KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE "AÇIKLAMALI MEALÎ"

KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE "AÇIKLAMALI MEALÎ"0%

KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE "AÇIKLAMALI MEALÎ" Yazar:
Grup: KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE ( MEALÎ)
Sayfalar: 0

KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE "AÇIKLAMALI MEALÎ"

Yazar: Kadri Çelik
Grup:

Sayfalar: 0
Gözlemler: 1888
İndir: 194

Açıklamalar:

KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE "AÇIKLAMALI MEALÎ"
  • KUR'AN-I KERЭM'ЭN TЬRKЗE AЗIKLAMALI MEALО

  • 1.Fatiha Suresi

  • 2. Bakara Suresi

  • Rahman ve Rahim olan Allah'эn Adэyla

  • Bakara Suresinin devamэ

  • KUR'AN-I KERЭM'ЭN TЬRKЗE AЗIKLAMALI MEALО

  • 3.Al-i Эmran Suresi

  • Rahman ve Rahim olan Allah'эn Adэyla

  • 4. Nisa Suresi

  • Rahman ve Rahim olan Allah'эn Adэyla

  • 5.Maide Suresi

  • Rahman ve Rahim olan Allah'эn Adэyla

  • KUR'AN-I KERЭM'ЭN TЬRKЗE AЗIKLAMALI MEALО

  • 6. Enam Suresi

  • Rahman ve Rahim olan Allah'эn Adэyla

  • 7. A'raf Suresi

  • 8.Enfal Suresi

  • 9.Tevbe Suresi

  • 10.Yunus Suresi

  • 11.Hud Suresi

  • 12.Yusuf Suresi

  • 13.Ra'd Suresi

  • 14. Эbrahim Suresi

  • 15. Hicr Suresi

  • 16. Nahl Suresi

  • 17.Эsra Suresi

  • 18.Kehf Suresi

  • 19.Meryem Suresi

  • 20.Ta-Ha Suresi

  • 21.Enbiya Suresi

  • 22. Hac Suresi

  • 23. Mь'mimun Suresi

  • 24. Nur Suresi

  • 25. Furkan Suresi

  • 26. Юuara Suresi

  • 27. Neml Suresi

  • 28. Kasas Suresi

  • 29. Ankebut Suresi

  • 30. Rum Suresi

  • 31.Lokman Suresi

  • 32. Secde Suresi

  • 33. Ahzab Suresi

  • 34. Sebe Suresi

  • KUR'AN-I KERЭM'ЭN TЬRKЗE AЗIKLAMALI MEALО

  • 35. Fatэr Suresi

  • 36. Yasin Suresi

  • KUR'AN-I KERЭM'ЭN TЬRKЗE AЗIKLAMALI MEALО

  • 37. Saffat Suresi

  • 38. Sad Suresi

  • KUR'AN-I KERЭM'ЭN TЬRKЗE AЗIKLAMALI MEALО

  • 39. Zьmer Suresi

  • KUR'AN-I KERЭM'ЭN TЬRKЗE AЗIKLAMALI MEALО

  • 40. Mьmin (Gafоr) Suresi

  • 41. Fussilet Suresi

  • KUR'AN-I KERЭM'ЭN TЬRKЗE AЗIKLAMALI MEALО

  • 42. Юura Suresi

  • KUR'AN-I KERЭM'ЭN TЬRKЗE AЗIKLAMALI MEALО

  • 43. Zuhruf Suresi

  • 44. Duhan Suresi

  • KUR'AN-I KERЭM'ЭN TЬRKЗE AЗIKLAMALI MEALО

  • 45. Casiye Suresi

  • KUR'AN-I KERЭM'ЭN TЬRKЗE AЗIKLAMALI MEALО

  • 46. Ahkaf Suresi

  • KUR'AN-I KERЭM'ЭN TЬRKЗE AЗIKLAMALI MEALО

  • 47. Muhammed Suresi

  • KUR'AN-I KERЭM'ЭN TЬRKЗE AЗIKLAMALI MEALО

  • 48.Fetih Suresi

  • 49.Hucurat Suresi

  • 50.Kaf Suresi

  • 51.Zariyat Suresi

  • 52.Tur Suresi

  • 53.Necm Suresi

  • 54.Kamer Suresi

  • 55.Rahman Suresi

  • 56.Vakэa Suresi

  • 57.Hadid Suresi

  • 58.Mьcadele Suresi

  • 59.Haюr Suresi

  • 60.Mьmtehine Suresi

  • 61.Saf Suresi

  • 62.Cum'a Suresi

  • 63.Mьnafэkun Suresi

  • 64.Teрabьn Suresi

  • 65.Talak Suresi

  • 66.Tahrim Suresi

  • 67.Mьlk Suresi

  • 68.Kalem Suresi

  • 69.Hakka Suresi

  • 70.Mearic Suresi

  • 71.Nuh Suresi

  • 72.Cin Suresi

  • 73.Mьzzemmil Suresi

  • 74. Mьddessir Suresi

  • 75. Kэyamet Suresi

  • 76. Эnsan (Dehr) Suresi

  • 77. Mьrselat Suresi

  • 78. Nebe Suresi

  • 79. Naziat Suresi

  • 80. Abese Suresi

  • 81. Tekvir Suresi

  • 82. Эnfitar Suresi

  • 83. Mutaffifin Suresi

  • 84. Эnюikak Suresi

  • 85. Buruc Suresi

  • 86. Tarэk Suresi

  • 87. A'la Suresi

  • 88. Gaюiye Suresi

  • 89. Fecr Suresi

  • 90. Beled Suresi

  • 91. Юems Suresi

  • 92. Leyl Suresi

  • 93. Duha Suresi

  • 94. Эnюirah Suresi

  • 95. Tin Suresi

  • 96. Alak Suresi

  • 97. Kadir Suresi

  • 98. Beyyine Suresi

  • 99. Zilzal Suresi

  • эoo. Adiyat Suresi

  • 101. Karia Suresi

  • 102. Tekasьr Suresi

  • 103. Asr Suresi

  • 104. Hьmeze Suresi

  • 105. Fil Suresi

  • 106. Kureyю Suresi

  • 107. Maun Suresi

  • 108. Kevser Suresi

  • 109. Kвfirun Suresi

  • 110. Nasr Suresi

  • 111. Tebbet Suresi

  • 112. Эhlвs Suresi

  • 113.Felak Suresi

  • 114. Nas Suresi

  • KONULU KUR'AN-I KERЭM FЭHRЭSTЭ

  • KONULU KUR'AN-I KERЭM FЭHRЭSTЭ

Kitabın 'İçin de ara
  • Başlat
  • Önceki
  • 0 /
  • Sonraki
  • Son
  •  
  • Gözlemler: 1888 / İndir: 194
Boyut Boyut Boyut
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE "AÇIKLAMALI MEALÎ"

KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE "AÇIKLAMALI MEALÎ"

Yazar:
Türkçe
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE "AÇIKLAMALI MEALÎ"
1.Fatiha Suresi
(Mekke'de nazil olmuştur ve 7 ayettir. Kur'an'ın ilk sûresi olduğu için açış yapan, açan manasına «Fatiha» denilmiştir Diğer adları şunlardır «Ana kitap» manasına «Ümmü'l Kitâp»,
«dinin asıllarını ihtiva eden» ma­nasına «el-Esâs», «ana hatlarıyla islâm'ı anlattığı» manasına «el- Vâfıye», «namazda veya nüzulde iki defa tekrarlandığı» manasına «es-Seb'ul Mesâni», «birçok esrarı taşıdığı» manasına «el-Kenz». Peygamber (s.a.a), «Fatiha'yi okumayanın namazı olmaz» buyurmuştur Onun için, Fatiha, namazların her rekâtında okunur Manası itibariyle Fatiha, en büyük dua ve münacattır. Kulluğun yalnız Allah'a yapılacağı,
desteğin yalnızca Al­lah'tan geldiği, doğru yola varmanın da doğru yoldan sapmanın da Al­lah'ın iradesine dayandığı hususları bu surede ifadesini bulmuştur Kur'an, insanlığa doğru yolu göstermek için indirilmiştir Kur'an'ın ihtiva ettiği esaslar, ana hatları ile Fatiha'da vardır Zira Fatiha'da, övgüye, ta­zime ve ibadete lâyık bir tek Allah'ın varlığı, O'nun hâkimiyeti, O'ndan başka dayanılacak bir güç bulunmadığı anlatılır ve doğru yola gitme, iyi insan olma dileğinde bulunulur.)

1- Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
(Yenabi'ul Mevedde s.69-70'de şöyle yer almıştır: «Biliniz ki bütün semavi kitapların sırları Kur 'an 'da, Kur 'an 'da olan bütün sırlar Fatiha suresinde. Fatiha suresinde olan bütün sırlar «besmele»de, «besmele»de olan bütün sırlar «besmele»deki «be» harfinde ve «be» harfinde olan bütün sırlar ise «be» harfinin altındaki noktadadır»
Daha sonra İmam Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: «Ben, «be» harfinin altındaki noktayım.» Hafız Kunduzi'nin belirttiğine göre Hakim Tirmizi, Ibn-i Abbas'ın bu ayetin tefsirinde şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: «İmam Ali, Bismillahirrahmanirrahim'de var olan «be» harfinin altındaki noktayı, akşamdan sabah namazına kadar tefsir eder­di de yine bitmezdi.»)

2- Bütün övgüler âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
3- Rahman'dır, Rahim’dir.
(Allah-u Teâlâ'nın rahman ve rahim sıfatlarının her ikisi de «rahmet» mastarından türemiş olmakla birlikte, farklı anlamlar ifade etmektedir Rahman daha çok rahmet genişliğine. Rahim ise daha çok rahmetin sü­rekliliğine vurgu yapmaktadır)

4- Hesap gününün sahibidir.

5- Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz.

6- Bizleri doğru yola hidayet et.


7-Kendilerine nimet verdiğin, gazaba uğramamış ve sapmamış kimselerin yoluna.
(Bu cümle önceki ayette yer alan cümlenin bedeli veya sıfatı konu­mundadır; bağımsız bir cümle değil. Dolayısıyla burada tek bir gruptan söz edilmektedir, üç ayrı gruptan değil.
Yollarına ermeyi dilediğimiz nimet verilmiş kimseler, aynı zamanda gazaba ve sapmaya da bulaşmamış kimseler olmalıdır Dolayısıyla nimet verilmiş kimseleri, gazaba uğramışlar ve sapmışlardan ayıran ve bu iki grubu Yahudiler ve Hıristiyanlar olarak mana eden ayetler, sadece ifadenin en yetkin mısdaklarını beyan etme makamındadır, mana etme makamında değil.)


1
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

2. Bakara Suresi
(Bu sure, 281. ayet müstesna Medine'de nazil olmuştur ve 286 ayettir Kur'an'ın en uzun süresi­dir Adını, 67-71. ayetlerde Yahudilere kesmeleri emredilen sığırdan alır Yalnız 281. ayeti Veda Haccında Mekke'de inmiştir inanca, ahlâka ve ha­yat nizamına dair hükümlerin önemli bir kısmı bu surede yer almıştır)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Elif, Lam, Mim.
2- İşte o (yüce) kitap (Kur'an), hiç şüphe­siz takva sahipleri için bir hidayettir.
3- Onlar ki gaybe iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiği­miz rızıktan infak ederler.
4- Onlar ki sana indirilene de senden önce indirilenlere de iman ederler; ahirete de sadece onlar yakin ederler.
5- İşte onlardır Rablerinden bir hidayet üzere olanlar ve sadece onlardır felaha erenler.
6- Şüphesiz küfre sapanları uyarsan da uyarmasan da birdir; iman etmezler.
7- Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinde perde vardır ve büyük azap da onlar içindir.
8- İnsanlardan, iman etmedikleri halde, Al­lah'a ve ahiret gününe iman ettik diyenler vardır.
9- Bunlar Allah'ı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da far­kında değillerdir.
10- Kalplerinde hastalık vardır da böylece Al­lah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyledikleri için onlara elem verici azap vardır.
11- Kendilerine, «Yeryüzünde fesat çıkarma­yın» denildiği zaman, «Bizler sadece ıslah edicile­riz» derler.
12- İyi bilin ki asıl fesat çıkaranlar kendileridir, lakin bilincinde değillerdir.
13- Onlara, «İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin» denilince, «Be­yinsizlerin iman ettiği gibi mi iman ede­lim?» derler. İyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bilmezler.
14-İman edenlere rastladıkları za­man, «İman ettik» derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında, «Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekte­yiz» derler.
(Şeyâtin, Arapça'da kibirli, asi, zarar verici, mel'un kimse ve kötü cin anlamına gelen şeytan kelimesinin çoğuludur. Hem insanlar, hem de cin­ler için kullanılır. Kur 'an 'da genellikle kötü cinler için kullanılmış olmasına rağmen, bazı yerlerde kötü insanlar da kastedilir. Konunun gelişinden insanları mı, cinleri mi kastettiği kolayca anlaşı­labilir. Burada, İslâm'a karşı çıkmada en önde yer alan Arap liderleri kastedilmektedir.)

15- Allah da onlarla alay eder ve şaş­kınlık içinde bocalayıp dursunlar diye onlara taşkınlıklarında mühlet verir.
16- Onlar hidayet karşılığında sapık­lığı satın alan kimselerdir. Bu yüzden yaptıkları ticaretten kazanç elde edeme­mişler ve de hidayete erememişlerdir.
17-Onların örneği ateş yakan, ateş etraflarını aydınlatınca Allah'ın nurları­nı yok ettiği ve onları (hiçbir şeyi) göre­medikleri karanlıklarda terk ettiği kim­senin örneği gibidir.
18-Sağırdırlar, dilsizdirler, kördür­ler; bu yüzden (hakka) dönmezler.
19-Yahut (münafıkların durumu,) gökten (sağanak halinde boşanan), içinde yoğun ka­ranlıklar, gürültü ve şimşek bulunan yağmur yüklü bulut gibidir. Onlar yıldı­rımlardan gelecek ölüm korkusuyla par­maklarını kulaklarına tıkarlar. Hâlbuki Allah, kâfirleri çepeçevre ihata etmiştir.
20-Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır; onları aydınlattıkça ışığında yürürler ve üzerlerine karanlık basınca durakalırlar. Allah dileseydi işitme ve görmelerini giderirdi. Doğrusu Allah her şeye kadirdir.
21- Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yara­tan Rabbinize ibadet ediniz; umulur ki takvalı olursunuz.
22-O, yeryüzünü size bir döşek ve göğü de bir bina kıldı. Gökten su indirip size onunla rızık ola­rak ürünler meydana getirdi. O halde (bütün bunları) bile bile Allah'a şirk koşmayın.
23-Kulumuza indirdiğimizden şüphe ediyor­sanız, siz de onun benzeri bir sure getirin ve eğer doğru sözlü iseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi de çağırın.
24-Yok, eğer yapamazsanız ki yapamayacaksı­nız, o halde, küfre sapanlar için hazırlanan ve ya­kıtı insanlar ve taş olan ateşten sakının.
25-İman edip salih işler yapanlara, kendileri için altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Oradan bir meyve ile rızıklanınca, «Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir» derler. Ken­dilerine birbirine benzer (nimetler) verilmiştir. On­lara orada tertemiz eşler vardır ve onda temelli kalırlar.
26- Allah, sivrisineği ve onun da ötesinde bir varlığı örnek olarak vermekten hayâ etmez. İman edenlere gelince, bunun Rablerinden gerçek bir örnek olduğunu bilirler. Küfre sapanlar ise, «Al­lah bu örnekle neyi irade etmiştir?» derler. O, bu örnekle birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayet eder. Onunla saptırdığı yalnız fâsıklardır.
27- Onlar Allah'la yaptıkları sözleşmeyi sözleştikten sonra bozarlar, Allah'ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. Hüsrana uğrayanlar işte onlardır.
28- Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Hâlbuki ölü idiniz de sizleri diriltti, sonra öldürecek, sonra tekrar diriltecek ve sonunda O'na döndürüleceksiniz.
29-Yerde olanların hepsini sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe doğru yönelerek onları yedi gök olarak düzenledi. O her şeyi bilendir.
30-Hani Rabbin meleklere, «Ben yeryüzünde bir halife karar kılacağım» demişti de melekler, «Orada fesat yapacak ve kan akıtacak birini mi karar kılacaksın? Oysa biz seni överek yüceltiyor ve seni sürekli takdis ediyoruz» demişlerdi. Allah ise, «Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim» demişti.
(Halife, kendisine otorite tarafından verilen görevleri, onun yerine kullanan kişidir. O halde insan mâlik değildir, o sadece Allah'ın temsilcisi­dir ve kendisine gerçek hâkim olan Allah tarafın­dan verilenler dışında hiçbir güce sahip değildir. Bu nedenle, kendi istediklerini yapma hakkına sa­hip değildir. Onun görevi, temsil ettiği otoritenin isteklerini yerine getirmektir. Eğer verilen yetkile­ri kendisinin sanır veya bu yetkileri kendi arzula­rına göre kullanırsa veya bir başkasının hâkimiye­tini kabul edip, onun isteklerine boyun eğerse, bu isyan ve ihanet olur.)

31-Âdem’e bütün isimleri öğretti, sonra onları meleklere sunarak, «Eğer doğru sözlü iseniz bunların isimlerini bana söyleyin» dedi.
(İsimler ve kavramlar insanoğlunun eşyayı algılamasına yarayan araçlardır. Gerçekte insa­noğlunun eşya ile ilgili tüm bilgisi, onlara isimler vermesine dayanır. Bu nedenle Hz. Âdem’e (a.s) her şeyin isimlerinin öğretilmesi, onlarla ilgili bil­ginin de öğretilmesi anlamına gelir.)

32- Onlar şöyle dediler: «Sen münez­zehsin, öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin ve hikmet sahibisin.»
33-Allah, «Ey Âdem! Onlara isimle­rini söyle» dedi. Âdem onlara isimlerini söyleyince, Allah, «Ben göklerin ve ye­rin bütün gizliliklerini biliyorum; sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunu­zu da bilirim, diye size söylememiş miydim?» dedi.
34- Hani meleklere, «Âdem'e secde edin» demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişlerdi. O ise şiddetle kaçın­mış ve büyüklük taslamıştı; o zaten kâ­firlerden idi.
(İblis, sözlükte çok aşırı karamsar olan, ümit­siz anlamına gelir. Aynı zamanda Allah'a isyan eden, insan soyuna boyun eğmemenin sembolik göstergesi olarak Hz. Âdem’e (a.s) secde etmeyi reddeden ve kıyamet gününe kadar insanları sap­tırmak için Allah'tan mühlet isteyen cinne verilen addır. Bu cinne şeytan da denir. O sadece kötü ve soyut bir güç değil, insan gibi belli bir kişiliğe sa­hip bir varlıktır. Genelde bilindiği gibi o bir melek değil, melekler gibi özel bir tür olan cinlerden bi­ridir.)

35- «Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleş, ora­da istediğinizden bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz» de­dik.
36- Şeytan oradan ikisini de kaydırdı ve onları bulundukları yerden çıkardı. Onlara, «Birbirinize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir zamana kadar bir yerleşim ve meta vardır» dedik.
37- Derken Âdem, Rabbinden bir takım keli­meler aldı da Rabbi bunun üzerine tövbesini ka­bul etti. Şüphesiz O tövbeleri daima kabul eden­dir, merhameti bol olandır.
(İbn-i Abbas Hz. Resulullah'a (s.a.a), bu ayetin tefsirini sorarak «Âdem (a.s), hangi kelimeleri aldı da Rabbi onun tövbesini kabul etti?» dedi. Hz. Resulullah şöyle buyurdu: «Âdem, Allah'a şöyle yalvarmıştı: «Ey Rabbim, Muhammed (s.a.a), Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyin' in hakkı için beni bağış­la.» Böylece yüce Allah Âdem’in bu kelimeler ile yalvarışın­dan dolayı onun tövbesini kabul etti.»)

38- «İnin oradan hepiniz; tarafımdan size bir hidayet gelince, benim hidayetime uyanlar için artık korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir» de­dik.
39-«Küfre sapan kimseler ve ayetlerimizi ya­lan sayanlar (var ya), işte onlardır cehennem ehli olanlar ve onlar onda temelli kalacaklardır.»
40- Ey İsrail oğulları! Size verdiğim nimeti ha­tırlayıp ahdimi yerine getirin ki ben de ahdinizi yerine getireyim ve sadece benden korkun.
41- Elinizde bulunanı onaylayıcı olarak indir­diğime iman edin, onu ilk inkâr eden siz olmayın, ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın ve yalnız benden sakının.
42- Hakkı batıl ile karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin.
43- Namazı kılın, zekâtı verin ve rü­kû edenlerle birlikte rükû edin.
44- Kitabı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyili­ği emredersiniz? Siz akletmez misiniz?
45-(Hakka uyma noktasında) Sabır ve na­mazdan yardım alın ve şüphesiz bu, hu­şu duyanlardan başkasına ağır gelir.
46- Onlar, kesinlikle Rablerine kavu­şacaklarını ve O'na döneceklerini bilen­lerdir.
47- Ey İsrail oğulları! Size verdiğim nimeti ve (bir zamanlar) sizi âlemlere üs­tün kıldığımı hatırlayın.
(İsrail oğullarının, canlı-cansız diğer bütün varlıklardan üstün tutuluşu, onların yeryüzü hali­feliğine seçildikleri ve bu görevi yürüttükleri dö­nem ile sınırlıdır. Yüce Allah'ın emirlerini çiğne­dikleri, peygamberlerine karşı geldikleri, Allah'ın kendilerine bağışlamış olduğu nimetlere karşı nankörlük ettikleri, sorumluluklarına bağlı kal­madıkları andan itibaren ise yüce Allah onlar hakkında lanet, gazap, alçalma ve perişanlıktan ibaret olan hükmünü ilân etmiş, kendilerini dün­yanın çeşitli yerlerine dağılma cezasına çarptır­mış ve onlar hakkındaki tehditlerini gerçekleştir­miştir.)

48- Hiç kimsenin başkasının yerine bir şey ödeyemeyeceği, kimseden şefaat kabul edilmeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kendilerine yardım da edilmeyeceği günden sakının.
49-Hani size azabın en kötüsünü tat­tıran, yeni doğan oğullarınızı boğazla­yan ve kızlarınızı hayatta bırakan Fira­vun ailesinden sizi kurtarmıştık ve bun­da sizin için Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.
50- Hani denizi yararak sizi (boğulmak­tan) kurtarmış ve siz bakıp dururken (göz­leriniz önünde ) Firavun ailesini boğmuştuk.
51-Hani Musa ile kırk gece için sözleşmiştik. Sonra siz zalimlerden olarak buzağıyı (ilah) edinmiştiniz.
(İsrail oğulları Mısır'dan kaçıp Sina yarıma­dasına girdiklerinde Allah, Hz. Musa'yı (a.s) ken­disine henüz esaretten kurtulan kavme rehberlik etmesi için emirler, tavsiyeler ve kanunlar vermek üzere kırk gün kırk gece Tur'a davet etmişti.)

52- Sonra şükredersiniz diye bunun ardından sizi affetmiştik.
53-Hani hidayet bulursunuz diye Musa'ya da kitabı ve Furkan’ı vermiştik.
(«Furkan», hak ve bâtılı birbirinden ayırma­ya yarayan bir ölçü anlamına gelir. Burada ise ki­şinin yanlış ile doğruyu, hak ile bâtılı birbirinden ayırmasına yarayan İslâmi kavrayış ve ilim kaste­dilmiştir.)

54-Hani Musa kavmine, «Ey kav­mim! Buzağıyı benimsemekle kendinize zulmettiniz. Yaratanınıza tövbe edip O'na dönün ve nefislerinizi öldürün. Bu, yaratanınız katında sizin için daha hayırlıdır» demişti de böylece Allah tövbenizi kabul etmişti. Zira O, tövbeleri kabul eden ve merhamet edendir.
(«Nefislerinizi öldürün» ifadesi üç manaya gelebilir. Birincisi gerçek anlamı ki, herkesin ken­di kendini öldürmesi ve intihar etmesidir. Lakin bu ilahi dinler açısından hiç bir zaman doğru görül­memiş bir şeydir. O halde kastedilen mana bu de­ğildir. İkincisi, işin geleneksel anlamıdır ki, esasen «Kardeş olan bir kavmin fertleri, haydi bakalım şimdi birbirinizi öldürünüz» demektir. Çoğunlukla tefsirciler bu manayı gözetmişlerdir. Tur'a giden Hz. Musa'nın arkasından Sâmiri, altından bir bu­zağı heykeli yapmış, onu bağırtmış ve Apis öküzü­ne tapan Mısırlılar ve diğer puta tapıcılar gibi, İs­rail oğullarının bir kısmını, «İşte Musa bunu ara­maya gitti» diyerek ona taptırmış ve çok yakın bir zamanda bizzat şahit oldukları nimetlere karşı nankörlük yapıp bir bozgun ve karışıklık çıkarmış, kavmin diğer bir kısmı Hz. Harun ile beraber bu gidişi önleyememiş ve Hz. Musa'nın dönmesini beklemişlerdir. O zamana kadar da bu karışıklık gittikçe yayılmış, Hz. Musa Tur'dan dönünce hep­sine birden «Kendinize yazık ettiniz» diye hitap et­miş, hem buzağıya tapanlara, hem de ses çıkar­mayıp bekleyenlere, bu günahlarından dolayı hemen tövbe etmelerini ve tövbe edenlerin, etmeyenleri derhal öldürmelerini emretmiştir. Bunun üzerine İsrail oğulları da hallerini ıslah edip uslanmışlardır. İşte burada bu olay hatır­latılmıştır. Hikâye olunduğuna göre bu olayda Ölenlerin sayı­sı yetmiş bine ulaşmıştır. Bizim de kabullendiğimiz üçüncüsü ise sırf mecazî anlamıdır ki, «nefsinizi öldürünüz», yani nefsa­ni isteklerinizi öldürün. Zira size bu kötülükleri yaptıran, sizi şirke saptıran hep nefsanî isteklerdir. Tövbe de bunların kırıl­ması ile faydalı olur ve ancak o zaman kabul edilir.)

55- Hani bir zamanlar, «Ey Musa! Allah'ı apa­çık görmedikçe sana iman etmeyeceğiz» demişti­niz de bakıp durduğunuz halde sizi yıldırım çarp­mıştı.
56- Ölümünüzden sonra, şükredesiniz diye sizi tekrar diriltmiştik.
57- Sizi bulutla gölgelendirdik, size kudret hel­vası ve bıldırcın indirdik. «Rızık olarak verdiği­miz temiz şeylerden yiyin» dedik. Onlar bize de­ğil, kendilerine zulmediyorlardı.
58- Hani, «Şu kasabaya girin, orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, kapısından secde ederek girin, «Günahlarımızı bağışla» deyin de böylece biz de hatalarınızı bağışlayalım, (şüphesiz biz) ihsan sahiplerine daha da artırırız» demiştik.
(Bazı rivayetlere göre burada sözü edilen ülke «Kudüs»tür. Yüce Allah-u Teâlâ Yahudilere Mısır'dan çıktıktan sonra oraya girmelerini ve kasabadaki zalim topluluğu dışarı çıkarmalarını emretmişti. Fakat Yahudiler yüce Allah'ın bu emrine uymamış, bunun üzerine de yüce Allah Yahudileri kırk yıl boyunca çölde perişan bir halde dolaşmaya mahkûm et­mişti.)

59-Ama zulmedenler, kendilerine söylenmiş olan sözü başka sözle değiştirdiler. Biz de zulmedenlere, yoldan çıkmalarından dolayı gökten azap indirdik.
(Yahudiler kırk yıl çölde perişan bir halde do­laştıktan sonra Nuh oğlu Yuşa peygamberin lider­liği altında bu ülkeyi fethederek içeri girmişlerdi. Fakat Allah karşısında saygı ve alçakgönüllülüğün belirtisi olsun diye secdeye kapanarak ve «günah­larımızı bağışla, affet bizi» anlamına gelen «hittetun» diyerek ülke kapısından içeri girmeleri gere­kirken, bir kez daha karakterlerini açığa vurmuş, kendilerine emredilenden başka bir tarzda kapıdan girmiş ve girerken yüce Allah'ın kendilerine emret­tiğinin dışında bir söz söylemişlerdi.)

60- Hani Musa, topluluğu için su ara­mıştı da, «Asanla taşa vur» demiştik. Böylece ondan on iki pınar fışkırmış, herkes içeceği yeri bilmişti. «Allah'ın rızkından yiyin, için, yalnız yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın (demiştik).»
61- Hani, «Ey Musa! Bir çeşit yeme­ğe asla dayanamayacağız, bizim için Rabbine yalvar. Bize, yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve so­ğan yetiştirsin» demiştiniz de, «O hayır­lı olanı o daha düşük şeyle mi değiştir­mek istiyorsunuz? (O halde) Bir şehre inin, şüphesiz orada sizin istediğiniz (şeyler) vardır» demişti. Böylece onlara horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve Allah'ın gazabına uğradılar. Bu (horluk ve yoksulluk), Allah'ın ayetlerini inkâr etme­leri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendi. Bu (inkâr ve cinayet), karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandı.
(İsrail oğullarının tarihi, kendi peygamberle­rini öldürme olayları ile doludur. Mezkûr ayet de İsrail oğullarının tarihindeki en utanç verici bölü­me değinir ve onların, Allah'ın lanet ve gazabını hak ettiklerini bildirir. Onlar, aralarından kanuna ve ahlâka aykırı kişileri seçmişler, onları önder ve başkan yapmışlar, en iyi insanları ise ya zindana, ya da darağacına göndermişlerdir.)

62- Şüphesiz, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler'den her kim Allah'a ve ahiret gününe iman edip salih iş yaparsa, şüphesiz ecirleri Rableri karındadır. Onlar için artık korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
(Aya ve yıldızlara tapan ve Cizre ve Harran civarında yaşayan bu kimseler, Yahudilik, Hıristi­yanlık ve Mecusîlik gibi çeşitli dinlerden bazı ina­nışları alarak bir din meydana getirmişlerdir. Sa­biiler, yıldızların büyük ruhlarının olduğunu kabili ederler. Hâkim, mukaddes ve azametine ulaşılması imkânsız, fakat ruhlar vasıtası ile kendisine yaklaşılabilen bir yaratıcıya inanırlar. Onlara göre ruh­lar, cevher olarak cismânî maddelerden ve cismânî melekelerden münezzehtirler. Fiilde bunlar eş­yayı meydana getirir, yenileştirir ve bir hâlden di­ğer hâle dönüştürürler. Yedi gezegenin idarecileri bunlardan olup gezegenler onların mabetleri gibi­dir. Gezegenleri ruhlar hareket ettirirler. Dünyâ hâdiselerini, rüzgârları, fırtınaları, zelzeleleri on­lar idare eder ve her varlığa kuvvet ve kânunlarını onlar dağıtırlar. Domuzun, köpeğin, pençeli yırtıcı kuşların ve güvercinin etini yemezler, sünnet yap­tırmazlar. Dînî merasim dilleri Süryânîcedir.

Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Hıristiyan­lar ve Sabiiler'den her kim İslam hakkında yeterli bir bilgisi olmaz ve hak yolda oldukları inancı içinde Allah'a ve ahiret gününe iman edip salih iş yaparsa, bu ayet gereğince sevaba erişecektir. Ama inat üzere hakkı bildiği halde yüz çevirecek olursa, Allah katında hiçbir özrü olmayacak ve kendinden hiçbir şey kabul edilmeyecektir.)

63- Hani sizden kesin söz almış ve Tur dağını üstünüze çıkararak, «Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırlayın; umulur ki takva sahiplerinden olursunuz (demiştik).»
(Bu olay Kur'an'ın muhtelif yerlerinde, çeşit­li şekillerde beyan edilmiştir. Allah Teâlâ ile İsrail oğulları dağın eteğinde ahit yaparlarken, korkunç bir manzara meydana gelmiş ve dağ adeta İsrail oğullarının tepesine çökecek gibi görünmüştür. Bu olay Talmut'ta şöyle anlatılır: «O kutsal varlık, Si­na dağını büyük bir tekne gibi onların üstüne kal­dırdı ve «Tevrat'ı kabul ederseniz iyi olur, yoksa burası mezarınız olur» dedi.)

64- Bundan sonra yine yüz çevirmiştiniz; eğer Allah'ın size fazlı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
65- İçinizden Cumartesi günü azgınlık edip de bu yüzden kendilerine, «Aşağılık lanmaymunlar olun» dediklerimizi elbette bilmektesiniz.
(İsrail oğullarından Cumartesi gününe uyma­ları istenmişti. Fakat İsrail oğulları dinî ve ahlâkî yönden bozulunca bu yasağı açıkça işlemeye ve Cumartesi günü iş yapmaya başladılar Cezanın ne olduğu konusunda görüş ayrılıkları vardır. Bazıla­rı onların fiziksel olarak maymuna çevrildikleri görüşündedirler; bazıları ise onların o zamandan itibaren maymun gibi davranmaya başladıklarını söylerler. Fakat Kur'an'ın ifadesi, bunun fiziksel bir değişme olduğuna işaret eder.)

66-Böylece (o anda) yaptıkları ve (daha önce) yapmış oldukları şeylere karşılık bunu ibret verici bir ceza ve takva sahipleri için de bir öğüt vesilesi kıldık.
67-Hani Musa kavmine, «Allah muhakkak bir sığır boğazlamanızı emrediyor» demişti de, «Bi­zi alaya mı alıyorsun?» dediklerinde, «Cahillerden ol­maktan Allah'a sığınırım» demişti.
(İsrail oğullarına, etraflarındaki putperest milletlerden et­kilenerek edindikleri ineğe tapma ve ineğin kutsiyeti inançları­nı kırmak için bir inek kurban etmeleri emredilmişti. Bu, onla­rın imanlarının sınanmasıydı. Eğer gerçekten Allah'ın birliği­ne inanıyor ve ibadette başka bir şeyi O'na ortak koşmuyorlar­sa, daha önceden taptıkları putu kendi elleriyle kırmalıydılar. Fakat bu çok zor bir sınavdı. Onlar inek kurban etmekten ka­çınmaya çalıştılar; Çünkü bir tek Allah'a inançları henüz tam sağlamlaşmamıştı. Bu görevden kurtulmak için ayrıntı üzerine ayrıntı sordular, fakat çok soru sordukça daha da köşeye sıkış­tılar. Sonunda onlara açıkça, o dönemde özellikle tapmak için seçilen altın renkli ineği kurban etmeleri söylendi.)

68-«Rabbine bizim adımıza yalvar da onun nasıl ol­duğunu bize bildirsin» dediler. «O, onun ne pek kart, ne pek körpe, ikisinin ortası bir sığır olduğunu söylüyor; o halde size emredileni yapın» dedi.
69- «Rabbine bizim adımıza yalvar da renginin ne ol­duğunu bize açıklasın» dediler. O, «Onun, bakanların içini açan parlak, sarı renkli bir sığır olduğunu söylüyor» dedi.
70-«Rabbine bizim adımıza yalvar da onun na­sıl olduğunu bize bildirsin; çünkü o sığır bize ka­rışık geldi. Allah dilerse biz şüphesiz hidayeti bulmuş oluruz» dediler.
71-«Yeri sürüp ekini sulayarak boyunduruk al­tında ezilmemiş, kusursuz ve alacasız bir sığır ol­duğunu söylüyor» dedi. «Şimdi hakkı bildirdin» deyip sığırı boğazladılar; az kalsın bunu yapma­yacaklardı.
72-Hani siz bir kimseyi öldürmüş ve bunu bir­birinizin üzerine atmıştınız; oysa Allah sizin giz­lediğinizi açığa çıkarıcıdır.
73- «Onun (sığırın) bir parçasıyla ona (ölüye) vu­run» dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir ve siz­lere ayetlerini gösterir ki, aklınızı başınıza alası­nız.
74- Sonra kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu. Nitekim öyle taşlar var ki, altlarından ırmaklar akar. Yine öyle taşlar var ki, çatlarlar da bağırlarından su fışkırır. Yine öyle taşlar var ki, Allah korkusu ile dağlardan yu­varlanıp aşağı inerler. Allah yaptıkları­nızdan asla gafil değildir.
75- Size iman edeceklerini mi umu­yorsunuz? Oysa onlardan bir takımı Al­lah'ın sözünü işitiyor, ona akılları yat­tıktan sonra, bile bile onu tahrif ediyor­lardı.
76- İman edenlerle karşılaştıkları za­man, «İman ettik» derler. Birbirleriyle yalnız kaldıklarında, «Rabbinizin katın­da size karşı delil göstersinler diye mi Allah'ın size açıkladığını onlara söylü­yorsunuz? Hâlâ akıllanmayacak mısı­nız?» derler.
77- Gizlediklerini de açıkladıklarını da Allah'ın bildiğini bilmiyorlar mı?
78- Onların bir kısmı da bir takım ku­runtular dışında kitabı bilmeyen ümmilerdir. Onlar sadece zan ve kuruntu için­dedirler.
79- Vay kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Kazandıklarından ötürü vay haline onla­rın!
80- «Ateş bize sadece sayılı birkaç gün değecektir» derler. De ki: «Allah katından siz söz mü aldınız? Eğer öyle ise Allah sö­zünden dönmez. Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?»
81- Evet, kötülük işleyip suçu kendisini kuşat­mış olan kimseler (var ya), işte onlar ateş ehlidirler. Onlar onun içinde temelli kalacaklardır.
82- İman edip salih işler yapan kimseler (var ya), işte onlar cennet ehlidirler, onlar onun içinde temelli kalacaklardır.
83- Hani İsrail oğullarından, «Allah'tan başka­sına ibadet etmeyin; anne babaya, yakınlara, ye­timlere ve düşkünlere iyilik edin, insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin» diye söz almıştık. Sonra siz pek azınız müstesna, (amelen ve kalben) yüz çevirip döndünüz.
84- «Kanınızı dökmeyin ve birbirinizi yurdu­nuzdan sürmeyin» diye sizden söz almıştık. Son­ra bunu böylece ikrar etmiştiniz ve buna siz de şa­hittiniz.
85- Sonra siz; birbirinizi öldüren, aranızdan bir takımı memleketlerinden süren, onlara karşı gü­nah ve düşmanlıkta yardımlaşan, onları çıkarmak haramken size esir olarak geldiklerinde fidyeleri­ni vermeye kalkan kimselersiniz. Yoksa siz kita­bın bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın dünya ha­yatında cezası sadece rezil olmaktır. Ahiret gü­nünde de onlar, azabın en şiddetlisine itilirler. Al­lah yaptıklarınızdan gafil değildir.
86- Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir; bu yüz­den azapları hafifletilmez, onlar yardım da edilmezler.
87- Şüphesiz Musa'ya Kitab verdik, ondan sonra da ardı ardına peygamber­ler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya apa­çık deliller verdik, onu Ruh'ul Kudüs (Cebrail) ile güçlendirdik. O halde neden size bir peygamber nefsinizin hoşlan­madığı bir şey getirdiğinde, büyüklük taslayarak bir kısmını yalancı sayıp bir kısmını da öldürdünüz?
88- «Kalplerimiz perdelidir» dediler. Hayır! Allah küfre sapmalarından dola­yı onları lânetlemiştir. O yüzden pek azı iman eder.
89- Daha önce küfre sapanlara karşı kendilerine yardım gelmesini diledikleri halde Allah katından onlara, kendilerin­de olanı onaylayan Kitab ve tanıdıkları (Peygamber) gelince onu inkâr ettiler. Al­lah'ın laneti, kâfirlerin üzerine olsun!
90- Allah'ın, kullarından dilediğine fazlından indirmesine haset ederek Al­lah'ın indirdiğini inkâr etmekle, kendi­lerini kötü bir şey karşılığında sattılar. Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradı­lar. Alçaltıcı bir azap kâfirler içindir.
91- Onlara, «Allah'ın indirdiğine iman edin» denildiğinde, «Bize indirilene iman ederiz» derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Hâlbuki o, ellerinde bulunanı onaylayan bir gerçektir. Onlara de ki: «Eğer iman etmiştiyse­niz, o halde neden daha önce Allah'ın peygamber­lerini öldürüyordunuz?»
92- Hiç şüphesiz Musa size apaçık deliller ge­tirdi, sonra ardından yine zalimler olarak buzağı­yı benimsediniz.
93- Hani sizden kesin bir söz almış ve Tur'u (tehdit olarak) tepenize dikmiştik de, «Size verdiği­mize kuvvetle sarılın ve dinleyin» demiştik. (Ama onlar,) «Dinledik ve karşı geldik» demişlerdi. Kü­fürleri yüzünden buzağı sevgisi kalplerine işle­miş, sindirilmişti. De ki: «Eğer iman etmişseniz, (bu durumda) imanınız size pek de kötü bir şeyi em­retmektedir.»
94- De ki: «Eğer ahiret yurdu Allah katında başka insanlara değil de sadece size mahsus ise (ve de) doğru sözlü iseniz, o halde ölümü dilesenize!»
95- Bunu, önceden ellerinin takdim ettiklerin­den (günahlarından) dolayı asla dilemeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir.
96- Hiç şüphesiz onların diğer insanlardan ve hatta şirk koşanlardan hayata daha tutkun olduk­larını bulursun. Her biri ömrünün bin yıl olmasını ister. Oysa uzun ömürlü olması onu azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların ne yaptığını hakkıyla gö­rendir.
97- De ki: «Cebrail'e düşman olan kimse (bilsin ki) o, Kur'an'ı, Allah'ın izniyle kendinden önceki­ni onaylayıcı ve iman edenlere ise hidayet edici ve müjdeleyici olarak senin kalbine indirmiştir.»
98- Kim Allah'a, meleklerine, pey­gamberlerine, Cebrail'e ve Mikail'e düşman olursa (kâfirdir) ve şüphesiz Al­lah kâfirlere düşmandır.
99- Hiç şüphesiz sana apaçık ayetler indirdik. Onları sadece fasıklar inkâr eder.
100- Onlar ne zaman bir anlaşma yapmışlarsa, içlerinden bir takımı onu bir yana atmıştır. Zaten onların çoğu iman etmezler.
101- Allah katından onlara ellerinde olanı doğrulayan bir peygamber gelin­ce, kendilerine kitab verilenlerden bir takımı bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kita­bını arkalarına attılar.
102- Şeytanların (kötülerin) Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söyledikleri şeylere (yalanlara) uydular. Oysa Süleyman küfre düşmedi, ama insanlara sihir öğreten şeytanlar (kötüler) küfre sapmış oldular. Hakeza onlar (kötülerin) Babil'deki iki melek Harut ve Marut'a indirilenler hakkında söylediklerine uydular. Oysa bu ikisi, «Biz sadece imtihan aracıyız, o halde sakın küfre sapma» demedikçe, kimseye bir şey öğretmezlerdi. Bununla beraber iki melekten, koca ile karısının arasını ayıracak şeyleri öğreniyorlardı. Hâlbuki Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı
olmayacak şeyler öğreniyorlardı. Hiç şüphesiz onu (sihri) satın alanın ahretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi!
(Yahudiler, yüce Allah'ın ellerindeki Tevrat'ı onaylayıcı olarak indirmiş olduğu Kur'an'a sırt çevirerek şeytanlar tarafından Hz. Süleyman'ın hükümranlık gücü hakkında anlatılan hikâyelerin ve yine onlar tarafından Süleyman hakkında düzü­len halkı yanıltıcı söylentilerin peşine takılmışlar­dı. Bu şeytanların halk arasında yaymaya çalıştık­ları söylentilerin özü, Hz. Süleyman'ın bir büyücü olduğu, iradesine boyun eğdirdiği hayvanları ve doğal güçleri, bildiği ve kullandığı büyü yolu ile yaptığı uydurmasıydı.)

103- Onlar iman edip takva sahibi ol­salardı, (kendileri için) Allah katındaki sevap daha hayırlı olurdu. Keşke bilseler­di!
104- Ey iman edenler! Peygamber'e, «raina» demeyin, «unzurna» deyin ve dinleyin. Kâfirlere elem verici azap vardır.
(Her ne kadar bu iki kelime (raina ve unzurna) Arapça 'da aynı anlama gelse de İbranice dilinde «raine» cümlesi, «Bizi ahmaklaştır» anlamına geliyordu. Yahudiler de bundan kötü istifade ederek «raina (Allah’ım! Bizi koru ve gözet!)» diye dua eden Müslümanlarla alay ediyordu. Allah Müslümanları uya­rarak düşmana fırsat vermemelerini, «raina» yerine aynı an­lamı ifade eden «unzurna» kelimesini kullanmalarını öğütlemiştir.)

105- Kitab ehlinden ve şirk koşanlardan küfre sapanlar, Rabbinizden size bir iyilik gelmesini istemezler. Allah, rahmetini dilediğine özgü kılar. Allah büyük ihsan sahibidir.
106- Her hangi bir ayeti (hükmen) nesh eder ve­ya (bildirimini) ertelersek, ondan daha hayırlısını veya onun bir benzerini getiririz. Allah'ın her şe­ye kadir olduğunu bilmez misin?
107- Göklerin ve yerin egemenliğinin Allah'a ait olduğunu ve sizin için Allah'tan başka bir veli ve yardımcı olmadığını bilmez misiniz?
108- Yoksa siz de peygamberinizi, bundan ön­ce Musa'ya sorulduğu gibi sorguya çekmek mi is­tiyorsunuz? İmanı küfürle değiştiren, şüphesiz yolun doğrusundan sapmış olur.
109- Kitab ehlinin çoğu, hak kendilerine apa­çık belli olduktan sonra, içlerindeki kıskançlık yüzünden sizi iman ettikten sonra küfre döndür­meyi isterler. Allah'ın emri gelene kadar onlara af ve hoşgörüyle davranın. Allah muhakkak her şeye kadirdir.
110- Namazı kılın ve zekâtı verin. Kendiniz için önden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulacaksınız. Allah yaptıklarınızı şüphesiz görendir.
111- «Yahudi veya Hıristiyan olma­yan kimse elbette cennete girmeyecek» dediler. Bu onların kuruntularıdır. De ki: «Doğru sözlü iseniz delilinizi getirin.»
112- Evet, iyilik yaparak yüzünü (ken­dini) Allah'a teslim eden kimsenin ecri Rabbi katındadır. Onlar için ne bir kor­ku vardır, ne de üzülürler.
113- Hepsi de kitabı okumakta olduk­ları halde Yahudiler, «Hıristiyanlar hiç­bir şey üzere değildir» dediler. Hıristi­yanlar da, «Yahudiler hiçbir şey üzere değildir» dediler. Bilmeyenler de onla­rın söylediklerine benzer şeyler söyledi­ler. Allah, kıyamet günü, anlaşmazlığa düştükleri şeylerde onlar arasında hü­küm verecektir.
114- Allah'ın mescitlerinde O'nun is­minin anılmasını yasaklayan ve onların yıkılmasına çalışan kimseden daha za­lim kim vardır? Oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Dünyada rezillik on­laradır, ahirette de büyük azap onlaradır.
115- Doğu da batı da Allah'ındır; ne­reye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır. Doğrusu Allah her şeyi kuşatan ve her şeyi bilendir.
(Allah'ın yüzünden maksat, kıble kıldığı yön veya Allah 'in zatı ya da Allah 'in, insanların yap­tıkları hakkındaki bilgisidir. Bu ayet, Yahudilerin sakat yorumlarına karşı çıkarak aslında her yö­nün bir kıble olduğunu, buna göre ibadete duran kul ne tarafa dönerse yüce Allah'ın orada hazır bulunduğunu, herhangi bir yönün kıble olarak be­lirlenmesinin ise yüce Allah tarafından bir yön­lendirme olayı sayıldığını, o tarafa dönmenin O'na itaat etme anlamı taşıdığını, yoksa bunun Allah'ın o tarafta değil de bu tarafta olduğu ma­nasına gelmediğini belirtiyor.)

116- «Allah çocuk edindi» dediler. O münez­zehtir! Oysa göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Hepsi de O'na boyun eğicilerdir.
117- Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah'tır. O, bir şeyin olmasını dilerse, ona ancak «Ol» der ve o da hemen oluverir.
118- Bilmeyenler, «Allah bizimle konuşmalı veya bize bir ayet gelmeli değil miydi?» dediler. Öncekiler de onların söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Kalpleri birbirine benzedi. Kesin­likle yakin eden kimseler için ayetleri açıklamı­şızdır.
119- Doğrusu biz seni müjdeci ve uyarıp kor­kutucu olarak, hak ile göndermişizdir. Sen, o bü­yük ateş (Cehennem) ehlinden sorumlu değilsin.
120- Kendi dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmayacaklardır. De ki: «Hidayet, ancak Allah'ın hidayetidir.» Sa­na gelen ilimden sonra onların heveslerine uyar­san, şüphesiz Allah'tan sana ne bir veli ve ne de bir yardımcı bulunur.
121- Kendilerine verdiğimiz kitabı hakkıyla okuyanlar (var ya), işte ona ancak onlar iman eder­ler. Onu inkâr edenler ise hüsrana uğrayanlardır.
122- Ey İsrail oğullan! Size verdiğim nimeti ve sizi (bir zamanlar) âlemlere üstün tuttuğumu hatırla­yın.
123- Kimsenin kimse adına bir şey ödeyeme­yeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimse­ye şefaatin yarar sağlamayacağı ve (kimsenin kimseden) yardım görmeyeceği günden korunun.
124- Hani Rabbi, İbrahim'i bir takım kelimelerle denemiş, o da onları tamamla-mıştı da Allah, «Seni insanlara imam kılacağım» demişti. O, «Soyumdan da mı?» deyince, Allah, «Zalimler benim ahdime (önderlik makamına) erişemez» de­mişti.
(Ayette imamet makamının da tıpkı risalet makamı gibi insanların seçmesi esasına dayanma­dığı, bu makamın Allah'ın elinde olduğu, Allah'ın bu makamı dilediğine verdiği ve hayatları boyun­ca bir an olsun (puta taparak) kendisi ve (zulme­derek) diğerleri hakkında haksızlık edenlerin asla imamet makamına nail olamayacağı açıkça belir­tilmiştir. Ayrıca Menakıb-i Ali bin Ebi Talib s.276 ve Şevahid'ut Tenzil c.l s.92'de Abdullah b. Mes'ud'tan naklen ayetin tevilinde Hz. Resulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilir: «Yüce Allah beni peygamber, Ali'yi ise vasi (benden sonraki imam) olarak seçti.»)

125- Hani Kâbe’yi, insanlar için bir dönüş ve güven yeri kılmıştık ve «İbra­him'in makamını namaz yeri edinin (de­miştik).» İbrahim ve İsmail'le de, «Evimi; ziyaret edenler, (orada) ikamet edenler, rükû ve secde edenler için tertemiz tu­tun» diye sözleşmiştik.
126-Hani İbrahim, «Rabbim! Burası­nı emin bir şehir kıl, halkından, Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri ürünler­le rızıklandır» demişti de Allah, «Küfre sapanı da az bir müddet geçindirir, son­ra da onu cehennem azabına sürüklerim ve bu pek de kötü bir sonuçtur» diye söylemişti.
127- Hani İbrahim ve İsmail, Kâbe’nin temellerini yükseltirken, «Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz sen hem işiten, hem bilensin (demişlerdi).»
128- «Rabbimiz! İkimizi sana teslim olanlardan kıl, soyumuzdan da sana tes­lim olanlardan bir ümmet karar kıl. Bize ibadet yöntemlerimizi göster, tövbemizi kabul buyur; çünkü tövbeleri daima ka­bul eden ve merhameti bol olan ancak sensin (demişlerdi).»
129- «Rabbimiz! İçlerinden, onlara senin ayetlerini okuyan, kitabı ve hik­meti öğreten, onları her kötülükten arın­dıran bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hikmet sahibi olan ancak sen­sin (demişlerdi).»
130- Kendini beyinsiz kılandan baş­kası İbrahim'in dininden yüz çevirmez. Şüphesiz dünyada onu seçtik, şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir.
131- Hani Rabbi ona, «Teslim ol» de­diğinde, «Âlemlerin Rabbi'ne teslim Oldum» demişti.
132- İbrahim bunu (teslimiyeti) oğullarına vasiyet etti. Yakup da oğullarım! Allah dini size seçti, siz de ancak teslim olmuş olarak can verin» dedi.
133- Yoksa Yakub'a ölüm geldiği zaman sizler yanında mı idiniz? Hani O, oğullarına, «Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?» diye sormuştu da onlar, «Senin ilahına ve babaların İbrahim, İsma­il, İshak'ın ilahı olan tek ilaha ibadet edeceğiz, biz ancak O'na teslim olmuş kimseleriz» demiş­lerdi.
134- Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Kazandık­ları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir. Onların yapmış olduklarından sorumlu değilsiniz.
135- «Yahudi veya Hıristiyan olun ki hidayeti bulasınız» dediler. De ki: «Biz, Hanif olan İbrahim'in dinine uyarız ve o asla şirk koşanlardan değildi.»
(Hanif, başka yollardan yüz çevirip münhasıran tek bir yöne, yani Allah'a yönelen kimse demektir.)

136- «Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsma­il'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve Rableri tarafından peygam­berlere verilene, onları birbirinden ayırt etmeksi­zin iman ettik, biz O'na teslim olanlarız» deyin.
137- Sizin iman ettiğiniz gibi iman etmiş olsa­lar, şüphesiz hidayeti bulmuş olurlar. Yüz çevirir­lerse, şüphesiz bir ayrılığa (düşmanlığa) düşmüş olurlar. Onlara karşı sana Allah yeter. O, işiten ve iyi bilendir.
138- (İbrahim'in dinidir) Allah'ın rengi! Rengi (dini) Allah'ınkinden daha güzel
olan kim vardır? Biz sadece O'na ibadet edenleriz.

(Allah'ın renginden maksat; Allah'ın, insanı üzerinde yarattığı fıtratı veya dinine hidayet etme­si veya imanla temizlemesidir. Bunların «renk» olarak adlandırılması ise Hıristiyanların kullan­dığı sözün benzerini ifade etmek ve onlara kendi mantıklarıyla cevap vermek içindir. Zira Hıristi­yanlar, yeni doğan çocuklarını sarı renkli sözde kutsal bir suda vaftiz etmekte ve böylece temizlen­diklerini ve Hıristiyanlıklarının gerçekleştiğini kabul etmektedirler. Allah da burada vaftiz suyu­nun rengi olan sarı renk yerine, kendi rengi olan ve insanı üzerinde yarattığı fıtratı önermektedir.)


139- De ki: «Allah hakkında bizimle tartışmaya mı giriyorsunuz? Oysa O, bi­zim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir ve bizim amellerimiz kendimize, sizin amelleriniz de kendinize aittir. Biz O'na ihlâs üzere bağlananlarız.»
140-Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: «Peki, siz mi, yoksa Allah mı da­ha iyi bilir?» Allah tarafından kendisin­de bulunan bir tanıklığı gizleyenden da­ha zalim kim olabilir? Allah yaptıkları­nızdan gafil değildir.
141- Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Kazandıkları kendilerine, sizin kazan­dıklarınız da sizedir. Onların yapmış ol­duklarından sorumlu değilsiniz.
142-İnsanların beyinsizleri, «Yönel­dikleri kıbleden onları çeviren nedir?» diyecekler. De ki: «Doğu ve batı Al­lah'ındır. O, dilediğini doğru yola hida­yet eder.»
143- Böylece sizin insanlara ve Resu­lün de size şahit olması için sizi orta bir ümmet kıldık. Senin önceden yöneldi­ğin kıbleyi (Beyt'ul Mukaddes'i), sadece peygambere uyanları, ökçeleri üzerine geri dönenden ayırt edip bilmemiz için kıble yaptık. Doğrusu bu (kıble değişimi) Allah'ın hidayet ettiği kimselerden baş­kasına elbette ağır gelir. Allah imanınızı (önceden kıldığınız namazlarınızı) boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gös­teren ve merhamet edendir.
144-Şüphesiz yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram semti­ne çevir. Bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu kitab verilenler, onun Rablerinden bir gerçek olduğunu mutlaka bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir.
145- Sen, kitab verilenlere her türlü delili getir­sen, yine de kıblene uymazlar ve sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlardan bir kısmı da diğer bir kısmının kıblesine uymazlar. Hiç şüphe­siz eğer sana gelen ilimden sonra onların hevesle­rine uyarsan, elbette o zaman zulmedenlerden olursun.
146- Kendilerine kitab verdiklerimiz, onu (Pey­gamber'i) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğruyu bile bile gizlerler.

147- Hak (kıble değişimi) Rabbindendir, sakın şüphelenenlerden olma.
148- Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun, Allah hepinizi bir araya getirir. Allah şüphesiz her şeye kadirdir.
149- Her nereden çıkarsan, (namaz kılarken) yü­zünü Mescid-i Haram semtine çevir, şüphesiz bu Rabbinden bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

2
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

Bakara Suresinin devamı
150- Her nereden çıkarsan, (namaz kılarken) yüzü­nü Mescid-i Haram semtine çevir. İnsanların zul­medenlerinden başkalarının size karşı gösterecekleri bir delili olmaması için, her nerede olursanız, (namaz kılarken) yüzlerinizi o semte çevirin. O halde onlardan kork­mayın, benden korkun. (Ayrıca bu kıble de­ğişimi) Size olan nimetimi tamamlamam ve hidayete ermenizi sağlamak içindir.
151- Nitekim biz size aranızdan ayet­lerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti öğrete­cek ve bilmediklerinizi bildirecek bir peygamber de gönderdik.
152- O halde artık beni anın ki ben de sizi anayım, bana şükredin ve (sakın nan­körlük ederek) küfretmeyin.
153- Ey iman edenler! Sabır ve na­mazdan destek alın. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.
154- Allah yolunda öldürülenlere, Ölüler demeyin; zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.
155- Muhakkak sizi biraz korku ve açlık ve mallardan, canlardan, ürünler­den biraz eksiltmekle deneriz. Sabre­denleri müjdele.
156- O kimseler ki kendilerine bir musibet geldiğinde, Biz Allah'ınız ve elbette O'na döneceğiz derler.
157- Rablerinin mağfiret ve rahmeti onlaradır. Hidayeti bulanlar da onlardır.
158- Şüphesiz Safa ile Merve Al­lah'ın Şiarlarındandır (sembollerindendir). Kim Kâbe’yi hacceder veya umre ya­parsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir sakınca yoktur. Kim gönülden isteyerek iyilik yaparsa, şüphesiz Allah da iyilik­leri takdir edendir ve her şeyi bilendir.
159- Gerçekten indirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti kitapta insanlara açıkladıktan sonra giz­leyen kimseler (var ya), onlara hem Allah lanet eder, hem lanet ediciler lanet eder.
160- Ancak tövbe edenler, ıslah olanlar ve (giz­lemiş olduklarını) açıklayanlar başka. İşte ben onla­rın tövbesini kabul ederim. Şüphesiz ben tövbeleri kabullenen ve merhamet edenim.
161- Küfre sapanlar ve de kâfir olarak ölenler (var ya), işte, Allah'ın, meleklerin ve insanların hepsinin laneti onlaradır.
162- Onda temelli kalacaklardır, onlardan azap hafifletilmez ve (özür dilesinler diye) kendilerine mühlet de verilmez.
163- İlâhınız bir tek ilahtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, rahmandır, rahimdir.
164- Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasın­da, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle (yüklü olarak) denizde sü­zülen gemilerde, Allah'ın gökten indirip yeri ölü­münden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı ora­da yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre hazır duran bulutları döndürmesinde düşü­nenler için deliller vardır.
165- İnsanlar arasında, Allah dışında bir takım eşler (ortaklar) edinen ve onları Allah'ı severcesine sevenler vardır. İman edenlerin Allah'ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait bulunduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu (önceden) görebilselerdi!
166- O zaman kendilerine uyulanlar, kendilerine uyanlardan uzaklaşacak, azabı göre­cekler ve aralarındaki bağlar da kopmuş olacaktır.
167- Uyanlar, «Keşke bizim için bir kere daha (dünyaya) dönüş olsa da bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak» derler. Böylece Allah onlara iş­lerini, üzerlerine çöken hasretler olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkacak değillerdir.
168- Ey insanlar! Yeryüzündeki te­miz ve helal şeylerden yiyin, fakat şey­tanın adımlarına uymayın. Şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.
169- (Şeytan) Size sadece kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah'a karşı bilmediği­niz şeyi söylemenizi emreder.
170- Onlara, «Allah'ın indirdiğine uyun» denilince, «Hayır, babalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız» derler. Babaları bir şey akıl edemeyen ve hidayeti bulamayan kimseler olsalar da mı (onlara uyacaklar)!
171- Küfre sapanların (hakka davet edilme) örneği, bağırıp çağırmadan başkasını işitmeyene (bir tehlikeyi haber vermek için) seslenen kimsenin (çobanın) misalidir (Bu sesin kendilerine bir tehlikeyi haber verdiğini an­lamazlar. Onlar) Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bu yüzden onlar akıl etmez­ler.
172- Ey iman edenler! Sizi rızıklandırdığımız temiz şeylerden yiyin ve sadece Allah'a ibadet ediyorsanız, O'na şükredin.
173- Allah size sadece ölü hayvan etini, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası için kesileni haram kılmıştır; elbette haksız­lık etmeksizin ve haddi aşmaksızın zorda kalana, (bunlar da) günah sayılmaz. Çünkü Allah bağışla­yandır, merhamet edendir.
174- Gerçekten, Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değere satanlar (var ya), onların karınlarında yedikleri ancak ateştir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları günah­lardan arıtmaz. Elem verici azap onlar içindir.
175- Onlar hidayet karşılığında dalaleti, mağfi­ret karşılığında azabı satın alanlardır. Onlar, ateşe karşı ne de sabırlıdırlar.
176- Bu (azap) hiç şüphesiz Allah'ın kitabı hak olarak indirdiği içindir. Kitab hakkında ayrılığa düşenler, doğrusu derin bir ayrılık içine düşmüş­lerdir.
177- Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyilik değildir. Lakin iyilik (sahipleri) Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a, pey­gamberlere iman eden, kendisi sevdiği halde ya­kınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya mal harcayan, namaz kılan, zekât veren ve sözleştiklerinde söz­lerine vefa gösterenler ile zorda, darda ve savaş anında sabredenlerdir. İşte onlar dosdoğru olan­lardır ve takva sahipleri ancak onlardır.
178- Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hüre hür, köleye köle, dişi­ye dişi. O halde eğer birisi (dini) kardeşi tarafından bağışlanırsa (ve kısas hükmü diyete dönüşürse) İyiliğe uymalıdır (diyet hususunda karşı tarafın maddi durumunu göz önünde bulundurmalıdır) ve (katil de öldürülenin velisine diyeti) iyilikle ödemelidir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa elem ve­rici azap onun içindir.
179- Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu sayede adam öldürmekten) sakınırsınız.
180- Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) bırakıyorsa, ana ba­baya, yakınlara, uygun bir tarzda vasi­yet etmesi, takva sahiplerine bir hak olarak size de yazıldı.
181- Vasiyeti işittikten sonra değişti­ren olursa, bunun günahı değiştirenin üzerinedir. Allah şüphesiz işiten ve bi­lendir.
182- Vasiyet edenin yanılacağından veya günaha gireceğinden korkan kimse onların arasını düzeltirse, ona günah yoktur. Allah şüphesiz bağışlayan ve merhamet edendir.
183- Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takvalı olursu­nuz.
184- Sayılı günler (oruç size farz kılındı); içinizden hasta olan veya yolculukta bu­lunan, artık diğer günler (oruç tutsun). Oruca zor dayanabilenler, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir. Kim gönül­den hayır yaparsa (düşküne daha fazlasını ve­rirse) kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için hayır­lıdır.
185- (O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, o ayda Kur'an, insanlara yol gösterici, doğru yola iletici, eğri ile doğruyu birbirinden ayırt edici olarak in­dirildi. Sizden kim bu ayı (yolcu değilken) idrak ederse, orucunu tutsun. Hasta veya yolculukta olan, artık diğer günler (oruç tutsun). Allah size ko­laylık ister, zorluk istemez. (Bu kolaylık) sayıyı ta­mamlamanızı, sizi hidayete ulaştırmasına karşılık Allah'ı ululamanızı ve şükretmenizi sağlamak içindir.
186- Kullarım sana beni sorduklarında, (bilsinler ki) ben şüphesiz yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da da­vetimi kabul edip bana iman etsinler. Umulur kemale erişirler.
187- Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınla­rınıza yaklaşmanız size helal kılındı. Onlar sizin için bir giysi, siz de onlar için bir giysisiniz. Al­lah, sizin kendinize hainlik edeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiği­ni dileyin. Sizin için şafağın beyaz ipliği, siyah ipliğinden seçilinceye kadar yiyin için, sonra oru­cu geceye kadar tamamlayın. Mescitlerde itikâfa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın hudutlarıdır, onlara yaklaşmayın. Allah ayetlerini insanlara böylece apaçık bildirir. Umu­lur ki takva sahibi olurlar.
(Elbise, örtünme ve korunma aracıdır. Karı-koca arasın­daki ilişki de tıpkı böyledir. Her biri, karşı tarafın üzerine ör­tü çeker, onu korur. İslâm, insan denen şu varlığı bütünü ile ve olduğu gibi ele alır, onun yapısını ve fıtri karakterini aslına uygun biçimde kabul eder ve bu realist yaklaşım içinde elinden tutarak onu bütünü ile yüceliklerin zirvesine tırmandırmaya çalışır. Dolayısıyla eşler arasındaki ilişki, elbi­selerle beden arasındaki ilişki gibidir. Nasıl bu ikisi birbirine çok yakın, uygun ve aralarında hiç­bir şey yoksa aynı şekilde eşler de birbirleriyle çok yakın ilişki içindedirler ve birbirleri için karşılıklı birer sükûnet ve mutluluk kaynağıdırlar
Ayrıca Ramazan'da yeme ve içme zamanı ile ilgili de bir yanlış anlama vardı. Bazıları yatsı na­mazından, ertesi gün güneş batıncaya dek yeme ve içmenin haram olduğu görüşündeydi. Bazıları yatsı namazından sonra uyanık kalındığı sürece yenilip içilebileceğini, fakat uyunursa, yenilip içil­meyeceğini savunuyorlardı. Bu kendi uydurdukla­rı fikirler nedeniyle, çoğu zaman kendileri zahmet çekiyorlardı. Bu ayette onların yanlış anlamaları ortadan kaldırılıyor ve yeme-içme yasağının gü­nün ilk şafağından güneşin batışına; yeme, içme ve cinsel ilişki serbestîsinin de güneşin batışın­dan, günün ilk şafağına dek olacağı belirleniyor.)
188- Aranızda mallarınızı haksızlıkla yemeyin ve bile bile insanların mallarından bir kısmını günahla yemeniz için, onları hâkimlere aktarmayın.
(Hiç kimse hâkimlere rüşvet vererek başkala­rının malını ele geçirmeye çalışmamak ve başka­larının malını ele geçirmek için yalan iddialarla mahkemeye başvurmamalıdır. Var olan delillere göre hâkimin, haksız kimse lehine hüküm vermesi mümkündür. Oysa hâkimin kararı ne herhangi bir haramı helâl ve ne de herhangi bir helâli haram haline getirebilir. O sadece göz önündeki delillere göre bağlayıcılık ifade eder. Günahı, sorumluluğu o konuda hile yapan, yanıltmaya başvuran tarafın omuzlarındadır.)
189- Sana hilal halindeki aydan sorarlar. De ki: «Onlar, insanlar ve hac için belirlenmiş vakitlerdir.» İyilik (cahiliye döneminde inanıldığı gibi ihramlıyken) evlere
arkalarından girmeniz değildir; belki iyilik takvalı olmaktır. Evlere kapılarından girin ve Allah'tan sakının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
(Bu, cahiliye döneminde Arapların bâtıl gele­neklerinden biri idi. Araplar ihram giydiklerinde, evlerine ön kapılarından girmezler, arka pencere­lerden eve atlarlardı. Bu ayette Allah, onları bu bâtıl gelenek nedeniyle eleştirmekle kalmıyor, ay­nı zamanda onları, atalarının bâtıl gelenek ve inançlarını körü körüne takip etmenin doğru ol­madığı konusunda da uyarıyor.)
190- Sizinle savaşanlarla Allah yo­lunda savaşın ve aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.
191- Onları bulduğunuz yerde öldü­rün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onla­rı çıkarın. Fitne çıkarmak, adam öldür­mekten daha kötüdür. Mescid-i Ha­ram'ın yanında, onlar savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşır­larsa onları öldürün. Kâfirlerin cezası işte böyledir.
192- Vazgeçerlerse, şüphesiz Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
193- Fitne kalmayıp din yalnız Al­lah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık düşmanlık sa­dece zalimlere karşıdır.
194- Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır; o halde kim size saldırırsa, size saldırdı­ğı gibi siz de ona saldırın. Allah'tan sa­kının ve Allah'ın takva sahipleriyle be­raber olduğunu bilin.
195- Allah yolunda infak edin, (infakı terk ederek) kendinizi kendi elinizle tehli­keye atmayın, iyi işler yapın. Şüphesiz Allah ihsan sahiplerini sever.
196- Hac ve umreyi Allah için sona erdirin. Ama eğer alıkonursanız, kolayınıza gelen bir kurban (gönderin). Kurban, yerine ulaşıncaya ka­dar, başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizde hasta olan veya başından rahatsız bulunan (ve bu yüzden de başı­nı tıraş eden) varsa; fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir. Gü­venliğe kavuşursanız, umreden sonra hacca başla­yan kimseye, kolayına gelen bir kurban kesmek, bulamayana da hac esnasında üç gün ve döndüğü­nüzde yedi gün oruç tutmak gerekir ki o (toplam olarak) tam on gündür. Bu (hüküm), ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kimseler içindir. Allah’ tan sakının ve Allah'ın cezasının şiddetli olacağını bilin.
197- Hac bilinen aylardadır. O aylarda hac fa­rizasını eda eden kimse (bilmelidir ki) hacda, kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yok­tur. Ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. Kendini­ze azık edinin, şüphesiz azığın en iyisi ise takva­dır. Ey akıl sahipleri, sadece benden korkun!
198- (Hacda) Rabbinizden bir yarar dilemenizde (ticaret yapmanızda) bir günah yoktur. Arafat'tan akın ettiğinizde, Allah'ı Meş'ar'il Haram'da anın; sizi hidayete ulaştırdığı gibi, siz de O'nu zikredin. Şüphesiz (unutmayınız ki) bundan önce sapık olan­lardan idiniz.
199- Sonra insanların toplu olarak akın ettiği yerden, siz de (Mina'ya) akın edin. Allah'tan mağ­firet dileyin. Şüphesiz Allah bağışlayıcı ve mer­hamet edicidir.
200- Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. «Rabbimiz! Bize dünyada ver» diyen in­sanlar vardır. Öylesinin, ahirette bir pa­yı yoktur.
201- İnsanlardan, «Rabbimiz! Bize dünyada güzellik, ahirette de güzellik ver, bizi ateşin azabından koru» diyenler de vardır.
202- İşte onlara, kazançlarından (ve dualarından) bir nasip vardır. Allah hesabı çabuk görür.
203- Allah'ı sayılı günlerde anın. İki günde (Mina'dan dönmek için) elini çabuk tutana günah yoktur, geri kalana (ve Mina'da üç gece durana)'da günah yoktur. (Bun­lar) Sakınan kimse içindir. Allah'tan korkun ve hepinizin O'nun huzurunda bir araya getirileceğini bilin.
204- Dünya hayatına dair konuşması senin şaşırtan ve kalbinde olana Allah'ı şahit tutan insanlar vardır. Hâlbuki o düşmanların en azılısıdır.
205- O iş başına geçince (hâkimiyeti ele geçirince), yeryüzünde fesat çıkarmaya, ekin ve nesli yok etmeye çalışır. Allah fesadı sevmez.
206- Ona, «Allah'tan sakın» denince, işlediği günah sebebiyle gurura kapılır. Artık ona cehennem yeter. O pek de kö­tü bir yataktır!
207- İnsanlar arasında, Allah'ın rıza­sını kazanmak için canını verenler var­dır. Allah kullarına karşı şefkatlidir.
(Sa'lebi şöyle diyor: «Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Medine'ye doğru hicret etmek isteyince, Ali b. Ebu Talib'i (a.s) Mekke'de borçlarını ödemek ve yanındaki halka ait emanetleri sahiplerine geri vermek için kendi yerine tayin etti. Müşrikler pey­gamberin (s.a.a) evinin etrafını sardıkları bir hal­de Ali'ye (a.s) kendi yatağında yatmasını emretti ve ona şöyle buyurdu: «Uyurken üzerime örttü­ğüm yeşil parçayı üzerine ört ve benim yatağıma yat. İnşallah sana hiçbir zarar gelmeyecektir.» Hz. Ali (a.s) bu denilenleri yerine getirdi ve bu esnada Allah, Cebrail ve Mikail'e şöyle vahyetti: «Ben si­zin aranızda kardeşlik bağını icat ettim ve birini­zin ömrünü diğerinden uzun kıldım. Sizden hangi­niz diğerini kendisine tercih eder.» Onlardan her ikisi de kendi hayatını tercih etti. Bu esnada Allah onlara şöyle vahyetti: «Neden siz de Ali b. Ebi Talib (a.s) gibi değilsiniz? Ben onunla Muhammed arasında kardeşlik bağını icat ettim. O, Peygam­ber'in (s.a.a) yatağına yattı ve Peygamber'i ken­disine tercih etti.» Simdi yeryüzüne ininiz ve onu düşmanlardan koruyunuz.» Bunun üzerine o melekler yeryü­züne geldiler, Cebrail baş tarafında ve Mikail ise alt tarafında yer aldı. Cebrail şöyle seslendi: Aferin! Aferin! Kim senin gi­bi olabilir ey Ali! Allah melekler nezdinde seninle övündü.» Peygamber (s.a.a) Medine'ye doğru hareket ettiği bir esnada mezkûr ayet Ali b. Ebi Talib hakkında nazil oldu.»)
208- Ey iman edenler! Hep birden (Allah'a) tes­limiyet içine girin, şeytanın adımlarına uymayın; o, size apaçık bir düşmandır.
209- Size apaçık belgeler geldikten sonra ka­yarsanız, Allah'ın güçlü ve hikmet sahibi olduğu­nu biliniz.
210- Onlar sadece Allah'ın ve meleklerin (indi­receği azabın) gölge salan bulutlar içinde kendileri­ne gelmesini ve böylece işin bitmesini bekliyor­lar. Elbette bütün işler Allah'a dönecektir.
211- İsrail oğullarına, ne kadar açık ayetler verdiğimizi sor! Kendisine geldikten sonra kim Allah'ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek şiddetli olandır.
212- Küfre sapanlara, dünya hayatı süslendirilmiştir. Onlar, (bu yüzden) iman edenlerle alay eder­ler. Oysa takva sahipleri kıyamet günü onlardan üstün olacaklardır. Allah dilediğine hesapsız şe­kilde rızık verir.
213- İnsanlar tek bir ümmetti. Derken (araların­da inanç farklılıkları ortaya çıkınca), Allah peygamber­leri müjdeci ve uyarıp korkutucu olarak gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düş­tükleri şeyler konusunda aralarında hüküm ver­mek hak üzere (bir de) kitap indirdi. Oysa kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra sırf aralarındaki haset yüzünden ihtilafa düşenler, kendilerine kitap verilenlerden başkası değildi. Allah iman edenleri, ay­rılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile hidayet etti. Allah dilediğini doğru yola hidayet eder.
214- Yoksa sizden önce gelip geçen­lerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber mümin­ler, «Allah'ın yardımı ne zaman?» diye­cek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
215- Sana, ne infak edeceklerini so­rarlar. De ki: «İnfak edeceğiniz mal; ana baba, yakınlar, yetimler, düşkünler, zor­da kalan yolcular içindir. Yapacağınız her iyiliği Allah şüphesiz bilir.
216- Hoşunuza gitmediği halde, sa­vaş üzerinize farz kılınmıştır. Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için ha­yırlı olabilir. Bir şey de hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir. Allah bilir ve siz bilmezsiniz.
217- Sana haram ayı, onda savaşma­yı sorarlar. De ki: «O ayda savaşmak bü­yük (bir günahtır) ve (sonuç olarak da) Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkâr etmek ve Mescid-i Haram'a engel olmaktır. Ama halkını oradan çıkarmak Allah katında (haram ayda savaşmaktan) daha büyüktür. Fitne çıkarmak (irtidat etmek) ise öldürmekten daha bü­yüktür.» Güçleri yeterse, dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler. Sizden di­ninden dönüp kâfir olarak ölen olursa, bunların iş­leri dünya ve ahirette boşa gitmiş olur. İşte ateş ehli onlardır, onlar onda temelli kalıcılardır.
218- İman edenler, hicret edenler ve Allah yo­lunda cihat edenler Allah'ın rahmetini umarlar. Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
219- Sana içki ve kumarı sorarlar. De ki: ikisinde hem büyük günah ve hem insanlara bazı (maddi) faydalar vardır. Günahları faydasından da­ha büyüktür. Sana neyi (ne kadar) infak edecekle­rini sorarlar. De ki: «İtidal miktarınca» Allah düşünesiniz diye size ayetleri böylece açıklar.
220- Dünya ve ahiret hakkında (düşünesiniz diye size ayetleri böylece açıklar). Ve sana yetimler hakkın­da sorarlar. De ki: Onların işlerini düzeltmek ha­yırlıdır. Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah kimin işleri bo­zucu ve kimin düzeltici olduğunu bilir. Allah dileseydi sizi zora sokardı. Allah şüphesiz güçlüdür, hikmet sahibidir.
221- İman edinceye kadar Allah'a şirk koşan kadınlarla evlenmeyin. İman eden bir cariye, gön­lünüzü çekse de müşrik bir kadından daha iyidir. İman edinceye kadar müşrik erkeklerle mümin kadınları da evlendirmeyin. İman eden bir köle, gönlünüzü çekmiş olsa da müşrik bir erkekten da­ha iyidir. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle cennete ve mağfirete çağırır ve insanlara hatırda tutsunlar diye ayetlerini açıklar.
222- Sana, kadınların aybaşı halini sorarlar. De ki: «O bir eziyettir. Aybaşı halinde iken kadınlardan el çekin, te­mizlenmelerine kadar onlara yaklaşma­yın. Temizlendikleri zaman, Allah'ın si­ze buyurduğu yoldan yaklaşın. Allah şüphesiz daima tövbe edenleri sever ve Allah temizlenenleri de sever.»
223- Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza (haram kılınmış zamanlar müstesna) istediğiniz zaman varın. Kendiniz için (salih çocuklar edinerek) Önceden (güzel amel­ler) takdim edin, Allah'tan sakının. O'na, hiç şüphesiz kavuşacağınızı bilin ve (bunu) iman edenlere müjdele.
224- İnsanların arasını düzeltmeniz, günahtan sakınmanız ve iyi olmanız için, Allah'a yaptığınız yeminleri engel kılmayın. Allah şüphesiz işiten ve bilendir.
(Eğer bir kimse bir şeyi yapmaya veya yap­mamaya yemin eder, sonra da yemini bozmanın daha hayırlı olduğunu fark ederse, yeminini boz­malı ve kefaretini vermelidir. Yemini bozmanın ke­fareti, on muhtacı doyurmak ve giydirmek, ya da bir köle azat etmektir. Eğer yemin eden kimse bun­lara güç yetiremezse üç gün oruç tutmalıdır.)
225- Allah sizi kasıtsız yaptığınız ye­minlerinizden dolayı değil, fakat kalple­rinizin kazandığı (kasıtlı yaptığı) yeminler sebebiyle sorumlu tutar. Allah bağışla­yandır, hilim sahibidir.
226- Kadınlarına yaklaşmamaya ye­min edenler, dört ay beklerler; bundan sonra dönerlerse, (bilsinler ki) şüphesiz Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
(Eşler arasındaki ilişkilerin her zaman için uyumlu olmadığı doğru ise de Allah, eziyet verici bir ilişkinin devam etmesine izin vermez. Bu ne­denle Kur'an kadının haklarını savunarak eşlere, ayrılmaları için kanunen nikâhlı kaldıkları, fakat pratikte ayrı yaşayıp ilişkide bulunmadıkları dört ay gibi maksimum bir süre belirlemiştir. Bu tür bir ayrılığa İslâm hukukunda «ilâ» denir. Bu süre içinde karı kocaya barışmalı, ya da hoşlandıkları uygun kimselerle evlenebilmeleri için iyilikle ay­rılmalıdırlar. Eski ve modern cahiliye döneminde olduğu gibi kadını bu şekilde süresiz bekletmek doğru değildir)
227- Yok, eğer boşanmaya karar verir­lerse, (bilsinler ki) Allah şüphesiz işiten ve bilendir.
228- Boşanmış kadınlar, kendi başla­rına üç aybaşı hali beklerler; eğer Al­lah'a ve ahiret gününe iman etmişlerse, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizle­meleri kendilerine helal değildir. Koca­ları bu arada barışmak isterlerse, eşleri­ni geri almakta daha çok hak sahibidir­ler. Kadınlar ödevlerine denk belli hak­lara sahiptir ve (elbette) erkekler için on­ların üzerinde bir derece (farkı da) vardır. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.
229- (Dönüşü olan) Boşama iki keredir. Ondan sonrası, ya iyilikle tutmak veya güzellikle salmaktır. Allah'ın hudutları­nı koruyamamaktan korkmadıkça kadınlara verdiklerinizden bir şey almanız size helal değildir. Eğer ikisinin Allah'ın hudutlarını koruyamayacakların­dan korkarsanız, o zaman kadının fidye vermesinde (mehirini bağışlayıp boşanmasın­da) ikisine de günah yoktur. Bunlar Al­lah'ın hudutlarıdır, onları çiğnemeyin. Allah'ın hudutlarını çiğneyenler ancak zalimlerdir.
(Bu ayet İslâm'dan önce Arabistan 'da yaygın olan çok ciddi ve kötü bir sosyal alışkanlığı dü­zeltmeyi amaçlar. O zamanlarda bir erkek istediği kadar ve istediği zaman boşama hakkına sahipti. Ne zaman eşi ile ilişkisi kötüye gitse onu boşar ve işine gelirse tekrar onunla evlenirdi. Buna bir sı­nırlama getirilmediği için, olay sık sık tekrarlana­bilirdi. Bu nedenle kadın, ne onunla tam bir evli­lik ilişkisi içinde olur, ne de başkası ile evlenebile­cek özgürlüğe sahip olurdu. Kur'an'ın bu ayeti, bu tür zulmü ortadan kaldırmaktadır. Bütün evlilik yaşamı bo­yunca bir erkek, eşini ancak iki kez boşama hakkına sahiptir. Bundan sonra ne zaman onu üçüncü kez boşarsa, artık ondan tamamen ayrılmış olur. Ayrıca erkek, eşine mehir olarak veri­len evlilik hediyelerini, elbise ve takıları geri isteme hakkına sahip değildir. Birisine hediye olarak verilen bir şeyi geri iste­mek, islâm'ın ahlâk kurallarına tamamen aykırıdır. Hz. Pey­gamber (s. a. a) bu ahlâka aykırı hareketi, kustuğunu yalamaya benzetmiştir. Bilhassa bir erkek için, daha önceden isteyerek eşine verdiği şeyleri boşandıktan sonra geri istemek, çok utanç verici bir durumdur. İslâm, erkeğin mehir olarak eşine bir şeyler vermesini mutlak olarak emretmektedir.)
230- Bundan sonra (erkek üçüncü defa) kadını boşarsa, kadın başka birisiyle evlenmedikçe bir da­ha kendisine helal olmaz. (Eğer ikinci kocası da) onu boşarsa, Allah'ın hudutlarını koruyacaklarına inandıkları takdirde (eski eşlerin) birbirlerine dön­melerine bir engel yoktur. Bunlar, bilen kimseler için Allah'ın açıkladığı hudutlardır.
231- Kadınları boşadığınızda iddetlerini bitir­dikleri zaman, onları güzellikle tutun ya da güzel­likle bırakın. Haksızlıkta bulunmak için onları za­rarlı olacak şekilde tutmayın. Böyle yapan şüphe­siz kendisine zulmetmiş olur. Allah'ın ayetlerini de alaya almayın. Allah'ın üzerinize olan nimeti­ni, öğüt vermek üzere size indirdiği kitab ve hik­meti anın, Allah'tan sakının ve Allah'ın her şeyi bildiğini bilin.
232- Kadınları boşadığınızda, onlar da bekle­me müddetlerini (iddetlerini) tamamladıkları za­man, kendi aralarında güzellikle anlaşmaları du­rumunda, evlenmelerine engel olmayın. İşte bu­nunla içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha faydalı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
233- Anneler çocuklarını, emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için tam iki sene emzirirler. Onların yiyecek ve gi­yeceğini uygun bir şekilde sağlamak, çocuk kendisinin olan babaya borçtur. Herkese ancak gücü nispetinde teklifte bulunulur. Ne bir ana ve ne de bir baba evladı sebebiyle zarara sokulmasın. (Ba­banın) Varisine de aynı şeyi yapmak borçtur. Ana baba aralarında danışarak ve anlaşarak sütten kesmek isterlerse, ikisine de günah yoktur. Çocuklarınızı sütanneye emzirtmek isterseniz, verece­ğinizi güzel bir şekilde ödedikten sonra size günah yoktur. Allah'tan sakının ve Allah'ın yaptıklarınızı gördüğünü bilin.
234- İçinizden ölenlerin bırakmış ol­duğu eşler kendi başlarına dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini (iddetlerini) tamamladıkları zaman, onların kendi haklarında uygun şekilde yaptık­larından (ve istedikleriyle evlenmelerinden) dolayı size günah yoktur. Allah yaptık­larınızdan haberdardır.
235- (İddeti bekleyen) Kadınlara ima yo­lu ile evlenme teklif etmenizin ya da bu arzuyu içinizden geçirmenizin hiçbir sa­kıncası yoktur. Allah onları anacağınızı bilir. Sakın uygun (kinaye ve imalı) sözler dışında onlarla gizlice sözleşmeyin müddet sona erene kadar nikâh akdine kalkışma­yın. İçinizde olanı Allah'ın bildiğini bilin de O'ndan çekinin. Allah'ın bağışlayıcı ve hilim sa­hibi olduğunu bilin.
236- Henüz kendilerine dokunmadan veya mehir belirlemeden kadınları boşamanızda size gü­nah yoktur. Onları, zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında uygun bir şekilde faydalandırın. Bu ihsan sahiplerine bir borçtur.
237- Eğer onlara mehir biçer de el sürmeden onları boşarsanız, kendileri veya nikâh akdi elin­de olan erkeğin bağışlaması hali müstesna, biçti­ğinizin yarısını verin. Bağışlamanız (tümünü verme­niz) takvalı olmaya daha yakındır. Birbirinize karşı erdemi unutmayın. Allah şüphesiz yaptıklarınızı görür.
238- Namazları ve orta namazı (öğle namazını) özenle gözetin; gönülden boyun eğerek Allah için (namaza) durun.
239- Eğer korkarsanız, (namazı) yaya veya binek üstünde giderken kılın, güvene erişince, (namaz hü­kümleri hakkında) bilmediklerinizi öğrettiği şekilde Allah'ı anın.
240- Sizden ölüp eşler bırakanlar, evlerinden çıkarılmaksızın bir yıla kadar eşlerinin geçimini sağlayacak şeyi vasiyet etsinler. Eğer çıkarlarsa kendilerinin meşru olarak yaptıklarından (evlilik­ten) dolayı size sorumluluk yoktur. Allah güçlü­dür, hikmet sahibidir.
241- Boşanmış kadınlara (farz olarak biçilenlerin yanı sıra) uygun bir hediye (vermek de erkekler üzerinde bir borçtur. Bu) Takva sahipleri üzerinde bir haktır.
242- Allah ayetlerini düşünesiniz diye böylece açıklamaktadır.
243- Binlerce kişinin evlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara «Ölün» dedi. Sonra onları diriltti. Allah insanlara bol nimet verir, fakat insanların çoğu şükretmezler.
(İsrail oğulları arasında veba salgını baş göstermişti. Bunlar ölüm korkusuyla evlerinden çıkıp kaçmaya başladılar. Bir mil gider gitmez Al­lah onları öldürdü. Kemikleri çürüdüğünde Allah, Hazkil'i gönderdi, Allah böylece onları ölümden sonra tekrar hayata kavuşturdu. Dolayısıyla taun ve veba gibi salgınlarda herkes bulunduğu yerden kaçmaya kalkışmamalı, savaş gerektiği zaman da korkup vatanlarından kaçmamalıdır Ölüm korku­suyla vatanlarını müdafaa etmekten ve Allah'ın emrini yerine getirmekten kaçınarak, sürü sürü yurtlarını terk eden kavimlerin, çok geçmeyip mahvoldukları, perişan oldukları hakkında insan­lık tarihi örneklerle doludur. Burada Allah, bütün bunları hatırlatırken Allah'ın hükmünden kaçıp kurtulmanın imkânı bulunmadığını ve böyle ya­panların, korktuklarına daha çabuk ve daha feci bir şekilde uğrayacaklarını ve hatta Allah'ın, dile­yince hükmünü yerine getirmek için ölüleri bile dirilteceğini ve dolayısıyla, ölmekle kurtulacakla­rını zannedenlerin de kurtulamayacaklarını anlat­mış, kısaca Allah'ın hükmünden kurtulmak için, ne ölümden kaçmanın, ne de ölüme koşmanın akıl işi olmadığını bildirmiştir)
244- Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah şüphesiz işiten ve bilendir.
245- Allah'a güzel bir borç verip de Allah'ın da onu kendisine birçok kat katlayıverdiği o kimse kimdir? Allah (rızkı) hem darlaştırır, hem bollaştırır; O'na döndürüleceksiniz.
246- Musa'dan sonra İsrail oğulları­nın ileri gelenlerini görmedin mi? Hani peygamberlerinden birine, «Bize bir hü­kümdar gönder de Allah yolunda sava­şalım» demişlerdi. (O peygamberleri ise,) «Ya savaş size farz kılındığında savaş­mazsanız?» demişti. «Memleketimizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre niye Allah yolunda savaşmaya­lım?» demişlerdi. Ama savaş onlara farz kılınınca, az bir kısmı müstesna, yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.
247- Peygamberleri onlara, «Allah size şüphe­siz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi» dedi. «Biz hükümdarlığa ondan layık iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken, bize hükümdar olmaya o nasıl layık olabilir?» dediler. «Doğrusu Allah si­ze onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı» dedi. Allah mülkünü (hükümdarlığı) dilediğine verir. Doğrusu Allah her şeyi kuşatan ve her şeyi bilen­dir.
248- Peygamberleri onlara, Onun egemenliği­nin alameti, size sandığın gelmesidir. Onda Rabbinizden gelen bir huzur, Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından kalanlar vardır ve onu melekler taşır. Eğer iman etmişseniz, bunda sizin için apaçık delil vardır. Dedi.
249- Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, on­dan içen benden değildir, eliyle sadece bir avuç içen müstesna, kim ondan içmezse şüphesiz ben­dendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içti­ler. Kendisi ve beraberindeki iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar), «Bugün Calut ve ordusu­na karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Allah'a kavuşacaklarını bilenler ise, «Nice az topluluk Al­lah'ın izniyle çok topluluğa üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler.
250- Calut ve ordusuyla karşı karşıya geldikle­rinde, «Rabbimiz! Bize sabır ver, ayağımızı sabit kıl (kaydırma), kâfir topluluğa karşı bize yardım et» dediler.
251- Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar. Davud Calut'u öldürdü. Allah ona (Da­vud'a) hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insan­ları birbiriyle savması olmasaydı yeryü­zünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sa­hibidir.
252- İşte bunlar Allah'ın ayetleridir. Biz onları sana, doğru olarak okuyoruz. Şüphesiz sen peygamberlerden birisin.
253- İşte bu peygamberler; bir kısmını, diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah'ın kendilerine hitab ettiği, derece­lerle yükselttikleri vardır. Meryem oğlu İsa'ya apaçık belgeler verdik, onu Ruh'ul Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Allah dileseydi, apaçık belgeler kendilerine geldikten sonra, peygamberlerin ardından birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler, kimi iman etti, kimi küfre saptı. Allah dileseydi (ihtilafa düştüklerinde bile) birbirlerini öldürmezlerdi, lakin Allah istediğini yapar.
254-Ey iman edenler! Alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı günün gelmesinden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin. Kâfirler, zalimlerin ta kendileridirler.
255-Allah, O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, her an yaratıklarını gözetip du­randır. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde olan ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işledikle­rini ve işleyeceklerini de bilir. Diledi­ğinden başka ilminden hiç bir şeyi kav-rayamazlar. Egemenliği gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.
256-Dinde zorlama yoktur; artık hi­dayetle dalalet birbirinden iyice ayrıl­mıştır. Tağutu inkâr edip Allah'a iman eden kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir, bi­lendir.
(Arapça «din» kelimesi hem inancı, hem de bu inanç üzerine kurulan hayat tarzını ifade eder. Burada, önceki ayetlerde ortaya konulan inanç ifade edilmek­tedir. Bu ayete göre İslâm, iman ve onun hayat tarzı hiç kim­seye zorla kabul ettirilemez demektir. Yoksa din çerçevesinde iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak ile hiç bir ilgisi yoktur. Arapça «tağut» kelimesi sözlük anlamıyla sınırları aşan herkes için kullanılır. Kur'an bu kelimeyi Allah'a isyan eden, Allah'ın kullarının hâkimi ve mâliki olduğunu iddia eden ve onları kendi kulu olmaya zorlayan kimse için kullanır. Eğer bir kimse Allah'a isyan eder ve O'nun kullarını kendine boyun eğmeye zorlarsa, o zaman tağuttur. Böyle bir kimse şeytan, rahip, dinî veya politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bu nedenle bir kimse tağutu reddetmedikçe Allah’a inanmış sayılamaz. Ayrıca Menakib-u Harezmi, s.24'de yer alan bir rivayette ise Hz. Peygamber'in (s.a.a) İmam Ali’ ye şöyle dediği yer almıştır: «Sen (ayette belirtilen) kopmak bilmeyen sağlam bir kulpsun.»)

257- Allah iman edenlerin velisidir, onları ka­ranlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanların velileri ise tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıkla­ra çıkarır. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar on­da temelli kalacaklardır.
258- Allah kendisine hükümranlık verdi diye İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, «Rabbim dirilten ve öldüren­dir» dediğinde, «Ben diriltir ve öldürürüm» demiş­ti. İbrahim, «Şüphesiz Allah güneşi doğudan geti­riyor, sen de batıdan getirsene» dedi. Küfre sapan kimse şaşırıp kaldı. Allah zulüm eden kimseleri hidayete eriştirmez.
259- Yahut sakinlerinin boşalttığı evlerin bu­lunduğu kasabaya uğrayan kimseyi (görmedin mi?) Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?» dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, «Ne ka­dar kaldın?» dedi. «Bir gün veya bir gü­nün bir kısmı kadar kaldım» dedi. «Hayır, yüz yıl kaldın. Yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bir bak ve hem seni insanlar için bir örnek kılaca­ğız. Kemiklere bir bak, onları nasıl bir­leştirip sonra onlara et giydiriyoruz» de­di. Bu ona apaçık belli olunca, «Artık Allah'ın her şeye kadir olduğunu biliyo­rum» dedi.
260- Hani ibrahim, «Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster» dediğinde, «İnanmıyor musun?» deyince de «Evet (inanıyorum), velâkin kalbim iyice itminana ersin» demişti. «Öyleyse kuşlardan dördünü tut da onları kendi nezdinde (keserek) parçalara ayır, sonra da her dağın üzerine onlardan bir parça koy. Ardından onları çağır; koşarak sana gelirler. O halde Allah'ın güçlü ve hikmet sahibi olduğunu bil» demişti.
261-Mallarını Allah yolunda infak edenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah her şeyi kuşatan, O her şeyi bilendir.
262-Mallarını Allah yolunda infak edip sonra infak ettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve eza etmeyenlerin ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
263-Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden ezi­yet gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah zengin­dir, hilim sahibidir.
264- Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret günü­ne inanmayıp insanlara gösteriş için malını infak eden kimse gibi, sadakalarınızı, başa kakma ve eziyet etmekle boşa çıkarmayın. Zira böylesini örneği, üstünde biraz toprak bulunan ve üzerine bir sağanağın inip kendisini bütün yalçınlığı ile ortada bıraktığı bir kaya gibidir. Kazandıkların­dan hiç bir şey elde edemezler. Allah küfre sapan kimselere hidayet etmez.
265- Allah'ın rızasını kazanmak ve kalplerini sağlamlaştırmak için mallarını infak edenlerin ör­neği, yüksekçe bir tepede bulunan, bol yağmur al­dığında yemişlerini iki kat veren, bol yağmur yağ­masa bile (ürün vermesine yetecek) çisentisi düşen bir bahçenin örneği gibidir. Allah yaptıklarınızı gö­rür.
266- Hangi biriniz kendisi ihtiyarlamış ve çocukları da güçsüzken, altlarından ırmaklar akan, kendisi için orada her çeşit meyveden (bir miktar) bulunan hurmalık ve üzümlükler dolu bir bahçe­sinin, ateşli bir kasırganın kopmasıyla yanmasını ister? Düşünesiniz diye Allah size ayetlerini böy­lece açıklar.
267- Ey iman edenler! Kazandıklarınızın te­mizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan infak edin; göz yummadan alamayacağı­nız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Al­lah'ın müstağni ve övülmeye layık ol­duğunu bilin.
268- Şeytan size fakirliği vaat eder ve size kötülüğü emreder. Allah ise kendi­sinden mağfiret ve bol nimet vaat eder. Allah her şeyi kuşatan ve her şeyi bilen­dir.
269- Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Temiz akıl sahiplerin­den başkası düşünüp anlamaz.
(el-Bidaye ve'n Nihaye c.7 s.360'da yer aldı­ğına göre İbn-i Mes' ud Resulullah 'ın şöyle buyur­duğunu naklediyor: «Hikmet on parçaya bölündü. Dokuz parçası Aliye verildi ve bir parçası da in­sanlara verildi.)
270- İnfak ettiğiniz her şeyi ve adadı­ğınız adağı şüphesiz Allah bilir. Zulüm edenlerin hiç yardımcıları yoktur.
271- Sadakaları açıkça verirseniz o pek güzel! Eğer onları yoksullara gizli­ce verirseniz sizin için daha iyidir. Allah kötülüklerinizi örter ve Allah yaptıkları­nızdan haberdardır.
272- (Ey Peygamber,) İnsanları hidayete erdirmek senin işin değil, zira ancak Al­lah, dilediğini hidayete erdirir. Ve yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için harca­manız şartıyla, başkalarına her ne iyilik yaparsanız bu kendi yararınızadır. Çün­kü yapacağınız her iyilik size olduğu gibi geri dönecek ve size haksızlık ya­pılma- yacaktır.
273- (İnfaklarınızı) Allah yolunda mahsur kalan, yeryüzünde dolaşamayan ve hayâlarından dolayı kendilerini tanımayanların zengin saydıkları yok­sullara verin. Onları yüzlerinden tanırsın, (yoksa onlar bizzat) insanlardan yüzsüzlük ederek bir şey istemezler. İnfak ettiğiniz iyi bir şeyi Allah şüphe­siz bilir.
274- Gece gündüz, açık gizli, mallarını infak edenlerin mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
(Durret'un Nasihin c.l s.22'de bu ayetin tefsiri hakkında şöyle yer almıştır: «Bu ayet Ali bin Ebi Talib hakkında inmiş­tir. Zira Hz. Ali'nin dört dirhemi vardı, birini gece, birini gündüz, birini aşikar ve birini de gizli sadaka verdi. Bunun üzerine bu ayet indi.»
275- Faiz yiyenler ancak şeytan çarpmış kimse gibi yaşarlar. Bu, onların, zaten alışveriş de faiz gibidir demelerindendir. Oysa Allah alış verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faizcilikten) geri durursa, geçmişi kendisinedir ve onun işi Allah'a aittir. Kim de (faizcili­ğe geri) dönerse, işte onlar ateş ehlidir ve onlar on­da temelli kalacaklardır.
276- Allah faizi tüketir, sadakaları ise nemalandırır. Allah pek de nankör olan hiç bir günahkârı sevmez.
277- İman edenler Salih amellerde bulunanlar, namazı ikame edenler ve zekât verenler var ya, onlar için mükâfatları Rableri katındadır. Onlar için ne bir korku vardır, ne de üzülürler.
278-Ey iman edenler! Allah'tan sakının iman etmişseniz, faizden arta kalmış hesaptan vazgeçin.
279-Böyle yapmazsanız, (bunun) Al­lah'a ve elçisine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer tövbe ederseniz sermayeniz sizindir. Böylece zulmetmemiş ve zulme uğramamış olursunuz.
280-Eğer (borçlu) darda ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Bil­miş olsanız borcu sadaka olarak bağışla­manız sizin için daha hayırlıdır.
281-Allah'a döndürüleceğiniz ve sonra zulme uğramadan herkesin kazancının kendisine eksiksiz verileceği günden korkunuz
282- Ey iman edenler! Birbirinize be­lirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. İçinizden bir yazıcı adalet üzere yazsın. Yazıcı onu Allah'ın kendi­sine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmeyip yazsın. Borçlu olan da yazdırsın, Rabbi olan Allah’ tan sakınsın ve ondan bir şey eksiltmesin. Eğer borçlu beyinsiz veya aciz, ya da yazdıramayacak durumda ise, velisi, adalet üzere yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahit tutun; eğer iki erkek bulunmazsa, şahitler­den razı olacağınız bir erkek, biri sürçtüğünde di­ğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir. Şahitler ça­ğırıldıklarında çekinmesinler. Borç büyük veya küçük olsun, onu süresiyle beraber yazmaya üşenmeyin. Bu, Allah katında en doğru, şahitlik için en sağlam ve şüpheden uzak tutacak en yakın yoldur. Ancak aranızdaki alışveriş peşin olursa, onu yazmamanızda size bir sorumluluk yoktur. Alışveriş yaptığınızda şahit tutun. Yazana da şahi­de de zarar verilmesin. Eğer (aksini) Yaparsanız, o zaman doğru yoldan çıkmış olursunuz. Allah’tan sakının. (Sakındığınız takdirde O) Allah size öğretir. Allah her şeyi bilir.
283- Eğer yolculukta olup yazıcı bulamazsanız alınan rehin yeter. Şayet birbirinize güvenirseniz (rehin gerekmez ama) güvenilen kimse borcunu öde­sin, Rabbi olan Allah'tan sakınsın. Şahitliği gizle­meyin, kim onu gizlerse şüphesiz kalbi günah iş­lemiş olur. Allah yaptıklarınızı bilendir.
284- Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır, İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar, diledi­ğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.
285- Peygamber Rabbinden kendine indirilene iman etmiştir. Bütün müminler de Allah'a, melek­lerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etmiştir ve «Peygamberleri arasından hiç birini ayırt etme­yiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz, affını dileriz, dönüş sanadır derler.
286- Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhine­dir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya ya­nılacak olursak, bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere (günahları sebebiyle ağır sorumluluklar) yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediğini yükleme, bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et! Sen mevlamızsın, kâfirlere karşı bize yardım et.

3
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ
3.Al-i İmran Suresi
(Medine'de nazil olmuştur ve 200 ayettir. 34-37. ayetlerde Hz. Meryem'in babasının mensup olduğu İmrân ailesinden söz edildiği için sure bu adı almıştır.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Elif, Lam, Mim.
2- Allah, O'ndan başka ilah olma­yan, diri ve her an yaratıklarını gözetip durandır.
3- Kendisinden öncekileri onaylayan kitabı, hak olarak sana indirdi. (Nitekim önceden de insanlara yol gösterici olarak) Tev­rat ve İncil'i de indirmişti.
4- Önceden insanlara hidayet olarak (Tevrat ve İncil'i indirmişken, şimdi de), Furkan'ı (hakkı batıldan ayıran Kur'an'ı) İndirdi. Doğrusu Allah'ın ayetlerini inkâr eden­ler için şiddetli bir azap vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır.
5- Şüphesiz gökte ve yerde hiç bir şey Allah'tan gizli değildir.
6- Ana rahminde sizi dilediği gibi şe­killendiren O'dur. O'ndan başka güçlü ve hikmet sahibi bir ilah yoktur
7- Sana kitabı indiren O'dur. Ondan bazısı kitabın temeli olan muhkem ayetlerdir, diğerleri de müteşabihlerdir. Kalplerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak ve tevil et­mek için müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa onla­rın tevilini ancak Allah bilir. İlimde derince kök­leşmiş olanlar ise, O’na inandık, (muhkem ve müteşa­bih) hepsi Rabbimizin katındandır derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilirler.
(İbn-i Hacer Askalani'nin rivayetine göre Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: «Ben Kur'an'ın inişi hakkında nasıl savaştıysam, Ali'de Kur'an'ın tevili hakkında savaşacaktır.» )
8- Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten son­ra kalplerimizi eğriltme ve katından bize rahme bağışla. Şüphesiz çok bağışlayan sensin.
9- Rabbimiz! Doğrusu geleceği şüphe götür­meyen günde, insanları toplayacak olan sensin. Şüphesiz Allah verdiği sözden caymaz.
10- Şüphesiz küfre sapanlar (var ya), onların malları da, çocukları da kendilerini Allah'tan (ge­lecek azaba karsı) hiçbir şeyden müstağni kılmaz ve onlar ateşin yakıtıdırlar.
11- (Bunların durumu,) Ayetlerimizi yalanlayan ve Allah'ın da kendilerini günahları yüzünden yakalayıverdiği Firavun ailesinin ve onlardan önceki­lerin durumu gibidir. Allah, cezası çetin olandır.
12- Küfre sapanlara, «Yenileceksiniz, toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, orası pek de kötü bir döşektir!» de.
13- (Bedir savaşında) Karşı karşıya gelen iki top­luluğun halinde sizin için ibret vardır; biri Allah yolunda savaşıyordu, diğeri ise kâfirdi. (Bu kâfirler) Karşı tarafı gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için ib­ret vardır.
14- İnsanlara kadınlardan, oğullar­dan, kantarlarca altın ve gümüşten, alâmetli atlardan, dört ayaklı hayvanlar­dan, ekinlerden (kaynaklanan) şehvetler sevgisi süslü ve çekici kılınmıştır. Bun­lar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah kalındadır.
15- De ki: «Bundan (sevdiklerinizden) daha iyisini size haber vereyim mi? Tak­va sahiplerine Rablerinin katında, altla­rından ırmaklar akan ve onda temelli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan bir hoşnutluk vardır.» Allah kullarını hakkıyla görücüdür.
16- Onlar (takva sahipleri), «Rabbimiz! Biz şüphesiz inandık, o halde günahları­mızı bize bağışla ve bizi ateşin azabın­dan koru» derler.
17- (Takva sahipleri) Sabreden, doğru olan, gönülden itaat eden, infakta bulu­nan ve seher vakitlerinde bağışlanma di­leyenlerdir.
18- Allah'tan başka ilâh olmadığına ve işlerinin adalet üzere olduğuna Al­lah'ın kendisi, melekler ve ilim sahiple­ri şahitlik etmişlerdir. (Evet gerçekten de) O'ndan başka ilâh yoktur. O mutlak güç ve hikmet sahibidir.
19- Allah katında din, şüphesiz İslam'dır. Ancak kitab verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki haset yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetle­rini kim inkâr ederse (bilsin ki), Allah hesabı çabuk görendir.
20- Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, «Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah'a teslim et­tim» de. Kendilerine kitab verilenlere ve ümmilere (şirk koşanlara), «Siz de teslim (Müslüman) oldunuz mu?» de. Şayet teslim (Müslüman) olurlarsa hidaye­te ermiş olurlar. Yüz çevirirlerse, sana yalnız teb­liğ etmek düşer. Allah kullarını hakkıyla görendir.
21- Allah'ın ayetlerini inkâr edenlere, haksız yere peygamberleri öldürenlere ve insanlarda adaleti emredenleri katledenlere elem verici azabı müjdele.
22- Onlar dünya ve ahirette işleri boşa çıkacak kimselerdir. Onların hiç yardımcıları da yoktur.
23- Görmüyor musun o kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanları? Aralarında hükmetme­si için Allah'ın kitabına davet olunuyorlar da içle­rinden bir kısmı, yüz çevirerek dönüp gidiyor.
24- Bu (amelleri), onların, «Bize ateş sadece sa­yılı bir kaç gün değecektir» demelerindendir. Uy­durup durdukları şeyler, onları dinlerinde yanılt­mıştır.
25- Geleceğinden şüphe olmayan bir günde onları topladığımız ve kendilerine haksızlık yapıl­mayarak herkese kazandığının eksiksiz verildiği zaman, (halleri) nasıl olacak?
26- De ki: «Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mül­kü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden çe­kip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler senin elindedir. Doğrusu sen, her şeye kadirsin.»
27- «Geceyi gündüze, gündüzü gece­ye geçirirsin; ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın ve dilediğine hesapsız rızık ve­rirsin.»
28- Müminler, müminleri bırakıp kâ­firleri veliler (yönetici ve önderler) edinme­sinler. Kim böyle yaparsa Allah ile ilişi­ğini kesmiş olur; ancak onlardan sakın­manız hali müstesnadır. Allah sizi ken­disiyle korkutur, dönüş Allah'adır.
29- De ki: «İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Gök­lerde olanları da yerde olanları da bilir. Allah her şeye kadirdir.»
30- Herkes hayırdan her ne yapmış ise onu o gün hazır bulur ve yaptığı kö­tülükle kendi arasında uzun bir mesafe olmasını diler. Allah sizi kendinden sa­kındırır ve Allah kullara karşı şefkatli olandır.
31- De ki: «Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günah­larınızı bağışlasın. Allah affedici ve merhamet edicidir.»
32- De ki: «Allah'a ve Peygamber'e itaat edin.» Yüz çevirirlerse (bilsinler ki), Allah kâfirleri sevmez.
33- Allah, Âdem’i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçip (kendi zamanlarında) âlemlere üstün kıldı.
34- (Onlar fazilet ve takva açısından) Birbi­rinden gelme bir nesildi. Allah işitendir, bilendir.
35- Hani İmran'ın karısı, «Ya Rabbi! Karnımda olanı, her şeyden bağımsız sadece sana ibadet etmek üzere adadım, benden kabul buyur. Doğrusu işiten ve bilen an­cak sensin» demişti.
36- Onu doğurduğunda, Allah onun ne doğur­duğunu ve (her şeyden bağımsız sadece Allah'a ibadet et­mek hususunda) erkeğin kız gibi (üstün) olmadığını daha iyi bildiği halde, «Ya Rabbi! Kız doğurdum, ben ona Meryem adını verdim, ben onu da soyu­nu da taşa tutulmuş şeytandan sana sığındırırım» dedi.
37- Rabbi onu güzel bir kabulle karşıladı, onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya mihrapta onun yanına her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu. «Meryem! Bu sana nereden geldi?» deyince, o da, «Bu, Allah katındandır» derdi. Doğrusu Allah dilediğine he­sapsız rızık verir.
38- Orada Zekeriya Rabbine dua etti: «Ya Rabbi! Bana kendi katından temiz bir soy bağışla, doğrusu sen duayı işitensin.»
39- (Zekeriyya) Mihrapta namaz kılarken melek­ler ona seslendiler: «Allah sana; Allah'tan bir ke­limeyi (İsa'yı) onaylayan, önder, çok takvalı ve sa­lihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjde­ler.»
40- «Ya Rabbi! Ben artık iyice kocamış, karım da kısırken nasıl oğlum olabilir?» dedi. Allah, «Allah dilediğini işte böyle yapar» dedi.
41- «Ya Rabbi! Bana bir alamet ver» (ki bu ilmim yakin ve itminana dönüşsün) dedi. Allah «Alametin, üç gün boyunca işaretle anlaşma dışında insanlarla (dilin tutulacağı için) konuşamamandır. Rabbini çok an, aksam sabah teşbih et» dedi.
42- Hani Melekler şöyle demişti, «Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni seçip temizledi. Âlemlerin (mevcut) kadınların­dan seni üstün kıldı.»
43- «Ey Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ, secde et, rükû edenlerle bir­likte rükû et.»
44- Bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye (kura çekmek için) kalemlerini atarlarken, sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.
(Hz. Meryem, annesi tarafından Allah yolun­da mabede adanmış bir kız olduğu için cinsiyeti nedeniyle onun koruyuculuğunu kimin yapacağı konusu, mabetteki görevliler için bir problem ol­du. Bu nedenle görevliler problemi çözmek için kura çektiler.)
45- Hani melekler, «Ey Meryem! Al­lah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor. Onun adı Mesih, Meryem oğlu İsa'dır. O, dünyada da ahirette de şanı yüce ve Allah'a yakın kılınanlardandır» demişti.
46- «İnsanlarla, beşikte iken de yetiş­kin iken de konuşur ve (o) salihlerden­dir.»
47- Meryem, «Rabbim! Bana bir in­san dokunmamışken nasıl çocuğum ola­bilir?» demişti. Melekler, «Allah diledi­ğini böylece yaratır. Bir işin olmasını dilerse ona, «0l» der ve o da olur» dedi­ler.
48- (Allah,) Ona (İsa'ya) kitabı, hikme­ti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretir.
49- (İsa) İsrail oğullarına bir peygam­ber (olarak onlara şöyle diyecektir:) «Ben size Rabbinizden bir ayet getirdim. Ben size çamurdan kuş gibi bir şey yapıp ona üfleyeceğim de Allah'ın izniyle hemen kuş olacaktır. Anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştireceğim. Allah'ın izniyle ölüleri dirilteceğim. Yediklerinizi ve evleriniz­de stok ettiklerinizi da size haber vereceğim. İman etmişseniz bunda size (peygamberliğim hakkında üstün bir) delil vardır.»
50- «Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve (bazı günahlarınız sebebiyle) size haram kılı­nan bazı şeyleri de helâl kılmam için (gönderildim) Size Rabbinizden bir ayet (İncil) getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.»
51- «Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na ibadet edin, bu doğru yoldur.»
52- İsa onların (Yahudilerin) küfre saptıklarını hissedince, «Allah yolunda yardımcılarım kimler­dir?» dedi. Havariler şöyle dediler: «Biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a inandık, O'na teslim ol­duğumuza şahit ol.»
53- «Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik, peygambere uyduk, bizi şahit olanlarla beraber yaz.»
54- Düzen kurdular, Allah da onlara düzen kur­du. Allah, düzen kuranların en hayırlısıdır.
55- Hani Allah demişti ki: Ey İsa! Ben seni tü­müyle alacağım, seni kendime yükselteceğim, se­ni küfre sapanlardan arındıracağım, sana uyanları kıyamet gününe kadar kâfirlerin üstünde tutaca­ğım. Sonra dönüşünüz banadır. Ayrılığa düştüğü­nüz hususlarda aranızda hükmedeceğim.
56- «Küfre sapanları ise dünya ve ahirette şid­detli azaba uğratacağım. Onların hiç yardımcıları da yoktur.»
57- Allah, iman edip salih amelde bulunanların ecirlerini ise eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez.
58- Bunları biz sana ayetlerden ve hikmetli zikirden (Kuran'dan) okuyoruz.
59- Şüphesiz Allah katında İsa'nın örneği; kendisini topraktan yaratıp son­ra da «ol» demesiyle olmuş olan Âdem’in örneği gibidir.
60- Gerçek, Rabbindendir. O halde şüphelenenlerden olma.
61- Sana ilim geldikten sonra, bu hu­susta seninle kim tartışacak olursa, de ki: «Gelin oğullarımızı, oğullarınızı; ka­dınlarımızı, kadınlarınızı; nefislerimizi ve nefislerinizi çağıralım, sonra lânetleşelim de Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim.»
(Bütün İslam mezhepleri (hatta Hariciler da­hi) Peygamber'in Necran Hıristiyanları ile mübahale etmeye giderken kadınlardan Hz. Fatıma (a.s), evlatlarından Hasan ve Hüseyin (a.s), kendi nefislerinden ise Hz. Ali (a.s) dışında hiç kimseyi mübahale için götürmediği hususunda ittifak et­mişlerdir. Fahri Râzi'nin Tefsir-i Kebir 'inde tas­rih ettiği gibi o gün Peygamber, üzerinde siyah ve yünden dokulu bir parçayla, mübahale için şehir­den dışarı çıktı. Hüseyin'i şefkat dolu kucağına al­mış ve Hasan'ın da ellerinden tutmuştu. Hz. Patı­ma (a.s) ardından, Ali'de (a.s) Fatıma'nın (a.s) ardından hareket ediyordu. Necran Hıristiyanları­nın piskoposu bu durumu görünce Hıristiyan ce­maate dönerek şöyle dedi: «Ben öyle çehreler gö­rüyorum ki eğer Allah'tan bir dağın yok olmasını dahi isteseler Allah onların duasına icabet ede­cektir. Sakın bunlarla mübahaleye girişmeyin, zira kesinlikle helak olursunuz. Öyle ki kıyamete kadar yeryüzünde bir tek Hıristiyan bile kalmaz.» Nec­ran heyeti bu manzara karşısında mübahale et­mekten çekinmiş ve cizye vermek üzere anlaşma imzalamak zorunda kalmışlardı.)
62- Şüphesiz bu anlatılanlar gerçek kıssalardır. Allah'tan başka ilah yoktur. Doğrusu Allah güçlüdür, hikmet sahibi­dir.
63- Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah bozguncuları bilendir.
64- (Resulüm!) de ki: "Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz. Şöyle ki Allah'tan baş­kasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi or­tak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da birbirimizi rabler edinmeyelim." Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman, "Şahit olun ki biz Müslümanlarız!" de­yiniz.
65- Ey kitab ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Tevrat da İncil de şüphesiz ondan sonra indirilmiştir. Akıl etmiyor musunuz?
66- Siz hadi bilginiz olan şey üzerinde tartıştı­nız. Ama bilginiz olmayan şey hakkında niçin tar­tışırsınız? Oysa Allah bilir, sizler bilmezsiniz.
67- İbrahim, ne Yahudi ve ne de Hıristiyan idi; ama Allah'ı bir tanıyan ve (Allah'a) teslim olan bi­riydi ve şirk koşanlardan değildi.
68- Doğrusu İbrahim'e en yakın olanlar; ona uyanlar, (hakeza) bu Peygamber ve iman edenler­dir. Allah iman edenlerin velisidir.
69- Kitab ehlinden bir takımı sizi saptırmak is­terler; oysa sadece kendilerini saptırırlar da farkı­na varmazlar.
70- Ey kitab ehli! Sizler göz göre göre Allah'ın ayetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?
71- Ey kitab ehli! Niçin hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?
72- Kitab ehlinden bir takımı şöyle dedi: «İman edenlere indirilene günün başında iman edin, sonunda ise inkâr edin; umulur ki onlar (şekke düşüp gerisin geriye) dönerler.»
73- «Sizin dininize uyanlardan başka hiç kimseye inanmayın» (dediler). De ki: «Şüphesiz hidayet, ancak Allah'ın hidayetidir. (Hakeza onlar, kendi aralarında şöyle dediler:) «Size verilenin benzerinin başka herhangi bir kimseye verildiğine yahut Rabbinizin huzurunda onların size karşı deliller getireceklerine de (inanmayın).» De ki: «Lütuf ve ih­san Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah her şeyi kuşatan ve bilendir.»
74- Dilediğini rahmetine özgü kılar, Allah büyük lütuf ve ihsan sahibidir.
75- Kitab ehlinden kantarla emanet bıraksan onu sana ödeyen ve bir dinar emanet etsen tepesine dikilmedikçe onu sana ödemeyen vardır. Bu (davranışları), onların, «Ümmiler (Yahudi olmayanlar) hakkında üzerimize bir yol (sorumluluk) yoktur» demelerindendir. Onlar bile bile Allah'a karşı yalan söylemektedirler.
76- Evet, ahdini yerine getiren ve gü­nahtan sakınan (kimseler bilsin ki), Allah şüphesiz sakınanları sever.
77- Şüphesiz Allah'ın ahdini ve ye­minlerini az bir değere satanlar var ya, işte onların, ahirette bir payları yoktur. Allah onlarla kıyamet günü konuşmaya­cak, onlara bakmayacak ve onları temi­ze çıkarmayacaktır. Elem verici azap da onlar içindir.
78- Onlardan bir takımı (söyledikleri şeyler), kitapta olmadığı halde kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip büker­ler. O, Allah katından olmadığı halde, «Allah katındandır» derler ve bile bile Allah'a karşı yalan söylerler.
79- Allah'ın, kendisine kitabı, hük­mü, peygamberliği verdiği bir insana (peygambere), «Allah'ı bırakıp bana ibadet edin» deme yetkisi yoktur. Lakin (her peygamber), «Öğrettiğiniz ve okuduğunuz kitap gereğince rabbani insanlar olu­nuz» (der).
80- Allah size melekleri ve peygam­berleri rabler olarak benimsemenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size küfre sapmayı mı emredecek?
81- Hani Allah peygamberler hakkında (ümmet­lerinden), «Size kitab ve hikmet verdikten sonra sizde olanı onaylayan bir peygamber geldiğinde ona mutlaka iman edip yardım edeceksiniz» diye söz almış ve «İkrar edip bu yükümü (ahdimi) yük­lendiniz mi?» demişti. «İkrar ettik» demişlerdi de Allah, «Şahit olun, ben de sizinle beraber şahitler­denim» demişti.
82- Artık bundan sonra kimler yüz çevirirse iş­te fâsık kimseler onlardır.
83- Allah'ın dininden başka bir din mi arzu ediyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O'na teslim olmuştur ve O'na döneceklerdir.
84- De ki: «Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirile­ne, Rableri tarafından Musa, İsa ve peygamberle­re verilene iman ettik, onları birbirinden ayırt et­meyiz, biz O'na teslim olanlarız.»
85- Kim İslam'dan başka bir din isterse, ondan kabul edilmeyecektir. O ahirette de hüsrana uğra­yanlardandır.
86- İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şa­hadet ettikten ve kendilerine belgeler geldikten sonra küfre sapan bir kavmi, Allah nasıl hidayete eriştirir? Allah zalimleri hidayete eriştirmez.
87- İşte bunların cezası; Allah'ın, meleklerin ve insanların hepsinin lanetine uğramalarıdır.
88- Onlar onda ebedî kalacaklardır. Onlardan azap hafifletilmez ve onlara mühlet de verilmez.
89- Ancak bunun ardından tövbe edip düzelenler müstesnadır. Doğrusu Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
90- İnandıktan sonra küfre sapıp kü­fürlerini arttıranlar (var ya), onların tövbeleri kabul edilmeyecektir. İşte sapık­lar onlardır.
91- Doğrusu küfre sapıp kâfir olarak ölenlerin hiç birinden, yeryüzünü dolduracak kadar altını fidye vermiş olsa bile, kabul edilmeyecektir. İşte elem verici azap onlaradır, onların hiç yardımcı­ları da yoktur.
92- Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliğe erişemezsiniz. Her ne infak ederseniz, işte şüphesiz Allah onu bilir.
93- Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in (Yakub'un) kendilerine haram ettiğinden başka, bütün yiyecekler İsrail oğullarına helal idi. De ki: (Deve eti ve sütünün haram olduğu hususunda) «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun.»
94- İşte bundan sonra her kim Al­lah'a karşı yalan isnat ederse, işte onlar zalimlerdir.
95- De ki: «Allah doğru söyledi (bun­lar İbrahim dininde yoktu, o halde), Allah'ı bir tanıyan İbrahim'in dinine uyun. O, şirk koşanlardan değildi.»
96- Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, âlemler için bereketli ve bir hidayet kaynağı olan Mekke'deki evdir (Kâbe’dir).
97- Onda (Kâbe’de) apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse güvenlik içinde olur. Oraya yol bulabilen insana Allah için Kâbe’yi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim küfre saparsa (ve haccı terk ederse bilsin ki), doğrusu Allah âlemlerden müstağnidir.
98- De ki: «Ey kitab ehli! Niçin Allah'ın ayet­lerini inkâr ediyorsunuz? Hâlbuki Allah, bütün yaptıklarınıza şahittir.»
99- De ki: «Ey kitab ehli! Siz (doğru olduğuna) şa­hitken, niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeğe yeltenerek iman edenleri ondan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
100- Ey iman edenler! Kitab verilenlerin bir ta­kımına uyarsanız, imanınızdan sonra sizi kâfir olmaya sevk ederler.
101- Allah'ın ayetleri size okunur, aranızda da peygamberi bulunurken nasıl küfre saparsınız? Kim Allah'a sarılırsa şüphesiz doğru yola iletil­miş olur.
102- Ey iman edenler! Allah'tan, sakınılması gerektiği gibi sakının ve sizler ancak Müslüman olarak can verin.
103- Toptan Allah'ın ipine sanlın da ayrılma­yın. Allah'ın size olan nimetini anın. Hani düş­mandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz. Bir ateş çu­kurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, hidayete erişesiniz diye size ayetlerini böy­lece açıklar.
104- Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk olsun. İşte kurtuluşa erişenler yalnız onlardır.
105- Kendilerine belgeler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar içindir büyük bir azap.
106- Bir takım yüzlerin ağaracağı ve bir takım yüzlerin kararacağı gün (gelin­ce), yüzleri kararanlara, «İmanınızdan sonra küfre mi saptınız? Küfre sapma­nızdan dolayı tadın azabı» denecektir.
107- Yüzleri ağaranlar ise Allah'ın rahmetindedirler. Onlar onda temelli kalacaklardır.
108- İşte bunlar, sana hak olarak oku­duğumuz Allah'ın ayetleridir. Allah âlemlere zulmetmek istemez.
109- Göklerde olanlar da yerde olan­lar da sadece Allah'ındır. İşler Allah'a varacaktır.
110- Siz, insanlar için ortaya çıkarı­lan, iyiliği emreden, kötülükten alıko­yan, Allah'a iman eden hayırlı bir üm­metsiniz. Kitab ehli iman etmiş olsalar­dı kendileri için daha hayırlı olurdu. İç­lerinde iman edenler olmakla beraber, çoğu fasıklardır.
111- Onlar incitmekten başka size bir zarar veremezler. Sizinle savaşa koyu-lurlarsa, geri dönüp kaçarlar. Sonra ken­dilerine yardım da edilmez.
112- Nerede bulunsalar, Allah'ın ipine (İslam zimmetine) ve insanların ipine (emanına) sığınanlar müstesna, onlara alçaklık damgası vurulmuştur. Allah'tan bir gazaba uğramışlardır ve onlara mis­kinlik damgası vurulmuştur. Bu, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendir. Bu, karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandır.
113- Hepsi bir değildir. Kitap ehlinden secdeye vararak geceleri Allah'ın ayetlerini okuyup duran bir topluluk da vardır.
114- Onlar Allah'a ve ahiret gününe iman eder, iyiliği emreder, kötülükten men eder, hayırlarda yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.
115- Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, inkâr edilmezler. Allah takva sahiplerini bilir.
116- Şüphesiz küfre sapan kimselerin ne mal­ları ve ne de çocukları, Allah'tan yana, onlara bir şey sağlayamaz. İşte onlar ateş ehlidir, onlar onda temelli kalacaklardır.
117- Onların, bu dünya hayatında yapmakta ol­dukları harcamaların durumu, kendilerine zulmet­miş olan bir kavmin ekinlerini vurup da mahve­den kavurucu bir rüzgârın durumu gibidir. Allah onlara zulmetmiş değildir, aksine onlar kendi kendilerine zulmetmişlerdir.
118- Ey iman edenler! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar hakkınızda bozgunculuk et­mekten geri kalmazlar, sıkıntıya düşmenizi ister­ler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kalp­lerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer akıl edi­yorsanız, şüphesiz size ayetleri açıkladık.
119- İşte siz, onlar sizi sevmezken onları seven ve kitapların bütününe iman eden kimselersiniz. Size rastladık­ları zaman, iman ettik» derler, yalnız kaldıklarında da size öfkelerinden par­maklarını ısırırlar. De ki: Kininizle ölü­nüz! Allah kalplerde olanı bilir.
120- Size bir iyilik gelse, onların fe­nalarına gider; başınıza bir kötülük gel­se buna sevinirler. Sabreder ve takva sa­hibi olursanız, onların hilesi size hiç bir zarar vermez. Allah işlediklerinin hepsi­ni (ilmiyle) kuşatmıştır.
121- Hani sen iman edenleri savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere sabah erkenden ailenden ayrılmış­tın. Allah şüphesiz işiten ve bilendir.
122- Hani sizden iki takım çözülüp dağılmaya yüz tutmuş idi; oysa Allah onların velisi idi. İman edenler yalnız Allah'a tevekkül etsinler.
(Bu iki grup, münafıkların lideri Abdullah İbn-i Ubeyy 300 adamıyla ayrıldığında tereddüde düşen Beni Seleme ve Beni Harise kabileleriydi.)
123- Hiç şüphesiz siz güçsüz bir du­rumda iken Bedir'de, Allah size yardım etmişti. Allah'tan sakının ki şükredebilesiniz.
124- Hani iman edenlere, Rabbinizin size indirilmiş üç bin melekle yar­dım etmesi size yetmeyecek mi? diyor­dun.
125- Evet, eğer sabrederseniz, sakı­nırsanız ve (bu durumda) onlar hemen üze­rinize gelirlerse, Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir.
126- Allah bunu, ancak size müjde olsun ve böylece kalpleriniz itminana ersin diye yapmıştır. Yardım, ancak güçlü ve hik­met sahibi olan Allah katındandır.
127- (Bu ilahi yardım) Küfre sapanların kökünü kesmek veya ümitsiz olarak geri dönecek şekilde hor kılmak içindi.
128- Allah'ın, onların tövbelerini kabul etmesi veya azap vermesi hususunda senin yapabileceğin bir şey yoktur; şüphesiz onlar zalimlerdir.
129- Göklerde olanlar da yerde olanlar da Al­lah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
130- Ey iman edenler! Faizi kat kat alarak ye­meyin. Allah'tan sakının ki kurtuluşa erişesiniz.
131- Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının.
132- Allah'a ve peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin.
133- Rabbinizin mağfiretine ve takva sahipleri için hazırlanmış ve eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun.
134- Onlar bollukta ve darlıkta infak ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affeder­ler. Allah ihsan sahiplerini sever.
135- Onlar fena bir şey yaptıklarında veya ken­dilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahla­rının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar yaptıklarında, bile bile ısrar etmezler.
136- İşte onların mükâfatı; Rablerinden bağış­lanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde temel­li kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı pek de güzeldir!
137- Sizden önce nice sünnetler (olaylar) gelip geçti. Yeryüzünde gezin de yalancıların sonunun ne olduğuna bir bakın!
138- Bu (Kur'an), insanlara bir açıkla­ma, takva sahipleri için de hidayet ve bir öğüttür.
139- Gevşemeyin ve üzülmeyin; eğer gerçekten müminler iseniz mutlaka en üstün olan sizlersiniz.
140- Eğer siz bir yara almışsanız, (si­ze düşman olan) o topluluk da benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah'ın ger­çek müminleri ortaya çıkarması ve içi­nizden şahitler edinmesi için, o günleri insanlar arasında döndürür dururuz. Al­lah zulmedenleri sevmez.
141- Ve inananları günahlardan arıtmak, kâfirleri de yok etmek için (günleri insanlar arasında böyle çevirmektedir).
142- Yoksa Allah, içinizden cihat edenleri ve sabredenleri belirtmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
143- Şüphesiz ölümle (cihatla) karşı­laşmadan önce onu temenni ediyordu­nuz; (ama şimdi) ölümü görünce (tedirgin gözlerle) bakıyorsunuz.
144- Muhammed ancak bir peygam­berdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse, topuk­larınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah'a hiç bir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir.
(Şevahid'ut Tenzil c.l s.136'da yer aldığına göre Huzeyfet'ul Yemani şöyle demiştir: «Uhud savaşında ashap bozguna uğradıklarında İmam Ali ve Ebu Dücane Resulullah'ın yanında savaşa­rak müşrikleri Hz. Resulullah'tan uzaklaştırdılar ve bunun akabinde Allah-u Teâlâ mezkûr ayeti Ali ve Ebu Dücane hakkında nazil buyurdu.»)
145- Hiç bir kimse Allah'ın izni ol­madan ölmez. O, süresi belirtilmiş bir yazgıdır. Kim dünya sevabını isterse ona ondan veririz ve kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında mutlaka ödüllendireceğiz.
146- Nice peygamberlerin yanında pek çok Rabbani kimse savaşmıştır. Allah yolunda başla­rına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamış­lar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever.
147- Dedikleri ancak şu idi: «Rabbimiz! Gü­nahlarımızı, işimizdeki aşırılıklarımızı bize bağış­la, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfirlere karşı bize yardım et.»
148- Bu yüzden Allah onlara dünya sevabını ve ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah ihsan sahiplerini sever.
149- Ey iman edenler! Küfre sapanlara itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin geri döndürürler de hüsrana uğrarsınız.
150- Hayır, mevlanız Allah'tır. O, yardım edenlerin en iyisidir.
151- Hakkında hiç bir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmalarından ötürü, küfre sapanla­rın kalbine korku salacağız. Onların varacağı yer ateştir. Zalimlerin konaklama yeri pek de kötü­dür!
152- Hiç şüphesiz Allah, size verdiği sözünü doğruladı. Hani O'nun izniyle onları kırıp geçi­yordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahire-ti istiyordu; derken denemek için Allah sizi onlardan savdı (geri çevirip bozguna uğrattı) ve O, (sonunda) sizi bağışladı. Allah iman eden­lere bol lütuf sahibidir.
153- Hani Peygamber sizden geriye kalan topluluk İçinde sizi (arkanızdan dire­nişe) çağırırken, kimseye bakmadan hız­la uzaklaşıyordunuz; kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye Al­lah sizi kederden kedere uğrattı. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
154- Kederden sonra bir takımınızı (kaçtıklarına pişman olanları) saracak şekilde size güven veren hafif bir uyku indirdi; kendi canlarının kaygısına düşmüş bir gurup da haksız yere Allah hakkında cahiliye zanlarına kapıldılar. «Bu işten (Allah'ın yardımından) bir payımız var mı?» diyorlardı. De ki: «İşlerin tümü Allah'ındır.» Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. Bu İşten (Allah'ın yardımından) bir nasibimiz olsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlardı. De ki: «Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere ge­lirlerdi.» Bu, Allah'ın içinizde olanı de­nemesi, kalplerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir.
155- İki topluluğun karşılaştığı gün şeytan, ba­zı yaptıklarından ötürü içinizden yüz çevirenlerin ayaklarını kaydırmıştı. Allah, şüphesiz onları af­fetti. Gerçekten Allah bağışlayandır, hilim sahibi­dir.
156- Ey iman edenler! Yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında, Onlar yanı­mızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi» di­yen küfre sapanlar gibi olmayın. Allah bunu (batıl arzuları) kalplerine bir hasret olarak bırakır. Diril­ten de öldüren de Allah'tır. Allah yaptıklarınızı görür.
157- Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, size Allah'tan, onların topladıklarından daha ha­yırlı bir mağfiret ve rahmet vardır.
158- Hiç şüphesiz ölseniz de öldürülseniz de Allah katında toplanacaksınız.
159- Allah'ın rahmetinden dolayı sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalp­li olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında on­lara danış, fakat karar verdin mi artık Allah'a te­vekkül et, doğrusu Allah tevekkül edenleri sever.
160- Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakırsa, O'ndan baş­ka size yardım edecek kimdir? İman edenler yal­nızca Allah'a tevekkül etsinler.
161- Bir peygamberin emanete hıyanet etmesi olur şey değildir. Kim emanete hıyanet ederse, kı­yamet günü hıyanet ettiği şeyle gelir, sonra hak­sızlık yapılmaksızın herkese kazanmış olduğu ödenir.
162- Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'tan bir gazaba uğrayan, barınma yeri cehennem olan ve dönülecek yeri pek de kötü olan kimse gibi midir?
163- Allah katında onlar derece dere­cedir. Allah, işlediklerini görmektedir.
164- Allah, müminlere, aralarından kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve hik­meti öğreten bir peygamber göndermek­le büyük bir minnette (taşınması, hazmedilmesi dayanılmaz ve ağır olan bir iyilikte) bulun­du. Şüphesiz bundan önce açık bir sa­pıklık içinde idiler.
165- (Onları) iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı, «Bu nereden?» dersiniz? De ki: «O, ken­di tarafınızdandır.» Doğrusu Allah her şeye kadirdir.
166- İki topluluğun karşılaştığı günde başınıza gelen, Allah'ın izniyledir. Bu (Uhud yenilgisi), iman edenleri belirtmesi içindir.
167- (Uhud yenilgisi) Hem de Münafık­lık edenleri belirtmek içindi. Münafıklık edenlere, «Gelin, Allah yolunda savaşın veya hiç olmazsa savunmada bulunun» dendiği zaman, Eğer savaşmayı bilsey­dik, ardınızdan gelirdik dediler. O gün, onlar imandan çok küfre yakın idiler. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylü­yorlardı. Allah gizlediklerini onlardan iyi bilir.
168- Onlar oturup kardeşleri için, «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler. De ki: «Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden savın.»
169- Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, Hayır! Onlar diridirler. Rableri katında rızıklandırılırlar.
170- Allah'ın kendilerine lütfünden verdiği şeylere sevinirler ve arkalarından kendilerine ka­tılmayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler.
171- Onlar Allah'tan olan nimet ve bol bağışa sevinirler ve şüphesiz Allah iman edenlerin ecrini asla zayi etmez.
172- Onlar ki kendilerine yara isabet ettikten sonra, Allah ve Resulünün çağrısına icabet ettiler. İçlerinden iyilik yapanlar ve sakınanlar için yük bir ecir vardır.
173- İnsanlar onlara, «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun dediler. Bu, onların imanını artırdı da, Allah bize yeter. O pek de güzel bir vekildir dediler
174- Bu yüzden kendilerine bir kötülük dokun­madan, Allah'tan nimet ve bollukla geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük bir bol­luk sahibidir.
175- İşte o şeytan ancak kendi dostlarını kor­kutur, iman etmişseniz onlardan korkmayın, ben­den korkun.
176- Küfürde yarışanlar seni üzmesin; şüphe­siz onlar Allah'a bir zarar veremezler. Allah ahirette onlara bir pay vermemeyi diliyor ve onlara büyük azap vardır.
177- Şüphesiz iman karşılığında küfrü satın alanlar, Allah'a hiç bir zarar veremezler. Onlar için elim bir azap vardır.
178- Küfre sapanlar, kendilerine vermiş oldu­ğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, gü­nahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azap onlaradır.
179- Allah iman edenleri sizin duru­munuzda bırakacak değildir, sonunda temizi pisten ayıracaktır. Allah size gaybı bildirecek değildir; fakat Allah peygamberlerinden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık Allah'a ve peygam­berlerine iman edin; iman eder ve takva­lı olursanız size büyük ecir vardır.
180-Allah'ın bol nimetinden verdik­lerinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanma­sınlar, belki bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıkla­rınızdan haberdardır.
181-Allah gerçekten de, «Allah fakir; biz zenginiz» diyenlerin sözünü işitmiş-tir. Dediklerini ve haksız yere peygam­berleri öldürdüklerini elbette yazacağız da, «Yakıcı azabı tadın» diyeceğiz.
182-İşte bu, sizin ellerinizle işlediği­niz günahların karşılığıdır. Şüphesiz Al­lah kullara asla zulmetmez.
183-«O kimseler ki (insanlar yerine) ateşin yediği (yaktığı) bir kurban (hükmünü) getirmedikçe hiç bir peygambere inanmamak üzere Allah bizden ahit aldı» derler. (Onlara) De ki: «Benden önce pey­gamberler size apaçık belgeler ve dediğiniz şeyi getirdi. Doğru sözlü iseniz niçin onları öldürdünüz?»
(el-Menar tefsiri esasınca Yahudiler bazı kur­banlarını yemiyor, yakıyorlardı. Peygamber onla­ra kurbanlıkların yakılmamasını, yenilmesini em­redince bu defa Yahudiler, Allah'ın kendilerinden kurbanların yakılması hükmünü getirmeyen bir peygambere iman etmemek üzere ahit aldığını ileri sürerek akıllarınca teslim olmaktan kaçındılar.)
184- Seni yalancı saydılarsa, senden önce açık deliller, hikmetli sayfalar ve aydınlatıcı kitap ge­tiren peygamberler de yalanlanmıştı.
185- Her insan ölümü tadacaktır. Kıyamet gü­nü, ecirleriniz size mutlaka ödenecektir. Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kimse artık kurtul­muştur. Dünya hayatı, sadece aldatıcı bir metadan ibarettir.
186- Hiç şüphesiz mallarınız ve canlarınızla sı­nanacaksınız ve sizden önce kitab verilenlerden ve şirk koşanlardan, çok üzücü sözler işiteceksi­niz. Sabreder ve takvalı olursanız, bilin ki bu (sa­bır ve takva, insanı) İşlerde azim (ve irade sahibi kılan) şeylerdendir.
187- Hani Allah, kitab verilenlerden, «Onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz» diye ahit almıştı. Onlar ise, onu arkalarına atıp az bir değere sattılar. O satın aldıkları, pek de kötü bir şeydir!
188- Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övülmeyi sevenlerin, sakın azaptan kurtulacakla­rını sanma; (aksine) elem verici azap onlaradır.
189- Göklerin ve yerin egemenliği Allah'ındır. Allah her şeye kadirdir.
190- Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiple­rine şüphesiz deliller vardır.
191- Onlar ayakta iken, otururken ve yan yatar­ken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler de, «Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru» derler.
192- «Rabbimiz! Sen ateşe kimi so­karsan, onu şüphesiz rüsva etmiş olur­sun, zulmedenlerin hiç yardımcıları yoktur.»
193- «Rabbimiz! Doğrusu biz «Rabbinize iman edin» diye imana çağıran bir çağırıcıyı işittik de iman ettik. Rab­bimiz! Günahlarımızı bize bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle bera­ber al.»
194- «Rabbimiz! Peygamberlerinle vaat ettiklerini bize ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Sen şüphesiz sözünden caymazsın.»
195- Rableri onlara (dualarını kabul ede­rek şöyle) cevap verdi: «Birbirinizden meydana gelen sizlerden erkek olsun, kadın olsun, iş yapanın işini boşa çıkar­mam. Hicret edenlerin, memleketlerin­den çıkarılanların, yolumda ezaya uğra­tılanların, savaşan ve öldürülenlerin gü­nahlarını elbette örteceğim. Hiç şüphe­siz onları, Allah katından bir ödül olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ödüllerin en güzeli şüphesiz Allah kalındadır.»
196- Küfre sapanların diyar diyar ge­zip (refah içinde) dolaşması sakın seni aldatmasın.
197- (Bu) Az bir faydalanmadır, sonra onların varacakları yer cehennemdir. O pek de kötü bir yataktır!
198- Fakat Rablerinden sakınanlara, Allah ka­tından ilk ikram olarak altlarından ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetler vardır. Allah katındaki şeyler ise, iyiler için daha hayırlıdır.
199- Gerçekten kitap ehlinden de Allah'a, size ve kendilerine indirilene, Allah'a boyun eğerek iman edenler ve Allah'ın ayetlerini az bir değere satmayanlar vardır. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir.
200- Ey iman edenler! Sabredin, hep birlikte dayanın, dayanışma içinde olun ve Allah'tan sakının ki kurtuluşa erişebilesiniz.

4
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

4. Nisa Suresi
(176 ayettir ve Medine'de nazil olmuştur. «Nisa» kadınlar demektir. Bu sûrede daha çok kadından, cemiyet içinde kadın­ların hukukî ve içtimaî yer ve değerlerinden bahsedildiği için adına «Nisa» denmiştir.) Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinizden sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözet­mektedir.
2- Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarıyla kendi mallarınızı karıştırarak yemeyin, çünkü bu büyük bir günahtır.
3- Eğer, yetimlere adaletli davranamamaktan korkarsanız (onlarla değil), hoşunuza giden kadınlardan ikişer, üçer ve dörder evlenebilirsiniz. Şayet, adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariye) ile yetinin. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur.
4- Kadınlara mehirlerini bir hediye olarak veriniz. Eğer ondan gönül hoşlu­ğu ile size bir şey bağışlarlarsa onu afi­yetle yiyin.
5- Allah'ın geçiminize dayanak kıl­mış olduğu mallarınızı, beyinsizlere vermeyin, kendilerini o mallarla rızık­landırın, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.
6- Yetimleri, nikâh çağına kadar de­neyin; onlarda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin ve büyüye­cekler (de geri alacaklar) diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin. Zengin olan (zahmet hakkını almaktan) sakınsın, yoksul olan (zahmetine) uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, yanlarında şahit bulundurun. Hesap sormak için Allah yeter.
7- Ana babanın ve yakınların bırak­tıklarından erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az ve­ya çok, farz kılınmış belirli bir hissedir.
8- Paylaşma sırasında, yakınlar, ye­timler ve düşkünler bulunursa, ondan onları da rızıklandırın ve onlara güzel sözler söyleyin.
9- Arkalarında bıraktıkları zayıf ço­cuklardan dolayı korku duyanlar, (öyleyse yetimlere haksızlık etmek hususunda) Allah'tan korksunlar ve doğru söz söylesinler.
10- Gerçekten yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak karınlarında bir ateş yemiş olur­lar, zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.
11- Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki di­şinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kadınlar iki­nin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır. Eğer bir ise yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa ana babadan her birine altıda biri; çocuğu yoksa ve anası babası ona varis olursa, anasına üçte bir düşer. Ölenin kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir. (Bütün bunlar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz. Bunlar Allah tarafından (bir görev olarak) belirlenmiştir. Doğrusu Allah bilendir, hikmet sahibi olandır.
12- Kadınlarınızın çocukları yoksa bıraktıkla­rının yarısı sizindir. Eğer çocuğu varsa, o zaman dörtte biri sizindir. Bunlar, ettikleri vasiyetten ve­ya borçları ödendikten sonradır. Sizin çocuğunuz yoksa ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra bıraktıklarınızın dörtte biri eşlerinizindir. Çocu­ğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onla­rındır. Eğer bir erkek veya kadının, ana babası ve çocukları bulunmadığı halde kelâle cihetinden (er­kek veya kız kardeş tarafından) mirasına konuluyor ve bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa, her birine al­tıda bir düşer. Bundan fazla iseler yapılacak vasi­yetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın üçte bire ortaktırlar. Bunlar Allah'tan size va­siyettir. Allah bilendir, hilim sahibidir.
13- Bunlar Allah'ın hudutlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, on­da temelli kalacaklardır, büyük kurtuluş işte budur.
14- Kim Allah'a ve elçisine baş kal­dırır ve hudutlarını aşarsa, onu temelli kalacağı ateşe sokar. Alçaltıcı azap da onadır.
15- Kadınlarınızdan fuhuş (lezbiyenlik) edenlere, bunu ispat edecek aranızdan dört şahit getirin. Şahadet ederler (ama hâkim yine de yakin etmez ve ailesi ifşa edilmesinden korkar) ise ölünceye veya Allah onlara bir yol (evlenme veya tövbe imkânı) kılıncaya kadar evlerde tutun.
16- İçinizden fuhuş eden (birbiriyle oynaşıp kırıştıran) iki erkeğe eziyet edin, tövbe edip düzeltirlerse onları bırakın. Doğrusu Allah tövbeleri daima kabul eden ve merhametli olandır.
17- Allah kötülüğü bilmeyerek yapıp da hemen tövbe edenlerin tövbesini kabul etmeyi üzerine al­mıştır. Allah işte onların tövbesini kabul eder. Al­lah bilendir, hikmet sahibidir.
18- Kötülükleri işleyip dururken ölüm kendisi­ne geldiği zaman, «Şimdi tövbe ettim» diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tövbesi geçerli değildir. İşte onlara elem verici azap hazırlamışızdır.
19- Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir. Apaçık bir fuhuş yapmadıkça onlara verdiğinizin bir kısmı alıp götürmeniz (size bağışlamaları) için onları sıkıştırmayın. Onlarla iyilikle geçinin. Eğer onlara hoşlanmıyorsanız, (biliniz ki) hoşlanmadığınız şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.
20- Bir eşin yerine (boşayarak) başka bir eşi al­mak isterseniz, birincisine bir yük altın vermiş ol­sanız bile ondan bir şey almayın. İftira ederek ve apaçık günaha girerek ona verdiğinizi geri alır mısınız?
21- Siz birbirinize karışmış (birlikte yaşamış) ve onlar sizden sağlam bir güvence almışken onu na­sıl geri alırsınız!
22- Kadınlardan babalarınızın nikâhladıklarını nikâhlamayın. Ancak (cahiliye döneminde) geçen geçmiştir. Çünkü bu, çirkin bir hayâsızlık ve öfke duyulan bir iğrençlikti. Pek de kötü bir yoldu o!
23- Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, hâlâlarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, sütkardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle (gerdeğe) girdiğiniz kadınlarınızdan olan koruyu­culuğunuz altındaki üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (anneleriyle) gerdeğe girmemişseniz, (kızlarıyla evlenme­nizde) size bir engel yoktur. Kendi sulbü­nüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı. Ancak geçen geçmiştir. Doğrusu Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
24- Sağ ellerinizin malik olduğu (cari­yeler) dışında kadınlardan evli ve özgür olanlarla da (evlenmeniz haramdır). Bunlar, Allah'ın üzerinize yazdığıdır. Bunların dışında kalanı iffetli olarak zina etmek­sizin istemeniz size helal kılındı. Öyley­se onlardan (belli bir süre) faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan ücretlerini verin. Kararlaştırdıktan sonra, karşılıklı hoşnut olduğunuz bir şey konusunda (miktarını arttırıp eksiltmenizde) üstünüze bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah, bilendir ve hikmet sahibi olandır.
(Sahih-i Buhari'de ve Ahmed bin Hanbel'in Müsned'inde Ebu Reca'dan, o da İmran bin Ha­şin'den naklen şöyle yer almıştır: «Mut'a ayeti (mezkûr ayet) Allah 'ın kitabında nazil oldu. Biz de Resulullah (s.a.a) vefat edinceye kadar bununla amel ettik. Resulullah (s.a.a) bunu nehy etmedi ve Kur'ân'da haram kılmadı. Adamın biri kendi gö­rüşünce istediğini söyledi.»
Sahih-i Müslim c.l, s.535'te mut'a nikâhı ba­bında şöyle yer almıştır: «Hasan Halvai, Abdurrezzak'tan, o da İbn-i Cureyh'ten, o da Ata'dan şöyle rivayet ediyor: «Abdullah Ensari umre için Mekke'ye geldi. Onun evine gittim. İnsanlar on­dan bazı mesele ve olayları soruyorlardı. Söz mut'a'ya gelince şöyle dedi: «Evet biz de hem Re­sulullah (s.a.a), hem Ebu Bekir ve hem de Ömer zamanında mut'a yapıyorduk.»
Hakeza aynı kitap (Mısır H.1306 baskısı) c.l, s.467'de mut'a babında Ebi Nazra'dan şöyle riva­yet edilmektedir: «Ben Cabir bin Abdullah'ın ya­nındaydım, adamın biri geldi şöyle dedi: «Abdul­lah bin Zubeyr ve İbn-i Abbas iki mut'a (hac ve kadın mut'ası) hakkında ihtilafa düşmüşler.» Ca­bir şöyle dedi: «Resulullah (s.a.a) zamanında biz de onları yapıyorduk. Ama Ömer yasaklayınca ar­tık yapmadık»
Ahmed bin Hanbel, Müsned c.l, s.25'te Ebi Nazra'nın rivayetini başka bir yolla rivayet et­mektedir. Her ikisi de bir başka yerde Cabir'in şöyle dediğini rivayet ediyorlar: «Biz de Peygam­ber (s.a.a) zamanında bir avuç hurma, öğütülmüş buğday ve un karşılığında, Ömer, Amr bin Haris'i yasaklayıncaya kadar mut'a yapıyorduk»
Hamidi ise Cem'un Beyn 'es Sahihayn 'de Ab­dullah bin Abbas'tan şöyle nakletmektedir: «Biz Peygamber (s.a.a) zamanında mut'a yapıyorduk. Ama Ömer, hilafeti zamanında kalkıp şöyle dedi: «Allah-u Teâlâ, Resulüne istediğini helal kılıyor­du. Ama o şimdi gitmiş durumda. Yerine de Kur'ân’ı bıraktı. Hac veya umreye başlayınca Al­lah'ın buyurduğu gibi sona erdirin. Kadınlarla mut'a etmekten tövbe edin. Kim mut'a ederse onu recm ederim.»
Bu tür rivayetler muteber kitaplarda oldukça çoktur. Bunlar mut'anın Peygamber (s.a.a) zama­nında meşru ve yaygın olduğunu, ashabın amel et­tiğini ve sadece Ömer'in yasakladığını ispat etmektedir.)
25- Sizden, hür mü’min kadınlarla evlenmeye maddi açıdan güç yetiremeyen kimse, ellerinizin altında olan (başkalarına ait) mü’min cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Bazı­nız bazınızdansınız (hepiniz birsiniz). Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde velilerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadınlara edilen azabın yarısı edilir. (Başkasına cariye ile evlenme hususundaki) Bu (izin) içinizden günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz (başkasına ait cariyelerle evlenmemeniz) sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlayıcı ve merhamet edicicidir.
26- Allah size (dinini) açıklamak, sizden öncekilerin (iyi) yollarına hidayet etmek ve tövbenizi kabul buyurmak ister. Allah bilendir, hikmet sahibidir.
27- Allah sizin tövbenizi kabul etmek ister, şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa girmenizi isterler.
28- Allah sizin yükünüzü hafifletmek ister. (Zi­ra hiç şüphesiz) İnsan zayıf yaratılmıştır.
29- Ey iman edenler! Mallarınızı karşılıklı rıza ile yapılan ticaret dışında batıl ile (haram ve haksız­lıkla) aranızda yemeyin ve birbirinizi öldürmeyin. Allah şüphesiz size merhamet edicidir.
30- Kim düşmanlık ve haksızlıkla bunu yapar­sa (ve insanların can ve malına el uzatırsa), yakında onu ateşe sokacağız. Bu, Allah'a kolaydır.
31- Size yasak edilen büyük günahlardan kaçı­nırsanız, kötülüklerinizi örter ve sizi yüce bir ma­kama yerleştiririz.
32- Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri (kıskançlığa kapılarak) temenni etmeyin. Erkeklere, kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. (Arzuladıklarınızı) Allah'ın bol ihsanından isteyin. Doğrusu Allah her şeyi bilendir.
33- (İnsanlardan) Her biri için ana ba­banın, yakınların ve yeminlerinizin bağ­ladığı kimselerin (eşlerinizin) bıraktıkla­rından (hisselerini alacak olan) varisler kıl­dık. O halde onlara nasiplerini veriniz.
34- Allah'ın bazısını bazısına üstün kılması nedeniyle ve mallarından harca­malarından ötürü erkekler, kadınlar üze­rinde hüküm sahibidirler. (Ama öte yandan da) Saliha kadınlar; gönülden boyun eğenler ve Allah'ın korunmasını emret­tiği şeyleri (hakları), kocasının bulunma­dığı zamanda koruyanlardır. Baş kaldır­malarından endişelendiğiniz kadınlara (önce) öğüt verin, (etkili olmazsa) onları yataklarında yalnız bırakın, (o da olmazsa, son çare olarak sınırları aşmamak şartıyla) onları (iz bırakmayacak şekilde, suçlu oldukları ha­sebiyle) dövün. Size itaat ederlerse sakın aleyhlerine yol aramayın. (Unutmayın ki) Allah (hepinizden daha) yücedir, büyüktür.
(Eğer kadın isyankârsa, kocasına itaat etmi­yor veya onun haklarını korumuyorsa, hemen dö­vülmesi gerektiği anlamına gelmez. Bunların üçü­ne de izin verilmiş olmasına rağmen, işin mahiyet ve niteliğine göre belli bir oranda uygulanması gerekir. Ufak bir uyarı yeterli ise, daha ileri bir adım atmaya gerek yoktur. Dövmeye gelince, Pey­gamber (s.a.a) buna diğer suçlulara uygulanan şiddet gibi isteksizce izin vermiştir, izin verdiği halde bile bundan asla istifade etmemiş ve kimse­ye de tavsiyede bulunmamıştır. Fakat şüphesiz ba­zı kadınlar tıpkı diğer suçlular gibi şiddet uygula­maksızın hatalarını düzeltme yoluna gitmezler. Böyle bir durumda bile, Hz. Peygamber (s.a.a) kadınının yüzüne vahşice vurmayı ve vücutta yara izi bırakacak bir şeyle dövmeyi kesinlikle yasakla­mıştır. Bu ruhsata rağmen Peygamber ve Ehl-i Beyt imamlarının eşlerini itaatsizliklerine rağmen dövmemiş olması da bu konuda bizlere önemli me­sajlar vermektedir.)
35- Karı kocanın arasının açılmasından endişe­lenirseniz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadı­nın ailesinden bir hakem gönderin; bunlar düzelt­mek isterlerse, Allah onların aralarını buldurur. Doğrusu Allah her şeyi bilen ve haberdar olandır.
36- Allah'a ibadet edin, O'na bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, yakınlara, yetimlere, düş­künlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınız­daki arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenip böbürlenen kimseyi sevmez.
37- Onlar (kibirlenip böbürlenenler) cimrilik ederler, insanlara cimrilik tavsiyesinde bulunurlar ve Allah'ın lütfünden kendilerine verdiğini gizlerler. Küfre sapanlara ne alçaltıcı bir azap hazırlamışız.
38- (Kibirlenip böbürlenenler) Mallarını insanlara gösteriş için infak ederler, Allah'a ve ahiret günü­ne inanmazlar. Arkadaşı şeytan olan kimse, pek de kötü bir arkadaş edinmiştir!
39- Bunlar Allah'a, ahiret gününe iman etmiş, Allah'ın verdiği rızıklardan infak etmiş olsalardı ne olurdu sanki? Elbette Allah onları iyi bilendir.
40- Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yap­maz, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat artırır ve katından büyük ecir verir.
41- Her ümmete bir şahit getirdiğimiz ve seni de bunlara şahit kıldığımız zaman durumları nasıl olacak?
42- O gün, küfre sapanlar ve peygambere baş kaldırmış olanlar, yerle bir olmayı ne kadar ister­ler ve Allah'tan hiç bir olayı (günahlarını) gizleyemezler.
43- Ey iman edenler! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar ve cünüpken, yolcu olan müstesna, gusledene kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut hacet yerinden gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve bu durumlarda su bulamamışsanız, tertemiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirge­yendir.
44- Kendilerine kitaptan bir pay veri­lenlerin sapıklığı satın aldıklarını ve si­zin yolu sapıtmanızı istediklerini gör­müyor musun?
45- Allah, düşmanlarınızı çok iyi bi­lir. Bir veli olarak Allah yeter, bir yar­dımcı olarak da Allah yeter.
46- Yahudilerden bir kısmı, (Allah'ın kitabındaki) kelimeleri esas manasından kaydırıp; dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak, sözünü işittik, emirlerine isyan ettik, dinle, dinlemez olası ve bizi gözet» diyorlar. Hâlbuki onlar, «İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize fırsat ver» deselerdi, bu, kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, kü­fürleri yüzünden kendilerini lanetlemiştir. Artık onlar, pek azı müstesna, iman etmezler.
47- Ey kitap verilenler! Bir takım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden yahut cumartesi ashabını (Yahudileri) lanetlediğimiz gibi lanetleme­den önce, elinizdeki kitabı tasdik ederek indirdiğimize iman edin. Allah'ın emri (eninde so­nunda mutlaka) yerine getirilmiştir.
48- Allah kendisine ortak koşmayı elbette ba­ğışlamaz, bundan aşağısını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işlemiş olur.
49- Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Allah dilediğini temize çıkarır ve bir hurma çekirdeğindeki ip ince iplik kadar (en küçük bir) zulmedilmezler.
50- Allah'a nasıl yalan uydurduklarına bir bak. Bu, apaçık bir günah olarak yeter.
51- Kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun; puta ve tağuta iman ediyor ve küfre sapanlar için, Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadırlar diyorlar!
52- İşte, Allah'ın lanetledikleri onlardır. Al­lah'ın lanetlediği kişiye asla yardımcı bulamayacaksın.
53- Yoksa onların mülkten bir nasibi mi var? O zaman insanlara bir hurma çekirdeği üzerindeki küçücük bir tomurcuğu (en değersiz şeyi) bile vermezlerdi.
54- Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar? Oysa İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik.
(Gayet'ul Meram s.325'te yer aldığına göre İbn-i Abbas bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: «Bu ayet-i kerime Hz. Muhammed ve Hz. Ali hakkında inmiştir.» Yani Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseler Hz. Muhammed ve Hz. Ali'dir. Muhalifler, Allah'ın bol ihsanından nübüvveti Hz. Muhammed'e ve imamet makamını ise Hz. Ali'ye verme­sini çekemiyorlar.)
55- Onlardan kimi ona (İbrahim ailesine) inandı, kimi de yüz çevirdi. Cehennemin alevlenmiş ateşi (yüz çevirenlere) yeter.
56- Doğrusu, ayetlerimizi inkâr edenleri yakında ateşe sokacağız; derileri her yanıp piştiğinde, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.
57- İman edip salih amelde bulunan­ları içinde temelli ve ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere ko­yacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları gölge salan bir gölgeliğe (lezzet ve mutluluk dolu bir hayata) koyacağız.
58- Hiç şüphesiz Allah size, emanet­leri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size pek de güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören­dir.
59- Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin). Allah'a ve ahiret gününe iman etmişseniz, bir şey hakkında çekiştiğiniz takdirde onu Allah'a ve peygambere döndürün. Bu, hayırlı ve netice itibarıyla en güzeldir.
(Bu ayet-i kerime Hz. Resulullah'ın İmam Ali'yi Medine'de kendi yerine halife tayin ettiğin­de nazil olmuştur. Allah-u Teâlâ Müslümanlara Peygamber'e ve Peygamber'in kendi yerine bı­raktığı emir sahibi ve halifesine itaat etmelerini ve ona karşı gelmemelerini emretmiştir. Meşhur müfessir Hâkim Haskani, bu ayetin tefsirinde naklet­tiği beş hadiste de ayette geçen «buyruk sahi­bimden maksadın Ali b. Ebi Talib (a.s) olduğunu beyan etmektedir. Tefsir-i Burhan, c.1, s.381-387 'de olduğu gibi bazı Ehl-i Sünnet rivayetlerin­de ise Ehl-i Beyt'in (a.s) on iki imamının isimleri tek tek yer almıştır.)
60- Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını zannedenleri görmüyor musun; (bu iddialarına rağmen) tağutun önünde muhakeme edilmelerini istiyorlar. Oysa tağutu inkâr etmekle emr olunmuşlardır. Şüphesiz şeytan on­ları derin bir sapıklıkla saptırmak ister.
61- Onlara, «Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin,» dendiği zaman, münafıkların senden büsbütün yüz çevir­diklerini görürsün.
62- Başlarına kendi işlediklerinden ötürü bir felaket geldiğinde sana gele­rek, biz (muhakeme için tağuta başvurmakla) iyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka bir şey dilemedik diye Allah'a yemin ettiklerinde durumları nasıl olur?
63- İşte bunların kalplerinde olanı Allah bilir. Onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver, kendilerine tesirli sözler söyle.
64- Biz her peygamberi ancak, Allah'ın izniy­le, itaat olunması için gönderdik. Onlar (münafık­lar), kendilerine zulüm ettiklerinde, sana gelip Al­lah'tan mağfiret dileseler ve Peygamber de onla­ra mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı tövbeleri kabul edici ve merhametli bulurlardı.
65- Hayır! Rabbine andolsun aralarında çekiş­tikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra sen verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.
66- Eğer onlara, «Nefislerinizi öldürün» yahut «Memleketinizden çıkın» diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları bunu yapmazlardı. Kendi­lerine verilen öğüdü yerine getirmiş olsalardı, on­lar için hem daha hayırlı hem de (imanlarını) daha pekiştirici olurdu.
67- O zaman onlara kendi katımızdan büyük bir ecir verirdik.
68- Ve onları dosdoğru yola eriştirirdik.
69- Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın nimetine eriştirdiği peygam­berler, dosdoğru olanlar, şahitler ve salihlerle be­raberdirler. Onlar iyi arkadaştırlar!
(Şevahid'ut Tenzil c.l s.153-154, Erceh'ul Metalib s.22, Mizan'ul İ'tidal-i Zehebi s.212 'de yer aldığına göre ibn-i Abbas: bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir. İşte onlar Allah’ın nimetine eriştirdiği peygamberler, dosdoğru olan­lar, şahitler ve iyilerle beraberdirler ayetinden kasıt, «Ali bin Ebi Talib, Cafer Tayyar, Hamza bin Abdulmuttalib, Hasan ve Hüseyin'dir»)
70- Bu (sevap) Allah'tan bir lütuftur. Bilen olarak Allah yeter.
71- Ey iman edenler! Tedbirinizi (si­lahlarınızı) alın ve bölük bölük veya hep birden savaşa gidin.
72- Şüphesiz sizden bazıları pek ağır davranırlar. Size bir musibet gelirse, «Allah gerçekten bana lütfetti, çünkü onlarla beraber bulunmadım» der.
73- Allah'tan size bir lütuf (ganimet) erişse, sizinle kendi arasında bir dostluk yokmuş gibi, «Keşke onlarla beraber ol­saydım da ben de büyük bir kazanca erişseydim» der.
74- O halde, dünya hayatı yerine ahireti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, biz ona büyük bir ecir vereceğiz.
75- Size ne oluyor da «Rabbimiz! Bi­zi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bi­ze tarafından bir veli (koruyucu sahip) gön­der ve bize katından bir yardımcı yolla» diyen zayıf bırakılmış erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?
76- İman edenler Allah yolunda sa­vaşırlar, kâfir olanlar ise tağut yolunda savaşırlar. Şeytanın dostlarıyla savaşın, şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.
77- Kendilerine, «Elinizi savaştan çe­kin, namaz kılın, zekât verin» denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındı­ğında, içlerinden bir takımı, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok, insanlardan korkarlar ve «Rabbimiz! Bize savaşı niçin farz kıldın, neden bizi yakın bir zamana kadar ertele­medin?» derler. De ki: «Dünya metası azdır; ahiret, takva sahibi kimse için daha hayırlıdır. Size bir hurma çekirdeğindeki ip ince bir iplik (zerre) kadar bile zulmedilmez.»
78- Nerede olursanız olun, sağlamlaştırılmış yüksek şatolar içinde olsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse, «Bu Allah'tan­dır» derler. Bir kötülüğe uğrarlarsa, «Bu, senin tarafındandır» derler. De ki: «Hepsi Allah'tandır.» Bunlara ne oluyor da hiçbir sözü anlamaya yanaş­mıyorlar?
79- Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahit olarak Allah yeter.
80- Peygambere itaat eden, şüphesiz Allah'a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse (bilsin ki), biz se­ni onlara koruyucu olarak göndermedik.
81- (Yüzüne karşı) İtaat derler, fakat senin ya­nından çıktıklarında, içlerinden bir takımı, gece­leyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar. Allah gece tasarladıklarını yazmaktadır. Onlardan yüz çevir, Allah'a güven, vekil olarak Allah yeter.
82- Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Eğer o Al­lah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılık­lar bulurlardı.
83- Onlara güven veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu yayarlar; hâlbuki o haberi peygambere veya kendilerinden emir sahibi olan­lara götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya kadir olanlar onu (doğru mu yalan mı olduğunu) bilirdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyardınız.
84- Allah yolunda savaş. Sen ancak kendinden sorumlusun. İman edenleri (de cihada) teşvik et. (Böylece) Allah'ın, kâ­firlerin şerrini önlemesi umulur. Al­lah'ın gücü de ibret alınacak cezası da pek şiddetlidir.
85- Her kim güzel bir şefaatte bulu­nursa ona ondan bir nasip olur, her kim de kötü bir şefaatte bulunursa ona da ondan bir nasip olur Allah her şeyin üzerinde koruyucudur.
86- Bir selam ile selamlandığınız za­man, ondan daha iyisiyle selam verin veya aynısı ile karşılık verin. Allah şüp­hesiz her şeyin hesabını gereği gibi ya­pandır.
87- Allah, O'ndan başka ilah yoktur, geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gü­nü, sizi mutlaka toplayacaktır. Allah'tan daha doğru sözlü kimdir?
88- Size ne oldu da münafıklar hak­kında iki gruba ayrıldınız? Oysa Allah, onları kazandıkları dolayısıyla alaşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını hidayete eriştirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık sen ona kesin olarak bir yol bulamazsın.
89- Onlar, kendileri küfre saptıkları gibi, keşke siz de küfre sapsanız da eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bul­duğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyin.
90- Ancak sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar veya ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmak iste­mediklerinden göğüsleri daralarak size gelenler bundan müstesnadır. Eğer Allah dileseydi, bunla­rı size Musallat eder ve bunlar da sizinle savaşır­lardı. O halde, onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse, artık Al­lah onlara saldırmak için size yol vermez.
91- Diğer bir takımını da (Aftan veya Esed oğulları gibi) hem sizden emin kalmak hem de kendi kav­minden güven içinde olmayı ister halde bulacak­sınız. Fitneye (inkâra) her döndürüldüklerinde ise hemen baş aşağı ona daldırılırlar. Eğer size uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhine size apaçık bir delil verdik.
92- Bir mü’minin diğer mü’mini yanlışlık dışın­da öldürmesi asla caiz değildir. Bir mü’mini yan­lışlıkla öldürenin, bir mü’min köleyi azat etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadığı takdirde, ona diyet ödemesi gerekir. Eğer o mü’min, size düş­man bir topluluktan ise mü’min bir köleyi azat et­mek gerekir. Şayet aranızda anlaşma olan bir millettense, ailesine diyet ödemek ve mü’min bir kö­leyi azat etmek gerekir. Bulamayana, Allah tara­fından tövbesinin kabulü için, ardı ardına iki ay oruç tutmak gerekir. Allah bilendir, hikmet sahibi­dir.
93- Kim bir mü’mini kasten öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve ona büyük azap hazır­lamıştır.
94- Ey iman edenler! Allah yolunda harekete geçtiğiniz zaman, her şeyi iyi­ce araştırın. Size Müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici men­faatini dileyerek, «Sen iman etmiş değil­sin» demeyin. Asıl çok ganimet, Allah katındadır. Bundan önce siz gerçekten böyle idiniz. Allah size iyilikte bulundu, (o halde) iyice araştırıp anlayın, Allah yaptıklarınızdan gerçekten haberdardır.
95- Mü’minlerden özür sahibi olanlar dışında oturanlarla, malları ve canlarıy­la Allah yolunda cihat edenler eşit ol­maz. Allah, malları ve canlarıyla cihat edenleri derece bakımından oturanlar­dan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vaat etmiştir; ama mü­cahitleri oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.
96- (Bu ecir) Kendinden (onlara) dere­celer bağışlama ve rahmettir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
97- Melekler kendilerine zulüm edenlerin canlarını aldıkları zaman onlara, «Ne işte idiniz?» deyince, «Biz yeryüzünde zayıf bırakılmış kimselerdik» derler. Melekler de «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. İşte onların varacakları yer cehennemdir. Orası pek de kötü dönülecek yerdir!
98- Ancak erkeklerden ve kadınlardan ve ço­cuklardan zayıf bırakılıp da hiçbir çareye güçleri yetmeyenler ve (hicret için) bir yol bulamayanlar müstesnadır.
99- İşte Allah'ın bunları affetmesi umulur. Al­lah affedendir, bağışlayandır.
100- Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryü­zünde gidecek çok yer ve genişlik bulur. Her kim Allah'a ve peygambere hicret etmek maksadıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
101- Yeryüzünde yolculuk ettiğinizde kâfirlerin size bir kötülük yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Zira kâfirler, size apaçık düşmandırlar.
102- Sen içlerinde olup da onlara namaz kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar; secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza (düşmanın karşısına) geçsinler; kılmayan öbür grup gelsin, seninle beraber kılsınlar, tedbirli olsunlar, silahlarını alsınlar. Küfre sapanlar, size ansızın bir baskın düzenlemek için, silah ve eşyanızdan gaflet etmenizi dilerler. Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza engel yoktur, fakat tedbirli olun. Şüphesiz Allah küfre sapanlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
103- Namazı bitirdiğinizde; Allah'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı (dosdoğru) kılın. Namaz şüphesiz, iman edenlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır.
104- Düşman birliklerini takip et­mekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da tıpkı sizin gibi acı çekiyorlar. Oysa siz Al­lah'tan, onların ümit etmedikleri birçok şeyleri umuyorsunuz. Allah, her şeyi bi­lendir, hikmet sahibidir.
105- Doğrusu, insanlar arasında Al­lah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye kitabı sana hak olarak indirdik; (o halde sakın) hainlerden taraf olma.
106- Allah'tan mağfiret dile. Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
107- Kendilerine hainlik edenleri sa­vunma. Şüphesiz Allah, hainlik eden günahkârları sevmez.
108- İnsanlardan gizlerler de Allah'tan gizlemezler. Hâlbuki Allah'ın razı olmayacağı sözü, geceleyin uydurup düzdükleri zaman da Allah onlarla beraberdir. Allah yapacakları her şeyi kuşatandır.
109- Haydi, siz dünya hayatında onları savunuverdiniz (diyelim). Ama kıyamet günü onları Allah'a karşı kim savunacak ve onların üzerine kim vekil olacaktır?
110- Kim kötülük işler veya kendine zulüm eder de sonra Allah'tan bağışlanma dilerse, Al­lah'ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur.
111- Kim günah işlerse, bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Allah bilendir, hikmet sahi­bidir.
112- Kim yanılır veya suç işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.
113- Eğer sana Allah'ın lütfü ve rahmeti olma­saydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar kendilerinden başkasını saptır­mazlar, sana da bir zarar veremezler. Allah sana kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğret­miştir. Allah'ın sana olan lütfü pek büyüktür.
114- Ancak bir sadaka vermeyi veya iyilikte bulunmayı ya da insanların arasını düzeltmeyi emredenler dışında, onların gizli toplantılarının çoğunda hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah'ın rızasını kazanmak için yaparsa, yakında ona bü­yük bir mükâfat vereceğiz.
115- Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra kim peygambere muhalefet eder ve iman edenlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu sevdiği şeye doğru döndürür ve cehenneme soka­rız. Orası pek de kötü bir dönüş yeridir!
116- Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulması­nı asla bağışlamaz, bundan düşüğünü dilediğine bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse derin bir sapık­lığa sapmış olur.
117- Onlar Allah'ı bırakıp sadece bir takım zayıf varlıklara yalvarır ve hiç bir faydası olmayan şeytana yakarırlar.
118- Allah onu (şeytanı) lanetlemiş, o da «Elbette senin kullarından belli bir pay edineceğim» demiştir.
119- «Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onlara boş kuruntular kurdu­racağım, mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler» (de­di). Kim Allah'ı bırakıp şeytanı veli edi­nirse şüphesiz açıktan açığa hüsrana uğramıştır.
120- Şeytan onlara (bir takım hayali şey­ler) söz veriyor ve onları kuruntulara düşürüyor. Hâlbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.
121- İşte onların varacağı yer cehen­nemdir. Oradan, kaçacak yer de bulama­yacaklardır.
122- İman edip salih amellerde bulu­nanları, Allah'ın gerçek bir sözü olarak, içinde temelli ve ebedi kalacakları, alt­larından ırmaklar akan cennetlere koya­cağız. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?
123- Bu (ilahi vaat), sizin kuruntuları­nıza ve kitab ehlinin kuruntularına göre değildir. Kim kötülük yaparsa cezasını görür, kendisine Allah'tan başka ne bir veli ve ne de bir yardımcı bulur.
124- Erkek veya kadın, mümin olarak kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve kendilerine bir hurma çekirdeğinin sırtındaki tomurcuk (zerre) kadar zulmedilmez.
125- İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah İbra­him'i dost edinmişti.
126- Göklerde olanlar da yerde olanlar da Al­lah'ındır. Allah her şeyi kuşatıcı olandır.
127- Kadınlar hakkında senden fetva isterler. De ki: Onlar hakkındaki fetvayı size Allah veri­yor. (Aynı şekilde) kitapta size okunan ayetlerde ken­dileri için yazılmış olanı (mirası) kendilerine vermediğiniz ve nikâhlamayı istemediğiniz kızlar, zayıf bırakılmış çocuklar ve bir de yetimlere adaletle davranmanız hakkında (fetvayı da size Allah veriyor). Sizin her yaptığınız iyiliği muhakkak Allah bilir.
128- Eğer kadın, kocasının dik kafalılığından veya yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında anlaşmaya çalışmalarında kendilerine bir günah yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler cimri­liğe eğilimlidirler. Eğer iyi davranır ve (eşlerinizden yüz çevirmekten) sakınırsanız bilin ki, Allah yaptıkla­rınızdan şüphesiz haberdardır.
129- Kadınlar arasında adaleti sağlamaya ne kadar tutkulu olsanız da buna güç yetiremezsiniz; bari bir tarafa kalben tamamen meyledip de diğe­rini askıya alınmış (kocasız kalmış) gibi bırakmayın. Uzlaşır ve (askıya almaktan) sakınırsanız (bilin ki) Al­lah şüphesiz bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
130- Ayrılırlarsa, Allah her birini (rahmetinin) genişliğiyle (daha iyi bir eşle) ihtiyaçsız kılar. Allah (her şeyi) kuşatandır, hikmet sahibidir.
131- Göklerde olanlar da yerde olan­lar da Allah'ındır. Hiç şüphesiz sizden önce kitap verilenlere ve size, Allah'tan sakınmanızı tavsiye ettik. Eğer küfre saparsanız (bilin ki), göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Allah hiç bir şe­ye ihtiyacı olmayan, övgüye layık olan­dır.
132- Göklerde olanlar da yerde olan­lar da Allah'ındır. Vekil (bütün bunları yö­netici) olarak Allah yeter.
133- Ey insanlar! Allah dilerse sizi giderir, başkalarını getirir. Allah, buna gücü yetendir.
134- Dünya sevabını kim isterse, (bil­sin ki), işte dünya ve ahiretin sevabı Al­lah'ın katındadır. Allah işiten ve gören­dir
135- Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutan ve kendiniz, ana babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. İster­se onlar zengin veya fakir bulunsun, Al­lah ikisine (sizden) daha önceliklidir. Nef­sinizin arzusuna uyarak adaletten sap­mayın. Eğer (şahitlik ederken) dilinizi eğip bükerseniz (yalan söylerseniz) veya (şahitlik­ten) çekinirseniz, şüphesiz Allah yaptık­larınızdan haberdardır.
136- Ey iman edenler! Allah'a, elçisi­ne, elçisine indirdiği kitaba ve daha ön­ce indirdiği kitaba iman edin. Kim Al­lah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygam­berlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmış olur.
137- Doğrusu iman edip sonra küfre sapanları, sonra iman edip tekrar küfre sapanları, sonra da küfürleri artmış olanları Allah ne bağışlayacak, ne de doğru yola hidayet edecektir.
138- Münafıklara, kendilerine elem verici bir azap olduğunu müjdele.
139- Onlar, iman edenleri bırakıp da kâfirleri dost edinirler. İzzeti onların yanında mı arıyorlar. Şüphesiz izzet bütünüyle Allah'ındır.
140- O (Allah), şüphesiz size kitapta, «Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze geçmedikleri sürece onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz» diye indirdi. Doğrusu Allah münafıkları ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.
141- Onlar ki sizi gözetleyip dururlar (fırsat kol­larlar), size Allah'tan bir fetih (zafer ve ganimet) gelir­se, «Sizinle birlikte değil miydik?» derler. Ama kâfirlere bir pay düşerse, «Biz (akıl vererek) size üs­tün gelmedik mi ve sizi mü’minlerden (dinlerine gir­mekten) engellemedik mi?» derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmedecektir. Allah, mü’minlerin aleyhine, kâfirlere asla bir yol vermez.
142- Doğrusu münafıklar (sözde), Allah'ı aldat­mak isterler. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, üşenerek kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı pek az anarlar.
(Allah'ın münafıkları aldatması demek, onlara süre tanı­ması, sapıklıklarıyla baş başa bırakmasıdır. Yani Allah kendi­lerine gelmelerini sağlayacak bir musibetle onları uyarmaz. Gözlerini açacak bir felaketle onları uyandırmaz. Uçurumdan aşağı düşene kadar kendi hallerinde bırakır.)
143- Ne onlarla, ne de bunlarla, ikisi (imanla küfür) arasında bocalayıp durmak-talar. Allah'ın saptırdığı kimseye yol bulamazsın.
144- Ey iman edenler! Müminleri bı­rakıp kâfirleri veliler edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah'a apaçık bir delil ver­mek mi istiyorsunuz?
145- Doğrusu münafıklar ateşin en alt tabakasındadırlar. Onlara yardımcı bulamazsın.
(Tarih-i ibni Esakir c.2 s.253'te Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyurmuştur: «Ey Ali, seni ancak mümin se­ver ve ancak münafık buğz eder» Menakib-u ibn-i Meğazili s.66'da yer aldığına göre ise Hz. Mu­hammed (s.a.a) mezkûr ayeti okuduktan sonra şöyle buyurmuştur: «Vay Ehl-i Beyt'ime haksızlık eden kişiye! Böyle kimseler, münafıklarla beraber cehennemin en alt tabakasında cezalandırılacak­tır»)
146- Ancak tövbe edenler, nefislerini ıslah edenler, Allah'a sarılanlar ve din­lerini Allah için hâlis kılan kimseler müstesna. İşte onlar iman edenlerle be­raberdirler ve Allah yakında mü’minlere büyük bir ecir verecektir.
147- Eğer şükreder ve iman ederse­niz, Allah ne diye sizi cezalandırsın ki? Allah şükrün karşılığını veren ve bilen­dir.
148- Allah, zulme uğrayan kimse dı­şında, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Allah şüphesiz işiten ve bilen­dir.
149- Bir iyiliği açığa vurur veya giz­ler ya da bir kötülüğü affederseniz, (bilin ki) Allah da mutlaka affedendir, güç yetirendir.
150- Şüphesiz Allah'ı ve peygamber­lerini inkâr eden, Allah'la peygamberle­ri arasını ayırmak isteyen, «Bir kısmına iman eder bir kısmını inkâr ederiz» di­yen ve ikisi arasında bir yol tutmak iste­yenler (yokmu)
151- İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
152- Allah'a ve peygamberlerine iman edip onlardan hiç birini diğerlerinden ayırmayanlar (var ya), işte onlara Allah ecirlerini vere­cektir. O, bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
153- Kitap ehli, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni isterler. Şüphesiz Musa'dan bun­dan daha büyüğünü istemişlerdi ve «Bize Allah’ı apaçık göster» demişlerdi. (Bu) Zulümlerinden ötürü onları yıldırım çarpmıştı. Apaçık belgeler kendilerine geldikten sonra da buzağıyı ilah ola­rak benimsediler, fakat (tövbe edince) biz bunu affettik ve Musa'ya apaçık bir üstünlük verdik.
154- (Muhalefet ettikleri) Sözleşmelerine karşı Tur dağını üzerlerine yükselttik de onlara, Kapıdan secde ederek girin dedik ve Cumartesi günü aşırı gitmeyin uyarısında bulunduk da ondan (bu hususta) sağlam bir söz aldık.
155- Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı küfre sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve «Kalplerimiz örtülüdür» demeleri nedeniyle (onlara çeşitli belalar verdik). Evet, Allah, küfürleri dolayısıyla kalplerini mühürlemiştir de pek azı dışında iman etmezler.
156- Ve (bir de) küfre sapmalarından, Meryem'e büyük bir iftirada bulunmalarından ötürü.
157- Ve (birde), «Allah'ın elçisi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük» demelerinden ötürü. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat (öldürdükleri kişi) kendileri için (İsa'ya) benzetildi. Onun hakkın­da ihtilafa düşerler. Ondan yana şüphe içindedir­ler. Bu husustaki bilgileri ancak zanna uymaktan ibarettir ve kesin olarak onu öldürmediler.
158- Bilakis Allah onu kendi katına yükseltti. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.
159- Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona (İsa'ya) muhakkak iman edecektir. O (İsa), kıyamet günü onların aleyhine şahitlik edecektir.
(Kitap ehlinden herkes ölmeden önce son ne­fesinde, hakikatleri gözleriyle keşfettiği son anla­rında, Hz. İsa'nın Allah, Allah'ın oğlu, üçün üçün­cüsü veya hâşâ gayr-i meşru olmadığını anlaya­cak, onun Allah'ın kulu ve peygamberlerinden bi­ri olduğuna yakin edecektir.)
160- Yahudi olanların zulümleri ve birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymalarından dolayı, (önceleri) kendilerine helal kılınmış temiz şeyleri onlara haram kıldık.
161- Ondan nehyedildikleri halde fa­iz almaları ve insanların mallarını hak­sız yere yemeleri sebebiyle (kendilerine he­lal kılınan temiz şeyleri haram kıldık). Onlar­dan küfre sapanlara, elem verici azap hazırlamışızdır.
162- Fakat onlardan ilimde derinleş­miş olanlara, sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden müminlere, namaz kılanlara, zekât verenlere ve Al­lah'a ve ahiret gününe iman edenlere, elbette büyük ecir vereceğiz.
163- Nuh'a ve ondan sonraki pey­gamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur verdik.
164- Peygamberlerden bir kısmını daha önce sana anlatmış, bir kısmını da anlatmamıştık ve Allah, Musa ile açık bir şekilde (aracısız) konuştu.
165- Peygamberler müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderilmiştir) ki insan­ların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah izzet ve hikmet sahibidir.
166- Fakat Allah sana indirdiğine şahitlik eder; onu kendi ilmi ile indirdi. Melekler de (buna) şa­hitlik ederler ve şahit olarak Allah kâfidir.
167- Küfre sapanlar ve Allah yolundan alıko­yanlar, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmışlardır.
168- Küfre sapanlara ve zulmedenlere gelince, Allah şüphesiz onları bağışlamaz ve onları bir yo­la iletecek de değildir.
169- Ancak onda temelli kalmak üzere cehen­nem yoluna (iletecektir). Bu, Allah'a kolaydır.
170- Ey insanlar! Peygamber Rabbinizden size gerçekle geldi, iman edin, bu sizin hayrınıza Küfre saparsanız (bilin ki), şüphesiz göklerde yerde olanlar Allah'ındır. Allah bilendir, hikmet sahibidir.
171- Ey kitap ehli! Dininizde taşkınlık etme­yin. Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Mer­yem oğlu İsa Mesih, Allah'ın peygamberi, Mer­yem'e ilka ettiği kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine iman edin, «(Allah) Üçtür» demeyin, (bu sözden) vazgeçin, bu hayrınızadır. Allah ancak bir tek ilahtır, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar da yerde olanlar da O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.
172- Mesih de, yakınlaştırılmış melekler de Al­lah'a kul olmaktan asla çekinmez. Kim O'na kul­luktan çekinir ve büyüklük taslarsa (bilsin ki), O, hepsini huzuruna toplayacaktır.
173- Ama iman edenlere ve salih amellerde bu­lunanlara gelince, (Allah mutlaka onların) ecirlerini ödeyerek onlara olan bol nimetini daha da artıracaktır. Ama ibadet etmekten çekinenleri ve büyüklük taslayanları elem verici bir azaba uğratacaktır. Onlar kendilerine Allah'tan başka bir veli ve yardımcı bu­lamazlar.
174- Ey insanlar! Rabbinizden size açık bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.
175- Allah kendisine iman edenleri ve kitabına sarılanları ise rahmetine ve bol nimetine kavuşturacak, onları ken­disine doğru (giden) dosdoğru yola erişti­recektir.
176- Senden (babası ve çocuğu bulunma­yanların mirası hakkında) fetva isterler. De ki: «Allah size babası ve çocuğu bulun­mayanlar hakkında şöyle fetva veriyor: Şayet çocuğu olmayıp bir kız kardeşi bulunan kimse ölürse, bıraktığının yarı­sı kız kardeşe kalır. Fakat kız kardeşinin çocuğu yoksa kendisi ona tümüyle varis olur. Eğer iki kız kardeş kalmışsa, bırak­tığının üçte ikisi onlaradır. Eğer miras­çılar erkek ve kadın kardeşlerse, erkeğe, iki dişinin hissesi kadar düşer. Doğru yoldan saparsınız diye Allah size (hüküm­lerini iste böyle) açıklıyor.» Allah her şeyi bilendir.

5
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

5.Maide Suresi
(Medine'de nazil olmuştur ve 120 ayettir. «Mâide» sofra demektir. 112 ve 114. ayetler'de, Hz. İsa zamanında, gökten indirilmesi istenen bir sof­radan bahsedildiği için sureye bu isim verilmiştir. Bundan önceki surede dini zümreler içinden mü­nafıklar ağırlıkla söz konusu edilmişti. Bu surede ise yine münafıklardan bahsedilmekle beraber ağırlık Ehl-i Kitap'ta ve özellikle Hıristiyanlardadır. Bunun dışında surede hac farizası, abdest, gusül, teyemmüm ile ilgili bazı bilgiler, içki ve kumar yasağı, ahitlere ve söze bağlılık, içtimaî ve ahlâkî münasebetler, haram ve helâl yiyecekler gibi bilgi ve hükümlere temas edilmiştir.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Ey iman edenler! Sözleşmelere vefa gösterin. İhramlı iken avlanmayı helal saymamak üzere (aşağıda) size okunanlar dışında kalan hayvanlar, sizin için helâl kı­lındı. Allah dilediğine hükmeder.
2- Ey iman edenler! Allah'ın nişanelerine, hür­met edilen aya, (Kâbe’ye hediye olan) kurbanlığa, gerdanlıklar takılan hayvanlara, Rablerinden bol nimet ve rıza talep ederek Beyt-i Haram'a gelen­lere (saldırı ve saygısızlığı) helal saymayın. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan menettiği için bir topluluğa olan kininiz, aşırı gitmenize sebep olmasın. İyilikte ve takvada yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın Allah'tan sakının, Allah’ın cezası şiddetlidir.
3- Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adı­na kesilmiş, boğulmuş, bir yerine vurularak öldü­rülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, başka bir hayvan tarafından boynuzlanıp ölmüş, canları çıkmadan önce kestikleriniz dışında yırtıcı hay­van tarafından yenmiş hayvanlar, dikili taşlar üze­rine boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet arama­nız size haram kılındı; bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün, küfre sapanlar sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, (Gadir-i Hum günü peygamber­den sonraki imamın Hz. Ali olduğunu ilan etmekle) size di­ninizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğen­dim. Açlıktan darda kalan, günaha kaymaksızın (üstte haram saydıklarımızdan zaruret miktarınca yiyebilir). Doğrusu Allah bağışlayandır, merha­metli olandır.
(Durr'ul Mensur c.3 s.19. Ali fi'l Kur'an, c.2 s.56-59, Menakib-u ibn-i Meğazili s.322-323, Maktel-i Hüseyin-i Harezmî c.l s.470.480, Menakıb-u Harezmî s.80'de yer aldığına göre Ebu Hureyre şöyle demiştir: «18 Zilhicce (Gadir Hum) günü Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: «Ben ki­min mevlası isem Ali de onun mevlasıdır (emin­dir).» O an, «Bugün size dininizi kemale erdir­dim» ayeti nazil oldu.»
Denildiği üzere Resulullah (s.a.a), Ali'nin ha­lifeliğini beyan ettikten sonra «Ali'ye, «müminle­rin emiri» olarak selam verin» diye emretmiştir. Sonra da Hz. Resulullah tekbir getirerek, «Dini kemale erdirdiği, nimeti tamamladığı ve benim risaletimde (peygamberliğimde) Ali b. Ebi Talib'in benden sonra velayetine razı olduğu için Allah-u Ekberl» diye buyurmuştur.)
4- Sana, kendilerine neyin helal kı­lındığını soruyorlar. De ki: «Size temiz olanlar helal kılındı. Allah'ın size öğret­tiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiği­niz avcı hayvanların sizin için tuttukla­rını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın. Allah'tan sakının, doğrusu Allah hesabı çabuk görendir.»
5- Bugün, size temiz olanlar helal kı­lındı. Kitap verilenlerin yemeği size he­lal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. İman eden hür ve iffetli kadınlar ile siz­den önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları da zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğiniz takdirde (size helaldir). Kim imanı inkâr ederse, şüphesiz amelleri boşa gider. O, ahirette de hüsrana uğrayanlardandır.
6- Ey iman edenler! Namaza kalktı­ğınızda yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın ve başlarınızı ve inci kemiklerine kadar ayaklarınızı mesh edin. Eğer cünüpseniz yıkanıp temizle­nin. Eğer hasta veya yolculukta iseniz veya ayakyolundan gelmişseniz yahut kadınlara yaklaşmışsanız ve su bulamamışsanız temiz bir toprağa teyemmüm edin de yüzlerinizi ve ellerinizi onunla mesh edin. Allah size zorluk çıkarmak istemez. Allah şükredesiniz diye sizi arıtmak ve üzerinize olan nimetini ta­mamlamak ister.
(Abdest hakkındaki kesin bir hüküm de başı ve inci kemiklerine kadar da ayakları mesh etmek­tir. Bu konuda sadece nassın teyit etmiş olduğu ri­vayetler kabul edilebilir ve naslara muhalif olan rivayetler merduttur. Apaçık nassın haber-i vahid ile nesh edilmesi mümkün değildir.
Ayet apaçık meshi emretmektedir. Dikkat ederseniz Kur'ân-ı Kerim'in zahiri de bu manaya delalet etmektedir. Zira Allah Teâlâ ayetin başın­da şöyle buyurmaktadır: "Feğsilu vucuhekum ve eydiyekum." (Yüzlerinizi ve ellerinizi yıkayın.) Ve eydiyekum'daki vav-ı atife vasıtasıyla yüzden son­ra ellerin yıkanmasının gerekliliğini emretmekte­dir. İkinci hükümde ise şöyle buyuruyor: "Vemse-hu biruisukum ve erculekum" (Başınızı mesh edin ve inci kemiklerine kadar ayaklarınızı da.) "Ercu-lekum"u vav-ı atifeyle bir öncesine yani "biru­isukum" kelimesine atfederek ayakların da mesh edilmesini emretmektedir. Yüz ve ellerin yıkanma­sına hükmedildiği gibi, burada da baş ve ayakla­rın mesh edilmesi emredilmektedir. Şüphesiz yıka­mak meshin yerini alamaz.
Yani yüz ve elleri farz olarak yıkamak gerek­tiği gibi baş ve ayakları da farz olarak mesh etmek gerekir. Birini mesh ederken diğerini yıkamak as­la doğru değildir. Aksi takdirde iki cümle arasın­daki "vav" harfi anlamsız kalır.
Ayrıca İslâmi hükümlerde zorluk ve meşakkat yoktur. Her akıllı insanın da kabul edeceği üzere ayakları yıkamak mesh etmekten daha meşakkatli­dir. Ayakları mesh etmek kolay olduğu için şer'i hükümler de buna hükmetmiştir ve zaten ayetin zahiri de bunu göstermektedir.
Kur'ân hükümlerinin tam aksine olan hüküm ise mest ve çorabın üzerine mesh edilmesidir. Bu­rada da Kur'ân-ı Kerim 'in açık hükümlerine aykı­rı görüşler beyan edilmiştir. Çünkü Kur'an ayak­ların üzerine mesh edilmesini hükmetmektedir, mest veya çorapların üzerine değil. Ayakların mesh edilmesine cevaz verilmezken, nasıl olur da mest veya çorabın mesh edilmesine cevaz verilebi­lir? Herkesin de bildiği gibi, mest veya çoraplara mesh etmek, ayaklara mesh etmekten ayrı bir şey­dir ve baş yerine sarık vb. şeylere mesh etmek de aynı şekilde Kur'an'ın zahirine aykırıdır.
Fahr-u Razi bu ayetin tefsirinde, Kur'ân-ı Kerim'in zahirine göre meshin farz oluşu noktasında uzun açıklamalar yapmıştır, isteyenler gerçekleri bulmak için Fahr-u Razi'nin tefsirine müracaat etsinler.)
7- Allah'ın size verdiği nimetini ve işittik, ita­at ettik» dediğiniz vakit, sizinle yaptığı sözleşme­sini hatırlayın. Allah'tan sakının, Allah içinizde olanı bilendir.
8- Ey iman edenler! Allah için kıyam edenler ve adaletli şahitler olun. Bir topluluğa olan kini­niz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olum takvaya daha yakındır. Allah'tan sakının, doğrusu Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
9- Allah, iman edenlere ve salih amelde bulunanlara mağfiret ve büyük ecir olduğunu vaat etmiştir.
10- Küfre sapanlar ve ayetlerimizi yalanlayan­lar (var ya), işte onlar cehennemliklerdir.
11- Ey iman edenler! Allah'ın üzerinize olan nimetini anın. Hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çek­mişti. Allah'tan sakının ve iman edenler Allah'a güvensinler.
12- Hiç şüphesiz Allah İsrail oğullarından söz almıştı. İçlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: «Ben sizlerle berabe­rim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime iman eder, onları desteklerseniz ve Allah'a güzel borç verirseniz, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden kim küfre saparsa şüphesiz doğru yoldan sapmış olur.»
(Menakib-u Şa'zan'da yer aldığına göre İbni Abbas şöyle demiştir: «Cabir b. Abdullah-i Ensari ayağa kalkarak, «Ey Resulullah! İmamların sa­yısı kaçtır?» diye sordu. Resulullah şöyle buyur­du: «Ey Cabir! Bana sorduğun için Allah sana rahmet eylesin, imamların sayısı Allah-u Teâlâ’nın, «İçlerinden on iki de başkan göndermiş­tik. ..» ifadesinde buyurduğu İsrail oğullarının on iki güvenilir gözeticileri kadardır. Ey Cabir imam­lar oniki kişidir. Onların evveli Ali bin Talib ve so­nuncusu Muhammed Mehdi'dir.»)
13- Sonra da sürekli sözlerini boz­dukları için onlara lanet ettik ve kalple­rini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerin­den değiştirirler. Kendilerine belletile­nin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün, onları affet ve geç. Şüphesiz Allah ihsan sahiplerini sever.
14- «Biz Hıristiyan'ız» diyenlerin bir kısmından söz almıştık. Onlar, kendile­rine belletilenin bir kısmını unuttular da bu yüzden aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Allah, yapmak­ta olduklarını kendilerine yakında haber verecektir.
15- Ey kitap ehli! Kitaptan gizleyip durduğu­nuzun çoğunu size açıkça anlatan ve (kusurunuzun) çoğunu da affeden peygamberimiz size gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir nur ve açıklayıcı bir kitap gelmiştir.
16- Allah, rızası ardınca gidenleri onunla esen­lik yollarına eriştirir ve onları, izni ile karanlık­lardan aydınlığa çıkarır ve onları doğru yola hida­yet eder.
17- «Şüphesiz Allah ancak Meryem oğlu Me­sih'tir» diyenler kâfir olmuşlardır. De ki: «öyleyse Allah Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmeyi dilerse, Allah'a karşı kimin elinden bir şey gelir?» Gökle yerin ve arasındakilerin egemenliği Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Allah her şeye kadirdir.
18- Yahudiler ve Hıristiyanlar, «Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz» dediler. De ki: «Öyley­se günahlarınızdan ötürü size niçin azap ediyor? Bilakis siz O'nun yarattığı insanlarsınız.» Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin egemenliği Al­lah'ındır ve dönüş O'nadır.
19- Ey kitap ehli! Peygamberlerin arası kesil­diğinde (fetret döneminde), «Bize müjdeci ve korku­tup uyarıcı gelmedi» demeyesiniz diye, size açık­ça anlatacak peygamberimiz geldi. Şüphesiz O, size müjdeci ve uyarıcı olarak gelmiştir. Allah her şeye kadirdir.
20- Hani Musa, kavmine şöyle demişti: «Ey kavmim! Allah'ın size olan nimetini anın: içiniz­den peygamberler çıkarmış, sizi hükümdarlar yapmış ve âlemlerde kimseye vermedi­ğini size vermişti.»
21- «Ey kavmim! Allah'ın size yazdı­ğı kutsal yere (Filistin'e) girin, ardınıza (Allah'a teslimiyetten) dönmeyin, yoksa hüsrana uğramışlar olarak dönersiniz» demişti.
22- «Ey Musa! Orada zorba bir topluluk vardır, onlar oradan çıkmadıkça biz oraya girmeyeceğiz, eğer çıkarlarsa, bizde gireriz» demişlerdi.
23- (Allah'tan) Korkanlardan olup da Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki kişi, «Üstlerine kapıdan yürüyün, oradan girerseniz şüphesiz galip gelirsiniz; eğer iman etmişseniz Allah'a güvenin» demişlerdi.
24- «Ey Musa! Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın, doğrusu biz bura­da oturacağız» demişlerdi.
25- Musa, «Rabbim! Ben ancak ken­dime ve kardeşime malikim; artık bi­zimle, bu fasık topluluğun arasını ayır» dedi.
26- Allah, «Orası onlara kırk yıl ha­ram kılındı; yeryüzünde (Sina çölünde) şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, fasık topluluk için tasalanma» dedi.
27- Onlara, Âdem’in iki oğlunun kıs­sasını doğru olarak anlat; ikisi birer kur­ban sunmuşlar, birininki (Habil'in) kabul edilmiş, diğerininki (Kabil'in) kabul edil­memişti. (Kabil) «Ant olsun seni öldüre­ceğim» deyince, kardeşi (Habil), «Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder» demişti.
28- «Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam, çün­kü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korka­rım.»
29- «Ben, hem benim hem de kendi günahını yüklenip cehennemliklerden olmanı isterim ve zalimlerin cezası işte budur.»
30- Bunun üzerine nefsi kendine kardeşini öldürmeyi kolay gösterdi ve onu öldürerek, hüsran uğrayanlardan oldu.
31- Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi. «Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım» dedi de pişmanlığa düşenlerden oldu.
32- Bunun için İsrail oğullarına şöyle yazdık: «Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltir­se (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur.» Hiç şüphesiz peygamberlerimiz onlara bel­gelerle geldi, sonra buna rağmen, onların çoğu yeryüzünde taşkınlık edenlerdir.
33- Allah ve peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çaba harcayanların ce­zası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da bulundukları yerden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. On­lar için ahirette de büyük azap vardır.
34- Ancak, onları yakalamanızdan önce tövbe edenler bunun dışındadır. Biliniz ki Allah, şüphesiz bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
35- Ey iman edenler! Allah'tan sakı­nın, (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın ve O'nun yolunda cihad edin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
36- Doğrusu, yeryüzünde olan bütün şeyler ve onların bir katı daha kâfirlerin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verseler (yine de) ka­bul edilmez ve Onlar için elem verici azap vardır.
37- Ateşten çıkmak isterler, çıkamaz­lar. Onlara sürekli azap vardır.
38- Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ellerini (parmaklarını) kesin. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.
39- Ettiği zulümden sonra tövbe edip düzelen kimse, (bilsin ki) Allah onun tövbesini kabul eder. Allah şüphesiz çok bağışlayandır, merhamet edendir.
40- Göklerin ve yerin egemenliğinin Allah'ın olduğunu bilmiyor musun? Dilediğine azap eder, dilediğini bağışlar. Allah her şeye kadirdir.
41- Ey Peygamber! Kalpleri iman et­mediği halde ağızlarıyla İman ettik di­yen münafıklar ile körü körüne yalana kulak veren ve senin karşına çıkmayan bir grubun (Hayber Yahudilerinin) sözlerini dinleyen Yahudilerden küfürde yarışan­lar seni üzmesin. Onlar (Hayber Yahudileri) ise sözleri asıl yerlerinden çarpıtan ve «Size bu (recm dışında bir hüküm) verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının» diyen kimselerdir. Allah, kimin fitneye düşmesini dilerse, artık onun için Allah'tan hiç bir şeye malik olamazsın. İş­te onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak iste­medikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette de onlar için büyük bir azap vardır.
(Asr-ı saadette Yahudiler iç işlerinde serbest idiler ve aralarındaki davalarda, henüz İslâm Devleti'nin uyruğu olmayıp, yalnızca onunla an­laşma içinde bulunduklarından, kendi kanunları­na göre, kendi yargıçları karar verirlerdi. Bu ba­kımdan davalarını Hz. Peygamber'e (s.a.a) ve O'nun atadığı yargıçlara getirmek zorunda değil­diler. Ama kendi kanunlarına göre verilecek hü­küm işlerine gelmediği zaman, belki daha lehleri­ne bir hüküm ortaya çıkar ümidiyle Hz. Peygam­ber'e (s.a.a) gelirlerdi. Burada, Hayber Yahudile­rinden saygıdeğer ailelere ait bir kadınla bir er­kek arasındaki gayri meşru ilişkinin neden olduğu bir davaya değinilmektedir. Tevrat'a göre ikisinin de cezası recm idi. Yahudiler bu cezayı vermek is­temediklerinden, davayı Hz. Peygamber'e (s.a.a) getirmeye ve recmden başka ceza verirse hükmü kabul etmeye karar verdiler. Hz. Peygamber (s.a.a) davayı dinleyince, recm edilmelerine hük­metti; fakat Yahudiler reddettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) kendilerine cezanın Tevrat'ta ne olduğunu sordu. «Suçluları kamçılamak, yüzlerini si­yaha boyamak ve bir eşeğe bindirilmektir.» dediler. Hz. Peygamber (s.a.a) zina eden evli bir çiftin cezasının gerçekten de­dikleri gibi olup olmadığına dair yemin etmelerini istedi. Biri dışında hepsi yemin etti. Ses çıkarmayan, bizzat Yahudiler Tevrat'ın en büyük âlimi sayılan İbn-i Sürya idi. Hz. Peygam­ber (s.a.a) ona dönerek: «Kavmini Firavun'dan kurtaran v Tur'da size Kanun'u veren Allah'a yeminle, Tevrat'ta zinaya verilen cezanın gerçekten bunların dediği gibi olup olmadığını söylemeni istiyorum senden» dedi. İbn-i Sürya şöyle cevap verdi: «Bana böylesine ağır bir yemin vermeseydin, zina cezasının, suçluları recmetmek olduğunu asla itiraf etmeyecektim. Şüphesiz, zina edenler içimizden büyük kabul edilen kişiler olduğunda, yargıçlarımız suçlularımızı salıverirlerdi. Fakat bu haksızlık halk arasında büyük hoşnutsuzluğa yol açınca değişiklik yaptık ve şimdi suçluları recmetmek yerine kamçılıyor ve yüzlerini siyaha boyayıp,
bir eşeğe bindiriyoruz.» Bunun üzerine Yahudilerin yapacağı bir şey kalmadı ve suçlular Hz. Peygamber'in (s.a.a) emriyle recmedildiler.)
42- Onlar yalana kulak verirler, haram yerler. Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet yahut on­lardan yüz çevir. Yüz çevirirsen sana bir zarar ve­remezler. Eğer hükmedersen aralarında adaletle hüküm ver. Allah adil olanları sever.
43- Allah'ın hükmünün bulunduğu Tevrat yan­larında iken, ne yüzle seni hakem tayin ediyorlar da sonra bundan yüz çeviriyorlar? İşte onlar iman etmiş değillerdir.
44- Doğrusu biz içinde bir hidayet ve bir nur bulunan Tevrat'ı indirdik. Teslim olmuş peygam­berler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Rabba­ni âlimler ve bilginler de Allah'ın kitabını koru­makla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahitler olduklarından (onunla hükmederlerdi). Öyley­se insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satma­yın. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmet­mezse, işte onlar kâfirlerdir.
45- O kitapta onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara kısas yazdık. Kim hak­kından vazgeçerse bu, onun günahlarına kefaret olur. Allah'ın indirdiği ile hük­metmeyenler, işte onlar zalimlerdir.
46- Onların izi üzerine arkalarından, kendisinden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik. Ona içinde bir hidayet ve nur bulunan, kendisinden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve takva sahipleri için bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik.
47- İncil sahipleri Allah'ın onda in­dirdikleri ile hükmetsinler. Allah'ın in­dirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fâsık olanlardır.
48- (Ey Muhammed!) Sana da önceki ki­tabı tasdik eden ve onu kollayıp koru­yan kitabı hak olarak indirdik. Onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Biz, her biriniz için bir şe­riat ve yol belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere koşun. Hepini­zin dönüşü Allah'adır. O, hakkında ihtilafa düştü­ğünüz şeyleri size haber verir.
49- O halde, Allah'ın indirdiği kitap ile arala­rında hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirmiş olduğu şeylerin bazısına seni fitneye düşürmelerinden sakın. Eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzün­den onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. İnsanların çoğu gerçekten fâsıklardır.
50- Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar, Yakinen bilen bir topluluk için Allah'tan daha iyi hüküm veren kimdir?
51- Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları velîler edinmeyin; onlar birbirlerinin velisidirler. Sizden kim onları veli edinirse o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.
52- Kalplerinde hastalık olanların, «Bize bir fe­laket (yenilgi) gelmesinden korkuyoruz» diyerek (veli edinmek için) onlara (Yahudi ve Hıristiyanlara) doğru koşuştuğunu görürsün. Oysa umulur ki Allah, bir fetih ya da katından bir emir getirir de böylece onlar, nefislerinde gizli tuttuklarından dolayı piş­man olurlar.
53- İman edenler, (kalbinde hastalık olanlara), «Hani sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle Allah'a yemin eden (Yahudi ve Hıristiyan) kimseler bunlar mıydı?» derler. Onların bütün yapıp ettikleri boşa çıkmıştır, böylece hüsrana uğrayanlar olmuşlardır.
54- Ey iman edenler! Sizden kim di­ninden dönerse (bilsin ki), Allah, (onların yerine) sevdiği ve onların da O'nu sevdiği, iman edenlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu, Allah yolunda ci­hat eden, yerenin yermesinden korkma­yan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın di­lediğine verdiği bol nimetidir. Allah her şeyi kuşatan ve her şeyi bilendir.
55- Sizin veliniz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılıp rükû halinde zekât (sadaka) veren müminlerdir.
(Ebu Zer şöyle diyor: «Bir gün Hz. Resulullah ile birlikte öğle namazı kıldığımız bir sırada, bir dilenci mescittekilerden sadaka istedi, fakat ona kimse bir şey vermedi. Bu sırada Hz. Ali rükû ha­lindeydi. Elinin küçük parmağını dilenciye doğru uzattı, o parmağında yüzük vardı. Dilenci gidip yüzüğü parmağından çıkarıp aldı. Bunu gören Hz. Resulullah Allah'a yakararak, «Allahım! Karde­şim Musa sana, «Rabbim! Gönlümü aç, işimi kolaylaştır ve dilimdeki düğümü çöz ki, sözümü an­lasınlar. Ailemden bana bir yardımcı ver. Karde­şim Harun'u. Onunla kuvvetimi arttır. Onu işime ortak et ki, seni çokça teşbih edelim. Şüphesiz sen bizi görensin» diye dua etti. Sen de ona, «Senin isteklerin sana verildi, Ey Musa!» diye vahyettin. Allah'ım! Ben de senin kulun ve peygamberinim, benim de gönlümü aç, işimde kolaylık sağla, ai­lemden Ali'yi, bana yardımcı kıl, onunla kuvveti­mi arttır.»
Ebu Zer diyor ki: «And olsun Allah'a, henüz Hz. Resulullah sözünü tamamlamadan Cebrail «Sizin veliniz ancak Allah, onun peygamberi ve namaz kılan ve rükû halinde zekât veren mümin­lerdir» ayetini indirdi.)
56- Kim Allah'ı, peygamberini ve (rükû halinde zekât veren) müminleri veli edinirse (Allah'ın partisidir ve bilsin ki), şüphesiz Allah'ın partisi üstün gelecektir.
(Şevahid'ut Tenzil c.1 s. 185-186 İbn-i Abbas şöyle demiştir: «Kim Allah'ı, Peygamberini ve müminleri veli edinirse» ayeti kerimesi imam Ali hakkında indi. Hafız Hâkim Has kani de bu ayetin tefsirinde, bu ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu kabul etmiştir)
57- Ey iman edenler! Kendilerine sizden önce kitap verilenlerden, dininizi alaya ve oyalanmaya alanları ve kâfirleri veli edinmeyin. Eğer mü'minler iseniz sadece Allah'tan sakının.
58- Namaza çağırdığınızda onu alay ve oyalanmaya alırlar. Bu, onların akıl etmeyen bir topluluk olmasındandır.
59- De ki: «Ey kitap ehli! Yalnızca Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene inandığımız için mi bizi yadır­gıyorsunuz? Şüphesiz çoğunuz fasık kimselersiniz.»
60- De ki: «Allah katında cezası bun­dan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah lanet ettiği, gazapta bulundu­ğu, kendilerinden maymunlar ve do­muzlar kıldığı ve tağuta kulluk eden kimse. İşte onlar yeri en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.»
61- Size geldiklerinde «iman ettik» derler. Oysa hiç şüphesiz onlar (yanınıza) küfürle girmişlerdir ve yine onunla çık­mışlardır. Allah gizlemekte oldukları şe­yi daha iyi bilir.
62- Onlardan çoğunun günaha, düşmanlığa ve haram yemeye koşuştuklarını görürsün. Gerçek­ten de yaptıkları şey pek kötüdür!
63- Rabbani âlimler ve bilginler onları günah söz söylemekten ve haram yemekten menetselerdi ya! Yaptıkları şey gerçekten kötüdür!
64- Yahudiler, «Allah'ın eli sıkıdır» dediler; Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar! Bilakis O'nun iki eli de açıktır, nasıl di­lerse infak eder. Hiç şüphesiz sana Rabbinden in­dirilen sözler, onların çoğunun azgınlığını ve küfre sapmalarını artıracaktır. Onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Savaş ateşini ne zaman körükleseler Allah onu söndürür. Yeryüzünde bozgunculuğa çaba harcar Allah bozguncuları sevmez.
65- Şayet kitap ehli iman edip sakınsalardı, muhakkak kötülüklerini örterdik ve onları nimet dolu cennetlere koyardık.
66- Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden kendilerine indirileni gereğince uygulasalardı, el­bette üstlerinden ve ayaklarının altından (sayısız ni­metler) yerlerdi. Onlardan orta yolu tutan (aşırı olma­yan) bir zümre vardır ve onlardan çoğunun ise yapmakta oldukları pek de kötüdür!
67- Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni (Hz. Ali'nin velayetini) tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O'nun (bütün bir) elçiliğini yapmamış olursun. Al­lah seni (buna muhalefet edecek) insanlardan korur. Doğrusu Allah (zaten bu) küfre sapanlar topluluğunu hidayete erdirmez.
(Celaluddin Siyuti Durr'ul Mansur c.2, s.298'de, Hafız bin Ebi Hatem Razi Tefsir-i Gadir'de, Hafız Ebu Cafer Taberi Kitab'ul Velayet'te, Hafız Ebu Abdullah Mehamili Emali'de, Hafız Ebu Bekir Şirazi, Ma Nezele Min'el Kur 'ân-i Fi Emir' il Mü'minin' de, Hafız Ebu Said Secistani Kitab'ul Velayet'te, Hafız bin Merduye mezkûr ayetin tefsirinde, Hafız Ebu'l Kasım Haskani Şevahid'ut Tenzil'de, Ebu'lFeth Hesais'ul Alevi'de, Muinuddin Meybudi Şerh-i Divan 'da, Kadı Şevkani Feth'ul Kadir c. 3, s.57'de, Seyyid Cemaluddin Şirazi Erbain 'de, Bedruddin Hanefi Umdet'ul Ka­ri fi Şerh-i Sahih-i Buhari'de, Ahmed Sa'lebi Keşf'ul Beyan tefsirinde, Hafız Ebu Naim İsfaha­ni Ma Nezele Min'el Kur'ân-i fi Aliyy'in'de, İbra­him bin Muhammed Himvini Feraid'us Simteyn'de, Nizamuddin Nişaburi tefsir kitabı c.6, s. 170'de, Seyyid Şehabuddin Alusi Bağdadi Ruh'ul Meani c.2, s.348'de, Nuruddin bin Sebbağ Maliki Fusul'ulMuhimme s.27'de, Ali bin Ahmed Vahidi Esbab'un Nüzul s.l50'de, Muhammed bin Talha eş-Şafii Metalib'us Süul s.l6'da, Mir Seyyid Ali Hemedani eş-Şafii Meveddet'ul Kurba'nın 5. Meveddet'inde, Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi Yenabi'ul Mevedde'nin 39. babında, bu ayetin Gadir günü Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu yazmışlardır. Esbab'un Nüzul s.135'te Vahidi'nin nakline göre, bu ayet-i kerime Gadir-i Hum günü Ali bin Ebi Talib hakkında inmiştir. Tefsir'ul Kebir c.6 s.53'te Fahruddin Razi bu ayetin tefsirinde şöyle naklediyor: «Ey Peygamber! Rabbinden sa­na indirileni (Hz. Ali'nin velayetini) tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O'nun (bütün bir) elçiliğini yap­mamış olursun» ayet-i kerimesi, Ali bin Ebi Talib hakkında indi. Ayet indiğinde Resulullah (s.a.a), Ali'nin elinden tutup şöyle buyurmuştur: «Ben ki­mim mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Ey Al­lah'ım! Ali'nin velayetini kabul edip onu seveni sen de sev ve onun velayetini inkâr edip düşman olana sen de düşman ol.» Siyuti ise Durr'ul Men­sur c.2 s.298'de Ebu Said el-Hudri'den naklen şöyle diyor: «Bu ayet-i kerime, Gadir-i Hum günü Ali bin Ebi Talib hakkında inmiştir»)
68- De ki: «Ey kitap ehli! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir temele dayan­mış sayılmazsınız. Hiç şüphesiz Rab­binden sana indirilen, onlardan çoğunun azgınlık ve küfre sapmalarını artırır. Öyleyse kâfirler topluluğu için tasalan­ma.
69- Doğrusu iman edenler, Yahudiler, Sabiiler ve Hıristiyanlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amelde bulunursa, onlara ne korku vardır ve ne de onlar üzüleceklerdir.
(Bu ayet hakkında gerekli açıklama için Ba­kara-62, ayetin açıklamasına bakınız.)
70- Hiç şüphesiz İsrail oğullarından söz aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Onlara bir peygamber ne zaman nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyle gel­diyse, bir kısmını yalanlarlar ve bir kıs­mını da öldürürlerdi.
71- Ve (işin içinde) bir imtihanın olma­dığını sandılar da kör oldular, sağır kesildiler. Sonra Allah tövbelerini kabul etti, fakat arkasından yine onlardan çoğu kör oldular, sağır kesildiler. Allah on­ların ne yaptıklarını görücüdür.
72- Hiç şüphesiz «Allah ancak Mer­yem oğlu Mesih'tir» diyenler kâfir oldu­lar. Oysa Mesih, «Ey İsrail oğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin; kim Allah'a ortak koşarsa muhak­kak Allah ona cenneti haram eder, vara­cağı yer ateştir ve zulmedenlerin yar­dımcıları yoktur» dedi.
73- Hiç şüphesiz, «Allah üçün üçüncüsüdür» diyenler kâfir olmuştur; Oysa bir tek ilahtan baş­ka hiçbir ilah yoktur. Dediklerinden vazgeçmez­lerse, şüphesiz onlardan küfre sapanlar elem veri­ci bir azaba uğrayacaktır.
74- Allah'a tövbe etmezler, O'ndan mağfiret dilemezler mi? Oysa Allah bağışlayandır, merha­met edendir.
75- Meryem oğlu Mesih sadece bir peygam­berdir, ondan önce de (nice) peygamberler geçmiş­tir, onun annesi dosdoğrudur, her ikisi de yemek yerlerdi. Bak biz onlara ayetleri nasıl açık anlatı­yoruz! Sonra da nasıl çevrildiklerine bir bak!
76- De ki: «Size zarar da fayda da veremeye­cek, Allah'tan başka birine mi ibadet ediyorsunuz? Oysa işiten ve bilen yalnız O'dur.»
77- De ki: «Ey kitap ehli! Haksız olarak dini­nizde taşkınlık etmeyin. Daha önce sapıtan, çoğunu da saptıran ve doğru yoldan ayrılan bir topluluğun heveslerine uymayın.»
78- İsrail oğullarından küfre sapanlar, Da­vud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanetlen­mişlerdi. Bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmelerindendi.
79- Onlar, işledikleri kötülükten, birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları pek de kötü idi!
80- Çoğunun kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin önlerine sürdüğü şey pek de kötüdür! Allah onlara gazap etmiştir, onlar azapta temelli kalacaklardır.
81- Eser Allah'a, peygambere ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları (inkârcıları) dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu fâsıktır.
82- Şüphesiz insanlardan, iman eden­lere en şiddetli düşman olarak, Yahudi­leri ve şirk koşanları bulursun. Onlar­dan, iman edenlere sevgice en yakın olarak da «Biz Hıristiyanlarız» diyenleri bulursun. Bu, onların içinde bilginler ve rahipler bulunmasından ve onların bü­yüklük taslamamalarındandır.
83- Peygambere indirileni işittikle­rinde, gerçeği tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşla dolarak, «Rabbimiz! İnandık, bizi de şahitlerden yaz» dedik­lerini görürsün.
84- «Rabbimizin bizi iyiler arasına katmasını umup dururken niçin Allah'a ve bize gelmiş olan gerçeğe iman etme­yelim?»
85- Allah da onlara, dediklerine kar­şılık, temelli kalacakları, altından ır­maklar akan cennetler ile ödüllendirdi. Bu, ihsan sahiplerinin mükâfatıdır.
86- Küfre sapıp ayetlerimizi yalanla­yanlar (var ya), işte onlar cehennem ehli­dirler.
87- Ey iman edenler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez.
88- Allah'ın size verdiği temiz ve helal rızıktan yiyin ve iman ettiğiniz Allah'tan sakının.
89- Allah kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorum­lu tutar. Yeminin kefareti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on düşkünü yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yeminlerinizin kefareti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun, Allah size ayetlerini böyle açıklar; umulur ki şükredersiniz!
90- Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şüphesiz şeytan işi birer pis­liktir, bunlardan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
91- Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık (bunca kötülüklerine rağmen bakın bakalım bunları) terk ediciler misiniz?
92- Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin ve (karşı gelmekten) çekinin; eğer yüz çevirirseniz bilin ki, peygamberimize düşen sadece açıkça tebliğ etmektir.
93- İman edenler ve salih amellerde bulunanlar için korkup sakındıkları, iman ettikleri, salih amellerde bulundukları, sonra sakındıkları ve iman ettikleri ve sonra (yine) sakındıkla­rı ve iyilikte bulundukları takdirde (ya­saklanmadan önce) yedikleri dolayısıyla bir günah yoktur. Allah, ihsan sahiplerini sever.
94- Ey iman edenler! Allah, gıyabında kendisinden kimin korktuğunu ortaya çıkarmak için ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği avdan bir şeyle şüphesiz sizi deneyecektir. Artık kim bundan sonra haddi aşarsa, onun için acıklı bir azap vardır.
95- Ey iman edenler! İhramlı iken (karadaki hiç bir) avı öldürmeyin. Sizden bile bile onu öldürene, yaptığının vebalini tatmak üzere, (öldürdüğü kadar olduğuna) içinizden iki adil kimsenin hükmede­ceği, Kâbe’ye ulaşacak ehli hayvanlardan bir kurbanı ödeme yahut düşkünlere yemek yedirme ya da bunlara denk oruç tutma şeklinde ceza vardır. Allah geçmiştekileri affetmiştir, kim tekrar yaparsa Allah ondan öç alır. Allah güç­lüdür, intikam sahibidir.
96- Deniz avı ve onu yemek size de yolculara da geçimlik olarak helal kılınmıştır. İhramlı bulunduğunuz sürece ka­ra avı size haram kılınmıştır. O'na (götü­rülüp) toplanacağınız Allah'tan sakının.
97- Allah, hürmetli ev Kâbe’yi, hür­metli ayı, (tasmasız) kurbanı ve boynu tasmalı kurbanlıkları bütün insanlar için bir kıyam (dayanak) kıldı. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah'ın şüphesiz her şeyi bilen olduğu­nu bilmeniz içindir.
98- Allah'ın azabının şiddetli oldu­ğunu ve Allah'ın bağışlayan, merhamet eden (biri olduğunu) olduğunu bilin.
99- Peygamberin görevi sadece teb­liğ etmektir. Allah, sizin açıkladıklarını­zı da gizlediklerinizi de bilir.
100- De ki: «Pis olan şeylerin çoklu­ğu seni şaşırtsa bile, pis ile güzel eşit değildir.» Ey akıl sahipleri, Allah'tan sakı­nın; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
101-Ey iman edenler! Size açıkla­nınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sor­mayın. Kur'an indirilirken onları sorar­sanız size açıklanır (ama açıklanınca hoşu­nuza gitmez de üzülürsünüz). Allah onları (bu yersiz sorularınızı) affetmiştir. Allah bağış­layandır, hilim sahibidir.
102-Sizden önce bir topluluk onları sormuştu, sonra da onları inkâr etmişlerdi.
103- Allah, beşinci doğurduğu erkek olan kula­ğı çentilmiş deveyi, adak olarak adanan deveyi, dişi ve erkek olmak üzere ikiz doğuran koyunu ve dölünden on deve meydan gelmiş olan erkek deveyi (kesmemek, yememek ve binmemek üzere salıvermeyi) karar kılmamıştır. Fakat küfre sapanlar Allah’a karşı yalan uydururlar ve çoğu da akıl etmezler.
(Bu ayette tanrılara kurban adamak ve kurbanlık hayvan serbestçe otlamaya bırakmak gibi bâtıl uygulamalar yerilmektedir. İslâm öncesi Arabistan'da bu tür hayvanlara değişik adlar verilir, özel işaretler konur ve onları herhangi bir işte kullanmak, yemek için kesmek, şu ya da bu biçimde kendilerinden yararlanmak haram sayılırdı.)
104- Onlara, «Gelin Allah'ın indirdiğine ve peygambere uyun» dendiğinde, «Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter» derler; babaları bir şey bilmeyen ve hidayete ermemiş kimseler olsalar da mı (onlara tabi olacaklar)
105-Ey iman edenler! Siz kendinizden sorum­lusunuz; doğru yolda iseniz sapıtan kimse size as­la zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır, iş­lemekte olduklarınızı size haber verecektir.
106- Ey iman edenler! Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, vasiyet anında aranızda şahit­lik, sizden olan iki adil kişidir. Ya da yolculuk sı­rasında başınıza ölüm musibeti gelip çatmışsa, (aranızda şahitlik) sizden (Müslüman) olmayan iki kişi­dir. Eğer (bu Müslüman olmayanların şahitlikleri konusun­da vasiler olarak) kuşkuya düşerseniz (adet olduğu üzere ikindi vakti) namazdan sonra «Akraba dahi olsa onu (şahadeti) hiç bir değer kar­şılığında satmayacağız ve Allah'ın şa­hitliğini gizlemeyeceğiz. Aksi takdirde biz elbette günahkârlardan oluruz» diye Allah adına yemin edinceye kadar onla­rı alıkoyun.
107- Eğer o ikisi aleyhinde kesin ola­rak günahı hak ettiklerine (yalan söyleyip hakkı gizledikleri) ilişkin bilgi sahibi olu­nursa, bu durumda haksızlığa uğrayan­lardan iki kişi öbürlerinin yerine geçe­rek, «Bizim şahadetimiz o ikisinin şahadetinden şüphesiz daha doğrudur. Biz haddi aşmadık, yoksa gerçekten zulme­denlerden oluruz» diye Allah'a yemin ederler.
108- Bu metot, şahitlerin gerektiği gi­bi şahitlik yapmalarını ya da yapacakla­rı yeminden sonra başkalarının yemini­ne başvurulmasından (böylece rezil olmak­tan) çekinmelerini sağlayacak en kısa yoldur. Allah'tan korkunuz ve dinleyi­niz. Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.
109-Allah peygamberleri topladığı gün, «Size (davetiniz karşılığında insanlarca) ne cevap verildi?» der. Onlar, «Bizim bir bildiğimiz yoktur, doğrusu görülmeyenleri bilen ancak sensin» derler.
110-Hani Allah şöyle demişti: «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve anana olan nimetimi an. Hani seni Ruh'ul Kudüs ile desteklemiştim de beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşmuştun. Hani sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Hani sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yaratmış ona üflemiştin de iznimle kuş olmuştu. Anadan doğma körü ve alacalıyı iznimle iyileştirmiştin. Ölüleri iznimle diriltmiştin. Hani İsrail oğullarına belge­lerle geldiğinde, onlardan küfre sapanlar, «Bu apaçık bir büyüdür» demişlerdi de ben onları sen­den savmıştım.»
111- Havarilere, «Bana ve peygamberime iman edin» diye vahiy etmiştik de, «İman ettik, bizim Müslüman olduğumuza şahit ol» demişlerdi.
112- Hani Havariler, «Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi? Demişlerdi de, «İnanıyorsanız Allah'tan sakının» de­mişti.
113-(Havariler.) «Biz ondan yiyelim, kalplerimiz itminana ersin, senin bize doğru söylediğini bilelim ve biz onun üzerine şahitlerden olalım istiyoruz.» demişlerdi.
114- Meryem oğlu İsa, «Allah’ım! Rabbimiz! Bize ve bizden sonra geleceklere bayram ve sen­den bir ayet olarak gökten bir sofra indir ve bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın» dedi.
115- Allah, «Ben onu size indireceğim; bundan sonra içinizden kim küfre saparsa, âlemlerdekilerden hiç kimseye azap etmeyeceğim şekilde ona azap edeceğim» dedi.
116-Allah, «Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, Beni ve annemi Allah'ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?» dediğinde, «Münezzehsin sen, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana ya­kışmaz. Eğer bunu söylediysem, mutlaka sen onu bilirsin. Sen bende olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilmem. Gerçekten gaipleri bilen sadece sensin dedi.
117-«Ben onlara, «Sadece Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin» diye bana emrettiğini söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şahidim, beni aralarından aldığında onları sen gözlüyordun. Sen her şeye şahitsin.»
118-«Onlara azap edersen, doğrusu onlar senin kullarındır; onları bağışlar­san, şüphesiz güçlü ve hikmet sahibi olan ancak sensin.»
119-Allah, «Bu, doğrulara doğruluk­larının fayda verdiği gündür; Onlara altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Onda temelli kalırlar. Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da Allah'tan hoş­nut olmuşlardır, bu büyük kurtuluştur» dedi.
120- Göklerin, yerin ve onlarda bulu­nanların egemenliği Allah'ındır. Allah her şeye kadirdir.

6
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ
6. Enam Suresi
(Bu sure Mekke'de nazil olmuştur ve 165 ayettir. Surenin bazı âyetlerinde Arapların kurban edilen hayvanlarla ilgili birtakım gelenekleri kı­nandığı için sûreye En'âm sûresi denmiştir. En'âm; koyun, keçi, deve, sığır ve manda cinsleri­ni bir arada ifade eden bir kelimedir.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Bütün övgüler, gökleri ve yeri ya­ratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. (Bunca âyet ve deliller­den) Sonra küfre sapanlar Rablerine (başkalarını) eşit tutuyorlar.
2- Sizi çamurdan yaratan, sonra da size bir ecel takdir eden ancak O'dur. Belirli bir ecel de O'nun katındadır; sonra (ne diye) bir de şüphe edersiniz!
3- Göklerde ve yerde Allah O'dur. Gizlinizi ve açığınızı bilir; kazanmakta olduğunuz şeyi de bilir.
4- Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet geldikçe ondan yüz çevirirlerdi.
5- Bu yüzden gerçek kendilerine gelince onu kesin bir şekilde yalanladılar. Sürekli alaya aldık­ları şeyin haberleri kendilerine gelecektir.
6- Onlardan önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onları, sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yeryüzüne yerleştirmiş, gökten bol yağ­mur yağdırmış, altlarından ırmaklar akıtmış. Fakat onları günahlarından ötürü yok ettik ve arkalarından başka bir nesil vücuda getirdik.
7- Eğer sana kâğıda yazılı olarak bir kitap indirmiş olsaydık da onu elleriyle dokunacak olsalardı, elbette o küfre sapanlar yine, «Bu apaçık büyüdür» derlerdi.
8- «Ona bir melek indirilseydi ya!» dediler melek indirmiş olsaydık iş bitmiş olurdu da onlara fırsat bile verilmezdi.
9- Biz onu melek kılsaydık, bir erkek şeklinde yapardık da düştükleri şüpheye onları yine düşür­müş olurduk.
10- Hiç şüphesiz senden önceki bazı peygam­berler de alaya alınmıştı. Fakat bu alaycılar, alay konusu yaptıkları şey (ilahi azap) tarafından kıskıv­rak kuşatılıverdiler.
11- De ki: «Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir ba­kın!»
12- De ki: «Göklerde ve yerde olanlar kimin­dir?» De ki: «Allah'ındır.» O, kendi üzerine rah­meti yazmıştır. Sizi kendisinden kuşku olmayan kıyamet gününde tartışmasız toplayacaktır. Nefis­lerini hüsrana uğratanlar, işte onlar inanmayanlar­dır.
(Müşrikleri köşeye sıkıştırmanın güzel bir yo­ludur bu. Önce Allah, Resulüne onlara «Gökler­de ve yerde olanlar kimindir?» diye sor diyor, so­ru soruluyor ve cevap bekleniyor. Fakat cevap ne olumlu ve ne de olumsuz olacağından karşıdakiler sessiz kalıyor. «Her şeyin Allah'a ait olduğuna» inandıkları için inkâr yoluna da gidemiyorlar. Karşılarındakine, kendi şirk inançları aleyhinde delil vermiş olacakları için olumlu bir cevap da vermiyorlar. Allah böylece onları kritik bir duru­ma soktuktan sonra, Resulüne, «Her şey Al­lah'ındır, de» emrini veriyor.)
13- Gecede ve gündüzde barınan her şey O'nundur. O her şeyi işitendir, bilendir.
14- De ki: «Gökleri ve yeri yaratan, beslenmeyip besleyen Allah'tan başka bir veli mi edinirim?» De ki: «Bana şüp­hesiz (Allah'a) teslim olanların ilki ol­mam emredildi ve «Sakın müşriklerden olma (denildi.)»
15- De ki: «Ben Rabbime karşı gelir­sem, büyük günün azabından korka­rım.»
16- O gün, kimden (azap) alıkonursa, şüphesiz Allah ona rahmet etmiştir. İşte apaçık olan kurtuluş budur.
17- Allah seni bir zarara uğratırsa, O'ndan başka giderici yoktur. Sana bir iyilik verirse (başkası onu engelleyemez), O her şeye kadirdir.
18- O, kullarının üstünde yegâne egemendir ve O, hikmet sahibidir, haberdardır.
19- De ki: «Şahitlik bakımından han­gi şey daha büyüktür?» De ki: «Allah benimle sizin aranızda şahittir. Şu Kur'an bana sizi ve kendisine ulaşan herkesi uyarmam için vahyolundu. Ger­çekten siz Allah'la beraber başka ilahla­rın da bulunduğuna mı şahitlik ediyor­sunuz?» De ki: «Ben şahitlik etmem.» De ki: «O, ancak bir tek olan ilahtır ve gerçekten ben, sizin şirk koşmakta ol­duklarınızdan uzağım.»
20- Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi) çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini hüsrana uğra­tanlar, işte onlar inanmayanlardır.
21- Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Hiç şüphesiz zalimler kurtuluşa ulaşamazlar.
22- O gün onların tümünü bir yere toplarız da sonra Allah'a ortak koşanla­ra, «Hani nerede (Allah'a) ortaklar oldu­ğunu sandıklarınız?» diye sorarız.
23- Sonra, «Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki bizler şirk koşanlar değildik» demekten başka çare bulamazlar.
24- Kendi aleyhlerine nasıl da yalan söylediklerine ve uydurdukları şeylerin kendilerinden nasıl da kaybolup gittiği­ne bir bak!
25- Onlardan (iman etmedikleri halde, Kur’ an okur­ken) seni dinleyenler vardır. Onu anlarlar (da tartış­ma konusu edinirler) diye kalplerine örtüler, kulakla­rına da ağırlık koyduk. Onlar her türlü ayeti gör­seler bile, yine de ona iman etmezler. Nihayet sa­na geldiklerinde de seninle tartışırlar. Küfre sa­panlar, «Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir» derler.
26- Onlar, hem ondan (peygamberden) alıkoyarlar, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Onlar, yalnızca kendi nefislerinden başkasını helak etmezler; ama farkında değillerdir.
27- Onların, ateşin başında durduruldukların da, «Keşke (dünyaya) tekrar döndürülseydik, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve iman edenlerden olsaydık» dediklerini bir görsen!
28- Hayır, belki daha önceki gizledikleri (gü­nahlar) onlara göründü. Eğer geri döndürülseler, yine kendilerine yasak edilen şeylere (günahlara) dönerler. Doğrusu onlar yalancıdırlar.
29- «Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur ve bizler diriltilecekler değiliz» derler.
30- Onları, Rablerinin huzuruna çıkarıldıkları zaman bir görsen! Allah, «Bu gerçek değil mi?» der. Onlar, «Rabbimize and olsun ki evet» derler. Allah da «Öyleyse küfre sapmanızdan ötürü azabı tadın» der.
31- Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar, doğrusu hüsrana uğramışlardır. Nihayet kıyamet ansızın onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklene­rek, «Onda (dünyada) yaptığımız kusurlardan dola­yı vah olsun bize!» derler. Dikkat edin, o yüklendikleri şey pek de kötüdür!
32- Dünya hayatı bir oyun ve oyalan­madan başka bir şey değildir. Takva sa­hibi olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hala akıl erdiremiyor musunuz?
33- Onların söylediklerinin seni üz­düğünü elbette biliyoruz. Doğrusu onlar seni yalanlamıyorlar, aksine zalimler as­lında Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar.
34- Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlandıkları ve eziyete uğratıldıkları şeye sabrettiler. Allah'ın sözlerini değiştirebilecek yoktur ve hiç şüphesiz sana, peygamberlerin haberle­rinden bir kısmı gelmiştir.
35- Eğer onların sırt çevirmeleri ağı­rına gitti ise, elinden geliyorsa yerin derinliklerine inen bir yarık ya da göğe çı­karacak bir merdiven bul da onlara bir delil getir. Oysa Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleşti­rirdi; o halde sakın cahillerden olma!
36- Ancak kulak verenler (senin davetini) kabul ederler. Ölüleri ise Allah diril­tir, sonra O'na döndürülürler.
37- «Rabbinden ona (Muhammed'e, Kur'an dışında) bir mucize indirilseydi ya» dediler. Deki: «Doğrusu Allah bir mucize indirmeye kadirdir.» Fakat çoğu bilmezler.
38- Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer ümmettirler. Kitapta biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Onlar sonra Rablerine doğru hasredilirler.
39- Ayetlerimizi yalanlayanlar karan­lıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir. Al­lah kimi dilerse onu saptırır ve kimi di­lerse onu doğru yola koyar.
40- De ki: «Düşündünüz mü kendini­zi hiç? Üzerinize Allah'ın azabı gelse veya size kıyamet gelip çatsa, Allah 'tan başkasına mı yalvarırsınız? Eğer doğru sözlüler iseniz (söyleyin bakayım).»
41- Hayır, sadece O'na yalvarırsınız; O da di­lerse, (hakkında) Allah'a yalvardığınız (sıkıntılı) şeyi giderir ve (o zaman artık) koştuğunuz ortakları unutursunuz.
42- Şüphesiz senden önce ümmetlere (peygam­berler) göndermiştik; onları yalvarıp yakarsınlar diye darlık ve sıkıntıya sokmuştuk.
43- O halde onlara şiddetimiz (azabımız) geldiği zaman yalvarıp yakarsalardı ya! Lakin kalbi katılaştı, şeytan da yaptıklarını onlara güzel gösterdi.
44- Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında onlara her şeyin kapısını açtık. Kendilerine verilene sevinince, ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler.
45- Böylece zulmeden topluluğun kökü kuru­tuldu. Bütün övgüler âlemlerin Rabbi olan Al­lah'adır.
46- De ki: «Düşündünüz mü hiç; eğer Allah, işitmenizi, gözlerinizi alsa ve kalplerinizi mühürlese, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?» Bak, ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz da sonra onlar yüz çeviriyorlar.
47- De ki: « Düşündünüz mü kendinizi hiç? Al­lah'ın azabı size ansızın veya açıkça gediğinde, zalimlerden başkası mı helak edilir (söyler misiniz?)»
48- Peygamberleri ancak müjdeci ve korkutup uyarıcı olarak gönderiyoruz. Kim iman eder ve nefsini ıslah ederse artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.
49- Ayetlerimizi inkâr edenlere yoldan çıkmalarından ötürü azap dokunacaktır.
50- De ki: Size, «Allah'ın hazineleri yanımdadır» demiyorum ve gaybı da bilmiyorum. Size, «Ben meleğim» de demiyorum. Ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Görenle gör­meyen bir midir? Düşünmüyor musu­nuz?»
51- Rablerine doğru haşrolunacaklarından korkanları, onunla (Kur'an ile) kor­kutup uyar. Onlar için O'nun dışında bir veli ya da şefaatçi yoktur. Umulur ki Al­lah'tan sakınırlar.
52- Sabah akşam, Rablerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. On­ların hesabından senin üzerinde bir şey (yükümlülük), senin hesabından da onların üzerine bir şey (yükümlülük) yoktur ki do­layısıyla onları kovarak zulmedenlerden olasın.
(Yani, «Onları kovman için hiçbir neden yok. Eğer geçmişte kötü bir şeyi yapmışlarsa, bunun hesabını verecek olan yine kendileridir, sen değil­sin. Çünkü herkes yaptığı iyilik ve kötülüğün kar­şılığını görecektir. Bu bakımdan ne senin işlediğin hayırlı ameller onların hesabına yazılacak, ne de sen onların herhangi bir kötü amelini yüklenecek­sin. Durum böyleyken kendilerine tepeden bakmanın ve huzurundan kovman bir zulüm olur.» )
53- Böylece, «Aramızdan Allah bun­lara mı iyilikte bulundu?» demeleri için onları birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?
54- Ayetlerimize iman edenler sana gelince, «Size selam (esenlik) olsun» de. «Rabbiniz, sizden kim bir cehalet sonu­cu bir kötülük işler, sonra tövbe eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır. O, gerçekten bağışlayıcı ve merhamet edicidir.»
55- Suçluların yolu belli olsun diye, böylece ayetleri uzun uzun açıklarız.
56- De ki: «Allah'tan başka yalvar­dıklarınıza ibadet etmekten men olun­dum.» De ki: «Sizin heveslerinize uyma­yacağım, yoksa sapıtmış ve hidayete ermemişlerden olurum.»
57- De ki: «Ben Rabbimden apaçık bir delile dayanmaktayım. Hâlbuki siz onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap ise) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O ger­çeği anlatır ve O (hakkı batıldan) ayırt edenlerin en hayırlısıdır.»
58- De ki: «Acele istediğiniz şey (ilahi azap) benim yanımda olsaydı, benimle sizin aranızda bitmiş olurdu.» Allah zalimleri en iyi bilendir.
59- Gaybın anahtarları O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez denizde olanların tümünü o bilir. O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru ne varsa apaçık bir kitaptadır.
60- Geceleyin sizi tümüyle alan (uyutan), gün­düzün ne yaptıklarınızı bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar gündüz olduğunda sizi kaldırıp uyandıran O'dur. Sonra dönüşünüz O'nadır. Ardından yapmakta olduklarınızı size haber vere­cektir.

61- O, kulları üzerinde kesin egemendir. Size koruyucular gönderir. Artık birinize ölüm gelince, isçilerimiz onun canını alırlar ve onlar (görevlerinde) kusur etmezler.
62- Sonra gerçek mevlaları olan Allah'a dön­dürülürler. Haberiniz olsun, hüküm sadece O'nundur. O, hesap görenlerin en süratlisidir.
63- De ki: «Kara ve denizin karanlıklarından (doğal afetlerden) sizi kim kurtarır?» (Oysaki) «Bundan bizi kurtarırsan şükredenlerden olacağız» diye O'na gizli gizli yalvarır yakarırsınız.»
64- De ki: «Allah sizi onlardan (doğal afetlerden) ve her türlü sıkıntıdan kurtarır, sonra yine O'na ortak koşarsınız.»
65- De ki: «Üstünüzden ve altınızdan size azap göndermeye, sizi gruplar halinde birbirinize katıp kiminize kimini­zin şiddetini tattırmaya kadir olan O'dur.» Bak, anlasınlar diye âyetlerimi­zi nasıl açıklıyoruz!
66- Gerçekten, senin kavmin hak ol­duğu halde onu (Kur'an'ı) yalanladı. «Ben sizin üzerinize vekil olmuş değilim» de.
67- Her haberin (vaadin) gerçekleşece­ği bir zaman vardır ki siz onu yakında bileceksiniz.
68- Ayetlerimize dalıp alay edenleri görünce, başka söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık zalimler­le beraber oturma.
69- Sakınan kimselere, onların hesa­bından herhangi bir şey (sorumluluk) yok­tur. Fakat bir hatırlatmadır; umulur ki sakınırlar.
70- Dinlerini oyun ve oyalanmaya alanları ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak. Kur'an ile öğüt ver ki, bir kimse kazandığıyla helake düşmeye görsün! O takdirde Allah'tan başka ona ne bir yardımcı, ne de bir şefaatçi bulunur ve her türlü fidyeyi de verse kabul olunmaz. Kazandıklarından ötürü yok olanlar işte bunlardır. Küfre sapmaların­dan dolayı kızgın içecek ve can yakıcı azap onlaradır.
71- De ki: Allah'ı bırakıp bize ne yarar ve ne de zarar dokunduramayan şeye mi yalvaralım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra tekrar geriye mi dönelim? Tıpkı arkadaşları tara­fından «Bize gel» diye doğru yola çağrıldığı hal­de, şeytanlar tarafından yeryüzünde şaşkınlığa düşürülmüş kimse gibi mi olalım?» De ki: Allah’ın hidayeti, asıl hidayetin kendisidir ve biz, âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.
72- (Aynı şekilde) Namazı dosdoğru kılın ve Allah'tan sakının (diye emrolunduk.) Kendisine doğru toplanacağınız O'dur.
73- Gökleri ve yeri hak olarak yaratan O’dur. O'nun «ol» deyiverdiği gün (her şey) oluverir. O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün hükümranlık O'nundur. Görülmeyeni de görüleni de bilir O hikmet sahihidir haberdardır.
74- Hani İbrahim, (üvey) babası Azer'e, «Putla­rı ilah olarak mı benimsiyorsun? Doğrusu ben se­ni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum» demişti.
75- Böylece yakin edenlerden olması (ve diğerle­rini hidayete erdirmesi) için İbrahim'e göklerin ve ye­rin melekûtunu gösterdik.
76- (İbrahim peygamber seçilmeden önce Rabbini ararken) Gece üstünü örtüp bürüdüğünde (gökte) bir yıl­dız gördü, «İşte bu benim Rabbim» dedi. Yıldız batınca, «Batanları sevmem» dedi.
77- Ayı doğarken görünce, «İşte bu benim Rab­bim» dedi. Batınca, «Rabbim beni doğruya eriştirmezse hiç şüphesiz sapıklardan olurum» dedi.
78- Güneşi doğarken görünce, «İşte bu benim Rabbim, bu daha büyük» dedi. Batınca, «Ey kavmim! Doğrusu ben ortak koştuklarınız­dan uzağım» dedi.
79- «Doğrusu ben doğruya yönelerek yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevir­dim, ben şirk koşanlardan değilim.»
80- Kavmi onunla tartışmaya girişti. O dedi ki: «Beni doğru yola eriştirmişken, Allah hakkında benimle mi tartışı­yorsunuz? Allah'ın bir şey dilemesi dı­şında (bana zarar veremezsiniz ve bu yüzden), O'na ortak koştuklarınızdan korkmuyo­rum. Rabbim ilimce her şeyi kuşatmış­tır; hâlâ öğüt almaz mısınız?»
81- «O'nun, size hakkında hiçbir de­lil indirmediği şeyleri Allah'a şirk koşmaktan korkmadığınız halde, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Eğer biliyorsanız, şimdi bu iki zümre­den hangisi (azaptan) emin olmaya daha layıktır?»
82- İman edenler ve imanlarını zu­lümle karıştırmayanlar (var ya), işte gü­venlik onlar içindir ve onlar hidayete erenlerdir.
83- Bu (üstünlük sağlayan sözler), İbra­him'e, kavmine karşı verdiğimiz delillerimizdir. Dilediğimizi derecelerle yük­seltiriz. Doğrusu Rabbin hikmet sahibi­dir, bilendir.
84- Ona İshak ve Yakub'u bağışladık ve hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nuh'u ve soyundan Davud'u, Süley­man'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete erdirdik. Biz, ihsan sahiplerini işte böyle ödüllendiririz.
85- Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da (hidayete erdirdik). Hepsi de salihlerden idi.
86- İsmail'i, Elyesa'yı, Yunus'u, Lut'u da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık.
87- Babalarından, soylarından, kar­deşlerinden bir kısmını da (hidayete erdir­dik). Onları seçtik ve doğru yola hidayet ettik.
88- Bu, Allah'ın hidayetidir; kulla­rından dilediğini bununla hidayete eriştirir. Onlar da şirk koşsalardı, elbette bütün yapıp ettikleri kendilerinden boşa çıkmış olurdu.
89- Kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiklerimiz işte bunlardır. Eğer onlar (Mekke halkı) bunları inkâr ediyorlarsa, biz buna (kitap, hüküm ve peygamberliğe riayet etmeye), kâfir olmayan bir topluluğu vekil kılmışızdır.
(Müşrikler Allah'ın hidayetini reddetmiş olsalar bile, bunun hiç de sorun olmadığı anlamı vardır burada. Allah nimetin değerini bütünüyle takdir eden bir müminler topluluğu meydana getirdiği ifade olunmaktadır.)
90- İşte bunlar, Allah'ın, hidayete eriştirdikleridir; öyleyse sen de onların hidayetlerine uy. De ki: «Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur'an), âlemlere bir hatırlatmadan başkası değildir.»
91- Allah hiç bir insana bir şey indirmemiştir» dedikleri zaman Allah'ı gereği gibi takdir etmediler. De ki: Musa'nın insanlara nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara ya­zıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin ve babalarınızın bilmediği şeyler size öğre­tilmiştir. De ki: Allah (indirdi).» Sonra da onları bırak, içine daldıkları şeylerde oyalanıp dursun­lar!
92- İşte bu (Kur'an), önündekileri doğrulayıcı ve şehirler anası (Mekke) ile çevresindekileri uyarıp korkutman için indirdiğimiz bereketli bir kitaptır, ahirete iman edenler buna inanırlar. Onlar na­mazlarını gözetleyenlerdir.
93- Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendine bir şey vahyolunmamışken, Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de in­direceğim» diyenden daha zalim kim­dir? Bu zalimleri, can çekişirlerken me­lekler ellerini uzatmış, Canlarınızı (be­denlerinizden) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden ve O'nun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötü­rü alçaltıcı azapla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!
94- Hiç şüphesiz tıpkı ilk yarattığı­mız gibi, bize teker teker geldiniz, size vermiş olduğumuz her şeyi arkanızda bıraktınız. Ortaklar olduklarını sandığı­nız şefaatçilerinizi de yanınızda görmü­yoruz. Şüphesiz aranızda (bütün bağlar) kopuvermiş ve (şefaatçi) sandıklarınız sizden kaybolup gitmiştir.
95- Taneyi ve çekirdeği yaran şüphe­siz Allah'tır. Ölüden diriyi O çıkarır, di­riden ölüyü çıkaran da O'dur. İşte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz?
96- O, sabahı yarıp çıkarandır. Gece­yi bir sükûn (dinlenme), güneş ve ayı bir hesap (ölçü) kıldı. Bu, o güçlü ve her şe­yi bilenin takdiridir.
97- O, kara ve denizin karanlıkların­da yol bulasınız diye sizin için yıldızla­rı karar kılandır. Şüphesiz bilen topluluk için ayetleri uzun uzadıya açıkladık.
98- O, sizi bir tek nefisten (Âdem’den) yaratmıştır. Ardından (sizin için) bir karar kılma yeri (olan yeryüzü) ve bir de emanet (konulma) yeri (olan baba sulbü ve ana rahmi) vardır. Şüphesiz kavrayabilen bir toplu­luk için ayetleri birer birer açıkladık.
99- O, gökten su indirendir. Böylece her bitki­yi onunla bitirdik. Ondan bitirdiğimiz yeşilden, birbirine benzeyen ve benzemeyen yığın yığın taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar çıkardık, ürün verdiklerinde ürünlerine, olgunlaşmalarına bir bakın. Elbette iman edenler için bunda (Allah'tan nice) ayetler vardır.
100- Onlar, Allah'a cinleri ortak koştular. Halbuki onları yaratan O'dur. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Hâşâ! O, onların nitelendirdiği şeylerden münezzehtir.
101- O, göklerin ve yerin örneksiz yaratıcısı O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O'dur.
102- İşte o Allah sizin Rabbinizdir. O'ndan başka ilah yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na ibadet edin, O her şeye vekildir.
103- Gözler O'nu görmez, O bütün gözleri gö­rür. Her şeyi bütün inceliği ile bilen ve haberdar olan O'dur.
104- Doğrusu size Rabbinizden apaçık belgeler gelmiştir; kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin koruyucunuz değilim.
105- İşte biz, ayetleri (bir takım sebeplerden ötürü) böylesine çeşitli biçimlerde açıklamaktayız. Ayrı­ca (çeşitli biçimlerde açıklıyoruz ki) Onlar sana, sen ders almışsın demesinler ve biz de bilebilen bir topluluğa onu açıkça beyan etmiş olalım.
106- Rabbinden sana vahyolunana uy, O’ndan başka ilah yoktur, Şirk koşanlardan yüz çevir.
107- Allah dileseydi şirk koşmazlardı. Seni onlara koruyucu yapmadık, onların vekili de değilsin.
108- Allah'tan başkasına tapanlara sövmeyin; sonra onlar da düşmanca, bilgisizce Allah'a söverler. İşte böyle, biz her ümmete yaptıklarını süslü (çekici) gösterdik, sonra onların son varışları Rablerinedir. O yapmakta olduklarını onlara haber verecektir.
109- Kendilerine bir mucize gösteri­lirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki: Mucizeler, ancak Allah katındadır. Onların mucizeler geldiğinde de iman etmeyeceklerini size kim bildire­cek?
110- Onların kalplerini ve gözlerini ters çeviririz (bu yüzden iman etmezler) nite­kim İlkin (istedikleri mucize inmeden önce) de ona (Allah'ın indirdiğine) iman etmemişler­di. Onları taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terk ederiz.
111- Eğer biz onlara melekleri indirsek, ölüler onlarla konuşsa ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dileme­dikçe, yine de iman etmezlerdi; fakat onların çoğu cahillik etmekteler.
112- Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar) Aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak.
113- (Rabbin bunu dilemedi ki) Ahirete inanmayanların kalpleri ona (yaldızlı söze) meyletsin, ondan hoşlansın ve işledikle­ri suçu işlemeye devam etsinler.
114- Allah size kitabı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi arayayım. Kendilerine kitap verdiklerimiz, onun Rableri ka­tından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!
115- Doğruluk ve adalet üzere olan Rabbinin sözü (dini, Kur'an'ın inişiyle birlikte) sona (kemale) erdi. O'nun sözlerini (artık) değiştirebilecek yoktur, işiten ve bilendir.
116- Yeryüzündekilerin çoğunluğuna itaat edersen seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar, sadece tahminde bulunurlar.
117- Doğrusu Rabbin, yolundan kimin saptığını daha iyi bilir. Hidayete ermiş olanları daha iyi O bilir.
118- Allah'ın ayetlerine iman etmişseniz üzerine Allah'ın adı anılmış olan şeyden yiyin.
119- Size ne oluyor ki, Allah size darda kalma­nızın dışında haram olanları genişçe anlatmışken, adının üzerine anıldığı şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, heva ve heveslerine uyarak, bilmeden (insanları) saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rabbin aşırı gidenleri en iyi bilendir.
120- Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza göreceklerdir.
121- Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesil­miş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle (bu konuda) tartışmaları için dostlarına telkinde bulu­durlar. Eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz Müşrikler olursunuz.
122- Ölü iken dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlık­larda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? İşte (karanlıklarda kaldıkları için) kâfirlere, yaptıkları böyle süslendirilmiştir.
123- İşte (karanlıklarda kaldıkları için), her ülkede bir takım ileri gelen suçlular da karar kıldık ki orada hilede bulun­sunlar. Oysa yalnız kendilerine hilede bulunurlar da farkına varmazlar.
124- Onlara (ileri gelen suçlulara) ne za­man bir ayet gelse, Allah'ın elçilerine verilenin (peygamberliğin), aynısı bize de verilmedikçe asla iman etmeyiz derler. Allah, elçiliğini nerede karar kılacağını daha iyi bilir. Suç işleyenlere, yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah tarafın­dan aşağılık ve çetin bir azap erişecek­tir.
125- O halde Allah kimi hidayete eriştirmek isterse onun kalbini İslam'a açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi kalbini dar ve sıkın­tılı kılar. Allah iman etmeyenlerin üstü­ne pisliği, işte böyle karar kılar.
126- Rabbinin dosdoğru yolu işte bu­dur. Öğüt alan kimselere ayetleri uzun uzadıya açıkladık.
127- Rablerinin katında esenlik yur­du onlarındır. O, işlediklerinden ötürü onların velisidir.
128- Allah hepsini toplayacağı gün, Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız der. İnsanlardan on­lara dost olanlar, «Rabbimiz! Bir kısmı­mız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. (Al­lah) Der ki: Allah'ın dilemesi dışında ateş, sizin içinde ebedi kalacağınız konaklama yerinizdir. Şüphesiz Rabbin, hikmet sahibi olandır, bilendir.
129- İşte böylece zalimlerin bir kısmını, kazan­dıklarından ötürü diğer bir kısmına böylece musallat ederiz.
130- «Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan, bugünle karşılaşmanızdan sizi korkutup uyaran peygamberler gelmedi mi?» (Onlar) Der ki: Biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz. Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.
131- Bu (şekilde resullerin gönderilmesi), haberleri yokken ülkeler halkını Rabbinin haksız yere yok etmeyeceğinden dolayıdır.
132- İşlediklerine karşılık (cin ve insanlardan) her biri için dereceler vardır. Rabbin onların işledik­lerinden habersiz değildir.
133- Rabbin müstağni ve rahmet sahibidir. Di­lerse, sizi başka bir topluluğun soyundan getirdi­ği gibi, sizi yok eder, dilediğini yerinize getirir.
134- Size vaat edilen, mutlaka (yerine) gelecek­tir. Siz O'nu aciz kılacaklar değilsiniz.
135- De ki: «Ey kavmim! Var gücünüzle eliniz­den geleni yapın! Doğrusu ben de (elimden geleni) yapacağım. Bu yurdun (dünyanın) sonu kimindir, bilip öğreneceksiniz. Zulmedenler şüphesiz kur­ulamazlar.»
136- Kendi zanlarına göre, «Bu Allah'ındır, bu da ortaklarımızındır» diyerek, Allah'ın yarattığı hayvanlar ve ekinlerden pay ayırdılar. Ortakları için ayrılan Allah'a ulaşmıyor, fakat Al­lah için ayrılan ortaklarına ulaşıyor (öyle mi?) Pek de kötü hüküm veriyorlar!
137- Aynı şekilde (amellerini kendilerine iyi gösterdikleri gibi), Ortakları (putları), şirk koşanların çoğuna, onları helake sürük­lemek ve dinlerini kendilerine karma karışık kılmak için çocuklarını öldürme­lerini de iyi göstermiştir. Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uy­durdukları ile baş başa bırak!
138- Onlar (saçma inançları uyarınca), «Bu hayvanlar ve ekinler dokunulmaz­dır. Bizim istediklerimizden başka hiç kimse onları yiyemez ve bunlar da sırt­larına yük vurulması ve binilmesi yasak hayvanlardır» dediler. Bazı hayvanların (kesilirken) üzerlerine Allah'ın adını an­mazlar, (Allah'ın emri böyledir diye) O'na iftira ederler. Allah onları yaptıkları bu iftiralardan ötürü cezalandıracaktır.
139- «Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup eşlerimize yasaktır. Ölü doğa­cak olursa hepsi ona ortak olurlar» derler. Allah bu türlü sözlerin cezasını verecektir, şüphesiz O, hikmet sahibidir,
140- Beyinsizlikleri yüzünden, bilgisizce ço­cuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdi­ği nimetleri Allah'a iftira ederek haram sayanlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. Onlar şüphesiz sapıtmışlardır ve hidayete erenlerden değillerdir.
141- Çardaklı ve çardaksız bağları inşa eden Allah'tır. Tatları çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı, birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratan O'dur. Ürün verdiği zaman ürününden yiyin, devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin. İsraf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.
142- Yük taşıyan büyük baş hayvanları da (kesilirken) yerlere serilen küçükbaş hayvanları (da O yaratmıştır). Allah'ın size verdiği rızıktan yiyin şeytanın adımlarına uymayın, o size apaçık bir düşmandır.
143- (Allah) Sekiz çift hayvan (yaratmıştır); ko­yundan (dişi ve erkek olmak üzere) İki ve keçiden (de dişi ve erkek olmak üzere) iki. De ki: «İki erkeği mi, yok­sa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bu­lunan yavruları mı (Allah) haram kılmıştır? Eğer doğru sözlüler iseniz bana bir ilimle haber verin.»
144- Deveden de (dişi ve erkek olmak üzere) İki, sı­ğırdan da (dişi ve erkek olmak üzere) İki (yaratmıştır). De ki: İki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kılınmıştır? Yoksa Allah size bunları tavsiye ettiği zaman siz orada mı idiniz?» Hiç bir bilgiye da­yanmaksızın insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan yere iftira düzenden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu hidayete er­dirmez.
145- De ki: «Bana vahyolunanda; leş veya akıtılmış kan yahut pis olduğunda hiç şüphe olmayan domuz eti ya da gü­nah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış bir şey bulamı­yorum. İstemediği halde ve sınırı aşma­mak üzere kim (bunlardan) yemek zorun­da kalırsa (bilsin ki) Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir.»
146- Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlar­dan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapı­şan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu zu­lümleri yüzünden onları bu şekilde ce­zalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlü olanlarız.
147- Seni yalanlarlarsa, «Rabbinizin rahmeti geniştir; O'nun azabı suçlu topluluktan geri çevrilemez» de.
148- Şirk koşanlar, Allah dileseydi babalarımız ve biz şirk koşmazdık ve hiç bir şeyi haram kılmazdık diyecek­ler; onlardan öncekiler de bizim şiddetli azabımızı tadana kadar böyle yalanla­mışlardı. Onlara de ki: «Sizin elinizde açığa çıkaracağınız bir bilgi varsa, o halde çıkarıp gösterin. Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulu­nuyorsunuz.»
149- «Yetkin delil Allah'ındır. O dile­seydi hepinizi birden hidayete eriştirirdi» de.
(Menakib-u İbn-i Megazili s.40 ve 19'da, Enes'in bu ayetin tefsirinde şöyle dediğini naklet­miştir: «Resulullah'ın yanında bulunuyorduk. Ali bin Ebi Talib'i gördüğünde Peygamber şöyle buyurdu: «Ben ve Ali, kıyamet gününde bu ümmetin üzerine yet­kin delil ve hüccetiz.»)
150- De ki: «Allah'ın bunu haram kıldığına şa­hitlik edecek şahitlerinizi getirin.» Şahitlik eder­lerse, sen onlarla birlikte şahitlik etme. Ayetleri­mizi yalanlayanların, ahirete inanmayanların v Rablerine eş koşanların heveslerine uyma.
151- De ki: «Gelin size Rabbinizin haram kıl­dığı şeyleri söyleyeyim: O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, sizin ve onların rızkını veren biz olduğumuz halde yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, hak dışında, Allah'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin.» Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır.
152- Yetimin malına ergenlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü ve tartıyı adalet üzere yapın. Biz kişiye ancak gü­cünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuzda, akraba bile olsa sözünüzde adil olun. Allah'ın ah­dine vefa gösterin. Allah size bunları belki kendi­nize gelirsiniz diye öğütlemektedir.
153- İşte benim dosdoğru yolum budur; ona tâ­bi olun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yolla­ra uymayın. Allah size bunları takva sahibi olası­nız diye buyurmaktadır.
154- Sonra, iyilik işleyenlere nimeti tamamlamak, her şeyi uzun uzadıya açıklamak, hidayet ve rahmet olmak üzere Musa'ya kitabı verdik. Umu­lur ki Rablerine kavuşacaklarına inanırlar.
155- İşte bu, indirdiğimiz bereket dolu bir kitaptır; ona uyun ve sakının; umulur ki merhamet olunursunuz.
156- «Bizden önce iki topluluğa kitap indirildi, bizim onların okuduklarından haberimiz yok» demeyesiniz (diye Kur'an'ı indirdik).
157- Veya «Bize kitap indirilseydi elbette biz onlardan daha ziyâde hidâyete ermiş olurduk» demeyesiniz diye (Kur'an'ı indirdik). İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Allah'ın ayetlerini yalanlayandan ve onlardan yüz çevirenden daha zalim kimdir? Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü, kötü bir azapla cezalandıracağız.
158- Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi, yoksa Rabbinin (emrinin) gelmesini mi, yahut Rablerinden bir takım nişanelerin (mucizelerin) gelmesinimi
bekliyorlar? Rabbinin bir takım nişaneleri (mucizeleri) geldiği gün, bir kimse daha önce inanmamışsa veya imanıyla bir iyilik kazanmamışsa, imanı ona fayda vermez. Onlara, «Bekleyin, doğrusu bizde bekliyoruz» de.
159- Dinlerini parça parça edip fırka fırka olanlar ile senin hiç bir ilişiğin olamaz. Onların işi Allah'a kalmıştır. Son­ra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.
160- Kim bir iyilikle gelirse, ona on katı verilir; kim de bir kötülükle gelirse ancak misliyle cezalandırılır; onlara haksızlık yapılmaz.
161- De ki: «Rabbim gerçekten beni doğru bir yola hidayet buyurdu; dosdoğ­ru bir dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine. O, (asla) ortak koşanlardan değil­di.»
162- De ki: «Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah içindir.»
163- «O'nun hiç bir ortağı yoktur; böyle emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim.»
164- De ki: «Allah her şeyin Rabbi iken O'ndan başka bir Rabb mi arayayım? Hiç bir nefis, kendisinden başkasına bir şey kazanmaz. Günahkâr olan, bir başkasının günah yükünü taşımaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, size hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir.»
165- Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzü­nün halifeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O'dur. Doğrusu Rabbinin cezalandırması süratlidir. Şüphesiz O bağışlar, merhamet eder.

7
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

7. A'raf Suresi
(Mekke'de nazil olmuştur ve 206 ayettir. 46. ve 48. ayet­lerde A'rafta yani cennet ve cehennem ehli arasındaki yüksek bir yerde bulunan insanlardan söz edildiği için sureye bu ad verilmiştir.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Elif, Lam, Mim, Sad.
2- (Bu) Kendisiyle insanları uyarman, inananla­ra öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta (tebliğ ederken) göğsünde bir sıkıntı olmasın.
3- Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Pek az hatırlayıp kendinize geliyorsunuz.
4- Biz nice ülkeleri yok etmişizdir; azabımız onlara geceleyin ya da öğlen vakti uyurlarken geliverdi.
5- Azabımız kendilerine geldiğinde, «Bizler, gerçekten zalimlerdik!» demek­ten başka bir yakarışları olmadı.
6- Hiç şüphesiz kendilerine peygam­ber gönderilenlere soracağız ve kesin­likle peygamberlere de soracağız.
7- Hiç şüphesiz tam bir ilimle kendi­lerine (yaptıklarını) anlatacağız ve biz (onlardan asla) uzak değildik.
8- O gün (amelleri tartacak) tartı haktır. Tartılan ağır gelenler, işte onlar kurtulanlardır.
9- Tartıları hafif gelenler, ayetlerimi­ze yaptıkları zulümlerden ötürü kendile­rini hüsrana sokanlardır.
10- Sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada sizin için geçim kaynakları karar kıldık. Öyleyken pek az şükrediyorsunuz.
11- Hiç şüphesiz sizi yarattık, sonra şekil verdik ve sonra da meleklere, «Âdem’e secde edin» dedik. İblis'ten başka hepsi secde etti. O, secde edenler­den olmadı.
12- Allah, «Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?» dedi. «Ben ondan üstünüm; beni ateşten, onu çamurdan yarattın» dedi.
13- Ona, «Öyleyse in oradan! Orada büyüklük taslaman senin haddin değil­dir. Hemen çık. Gerçekten sen, aşağılık­lardansın.» dedi.
14- (iblis) İnsanların tekrar dirilecek­leri güne kadar, bana mühlet ver dedi.
15- (Allah,) «Sen mühlet verilenlerdensin» dedi.
16- (iblis,) «Beni azdırdığın için, mutlaka onlar için (sapsınlar diye) senin doğru yolunun üstüne oturacağım» dedi.
17- «Sonra önlerinden, artlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım ve çoğunu sana şükredenlerden bulama­yacaksın» dedi.
18- Allah, «Yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık; hiç şüphesiz insanlar­dan sana kim uyarsa, hepinizi cehenne­me dolduracağım» dedi.
19- «Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.»
20- Şeytan, kendilerinden örtülmüş olan ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi: «Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi iki melek olmanızı veya burada temelli kalmanı önlemek içindir.»
21- «Doğrusu ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim» diye ikisine yemin etti.
22- Böylece onları aldatarak (makamlarından) düşürdü. Ağaçtan tattıklarında kendilerine ayıp yerleri göründü, cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeğe koyuldular. Rableri onlara, «Ben ağaçtan menetmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim? Diye seslendi.
23- Her ikisi, «Rabbimiz! Kendimize zulmet­tik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz hüsrana uğrayanlardan oluruz» dediler.
24- «Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzün­de belli bir zamana kadar sizin için bir yerleşim ve geçim vardır.»
25- «Orada yaşar, orada ölür ve oradan (dirilip) çıkarılırsınız» dedi.
26- Ey Âdemoğulları! Şüphesiz ayıp yerlerinizi örtecek elbise ve sizi süsleyecek giysi gönder­dik. Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır, bunlar Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alırlar.
27- Ey Âdemoğulları! Şeytan ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de fitneye düşürmesin. Sizin onları görme­diğiniz yerlerden, o ve taifesi sizi görür­ler. Biz şeytanları, iman etmeyenlere ve­liler (hâkimler) kılmışızdır.
28- Onlar bir kötülük yaptıkları za­man, «Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti» derler. De ki: «Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsu­nuz?»
29- De ki: «Rabbim adaleti emretti; her secde yerinde yüzünüzü O'na doğ­rultun ve dini yalnız kendisine has kıla­rak O'na dua edin. Başlangıçta sizi ya­rattığı gibi (O'na) döneceksiniz.»
30- Allah insanlardan bir takımını hi­dayete erdirdi, fakat bir takımı da sapık­lığı hak etti; çünkü bunlar Allah'ı bıra­kıp şeytanları veliler edindiler ve (buna rağmen) hidayete ermiş olduklarını sanı­yorlar.
31- Ey Âdemoğulları! Her mescit ye­rinde ziynetinizi (üzerinize) alıveriniz. Yi­yin, için; fakat israf etmeyin. Çünkü Al­lah israf edenleri sevmez.
32- De ki: «Allah'ın kulları için ya­rattığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?» (Ayrıca) De ki: «Bunlar, dünya hayatında iman edenlerindir (ama diğerleri de istifade edebilirler)', kıyamet gü­nünde ise yalnız onlar içindir.» Bilen kimseler için ayetlerimizi böylece uzun uzun açıklıyoruz.
33- De ki: «Rabbim sadece açık ve gizli kötülükleri, günahı, haksız yere saldırıyı, hakkında hiç bir delil indirme­diği şeyi Allah'a ortak koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söyle­menizi haram kılmıştır.»
34- Her ümmet için belirli bir süre vardır; vakitleri dolunca (artık ondan) ne bir saat gecikebilir, ne de öne geçebilir­ler.
35- Ey Âdemoğulları! Size aranızdan ayetleri­mizi okuyan peygamberler geldiğinde, kim (muha­lefetten) sakınır ve kendini ıslah ederse, işte onlara ne korku vardır ve ne de onlar üzüleceklerdir.
36- Ayetlerimizi yalanlayıp onlara karşı bü­yüklük taslayanlar, işte onlar ateş ehlidirler, onda temelli kalacaklardır.
37- Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Yazılmış (takdir edilmiş) payları kendilerine erişir. Sonunda elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde onlara, «Allah'tan başka taptıklarınız nerede.» diye sorarlar. Onlar ise «bizi (yüzüstü) bırakıp kayboldular» derler. Böylece kâfir olduklarına kendi aleyhlerine şahitlik ederler.
38- Allah, «Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle beraber ateşe girin» der. Her ümmet (ateşe) girdikçe kendi kardeşine (yoldaşına) lanet eder. Hepsi birbiri ardından ateşte toplanınca, sonrakiler (uyanlar), öncekiler (önderleri) için, «Rabbimiz! Bizi saptıranlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat kat ver!» derler. Allah, «Hepinizin kat kattır, ama bilmezsiniz» der.
39- Öncekiler (önderler) sonrakilere (kendilerine uyanlara), «Sizin bizden bir üstünlüğünüz yoktur, kazandığınıza karşılık tadın azabı» derler.
40- Doğrusu ayetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara göğün kapıları açıl­maz; halat (veya deve) iğnenin deliğinden geçme­dikçe cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız.
41- Onlar için cehennemden bir ya­tak ve üstlerine de (ateşten) örtüler vardır. Zalimleri böyle cezalandırırız.
42- İman edip iyi amellerde bulunan­lar (var ya), biz hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazla yük yüklemeyiz. İşte onlar cennet ehlidir. Orada onlar ebedî kalacaklar.
43- Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışızdır. Altlarından da ırmaklar akar. Derler ki: «Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Al­lah bize hidayet vermeseydi, biz hidaye­te erişmezdik. Şüphesiz Rabbimizin el­çileri hak ile geldiler.» Onlara: «İşte bu, yapmakta olduklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir» diye ses­lenilir.
44- Cennet ehli, ateş ehline, «Biz Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin vaat ettiğini gerçek buldunuz mu?» diye seslenirler. (Onlar,) «Evet» derler. Aralarında bir münadi, «Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun» diye seslenir.
45- Onlar Allah yolundan alıkoyar ve onu eğri büğrü olarak (göstermek) isterler ve onlar ahireti inkâr edenlerdir.»
46- İki taraf (cennet ve cehennem ehli) ara­sında bir engel (yüksekçe burç) ve A'raf (bu burcun yüksek tepeleri) üzerinde her iki tara­fı da simalarından tanıyan kimseler (Pey­gamber ve Ehl-i Beyt'i) vardır. Henüz cenne­te girmemiş, fakat girmeyi şiddetle ar­zulayan cennetliklere «Selam (esenlik) si­ze» diye seslenirler.
(Sevaik'ul Muhrike s.l0l'de İbn-i Hacer (Şa­fii), Sa'lebi'nin tefsirinden naklen İbn-i Abbas'in bu ayetin tefsirinde şöyle dediğini rivayet etmekte­dir: «A'raf sırat köprüsünün üstünde olan yüksek bir dağdır. O dağın üzerinde Abbas, Hamza ve Ali bin Ebi Talib ve Cafer-i Tayyar dururlar. Kendile­rini sevenleri yüzlerinin (nurundan) beyazlığın­dan ve kendilerine buğz edenleri ise yüzlerinin ka­ra olmasından tanırlar.» İmam Cafer Sadık ise şöyle buyurmuştur: «A'raf üzerinde duracak olan­lar Ehl-iBeyt imamlarıdır»)
47- (A'raf ehli kimselerin) Gözleri, ateş ehli tarafına çevrildiği zaman, «Rabbimiz! Bizi zalimlerle beraber kılma» der­ler.
48- Araf ehli, simalarından tanıdıkları (zalim) kimselere, «Topladığınız şeyler ve büyüklük taslamalarınız size fayda vermedi» diye seslenirler.
(Yenabi'ul Mevedde s.452 ve Şevahid'ut Ten­zil c.l s.199'da yer aldığına göre Selman Farisi şöyle demiştir: «Hz. Muhammed'in İmam Ali'ye defalarca şöyle buyurduğunu duydum: «Ey Ali sen ve senin vasilerin (imamlar) cennet ve cehennem arasında Araf ehlisiniz. Sizi tanıyanlar ve sizin tanıdığınız (velayetinizi kabul eden kimseler) cennete girebilecek ve cehenneme de ancak sizi inkâr edenler ve si­zin inkâr ettikleriniz girecektir.»)
49- (Ey zalimler!) «Allah'ın asla rahmetine erdirmeyeceğine yemin ettiğiniz (müminler) bunlar mıy­dı? (O halde zalimlerin isteklerinin aksine, ey cennet ehli kimseler!) «Cennete girin; size ne korku vardır, nede siz üzüleceksiniz.»
50- Ateş ehli olanlar cennet ehline, «Bize bira su veya Allah'ın size verdiği rızıktan akıtın» diye seslenirler. Onlar ise, «Doğrusu Allah kâfirlere her ikisini de haram kılmıştır» derler.
51- Onlar (kâfirler) ki, dinlerini bir oyalanma oyun (konusu) edinmişlerdir ve dünya hayatı onları aldatmıştır. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi bilerek inkâr ettikleri gibi, biz de bugün onları unuturuz.
52- Hiç şüphesiz biz onlara ilim üzere açıkla­dığımız bir kitap getirdik; bu kitap iman eden bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir.
53- Onun (Kur'an'ın) haber verdiği (gerçek) şeyle­rin ortaya çıkışından başka bir şey mi bekliyorlar? Onun haber verdiği şeylerin ortaya çıktığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar, «Rabbimizin pey­gamberleri şüphesiz bize gerçeği getirmişti, şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Yahut (imkân varsa) geriye çevrilsek de yaptığımız (kötü) şeylerden başka (iyi) şeyler yapsak» derler. Doğrusu onlar kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uy­armakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp gitmiştir.
54- Şüphesiz Rabbiniz; gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra egemenlik tahtına kurulan, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten, güneş, ay ve yıldızlar emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki yaratma ve emir O'nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah pek de yücedir.
55- Rabbinize yalvara yakara ve giz­lice dua edin. Doğrusu O aşırı gidenleri sevmez.
56- Islah edilmesinden sonra yeryü­zünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korku ve ümitle yalvarıp yakarın. Doğ­rusu Allah'ın rahmeti ihsan sahiplerine yakındır.
57- Rahmetinin önünde rüzgârları bir müjde olarak gönderen O'dur. Bunlar yüklü bulutlan kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir beldeye sürükleyiveririz ve bununla oraya su indi­ririz de böylece onunla bütün ürünler­den çıkarırız. İşte biz, ölüleri de böyle diriltip çıkarırız. Umulur ki kendinize gelirsiniz.
58- İyi toprak Rabbinin izniyle bitki verir, çorak toprak ise faydasız bir bitki çıkarır. İşte biz şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.
59- Hiç şüphesiz Nuh'u kavmine gönderdik. «Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, O'ndan başka ilâhınız yoktur; doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum» dedi.
60- Kavminin ileri gelenleri, «Biz senin apaçık bir sapıklıkta olduğunu görüyoruz» dediler.
61- «Ey kavmim! Bende bir sapıklık yoktur, ancak ben âlemlerin Rabbinden bir elçiyim» dedi.
62- «Rabbimin sözlerini size bildiri­yor, sizin iyiliğinizi diliyorum. Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri bili­yorum.»
63- «Sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak üzere sizi korkutup uyarmak için aranızdan birine Rabbinizden bir hatırlatma gelmesine mi şaşıyorsunuz?» dedi.
64- Onu yalanladılar; biz de onu ve gemide be­raberinde olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda boğduk. Şüphesiz onlar basiretleri körelmiş bir topluluk idiler.
65- Ad kavmine de kardeşleri Hûd'u gönder­dik «Ey kavmim! Allah'a ibadet edin ve (bilin ki) O'ndan başka ilâh yoktur; hala sakınmaz mısınız?» dedi.
66- Kavminin önde gelenlerinden küfre sapanlar, «Biz senin bir beyinsizlik içinde olduğunu görüyor ve seni yalancılardan sanıyoruz» dediler.
67- «Ey kavmim! Bende beyinsizlik yok ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim.»
68- «Size Rabbimin buyruklarını tebliğ ediyo­rum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.»
69- Sizi korkutup uyarmak için aranızdan birine, Rabbinizden bir hatırlatma gelmesine mi şaşı­yorsunuz? (Allah'ın) Nuh kavminden sonra sizi ha­lifeler kıldığını ve yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (iri kıyım yarattığını) hatırlayın. Öyleyse Allah'ın nimetlerini hatırlayın; umulur ki kurtuluşa erişir­siniz.»
70- «Bize yalnız Allah'a ibadet etmemizi, babalarımızın taptıklarını bırakmamızı söylemek için mi geldin? Eğer gerçekten doğru sözlülerden isen, bize vaat ettiğin şeyi getir» dediler.
71- «Hiç şüphesiz artık Rabbinizin azap ve öfkesini hak ettiniz. Allah'ın hiç bir delil indirmediği, isimlerini de siz ve babalarınızın koyduğu putlar hakkında mı benimle tartışıyorsu­nuz? Bekleyin, doğrusu ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim» dedi.
72- Biz rahmetimizle Hûd'u ve bera­berinde bulunanları kurtardık, âyetleri­mizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin ise kökünü kestik.
73- Semud kavmine de kardeşleri Sa­lih'i gönderdik. Dedi ki: «Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin için O'ndan başka ilâh yoktur. Rabbinizden size bir belge (mucize) geldi: Allah'ın bu dişi de­vesi size bir delildir. Onu bırakın da Al­lah'ın toprağında otlasın; ona kötülük etmeyin, yoksa elem verici azaba uğrarsınız.»
74- «(Allah'ın) Ad kavminden sonra si­zi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Böylece yeryüzünün düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontu­yordunuz. Şu halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.»
75- Kavminin büyüklük taslayan ile­ri gelenleri, aralarından iman eden zayıf bırakılmış kimselere, «Salih'in Rabbi tarafından gönderildiğini sahiden bili­yor musunuz?» dediler. Onlar da, «Doğ­rusu onun gönderildiği şeye iman ettik» dediler.
76- Büyüklük taslayanlar, «Sizin iman ettiğinizi, biz inkâr ediyoruz» de­diler.
77- Böylece dişi deveyi kesip devirdiler, Rablerinin buyruğuna baş kaldırdılar, «Ey Salih! Eğer sen peygambersen, bize vaat ettiğin şeyi (azabı) getir» dediler.
78- Bu yüzden onları şiddetli bir sarsıntı tuttu ve evlerinde diz üstü çöküverdiler.
79- Bunun üzerine Salih de onlardan yüz çevirdi ve «Ey kavmim! Ben size Rabbimin mesajın tebliğ ettim, iyiliğinize size öğütler verdim. Lakin siz, iyiliğinize öğüt verenleri sevmediniz» dedi.
80- Lut’uda gönderdik; hani kavmine «Âlemlerden hiç kimsenin sizden önce yapmadığı pek çirkin bir işi mi yapıyorsunuz?» dedi.
81- «Siz kadınları bırakıp erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.»
82- Kavminin cevabı sadece, «Onları kasaba­nızdan çıkarın; şüphesiz onlar temizlik gösterişin­de bulunan insanlardır» demek oldu.
83- Bunun üzerine biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; O (karısı) ise (helake uğrayanlar ara­sında) geride kalanlardandı.
84- Ve üzerlerine (taştan) yağmur yağdırdık! Suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bak!
85- Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'ı gön­derdik, dedi ki: «Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin için O'ndan başka ilâh yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi. Ölçü ve tartıyı tam yapın, in­sanların eşyasını eksik vermeyin, düzelttikten sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin; iman etmişseniz bilin ki, bunlar sizin için hayırlıdır.»
86- «Bütün yol başlarında pusu kurup iman edenleri tehditle Allah yolundan alıkoy­mayınız, bu yolu eğri göstermeye yeltenmeyiniz. Sayıca azken, Allah'ın sizi çoğalttığını hatırlayınız. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın.»
87- «İçinizde madem benimle gönde­rilene iman eden bir topluluk ve inan­mayan bir topluluk var, o halde Allah'ın aramızda hükmünü bildirmesine kadar sabredin. Allah hükmedenlerin en iyisidir.
88- Kavminin büyüklük taslayan ile­ri gelenleri, «Ey Şuayb! Ya dinimize dönersiniz, ya da şüphesiz seni ve iman edenleri, seninle beraber kasabamızdan çıkarırız» dediler. Şuayb, «(Dininizi) İste­mesek de mi?» dedi.
89- «Allah bizi dininizden kurtardık­tan sonra ona dönecek olursak, doğrusu Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimizin dilemesi bir yana, dininize dönmek bize yakışmaz. Rabbimizin il­mi her şeyi kuşatmıştır. Biz yalnız Al­lah'a tevekkül ettik. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında sen hak ile hüküm ver, sen hükmedenlerin en hayırlısısın.»
90- Kavminden küfre sapanların elebaşları, «Şuayb'a uyacak olursanız, şüp­hesiz hüsrana uğrayanlardan olursunuz» dediler.
91- Bu yüzden onları bir sarsıntı tut­tu ve evlerinde diz üstü çöküverdiler.
92- Şuayb 'ı yalanlamakta olanlar, sanki orada hiç yaşamamışlar gibi oldular. Şuayb'ı yalanlamakta olanlar, asıl büyük hüs­rana uğrayanlar oldular.
93- Şuayb (azap indikten sonra cansız bedenlerini gö­rünce) onlardan yüz çevirdi ve «Ey kavmim! Hiç şüphesiz Rabbimin sözlerini size bildirdim ve iyi­liğinizi dileyerek sizlere öğüt verdim. Kâfir toplu­luk için niçin üzüleyim?» dedi.
94- Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) sıkıntıyla yakalayıvermişizdir.
95- Sonra kötülüğü (darlığı) değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik. Nihayet çoğaldılar ve balarımız da böyle sıkıntı ve sevinç yaşamışlardı dediler. Biz de onları, kendileri farkına varmadan ansızın yakaladık.
96- Eğer kasabaların halkı iman etmiş ve sa­kınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bollukla­rını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları, yaptıkları sebebiyle kıskıvrak yakalayıverdik.
97- Kasabaların halkı geceleyin uyurlarken, azabımızın kendilerine gelmesinden güvende mi­dirler?
98- Yahut kasabaların halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende midirler?
99- Onlar Allah'ın düzeninden güvende midirler? Allah'ın düzeninden ancak hüsrana uğrayan topluluk güvende olur.
100- Sahiplerinden sonra yeryüzüne mirasçı olan kimseleri, hâlâ şu (gerçekler) hidayete erdirmedi mi ki eğer biz dilersek onları da günahları sebebiyle musibetlere uğratır ve kalple­rini mühürleriz de artık bir şey duya­mazlar.
101- İşte bunlar sana haberlerini an­lattığımız kasabalardır. Hiç şüphesiz on­lara peygamberler apaçık belgeler getir­di; önceden yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler!
102- Onların çoğunda söze bağlılık bulmadık, gerçekten çoğunu fasıklar olarak bulduk.
103- Sonra onların ardından Musa'yı, ayetlerimizle Firavun ve önde gelen çevresine gönderdik. Ayetlerimize karşı zulmettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!
104- Musa, «Ey Firavun! Ben âlemle­rin Rabbinden (gönderilme bir) elçiyim» dedi.
105- «Bana Allah'a karşı ancak ger­çeği söylemek yaraşır. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde İsrail oğullarını benimle beraber (vaat edilmiş topraklara) gönder.»
106- Firavun, «Bir mucize getirdiysen ve doğru sözlülerden isen onu getir (de bir bakalım)» dedi.
107- Musa, asasını yere atar atmaz apaçık bir ejderha oluverdi.
108- Elini çıkardı, (bir de ne görsün) ba­kanlara bembeyaz (oluverdi)!
109- Firavun kavminin ileri gelenleri, «Doğrusu bu bilgin bir sihirbazdır» dediler.
110- «Sizi memleketinizden çıkarmak istiyor, görüşünüz nedir?»
111- «Ona ve kardeşine mühlet ver; şehirlere (tüm sihirbazları) toplayıcılar gönder.» dediler.
112- «Bütün bilgin sihirbazları sana getirsinler.»
113- Sihirbazlar Firavun'a geldi. «Ye­necek olursak bize şüphesiz bir mükâfat var değil mi?» dediler.
114- Dedi ki: «Evet, (O zaman) siz yakın kılınan­lardan olursunuz.»
115- Dediler: «Ey Musa, sen mi (asanı) atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım?
116- (Musa:) «Siz atın» dedi. Sihirbazlar (asaları­nı) atınca insanların gözlerini büyülediler, onları ürküttüler ve büyük bir sihir yaptılar.
117- Biz de Musa'ya, «Asanı atıver» dedik, O’da atıverdi; birdenbire onların uydurduklarını yutmaya başladı.
118- Böylece gerçek ortaya çıktı, onların yaptıkları boşa gitti.
119- İşte orada yenildiler, küçük düşenler olarak geri döndüler.
120- Sihirbazlar ise secdeye kapandılar.
121- «Âlemlerin Rabbine iman ettik» dediler.
122- «Musa ve Harun'un Rabbine»
123- Firavun dedi ki: «Ben size izin vermeden mi O'na iman ettiniz? Doğrusu bu, halkı şehirden çıkarmak için düzdüğünüz bir hiledir; ama yakın­ca (başınıza neler geleceğini) bileceksiniz!»
124- «Hiç şüphesiz ellerinizi ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım»
125- Onlar da, «Doğrusu biz Rabbimize doğru dönenleriz» dediler.
126- «Sen sadece Rabbimizin ayetleri geldiğinde onlara iman ettiğimiz için bizden öç alıyorsun. Rabbimiz! Bize sabır ver ve canımızı Müslümanlar olarak al»
127- Firavun kavminin ileri gelenleri, «Musa’yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve ilahlarını bıraksınlar diye mi koyuveriyorsun?» dediler. Firavun, «Onların erkek evlatlarını öldürüp, kız çocuklarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz» dedi.
128- Musa kavmine, «Allah'tan yar­dım dileyin ve sabredin; yeryüzü şüphe­siz Allah'ındır, kullarından dilediğini ona mirasçı kılar; sonuç takva sahipleri-nindir» dedi.
129- (Kavmi,) «Sen bize gelmeden ön­ce de geldikten sonra da eziyet çektik» dediler. Musa da, «Rabbinizin düşman­larınızı yok etmesi, yeryüzünde sizi onların yerine geçirmesi ve böylece nasıl amel edeceğinize bakması umulur» dedi.
130- Hiç şüphesiz biz de Firavun ai­lesini ders alsınlar diye, yıllarca kuraklı­ğa ve ürün kıtlığına uğrattık.
131- Onlara bir iyilik geldiği zaman, «Bu bizim için» derlerdi; onlara bir kötülük de isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah katında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.
132- (Firavun ailesi,) «bizi büyülemek için ne mucize gösterirsen göster, sana iman edecek değiliz» dediler.
133- Biz de ayrı ayrı mucizeler ola­rak onların üzerine tufan, çekirge, buğ­day güvesi, kurbağalar ve kan gönder­dik; yine de büyüklük tasladılar ve suç­lu bir topluluk oldular.
134- Azap başlarına çökünce, «Ey Musa! Rabbine, sana verdiği söze göre bizim için yalvar. Bizden azabı kaldırırsan, şüphesiz sana iman edeceğiz ve İsrail oğullarını seninle beraber (vaat edilmiş topraklara) göndereceğiz» dediler.
135- Azabı belli bir müddet için (iman etmeleri şartıyla) üzerlerinden kaldırınca, o müddete eriştiklerinde hemen sözlerinden caydılar.
136- Biz de onlardan intikam aldık; dolayısıyla ayetlerimizi yalan saydıkları ve onlardan gafil oldukları için onları denizde boğduk.
137- Zayıf bırakılanları, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrail oğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi. Firavun ve kavminin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık.
138- İsrail oğullarının denizden geçmelerini sağladık. Putlara saygıyla tapınmakta olan bir topluluğa rastladılar. «Ey Musa! Bunların birçok ilahları olduğu gibi sen de bize bir ilah yap» dediler, Musa, «Doğrusu siz bilgisiz bir topluluksunuz dedi.
139- «Şüphesiz içinde bulundukları şey (putperestlik) yok olacak ve işledikleri boşa gidecektir.»
140- «O sizi âlemlere üstün kılmışken, ben size Allah'tan başka bir ilah mı arayacağım?» dedi.
141- Hani size dayanılmaz işkenceler yapan, kızlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı öldüren Firavun ailesinden sizi kurtardık. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan vardı.
142- Musa ile otuz gece sözleştik ve ona bir on daha ekleyerek tamamladık. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk gece olarak ta­mamlanmış oldu. Musa, kardeşi Ha­run'a, «Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yoluna tabi ol­ma» dedi.
143- Musa, tayin ettiğimiz yere gelip Rabbi onunla konuşunca, «Rabbim! Ba­na kendini göster, sana bakayım» dedi. Allah, «Sen beni göremezsin, ama dağa bak; eğer o yerinde kalırsa sen de beni görürsün» dedi. Rabbi dağa tecelli edin­ce onu yerle bir etti ve Musa da baygın düştü. Ayılınca, «Yarabbi! Sen münezzehsin, sana tövbe ettim, ben iman eden­lerin ilkiyim» dedi.
144- (Allah) «Ey Musa! Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol» dedi.
145- Ona levhalarda her şeyden bir öğüt yazdık ve her şeyi uzun uzadıya açıkladık. «Onlara sıkıca sarıl, kavmine de emret de en güzel şekilde tutsunlar. Size Allah'a karşı gelenlerin yurdunu yakında göstereceğim (dedik).»
146- Yeryüzünde haksız yere büyük­lük taslayanları, ayetlerimden yüz çevir­teceğim. Onlar bütün ayetleri görseler yine de iman etmezler. Doğru yolu görseler, yol olarak benimsemezler. Ama azgınlık yolunu görseler, hemen onu yol edinirler. Bu, onların ayetlerimizi yalan saymala­rı ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır.
147- Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayan kimselerin işleri boşa gitmiştir. Onlar işlediklerinin karşılığından başka bir şeyle mi cezalandırılırlar?
148- (Tûr'a giden) Musa'nın arkasından, ziynet takımlarından, böğüren bir buzağı heykeli yaparak onu ilah edindiler. O buzağının kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola hidayet etmediğini görmediler mi? Onu ilah edindiler ve (gerçekten de onlar) zalim idiler.
149- (Yanlışlıkları) Ellerine geçince ve sapıtmış olduklarını gördüklerinde, «Eğer Rabbimiz acımaz ve bizi bağışlamazsa, şüphesiz hüsrana uğrayanlardan oluruz» dediler.
150- Musa, kavmine, kızgın ve üzgün olarak dönünce, «Benim arkamdan ne kötü olmuşsunuz! Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyor­sunuz?» dedi. Levhaları attı ve kardeşinin başın­dan tutup kendine doğru çekti. Harun, «Ey annem oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve ne­rede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma!» dedi.
151- Musa, «Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla bizi rahmetine kat, sen merhametlilerin en merhametlisisin» dedi.
152- Buzağıyı (ilah olarak) benimseyenler Rablerinin öfkesine ve dünya hayatında alçaklığa uğrayacaklardır, iftira edenleri böyle cezalandırırız.
153- Kötülük işleyin ardından tövbe edenler ve iman edenler (bilsinler ki) Rabbin, bunun ardından şüphesiz bağışlayan ve merha­met edendir.
154- Musa'nın öfkesi yatışınca, (attığı) levhaları yerden aldı. Bu levhalarda Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve rahmet vardı.
155- Musa, belirlediğimiz buluşma zamanı için kavminden yetmiş kişi seçti; onları sarsıntı tutunca dedi ki: «Rabbim! Dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin, aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok eder misin? Bu, senin imtihanından başka bir şey değildir; bununla dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim velimiz sensin, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin.»
156- «Bu dünyada ve ahirette bizim için iyilik yaz; şüphesiz biz sana yönel­dik» dedi. Allah dedi ki: «Azabımı dile­diğim kimseye uğratırım, rahmetim her şeyi kaplamıştır; rahmetimi takva sahip­lerine, zekât verenlere ve ayetlerimize iman edenlere yazacağız.»
157- Onlar yanlarındaki Tevrat ve İn­cil'de yazılı buldukları o elçiye, ümmi nebiye uyarlar. O elçi, kendilerine iyiliği emreder ve onları kötülükten sakındırır. Temiz şeyleri ken­dilerine helal, pis şeyleri ise haram kılar. Onların ağır yüklerini ve sırtlarındaki zincirleri indirir, o peygambere iman eden, hürmet eden, yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar (yok mu) işte onlar kurtuluşa erenlerdir»
158- De ki: «Ey insanlar, ben Allah'ın sizin he­pinize gönderdiği bir elçisiyim. Göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamberine iman edin. O da Allah’a ve O'nun sözlerine iman etmektedir. Ona iman edin; umulur ki hidayete ermiş olursunuz.»
159- Musa'nın kavminden, hakka hidayet eden ve hak ile adalette bulunan bir topluluk vardır.
160- Biz İsrail oğullarını ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet) olarak ayırdık. Kav­mi kendisinden su istediğinde Musa'ya, «Asanla taşa vur» diye vahyettik; ondan on iki pınar fışkırdı. Herkes içeceği yeri belledi. Bulutla üzerlerine gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın in­dirdik. «Size verdiğimiz rızıkların temiz olanla­rdan yiyin (dedik).» Onlar, (nankörlük etmekle) bize değil, aslında kendilerine zulmediyorlardı.
161- Hani onlara denilmişti ki: «Şu şehirde (Beyt'ul Mukaddes'te) oturun, dilediğiniz gibi yiyin. Günahlarımızı dök» deyin ve kapısından secde ederek girin. Biz de böylece hatalarınızı bağışlayalım. İhsan edenlere elbette daha da arttıracağız.»
(Mecme'uz Zevaid c.9 s153'te Hafız Heysemi'nin (Şafii) nakline göre Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: «Ehl-i Beyt'imin sizin aranızdaki misali, israil oğulları­nın Hitte kapısı gibidir Kim o kapıdan girerse Al­lah onu bağışlar.» Kenz'ul Ummal c.6 s.153'te Muttaki Hindi'nin nakline göre ise Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: «Ali bin Ebi Talib Hitte kapı­sıdır. Kim o kapıdan girerse mümin olur ve kim de o kapıdan çıkarsa kâfir olur.»)
162- Onların zulmedenleri, kendileri­ne söylenen sözü başkasıyla değiştirdi­ler. Biz de o zalimlerin üzerlerine, zu­lümlerinden ötürü gökten azap gönder­dik.
163- Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri bir sor. Hani onlar cumartesi (yasa­ğını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. Cumar­tesi günü iş yapma yasağına uydukların­da, balıkları onlara açıktan akın akın ge­liyor, Cumartesi günü iş yapma yasağı­na uymadıklarında ise gelmiyorlardı. İş­te biz, yoldan çıkmalarından dolayı, on­ları böyle imtihan ediyorduk.
(Araştırmacılar burada adı geçen yerin, Eileh, Elat (veya Eht) yerleşim bölgesine işaret etti­ği görüşündedirler. Bu liman şehri Sina Yarıma­dası'nın doğusu ile Arabistan'ın batısında, Akabe körfezinin ucundadır. Burası İsrail oğullarının parlak dönemlerinde çok önemli bir ticaret merke­zi idi ve Hz. Süleyman (a.s.) bu şehri Kızıldeniz'deki donanması için merkez liman yapmıştı. Burası ile alâkalı olay, Yahudilerin ne dinî, ne de tarihî kitaplarında zikredilmemiş faka, Kur'an-ı Kerim'in burada ve Bakara suresinde anlattıkları onun Kur'an'ın vahyi sırasında, İsrail oğulları arasında bilinen bir şehir olduğunu göstermekte­dir Bundan dolayı Medine Yahudileri, Yüce Pey­gamber'e (s.a.a) her konuda karşı gelme fırsatını hiçbir zaman kaçırmadıkları halde, bu haberin doğruluğu konusunda itiraz edemediler.)
164- Aralarından bir topluluk, «Al­lah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir topluluğa niçin öğüt veri­yorsunuz?» dediler. Öğüt verenler, «Rabbinize karşı bir özür (kalmaması) için ve belki de sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)» dediler.
165- Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, biz kötülükten men edenleri kurtardık ve zalimleri, yoldan çıkmala­rından ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.
166- Sakındırıldıkları şeyde taşkınlık edince onlara, «Aşağılık birer maymun olun» dedik.
167- Hani Rabbin, elbette kıyamet gününe kadar onlara (Yahudilere) en kötü eziyeti yapacak kimseler göndereceğini ilân etti. Şüphesiz Rabbin cezayı çabuk verendir. Şüphesiz O çok bağışlayan, pek esirgeyendir.
168- Onları (Yahudileri) grup grup yeryüzüne dağıttık. Onlardan iyi kimseler vardır, yine onlardan bundan aşağıda olanları da vardır. Belki (kötülüklerinden) dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle imtihan ettik.
169- Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan bir takım kötü kimseler kaldı. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünyadaki) geçici menfaatleri alıyor ve «Yakında bağışlanacağız» diyorlar. Bunun benze­ri bir yarar gelince onu da alırlar. Kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şey söylemeyeceklerine ilişkin kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa (Tevrat'ın) içinde olanı da okuyorlardı. (Allah'tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha yırlıdır. Hâlâ akıl erdirmeyecek misiniz?
170- Kitab'a sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar (da bilsin ki), biz ıslah edenlerin ecrini elbette zayi etmeyiz.
171- Hani dağı (Tur'u tehdit olarak), bir gölgelik gibi koparıp tepenize dikmiştik de onlar tepeleri­ne düşeceğini sanmışlardı. Onlara, «Size verdiği­mize (kitaba); sıkıca sarılın ve içinde olanı hatırı­nızda tutun ki sakınanlardan olasınız» demiştik.
172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının bellerin­den soylarını çekip almıştı ve onları kendi nefis­lerine karşı şahitler kılmıştı da, «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (demişti). Onlar, «Evet (Rabbimizsin): şahit olduk» demişlerdi. (Bunu) kıyamet günü Bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz diye (yaptık).
(Delail'us Sıdk ve Menakıb-i İbn-i Meğazili s.271-272'de yer aldığına göre Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyurmuştur: İnsanlar Ali'nin ne zamandan beri Müminlerin Emiri sıfatını aldığını bilselerdi, onun faziletlerini inkâr etmezlerdi. Ali, Mü’minlerin Emiri sıfatını aldığında Adem (a.s) ruh ve ceset arasında idi.»)
173- Veya daha önce babalarımız Allah’a ortak koştu biz ise onlardan sonra gelen bir nesiliz. Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helak edecek misin?» dememeniz için (böyle yaptık)
174- Belki (doğru yola) dönerler diye ayetleri böylece uzun uzadıya açıklıyo­ruz.
175- Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrı­lıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda yıkıma uğrayanlar­dan olan kimsenin (Bel'am b. Baura'nın) haberini oku.
(Musa (a.s) zamanında yaşamış Bel'am b. Bâura adında biri vardı. Bu kimse önceleri ilim, irfan sahibi olup, Allah-u Teâlâ'nın kendisine öğ­rettiği ism-i âzam ile dua ettiğinde duasına mutla­ka icabet edilen bir zat idi. Fakat daha sonra Allah’ın kendisine ihsan ettiği bu nimeti isyanda kul­lanmış, Hz. Musa'ya ve ona tâbi olanlara beddua ederek sapıtmış, böylece Allah'ın rahmetinden uzak olmuştu. Burada, Allah'ın âyetlerini apaçık olarak gördüğü hâlde bu âyetlerin gösterdiği yol­da yürümeyenlerin durumu gözler önüne seril­mektedir. Bel'am, burada dünyevî çıkar ve hesap­lar için Allah'ın dinini tahrif eden bir din adamı­nı sembolize etmektedir. Müfessirler tarafından âyetlerin nüzul sebebi olarak burada her ne kadar Bel'am zikredilmişse de bu âyetlerin hükmü sade­ce ona değil; Bel'am gibi olan herkese şâmildir. Kibir ve dünyevî arzular sebebiyle sapıklığa dü­şen Bel'am, hak ve hakikati gördükten sonra Al­lah'ın bu nimetinden sıyrılıp, şeytanın peşinden giden, neticede şekil değiştirerek hayvanların mertebesine inen kimselere çok güzel bir misâldir. İşte her kim ilim ve hidayet sahasından ayrılır, nefsanî arzularına yönelir ve şehvetlerine tâbi olursa, bu hâli soluyan köpeğin hâline benzetil­miştir. Bu solumalar ise, birtakım emellerin ve dünya hayatının geçici güzellikleri peşinde koşar­ken zahir olan, salyalı solumalardır.)
176- Dileseydik, onu ayetlerimizle üstün kılardık; fakat o, yere çakılıp kal­dı ve hevesine uydu. Onun örneği, üstü­ne varsan da kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin örneği gibidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.
177- Ayetlerimizi yalanlayanlar ve yalnızca kendi nefislerine zulmedenle­rin örneği pek de kötüdür!
178- Allah kime hidayet ederse, o gerçek hidayete ermiş olur, kimi de saptırırsa, artık onlar da hüsrana uğrayan­lardır
179- Biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır da onlarla kavramaz­lar; gözleri vardır da onlarla görmezler; kulakları vardır da onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da sapıktırlar. İşte asıl gafiller onlardır.
180- En güzel isimler sadece Allah'ındır. O'na o isimlerle dua edin. O'nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir.
(Allah'ın isimlerinden eğriliğe sapanların kendi hallerine bırakılmasına ilişkin bu emir, sırf bu tarihi olayla ve Allah'ın isimlerini lafzı olarak değiştirip onları sahte ilâhlara yakıştırmakla sı­nırlı değildir. Bu emir bütün şekilleriyle her türlü yanlış adlandırmayı kapsamına alır. Uluhiyet ger­çeği konusundaki düşüncelerinde ilhada kalkışan, yani tahrif eden veya sapan herkesi kapsamına alır. Allah'ın çocuğu olduğunu iddia edenler, Al­lah'ın dilemesinin evrendeki tabiat kanunlarına bağlı olduğunu ileri sürenler, yüce Allah hiçbir şe­ye benzemediği halde O'nun işlerinin insanların işlerine benzer şekilde meydana geldiğini ileri sü­renler, yüce Allah'ın gökte yani evrenin düzenini idarede, insanları ahirette hesaba çekmede ilâh olduğunu kabul edip, O'nun yeryüzünde, yani in­sanların hayatlarında yasa koyamayacağını, ha­yatla ilgili konularda insanların ancak kendi akıllarıyla, deneyimleriyle ve menfaatleriyle bağda­şacak şekilde uygun gördüklerini yasa olarak be­lirleyeceklerini, bu konularda insanların kendi kendilerinin ilâhları olduklarını veya bir kısmının diğer bir kısmının ilâhları konumunda bulunduğu­nu söyleyenler ve buna (dilleriyle ifade etmeseler de pratikleriyle) şahitlik yapanlar! Evet bunların hepsi, Allah'ın sıfatları ve ilâhi iğinin özellikleri konularında birer sapmadır. Bunların hepsini ay­nı çerçevede görmek gerekir. Müslümanlar ise, bunların hepsinden yüz çevirmek ve onlara aldır­mamamla yükümlüdürler. Bu sapık yakıştırmalara kalkışanlara gelince, onlar zaten yaptıklarına karşılık olarak Allah'ın cezasıyla tehdit edilmiş bulunmaktadırlar!)
181- Yarattıklarımızdan öyle bir top­luluk vardır ki, hakka hidayet ederler ve adaleti hak ile yerine getirirler.
(Bazı kaynaklarda yer aldığı üzere Hz. Pey­gamber şöyle buyurmuştur: «Benden sonra üm­metim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Yetmiş ikisi ateşliktir, bir fırka, «fırka-i naciyedir (kurtuluşa eren topluluktur).» Hz. Peygamber (s.a.a) daha sonra mezkur ayeti okuyarak şöyle buyurmuştur: «Bu ayet-i kerimede fırka-i naciye beyan edilmiş­tir. Fırka-i naciye ben, Ehl-i Beyt'im ve bize tabi olanlardır.»)
182- Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş (helake) yaklaştıracağız.
183-Onlara mühlet veririm; (ama) benim düzenim çetindir.
184-Arkadaşlarında (peygamberde) hiçbir delilik­ten olmadığını düşünmüyorlar mı? O, ancak apa­çık bir korkutup uyarıcıdır.
185-Gökler ve yer ile Allah'ın yarattığı her şeyin egemenliğini ve ecellerinin yaklaşmış olma ihtimalini görüp düşünmüyorlar mı? Bun (Kur'an'dan) sonra hangi söze inanacaklar?
186-Allah'ın saptırdığı kimseye artık hidayet edecek yoktur ve (Allah) onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakıverir.
187- Sana kıyametin ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki; O’nun ilmi Rabbimin katındadır. Onun zamanı geldiğinde O'ndan başkası açığa çıkaramaz. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi san a soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah’ın katındadır; ama insanların çoğu bilmezler.
188- De ki: «Allah'ın dilemesi dışında ben ken­dime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Gaybı bilseydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de dokunmazdı. Ben sadece, iman eden bir topluluğu korkutup uyaran ve müjdele­yen bir elçiyim.»
(Yani tam olarak kıyametin saatini size söyleyemem, çünkü ben de gaybı bilmiyorum. Gelecek hakkında herhangi bir bilgiye sahip olsaydım, daha önceden sakınmam mümkün olacağından herhangi bir kötü şeyden zarara uğramazdım ve yine önceden bilgim olması nedeniyle de, bazı şeylerden de birçok faydalar elde ederdim.)
189- O sizi bir nefisten yaratan ve ondan da yanında huzur bulsun diye eşini var edendir. (İnsanoğlu) Eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve (bir süre) bununla gezindi. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri olan Allah'a, «Bize salih bir ço­cuk verirsen, şüphesiz şükredenlerden oluruz» diye yalvardılar.
190- Allah onlara salih bir evlat ve­rince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
191- O'na hiç bir şey yaratmaya güç yetiremeyen ve yaratılıp durmakta olan şeyleri mi ortak koşuyorlar?
192- Oysa (ortak koştukları şeyler) ne on­lara yardım edebilir ve ne de kendileri­ne bir yardımları olur.
193- Eğer onları doğru yola çağırırsa­nız size uymazlar; onları çağırsanız da karşılarında suskun dursanız da sizin için birdir.
194- Allah'tan başka yakardıklarınız da sizin gibi yaratıklardır. Eğer doğru sözlü iseniz, onları çağırın da size cevap versinler bakalım!
195- Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa sıkıca tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var veya işitecek kulakları mı var? De ki: «Ortaklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana hiç mühlet vermeyin.»
196- «Çünkü benim velim, kitabı in­diren Allah'tır. O, salih kimselere velilik (sahiplik) eder.»
197- «O'ndan başka yakardıklarınız ise ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine yardımları dokunur.»
198- «Onları hidayete çağırırsanız, duymazlar. Sana baktıklarını görürsün, oysa onlar görmezler.»
199- Sen yine de affa sarıl, iyiliği em­ret ve cahillerden yüz çevir.
200- Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese) gelirse, hemen Al­lah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.
201- Şüphesiz takvaya erenler şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, (Al­lah'ı) anarlar da hemen basiret sahibi olurlar.
202- (Müşriklerin) Kardeşleri onları he­lake sürüklerler ve sonra da ellerinden geleni yapmaya devam ederler.
203- Onlara (bir süre) bir ayet getirmediğin za­man, «Neden (kendi nezdinden) ayetler seçip toplamadın» derler. De ki: «Ben ancak Rabbim tarafın­dan bana vahyolunana uyarım. Bu, (Kur'an) Rami­nizden basiretlerdir (kalp gözünü açan sözlerdir?), iman edecek bir topluluk için de bir hidayet ve bir rahmettir.»
204- Kur'an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ki merhamet olunasınız.
205- Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, yalvarıp yakararak ve korkarak zikret ve gafillerden olma.
206- Doğrusu Rabbinin katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler, O'nu tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler.
8
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

8.Enfal Suresi
(Medine'de nazil olmuştur ve 75 ayettir. Enfâl, ziyade ma­rsına gelen «nefl» kelimesinin çoğuludur. İslâm dinini sa­vunmak için yapılan savaşlarda elde edilen sevaba ek olarak alınan ganimet malına da «nefl» denilmiştir. Surenin birinci ayetinde savaştan elde edilen ganimetlerin Allah ve Resulüne ait olduğu ifade edildiği için sûreye bu ad verilmiştir.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Sana, ganimetlere dair soru sorarlar. De ki: Nimetler (faydalanılan şeyler) Allah'ın ve pey­gamberindir. İman etmişseniz (Allah'tan) sakının, birbirinizle aranızı düzeltin, Allah'a ve elçisine itaat edin.
( Bu ayet aynı zamanda savaş ganimetlerinin paylaştırıl­ması ile ilgili olarak büyük bir devrim yaptı. Önceleri bu ganimetler, ya onları ele geçiren askerlerin, ya kumandanın ya da tüm orduya sahip olan kralın malı olurdu. Bi­rinci durumda askerlerin bencilliği şiddetli bir re­kabete, hatta bazen de çok acıklı sonuçlara yol açan bir savaşa neden olurdu. İkinci durumda ise askerler, kendilerini hırsızlar seviyesine düşüren çalma ve aşırma eylemine başvururlardı. Kur'an, savaş ganimetlerinin Allah ve Resulü'ne ait oldu­ğunu ve daha sonra 41. ayette ganimetlerin eşit olarak paylaştırılacağını ilan ederek, bu kötü adetlere bir son verdi.)
2- İman edenler sadece; Allah anıldı­ğı zaman kalpleri titreyen, kendilerine (Allah'ın) ayetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artıran ve Rablerine güvenen kimselerdir.
3- Onlar namaz kılarlar ve kendileri­ne verdiğimiz rızıktan yerli yerince infak ederler.
4- İşte gerçekten iman etmiş olanlar bunlardır. Onlara Rablerinin katında mertebeler, mağfiret ve yüce bir rızık vardır.
5- (Ganimetlerin bölüşümü sırasında karşılaştığın bu hoşnutsuzluk) Tıpkı mü’minlerin bir kesimi istemediği halde, Rabbinin seni hak üzere (savaşmak için) evinden çıkarmasına benzer.
6- Açıkça ortaya çıktıktan sonra bile, bakar oldukları halde sanki ölüme sürükleniyorlarmış gibi, seninle hak (olan cihad) konusunda tartışıp duruyorlardı.
7- Hani Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vaat ettiğinde, siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordu­nuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı ger­çekleştirmek ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu.
8- (Bu vaat) Suçluların hoşuna gitmese de hakkı gerçekleştirmek ve batılı geçersiz kılmak içindi.
9- Hani siz Rabbinizden yardım talep ediyordunuz. O da, «Şüphesiz ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım ediciyim» diye cevap vermişti.
10- Allah bunu ancak bir müjde ol­ması ve kalplerinizin yatışması için yap­mıştı. Yardım ancak Allah katındandır. Doğrusu Allah güçlüdür, hikmet sahibi­dir.
11- Hani Allah kendi katından bir gü­ven olarak sizi hafif bir uykuya daldır­mıştı. Sizi arıtmak, sizden şeytan vesve­sesini gidermek, kalplerinizi pekiştir­mek ve bununla ayaklarınızı sağlamlaş­tırmak için gökten size su (yağmur) indir­mişti.
12- Hani Rabbin meleklere, «Ben sizinleyim, iman edenlere sebat verin. Ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım, artık (ey mü’minler!) onların boyunlarını vurun, vurun onların bütün parmak uçlarına» dedi.
13- Bu, onların Allah'a ve elçisine karşı koymalarındandır. Kim Allah'a ve elçisine karşı ko­yarsa, (bilsin ki) şüphesiz Allah'ın cezası şiddetli­dir.
14- İşte bunu (dünya azabını) tadın, kâfirlere cehennem azabı da vardır.
15- Ey iman edenler! Küfre sapanlarla toplu halde karşılaştığınız zaman onlara sırt çevirmeyin (savaştan kaçmayın).
16- Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında, o gün düşmana sırtını çeviren kimse Allah’tan bir gazaba uğramış olur. Onun varacağı yer cehennemdir. Pek de kötü bir dönüş yeridir!
17- Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldür­dü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Mü’minleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı). Hiç şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.
18- İşte bu (olaylar), söylenildiği gibidir. Muhakkak ki Allah kâfirlerin düzenini zayıflatıcıdır.
19- Zafer istiyorsanız, işte zafer (aleyhinize) geldi. Sakınırsanız sizin iyiliğinize olur, yok tekrar (savaşa) dönerseniz biz de döneriz; topluluğunuz çok da olsa size hiç bir fayda vermez. Allah iman edenlerle beraberdir.
(Burada, Kureyşliler'in savaşa çıkmadan önce Kâbe’de yaptıkları dua kastedilmektedir. Müşrikler Kâbe’nin örtülerine tutunup şöyle dua etmişlerdi: Allah’ım! İki taraftan hayırlısına zafer ihsan et. Özellikle Ebu Cehil, Allah’ım! Haklı tarafa zafer ihsan et, saldırgan olan tarafı da rezil et diye dua etti. Allah iradesini gösterdi ve Müs­lümanların haklı ve hayırlı taraf olduğunu göster­mek üzere onlara büyük bir zafer ihsan etti.)
20- Ey iman edenler! Allah'a ve elçi­sine itaat edin ve işitiyorken, ondan (peygamberin emrinden) sakın yüz çevirmeyin.
21- Ve «İşittik» dedikleri halde, (ger­çekte) işitmeyenler gibi olmayın.
22- Allah katında, yeryüzündeki can­lıların en kötüsü (gerçeği) akıl etmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.
23- Allah onlarda bir iyilik görseydi onlara işittirirdi. Onlara işittirmiş olsay­dı yine de yüz çevirirlerdi, zaten dönek­tirler.
24- Ey iman edenler! Allah ve Pey­gamber, sizi hayat verecek şeye çağırdı­ğı zaman icabet edin. Allah'ın, kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O'na doğru toplanacağınızı bilin.
25- Aranızdan yalnız zalimlere eriş­mekle kalmayacak fitneden sakının, şüphesiz Allah'ın azabının şiddetli oldu­ğunu bilin.
26- Yeryüzünde az sayıda olduğunuz ve zayıf sayıldığınız için insanların sizi esir olarak alıp götürmesinden korktu­ğunuz zamanları hatırlayın. Allah, sizi barındırmış, yardımıyla desteklemiş ve temiz şeylerle rızıklandırmıştır. Umulur ki şükredersiniz.
27- Ey iman edenler! Allah'a ve Re­sulüne ihanet etmeyin, bile bile emanet­lerinize de hainlik etmeyin.
28- Mallarınızın ve çocuklarınızın, aslında bir sınama olduğunu ve büyük ecrin Allah katında bulunduğunu bilin.
29- Ey iman edenler! Allah'tan sakı­nırsanız, O size iyiyi kötüden ayırt ede­cek bir kavrayış verir, kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük bir bağış sahibidir.
30- Hani küfre sapanlar seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da düzen (tedbir) kuruyordu. Allah düzen kuranların en iyisidir.
31- Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman gerçekten işittik! İstesek, biz de bunun bir benzerini söyleyebiliriz; bu sadece eskilerin masalları derlerdi.
32- Hani Ey Allah! Eğer bu kitap, gerçekten senin katından ise bize gökten taş yağdır veya yakıcı bir azap ver demişlerdi.
33- Oysa sen içlerinde iken Allah onlara azap etmez. Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azap edecek değildir.
(Resulullah (s.a.a) çeşitli vesilelerle bu ayette beyan edilen hakikatin kıyamet gününe kadar Ehl-i Beyt’inden gelecek imamlar hakkında da tecelli edeceğini beyan etmiş ve şöyle buyurmuştur: «Ehl-i Beyt'im yeryüzü ehlinin emniyetidir. Ehl-i Beyt'im yok olursa dünyanın sonu gelir»)
34- Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten men ederlerken Allah onlara niçin azap etmesin? Hâl­buki onun (Mescid-i Haram'ın) mütevellileri (ehil yöne­ticileri de) değildirler. Onun mütevellileri muttakilerden başka değildir. Velâkin onların birçokları bilmezler.
35- Onların (müşriklerin iddia ettikleri) Kâbe ya­kındaki namazları, sadece (çıplak bir halde) ıslık çal­mak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. İnkâr etmekte olduğunuz şeylerden ötürü şimdi tadın azabı!
36- Doğrusu küfre sapanlar mallarını Allah'ın bundan insanları alıkoymak için infak ederler ve daha da infak edeceklerdir; ama sonra içleri yanacak, hem de mağlup olacaklardır. Küfre sap­anlar cehenneme doğru toplanacaklardır.
37- Bu, Allah'ın, temizi kirliden ayırması ve kirli şeyleri üst üste koyup hepsini yığarak cehenneme yerleştirmesi içindir. İşte onlar hüsrana uğrayanlardır.
38- Küfre sapanlara, eğer savaştan vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağışlanacağını ve tekrar dönerlerse, kendilerine evvelkilerin sünnetinin (hükmünün) uygulanacağını söyle.
39- Fitne kalmayıncaya ve dinin hep­si Allah'ın oluncaya kadar onlarla sava­şın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphe­siz Allah, yapmakta olduklarını gören­dir.
40- Eğer yüz çevirirlerse Allah'ın si­zin mevlanız olduğunu bilin; O pek de iyi mevla, pek de iyi yardımcıdır!
41- Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde (Bedir'de), kulumuza indirdiğimize (faydalanılan şeylerin Allah'a ve Resul'üne ait olduğunu bildiren ayete) İman etmişseniz, biliniz ki faydalandığınız herhangi bir şeyin humusu (beşte biri) Allah'ın, peygamberin, yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolda kalmışlarındır. Allah her şeye kadirdir.
(İman Cafer-i Sadık, (a.s) şöyle buyurmuştur: «Ayet-i kerimede Peygamber'in yakınlarından maksat, Müminlerin Emiri Ali ve diğer Ehl-iBeyt imamlarıdır.» Bu esas üzere Hz. Peygamberin dö­neminde elde edilen ganimetlerin beşte biri Ehl-i Beyt'e tahsis ediliyordu. Ama daha sonra Ehl-i Beyt'in bu hakkı da ellerinden alınmış oldu.)
42- Hani (Bedir savaşında) siz vadinin yakın kenarında (Medine tarafında) idiniz, onlar da uzak kenarında (Mekke tarafında) idiler. Kervan da sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi. Eğer (savaş için) sözleşmiş olsaydınız, sözleştiğiniz vakit hususunda ihtilâfa düşerdiniz. Fakat Allah, gerekli olan emri yerine getirmesi, helak olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helak olması, yaşayan kimsenin (hidayete erenin) de açık bir delille yaşaması (hidayete ermesi) için (böyle yaptı). Gerçekten de Allah hakkıyla işi­tendir, bilendir.
43- Hani Allah onları uykunda sana az gösteri­yordu. Çok göstermiş olsaydı, yılacak ve bu hu­susta çekişmeye başlayacaktınız. Fakat Allah sizi (bütün bunlardan) esenliğe kavuşturdu. Şüphesiz o kalplerde olanı bilir.
44- Karşı karşıya geldiğinizde Allah, olacak olan işi gerçekleştirmek için, onları gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve (bütün) işler Allah'a döndürülür.
45- Ey iman edenler! Bir toplulukla karşılaşırsanız dayanın, kurtuluşa erişebilmeniz için Allah'ı çok anın.
46- Allah'a ve elçisine itaat edin, çekişmeyin; yoksa gevşersiniz de gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.
47- Yurtlarından böbürlenerek ve insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan men edenler gibi olmayın. Allah, onların yapmakta olduklarını çepeçevre kuşatandır.
48- Hani (tecessüm eden) şeytan, onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara, Bugün sizi insandan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım demişti. Ne zaman ki, iki topluluk birbirini görür oldu (karşılaştı) o, iki topuğu üstünde geri döndü ve «Şüphesiz ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğinizi (azap meleklerini) görmekteyim, ben Allah'tan da korkmaktayım. Allah, azabı şiddetli olandır.» dedi.
49- Hani ikiyüzlüler ve kalplerinde hastalık bulunanlar «Müslümanları din­leri aldattı» diyorlardı; Oysa kim Al­lah'a güvenirse (bilsin ki) Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.
50- Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak, «Yakıcı azabı tadın» diye o kâfirlerin canlarını alırken bir görseydin!
51- Bu, ellerinizin önceden takdim ettiği işler yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir.
52- Bunların tutumu ve gidişi, tıpkı Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin tutumu gibi oldu. Allah'ın ayetlerini inkâr ettiler, Allah da onları günahlarından dolayı yakalayıverdi. Çünkü Allah pek kuvvetli, azabı da çok şiddetlidir,
53- Bu, bir kavmin kendilerinde ola­nı değiştirmedikçe Allah'ın onlara ver­diği nimeti değiştirmemesinden dolayı­dır. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.
54- (Bu kâfirlerin durumu) Tıpkı Firavun ailesi ile daha önceki kâfirlerin durumu gibidir. Rablerinin ayetlerini yalanladı­lar da onları günahlarından ötürü helak ettik. Firavun ailesini suda boğduk, hep­si de zalimlerdi.
55- Allah katında canlıların en kötü­sü, Küfre sapanlardır. Onlar iman et­mezler.
56- Onlardan anlaşma yaptığın kim­seler, sonra her defasında anlaşmalarını bozarlar ve onlar hiç çekinmezler.
57- Bu yüzden eğer onları savaşta ele geçirirsen, onları öyle bir dağıt ki, belki arkalarında olanlar hatırlayıp kendileri­ne gelirler.
58- Eğer bir kavmin ihanet edeceğinden korkarsan, sen de aynı şekilde (anlaşmayı geçersiz sayıp) at. Gerçekten Allah, ihanet edenleri sevmez.
59- Küfre sapanlar, asla öne geçtiklerini san­masınlar, çünkü onlar (sizi) aciz bırakamayacak­lardır.
60- Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunun dışında Allah'ın bilip sizin bilemediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve (cihad için) bağlanmış atlar hazırlayın. Allah yolunda infak ettiğiniz her şey size haksızlık yapılmadan tamamen ödenecektir.
61- Eğer onlar barışa eğilim gösterirlerse, de ona eğilim göster ve Allah'a tevekkül et. Çünkü O, işitendir, bilendir.
62- Seni aldatmak isterlerse bil ki, şüphesiz Allah sana kâfidir. O, seni yardımıyla ve mü’minlerle destekleyendir.
(Ebu Hureyre'nin nakline göre Hz. Resulullah şöyle bu­yurmuştur: «Arşın üzerine şöyle yazıldığını gördüm. «Allah'tan başka bir ilah yoktur. Muhammed, Allah'ın peygamberi ve kuludur. Onu Ali ile destekleyip pekiştirdim.»)
63- Ve (Allah) kalplerini uzlaştırdı. Sen, yeryüzünde olan bütün şeyleri bile harcasaydın, yine de onların kalplerini uzlaştıramazdın. Ama Allah onların arasını uzlaştırdı. Doğrusu O güçlüdür, hikmet sahibidir.
64- Ey Peygamber! Allah ve sana uyan mü’minler, sana yeter.
(Allame Hindi, Erceh'ul Metalib s.88'de ve Tirmizi, Menakıb Kitabında bildirdiğine göre Cabir b. Abdullah Ensari bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: «Sana uyan mü’­minler, sana yeter» ayetinden maksat, Ali bin Ebi Talip'tir ve o mü’minlerin efendisidir»)
65- Ey Peygamber! Mü’minleri sava­şa teşvik et. Sizin sabırlı yirmi kişiniz, onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, küfre sapanlardan bin kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir topluluktur.
66- Şimdi Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve içinizde zaaf bulunduğunu bil­di. Sizin sabırlı yüz kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener; sizin bin kişiniz, Allah'ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir.
67- Hiç bir peygambere, yeryüzünde güçlü hale gelmedikçe (öldürmek yerine) esir almak yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah (sizlere) ahireti diler. Allah güçlüdür, hikmet sa­hibidir.
68- Daha önceden Allah'tan verilmiş (bildirim öncesi azap edilmeyeceğine dair) bir hüküm olmasaydı, (öldürme yerine salıverme karşılığında esirlerden) aldıklarınızdan ötü­rü size büyük bir azap erişirdi.
(Bedir savaşı Müslümanlar ve müşrikler ara­sında meydana gelen ilk savaştı. O zaman Müslü­manlar hâlâ azınlık ve müşrikler hâlâ çoğunluk durumundaydılar. Müşriklerin savaşçılarının öl­dürülmesi, onların gücünü kırıp onları aşağılaya­caktı. Bu diğerlerini bir daha Müslümanlara sal­dırmaktan caydıracaktı. Kuşkusuz bu, son derece fakir de olsalar esir alıp fidye karşılığında salı­vermekle elde edecekleri malların gerçekleştire­meyeceği büyük bir hedefti, işte bu nedenden do­layı yüce Allah, Bedir günü düşmanı öldürme yerine ellerindeki esirlerden serbestlik karşılığı fid­ye almayı kabul eden Müslümanların bu davranı­şını hoş karşılamıyor.)
69- Elde ettiğiniz ganimetleri temiz ve helal olarak yiyin. Allah'tan sakının,
doğrusu Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
70- Ey Peygamber! Elinizde bulunan esirlere, «Allah kalplerinizde bir iyilik bulursa, size, sizden alınanın daha ha­yırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, merhamet edendir» de.
71- Eğer sana ihanet etmek isterlerse, onlar daha önce Allah'a da ihanet etmiş­lerdi de Allah (seni) onlara egemen kıl­mıştı. Allah bilendir, hikmet sahibidir.
72- Doğrusu iman edenler, hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla canla­rıyla cihat edenler ve hicret edenleri ba­rındıranlar ve onlara yardım edenler, iş­te bunlar birbirinin velisidir. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlar üzerinde herhangi bir velayet hakkınız yoktur. Ama din konu­sunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavim aleyhinde olmamak üzere onlara yardım etmek, üzerinizde bir yükümlülüktür. Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.
73- Küfre sapanlar birbirlerinin velileridir. Eğer siz de onu yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bozgun çıkar.
74- İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda savaşanlar ve hicret edenleri barındıranlar ve on­lara yardım edenler, işte onlar gerçekten iman etmiş olanlardır. Onlar için bir bağışlanma ve yüce bir rızık vardır.
75- Sizden sonra iman edenler, hicret edenler ve sizinle birlikte savaşanlar, işte onlar sizdendir. Allah'ın kitabına göre (miras hususunda) akrabalardan bazısı bazısına daha önceliklidir. Doğrusu Allah her şeyi bilendir.

9
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

9.Tevbe Suresi
(Medine'de nazil olmuştur ve 129 ayettir. 104. ayet tevbe ile ilgili olduğu için sureye bu isim verilmiştir. Surenin bundan başka birçok ismi olup en meşhuru Berâe'dir. Tevbe suresi in­diğinde, Hz. Peygamber bu ayetleri Mekke'de bulunanlara ilan etmesi için Ebu Bekir'i görevlendirdi. Ama sonra Cebrail (a.s) Peygamber' e gelerek, Allah-u Teâlâ’nın «Bu emri ya kendin veya kendin gibi birisi tebliğ etmelidir!» emrini bildirince Peygamber hemen Mü’minlerin Emiri Ali'yi Ebu Bekir’in arkasından gönderip ayetleri ondan almasını ve müşrik­lere bizzat kendisinin okumasını buyurdu. İmam Ali yolda Ebu Bekir'e yetişip, ayetleri onun elinden aldı. Hz. Ali bayramın birinci günü Akabe Cemresi yanında ayağa kalkarak kendisinin Peygamber tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu bil­irdi ve bir konuşma yaptıktan sonra da oradakilere bu surenin bazı ayetlerini okudu. Böylece bu olayda da Hz. Ali'nin,«Peygamber'in kendisi»nden olan biri olduğu bil­dirilmiş oldu.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- (Bu,) Allah'tan ve elçisinden, müş­riklerden kendileriyle anlaşma yaptığı­nız kimselere bir beraat (ilişkileri kesme) ilanıdır.
2- Yeryüzünde dört ay daha dolaşabi­lirsiniz. Allah'ı aciz bırakamayacağını­zı, Allah'ın küfre sapanları rezil edece­ğini bilin.
3- (Bu,) En büyük hac (hacc-ı ekber) gü­nünde Allah ve Resulünden insanlara bir bildiridir: Allah ve Resulü müşrik­lerden uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır ve eğer yüz çe­virirseniz bilin ki, siz Allah'ı aciz bıra­kacak kimseler değilsiniz. (Ey Muham­med!) Küfre sapanlara elem verici bir azabı müjdele!
4- Yalnız, antlaşma hükümlerinde si­ze karşı bir eksiklik yapmayan ve aley­hinizde kimseye yardım etmeyen müş­riklerle yaptığınız antlaşmaya sonuna kadar riayet edin. Allah takva sahipleri­ni sever.
5- Hürmetli aylar çıkınca, şirk ko­şanları bulduğunuz yerde öldürün, onla­rı yakalayıp hapsedin, her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını açıverin. Doğrusu Allah bağış­layıcı ve merhamet edicidir.
6- Eğer müşriklerden biri, senden aman dilerse, Allah'ın sözünü dinlemesi için ona aman ver. Sonra onu güvenlik içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.
7- Mescid-i Haram'ın yanında antlaştıklarınızın dışında, şirk koşanların Allah katında ve Resulü nezdinde nasıl bir antlaşmaları olabilir? Size doğru davrandıkça siz de onlara doğru davra­nın. Allah, takva sahiplerini sever.
8- Nasıl (anlaşmaları) olabilir ki? Size üstün gelselerdi ne bir yakınlık, ne de bir anlaşma gözetirlerdi. Kalpleriyle as­la istemezlerken, sizi ağızlarıyla hoşnut etmeye uğraşırlar ve çokları fasıklardır.
9- Allah'ın ayetlerini az bir değer karşılığında sattılar ve O'nun yolundan alıkoydular. Onların işledikleri gerçek­ten pek de kötüdür!
10- Onlar hiç bir mü’min hakkında akrabalık veya anlaşma (hürmetini) gözetmezler. İşte aşırı gi­denler bunlardır.
11- Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât ve­rirlerse, sizin din kardeşiniz olurlar. Bilen kimse­ler için ayetleri uzun uzadıya açıklıyoruz.
12- Eğer antlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar ve dininize dil uzatırlarsa, küfrün önder­leriyle çarpışın; çünkü onlar için yemin yoktur. Umulur ki (böylece) vazgeçerler.
13- Yeminlerini bozan ve peygamberi sürgüne göndermeye azmeden bir toplumla, önce kendileri başlattığı halde savaşmanız gerekmez mi? Onlardan korkar mısınız? Eğer iman etmişseniz bilin ki asıl korkmanız gereken Allah’tır.
14- Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rüsva etsin, onlara karşı size yardım edip zafer yolunu açsın ve mü­’minlerin gönüllerini ferahlatsın.
15- Ve onların kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.
16- Allah, içinizden cihat edenleri; Allah'tan, Peygamberinden ve iman edenlerden başka sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize bırakacağını mı zannediyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
17- Müşriklere, kâfir olduklarına bizzat kendileri tanıklık ettikleri halde Allah'ın mescitlerini onarmak düşmez. Onların bütün yaptıkları boşunadır. Onlar ebedi olarak ateşte kalacaklardır.
18- Allah'ın mescitlerini sadece, Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namaz kılan, zekât veren ve ancak Allah'tan korkan kimseler onarabilir, işte bunların başarıya ermişlerden olmaları umulur.
19- Hacca gelenlere su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda savaşan kimse gibi mi tuttunuz? Al­lah katında bir değillerdir; Allah zalimleri hidayete eriştirmez.
(Bu ayet, Ali, Hamza, Cafer, Abbas ve Şeybe hakkında inmiştir. Abbas Ali'ye karşı övünerek, «Ben senden daha faziletliyim çünkü hacılara su vermek benim elimdedir» iddiasında bulunurken Şeybe, «Ben de senden daha faziletliyim, çünkü Mescid-i Haram’ı tamir etmek benim elimdedir» demişti. Bunlara karşı İmam Ali şöyle buyurdu: «Ben ikinizden daha faziletliyim. Çünkü sizden önce Allah'a iman ettim ve Allah yolunda cihatta ve hicrette bulundum.» İkisi de dedi ki: «Bizler Resulullah'in (s.a.a) vereceği hükme razıyız.» Be­raberce Resulullah' ın huzuruna varıp, herkes de­diğini tekrarladıktan sonra, yüce Allah Peygam­ber'ine mezkûr ayeti indirdi.)
20- İman eden, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselere, Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kurtulanlar onlardır.
21- Rableri onlara katından bir rah­met, hoşnutluk ve içinde tükenmez ni­metler bulunan cennetleri müjdeler.
22- Orada ebedi kalacaklardır. Doğ­rusu büyük ecir Allah katındadır.
23- Ey iman edenler! Babalarınızı ve kardeşlerinizi, küfrü imana tercih ediyorlarsa, veliler edinmeyin. Sizden on­ları kim veli edinirse, doğrusu işte zalim olanlar onlardır.
24- De ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşle­riniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar» durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler; sizce Allah'tan, peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık topluluğu hidayete eriştirmez.
25- Allah birçok yerlerde ve Huneyn gününde size yardım etti. Hani çok sayıda oluşunuz böbürlendirip gururlandırmıştı, fakat size bir şey de sağlayamamıştı. Yer ise, bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti de sonra (bozguna uğrayarak) gerisin geri dönüp kaçmaya başlamıştınız.
26- Sonra Allah, elçisine ve mü’minlere güvenlik verdi, görmediğiniz askerler indirdi ve kâfirleri azaba uğrattı. İşte kâfirlerin cezası budur.
27- Allah bundan sonra da dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bağışlayıcı ve merhamet edi­cidir.
28- Ey iman edenler! Doğrusu şirk koşanlar necistirler. Bu sebeple, bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, (bilin ki) Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirir. Allah şüphesiz bilendir, hikmet sahibidir.
29- Kitap verilenlerden, Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve peygamberinin haram kıl­ağını haram saymayan ve hak dinini din edinme-yenlerle, küçülerek kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.
30- Yahudiler, «Üzeyir Allah'ın oğludur» dediler. Hıristiyanlar ise, «Mesih Allah'ın oğludur» dediler. İşte bu, onların ağızlarıyla geve­ledikleri sözlerdir. (Sözlerini) Daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benze­tiyorlar. Allah onları katletsin! Nasıl da (haktan) döndürülüyorlar!
31- Onlar Allah'ı bırakıp hahamları­nı, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i de Rabler edindiler. Oysa tek ilahtan başkasına ibadet etmemekle emrolun-muşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Al­lah, koştukları eşlerden münezzehtir.
32- Allah'ın nurunu ağızlarıyla sön­dürmek isterler. Kâfirler istemese de Al­lah nurunu tamamlamaktan kesin vaz­geçmez.
33- Şirk koşanlar hoşlanmasa da di­nini bütün dinlerden üstün kılmak üze­re, peygamberini hidayet ve hak dinle gönderen Allah'tır.
34- Ey iman edenler! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümü­şü biriktirip Allah yolunda infak etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele.
35- Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak «Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir; biriktirdiğinizi tadın» denecek.
36- Şüphesiz, Allah katında ayların sayısı» gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan din budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin. Onlar sizlerle topluca savaştığı gibi, siz de müşriklerle topluca savaşın ve bilin ki hiç şüphesiz Allah, takva sahipleriyle beraberdir.
37- (Haram ayları) Ertelemek ancak küfürde bir artıştır. Bununla (Beni Kenane'den kimileri tarafından sadece) küfre sapanlar şaşırtılıp saptırılır. Allah'ın haram kıldığına sayı bakımından uymak için, onu bir yıl helal, bir yıl haram kılıyorlar. Böylelikle Allah'ın haram kıldığını helal kılmış oluyorlar. Yaptıklarının kötülüğü kendilerine süslendirilmiştir. Allah, küfre sapan bir topluluğa hidayet et­mez.
(Kinane oğulları'ndan bir adam her yıl hacc mevsiminde eşeğinin sırtında Mekke'ye gelir ve şöyle derdi, «Ey ahali, ben ne kınanırım, ne hayal kırıklığına düşürülürüm ve ne de sözüm reddedilir. Biz bu yıl Muharrem ayının yasak sayılmasını ve sefer ayının onun arkasından gelmesini kararlaştırdık!» Aynı adam ertesi yıl da gelir ve aynı girişi yaptıktan sonra şöyle derdi, «Biz bu yıl Sefer ayının yasak ay olmasını ve Muharrem ayının geriye atılarak bu aya aktarılmasını karar­laştırdık.» İşte yüce Allah bu uygulamaya işaret ediyor. Yani Allah'ın yasağını çiğneyerek herhan­gi bir haram ayı bir sonraki aya aktarırlardı.)
38- Ey iman edenler! Size ne oldu ki, «Allah yolunda, savaşa çıkın» dendiği zaman yere ağırlık edip (yüklenip) kaldı­nız? Oysa dünya hayatının geçimi ahirete göre pek az bir şeydir.
39- Eğer seferber olmazsanız, Allah size elem verici bir azapla azap eder ve yerinize başka bir topluluk getirir. Siz O'na hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir.
40- Siz ona (peygambere) yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani küfre sapanlar ikiden biri olarak onu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında (Peygamber) arkadaşına şöyle diyordu: «Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.» Böylece Allah ona (Peygamber'e) huzur ve güvenlik duygusunu indirmişti, onu sizin görmediği­niz ordularla desteklemiş, küfre sapanların da kelimesini (şirk inançlarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi (tevhit) ise, yüce olandır. Allah üstün ve güçlü olandır, hikmet sahibidir.
(Burada, kâfirlerin Hz. Peygamber'i (s.a.a) öldürmeye karar verdikleri ve tam öldürecekleri gece Hz. Peygamber'in (s.a.a) Mekke'den Medi­ne'ye hicret için yola çıktığı zamana değinilmek­tedir. O zamana dek Müslümanların çoğu ikişer üçer Medine'ye hicret etmiş ve Mekke'de sadece bir kaç çaresiz Müslüman ile kalplerinde nifak bu­lunan ve emin olmayan bazı Müslüman geçinen kimseler kalmıştı. Bu sebepten dolayı Hz. Pey­gamber (s.a.a) kendisini takip edeceklerini bildiği için yanına Ebu Bekir 'i aldı. Medine 'ye giden kuzey yolunu takip etmek yerine güneye doğru yol aldı ve üç gün boyunca «Sevr» mağarasında kal­dı. O sırada kana susamış düşmanlar tüm Mekke çevresinde onu aramışlar ve bazıları onun saklan­dığı mağaranın ağzına kadar gelmişlerdi. Bu kri­tik durumda Ebu Bekir onların mağaraya girip kendilerini göreceklerinden korkarak heyecanlan­mıştı. Fakat Hz. Peygamber (s.a.a) sükûnetini ko­rumuş ve ona, «Üzülme, Allah bizimle beraber­dir» diyerek teselli vermişti.)
41- Gerek hafif, gerek ağır olarak (öz­rü olan ve olmayan herkes), hep birlikte se­ferber olunuz. Allah yolunda mallarınız­la, canlarınızla cihat edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır.
42- Eğer yakın (hemen erişilir) bir dün­ya malı ve rahat bir yolculuk olsaydı, sana uyarlardı; fakat çıkılacak yol onla­ra uzak geldi. Kendilerini helak ederek, Gücümüz yetseydi sizinle beraber çı­kardık diye Allah'a yemin ederler. Al­lah, onların yalancı olduğunu elbette bi­liyor.
43- Allah seni affetsin! Doğru söyle­yenler sana açıkça belli oluncaya ve yalancıları da öğreninceye kadar niye on­lara izin verdin?
(Peygamberin (s.a.a) savaşlara katılmama hususunda münafıklara izin vermesi, asla bu yüce insanın kötü tedbirde bulunduğunun ve yöneticili­ğinin zayıf olduğunun nişanesi değildir. Aksine Peygamber'in zarafetini, yöneticilik letafetini, güçlü ve fevkalade tedbirini göstermektedir. So­nuçta da Peygamber bu konuda asla kınanmış de­ğildir. Aksine Allah inatçı münafıkları kınamak için, bu şekilde Hz. Resul'e hitap etmiş ve adeta kendisine şöyle buyurmuştur: «Ey Peygamberim! Senin izin verip vermemenin onlar için bir farklı­lığı yoktur. Onlar asla savaş meydanlarına katıl­mayacaklardı. Ama eğer sen izin vermeseydin, münafıkların nifakı ve çirkin yüzleri daha çabuk ortaya çıkacaktı; yoksa sen kötü bir iş yapmış de­ğilsin.» Ayette yer alan, «Allah seni affetti» cümlesi de şefkat, merhamet, ilgi izharı, yumuşaklık ve benzeri sebeplerden dolayı söylenmiş bir dua cümlesidir. Nitekim Türkçe'de de yaygın olduğu üzere şöyle demekteyiz: «Allah sana hayır versin, ne yaptığını gördün mü?» veya şöyle demekteyiz: «Allah seni affetsin, onların ne yaptığını gördün mü?» Bu cümleler, Zemahşeri'nin sandığı gibi muhatabın bir günah işlediğine delalet etmemek­tedir. Örnek olarak küstah bir insan, saygın bir in­sana terbiyesizlik yapmak istemektedir. Bu sahne­yi gören başka birisi ise zorla, ricayla veya herhangi bir yolla bu küstahlığa engel olmak iste­mektedir. Burada o saygın insan, bu sahneyi gören o şahsa şöyle diyebilir: «Allah sana rahmet etsin. Neden engel oldun? Bıraksaydın onlar istedikleri­ni yapsaydı da herkes onun nasıl küstah bir insan olduğunu görseydi.» Açıkça görüldüğü üzere bu sahneye şahit olan kimse hiçbir günaha bulaşma­mıştır. Aksine gerekli ve layık bir iş yapmıştır. O saygın insan da diğerinin yaptığından asla rahat­sız olmamıştır. Hatta bundan dolayı çok da mutlu­dur. Bu açıdan «Allah seni affetsin» cümlesi asla uygunsuz bir iş yaptığı anlamında değildir ve «ne­den onun bu işi yapmasına izin vermedin» cümle­si de o şahsı kınamak için söylenmiş değildir, ak­sine yumuşaklık,
merhamet ve şefkat üzere söyenmiş sözlerdir.)
44- Allah'a ve ahiret gününe iman edenler; mallarıyla ve canlarıyla savaşmak hususunda (bahane uydurarak) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini bilir.
45- Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan ve kalpleri şüpheye düşüp şüphelerinde bocalayan kimseler senden izin isterler.
46- Eğer savaşa çıkmak isteselerdi bir hazır yaparlardı. Ama Allah davranışlarını beğenmedi de onları alıkoydu, oturanlar (acizler) ile beraber oturun denildi.
47- Eğer İçinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve fitneye düşürmek için aranıza sokulurlardı. İçinizde onlara kulak verenler var. Allah kendilerine zulmedenleri bilir.
48- Hiç şüphesiz daha önce de fitne koparmak demişlerdi. Sana karşı bir takım işler çeviriyor­lardı, sonunda onlar istemedikleri halde hak orta­ya çıktı, Allah'ın emri üstün geldi.
49- Onlardan, «Bana (geride kalmam için) izin ver, beni fitneye düşürme» diyen vardır. İyi bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Şüphesiz Ce­hennem, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.
50- Sana bir iyilik gelince onların fenasına gider; bir kötülük gelse, «Biz önceden tedbirimizi almıştık» derler ve sevinerek dönüp giderler.
51- De ki: «Allah'ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim mevlamızdır; iman edenler sadece Allah'a güvenmelidir.»
52- De ki: «Siz bizim için iki güzellikten (şehitlik veya zaferden) birinin dışında bir şey mi beklemektesiniz? Oysa biz Allah'ın kendi ka­tından veya elimizle, sizi bir azaba uğ­ratmasını bekliyoruz. Bekleyiniz, doğ­rusu biz de sizinle birlikte bekleyenler­deniz.»
53- De ki: «İster gönüllü verin ister gönülsüz, sizden (sadaka) asla kabul olunmayacaktır. Siz şüphesiz yoldan çı­kanlarsınız .»
54- Verdiklerinin kabul olunmasına engel olan, Allah'ı ve peygamberini in­kâr etmeleri, namaza tembel tembel gel­meleri, istemeye istemeye infakta bulunmalarıdır.
55- Artık onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah bunlarla onlara dünya hayatında azap etmek ve canlarının kâfir olarak çıkmasını ister.
56- Sizden olmadıkları halde, sizden olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Oysa onlar korkak bir topluluktur.
57- Bir sığınak veya mağara yahut girecek bir yer bulmuş olsalardı, çarça­buk oraya yönelirlerdi.
58- Sadakalar (zekâtlar) hakkında seni ayıplayanlar vardır. Onlara verilirse hoşnut olurlar, verilmezse, hemen öfkeleniverirler.
59- Eğer onlar, Allah ve peygamberi­nin kendilerine vermiş oldukları şeylere razı olsalar ve «Allah bize yeter, O ve peygamberi bol nimetinden bize vere­cektir, biz gerçekten ancak Allah'a rağ­bet edenleriz» deselerdi (daha hayırlı olur­du).
60- Sadakalar (zekâtlar), Allah'tan bir farz olarak yoksullara, düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Müslü­manlığa ısındırılacaklar içindir ve köle­ler, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yolda kalanlar uğrunda verilir. Allah bi­lendir, hikmet sahibidir.
61- İkiyüzlülerin içinde, «O (her sözü dinleyen) bir kulaktır» diyerek peygambe­ri incitenler vardır. De ki: «O sizin için hayırlı bir kulaktır. Allah'a iman eder, mü’minlere inanıp güvenir ve sizden iman edenler için de bir rahmettir.» Al­lah elçisine eziyet edenler (bilsin ki), onlar için acıklı bir azap vardır.
(Bu, münafıkların Hz. Peygamber'e (s.a.a) yönelttikleri suçlamalardan biriydi. Hz. Peygamber (s.a.a) herkesi dinledi­ği ve herkesin istediği şeyi söylemesine izin verdiği için onlar bunu hata olarak görürler ve şöyle derlerdi: «O saf bir adam. Herkes ona rahatça yaklaşıp dilediğini söyleyebilir, o da he­men her duyduğuna inanıyor!» O'nun herkesi dinlemesi aslın­da iyi bir şeydi. Fakat münafıklar fakir ve mütevazı Müslü­manların Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanına yaklaşmalarını engelleyebilmek için, bunu sanki kötü bir özellik imiş gibi yaydılar. Münafıklar, bu gerçek mü’minlerin kendi düzenlerini, kötülüklerini ve düşmanca konuşmalarını gidip Hz. Peygamber (s.a.a) haber vermelerinden hoşlanmıyorlardı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) kendileri gibi «saygın» kimseleri değil de bu fakir ve basit insanları dinleyip onlara inanmasına çok kızıyorlardı.)
62- Sizi hoşnut etmek için Allah'a yemin eder­ler. Oysa eğer inanıyorlarsa Allah'ı ve Resulünü razı etmeleri daha layıktır.
63- Allah'a ve elçisine karşı koymaya kalkışana, ebedi kalacağı cehennem ateşi bulunduğunu bilmezler mi? İşte büyük rezillik budur.
64- İkiyüzlüler, kalplerinde olanı haber verecek bir surenin inmesinden çekiniyorlar. De ki: "Alay edin bakalım, Allah çekindiğiniz şeyi mut­laka ortaya koyacaktır.»
65- Onlara soracak olursan, «Biz dalmış, eğleniyorduk» derler. De ki: «Allah ile O'nun ayetle­rle ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz?»
66- Mazeret beyan etmeyin, inandıktan sonra küfre saptınız. İçinizden bir topluluğu affetsek bile suçlu olduklarından dolayı bir topluluğa da azap ederiz.
67- İkiyüzlü erkek ve kadınlar da birbirlerindendir. Kötülüğü emreder, iyi­likten alıkoyar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fâsıkların ta kendileridir.
68- Allah, ikiyüzlü erkek ve kadınla­ra ve küfre sapanlara, ebedi kalacakları cehennem ateşini hazırlamıştır. O, onla­ra yeter. Allah onları lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azap vardır.
69- Sizden önceki (münafık ve kâfir) kimseler gibi (hareket etmektesiniz). Onlar sizden kuvvet bakımından daha güçlü, mal ve çocuklar bakımından daha çok idiler. Onlar kendi paylarıyla yararlan­maya baktılar; siz de sizden öncekilerin kendi paylarıyla yararlandıkları gibi, kendi paylarınızla yararlanmaya baktı­nız ve siz de (dünyaya) dalanlar gibi (dün­yaya) daldınız. İşte onların dünya ve ahirette bütün amelleri boşa çıkmıştır. İşte onlar hüsrana uğrayanlardır.
70- Kendilerinden önce olan Nuh, Ad, Semud kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen ve altüst olmuş şehirler halkının haberleri onlara gelmedi mi? (Oysa) Peygamberle­ri onlara belgeler ile gelmişti. Allah, onlara zul­mediyor değildi; lakin onlar kendilerine zulmedi­yorlardı.
71- Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar bini­lerinin velileridir; iyiyi emrederler, kötülükten sakındırırlar, namaz kılarlar, zekât verirler, Allah’a ve elçisine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hikmet sahibidir.
72- Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaat etmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş budur.
73- Ey Peygamber! Küfre sapanlar ve ikiyüz­lülerle savaş; onlara karşı sert davran. Varacakla-rı yer cehennemdir; pek de kötü bir dönüş yeridir orası!
74- (Senin hakkında bir şey) Söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü Ebette söylediler ve Müslüman olduktan sonra kâfir oldular. Başaramadıkları bir işe (suikasta) yeltendiler ve sırf Allah ve Resulü kendi lütuflarından onları zenginleştirdiği için öç almaya kalkıştılar. Eğer tövbe ederlerse onlar için daha hayırlı olur. Yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da ahirette de elem verici bir azaba çarptıracaktır. Yeryüzünde onların ne bir velisi, ne de yardımcısı vardır.
(Burada münafıkların Tebük Seferi sırasında kurdukları kastedilmektedir. Dönüş sırasında müna­fıklar Hz. Peygamber'i (s.a.a) geceleyin bir tepe üzerinden geçerken bir çukura itip düşürmeyi planladılar. Hz. Peygamber (s.a.a) bu planı haber aldı ve kendisi, Ammar b. Yasir ve Huzeyfe ile kı­sa yoldan, yani tepelerin üzerinden giderken, or­dunun tepelerin çevresindeki uzun yolu takip et­mesini emretti. Yolda giderken yüzleri örtülü bir grup münafığın kendilerini takip ettiğini gördüler. Bunun üzerine Huzeyfe develerini uzaklaştırabil­mek için onlara doğru ilerledi. Fakat münafıklar onun kendilerine yaklaştığını görünce dehşete düştüler ve tanınmamak için kaçmaya başladılar.)
75- Onlardan kimi de «Allah bize bol nimetinden verecek olursa, hiç şüphesiz sadaka vereceğiz ve iyilerden olacağız» diye Allah'a kesin söz vermişlerdi.
76- Allah onlara bol nimetinden ve­rince cimrilik ettiler ve (Allah'ın emrine) sırt dönücüler olarak (sözlerinden) yüz çe­virdiler.
77- Allah'a verdikleri sözden caydık­ları ve yalan söyledikleri için O'nunla karşılaşacakları güne kadar (bu davranışla­rı) kalplerinde sürekli bir nifak oluştur­du.
78- İkiyüzlüler, Allah'ın onların gizli tuttuklarından ve fısıldattıklarından haberdar olduğunu ve Allah'ın görünme­yenleri çok iyi bilen olduğunu bilmiyor­lar mıydı?
79- Sadaka vermekte gönülden dav­ranan müminlere dil uzatan ve güçleri­nin yetebildiğinden başkasını bulama­yanlarla alay edenler var ya, Allah da onları alaya alır ve onlar için elim bir azap vardır.
80- Onlar için bağışlanma dile veya dileme, birdir. Onlar için yetmiş defa bağışlanma dilesen, yine de Allah onla­rı bağışlamayacaktır. Bu, Allah'ı ve peygamberini inkâr etmelerinden ötürü­dür. Allah yoldan çıkan topluluğu hidayete eriştirmez.
81- Allah Resulü'ne karşı olarak ge­ride kalanlar, oturup kalmalarına sevin­diler. Allah yolunda mallarıyla ve canla­rıyla cihat hoşlarına gitmedi. «Sıcakta savaşa çıkmayın» dediler. De ki: «Ce­hennem ateşi daha sıcaktır.» Keşke anlayabilseler!
82- O halde kazandıklarının cezası olarak bundan böyle az gülsünler, çok ağlasınlar.
83- Bundan böyle, Allah seni onlar­dan bir topluluğun yanına döndürür de (yine savaşa) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: «Kesin olarak benimle hiç bir za­man (savaşa) çıkamazsınız ve kesin olarak benim­le bir düşmana karşı savaşamazsınız. Çünkü siz oturmayı ilk defa hoş gördünüz; öyleyse geride kalanlarla birlikte oturun.»
84- Onlardan ölen birinin üzerine asla namaz kılma, mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah'ı ve peygamberini inkâr ettiler ve fasıklar ola­rak öldüler.
85- Malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla onlara dünyada azap etmek ve canlarının kâfir olarak çıkmasını ister.
86- «Allah'a iman edin ve peygamberi ile birlikte cihad edin» diye bir sure inmiş olsa, onların gücü yetenleri sizden izin isterler ve «Bizi bırak oturanlarla beraber kalalım» derler.
87- (Savaştan) Geri kalan (kadınlar) ile beraber ol­maya razı oldular. Onların kalpleri mühürlenmiş­tir, bu yüzden anlamazlar.
88- Ama peygamber ve onunla beraber bulu­nan mü’minler, mallarıyla ve canlarıyla savaştılar. İşte iyilikler onlaradır ve kurtuluşa erenler de on­lardır.
89- Allah onlara temelli kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.
90- Bedevilerden savaşa katılmamak için özür belirtenler, (hiç değilse) kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah'a ve Resulüne yalan söyleyenler de oturdular (ne geldiler, ne de özür dilediler). Onlardan küfre sapanlara, elem verici bir azap erişecektir.
91- Güçsüzlere, hastalara ve infak edecek bir şeyi bulunmayanlara, Allah ve elçisi için iyilik diledikleri müddetçe sorumluluk yoktur. (Bu) İhsan sahipleri­nin aleyhinde bir yol yoktur. Allah ba­ğışlayandır, merhamet edendir.
92- Bir de kendilerini bindirmen için sana her gelişlerinde onlara, «Sizi bindi­recek bir şey bulamıyorum» dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzün­lerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşanarak geri dönenler üzerinde de (sorumlu­luk) yoktur.
93- Sadece senden izin isteyen ve ge­ride kalanlarla bulunmaya razı olanlar aleyhine (kınanma ve cezalandırılma için) yol vardır. Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler.
94- Onlara döndüğünüzde size özür beyan ederler. Onlara De ki: «Özür be­yan etmeyin, size asla inanmayacağız, Allah bazı haberlerinizi bize bildirmiş­tir. Allah da peygamberi de (özrünüzün ya­lan olduğunu gösteren) amellerinizi göre­cektir. Sonunda, görülmeyeni ve görü­neni bilen Allah'a geri çevrileceksiniz. O, yaptıklarınızı size haber verecektir.»
95- Onların yanına döndüğünüz za­man size, kendilerinden (cezalandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah adına yemin içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pisliktir ve kazanmakta ol­duklarına (kötü işlerine) karşılık ceza ola­rak varacakları yer cehennemdir.
96- Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile, Allah, gerçekten fasık kimselerden hoşnut olmaz.
97- Bedeviler, küfür ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah'ın Resulüne indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha elverişlidir. Allah bilen­dir, hikmet sahibi olandır.
98- Bedevilerden, Allah yolunda infak ettikle­rini ziyan sayanlar ve sizin başınıza belalar gelmesini bekleyenler vardır. Belalar onlara olsun. Allah şüphesiz işitendir ve bilendir.
99- Bedevilerden, Allah'a ve ahiret gününe iman eden, infak ettiği şeyleri ve peygamberin dualarını Allah katında bir yakınlık (vesilesi) sayanlar da vardır. İyi bilin ki bunlar (ettikleri infak ve aldıkları dua), onlar için bir yakınlıktır. Allah onları
rahmetine sokacaktır. Allah şüphesiz bağışlayandır ve merhamet edendir.
100- (İslam dinine girme hususunda) Muhacirler ve ensardan ilk öncüler ile onlara güzellikle tabi olanlardan Allah razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kala­cakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.
101- Çevrenizdeki bedeviler içinde münafıklar ve Medineliler içinde de nifakta direnenler vardır. Onları siz değil, ancak biz biliriz. Kendilerine iki defa (dünya ve ahirette) azap edeceğiz; onlar sonra da büyük bir azaba döndürülecekler.
102- Diğerleri de günahlarını itiraf ettiler. Onlar salih bir ameli bir başka kötüyle karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
103- Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onlara dua et. Doğrusu, senin duan, on­lar için bir sükûnet ve huzurdur. Allah işitendir, bilendir.
104- Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçek­ten kullarından tövbeleri kabul edecek ve sadakaları alacak olan O Allah'tır. Şüphesiz, tövbeleri çok kabul eden ve esirgeyen O'dur.
105- De ki: «İstediğinizi yapın; Allah, peygamberi ve mü’minler yaptıklarınızı görecektir. Sonra hepiniz, görülmeyeni ve görüleni bilen Allah'a döndürülecek­siniz. O size, yaptıklarınızı bildirecek­tir.»
106- (Cihada gitmeyenlerden) Diğer bir grup da Allah'ın emrine bırakılmışlar­dır. O, bunlara ya azap eder veya tövbelerini kabul eder. Allah çok bilendir, hikmet sahibidir.
107- Zarar vermek, küfre sapmak, iman edenlerin arasını ayırmak, Allah ve elçisine karşı savaşanlara daha önce­den gözcülük etmek üzere bir Mescid kurup, «Biz sadece iyilik yapmak istedik» diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz Allah şahittir.
108- Onun içinde (Mescid-i dırar'da) as­la bulunma! İlk gününden beri takva üzere kurulan Mescitte bulunman daha uygundur. Orada, arınmak isteyen insanlar vardır. Allah, arınmış olanları sever.
(Fitne-fesat odakları, güya temiz niyetlerin­den kaynaklanan söz konusu istekleri neticesinde yeni bir cami yaptılar. Daha sonra Hz. Peygam­ber'e (s.a.a) gelerek «Efendimiz, yeni mescidimi­ze gelmenizi ve açılış merasimi olarak ilk cemaat­le namazı sizin kıldırmanızı rica ediyoruz» dedi­ler. Fakat Resulullah (s.a.a), teklifin yerine getiril­mesini bir süre erteletti. Daha sonra Hz. Peygam­ber (s.a.a) Tebûk'e sefere çıkınca bu münafıklar­da haince seri faaliyetlerine başladılar. Bu yeni mescitle kendilerini teşkilatlandırmaya ve İslam 'a karşı komplolar düzenlemeye devam ettiler. Hara­retle bekledikleri Müslümanların yenildiği ve Ro­malıların onları bütünüyle imha ettikleri haberini alır almaz Abdullah b. Ubey'i kendilerine kral yapmayı kararlaştırdılar. Fakat Tebûk'te olanlar ise bunların bütün umutlarını boşa çıkarmıştı. Daha sonra seferden dönüş esnasında, Medine'ye yakın «Zi-Evan» denilen yerde bu ayetin inmesiy­le Peygamber (s.a.a) şehre girmeden önce Müslü­manların gidip o mescidi yıkmalarını emretti.)
109- Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir uçurumun kenarına kurup onunla bir­likte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulme sapan bir topluluğa hida­yet etmez.
110- Onların kalpleri parçalanmadıkça (ölmedik­çe), kurdukları bina kalplerinde bir şüphe olarak sürüp gidecektir. Allah bilendir, hikmet sahibi olandır.
111- Hiç şüphesiz Allah, mü’minlerden cennet karşılığında canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah'ın Tevrat'ta da İncil'de Kur'ân'da da üstlendiği gerçek bir vaattir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek kimdir? O halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte büyük kurtuluş budur.
112- (Müminler) Tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (Allah'ın hoşnut olacağı bir iş için) seya­hat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır ve (işte bu) mü’minleri müjdele.
113- Peygambere ve mü’minlere Cehennem ehli oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar şirk koşanlar için mağfiret dilemek yaraşmaz.
114- İbrahim'in, (üvey) babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, (öldükten sonra) onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, onunla ilgisini kesti. Şüphesiz İbrahim çok yumuşak huylu ve çok sabırlı idi
(İlgili ayetlerde Hz. İbrahim'in (a.s) üvey babasının affedilmesi için kullandığı ifade ve tonun bile çok ihtiyatla seçilmiş olduğuna dikkat edilmelidir. Üvey babası müşrik olarak ölünce ve İbrahim, onun doğru yo­la gelmesi imkânsız bir Allah düşmanı olduğunu anlayınca, ilişkisini kesmiş ve Allah'tan ona gele­cek herhangi bir şeyi önleme gücüne sahip olma­dığını açık ifadelerle ilan etmiştir.)
115- Allah, bir topluluğu hidayete er­dirdikten sonra, sakınacakları şeyleri onlara açıklamadıkça, sapıklığa düşürmez. Allah şüphesiz her şeyi bilir.
116- Göklerin ve yerin egemenliği el­bette Allah'ındır; dirilten ve öldüren O'dur. Allah'tan başka veli ve yardımcı­nız yoktur.
117- Hiç şüphesiz Allah, zor bir za­manda, bir kısmının kalpleri kaymak üzere iken, Peygamber'e uyan Muhacirler'e, Ensar'a ve Peygamber'e teveccüh etti. Sonra Allah onlara iltifatta bulun­du; gerçekten O, onlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.
118- (Allah savaştan) Geri bırakılan üç kişiye de (iltifatta bulundu). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş ve nefisleri (vicdanları) kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından), yine Allah'a sığınmak­tan başka çare olmadığını iyice anlamış oldular. Sonra dönsünler diye (Allah) on­lara iltifatta bulundu. Şüphesiz sadece Allah tövbeleri çok kabul edendir, esirgeyendir.
119- Ey iman edenler! Allah'tan sakı­nın ve doğrularla beraber olun.
120- Medinelilere ve etraflarında bu­lunan bedevilere, Allah Resulünden ge­ri kalmaları ve onun canı yerine kendi canlarına rağbet göstermeleri yakışmaz. Bu, gerçekten onların Allah yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, açlık (çekmeleri), kâfirleri öfkelendirecek bir yere ayak basmaları ve düşma­na karşı bir başarıya ulaşmaları karşılığında, mut­laka onlara bununla salih bir amel yazılmış olma­sı nedeniyledir. Şüphesiz Allah, ihsan sahiplerinin ecrini zayi etmez.
121- Küçük ve büyük infak ettikleri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah'ın yapmakta olduklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için onlar adına yazılmıştır.
122- Mü’minlerin tümünün (cihad için) seferber olmaları gerekmez. O halde neden onların her kesiminden bir grup da dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve (vatanlarına) döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için seferber olmuyor Umulur ki (böylece günahlardan) sakınırlar.
123- Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlarla savaşın ve böylece sizde (kendilerine karşı) bir sertlik (caydırıcılık) bulsunlar. İyi bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.
124- Bir sure indirildiğinde onlardan bazısı, bu, hanginizin imanını arttırdı? der. Ancak iman edenlere gelince (Allah), onların imanını art­ırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler.
125- Kalplerinde hastalık olanların ise pislikle­rine pislik katmıştır; onlar kâfir olarak ölmüşler­dir.
126- Onlar, yılda bir veya iki defa imtihana çe­ldiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tövbe etmiyorlar ve ibret de almıyorlar!
127- Bir sure indirilince (korkularından), «Sizi bir kimse görüyor mu?» diye birbirlerine bakarlar, (görmediklerinden emin olduktan hemen) sonra sıvışıp dönerler. Anlamaz bir topluluk oldukları sebebiyle, Allah onların kalp­lerini (imandan) döndürmüştür.
128- (Ey iman edenler!) Hiç şüphesiz kendinizden, sıkıntıya uğramanız kendi­sine ağır gelen, size düşkün, iman eden­lere şefkatli ve merhametli bir peygam­ber gelmiştir.
129- Eğer yüz çevirirlerse de ki: «Allah bana yeter; O'ndan başka ilah yoktur, yalnız O'na güveniyorum ve O büyük bir egemenlik sahibidir.»

10
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

10.Yunus Suresi
(Mekke'de nazil olmuştur ve 109 ayettir. 98. ayette Hz. Yunus'un kavminden bahsedildiği için sureye bu ad verilmiştir. Mekke halkı, kendi içle­rinden bir adamın peygamber olabileceğine ina­namıyorlar ve, «Allah, Ebû Tâlib'in yetimi Muhammed'den başka bir peygamber bulamadı mı?» diyorlardı. Hiç olmazsa hatırı sayılır, zengin ve makam sahibi birisinin peygamber olmasını daha uygun görüyorlardı. İşte bunun üzerine bu sure in­miştir.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Elif, Lam, Ra. İşte bunlar o hik­metli kitabın ayetleridir.
2- İçlerinden birine, «İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında yük­sek bir doğruluk makamı olduğunu müj­dele» diye vahyetmemiz, insanların tu­hafına mı gitti ki, küfre sapanlar, «Bu apaçık bir büyücüdür» dediler?
3- Doğrusu sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra egemenlik tahtına kurulan ve işi düzenleyen Al­lah'tır. O'nun izni olmaksızın hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'na ibadet edin. Siz hala kendinize gelmez misiniz?
4- Hepinizin dönüşü, O'nadır. Allah'ın vaadi haktır. İman edip salih amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için yaratmayı başlatan ve sonra da onu iade edecek olan O'dur. Küfre sapanlar ise, inkâr ettikleri dolayısıyla, onlar için kaynar sudan bir içki ve elim bir azap vardır.
5- Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için aya konak yerleri düzenleyen O'dur. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklamaktadır.
6- Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattıklarında sakınan kimseler için nice ayetler vardır.
7- Şüphesiz bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatından hoşnut olup ona bağlananlar ve jetlerimizden habersiz bulunanlar (var ya).
8- İşte bunların kazandıklarına karşılık vara­cakları yer cehennemdir.
9- Şüphesiz iman edenler ve salih amellerde bulunanlar (var ya), Rableri onları imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan nimetlerle donatılmış cennetlere hidayet eder.
10- Oradaki duaları, «Münezzehsin ey Allah’ım!» dirlik temennileri, «selam (esenlik)» ve son duaları ise, «Bütün övgüler âlemlerin Rabbi olan Allah'a özgüdür» olacaktır.
11- Eğer Allah, insanlara hayrı çarçabuk iste­kleri gibi şerri de çarçabuk verseydi, hemen ecellerine hükmedilirdi (helak edilirlerdi.) Bizimle buluşmayı ümit etmeyenleri azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız.
12- İnsana bir zarar dokuduğu za­man; yan yatarken, otururken veya ayakta iken bize yalvarıp yakarır. Biz darlığını giderince, sanki kendisine do­kunan zarar için bizi hiç çağırmamış gi­bi geçip gider. İşte, haddi aşanlara yap­makta oldukları böyle süslenmiştir.
13- Hiç şüphesiz sizden önce, pey­gamberleri kendilerine mucizeler getir­diği halde zulmettiklerinden dolayı nice nesilleri helak ettik; zaten onlar iman edecek değillerdi. İşte biz suçlu kavim­leri böyle cezalandırırız.
14- Sonra onların ardından, nasıl davranacağınıza bakmamız için sizi yer­yüzünde onların yerine geçirdik.
15- Ayetlerimiz onlara açık açık oku­nunca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, «Bundan başka bir Kur'an getir ve­ya bunu değiştir» dediler. De ki: «Onu ben kendiliğimden değiştiremem, ben ancak, bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabına uğramaktan korkarım.»
16- De ki: «Allah dileseydi ben onu (Kur'an'ı) size okumazdım, (böylece Allah da) size de bildirmemiş olurdu. Daha ön­ce de bir ömür (kırk yıl) aranızda bulun­dum (ama Allah dilemediği için size bu ayetler­den bir şey okumadım), siz hiç düşünmüyor musunuz?»
17- Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir? Suçlular elbette kurtuluşa erişemezler.
18- Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen şeylere taparlar, «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir» derler. De ki: «Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şe­yi mi O'na haber veriyorsunuz?» Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir.
19- İnsanlar bir tek ümmet idiler, sonra ayrılığa düştüler; şayet Rabbinden, daha önce geçmiş bir söz (takdir) olmasaydı, aralarında ihtilafa düştükleri şeyler hakkında hüküm çoktan verilmiş olurdu.
20- «Neden Rabbinden ona (öncekilerin mucizelerine benzer) bir nişane indirilmiyor?» diyorlar. Onlara de ki: «Gaybı bilmek Allah'a mahsustur; bekleyin, doğrusu ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim.»
21- İnsanlara darlık dokunduktan sonra onlara bir rahmet tattırdığımızda, hemen ayetlerimize karşı düzen kurmaya kalkışırlar. Onlara de ki: «Düzen kurmada Allah daha hızlıdır.» Elçilerimiz (olan melekler) kurduğunuz düzenleri hiç şüphesiz yazmaktadır.
22- Sizi karada ve denizde yürüten O'dur. Nitekim siz gemilerdeyken, o gemiler yolcuları tatlı bir rüzgârla alıp götürür ve (yolcular) bu yüzden neşelenirler; derken bir anda o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını an­larlar da dini yalnız Allah'a halis kılarak «Kesinlikle eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız» diye Allah'a yalvarırlar.
23- Allah onları kurtarınca hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar! Yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir. Dünya hayatından (kısa bir müddet) faydalanırsınız, (ama) sonra dönüşünüz bizedir ve işte o zaman yaptıklarınızı si­ze bildiririz.
24- Dünya hayatının örneği; gökten indirdiğimiz, böylece insan ve hayvan­ların yediği, yeryüzü bitkilerinin saye­sinde gürleşip birbirine girdiği su gibi­dir ki yeryüzünün süslenip bezendiği ve yerin sahiplerinin bütün bunlara malik olduklarını sandıkları bir sırada ise, ge­ce veya gündüz emrimiz (afet) o yere ge­lir de böylece dün sanki hiç yokmuş gi­bi onu kökünden biçilip atılmış bir hale sokarız. Düşünen topluluk için ayetleri işte böyle detaylıca açıklarız.
25- Allah, esenlik yurduna (cennete) çağırır ve dilediğini doğru yola hidayet eder.
26- Güzellik yapanlara (mükâfatların) en güzeli ve (hak ettiğinden) fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir karalık, ne de zillet bulaşır. İşte onlar cennet ehlidir. Onlar onda ebedî kalacaklardır.
27- Kötülükler kazanmış olanlara ise o kötülük kadar kötü bir ceza verilir; onların yüzlerini zillet bürür; onları Al­lah'tan (kurtaracak) hiç bir koruyucu da yok. Onların yüzleri, karanlık bir gece­nin parçalarıyla bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar, onlar onda ebedi olarak kalacaklardır.
28- Onların hepsini bir gün toplarız, sonra, şirk koşanlara, «Siz ve koştuğu­nuz ortaklar yerlerinizde bekleyin!» de­yip onları birbirlerinden ayırırız. Ortak koştukları ise, «Bize tapmıyordunuz ki!» derler.
29- «Allah, sizinle bizim aramızda şahit olarak yeter. Gerçekten sizin tapınmanızdan bizim haberimiz yoktu (der­ler).»
30- İşte orada herkes dünyada yapmış oldu­ğuyla imtihan verir ve gerçek mevlaları olan Al­lah'a döndürülür. Uydurdukları (putlar) da ortadan kaybolmuş olur.
31- De ki: «Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Kulak ve gözlerin sahibi kimdir? Diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran kimdir? Her işi düzenleyen kimdir?» Onlar, «Allah’tır diyecekler. O halde «O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?» de.
32- İşte o Allah sizin gerçek Rabbinizdir. Gerçeğin dışında sadece sapıklık vardır. Öyleyse nasıl olup da (gerçeklerden) döndürülüyorsunuz.
33- Böylece, fâsık olanların inanmayacaklarına dair Rabbinin söylediği söz gerçekleşmiş oldu.
34- «Sizin şirk koştuklarınızdan, yaratışı başla­tacak, sonra onu iade edecek biri var mıdır?» De ki: «(Oysa) Allah yaratışı başlatır, sonra da onu ia­de eder. Öyleyse siz nereye çevriliyorsunuz?»
35- De ki: «Koştuğunuz ortaklardan gerçeğe hidayet eden var mıdır?» De ki: «(Ama) Allah ger­eğe hidayet eder. Gerçeğe hidayet eden mi, yok­sa hidayet verilmedikçe kendi kendine hidayeti bulamayan mı uyulmağa daha layıktır? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?»
(Şevahid'ut Tenzil c.l s.265'te Hakim Haskani'nin nakline göre İbn-iAbbas bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: «Kendi aralarında tartışan topluluk, bu münakaşayı Hz. Peygamber’e götürdüler ve Hz. Peygamber bazı sahabelerine onların aralarında hüküm vermelerini istedi. Ama verdikleri hüküm­den razı olmadılar. Daha sonra imam Ali'nin hüküm vermesini istedi. Ali (a.s) onların arasında hüküm verdi ve onlar onun verdiği hükümden razı oldular. Bunun üzerine bazı münafıklar onlara şöyle dedi: «Falan kişi size hüküm etti, fakat razı olmadınız. Fakat Ali size bir hüküm verdi ve onun hükmüne razı oldu­nuz vay halinize!» Bunun mukabilinde yüce Allah Ali hakkında mezkûr ayeti indirdi.»)
36- Onların çoğunluğu zandan baş­kasına uymaz. Gerçekten zan ise, hak­tan hiç bir şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bi­lendir.
37- Bu Kur'an, Allah'tan (inmiştir ve) başkası tarafından uydurulmuş değildir. Lakin o, kendinden öncekini doğrula­yan ve (Allah'tan inmiş her) kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Âlemlerin Rabbinden geldiğinden şüphe yoktur.
38- Yoksa «Onu uydurdu» mu diyor­lar? De ki: «Eğer doğru sözlüler iseniz benzeri bir sure getirin ve Allah'tan baş­ka çağırabileceklerinizi de çağırın.»
39- Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve henüz yorumu (inkârını imkânsız kılan ha­kikati) kendilerine gelmemiş olan şeyi (Kur'an'ı) yalanladılar. Onlardan önceki­ler de böylece yalanlamışlardı. Zalimle­rin sonunun nasıl olduğuna bir bak!
40- Aralarında ona iman eden ve inanmayan vardır. Rabbin, bozguncuları en iyi bilendir.
41- Seni yalanlarlarsa, «Benim yaptı­ğım bana, sizin yaptığınız sizedir; siz benim yaptığımdan berisiniz, ben de si­zin yaptığınızdan beriyim» de.
42- Aralarında sana kulak veren var­dır. Sen, sağırlara, üstelik de akılları ermiyorsa, işittirebilir misin?
43- Aralarında sana bakan vardır. Sen körleri, üstelik de basiretleri yoksa hidayet edebilir misin?
44- Allah insanlara hiç bir şeyle zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zul­mederler.
45- Gündüzün bir saatinden başka sanki (dünyada) hiç durmamışlar gibi on­ları bir araya toplayacağı gün (hiç ayrılma­mışlar gibi) birbirlerini de tanıyacaklardır. Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar ger­çekten hüsrana uğramışlardır. Onlar za­ten hidayete ermiş değillerdi.
46- Onlara söz verdiğimizin (azabın) bir kısmını sana (dünyada) göstersek de veya (göstermeden) seni vefat ettirsek de (sonuçta) onların dönüşü bizedir. Allah onların yaptıklarına şahittir.
47- Her ümmetin bir peygamberi vardır. Onlara peygamberleri geldiğinde onlar (kavmiyle peygamberleri) arasında ada­letle hükmedilir ve onlara asla zulmedil­mez.
48- «Eğer doğru sözlüler iseniz, bu sözünüz (azap vaadiniz) ne zaman» derler.
49- De ki: «Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır; süreleri sona erince artık ne bir saat geri kalırlar ne de ile­ri giderler.»
50- De ki: «Allah'ın azabı size gece veya gün­düz gelirse, suçlular bunlardan hangisini acele ile isterler?»
51- (Azap) Gerçekleştikten sonra mı ona iman edeceksiniz? Hemen şimdi mi? Oysa siz, onun bir an önce gelmesini istiyordunuz.
52- Sonra o zulmetmiş olanlara, «Temelli aza­bı tadın; kazanmakta olduklarınızdan başka şeyle mi cezalandırılacaksınız?» denilecek.
53- «O (ilahi azap) gerçek midir?» diye sende sorarlar. De ki: «Evet, Rabbim hakkı için o geçektir. Siz (Allah'ı) aciz bırakacak da değilsiniz.
54- Zulmeden her nefis, yeryüzündekilerin tümüne sahip olsa bunu (azaba karşılık) mutlaka fidye olarak verirdi. Onlar azabı görünce pişmanlıklarını gizlemeye çalışırlar. Onların arasında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez.
55- « İyi bilin ki göklerde ve yerde ne varsa şüp­hesiz hepsi Allah'ındır. İyi bilin ki Allah'ın vaadi gerçektir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
56- « Dirilten ve öldüren O'dur ve O'na döndü­rüleceksiniz.
57- Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana şifa, iman edenlere bir hidayet ve rahmet gelmiştir.
58- De ki: «Allah'ın lütfü ve rahmetiyle, evet sadece bunlarla sevinsinler. Bu (lütuf ve rahmet), onların topladıklarından daha hayırlıdır.
59- De ki: «Baksanıza, Allah sizin için rızk olarak neler indirdi de siz bir kısmını haram, bir kısmını da helal kıl­dınız.» «Size» de, «Allah mı izin verdi? Yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?»
60- Allah'a karşı yalan yere iftirada bulunanlar, kıyamet gününü ne sanıyor­lar? Doğrusu Allah, insanlar hakkında lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler.
61- Hangi işte olursan ol, Allah'tan Kur'an namına ne okursanız okuyun ve ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza dal­dığınız an, biz mutlaka üstünüzde şahitlerizdir. Yerde ve gökte hiç bir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü de veya daha büyüğü de şüphe­siz apaçık bir kitaptadır.
62- İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmeyecekler­dir.
63- Onlar, iman etmiş ve takvaya er­miş kimselerdir.
64- Dünya hayatında da ahirette de müjde onlaradır. Allah'ın sözlerinde hiç bir değişme yoktur. İşte budur o büyük kurtuluş!
65- Küfre sapanların sözleri seni üz­mesin. Şüphesiz güç ve izzet tümüyle Allah'ındır. O, işiten ve bilendir.
66- İyi bilin ki, göklerde ve yerde kim varsa hepsi sadece Allah'ındır. (O halde) Allah'tan başka ortaklara yakaranlar, neyin ardına düşüyorlar? Doğrusu onlar, zandan başka bir şeyin ardına düşmüyorlar ve onlar sadece yalan söylüyorlar.
67- Size geceyi dinlenesiniz diye (karanlık) ve gündüzü (çalışasınız diye) aydınlık kılan Allah’tır. Şüphesiz işitebilen bir topluluk için bunlarda ayetler vardır.
68- «Allah, çocuk edindi» dediler. O, (bundan) yücedir ve O, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır. Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Kendinizde buna ilişkin ispatlayıcı bir delil de yoktur, Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi (nasıl) söylersiniz?
69- De ki: «Şüphesiz Allah'a karşı yalan iftirada bulunanlar, kurtuluşa erişemezler.»
70- Onlar için dünyada az bir müddet faydalanma vardır, sonra dönüşleri bizedir. İnkârlarına karşılık onlara çetin bir azap tattıracağız.
71- Onlara Nuh'un haberini oku! Kavmine, Ey kavmim! Eğer durumum ve Allah'ın ayetlerini hatırlatmam size ağır geliyorsa (bilin ki), ben Al­lah'a güvenmişim. Artık işinizi (düşüncelerinizi) ve ortaklarınızı bir araya getirin. Sonra (beni öldürme) işiniz içinizde gizli (bir hüzün olarak) kalmasın (açık yürekli olun). Ardından hakkımda hükmünüzü veriniz ve bana mühlet de vermeyiniz.
72- «Eğer yüz çevirirseniz (önemli değil), ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim Allah'a aittir. Ben Müslümanlardan olmakla emrolundum.
73- Onu yalancı saydılar; ama biz onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Onları ötekilerin yerine geçirdik ve ayetlerimizi yalanla­yanları suda boğduk. Uyarılanların sonlarının nasıl olduğuna bir bak!
74- Sonra onun ardından birçok pey­gamberi kendi topluluklarına gönder­dik, onlara apaçık belgeler getirdiler. Diğerlerinin daha önce yalan saymış ol­duklarına bunlar da inanmadılar. Aşırı gidenlerin kalplerini işte böylece mü­hürleriz.
75- Onların ardından da Firavun'a ve seçkin yakınlarına ayetlerimizle Musa ve Harun'u gönderdik. Ama büyüklük tasladılar ve onlar zaten suçlu bir toplu­luk idiler.
76- Gerçek, katımızdan onlara gelin­ce, «Doğrusu bu apaçık bir büyüdür» de­diler.
77- Musa, «Size gerçek gelince, «Si­hir» mi dersiniz? Oysa sihirbazlar asla kurtuluşa ermezler» dedi.
78- Onlar, «Siz ikiniz, bizi babaları­mızı üzerinde bulduğumuz şeylerden çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize iman edecekler değiliz» dediler.
79- Firavun, «Bütün bilgin sihirbaz­ları bana getirin» dedi.
80- Sihirbazlar gelince Musa onlara, «Atacak olacağınız şeyleri atın» dedi.
81- Attıklarında, Musa, «Yaptığınız sihirdir, şüphesiz Allah onu boşa çıkara­caktır. Allah bozguncuların işini elbette düzeltmez» dedi.
82- «Suçlular istemese de Allah söz­leriyle hakkı gerçekleştirecektir.»
83- Firavun ve erkânının kendilerine kötülük yapmasından korktuklarından, kavminin bir kısım gençleri dışında, kimse Musa'ya inanmamıştı; çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten aşırı gidenlerdendi.
84- Musa, «Ey kavmim! Allah'a iman etmişseniz ve teslim olmuşsanız O'na güvenin» dedi.
85- Onlar, «Allah'a güvendik. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için imtihan vesilesi ko­nusu kılma!» dediler.
86- «Rahmetinle bizi kâfirler topluluğundan kurtar»
87- Musa ve kardeşine, «Mısır'da kavminize evler hazırlayın; evlerinizi karşılıklı bir şekil karar kılın, namaz kılın ve iman edenleri müjdele» diye vahyettik.
88- Musa dedi ki: «Rabbimiz! Doğrusu sen Firavun'a ve seçkin yakınlarına (insanları) senin yolundan saptırsınlar diye mi ziynetler ve dünya hayatında mallar verdin? Ey Rabbimiz! Onların servetlerini mahvet ve kalplerini sıkıca mühürle ki, acıklı azabı görmedikçe iman etmesinler.»
89- (Allah) Dedi ki: «İkinizin (dua eden Musa'nın ve «amin» diyen Harun'un) duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yolu­na uymayın.»
90- İsrail oğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla artlarına düş­tüler. Firavun boğulacağı anda, «İsrail oğullarının inandığından başka ilah olmadığına iman ettim, artık ben de Müslümanlardanım» dedi.
91- «Şimdi mi (iman ettin)? Oysa daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin (dedik).»
92- «Senden sonrakilere bir ayet (ibret vesilesi) olması için bugün seni (Firavunu) cesedinle kurtaracağız» dedik. Doğrusu insanların çoğu ayetlerimizden habersizdir.
(Hatta bugün bile, Firavun'un cesedinin yüzerken bulunduğu yer, bölge sakinlerince gösterilir. Bu yer Si­na Yarımadası'nın batı kıyısındadır ve şimdi Cebeli Firavun (Firavun Dağı) olarak bilinir. Bu dağın yakınında da, «Firavun Hamamı» denen sı­cak bir kaplıca vardır ki, Firavun'un cesedinin bulunduğu söylenen Ebu Zenime'den birkaç mil mesafededir.)
93- Hiç şüphesiz İsrail oğullarını doğruluk yurduna yerleştirdik, onlara temiz rızıklar verdik. (Ama onlar ihtilafa düştüler.) Kendilerine ilim gelinceye ka­dar anlaşmazlığa düşmediler. Şüphesiz Rabbin, aralarında, anlaşmazlığa düş­tükleri şey konusunda kıyamet günü hü­küm verecektir.
94- Sana indirdiğimizden şüphede isen, senden önce indirdiğimiz kitapları okuyanlara sor. Hiç şüphesiz sana Rabbinden gerçek gelmiştir, sakın şüphelenenlerden olma.
95- Allah'ın ayetlerini yalanlayanlar­dan da olma, yoksa hüsrana uğrayanlar­dan olursun.
96- Doğrusu haklarında Rabbinin sö­zü (azaba uğrayacakları hükmü) gerçekleş­miş olanlar, iman etmezler.
97- Kendilerine (istedikleri) bütün mu­cizeler gelmiş olsa bile, elem verici aza­bı görünceye kadar (iman etmezler).
98-Neden (azap geldiği sırada) Yunus kavminin dışında iman edip de imanı kendisine yarar sağlamış olan bir ülke yoktur? İşte Yunus'un kavmi iman ettiği zaman, dünya hayatında rezilliği gerektiren azabı onlardan kaldırdık ve onları bir süre daha bu dünyada geçindirdik.
(Her ne kadar Hz. Yunus (a.s) (M.Ö. 860-784) bir İsrail peygamberiyse de, Asurlular'a yol gös­termek üzere Irak'a gönderilmişti. Bu yüzden «Yu­nus kavmi» olarak anılan topluluk Asurlular'dı. Aynı zamanda çok eski ve ünlü kent olan Ninova, onların başkentiydi. Geniş sınırları Tigris'in (Dic­le'nin) sol kıyısı üzerinde şimdiki Musul kentine tekabül etmektedir. Yörenin tepelerinden biri hala «Yunus Nebi» adını taşır. Kent halkının nasıl mü­reffeh bir hayat yaşadığını kestirebilmek için Ni­nova çevresinin 60 mil dolaylarında olduğunu söylemek yeterlidir. Hz. Yunus (a.s), kavmini azap ile korkuttuktan sonra ilahi izin olmaksızın görev yerini terk etmişti. Bu yüzden Allah, gelmekte olan azabın belirtilerini görüp tövbe eden Asurlular bağışlamıştı. Bu olay, Kur'an'da belirtildiği gibi yine ilahi yasalarla ilgi içindedir. Allah mesajı bü­tünüyle ikmal edinceye kadar bir kavmi azaba du­çar etmez. Hz. Yunus (a.s), belirlenen süre boyun­ca tebliğe devam etmediğinden ve kendi düşüncesince görev yerini terk ettiğinden dolayı Allah'ın adaleti cezayı gerektirmedi, çünkü bu kavim için geçerli olacak kanuni şartlar olgunlaşmamış ol­maktaydı. Bu yüzden ceza infaz edilmedi.)
99- Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi iman ederdi. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?
100- Allah'ın izni olmadıkça hiç kim­se iman edemez. O, aklını kullanmayan­ların üzerine bir pislik karar kılar.
101- De ki: «Göklerde ve yerde neler var, bir bakıverin!» İman etmeyen bir topluluğa apaçık ayetler ve uyarıp korkutmalar bir şey sağlamaz.
102- Onlar, kendilerinden önce gelip geçmiş toplumların (acıklı) günlerinin benzerlerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: «O halde bekleyedurun; şüphesiz ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim.»
103- Sonra biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri kurtarırız ve böylece mü’minleri kurtarmamız da üzerimize düşen bir haktır.
104- De ki: «Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz (bilin ki) ben, Allah'tan başka taptıklarınıza tapmam. Ancak, sizi öldürecek olan Allah’a taparım ve ben iman edenlerden olmakla emrolundum.»
105- Ve: «Bir muvahhit (hanif) olarak yüzünü dine doğru yönelt ve sakın müşriklerden olma.
106- Ve sana Allah'tan başka, fayda da zarar veremeyecek bir şeye yakarıp ibadet etme. Öyle yaparsan şüphesiz o zaman zalimlerden olursun.
107- Allah sana bir zarar verirse, onu O'ndan başkası gideremez. Sana bir iyilik dilerse O'nun fazlını engelleyecek yoktur. Onu kullarından dile­diğine eriştirir. O, bağışlayandır, merhametlidir.
108- De ki: «Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek gelmiştir. Kim hidayete ulaşırsa, o, ancak kendi nefsi için hidayete ulaşmıştır. Kim de sapar­sa o da kendi aleyhine sapmıştır. Ben sizin üzeri­mde bir vekil değilim.»
109- Sana vahyedilene uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

11
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

11.Hud Suresi
(Mekke'de nazil olmuştur ve 123 ayettir. 50 - 60. Ayetler Hûd'un (a.s) hayatından bahsedildiği için sûreye bu isim verilmiştir. Yunus sûresinden sonra inmiş olup onun devamı niteliğindedir. İtikada ait esas­ları, Kur'an'ın mucize oluşunu, ahiretle ilgili me­seleleri, sevap ve cezayı ve Hz. Hûd'dan başka Nuh, Salih, İbrahim, Lût, Şuayb ve Musa (a.s) gi­bi peygamberlerin kıssalarını ihtiva etmektedir.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Elif, Lam, Ra. (Bu kitab) Hikmet sa­hibi ve (her şeyden) haberdar olan Allah tarafından, ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da uzun uzadıya açıklanmış bir kitaptır.
2- Allah'tan başkasına ibadet etme­meniz için (indirildi). Ben size, O'nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müj­deciyim.
3- Ve Rabbinizden mağfiret dileme­niz ve O'na tövbe etmeniz için (indirildi. Eğer bunu yaparsanız), belli bir süreye ka­dar sizi güzelce geçindirir ve her fazilet sahibine (dünya ve ahirette) faziletinin kar­şılığını verir. Eğer yüz çevirirseniz o za­man ben doğrusu hakkınızda büyük gü­nün azabından korkarım.
4- Dönüşünüz ancak Allah'adır. O her şeye kadirdir.
5- İyi bilin ki, onlar (Kur'an okunduğu zaman), kendilerini ondan (Kur'an’ı işitmek­ten) gizlemek için göğüslerini (kalplerini) eğip bükerler (Kur'an'a asla itina göstermez­ler). İyi bilin ki, elbiselerine büründüklerinde bile Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. Şüphesiz O, gö­ğüslerde (kalplerde gizli) olanı bilendir.
6- Yeryüzünde rızkı Allah'a ait olma­yan hiçbir canlı yoktur. O, onların karar kıldıkları yerleri (belleri) de emaneten durdukları yerleri (rahimleri) de bilir. (Bu hakikatlerin) Tümü apaçık bir kitaptadır.
7- Henüz su üzerinde egemen iken (âlemler yaratılmadan önce) hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Siz gerçekten, ölümden sonra dirileceksiniz desen, şüphesiz küfre sa­panlar, «Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir» derler.
8- Hiç şüphesiz onların azabını sayı­lı bir süreye kadar ertelesek, muhakkak «Onu alıkoyan nedir?» derler. İyi bilin ki onlara azap geldiği gün, onlardan geri çevrilecek değildir ve alaya almakta ol­dukları şey de kendilerini çepeçevre kuşatacaktır.
9- Hiç şüphesiz insana nimetimizi tattırır, sonra onu ondan çekip alırsak, o şüphesiz umutsuz ve nankör biri kesilir.
10- Başına gelen sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak «Musibetler başımdan gitti» der. Doğrusu o, sevinerek şımaran ve böbürlenen biridir.
11- Sabredenler ve salih amellerde bulunanlar başka. İşte, bağışlanma ve yüce ecir bunlarındır.
12- «Neden ona bir hazine indirilmi­yor veya onunla beraber (kendisini onayla­mak için) bir melek gelmiyor?» demele­rinden ötürü, belki de kalbin daralacak ve sana vahyolunanın bir kısmını (onlara okumayı) terk edeceksin? Oysa sen ancak bir uyarı­cısın, Allah her şeye vekildir.
(Bu ayetin tefsirinde Hz. İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: «Hz. Peygamber (s.a.a) bir gün İmam Ali’ye şöyle buyurdu: «Ey Ali! Allah'tan seni bana vezir kılmasını is­tedim ve kabul etti; seni vasim kılmasını istedim, kabul etti ve seni ümmetimin üzerine halifem kılmasını istedim, yine kabul etti!» Hz. Peygamber'in yanında duran Kureyş'ten iki kişi birine şöyle dediler: «Allah'a andolsun ki su tulumunun içinde çürümüş bir tabak hurma, Muhammed'in Rabbinden istediğinden daha hayırlıdır. Rabbinden bir melek gelseydi yardımcı olsaydı veyahut ona mülk indirseydi de fakirliğini giderseydi...» Bunun akabinde yüce Allah mezkur ayet-i Kerimeyi indirdi.» Sünni alimlerinden Hakim Haskani de Şevahidü’t Tenzil c.l s.282-283'te bu ayetin tevil ve tefsirinde bu yakın bir rivayet nakletmiştir.)
13- Yoksa: «Onu kendisi uydurdu» mu diyor­lar? De ki: «Öyleyse siz de yalan üzere uydurulmuş benzeri on sure getirsenize ve eğer doğru sözlüler iseniz, Allah'tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın!»
14- Eğer size cevap vermezlerse, artık biliniz ki o, gerçekten Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve O'ndan başka ilah yoktur. Nasıl, (bütün bu delillerden sonra) artık Müslüman oldunuz mu?
15- Kim dünya hayatını ve süsünü isterse, onda yapıp ettiklerini tastamam öderiz ve onlar bunda hiç bir eksikliğe de uğratılmazlar.
16- İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiç bir şeyleri olmayan kimselerdir. Dünyada yaptıkları da boşa gitmiştir ve yapmakta oldukları şeyler de (zaten) batıldır.
17- Rabbinden apaçık bir delil (basiret) üzere bulunan, onu kendisinden bir şahidin izlediği ve (şahit olarak) ondan önce bir de önder ve rahmet olarak Musa'nın kitabı bulunan kimse, (böyle olmayan kimse) gibi midir? İşte onlar, buna inanırlar. Hangi topluluk onu inkâr ederse vaat edilen yeri ateştir. Öyleyse, bundan şüp­hen olmasın. Doğrusu o, Rabbinden bir gerçektir, fakat insanların çoğu inan­mazlar.
(Tarih-u Medinet'id Dimeşk s.420-421 ve Feth'ul Kadir c.2 s.466'da belirtildiğine göre bu ayet hakkında, Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyur­muştur: «Rabbinden apaçık bir delil üzere bulu­nan» benim ve «kendinden bir şahit» ise Ali'dir.» bu ayetin tefsirinde yukarıda naklettiğimiz rivaye­ti aynen nakletmiştir )
18- Yalan söyleyerek Allah'a iftira edenden daha zalim kimdir? İşte bunlar Rablerine sunulacaklar ve şahitler, «Rablerine yalan söyleyenler bunlardır» derler. İyi bilin ki Allah'ın laneti zalim­lerin üzerinedir.
19- Onlar (zalimler) Allah'ın yolundan alıkoyarlar ve o yolu eğri göstermeye yeltenirler ve onlar ahireti inkâr eden­lerdir
20- Onlar yeryüzünde (Allah'ı) aciz bı­rakacak olanlar değillerdir. Allah'tan başka velileri de yoktur. Azap onlara kat kat verilir. Onlar (önceden de hakkı) işitme­ye güç yetirmezlerdi ve görmezlerdi.
21- İşte bunlar, kendilerini hüsrana uğratanlardır ve yalan olarak uydurmak­ta oldukları da onlardan uzaklaşıp kay­bolmuşlardır.
22- Hiç şüphesiz bunlar, ahirette en çok hüsrana uğrayanlardır.
23- Doğrusu iman edenler, Salih amelde bulunanlar ve Rablerine karşı güven duyanlar, işte onlar cennet ehlidirler ve onlar onda temelli kalacaklardır.
24- Bu iki zümrenin durumu, kör ve sağır kimse ile gören ve işiten kimsenin durumuna benzer. Durumları hiç eşit olabilir mi? Hala kendinize gelmez misiniz?
25- Hiç şüphesiz biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik, «Ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım (dedi).»
26- Ta ki «Allah'tan başkasına ibadet etmeyesiniz. Doğrusu ben hakkınızda elem verici bir günün azabından korkuyorum (dedi).»
27- Kavminden küfre sapanların elebaşları «Senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz. Sana sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu da görmüyoruz, sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine biz sizi yalancılar sanıyoruz» dediler.
28- Dedi ki: «Ey Kavmim, söyleyin bakayım eğer ben Rabbimden gelen açık belgelere dayanıyorsam ve O bana kendi katından bir rahmet verdi ise de siz bunu görmekten yoksun bırakıldınız, istemediğiniz halde onu size zorla mı kabul ettireceğiz?»
29- «Ey kavmim! Buna karşılık ben sizden bir mal da istemiyorum. Benim ücretim sadece Allah'a aittir. İman edenleri de kovacak değilim; Çünkü onlar Rableriyle karşılaşacaklar. Fakat ben sizi, cahil bir topluluk olarak görüyorum.»
30- «Ey kavmim! Onları kovarsam, Allah'a karşı bana kim yardım eder? Artık kendinize gelmez misiniz?»
31- «Size, Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum; gaybı da bilmem. Doğrusu melek olduğumu da söylemiyorum. Küçük gördüklerinize, Allah iyilik vermeyecektir» de diyemem. İçlerinde olanı Allah daha iyi bilir. Yoksa şüphesiz ben zalimlerden olurum.»
32- «Ey Nuh! Bizimle çekişip durdun, bu çe­nede ileri de gittin. Doğru sözlülerden isen bize vaat ettiğini getir (görelim)» dediler.
33- (Nuh) «Ancak Allah dilerse onu si­ze getirir, siz aciz bırakıcılar değilsiniz-dir» dedi.
34- «Eğer Allah sizi saptırmak ister­se, ben sizin iyiliğinizi arzu etsem bile faydası olmaz. O, sizin Rabbinizdir, O'na döndürüleceksiniz.»
35- Onlar, «Bunu kendisi uydurdu» mu diyorlar? De ki: «Eğer onu ben uydurduysam, günahım bana aittir. Ama ben, sizin işlediğiniz suçlardan uzağım.»
36- Nuh'a, «Senin kavminden, iman etmiş olanlardan başkası artık iman etmeyecektir; onun için yaptıkları şeyler­den dolayı üzülme» diye vahyolundu.
37- «Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi inşa et ve zulme sapanlar konusunda da bana seslenişte bu­lunma. Şüphesiz onlar suda boğulacak­lardır.»
38- Gemiyi yaparken, kavminden küfre sapanların elebaşları yanına uğradıkça onunla alay ederlerdi. O da, Bizimle alay ediyorsanız, şüphesiz alay ettiğiniz gibi, biz de sizinle alay edeceğiz dedi.
39- «Aşağılatıcı azabın kime gelece­ğini ve kime sürekli azabın ineceğini göreceksiniz.»
40- Buyruğumuz gelip tandır (içinden sular) kaynamağa başlayınca, «Her cinsten birer çifti, aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan ehlini ve iman edenleri gemiye bindir» dedik. Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.
41- (Nuh) Dedi ki: «Ona binin. Onun yüzmesi de demir atması (durması) da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir.»
42- Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları gö­türürken, Nuh, kenarda kalmış olan oğluna, «Ey oğulcuğum! Bizimle beraber bin, kâfirlerle birlik olma» diye seslendi.
43- Oğlu, «Beni sudan koruyacak bir dağa sığı­nırım» deyince Nuh, «O'nun merhamet ettikleri dışında, bugün Allah'ın buyruğundan (günahkarları kurtaracak) bir koruyucu yoktur» dedi. Derken dalga aralarına giriverdi. O da boğulanlardan oldu.
44- Denildi ki: «Ey yer, suyunu yut ve ey gök sen de tut.» Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde durdu ve «Zalimler (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun» denildi.
45- Nuh Rabbine seslenip, Rabbim! Oğlum benim ailemdendir. Doğrusu senin vaadin haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.
46- Allah, «Ey Nuh! O senin ailenden değildir; Çünkü o (adeta) salih olmayan bir amel kesilmiştir; öyleyse bilmediğin şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt ve­riyorum» dedi.
47- «Rabbim! Bilmediğim şeyi senden istemekten sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan olurum» dedi.
48- «Ey Nuh! Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine bizden bir esenlik ve bereketle gemiden inin. (Elbette sizden türeyecek olan diğer kâfir) Ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara bizden acıklı bir azap dokunacaktır» denildi.
49- Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin daha önce bilmiyordun. O halde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç, takva sahiplerinindir.
50- Ad kavmine kardeşleri Hûd'u gönderdik. Şöyle dedi: «Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. O'ndan başka ilâhı­nız yoktur. Siz (putperestlikte) yalan uydu­ranlardan başkası değilsiniz.»
51- «Ey kavmim! Buna karşılık siz­den bir ücret istemiyorum. Benim ücre­tim ancak beni yaratana aittir. Akıl et­mez misiniz?»
52- «Ey kavmim! Rabbinizden mağ­firet dileyin ve sonra O'na tövbe edin ki size gökten bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlular ola­rak yüz çevirmeyin.»
53- «Ey Hûd! Sen bize apaçık bir bel­ge (mucize) ile gelmiş değilsin, biz de se­nin sözünle ilahlarımızı terk etmeyiz ve biz sana iman edecek de değiliz.»
54- «Bir kısım ilahlarımız seni fena çarpmış, demekten başka bir şey deme­yiz» dediler. (Hûd) dedi ki: «Doğrusu ben Allah'ı şahit tutuyorum ve siz de şahit olun ki ben O'nu bırakıp koştuğunuz or­taklardan uzağım.»
55- «O'ndan başka (taptıklarınızın hep­sinden uzağım). Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin!»
56- «Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a te­vekkül ettim. O'nun, perçeminden tut­madığı (egemen olmadığı) hiç bir canlı yok­tur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğ­ru bir yol üzerindedir.»
57- «Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O'na hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu be­nim Rabbim, her şeyi gözetleyip koru­yandır.»
58- Buyruğumuz gelince, Hûd'u ve beraberindeki iman edenleri, tarafımız­dan bir rahmet ile kurtardık ve onları çok ağır bir azaptan koruduk.
59- Rablerinin ayetlerini inkâr eden, peygamberlerine karşı çıkan ve her inat­çı zorbanın emrine uyan işte bu Ad (kav­mi) idi.
60- Bu dünyada da kıyamet gününde de lanet­le izlendiler. İyi bilin ki Ad (kavmi) Rablerini inkâr etti. Hey, Hud’un kavmi Ad’a (Allah'ın rahmetinden) uzaklık olsun.
61- Semud kavmine kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: «Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur. Sizi yerden yaratıp orayı imar etmenizi dileyen de O'dur. Öyleyse O'ndan mağfiret dileyin ve O'na yönelin. Doğrusu Rabbim (kullarına) yakın ve duaları kabul edendir» dedi.
62- «Ey Salih! Sen bundan önce, içimizde ümit beslenilen bir kimseydin; şimdi babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi men mi ediyorsun? Doğrusu bizi çağırdığın şeyden çok kuşkulandıran bir şüphe içindeyiz» dediler.
63- «Ey kavmim! Şimdi söyleyin bakayım; eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerindeysem ve bana tarafından bir rahmet vermişse, (bu durumda) O'na isyan edecek olursam, Allah'a karşı bana kim yardım edecektir? Bana zararımı artırmaktan başka bir şey yapamazsınız» dedi.
64- «Ey kavmim! İşte şu sizin için bir mucize olmak üzere Allah'ın bir dişi devesidir. Bırakın onu Allah'ın toprağında otlasın. Ona kötülük etmyin, yoksa sizi yakın bir azap tutuverir.»
65- Buna rağmen onu devirip boğazladılar. O zaman Salih, «Yurdunuzda üç gün daha faydalanın Bu, (azap sözü) yalanlanmayacak bir sözdür»
66- Buyruğumuz gelince, Salih'i ve beraberindeki iman edenleri katımızdan bir rahmet olarak o günün aşağılığından kurtardık. Doğrusu Rabbin pek kuvvetli ve güçlüdür.
67- Zulmedenleri bir çığlık tutuverdi de yurtlarında diz üstü çöküverdiler.
68- Sanki orada hiç yaşamamış gibi oldular. İyi bilin ki, Semud topluluğu Rabbini İnkâr etmişti. Hey, (Allah'ın rah­metinden) uzaklık olsun Semud'a!
69- Hiç Şüphesiz elçilerimiz (melekler) müjde ile İbrahim'e geldiler, «Selam!» dediler. O da «Selam!» dedi de hemen gecikmeden (onlara) kızartılmış bir buza­ğı getirdi.
70- Ellerini ona uzatmadıklarını görünce, tavırları tuhafına gitti ve içinde onlara karşı bir korku uyandı. «Korkma, biz Lut kavmine gönderildik» dediler.
71- Ayakta duran karısı o esnada adet gördü. Böylece ona İshak'ı İshak'ın ardından Yakub'u müjdeledik.
72- «Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu şaşıla­cak bir şey» dedi.
73- (Melekler) Dediler: «Allah'ın emri­ne mi şaşırıyorsun? Oysa Allah'ın rah­meti ve bereketleri siz ev halkının üzeri­nedir. Şüphesiz O, övülmeye layık ve azamet sahibi olandır»
74- İbrahim'in korkusu gidip de müj­de kendisine ulaşınca, Lut topluluğu hakkında bizimle tartışmaya girişti.
75- Doğrusu İbrahim uysal, yumuşak kalpli ve gönülden (Allah'a) yönelen biriydi.
76- Elçilerimiz, «Ey İbrahim! Bun­dan vazgeç, doğrusu Rabbinin emri gelmiştir. Şüphesiz onlara artık geri çevri­lemeyecek bir azap gelmiştir» dediler.
77- Elçilerimiz (melekler) Lut'a gelin­ce; onlardan dolayı kaygılandı, eli ayağı dolaştı, «Bu çetin bir gündür» dedi.
78- Kavmi ona doğru koşarak geldi; onlar daha önceden kötülükler işlemek­teydiler. Lût (onlara) dedi ki: «Ey kav­mim! İşte bunlar benim kızlarım, onlar sizin için daha temizdir (Size nikahlayabilirim). Allah'tan sakının da konuklarımın önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında kimse yok mudur?» dedi.
79- «Hiç şüphesiz senin kızlarında bir hakkımız olmadığını biliyorsun ve doğrusu ne istediğimizi de çok iyi biliyorsun» dediler.
80- «Keşke size karşı bir gücüm olsaydı veya (size karşı koymak için) güçlü bir dayanağa (topluluğa) katılsaydım» dedi.
81- «Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz, onlar sana ilişemezler. Gecenin bir bölümünde, ailenle beraber yola çık. Hiç biriniz dönüp arkasına bakmasın. Ancak karın hariç. Doğrusu onların başına gelen onun başına da gelecektir. Onlara vaat edilen (azap) sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?» dediler.
82- Buyruğumuz gelince oraların altını üstüne getirdik; üzerlerine sağanak halinde balçıktan pi­şirilmiş sert taşlar yağdırdık.
83- (O taşlar) Rabbin katında işaretlenmiş (hangi zalimin üzerine düşeceği belirlenmiş) taşlar İdi. Onlar (taşlar, diğer) zalimlerden (de pek) uzak değildir.
84- Medyen halkına kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Şöyle dedi: «Ey kavmim! Allah'a ibadet edin; sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın. Doğrusu ben sizi nimet nimet içinde görüyorum ve hakkınızda kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.»
85- «Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adalet üzere yapın, insanların eşyasını değerden düşürüp itmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.»
86- «İman etmişseniz Allah'ın baki kıldığı sizin için daha hayırlıdır. Sonra ben, sizin üzerinizde bir koruyucu da değilim.»
(Bu ayetin muhatapları ilk etapta Şuayb'ın kavmidir. Allah'ın baki kıldığı şeyden maksat ise helal kazanç veya ilahi mükafattır. Ama bilindiği gibi ayetler her ne kadar belli bir konu hakkında nazil olmuşsa da sonraki asırlarda daha kapsam­lı ve tümel örneklere de uyarlanabilir. Dolayısıyla Allah'ın insan için baki bıraktığı saadet ve hayır vesilesi her varlık, «Allah' ın baki kıldığı» (bakiyetullah) olarak nitelendirilebilir. Hz. Mehdi de bü­tün insanların hayır ve saadet vesilesi olduğun­dan, bazı rivayetlerde «bakiyetullah» olarak nitelendirilmiştir.)
87- «Ey Şuayb! Babalarımızın taptı­ğını bırakmamızı emreden veya malları­mızı istediğimiz gibi kullanmamızı men eden senin namazın mıdır? (Oysa) Sen doğrusu uysal ve aklı başında birisin» dediler.
88- Şuayb dedi ki: «Ey Kavmim! Söyleyin bakayım, ya eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve O beni kendisinden güzel bir rızık ile rızıklandırmış ise (ne dersiniz?) Size yasak ettiğim şeylerde, aykırı hareket etmek istemem. Gücümün yettiği kadar ıslah etmekten başka bir dileğim yoktur. Ba­şarım ancak Allah'tandır, O'na güvenir ve sadece O'na yönelirim.»
89- Ey kavmim! Bana karşı gelişi­niz, sakın Nuh kavminin ya da Hûd kav­minin veya Salih kavminin başlarına ge­lenlerin bir benzerini size de isabet ettir­mesin. Üstelik Lut kavmi size (zaman, me­kan ve amel olarak) pek de uzak değildir.»
90- «Rabbinizden mağfiret dileyin ve sonra O'na tövbe edin. Doğrusu Rabbim merhamet eden ve çok sevendir.»
91- «Ey Şuayb! Söylediklerinin ço­ğunu anlamıyor ve doğrusu seni aramız­da güçsüz görüyoruz. Eğer aşiretin ol­masaydı seni taşlardık. Esasen bizim için pek değerli de değilsin» dediler.
92- «Ey Kavmim! Benim aşiretim si­ze göre Allah'tan daha mı güçlüdür ki Allah'a sırt çevirdiniz? Doğrusu Rab­bim yapmış olduklarınızı çepeçevre ku­şatıcıdır» dedi.
93- «Ey Kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Kendisini re­zil edecek azabın geleceği şahsın ve ya­lancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz! Gözetleyin, doğrusu ben de sizinle bera­ber gözetleyiciyim.»
94- Buyruğumuz gelince, Şuayb'ı ve berabe­rindeki iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri bir çığlık yakaladı da yurtlarında diz üstü çöküverdiler.
95- Sanki orada refah içinde hiç yaşamamışlardı. İyi bilin ki Semud (halkına) nasıl bir uzaklık ve­rildiyse, Medyen (halkına da Allah'ın rahmetinden) bir uzaklık olsun.
96- Hiç şüphesiz Musa'yı ayetlerimizi apaçık bir delille gönderdik.
97- Firavun'a ve onun önde gelen çevresine (Musa'yı gönderdik). Fakat onlar (çevresi) Firavun’un buyruğuna uydular, oysa Firavun'un buyruğu doğru değildi.
98- Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşer, onları ateşe sokar. Pek de kötü yerdir onların girdikleri yer!
99- Onlar, burada da kıyamet gününde de lanetle izlendiler. Pek de kötü bir bağıştır, bu veri­len bağış!
100- İşte bunlar, sana anlattığımız şehirlerin haberlerindendir. Onlardan kalan da var, biçilmiş ekine dönen de var.
101- Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar ken­tline zulmettiler. Rabbinin buyruğu gelince, Allah'ı bırakıp taptıkları ilahlar kendilerini müstağni kılmadı, yıkımlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
102- Allah zalim ülkeleri yakalayınca, işte böyle yakalar. Şüphesiz O’nun yakalaması elim ve şiddetlidir.
103- Ahiretin azabından korkanlara, bunda hiç şüphesiz ayet (ibret) vardır. O, bütün insanların kendisinde toplanacağı bir gündür ve o, görülecek bir gündür.
104- Biz, o günü, ancak sayılı bir sü­reye kadar geciktiririz.
105- O gün gelince, Allah'ın izni ol­maksızın hiç kimse konuşamaz; içlerin­de azgın olanlar da mesut olanlar da vardır.
106- Azgın olanlar ise ateştedirler. Onlara onda ah-vah ve hırıltı sesleri (çıkarma) vardır.
107- Elbette Rabbin dilemesi dışında gökler ve yer durdukça, onda temelli kalacaklardır, (çünkü Rabbinin her şeye gücü yeter). Rabbin şüphesiz her istediğini ya­par.
108- Mesut olanlar ise cennettedirler. Rabbinin dilemesi bir yana, kesintisiz bir lütuf olarak, gökler ve yer durdukça, onda temelli kalacaklardır.
109- Artık onların tapmakta oldukları şeyler konusunda, sakın kuşkuda olma. Onlar sadece önceden babalarının tap­tıkları gibi tapıyorlar. Kuşkusuz biz, onların paylarını eksiltmeksizin onlara ödeyecek olanlarız.
110- Hiç şüphesiz Musa'ya kitap ver­dik; onda ayrılığa düşüldü. Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, arala­rında mutlaka hükmedilmiş olurdu. Gerçekten onlar, bundan (azaptan) yana kuşku verici bir şüphe içindedirler.
111- Şüphesiz Rabbin, onların amel­lerinin karşılığını elbette tamamen verecektir. O, şüphesiz onların yaptıklarını bilir.
112- Beraberindeki tövbe edenlerle birlikte emredildiğin gibi dosdoğru ol. Taşkınlık etmeyin, doğrusu Allah yap­tıklarınızı görücüdür.
113- Zulmedenlere eğilim gösterme­yin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Al­lah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.
114- Gündüzün iki tarafında ve gece­nin (gündüze) yakın zamanlarında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir. Bu, hatırlayıp kendine gelenlere bir hatırlatmadır.
(Sabahtan öğleye kadar gündüzün bir tarafı, öğleden ak­şama kadar da gündüzün diğer bir tarafıdır. Dolayısıyla gündüzün iki tarafında kılınan namazlardan maksat, sabah, öğle ve ikindi namazı ve gecenin gündüze yakın zamanında kılınan namazlar ise akşam ve yatsı namazlarıdır.)
115- Sabret, Allah ihsan sahiplerinin ecrini elbette zayi etmez.
116- Sizden önceki kuşaklardan, onlardan kur­tardığımızdan pek azı dışında, yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde refaha erdikleri şeyin peşine düştüler ve onlar zaten suçlu idiler.
117- Halkı ıslah eden kimseler iken, senin Rabbin o ülkeleri zulüm ile helak edecek değildi.
118- Eğer Rabbin dileseydi insanları tek bir ümmet kılardı. (Fakat) Onlar ihtilafa düşmeye de­vam edecekler.
119- Sadece Rabbinin merhamet ettikleri (bundan) müstesnadır. Esasen onları bunun (rahmet) için yaratmıştır. Rabbinin, «Şüphesiz cehennemi tümüyle (taşkınlık eden) cinler ve insanlarla doldura­cağım» sözü tamamen yerine geldi.
120- Peygamberlerin haberlerinden sana bu tüm anlattıklarımız, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlayan şeylerdir. Sana bunda hak, iman edenlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.
121- İman etmeyenlere de ki: «Elinizden geleni yapın! Biz de (elimizden geleni) yapıcılarız.»
122- Bekleyin! Şüphesiz biz de bekleyicileriz.
123- Göklerin ve verin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler O'na döndürülür. Öyleyse O'na ibadet et, O'na güven ve Rabbin, yap­tıklarınızdan gafil değildir.

12
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

12.Yusuf Suresi
(Mekke'de nazil olmuştur ve 111 ayettir. Surenin başından sonuna kadar Yusuf Peygamber'den bahsedildiği için bu adı almıştır.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Elif, Lam, Ra. Bunlar, apaçık kita­bın ayetleridir.
2- Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik.
3- Biz bu Kur'an'ı vahyederek, sana en güzel kıssayı anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bundan habersizdin.
4- Hani Yusuf babasına, «Babacığım! Rüyamda on bir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm» demişti.
5- (Babası) Dedi ki: «Oğulcağızım! Rüyanı kardeşlerine anlatma. Sonra se­nin için bir hilede bulunurlar. Şüphesiz, şeytan insan için apaçık bir düşmandır.»
6- «Rabbin seni böylece rüyandaki gibi (peygamberliğe) seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek; daha önce, babaların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakup soyuna da tamamlayacaktır. Doğrusu Rabbin bilendir, hikmet sahibi­dir.»
7- Hiç şüphesiz Yusuf ve kardeşleri­nin olayında, soranlara nice ibretler var­dır.
8- Hani demişlerdi ki: «Biz, güçlü bir topluluk olduğumuz halde Yusuf ve kar­deşi, babamıza bizden daha sevgilidir­ler. Doğrusu babamız apaçık bir şaşkın­lık içindedir.»
9- «Öldürün Yusuf'u veya onu bir yere atıp bırakın ki babanızın yüzü (sevgisi) yalnızca size (özgü) kalsın. Ondan sonra da (tövbe ederek) salih bir topluluk olunuz.»
10- Onlardan bir söz sahibi dedi ki: «Yusuf’u öldürmeyin, Eğer (mutlaka bir şey) yapacaksanız, onu bir kuyunun dibine bırakın da (oradan geçen) kafilenin biri onu bulup alsın.»
11- «Ey babamız! Biz onun (Yusuf'un) iyiliğini istediğimiz halde, sen neden Yusuf hakkında biz güvenmiyorsun?»
12- «Sen onu yarın bizimle gönder de gönlünce gezsin ve oynasın. Kuşkusuz biz onu koruyup gözetiriz.»
13- Dedi ki: «Sizin onu götürmeniz gerçek beni üzer ve siz ondan habersiz iken onu kurt yemesinden korkuyorum.»
14- Dediler ki: «Şüphesiz biz böyle güçlü topluluk iken onu kurt yerse, o zaman biz kesinlikle hüsrana uğrayanlardan oluruz.»
15- Yusuf'u götürüp bir kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdıklarında, biz ona, «Şüphe­siz sen, farkında olmadıkları bir sırada, bu yaptıklarını onlara haber vereceksin» diye vahyettik.
16- Akşamüstü ağlayarak babalarına geldiler.
17- «Ey babamız! Biz gittik, yarışıyorduk. Yusuf'u eşyamızın yanına bırakmıştık, derken kurt onu yedi. Ama biz doğruyu söyleyenler olsak bile sen bize inanacak değilsin» dediler.
18- Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan gömleğini getirdiler. «Hayır» dedi. «Belki nefsiniz bir işi size süslemiş (güzel göstermiş) oldu. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabır! Sizin bu söyle­mlerinize karşı (kendisinden) yardım istenecek olan Allah'tır.»
19- « Bir kervan geldi, sucularını (su almak için kuyuya) gönderdiler. Sucu kovasını (sudan) çekince (kovayla birlikte Yusuf'un kuyudan çık­tığını gördüğünde), «Müjde! Bu genç bir oğlan!» dedi. Yusuf'u alıp onu bir ticaret sermayesi olarak sakladılar. Oysa Allah yaptıklarını bilendi.
20- Onu ucuz bir fiyata, sayısı belli (bir kaç) dirheme sattılar. Onlar onu pek önemsemediler.
21- Mısır'da onu satın alan kimse ka­rısına, «Onun yerini yüce tut, belki bize faydası olur yahut da onu evlat ediniriz» dedi. Biz işte böylece Yusuf'u o yere yerleştirdik ki ona, (rüyadaki) olayların yorumunu öğretelim. Allah, işinde üstündür, fakat insanların çoğu bunu bil­mezler.
22- O kemâl çağına geldiğinde ona hikmet ve bilgi verdik. İhsan sahiplerini böyle mükâfatlandırırız.
23- Evinde bulunduğu kadın onun nefsinden murat almak istedi, kapıları sıkı sıkı kapadı ve «Ben seninim, gelsene!» dedi. Yusuf, «Allah'a sığınırım. Çünkü o (Allah) benim Rabbimdir, yeri­mi güzel kılmıştır. Şüphesiz zalimler kurtuluşa ermez» dedi.
24- Şüphesiz kadın ona kastetmişti. O da eğer Rabbinin kesin kanıtını görmemiş olsa idi kadına kastedecekti. İşte ondan kötülüğü ve çirkinliği böylece engelledik. Doğrusu o bizim ihlâsa erdi­rilmiş kullarımızdandır.
25- İkisi de kapıya koştular, kadın Yusuf'un gömleğini arkadan çekip yırt­tı. Kapının yanında kadının efendisine (kocasına) rastladılar. Kadın, «Ailene kö­tülük etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis ya da elem verici bir azaptır» dedi.
26- Yusuf, «O benim nefsimden kâm almak istedi» dedi. Kadının akrabasından biri, «Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, o ise yalancılardandır» diye şahitlik etti.
27- «Yok, eğer onun gömleği arkadan çekilip yırtılmışsa, bu durumda kadın yalan söylemiştir ve kendisi doğruyu söyleyenlerdendir.»
28- (Kocası) Gömleğinin arkadan yırtılmış oldu­ğunu görünce, «Doğrusu bu sizin düzenlerinizdendir, şüphesiz siz kadınların düzeni büyüktür» dedi.
29- «Yusuf, sen bundan yüz çevir. Sen de (kadın) günahından ötürü bağışlanma dile. Doğrusu hata edenlerden oldun.»
30- Şehirde bir takım (sosyete) kadınlar, (kışkırtmak için), «Azizin karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş; (adeta) delikanlın sevgisi kalp perdesini yırtıp yüreğine sinmiş. Doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görmekteyiz» dediler.
31- (Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (kurye) yolladı, onlar için bir eğlence partisi düzenledi ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf'a da:) Çık, onlara (görün)» dedi. Böylece onlar onu görünce (gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve Allah'ı tenzih ederiz! Bu bir beşer değildir, bu, ancak yüce bir melektir» dediler.
32- Vezirin karısı, «İşte sözünü edip hakkında beni yerdiğiniz budur. Şüphesiz ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Emrettiğim şeyi yapmazsa, hiç şüphesiz zindana atılacak ve mutlaka küçük düşürülen­lerden olacaktır.»
33- (Yusuf) Dedi ki: «Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Onların kurdukları düzeni ben­den uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olu­rum.»
34- Rabbi ona (duasına) icabet etti ve onların düzenlerini kendisinden uzak­laştırdı. Zira O, işiten ve bilendir.
35- Sonra onlara (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, onu bel­li bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) belirdi.
36- Zindana, onunla beraber, iki genç daha girdi. Biri, «(Rüyamda) şarap (üzüm) sıktığımı gördüm» dedi. Diğeri «Başı­mın üzerinde, kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bize bunu yorumla. Doğrusu biz seni, ihsan sahiplerinden görmekteyiz» dedi.
37- Dedi ki: «Size rızık olmak üzere verilen yemeklerin gelmesinden önce onun yorumunu size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah'a inanmaz bir kav­min dinini terk ettim. Hem onlar, ahireti de inkâr edenlerdi.»
38- «Babalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a her hangi bir ortak koşmak bize yaraşmaz. Bu, Al­lah'ın bize ve insanlara olan lütfüdür; fakat insanların çoğu şükretmez.»
39- «Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı (bir sürü) uydurma Rabler mi daha iyidir, yoksa ezici üstünlüğe sahip olan tek Allah mı?»
40- «Sizin Allah'tan başka taptıkları­nız, Allah'ın kendileri hakkında hiç bir ispatlayıcı delil indirmediği, sizin ve ba­balarınızın ad olarak adlandırdıklarınız­dan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, kendisinden başkasına kulluk et­memenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte bu­dur, ancak insanların çoğu bilmezler.»
41- «Ey zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisi­ne şarap sunacak, diğeri asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. Hükmünü sorduğunuz iş işte böylece kesinleşmiştir.»
42- İkisinden, kurtulacağını sandığı kimseye «Efendinin yanında beni an» dedi. Ama şeytan efendisine onu hatırlatmayı unutturdu ve bu yüzden bir kaç yıl daha hapiste kaldı.
43- Hükümdar, «Ben yedi semiz inek gördüm. Bunları yedi zayıf inek yiyordu. Bir de yedi yeşil başak ile yedi kuru başak gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı bana yorumlayın» dedi.
44- «Bu gördükleriniz karışık düşlerdir. Biz böyle karışık düşlerin yorumunu bilemeyiz» dedi­ler.
45- O iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra hatırladı ve «Ben bunun yorumunu size haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin» dedi.
46- «Yusuf, ey doğru sözlü! Yedi zayıf ineğin yediği yedi semiz ineğe ve yedi yeşil başak ile yedi kuru başağa ilişkin bize açıklama yap. Umarım insanlara (bir ilimle) dönerim, belki onlar da (böylece hakikati) öğrenmiş olurlar.»
47- (Yusuf) Dedi ki: «Siz yedi yıl, önceleri (ektiğiniz) gibi ekin, yediğinizin az bir kısmı dışında biç­erinizi başağında bırakın.»
48- «Sonra, bunun peşinden yedi kurak yıl gelecek, (tohumluk olarak) saklayacağınız az bir miktar dışında, o yıllar için önceden biriktir­diklerinizi yiyip tüketirsiniz.»
49- «Sonra bunun arkasından bir yıl gelir ki, insanlar onda bol bol yağmura kavuşturulur ve onda (meyve) sıkarlar.»
50- Hükümdar, «Onu bana getirin» dedi. Yusuf'a elçi gelince, «Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor; doğrusu Rabbim onların hilesini bilir» dedi.
51- (Hükümdar o kadınlara,) «Yusuf'un nefsinden murat almak istediğinizde si­zin durumunuz neydi?» dedi. Onlar, «Allah münezzehtir, biz onun hiç bir kö­tülüğünü bilmiyoruz!» dediler. Aziz'in de karısı dedi ki: «İşte şu anda gerçek orta yere çıktı; onun nefsinden ben mu­rat almak istemiştim. O ise gerçekten doğruyu söyleyenlerdendir.»
52- «Bu (hapisten çıkmayı reddedişim), kendisine (Aziz'e), gıyabında ihanet etmediğimi bilmesi içindi. Şüphesiz Allah hainlerin tuzaklarını başarıya erdirmez.»
53- «Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü Rabbimin rahmet ettiği müstes­na, nefis şiddetle kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim bağışlayıcı ve merha­metlidir.»
54- Hükümdar, «Onu bana getirin, kendime özgü (özel danışman) kılayım» dedi. Onunla konuşunca, «Sen bugün bi­zim yanımızda (artık) önemli bir yer sa­hibisin, güvenilirsin» dedi.
55- (Yusuf) Dedi ki: «Beni (bu) yerin (ül­kenin) hazineleri üzerinde (bir yönetici) kıl. Çünkü ben, (bunları iyi)bir koruyucuyum, (yönetim işlerini de) bilenim.»
56- İşte böylece biz o topraklarda Yu­suf'a dilediği gibi hareket etmek üzere güç ve imkân verdik. Biz kime dilersek rahmetimizi nasip ederiz ve ihsan sahip­lerinin ecrini kayba uğratmayız.
57- Ama ahiret ecri, iman edenler ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için daha iyidir.
58- Yusuf'un kardeşleri (azık almak için) gelip yanına girdiler. Kendisini tanımadıkları halde, o onları tanıdı.
59- Onların erzak yüklerini hazırlayınca dedi ki: «Bana babanızdan olan kardeşinizi (Bünyamin'i) getirin. Benim ölçüyü tam tuttuğumu ve benim konukseverlerin en iyisi ol­duğumu görmüyor musunuz?»
60- «Eğer onu bana getirmezseniz artık benim katımda sizin için bir ölçek (erzak) yoktur ve bana artık yaklaşmayın.»
61- Kardeşleri, «Onu babasından istemeye ça­lışacağız ve her halde bunu yaparız» dediler.
62- Yusuf (emrindeki) gençlere, «Sermayelerim (erzak bedellerini) yüklerinin içine koyun. Belki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da geri dönerler» dedi.
63- Babalarına döndüklerinde, Ey babamız Bize ölçek (erzak) yasak edildi, kardeşimizi bizimle beraber gönder de ölçek (erzak) alalım. Biz onun için elbette koruyucu kimseleriz» dediler.
64- «Daha önce kardeşi (Yusuf) hakkında size güvendiğim gibi, bunun hakkında da size güvenir miyim? Oysa Allah en iyi koruyandır, O merha­met edenlerin en merhametlisidir» dedi.
65- Erzak yüklerini açıp da sermayelerinin indilerine geri verilmiş olduğunu gördüklerinde dediler ki: «Ey babamız, daha ne istiyoruz, işte sermayemiz bize geri verilmiş; (bununla yine) ailemize erzak getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükünü de arttırmış oluruz. Bu (aldığımız) az bir ölçektir.»
66- (Yakub,) «Bana etrafınızın çepeçevre kuşatılması (çaresiz kalma durumunuz) dışında, onu ne olursa olsun mutlaka bana getireceğinize dair Allah adına kesin bir söz verinceye kadar, onu sizinle asla gönderemem» dedi. Böylelikle ona kesin bir söz verdiklerinde dedi ki: «Allah, söyledik­lerimize karşı vekildir.»
67- Babaları, «Ey Oğullarım! (Kem gözlerden korunmak için Mısır'a) Tek bir kapı­dan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. (Ama yine de) Ben sizi hiç bir şeyde Al­lah'tan müstağni kılamam. Hüküm an­cak Allah'ındır. (Onun için) Ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yal­nız O'na dayansınlar» dedi.
68- Babalarının emrettiği gibi şehre girdiklerinde esasen bu, Yakub'un nefsindeki dileği (babalık şefkatini) açığa çı­karması dışında hiç bir şeyde onları Al­lah'tan müstağni kılmadı. O, şüphesiz kendisine öğrettiğimizi bilir, fakat insanların çoğu bilmezler.
69- Yusuf'un yanına girdiklerinde, kardeşini çekerek yanına aldı ve «Ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına artık üzülme» dedi.
70- Yusuf onların yüklerini yükletirken, (ölçü kabı olarak kullanılan) su tasını kardeşinin yüküne koydurdu. Sonra bir münadi, «Ey kervancılar, siz hırsızsınız!» diye seslendi.
71- Onlara doğru yönelerek «Neyi kaybettiniz?» dediler.
72- «Hükümdarın su kabını kaybet­tik, onu getirene bir deve yükü mükâfat verilecek» dediler. (Tahıl ambarının sorumlu­su ise) «Ben de kefilim» (dedi.)
73- «Allah'a andolsun ki, bizim yer­yüzünde fesat çıkarmak için gelmediği­mizi siz de biliyorsunuz. Biz asla hırsız­lar da olmadık» dediler.
74- «Yalancı iseniz, cezası nedir?» dediler.
75- «Onun cezası, (su tası) yükünde bulunanın kendisidir. İşte biz zulmeden­leri böyle cezalandırırız» dediler.
76- Yusuf kardeşinin yükünden önce onlarınkini aramaya başladı; sonra kardeşinin yükünden su kabını çıkardı. İşte biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik. (Yoksa) Hükümdarın dininde (yürürlükte­ki kanuna göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı. Ancak Allah'ın dilemesi başka Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz ve her bilgi sahibinin üstün daha iyi bir bilen vardır.»
77- Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı dediler. Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. İçinden «Siz daha kötü bir konumdasınız; ayağınızı Allah daha iyi bilir dedi.
78- Kardeşleri, «Ey Aziz! Onun yaşlanmış kocamış bir babası vardır. Bizden birini onun yerine al. Doğrusu biz senin ihsan sahiplerinden olduğunu görüyoruz» dediler.
79- Dedi ki: «Eşyamızı kendisinde bulduğumu­zun dışında birisini alıkoymamızdan Allah'a sığınırız. Yoksa bu durumda kuşkusuz biz zalimler­in oluruz.»
80- Ümitsizliğe düşünce, konuşmak üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri şöyle dedi: «Babanızın Allah'a karşı sizden bir söz aldığını, daha önce Yusuf hakkında da kusur ettiğinizi bilmiyor musunuz? Artık babam bana izin verene veya Allah hakkımda hüküm verene kadar bu yerden ayrılmayacağım. Şüphesiz O, hükmedenlerin en iyisidir.
81- Babanıza dönün ve deyin ki: «Ey Babamız! Senin oğlun hırsızlık yaptı, biz bildiğimizden başka bir şeye şahitlik etmedik ve biz gaybın kollayıcıları da değiliz.»
82- «Bulunduğumuz ülkenin halkına ve kendisinde geldiğimiz kervana da sorabilirsin; biz gerçekten doğruyu söyle­yenleriz.»
83- (Yakup) «Hayır, size nefisleriniz bir işi süslemiştir, (artık bana düşen) güzel­ce bir sabır! Belki Allah hepsini birden bana getirecektir; çünkü O bilendir, hik­met sahibidir» dedi.
84- Ve onlardan yüz çevirdi, «Ah Yu­suf'um, ah!» dedi ve üzüntüden gözleri­ne ak düştü. Ama O (çocuklarına sataşmayıp) öfkesini yenendi.
85- «Allah'a yemin olsun ki sen yıkı­ma yüz tutuncaya kadar veya yıkıma uğramışlardan oluncaya değin Yusuf'u anıp durmaktan geri kalmayacaksın» dediler.
86- (Yakup,) «Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım. Allah katından, sizin bilemeyeceklerinizi bilirim» dedi.
87- «Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf'u ve kardeşini arayın. Allah'ın rahmetin­den ümidinizi kesmeyin; doğrusu kâfir­ler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez.»
88- Kardeşleri (Yusuf'un) yanma var­dıklarında, «Ey Aziz! Biz ve ailemize şiddetli bir darlık dokundu. Pek değer­siz bir sermayeyle geldik. Ölçeği bize tam yap ve sadaka ver; Allah sadaka ve­renleri şüphesiz mükâfatlandırır» dedi­ler.
89- «Siz cahiller iken, Yusuf ve kar­deşine neler yaptığınızın farkında mısı­nız?» dedi.
90- «Yoksa sen Yusuf musun?» dedi­ler. (Yusuf,) «Ben Yusuf'um, bu da karde­şim. Allah bize iyilikte bulundu. Doğru­su kim takva sahibi olur ve sabrederse (bilsin ki) Allah ihsan sahiplerinin ecrini asla zayi etmez» dedi.
91- «Allah'a yemin ederiz ki, Allah seni bizden üstün kıldı; biz de gerçekten hataya düşenler idik» dediler.
92- (Yusuf) Dedi ki: «Bugün sizin üzerinize bir azarlama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhamet­lilerin en merhametlisidir.»
93- «Bu gömleğimi götürün, babamın yüzüne bırakın; gözü (yine) görür hale gelir. Bütün ailenizi de bana getirin.»
94- Kervan, (Mısır'dan Kenan'a gitmek üzere) ayrıldığında, babaları, «Eğer beni bunamış saymazsanız, (inanın) Yusuf'un kokusunu (burnumda tüter) buluyorum» dedi.
95- Çevresindekiler, «Allah'a yemin ederiz sen, hâlâ eski şaşkınlığındasın» dediler.
96- Müjdeci gelip, gömleği Yakub'un yüzüne bırakınca, hemen gözü görür olarak (eski haline) dö­nüverdi. Bunun üzerine Yakup, «Ben size, Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum dememiş miydim?» dedi.
97- (Oğulları,) Ey Babamız! Suçlarımızın ba­ğışlanmasını dile, biz gerçekten hataya düşenler idik dediler.
98- (Yakup,) «Rabbimden bağışlanmanızı dileye­lim; O şüphesiz bağışlar ve merhamet eder» dedi.
99- Yusuf'un yanına geldiklerinde o, anasını babasını bağrına bastı, «Allah'ın dilemesiyle Mısır’a güvenlik içinde giriniz» dedi.
100- Ana babasını tahtın üzerine çıkartıp oturttu. Hepsi onun için (Allah'a şükür ifadesi olarak)secdeye kapandılar. (Yusuf,) «Babacığım! İşte bu, önceden gördüğüm rüyanın yoru­mudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti; çünkü beni zin­dandan çıkardı. Şeytan benimle kardeş­lerimin arasını bozduktan sonra, (Allah) sizi çölden (şehire) getirdi. Şüphesiz be­nim Rabbim, dilediğine pek ince tedbir sahibidir. Gerçekten bilen ve hikmet sa­hibi olan O'dur» dedi.
101- «Rabbim! Bana hükümranlık verdin, bana (rüyada görülen) olayların yorumundan öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratanı! Dünya ve ahirette velim sensin; benim canımı Müslüman olarak al ve beni salihlere kat.»
102- İşte bu, sana vahyettiğimiz gaybe ait haberlerdendir. Onlar elbirliği edip düzen kurdukları zaman da yanla­rında değildin.
103- Sen ne kadar hırslansan da in­sanların çoğu iman etmezler.
104- Oysa sen buna karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun. O (Kur'an), âlemler için sadece bir hatırlatmadır.
105- Göklerde ve yerde yanlarından yüzlerini çevirerek geçtikleri nice ayet­ler vardır.
106- Onların çoğu, ortak koşmadan Allah'a iman etmezler.
107- Allah tarafından, kendilerine kuşatıcı bir azabın gelmesinden veya farkına varmadan ansızın ölümün ken­dilerine gelmesinden güvende midirler?
108- De ki: «Benim yolum budur; ben ve bana uyanlar insanları bir basiret üzere Allah'a çağırırız. Allah münez­zehtir. Ben asla şirk koşanlardan deği­lim.»
109-Biz senden önce şehirler halkına, kendilerine vahyettiğimiz kimseler dışında (melekleri elçi olarak) göndermedik. Hiç yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl ol­duğunu bir görmüş olsunlar? Takva sahipleri için ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?
110-Nihayet peygamberlerin (halkın iman etmesin­den) ümitsizliğe düştükleri ve halkın (peygamberlerce) kendilerine yalan söylendiğini sandıklan sırada onlara yardımımız geldi de biz kimi dilersek o kurtuluşa erdirildi. Azabımız suçlu topluktan geri çevrilecek değildir.
111- Hiç şüphesiz peygamberlerin kıssalar da, akıl sahipleri için bir ibret vardır. (Bu Kur’an) Düzüp uydurulacak bir söz değildir. Kendinden öncekini doğrulamaktadır. Her şeyi ayrıntılı bir biçimde açıklamaktadır. İman eden topluluğa şüphesiz bir hidayet ve rahmettir.

13
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

13.Ra'd Suresi
(Mekke'de nazil olmuştur ve 43 ayettir. Surenin onüçüncü ayetinde gök gürültüsü manasına gelen «er-Ra'd» kelimesi zikredildiği için sureye bu ad verilmiştir.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Elif, Lâm, Mîm, Râ. Bunlar Kitabın ayetle­ridir ve sana Rabbinden indirilen haktır. Ancak in­sanların çoğu iman etmezler.
2- (O,) Gökleri görebileceğiniz bir dayanak olmaksızın yükselten, sonra egemenlik tahtına kurulan ve güneş ile aya boyun eğdiren Allah'tır. Her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi tedbir eder, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza yakin hedersiniz.
3- Ve O, veri yayıp uzatan, onda sarsılmaz dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürün­lerin her birinden ikişer çift yaratmıştır ve geceyi gündüze bürümektedir. Şüp­hesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
4- Yeryüzünde birbirine yakın komşu olan kıtalar, üzüm bağları, ekinler, çatal­lı ve çatalsız hurmalıklar da vardır. Bunlar aynı su ile sulanır. (Böyle iken) Yemişlerin de onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
5- Eğer şaşıracaksan, asıl şaşkınlık konusu onların, «Biz toprak olduktan sonra mı, gerçekten biz yeniden mi yaratılacağız?» diye söylemeleridir. İşte onlar Rablerini inkâr edenler, işte onlar boyunlarına (ateşten) halkalar geçirenler ve işte onlar içinde ebedi kalacakları ateşin ehli olanlardır.
6- Onlar, iyilikten önce kötülüğü (azabı) çabuklaştırmak istiyorlar; oysa onlardan önce nice örnek cezalar gelip geçmiştir. Şüphesiz, senin Rabbin, zulümlerine karşılık insanlar için bağışlama sahibidir ve şüphesiz senin Rabbin, cezası çok şiddetli olandır.
7- Küfre sapanlar, O’na Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya! Derler. Sen yalnızca bir uyarıcısın ve her kavim için bir hidayetçi vardır.
(Sa'lebi'nin rivayetine göre, İbn-i Abbas bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: «Bu ayet indiği zaman Hz. Resulullah şöyle buyurdu: «Uyarıcı benim, hidayetçi ise Ali'dir. Ey Ali! Benden sonra hidayet ehli seninle hidayeti seçecektir.»)
8- Allah, her dişinin neyi yüklendiği­ni (neye hamile kaldığını) ve döl yataklarının neyi eksiltip neyi eklediğini bilir. O'nun katında her şey bir miktar (ölçü) iledir.
9- O, gaybı da müşahede edileni de bilendir. Pek büyüktür, yücedir.
10- Sizden sözü saklı tutan da onu açığa vuran da; geceleyin gözlenen de ve gündüzün ortalıkta gezen de (O'nun katında bilinme bakımından) birdir.
11- Onun (insanın) önünden ve arkasından izle­yenleri vardır, onu Allah'ın emrinden (kesinleşmemiş belalarından) gözetip korumaktadırlar. Gerçekten Allah, kendi nefislerinde olanı değiştirinceye ka­dar, bir toplulukta olanı değiştirmez. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilişi (diye bir şey) yoktur; onlar için O'ndan başka veli yoktur.
12- O size şimşeği korku ve umut olarak gösteren, (yağmur yüküyle) ağırlaşmış bulutları meydana getirendir.
13- Gök gürültüsü O'nu överek ve meleklerde O'na olan korkularından tesbih ederler, O, yıldırımları gönderip bununla dilediğini çarpar; onlar ise Allah hakkında çekişip tartışırlar. O, gücü (ve cezası) pek çetin olandır.
14- Hak olan çağrı (dua, ibadet) yalnızca O'na olandır. Onların Allah'tan başka çağırdıkları ise, onlara hiç bir şeyle cevap veremezler. (Onların durumu) yalnızca, ağzına gelsin diye, iki avucunu suya uzatan (kimsenin boşuna beklemesi) gibidir. Oysa ona gelmez. Küfre sapanların duası, sapıklık içinde olmaktan başkası değildir.
15- Hâlbuki göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler.
16- De ki: «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?» De ki: «Allah'tır.» De ki: «Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar da zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi edindiniz?» De ki: Hiç görmeyen (basiretsiz kimse) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?» Yoksa Allah'a, O'nun ya­ratması gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: «Allah, her şeyin yara­tıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır.»
17- (Allah) Gökten bir su indirdi de dereler kendi miktarınca çağlayıp aktı. Sel de yüze vuran bir köpük yüklendi. Bir süs veya bir meta sağlamak için ateşte yakıp erittikleri (mineral gibi) şey­lerde de bunun gibi bir köpük (posa) var­dır. İşte Allah, hak ile batıla böyle ör­nekler verir. Köpüğe gelince, o atılır gi­der, insanlara yarar sağlayacak şey ise yeryüzünde kalır. İşte Allah örnekleri böyle vermektedir.
18- Rablerine icabet edenlere daha güzeli vardır. O'na icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutla­ka (kurtulmak için) bunu fidye olarak verir­lerdi. Sorgulamanın en kötüsü onlar içindir. Onların barınma yerleri cehen­nemdir, pek de kötü bir yataktır o!
19- Peki, sana Rabbinden indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen kişi, o görmeyen (basiretsiz kimse) gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünebilirler.
20- Onlar Allah'ın (insanlardan aldığı fıt­ri) sözünü yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü bozmazlar.
21- Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar, Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan kor­karlar.
22- Ve onlar Rablerinin yüzünü (hoş­nutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık ola­rak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İş­te onlar (var ya), bu yurdun (güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir.
23- Onlar Adn (ebediyet) cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından salih davranışlarda bulu­nanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler her kapıdan yanlarına gelirler.
24- (Melekler derler ki) «Sabrettiğinize karşılık selam (esenlik) size. Dünya yurdunun sonu pek de güzeldir.»
25- Allah'a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın ulaştırılma­sını emrettiği şeyi kesip koparanlar ve yeryüzün­de bozgunculuk çıkaranlar (var ya), işte lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir.
26- Allah dilediğine rızkı genişletip yayar ve daraltır da. Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysa dünya hayatı, ahirette (var olan sınırsız mutluluğun yanında geçici) bir metâdan başkası değildir.
27- Küfre sapanlar, «Neden ona Rabbinden ayet (mucize) indirilmiyor!» derler. De ki: şüphesiz Allah, dilediğini saptırır, kendisine gerçek yöneleni de hidayete eriştirir.
28- Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle güvene erenlerdir. Biliniz ki kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle güvene erer.
29- İman edip salih amellerde bulunanlar (var ya) güzel bir hayat (tuba) ve dönülecek güzel bir yer de onlarındır.
(Sa'lebi'den nakledildiğine göre Hz. Resulullah (s.a.a), bu Ayet-i Kerime hakkında şöyle buyurmuştur: «O (tuba, aynı zamanda); kökü benim evimde, dalları cennete uzanan, Allah’ın kudret eliyle Adn cennetine diktiği bir ağaçtır.» Ashab, Ey Resulullah! Bu ağaç hakkında önceden, «Kökü Ali ve Fatıma’nın evinde, dalları da cennet ehlinin üzerinde» diye buyurmuştunuz» dediğinde ise Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur:«Benim evim ile Ali ve Fatıma'nın evi birdir. Cenab-ı Hak kendi eli ile diktiği bu ağaca ruhundan bir ruh üflemiştir. Güzelliği anlatılmaya gelmez, lütuf ve nimetleri benzersizdir.)
30- Böylece sana vahyettiklerimizi onlara okursun diye biz seni, kendisinden önce nice ümmetler gelip- geçmiş olan bir ümmete gönderdik. Oysa onlar Rahman'ı inkâr etmektedir­ler. De ki: «O, benim Rabbimdir, O'ndan başka ilah yoktur. Ben O'na te­vekkül ettim ve şüphesiz dönüş O'na­dır.»
31- Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur'an olsaydı (yine iman etmezlerdi). Hayır, emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hâlâ bilemediler mi ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insan­ların tümünü hidayete erdirmiş olurdu. Allah'ın kesin vaadi gelinceye kadar, küfre sapanlara, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya (Peygamber, yakında Mekke'yi fethetmek için) yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez.
32- Şüphesiz, senden önceki pey­gamberlerle de alay edildi, bunun üzeri­ne ben de o küfre sapanlara bir süre ta­nıdım, sonra onları yakalayıverdim. O vakit azabım nasıl imiş (gördü­ler).
33- Her nefsin bütün kazandıkları üzerinde gözetici olana (ortak koşulur mu?). Onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki: «Bunları nitelendirin (bakayım) Yoksa siz yeryüzünde bilmediği bir şeyi (şerikleri) mi O'na haber veriyorsunuz? Yoksa (söylediklerimiz hakikati olmayan salt) zahiri sözler mi (diyorsunuz)! Hayır, küfre sapanlara kendi düzenleri süslendirilmiştir ve onlar (doğru) yoldan alıkonmuşlar-dır. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için hiç bir hidayetçi yoktur.
34- Dünya hayatında onlar için bir azap vardır, ahiretin azabı ise daha zor­ludur. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiç bir koruyucu da yoktur.
35- Takva sahiplerine vaat edilen cennet örneği (şudur ki), altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup sakınanların (mutlu) sonudur, küfre sapanların sonu ise ateştir.
36- Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilene (Kur'an'a) sevinirler; fa­kat (İslam aleyhinde birleşen) gruplardan, onun (sana indirilenin) bazısını inkâr eden­ler vardır. De ki: «-Ben, yalnızca Allah'a kulluk etmek ve O'na ortak koşmamakla emrolundum. Ben ancak O'na davet ederim ve son dönüşüm O'nadır.»
37- İşte böylece biz onu (Kur'an'ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Şüp­hesiz, sana gelen bu ilimden sonra, on­ların hevalarına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir veli, ne de bir koru­yucu vardır.
38- Şüphesiz, senden önce de biz peygamberler gönderdik, onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmaksızın (hiç) bir peygambere herhangi bir ayeti getirmek olacak iş değil. Her ecel (tespit edilmiş süre) için bir kitap (yazılmış hüküm) vardır.
39- Allah, dilediğini ortadan kaldırır ve bırakır. Kitabın anası (aslı) O'nun katındadır.
40- Onlara (azap olarak) vaat ettiklerimizden bir kısmını sana göstersek de (göstermeyip) senin haya­tına son versek de sana düşen yalnızca tebliğdir ve hesap da bize aittir.
41- Onlar görmüyorlar mı ki, gerçekten biz (azabımız) yeryüzüne geliyor ve onu çevresini (zalim toplulukları) eksiltiyoruz. Allah hüküm verir. Onun hükmünün peşine düşecek (ve engelleyecek) yoktur. Ve O, hesabı pek çabuk görendir.
42- Onlardan öncekiler de düzenler kurmuşlardı; fakat bütün düzenler tümüyle Allah'a aittir. Her bir nefsin ne kazandığını O bilir. Bu yurdun sonunun kimin olduğunu inkâr edenler pek yakında bileceklerdir.
43- O küfre sapanlar şöyle derler: «Sen gönde­rilmiş (Allah'ın bir elçisi) değilsin.» De ki: «Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında kitabın ilmi bulunan kimse yeter!»
(Bir takım rivayetlerde «yanında kitabın ilmi bulu­cu »dan maksadın Hz. Ali olduğu belirtilmiştir.)

14
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

14. İbrahim Suresi
(Mekke 'de nazil olmuştur ve 52 ayettir. 35-41. ayetler Hz. İbrahim'in duasını ihtiva ettiği için sureye bu ad verilmiştir.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Elif, Lâm, Râ. Bu, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarmak için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
2- O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Şiddetli azaptan dolayı vay kâfirlere!
3- Onlar, dünya hayatını ahirete ter­cih ederler, Allah'ın yolundan alıkoyar­lar ve bu yolu eğri göstermeye yeltenirler. İşte onlar, derin bir sapıklık içinde­dirler.
4- Biz onlara (halkına) apaçık anlatsın diye hiç bir peygamberi, kendi kavmi­nin dilinden başkasıyla göndermedik. Böylece Allah, dilediğini saptırır, dile­diğini hidayete eriştirir. O güçlüdür, hikmet sahibidir.
5- Şüphesiz biz Musa'yı, «Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat» diye ayetleri­mizle göndermiştik. Şüphesiz bunda çokça sabreden ve şükreden herkes için kesin ayetler vardır.
6- Hani Musa, kavmine şöyle demiş­ti: «Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatır­layın. Hani O sizi Firavun ailesinden kurtarmıştı. Onlar sizi en dayanılmaz işkencelere uğratıyor, kız çocuklarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı boğazlı­yorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir sınav vardı.»
7- Hani Rabbiniz «Eğer şükrederse­niz gerçekten size arttırırım ve eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim aza­bım pek şiddetlidir» diye bildirmişti.
8- Musa demişti ki: «Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü küfredecek olsanız bile, şüphesiz Allah her şeyden müstağ­nidir, övülendir.»
9- Sizden önceki Nuh, Ad ve Semud kavmi ile Allah'tan başkasının bileme-yeceği onlardan sonrakilerin haberi size gelmedi mi? Peygamberleri onlara apaçık delillerle gel­mişlerdi de (alay edercesine) ellerini ağızlarına gö­türmüş ve demişlerdi ki: «Şüphesiz biz sizin ken­disiyle gönderildiğiniz şeyleri inkâr ettik ve biz kendisine çağırmakta olduğunuz şeyden, gerçekten kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.»
10- Peygamberleri dedi ki: «Allah hakkında mı şüphe (etmektesiniz)! O, gökleri ve yeri yaratandır» O, sizi, günahlarınızı bağışlamak için davet etmekte ve sizi adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir.» Dediler ki: «Siz, bizim benzerimiz olan birer beşerden başkası değilsiniz. Babalarımızın tapmakta olduklarından çevirip engellemek istemektesiniz, öyleyse bize apaçık ispatlayıcı bir delil getirin.»
11- Peygamberleri onlara dedi ki: «Doğrusu biz, sizin gibi yalnızca bir beşeriz, ancak Allah, kullarından dilediğine lütufta bulunur. Allah'ın izni olmaksızın size bir delil getirmemiz bizim için olacak şey değil. Mü’minler, ancak Allah'a tevekkül etmelidirler.»
12- «Bizi (doğru olan) yollarımıza hidayet etmiş­ken, bize ne oluyor da Allah'a tevekkül etmeyelim? Elbette bize yapmakta olduğunuz eziyetlere karşı sabredeceğiz. Tevekkül edenler Allah'a tevekkül etmelidirler.»
13- Küfre sapanlar, peygamberlerine dediler ki: «Hiç tartışmasız sizi kendi toprağımızdan süreceğiz ya da dinimize geri döneceksiniz.» Böyle­ce Rableri kendilerine, «Hiç şüphesiz biz, zulmedenleri helak edeceğiz» diye vahyetti.
14- «Ve onlardan sonra sizi o yere mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu (makam),(benim adalet) makamımdan korkana ve tehdidimden korkana aittir.»
(Burada peygamberler, kavimlerinin onları vatanlarından sürüp çıkarma tehdidine karşı te­selli edilmektedirler. Onlara şöyle deniyor: «On­ları oradan çıkaracağız, sizi ve size uyanları ora­ya yerleştireceğiz.»)
15- (Peygamberler) Fetih İstediler, (so­nunda) her zorba inatçı ümitsizce hüsrana uğradı.
16- (Böylesinin) Önünde cehennem var­dır ve (orada) irinli sudan içirilecektir.
17- Onu yudum yudum alacak ve bo­ğazından rahatlıkla geçirmeyi başara­mayacak ve ona her yandan ölüm geldi­ği halde O ölecek değildir (ki azaptan kur­tulsun). Bundan öte şiddetli bir azap var­dır.
18- Rablerini inkâr edenlerin amelle­rinin örneği, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Ka­zandıklarından hiç bir şeye güç yetiremezler. İşte derin bir sapıklık (içinde ol­mak) budur.
19- Allah'ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmüyor musun? Dilerse si­zi giderip yok eder ve (yerinize) yeni bir halk (topluluk) getirir.
20- Bu, Allah'a göre güç değildir.
21- Onların tümü (kıyamette) Allah'ın önüne çıkarlar. Zayıf bırakılmışlar, bü­yüklük taslayanlara der ki: «Şüphesiz, biz size tâbi idik; şimdi siz, bizden Al­lah'ın azabından herhangi bir şeyi sava­bilir misiniz?» Derler ki: «Eğer Allah bi­ze hidayet etseydi, biz de sizleri hidaye­te eriştirirdik. Şimdi yakınsak da sabretsek de fark etmez, bizim için kaçacak hiç bir yer yoktur.»
22- İş hükme bağlanıp bitince şeytan der ki: «Doğrusu Allah, size gerçek olan sözü vaat etti, ben de size vaatte bulun­dum, ama size sözümden caydım. Be­nim size karşı zorlayıcı bir gücüm yok­tu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtarıcı değilim, siz de beni kurtarıcı değilsiniz. Doğrusu daha ön­ce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Şüphe­siz zalimlere acıklı bir azap vardır.»
23- İman edip salih amellerde bulunanlar, Rablerinin izniyle altından ırmaklar akan, içinde ebe­di kalacakları cennetlere sokulurlar. Orda birbir­lerine olan dirlik temennileri selamdır (esenliktir).
24- Görmedin mi ki Allah nasıl bir örnek vermektedir; güzel bir söz; kökü sabit, dalı ise gökte olan temiz bir ağaç gibidir.
(Kifayet'ut Talib s.220'de Asım b. Hamza'nın naklettiği bir rivayete göre Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur Ben ağacın köküyüm, Ali bu ağacın gövdesidir. Hasan ve Hüseyin bu ağacın meyvesidir. Ehl-iBeyt’in taraftarları ise bu ağacın yapraklarıdır.»)
25- Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için (işte böyle) örnekler verir. Umu­lur ki hatırlayıp kendilerine gelirler.
26- Çirkef bir söz ise, kökü yerin üstünden ko­parılmış da artık bir kararı (kökleşme imkânı) kalma­mış çirkef bir ağaç gibidir.
27- Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam bir sözle sabit kılar. Zalimle­ri de şaşırtıp saptırır; Allah dilediğini yapar.
28- Allah'ın nimetini nankörlükle değiştirenleri ve kavimlerini helak yurduna konduranları görmedin mi?
29- (Ki o helak yurdu) Cehennemdir. Ona girerler. Pek de kötü bir yerleşme yeridir o!
30- O'nun yolundan saptırmak için Allah'a eşler koştular. De ki: «Yararlanın. Elbette sizin dönüşünüz ateşedir.
31- İman etmiş kullarıma söyle: «Alış verişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmeden önce, namazı dosdoğru kılsınlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infakta bu­lunsunlar.»
32- Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır. Emriyle denizde yüzmeleri için gemileri size boyun eğdirdi. Irmaklara da sizin için boyun eğdirdi.
33- Sürekli olarak yörüngelerinde hareket eden güneşi ve ayı emrinize ver­di; geceyi ve gündüzü de emrinize boyun eğdirdi.
34- Ve size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkı­şırsanız, onu sayıp bitirmeye güç yetiremezsiniz. Şüphesiz, insan pek zalimdir, pek nankördür.
35- Hani İbrahim şöyle demişti: «Bu şehri güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara kulluk etmekten uzak tut.»
(Şevahid'ut Tenzil c.l s.3 16'da yer aldığına göre imam Muhammed Bakır şöyle buyurmuştur: «(Peygamber ve) Müminlerin Emiri İmam Ali dı­şında bütün Araplar ve Kureyş topluluğu, Pey­gamber' imizin zuhurundan önce putlara tapmış ve onlara kurbanlar kesmişlerdir. Putlara tapmış ve onlara kurban kesmiş birinin imamet makamı­na geçmesi asla caiz değildir. Nitekim şanı yüce olan Allah şöyle buyurmuştur: «Ahdime (imame­te) zalimler asla nail olamaz.»)
36- «Rabbim! Gerçekten onlar, in­sanlardan birçoğunu şaşırtıp saptırdı. Bundan böyle kim bana uyarsa, artık o bendendir; kim de bana isyan ederse kuşkusuz sen bağışlayansın ve esirge­yensin.»
37- «Rabbimiz! Gerçekten ben ço­cuklarımdan bir kısmını senin dokunul­maz evinin yanı başındaki bitkisiz, kıraç bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, dos­doğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım), böylelikle sen, insanların bir kısmının kalplerini onlara ilgi duyar kıl ve onları bir takım ürünlerden rızıklandır. Umu­lur ki şükrederler.»
38- «Rabbimiz, şüphesiz sen, bizim saklı tut­tuklarımızı da açığa vurduklarımızı da bilmekte­sin. Yerde ve gökte hiç bir şey Allah'a gizli kal­maz.»
39- «Hamd, bana ihtiyarlığa rağmen İsmail’i ve İshak'ı armağan eden Allah'a aittir. Şüphesiz benim Rabbim, mutlaka duayı işitendir.»
40- «Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekle­ri namazı dosdoğru kılanlardan eyle! Rabbimiz Duamı kabul buyur.»
41- «Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün; beni, anne babamı ve müminleri bağışla.»
42- (EyMuhammed!)Allah'ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin (korkuyla) dikilip kalacağı bir güne ertelemektedir.
43- (O gün) Onlar havaya dikilmiş başları, ken­dilerine dönmeyen donuk gözleri ve bomboş gö­nülleriyle zillet içinde bakıp koşuşurlar.
44- İnsanları azabın kendilerine geleceği gün hakkında uyarıp korkut ki, (o gün) zulmedenler, şöyle diyecekler: «Bizi yakın bir süreye kadar er­tele de senin çağrına cevap verelim ve peygam­berlere uyalım.» (Onlara denilir ki:) «Daha önce, sizin için bir zeval olmadığına (sonunuzun gelmeyeceğine) yemin etmemiş miydiniz?»
45- Siz, kendi nefislerine zulmedenlerin yer­dikleri yerlerde oturdunuz. Onlara ne yaptığımızı size açıkladık ve size örnekler de verdik.
46- Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında (denetiminde) bulunmaktadır.
47- Allah'ı, sakın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma. Ger­çekten Allah güçlüdür, intikam sahibi­dir.
48- Yerin başka bir yere, göklerin de (başka göklere) dönüştürüldüğü gün; onlar tek ve kahhar olan Allah'ın huzuruna çı­kacaklardır.
49- O gün suçlu günahkârların toplu zincirlere vurulduklarını görürsün.
50- Gömlekleri katrandandır, yüzle­rini de ateş bürümektedir.
51- (Bu azap,) Allah'ın her nefsi kendi kazandığıyla cezalandırması içindir. Hiç şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk gören­dir.
52- İşte bu (açıklamalar); uyarılıp korkutulmaları, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah old

15
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

15. Hicr Suresi
(Mekke'de nazil olmuştur ve 99 ayettir. Hicr bir yer adıdır. 80-84. ayetlerde Hicr'den bahsedil­diği için sureye bu ad verilmiştir.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Elif, Lâm, Râ. Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'an'ın ayetleridir.
2- O küfre sapanlar, nice defa Müslü­man olmayı dileyecekler.
3- Onları bırak; yesinler, yararlansın­lar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İlerde bileceklerdir.
4- Biz, (Allah katında) bilinen bir zama­nı olmaksızın hiç bir ülkeyi yıkıma uğratmadık.
5- Hiç bir ümmet, kendi ecelinden ne öne geçebilir ve ne de ondan geri kala­bilirler.
6- Onlar, «Ey kendisine zikir (Kur'an) indirilen! Gerçekten sen cinlenmiş bir delisin» dediler.
7- «Eğer doğruyu söyleyenlerden isen, bizlere melekleri getirmeli değil miydin?»
8- Hak olmaksızın biz melekleri indirmeyiz. O zaman da onlara göz açtırılmaz.
9- Hiç şüphesiz zikri (Kur'an'ı) biz indirdik ve onun koruyucuları da gerçekten biziz.
10- Şüphesiz senden önce geçmiş topluluklara da elçiler gönderdik.
11- Onlara herhangi bir peygamber gelmeye dursun, mutlaka onunla alay ederlerdi.
12- Böylece biz (özürleri kalmasın diye) O’nu (Kur'an'ı), suçluların kalplerine sokarız.
13- Onlar ona (indirilen kitaba) inanmazlar, oysaki evvelkilerin sünneti de böyle olup gitmiştir.
14- Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da oradan yukarı yükselseler
15- Mutlaka, gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz diyeceklerdir.
16- Şüphesiz, biz gökte burçlar kıldık ve onu bakanlar için süsledik.
17- Ve onu her kovulan şeytandan koruduk.
18- Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa, onu da parlak bir ateş izler.
19- Yere (gelince,) onu döşeyip yaydık, onda sar­kmaz dağlar bıraktık ve onda her şeyden ölçüsü birlenmiş ürünler bitirdik.
20- Ve orda sizler için ve kendisine rızık veri­ciler olmadığınız canlılar için geçimlikler kıldık.
21- Hazineleri bizim katımızda olmayan hiçbir şey yoktur; ancak biz onu belirlenmiş bir miktar olarak indiririz.
22- Aşılayıcılar olarak rüzgârlan gönderdik. Böylece gökten su indirdik de sizleri suladık. Oysa onu haznelerde (yeryüzünün derinliklerinde) koruyanlar siz değilsiniz.
23- Şüphesiz biz, evet gerçekten biz yaşatır ve öldürürüz ve varis olanlar da biziz.
24- Doğrusu sizden, önden gidenleri de geri kalanları da biz pekiyi biliriz.
25- Ve şüphesiz senin Rabbin, evet O, onları diriltip bir araya getirecektir. Gerçekten O, hikmet sahibi olandır, bi­lendir.
26- Şüphesiz biz insanı şekillenmiş (kötü kokan kara bir) balçıktan (alınmış) kuru bir çamurdan yarattık.
27- Ve cinleri de daha önce sızan ka­vurucu ateşten yaratmıştık.
28- Hani Rabbin meleklere demişti: «Ben, şekillenmiş (kötü kokan kara bir) balçıktan (alınmış) kuru bir çamurdan bir be­şer yaratıcıyım.»
29- «Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ediciler olarak (yere) kapanın.»
30- Böylece meleklerin tümü, toplu­ca secde etti.
31- Ancak İblis, secde edenlerle bir­likte olmaktan kaçındı.
32- (Allah) «Ey iblis! Seni secde eden­ler ile birlikte olmaktan alıkoyan ne­dir?» dedi.
33- Dedi ki: « Ben, şekillenmiş (kötü kokan kara bir) balçıktan (alınmış) kuru bir çamurdan yarattığın beşere secde etmek için var değilim.»
34- Dedi ki: «Öyleyse ondan (cennet­ten) çık, çünkü sen kovulmuş bulunmaktasın.»
35- «Ve şüphesiz, ceza gününe kadar lanet senin üzerinedir.»
36- Dedi ki: «Rabbim! O halde onla­rın dirileceği güne kadar bana süre ta­nı!»
37- Dedi ki: «Öyleyse, sen (kendisine) süre tanınanlardansın.»
38- «Bilinen vaktin gününe kadar»
39- Dedi ki: «Rabbim! Beni kışkırttı­ğın şeye karşılık, şüphesiz, ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların tümünü mutlaka saptıraca­ğım.»
40- «Ancak onlardan ihlâsa erdirilen kulların müstesna»
41- (Allah) Dedi ki: «İşte bu (ihlâs), ba­na varan dosdoğru yoldur.»
42- «Şüphesiz, kışkırtılıp saptırılmış­lardan sana uyanlar dışında, senin be­nim kullarım üzerinde zorlayıcı hiç bir gücün yoktur.»
43- «Ve hiç şüphe yok, onların tümü­nün buluşma yeri cehennemdir.»
44- Onun yedi kapısı vardır; onlardan her bir kapı için bir grup ayrılmıştır.
45- Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır.
46- «Oraya esenlikle ve güvenlikle girin.»
47- Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümü­nü) sıyırıp çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar.
48- Orada onlara hiç bir sıkıntı dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak değildirler.
49- (Resulüm!) Kullarıma, benim çok bağışalayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver.
50- «Ve şüphesiz azabım (var ya); odur elim azap!»
51- Onlara İbrahim'in konuklarından haber ver.
52- Yanına girdiklerinde, «Selam» demişlerdi. O da, «Biz sizden korkmaktayız» demişti.
53- Dediler ki: «Korkma, biz sana bilgin bir çocuk müjdelemekteyiz.»
54- Dedi ki: «Bana ihtiyarlık gelip çökmüşken mi müjdeliyorsunuz? Beni ne ile müjdelemektesi­niz?»
55- Dediler ki: «Seni gerçekle müjdeledik; öyleyse ümitsizliğe düşenlerden olma.»
56- Dedi ki: «Sapıklar dışında Rabbinin rah­metinden kim ümitsizliğe düşer?»
57- Dedi ki: «Ey elçiler! (Bunun dışında, diğer) İşiniz ne?»
58- Dediler ki: «Gerçekten biz, suçlu bir topluğa gönderildik.»
59- Ancak Lut ailesi hariçtir; biz onların (Lut ailesinin) tümünü muhakkak kurtaraca­ğız.»
60- «Ama karısını şüphesiz geride kalacak olanlardan kıldık.»
61- Böylelikle elçiler Lut ailesine geldiklerinde.
62- (Lut) Dedi ki: «Sizler gerçekten tanınmamış bir topluluksunuz.»
63- «Hayır» dediler: «Biz sana onla­rın hakkında kuşkuya kapıldıkları şeyle (azapla) geldik.»
64- «Sana gerçeği getirdik, biz şüphesiz doğru söyleyenleriz.»
65- «Hemen aileni gecenin bir bölü­münde yola çıkar, sen de onların ardın­dan git ve sizden hiç kimse arkasına bakmasın; emredildiğiniz yere gidin.»
66- Ve ona (Lut'a) şu kesin emrimizi bildirdik: «Sabaha çıkarlarken onların arkası (kökü) mutlaka kesilecektir.»
67- Şehir halkı birbirlerine müjdeler vererek geldi.
68- (Lut onlara,) «Bunlar benim konuğumdur, beni utandırmayın» dedi.
69- «Allah'tan korkup sakının ve be­ni küçük düşürmeyin.»
70- Dediler ki: «Biz seni âlemlerden (tek bir kişiyi bile misafir kabul etmekten) alıkoymamış mıydık?»
71- Dedi ki: «Eğer yapmak istiyorsa­nız, işte bunlar, benim kızlarım (Sizi on­larla evlendireyim)»
72- Ömrüne andolsun ki, onlar, sar­hoşlukları içinde (kör sersem) bocalayıp duruyorlardı.
73- Derken, tan yeri ağarırken onları (o korkunç ve dayanılmaz) Çığlık yakalayı-verdi.
74- Anında (yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişiril­miş taş yağdırdık.
75- Elbette bunda derin bir kavrayışa sahip olanlar için gerçekten ayetler vardır.
76- O (şehrin kalıntıları) İşlek bir yol üzerinde hala durmaktadır.
(Kutade'nin dediğine göre bu Sodom şehrinin kalıntıları Medine ile Şam arasında bir yerde bu­lunmaktadır. Evet, o şehrin harabeleri, Hicaz'dan (Arabistan) Suriye ve Mısır'a giden yol üzerinde­dir. Yolcular, Ölü Deniz' in (Lut Gölü) güney doğu­sunda bu harabelerin işaretlerini görebilirler. Coğrafyacılar yeryüzünde bu bölge, özellikle böl­genin güneyi kadar ayrı ve ıssız bir bölge olmadı­ğı görüşündedirler.)
77- Elbette, bunda iman edenler için gerçekten ayetler vardır.
78- Eyke halkı da gerçekten zalim kimselerdi.
(Eyke halkı Şuayb'ın (a.s) kavmidir ve baş­kentleri nedeniyle Medyenliler adını almışlardır. el-Eyke, Tebûk'un eski adı idi ve sözlükte «sık or­man» anlamına gelir.)
79- Bundan dolayı onlardan intikam aldık. İkisi de (Eyke ve Medyen yıkıntıları) açık (gidip geldiğiniz işlek) bir yol üzerindedir.
80- Şüphesiz, Hicr (Semud) halkı da peygamberleri yalanlamışlardı.
(el-Hicr, Semud kavminin başkentiydi. Kentin harabeleri, Medine'den Tebûk'a giden yol üzerin­de, Medine'nin kuzey-batısında yer alan el-Ula şehri yakınlarında bulunmaktadır. Kervanlar yol­culukları sırasında orada kalmayı yasaklamıştır. Ibn-i Batuta, hicri sekizinci yüzyılda Mekke'ye gi­derken oraya uğradığında, «Kızıl dağlara oyul­muş Semud evlerini gördüm. Resimler o denli par­laktı ki sanki kısa bir süre önce boyanmıştı. Onla­rın içinde bugün bile hala çürümüş insan kemikle­ri bulunmaktadır» demiştir.)
81- Onlara ayetlerimizi vermiştik de ondan yüz çevirmişlerdi.
82- Dağlardan güvenli evler yontu­yorlardı.
83- Derken, onları sabah vaktine gir­diklerinde, o dayanılmaz çığlık yakala-yıverdi.
84- Böylece kazandıkları şeyler, on­ları (Allah'tan) müstağni kılmadı.
85- Biz, gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakileri hak dışında (herhangi bir amaçla) yaratma­dık. Hiç şüphesiz o saat (kıyamet) de mutlaka gelecek­tir; öyleyse güzel bir hoşgörüyle hoş gör (göz yum)
86- Gerçekten Rabbin, yaratan ve bilenin ta kendisidir.
87- Şüphesiz, sana tekrarlanan yediyi (iki defa na­zil olan Fatiha suresini) ve azametli Kur'an'ı verdik.
88- Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığı­mız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma ve mü’minler için de (şefkat) kanatlarını ger.
89- Ve de ki: «Şüphe yok, ben apaçık bir uyarıcıyım.»
90- Parça parça edenlere indirdiğimiz (azap) gibi (diğer Mekke putperestlerine de azap indiririz).
(Rivayette yer aldığına göre Kureyş kâfirlerinden grup, hac mevsiminde Mekke'nin giriş noktalarını tutarak gelen insanları Peygamber'e iman etmekten engellemeye çalışıyor, parçalar halinde yanlarında bulundurdukları Kur’an ayetlerini sihir, masal, düzmece şeyler olarak göstermeye çalışıyorlardı. Allah bu kimseleri tek tek helak etmişir.)
91- Rabbine andolsun, onların tümüne mutlaka soracağız.
92- Yapmakta oldukları şeyleri
93- Öyleyse sen emredildiğin şeyi açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir.
94- Şüphesiz o alay edenlere (karşı) biz sana ye­teriz.
95- O kimseler ki Allah ile beraber başka ilahları (ortak) kılmaktadırlar; onlar yakında bilip öğreneceklerdir.
96- Şüphesiz, onların söylemekte olduklarına karşı senin göğsünün daraldığını biliyoruz.
97- Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.
98- Ve sana yakin gelinceye kadar Rabbine ibadet et.
(Allah-u Teâlâ bu ayette ibadeti, marifet ve yakine erişme vesilesi olarak saymıştır. Bu ayet-i mübarekede yer alan yakin kelimesi, lügavi (sözlükte yer aldığı) anlamda kullanılmıştır ve eğer bir rivayette yakin, ölüm olarak tefsir edilmişse bu tatbik ve uyarlama babındandır; Yakinin anlamını tefsir etme babından değil. Yakinin ölüm anlamını ifade etmesinin sebebi de, o durumda tabiat aleminin karanlık perdelerinin kenara çekilmesi ve berzahi keskin görüşlerin hakikatlerin yüzünü seyretmesi hasebiyledir. Bu açıdan bütün şüpheler ortadan kalkmıştır ve bütün bu şüphelerin yerini yakin almıştır. Dolayısıyla ayette yer alan “hatta” kelimesi de son ve nihayeti ifade etmemektedir. Aksine bu kelimeden menfaat anlamı anlaşılmaktadır. O halde bu ayetin anlamı yakine ulaşmanın, ibadetin nihayeti ve sonu olduğu anlamına değildir. Öyle ki, eğer bir kimse yakine ulaşacak olursa ibadetini terk edebilir demek kesinlikle doğru değildir. Aksine maksat şudur ki; ibadetin faydalarından biri de yakindir. Yakini elde etmek ise ibadet ve kulluk dışında mümkün değildir. Yani ibadet et ki yakine erişesin. Örneğin eğer merdivenin basamaklarından yukarıçık ki o yüksek dala erişesin dendiği zaman bunun anlamı o dala erişir erişmez merdiveni terk et demek değildir. Zira merdiveni terk etmek insanın kesin düşüncesine ve helak oluşuna neden olacaktır. O halde Ayet-i Kerime’nin anlamı şudur ki; yakin, ibadet merdiveninin basamakları üzerine dayalıdır. Dolayısıyla da bu yükseliş açısından el çekmek, insanı felaket ve düşüş vadisine sürükler.)


16
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

16. Nahl Suresi
(Mekke'de nazil olmuştur ve 128 ayettir. 68. ayette bal arısından söz edildiği için sûreye bu ad verilmiştir.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Allah'ın emri (vaat edilen azap) geldi, artık onu acele istemeyin. O (Allah), şirk koştukları şeylerden münezzeh ve yüce­dir.
2- Allah kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye, ruh ile Benden başka tanrı olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve benden korkun» diye gönderir.
3- Gökleri ve yeri hak ile yarattı. O, şirk koştukları şeylerden yücedir.
4- İnsanı bir damla sudan yarattı, bu­na rağmen o, apaçık bir düşman kesil­mektedir.
5- Ve hayvanları da yarattı; onlarda sizin için ısıtacak şeyler ve birçok fay­dalar vardır. Hem de onlardan yemekte­siniz.
6- Ayrıca akşamleyin getirirken, sa­bahleyin salıverirken onlarda sizin için bir güzellik vardır.
7- Kendisine ancak ağır sıkıntıya katlanarak varabileceğiniz uzaklıktaki
beldelere, yüklerinizi taşırlar. Hiç kuşkusuz Rabbiniz pek şefkatli ve merhametlidir.
8- Hem binesiniz diye ve hem de ziy­net olarak atları, katırları, merkepleri (yarattı). Bilmediğiniz daha nice şeyleri de yaratır.
9- Doğru yolu göstermek Allah'a ait­tir. Kimi (yollar) ise eğridir. Eğer o dile-seydi, sizin tümünüzü elbette hidayete erdirirdi.
10- Sizin için gökten su indiren O'dur. İçecek ondan (gökten indirilen sudan) ve ağaç ondandır; hayvanlarınızı da on­da otlatmaktasınız.
11- Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünen bir topluluk için ayet (apaçık bir nişane) vardır.
12- Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emri­nize verdi; yıldızlar da O'nun buyruğuna boyun eğmiştir. Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir top­luluk için ayetler vardır.
13- Yeryüzünde rengârenk şeyleri de sizin için yaratmıştır. Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayet vardır.
14- Yine taze bir et yiyesiniz ve içinden giyeceğiniz ziynet eşyasını çıkarasınız diye denizi emrinize veren O'dur. Gemilerin denizde suları yara yara akıp gittiklerini görürsün. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.
15- Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar koydu, ırmaklar ve yollar (kıldı). Umulur ki hidayete erersiniz.
16- Ve (başka) işaretler (yarattı) ve onlar yıldızlar­la yollarını bulurlar.
17- Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Siz ar­lık kendinize gelmez misiniz?
18- Allah'ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız. Hakikaten Allah çok bağışlayan, Pek esirgeyendir.
19- Allah, saklı tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı bilir.
20- Allah'tan başka yakardıkları, hiç bir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadır­lar.
21- Ölüdürler, diri değildirler; (kendilerine tapanların) ne zaman diriltileceklerinin de bi­lincinde değildirler.
22- Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Ahirete inanmayanların kalpleri ise inkarcı­dır ve onlar büyüklenmekte olanlardır.
23- Şüphesiz ki, Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, hiç şüphesiz büyüklen­mekte olanları sevmez.
24- Onlara «Rabbiniz ne indirdi?» dendiğinde, «Öncekilerin masalları» dediler.
25- Bununla kıyamet gününde kendi günahlarının tümünü ve bilgisizce saptırdıklarının günahlarının bir kısmını yüklenirler. Yüklendikleri şey pek de kötü!
26- Onlardan öncekiler de düzenler kurmuşlardı; sonunda Allah onların binalarını temellerinden sökmüştü de üst­lerindeki tavan tepelerine çökmüştü. Bu azap onlara, farkında olmadıkları bir yerden gelmişti.
27- Sonra (Allah) kıyamet günü onları aşağılık kılacak ve diyecek ki: Hakla­rında (mü’minlere) düşman kesildiğiniz or­taklarım hani nerede? Kendilerine ilim verilenler derler ki: «Bugün, gerçekten aşağılanma ve kötülük, kâfirlerin üstü­nedir.»
28- Melekler, kendi nefislerinin za­limleri olarak onların canlarını aldıkla­rında, «Biz hiç bir kötülük yapmıyor­duk» diye teslim olurlar. Hayır, şüphesiz Allah, sizin neler yaptığınızı bilendir.
29- Öyleyse içinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların konaklama yeri pek de kötüdür.
30- (Allah'tan) Sakınanlara, «Rabbiniz ne indirdi?» denildiğinde, «İyilik» der­ler. Bu dünyada güzel davranışlarda bu­lunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu pek de güzeldir.
31- Adn cennetlerine girerler, onun altından ır­maklar akar, içinde onların diledikleri her şey var­dır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendi­rir.
32- Melekler güzellikle (takva sahiplerinin) canla­rını aldıklarında, «Selam (esenlik) size» derler. «Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete gi­rin.»
33- (Küfre sapanlar) Kendilerine meleklerin gel­mesinden veya Rabbinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi gözlüyorlar? Onlardan öncekiler de öyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, faka onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
34- Böylece işledikleri kötülükleri kendilerine isabet etti ve alaya aldıkları şey, kendilerini sarıp kuşatıverdi.
35- Şirk koşmakta olanlar dediler ki: Eğer Al­lah dileseydi, biz de babalarımız da O'nun dışın­da hiç bir şeye kulluk etmezdik ve O'nsuz hiç bir şeyi haram da kılmazdık. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. O halde peygamberlere düşen apaçık bir tebliğden başkası mı?
36- Şüphesiz biz her ümmete, «Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının» (diye tebliğ etmesi için) bir Peygamber gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine de sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.
37- Sen, onların hidayete ermeleri için ne kadar hırslansan da Allah, şüphesiz saptırdığına hidayet etmez, onlar için yardım edecek yoktur.
38- Olanca yeminleriyle, Öleni Allah diriltmez diye yemin ettiler. Hayır! Bu, O'nun üzerinde hak olan bir sözdür, an­cak insanların çoğu bilmezler.
39- Hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaması ve küfre sapanların kendilerinin yalancı olduklarını bilmesi için (onları mutlaka diriltecektir).
40- İstediğimizde herhangi bir şey için sözümüz, ona yalnızca «Ol» demekten ibarettir; o da hemen oluverir.
41- Zulme uğratıldıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri dünyada şüphe­siz güzel bir biçimde yerleştireceğiz; ahiret karşılığı ise daha büyüktür. (Keşke) Bilmiş olsalardı!
42- Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.
43- Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını (melekleri) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.
(Cami'ul Beyan c.14 s.109'da Taberi'nin ri­vayeti esasınca İmam Muhammed Bakır (a.s) bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur «Eğer bilmi­yorsanız, bilenlere sorun» ayetinde işaret edilen zikir ehli, biz Ehl-i Beyt'iz.»)
44- (Onları) Apaçık deliller ve kitap­larla (gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler diye indirdik.
45- Artık kötülüğü kurup yapanlar Allah'ın, kendilerini yerin dibine geçirmeye- ceğinden veya farkına varamaya­cakları yerden azabın gelmeyeceğinden emin midirler?
46- Ya da onlar, (normal hayatlarında) dönüp dolaşırlarken onları yakalayıver-mesinden (mi emindirler ?)Ki onlar (bu konu­da Allah'ı) aciz bırakacak değildirler.
47- Veya onları (afetlerden) korkulu bir bekleyiş içindeyken yakalayıvermesinden (mi emindirler) Zira Rabbin (azap önce­si afetlerle uyardığı için), gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir.
48- Allah'ın yarattığı herhangi bir şe­ye bakmıyorlar mı (ki nasıl da) sağdan ve soldan gölgeleri kısalarak ve Allah'a secde eder vaziyette (gerisin geri) dönmektedir?
49- Göklerde ve yerde bulunan her canlı ve melekler Allah'a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar.
50- Onlar, üstlerindeki (kendilerine egemen olan) Rablerinden korkarlar ve emredildikleri şeyi ya­parlar.
51- Allah dedi ki: İki ilah edinmeyin; O, an­cak tek bir ilahtır. Öyleyse yalnızca benden kor­kun.
52- Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur, din (itaat) de sürekli olarak O'nundur. Böyleyken Allah'tan başkasından mı korkup sakınıyorsunuz
53- Nimet olarak size ulaşan ne varsa Allah'tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O'na yalvarmaktasınız.
54- Sonra sizden zararı kaldırdığında, sız bir grup (hemen) Rablerine şirk koşarlar.
55- Kendilerine verdiklerimize nankörlük et­sinler (bakalım)! Öyleyse faydalanıp yararlanın; ar­tık yakında bileceksiniz!
56- Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, hiç bir şey bilmeyenlere paylar ayırıyorlar. Şüp­hesiz Allah'a karşı düzmekte olduklarınızdan do­layı mutlaka sorguya çekileceksiniz.
57- Ve Allah'a kızlar karar kılıyorlar; (hâşâ!) O yücedir. Hoşlandıkları (erkek çocuklar) ise kendilerinin oluyor!
58- Onlardan (müşriklerden) birine bir kız (çocuk) Müjdelendiği zaman içi öfkeyle taşarak yüzü simsiyah kesilir.
59- Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir (ve düşünmeye başlar)onu aşağılanarak tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? İyi bilin ki, verdikleri hüküm pek de kötüdür!
60- Ahirete inanmayanların kötü ör­nekleri vardır, en yüce örnekler ise Al­lah'a aittir. O güçlüdür, hikmet sahibi­dir.
61- Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları adı ko­nulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.
62- Onlar, Allah'a, hoşlarına gitme­yen şeyleri uygun görürler, dilleri de ya­lan olarak en güzel olanın kendilerinin olduğunu düzmektedir. Hiç şüphesiz ateş onlar içindir ve hiç şüphesiz onlar, (cehennemde) öncülerdir.
63- Allah'a andolsun, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) gönderdik, fakat şeytan onlara yapıp ettiklerini süs­lü göstermiştir; bugün de onların velisi odur ve onlar için elim bir azap vardır.
64- Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihti­lafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavime rahmet ve hidayet ol­ması dışında (başka bir amaçla) indirme­dik.
65- Allah gökten su indirdi, ölümün­den sonra yeri onunla diriltti; dinleyen bir topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır.
66- Sizin için sağmal hayvanlarda da elbette ibretler vardır; size onların ka­rınlarında sindirilmiş gıdalar ile kan ara­sından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz.
67- Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.
68- Rabbin bal arısına, «Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardak­larda kendine evler edin» diye vahyetti.
69- «Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü.» Onların karınlarından türlü renklerde bir şerbet çıkar, onda in­sanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz dü­şünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.
70- Allah sizi yarattı, sonra sizi vefat ettirecektir, sizden kimi de ömrün en re­zil çağına (bilgisizliğe) geri çevrilir. Öyle ki bilgi sahibi olmasından sonra (çocuk gibi), bir şey bilemez hale gelir. Şüphe yok, Allah bilendir, güçlüdür.
71- Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır; Üstün kılınanlar, (zatî bir üstünlüğe sahip olmadıkları halde kendilerine verilen) rızıklarını ellerinin altında bulunanlara vermezler (ve onları mülkünde ortak kılmazlar) ki böylece onda (mülkte) eşit olsunlar. (Ama nasıl olur da mülkünde zatî bir üstünlüğe sahip olan Allah’ın bir takım ortakları olduğunu iddia ediyorlar!) Yoksa Allah'ın bu nimetini (üstün kıldığını) inkâr mı ediyorlar.
72- Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve size eşlerinizden de çocuklar ve torunlar yarattı ve sizi güzel şeylerden rızıklandırdı. Şimdi onlar, batıla mı inanıyorlar ve Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?
73- Allah'ın dışında, kendileri için göklerden ve yerden rızıktan hiçbir şeye malik olmayan ve buna güçleri yetmeyen şeylere mi tapıyorlar.
74- Artık Allah'a benzerler aramağa kalkışma­yın; Gerçekten Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
75- Allah, hiç bir şeye gücü yetmeyen ve başkasının mülkünde olan köle ile katımızdan kendi­sine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi örnek olarak gösterir; Bunlar hiç eşit olur mu? Bütün övgüler Allah'a özgüdür; fakat onların çoğu bilmezler.
76- Allah şu örneği de veriyor: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiç bir şeye gücü yetmez ve her şeyiyle efendisinin üstünde (bir yük). O, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?
77- Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Kıyametin kopuşu bir göz kırpma­sı kadar veya daha çabuk bir zaman içinde olur. Şüphe yok, Allah her şeye kadirdir.
78- Allah sizi annelerinizin karınla­rından siz hiç bir şey bilmez halde iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi. Umulur ki şük­redersiniz.
79- Göğün boşluğunda boyun eğdi­rilmiş kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmu­yor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır.
80- Allah, size evlerinizi (içinde) hu­zur bulacağınız yer kıldı ve size hayvan derilerinden hem göç gününde, hem de yerleşme gününde kolaylıkla taşıyabile­ceğiniz evler; yünlerinden, yapağıların­dan ve kıllarından bir süreye kadar (faydalanacağınız) bir ev eşyası ve bir ticaret malı kıldı.
81- Allah, sizin için yarattığı şeyler­den gölgeler kıldı. Dağlarda da sizin için barınaklar kıldı, sizi sıcaktan koru­yacak elbiseler, sizi savaşınızda (zorlukla­ra karşı) koruyacak giyimlikler kıldı. İşte O, üzerinizdeki nimetini böyle tamam­lamaktadır; umulur ki teslim olursunuz.
82- Fakat onlar yüz çevirirlerse, sana düşen yalnızca apaçık bir tebliğdir.
83- Onlar, Allah'ın nimetini bilmektedirler, sonra da inkâr etmektedirler; onların ço­ğu kâfirlerdir.
84- Her ümmetten bir şahit göndereceğimiz gün, artık ne küfre sapanlara izin verilir ve ne de (Allah'tan) hoşnutluk dilemeleri istenir.
85- O zulmedenler azabı gördüklerinde, ne (azap) onlara hafifletilecek, ne de onlara süre tanınacak.
86- O şirk koşanlar, şirk koştuklarını gördükleri zaman, «Rabbimiz! Seni bırakıp bizim tapmakta olduğumuz ortaklarımız bunlardır» derler. (Onlar da bunlara,) «Siz gerçekten yalan söyleyenlersiniz» diye söz atarlar.
87- O gün (artık) Allah'a teslim olurlar ve uydurdukları (yalancı ilahlar) da onlardan kaybolup gitmiş olur.
88- Küfre sapıp da Allah'ın yolundan alıko­yanlara, işledikleri bozgunculuk sebebiyle azap­larını kat kat artırırız.
89- Her ümmet içinde kendi nefislerinden on­ların üzerine bir şahit getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahit olarak getireceğiz. Biz ki­tabı sana her şeyin açıklayıcısı ve Müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.
90- Şüphe yok Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkinliklerden, kötülüklerden ve taşkınlıklardan sakındırır. Size öğüt vermekte­dir; umulur ki kendinize gelirsiniz.
91- Ahitleştiğiniz zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın; çünkü (bu durumda) Allah'ı üzerinize kefil kılmışsınızdır. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.
92- Bir toplum diğer bir toplumdan (sayıca ve malca) daha çok olduğu için yeminlerinizi (ve sözleşmelerinizi), aranızda bir hile aracı edinerek ipliğini sağlamca büktükten sonra çözüp bozan (kadın) gibi (çözüp bozucu) olmayın. Allah, bununla si­zi imtihan etmektedir. Hakkında ihtilafa düşmekte olduğunuz şeyi kıyamet gü­nünde mutlaka size açıklayacaktır.
93- Eğer Allah dileseydi, sizi (aynı inançlara sahip) tek bir ümmet kılardı; an­cak dilediğini saptırır, dilediğini hidaye­te erdirir. Yapmakta olduklarınızdan muhakkak sorulacaksınız.
94- Yeminlerinizi aranızda hile ve bozgunculuk vesilesi yapmayın; yoksa bu yüzden sağlamca yere basmakta olan ayak sürçebilir, Allah yolundan alıkoy­manıza karşılık kötü bir azap tadarsınız ve (ahirette de) büyük bir azaba uğrarsınız.
95- Allah'ın ahdini ucuz bir değere karşılık satmayın. Eğer bilirseniz, Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır.
96- Sizin yanınızda olan tükenir, Al­lah'ın katında olan ise kalıcıdır. Sabre­denlerin karşılığını yaptıklarının en gü­zeliyle biz muhakkak vereceğiz.
97- Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’­min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir ha­yatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.
98- Öyleyse Kur'an okuduğun zaman, kovul­muş şeytandan Allah'a sığın.
99- Şüphesiz iman edenler ve Rablerine tevek­kül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiç bir zorlayı­cı gücü yoktur.
100- Onun zorlayıcı gücü ancak onu (şeytanı) veli edinenler ve onunla O'na (Allah'a) ortak Ko­şanlar üzerindedir.
101- Biz bir ayeti, bir (başka) ayetin yeriyle değiştirdiğimiz zaman, Allah neyi indirdiğini daha iyi bilmektedir. Sen yalnızca iftira edicisin dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler.
102- De ki: «Ruh'ul Kudüs, iman edenleri sağ­lamlaştırmak ve Müslümanlara yol gösterici müjde olmak üzere onu (Kur'an'ı) Rabbinden hak olarak indirdi.»
103- Şüphesiz biz, onların, Bunu ancak kendi­sine bir beşer öğretmektedir dediklerini biliyo­ruz. Kendisine (öğretimi) isnat ettikleri şahsın dili yabancıdır (Arapça değildir!). Hâlbuki bu (Kur'an) apaçık bir Arapçadır.
(Muhammed İbn-i İshak siretinde diyor: «Bu bağlamda, Hadisler, Mekkeliler'in Hz. Peygamber (s.a.a) ile ilgisi olduğunu düşündükleri birçok şahsın adını verir, bunlardan biri el Hadrami'nin Rum kölesi Ceber'dir.» Fakat bu şahısların tek ortak özelliği hepsinin de Arap olmayan köleler olmalarıdır. Düşmanlıklarının kendi gözlerini körelttiği bu insanlar saf Arapça olan Kur'an'ı, Tevrat ve İncil'le ilgili yüzeysel bir bilgiye sahip olan bir yabancıya isnat ediyorlardı. Doğruluk timsali olan Hz. Peygamber'in (s.a.a) söylediğini kabul etmek yerine, Kur'an’ı hiç bir önemi olmayan yabancı bir köleye isnat ediyorlardı.)
104- Allah'ın ayetlerine inanmayan­ları Allah hidayete ulaştırmaz ve onlar için elim bir azap vardır.
105- Yalanı, yalnızca Allah'ın ayetle­rine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridirler.
106- Gönlü imanla dolu olduğu hal­de, zorlanan kimse müstesna, inandık­tan sonra Allah'ı inkâr edip gönlünü küfre açanlara Allah katından bir gazap vardır; büyük azap da onlar içindir.
107- Bu, onların dünya hayatını ahirete göre daha sevimli bulmalarından ve şüphesiz Allah'ın da küfre sapan bir topluluğu hidayete ulaştırmaması nede­niyledir.
108- Onlar, Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kim­selerdir. Gafil olanlar da onların ta ken­dileridir.
109- Hiç şüphesiz, onlar ahirette zi­yana uğrayanlardır.
110- Sonra gerçekten Rabbin, işken­ceye uğratıldıktan sonra hicret edenle­rin, ardından cihad edip sabredenlerin (destekçisidir). Hiç şüphesiz senin Rabbin, bütün bunlardan sonra gerçekten bağış­layandır, esirgeyendir.
111- O gün, herkes kendi nefsi adına mücadele eder ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlar zulme uğratılmazlar.
112- Allah size (bakın) bir ülkeyi örnek vermektedir; (bu ülke halkı) güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; derken Allah'ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı.
113- Şüphesiz onlara kendi içlerinden bir peygamber gelmişti, fakat onu yalanladılar; böylece onlar, zulümlerine devam ederlerken azap onları yakalayıverdi.
114- O halde, Allah'ın size verdiği rızıktan helal (ve) hoş olarak yiyin ve eğer sadece O'na kulluk ediyorsanız, Allah'ın nimetine şükredin.
115- O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olanı haram kıl­dı. Fakat kim mecbur kalırsa, istemeksizin ve sı­nırı aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
116- Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi do­layısıyla, Şuna helal buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.
117- (Kazandıkları) Pek az bir menfaattir. Halbuki onlar için elem verici bir azap vardır.
118- Yahudi olanlara da bundan önce aktardıklarımızı haram kıldık. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
119- Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tövbe eden ve ıslah olanlar (ile beraberdir). Şüphe yok, senin Rabbin bundan (tövbeden) sonra bağışlayandır, esir­geyendir.
120- Şüphesiz, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; O Allah'a itaat eden, O'na yönelen bir muvahhitti ve o müşriklerden değildi.
121- O'nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah) O’nu seçti ve doğru yola hidayet etti.
122- Ve biz ona dünyada bir güzellik verdik; Şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir.
123- Sonra sana, «Hanif (muvahhit) olan İbrahim'in dinine uy. O müşriklerden değildi» diye vahyettik.
124-Cumartesi (günü avlanmamak), sadece onda ihtilafa düşenlere (farz) kılındı. Şüphesiz senin Rabbin, onların ihtilaf ettikleri şeyler hakkında kıyamet günü araların­da hükmedecektir.
125- Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı en iyi bilendir ve hidayete ereni de daha iyi bilir.
126- Eğer ceza verecekseniz, size ve­rilen cezanın misliyle ceza verin ve eğer sabrederseniz, şüphesiz bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
127- Sabret; senin sabrın ancak Allah (yardımı) iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları düzenlerden do­layı da sıkıntıya düşme.
128- Şüphe yok Allah, korkup sakı­nanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir.

17
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

17.İsra Suresi
(Mekke'de nazil olmuştur ve 111 ayettir. «İsrâ» kelimesi, geceleyin yürümek manasına gelir. Hz. Peygamber'in Mi'rac mucizesinin Mekke'den Kudüs'e kadar olan kısmı bu surede anlatıldığın­dan, sure «İsrâ» adını almıştır.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdi­ğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren Allah münezzehtir. Gerçekten O, işitendir gö­rendir.
2- Musa'ya kitap verdik ve «Benden başka vekil edinmeyin» diye onu İsrail oğulları için bir hidayet (vesilesi) kıldık.
3- (Sizler,) Nuh ile birlikte taşıdıkları­mızın neslisiniz! Şüphesiz o, şükreden bir kuldu.
4- Kitapta İsrail oğullarına şu hükmü verdik: «Muhakkak siz yerde (Filistin'de) iki defa bozgunculuk çıkaracaksınız ve büyük bir azgınlıkla taşkınlık edeceksiniz.
5- «O ikiden (iki taşkınlıktan) birincisinin vakti gelince, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı üzerinize göndeririz de (sizi) evlerin aralarına ka­dar girip araştırırlar. Bu yerine gelecek kesin bir sözdür.»
6- Sonra onlara karşı size tekrar güç ve kuv­vet veririz, size mallar ve çocuklarla yardım ede­riz ve topluluk olarak da sizi sayıca çok kılarız.
7- «Eğer iyilik ederseniz kendi nefsinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük ederseniz o (kendinizin) aleyhindedir. İkinci vaadin zamanı gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, önce mescide girdikleri gibi girmeleri, galebe çaldıkları şeyleri yok etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.»
8- Umulur ki, Rabbiniz size merhamet eder, fakat siz (bozgunculuğa) dönerseniz, biz de (sizi cezalandırmaya) döneriz. Biz cehennemi, küfre sapanlar için bir kuşatma yeri kıldık.
9- Şüphesiz ki bu Kur'an, en sağlam yola hi­dayet eder ve salih amellerde bulunan müminlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müj­de verir.
10- Ve şüphesiz ahirete inanmayanlar için de, acıklı bir azap hazırlamışızdır.
11- İnsan (sabırsız olduğu için) iyiliği istediği gibi, kötülüğü de istemektedir. İnsan, pek de acelecidir.
12- Biz geceyi ve gündüzü iki ayet kıldık; gece ayetini görünmez (karanlık) ve Rabbinizin bol betini aramanız, yılların sayısını ve hesabı öğrenmeniz için gündüz ayetini ise aydınlık kıldık. Biz her şeyi yeterince açıkladık.
13- Biz, her insanın kuşunu (yaptıkları­nı) kendi boynuna doladık, kıyamet gü­nünde onun için açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız.
14- Kendi kitabını oku; bugün nef­sin hesap sorucu olarak sana yeter.
15- Kim hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiç bir günahkâr, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber gönderinceye kadar (hiç bir topluma) azap edecek değiliz.
16- Biz, bir ülkeyi helak etmek iste­diğimiz zaman, onun nimet içinde yü­zen şımarıklarına (her türlü nimetlerin veril­mesini) emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üze­rine söz (azap) kesinleşir de onu tümüyle helak ederiz.
17- Biz, Nuh'tan sonra nice kuşakla­rı helak ettik. Kullarının günahlarını bi­len ve gören olarak Rabbin yeterlidir.
18- Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kim­seye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra da ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kı­nanmış ve kovulmuş olarak gider.
19- Kim de ahireti ister ve bir mü’min olarak ciddi bir çaba ile ona çalışırsa, iş­te böylelerinin çabası şükre (takdire) de­ğerdir.
20- Hepsine, onlara da bunlara da Rabbinin ihsanından artırarak veririz. Rabbinin ihsanı kesilmiş değildir.
21- Onlardan bir kısmını bir kısmına nasıl da üstün tuttuğumuzu gör! Muhak­kak ahiret; dereceler bakımından da da­ha büyüktür, üstünlük bakımından da daha büyüktür.
22- Sakın Allah ile beraber başka bir ilah edinme; yoksa kınanmış ve kendi başına (yapayalnız ve yardımcısız) bırakılmış olursun.
23- Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri ve­ya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa onlara, «Öf» bile deme ve onlara sesini yükseltme. Onlara yumuşak söz söyle.
24- Onlara acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: «Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse, sen de onları esirge.»
25- Rabbiniz, sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şüphesiz O da (kendisine) yönelenleri bağışlayıcıdır.
26- Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp savurma.
(Gayet'ulMeram s.40'da yer aldığına göre Ali bin Hüseyin (a.s) söyle buyurmuştur: «Buradaki akrabalık hakkından maksat, Ehl-i Beyt'tir.» İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: «Bu ayet nazil olduğu zaman Peygamber Hz. Fatıma’ya «bu Fedek arazisi senindir. Sana tahsis ettim» diye buyurdu. İbni Abbas'ın nakline göre ise Hz. Resulullah'a, «Senin akrabaların kimdir?» diye sorulduğunda, Hz. Resulullah, «Fatıma ve çocuklarıdır» diye buyurmuştur.)
27- Çünkü saçıp savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür.
28- Eğer Rabbinden ummakta olduğun bir rah­meti beklerken (darlıkta olduğundan dolayı) onlardan yüz çevirecek olursan, bu durumda onlara yumu­şak söz söyle.
29- Elini boynuna zincirlenmiş (cimri) kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın.
30- Şüphesiz senin Rabbin, rızkı dilediğine genişletip açar ve daraltır. Gerçekten O, kullarından haberi olandır, görendir.
31- Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; onlara da size de biz rızık veririz. Şüphesiz onları öldürmek büyük bir (günah ve) yanlışlıktır.
32- Zinaya yaklaşmayın; şüphesiz o, çirkin bir hayâsızlık ve kötü bir yoldur.
33- Haklı bir neden olmaksızın Al­lah'ın haram kıldığı bir kimseyi öldür­meyin. Kim mazlum olarak öldürülürse onun velisine (kısas için) yetki vermişiz­dir; o da öldürmede ölçüyü taşırmasın. Çünkü o gerçekten yardım görmüştür.
34- Erginlik çağma erişinceye kadar, o da en güzel bir tarz olması dışında yetimin malına yaklaşmayın. Ahde vefa edin. Çünkü ahit bir sorumluluktur.
35- Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve dosdoğru bir tartıyla tartın; bu, daha hayırlıdır ve sonuç bakımından da­ha güzeldir.
36- Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.
37- Yeryüzünde böbürlenerek yürü­me; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.
38- Bütün bunlar, Rabbinin katında kötülüğü olan iğrenç şeylerdir.
39- Bunlar, Rabbinin sana hikmet olarak vahyettiği şeylerdir. Rabbin ile beraber başka bir ilah kılma, yoksa ye­rilmiş, kovulmuş olarak cehenneme atı­lırsın.
40- Rabbiniz size erkekleri seçti de meleklerden dişileri mi (kendine) edindi? Gerçekten siz büyük bir söz söylemek­tesiniz.
41- Şüphesiz biz, hatırlayıp kendile­rine gelsinler diye bu Kur'an'da çeşitli açıklamalarda bulunduk. Fakat bu, onla­rın sadece kaçışlarını artırır.
42- De ki: «Eğer söyledikleri gibi O'nunla beraber ilahlar olsaydı, onlar (o
ilahlar) da arş sahibine (galip gelmek için) mutlaka bir yol ararlardı.»
43- O, onların dediklerinden münez­zeh, son derece yüce ve uludur.
44- Yedi gök, yer ve bunların içinde­kiler O'nu teşbih etmektedir; O'nu övgü ile teşbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ancak siz onların teşbihlerini kavramı­yorsunuz. Şüphesiz O, hilim sahibidir, bağışlayandır.
45- Kur'an okuduğun zaman, seninle ahirete inanmayanlar arasında görün­mez bir perde kıldık.
46- Ve onların kalpleri üzerine, onu (Kur'an'ı) kavrayıp anlarlar diye (engelle­yen) kılıflar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur'an'da Rabbinin birli­ğini andığın zaman, gerisin geriye dö­nüp uzaklaşırlar.
(Burada, ahirete inanmayanların Kur'an'dan faydalanamayacakları konusundaki ilâhi kurala işaret edilmektedir. Müşriklerin fıtratları Kur'an'dan bu derece etkilendiği halde, onlar bu­na engel oluyorlardı. Kalpleri o tarafa doğru ken­dilerini çekerken onlar, kalplerine engel oluyor­lardı. Bu nedenle yüce Allah da onlarla peygam­ber arasına gizli bir perde gerdi. Bu perde gözle­re görünmese de kalpler onun varlığını hisseder­ler. Böylece onlar artık Kur'an'dan yararlana­mazlar. Okudukları Kur'an'dan kendilerine pay çıkarıp, doğru yola gelmezler. Zira Kur'an'ın ana eksenini oluşturan tevhit inancı, onların makamlarını ayrıcalıklarını ve ululuklarını tehdit ediyordu. Bu nedenle ondan uzak kaçıyorlardı. Dolayısıyla bizzat kendi kendilerini bu büyük ilahi ni­metten mahrum kıldıklarında ise Allah kalplerine kılıflar, kulaklarına da bir ağırlık koymuştur.)
47- Biz onların seni dinlediklerinde niçin dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o zalimlerin, «Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz» dediklerini çok iyi biliriz. .
48- Sana nasıl örnekler (kötü sıfatlar) vererek saptıklarına bir bak, artık onların (doğru) yolu bulmaya güçleri yetmemektedir.
49- Dediler ki: Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten yeni bir yaratılışla mı diriltileceğiz?»
50- De ki: «İster taş olun, ister demir! (Bunlar Al­lah'ın sizi yeniden diriltmesini güçleştirmez.)»
51- «Ya da göğüslerinizde (gözlerinizde) büyüksediğiniz bir yaratık (olun fark etmez)» «Bizi kim (ha­yata) geri çevirebilir?» diyecekler. De ki: «Sizi ilk defa yaratan.» Bu durumda sana başlarını alaylıca sallayacaklar ve «Ne zamanmış o?» diyecekler. De ki: «Pek yakında olması umulur!»
52- Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek, (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız.
53- Kullarıma, sözün en güzel olanını konuşmalarını söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.
54- Sizi en iyi Rabbiniz bilir; dilerse size merhamet eder, dilerse size azap eder. Biz seni onların üzerine bir vekil olarak göndermedik.
55- Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilir. Şüphesiz biz peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üs­tün kıldık ve Davud'a da Zebur verdik.
56- De ki: «O'nun dışında (ilah) oldu­ğunu sandıklarınızı çağırın, onlar sizden ne zararı uzaklaştırabilirler, ne de (o zara­rı faydaya) dönüştürebilirler.
57- Onların yalvarıp durdukları da hangisi (Allah'a) daha yakındır diye Rablerine bir vesile ararlar. O'nun rahmeti­ni umar ve azabından korkarlar. Şüphesiz senin Rabbinin azabı sakınılmaya değerdir.
58- Ne kadar ülke varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helak edecek veya en çetin bir şekilde azap edeceğiz. Bu hüküm kitapta yazılıdır.
(Bu ayet, kâfirlerin kendi memleketlerinin tehlike veya azaptan uzak olduğu konusundaki zanlarını ortadan kaldırmak amacındadır. Ayet her memleketin zaman eseri veya Allah'ın azabı ile helak edileceğini bildirmektedir.)
59- Bizi mucizeler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud'a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak gönderdik, fakat onlar ona zulmettiler. Oysa biz ayet­leri ancak korkutmak için göndeririz.
60- Hani sana, «Şüphesiz Rabbin in­sanları çepeçevre kuşatmıştır» demiştik. Sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur'an'da lanetlenen ağacı ancak insanlara bir sınama vesilesi kıldık. Biz onları arka arkaya korkutuyoruz, fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka bir şeyi artırmaya yaramıyor.
(Burhan tefsirinde Şii ve Sünni kanallardan nakledilen on altı rivayet esasınca Peygamber'e gösterilen rüyadan maksat, Peygamber'in, Ümeyye oğullarının domuzlar suretinde minberine çık­tığını görmesi, lanetlenen ağaçtan maksat ise Ümeyye oğullarıdır. Fahr-u Razi, Taberi, Kurtubi, Nişaburi, Siyuti, Şevkani, Alusi, İbn-i Ebi Hatem, Hatip Bağdadi, İbn-i Merduye, Hakim, Makrizi ve Beyhaki mezkur ayetin tefsirinde İbn-i Abbas'tan (r.a) şöyle nakletmişlerdir: «Kur'an'da lanetlen­miş ağaç »tan maksat, Emeviler'dir. Zira Resulullah (s.a.a) uykuda onları, minber ve mihrabına saldıran maymunlar şeklinde gördü. Peygamber uyandıktan sora Cebrail, mezkur ayetin nazil ol­duğunu haber vererek dedi ki: «Rüyanda gördü­ğün maymunlar, Emeviler'dir. Onlar senden sonra hilafeti gasp edeceklerdir. Mihrap ve minberin bin ay onların tasarrufu altında olacaktır.)
61- Hani meleklere: «Âdem'e secde edin» demiştik de İblis'in dışında (hepsi) secde etmişlerdi. Dedi ki: «Bir çamur olarak yarattığın kimseye ben secde eder miyim?»
62- Dedi ki: « Şu benden üstün kıldı­ğını gördün mü? (Benden üstün nesi var ki?) Eğer bana kıyamet gününe kadar süre tanırsan, onun soyunu pek azı dışında kuşkusuz buyruğum altına alacağım.»
63- Dedi ki: «Git, onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz sizin cezanız cehennemdir; hem de ek­siksiz bir ceza!»
64- «(Ey İblis) Onlardan güç yetirdiklerini sesin­le yerinden oynat, atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun.» Şeytan, onla­ra aldatmadan başka bir şey vaat etmez.
65- «Benim kullarım (ise); senin onlar üzerinde hiç bir zorlayıcı gücün yoktur.» Vekil olarak Rabbin yeter.
66- Sizin Rabbiniz, fazlından aramanız için denizde gemileri sizin için yürütür. Gerçekten size karşı merhametli olandır.
67- Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O'nun dışında taptıklarınız kaybolur gi­der; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür.
68- Kara tarafında sizi yerin dibine geçilmeye­ceğinden veya üzerinize taş yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden güvende misiniz? (Bunlar old­uktan sonra) Kendinize bir vekil (bile) bulamazsı­nız!
69- Veya sizi bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak nan­körlük etmeniz nedeniyle sizi boğmayacağından emin misiniz? (Böyle olduktan sonra) Artık bize karşı onun bir öcünü alacak kimseyi de bulamazsınız.
70- Şüphesiz biz Âdemoğlunu yücelttik; onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz güzel şeylerden rızıklandırdık, yarattık­larımızın birçoğundan fazlasıyla üstün kıldık.
71- Her insan grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını oku­yacaklar ve onlar, bir hurma çekirdeğin­deki ipince iplik kadar bile haksızlığa uğratılmazlar.
72- Kim dünyada (imamını bulma nokta­sında) kör ise, O, ahirette de kördür ve yol bakımından daha sapıktır.
73- Onlar neredeyse, sana vahyettiği­mizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman da seni mutlaka dost edinirler­di.
(Mecme'ul Beyan'da yer aldığına göre müş­rikler Peygamber' e şöyle dediler: «Eğer putları­mıza dil uzatmazsan, bizleri beyinsiz olarak nitelendirmezsen ve etrafındaki bu kötü kokan aşağı­lık kimseleri uzaklaştırırsan biz de yanına oturur ve dediklerini dinleriz.» Peygamber belki hidayet olurlar niyetiyle bu teklife olumlu bakarken bu ayet nazil oldu ve onu bu işten sakındırdı.)
74- Eğer biz seni sağlam kılmasaydık, kesinlikle, sen onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin.
75- O takdirde sana, hayatın da ölü­mün de kat kat azabını tattırırdık. Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.
76- Şüphesiz yakında (düzen kurarak) seni yurdundan çıkmak zorunda bıraka­caklar; bu durumda kendileri de senden sonra az bir süreden başka kalamazlar.
77- (Bu,) Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin bir sünnetidir. Sünneti­mizde bir değişiklik bulamazsın.
78- Güneşin sarkmasından (öğle vaktin­den) gecenin kararmasına kadar namazı kıl ve fecir Kur'an'ını (sabah namazını)'da; şüphesiz fecir Kur'an'ı (sabah namazı, meleklerce) şahit olunandır.
79- Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile (veya fazilet) olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni övülmüş makama (şefaat makamına) ulaştırması umulur.
80- Ve de ki: «Rabbim! Beni (girilecek yere) doğru bir girdirişle girdir ve (çıkıla­cak yerden) doğru bir çıkarılışla çıkar. Ka­tından bana yardımcı bir güç ver.»
81- De ki: «Hak geldi, batıl yok oldu; hiç şüphesiz batıl yok olucudur.»
82- Kur'an'dan mü’minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indirmekteyiz. Oysa o, zalimlere hüs­randan başkasını arttırmaz.
83- İnsana bir nimet verdiğimizde yüz çevirir ve uzaklaşır; ona bir şer dokunduğu zaman da ümitsiz olur.
84- De ki: «Herkes kendi karakterine (fıtratına) göre davranır. O halde yol olarak kimin daha çok hidayete erdiğini Rabbiniz daha iyi bilir.»
85- Sana ruh hakkında sorarlar. De ki: Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca bir şey verilmiştir.»
86- Şüphesiz eğer dilersek, sana vahyettiğimiz şeyleri gerçekten gideriveririz, sonra bunun için bize karşı bir vekil de bulamazsın.
87- (Vahyin bekası) Ancak Rabbinden bir rahmet üzeredir. Şüphesiz O 'nun lütfü senin üzerinde çok büyüktür.
88- De ki: «Eğer bütün insan ve cin (toplulukları) bu Kur'an'ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile, onun bir benzerini getiremezler.»
89- Şüphesiz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. İnsanların çoğu ise ancak küfürde ayak direttiler,
90- Dediler ki: «Bize yerden pınarlar fışkırtmadık­ça sana kesinlikle inanmayız.»
91- «Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın.»
92- «Veya sandığın gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza (şahit olarak) getir­melisin.»
93- «Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzeri­mize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.» De ki: «Rabbim münezzeh­tir; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?»
94- Kendilerine hidayet geldiği za­man, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların, «Allah, elçi olarak bir beşer mi gönderdi?» demelerinden başkası değildir.
95- De ki: «Eğer yeryüzünde (insan de­ğil de) güvene ermiş yürüyen melekler olsaydı, biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.»
96- De ki: «Benimle aranızda şahit olarak Allah yeter; kuşkusuz O, kulla­rından hakkıyla haberdardır, görendir.»
97- Allah, kimi hidayete ulaştırırsa, işte o, hidayet bulmuştur; kimi de saptırırsa onlar için O'nun dışında asla veli­ler bulamazsın. Kıyamet günü, biz onla­rı yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak hasrederiz. Onların barınma yer­leri cehennemdir; ateşi ne zaman sön­meye yüz tutsa, çılgın alevini onlara art­tırırız.
98- Şüphesiz bu; onların ayetlerimizi inkâr etmelerine ve «Biz kemikler hali­ne geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra, gerçekten biz yeni bir yaratılışla mı diriltileceğiz?» demelerine karşılık cezadır.
99- Onlar gökleri ve yeri yoktan var eden Allah'ın kendi benzerlerini (bir kez daha) yaratmaya gücünün yeteceğini ve onlar için de kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kıldığını görmüyorlar mı? Ama zalimler, inkârcılıktan başkasını kabullenmez.
100- De ki: «Eğer siz Rabbimin rah­met hazinelerine malik olsaydınız, bu durumda harcamakla tükenir endişesiy­le gerçekten (cimrilik edip elinizde) tutardı­nız. İnsan pek cimridir.
101- Şüphesiz, biz Musa'ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik. İşte İsrail oğullarına sor; onlara geldiği zaman Firavun ona, «Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum» demişti.
102- O da: «Şüphesiz bunları görülecek belgeler olarak göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini sen de bilmişsin. Gerçekten Ey Firavun! Ben artık seni helak olmuş sanıyorum (görüyorum), demişti.
103- Böylelikle, onları o yerden sürmek istedi. Biz de onu ve beraberindekileri hep birlikte boğuverdik
104- Ve onun ardından İsrail oğullarına dedik ki: «O yerde (Filistin'de) oturun, ahiret vaadi geldiğinde hepinizi bir araya getiririz.»
105- Biz onu (Kur'an'ı) hak olarak indirdik ve o hak ile indi; seni de yalnızca bir müjde verici ve uyarıp korkutucu olarak gönderdik.
106- Onu insanlara ağır ağır okuman için bir Kur'an olarak (bölüm bölüm) ayırdık ve onu özel bir indirişle (aşamalı şekilde) indirdik.
107- De ki: «İster ona inanın, ister inanmayın; O daha önce kendilerine ilim verilenlere okundu­ğu zaman, çeneleri üstüne kapanarak secde eder­ler.»
108- Ve derler ki: «Rabbimiz münezzehtir, Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşir.»
109- Çeneleri üstüne kapanıp ağlarlar ve (Kur’an) onların huşularını arttırır.
(Huşu; alçak gönüllülük, hayâ etmek ve mütevazı olmak, karışık sevgiden gelen edepli bir hâl, yüksek ve heybetli bir huzurda duyulan alçak gönüllülük, sükûn ve tezellül demektir).
110- De ki: «İster Allah deyin, ister Rahman deyin; hangisini derseniz de­yin, en güzel isimler O'nundur.» Nama­zında sesini çok yükseltme, onda çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol be­nimse.
(Bu, kâfirlerin diğer bir itirazına verilen ce­vaptır. Onlar şöyle diyorlardı: «Biz yaratıcıya «Allah» dendiğini duyduk, fakat «Rahman» ismini nerden buldun?» Bunun nedeni onların «Rah­man» ismini Allah için kullanmamaları ve bu ismi sevmemeleriydi.)
111- Ve de ki: «Bütün övgüler; çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı bir veliye de (ihtiya­cı) bulunmayan Allah'adır.» Ve O'nu yüceltebildiğin kadar yücelt!

18
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

18.Kehf Suresi

(Mekke'de nazil olmuştur ve 110 ayettir. Sure bu adı, içinde söz konusu edilen ve «mağara arka­daşları» demek olan «Ashâb-ı Kehf »ten almıştır.)


Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla

1- Hamd, Kitabı kulu üzerine indiren ve onda hiç bir çarpıklık kılmayan Allah'a aittir.

2- Dosdoğru (bir kitap) ki, kendi katın­dan şiddetli bir azapla uyarıp korkutmak ve salih amellerde bulunan mü’minlere, kendilerine güzel bir ecir olduğunu müj­de vermek İçin (onu indirmiştir).

3- Onlar onda ebedi olarak kalıcıdır­lar.

4- (Bu Kur'an) «Allah çocuk edindi.» diyenleri uyarıp korkutmaktadır.

5- Bu konuda ne kendilerinin, ne de baba­larının hiç bir bilgisi yoktur. Ağızlarından çı­kan söz pek de büyük! Onlar yalandan başka­sını söylemiyorlar.
6- Şimdi onlar bu söze (Kur'an'a) inan­mayacak olurlarsa sen, onların peşinde eseflenerek kendini helak mi edeceksin?
7- Şüphesiz biz, onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim di­ye yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıl­dık.
8- Biz gerçekten (yeryüzü) üzerinde olan­ları kupkuru çorak bir toprak kılıcılarız.
9- Sen, yoksa Kehf ve Rakim ehlini bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?
(Bu soru, kâfirlerin «mağarada uyuyanlar» hakkındaki şüpheli tutumlarını ortaya koymak amacıyla sorulmuştur. «Siz gökleri ve yeri yaratan Allah’ın bir kaç kişiyi bir kaç yüzyıl boyunca uyku halinde bırakmaya ve onları uykudan uyandırır gi­bi diriltmeye gücü yetmez mi sanıyorsunuz? Eğer güneşin, ayın ve dünyanın yaratılışını düşünmüş ol­saydınız, böyle bir şeyin Allah için zor olduğunu düşünmezdiniz bile.»)
10- Hani o gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: «Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla.»
11- Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına (bir perde) vurduk.
12- Sonra (içlerindeki) iki gruptan hangi­sinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık.
13- Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarmaktayız. Gerçekten onlar, Rablerine iman etmiş gençlerdi ve biz de on­ların hidayetlerini arttırmıştık.
(Ashab-ı Kehf, yedi gençti. İmparator Decius bu gençlerin inançlarını değiştirdiklerini öğrenince onla­ra yeni dinleriyle ilgili sorular sordu. Onlar,

İmparato­run İsa'nın dinine tamamen karşı olduğunu bildikleri halde, inandıkları Rabbin yerlerin ve göklerin Rabbi olduğunu ve ondan başka hiç bir ilah tanımadıklarını, aksi takdirde büyük bir günah işlemiş olacaklarını açıkladılar. İmparator buna çok kızdı ve onları öldüre­ceğini söyledi. Fakat daha

sonra onların gençliğini göz önünde bulundurarak, dinlerini değiştirmeleri için üç gün süre verdi. Bu üç gün sonunda inançlarından dönmezlerse öldürüleceklerdi. Bu yedi genç fırsattan faydalandılar ve şehirden ayrılarak dağda bir mağara­ya sığınmak üzere yola çıktılar. Yol üzerinde bir köpek

peşlerine takıldı. Onu geri çevirmeye çalıştılar, fakat köpeği peşlerinden ayıramadılar. Sonunda gizlenebile­cek bir mağara buldular ve içine gizlendiler. Köpek de mağaranın girişine oturdu. Yorgunluktan derin bir uy­kuya daldılar. Bu olay 250 yıllarında meydana geldi.

Yaklaşık 197yıl sonra,imparator II. Theodosius zama­nında, tüm Roma İmparatorluğunun Hıristiyan olduğu halkın da putperestlikten vazgeçtiği bir dönemde uyan­dılar. Uyandıktan sonra gençler birbirlerine ne kadar uyuduklarını sormaya başladılar. Bazıları bir gün, ba­zıları da günün bir bölümü kadar uyuduklarını söyle­diler. Bir

sonuca varamayınca tartışmayı bıraktılar ve gerçek sürenin ne olduğunu Allah'a bıraktılar. Daha sonra arkadaşlarından Jean'ı gümüş paralarla yiye­cek almak üzere şehre gönderdiler ve ona tanınmamaya dikkat etmesini tembih ettiler. Fakat Jean şehre in­diğinde tüm dünyanın değişmiş olduğunu görerek şa­şırdı. Jean bir dükkâna girdi ve birkaç ekmek almak is­tedi.
Fakat para olarak verdiği gümüşlerin üstünde im­parator Decius' un resmini gören dükkân sahibi gözle­rine inanamadı ve yabancıya bu parayı nereden buldu­ğunu sordu. Genç adam paranın kendisinin olduğunu söyleyince aralarında bir tartışma başladı.

Daha son­ra etraflarına büyük bir kalabalık toplandı ve mesele şehrin yöneticisine kadar ulaştı. Yönetici de şaşırmıştı ve parayı aldığı hazinenin nerede olduğunu soruyordu. Fakat genç, paranın kendisine ait olduğu konusunda ısrar etti. Yö­netici ona inanmadı, çünkü yaşlılardan hiç birinin tanımadığı yüz­yıllar öncesine ait bir paraya gençler sahip olamazdı. Jean, İmparator Decius'un öldüğünü öğrenince buna hem şaşırdı, hem de sevindi. Kalabalığa önceki gün Decius'un zulmünden kurtulmak iç birkaç arkadaşı ile birlikte mağaraya sığındıklarını söyledi. Yönetici çok şaşırmıştı ve arkadaşlarının gizlenmekte oldukları mağarayı görmek isteyerek gencin peşinden gitti. Onların arkasından büyük bir kalabalık da geliyordu. Mağaraya geldiklerinde gençlerin gerçekten de İmparator Decius zamanına ait olduklarını fark ettiler. En sonunda imparator Theodosius'a da haber verildi ve O da mağarayı ziyaret etti. Daha sonra yedi genç mağaraya geri döndüler ve orada son nefeslerini verdiler.
Bu apaçık mucizeyi görünce insanların öldükten sonra dirilmeye inançları tekrar güçlendi ve imparator mağaranın etrafına büyük bir anıt inşa edilmesi için emir verdi.)
14- Onların kalplerini (sabır ve kararlılıkla) pekiştirmiştik de (krala karşı) kıyam ettiklerinde demişler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi'dir; ilah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, şüphesiz, gerçeğin dışına çıkarız.
15- «Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başka ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan düzüp uydurandan daha zalim kimdir?»
16- (İçlerinden biri demişti ki:) «Madem siz onlar­dan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup ay­rıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizde size bir kolaylık sağlasın.»
17- Baksaydın güneşin doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına yöneldiğini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp geçtiğini görürdün. Onlar ise, mağaranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi de saptırırsa onun için asla doğru yolu gösterici bir veli bulamazsın.
(Anlaşıldığı üzere onların mağarası güneye bakıyordu. Çünkü eğer kuzeye bakmış olsaydı güneşi göremezlerdi ve eğer doğu veya batıya doğru olsaydı, güneş doğarken veya batarken direkt olarak güneş mağaranın içine vururdu. Dolayısıyla güneş mağaraya giriyor, ama onlara direkt vurmuyordu.)
18- Sen onları uyanık sanırdın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardı. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyor­duk. Onların köpekleri de iki kolunu uzatmış yatmaktaydı. Onları görmüş ol­saydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı.
19- Böylece, birbirlerine sorsunlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerin­den bir sözcü dedi ki: «Ne kadar kaldı­nız?» Dediler ki: «Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.» Dedi­ler ki: «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranız­la şehre gönderin de hangi yiyecek te­mizse baksın, size ondan bir rızık getir­sin; ancak çok dikkatli davransın ve sa­kın sizi kimseye sezdirmesin.»
20- «Çünkü onlar üzerinize çıkıp ge­lirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.»
21- Böylece onları (ülke halkına) du­yurduk ki, Allah'ın vaadinin gerçek ol­duğunu ve kıyametin mutlaka geleceği­ni, onda asla şüphe olmadığını bilsinler. (Onlar ölünce halk) Kendi aralarında onla­rın durumunu tartışıyorlardı. Bazıları, «Onların üzerine bir bina yapın. Çünkü Rableri onları daha iyi bilendir» dediler. Fakat onların işine galip gelenler (Padi­şah ve muvahhitler) ise, «Mutlaka onların üstüne bir Mescid edineceğiz» dediler.
22- (İnsanların kimi,) «Üç kişidir, onla­rın dördüncüsü de köpekleridir» diyor­lar. Veya «Beş kişidir, onların altıncısı da köpekleridir» diyorlar. (Bu adeta,) Görülmeyene (gayba) taş atmaktır. Ya da «Yedi kişidir, onların sekizincisi de köpekleridir» diyorlar. De ki: «Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında da kimse bilemez.» Öyleyse onlar hakkında bu bildirilenler dışında tartışmaya girişme ve onlar hak­kında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
23- Hiç bir şey hakkında, «Ben bunu yarın mutlaka yapacağım» deme.
24- «Sadece Allah dilerse» (yapacağım, de). Unut­tuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: «Umulur ki, Rabbim beni doğruya daha yakın olana hidayet eder.»
25- Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar.
26- De ki: «Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O’ nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.»
27- Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku. O'nun sözlerini değiştirici yoktur ve O'nun dışında kesin olarak bir sığınak bulamazsın.
28- Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteye­rek Rablerine dua edenlerle birlikte olmaya sab­ret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikret­mekten gaflete düşürdüğümüz, kendi hevasına uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.
29- Ve de ki: «Hak Rabbinizdendir; artık dile­yen iman etsin, dileyen küfre sapsın. Şüphesiz biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, ateş çadırları ken­dilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse, maden eriyiği gibi yüzleri kavurup yakan bir su ile suvarılırlar. O pek de kötü bir içkidir ve pek de kötü bir dayanaktır.
30- Şüphesiz iman edip salih amellerde bulun­anlar (var ya), biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini kayba uğratmayız.
31- Altından ırmaklar akan Adn cen­netleri onlarındır. Orda altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlen­miş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup dayanırlar. (Bu) Pek de güzel bir sevap ve pek de güzel bir dayanaktır!
32- Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik.
33- İki bağ da yemişlerini vermişti, ondan (verim bakımından) hiç bir şeyi nok­san bırakmamış ve aralarında da bir ır­mak fışkırtmıştık.
34- (iki adamdan) Birinin başka ürünle­ri de vardı. Böylelikle onunla konuşur­ken arkadaşına dedi ki: «Ben, mal bakı­mından senden daha zenginim, insan sa­yısı bakımından da daha güçlüyüm.»
35- Daha sonra bağına girdi ve ken­disine zulmederek, «Bunun hiç yok ola­cağını sanmam.» dedi.
36- «Kıyametin kopacağını da sanmı­yorum. Eğer (sözgelişi) Rabbime döndü­rülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum.»
37- Kendisiyle konuşmakta olan ar­kadaşı ona dedi ki: «Seni topraktan, son­ra bir damla sudan yaratan, sonra da se­ni bir adam formuna koyanı inkâr mı et­tin?»
38- «Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam.»
39- «Sen neden bağına girdiğin za­man, «Maşallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur» demedin ki? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan...»
40- «Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne de gökten yakıp yıkan bir afet gönderir de yalçın, çorak bir toprak kesiliverir.»
41- «Veya onun suyu dibe göçüverir de böylelikle onu arayıp bulmaya kesin­likle güç yetiremezsin.»
42- (Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) ovuşturup duruyor­du. O bağ ürünlerden boşalmış, öylece ıpıssız kalıvermişti. Kendisi de şöyle diyordu: «Keşke Rab­bime hiç kimseyi ortak koşmasaydım!»
43- Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edeme­di.
44- İşte burada velayet (egemenlik), hak olan Al­lah'a aittir. O, sevap bakımından daha hayırlı, so­nuç bakımından da daha iyidir.
45- Onlara dünya hayatının örneğini de (şöyle) ver: Sanki bir su, onu semadan indirmişiz, deriken onunla yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışmış, derken bir çöp kırıntısı olmuştur, rüzgâr onu savurur gider. Allah, her şeyin üzerinde güç sahibidir.
46- Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan salih davranışlar ise, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, ümit bağlamak bakımından da daha hayırlıdır.
47- Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (içi boşaltılmış) görürsün; onları bir arada toplamışız da içlerinden hiç birini dışarıda bırakmamışızdır.
48- Onlar senin Rabbine sıra sıra sunulurlar. Şüphesiz, sizi ilk defa yarattığımız gibi bize gelmiş olursunuz. Hayır, bizim size bir buluşma zamanı tayin etmediğimizi sandınız, değil mi?
49- (Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu günahkârların, onda olanlardan dolayı dehşetle korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: «Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük her şeyi sayıp döküyor?» Yapıp ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kim­seye zulmetmez.
50- Hani meleklere: «Âdem’e secde edin» demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. Zalimler için (Allah yerine veli edindikleri şeytan), pek de kötü bir bedeldir!
51- Göklerin ve yerin yaratılışında da kendi nefislerinin yaratılışında da ben onları şahit tutmadım. Ben, saptırıcıları yardımcı güç de edinmedim.
52- O gün (Allah), Bana ortak sandık­larınızı çağırın der. Onları çağırırlar, fakat kendilerine cevap vermezler. Biz onların arasında (o gün) helak edici bir düşmanlık kılmışızdır.
53- Suçlu günahkârlar ateşi görmüş­lerdir, artık içine kendilerinin girecekle­rini de anlamışlardır; ancak ondan bir dönüş yolu bulamazlar.
54- Şüphesiz biz, bu Kur'an'da in­sanlar için çeşit çeşit, her türlü örnekler verdik. (Ama yine de) İnsan, her şeyden çok tartışmacıdır.
55- Kendilerine hidayet geldiği za­man insanları inanmaktan ve Rablerinden bağışlanma dilemelerinden alıko­yan şey, ancak evvelkilerin sünnetinin (akıbetinin) kendilerine de gelmesi ya da kendilerine azabın açıkça gelivermesi (karşısında iman edip kurtulacakları yanılgısı içinde bulunmaları) olmuştur.
56- Biz peygamberleri ancak müjde­ci ve uyarıcı olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise, hakkı batıl ile geçersiz kıl­mak için mücadele ederler. Onlar benim ayetlerimi ve uyarılıp korkutuldukları (azabı) alay konusu edinirler.
57- Kendisine Rabbinin ayetleri ha­tırlatıldığı zaman, onlara sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdiklerini unutan­dan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, onların kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (ger­dik), kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar.
58- Senin çok bağışlayan Rabbin rahmet sahi­bidir. Eğer, kazanmakta olduklarından dolayı on­ları (azapla) yakalayıverseydi, şüphesiz onlara aza­bı (biran önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır.
59- O şehirler, zulme saptıkları zaman onları helake uğrattık ve helak oluşları için de bir zaman tayin ettik
60- Hani Musa genç arkadaşına demişti: İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar ya da uzun bir süre geçinceye kadar yol almaya devam edeceğim.»
61- Böylece ikisi, iki denizin birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık da) denizde bir akıntıya doğru kendi yolunu tuttu.
62- (Varmaları gereken yere gelip) Geçtiklerinde (Mu­sa) genç delikanlısına dedi ki: «Yemeğimizi getir bize, şüphesiz, bu yaptığımız yolculuktan gerçek­ten yorulduk.»
63- (Delikanlı) Dedi ki: «Gördün mü, kayaya sı­ğındığımızda, ben balığı unutmuş oldum. Onu ha­tırlamamı Şeytan'dan başkası bana unutturmadı; O da şaşılacak bir şekilde denizde kendi yolunu tuttu.»
64- (Musa) Dedi ki: «Bizim de aradığımız oy­du.» Böylelikle ikisi izleri üzerinde geriye doğru gittiler.
65- Derken, katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular.
66- Musa ona dedi ki: «Doğru yol olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?»
67- Dedi ki: «Gerçekten sen, benimle birlikteliğe sabretmeye güç yetiremezsin.»
68- (Böyleyken) «İlim açısından ihata edemediğin bir şey hakkında nasıl sabredebilirsin?»
69- (Musa,) «İnşallah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiç bir işte sana karşı gelmeyeceğim» dedi.
70- Dedi ki: «Eğer bana uyacak olur­san, ben bilgilendirinceye kadar hiç bir şey hakkında bana soru sorma.»
71- Böylece ikisi yola koyuldu. Nite­kim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: «İçindekileri batırmak için mi onu deldin? Şüphesiz, sen şaşırtıcı bir iş yaptın.»
72- Dedi ki: «Gerçekten benimle bir­likteliğe sabretmeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?»
73- (Musa:) «Beni, unuttuğumdan do­layı sorgulama ve bu işimden dolayı ba­na zorluk çıkarma» dedi.
74- Böylece ikisi (yine) yola koyuldu­lar. Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürüverdi. (Musa) De­di ki: «Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir cana mı kıydın? Şüphesiz, sen kötü bir iş yaptın.»
75- Dedi ki: «Gerçekten benimle bir­likteliğe sabretmeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?»
76- (Musa:) «Bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık benimle ar­kadaşlık etme. Şüphesiz benden yana bir bahane elde etmiş olursun» dedi.
77- (Yine) Böylece ikisi yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip onlardan ye­mek istediler, fakat (ülke halkı) onları ko­nuklamaktan kaçındı. Onda (ülkede) yı­kılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu doğrulttu. (Musa) Dedi ki: «Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret de alabilirdin!»
78- Dedi ki: «İşte bu benimle senin aranı ayırıcı nedendir. Şimdi sana hak­kında sabretmeye güç yetiremediğin iş­lerin yorumunu anlatacağım.»
79- «Gemiye gelince, denizde çalışan birkaç yoksula aitti; onu kusurlu kılmak istedim, çünkü peşlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.»
80- «Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü’min kimselerdi. Dolayısıyla çocuğun onları azgınlık ve küfre sürük­lemesinden korktuk.»
81- «Buna karşılık Rablerinin onlara temizlikçe ondan daha hayırlısını, merhametçe de daha yakın olanını vermesi­ni diledik.»
82- «Duvar ise, şehirde iki öksüz ço­cuğundu, altında onlara ait bir define vardı ve babaları da salih biriydi. Rabbin onların erginlik çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunu, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapma­dım. İşte bu, senin hakkında sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin yorumudur!»
83- Sana Zülkarneyn hakkında sorarlar. De ki: «Size onun hakkında, hatırlatıcı ayetler okuyaca­ğım.»
(Ayet, Zülkarneyn'in şahsı, yaşadığı dönemi ve yeri hakkında herhangi bir açıklamada bulunmuyor. Bu belirsizlik, Kur'an'da yer alan kıssaların değişmez özelliğidir. Çünkü Kur'an'da yer alan kıssaların asıl amacı, tarihi tespit değildir. Amaç, kıssadan yararlı sonuç çıkarmaktır. Çoğu zamanda yer ve zaman tespitine gerek kalmadan kıssalardan istenen çıkarılabilir.
84- Gerçekten, biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona her şeyden (hedefe ulaştı­ran) bir sebep verdik.
85- O da bir yol tutmuş oldu.
86- Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı ve güneşi (adeta) kara balçıklı bir suda (denizin üstün­deki ufuklarda) batıyor buldu, yanında da bir kavim gördü. Dedik ki: «Ey Zülkarneyn , (onları) ya aza­ba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (prensip) edinirsin.»
87- «Kim zulme saparsa muhakkak ona azap edeceğiz, sonra da (o zalim kimse) Rabbine döndürü­lür. O da onu görülmemiş bir azapla cezalandırır» dedi.
88- Kim de iman eder ve salih amellerde bulu­nursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleriz.»
89- Sonra (Zülkarneyn yine) bir yol tut­muş oldu.
90- Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştığında güneşi, kendileri için ona karşı bir siper kılmadığımız bir ka­vim üzerine doğmakta iken buldu.
91- İşte böyleydi, onun yanında olan her şeyi (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık.
92- Sonra (yine) bir yol tuttu.
93- Nihayet iki dağ arasına ulaştığı zaman orada hiç söz anlamayan bir ka­vim buldu.
94- Dediler ki: «Ey Zülkarneyn, ger­çekten Ye'cuc ve Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktalar, bizimle on­lar arasında bir set inşa etmen için sana vergi verelim mi?»
95- Dedi ki: «Rabbimin beni üzerin­de egemen kıldığı şey, daha hayırlıdır. Madem öyle, siz bana (insani) güçle yar­dım edin de sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel kılayım.»
96- «Bana demir külçeleri getirin.» İki dağın arası (demir külçeleriyle) eşit dü­zeye gelince, «Körükleyin» dedi. Onu ateş haline getirince de dedi ki: «Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.»
97- Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne de onu delmeye güç yetirebildiler.
98- (Zülkarneyn ) Dedi ki: «Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va­adi geldiği zaman, O, bunu yerle bir eder. Rabbimin vaadi haktır.»
99- Biz o gün, bir kısmını bir kısmı içinde dalgalanırcasına bırakıveririz. Sur'a da üfürülmüştür, ardından onların tümünü bir arada toplarız.
100- Ve o gün, cehennemi, küfre sa­panlara tam bir sunuşla (tümüyle göstererek) sunarız.
101- Onlar gözleri, beni anmaktan bir perde içinde olan ve işitmeye tahammül edemeyen kimselerdi.
102- Küfre sapanlar, beni bırakıp kul­larımı veliler edindiklerini (ve böylece kurtuluşa ereceklerini) mi sandılar? Gerçekten biz cehennemi, küfre sapanlar için bir durak olarak hazırlamışızdır.
103- De ki: «Ameller bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size ha­ber vereyim mi?»
104- «Onların, dünya hayatındaki bü­tün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.»
105- İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Ar­tık onların yapıp ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı da kurmayacağız.
106- İşte, küfre sapmaları, ayetlerimi ve peygamberlerimi alay konusu edinmeleri sebebiyle onların cezası cehen­nemdir.
107- İman edip salih amellerde bulunanlar (var ya), Firdevs cennetleri onlar için bir konaklama yeridir.
108- Onda ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ay­rılmak istemezler.
109- De ki: «Rabbimin sözleri için (yazalım der­sek), deniz mürekkep olsa ve yardım için bir ben­zerini (bir o kadarını) dahi getirecek olsak, Rabbi­min sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeniverir.»
110- De ki: «Şüphesiz ben, ancak sizin benze­riniz olan bir beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın.»

19
KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ KUR'AN-I KERİM'İN TÜRKÇE AÇIKLAMALI MEALÎ

19.Meryem Suresi
(Mekke'de nazil olmuştur ve 98 ayettir. Bu sure, diğer ba­hisler yanında, özellikle Hz. Meryem'den ve onun Hz. İsa'yı dünyaya getirmesinden bahsetmesi sebebiyle «Meryem suresi» adını almıştır.)

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
1- Kâf, Ha, Ya, Ayn, Sâd.
2- (Bu,) Rabbinin, kulu Zekeriya'ya rahmetinin zikridir.
3- Hani o, Rabbine gizlice seslendiği zaman.
4- Demişti ki: «Rabbim, şüphesiz benim ke­miklerim gevşedi, (bedenimdeki şu) baş, yaşlılık aleviyle tutuştu (ağardı); ben sana dua etmekle (hiç bir zaman) azgın olmadım.»
5- «Doğrusu ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir kısırdır. Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et.»
6- «Bana mirasçı olsun, Yakup oğul­larına da mirasçı olsun. Rabbim! Onu (kendisinden) hoşnut olunan (bir kimse) kıl.»
7- (Allah buyurdu:) «Ey Zekeriya, şüp­hesiz biz seni, adı Yahya olan bir çocuk­la müjdelemekteyiz; biz bundan önce ona hiç bir adaş kılmamışız.»
(Luka incilinde ise bu şöyle ifade edilmiştir: «Akrabandan bu adda kimse yoktur.» Luka. I, 61)
8- Dedi ki: «Rabbim, karım kısır ve ben de son derece kocamışken nasıl oğ­lum olur ki?»
9- (Ona gelen melek:) «İşte böyle» dedi. «Rabbin dedi ki: «Bu benim için kolaydır, daha önce sen hiç bir şey değil iken, seni yaratmıştım.»
10- Dedi ki: «Rabbim, bana bir belge (ayet) ver.» Dedi ki: «Senin belgen, sapasağlam iken, üç tam gece insanlarla (di­lin tutulacağı için) konuşamamandır.»
11- Böylelikle (Zekeriya) Mescitten kavminin karşısına çıkıp onlara (şu an­lamları) işaret etti: «Sabah akşam tesbih edin.»
12- (Ona dedik ki:) «Ey Yahya! Kitabı (Tevrat'ı) kuvvetle (ilim ve amelle) tut.» Da­ha çocuk iken ona hüküm verdik.
(Buradaki hükümden maksat, hak olan dini öğretiler, tevhit konuları ve şeriatlar hakkında tam bir bilgidir.)
13- Katımızdan ona bir merhamet ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi.
14- Ana ve babasına itaatkârdı ve is­yan eden bir zorba değildi.
15- Ona selam (esenlik) olsun; doğdu­ğu gün, öleceği gün ve diri olarak (kabir­den) kaldırılacağı gün.
16- Kitap'ta Meryem'i de zikret. Ha­ni o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti.
17- Sonra onların öte yanlarında (iba­det için kendisine) bir perde edinmişti. Böy­lece ona ruhumuzu (Cebrail'i) göndermiş­tik, o da düzgün bir beşer kılığında görünmüştü. 18- Demişti ki: «Gerçekten ben, sen­den Rahman'a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma).»
19- Demişti ki: «Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (gel­dim).»
20- O: «Bana hiç bir beşer dokunmamışken ve ben azgın (bir kadın) da değilken benim nasıl bir oğlum olabilir?» dedi.
21- (Melek) Dedi ki: «Bu, dediğin gibidir. Ancak Rabbin dedi ki: «Bu benim için kolaydır. Onu in­sanlara bir ayet ve bizden bir rahmet kılmak için (var edeceğiz).» Ve (bu) iş hükme bağlanmıştır.
22- Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıs­sız bir yere çekildi.
23- Derken doğum sancısı onu bir hurma dalı­na sürükledi. Dedi ki: «Keşke bundan önce ölseydim de hafızalardan silinip unutuluverseydim.»
24- Alt tarafından (İsa) ona seslendi: «Hüzne kapılma, Rabbin senin altında bir nehir karar kıl­mıştır.»
25- «Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine devşirilmiş taze hurmalar dökülüversin.»
26- Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer her­hangi bir beşer görecek olursan, (işaretle) de ki: Ben Rahman'a oruç adadım, bugün hiç bir in­sanla konuşmayacağım.
27- Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. De­diler ki: «Ey Meryem, sen gerçekten görülmemiş bir şey yaptın.»
28- «Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kö­tü bir kişi değildi ve annen de azgın (bir kadın) de­ğildi.»
29- Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: «Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?»
30- (İsa) Dedi ki: «Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı.
31- «Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddet­çe, bana namazı ve zekâtı vasiyet (emr) etti.»
32- «Anneme itaati de (emretti). Ve be­ni azgın bir zorba kılmadı.»
33- «Selam (esenlik) üzerimedir; doğ­duğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden (mezarımdan) kaldırılacağım gün.»
34- İşte Meryem oğlu İsa! Hakkında kuşkuya düştükleri hak söz!
35- Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değil. O yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona, «Ol» der, o da hemen oluverir.
36- «Şüphesiz, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur.»
37- İçlerinden (bir takım) gruplar ayrı­lığa düştüler. Artık büyük bir günü (kıya­meti) görmekten dolayı, vay küfre sapan­lara!
38- Bize gelecekleri gün, ne kadar iyi işitecek, ne kadar da iyi görecekler! Ama bugün o zalimler apaçık bir sapık­lık içindedirler.
39- İş hükme bağlanıp biteceği hasret gününe karşı onları uyar! Onlar bir gaflet içindedirler ve onlar iman etmezler.
40- Şüphe yok, yeryüzüne ve onun üzerindekilere biz varis olacağız ve onlar bize döndürülecekler.
41- Kitap'ta İbrahim'i de zikret. Ger­çekten o, doğru sözlü bir peygamberdi.
42- Hani (üvey) babasına demişti: «Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden müstağni kılamayan şeylere niye tapıyorsun?»
43- «Babacığım! Şüphesiz, sana gel­meyen bir ilim geldi bana. Artık bana ta­bi ol, seni düzgün bir yola hidayet ede­yim.»
44- «Babacığım! Şeytana kulluk et­me, kuşkusuz şeytan, Rahman'a başkaldırandır.»
45- «Babacığım! Gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkmaktayım, o zaman şey­tanın velisi olursun.»
46- (Üvey babası) Demişti ki: «İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (bu tutumuna) bir son verme­yecek olursan, şüphesiz seni taşa tutarım; uzun bir süre de benden uzaklaş, (bir yerlere) git.»
47- (İbrahim:) «Selam (esenlik) üzerine olsun! Se­nin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü O bana pek lütufkârdır» dedi.
48- «Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınız­dan kopup ayrılıyorum ve Rabbime dua (ibadet) ediyorum. Umulur ki Rabbime yakarışımla azgın olmam.»
49- Böylelikle, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup ayrılınca ona İshak'ı ve (oğ­lu) Yakub'u armağan ettik ve her birini peygamber kıldık.
50- Onlara rahmetimizden bağışladık ve onlar için (halk arasında kendilerini) yücelikle öven bir dil kıldık.
51- Kitap'ta Musa'yı da zikret. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş ve gönderilmiş bir peygamberdi.
52- Ona, Tur'un sağ yanından seslendik ve onu (kendisiyle) gizlice söyleşmek için yakınlaştırdık.
53- Ona rahmetimizden kardeşi Harun'u da bir peygamber olarak armağan ettik.
54- Kitap'ta İsmail'i de zikret. Çünkü o, va­adinde doğruydu ve gönderilmiş bir peygamber­di.
55- Halkına, namazı ve zekâtı emrediyordu ve O, Rabbi katında kendisinden razı olunandı.
56- Kitap'ta İdris'i de zikret. Çünkü O, doğru olan bir peygamberdi.
57- Biz onu yüce bir konuma yükseltmiştik.
58- İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem'in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail'in (Yakub'un) soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerden­dir. Onlara, çok merhametli olan Al­lah'ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.
59- Ama onların ardından namazı za­yi eden, şehvetlerine uyan bir nesil gel­di. Onlar bu azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir.
60- Ancak tövbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (var ya), işte bunlar cennete girecekler ve hiç bir şey­le zulme uğratılmayacaklar.
61- (O cennet,) Rahman'm kullarına görmedikleri halde vaat ettiği «Adn» cennetleridir. Şüphesiz O'nun vaadi mutlaka yerini bulacaktır.
62- Onda selamın (esenliğin) dışında boş bir söz işitmezler. Orada sabah ak­şam rızıkları da hazırdır.
63- Bu, kullarımızdan takva sahibi olanları (ona) varisçi kıldığımız cennet­tir.
64- Biz (melekler) ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzde, ardımızda ve bunlar arasında olan her şey O'nundur. Senin Rabbin kesinlikle unutkan değildir.
65- Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; o halde O'na iba­det et ve O'na ibadette kararlı ol. Hiç sen ona bir adaş (benzer) bilir misin?
66- İnsan, Ben öldükten sonra mı, gerçekten diri olarak çıkarılacağım? Demektedir.
67- İnsan önceden, hiç bir şey değil­ken, gerçekten bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu?
68- Andolsun Rabbine, biz onları da şeytanları da mutlaka bir araya getirece­ğiz, sonra onları cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş olarak hazır bulundura­cağız.
69- Sonra, her bir gruptan Rahman'a karşı azgınlık göstermek bakımından en şiddetli olanını ayıracağız.
70- Sonra biz ona (cehenneme) girmeye kimlerin en çok uygun olduğunu daha iyi bilmekteyiz.
71- Sizden ona girmeyecek hiç kim­se yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür.
(Her insan cehenneme sunulacak, fakat bir sonra ki ayette de açıklandığı gibi salih insanlar kurtulacak, zalimler orada yüzüstü bırakılacak­lardır.)
72- Sonra, takva sahiplerini kurtarırız ve zulme sapanları diz üstü çökmüş ola­rak bırakıveririz.
73- Onlara apaçık olan ayetlerimiz okundu­ğunda, o küfre sapanlar, iman edenlere, iki gruptan hangisi, makam bakımından daha iyi, topluluk bakımından daha güzeldir? Derler.
74- Onlardan önce de servet ve görünüm bakı­mından daha güzel olan nice nesiller helak ettik.
75- De ki: «Kim sapıklık içindeyse, Rahman, kendilerine vaat edilen azabı ya da kıyameti gö­rünceye kadar ona mühlet verir. Artık kimin ma­kamı daha kötü, kimin askeri (gücü) daha zayıfmış» yakında bileceklerdir.
76- Allah, hidayet bulanlara hidayeti arttırır. Baki olan salih davranışlar, Rabbinin katında se­vap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç ba­kımından da daha iyidir.
77- Ayetlerimizi inkâr edip, «Elbette bana mal ve çocuklar verilecektir» diyeni gördün mü?
78- O, gayba mı tanık oldu, yoksa Rahman'ın katından bir ahit mi aldı?
79- Kesinlikle hayır! Biz onun söylediğini ya­zacağız ve azabını uzattıkça uzatacağız.
80- Onun söylemekte olduğuna (mal ve çocukları­na) biz mirasçı olacağız; o bize, tek başına gele­cektir.
81- Kendilerine güç (izzet) sağlasınlar diye, Allah'tan başka ilahlar edindiler.
82- Hayır! (O yalancı ilahlar) Onların tapınışları­nı inkâr edecekler ve onlara karşı düşman olacak­adır.
83- Şeytanları, kâfirlerin üzerine kışkırtıcı olarak saldığımızı görmedin mi?
84- Onlara karşı acele davranma; biz onlar için (ecel günlerini) saydıkça saymaktayız.
85- O gün takva sahiplerini, heyet olarak Rahman'ın huzuruna toplayaca­ğız.
86- Suçlu günahkârları da susamışlar olarak cehenneme süreceğiz.
87- Rahman’ın katında ahit almışların dışında (onlar) şefaate malik olamaya­caklardır.
88- «Rahman çocuk edinmiştir» dedi­ler.
89- Hakikaten siz, pek çirkin bir iddi­ada bulundunuz.
90- Az kalsın, söyledikleri sözden gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağ­lar parçalanıp dağılacaktı.
91- O Rahman'a çocuk iddiasında bulundular diye (bunlar olacaktı).
92- Rahman'a çocuk edinmek yaraş­maz.
93- Göklerde ve yerde olan her şey Rahman'a, yalnızca kul olarak gelecek­tir.
94- Şüphesiz (Allah) onların tümünü ilmi ile kuşatmış ve teker teker saymış­tır
95- Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, yapayalnız, tek başlarına gelecek­lerdir.
96- İman edenler ve salih amellerde bulunanlar (var ya), Rahman, onlar için (insanların kalbinde) bir sevgi kılacaktır.
(İbn-i Abbas şöyle diyor: «Peygamber (s.a.a) ellerini gökyüzüne doğru açarak şöyle arz etti: «Allah'ım! Musa bin İmran (kardeşi Harun'un ve­zirliği, nübüvvet işinde ortak olması ve risaleti tebliğ etmesi için) senden istekte bulundu.
Al­lah'ım! Ben Muhammed de senden göğsümü ge­nişletmeni, işlerimi kolaylaştırmanı, sözümü anla­yabilmeleri için dilimin düğümünü çözmeni, ehlimden Ali bin Ebu Talib'i bana vezir kılmanı, O'nun vasıtasıyla sırtımı güçlendirmeni ve O'nu işlerimde bana ortak kılmanı diliyorum.» Daha sonra Resul-i Ekrem (s.a.a) Hz. Ali'nin ellerini tu­tarak ona şöyle buyurdu: «Ellerini gökyüzüne kal­dır ve Rabbinden sana bir şeyler vermesi için is­tekte bulun.» Hz. Ali ellerini gökyüzüne doğru kal­dırarak şöyle arz etti: «Allah'ım, kendi katında benim için bir ahit kıl ve benim için meveddet (muhabbet) icat et.» Bu sırada Cebrail nazil ola­rak Meryem suresinin şu ayetini getirdi: «iman edenler ve salih amellerde bulunanlara gelince, Rahman, onlar için (insanların kalbinde) bir sev­gi kılacaktır.» Ashap bu olaydan dolayı hayrete düşünce Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdular: «Neden hayrete düşüyorsunuz, Kur'ân dört kısım­dır; bunun dörtte biri biz Ehl-i Beyt hakkındadır, dörtte biri helaller hakkındadır, dörtte biri haram­lar hakkındadır, dörtte birisiyse farzlar ve hüküm­ler hakkındadır. Allah'a and olsun ki, Kur'ân'ın yücelikleri Ali hakkında nazil olmuştur»)

97- Biz takva sahiplerine müjde ver­men ve şiddetle karşı çıkan bir toplulu­ğu uyarıp korkutman için onu (Kur'an'ı) senin diline kolaylaştırdık.
98- Biz, onlardan önce nice kuşakla­rı yıkıma uğrattık; (şimdi) onlardan hiç birini hissediyor veya onlara ait en kü­çük bir ses işitiyor musun?

20