınır belirlemek mümkün değildir. Hatta uzun ömürlü yaşamanın da bir sınırı yoktur.”[104]
Profesör Etengar şöyle yazıyor:
“Benim görüşüme göre; teknolojinin ve bizim başlattığımız bilimsel işlerin ilerlemesiyle yirmi birinci yüzyıl insanı binlerce yıl yaşayabilecektir.”[105]
Bundan dolayı bilim adamlarının ve bilginlerin, yaşlanmanın önünü alarak insanların uzun ömürlü yaşayabilmelerini sağlamak için yapmış oldukları çalışmalar, böyle bir şeyin mümkün olabileceğini göstermektedir. Bu alanda da önemli adımlar atılmıştır.
Günümüzde dünyanın birçok köşesinde güzel tabiat ve hava şartları altında bulunarak, sağlıklı beslenerek ve düzenli beden eğitimi yaparak uzun bir ömre sahip olan insanların sayısı da az değildir. Bu insanlar, yüz veya yüz elli yaşına kadar, hatta bazen de daha fazla yaşamaktadırlar.
Bundan daha önemli olan geçmiş tarihlerde uzun ömürlü insanların var olduklarını bilmemizdir. İlahi kitaplar ve tarih kitaplarında bu gibi insanlar isimleriyle birlikte açıklanmış ve bibliyografileri nakledilmiştir. Geçmişteki insanlar günümüzdeki insanlardan çok daha fazla yaşamışlardır.
Bu konuda birçok kitap ve makale yazılmıştır. Bunlardan bir kaçını numune olarak aşağıda zikrediyoruz:
1- Kur’an-ı Kerim’de insanın uzun ömürlü yaşamasıyla birlikte ebedi yaşayabileceğini bildiren ayetler de vardır. Bu ayet Hz. Yunus (a.s) hakkındadır. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Eğer (Yunus) çok tespih edenlerden olmasaydı, yeniden dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.”[106]
Bundan dolayı ayeti kerimede, biyologların ebedi yaşam olarak adlandırdıkları (Hz. Yunus’un (a.s) asrından insanların yeniden dirileceği güne kadar olan), çok uzun yaşama işaret edilmiştir. Ayette böyle bir yaşamın insanlar ve balıklar için mümkün olduğu görülmektedir.[107]

Kaynaklar
----------------------------------------
[59]- Gaybet-i Numani, bab.10, h.3, s.146
[60]- Biharu’l-Envar, c.52, bab.23, s.152
[61]- Kur-ân-ı Kerim, bir çok ayette İlahi sünnetler hakkında beyanda bulunmuştur. Örneğin Fetih.23... Bu ayetlerden şu anlaşılmaktadır; İlahi sünnetler ile maksat olunan şey; sabit, değişmez ve esaslı kanunlardır. Bu yasalar, hiçbir zaman değişikliğe uğramazlar. Bu kanunlar, geçmiş ümmetlere hâkim oldukları gibi günümüzdeki kavimlere de hâkimdirler. Aynı şekilde gelecekte de önceki dönemlerdeki gibi olacaktırlar. (Tefsir-i Numune, c.17, s.435, kısaltılarak)
[62]- Kemaluddin, c.1, bab. 1’dan 7’ye kadar, s.245’den 300’e kadar
[63]- Biharu’l-Envar, c.52, h.3, s.90
[64]- Muntahabu’l-Eser, fasıl.2, bab.26–29, s.312’den 340’a kadar
[65]- Kemaluddin, c.1, bab.25, h.4, s.536
[66]- Kemaluddin, c.2, bab.44, h.11, s.204
[67]- İlelu’ş-Şerai, s.244, bab.179
[68]- Kemaluddin, c.2, bab.44, h.4,s.232
[69]- Gaybet-i Tusi, fasıl.5, h.284, s.237
[70]- Kemaluddin, c.2, bab.44,h.7, s.233
[71]- İmam Mehdi’nin (a.f) mektubunun metni -“Tevgiât” ismiyle meşhurdur.- Şii kitaplarında mevcuttur. Örnek olarak; Biharu’l-Envar c.53, bab.31, s.150 -197’ye müracaat edebilirsiniz.
[72]- Gaybet-i Tusî, fasıl. 6, h.319, s.357
[73]- Gaybet-i Tusî, fasıl.6, h.317, s.355
[74]- Gaybet-i Tusî, fasıl.6, h.365, s.395
[75]- Kemaluddin, c.2, bab.45, h.3, s.236
[76]- İhticac, c.1, h.11, s.15
[77]- İhticac, c.2, s.511
[78]- Usul-u Kafi, c.1, s.201
[79]- Mefatihi’l-Cinan. Ziyaret-i Camia-i Kebire. Bu ziyaret İmam Hadi’den (a.s) nakledilmiştir. Senet ve metin olarak çok güvenilirdir. Şii âlimlerinin, bu ziyaret duasına çok özel bir ilgileri bulunmaktadır.
[80]- İhticac, c.2, s.344, s.542
[81]-Mefatihi’l-Cinan, Adile duası.
[82]- İhticac, c.2, ş.359, s.598
[83]-Nasibi; Ehl-i Beyt (a.s) ve özellikle Hz. Ali’ye (a.s) düşman olan kimsedir.
[84]- Cizye; Müslüman olmayanlardan, İslam hükümeti içinde yaşamalarından dolayı alınan paradır. Bunun karşılığında emniyet içinde olmaları, İslam devletinin imkânlarından yararlanmalarına izin verilir.
[85]- Biharu’l-Envar, c.52, s.178
[86]- Tevbe, 105
[87]- Kafi, c.1, Amellerin Sunulması babı, s.171
[88]-Kemaluddin, c.2, bab. 45, s.235-286
[89]- Kemaluddin, c.2, bab. 45, h.4, s.237
[90]- Harem; Türbeye, kabir ve mezarın bulunduğu yere denir.
[91]- Biharu’l-Envar, c.52, s.174
[92]- İsbatu’l-Hudat, c.3, h.112, s.463
[93]- Kemaluddin, c.2, bab.45, h.4, s.239
[94]- Enfal, 33
[95]- Kemaluddin, c.2, bab.43, h.12, s.171
[96] - Muntahabu’l-Eser, fasıl. 10, bab7, ş. 6, s.658
[97]- Cennetü’l-Me’va ve En-Necmü’s-Sagib, Muhaddis Nuri’nin kitaplarına müracaat ediniz.
[98]- Çileye girmek: İnsanlardan uzaklaşarak, gizli kuytu bir yerde özel ibadet ve ameller ile meşgul olmaktır.
[99]- Kemaluddin, c.2, bab. 45, h.4, s.239
[100]- Bakara, 282
[101]- Biharu’l-Envar, c.53, s.315 ve en-Necmu’s-Sagib, 31. öykü.
[102]- Şu an 1425 h.k. yılındayız. İmam Mehdi’nin (a.f) doğum yılını 255 h.k kabul edecek olursa, şu an o hazret (a.f) 1170 yaşındadır.
[103]- Elbette günümüzde 100 yaşından fazla yaşayan insanlar da görülmektedir. Fakat bu gibi insanların sayısı oldukça azdır.
[104]- İmam-ı Zaman’ın (a.f) uzun ömürlü olmasının sırrı, Ali Ekber Mehdipur, s.13
[105]- Danişmend Dergisi, yıl.6, sayı.6, s.147
[106]- Saffat, 142 ve 143
[107]- Madagaskar sahillerinde dört yüz milyon yaşında bir balığın bulunması, balıkların bu şekil uzun ömürlü yaşabileceğini gösteren açık bir delildir. Keyhan, sayı. 6413, tarih. 22.08.43 tarihli sayısına müracaat ediniz.
2
MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ

2- Kur’an-ı Kerim Hz. Nuh (a.s) hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun ki, Nuh'u kendi kavmine gönderdik. O dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı.”[108]
Ayeti şerifte de yer aldığı gibi, dokuz yüz elli yıllık süre Hz. Nuh’un (a.s) Peygamberlik dönemidir. Bazı rivayetlerde Hz. Nuh’un ömrünün 2450 –iki bin dört yüz elli- yıl olduğunu nakledilmiştir.
İmam Zeynelabidin Seccat’tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
“İmam Mehdi’nin (a.f) özelliklerinden birisi de Hz. Nuh (a.s) gibi uzun ömürlü olmasıdır.”[109]
3- Kur’an-ı Kerim Hz. İsa (a.s) hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Bir de “Biz Allah'ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demeleridir. Oysa onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat öldürdükleri kimse, onlara İsa gibi gösterildi... Fakat Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah, azizdir (daima üstün), hikmet sahibidir.”[110]
Müslümanlar, Kur’an-ı Kerim ve rivayetler ışığında Hz. İsa’nın yaşadığına inanmaktadırlar. Göklerde bulunmaktadır. Hz. Mehdi (a.f) zuhur ettiğinde yeryüzüne gelip, hazretin yardımcılarından olacaktır.
İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Bizim Kaimimizle, dört Allah Resulü (s.a) arasında bir takım benzerlikler vardır... Hz. İsa (a.s) ile benzerliği halkın onun hakkındaki; “O yaşadığı halde, ölmüştür” demeleridir.”
Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra, İncil ve Tevrat’ta da uzun ömürlü yaşayan kimseler hakkında şöyle bulunmaktadır:
“Âdem dokuz yüz elli yıl yaşadıktan sonra öldü... “Enuş” dokuz yüz beş yıl yaşadı ve öldü... “Ginan” dokuz yüz on yıl yaşadı ve sonra öldü... “Metuşalih” de dokuz yüz altmış dokuz yıl yaşadı ve öldü...”[111]
Bu anlamda Tevrat açık bir şekilde (dokuz yüz yıldan daha fazla) uzun ömürlü insanların olduğunu itiraf etmektedir.
İncil’de de Hz. İsa’nın (a.s) asıldıktan sonra yaşadığını ve gökyüzüne çekildiğini bir gün yeryüzüne ineceğini açıklayan tabirler bulunmaktadır.[112] Hz. İsa’nın (a.s) iki bin yıldan daha fazla ömrü olduğu da kesindir.
Sunduğumuz bu açık delillerden sonra, Yahudi ve Hıristiyan dininin mensuplarının, Mukaddes kitaplarına olan itikatlarından dolayı insanların uzun ömürlü yaşayabileceklerine inanmaları gerekmektedir.
İlmî ve aklî olarak insan ömrünün uzun olabileceği konusunun kabul edilmesinin yanı sıra, tarihte de bunun birçok örneği bulunmaktadır. Aynı zamanda Allah’ın sonsuz gücü ve kudretiyle de böyle bir şeyin gerçekleşebileceğini ispat etmek mümkündür. Bütün ilahi din mensupları, şöyle inanmaktadırlar:
Âlemde bulunan bütün zerreler Allah’ın emri altındadır. Bütün illetler ve sebepler onun iradesine bağlıdır. Eğer Allah istemezse illetler ve sebeplerin hiçbir tesiri olmaz. Allah işlev gücünü onlardan alabilir. İlletsiz ve sebepsiz istediği her şeyi yaratır.
O, öyle bir Allah’tır ki dağın içinden deve çıkarabilir. Yakıcı ateşi İbrahim (a.s) için esenlik verici bir serinliğe çevirebilir. Denizi Musa (a.s) ve dostları için ikiye yarıp onları kurutabilir ve onların denizin ortasından geçmesini sağlayabilir![113]
Yukarıda sıfatlarını açıkladığımız bir olan Allah; enbiya vasilerinin sonuncusuna, kendi imamına, amellerin zirvesine, mümin insanların arzularını ve Kurân-ı Kerim’in vaat ettiği şeyleri gerçekleştirecek bir kurtarıcıya uzun ömür vermekten aciz mi kalacaktır?!!
İmam Hasan Mücteba (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Allah Onun (Mehdi’nin) ömrünü gaybet döneminde uzun edecektir. Sonra Allah kendi kudreti ile Onu (Mehdi -a.f-) kırk yaşından az bir genç simasıyla aşikâr edecektir. Böylelikle Allah’ın her şeye gücünün yettiğini göreceklerdir.”[114]
Bundan dolayı, on ikinci imam olan İmam Mehdi’nin (a.f) uzun ömürlü olması aklî, naklî ve tarihi kaynaklara göre mümkündür. Bunlardan daha önemlisi böyle bir şeyin gerçekleşmesi yüce Allah’ın güç ve iradesinin cilvelerinden olmasıdır.

ALTINCI BÖLÜM
KUTLU BEKLEYİŞ
Kara bulutlar güneşin önünü kapattıkları zaman; yeşillikler ve ovalar güneş ışınlarından mahrum kaldıkları zaman; güller ve çiçekler şefkat yağmuru yağmadığı için soldukları zaman; ne yapmak gerekir? Çare nedir?
Varlığın özü, güzelliklerin özeti ve iyiliklerin aynası yüzüne gaybet örtüsüyle örttüğü zaman; varlıklar onun lütfünden ve feyzinden nasipsiz kaldıkları zaman; ne yapmak gerek?
Bahçe gülleri, bahçıvanının yolunu gözlemektedir. Onun şefkat elinden hayat suyu içmek istemektedir. Âşıkların kalpleri ayrılıktan dolayı sızlamakta ve sabırsızlıkla onun yolunu gözlemektedir. Onun lütuf ve şefkat elini başlarına sürmelerini istemektedir. İşte “İntizar-Bekleyiş”’in şekillendiği nokta burasıdır. Evet, herkes mutluluğu, kurtuluşu ve sevinci getirmesi için onun gelmesini beklemektedir.
Eğer lezzetini tadacak kalpler ve güzelliğini görecek gözler olursa, gerçekten de bekleyiş ne kadar güzel ve ne kadar tatlıdır.

Bekleyişin Hakikati ve Makamı
Bekleyiş için birçok muhtelif manalar söylenmiştir. Bu kelimenin manası üzerinde dikkatlice düşünecek olursak, bekleyişin hakikatini daha iyi bir şekilde anlayabiliriz.
Bekleyiş; Gözün (bir şeyin gelmesini ve) yolcuyu gözlemesine denir. Bu bekleyiş; alt yapısına göre değer kazanır ve bazı neticeleri vardır. Sadece ruhî ve batini bir durum değildir. Bu inanç; içerden dışarıya çıkarak hareketi, girişimi ve aktifliği yaratır. Bundan dolayı, rivayetlerde Mehdi’nin (a.f) zuhurunu beklemek bir amel olarak hatta amellerin en iyisi olarak tanıtılmıştır. Bekleyiş, bekleyene şekil verir. İşlerine, çalışmalarına özel bir yön ve cihet kazandırır. Bu cihet; bekleyen kişinin, beklediği şeyin gerçekleşmesi ile son bulan bir yoldur.
Bundan dolayı “Bekleyiş” eli el üstüne koyarak oturmak ile uyuşmaz. Bekleyiş, insanın gözünü kapıya dikmesi ve hasret çekmesiyle de olmaz. Bekleyişin hakikatinde hareket, canlılık, heyecan ve yaratıcılık yatmaktadır.
Saygı değer bir konuk bekleyen kimse ne yapacağını bilmez. Sürekli çalışır çabalar. Etrafını ve çevresini konuk gelecek olmasından dolayı hazırlayarak engelleri kaldırır. Sözümüz; güzellikte ve kemalde sonu olmayan benzersiz bekleyiş hakkındadır. Bekleyiş; geçmiş tarihin hiçbir zamanının güzellikte ve mutlulukta kendisine benzemediği bir vakittir. Dünya, ömrü boyunca böyle bir güzelliği tatmamıştır. Bu rivayetlerde “Kurtuluşu Beklemek” olarak anılan İmam Mehdi’nin (a.f) Evrensel hükümetinin beklentisidir. Amellerin, ibadetlerin en hayırlısı olarak bildirilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, bütün amellerin kabulünün sebebi ve destekçisi olarak sayılmıştır.
Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Ümmetimin en iyi ameli, zuhuru beklemektir.”[115]
İmam Caferi Sadık (a.s) dostlarına şöyle buyurmuştur:
“Allah azze ve celle’nin onsuz hiçbir ameli kabul etmediği şeyi size bildireyim mi? dedi: ‘Evet buyurun.’ dediler. İmam (a.s) şöyle buyurdu: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in (s.a.a) onun kulu (ve resulü) olduğuna şahadet getirmektir. (Sonra) Allah’ın emrettiklerini ve biz Ehl-i Beyt’in (a.s) velâyetini kabul ettiğini söylemektir. (Sonra) Biz imamların düşmanlarından uzaklaşarak bize teslim olmaktır. Takva sahibi olmak ve Kaim’in (a.f) zuhurunu beklemektir.”[116]
Bundan dolayı “Zuhuru Beklemek” kendine has bir takım kuralları, şartları ve özellikleri olan bir bekleyiştir. Bu özelliklerin çok iyi bilinmesi gerekir. Böylelikle fazilet, eser, sır ve sınırlarının aşikâr olması gerekir.

Mehdi’yi(a.f)Beklemenin Özellikleri
“Bekleyiş” konusunun batını bir konu olduğunu söylemiştik. Bütün dinlerde ve kavimlerin hepsinde bekleyiş inancı vardır. Fakat insanların alışılmış yaşamlarında ve toplumda var olan normal bekleyişler; ne kadar büyük ve önemli olursa olsun, Allah tarafından vaat edilmiş evrensel bekleyiş karşısında küçük ve değersiz kalırlar. Çünkü Onun zuhurunu beklemenin bir takım has özellikleri vardır:
Hz. Mehdi (a.f) beklentisi, âlem yaratıldığı andan itibaren bulunmaktadır. Yani; geçmiş zamanlarda enbiya ve evliyalar onun zuhur edeceğinin müjdesini vermişlerdir.
Bütün imamlarımız (a.s) onun devletinin arzusu içinde olmuşlardır.
İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Eğer onun zamanında yaşasaydım ömrüm boyunca ona hizmet ederdim.”[117]
Mehdi’yi (a.f) beklemek, evrensel kurtarıcıyı ve ıslah ediciyi beklemektir. Evrensel adalet hükümetini beklemektir ve bütün güzelliklerin gerçeğe kavuşmasını beklemektir. Böyle bir bekleyişle, insanlar; temiz ilahi fıtratlarından kaynaklanan ve hiçbir zaman tam manada gerçekleşmeyen arzularına kavuşmak için, onun yolunu gözlemektedirler.
Mehdi (a.f); adaleti, maneviyatı, dostluğu, kardeşliği, barışı, dünyanın maddi ve manevi kalkınmasını, emniyeti, insan aklını ve ilmini tahminlerden uzak bir şekilde ilerlemesini gerçekleştirecek olan büyük kurtarıcıdır. Mehdi (a.f); sömürüyü, insanların köleleştirilmesini, her türlü zulmü yeryüzünden kaldıracak ve toplumları ahlaki bozukluklardan kurtaracak olan hâkim ve önderdir.
Mehdi’yi (a.f) beklemek; onun zuhurunun gerçekleşmesini sağlayacak ortamı hazırlamak demektir. Bu zuhur, bütün insanların ahir zamanın kurtarıcısını bekledikleri ve gelmesini arzu ettikleri bir anda gerçekleşecektir. O gelecektir. Dostları ve sevenlerinin yardımı ile bütün kötülüklerin karşısında kıyam edecektir. Bütün zorluklara mucizevî bir şekilde galip gelip işleri düzeltmeyecektir.
Mehdi’yi (a.f) beklemek; onu bekleyenlerin kalplerinde heyecan ve yardım aşkı yaratır. İnsana hüviyet ve hayat verir. Boşluktan ve hedefsizlikten kurtarır.
Yukarıdaki anlattıklarımız, tarihin bütün boyutlarına ve insanların kalplerine kök salmış olan bekleyişin bazı özellikleridir. Öteki bekleyişler, onun ayağının tozu kadar bile değere sahip değildir. Bundan dolayı İmam Mehdi’yi (a.f) beklemenin eserlerini ve boyutlarını tanımamız gerekir. Onu bekleyenlerin vazifelerine ve alacakları eşsiz mükâfatlara değinmemiz zorunludur.

Bekleyişin Boyutları
İnsan çeşitli açılardan farklı boyutlara sahiptir. Bir taraftan teorik ve pratik boyutu vardır. Başka bir taraftan da bireysel ve toplumsal boyutu vardır. Başka bir açıdan ise bedensel ve ruhsal boyutu bulunmaktadır. Hiç şüphesiz insan içinde olduğu bütün boyutlarda belli bir çerçeveye ve sınıra muhtaçtır. Bu sınırlar vesilesiyle; hayatın gerçek, sahih ve doğru yolunu bulmalıdır. Yanlış yollardan kaçınmalıdır. Sapık yolların kapılarını sonuna kadar kapamalıdır. İşte bu yol, bekleyişin ta kendisidir.
Evrensel vaat edilen kurtarıcıyı beklemek; onu bekleyenlerin hayatlarının bütün boyutlarını etkilemektedir.
Ameller ve davranışlarının temelini oluşturan fikirsel ve teorik boyutta; insan hayatının esasını oluşturan inançları bir sınır ve çizgiyle koruma altına almaktadır. Başka bir tabirle; doğru bir bekleyiş, bekleyenlerinden itikat ve inançlarını sağlamlaştırmalarını istemektedir. Böylelikle yanlış mezhep ve mekteplerin tuzaklarına düşmelerine engel olmakta veya İmam-ı Asr’ın (a.f) gaybetinin uzamasından dolayı ümitsizliğe kapılmalarını önlemektedir.
İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Bir zaman, insanların imamı kayıp olacaktır. Böyle bir zamanda bizim velayetimiz üzere sabit kalanlara ne mutlu.”[118]
Yani; gaybet döneminde düşmanlar çeşitli şüpheler yaratarak müminlerin sahih inançlarını yok etmeye çalışacaklardır. Fakat kalpleri imanla dolu insanlar, bekleyiş cephesinde yer alarak değer biçilmez inançlarını koruyacaklardır.
Pratik boyut olarak ise; bekleyiş, insanın bütün hal ve davranışına yön vermektedir. Bekleyen kimse, amel meydanında çalışıp çaba göstererek hak devletin zuhur ortamını hazırlamalıdır. Bundan dolayı bekleyen kimsenin, bu sahada kendisini yetiştirmesinin yanı sıra, toplumu da düzeltmeye çalışmalıdır.
Bireysel boyut olarak ise; bekleyiş, insanın ruhi dünyası için ahlaki faziletleri kazanma yoluna gitmesini sağlar. Nur cephesinin becerikli ve iş yapabilir bir bireyi olabilmesi için bedensel boyutuna dikkat etmesini sağlar.
İmam Caferi Sadık (a.s) bu konu hakkında şöyle buyurmuştur:
“Kaim’in (a.s) ashabından olmak isteyenler; onu beklemeli, takva ile amel etmeli ve iyi ahlak sahibi olmalıdırlar.”[119]
“Bekleyiş”’in özelliklerinden biri de insanı kendi dünyasının ötesine götürmesidir. Bekleyiş inancı, bekleyeni camia bireyleri ile tek tek irtibat içinde olmaya sürükler. Yani; bekleyiş, bekleyenin kendi yaşamı içinde olumlu etki yarattığı gibi, toplum ile olan ilişkisinde de olumlu etkiler yapar. Hak devletinin kurulması ve zuhurun gerçekleşmesi için, toplu bir hazırlık gerekmektedir. Bundan dolayı da herkes kendi gücü miktarınca toplumu ıslah edip düzeltmek için çalışmalıdır. İntizarı bekleyen kimse toplumsal olumsuzluklar karşısında sessiz ve lakayt kalamaz. Çünkü Evrensel ıslahçıyı bekleyen kimse, düşünce ve amel yolunda doğru ve ıslahatçı bir yöntem izlemektedir.
Uzun sözün kısası “Bekleyiş” bereketli bir akım olup, insanların bireysel ve toplumsal sahalarının her noktasında kendisini gösterir. Yaşamın bütün merhalelerinde, insan hayatına ilahi bir renk kazandırır. Acaba Allah’ın renginden daha güzel ve daha kalıcı bir renk olabilir mi?
Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
“Allah'ın verdiği renk. Allah'tan daha güzel renk veren kimdir?”[120]
Yukarıda yaptığımız açıklamaları göz önünde bulunduracak olursak, Evrensel ıslah ediciyi bekleyenlerin vazifesi “İlahi renge” bürünmekten başka bir şey değildir. Bekleyişin bereketi onların bireysel ve toplumsal hayatlarında cilve edecektir. Böyle bir bakış açısı ile olaya baktığımız zaman, böyle vazifeler biz bekleyenlerin omuzlarına ağırlık eden bir yük olmayacaktır. Aksine tatlı bir akım olarak hayatımızın bütün boyutuna mana ve hedef kazandıracaktır.
Hakikaten eğer şefkatli bir komutan ve dostluk kervanının önderi, seni liyakatli bir asker olarak iman çadırına çağırır ve senin hak cephesinde olmanı isterse, ne hissedersin? Sana görev vermeleri mi gerekir? Onu yap bunu yapma diye emir etmeleri mi gerekir? Yoksa sen, bekleyiş yolunu tanıdığın, bu yola âşık olduğun ve bunu hedef olarak bildiğin için kendin adım atan birisi mi olmak istersin? Bu ikisi arasında seçim hakkı sana aittir...

Bekleyenlerin Vazifeleri
Din önderlerinin rivayetlerinde zuhuru bekleyenler için birçok vazifeler beyan edilmiştir. Şimdi onlardan en önemlilerini açıklayacağız:

İmamı (a.f) Tanımak
Bekleyiş yolunu aşmak, bekleyen kişinin imamını tanımadan olması mümkün değildir. Bu saadet vadisinde de sabırlı, dirençli ve sabit olmanın tek yolu; vaat edilen önderi iyi, sahih ve doğru bir şekilde tanımaktan geçer. Bundan dolayı imamı (a.f) isim ve soy olarak tanımanın yanı sıra makamı, değeri ve önemini de bilmek gerekir.
İmam Hasan Askeri’nin (a.s) hizmetçilerinden olan Ebu Nasr, İmam Mehdi’nin (a.f) kayıp olmadan önce hazretin huzuruna gitmişti.
İmam Mehdi (a.f) ona “Beni tanıyor musun?” diye sordu.
“Evet, tanıyorum. Siz benim efendimsiniz. Efendimin oğlusunuz!” dedi.
İmam şöyle buyurdu: “Benim tanımak ile maksadım, bu tür tanımak değildi!!”
Ebu Nasr “Maksadınız nedir? Buyurun.” dedi.
İmam şöyle buyurdu:
“Ben Allah Peygamberinin (s.a.a) halifesiyim. Allah benim vücudumun hürmetine belaları hanedanımdan ve takipçilerimden uzaklaştırır.”[121]
Eğer bekleyen kişi imamını iyi tanıyabilirse, kendisini hak cephesinde görecek ve imamın çadırında hazretin yanında olduğunu ihsas edecektir. Bundan dolayı imama ait hak cephesinin güçlenmesi için hiçbir çalışmadan kaçınmayacaktır.
İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyuruyor:
“Kim, imamını tanır bir halde ölürse, zuhurun önce olması veya geç olması ona zarar vermez. Kim imamını tanır bir halde ölürse, imamın çadırında onunla birlikte olan kimse gibidir.”[122]
Masumların (a.s) sözlerinde, imamı tanıyabilmek için Allah’tan yardım istememiz emredilecek kadar büyük bir öneme sahip olduğu bildirilmiştir.
İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
İmam Mehdi’nin (a.f) uzun gaybet döneminde batıl olanlar (inanç ve dinlerinde) tereddüt ve şüphe ederler. İmamın (a.s) has ashabından olan Zurare; “Ben, eğer o zamana kadar yaşarsam ne yapayım?” diye arz edince, İmam Caferi Sadık (a.s) “Şu duayı oku.” diye buyurdu:
Allah’ım! Bana kendini tanıt. Doğrusu sen kendini bana tanıtmazsan, Peygamberini tanıyamam. Allah’ım! Bana peygamberini tanıt. Doğrusu sen bana Peygamberini tanıtmazsan, senin hüccetini (Hz Mehdi’yi -a.f-) tanıyamam. Allah’ım! Bana hüccetini tanıt. Doğrusu sen bana hüccetini tanıtmazsan, dinimden saparım.”[123]
Şu ana kadar yapmış olduğumuz açıklamalar imamın varlık âlemi içindeki makamıyla ilgili idi. [124]
O, Allah’ın hücceti, Peygamberin (s.a.a) halifesi ve bütün insanların imamıdır. Ona itaat etmek herkesin üzerine farzdır. Çünkü ona itaat Allah’a itaat etmek demektir.
İmamı tanımanın yollarından birisi de, imamın yaşantısını ve sıfatlarını tanımaktır.[125] Bu şekilde bir tanıyış, bekleyenlerin hayatlarında, konuşmalarında, hal ve hareketlerinde büyük tesirler bırakır. Hiç şüphesiz insan, Allah’ın hücceti olan imamın hayatının değişik boyutlarını, ne kadar iyi tanır ve bilirse, aynı oranda hayatında da etkisini görecektir.

Örnek Olarak Kabul Etmek
İmam (a.f) tanındıktan ve hazretin davranışlarını öğrendikten sonra, sıra bütün kemallerin tecelli ettiği imamı örnek olarak kabul edip, ona uymaya gelir.
Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Ehl-i Beyt’ten (a.s) olan Kaimimiz kıyam etmeden önce onu (makam açısından) tanıyanlara; ona ve ondan önceki imamlara uyanlara; onların düşmanlarından uzak olduğunu ilan edenlere ne mutlu. Onlar benim dostlarımdır. Benim katımda, ümmetimin içindeki en değerli kimselerdir.”[126]
Takvada, ibadette, sade yaşamada, cömertlikte, sabırda ve bütün ahlaki faziletlerde imamını takip eden kimse; ilahi rehber yanında çok yüce bir makama ve rütbeye sahip olacaktır. Onun huzuruna vardığında başı dik olacak ve iftihar edecektir.
Âlemin en güzel olayının oluşmasını arzulayarak bekleyen bir kimse; amellerini güzelliklerle süslemekten, çirkinlikleri uzaklaştırmaktan, bekleyiş içindeyken fikirlerini ve amellerini kontrol etmekten başka ne yapabilir? Aksi takdirde yavaş yavaş kötülüklerin tuzağına düşer. Maşuku ile arasındaki mesafe git gide açılır. İmam-ı Asr (a.f) böyle bir tehlikeden dolayı bizleri şöyle uyarmıştır:
“Kendilerinden beklemediğimiz ve beğenmediğimiz amellerinden bize ulaşan şeyler dışında hiçbir şey; bizi, Şiilerimizden ayırmamıştır.”[127]
Bekleyenlerin en son arzusu; Mehdi’nin (a.f) adalet hükümetinin kurulmasında bir pay sahibi olma ve son hak hüccet ile birlikte olup ona yardım etme şerefine ulaşmaktır. Acaba insanın, böyle bir saadete ulaşması için; kendini yetiştirmeden ve güzel ahlak ile süslenmeden başka çaresi var mıdır?
İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kaim’in (a.f) ashabından olmak isteyenler; onu beklemeli, takva ile amel etmeli ve iyi ahlak sahibi olmalıdırlar. İşte asıl bekleyen (muntazır) kimseler onlardır.”[128]
Bu arzunun gerçekleşmesi için yapılması gereken en iyi şey; örnek olan ve bütün güzelliklerin imamı yani; İmam Mehdi’yi (a.f) olgu ve örnek almaktır. Bu en güzel amel ve isabetli karardır.

İmamı(a.f)Hatırlamak
Bekleyen kimselere imamı tanıma ve ona uyma konusunda yardım eden şey; onları zuhuru bekleme konusunda sabit kılan şey; canlarının tabibi imam ile sürekli bir şekilde manevi birliktelik ve irtibat içinde olmalarıdır.
Ümmetin şefkatli imamı, her zaman ve her yerde Şiilerini görüp gözetlerken; ona âşık olanların dünya veya dünyada olan geçici lezzetler ile meşgul olmaları ve yüce imamı unutmaları doğru mudur?
Dostluğun gerektirdiği şey; insanların bütün durumlarda, sevdiklerini kendilerinden daha aziz ve değerli bilmeleridir. Dua için ellerini açtıkları zaman onunla duaya başlamalarıdır. Onun sağlığı, sıhhati ve zuhuru için dua etmeleridir. Aziz imam (a.f) bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Zuhurun çabuk olması için çok dua edin. Çünkü bu sizin kurtuluşunuzdur.”[129]
Ve imam Mehdi’nin (a.f) zuhurunu bekleyenler her zaman şu duayı okumalıdırlar:
“Allah’ım! Senin velin olan Hüccet İbni’l Hasan’a (selam ve salâtın ona ve babalarına olsun.), isteğinle yeryüzüne yerleşinceye ve uzun bir müddet faydalanıncaya kadar (zuhur edinceye kadar), şu saatte ve bütün saatlerde koruyucu, bekçi, yardımcı, yol gösterici ve gözetleyici ol.”[130]
Gerçekten bekleyen bir kimse, sadaka verirken önce kendi imamının mübarek bedeninin sağlık ve sıhhatini düşünür. Her fırsatta onu hatırlar. Şefkat ve merhametine ümit ederek ona tevessülde bulunur. Mübarek zuhurunun hasreti ile yanar. Güzel cemalini görmek için içten içe feryat eder.
“Bütün insanları görüyor olmak ancak seni görememek, bana çok ağır geliyor.”[131]
Bekleyiş içinde olan kimse; kalplerin maşuku imam hakkında yapılan toplantılarda hazır olan ve ona karşı kalbinde bulunan sevgiyi günden güne sağlamlaştıran kişidir. Sahle mescidine, Cemkeran mescidine ve İmam-ı Asr’a ait olan mukaddes serdaba (imamın gıybete çekildiği yer) gidiş gelişi olan kişidir.
İmam Mehdi’yi (a.f) hatırlamanın en güzelliklerinden biri de, onu bekleyenlerin hayatları boyunca her gün onunla biatlerini yenilemeleridir. Bu anlaşma üzerine sabit kaldıklarını ilan etmeleridir.
Ahit duasının bir bölümünde şöyle yer almaktadır:
“Allah’ım! İçinde bulunduğum şu sabah vakti ve bütün hayatım boyunca, hazrete karşı olan ahdimi ve anlaşmamı yeniliyorum. Hiçbir zaman bu ahitten ve anlaşmadan dönmeyecek ve sabit olarak kalacağım. Allah’ım! Beni, hazretin yardımcılarından, dostlarından ve savunanlarından eyle. Onun emirlerine ve yasaklarına itaat etmek, onu himaye etmek, onun irade ettiği şeyi yerine getirmek için herkesten öne geçenlerden eyle. Hazretin ordusunda şehit olabilmek için ona doğru koşan kimselerden karar kıl?”[132]
Kim bu duayı sürekli olarak kalpten okursa ve duada geçen manalara dikkat ederse, hiçbir zaman tembelliğe duçar olmaz. Hazretin gerçekleştirmek istediği hedefleri gerçekleştirmek ve zuhurunun ortamını yaratmak için bir an olsun durmaz. Böyle bir insan, hiç şüphesiz savaş meydanında Allah’ın imamının yardımcılarından ve dostlarından olacaktır.
İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Kim kırk sabah Allah’a ahit duası ile yalvarırsa, Kaim’in (a.f) dostlarından olur. Eğer hazret zuhur etmeden önce ölürse, Allah onu kabrinden çıkaracaktır (ve Kaim’e (a.f) yardım edecektir.)...

Vahdet ve Birlik
Bireylerin toplumsal vazifelerinden biri olan bekleyiş konusuna bir nokta bırakıp bu konudan daha önemli bir gerçeğe dikkatinizi çekmek istiyoruz. Bu konu, toplumun bekleyiş inancına karşı olan vazifesi ve toplumun bekleyiş meselesidir.
Zuhuru bekleyen bir topluluk, Allah’ın hüccetinin ve imamının hedefleri doğrultusunda özel bir programa sahip olmak zorundadır. Yani; zuhuru bekleyen bir toplum, vaat edilen rehber Hz. Mehdi’nin (a.f) hoşnutluğunu kazanmak ve hedeflerini gerçekleştirmek için sürekli çalışmalıdır.
Bundan dolayı bekleyen bir toplum, imama karşı olan biatini ve ahdini yerine getirmeye çalışmalıdır. Böylelikle hazretin zuhurunun gerçekleşmesi ve Mehdi hükümetinin kurulabilmesi için münasip ortamı yaratmalıdır.
İmam-ı Asr (a.f) böyle bir topluma şu müjdeyi vermektedir:
“Eğer takipçilerimiz (Allah onlara, kendine itaat etme konusunda yardım etsin), kendilerinden alınan biatte birlik ve kararlılık içinde olurlarsa, görüşme nimeti gecikmeyecektir. Bizimle tam ve doğru bir tanışık ile görüşme saadeti çabuklaştırılacaktır.”[133]
Bu biat ve anlaşma, Allah’ın kitabında ve onun elçilerinin sözlerinde açıklanmıştır. Şimdi biatlerin en önemlilerini kısaca aşağıda açıklamaya çalışacağız:
1- İmamlara (a.s) uyma, imamların dostları ile dost olma ve düşmanlarından uzaklaşmak için çalışmak.
İmam Muhammed Bakır (a.s) Peygamber efendimizden (s.a.a) şöyle nakletmektedir:
“Soyumdan gelecek olan Kaim (a.f) kıyam etmeden önce; onu idrak eden, ona uyan, dostuyla dost ve düşmanıyla düşman olan kişiye ne mutu. Onlar benim arkadaşlarım, dostlarım ve muhabbet duyduğum kimselerdir. Kıyamet gününde benim yanımda, ümmetimin en değerli olan insanları onlardır.”[134]
2- Bekleyiş içinde olan bir toplum; dindeki yanlışlar, sapık yollar, bidatler, günahlar ve kötülüklerin yaygınlaşması karşısında duyarsız kalamaz.
Böyle bir toplum güzel sünnetlerin unutulması, ahlaki değerlerin zayıflaması ve yok olması karşısında tepki göstermelidir.
Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Bu ümmetin sonunda (ahır zamanında); mükâfatları, İslam’ın ilk ümmetiyle eşit olan bir grup gelecektir. Onlar, iyiliği emrederler. Kötülükten alıkoyarlar. Fitne ehli ile savaşırlar.”[135]
3- Bekleyiş içinde olan bir toplumun, camiada bulunan diğer fertlere karşı vazifeleri vardır. Yardımlaşma ve işbirliği, programlarının ilk hedefi olmalıdır. Böyle bir camianın bireyleri dar görüşlülükten ve kendini beğenmişlikten uzak kalarak her zaman ve her durumda toplumda bulunan fakirlerin yardımına koşmalıdırlar. Onların durumlarından habersiz olmamalıdırlar.
Şiilerden bir grup, İmam Muhammed Bakır’dan (s.a) kendilerine nasihat etmesini isteyince, hazret şöyle buyurdu:
“İçinizden güçlü olanlar, zayıf olanlara ve zengin olanlar fakir olanlara karşı şefkatli olsun. Birbirinizin iyiliğini isteyiniz.”[136]
Şunu da belirtmek gerekir ki, yardımlaşma ve işbirliği yalnızca yaşanan bölge sınırlarıyla kısıtlı kalmamalıdır. Bekleyenlerin iyilikleri ve yardımları diğer şehirlerde yaşayan fakir ve muhtaç insanlara da ulaşmalıdır. Çünkü bekleyiş inancını paylaşan insanlar arasında; ikilik, taraf tutma, taassup, ayrılık gözetmek gibi şeyler söz konusu bile olamaz.
4- Bekleyiş içinde olan toplumu oluşturan bireyler, camiaya Mehdilik rengi ve kokusu vermek zorundadırlar. İmamın (a.f) ismini ve hatırasını her yerde söyleyip canlı tutmalıdırlar. İmamın (a.f) sözlerini ve davranışlarını bütün sohbetlerinde başlarının üstünde tutup inanlara anlatmalıdırlar. Bu yolda herkes canla başla çalışmalıdır. Bir insan bu söylenenleri yerine getirirse kesinlikle İmamların (a.s) özel teveccüh ve lütuf ettiği kimselerden olacaklardır.
İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) ashabından olan Abdülmecit Vasitî imama şöyle arz etti:
“Biz, bütün hayatımızı zuhuru beklemek için adadık. Nitekim bazılarımız bu yolda birçok zorluklarla karşılaştılar.”
İmam (a.s) cevap olarak şöyle buyurdu:
“Ey Abdülmecit! Allah’ın, hayatını kendi yolunda harcayan kulu için (çektiği zorluklar karşısında) kurtuluş yolu bırakmadığını mı zannediyorsun? Evet, Allah’a ant olsun! Onun için kurtuluş yolu bırakmıştır. Allah bizim işimizi (velayetimizi) canlı tutan kula rahmet etsin!”[137]
Son söz olarak şunu söyleyebiliriz ki; Bekleyiş içinde olan bir toplum, toplumsal hayatın her boyutunda diğer toplumlara örnek olmalıdır. Vaat edilen kurtarıcının zuhuru için ortamı en iyi bir şekilde hazırlamaya çalışmalıdır.

Bekleyişin Eserleri
Bazıları, Evrensel bir kurtarıcıyı beklemenin; insanları sessiz, sakin, lakayt ve umursamaz bir durum içine sürüklediğini söylüyorlar. Evrensel ıslahçıyı bekleyen kişilerin ise; ıslahçı kıyam etmeden ve zulmü yeryüzünden kaldırmadan önce hiçbir tepki göstermeyeceklerine inanmaktadırlar. Ellerini bütün işlerden çekerek cinayetlere seyirci kalacaklarını zannetmektedirler!!
Fakat böyle bir düşünce yüzeysel bir düşüncedir. İleri görüşlü olmaktan çok uzaktır. Zira vaat edilen İmam’ın (a.f) zuhurunu beklemenin hakikati, özellikleri, bekleyişin boyutları ve bekleyenlerin hususiyetleri hakkında yapmış olduğumuz açıklamaları göz önünde bulunduracak olursak; bekleyiş içinde olmanın özünün, İmam Mehdi’nin (a.f) eşsiz makamı ve özellikleriyle birlikle, sessizliğe neden olmamasının yanı sıra en güzel hareketlere de etken olduğu ortaya çıkacaktır.
Bekleyiş, bekleyen kişide mübarek bir diriliş ve hedefli bir hareket yaratır. Bekleyen insan, bekleyişin hakikatine ne kadar yakınlaşırsa, hareketin amacına ulaşması için hızını da aynı oranda arttıracaktır. İntizar ışığında insan bencillikten ve sadece kendini görmekten kurtulacaktır. Kendini, İslam topluluğunun bir parçası olarak görecektir.
Bundan dolayı gücünün yettiği kadar toplumun ıslah olması ve doğru yolda hareket etmesi için çalışacaktır. Toplum, böyle unsurlar ile hüviyetli bir şekilde şekillenecek olursa faziletlerin yaygınlaştığı bir toplum yaratılmış olacaktır. İyilikleri ayakta tutan toplu bir hareket oluşacaktır. Böyle bir ortam; iyilik, adalet, , ümit, canlılık, dostluk, kardeşlik ve yardımlaşma atmosferi yaratacaktır.
Böylelikle dini inançların yaygınlaştığı, bireylerin derin ileri görüşlü olduğu ve olgunlaştığı bir toplum oluşacaktır. Bekleyen kişiler; bekleyiş içinde olmanın bereketinden dolayı fesat ortamında erimeyeceklerdir. Hatta dinlerini ve inançlarını korumayı da başaracaklardır. Bekleyiş döneminde karşılaştıkları zorluklar ve sorunlar karşısında sabırlı olacaklardır. Allah’ın gerçekleşeceğine söz verdiği vaadin gerçekleşeceği ümidiyle bütün belaların acılarını sinelerine çekeceklerdir. Hiçbir zaman ümitsizliğe kapılıp tembelleşmeyeceklerdir.
Hangi mektep veya hangi mezhep, takipçileri için böyle açık ve net bir yol çizmiştir? Bu yol, ilahi inançlarla hareket edilen bir yoldur. Sonunda da insana çok büyük mükâfatlar armağan edilir.

Bekleyenlerin Ödül ve Sevapları
İyilikleri tecelli ettirecek büyük kurtarıcının yolunu bekleyenlere ne mutlu! Vaat edilen evrensel kurtarıcıyı beklemekle günlerini geçiren kimselerin sevapları ne kadar da büyüktür! Muhammet’in (s.a.a) soyundan gelecek olan Kaiminin (a.f) gerçek bekleyenlerinin ne kadar da yüce ve görkemli makamları vardır!
Bekleyiş faslının sonunda bekleyiş içinde olan kimselerin, benzersiz fazilet ve makamları hakkında, din önderlerinin sözlerinden birkaç hadis nakletmeyi uygun gördük:
İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
Ne mutlu bizden olan Kaim'in izleyicilerine! Onlar, onun gaybeti döneminde, onun zuhurunu beklerler. Zuhur ettiğinde de ona itaat ederler. Korkmayacak ve üzülmeyecek olan "Allah'ın Velileri" onlardır...”[138]
İmamın zuhurunu bekleyen kimsenin, Allah’ın dostluk madalyasını göğsüne takmasından başka övünç verici bir şey olabilir mi? Üzülmesine ve ümitsizliğe kapılmasına bir neden olabilir mi? Çünkü bekleyiş inancı bekleyen kimsenin yaşamına ve ölümüne değer kazandırır.
İmam Seccad Zeynelabidin (a.s) şöyle buyuruyor:
“Kaimimizin gaybet döneminde, bizim velayetimiz üzere sabit kalanlara; Allah, Bedir ve Uhud’da şehit olanların sevabının bin kat fazlasını verecektir.”[139]
Evet, gaybet döneminde imam-ı Zaman’ın (a.f) velayeti üzere sabit kalanlar ve imam ile yapmış oldukları anlaşmaya vefalı olanlar; Peygamber efendimizin (s.a.a) ordusunda, Allah düşmanlarına karşı savaşıp kana boyanan asker gibidirler!
Onlar, canlarını ölüm oklarına siper ederek Allah Resulü’nün (s.a.a) gerçek halifesinin (a.f) zuhurunu bekleyen kişilerdir. İşte onlar, şu an bile savaşta hak cephesinin komutanının yanındadırlar.
İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Eğer sizden birisi İmam Mehdi’nin (a.f) zuhurunu beklediği bir halde ölürse, Kaim’in (a.f) çadırında ve onun yanında olan kimse gibidir! Biraz durakladıktan sonra şöyle devam etti: Hayır, hazretin yanında kılıç çekip savaşan kimse gibidir.” Sonra şöyle buyurdu: “Allah’a ant olsun! Resulullah’ın (s.a.a) yanında şahadet şerbeti içen kimse gibidir.”[140]
Bu grubu, asırlar önce büyük İslam Peygamberi Hz. Muhammet (s.a.a) kardeşleri ve arkadaşları olarak tanıtmıştır. Onlara olan muhabbet ve alakasını dile getirmiştir.
İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Bir gün, Peygamber (s.a.a) ashabı ile birlikte otururken şöyle buyurdu: “Allah’ım! Kardeşlerimi bana göster! Bu cümleyi iki defa tekrar etti. Sahabe “Ey Allah Resulü (s.a.a)! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?” dediler.
Hazret şöyle buyurdu: “Hayır, sizler benim sahabemsiniz. Kardeşlerim, ahir zamanda gelecek olanlardır. Beni görmedikleri halde bana iman edeceklerdir. Allah onları bana, kendilerinin ve babalarının isimleri ile tanıttı... Onların dinleri konusundaki dayanıklılıkları; gece karanlığında geven dikenlerini koparmaktan ve yakıcı ateşi ele almaktan daha zordur. Onlar hidayet meşaleleridir. Allah onları fitne oklarından kurtarmıştır.”[141]
İslam Peygamberi (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Ehl-i Beytimden olan Kaim (a.f) kıyam etmeden önce; ona uyup, dostları ile dost, düşmanları ile düşman olup ve ondan önceki imamları sevip onu idrak eden kişilere ne mutlu. Onlar benim arkadaşlarımdır. Onlar, dostlarım ve muhabbet duyduğum kimselerdir. Onlar, ümmetimin en değerli insanlarıdır.”[142]
Peygamber’in (s.a.a) yanında böyle bir makama ulaşan kimseler, Allah Resulü’nün (s.a.a) “Kardeşlerim” diye hitap ettiği kimselerden olma saadetine ermişlerdir. Bu, aşk ve muhabbet ile dolu olan bir hitaptır. Bu da onların Allah azze ve celle katındaki yüceliklerini ve şereflerini göstermektedir.
İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların imamının kayıp olacağı bir zaman gelecektir. Bu dönem içinde bizim (velayetimiz) üzere sabit kalanlara ne mutlu. Onların en az mükâfatı şu olacaktır; Allah-u Teala onlara nida edecektir: “Ey kullarım! Benim sırrıma (Gaip imama) iman edip onayladınız. Sizleri, iyilik mükâfatım ile müjdeliyorum. Gerçekten sizler, benim kullarımsınız. Sizin amellerinizi kabul ediyorum. Hatalarınızı da affediyorum. Sizin (bereketiniz) ile kullarımın üzerine yağmur gönderiyorum. Belaları onlardan uzaklaştırıyorum. Eğer sizler (insanların içinde) olmasaydınız, kesin olarak azabımı (günahkâr insanların) üzerlerine gönderirdim.”[143]
Hiç düşündünüz mü? Zuhuru bekleyenleri sakinleştiren ve bekleyişlerine son veren şey nedir? Onların gözlerinin nuru nedir? Sakinleşmeyen kalplerini sakinleştiren şey nedir? Vaat edilmiş evrensel kurtarıcılarına kavuşmak için bir ömür bekleyiş içinde gözlerini mahbuplarının gelmesi için yollara diken ve bu yolda birçok zorlukları aşan kimseler; maşuklarıyla birlikte olmaktan daha az bir mükâfata razı olurlar mı? Bundan daha güzel bir son ve görkemli bir bitiş olabilir mi?
İmam Musa Kazım (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Kaimimizin gaybet döneminde bizim dostluk ipimize sarılan ve düşmanlarımızdan uzak kalma konusunda sabit olan kimselere ne mutlu. Onlar bizdendir ve biz de onlardanız. Onlar bizim önder ve rehber olmamıza razıdırlar (imametimizi kabul ederler). Bizler de onların dostumuz olmalarından razıyız. Ne mutlu onlara! Allah’a ant olsun onlar kıyamet gününde bizimle aynı derecede ve makamda olacaklardır.”[144]

Kaynaklar
-------------------------------------------
[108]- Ankebut, 14
[109]- Kemaluddin, c.2, bab.46, h.3, s.309
[110]- Nisa, 157–158
[111]- Zinde-i Ruzgaran, s.132, (Tevrat’tan nakledilmiştir- mütercim. Fazıl Hanî, 5 Sifri, ayet. 5–32)
[112]- Zinde-i Ruzgaran, s.134, Ahdi Cedid’den nakledilmiştir. Resuller’in amelleri kitabı, bab.1, s.1–12
[113]- Bunların hepsi Kurân-ı Kerim’de yer alan hakikatlerdir. Enbiya, 69 ve Şuarâ, 63. ayetlerine müracaat ediniz.
[114]- Biharu’l-Envar, c.51, s.109
[115]- Biharu’l-Envar, c.52, s.122
[116]- Gaybet-i Numanî, bab.11, h.16, s.207
[117]- Gaybet-i Numani, bab.13, h.46, s.252
[118]- Kemaluddin, c.1, h.15, s.602
[119]- Gaybet-i Numani, bab.11, h.16, s.200
[120]- Bakara, 138
[121]- Kemaluddin, c.2, bab.43, h.12, s.171
[122]- Usul-u Kafi, c.1, bab. 84, h.5, s.433
[123]- Gaybet-i Numani, bab.10, fasıl,3, h.6, s.170
[124]- Bu konuda kitabın birinci bölümünde açıklama yaptık.
[125]- İmam Mehdi’nin (a.f) yaşantısı ve sıfatı hakkında bir sonraki sayfalarda açıklamalarda bulunacağız.
[126]- Kemaluddin, c.1, bab.25, h.3, s.535
[127]- Biharu’l-Envar, c.53, s.177
[128]- Gaybet-i Numani, bab.11, h.16, s.207
[129]- Kemaluddin, c.2, bab. 45, h.4, s.237
[130]- Mefatihi’l-Cinan, Mübarek Ramazan ayının 23. gecesinde yapılan ameller.
[131]- Mefatihi’l-Cinan, Nudbe duası.
[132]- Mefatihi’l-Cinan, Ahit Duası.
[133]- İhticac, c.2, ş.360, s.600
[134]- Kemaluddin, c.1, bab.25, h.2, s.535
[135]- Delaili’n-Nübüvvet, c.6, s.513
[136]- Biharu’l-Envar, c.52, bab.22, h.5, s.123
[137]- Biharu’l-Envar, c.52, bab.22, h.16, s.126
[138]- Kemaluddin, c.2, bab.33, h.54, s.39
[139]- Kemaluddin, c.2, bab.31, h.6, s.592
[140]- Biharu’l-Envar, c.52, s.126
[141]- Biharu’l-Envar, c.52, s.123
[142]- Kemaluddin, c.1, bab.25, h.2, s.535
[143]- Kemaluddin, c.1, bab.32, h.15, s.602
[144]- Kemaluddin, c.2, bab.34, h.5, s.43
3