HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ

HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ0%

HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ Yazar:
Grup: Hz. Fatıma (s.a)
Sayfalar: 0

HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ

Yazar: al-shia.org Sitesinden alınmıştır
Grup:

Sayfalar: 0
Gözlemler: 814
İndir: 214

Açıklamalar:

HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ
  • HZ.FATIMAT’ЬZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BЭR BAKIЮ

  • Hz. Fatэma'nэn Doрumu

  • Mьbahele Olayэna Katэlmasэ

  • Masumiyeti

  • Vefat Tarihi

  • Kaynaklar

  • HZ.FATIMA (A.S)'DAN KIRK HADЭS

  • Kaynaklar

  • HZ.FATIMA ЭLE ЭLGЭLЭ KISSALAR

  • 1- Hz. Fatэma'nэn (a.s) Зeyizi

  • 2- Hz. Fatэma (a.s) ve Эlim Црretmenin Deрeri

  • 3- Hz. Fatэma'nэn Эlminin Ьstьnlьрь ve Эlmin Deрeri

  • 4- Юaюэlacak Tebessьm!

  • Kaynaklar

Kitabın 'İçin de ara
  • Başlat
  • Önceki
  • 0 /
  • Sonraki
  • Son
  •  
  • Gözlemler: 814 / İndir: 214
Boyut Boyut Boyut
HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ

HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ

Yazar:
Türkçe
HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ

HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ

Hz. Fatıma'nın Doğumu

Hz.Fatıma'nın (a.s) doğum tarihi hakkında İslam alimleri ihtilaf etmişlerdir. Ehl-i Sünnet alimleri çoğunlukla o Hazret'in Hz. Resulullah'ın bi'setinden beş yıl önce doğduğunu rivayet ederken, Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen hadislerde daha çok Hz. Fatıma'nın (a.s) bi’setin beşinci yılının cemaziyülâhır ayının yirmisinde cuma günü doğduğu belirtilmiştir. Ebu Basir'in naklettiği bir hadiste Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Fatıma (a.s) Hz. Resulullah (s.a.a) kırk beş yaşında iken cemaziyülâhır ayının yirmisinde dünyaya geldi. Ömrünün ilk sekiz senesini babasıyla birlikte Mekke'de geçirdi. On sene de Medine'de babasıyla beraber kaldı. Babasının vefatından sonra ise, sadece yetmiş beş gün hayatta kaldı ve hicretin on birinci yılında cemaziyülâhırın üçünde dünyadan göçtü." (1)

Hayr-ı Kesir Olması

Allah Teala, Hz. Peygamberini (s.a.a): “Sana bol hayır vereceğiz” buyurarak müjdelemişti. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.a), Allah’ın va'dinin kesin olduğunu ve bütün hayırların kaynağı olacak pak ve bereketli neslin kendisinden vücuda geleceğine emindi. Ancak kalp gözleri körleşen düşmanlar Resulullah'ın erkek evladının vefat ettiğini görünce, “Artık Muhammed’in soyunu devam ettirecek erkek evladı kalmamıştır; kendisinden sonra yolu da sönüp gider” şeklindeki söylentiler yaparak Hazret'i incitiyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onlara cevap olarak Kevser Suresini indirerek şöyle buyurdu: “Şüphesiz biz sana bol hayır (bereketli nesil) vermişiz. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu asıl ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandır.” (2)
Evet Allah’ın bu va'di, Hz. Fatıma’nın dünyaya gelmesiyle gerçekleşmiş, dünya ufukları onun veladet nuruyla aydınlanmış ve kadının ne kadar yüce bir makama ulaşabileceğini bütün âleme göstermek isteyen Allah Teala, Peygamberinin temiz soyunun, Hz. Fatıma’dan vücuda gelmesini takdir eylemişti.(3)

Küçük Yaşta Babasının Yardımına Koşması

Hz. Fatıma çocukluk günlerinden itibaren Allah Resulünün hamisi olmaya çalışmış, o küçücük elleriyle düşmanların saldırıları karşısında babasına siper olmuş, babasının bütün hüzün ve kederlerinde onun en fedakâr ortağı olmuştur. Tarih o Hazret'in bu fedakârlıklarını iftiharla kaydetmiştir.
Bir gün müşriklerden biri, Resulullah'ı (s.a.a) sokakta görünce, Hazret'i incitmek için başına bir miktar çer-çöp ve pislik döktü. Âlemlere rahmet olan Resulullah (s.a.a) ona karşılık vermedi ve bir şey söylemeden bu hâliyle eve döndü.
Hz. Fatıma (a.s) babasının bu vaziyetini görünce koşup derhal su getirdi, ağlar gözle babasının başını ve yüzünü yıkamaya başladı. Kızının bu üzgün vaziyetini gören Hz. Resulullah (s.a.a), ona teskinlik vermek amacıyla şöyle buyurdu: “Kızım ağlama! Mutmain ol ki, Allah (c.c) babanı düşmanların şerrinden koruyacak ve onlara galip kılacaktır.” (4)
Yine bir gün Hz. Fatıma (a.s), Mescid-i Haram’da oturan bir grup kâfirin, babasının katli için komplo hazırladıklarını fark edince, ağlar bir gözle eve dönüp kâfirlerin aldığı kararı ve uygulamak istedikleri komployu babasına haber vermiş ve böylece babasını muhtemel tehlikeye karşı korumuştur. (5)
Bir gün de Peygamber-i Ekrem'in Mescid-i Haram’da namaz kıldığı sırada müşriklerden bir grup, Hazret'le dalga geçip alay etmeğe başladılar. Bu esnada onlardan biri o çevrede yeni kesilmiş bir devenin rahmini alıp kan ve pisliği ile birlikte, secde hâlinde olan o Hazret'in sırtına attı. Orada hazır bulunan ve bu manzaraya şahit olan Fatıma (a.s) bu duruma çok üzüldü; ağlayarak Resulullah’ın yanına koştu ve devenin rahmini Hazret'in sırtından alıp uzak bir yere atarak Hazret'i onların bu saygısızlığına karşı korumaya başladı. Bu arada bu büyük saygısızlığa maruz kalan Hz. Resulullah'ın (s.a.a) namazını bitirdikten sonra o insanlara beddua ettiği rivayet edilmiştir. (6)
Fatıma (a.s) böylece küçük yaşlarından itibaren bu çeşit hadiseleri görüp babasının yardımına koşuyor, bir annenin yavrusunu savunduğu gibi Hazret'i savunuyor ve babası için adeta annelik yapıyordu. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.a) ona, “Ümmü Ebîha” (Babasının annesi) lakabını vermişti.(7)

Ev İşlerine Bakması

İslam’ın en büyük şahsiyetinin yegane kızı Hz. Fatıma (a.s) ev işlerini yapmaktan çekinmiyordu. Aksine ev işlerinde o kadar zahmet çekiyordu ki, Hz. Ali (a.s) onun bu kadar zahmet çekmesine üzülüyor, kendisine acıyor ve hizmetlerini takdir ediyordu. Hz. Ali'nın kendisiyle Hz. Fatıma'nın yaşamını anlatan aşağıdaki sözleri, Hz. Fatıma'nın bu açıdan katlandığı zorlukları açıkça gözler önüne sermektedir: Hz. Ali (a.s) ashaptan birine şöyle buyurmuştur:“Kendim ile Fatıma’nın durumunu sana anlatmamı ister misin? Fatıma o kadar evime su taşıdı ki, kırba bedeninde iz bıraktı; o kadar el değirmeniyle buğday öğüttü ki, elleri nasır bağladı; o kadar evde temizlik yaptı, evi süpürdü ki, elbiseleri bozardı, o kadar kazanın altında ateş yaktı ki, elbiseleri kararmaya başladı. Bu yüzden Fatıma’ya; 'Peygamber’in huzuruna gidip durumunu beyan edecek olursan ev işlerinde sana yardımda bulunacak bir hizmetçi verir' dedim.
Bunun üzerine Fatıma Resulullah’ın huzuruna gitti; Hazret'in bir grup sahabeyle sohbet ettiğini görünce ihtiyacını izhar etmekten utanıp bir şey söylemeden geri döndü. Resulullah (s.a.a) Fatıma’nın bir hacetten dolayı geldiğini anlamıştı. İşte bundan dolayı o günün sabahı evimize teşrif buyurdular, selam verdiler, biz de cevap verdik. Eve girip yanımızda oturarak şöyle buyurdular:
'Fatıma'cığım, dün gece ne maksatla bizim eve geldin?' Fatıma hacetini arz etmekten utandı.
Bu sırada ben şöyle dedim: 'Ya Resulallah! Fatıma o kadar su taşımış ki, kırbanın başı göğsünde iz bırakmış, o kadar el değirmeni çevirmiş ki, elleri nasır bağlamış... Ben bu durumu görünce ona; 'Eğer babanın yanına gidip bir hizmetçi istemiş olursan, seni bu durumdan kurtarır' dedim.
Bunun üzerine, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: 'Fatıma'cığım, hizmetçiden daha hayırlı olan bir şeyi sana öğreteyim mi? Her gün otuz üç defa 'subhanallah', otuz üç defa 'el-hamdu lillah' ve otuz dört defa da 'Allahu ekber'(8) zikrini söyle; bu zikir yüz defadan fazla değildir; fakat bunun amel defterinde bin sevabı vardır. Fatıma'cığım, eğer bunu her gün sabahleyin söylersen, Allah dünya ve ahiret işlerinde sana kifayet eder' Bu arada Fatıma (a.s), babasının cevabında üç defa: “Allah ve Resulünden razı oldum”diyerek rizayetini izhar etti. (9)
Evet, Hz. Fatıma (a.s), Peygamber (s.a.a) gibi yüce bir şahsiyetin kızı ve Arap kahramanlarının burnunu yere süren Hz. Ali gibi bir kahramanın eşi olmasına rağmen, evde bir hizmetçi gibi çalışmaktan arlanmıyordu. O da pekala lüks bir hayat sürdürebilirdi. Ama Ehl-i Beyt ailesinden bunu beklemek yanlıştır. Çünkü onlar Allah’ın rızasını hiçbir şeyle değişmezlerdi, onlar çalışmayı ibadet bilirlerdi.

Kocasına Hizmeti

Hz. Fatıma (a.s) kadının cihadının, kocasına iyi eş olması olduğunu ve evin erkeğin dinlenme ve huzur yeri olduğunu çok iyi biliyordu. Dolayısıyla Hz. Ali (a.s), işten veya -bir savaş söz konusu olduğu zaman- savaş meydanından yorgun argın olarak eve döndüğünde, Hz. Fatıma güler yüzle onu karşılar, işi ve savaşla ilgili haberleri ondan öğrenir ve şayet kocası savaşta yara almışsa, yaralarını pansuman eder, kocasını teşvik ve tahsin eder, cesaret ve fedakarlığını överdi. Bu vesileyle de kocasının kalbini hoşnut eder, yorgun olan bedenini rahatlatırdı. (10) Bu hususta Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yoğun bir koşuşturmanın ardından eve gelip Fatıma’ya baktığımda bütün gam ve üzüntülerim yok olup gidiyordu.” (11)
Sonra Hz. Fatıma (a.s) kesinlikle Hz. Ali'nin (a.s) müsaadesi olmaksızın evden dışarı çıkmaz ve hiçbir zaman onu öfkelendirmezdi. Çünkü o babasının;“Allah Teala kocasını öfkelendiren kadının oruç ve namazını, kocasını kendisinden razı etmedikçe kabul etmez” (12) buyurduğunu biliyordu. İslamî ölçülere riayet hususunda ise o herkesten daha duyarlı idi.
Hz. Fatıma (a.s) hayatı boyunca asla yalan söylemedi, kimseyi incitmedi, hiçbir zaman kocası Hz. Ali’nin emrinden çıkmadı ve o Hazret'i üzmedi. Hz. Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Andolsun Allah’a ki ben, kesinlikle Fatıma’yı öfkelendirecek bir iş yapmadım, Fatıma de hiçbir zaman beni öfkelendirmedi.” (13)

Çocuk Eğitmesi

Hz. Fatıma'nın (a.s) çok önemli ve ağır vazifelerinden biri de çocuğa bakma ve onları eğitme meselesi idi. Hz. Fatıma (a.s) beş çocuk sahibi olmuştur, onların isimleri şöyledir: Hasan, Hüseyin, Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Muhsin. Beşinci evladı olan Muhsin, henüz dünyaya gelmeden anne karnında öldürülmüştür.
Hz. Fatıma'nın (a.s) kendisi vahiy evinde eğitilmişti. Dolayısıyla bizzat Hz. Resulullah (s.a.a)'ın terbiyesi altında İslamî terbiye ve eğitimin en yüksek derecesini almıştı. Bu yüzden de annenin çocuğuna süt vermesinden, çocuğunu okşamasından ve öpmesinden tut, çocuğa karşı sergilenen bütün hareket ve davranışların, konuşma tarzının ve çocuğa söylenen sözlerin onun hassas ruhunu nasıl etkilediğinin tam anlamıyla bilinci içindeydi. Dolayısıyla Hz. Fatıma (a.s) çocuklarıyla olan oyununu bile eğitim ve ders haline getirmiş ve bu oyunlarda onlara şecaat, fedakarlık, hakkı savunma ve Allah'a kulluk dersleri veriyordu.
İşte bu duyarlılık sayesinde Hz. Fatıma, İmam Hasan gibi, hassas durumlarda İslam’ın menfaatlerini korumak ve esaslı bir inkılaba zemin hazırlamak için canını dişine takıp susabilecek, İmam Hüseyin gibi, Kerbela'da sergilediği kahramanlığıyla can, evlat ve malından geçerek İslam’ı diriltebilecek, Zeynep ve Ümmü Gülsüm gibi ateşli hutbe ve konuşmalar yaparak Beni Ümeyye’nin zulüm ve sitem rejimini rüsva ve rezil edecek evlatlar terbiye etti.

Faziletleri

Hz. Fatıma'nın faziletinden şu kadarı yeter ki, Hz. Resulullah (s.a.a) onu, ilklerin ve sonların, gelmiş geçmiş ve gelecek olan bütün dünya kadınlarının seyyidesi (efendisi) olarak tanıtmış, Ehl-i Beyt'inden yalnızca onun ayağına kalkarak elini öpüp kendi yerinde oturtmuş, ona "babasının annesi" lakabını vermiş, onun mayasının cennet meyvesinden oluştuğunu, insan kılığında cennet huriyesi olduğunu vurgulamış, ondan cennet kokusunu aldığını belirterek, onu koklamış, onun kendi parçası ve kalbi olduğunu vurgulayarak, onu incitenin kendisini incittiğini beyan etmiş, hatta daha ötesi Fatıma'nın rızasını Allah'ın rızasının ölçeği olarak tanıtmıştır. Bu hususta Hz. Resul-i Ekrem'den çok sayıda hadis nakledilmiştir. Biz burada sadece bazılarına işaret etmekle yetineceğiz.
Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Dünya kadınlarının en üstünü dört kişidir: “İmran’ın kızı Meryem, Muhammed’in kızı Fatıma, Huveyled’in kızı Hatice ve Firavun’un hanımı Asiye.”(14)
Yine Peygamber (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Fatıma (a.s), ilklerden ve sonrakilerden bütün cennet kadınlarının en üstünüdür.”(15)
Hz. Resulullah (s.a.a), Hz. Fatıma’ya şöyle buyurmuştur: “Allah Teala senin gazabınla gazap eder, senin hoşnutluğunla da hoşnut olur.”(16)
Yusuf bin Zebyan dedi ki; Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:
“Fatıma (a.s), Allah katında dokuz isimle çağrılır: 'Fatıma, Siddika, Mübareke, Tahire, Zekiyye, Raziye, Merziyye, Muhaddese, Zehra.' Sonra 'Fatıma'nın ne anlama geldiğini biliyor musun?' buyurdu. Ben; 'Efendim bana açıkla' dedim. Bunun üzerine, İmam (a.s) şöyle buyurdu: 'Fatıma denilmesinin sebebi, şer ve kötülüklerden masum ve mahfuz olduğu içindir.' Sonra da şunu ekledi: 'Eğer Ali (a.s) olmasaydı, Adem'den kıyamete kadar yeryüzünde Fatıma için layık bir eş bulunmazdı.'(17)
Hz. Peygamber (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Fatıma bedenimin bir parçasıdır, ona eziyet bana eziyettir, onun hoşnutluğu benim hoşnutluğumdur ve Fatıma insanların bana en aziz olanıdır.” (18)
İbn-i Abbas şöyle diyor: "Bir gün Hz. Resulullah (s.a.a) oturuyordu. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (aleyhim’us-selam) da Peygamber’ in yanındaydılar. Bu arada Hazret şöyle buyurdu: 'Allah’ım, biliyorsun ki, bunlar benim Ehl-i Beyt’im ve (nezdimde) insanların en değerlisidirler. Allah'ım, onları seveni sev, onlara düşman olanlara düşman ol, onlara yardım edene yardım et, onları bütün kötülüklerden münezzeh kıl, bütün günahlardan koru ve Ruh’ul- Kudus vasıtasıyla onları teyit et.' Daha sonra şöyle buyurdu: 'Ya Ali! Sen benden sonra ümmetin İmamı ve benim vasimsin. Sen müminleri cennete doğru hidayet edeceksin. Sanki kızım Fatıma’nın kıyamet günü nurdan olan bir bineğe bindiğini, sağ tarafında yetmiş bin melek, sol tarafında yetmiş bin melek, arkasında yetmiş bin melek ve önünde yetmiş bin melek olduğu halde hareket ettiğini ve ümmetimin mümin kadınlarını cennete götürdüğünü görür gibiyim. Beş vakit namazlarını kılan, Ramazan ayında oruç tutan, Allah’ın evini ziyaret eden, malının zekatını veren, kocasına itaat eden ve Ali’yi seven her kadın, Fatıma’nın şefaati vasıtasıyla cennete girecektir ve Fatıma dünya kadınlarının en üstünüdür.' Bu arada Hz. Resulullah'a: 'Fatıma sadece kendi asrının kadınlarının mı büyüğüdür?' diye soruldu. Bunun üzerine; Hazret şöyle buyurdular: 'Kendi asrının kadınlarının büyüğü olan Meryem binti İmran'dır. Kızım Fatıma, geçmiş ve gelecekteki bütün kadınların en üstünüdür..."(19)
Hz. Resulullah (s.a.a) Selman’a şöyle buyurdular:
“Ey Selman! Kim kızım Fatıma’yı severse cennette benimle birlikte olur; kim de ona düşman olursa ateşe atılır.
Ey Selman! Fatıma’ya sevgi beslemenin yüz yerde insana faydası dokunur; o yerlerin en kolayı şunlardır: Ölüm zamanı, kabre koyulurken, terazi kurulduğunda, mahşer günü, sırat köprüsünde ve sorgu sual zamanı.
Ey Selman! Kızım Fatıma kimden razı olursa ben ondan razıyım; ben de kimden razı olursam Allah ondan razı olur; Fatıma kime gazap ederse ben ona gazap ederim; ben de kime gazap edersem Allah ona gazap eder.
Ey Selman! O’na ve kocası Emir’ul Muminine, onun torunları ve Takipçilerina zulüm edenlerin vay haline.” (20)
Hz. Resulullah (s.a.a) uzun bir hadiste şöyle buyurmuştur:

“Ey Fatıma! Beni peygamberliğe seçen Allah’a andolsun ki, ben cennete girmedikçe diğer kimselerin cennete girmesi haramdır; sen benden sonra cennete girecek ilk şahıssın...
Ey Fatıma! Beni hak olarak meb’us kılana andolsun ki, sen kadınların hanım efendisi olarak cennete gireceksin...
Beni hak olarak peygamber gönderene andolsun ki, Hasan ve Hüseyin de senin sağ ve solunda oldukları halde cennete girecekler; sen cennetin en yüksek yerinden halka bakacaksın, Hamt bayrağı da Ali bin Ebu Talib’in elinde olacaktır...
Beni Peygamber seçene andolsun ki, senin düşmanlarına düşman olacağım; senin hakkını gasp edenler, seninle dostluk bağını kesip bana yalan atanlar pişman olacaklar, benim karşımda yer üzerinde süründürülecekler...” (21)
Hz. Resulullah (s.a.a) vefatına yakın bir zamanda Hz. Fatıma’nın elini Hz. Ali’nin eline koyarak şöyle buyurdular:

“Ey Ebe’l-Hasan! Bu, Allah’ın emaneti ve O’nun resulü olan Muhammed’in senin yanındaki vediasıdır. Öyleyse beni, O’nun hakkında gözet ve biliyorum ki, sen bunu yapacaksın.
Ey Ali! Allah’a andolsun ki, O (Fatıma), geçmiş ve gelecekteki cennet kadınlarının en üstünüdür. Allah’a andolsun ki, O, büyük Meryem’dir. Bil ki, Allah’tan O’nun ve senin için dua ettim, Allah da duamı kabul buyurdu...
Ey Fatıma! Allah’a andolsun ki, sen razı olmadıkça ben razı olmayacağım.” (Bu sözü üç defa tekrarladı) (22)
Hz. Resulullah (s.a.a) vefat anında Fatıma (a.s)’a şöyle buyurdu:

“Ey Fatıma! Allah’a andolsun ki, senin ağlamandan dolayı, Allah’ın arşı ve onun etrafındaki melekler, gökler ve yerler ve onlarda olan her varlık ağlayacaktır.” (23)
Ebu Eyyub-i Ensari şöyle diyor:
Hz. Resulullah (s.a.a) hastalandı, Fatıma (a.s) Hazret'in ziyaretine gelerek ağladı. Resulullah (s.a.a) onun bu durumunu görünce şöyle buyurdu:
“Ey Fatıma! Allah Teala seni çok sevmektedir. Seni, geçmişi herkesten parlak olan ve ilmi herkesten daha çok olan biriyle evlendirdi. Allah Teala yeryüzündeki insanlara özel bir şekilde teveccüh edip onların arasından beni seçti, beni mürsel bir peygamber kıldı; yine yeryüzüne teveccüh etti, onların arasından kocanı seçti ve seni O’nunla evlendirmek ve O’nu vasi kılmam için bana vahyetti.
Ey Fatıma! En üstün peygamber bizdendir, O da babandır; en üstün vasi bizdendir, O da eşindir; en üstün şehitler bizdendir; Onlar da babanın amcası Hamıza ve iki kanadıyla cennette uçan ve istediği yere giden babanın amcası oğlu Cafer’dir; cennet gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyn bizdendir; Onlar da senin evlatlarındır. Canım elinde olan Allah’a andolsun ki, bu ümmetin Mehdisi bizdendir, O da senin torunlarındandır.” (24)
Yine Hz. Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Eğer iyilik ve güzellik bir şahıs olmak isteseydi, o mutlaka Fatıma olurdu; oysa Fatıma ondan daha üstündür. Kızım Fatıma soy, yücelik, keramet ve bağış bakımından yeryüzündeki insanların en üstünüdür.” (25)
Emir’ul-Muminin Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’a andolsun ki, şimdi öyle bir söz diyeceğim ki, benden başka kim o sözü söylerse yalancıdır: Ben alemlere rahmet olan Peygamber'den miras aldım, eşim (Fatıma) ümmetin kadınlarının en üstünüdür; ben de vasilerin en üstünüyüm.” (26)
Hz. Ali (a.s) Hz. Fatıma (a.s) hakkında şöyle buyurdular:
“Allah’a andolsun ki, ben O’nu (Fatıma’yı) kesinlikle öfkelendirmedim; hayatta olduğu müddetçe onu sevmediği bir işe mecbur etmedim; O da beni öfkelendirmedi, bana karşı gelmedi; Ona baktığımda bütün gam ve üzüntüler kalbimden yok olup giderdi.” (27)
Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Allah’a andolsun ki, Fatıma’yı kendi gömleğinde yıkadım, tertemiz idi, Resulullah’ın henutundan kalan henutla onu henutladım. Onu kefenledikten sonra; ‘Ey Ümmü Gülsüm! Ey Zeyneb! Ey Sekine! Ey Fizze! Ey Hasan! Ey Hüseyn! Gelin annenizle vedalaşın, ayrılık vakti yetişmiştir, görüşmek cennet ve kıyamete kalmıştır’ diyerek onları çağırdım. Hasan ve Hüseyn öne gelip ağlayarak; 'Ey Hasanın annesi! Ey Hüseyn’in annesi! Ceddimiz Muhammed Mustafa’yı gördüğünde selamımızı O’na ilet ve O’na de ki, senden sonra yetim kaldık' diye annelerini sesleyip O’nunla konuştular.
Allah şahittir ki, Fatıma sızladı, feryat etti, ellerini kefenden çıkarıp onları bağrına bastı, bu esnada gayptan şöyle bir ses geldi: “Ey Ebe’l-Hasan! O ikisini annelerinin göğsünün üzerinden kaldır. Allah’a andolsun ki, göklerin meleklerini ağlattılar, dost (Allah), dostu (Fatıma’yı) görmeğe müştaktır...” (28)
İmam Hasan (a.s) da annesi hakkında şöyle diyor:
“Cuma gecesi annem Fatıma (a.s) mihrapta durup ibadete koyulmuştu, şafak atıncaya kadar hep rüku ve secde halindeydi; mümin erkek ve kadınların ismini zikredip onlar için çok dua edip fakat kendisi için Allah’tan bir şey istemediğini gördüm. Bunun üzerine anneme; "Ey anne! Neden diğerlerine dua ettiğin gibi kendin için de dua etmiyorsun?' dedim. Buyurdular ki: 'Evladım! Önce komşu sonra insanın kendisi." (29)
İmam Hüseyn (a.s) Resulullah (s.a.a)’ın şöyle buyurduğunu naklediyor:
“Fatıma kalbimin sevincidir; iki oğlu kalbimin meyvesidir; eşi gözlerimin nurudur; evlatlarından olan İmamlar, Rabbimin eminleri ve O’nunla yaratıkları arasında ilişki bağıdırlar; kim o bağa sarılırsa kurtulur, kim de ondan ayrı kalırsa helak olur.”(30)
İmam Muhammed Bakır (a.s) da babalarından naklen şöyle buyurmuştur:

“Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'nın (a.s) “Tahire” lakabıyla adlandırılması, her denes ve refesten (kir, leke ve çirkin şeylerden) tertemiz olduğu içindir...” (31)
İmam Sadık (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Fatıma (a.s) hayatta olduğu sürece Allah Teala diğer kadınları Hz. Ali (a.s)’a haram kılmıştı; çünkü Hz. Fatıma (a.s) kadınların gördüğü adetten pâk idi.” (32)
İmam Rıza (a.s) babalarından naklen Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Miraca gittiğimde Cebrail (a.s) elimden tutup beni cennete götürdü, cennet hurmasından bana verdi, ben de onu yedim. O hurma benim sırtımda nütfeye dönüştü. Yeryüzüne döndüğümde Hatice’yle birlikte olduk, O Fatıma’ya hamile oldu. Binaenaleyh Fatıma insan şeklinde olan bir huridir. Cennetin kokusunu özlediğimde kızım Fatıma’yı kokluyorum.” (33)
İmam Ali Naki (a.s) babalarından naklen Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletti:

“Kızım Fatıma’nın “Fatıma” adlandırılmasının sebebi, Allah Teala’nın O’nu ve dostlarını cehenneme ateşinden ayırmış ve uzaklaştırmış olduğu içindir.” (34)
İmam Hasan Askeri (a.s)’a; “Fatıma (a.s) neden “Zehra” olarak adlandırılmıştır?” dediklerinde İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Fatıma (a.s)’a “Zehra denilmesinin sebebi şunun içindir ki yüzü, günün başlangıcında Emir’ul-Muminin (a.s) için güneş gibi nur saçıyordu, öğle vakti dolunay, akşamleyin ise yıldız gibi parlıyordu.” (35)
Ebu Ömer el-Amiri şöyle diyor:
İbn-i Ebu Ganim-i Kazvini ile bir grup Ehl-i Beyt taraftarı arasında hilafet konusunda niza çıktı. İbn-i Ebu Ganim, Ebu Muhammed (İmam Hasan Askeri)’in, kimseyi yerine tayin etmeden öldüğünü söylüyordu. Ehl-i Beyt taraftarları da tayin ettiğini savunuyorlardı. Bunun üzerine İmam Mehdi (a.s)’a bir mektup yazarak durumu Hazrete bildirdiler.
İmam Mehdi (a.s) cevaben kendi yazısıyla onlara şöyle yazdı:

“Bismillahirrahmannirrahim. Allah bizi ve sizi fitnelerden korusun ve yakin ruhunu bizlere bağışlasın... Allah Teala Adem (a.s)’ın zamanından Ebu Muhammed (a.s)’ın zuhuruna dek hidayete ermeniz için hidayet nişaneleri sizin için karar kılmıştır; bir yıldız (İmam) battığında (öldüğünde) diğer yıldız aşikar olmuştur. Allah Teala O’nun ruhunu kabzettiğinde Allah’ın kendi dinini batıl ettiğini ve kendisiyle yaratıkları arasındaki sebep ve irtibatı kestiğini zannettiniz. Oysa kesinlikle böyle bir şey olmamış ve kıyamete kadar da olmayacaktır...
Ben size nasihat ettim, Allah bana ve size şahittir... Resulullah’ın kızı Fatıma (a.s)’da benim için örnek vardır; (buyurmuştur ki:) “Cahil, amelinin kötü neticesinde yakın bir zamanda helake uğrayacaktır; kafir de ahiret yurdunun kimin olduğunu yakın bir zamanda anlayacaktır.”
Allah Teala bizi ve sizi kendi rahmetiyle tehlike ve kötülüklerden, afet ve belalardan korusun. Allah Teala istediği şeye kadirdir. Allah’ın selam, rahmet ve bereketi bütün vasi, evliya ve müminlerin, Muhammed ve Ehl-i Beyt’nin üzerine olsun.” (36)

Mübahele Olayına Katılması

Hz. Fatıma (a.s) mübahele olayında hazır bulunan beş kişiden biridir. Hicretin onuncu yılında Necran Hıristiyanlarından bir grup, tartışma ve tahkik yapma kastıyla Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna vardılar. Hz. İsa’nın yaratılış niteliği gibi çeşitli meseleler söz konusu edildi. Resulullah (s.a.a) onlara Âl-i İmran suresinin ilk ayetlerinden bir kaçını tilavet buyurdu. Konuşma inada vardı, bu esnada şu ayet nazil oldu:
“Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki; gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım.”(37)
Resulullah (s.a.a) Allah Teala’nın emri gereğince Necran Hıristiyanlarını mübaheleye (karşılıklı beddua etmeye) davet etti, fakat bunun yarına ertelenmesini önerdi.
Ertesi gün Necran Hıristiyanları va'dedilen yere geldiler. Bu sırada Hz. Peygamber’in bir genç erkek, bir genç kadın ve iki çocukla birlikte va'dedilen yere doğru geldiğini gördüler... Nihayet ilahî azabın korkusundan dolayı mübaheleden vazgeçip Resulullah’ın huzuruna giderek musalaha (anlaşma) yapmalarını rica ettiler, bu ricaları Resulullah tarafından kabul edildi... (38)
Mübahele olayı meşhur bir olaydır. Mezkur ayet de bu olay hakkında nazil olmuştur. Resulullah'ın (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’den başka kimseyi mübahele için götürmediği hususunda Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet ekolu görüş ittifakı içerisindeler. İşte bu mesele Hz. Fatıma, eşi Hz. Ali ve evlatları Hasan ve Hüseyin için büyük bir fazilettir.

İmanı ve İbadeti

Hz. Fatıma, kadınların en halis ve en çok ibadet edeni olduğunda şüphe yoktur. Bizim o Hazret'in ibadetini anlatmamız mümkün değildir. En iyisi Hz. Fatıma'nın bu özelliğini de Hz. Resulullah'dan dinleyelim.
Resulullah (s.a.a), Fatıma'nın (a.s) ibadeti hakkında şöyle buyurmuştur:
“Allah Teala, kızım Fatıma’nın kalbini ve azalarını, imanla öyle doldurmuş ki, Allah'a itaat için kendisini bütün meşguliyetlerden uzak tutmaktadır.”(39)
Yine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Kızım Fatıma alemdeki kadınların en üstünüdür, bedenimin bir parçasıdır, gözümün nurudur, kalbimin meyvesidir, bedenimdeki ruhumdur, insan şeklinde bir huridir. İbadet mihrabında ayağa kalktığında yıldızlar yeryüzündekilere nur saçtığı gibi onun nuru da gökteki meleklere öyle nur saçar. Allah (c.c) meleklerine şöyle buyurur: “Ey meleklerim, cariyelerimin en üstünü olan cariyem Fatıma’ya bakın, (bakın görün) nasıl karşımda namaz için ayağa kalkmıştır, benim korkumdan bedeninin azaları titriyor, kalbiyle bana ibadete yönelmiştir. Ey melekler şahit olun ki, ben, Fatıma’nın takipçilerini cehennem ateşinden amanda kıldım...”(40)
Hasan Basri şöyle demiştir:
“Dünyada, (başka bir nakilde de-bu ümmetin içerisinde) Fatıma’dan daha çok ibadet eden bir kimse yoktu. Allah’a ibadet etmede o kadar ayakta dururdu ki, ayakları şişerdi.”(41)

Bağış ve Cömertliği

Cabir bin Abdullah-i Ensarî şöyle diyor:
"Bir gün ikindi namazını Hz. Peygamber’le birlikte kıldık. Aniden eski bir elbise giymiş olan yaşlı ve güçsüz bir adam Resulullah’ın huzuruna vardı. Resulullah (s.a.a) ona dönüp halini sordu. Cevaben şöyle dedi: 'Ya Resulallah, açım, beni doyur; çıplağım, bana bir elbise bağışla; fakirim, bana bir şey ver.
Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: 'Benim şimdi bir şeyim yoktur. Ama bir hayıra kılavuzluk yapan, o işi yapan kimse gibidir. Öyle bir kimsenin evine git ki, Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever ve Allah’ı kendisine tercih eder. Git kızım Fatıma’nın evine, umarım sana yardım eder.'
Resulullah (s.a.a) daha sonra Bilal’a şöyle buyurdu :

'Ya Bilal, kalk bu güçsüz kişiye Fatıma’nın evini göster.' A’rabî kişi Bilal’la birlikte Hz. Fatıma’nın evine gittiler, eve vardıklarında ihtiyar adam yüksek bir sesle şöyle dedi: 'Ey nübüvvet ailesi ve meleklerin nazil olduğu merkez, selamun aleykum' Hz. Fatıma (a.s) cevaben: 'Aleyk’es-selam, sen kimsin?' diye sordu. Fakir adam şöyle dedi: 'Ben fakir birisiyim, babanın huzuruna gittim, beni size gönderdi. Ey Peygamber’in kızı, açım, beni doyurun; çıplağım, beni örtün (bana bir giysi verin); fakirim, bana bir şey bağışlayın.'
Hz. Fatıma (a.s) evinde yiyecek bir şey olmadığından, Hasan ve Hüseyin’in üzerinde yattıkları bir koyun postunu o fakir adama verdi, fakir adam şöyle dedi: 'Ey Muhammed’in kızı, ben açlıktan sana şikayet ettim, sen ise bir koyun postunu bana verdin, aç olduğum halde onu ne yapacağım?' Hz. Fatıma (a.s) bunu duyunca amcası kızının ona hediye ettiği gerdanlığı o adama bağışlayıp şöyle buyurdu: 'Al bunu sat ve kendi ihtiyacını karşıla, umulur ki, Allah ondan daha hayırlısını sana verir.'
Fakir adam onu alıp Peygamber’in huzuruna gitti ve macerayı O’na anlattı. Peygamber (s.a.a) duygulanıp ağladı ve şöyle buyurdu: 'Gerdanlığı sat, umulur ki, Allah Teala kızımın bağışı bereketiyle sana bir genişlik bağışlar.'
Bilahare bu gerdanlık çok bereketli oldu. Onunla bir köle hürriyete kavuştu, bir aç doydu, bir fakir müstağni oldu ve tekrar sahibine geri döndü." (42)
Kıssa çok uzun olduğundan dolayı biz onun özetini naklettik.

Masumiyeti

Biz Ehl-i Beyt dostları, Peygamberleri, On İki İmam’ı masum bildiğimiz gibi Hz. Fatıma’yı da her çeşit günah ve isyandan masum biliriz. Ehl-i Beyt İmamları’nın masumiyetini ispat eden delil ve gerekçelerin birçoğu Hz. Fatıma’nın da masumiyetini ispat etmektedir. Mesela, Allah Teala’nın: “Gerçekten Allah, her çeşit çirkinlik ve pisliği siz Ehl-i Beyt’ten gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor”(43) ayeti o Hazret'i de kapsamına almaktadır.
Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet tarafından nakledilen çok sayıda hadisler, mezkur ayetin Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hakkında nazil olduğunu ifade etmektedir.
Ömer bin Ebu Seleme şöyle diyor: "Mezkur ayet, Ümmü Seleme’nin evinde nazil oldu. Sonra Peygamber (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i kendi yanına çağırdı ve elbisesini onların üzerine örtüp şöyle buyurdu: “Allah’ım, benim Ehl-i Beyt’im bunlardır, her çeşit pislik ve çirkinliği onlardan gider ve onları tertemiz kıl.”
Ümmü Seleme: 'Ya Resulallah, ben de onlardan mıyım?' dediğinde Resulullah (s.a.a); 'Sen kendi yerindesin sen, de hayır üzeresin' buyurdular." (44)
Bu arada Resulullah (s.a.a), Ehl-i Beyt’i tanıtması ve mevzuu tespit etmesi için altı ay, bir rivayete göre yedi ay, diğer bir rivayete göre de sekiz ay boyunca sabah vakitleri, sabah namazına gittiğinde Fatıma'nın (a.s) evinin önüne gelerek: "Namaz, ey Ehl-i Beyt namaz" buyurur ve daha sonra da mezkur ayeti tilavet ederlerdi.(45)

Siyasi Mücadelesi

Hz. Ali ve Fatıma (a.s), Resulullah’ın (s.a.a) tekfin ve tedfin işlerini bitirdikten sonra olup bitmiş bir işle karşılaştılar. Ebu Bekir hilafete tayin edilmiş ve Müslümanlardan bir grup da ona biat etmişti.
Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın bu durumu kabullenmeleri düşünülemezdi. Nitekim öyle de oldu. Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hz. Ali'ye tabi olan Beni Haşim kabilesi ve ashabın ileri gelenlerinden bir grup Ebu Bekir'e biat etmekten imtina ettiler. Ebu Bekir'in alelacele hilafete getirilmesinin Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'i ve özellikle de Hz. Ali hakkındaki tavsiye ve buyruklarıyla çeliştiğini savundular.
Bununla da kalmayıp Hz. Ali ve Hz. Fatıma bu olay karşısında Hasan ve Hüseyin’in elinden tutarak Medine’nin ileri gelen kişilerinin evlerine gidip onları yardıma çağırdılar, Peygamber’in (s.a.a) tavsiyelerini onlara anlattılar.(46)
Hz. Ali ve Hz. Fatıma (a.s) bundan netice alamayınca menfi mücadeleyi başlatmaya karar verdiler. Bir kaç gün böyle geçti. Bu arada Ömer, Ebu Bekir’e; “Ali ve yakınlarının dışında herkes sana biat etti, onlar biat etmezlerse, senin hükümetin sağlam bir temele oturmuş sayılmaz.
Ali’yi çağır, onu biat etmeye zorla” dedi. Ebu Bekir, Ömer’in sözünü beğendi; bunun üzerine Ömer'in amcası oğlu Konfoz’a: “Git Ali’ye de ki; Resulullah’ın halifesi! biat etmen için mescide gelmeni istiyor!” dedi.
Konfoz, kaç defa Ali'nin (a.s) yanına gittiyse de Hz. Ali (a.s) Ebu Bekir’in yanına gitmekten imtina etti. Ömer çok sinirlendi, Halid bin Velid, Konfoz ve diğerlerini yanına alarak Hz. Fatıma’nın evine gitti. Kapıyı çaldı ve; “Ya Ali! Kapıyı aç” diye bağırdı.
Hz. Fatıma (a.s) çok rahatsız olduğu halde kapının arkasına gelerek; “Ey Ömer! Bizimle işin olmasın. Bırak kendi işimizle uğraşalım” dedi. Ömer; “Kapıyı aç! Yoksa evi yakarım!!” dedi.(47)
Fatıma (a.s); “Ey Ömer! Allah’tan korkmuyor musun? İzinsiz olarak evime mi girmek istiyorsun?!” dedi.

Hz. Fatıma (a.s) her ne ettiyse Ömer’i kararından caydıramadı. Bilakis, Ömer, kapıyı açmadıklarını görünce; “Odun getirin de kapıyı yakayım!” dedi. (48)
Nihayet Ömer kapıyı ateşe verdi. Sonra da şiddetle tekmelemeğe ve itmeye başladı. Kapı açıldı, Ömer içeri girmek istedi. Hz. Fatıma (a.s) Ömer’in önünü kesti. Ömer kılıfında olan kılıcıyla o Hazret'i vurmaya başladı. Hazret belki de halk gaflet uykusundan uyanır ve Ali’yi savunurlar diye ağlayıp feryat etmeye başladı. Hz. Fatıma’nın ağlayıp yardım talebinde bulunmaları, o taş yürekli insanlara hiç tesir etmedi. Hatta o Hazret'i dövmeğe başladılar ve kamçıyla kolunu morarttılar! (49)
Bilahare Hz. Ali’yi yakaladılar ve iple bağlayıp çekerek mescide götürmeye başladılar. Hz. Fatıma (a.s), Hz. Ali’nin tehlikede olduğunu görünce ileri atılarak sıkıca Ali’nin elbisesinden asıldı ve “Kocamı götüremezsiniz” diye bağırmaya başladı. Ömer'in amcası oğlu Konfoz, Hz. Fatıma’nın, Ali’nin elbisesini bırakmayacağını görünce kamçıyla onun nazenin koluna vurmaya başladı. Öyle ki, hazret vefat ettiğinde, henüz o kamçıların izi Hazret'in pazısında bir pazıbent gibi görülmekteydi!
Bu arada Fatıma (a.s) halkın izdihamı neticesinde kapı ile duvar arasında öyle bir sıkıştı ki, kaburga kemikleri kırıldı ve bu darbe sonucu rahminde olan çocuk da sıkt oldu! (50)
Bu hengamede Fatıma (a.s) baygın düşmüştü. Bir de kendine geldiğinde baktı ki, Ali’yi mescide götürmüşler. Durmak câiz değildi artık, Ali’nin canı tehlikedeydi, onu savunması gerekirdi. Bütün bu ezikliğine rağmen kaburgası kırılmış olduğu halde evden çıktı ve Beni Haşim kadınlarından bir grupla birlikte mescide gitti. Ali’yi tutukladıklarını görünce onlara yönelerek; “Amcam oğlunu serbest bırakın, yoksa Allah’a andolsun ki, saçlarımı dağıtır, Peygamber’in gömleğini başımın üzerine atar, sizi Allah’a şikayet ederim! Andolsun ki, Salih'in devesi Allah'a benim bu yavrularımdan daha aziz değildir” diye seslendi.
Sonra da yüzünü Ebu Bekir’e çevirerek şöyle dedi: “Kocamı öldürüp çocuklarımı yetim mi bırakmak istiyorsun? Onu bırakmazsan saçlarımı dağıtır ve babamın kabrinin üstünde Allah’ı imdada çağırırım!”
Bu sözü söyledikten sonra Hasan ve Hüseyin’nin ellerinden tutarak Resulullah'ın (s.a.a) kabrine doğru hareket etti... Hz. Ali (a.s) durumun çok tehlikeli olduğunu gördü, Selman’a, Fatıma’yı bu işten vazgeçirmesini söyledi... Fatıma (a.s) Hz. Ali’nin emrini duyunca; “O emrettiği için itaat ediyorum ve sabredeceğim” dedi. (51)

Geceleyin Defnedilmesi

Hz. Fatıma (a.s), imamet uğruna canı pahasına mücadele eden ilk mücahit idi. O bu mücadelesinin kıyamete kadar unutulmamasını istiyordu. O kendinden sonra gelenlere, Beni Sakife'de iş başına getirilen hilafet sisteminin meşru olmadığını, bu sistemin Peygamber-i Ekrem'in kalbinin meyvesi olarak tanıttığı biricik kızına ne gibi zulümler reva gördüğünü bildirmek kararındaydı. İşte bunun için Hz. Ali’ye vasiyet ederek: “Beni geceleyin kefenle ve gizli olarak toprağa ver. Kaburga kemiklerimi kıran, çocuğumun düşmesine sebep olan ve malıma el koyan kimselerin cenazemin başında durmalarını istemem; kabrim de bilinmesin!” (52) dedi.
Hz. Ali de Hz. Fatıma'nın (a.s) vasiyeti üzerine, kimseye haber etmeksizin ona geceleyin gizlice gusül verip kefenledi ve sadece Selman, Ebuzer ve Mikdad gibi birkaç özel ashabının iştirakiyle gizlice defnetti. Kabrinin tanınmaması için de defnedildiği yeri yerle bir etti ve ayrıca kırk tane sembolik kabir yaptı! (53)

Vefat Tarihi

Hz. Fatıma (a.s) babasından sonra bir kaç aydan fazla yaşamamıştır. Bununla birlikte vefat tarihi hakkında muhtelif görüşler vardır. Kuleyni’nin naklettiğine göre Hz. Fatıma (a.s) babasından sonra 75 gün, İbn-i Şehraşub’un nakline göre 72 gün, Ebu’l Ferec’in nakline göre 3 ay, Allame Meclisi’nin rivayetlerine göre 40 gün veya 6 ay, İbn-i Cevzi’nin nakline göre 70 gün ve İmam Bakır (a.s)’dan naklolan bir rivayete göre 95 gün yaşamıştır. Ama hicretin 11. yılında vefat etmiş olduğunda şüphe yoktur.
Hz. Fatıma’nın kaç yaşındayken vefat ettiğinde de ihtilaf vardır. Bu hususta 18, 28, 30 ve 35 yaşları olmak üzere beş görüş vardır.
Kabrinin nerede olduğuna gelince o da ihtilaflıdır. Bazıları, Resulullah'ın (s.a.a) ravza-i mutahharasında metfun olduğunu söylemişlerdir. Meclisi, İbn-i Babeveyh’den şöyle nakletmiştir: “Bana göre sahih olan, Fatıma'nın (a.s) kendi evinde defnedildiğidir. Binaen aleyh Beni Ümeyye, Mescid-i Nebevi’yi genişletince Fatıma'nın (a.s) kabri mescidin içerisinde kalmıştır.” Keşf’ul-Ğumme’nin müellifi de şöyle yazıyor: “Fatıma'nın (a.s) Bakî’de defnedildiği meşhurdur” İbn-i Cevzi ise şöyle yazıyor: “Bazılarına göre Hz. Fatıma (a.s) Akil’in evinin yanında defnedilmiştir.”


Kaynaklar

------------------------------


(1) - Bihar-ül Envar, c.43, s.9.
(2) - Kevser suresi.
(3) - Bihar-ül Envar, c. 16, s. 79, c. 43, s. 2, 3.
(4) - Tarih-i Taberi, c.2,s.344.
(5) - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.1,s.174.
(6) - A.K. s.60.
(7) - Bihar-ül Envar c. 43, s. 16, 19; Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.93.
(8) - Bazı rivayetlerde de 34 defa “Allahu Ekber” 33 defa “Elhamdulillah” ve 33 defa “Subhanallah”diye geçmiştir. Şehid-i Sani, “Dünya ahiretin tarlasıdır” hadisini şerh ettiği makalesinde; “Bu hadis iki çeşit nakledilmiştir, biz Subhanallah’ı öne geçirmiş olan rivayeti zikrediyoruz”diyor.
(9) - Bihar’ul- Envar, c.43, 82 ve 134.
(10) - Vafi, kitab-ı nikah, s.114.
(11) - Menakıb-i Harezmî, s.256.
(12) - Vafi, kitab-ı nikah, s.114.
(13) - Menakıb-i Harezmî, s.256.
(14) - Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.76, Bihar-ül Envar c. 8, s. 178, c. 43, s. 19, 36.
(15) - Keşf'ül- Ğumme c. 2, s. 76, Bihar-ül Envar c. 14, s. 206, c. 43, s. 21, 37.
(16) - Keşf'ül- Ğumme, c.2,s.84. Usd’ul- Ğabe, c.5,s.522, Bihar-ül Envar c. 27, s. 70, 37, 70, 43, s.19, 20, 21, 42, 46, 48, 53, 54, 220.
(17) - Bihar-ül Envar c. 43, s. 10, Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.89.
(18) - Keşf'ül Ğumme c. 2, s.92, Bihar-ül Envar c. 43, s. 26, 39.
(19) - Bihar’ul- Envar, c.43, s. 24.
(20) - Feraid’us- Simtayn, c.2, s.67.
(21) - Bihar’ul- Envar, c.22, s.491.
(22) - A.K. c.22, s.484-491.
(23) - A.K. c.22, s.484- 491.
(24) - Bihar-ül Envar c. 37, s. 41, c. 43, s. 97 Ayrıca bu hadis, Bihar-ül Envar kitabının c. 28, s. 52, c. 36, s. 307, 369, c. 38, s. 11, c. 51, s. 76, 79, 91'de benzeri tabirlerle Selman-ı Farisi, Ebu Said-i Hudri'den de rivayet edilmiştir. Yine bkz. Yenabi’ul- Mevedde, s.436. Mütahab’ul- Eser, s.192.
(25) - Feraid’us- Simtayn, c.2, s.68.
(26) - Bihar’ul- Envar, c.43, s.143.
(27) - A.K. c.43, s.134.
(28) - A.K. c.43, s.179-180.
(29) - A.K. c.43, s.81.
(30) - Feraid’us- Simtayn, c.2, s.66.
(31) - Bihar’ul- Envar, c.43, s.19.
(32) - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.3, s.33.
(33) - Avalim’ul- Ulum ve’l- Meaarif, c.11, s.10.
(34) - Bihar-ül Envar c. 43, s. 16, Avalim’ul- Ulum ve’l- Meaarif, c.11, s.30.
(35) - Bihar-ül Envar c. 43, s. 16, Avalim’ul- Ulum ve’l- Meaarif c.11, s.33.
(36) - Bihar’ul- Envar, c.53, s.179-180.
(37) - Âl-i İmran/61.
(38)-Mecma’ul- Beyan, c.2,s.452. el-Kamil-u Fi’t- Tarih,c.2,s.293. Ruh’ul- Beyan, c.2,s.44, Bihar-ül Envar c. 21 s. 277, 337, 344, 345, c. 96, s. 241.
(39) - Bihar’ul- Envar, c.43,s.45.
(40) - Bihar-ül Envar, c. 21, 279, c. 22, s. 236, c. 37, s. 66, 71, c. 43, s. 37, 172, c. 28, s. 38, c. 43, s. 54, 172.
(41) - Bihar-ül Envar c. 43, s.76 ve 84.
(42) - Bihar-ül Envar, c. 43, s. 56.
(43) - Ahzab/33.
(44) - Sahih-i Tirmizi hadis no: 3129, 3719, Yenabi’ul- Mevedde, s.125. Dürr’ul- Mensur, c.5,s.199.
(45) - Sahih-i Tirmizi hadis no: 3135, Müsned-i Ahmet bin Hanbel hadis no: 132231, 13529, Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.83. Dürr’ul- Mensur, c.5,s.199.
(46) - El-İmamet-u ve’s- Siyase, c.1,s. 12.
(47) Ensab’ul- Eşraf, c.1,s.586. İkd’ul- Ferid, c.5,s.12. Şerh-i Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid,c.2,s.56.
(48) - İsbat’ul- Vasiyye,s.110. Bihar-ül Envar, c.43,s.197. el-İmamet-u ve’s- Siyase, c.2,s.12.
(49) - Bihar’ul- Envar, c.43,s.197.
(50) - Bihar-ül Envar, c. 43, s.198.
(51) - Bihar-ül Envar, c. 43, s. 47, 197,198. Revzat’ul- Kafi, s.199.
(52) - Bihar-ül Envar, c. 43, s. 199
(53) - Delail’ul- İmamet. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.3,s.36


1
HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ

HZ.FATIMA (A.S)'DAN KIRK HADİS

Halis İbadet Halis Hayrın İnmesine Sebep Olur

1- “Kim, Allah katına halis ibadetini yüceltirse, Allah da halis hayırlarını ona indirir.”(1)
Biz Ehl-i Beyt!

2- “Biz Resulullah’ın Ehl-i Beyt’i, Allah’ın yaratıkları arasındaki vesilesi, seçkin kulları, kutsal odakları, açık delilleri ve göndermiş olduğu Peygamberlerin varisleriyiz.”(2)
Gerçek Mutlu

3- “Gerçek mutlu, Ali’yi hayatında ve ölümünden sonra seven kimsedir.”(3)
Güler Yüzlülük

4- “Mümine karşı güler yüzlü olmak insana cenneti kazandırır, zalim sapıklara karşı güler yüzlü olmak ise insanı cehennem ateşine sürükler.”(4)
En İyiniz...

5- “Sizin en iyiniz, büyüğüne karşı daha yumuşak davranan ve hanımlar için daha şefkatli ve bağışlayıcı olanınızdır.” (5)
Daha Hayırlı!
6- “Kadınlar için daha hayırlı olan; erkekleri görmemeleri, erkeklerin de onları görmemeleridir.” (6)
Allah'a En Yakın Olduğu An!
7- “Kadının Rabbine en yakın olduğu an, evinin içinde olduğu andır.” (7)
Hizmetinde Ol!
8- “Sürekli annenin hizmetinde ol. Çünkü cennet onun ayakları altındadır.” (8)
Üç Şey Benim İçin Sevimlidir
9- “Dünyanızdan üç şey benim için sevimlidir: Allah’ın kitabını tilavet etmek, Resulullah’ın (s.a.a) yüzüne bakmak ve Allah yolunda infak etmek.” (9)
Yararı Olmayan Oruç!
10- “Oruç tutan, dilini, kulağını, gözünü ve diğer organlarını haramdan korumazsa, o tuttuğu oruç ne derdine değer ki!” (10)

Her Müslüman'ın Bilmesi Gereken Sofra Adabı

11- Sofranın, her Müslüman’ın bilmesi gereken on iki adabı vardır. Bunlardan dördü farz, dördü müstehap, dördü edeptendir.
Farz (gerekli) olanlar şunlardır: Nimetin asıl sahibini tanımak, vermiş olduğu nimete razı olmak, yemekten önce onu anmak, yemeğin başında ve sonunda ona şükretmek.
Müstehap olanlar da şunlardır: Yemekten önce abdest almak, oturarak yemek, yemek esnasında sol taraf üzerine oturmak, üç parmakla yemek.
Edepten olanlar da şunlardır: Önünde olandan almak, lokmaları küçük tutmak, yemeği iyi çiğnemek, yemekte başkalarının yüzüne az bakmak.” (11)

Önce Komşu!

12- Hz. Hasan (a.s) annesi hakkında şöyle demiştir: “Annem Fatıma’nın bir Cuma gecesi, kendi mihrabında sabaha kadar rüku ve secde (ibadet) halinde olduğunu, mümin erkek ve kadınların ismini birer-birer anarak çok dua ettiğini, fakat kendisi hakkında hiç dua etmediğini gördüm. Bunun üzerine anneme: “Anne, neden başkaları hakkında dua ettiğin gibi kendin hakkında da dua etmiyorsun?” dedim. Şöyle cevap verdiler: “Yavrum! Önce komşu sonra insanın kendisi.” (12)

Sıkılmadan Sor!

13- Bir kadın Hz. Fatıma'nın (a.s) huzuruna gelip: “Benim zayıf bir annem vardır, namazda bilmediği bir şeyle karşılaşmış, cevabını öğrenmem için beni size gönderdi.” dedi. Hz. Fatıma (a.s) onun sorusunu cevaplandırdı. O ikinci bir soru sordu. Hz. Fatıma onu da cevaplandırdı. Sonra üçüncü bir soru sordu; böylece on kez sordu ve cevaplarını aldı. Sonra çok soru sorduğundan: “Size fazla zahmet vermiş olmayayım ey Allah'ın Resulü'nün kızı” dedi. Hz. Fatıma (a.s): “Sormak istediğin ne varsa sıkılmadan sor.
Acaba bir yükü bir gün boyunca damın üzerine çıkarmak için bin dinar karşılığında kiralanan adama yapacağı bu iş zor gelir mi?” diye sordu. Kadın; “Hayır, gelmez” dedi. Bunun üzerine Hz. Fatıma (a.s) ona şöyle buyurdu: “Ben senin her sorunun cevabını yanıtlama karşılığında yerle arşın arasını dolduracak inciden daha fazla bir mükafatla mükafatlandırılacağım. Bundan dolayı bu iş bana asla zor gelmez...”(13)
Allah’ım!...
14- “Allah’ım! Beni verdiğin rızka kani eyle, ayıplarımı ört, yaşattığın sürece bana afiyet ver, bağışla beni. Canımı aldığında acı bana, bana rahmeyle. Allah’ım! Bana mukadder kılmadığın şeyi elde etmek için beni yorma (uğraştırma beni); bana mukadder kıldığın şeye ulaşılmasını da kolaylaştır.
Allah’ım! Benim için ana-babamı ve üzerimde hakkı olan herkesi en iyi mükafatınla mükafatlandır.

Allah’ım, bütün vakit ve çabamı yarattığın gaye doğrultusunda sarf etmemi sağla, bana vereceğini üstlendiğin şeyi elde etmek için çaba sarf etmekle meşgul etme beni, mağfiret diliyorum senden, (öyleyse) beni cezalandırma, ben senden istiyorum, (öyleyse) beni mahrum bırakma.
Allah'ım! Nefsimi bana küçük göster, kendi makamını benim nazarımda büyüt; itaatini, senin rızanı kazandıracak şeyleri yapmayı ve seni gazaplandıracak şeylerden uzak durmayı ilham eyle bana; ey merhametlilerin en merhametlisi!.”(14)
Neden Özgünsün?!
15- İmam Ali (a.s) evlendiği gece Hz. Fatıma (a.s)’ı üzgün görünce ona; “Neden üzgünsün?” dedi. Hz. Fatıma (a.s) şöyle cevap verdi: “Ömrümün tükendiği ve kabir evine konulacağım zamanı hatırladım. Babamın evinden bu eve göçmem, buradan kabir evine göçeceğimi hatırlattı bana. Allah aşkına gel de bu gece birlikte Allah’a ibadet edelim...”(15)
Rabbimden Utandım!
16- Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma’nın iki gün bir şey bulamayıp aç kaldığını öğrenince üzülerek; “Neden bu durumu bana bildirmedin?” dediğinde, Hz. Fatıma (a.s) şöyle dediler: “Ya Ebe’l Hasan! Gücünün dışında olan bir şeyi senden isteyerek seni zorluğa düşürebilirim diye Rabbimden utandım." (16)
Ev Senin Evindir!
17- Ebu Bekir ve Ömer Hz. Fatıma'nın ziyaretine gelince, İmam Ali (a.s) Hz. Fatıma’ya: “Ebu Bekir ve Ömer kapının arkasında seninle görüşmek için izin bekliyorlar ne dersin?” deyince Hz. Fatıma şöyle dediler: “Ya Ali! Ev senin evin, ben de senin eşinim ne dilersen onu yap....”(17)
Düşündüğün Gibi Değildir!

18- Hz. Fatıma (a.s), kendilerinin takipçilerinden olup olmadığını bilmek isteyen birisine şöyle buyurdu:“Eğer emrettiğimiz şeyi yerine getiriyor ve sakındırdığımız şeyden de sakınıyorsan, sen bizim takipçilerimizdensin, aksi takdirde değilsin.” Bunu duyan adam aldığı cevaptan rahatsız olunca Hz. Fatıma şöyle buyurdular:
“Durum düşündüğün gibi değildir. Takipçilerimiz cennet ehlinin en iyilerindendirler. Bizi seven, dostlarımızı dost edinen ve düşmanlarımızı kendine düşman bilen herkes cennet ehlidir. Ama sadece kalbi ve diliyle biz Ehl-i Beyt’e teslim olup emir ve nehiylerimize muhalefet eden kimseler gerçek takipçilerimizden olmazlar. Elbette bununla birlikte bunlar da bela ve musibetlere duçar olmak veya herkesin toplanacağı kıyamet arasatının (mahşer meydanının) çeşitli zorluklarına katlanmak veya cehennemin üst tabakasının azabını tatmak vasıtasıyla günahlardan temizlendikten sonra cennet ehli olacaklardır. Onları, bize karşı duydukları sevgilerinden dolayı bulundukları yerden kurtarıp kendi yanımıza götüreceğiz."(18)
Allah Aşkına Söyleyin!
19- Hz. Fatıma (a.s) birinci ve ikinci halifeye hitaben şöyle buyurdular: “Acaba Resulullah (s.a.a)’den size bir hadis nakledersem onu doğrular mısınız?” Evet dediklerinde şöyle buyurdular: “Allah aşkına söyleyin, acaba Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duymamış mısınız?: 'Fatıma’nın hoşnutluğu benim hoşnutluğumdur, Fatıma’nın öfkesi benim öfkemdir; öyleyse kim kızım Fatıma’yı severse beni sevmiştir, kim Fatıma’yı öfkelendirirse beni öfkelendirmiştir.' Onlar: 'Evet bu hadisi Resulullah’tan duymuşuz' dediler. Bunun üzerine buyurdular ki: 'Ben Allah’ı ve meleklerini şahit tutuyorum ki, sizin ikiniz beni öfkelendirdiniz, beni hoşnut etmediniz, Peygamberi mülakat ettiğimde mutlaka ikinizi ona şikayet edeceğim."(19)
Dört Şeyi Yapmadıkça Uyuma!

20- Bir gün Resulullah (s.a.a), uyumak için yatağı sermiş olduğum halde yanıma geldi ve şöyle buyurdu: “Ey Fatıma, şu dört şeyi yapmadıkça uyuma: Kur’an’ı hatmetmek, Peygamberleri şefaatçi kılmak, müminleri razı etmek, Hac ve Umre yapmak.” Resulullah (s.a.a) bunları buyurup namaza koyuldu, namazını bitirinceye kadar sabrettim. "Ya Resulallah! Dört şey yapmayı bana emrettin, oysa onları şu halde yapmaya kadir değilim" dedim. Resulullah (s.a.a) gülümseyerek şöyle buyurdular: “Kulhuvellah (İhlas) suresini üç defe okuduğunda Kur’an’ı hatmetmiş gibi olursun; bana ve benden önceki Peygamberlere salavat getirdiğinde kıyamet günü senin şefaatçin oluruz; müminlere mağfiret dilediğinde hepsi senden razı olur; “subhanallah velhamdu lillah ve la ilahe illâllah vallahu ekber” dediğinde ise Hac ve Umre yapmış (gibi) olursun.”(20)
Yazıklar Olsun!
21- Hz. Fatıma (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kocasını öfkelendiren kadına yazıklar olsun; kocası kendisinden razı olan kadına da ne mutlu.”(21)
Azap Gören Kadınlar
22- Fatıma (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) Miraç gecesi, cehennemde azap gören kadınlar hakkında şöyle buyurduğunu naklediyor: “...Saçıyla asılan kadının suçuna gelince, o kadın saçını erkeklerden örtmüyordu. Diliyle asılan kadının suçuna gelince, o kadın kocasını incitiyordu... başı, domuz başı, gövdesi de eşek gövdesi gibi olan kadının suçuna gelince, o kadın söz taşıyan ve yalancı idi. Köpek şeklinde olan kadının suçuna gelince, o kadın makyaj yapan, bağırarak çok ağlayan ve kıskançlık yapan birisi idi...”(22)
Bu ve Takipçileri!
23- “Babam Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) bakıp şöyle buyurdu: “Bu ve bunun Takipçileri cennettedirler.” (23)
Sizden Soracağım!

24- “Babam Resulullah'ın (s.a.a), ölümüne yol açan hastalığında-evi ashabıyla dolu iken-şöyle buyurduğunu duydum: "Ey insanlar! Çok geçmeksizin sizin aranızdan ayrılacağım, mazeretinizi tamamlayacak (size bir özür bırakmayacak) bir söz size söylüyorum; bilin ki ben sizin aranızda Rabbimin kitabını ve itretim olan Ehl-i Beyt’imi emanet bırakıyorum.' Sonra Ali’nin elini tutarak şöyle buyurdu: 'Bu Ali, Kur’an iledir, Kur’an da Ali ildedir; bunlar Kevser havuzunun başında yanıma gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmayacaklar. Ben kıyamet günü, benden sonra bunların hakkında nasıl davrandığınızı sizden soracağım.”(24)
Camiye Girerken!
25- Resulullah (s.a.a) camiye girişinde şöyle diyordu: “Allah’ın adıyla, Allah'ım Muhammed’e salat eyle, günahımı bağışla, rahmetinin kaplarını yüzüme aç.” Camiden de çıktığında şöyle diyordu: “Allah’ın adıyla, Allah'ım! Muhammed’e salat eyle, günahımı affet, lütuf ve bağış kapılarını yüzüme aç.” (25)
Kim O Vakit Bir Hayır Dilerse
26- “Cuma günü öyle bir vakit vardır ki, Müslüman bir kul o vakitte Allah’tan bir hayır dilerse Allah onu ona bağışlar, o vakit de, güneşin yarısının batmaya koyulduğu andır.” (26)
On Beş Belaya Duçar Eder!
27- “Babam Resulullah (s.a.a)’den namazında gevşeklik yapan kadın ve erkekler hakkında soru sorduğumda şöyle buyurdular: “Kadın ve erkeklerden her kim namazında gevşeklik yaparsa, Allah Teala onu on beş belaya duçar eder: Allah Teala bereketi ömründen, rızkından kaldırır, salih insanların simasını onun yüzünden giderir, yaptığı her işe ücret (mükafat) verilmez, duası göklere yükselmez (müstecab olmaz), salih insanların duasından nasibi olmaz, zelil olarak ölür, açken ölür, susuz olarak can verir; öyle ki dünya nehirlerinin suyunu bile ona verirlerse susuzluğu giderilmez, Allah Teala bir meleği onu kabirde rahatsız etmesi için memur eder, kabri dar olur, kabri karanlık olur, Allah Teala bir meleği, halkın ona baktığı halde yüz üstü çekip sürümesi için görevlendirir, sıkı bir hesaba (sorgu suale) tabi tutulur, Allah Teala, (rahmet gözüyle) ona bakmaz, onu (günahlardan) arındırmaz ve onun için elemli bir azap olur.” (27)
Bu Ümmetin Babaları!

28- “Muhammed (s.a.a) ve Ali (a.s), bu ümmetin babalarıdırlar; onların eğriliklerini düzeltir, itaat ettiklerinde onları ebedi azaptan kurtarır, uyum sağladıklarında da onları daimi nimete götürürler.” (28)
Ali’nin Kim Olduğunu Biliyor musun?
29- Hz. Fatıma (a.s) Hz. Ali’yi (a.s) kınayan bir cahile şöyle buyurdu: “Ali’nin kim olduğunu biliyor musun? O rabbani bir İmam, nurla dolu bir vücut, arif ve efendilerin kutbu, pak ailenin oğlu, doğru olanı konuşan, imamet dairesinin merkezi, Peygamber’in iki gülü ve cennet gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyin’in babasıdır.” (29)
Özür Yolu Bırakmamıştır!
30- “Allah Teala, Gadir-i Hum vakıasından sonra hiç kimseye bir bahane ve özür yolu bırakmamıştır.” (30)
Gadir-i Hum Gününü Unuttunuz mu?

31- Hz. Ali’nin imametini Peygamber’in sözleriyle kanıtlamak mümkün müdür? diyen birisine şöyle buyurdular:
“Hayret! Gadir-i Hum gününü unuttunuz mu? Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duydum: 'Ali, aranızda kendimden sonra bıraktığım en hayırlı kimsedir; Ali benden sonra İmam ve halifedir. Daha sonra iki oğlum Hasan ve Hüseyin ve Hüseyin’in neslinden olan dokuz kişi en iyi İmamlardır. Onlara uyarsanız, onları hidayetçi ve hidayete ermiş bulursunuz, muhalefet ederseniz kıyamet gününe dek daima aranızda ihtilaf baş gösterir.' O zaman Ali neden sustu ve kendi hakkını almadı? dediğinde de şöyle buyurdular:
“...Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: İmamın örneği Ka’be örneğidir; halk ona gelmelidir, o halka değil.” Sonra şöyle devam ettiler:
“Allah’a andolsun ki, eğer hakkı ehline bıraksalardı ve Peygamber’in Ehl-i Beyt’ine uysalardı, Allah konusunda iki kişi bile ihtilafa düşmezdi. Hz. Ali’den İmam Hüseyin’in dokuzuncu evladı olan Hz. Mehdi’ye kadar olan İmamlar birbirinin ardınca onu miras alırlardı. Ama (ne yazık ki) cahil halk Allah’ın geriye attığını öne geçirdiler, Allah'ın öne geçirdiğini geriye attılar. Hatta seçileni inkar ettiler, onu kurutmaya koyuldular! Onlar istek ve görüşlerine uyarak bu çirkin yolu seçtiler. Kahrolsunlar! Acaba Allah Teala’nın şu sözünü duymamışlar mıydı? “Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer, seçme yetkisi onlara ait değildir.” (31) Evet, onlar bunu duydular fakat onlar Kur’an’ın buyurduğu kimseler gibidir: “Gerçek şu ki gözler kör olmaz ancak sinelerdeki kalpler körelir.” (32) Heyhat, onlar dünyada uzun arzulara kapıldılar, öleceklerini unuttular. Allah onları helak etsin, işlerini boşa çıkarsın. Allah’ım, yücelikten sonra küçülmekten sana sığınırım.” (33)
Bu Kinler!...
32- Hz. Fatıma (a.s), babasından sonra Uhud’da Hz. Hamza’nın kabri kenarında ezadarlık ettiğinde “Neden halk sizin ve Ali’nin aleyhinde olup onun kesin olan hakkını gasp ettiler?” dediklerinde şöyle buyurdu:
“Bunların hepsi Bedir savaşından kalan kinler ve Uhud savaşının intikamlarıdır. Bu kinler münafık kalplerde saklıydı. Ama hedeflerine ulaştıklarında (hükümeti gasp ettiklerinde) kinlerini bize kustular.” (34)
Öyle Musibetler Başıma Geldi ki...

33- Hz. Resulullah’ın vefatı üzerine Hz. Fatıma şu şiiri okudu:
Topraklar altında gizlenene de ki, bağırmamı ve feryadımı duyuyor musun?
Öyle musibetler başıma geldi ki, gündüzün başına gelseydi kararır gece oluverirdi.
Ben Muhammed’in gölgesinde himaye altında idim,

Hiçbir zulümden (düşmandan) korkmuyordum. O, benim güzelimdi.
Bu gün zelil ve zulme uğramaktan korkuyorum,
Bana zulmedeni ridamla defediyorum.
Kumru gam ve kederden gece bir dala ağlasa,
Ben sabah vakti ağlarım.
Senden sonra hüznü munisim kılacağım,
Sana gözyaşı döküp ağzımı açacağım (onu silah edineceğim).
Ahmed’in türbesini koklayana ne gam,
Uzun zaman güzel bir koku koklamasa da. (35)
Babacığım!!!

34- Hz. Fatıma, Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra çok kederli günler geçirdi. Bir taraftan Hz. Resulullah'ı kaybetmenin verdiği hüzün, diğer taraftan Hazret'in vefatından hemen sonra ümmetin Ehl-i Beyt'e karşı sergiledikleri vefasızlık örneği, o Hazret'i büsbütün yıkmıştı. İşte bu kederler içinde bir gün perişan bir halde evden çıkarak babasının kabrini ziyaret etmek için hareket etti, güçsüzlükten babasının mezarına zor ulaşabildi. Mihrabı, ezan okunan yeri görünce figan etmesiyle yere düşmesi bir oldu. Bayılmıştı. Kadınlar yüzüne su serpmeye başladılar, ayıldığında babasının kabrine bakıyor ve şu cümleleri zemzeme ediyordu:
“Babacığım! Gücüm tükendi, bedenimde hal kalmadı, düşmanım şematet etti, üzüntü beni öldürdü.
Babacığım! Yalnız, hayran ve tek kaldım. Sesim tutuldu, belim kırıldı, hayatım bunaldı, günlerim karardı.
Babacığım! Senden sonra yalnızlığımı giderecek bir munis, gözyaşımı dindirecek bir arkadaş, zaafımı karşılayacak bir yardımcı bulamam.
Babacığım! Senden sonra Kur’an’ın hükmedildiği yer, Cebrail ve Mikail’in indiği mekan fani olup gitti.
Babacığım! Senden sonra sebepler (ilişkiler) değişti, kapılar yüzüme kapandı.
Babacığım! Senden sonra artık dünyaya küskünüm, nefesim tükeninceye dek sana ağlayacağım.
Babacığım! Sana olan aşkım tükenmek bilmez, sana olan hüznüm sona ermez. Ey vah babacığım! Ey vah Allah’ım!...” (36)
Allah’ın Nurunu Söndürmek mi İstiyorsun?!

35- Hz. Fatıma (a.s), Hz. Ali’yi biate götürmek için evine saldıranların karşısında durup Hz. Ali’yi savunarak şöyle buyurdular:
“Ey sapıklar, yalancılar! Ne diyorsunuz, ne istiyorsunuz? Ey Ömer! Allah’tan korkmuyor musun? Evime girmek mi istiyorsun? Şeytan hizbinle beni mi korkutuyorsun? Oysaki şeytanın hizbi güçsüzdür. Yazıklar olsun sana! Allah’a ve Peygamber’ine karşı olan bu cesaret nedir? Peygamber’in neslini yeryüzünden yok etmek ve Allah’ın nurunu söndürmek mi istiyorsun? Bil ki, Allah nurunu tamamlayacak ve onu ebedileştirecektir. Ey Ömer! Senin azgınlığın beni evimden dışarı (namahremler önüne) çıkardı; hücceti sana ve diğer her sapığa tamamladı. Ey Hattap oğlu! Allah’a andolsun ki, günahsızların belaya yakalanmalarından korkmasaydım, Allah'a yemin edip (bedduada bulunup) çabuk icabete eriştiğini görürdün.”
Dövülüp darbe aldıktan ve Muhsin ismindeki çocuğu karnında öldükten sonra şöyle dedi:
“Ay babacığım! Yâ Resulallah! İşte çok sevdiğin kızına böyle davranıyorlar! Ah! Ey Fizze! Gel de beni tut! Allah'a andolsun ki, karnımdaki yavrum öldürüldü!!!” (37)
Mescitte Sanki Kıyamet Kopmuştu!

36- Hz. Fatıma camiye gidip konuşacağını ilan eder etmez bu haber Medine’de beklenmedik yankı yaptı. Muhacir ve Ensar topluluğu, Peygamber’in yadigarı Hz. Fatıma acaba halka ne konuşacaktır, diye camiye akın yaptı. Hz. Fatıma Beni Haşim kadınlarının eşliğinde evden dışarı çıkıp camiye doğru hareket etti. Camiye girdiğinde kendisi için bir perde çektiler. Kendini ağlamaktan alamadı. Öyle bir inledi ki, herkesi ağlattı. Mescidde sanki kıyamet kopmuştu, ağlama sesleri birbirine karıştı. Herkes iyice sustuktan sonra şöyle dedi:
“Verdiği nimetlere karşı övgü sadece Allah'a mahsustur. İlham ettiği şeylere karşı şükür sadece O’na aittir. Başlattığı bütün nimetler, bağışladığı bol bahşişler, verdiği bol ihsanlarına karşı sena sadece O’na mahsustur. Nimetleri sayılamayacak kadar çoktur, sonu karşılığı verilemeyecek kadar uzaktır, sonsuzluğu idrakten ıraktır. Nimetlerin arttırılması için insanları şükretmeye davet etti, onların çoğalması için halktan hamdetmeyi istedi. İkinci kez de o nimetlerin (ahiretteki) benzerine davet etti.
Şehadet ederim ki, Allah’tan başka bir ilah yoktur. Tektir, ortağı yoktur. Bu kelimenin tevili ihlastır. Kalpler O’na bağlanmıştır ve fikir O'nunla aydınlanmıştır. Öyle bir Allah’tır ki, gözler O’nu göremez, diller O’nu (olduğu gibi) vasfedemez, akıllar O’nu nitelendiremez. Bütün şeyleri yoktan var etti, herhangi bir şeyi örnek edinmeksizin yarattı. Onların yaratılmasına bir ihtiyacı olmaksızın ve hiçbir fayda gütmeksizin kendi iradesiyle, hikmetini ispat emek, itaatine vakıf kılmak, kudretini göstermek, kullarını ibadete çağırmak, davetini yüceltmek için bunları yarattı. Sonra kullarını azaptan korumak ve onları cennetine sevk etmek için kendisi itaat edene mükafat vermeyi, isyan edeni ise cezalandırmayı takdir etti.
Şehadet ederim ki, babam Muhammed (s.a.a) Allah’ın kulu ve elçisidir. O’nu, elçi olarak göndermeden önce seçti, yaratmadan önce O’na “Muhammed” adını verdi, Peygamberlikle görevlendirmeden önce O’nu tercih etti. O zaman diğer mahlukat daha gayb aleminde gizliydi, korkunç perdelerle korunmuştu, yokluğun son derecesinde esirdi (yokluk sınırını aşmış değildi). Allah Teala işlerin sonunu biliyordu, bütün hadiselerden haberdardı, mukadderatın yerlerini tanıyordu.
Yüce Allah, emrini tamamlamak, hükmünü icra etmek, kesin mukadderatını infaz etmek için Muhammed’i mebus etti. Allah Teala, insanların dinlerinde ayrılığa düştüğünü, tefrika ateşine yöneldiklerini, putlara taptıklarını, bilerekten Allah’ı inkar ettiklerini görünce, babam Muhammed (s.a.a) vesilesiyle karanlıkları aydınlattı, kalplerdeki karalıkları giderdi, gözler önüne çekilen şaşkınlık perdelerini kaldırdı. Babam, halkı hidayet etmek için kıyam etti, onları sapıklıktan kurtardı, körlüklerini giderip basiret verdi. Onları mutedil bir dine hidayet etti, doğru bir yola çağırdı. Daha sonra Allah Teala şefkat ile ve herhangi bir icbar söz konusu olmadan O’nun ruhunu aldı. Artık Muhammed (s.a.a), bu dünyanın elem ve sıkıntılarından rahat bulunmaktadır, öbür dünyada mukarreb melekler ve bağışlayan Rabbin rıdvanıyla beraberdir ve Allah’ın civar-ı kurbunda yaşamaktadır. Allah’ın salat, rahmet ve bereketi O’nun Peygamber’i, emini ve yaratıkları arasından seçip beğendiği babama olsun.”
Sonra halka hitap ederek şöyle buyurdu:

“Ey Allah’ın kulları! Siz, O’nun emir ve nehyinin koruyucuları, din ve vahiy ilminin taşıyıcıları, size emredilenleri ve dini diğer milletlere ulaştıran elçilerisiniz.
O’nun gerçek halifesi sizin aranızdadır. O, Allah’ın daha önce size gönderdiği bir ahit ve aranızda bıraktığı bir hüccettir. O, Allah’ın natık (konuşan) kitabı ve sadık Kur’an’ıdır. O, parlak bir nur ve aydınlatıcı bir ışıktır. Delilleri aşikardır, sırları açıktır, zahirleri vazıhtır. Ona uyanlara gıpta edilir. Kendisine uyanı Allah’ın rıdvan-ı cennetine götürür. Ona kulak vereni kurtuluşa sevk eder. Allah’ın aydın hüccetleri, açıklanmış farzları, yasaklanmış haramları, yeterli delilleri, övülmüş erdemleri (müstehapları), hibe edilmiş ruhsatları ve yazılmış şeriatları onun vesilesiyle elde edilir, kavranılır.
Allah şirkten arınmanız için imanı, kibirden uzaklaşmanız için namazı, nefsin temizlenmesi ve rızkın artması için zekatı, ihlasın sağlamlaşması için orucu, dini ayakta tutmak için haccı, kalplerin düzelmesi için adaleti, dinin düzene girmesi için bize itaati, ümmetin tefrikaya düşmemesi için bizim imametimizi, İslam’ın aziz ve üstün olması için cihadı, İlahi mükafatı hakkedebilmek için sabrı, toplumun maslahatı için iyiliği emretmeyi, gazaptan korunmak için ana-babaya iyilik etmeyi, ömrün uzaması ve nüfusun çoğalması için akrabalarla ilişkiyi kesmemeyi, kanların akıtılmaması için kısası, mağfirete yönelmek için adağı yerine getirmeyi, eksik ölçmeyi önlemek için ölçü ve tartıda tam hakkını vermeyi, lanetlenmekten korunmak için kaziften (namuslu kadınlara zina isnadında bulunmaktan) kaçınmayı, iffet ve emniyeti (toplumda) hakim kılmak için hırsızlık yapmaktan uzak durmayı, pislikten uzak olmak için şarap içmekten sakınmayı, Rabb'liğine olan inancın ihlası için şirkten kaçınmayı farz kıldı. “Allah’tan, gerektiği şekilde çekinin, ancak Müslüman olarak ölün.” (38) Size emrettiği ve sizi ondan sakındırdığı şeyde Allah’a itaat edin. “Allah’tan ancak alim olanlar korkar.” (39)
Sonra şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Bilin ki, ben Fatıma’yım, babam Muhammed’dir. Yine tekrarlıyorum; ben Fatıma’yım, babam Muhammed’dir! Yalan söylemiyorum ve hata da etmiyorum. “Andolsun, size içinizden bir peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. Size çok düşkündür, müminlere çok merhametlidir, onlara hayır diler.” (40) Eğer o Peygamberi tanıyorsanız, bilmeniz gerekir ki, o Peygamber, sizin kadınlarınızın babası değil benim babamdır, sizin erkeklerinizin değil benim amcaoğlumun kardeşidir. Onunla akrabalık ne de güzeldir! O, risaletini halka ulaştırdı, onları ilahi azapla korkuttu. Müşriklerin yol ve yöntemlerinden yüz çevirdi. Onların sırlarına ağır bir darbe indirdi. Onların boğazını sıktı, hikmet ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağırdı. Putları kırdı, küfrün başını dağıttı, sonunda küfür topluluğu hezimete uğradı, geriye dönüp kaçtı, gece sabahtan ayrıldı (karanlıklar yok oldu), hak ortaya çıktı, dinin önderi söz sahibi oldu, şeytanların kükremesi kesildi, nifak topluluğu helak oldu, küfür ve düşmanlık düğümleri çözüldü, siz de yüzleri ak ve oruçtan karınları aç kişilerin arasında (hürriyetle) ihlas ( la ilahe illâllah) kelimesini söyler oldunuz.
Sizler (Peygamber-i Ekrem gelmeden önce) bir ateş çukurunun kenarındaydınız, içenin içeceği değersiz bir yudum su idiniz, tamahkarın ganimet bilip yiyivereceği bir lokmaydınız, adavet ateşini körükleyenler için uygun bir alev idiniz, ayaklar altında eziliyordunuz. Develerin girip kirlettikleri (çukur) suyu içiyordunuz, ağaç yapraklarını gıda ediyordunuz, zelil ve aşağılık bir hale düşmüştünüz, etrafınızdaki insanların sizi ezmesinden korkuyordunuz, bütün bu bedbahtlıklardan sonra Allah Teala, babam Muhammed vasıtasıyla sizleri kurtardı. Daha sonra babam, yiğit kişiler, Arab'ın kurtları ve kitap ehlinin isyancılarıyla denenip sınandı (onlarla savaştı).
Onlar ne zaman savaş ateşini tutuşturdularsa Allah-u Teala onu söndürdü. Şeytanın boynuzu göründüğünde (onlar baş kaldırdığında) veya müşriklerden bir ejderha ağzını açtığında kardeşi Ali’yi onun ağzına atıyordu (onun önüne çıkarıyordu), o da onun beliyle kulağını ayak altına almadan ve onun püskürdüğü ateşi kılıcıyla söndürmeden geri dönmüyordu. Allah’ın rızasını kazanmak için bu zorluklara katlanıyordu, O’nun emirlerini uygulamak için çaba sarf ediyordu, Resulullah’a herkesten daha yakındı, evliyaullahın seyyidi (efendisi) idi. Her zaman (Allah’ın ve Peygamber’in emrine) hazır, hayır isteyen, gayretli ve emekçi idi. Allah'ın yolunda, kınayanların kınaması ona mani olmazdı.
Ali tebliğ ve cihat ederken siz keyfinizi sürdürmekte, rahatınıza bakmaktaydınız, mağlubiyete uğramamızı ve bir haber çıkmasını bekliyordunuz. Savaş anında geri dönüp düşmanla savaşmaktan kaçıyordunuz.
Allah Teala, Resulü için, peygamberlerin evini ve seçkin kullarının yurdunu seçtiğinde (onu Firdevs cennetine götürdüğünde) artık nifak dikeni (kalplerde kinler) ortaya çıktı, din gömleği eskidi, kin besleyen sapıklar, söz sahibi oldular, en düşük kişiler ortaya çıktılar. Batıl ehlinin boğur devesi böğürdü, arsanızda kuyruğunu oynattı, şeytan yerinden başını çıkardı, sizi kendine çağırdı, davetine icabet ettiğinizi, onun aldatmasına hazır olduğunuzu gördü. Sonra hareket etmenizi istedi, siz de hareket ettiniz, tehyiç olmanızı istedi, siz de tehyiç oldunuz. Derken başkasının devesini damgaladınız (sizin malınız olmayan hilafeti gasp ettiniz), onu, sizin olmayan bir çeşmenin başına getirdiniz. Ahdinizden (Gadir-i Hum’daki biatinizden) uzun bir zaman geçmemişti, Peygamber’in vefatından dolayı kalbimizin yarası çok genişti, henüz iyileşmemişti, Peygamber’in mübarek naşı henüz toprağa verilmemişti. Fitne çıkması korkusunu bahane ederek kendinizi öne attınız. Ama bilin ki, fitnenin ta içine düştünüz. Şüphe yok ki, cehennem küfre sapanları kuşatmıştır.
Heyhat! Siz nere, fitneyi yatırmak nere! No oluyor size? Nereye gidiyorsunuz? Allah’ın kitabı sizin aranızdadır; sözleri açık, ahkamı parlak, nişaneleri göz kamaştırıcı, emri ve nehiyleri aşikardır. Ama siz onu arkanıza attınız. Ondan yüz çevirmek mi istiyorsunuz? Yoksa Kur’an’dan başkasıyla mı hükmediyorsunuz? Ondan başkasını almak zalimler için ne de kötü değişmektir. (Şunu bilin ki;) “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, asla ondan kabul edilmez ve o, ahrette hüsrana uğrayanlardandır”(Nisa/84) Sonra (çalınan devenin) ürkmesi sakin ve dizginlenmesi kolay olacak kadar bile sabretmediniz. Sonra fitne ateşini tutuşturdunuz, onun közünü körüklediniz. Azgın şeytanın çağrısına müspet cevap verdiniz. Parlak dinin nurunu söndürmeye, seçkin Peygamber’in sünnetini boşlamaya koyuldunuz. Köpük içmek diyorken alttan çorba (veya süt) içiyorsunuz. Ağaçlar arasında saklanan yırtıcı canavarlar gibi onun (Peygamber’in) Ehl-i Beytine ve evlatlarına doğru yürüyorsunuz. Bıçak kesmesi ve karına sokulan mızrak ağrısı gibi olan sizden gördüğümüz bu zulümlere sabretmekten başka bir çaremiz yoktur.
Siz şimdi Peygamber’den bize miras yetişmediğini mi sanıyorsunuz? “Yoksa cahiliye hükmünü mü arıyorsunuz? Kesin bilgiye inanan bir topluluk için, hükmü, Allah’ın hükmünden daha güzel olan kimdir.” (41) Benim Resulullah’ın kızı olduğumu bilmiyor musunuz? Benim onun kızı olduğum parlak güneş gibi size açıktır. Ey Müslümanlar! Babamın mirasının zorla elimden alınması doğru mudur?
Ey Kuhafe oğlu (Ebu Bekir)! Acaba senin babandan miras alabileceğin ama benim babamdan miras alamayacağım Kur’an’da mı yazılmıştır? Şüphesiz Allah’a iftira ediyorsun. Bilerek mi Allah’ın kitabını (onun düsturlarını) arkanıza attınız? Çünkü Allah Teala Kur’an’da: “Süleyman, Davud’a mirasçı oldu” (42) buyurmaktadır. Yine Yahya bin Zekeriyya’ın kıssasında, Zekeriyya: “Rabbim! Bana kendi katından bir yardımcı armağan et. Bana mirasçı olsun, Yakup oğullularına da mirasçı olsun.” (43) diye Allah’a yalvarmaktadır.
Yine Allah Teala Kur’an’da: “Akrabalar (Mirasta) Allah’ın kitabına göre, birbirlerine önceliklidir.” (44) buyurmaktadır. Yine: “Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki kadının hissesi kadar tavsiye eder.” (45) buyurmaktadır. Yine: “Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal, mülk vb.) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya bilinen (uygun, meşru) bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak- size farz kılındı.” (46) buyurmuştur.
Benim için mirastan bir hisse olmadığını, babadan miras alamayacağımı ve aramızda akrabalık bağı olmadığını mı sandınız? Acaba Allah Teala bir ayeti size mahsus kılmış da babamı miras hükmünden istisna mı etmiş? Yoksa iki dinin milletleri birbirlerinden miras alamazlar mı diyorsunuz? Acaba ben ve babam bir dinden değil miyiz? Yoksa siz, Kur’an’ın umum ve hususunu babam ve amca oğlumdan daha iyi mi biliyorsunuz? Bu yularlanmış ve palanlanmış deve (hilafet ve fedek) de senin olsun al götür; yaptıklarınla kıyamet günü karşılaşacaksın. Allah ne güzel hükmeden, Muhammed ne güzel kefil ve kıyamet ne güzel buluşma yeridir! “O gün batılda olanlar hüsrana uğrayacaklar” (47) O gün pişmanlık duymanız size yarar vermeyecektir. “Her bir haber için kararlaştırılmış bir zaman (müstakar) vardır. Siz de bileceksiniz.” (48) “Yakında öğreneceksiniz, kendisini aşağı kılan azap kime geliyor ve kesintisiz azap kimin üzerine çöküyor?” (49)
Sonra Ensar’a hitap ederek şöyle buyurdu:

“Ey cömert topluluğu! Ey dinin pazıları (yardımcıları)! Ey İslam’ın koruyucuları! Benim hakkımda sizdeki bu tamah (veya zaaf) ve mazlumiyetim hususunda sizdeki bu uyuklama nedir? Babam Resulullah (s.a.a): “Kişinin hürmeti, evladı hakkında korunmalıdır (evlada hürmet babaya hürmettir)” buyurmuyor muydu? Ne çabuk değişiklik icat ettiniz? Ne çabuk boşaltıp döktünüz (kararlarınızı değiştirdiniz)? Sizin, istediğim ve elde etmeye çalıştığım şeye gücünüz yeter. Muhammed öldü (yaslıyız) diyor musunuz? Evet bu büyük bir musibetti, gediği geniştir, yarığı çoktur; bitişiği yarıldı (artık hiçbir şey onu telafi edemez). Onun gözlerden kaybolması sebebiyle yeryüzü karanlık oldu, musibetinden dolayı güneş ve ay tutuldu, yıldızlar dağıldı, arzular öldü, dağlar alçaldı. Yine o öldüğünde harim kaldırıldı (sınırlar çiğnendi), hürmet yok oldu (kimseye ihtiram ve saygı bırakılmadı). Andolsun Allah’a bu büyük bir felaket ve büyük bir musibetti; dünyada bunun misli (canları yakan) bir bela ve afet görülmemiştir.
Ancak her akşam ve sabah evlerinizde okuduğunuz Kur’an onu (Peygamberin ölmesini) açıkça bildirmiştir. Bu bela (ölüm) ondan önceki Peygamber ve ilahi elçilere de gelip çatmıştır. Bu, kesin bir hüküm ve kaçınılmaz bir kaza (karar)dır: “Muhammed, yalnızca bir Peygamberdir. Ondan önce nice Peygamberler gelip geçmiştir.
Şimdi o ölürse, ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi (cahiliyeye mi) döneceksiniz? Kim iki topuğu üzerine gerisin geriye dönerse, Allah’a kesinlikle zarar veremez. Allah şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.” (50)
Ey Kayle (Evs ve Hazrec’in ninesi) oğulları! Babamın mirası sindirilsin mi? Oysaki siz beni görecek, sesimi işitecek mesafedesiniz, sessiz durmuşsunuz! Feryadımı duyuyorsunuz, halimi biliyorsunuz; yeterince sayınız, azığınız, gücünüz, silahınız ve siperiniz vardır. Ama bununla birlikte çağrımı duyup cevap vermiyorsunuz, imdat sesimi duyup yardım etmiyorsunuz. Halbuki yiğitlikle meşhur, hayır ve salahla ma’ruftunuz. Seçilen seçkinler ve biz Ehl-i Beyt için beğenilen güzidelerdiniz. Araplarla savaştınız, zorluklara katlandınız, çeşitli milletlerle çarpıştınız, yiğitlerle yüz yüze karşılaştınız. Biz adım attığımızda adım attınız, emrettiğimizde emre uyuyordunuz. Nihayet İslam’ın değirmeninin taşı dönmeye başladı, günün sütü (ganimetler) çoğaldı, şirkin narası kesildi, yalanın kaynaması durdu, küfür ateşi söndü, kargaşalık daveti dindirildi, din nizamı düzene girdi.
Öyleyse yardım edeceğinizi açıkladıktan sonra neden susarak geri döndünüz, himaye edeceğinizi ilan ettikten sonra neden gizlediniz, teşebbüste bulunduktan sonra, neden geri çekildiniz, imandan sonra neden şirk koştunuz? “Yeminlerini bozan, Peygamber’i (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer iman etmiş kimseler iseniz, Allah korkulmaya daha layıktır.” (51)
Görüyorum ki rahatlığa yönelmişsiniz, yöneticiliğe herkesten layık olanı makamından uzaklaştırdınız, müsterih oldunuz, darlıktan genişliğe çıktınız, gizlediğinizi açığa vurdunuz, içtiğinizi kustunuz. (fakat şunu bilin ki:) “Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü kafir olursanız, gerçek şu ki, Allah ganidir ( hiçbir şeye muhtaç değildir), hamiddir (bütün övgüler ona mahsustur).” (52)
Bilin ki, gerekeni söyledim, alçaldığınızı (veya geçici sarhoşluğunuzu) da, kalplerinizin gizlediği hıyaneti de biliyordum. Ama bunlar, dertli ruhun taşması, öfkenin dışarı dökülmesi, kalp çeşmesinin coşması, gönlün derdini ve hücceti tamamlamak içindi.
(Mesele yağmalamaksa) öyleyse bunu (hilafet ve fedeki) alın, onu devenin arkasına yükleyip götürün; (fakat şunu bilin ki) onun sırtı yağır olacak, ayakları aşınacak, kusuru kalacak (ve sizin için yüzkarası olacak)tır. O, Allah’ın gazabıyla damgalanmıştır, rezilliği ebedi kalacaktır ve sizi Allah’ın kalplere işleyen yakılmış ateşine götürecektir.
(Bilin ki) yaptıklarınız Allah’ın gözü önündedir. “Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (53) Ben, “sizi şiddetli bir azabın öncesinde uyarıp-korkutan” (54) Peygamber’in kızıyım. Artık “Yapabileceğinizi yapın; kuşkusuz biz de (bir şeyler) yapmaktayız. Ve gözleyip durun; gerçekten biz de gözleyip-durmaktayız.” (55)
Ebu Bekir, Hz. Fatıma’nın güçlü mantık ve delili karşısında halkı aldatma yoluna baş vurarak şöyle dedi: “Ey Resulullah’ın kızı! Baban müminlere karşı şefkatli ve esirgeyiciydi, hiç şüphesiz Muhammed (s.a.a) bizim kadınlarımızın babası değildi, senin babandı ve senin kocanın kardeşiydi. Bunu çok iyi biliyoruz. Kim sizi severse kurtuluşa erişir, kim size buğz ederse hüsrana uğrar... hiç kimse seni hakkından mahrum edemez, seni yalanlayamaz... Fakat Allah’a andolsun ki, babanın şöyle buyurduğunu duydum: "Biz Peygamberler, altın, gümüş, ev ve mülk miras bırakmayız, ilim ve nübüvvetten başka mirasımız olmaz. Bizden geride kalan mallarımız Müslümanların halifesinin yetkisindedir...”
Hz. Fatıma Ebu Bekir’e şöyle cevap verdi:

“Sübhanallah! Babam Allah’ın kitabından yüz çeviren, ahkamına muhalefet eden değildi. Onun hükümlerine uyan, onun surelerini takip edendi. Acaba hileye baş vurarak ona iftirada bulunmak mı istiyorsunuz? Onun ölümünden sonra sizin bu işiniz, onun hayatı döneminde onu yok etmek için kurduğunuz tuzaklara benzemektedir. Bu Kur’an, adaleti hakim ve hakla batılı birbirinden ayıran natıktır. Kur’an: “Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et. Bana mirasçı olsun, Yakup oğullarına da mirasçı olsun.” (56) “Süleyman Davud’a mirasçı oldu” (57) buyurmaktadır.
Allah Teala feraiz ve miras hükümlerini Kur’an’da beyan etmiş, zan ve şüpheye bir yer bırakmamıştır. “Hayır, nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı (kendisinden) yardım istenecek olan Allah’tır.” (58)
Ebu Bekir, Hz. Fatıma’nın ezici delillerinden kendisini kurtarmak için şöyle dedi: “...İkimizin arasında bu insanlar hükmetmelidir. Çünkü beni onlar hilafete seçtiler...”
Hz. Fatıma bunun üzerine susan halka şöyle buyurdu:
“Ey batıl söze koşan, çirkin ve helak edici ameller karşısında susan topluluk! “Kur’an’da düşünmez misiniz? Yoksa bir takım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş?” Hayır, yaptığınız kötü ameller kalplerinizi kaplamıştır; kulaklarınızı, gözlerinizi kapamıştır. Tevil ettiğiniz (yorumladığınız) ne de kötüdür! Biçtiğiniz ne de pistir! Muameleniz ne de çirkindir! Vallahi onun mahmilini ağır, sonucunu ( veya vadisini) kötü havalı bulacaksınız. Perdeler gözlerinizin önünden kaldırıldığında, onun ardındaki şiddet ve mihnetler açığa çıktığında, sanmadığınız şeyler Allah tarafından size aşikar edildiğinde, “İşte orada hakkı iptal etmekte olanlar hüsrana uğrayacaklarıdır”(Mü’min/78) (59)
Durumun Nasıldır? Dediklerinde!...

37- Hz. Fatıma'nın hastalığı ağırlaştığğında Ensar ve Muhacirlerden bir grup kadın, Hz. Fatıma’nın ziyaretine gittiler. Ey Resulullah’ın kızı, nasıl sabahladın, durumun nasıldır? diye sorduklarında şöyle buyurdu:
“Allah'a andolsun ki, dünyanızı sevmediğim, erkeklerinize darıldığım halde sabahladım. Onları denedikten sonra uzağa attım, sınadıktan sonra onlara sinirlendim. Keskinin körelmesi, ciddiyetten sonra gevşeklik, mızrağın (veya kanalın) çatlaması, görüşlerin bozulması, isteklerin sapması ne de kötüdür! “Kendileri için nefislerinin takdim ettiği şey ne de kötüdür. Allah onlara gazaplandı ve onlar azapta ebedi kalacaklardır.” (60) Çaresizlikten onun (Fedek ve Hilafetin) ipini onlara taktım, onu onlara yükledim, onun baskınını onlara yaptım (diyeceğimi dedim). Zalim kavim hayır görmesin, neticesiz kalsın, rahmetten uzak olsun. Yazıklar olsun onlara! Onu (hilafeti), risalet kökünden (merkezinden) nübüvvet ve hidayet temelinden, Ruh’ul Emin’in (Cebrail’in) indiği evden, din ve dünya işlerine alim olanın elinden çıkardılar. “Bilin ki bu, büyük ve açık bir hüsrandır.
” Ali’den intikam almalarının sebebi ne idi? Allah'a andolsun ki, onun kılıcının kimseyi tanımamasından, ölüme itina etmemesinden, düşmanları çiğnemesinden, çarpışmasının cezasından (onlara kılıç sallamasından) ve Allah rızası için olan öfkesinden dolayı ondan intikam aldılar. Allah’a andolsun ki, eğer yoldan çıksaydılar (mani olmasaydılar), Resulullah’ın Ali’ye bıraktığı yulardan (önderlikten) ve onu kabul etmekten vazgeçselerdi ve onu (hilafet devesini) Ali’ye bıraksalardı, bu deve onları doğru yola götürürdü, burunsalığı kimseyi yaralamazdı, yürümesi ağırlaşmazdı, binicisi yorulmazdı, onları hazım ve kanık veren temiz suyun kaynağına götürürdü, yanları suyu bulandırmazdı, onları doyurup geri getirirdi.
Ali onlara, gizli ve açık nasihat etti. Hilafete ulaşsaydı zenginlikten çok süslenmezdi (Beyt-ul maldan kendisi için zahire etmezdi), susuzluğunu ve açlığını gidereceği az bir miktar hariç dünya malından bir şey elde etmezdi. O zaman kimin zahit, kimin dünyaya haris olduğu, kimin doğru konuşan, kimin de yalancı olduğu ortaya çıkmış olacaktı. “Eğer halk inansalardı, korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazandıkları şeylerden dolayı cezalandıracağız.” (61) “Bunlardan zulmetmiş olanlara da, kazanmakta oldukları kötülükler isabet edecektir. Ve onlar (Allah'ı) aciz bırakabilecekler de değillerdir.” (62) Gel de yaşadıklarımı dinle, zaman sana ilginçliğini gösterir. Hayret duyacaksan ise, bu olaydan hayret duymalısın! Acaba onlar hangi dayanağa dayandılar?! Yahut hangi sağlam tutanağa asıldılar?! Ne de kötü bir mevla edindiler, ne de kötü yardımcı buldular.
Zalimler ne de kötü bir bedel seçtiler. Onlar geri planda olanı öncülün, huysuz olanı, atılganın, aciz kalanı, rüştüne erenin yerine kabullendiler. Yazıklar olsun onlara; "iyi iş yaptıklarını sanıyorlar." (63) Oysa "bil ki onlar bozkunculuk yapanların ta kendileridir. Fakat bunun farkında değiller." (64) "..Acaba hakka hidayet eden mi uyulmaya daha layıktır, yoksa hidayet edilmedikçe, kendisi doğru yolu bulamayan mı? Ne olmuş size, nasıl hükmediyorsunuz?" (65)
Artık döllenmiştir, ne doğuracağını görünceye kadar bekleyin. Sonra da kazan dolusu taze kan ve acı zehir sağın. İşte o zaman batılı seçenler hüsrana uğrayacak ve sonrakiler öncekilerin attığı temelin acı sonucunun farkına varacaktır. Sonra da fitnelerini canınıza afiyetle sindirin. Daha sonra da yüreğinizi fitnesine güvendirin. Müjdeler olsun size, keskin kılıçtan, devamlı ve yaygın olacak kargaşadan ve ganimet ekinlerinizin ürününü azaltacak ve topluluğunuzu biçecek olan zalimlerin istibdadından. Yazıklar olsun onlara(size)! Onlar (siz) haberlere kör kılınmıştır (kılınmışsınızdır). "Şimdi siz onu istemezken, biz onu size zorla mı kabullendireceğiz." (66) Bütün övgüler Alemlerin Rabbı olan Allah'a mahsustur. Onun rahmeti de peygamberlerin sonuncusu ve resullerin efendisi olan Muhammed'e olsun." (67)
Bana Namaz Kılmasınlar!

38- “Emir-ul Müminin Ali hakkında Allah’ın ve Peygamber’in ahdini bozan, hakkımdan dolayı bana zulmeden, mirasımı gasp eden, babamın bana yazdığı Fedek’in mülkiyet senedini yakan, tanıklarımı tekzip eden kimseler bana namaz kılmasınlar. Allah’a andolsun ki, o tanıklar Cebrail, Mikail, Emir-ul Muminin Ali ve Ümmü Eymen’di. Bize yardım edilmesi gerektiğinde onlar (ashap) evlerine çekildiler. Oysa Emir-ul Müminin Ali beni, Hasan ve Hüseyin’le birlikte gece ve gündüz onların (Muhacir ve Ensarın) evlerine götürüyordu. Allah'ı, Peygamberi onlara hatırlatıyordum; biz Ehl-i Beyt’e zulmetmeyin, Allah’ın bize verdiği hakkı gasp etmeyin diyordum. Gerçi, size yardım edeceğiz diye olumlu cevap veriyorlardı, ama gündüz olunca bize yardım etmekten vazgeçiyorlardı. Nihayet bizim eve saldırdılar, kapımızın önüne çok odun topladılar, o odunları yakarak bizi yakmak istediler... Böyle bir ümmet mi bana namaz kılacak?!!!” (68)
O Anlarda!
39- “Ya Ali! Ben öldüğümde sen bana gusül ver, benim kefen defin işlerimi sen üstlen, namazımı sen kıl, beni kabrime koy defnet, kabrimin üzerindeki toprağı dümdüz et, yüzüme taraf başımın yanında otur, çok Kur’an ve dua oku. Çünkü o anlarda ölü dirilerle üns etmeye muhtaçtır. Ben seni Allah’a ısmarlıyorum ve evlatlarım hakkında güzel davranmayı sana tavsiye ediyorum.” (69)
Yazılan Vasiyetname!
40- Hz. Fatıma’nın vefatından sonra Hz. Ali (a.s) yazılan vasiyetnameyi çıkarıp okudu. o vasiyetnamede şöyle yazılmıştı:
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Bu Resulullah’ın kızı Fatıma’nın vasiyetnamesidir. O, Allah’tan başka bir ilahın olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna, cennet ve cehennemin hak olduğuna, kıyamet gününün geleceğine ve onun gelmesinde bir şüphe olmadığına tanıklık ediyor. Ya Ali! Ben Muhammed’in kızı Fatıma’yım, dünya ve ahirette seninle olmam için Allah beni seninle evlendirdi. Sen bana başkalarından daha layıksın. Bana gusül verme ve kefenleme işlerini gece yap, bana gece namaz kıl, beni gece defnet ve hiç kimseye haber verme. Seni Allah’a ısmarlıyorum; kıyamet gününe dek evlatlarımı selamlıyorum.” (70)


Kaynaklar

---------------------------------------


(1) - Avalim, c.11,s.623. Nehc’ul- Hayat, s.25.
(2) - Şerh-i Nehc’ul- Belağa, c.16,s.211. Nehc’ul- Hayat, s.36.
(3) - Yenabi’ul- Mevedde, s.213. Menakıb-i Harezmi, s.47. Zehair’ul- Ukba, s.92. Nehc’ul- Hayat, s.48.
(4) - Bihar-ül Envar, c.75,s.401. Avalim, c.11,s.628. Nehc’ul- Hayat, s.26.
(5) - Delail’ul- İmamet. Nehc’ul- Hayat, s.157.
(6) - Bihar-ül Envar, c.43, s.84. Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.23. Nehc’ul- Hayat, s.160.
(7) - Bihar-ül Envar, c.43,s.92. Avalim, c.11,s.223. Mecma’uz- Zevaid, c.9,s.202. Nehc’ul- Hayat, s.164.
(8) - Kenz’ul- Ummal, c.16,s.426. Nehc’ul- Hayat, s.312.
(9) - Vekayi’ul- Eyyam, c.Siyam, s.295(Hiyabani). Nehc’ul- Hayat, s.271.
(10) - Delail’ul- İmamet, s.7. Avalim, c.11,s.626. Nehc’ul- Hayat, s.158.
(11) - Nefais’ul- Lübab, c.3,s.124.(el yazılı). Avalim, c.11,s.629. Nehc’ul- Hayat,s.56.
(12) - Bihar-ül Envar, c.43,s.82. Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.25. Beyt’ul- Ahzan, s.22. Nehc’ul- Hayat, s.149.
(13) - Bihar-ül Envar, c.2,s.3. Mehaccet’ul- Beyza, c.1,s.30. Avalim, c.11,s.621. Nehc’ul- Hayat, s.225.
(14) - A’yan’uş- Şia, c.1,s.323.
(15) - İhkak’ul- Hak, c.4,s.481. Ğayet’ul- Meram fi Rical’il- Buhari, s.295. Nehc’ul- Hayat, s.35.
(16) - Fezail’ul- Hamse, c.2,s.147. Nehc’ul Hayat, s.!9.
(17) - Bihar-ül Envar, c.28,s.303, c, 43, s. 198, 203. Sahih-i Muslim, c.2,s.72. Nehc’ul- Hayat, s.22.
(18) - Tefsir’ul- Burhan, c.4,s.21. Avalim, c.11,s.620. Leali’l- Ahbar, c.5,s.156. Nehc’ul- Hayat, s.26.
(19) Bihar-ül Envar c. 28, s. 303, c. 43, s. 198, 203, El-İmamet-u ve’s- Siyase, c.1,s.14.
(20) - Fatımat’uz- Zehra Behcet-u Kalb’il- Mustafa, c.1,s.304.
(21) - Bihar’ul- Envar, c.8,s.310.
(22) - Bihar’ul- Envar, c.8,s.309.
(23) - İhkak’ul- Hak, c.7,s.308.
(24) - Yenabi’ul- Mevedde, s.44.
(25) - Müsned-i Fatımat’uz- Zehra, s.215, Sünen-i Tirmizi, hadis no: 289, Sünen-i İbn-i Mace, hadis no: 763, Müsned-i Ahmet, hadis no: 252212, 252213, 252215.
(26) - A.K. s.227.
(27) - A.K. s.235.
(28) - Bihar-ül Envar, c.23,s.259. Tefsir’ul- Burhan, c.3,s.245. Nehc’ul- Hayat, s.37.
(29) - Riyaheyn’uş- Şeria, c.1,s.93. Nehc’ul- Hayat, s.44.
(30) - Hisal, c.1,s.173. Delail’ul- İmamet, s.38. Nehc’ul- Hayat, s.42.
(31) - Kasas/68
(32) - Hac/46
(33) - Bihar-ül Envar, c.36,s.353. Avalim, c.11,s.444. Ğayet’ul- Meram, s.96. Nehc’ul- Hayat, s.38.
(34) - Bihar-ül Envar, c.43,s.156. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.2,s.205. Nehc’ul- Hayat, s.46 ve 117.
(35) - Avalim, c.11,s.454. Menakıb, c.1,s.242. A’lam’un- Nisa, c.4,s.113. Nehc’ul- Hayat, s.199.
(36) -Bihar-ül Envar, c.43,s.176. Avalim, c.11,s.487. Nehc’ul- Hayat, s.71.
(37) - Bihar-ül Envar, c.53,s.18. Kafi, c.1,s.460. Avalim, c.11,s.401. Nehc’ul- Hayat, s.137.
(38) - Al-i İmran/102.
(39) - Fatır/28.
(40) - Tevbe/128.
(41) - Maide/150.
(42) - Neml/16.
(43) - Meryem/5,6.
(44) - Enfal/75.
(45) - Nisa/11.
(46) - Bakara/180.
(47) - Casiye/27.
(48) - En'am/67.
(49) - Zümer/40.
(50) - Al-i İmran/144.
(51) - Tevbe/13.
(52) - İbrahim/8.
(53) - Şuara/227.
(54) - Sebe/46.
(55) - Hud/121.
(56) - Meryem/5,6.
(57) - Neml/16.
(58) - Yusuf/18.
(59) - Şerh-i İbn-i Ebi’l- Hadid, c.16,s.211. Keşf’ul- Ğumme, c.1,s.492. Müruc’uz- Zeheb, c.2,s.311. A’lam’un- Nisa, c.4,s.116. Muraciat, s.103. Tezkiret’ul- Havass, s.179. Keşf’ul- Mehacce, s.124. el- İmamet-u ve’s- Siyase, c.2,s.14. el-İsabe, s.61. Usd’ul- Ğabe, c.2,s.522. Tarih-i İbn-i Kesir, c.12,s.441. İkd’ul- Ferid, c.2,s.6. Mizan’ul- İ’tidal, c.2,s.172. Biher-ül Envar, c. 6, s. 107.
(60) - Maide/81,82.
(61) - A'raf/96.
(62)
(63) - Kehf/104.
(64) - Bakara/12.
(65) - Yunus/35.
(66) - Hud/28.
(67) - İhticac, c.1,s.108. Emali, c.1,s.384. Delail’ul- İmamet, s.39. Belağet’un- Nisa, s.32. Keşf’ul- Ğumme, c.23,s.147. Şerh-i İbn-i Ebi’l Hadid, c.16,s.233. A’lam’un- Nisa, c.4,s.123. Bihar-ül Envar, c.43,s.161. Avalim, c.11,s.445. İhkak’ul- Hak, c.10,s.306. Nehc’ul- Hayat, s.126.
(68) - Bihar-ül Envar, c.43,s.183, 200, 204, c. 81, s. 252. Keşf’ul- Ğumme, c.1,s.494. Mecma’un- Nureyn.147. Nehc’ul- Hayat, s.291.
(69) - Beyt’ul- Ahzan, s.176. Nehc’ul- Hayat, s.315.
(70) - Bihar-ül Envar, c.43,s.214. A’yan’uş- Şia, c.1,s.321. Avalim, c.11,s.514. Nehc’ul- Hayat, s.320.
2
HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ HZ.FATIMAT’ÜZ ZEHRA (A.S.)’IN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ

HZ.FATIMA İLE İLGİLİ KISSALAR


1- Hz. Fatıma'nın (a.s) Çeyizi
Peygamber (s.a.a), Fatıma (a.s)’ı, Hz. Ali (a.s)’la evlendirmeye karar verince, Hz. Fatıma'ya çeyiz almak için Hz. Ali’den zırhını satmasını istedi. Hz. Ali (a.s) da zırhını çarşıya götürüp sattı ve parasını Peygamber (s.a.a)’in huzuruna takdim etti. Resulullah (s.a.a) de o parayı ashaptan bir kaçına vererek Fatıma’nın evine ve kendisine gerekli olan eşyaların almasını emretti. O parayla satın alınan eşyalar şunlardan ibaretti:
1- Yedi dirhemlik beyaz bir gömlek.
2- Dört dirhemlik büyük bir baş örtüsü.
3- Hayber malı siyah bir elbise.
4- Hurma lifinden örülen bir yatak tahtı.
5- Biri koyun yünü, diğeri de hurma lifiyle doldurulmuş olan ketenden iki adet döşek.
6- İçi ezhar ismindeki bitki ile doldurulmuş olan koyun derisinden dört adet yastık.
7- Bir adet hasır-ı hicri.
8- Bir adet el değirmeni.
9- Bir bakır kap.
10- Su içmek için deriden yapılan bir kırba.
11- Elbise yıkamak için bir leğen.
12-Süt için bir adet kâse.
13- Bir su kabı.
14- Bir yün perde.
15- Bir ibrik.
16- Bir çömlek maşrapa.
17- Sergi olarak kullanılan bir adet deri.
18- İki çömlek testi.
19- Bir aba (Kufe dokunmalı bir çarşaf).
Ashap bu eşyaları alıp Peygamber (s.a.a)’in evine getirdi. Peygamber (s.a.a) mübarek elleriyle onları alıp bakıyor ve “Mübarek olsun” diyordu. (Bir rivayete göre de, çeyiz eşyalarını Resulıllah’ın yanına getirdiklerinde Hazret'in gözlerinden yaşlar aktı ve başını göğe doğru kaldırıp şöyle dedi: “Allah’ım bu evliliği, kaplarının çoğu çömlekten olan kimselere mübarek eyle.”(1)

2- Hz. Fatıma (a.s) ve İlim Öğretmenin Değeri
İmam Hasan Askeri (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir:
“Bir gün bir kadın, Hz. Fatıma'nın (a.s) huzuruna varıp şöyle dedi: Güçsüz bir annem vardır, namazında zor bir meseleyle karşılaştı ve o meseleyi sana sormam için beni huzurunuza gönderdi. Hz. Fatıma (a.s) o meselenin cevabını verdi. O kadın, ikinci kez başka bir mesele sordu. Hz. Fatıma yine cevabını verdi. Daha sonra üçüncü bir mesele sordu, böylece sorduğu soruların sayısı onu buldu. Hz. Fatıma de hepsine cevap verdi. Sonra o kadın sorunun çok olmasından dolayı utanıp "Sizi daha çok yormayayım" dedi.
Hz. Fatıma: “Karşılaştığın her soruyu utanmadan gel sor, ben senin sorularından yorulmam. Eğer bir kimse bir yükü dama çıkarmak için ecir olur ve karşılığında yüz bin dinar alırsa, acaba o iş ona ağır gelir mi ?”
Kadın: “Hayır, ağır gelmez ve o işten yorulmaz” dedi.
Hz. Fatıma sonra şöyle buyurdular:
“Her meselenin cevabına karşılık bana verilen sevap, arası incilerle dolu olan yer ile göklerken daha fazladır. Öyleyse meselelere cevap vermekten hiç yorulur muyum ?”
Babamın şöyle buyurduğunu duydum:
“Takipçilerimizden alim olanlar, kıyamet günü haşr edildiklerinde onlara, çaba, ilim ve halkı hidayet ettikleri miktarınca sevap ve mükafat verilir; hatta onlardan birine nurdan bir milyon süslü elbiseler verilir. Sonra Rabbimizin münadisi şöyle nida eder: 'Ey İmamlarından ayrı kaldıkları vakit Âl-i Muhammed yetimlerini düşünenler, onların sorumluluğunu üstlenenler!
İşte bunlar sizin öğrencileriniz ve ilminiz sayesinde dinlerini koruyan ve hidayeti bulan yetimlerdir. Dünyada ilminizden yararlandıkları miktarca onlara hediye verin.'
Bunun üzerine ümmetin alimleri, yetimlerine (takipçilerine) hediye verirler. Hatta onlardan bazılarına yüz bin hediye verecekler. Daha sonra o yetimler de kendi öğrencilerine hediye verecekler. Hediyeler taksim edildikten sonra Allah Teala şöyle buyuracak: 'Yetimleri düşünen alimlerin hediyelerini bir kat daha artırın' Sonra da: 'İki kat daha artırın, onların takipçilerine de aynı şekilde artırın' diye buyurur."
Daha sonra Hz. Fatıma (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Allah’ın cariyesi, bu hediyelerden bir iplik, güneşin kendisine doğduğu her şeyden bir milyon kez daha üstündür. Çünkü dünyada üstün sayılan şey, gam ve kederle karışmıştır. Ama ahiret nimetlerinin hiçbir noksanı ve lekesi yoktur.” (2)

3- Hz. Fatıma'nın İlminin Üstünlüğü ve İlmin Değeri
İmam Hasan Askeri (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir:
“Biri inatçı düşman, diğeri ise mümin olan iki kadın, bir dini meselede ihtilaf edince, ihtilafın çözümü için Hz. Fatıma'nın (a.s) huzuruna gelip meseleyi ona anlattılar. Hak mümin kadınla olduğu için Hz. Fatıma (a.s) delil ve burhan ile de onu teyit etti ve böylece inatçı düşman kadın yenilgiye uğradı. Mümin kadın buna çok sevindi.
Hz. Fatıma (a.s) şöyle buyurdu:
"Allah’ın melekleri, bu galibiyetten dolayı senden daha çok sevindiler. Şeytan (ve takipçilerinin) üzüntüsü de düşman olan kadının üzüntüsünden daha çok oldu."
İmam Hasan Askeri (a.s) daha sonra şöyle buyurdu:
“İşte bundan dolayı Allah-u Teala meleklerine şöyle buyurdu:
“Fatıma’nın bu hizmeti karşılığında ona verilen cennet nimetlerini, bir milyon kat artırın ve bu işi, ilmiyle mümin bir kimseyi düşmana galip kıldıran her alim (ve bilgin) hakkında da yapın; onun da sevabını bir milyon kat artırın.” (3)

4- Şaşılacak Tebessüm!
Peygamber (s.a.a)’in durumu çok ağırlaşmıştı, başını Hz. Ali’nin dizine koydu ve bayıldı. Fatıma (a.s) babasının nâzenin yüzüne bakıyor, göz yaşı döküyor ve şöyle diyordu: “Âh, babamın bereketi ile rahmet yağmuru (vahiy) iniyordu. Öksüzlerin ve dul kadınların sığınağı idi.”
Resulullah (s.a.a), Fatıma’nın ağlama sesini işitince gözlerini açıp yavaş bir sesle:
“Aziz kızım! Şu ayeti oku: “Muhammed ancak bir resuldür. O’ndan önce nice resuller gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz ?” Ölümün çaresi yoktur,bütün peygamberler öldüğü gibi ben de öleceğim. Fakat niçin millet, benim hedefimi sürdürmüyor ve geri dönmek istiyor ?” buyurdu.
Bu sözler, Hz. Fatıma’yı daha da ağlattı. Resul-i Ekrem (s.a.a) aziz kızının perişan halini ve ağlar gözlerini görünce, ona teselli vermek istedi. Bundan dolayı Fatıma’ya: “Yakına gel” diye işaret etti. Başını babasına yaklaştırınca Peygamber (s.a.a) onun kulağına bir şeyler söyledi. Fatıma’nın tebessüm ettiğini gördüler ve şaşırdılar. Sebebini sorduklarında; “Babam hayatta olduğu müddetçe sırrını kimseye söylemem” dedi.
Fatıma (a.s) babasının ölümünden sonra; “Babam kulağıma: ‘Fatıma'cığım, senin de ölümün yakındır; bana kavuşacak olan ilk kişi sensin’ buyurdu.” dediğinde Hz. Fatıma’nın tebessümünün sebebi anlaşılmış oldu. (4)
Burada vesile arayanların münacatıyla sözümüze son veriyoruz:
“Allah’ım! Sana kavuşmam için Senin rahmet ve şefkatinden başka bir vesilem, alemlere rahmet olarak gönderilen ve ümmeti üzüntüden kurtaran Peygamber'inin şefaatinden başka bir aracım yoktur.
Allah’ım! Senin bağışına kavuşmam ve rızana erişmemde, bunları benim için vesile kıl. Benim umutlarım Senin kerem dergahına yönelmiş ve cömertliğinin kapısına arzularım serilmiştir. Öyleyse, Sana olan ümidimi kesme ve çabamı hayırla sonuçlandır.
Beni cennetinde yerleştirdiğin, keramet evinde yer verdiğin, kıyamet gününde Sana (rahmetine) bakmakla gözlerini aydınlattığın ve kendi indinde doğruluk menzillerinde menzil verdiğin kimselerden eyle.
Ey kapısından daha keremli bir kapı bulunmayan; merhametinden daha üstün bir merhamet olmayan; ey yalnız kalanın arkadaşlık kurabileceği en hayırlı munis ve ey kovulanın sığınabileceği en şefkatli sığınak! Senin geniş affına ellerimi açmış ve kerem eteğine sarılmışım; eli boş olarak beni geri çevirme, hayal kırıklığı ve hüsrana uğratma; ey duayı işiten Allah; ey merhametlilerin en merhametlisi.”

Kaynaklar

----------------------------------

(1) - Bihar’ul-Envar, c.43,s.94.
(2) - Bihar’ul-Envar, c.2,s.3.
(3) - Bihar’ul-Envar,c. 2,s. 8.
(4) - Bihar’ul-Envar,c. 22,s. 470, c43, s. 181.
3