Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr)

Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr)0%

Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr) Yazar:
Grup: MÜ’NA ZARA
Sayfalar: 0

Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr)

Yazar: Muhammed Ticanî Semavî
Grup:

Sayfalar: 0
Gözlemler: 1170
İndir: 252

Açıklamalar:

Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr)
  • Prof.Dr.Muhammed Ticani Semavi Kimdir

  • ЦNSЦZ

  • HЭNDЭSTAN'IN BЬYЬK ALЭMЭ EBU'L-HASAN EN-NEDVЭ'YE AЗIK MEKTUP

  • EРER BЭLMЭYORSANIZ, ZЭKЭR EHLЭNE SORUN!

  • Birinci Bцlьm: Allah (cc) Hakkэnda

  • 1-ACABA ALLAH TEALA GЦZLE GЦRЬLEBЭLЭR MЭ VE CЭSЭM MЭDЭR?

  • 2-ЭLAHЭ ADALET, CEBR (ZORLAMA) ЭLE NASIL BAРDAЮIR?

  • ZЭKЭR EHLЭ'NЭN ALLAH HAKKlNDAKЭ GЦRЬЮЬ

  • ЭKЭNCЭ BЦLЬM

  • RESULULLAH (S.A.A.)HAKKINDA

  • PEYGAMBER'ЭN GЬNAH VE HATADAN MASUM OLUЮU

  • Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr

  • ЬЗЬNCЬ BЦLЬM

  • EHL-Э BEYT KЭMLERDЭR?

  • PEYGAMBER'ЭN HAYATI DЦNEMЭNDE AЭЮE

  • AЭЮE'NЭN KENDЭ ALEYHЭNDEKЭ ЮAHЭTLЭРЭ

  • AЭЮE'NЭN EMЭR'ЬL-MЬMЭNЭN'E KARЮI TUTUMU

  • "EVLERЭNЭZDE OTURUN, AЗILIP SAЗILMAYIN."

  • AЭЮE'NЭN KOMUTANLIРI

  • BAHSЭN SONU

  • DЦRDЬNCЬ BЦLЬM:

  • PEYGAMBER(S.A.A.),BAZI SAHABЭLERЭN ЭЗYЬZЬNЬ BЭLDЭRЭYOR

  • RESULULLAH'IN (S.A.A.) EMЭRLERЭ KARЮISINDA ASHABIN TUTUMU

  • RESULULLAH'IN (S.A.A.) VEFATINDAN SONRA ASHABIN ONUN EMЭRLERЭ KARЮISINDAKЭ TUTUMU

  • BAZI SAHABЭLER HAKKINDA EBUZER'ЭN TANIKLIРI

  • SAHABE HAKKINDA TARЭHЭN TANIKLIРI

  • ZЭKЭR EHLЭNЭN BAZI SAHABЭLER HAKKINDA KЭ SЦZLERЭ

  • BEЮЭNCЭ BЦLЬM

  • RESULULLAH'IN ZAMANINDA EBU BEKЭR

  • RESULULLAH'TAN (S.A.A.) SONRA EBU BEKЭR

  • HZ.FATIMA'YI YALANLAMASI VE HAKKINI GASPETMESЭ

  • FATIMA KUR'AN'IN NASSIYLA MASUMDUR

  • FATIMA (S.A.) BU ЬMMETЭN KADINLARININ HANIMEFENDЭSЭDЭR

  • FATIMA (S.A) CENNET EHLЭ KADINLARlNIN HANIMEFENDЭSЭDЭR

  • FATIMA, RESULULLAH'IN (S.A.A.) BЭR PARЗASIDIR; ONU GAZAPLANDIRAN, RESULULLAH'I GAZAPLANDIRMIЮ OLUR

  • EBU BEKЭR'ЭN ZEKAT VERMEYEN MЬSLЬMANLARI KATLETMESЭ

  • Zikir Ehline Sorun(Fes'elu Ehle'z Zikr)

  • EBU BEKЭR, ЦMER VE DAHA SONRA OSMAN TARAFINDAN RESULULLAH'IN SЬNNETЭNЭN YAZILMASININ YASAKLANMASI

  • ЦMER BЭN HATTAB'IN HADЭS YAZIMINI YASAKLAMASI

  • EBU BEKЭR'ЭN, HЭLAFETЭ ЦMER' E BIRAKMASI

  • ЦMER'ЭN, ALLAH'IN KЭTABI KARЮISINDA ЭЗTЭHAT ETMESЭ

  • Zikir Ehline Sorun(Fes'elu Ehle'z Zikr

  • OSMAN ЭLK ЭKЭ HALЭFENЭN YOLUNU SЬRDЬRЬYOR

  • MELEKLER OSMAN'DAN UTANIYORLARMIЮ!

  • ALTINCI BЦLЬM

  • HЭLAFET HAKKINDA

  • BAZI SORULAR VE CEVAPLARI

  • YEDЭNCЭ BЦLЬM

  • RESULULLAH'A (S.A.A.) ЭNSANLARI GAFЭL AVLAMA ЭFTЭRASI!

  • RESULULLAH (S.A.A.) MЬSLЬMANLARA AРIR CEZALAR VERЭYORMUЮ!

  • RESULULLAH'A (S.A.A.) CЭNSEL ЭLЭЮKЭYE DЬЮKЬNLЬK ЭFTЭRASI!

  • RESULULLAH'IN (S.A.A.) HUZURUNDA MЬZЭK VE RAKS!

  • RESULULLAH'A -HAЮA- ЮARAP ЭЗME ЭFTЭRASI!

  • RESULULLAH'A (S.A.A.) HAYA ETMEME ЭFTЭRASI!

  • RESULULLAH'A (S.A.A.) AVRET YERЭNЭ AЗMA ЭFTЭRASI!

  • RESULULLAH (S.A.A.) NAMAZDA ЮAЮIRIYORMUЮ!

  • AЭЮE YEMЭNЭNЭ BOZDUРU ЭЗЭN KIRK KЦLE AZAT ETMЭЮ!

  • RESULULLAH'A (S.A.A.) AI,LAH'IN HЬKЬMLERЭNE ЭTЭNASIZLIK ЭFTЭRASI!

  • RESULULLAH'A (S.A.A.) ЗOCUKЗA DAVRANIЮLAR ЭFTЭRASI!

  • RESULULLAH'A (S.A.A.) KUR'AN'I UNUTMA ЭFTЭRASI!

  • FAZЭLETLERDEKЭ ЗELЭЮKЭ!

  • RESULULLAH (S.A.A.) TIP VE ЭLЭMLE ЗELЭЮKЭDE!

  • AЭЮE YEMЭNЭNЭ BOZDUРU ЭЗЭN KIRK KЦLE AZAT ETMЭЮ!

  • RESULULLAH'A (S.A.A.) AI,LAH'IN HЬKЬMLERЭNE ЭTЭNASIZLIK ЭFTЭRASI!

  • RESULULLAH'A (S.A.A.) ЗOCUKЗA DAVRANIЮLAR ЭFTЭRASI!

  • RESULULLAH'A (S.A.A.) KUR'AN'I UNUTMA ЭFTЭRASI!

  • RESULULLAH (S.A.A.) VE -HAЮA- ЗELЭЮKЭLЭ KONUЮMALAR

  • FAZЭLETLERDEKЭ ЗELЭЮKЭ!

  • RESULULLAH (S.A.A.) TIP VE ЭLЭMLE ЗELЭЮKЭDE!

  • SEKЭZЭNCЭ BЦLЬM

  • BUHARЭ VE MЬSLЭM'E GЦRE EBU BEKЭR VE ЦMER'ЭN FAZЭLETLERЭ

  • BUHARЭ, ЦMER'Э SAVUNMAK ЭЗЭN HADЭSLERLE OYNUYOR!

  • BUHARЭ'NЭN, ЦMER'ЭN ЭЗYЬZЬNЬ AЗIKLAYAN HADЭSLERЭ DEРЭЮTЭRDЭРЭNE DAЭR ЦRNEKLER

  • BUBARЭ'NЭN EBL-Э BEYT'Э YEREN RЭVAYETLERDEN HOЮLANMASI!

  • SON SЦZЬMЬZ

  • KAYNAKLAR

Kitabın 'İçin de ara
  • Başlat
  • Önceki
  • 0 /
  • Sonraki
  • Son
  •  
  • Gözlemler: 1170 / İndir: 252
Boyut Boyut Boyut
Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr)

Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr)

Yazar:
Türkçe
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr)

Prof.Dr.Muhammed Ticani Semavi Kimdir?
1936 yılında Tunus'un Kafsa şehrinde, tanınmış ve inançlı bir ailede doğmuştur. Liseyi bitirdikten sonra Fen Fakültesi'nde öğrenimini sürdürerek mühendislik derecesine ulaşmıştır.
Çocukluğundan dini öğretilere karşı özel ilgi duyan Ticani, genç yaşta kentin imamı olmuş ve imamlığını yaptığı camide tefsir ve fıkıh dersleri vermiştir.
İlim ve tecrübesini arttırmak amacıyla Mısır, Irak, Lübnan ve Ürdün gibi bazı ülkelere yolculuklar yapmıştır. Ayrıca, hac ve umre ibadetlerini yerine getirmek için birkaç kez Arabistan'a gitmiştir.
Bu yolculukları sırasında Ayetullahi'l-Uzma Seyyid Ebu'I-Kasım Hoi ve Ayetullah Şehid Muhammed Bakır es-Sadr gibi Şia'nın büyük şahsiyetleriyle görüşme saadetine erişerek Şiilik hakkında araştırma yapma imkanını bulmuştur.
Muhammed Ticani bunu şu sözleriyle dile getirmiştir:
"Ben, Allah'ın kendisine hidayet ve tevfikini bahşettiği Tunuslu Muhammed Ticani Semavi'yim. Maliki mezhebine mensup olup, Kuzey Afrika' da meşhur olan Ticani tarikatına tabi iken, Ehl-i Beyt mezhebini seçmiş bulunuyorum. Hakkı, bir seyahat esnasında bazı Şii alimlerle görüşüp konuştuktan sonra tanıdım."
Ciddi ve samimi araştırmalarının sonucunda Şiiliğin hak olduğunu anlayarak Şii olmuş ve bunu açıkça ilan etmiştir. Araştırmalarında karşılaştırmalı bir metot takip etmiştir ve kitaplarında da genellikle konular bu metotle anlatılmıştır. Getirdiği deliller ise Kuran-i Kerim, Hz.Peygamber (saa)'in sünnetindendir.
Kendisi bu konuda şöyle demektedir:
"Sonunda ben kendi kendime bütün zorluklarına rağmen bu tür konuları köklü bir şekilde incelemeyi kararlaştırdım. Ve ahd ettim ki, bir fırkanın inandığı ve diğer fırkanın kabul etmediği hadisleri bırakıp araştırmada yalnız şia ve sünnilerin doğruluğunda ittifak ettikleri hadislere istinat edeyim. Ben bu metotla bir yandan milli ve mezhebi taassuplardan kaçınmayı ve diğer yandan da şüphe ve tereddütten kurtulup Allah'ın en büyük nimeti olan yakin'in zirvesine ulaşmağı hedef almıştım."
Daha sonra Tunus hükümetinin baskı ve eziyetlerine maruz kalarak ailesiyle birlikte Paris'e yerleşmiş ve Paris - Sorbon Üniversitesi'nden felsefe dalında doktorasını almıştır. Halihazırda, inancının mücadelesini vermesinin yanında, adı geçen üniversitede öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
Şu ana kadar yazarın üç kitabı Türkçe'ye çevrilmiştir: Nasıl Hidayete Kavuştum?, Doğrularla Birlikte, Zikir Ehline Sorun.
Onlarca dile çevrilen bu eserler milyonlarca insan tarafından defalarca okunmuş, onlara ışık olmuş ve olmaya devam etmektedir.
---------------------
Allah ondan
ÖNSÖZ
Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. En güzel, en halis salat ve selam, insanlara rahmet olarak gönderilen, her türlü kusurdan münezzeh, öncekiler ve sonrakilerin efendisi, mevlamız Hz. Muhammed'e (saa) ve karanlık gecelerin kandilleri, hidayet imamları ve Müslümanların önderleri olan pak soyuna olsun.
Elinizdeki kitap, araştırmacı Müslümanlar ve bilhassa Sünnet-i Nebeviyye'ye yalnız kendilerinin tutunduğunu zanneden, kendilerinin dışındaki Müslümanları tanımayan, onlara ayıplayıcı lakaplar takan Ehl-i Sünnet için hazırladığım soruları içermektedir.
Bugün, çeşitli Müslüman ülkelere, "Sünnet-i Muhammediyye ve Sahabenin Yardımcıları" adı altında heyetler gönderilmekte, Şiileri ve imamlarını küfürle suçlayıcı ve alimleriyle alayedici kitaplar yazılmakta ve kitle iletişim araçları vasıtasıyla İslami ve gayr-i İslamı ülkelerde bu fikirler yayılmaya çalışılmaktadır.
Sonuçta dünyanın her tarafında insanlar, Şiilik - Sünnilik konusunu konuşur duruma gelmişlerdir. Çeşitli münasebetler dolayısıyla karşılaştığım bazı aydın Müslüman gençler, bana Şiilik hakkında sorular soruyorlar. Bu soruların bir kısmına, bir arada yaşadıkları Şii arkadaşlarından gördükleriyle Şiilerin hak- kında duyup okudukları arasındaki bazı uyuşmazlıklar
sebep oluyor.
Bazen bu gençlerden bazılarıyla konuşuyor ve kendilerine "Nasıl Hidayete Kavuştum" ismindeki kitabımı hediye ediyorum. Allah'a şükürler olsun ki, bu gençlerin çoğu bir süre tartıştıktan sonra gerçeği görüp, hakkı kabul ediyorlar. Ancak bu durum sadece tesadüfen görüştüğüm bir kısım gençlerle sınırlıdır. Böyle bir görüşme imkanına sahip olmayanlar ise, birbirleriyle çelişen görüşler ve karışık fikirler arasında bocalamaktadırlar! Her ne kadar "Nasıl Hidayete Kavuştum" ve "Doğrularla Birlikte" kitabında ikna edici deliller varsa da bunlar petrodoların desteklediği çeşitli bildiri ve yayın organlarının yoğun propagandasının hücumuna karşı koymaya yeterli değildir.
Fakat bütün bunlara rağmen Hakk'ın sesi, rahatsız edici gürültünün ortasında gürleyecek ve Allah'ın nuru o zifiri karanlığın içinde ışık saçmaya devam edecektir. Zira Allah'ın vaadi haktır ve o vaad mutlaka gerçekleşecektir. Allah Teala buyuruyor ki: "Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Fakat kafirlerin hoşuna gitmese de Allah nurunu tamamlayacaktır."1 Ve bu çalışmalarının başarısızlıkla sonuçlanacağını, hatta aleyhlerine dönüşeceğini açıklarken Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Kafirler, Allah yoluna engel olmak için mallarını harcarlar, daha da harcayacaklardır. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve nihayet mağlup olacaklardır. Kafir olmakta sebat edenler ise cehenneme sürükleneceklerdir."2
-----------------------
1- Saff Suresi / 8.
2- Enfal Suresi / 36.
İşte onun içindir ki, alim, yazar ve düşünürlere, insanların sorunlarını çözmeleri ve onlara doğru yolu göstermeleri farz kılınmıştır. Allah Teala şöyle buyuruyar:
"İndirdiğimiz apaçık delilleri ve gösterdiğimiz doğru yolu gizleyenler, şüphesiz onlara hem Allah, hem bütün lanet edenler lanet eder. Ancak tövbe edip hallerini düzeltenler ve gizlediklerini açıklayanlar başka. Ben onları bağışlarım. Zira ben tövbeyi çok kabul edenim ve çok merhametliyim."1
Şu halde neden alimler bu konuyu Allah rızası için ihlas ve ciddiyetle ele alıp konuşmuyorlar? Mademki Allah Teala ayetlerini açık bir şekilde indirmiş, dini ikmal etmiş ve nimetini tamamlamış ve Resulullah (s.a.a.) emaneti eda ve risaleti tebliğ etmişse, o halde neden bu ayrılıklar, düşmanlıklar, nefretler, aşağılayıcı lakaplar ve birbirlerini küfürle suçlamalar Müslümanların arasında görülmektedir?
Ben, bu bağlamda tavrımı açıkça ortaya koyup, bütün Müslümanlara sesleniyorum: İki temel merci, Allah'ın Kitabı ve Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine dönmeden ve onların kurtuluş gemisine binmeden, kurtuluşa, saadete ve cennete erişilemez. Bu sözleri ben kendimden söylemiyorum. Bunlar, Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'deki ve Peygamber'in (s.a.a.) sünnetteki sözleridir. Müslümanlar bugün istenilen birlik ve beraberliği elde edebilmek için iki yoldan birini seçmek zorundadırlar.
Birincisi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat, İmamiyye ve İsna aşeriyye Şiasının tabi olduğu Ehl-i Beyt mezhebini beşinci mezhep olarak kabul etmeli, diğer dört mezhebe
--------------------
1- Bakara Suresi / 159 - 160.
gösterdikleri saygıyı ona da göstermeli, onu yermemeli, ona mensup olanları ayıplamamalı, öğrenci ve aydın gençleri istedikleri mezhebi seçmekte serbest bırakmalıdırlar. Müslümanlar, Sünnisi ve Şiisiyle, aynı kanaat ve usul dahilinde İbadiyye ve Zeydiyye gibi diğer İslami mezhepleri de kabul etmelidirler. Bu yöneliş her ne kadar ayırım ve nefreti bir bakımdan azaltacak bir çözüm gibi görülüyorsa da, ancak ümmetimizin asırlardan beri yaşadığı tarihi problemi kesin bir şekilde çözme kapasitesinde değildir.
İkincisi: Bütün Müslümanlar, Allah ve Resulünün çizmiş olduğu tek yol ve inanç doğrultusunda birleşmelidirler. Bu yol, Allah'ın her türlü günahı kendilerinden uzak tuttuğu Ehl-i Beyt'in yoludur. Bu sebepten dolayıdır ki, tüm Müslümanlar Sünnisi ve Şiisiyle onların takva, zühd, ahlak, ilim ve amel hususunda herkesten üstün oldukları konusunda ittifak içerisindedirler. Müslümanların esas ihtilafı sahabe üzerindedir. Şu halde ihtilafta oldukları meseleyi bırakıp ittifakta oldukları hususlara bakmalıdırlar.
Zira Peygamber Efendimiz (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:
"Şüphe ettiğin şeyi bırak, emin olduğuna sarıl."1 Ancak o zaman, ümmet Peygamber'in (s.a.a.) şu sözlerle tesis etmiş olduğu, her şeyin merkezi olan temel üzerinde birleşir: "Size iki değerli şey bırakıyorum; onlara tutunduğunuz müddetçe yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlar, Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beyt'imdir."2
--------------------------
1- Sünen-i Tirmizi, c. 4, s. 668, h. 2518; Sünen-i İbn-i Hanbel, c. 1, s. 200. 2- Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 663, h. 3788; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1873 - 1874, h. 2408.
Bu hadis her iki tarafça, hatta mezheplerinin ihtilafına rağmen bütün Müslümanlarca sahih olarak kabul edilmiştir. O halde neden Müslümanların bir kısmı ona uymuyor, onunla amel etmiyorlar?! Eğer Müslümanların tümü bu hadis doğrultusunda hareket etmiş olsaydı, aralarında öyle kuvvetli bir birlik oluşurdu ki, fırtınalar ve kasırgalar da onu sarsamazdı. Bence Müslümanların kurtuluşunu sağlayacak tek çözüm yolu budur. Gerisi ise batıl ve yalanla süslenmiş laftan ibarettir. Kur' an ve sünneti inceleyen, İslam tarihine vakıf olup cereyan etmiş olayları akıllıca düşünen herkesin, bu fikirde kesinlikle bana katılacağına inanıyorum.
Birinci yol, Resulullah'ın (s.a.a.) irtihalinin ilk gününden itibaren başarısız olmuştur. Çünkü sahabe daha o günden ihtilafa düşerek ümmetin bölünmesine sebep olmuşlardır. Geçen asırlar boyunca, Kur'an ve Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine birlikte sarılmayı öngören ikinci yola dönüşte de başarılı olunamamıştır. Bunun başlıca sebebi, geçmişte Emevi ve Abbasiler'in, günümüzde ise propaganda araçlarının Ehl-i Beyt' e uyanları kötülemeleri, karalamaları ve tekfır etmeleridir.
O halde önümüzde tek çözüm yolu kalıyor. O da; hakikati, isteyen herkes için açık bir şekilde ortaya koymak, bunu yaparken de Kur'an-ı Kerim'in şu meydan okuyan üslubu ile hareket etmektir: "...De ki: Eğer iddanızda sadık iseniz delillerinizi ortaya koyun."1
Evet, canlarını yalnız Allah'a adayan ve hakka karşılık canlarını verme pahasına da olsa hiçbir bedel kabul etme-
---------------------------------
1- Bakara Suresi / 111
yen, ne kuvvet, ne de para karşısında boyun eğmeyen hoş karakterli insanlar için delil ve ispat yolunu seçmeliyiz.
Keşke İslam alimleri, bugün bir konferans düzenleyip bu meseleleri aydın ve düşünen akıllarla tartışarak, İslam ümmetine gerekli olan hizmeti verseler, ümmetin dağınıklığını toparlamaya, yaralarını sarmaya ve saflarını birleştirmeye çalışsalardı.
Gerçi bu birlik, onlar isteseler de istemeseler de mutlaka gerçekleşecektir. Çünkü Allah Teala, bunu gerçekleştirmek için Peygamber soyundan bir imam tahsis etmiştir. O, zulüm ve haksızlıkla dolup taşan dünyayı adalet ve hakkaniyetle dolduracaktır.
Öyle görünüyor ki, yüce hikmet sahibi Allah, bu ümmeti, hayatı boyunca imtihan etmektedir. Eceli yaklaşınca da yapmış oldukları seçimin yanlış olduğunu onlara gösterecek ve Peygamber'in (s.a.a.): "Allah' ım, kavmime doğru yolu göster! Onlar bu hususta bilgisizdirler." şeklindeki duasına icabet ederek hakka ve gerçeğe dönmeleri için onlara fırsat verecektir.
O zaman gelinceye kadar, şimdilik "Zikir Ehline Sorun" isimli kitabımı takdim ediyorum. Bu kitap birtakım soru ve cevapları içermektedir. Ancak cevaplar Ehl-i Beyt'in (a.s.) tutum ve öğretilerinden esinlenmiştir. Umarız bütün dünya Müslümanları bundan istifade eder ve arzu edilen vahdetin gerçekleşmesi için görüşleri birbirine yakınlaştırma yolunda çaba harcarlar.
Muavaffakiyet ancak Allah'tandır, O'na güveniyor ve O'na yöneliyorum. "Allah'ım, göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır! Dilimin bağını çöz ki sözümü tam olarak
anlasınlar..." Bu çalışmamın, Allah tarafından kabul edilmesini diler, hayırlı ve bereketli olmasını temenni eder, birlik ve beraberlik kalesinin yapımında yer alacak bir tuğla olmasını umarım.
Bugün ne yazık ki, Müslümanlar, insan haklarıyla ilgili en basit konularda ve birbirlerine karşı iyi davranma hususunda geri kalmış durumdalar. Bunu İslam ülkelerine veya içinde Müslümanların da yaşadığı memleketlere yaptığım birçok seyahat ve ziyaretler esnasında bizzat gördüm ve yaşadım. Bu seyahatlerimin sonuncusu, dörtte biri Şii olan iki yüz milyon Müslümanın yaşadığı Hindistan'a olmuştu. Oradaki Sünniler hakkında çok şeyler duymuştum. Fakat gördüklerim çok daha dehşet verici idi. Bu ümmetin varmış olduğu durum beni o kadar üzdü ki, kendimi tutamayarak ağladım. Umudum çok ve imanım kuvvetli olmasaydı, ümitsizlik kalbimi kaplayıp maneviyatım tamamen sarsılacaktı.
Hindistan'dan döner dönmez oradaki Ehl-i Sünnet'in mercii konumundaki büyük alimlerinden Ebu'l-Hasan en-Nedvi'ye bir mektup gönderdim ve bu mektupla beraber bana göndereceği cevabı da yayınlayacağımı haber verdim. Fakat bugüne kadar ondan herhangi bir cevap alamadım. Ama ben yine de, Allah'ın ve insanların yanında tarihi bir belge olarak şahidimiz olsun diye o mektubu bu kitabımın başında olduğu gibi yayınlıyorum.
Prof. Dr. Muhammed Ticani Semavi
HİNDİSTAN'IN BÜYÜK ALİMİ EBU'L-HASAN EN-NEDVİ'YE AÇIK MEKTUP
Bismillahirrahmanirrahim
Salat ve selam, peygamberlerin en üstünü Hz. Muhammed'e ve tertemiz Ehl-i Beyt'ine...
Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Ben, Allah'ın kendisine hidayet ve tevfikini bahşettiği Tunuslu Muhammed Ticani Semavi'yim. Maliki mezhebine mensup olup, Kuzey Afrika' da meşhur olan Ticani tarikatına tabi iken, Ehl-i Beyt mezhebini seçmiş bulunuyorum.
Hakkı, bir seyahat esnasında bazı Şii alimlerle görüşüp konuştuktan sonra tanıdım. Sonra bu konuda "Nasıl Hidayete Kavuştum" adını taşıyan bir kitap yazdım. Bu kitabı Hindistan'da bulunan "İslami İlimler Cemiyeti" birkaç dilde bastırdı. Ve bu sebepten dolayı Hindistan'a davet edildim.
Aziz kardeşim, kısa bir ziyaret için Hindistan' a gelmiştim. Ümidim sizinle görüşmekti. Zira sizin adınızı duymuş ve oradaki Ehl-i Sünnet ve Cemaat arasında parmakla gösterilen alimlerden biri olduğunuzu biliyordum. Fakat ne yazık ki , mesafenin uzaklığı ve vaktimin azlığı bu arzuma mani oldu. Çaresiz Bombay, Bovna, Bor Dağı ve diğer bazı şehirleri ziyaret etmekle yetindim. Fakat Hindistan' daki
Ehl-i Sünnet'in Şii kardeşlerine karşı duydukları nefret ve düşmanlık beni çok fazlasıyla üzdü.
Birbirleriyle İslam adına savaştıklarını ve bu uğurda her iki taraftan kanlar döküldüğünü duyuyordum. Fakat buna inanmıyor, abartıldığı düşüncesindeydim. Ancak ziyaretim esnasında gördüklerim ve duyduklarım, gerçekten hayret ve dehşet vericiydi. Orada İslam ve Müslümanlar aleyhine birtakım kötü niyetler ve tehlikeli komploların hazırlanmakta olduğuna inanıyorum. Başında, İslami Cemaat Müftüsü Şeyh Azizürrahman'ın bulunduğu Sünni alimlerden oluşan toplulukla görüşmem esnasında, benimle aralarında cereyan eden karşılaşma bu inancımı güçlendirdi. Bu karşılaşma, kendilerinin daveti üzerine geldiğim Bombay'daki mescitlerinde vuku bulmuştu.
Daha aralarına yeni girmiştim ki, Ehl-i Beyt Şiasına, alay edici hareket ve işaretler yaparak küfür etmeye başladılar. Gayeleri metanetimi sarsıp beni tahrik etmekti. Zira benim Ehl-i Beyt mektebine davet eden bir kitap yazdığımı biliyorlardı. Maksatlarını anlamıştım. Ama yine de sinirlerime hakim olup onlara gülümseyerek dedim ki:
"Ben sizin misafırinizim, beni davet eden de sizsiniz. Davetinizi kabul ederek size geldim. Yoksa bana sövüp küfretmek için mi beni davet ettiniz; İslam'ın size öğrettiği üstün ahlak bu mudur?! Bana tam bir küstahlıkla cevap verip, hayatımda bir gün bile Müslüman olmadığımı, çünkü Şii olduğumu, Şia'nın da İslam'la hiçbir alakası olmadığını iddia ederek buna yemin bile ettiler.
Onlara bakarak dedim ki: "Kardeşlerim, Rabbimiz bir, Peygamberimiz bir, Kitabımız bir, Kıblemiz de birdir. Şiiler de Allah'ın birliğine iman eder, Peygamber ve Ehl-i
En-Nedvi ye Açık Mektup / 21
Beyt'ine uyarak İslam'ın şartlarını uygularlar. Namaz kılar, zekat verir ve Allah'ın evini haccederler. Onları küfürle itham etmeyi nasıl caiz görebiliyorsunuz?!"
Bana cevapları şu oldu: "Siz Kur'an'a inanmazsınız. Sadece takiyye ile hareket eden münafıklarsınız. İmamınız; "Takiyye benim ve atalarımın dinidir." demiştir. Siz, Yahudi Abdullah bin Seba'nın kurmuş olduğu bir firkasınız."
Gülümseyerek şöyle dedim: "Şia'yı bırakalım, benimle şahsım üzerine konuşun! Ben sizin gibi Malikiydim. Ancak uzun bir araştırmadan sonra Ehl-i Beyt'in yolundan gitmenin daha doğru olduğuna kanaat getirdim. Sizin bana karşı mücadele etmeye bir deliliniz varsa, yahut benden delilimin ne olduğunu soruyorsanız, gelin tartışalım, belki o zaman birbirimizi daha iyi tanırız."
Dediler ki: "Ehl-i Beyt, Peygamber'in hanımlarıdır; sen Kur'an'dan bir şey anlamıyorsun." Dedim ki: "Ama Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim sizin söylediğinizden farklı şeyler yazıyorlar." Bu sefer şöyle cevap verdiler: "Buhari, Müslim ve diğer Sünni kitaplardan alıp ileri sürdüğünüz delillerin hepsi, sizin gibi Şiilerin, kitaplarımıza sokuşturdukları kendi uydurmalarıdır."
Gülerek şu cevabı verdim: "Eğer Şiiler, kitaplarınıza ve Sahihlerinize ulaşıp uydurma hadis sokabilmişlerse, o halde ne bu kitapların, ne de bunlara dayalı olan mektebinizin herhangi bir itibar ve değeri yoktur!"
Verecek cevap bulamayınca sustular. Ancak içlerinden biri tekrar işi alaya ve kışkırtıcılığa vurup şöyle dedi: "Her kim Hulefa-i Raşidin, yani Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Muaviye ve Yezid
efendimizin (Allah ondan razı olsun ve onu razı etsin) halifeliğine inanmazsa Müslüman değildir."
Adeta dehşete düşmüştüm. Zira bu gibi sözleri hayatım- da duymamıştım. Bunlar Muaviye ve oğlu Yezid'in halifeliğini tanımayanları kafir olarak biliyorlardı. Kendi kendime şöyle diyordum: "Müslümanların Ebu Bekir, Ömer ve Osman için Allah'tan rıza dilemeleri makul ve çok doğal sayılabilir. Ama Yezid için, doğrusu bunu yalnız Hindistan'da duyuyordum."
Dönüp hepsine birden sordum:
"Bu adamın görüşüne katılıyor musunuz?"
Hepsi bir ağızdan: "Evet" dediler.
Artık konuşmanın hiçbir fayda sağlamayacağını, beni tahrik etmek istediklerini anladım. Maksatları benden bu şekilde intikam almaktı. Belki de sahabeye sövdü iddiasıyla beni öldürebilirlerdi; kim bilir?
Bir kötülük düşündüklerini gözlerinden okuyabiliyordum. Beni onlara götüren arkadaşımdan, beni derhal oradan uzaklaştırmasını istedim. Adam üzüntüsünü belirtip olanların davranışlarından dolayı benden özür dileyerek beni oradan uzaklaştırdı. O adam Bombay'daki İslami Matbaa'nın sahibiydi. Bu konuda onun suçu yoktu. Şerefuddin ismindeki bu genç, iyi bir kültüre sahipti. Bu buluşmadan umduğu tek şey hakikati öğrenebilmekti. Ama hiç değilse aramızda geçen bütün bu tartışma ve mücadeleye şahit oldu, ve o büyük alimler sandığı kimselerin nasıl davrandıklarını gördü. Hatta onlardan adeta tiksindiğini dahi gizlemedi.
Sonunda üzgün bir vaziyette onlardan ayrıldım. Müslümanların ve bilhassa yüksek makamlar işgal edip alim
En-Nedvi'ye Açık Mektup / 23
ismini taşıyanların bu hale gelmesine çok üzüldüm ve kendi kendime dedim ki:
"Eğer alimler bu kadar saplantıya düşmüş ise, acaba avam ve cahil tabaka ne haldedir?" Sanırım şimdi İslam'ı koruma adı altında geçmiş zamandaki kavga ve savaşların nasıl çıktığını, haram kanların nasıl döküldüğünü, ırz ve şereflere nasıl saldırıldığını daha iyi anlamaya başladım. Ve kendimi tutamayarak bu bedbaht ümmetin durumuna ağladım.
Bu ümmet ki, Allah Teala ona hidayet sorumluluğunu yüklemiş, Peygamber (s.a.a.) de karanlık kalplere nur ulaştırmakla görevlendirmiştir onu. Fakat ne yazık ki, bu zavallı ümmet öyle bir duruma gelmiş ki, kendisi nura muhtaçtır. Yalnız Hindistan' da yedi yüz milyon insanın Allah'tan başkasına taparak, inek ve putları takdis ettiği bir devirde, Müslümanlar tek vücut olup bunları karanlıktan çıkararak aydınlığa götürmeye çalışacağına, kendilerinin bugün bilhassa Hindistan'da hidayete muhtaç olduklarını görüyoruz.
İşte bu sebepten dolayı size bu mektubumu takdim ederken, Rahman ve Rahim olan Allah, aziz Resulü ve yüce İslam dini adına ve Allah'u Teala'nın: "Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın..."1 mealinde buyurduğu öğüt gereği olarak sizi, Allah uğrunda hiçbir eleştiriden korkmadan, şeytan ve yardakçılarına uyarak, taassup ve taraftarlığa kapılmadan, bu olumsuz, hatta sapık gidişatın önüne geçip cesur bir Müslüman gibi tavır koymaya davet ediyorum.
Evet, sizi samimi ve açık bir tutuma davet ediyorum; zira siz o yörelerde İslam adına konuştuğunuz müddetçe, Allah Teala'nın kendilerine sorumluluk yüklediği kişiler-
----------------------------
1- Al-i İmran Süresi / 103.
densiniz. Orada vuku bulan ve bedelini suçsuz Sünni ve Şii Müslümanların ödediği facialara, rıza gösteren bir seyirci gibi, durup bakmanıza Allah razı olmaz. Kıyamet günü Allah Teala elbette sizden, büyük, küçük ve her türlü günahı soracak, gelip geçen bütün olayların hesabını görecektir. Zira bilenlerle bilmeyenler bir olamazlar... Sorumluluklar azim sahiplerinin azmi kadarınca ve kerametler de kerem ehlinin keremine göre bölünür.
Siz Hindistan alimlerinin reisliğini yaptığınız müddetçe, sorumluluğunuz şüphesiz çok büyüktür. Söyleyeceğiniz tek söz bile Hindistan'da, ümmetin iyilik ve başarısına sebep olabileceği gibi, her şeyin harap olmasına da sebep olabilir.
Ayrıca Allah Teala, "Allah, adaleti ayakta tutarak kendinden başka ilah olmadığını açıkladı ve buna meleklerle ilim sahipleri şahittik yaptılar."1 buyurarak alimlere, meleklerden sonra en yüksek mertebeyi verdiğine ve, "Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın."2 buyurarak hepimize adaletle davranmayı emrettiğine ve bütün müfessirler, değeri sınırlı olan maddi konularda da dahi adalete riayet etmek gerektiği yönünde yorum yaptığına göre, insanlığın hidayet ve kurtuluşu kendisine bağlı olan itikadi ve manevi davalarda adalete riayet etmenin ne kadar önemli olduğu hakkında ne diyebiliriz?
Allah Teala: "İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hüküm veriniz."3 diye buyuruyor. Ve buyuruyor ki: "Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife kıldık;
-------------------------
1- Al-i İmran Süresi / 18.
2- Rahman Suresi / 9.
3- Nisa Suresi /58.
En-Nedvi'ye Açık Mektup /25
o halde insanlar arasında hak ve adaletle hüküm ver. Heva ve hevese uyma, yoksa bu seni, Allah'ın yolundan saptırır "1
Resulullah (s.a.a.) de şöyle buyuruyor: "Aleyhine ve acı da olsa, doğruyu söyle."
Efendim! Sizi Allah'ın Kitabına ve Resulünün sünnetine davet ediyorum. Şunu acı da olsa, açıkça ve gürleyerek söyleyin ki, Allah'ın huzurunda sizin için bir şehadet olarak kabul edilsin: Allah aşkına, size göre Şiiler Müslüman değiller midir?
Hakikaten onların kafir olduklarına mı inanıyorsunuz? Allah'ı benzeri, şekli ve cismi olmaktan tenzih ederek bütün fırkalardan daha çok ululayıp birliğine inanan ve peygamberliğinden önce de masum olduğuna inanarak Allah Resulü Hz. Muhammed'e (s.a.a.) bütün fırkalardan daha çok iman edip onu daha çok saygıya layık gören, Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine tabi olanları kafir olmakla mı suçluyorsunuz? !
Siz Allah'ı, O'nun Resulünü ve iman edenleri sevip onlara tabi olanların ve Peygamber neslinin görüşünü benimseyip onlara bağlananların,2 Müslüman olmadıklarını mı söylüyorsunuz? !
Namazı en iyi şekilde kılan, zekatı veren, buna Allah ve Resulüne itaat olarak mallarının beşte birini ilave eden, Ramazan ayını ve daha başka günleri de oruç tutarak geçi-
---------------------------
1- Sad Suresi /26.
2- İbn-i Manzur, sözlüğünün Şia maddesinde onları böyle tarif etmektedir.
ren, Beytullah'ı haccedip gereklerini yerine getiren, Allah'ın velilerine hürmet edip İslam düşmanlarından uzak duran Şia sizce müşrik midir?
Allah'ın, kendilerinden her türlü günahı uzaklaştırıp tertemiz kıldığı On iki Ehl-i Beyt İmamı'nı, İmam olarak! tanıyan bu topluluk, size göre İslam dininden çıkmış kimseler midir?!
Müslümanlar, Peygamber'in (s.a.a.) sağlığında veya vefatından sonra, ne zaman İmameti tanımayıp reddediyorlardı ki, biz İmamet Teorisini Farslara ve Mecusilere atfedelim?
Bütün Müslümanların fasık olduğunu bildiği, Muaviye oğlu Yezid'in imametini tanımayanları, gerçekten kafir olarak mı kabul ediyorsunuz? Oysa Yezid'in, askerlerine sırf kendisine biat almaları için Medine-i Münewere'yi yağmalatması ve istediklerini yapmalarına izin vermesi, onun ne kadar alçak ve aşağılık olduğunu kanıtlamaya yeterlidir. O askerler, seçkin sahabe ve tabiinden on bin kişiyi öldürmüş, şerefli Müslüman kadın ve kızların ırzlarına geçmiş, dolayısıyla da sayısını Allah' tan başka kimsenin bilmediği gayri meşru çocuklar doğurmalarına sebep olmuşlardır. Yezid' in ebediyete kadar kurtulamayacağı en büyük ayıp ve yüz karası ise, cennet gençlerinin efendisi Hz. Hüseyin' i öldürüp Peygamber'in kızlarını esir alması ve bilhassa Hz. Hüseyin'in dişlerine, elindeki değnekle vurarak şu meşhur şiirini okumasıdır:
---------------------------
1- Buhari, Müslim ve diğer Ehl-i Sünnet Sahihleri, Peygamber'in (s.a.a.), onların İmam olduklarına dair nass koyduğunu kaydetmişlerdir.
En-Nedvi'ye Açık Mektup /27
Keşke Bedir'de ölen atalarım bugünü görebilselerdi!
Ellerine geçirdikleri mülkle oynayıp durdular,
Haşim Oğulları!
Yoksa ne bir haber gelmiş, ne de vahiy inmiştir!
Bu ifadesiyle ne Hz. Muhammed'in nübüvvetine, ne de Kur'an-ı Kerim'e inanmadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Siz hakikaten Yezid'in ve Hz. Ali'ye sövüp, başkalarına da sövmeyi emreden, sövmeyeni ise öldüren babası Muaviye'nin halifeliğini onaylamayan kimselerin kafir olduğuna hükmedenlerle aynı fikirde misiniz? Muaviye ki, Ali'ye sövmekten çekinen seçkin sahabeleri dahi öldürttü; aynen büyük sahabi Hicr bin Adiy ve arkadaşlarına yaptığı gibi.
Oysa Ehl-i Sünnet Sahihlerinin çoğunun kaydettiği gibi Peygamber'in (s.a.a.); "Ali'ye söven bana, bana söven de Allah'a sövmüş olur."! dediğini kendisi de gayet iyi bilmektedir. Buna rağmen bu sövme işini genel bir kural haline getirip yetmiş sene sürmesine sebep olmuştur.
Ayrıca Muaviye'nin, oğlu Yezid'e biat alabilmek için, günahsız insanları nasıl katlettiğini, Hz. Hasan bin Ali'yi Eş'as kızı Cude vasıtasıyla nasıl zehirlettiğini ve daha nice cinayetler işlediğini, Ehl-i Sünnet'e ait tarih kitapları kaydetmekte ve Ali Şiası da bunun şahitliğini yapmaktadır.
Hayır efendim; bunları onaylayacağınızı hiç sanmıyorum. Aksi halde, İslam'a veda etmemiz gerekmektedir. O zaman da artık ne ölçü, ne akıl, ne din, ne mantık, ne de delil kalır.
----------------------------
1- Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 121; Kenz'ül-Ummal, c. 11, s. 602; Tarih-i Dimaşk, c. 14, 13 1 - 132.
Halbuki Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Doğrularla birlikte olun."1 Pakistanlı alim Merhum Ebu'l-A'la el-Mevdudi'ye Allah rahmet eylesin; el-Hilafetü ve 'I-Mülk isimli kitabının 106. sayfasında, Hasan el-Basri' den naklen şu rivayeti zikrederken ne kadar doğru davranmıştır:
"Muaviye'nin dört rezaleti vardır ki, bunlardan her biri büyük günah sayılır ve onu helaka götürmeye yeterlidir.
1- Aralarında faziletli sahabilerin de bulunduğu, Müslüman halka danışmadan hilafeti zorla alması.
2- İpekler giyinip, tambur çalan, sarhoş oğlunu kendisinden sonra halifeliğe tayin etmesi.
3- Peygamber'in (s.a.a.): "Çocuk yatak sahibine (yani kocaya) aittir; zinakara ise taş düşer." demesine rağmen, Ziyad'ın kendisinin kardeşi olduğunu iddia etmesi.
4- Hicr ve arkadaşlarını katletmesi. Hicr ve arkadaşlarını öldürdüğünden dolayı ona azap ve şer yağsın. (Bu cümleyi üç kere tekrar ediyor).
Ebu'l-A'la el-Mevdudi'ye Allah rahmet eylesin; isteseydi bu dört rezalete kırk tane daha ekleyebilirdi. Fakat o, Muaviye'nin bu kadar büyük günahı olmasını yeterli bulmuştur. "Büyük günah" olarak tercüme ettiğimiz kelimenin Arapça aslı, "Düşüren" anlamını ifade eden "Mubika"dır. Yani bu günahlar onu ateşe düşürmek için yeterlidir.
Bunun sebebi, Mevdudi'nin, Muaviye'ye hatta oğlu
----------------------------
1- Tevbe Suresi i 119.
En-Nedvi'ye Açık Mektup /29
Yezid'e bile -Hindistan'da alimlerinizden bizzat duyduğum kadarıyla- saygı duyup onlara Allah 'tan rıza dilemeyi atalarından öğrenmiş insanların duygularını gözetip onları incitmek istemeyişi olabilir. Ve la havle ve la kuvvete illa billah'il-Aliyy'il-Azim.
İşte ben de, onun için, o beni kışkırtmak için davet edenlerin duygularını gözetmiş ve bana kötülük yapmalarından korkarak onlara hiçbir şeyden söz etmemiştim.
Muhterem efendim! Sizi Allah Teala'nın rızası için, açık bir tavır almaya davet ediyorum. Allah Teala gerçeği açıklamaktan vazgeçmez. Sizden o şahısların kusurlarını açıklayıp, kötülüklerini itiraf etmenizi istemiyorum. Tarih bu hususta bize de, size de ihtiyaç bırakmamıştır.
Ancak sizden istenen, size bağlı olan şu insanlara itiraz edip bu şahısların imametini kabul etmeyen ve onları sevmeyen cemaatin, hakiki ve hürmete layık Müslümanlar olduklarını, bundan hiç şüpheleri olmamasını söylemenizdir. Onlara deyin ki: "Şiiler tarih boyunca zulme uğramışlardır. Çünkü onlar, Allah'ın Kur'an'da örnek gösterdiği lanetlenmiş ağacın (soyun) İmametine inanmamış ve onların İmamlıklarını tanımamışlardır.
Allah aşkına! Eğer Resulullah (s.a.a.), Müslümanlara kendisinden sonra Ehl-i Beyt'in peşinden gitmelerini emrediyorsa, hatta onları Nuh'un gemisine benzeterek, ona binenin kurtulacağım, binmeyenin ise helak olacağını söylüyorsa, Şiilerin günahı nedir?! Ve eğer Şiiler, kendi kaynaklarından ayrı olarak Ehl-i Sünnet Sahihlerinin de kaydettiği, Peygamber'in (s.a.a.): "Size iki değer biçilmez emanet bırakıyorum; Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beyt'im.
Bunlara tutunursanız, hiçbir zaman dalalete düşmezsiniz." emrine itaat ediyorlarsa, suçları nedir?!
Peygamber'in (s.a.a.) emirlerine itaat etmeleri dolayısıyla, onları başkalarından daha üstün görüp öveceğimize, onlara sövüp kafirlikle suçluyor, onlardan nefret ediyoruz. Bu ne insafa sığar, ne de doğru bir davranıştır.
Sayın muhterem kardeşim! Hiçbir delil ve şahide dayanmayan ve artık ümmetimizin aydın gençlerine göre inandırıcı olmayan şu hurafe ve sahte iddialardan vazgeçin; Şia'nın kendilerine has Kur'an'ları varmış, yok peygamber aslında Hz. Ali'ymiş; yahut Şiiliği Yahudi asıllı Abdullah bin Seba kurmuş ve buna benzer daha nice akla sığmayan iddialar... Allah da şahittir ki bunlar, İslam ve Ehl-i Beyt düşmanlarının hayalinden ve kör taassuptan kaynaklanan iftiralardan başka bir şey değildir.
Ben size soruyorum: "Hindistan alimlerinin, otuz seneden beri İmamiyye Şiasının mektebi gereğince ibadet etmenin caiz olduğuna dair fetva veren el-Ezher alimlerinden farkı nedir? Kaldı ki el-Ezher alimleri arasında, Şiilerin gereğini uyguladığı Caferi fıkıhının, diğer İslami mezheplerden daha kapsamlı ve daha zengin olduğuna inananlar vardır. Bunların başında bir zaman el-Ezher'in müdürlüğünü yapan Merhum Şeyh Mahmud Şeltut gelir. Yoksa bu gibi alimler İslam'ı ve Müslümanları tanımıyorlar mı? Yahut Hint alimleri daha mı bilgili ve dirayetlidirler? Buna inandığınızı hiç sanmıyorum!...
Saygı değer efendim! Size güvenim büyük, kalbim size karşı muhabbet, şefkat ve merhamete açıktır. Daha önce benim de sizin gibi, hakikate, Ehl-i Beyt' e ve onların
En-Nedvi'ye Açık Mektup /31
şiasına karşı gözlerim kapalı idi.. Fakat Allah Tealaya çok şükür ki bana, hak yolu gösterdi. Böylece kör taklitten ve taassup zincirinden kurtulmuş oldum. Ve anladım ki, çoğu Müslümanların gözlerini yalan söylentiler perdelemiş, asılsız iddialar onları hakikate ulaşmaktan alıkoymuş ve kurtuluş gemisine hep birlikte binip Allah'ın sağlam ipine sarılmalarına mani olmuştur.
Sizin de bildiğiniz gibi Sünni ve Şiilerin arasında, Peygamber'den (s.a.a.) sonra düştükleri hilafet ihtilafından başka hiçbir farklılık yoktur. Daha doğrusu esas ayrılık, sahabeye karşı olan inançlarından kaynaklanmıştır. Oysa sahabe bizzat birbirleri arasında ihtilafa düşmüş, birbirlerine sövmüş, hatta birbirleri ile savaşmışlardır.
Eğer sahabe konusunda ihtilaf etmek, Müslümanlıktan çıkmak sayılıyorsa, kendileri (yani sahabe) bu ithama -Allah korusundaha layıktırlar. Buna sizin razı olacağınıza inanmıyorum. Fakat buna razı olmanızı engelleyen insafınız, sizi Şia'nın İslam'ın dışında bırakılmasına da mani olmaya çağırması gerekir. Tabii ki, nasıl Şia Ehl-i Beyt'e saygı duyuyorsa, aynı şekilde, Sünniler de sahabenin tümüne saygı duymaktadırlar. Ama iki durum arasında ne kadar büyük fark vardır... Eğer Şia bu hususta hatalı ise, Ehl-i Sünnet daha hatalıdır. Zira sahabenin hepsi Ehl-i Beyt'i kendilerinden üstün görür ve Peygamber'e salavat getirirken onlara da getirirler. Biz sahabe arasında ilim veya amelde, kendini Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a.a.) Ehl-i Beyt' inden daha üstün gören birini tanımıyoruz.
Artık bu tarihi zulmü, Ehl-i Beyt takipçilerinin üzerinden kaldırmanın zamanı gelmiştir. Onlara yakınlaşmak, onlarla kardeşlik bağları kurup iyilik ve takva üzerinde birleşmek
ve yardımlaşmak gerekli olmuştur. Bu ümmetin, karşılaştığı fitneler ve döktüğü kanlar artık sona ermelidir!
Umarım Yüce Allah birlik ve beraberliği sizinle sağlar, uzlaşmayı sizinle temin eder ve bu yaraları sizinle sarar. Bu ateşi de sizinle söndürerek şeytanın ve şeytan hizbinin mahcup ve rezil olmasını gerçekleştirir. İşte o zaman Allah' ın nezdinde zafere ulaşanlardan biri olursunuz. Bilhassa -duyduğum kadarıyla- pak soyun sülalesinden olduğunuza göre, iyi amel işleyin ki mahşerde onlarla beraber olasınız. "İşte sizin ümmetiniz tek ümmettir (dindir). Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana tapın."! "De ki: 'Sevap işleyin çünkü yaptıklarınızı Allah da, Resulü de, müminler de görecektir."2
Allah sizi de, bizi de memleketimiz ve insanlarımız için faydalı ve hayırlı işler yapmaya muvaffak etsin. Size de, bize de, Allah için, ihlas ile çalışan kişilerden olmayı nasip eylesin.
Size bu mektupla beraber, aynı mevzu üzerine yazmış olduğum "Nasıl Hidayete Kavuştum" adlı kitabımın bir nüshasını hediye olarak gönderiyorum; tarafınızdan kabul görmesini temenni ederim.
Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
-----------------------
1- Enbiya Suresi /92.
2- Tevbe Suresi / 105.
Muhlis dostunuz Tunus'lu Muhammed Ticani Semavi
EĞER BİLMİYORSANIZ, ZİKİR EHLİNE SORUN!
Bu ayet-i kerime Müslümanlara bütün sorularında doğruya ulaşmak için zikir ehline müracaat etmeyi emretmektedir. Çünkü Allah onlara ilim verdikten sonra onları bu iş için seçti. Onlar, ilimde derinleşenler ve Kur'an'ın te'vilini bilenlerdir.
Bu ayet, Ehl-i Beyt'i -Allah'ın salat ve selamı onlara olsun- tanıtmak için nazil olmuştur. Onlar, Hz Resulullah'ın hayatı döneminde Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'dir. Peygamber'den sonra ise, "Al-i Aba" diye bilinen bu beş kişiye, Hz. Hüseyin'in soyundan dokuz kişi daha eklenmiştir. Resulullah (s.a.a.) onları çeşitli münasebetlerde tanıtarak onları "Hidayet İmamları" ve "Karanlıktaki Meşaleler", "Zikir Ehli" ve "Allah'ın kendilerine Kitabın ilmini verdiği, ilimde derinleşen kişiler" olarak tanıtmıştır.
Bu husustaki hadisler Resulullah'tan (s.a.a.) Şiilerce sahih ve mütevatir olarak naklolunmuştur. Bazı Ehl-i Sünnet alim ve müfessirleri de bunların Ehl-i Beyt hakkında olduğunu kitaplarında kaydetmişlerdir. Bu Sünni alimlerden bazıları şöyledir:
-----------------------
1- Nahl Suresi / 43; Enbiya Suresi / 7.
1- Sa'lebi, Tefsir-i Kebir, Nahl Suresinin bu ayetinin tefsirinde.
2- İbn-i Kesir, Tefsir, c.2, s. 591.
3- Taberi, Tefsir, c. 14, s. 75.
4- Alusi, Ruh'ul-Maani, c. 14, s. 147.
5- Kurtubi, Tefsir, c. 11, s. 272.
6- Hakim, Şevehid'ut-Tenzil, c. 1, s. 334 - 337.
7- Tusteri, İhkak'ul-Hak, c. 3, s. 482 - 483.
8- Kunduzi el-Hanefi, Yenabi'ul-Meveddet, c. 1, s. 357.
Ayetin zahirine göre zikir ehlinden maksat Yahudiler ve Hıristiyanlar olduğundan, gerçek maksadın onlar olmadığını ispatlamak için biraz açıklamada bulunmak zorundayız.
1- Kur'an-ı Kerim'de birçok ayette açıkça belirtilmiştir ki, Yahudiler ve Hıristiyanlar Allah'ın sözlerini tahrif etmişler, kitabı kendi heva ve heveslerine göre yazmışlar ve Allah tarafından nazil olduğunu iddia ederek onu az bir paraya satıp yalan söylemişler ve böylece gerçekleri gizlemişlerdir. Bu durumda Allah Teala'nın Müslümanlara bilmedikleri şeylerde onlara başvurmalarını emretmiş olması imkansızdır.
2- Buhari, Sahih'inde, Ebu Hureyre'den şöyle rivayet eder: Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Kitap Ehli'ni tasdik etmeyin ve yalanlamayın da. Deyiniz ki, biz Allah'a ve O'nun nazil ettiklerine inanıyoruz."1
---------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 237, Şehadat Kitabı.
Eğer Bilmiyorsanız... /35
Bu rivayet Kitap Ehli'ne müracaat edilmemesi ve onların kendi hallerine bırakılması gerektiğini ifade ediyor. Çünkü tasdik etmemek ve yalanlamamak, onlara itina etmemek demektir, bu ise sormanın gereği olan doğru cevap beklemekle çelişmektedir.
3- Buhari, Sahih'inde, "O her gün bir iştedir" ayeti ile ilgili babda İbn-i Abbas'tan şöyle nakleder:
"Ey Müslümanlar! Allah'ın Kitabı Peygamberinize nazil olup eskimediği halde nasıl olur da kitap ehlinden bir şey sorarsınız? Allah, Kitap Ehli'nin ilahi kitapları değiştirdiklerini ve kendi elleriyle yazdıkları şeyleri az bir paraya satmak için, "Bu Allah tarafından nazil olmuştur" dediklerini size haber verdi. Allah size Kitap Ehli'nden bir şey sormanızı yasaklamadı mı? Vallahi onlardan "Size inen nedir?" diye soran birini görmedim."1
4- Bugün Kitap Ehli' nden olan Hıristiyanlara sorarsak, Hz. İsa'nın Tanrı olduğunu iddia ederler. Ama Yahudiler onları yalanlar, hatta peygamber olduğunu bile inkar ederler. Ve her iki grup (Yahudi ve Hıristiyanlar) İslam'ı kabul etmeyerek Hz. Muhammed'e en ağır iftiralarda bulunurlar. Bu nedenle, Allah'ın bize sorularımızı onlara sormamızı emretmesi mümkün değildir. İşte bundan dolayı, Şii ve Sünnilerin sahih olarak naklettikleri rivayetlerde bu ayetin Ehl-i Beyt hakkında nazil olduğunu görmekteyiz ve bizler bundan şunu anlıyoruz:
Allah, Kitab'ın ilmini eksiksiz olarak bu İmamlara vermiş ve kulları içinden onları seçmiştir ve diğer insanlar, tefsir ve te'vilde onlara başvurmalıdırlar. Böylece Allah Teala, onların daima hidayet üzere
------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 187, Tevhid Kitabı.
olduklarını tazmin etmiştir.
Ayrıca Allah (c.c); halkın, kendi içlerinden ilim verilen bu seçkin insanların rehberliği karşısında itaat etmesini istemiştir. Çünkü, eğer onlar kenara itilirse, ilim iddiası eden cahillere yol açılır, herkes kendi heva ve hevesine uyar ve sonuçta halkın durumu değişir. Çünkü bu durumda herkes ilminin daha fazla olduğunu iddia edebilir.
Şimdi "Zikir Ehli"nden maksadın Ehl-i Beyt olduğunu kanıtlamak için, Ehl-i Sünnet'in cevap veremediği veya verdiği cevaplarının delil ve mantığa dayanmadığı birtakım sorulara değinelim. Bu soruların doğru cevabı, dünyayı ilim, marifet ve amelle dolduran Pak İmamlar tarafından verilmiştir.

1
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr

Birinci Bölüm: Allah (cc) Hakkında
1-Acaba Allah-u Teala gözle görülebilir mi ve cisim midir?
2-İlahi adalet, cebr (zorlama) ile nasıl bağdaşır?
3-Zikir Ehli'nin Allah hakkındaki görüşü.
1-ACABA ALLAH TEALA GÖZLE GÖRÜLEBİLİR Mİ VE CİSİM MİDİR?
Allah Teala, Kur'an'da şöyle buyurmaktadır: "Gözler onu görmez."1 "Hiç bir şey O'na benzemez." 2 Ve Musa (a.s.) Allah'ı görmek isteyince Allah Teala şöyle buyurdu: "Beni asla göremezsin." 3
Bu durumda Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de nakledilen; "Allah kullarına görünecek. Tıpkı on dördüncü gecesinde ayı gördükleri gibi onu görecekler. 4 Allah her gece dünyanın semasına iner.5 Ayağını cehenneme koymasıyla cehennem dolacak. 6 Müminler tanısın diye ayağını onlara gösterecek.? Veya Allah güler, şaşırır. Allah'ın iki eli, iki ayağı ve beş parmağı vardır; birinci parmağına gök-
-----------------
1- En'am Suresi / 103.
2- Şura Suresi / 11.
3- A'raf Suresi / 143.
4- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 147: Sahih-i Müslim, c. 1, s. 167, h. 183.
5- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 66; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 521, h. 758.
6- Sahih-i Buharİ, c. 6, s. 173; Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 390, h. 3272.
7- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 159; Sahah-i Müslim, c. 1, s. 168, h.183.
leri, ikinci parmağına yerleri ve üçüncü parmağına ağaçları, lördüncü parmağına su ile toprağı ve beşinci parmağına ise iiğer varlıkları koymuştur.l Allah'ın içinde yaşadığı bir evi ıar ve Hz. Muhammed (s.a.a.) onun evine girmek için üç (ez izin alır."2 gibi Allah'ın çeşitli hallere giren bir cisim Jlduğunu ifade eden rivayetler nasıl kabul edilebilir. Oysa ıllah bu gibi benzetmelerden münezzehtir. Ey izzet ve )elalin sahibi Allah! Sen münezzeh ve mukaddessin ve biz )u gibi nitelendirmeden sana sığınmz.
Oysa hidayet İmamları ve karanlıklardaki meşaleler olan Ehl-i Beyt İmamları bu konuya şu yanıtı vermişlerdir: Allah her türlü benzetmeden, şekil ve cismi olmaktan, sınırlandırmadan münezzeh ve uzaktır.
İmam Ali (a.s.) bu konuda şöyle buyurmaktadır.
"Hamd Allah'a ki, övenler, onu layıkıyla övemezler; nimetlerini sayıp dökenler, onları sayıp bitiremezler; çalışıp çabalayanlar, hakkını ödeyemezler. Öyle bir mabuddur ki, yüce himmetler, O'na ulaşamaz; derin düşünceler, O'nun zatının künhüne eremez. O'nun sıfatının belirlenmiş bir sınırı, var olmuş bir niteliği, sayılı bir vakti ve sonu gelen bir zamanı yoktur...
Allah' i nitelemeye kalkışan, O'nu başkasına eşit kılmış olur. Başkasına eşit kılan, O'nu ikilemiş olur. ikileyen, O'nu bölmüş olur. Bölen, O'nu tanımamıştır. Tanımayan, O'na işaret eder. işaret eden, O'nu sınır-
--------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 157-158 ve c. 9, s. 181.
2- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 161; Sahah-i Müslim, c. 1, s. 181, h.322.
Allah (c.c.) Hakkında / 41
lar. Sınırlayan, O'nu sayıya sokar. "O nerededir?" diyen, O'nu bir şeyin içine koymuş olur. "O neyin üzerindedir?" diyen, O'nun bulunmadığı yerler farzeder. Vardır, yaratılmaksızın. Mevcuttur, yokluk- tan var olmaksızın. Her şeyle birliktedir, içiçe değildir. Her şeyden gayrıdır, ayrı değildir. işler yapar; hareke- te, alete muhtaç olmadan. Görendir, yarattıklarından görülen yokken.',ı
Burada, gençlerin ve araştırmacıların dikkatini Hz. Ali'nin miras bıraktığı hazinelerden olan Nehc'üI-Belağa kitabına çekiyorum. Ne yazık ki, Kur'an'dan sonra en üstün kitap olan Nehc 'ül-Belağa, Abbasi ve Emevilerin Hz. Ali' nin bütün eserlerini ortadan kaldırma doğrultusundaki çabaları sonucu, halk arasında tanınmaz bir hale gelmiştir.

Nehc'ül-Belağa' da, halkın her zaman ihtiyaç duyduğu nasihatlar ve ilimler vardır; sosyoloji, ekonomi, astronomi, teknoloji, felsefe, irfan, siyaset ve hikmet alanlarında birçok konular vardır. Ben bunu Sorbon Üniversitesi'nde doktora almak için sunduğum projede ispatladım. Bu amaçla Nehc'ül-Belağa' dan dört konuyu seçerek incelemelerde bulundum ve böylece doktora almaya muvaffak oldum.
Keşke Müslümanlar Nehc'ül-Belağa'ya önem verip konularını inceleyip yararlansaydılar. Çünkü Nehc 'ül-Belağa öyle derin bir denizdir ki içine dalan araştırmacı ondan inci ve mercan çıkarır.
---------------
1- Nehc'ül-Belağa, 1. butbe.
Bu iki inanç arasında açık bir farklılık vardır. Ehl-i Sünnet Allah'ın cismi ve şekli olduğunu sanarak onun gözle görüldüğünü, tıpkı bir insan gibi yürüdüğünü, aşağı indiğini, evi olduğunu vb. ileri sürüyor. Halbuki yüce Allah bu vasıflardan münezzehtir. Şia'ya göre ise, Allah şekli ve cismi olmaktan ve yaratıklarından herhangi birine benzemekten münezzeh ve uzak olup dünyada ve ahirette asla görülmez. Bence Ehl-i Sünnet'in bu gibi riveyetleri, ashabın zamanında Yahudiler tarafından uydurulmuştur.
Çünkü Ömer bin Hattap zamanında Müslüman olan Kabulahbar, Yahudilerin bu inançlarını yaymış ve bu konuda Ebu Hureyre ve Veheb bin Münebbih gibi bazı saf sahabilerden yararlanmıştır. Böylece bu gibi rivayetlerin çoğunu Ebu Hureyre nakletmiş ve Buhari ile Müslim bunları kendi Sahih'lerinde kaydetmişlerdir.
Daha önce de hatırlattığımız gibi Ebu Hureyre, Peygamberimizin hadisleri ile Kabulahbar'ın sözlerini birbirinden ayıramıyordu. Hatta Ömer, göklerin ve yerin yedi günde yaratıldığı rivayeti hususunda Ebu Hureyre'yi döverek onu bu rivayeti nakletmekten menetmiştir. Ehl-i Sünnet, Buhari ile Müslim'e tam olarak güvendiği ve onların Sahihlerini, en doğru ve en muteber kitap olarak kabul edip Ebu Hureyre'yi de muhaddislerin ileri geleni ve Ehl-i Sünnet'in güvenilir ravisi olarak bildikleri sürece, inançlarını değişti- remezler. Bu ise ancak körü körüne taklitten vazgeçmeleri ve hidayet İmamları olan Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a.a.) Ehl-i Beyt'ine başvurmaları ve ilim şehrinin kapısına yönelmeleriyle mümkündür. Buna davet, sadece yaşlılara özgü olmayıp özellikle gençleri kapsamaktadır. Hakka
ulaşmak için körü körüne taklit etmekten vazgeçip delil ve mantığa yönelmelidirler.
2-İLAHİ ADALET, CEBR (ZORLAMA) İLE NASIL BAĞDAŞIR?
Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:
"Ve de ki: Hak Rabbinizdendir, isteyen iman eder, isteyen kifir olur."ı
"Dinde zorlama yoktur; artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrdmıştır."2
"Kim zerre miktarı hayır yaparsa, onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlerse, onu görür."3
"Sen sadece hatırlatıcısın, onların üzerinde zorlayıcı değilsin." 4
Bunca ayete rağmen Buhari ve Müslim'deki "Allah, kullarını yaratmadan önce onların fiillerini takdir etmiştir" şeklindeki rivayetleri nasıl kabul edebiliriz?
Buhari Sahih'inde şöyle yazar:
"Hz. Adem ile Hz. Musa karşılıklı konuştular. Musa ona dedi ki: "Ey Adem! Sen bizim babamızdın. Bizleri hüsrana uğratıp cennetten çıkardın." Adem ise dedi ki: "Ey Musa! Allah seni kelamına seçti ve eli ile sana yazdı. Şimdi Allah' ın beni yaratmadan kırk yıl önce takdir ettiği şeyden
--------------
1- Kehf Suresi /29.
2- Bakara Suresi /256.
3- Zi1zal Suresi / 8.
4- Ğaşiye Suresi /22.
dolayı beni mi kınıyorsun?" Böylece Adem üç kez delil getirerek Musa'yı yendi."ı
Müslim de Sahih'inde şöyle nakleder: "İçinizden her birinin yaratılışı anasının kamında kırk günde toplanır. Sonra kırk gün alaka (kan pıhtısı )dır. Sonra kırk gün muzğa (et parçası)dır. Sonra melek gönderilir ve ona ruhu üfler. Sonra o meleğe bu adamla ilgili dört şeyi, rızkını, ec elini, amelini ve saadete erenlerden olup olmayacağını yazması emrolunur. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a andolsun ki, içinizden bazıları, cennet ehlinin amellerini yapar ve cennetle onun arasında bir dirsek uzunluğundan fazla fasıla kalmaz. Ama kitabın takdiri ona galebe eder ve o cehennem ehlinin işini yapıp cehenneme gider.
Bazılarınız ise cehennem ehlinin işlerini yapar ve onunla cehennem arasında bir dirsekten fazla fasıla kalmaz. Ama kitabın takdiri galebe eder ve o, cennet ehlinin işlerini yaparak cennete gider."2
Aynı şekilde Müslim, Sahih'inde Aişe'den şöyle dediğini nakleder: "Resulullah, Ensar' dan birinin çocuğunun cena- zesine devet edildi. Ben: "Ey Resulullah, ne mutlu buna ki cennetin serçelerinden bir serçedir ve hiç günah işlememiş- tir." deyince, Resulullah şöyle buyurdu: "Böyle olmayabilir de ey Aişe! Allah bazılarını cennet için yaratmıştır ve onlar babalarının sülbünde iken cennet için yaratılmışlardır. Aynı şekilde bazıları da daha babalarının sülbünde iken cehen-
----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 157, Kader Kitabı; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 2042,h. 2652.
2- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 2036, h. 2643, Kader Kitabı; Sahih-i Buhari, c. 8, s.152.
Allah (c. c.) Hakkında / 45
nem için yaratılmışlardır."ı
Buhari, Sahih'inde der ki: "Birisi: "Ey Resulullah! Cennet ehli cehennemliklerden ayırt olunabilir mi?" diye sorunca, Resul-i Ekrem: "Evet" diye buyurdu. Adam: "Öyleyse niçin insanlar amel edip çaba harcarlar?" deyince, Peygamber: "Herkes yaratıldığı veya kendine kolaylaştırıldığı şeye göre amel eder." buyurdu." 2
Allah'ım! Sen bu zulümden yüce ve münezzehsin. Senin yüce kitabındaki ayetlere uymayan bu hadisleri nasıl doğrulayabiliriz ki? Oysa sen buyurmuşsun ki:
"Allah halka zulmetmez. Ama halk kendi nefislerine zulmederler." 3
"Doğrusu Allah bir zerre dahi zulmetmez.,"4
"VeRabbin hiç kimseye zulmetmez." 5
"Allah onlara zulmetmedi; ama onlar kendilerine zulmediyorlar.,"6
"Allah asla onlara zulmetmedi; ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlar."7
"Biz onlara zulmetmedik; onların kendileri zalim-
---------------
1- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 2050, h. 2662, Kader Kitabı.
2- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 153, Kader Kitabı.
3- Yunus Süresi /44.
4- Nisa Süresi /40.
5- Kehf Süresi /49.
6- AI-i İmran Süresi / 117.
7- Tevbe Süresi /70; Ankebut Süresi /40; Rum Süresi /9.
dirler."ı
"Bu ceza, onların yaptıkları yüzündendir; yoksa Allah kesinlikle kullarına zulmetmez.,"2
"Kim salih amel işlerse, kendisi içindir ve kim kötülük yaparsa, kendi aleyhinedir. Ve Rabbin kullarına zulmetmez.,"3
Hadis-i kudside de buyurmuşsun ki: "Ben zulmetmeyi kendime haram ettim. Size de haram ettim. Öyleyse zulmetmeyin."4
Allah'ın adalet ve rahmetine inanan bir Müslüman, Allah'ın, yarattıklarından dilediğini cennete, dilediğini cehen- neme götüreceğini, onların amellerinin takdir edildiğini ve herkesin yaratıldığı gayeye uygun işleri yapmaya ayarlandığını ve kulların seçenekleri olmadığını nasıl kabullenebi- lir? Bu rivayetler yalnız Kur'an-ı Kerim'le değil, ilam fıtratla, akıl ve vicdanla ve insanın en ufak hakkıyla çelişmektedir.
İnsanı tıpkı bir kukla gibi yapıp, kaza ve kader ile ellerini kollarını bağlayan ve sonunda onu yakıcı cehennem ateşine atan bir din e nasıl inanabiliriz ki?
Bu nasıl bir inançtır ki, insanı, akılları şaşırtıcı yenilikler getiren icat ve ilerlemeden alıkoymakta ve insan ancak yaratıldığı gayeye ait işleri yapmaya ayarlanmıştır iddiasıyla,
---------------------
1- Zuhruf Suresi /76.
2- EnfaI Suresi / 51.
3- Fussilet Süresi 146.
4- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1994, h. 2577; Tehzib-u Tarih-i Dimeşk, c. 7, s. 206; et-Takrib ve't-Terhib, c. 2, s. 475.
....
Allah (c. c.) Hakkında /47
onu mevcut durumla yetinen donuk bir yaratık haline getirmektedir. Sağlam akıllarla çelişen ve rahim olan Allah'ı bizlere sanki -haşa- zayıf ve güçsüz kulları sadece cehenneme atmak için yaratmış güçlü ve zorba bir varlık olarak tanıtan bu rivayetleri nasıl kabul edebiliriz? Hem de bütün bunları sadece güçlü olduğu ve dilediğini yapmaya kadir olduğu için yapmaktadır. Akıl sahipleri böyle bir Rabbe; hikmet sahibi, adil ve rahım diyebilirler mi?
Müslüman olmayan bilinçli insanlarla tartıştığımızda, Rabbimizin böyle sıfatları olduğunu ve dinimizin insanlar henüz doğmadan önce onların bedbahtlığına hükmettiğini öğrenirlerse, hiç Müslüman olup grup grup Allah'ın dinine girerler mi?
Allah'ım! Sen, Emevilerin bazı kötü amaçları ve çirkin hedefleri uğruna yaymış olduğu inançlardan münezzehsin. Şüphesiz her araştırmacı bunu bilir. Bu sözler, senin Kitabınla uzlaşmaz ve Resulün asla sana yalan isnat etmez. O, senin vahyine uymayan sözleri kesinlikle söylemez. Doğru- su Resulullah (s. a. a) şöyle buyurmuştur:
"Benden bir hadis naklolunduğunda onu Kur'an'a sunun. Eğer Kur'an'la uzlaşırsa, kabullenin ve eğer uzlaşmazsa onu duvara vurun."ı
Bu ve bunun gibi birçok hadisler Allah'ın Kitabına ve akla kesinlikle ters düşmektedir. Öyleyse Buhari ve Müslim nakletse dahi kabul edemeyiz. Bu batıl iddiayı reddetmek için şu delil yeterlidir: Tarih boyunca Allah, peygamberleri kulların fesatlarını ıslah etmek, onlara doğru yolu göster-
--------------
1- el-Kafi, c. 2, s. 222.
mek, onlara kitap ve hikmet öğretmek, salih oldukları takdirde onları cennetle müjdelemek ve aksi takdirde cehennemle korkutmak için insanlara göndermiştir. Allah'ın adaleti, lütfu ve rahmeti, bir firkaya peygamber gönderip delilini tamamlamadan onları azaplandırmamasını gerektir- mektedir. Allah'u Teala şöyle buyuruyor: "Kim hidayet olursa kendisi içindir ve kim sapıtırsa kendi nefsi aleyhindedir. Hiç kimse başkasının suçunu taşımaz. Ve bir resul göndermeden kimseye azap etmeyiz."ı
O halde Buhari ve Müslim'in ortaya koyduğu, Ehl-i Sünnet'in itikadını oluşturan daha önce de değindiğimiz gibi, "Allah kullarını yaratmadan önce amellerini yazmış; bazılarının cennete, bazılarının ise cehenneme gideceklerini takdir etmiştir" şeklindeki rivayetler sahih olursa, bu durumda artık Allah'ın, peygamberler gönderip kitaplar nazil etmesi boşuna olur. Ama Allah, bundan münezzehtir. Allah'ım! Seni doğru tanımadılar ve bu yüz- den senin hakkında böyle hüküm verdiler. Bu, büyük bir iftiradır "İşte bu, Allah'ın ayetleridir ki hak olarak sana tilavet ediyoruz. Allah, alemlere zulmetmeyi asla istemez."2
Bütün bunlara hidayet İmamlarının ve İslam ümmetinin rehberleri olan parlak ilahı yıldızların cevabı şudur: "Allah asla zulmetmez ve boş iş de görmez."
Geliniz ilim şehrinin kapısı Emir'ül-Müminin Ali'nin (a.s.) sözlerini dinleyelim. O, bu konuyu halk için açıkla- mıştır. Bu inanç, ilim şehrinin kapısını terkedenlere hala
--------------
1- İsra Suresi / 15.
2- Al-i İmmn Suresi / 108.
Allah (c. c.) Hakkında / 49
gizli kalmıştır.
Ashaptan birisi Hz. Ali'ye (a.s.) şöyle sordu: "Bizim Şam ehlinin savaşına gitmemiz, Allah'ın kaza ve kaderi ile miydi?"
Hz. Ali (a.s.) cevabında şöyle buyurdu: "Yazıklar olsun sana! Sen kaza'nın zorunlu ve kaderin kesin olduğunu mu zannediyorsun? Eğer öyle olsaydı, sevap ve günahın anlamı kalmazdı; müjde ve korkutma diye bir şey de olmazdı. Allah kullarına emretmiş, ama aynı za- manda onları serbest bırakmıştır. Allah onları bir işi yapmaktan nehyetmiş, ama bu, bir uyarıdan öteye geçmemiştir. Allah, kullarını kolaylıklarta yükümlü kılmış, onlara zorluk çıkarmamış ve az amele çok sevap vaad etmiştir. Kendisine karşı günah işlendiğinde yenik düşmüş değildir. Kendisine itaat edildiğinde de kimseyi itaate zorlamış değildir. Allah peygamberleri boşuna göndfrmedi, ilahi kitapları kullarına sebepsiz indirmedi, gökleri ve yeri ve onların arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadı. Bu, kafirlerin zannıdır ve kafidere cehennem ateşinden dolayı yazıklar olsun."ı
İmam doğru söylemiştir; Allah'a zulüm ve boş iş yapma nisbetİ verenleri acıkb azap beklemektedir.
Bir noktanın hatırlatılması gerekir ki, Ehl-i Sünnet Allah'ı zulüm ve abesten münezzeh bilir. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet'ten herhangi biriyle konuştuğunuzda asla Allah'a
------------------
1- Muhammed Abduh, Şerh-i Nehc'ü1-Be1ağa, c. 18, s. 227 - 229; Tarih-i Dimaşk, c. 3, s. 284, h. 1306.
zulüm isnat etmez. Ama Buhari ve Müslim'in naklettiği bu hadisleri de reddetmekte zorlanır ve çaresiz olarak bunların doğru olduğuna inanır. Bu nedenle, onlarla mantıkla tartış- tığınız zaman, bu konuların Allah'a zulüm nisbeti olmadı- ğını iddia eder ve derler ki: "O Rab' dir ve Rab, kulunda her türlü tasarruf hakkına sahiptir ve O yaptıklarından dolayı sorguya tutulmaz; yalnız kullar hesaba çekilirler."
"Allah Teala hiçbir zaman, bir kulunu yaratmadan önce, onun cehennem ateşine ya da cennete girmesine hükmet- mez. Çünkü böyle olursa artık cennete giden şahıs kendi amelleriyle değil, Allah'ın isteği ile cennete girmiş olur. Cehenneme giden kimse de amelleri sonucu değil, Allah'ın iradesiyle cehenneme girmiş olur. Bu da kullara zulüm değil mi? Aynı zamanda bu, Kur'an'a ters düşmüyor mu?" diye Ehl-i Sünnet'ten birine sorduğunuz zaman; "Allah, ıstediği her şeyi yapar." diye cevap verir ve siz onun bu çelişik tutumundan bir şey anlayamazsınız. Bir Sünniye göre Kur'an'dan sonra en sahih kitap, Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'dir. Ama bu iki kitapta öyle ilginç şeyler vardır ki, Müslümanları birçok zorluklara itmektedir.
Şüphesiz, Emeviler ve daha sonra Abbasiler, kendi çir- kin siyasetleriyle uzlaşan inançları ve bidatleri yayma konu- sunda başarılı olmuşlardır. Onların eserleri bugüne kadar devam etmiş ve Müslümanlar da onları Peygamber'in sahih hadisleri sanarak en aziz ve kutlu miras olarak kabul etmiş- lerdir. Ama eğer Müslümanlar onların kendi siyasetleri için Peygamber' e ne kadar yalan isnat ettiklerini bilselerdi, özellikle Kur'an'la çelişen o hadisleri asla kabul etmezlerdi.
Allah Teala, Kur'an-ı Kerim'i bizzat koruyacağını vaad ettiği, ayrıca Kur'an'ın, sürekli mushaflarını Peygamber' e
Allah (c.c.) Hakkında / 51
sunan ashabın yanında mahfuz olduğu için Kur'an'ı tahrif
edemediler. Ama Peygamberimizin pak sünnetine el uzata- rak ellerinden geldiğince onu bozmuş ve istedikleri hadis- leri istedikleri şahıs hakkında uydurmuşlardır. Onlar, Kur'an'ın ve doğru sünnetin koruyucuları olan Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine (a.s.) düşman oldukları için her olayda bir hadis uydurup Peygamber' e isnat ederek çeşitli hilelerle, Müslümanlara bunların en muteber hadisler olduğunu kabul ettirdiler. Halk da iyi niyet göstererek bu hadisleri nesilden nesil e aktardılar.
İnsaflı konuşacak olursak, bu hile ve komplonun diğer kurbanı da Şiiler olmuştur. Onlarda da Peygamber ve İmamlar' a isnat edilen birçok hadislerde aynı durum söz konusudur. Sözün kısası, tarih boyunca ne Şia, ne de Ehl-i Sünnet bu hile ve oyunlardan uzak kalarnamıştIr. Fakat Ehl-i Sünnet' e kıyasla Şiiler, üç yönden daha özgün bir konumda olmuş ve bu nedenle inançları Kur'an, sünnet ve akla daha uygun olmuştur.
Bu özelikler şunlardır:
1- Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine mutlak bağlılık. Çünkü Şiiler, hiç kimseyi Ehl-i Beyt'e tercih etmezler. Allah'ın her türlü günah ve pislikten koruduğu ve tertemiz kıldığı Ehl-i Beyt'in makam ve mevkii ise hepimiz ce bilinmektedir.
2- Ehl-i Beyt İmamları olan on iki masumun üç asır bo- yu varlığı ve bütün inanç ve hükümlerde sözlerinin birbiriy- le uzlaşması. Ehl-i Beyt İmamlarının hiçbir konuda birbiriy- le ihtilaf etmemeleri, Şiilerin Allah'ın hükümlerini kolaylık- la ve açıkça anlamalarına sebep olmuş ve hiçbir çelişkiye düşmeden inançlarında sabit kalmışlardır.
3- ŞiilerAllah'ın Kitabı dışında hiçbir kitabın tam olarak sahih olduğunu kabul etmez ve yüzde yüz sahih olan tek kitabın Kur'an olduğuna inanırlar. Şiiler en muteber kitap- ları olan Kafi' de bile birçok yanlış hadisin varlığından söz etmektedirler. Bu yüzden Şiilerin alim ve müçtehidleri, ancak metin ve sened bakımından doğruluğu sabit olan ve Kur'an ve akla ters düşmeyen rivayetleri kabul ederler.
Ama Ehl-i Sünnet alimleri sahih denilen kitapıara öylesine bağlıdırlar ki, onlardaki rivayetlerin hepsinin sahih olduğunu söylerler. Onların birçoğu hiç araştırmadan bu inancı kendilerinden öncekilerden miras olarak alırlar. Halbuki bu kitaplarda naklolunan birçok rivayetin hiçbir ilmi dayanağı olmayıp çelişik olduklan, bazılarının açıkça küfrü ifade ettiği, Kur'an ve Resulullah'ın (s.a.a.) ahlakı ve sünnetine ters düştüğü ortadadır. Hatta bu rivayetlerin bir kısmında Peygamber'in şanıyla bağdaşmayan yakışıksız isnatlar bile göze çarpmaktadır. Bu hususta araştırmacı kimsenin Mısırlı Şeyh Mahmud Ebu Reyye'nin Azvau Ale 's-Sünnet 'il Muhammediyye adlı kitabını okuması, Kütüb-ü Sitte'nin değerini anlaması için yeterlidir.
Allah'a şükürler olsun ki bugün birçok araştırmacı genç, bu yanlış bağlardan kurtularak hakkı batıldan ayırmaya başlamıştır. Hatta Sıhah-ı Sitte hakkında taassubu olan birçok yaşlı bile, bunlan yadsımaya başlamıştır. Ne var ki, bunların bu yadsımalarının sebebi, onlarda yanlış hadisler bulunduğunu kabul ettiklerinden değil, bu kitaplarda Şiilerin, ister inanç ve ister fıkıh konusunda, hak olduğuna dair delillerinin olduğunu gördüklerindendir. Çünkü Şiilerin inandığı her hükmün doğruluğu hakkında Kütüb-ü Sitte' de mutlaka bir veya birkaç hadis vardır.
Allah (c.c.) Hakkında / 53
Bu arada inatçı ve tutucu birisi bana şöyle dedi: "Mademki siz Şiiler Sahih-i Buharl'nin doğruluğuna inanmıyorsunuz niçin ondan bizim aleyhimize delil getiri- yorsunuz?"
Ben cevap olarak ona dedim ki: "Buhari'deki her şey doğru değildir, hepsi yanlış da değildir! Hak haktır, batıl ise batııdır. Bizim doğru olanları aymp seçmemiz gerekir."
Adam bana: "Doğru olanı yanlıştan ayırmak için özel bir mikroskobun mu var?" dedi.
Ben ona dedim ki: "Sende olandan fazlası bende yok. Ama ben Sünni ve Şiilerin ittifak ettiği şeylerin doğruluğu- na inanıyorum. Çünkü her iki grup da onun sıhhatini kabul etmektedir ve her grup diğerinden, ikisinin de inandıklarına uymalarını isteyebilir. Ama ihtilaf ettikleri konuda iki gruptan hiçbirisi, doğru olduğunu yalnızca kendisi kabul ettiği konuyu karşı tarafın da kabul etmesini isteyemez. Araştırmacı birinin bunu kabul etmesi de beklenemez. Ben, değişik yollarla aynı eleştirinin bir daha yapılmaması için size bir örnek vereyim: Şiiler Resulullah (s.a.a.) Gadir-i Hum'da (Veda haccından dönerken 18 Zilhicce'de) Hz. Ali'yi (a.s.) Müslümanların halifesi olarak ilan edip şöyle buyurduğunu iddia ederler: "Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım! Onun velayetini kabul edeni sev, onun düşmanına düşman ol."
Bu hadisi birçok Sünni alim; kendi tarih, siyer ve hadis kitaplarında nakletmiştir. Öyleyse Şiiler bu hadisle Sünnilere karşı delil getirebilirler.
Diğer taraftan Sünniler Resulullah (s.a.a.) ölüm döşe- ğinde Ebu Bekir'in halka namaz kıldırmasını isteyerek
şöyle buyurduğunu iddia etmekteler: "Allah, Resulü ve müminler, Ebu Bekir'den başkasını kabul etmezler."ı
Bu olay ve bu hadis ise hiçbir Şii kitabında geçmemek- tedir. Ama Şiiler şöyle rivayet ederler: Resulullah (s.a.a.), Ali'yi (a.s.) çağırttı. Aişe'nin bundan haberi olunca hemen babasını çağırttı. Resulullah (s.a.a.) bunu anlayınca Aişe'ye dönerek: "Sizler, Yusuru seven kadınlar gibisiniz."2 buyurdu ve kendisi mescide gitti, Ebu Bekir'e kenara çekil- mesini söyleyerek namazı kendisi kddırdı.
Bu durumda Ehl-i Sünnet' in, sadece kendi kitaplarında geçen ve birbirleriyle çelişen rivayetlerle Şiilere karşı delil göstermeleri doğru değildir. Hepimizin bildiği gibi Resulullah (s.a.a.), Ebu Bekir'i Üsame'nin komutanlığı ve bayrağı altına vermişti. Açıktır ki, Peygamber'in katılmadığı savaşlar olan seriyelerde ordunun komutanı aynı zamanda cemaatin de İmamıdır. Tarihte de görüldüğü gibi Peygamber'in vefatı esnasında Ebu Bekir Medine' de değildi. O sırada Ebu Bekir Medine dışında "Senh" denilen bir yerde on yedi yaşındaki komutanı Üsame'nin ordusuyla birlikte sefere çıkmaya hazırlanıyordu. Bu durumda Resulullah'ın onu cemaate İmam tayin etmesi olayına nasıl inanabiliriz? Bunu ancak Ömer bin Hattab'ın dediği gibi -Allaha sığını- rız- Peygamber'in sayıkladığını, ne yaptığını ve ne dediğini bilmediğini benimsediğimiz durumda kabul edebiliriz. Bu durumda araştırmacı bir insan tahkik ve araştırmasında ilahı takvaya uymalı, duyguları na kapılıp haktan ayrılmamalı, heva ve heves peşinde koşmamalı ve Allah yolundan uzak-
--------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 4, s.1857, h. 2387.
2- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 9, s. 197.
.......
Allah (c. c.) Hakkında /55
laşmamalıdır. Araştırmacı bir insan, hak başkasıyla olsa dahi hakkın karşısında teslim olarak kendisini bencil inaçlarından kurtarmalı ve Allah'ın Kur'an'da vasfettiği şu insanlardan olmalıdır: "Ey Peygamber! Sözü işitip de en iyisine uyan kulları müjdele. Onlar Allah'ın hidayet ettikleridir ve onlardır akıl sahipleri." 1
Bu durumda hem Yahudilerin, hem Hırıstiyanların ve hem de Müslümanların arasında bunca ihtilaf bulunduğu halde "hak bizimledir" demekle yetinmeleri doğru olamaz. O halde her araştırmacının bu dinlerin üçünü de araştırarak hangisinin doğru olduğunu bilmesi gerekir.
Aynı şekilde, Şii ve Sünnilerin, "hak yalnız bizimledir" demeleri de doğru değildir. Bunların arasında ihtilaflar vardır. Hak ise bir bütündür ve asla bölünemez.
Buna göre araştırmacı bir insan her iki grubun sözlerini inceleyerek birbiriyle karşılaştırmalı ve aklını hakem kılarak hakkı bulmalıdır. İşte Rabbimizin hak olduğunu iddia eden , herkese çağrısı şudur: "De ki: Eğer doğru söylüyorsanız delillerinizi getirin."2

Bir görüşün taraftarlarının çokluğu, onun haklı oluşunu göstermez; aksine bu haklı olmadığını gösterir.
Allah Teala buyuruyor ki: "Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna itaat etsen, seni Allah yolundan çıkarıp dalalete sürüklerler."3
Ve yine buyuruyor ki: "Sen ne kadar çalışsan da
--------------------
1- Zümer Süresi / 18.
2- Bakara Suresi / 111
3- En'am Süresi / 116.
halkın çoğu inanacak değildir."!
Nitekim teknoloji ve ilirnde ilerlemek ve zenginlik, batılıların hak üzere, doğuluların da batıl üzere olduğuna bir delil oluşturmaz. Allah Teala buyuruyor ki: "Onların malları ve evlatları seni şaşırtmasın. Çünkü Allah, malın ve evladın çokluğu ile onlara dünya hayatında azap verecek ve ölüm saatinde ise kafir olarak gidecekler."2
ZİKİR EHLİ'NİN ALLAH HAKKlNDAKİ GÖRÜŞÜ
İmam Ali (a.s.) buyuruyor ki:
"Hamd Allah'a ki, işlerin gizliliklerini bilir; açıktaki nişaneler de O'nu bildirir. Gören O'nu göremez; ama görmeyen göz de inkar edemez; nitekim O'nun varlığını ispat eden gönül de onu göremez. Yücelikte en üstündür; O'ndan üstün bir varlık olmaz; yakınlıkta en yakındır; O'ndan yakın bir var bulunamaz. Ne yüceliği, yarattığı bir şeyden uzaklaştırır O'nu; ne yakınlığı yarattıklarıyla eşit eder O'nu. Akıllara sıfat- larını sınırlamayı bildirmemiştir; ama O'nun varlığını, birliğini tanımaktan da onları perdelememiştir. Öyle bir vardır, birdir ki varlık nişaneleri, O'na şehadet eder, inadına inkar edenin gönlü bile varlığını ıkrar eyler. Allah, O'nu yaratıklara benzetenlerin, yahut inat edip inkar edenlerin söyledikleri sözlerden yüce mi yücedir."3
----------------
1- Yusuf Suresi / 103.
2- Tevbe Suresi 155.
3- Nehc'ül-Belağa, 49. hutbe.
Allah (c. c.) Hakkında / 57
"Hamd, Allah'a ki, halden hale girmez ki ahir olmadan önce evvel ve batın olmadan önce zahir olsun. O'ndan başka birlikle nitelendirilen her şey, azdır; üstün denen her varlık, zebundur, acizdir; kuvvetli denen, zayıftır, kuvvetsizdir; bir şeyin maliki, sahibi denen, kendisi memluktur, başkasınındır. O'ndan başka her bilgi sahibi, bilgisini başkasından elde et- miştir. O'ndan başka her gücü yetenin, gücü yeter de, yetmez de. O'ndan başka her duyan, yavaş ve uzaktaki sesleri duymaz, yüksek sesler de kendisini sağır eder. O'ndan başka her gören, gizli renklere, latif cisimlere karşı kördür, görmez onları. O'ndan başka her açık, gizlidir; her gizli, açıktır. Yarattığını, egemenliğini güçlendirmek için veya zamanın sonundan korktuğundan, ya da kendisiyle savaş halinde olan bir benzerine veya sahip olduğu varlığıyla övünen bir ortağına veya yaptığına karşı çıkan bir zıddına karşı üstünlük sağlamak için yaratmamıştır. Bütün yaratıklar, O'nun yetiştirdiği yaratıklar ve karşısında zelil olan kullardır.
O, nesnelerin içine girmemiş ki, onlardadır densin. Nesnelerden uzaklaşmamıştır ki, onlardan ayrıdır denebilsin. Yaratıkları yaratmak, onların halini tedbir etmek, O'nu yormamıştır. Yaratırken güçsüz ve aciz kalmamış, hüküm ve takdirinde şüpheye düşmemiştir. Takdiri yerindedir; bilgisi tamdır, muhkemdir;emri mutlaka yerine gelir. Azap eder, lütfu umulur. Nimetler verir, lütuflar eder; ama gene de azabından korku- lur."1
-----------------
1- Nehc'ül-Belağa, 65. hutbe.
58 / Zikir Ehline Sorun
"O'nun ilkliğinin başlangıcı, ebediliğinin sonu yoktur. O, her zaman var olan "Evvel"dir ve süresi olmayan "Baki"dir. Alınlar O'na secde eder; dudaklar birliğini söyler. Yarattığı şeyleri sınırladı, benzerlerinden ayırdı. Vehimler, düşünceler; sınırlar, hareketler, uzuvlar ve aletlerle O'nu takdir edemez. Hakkında "Ne zaman vardı?" denilemez; "Ne zamana kadar var?" diye de bir soru sorulamaz. Açıktır, ama görünmez. Gizlidir, ama "Neyin içinde?" denilmez. Cisim değildir; dolayısıyla bitişi olmaz. Perde arkasında değildir; dolayısıyla hiçbir şey onu kapsayamaz O, sırat takdir edenlerin, mekan tayin eyleyenlerin takdirinden münezzehtir; tayininden yücedir. Sınır, O'nun yarattıklarına aittir, O'nun dışındakilere isnat edilir. Nesneleri, ezeli ve ebedi olan maddelerden yaratmamıştır. Yarattığı her şeyin sınırını belirlemiş; şekil verdiği her şeye en güzel şekli vermiştir. Hiçbir şey O'na sırt çeviremez ve hiçbir şeyin itaatinden O'na bir yarar gelmez. Ölüp gidenleri bilmesi, kalan canlıları bilmesi gibidir; yüce göklerde olanları bilmesi, aşağılık yerlerde olanları bilmesi gibidir."1
-------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 163. hutbe.
İKİNCİ BÖLÜM
Peygamber (saa)'in Günah ve Hatadan Masum Oluşu
Zikir Ehli'nin Resulullah (saa) Hakkındaki Görüşü
RESULULLAH (S.A.A.)HAKKINDA
PEYGAMBER'İN GÜNAH VE HATADAN MASUM OLUŞU
Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a.) hakkında şöyle buyurur: "Ve Allah seni halktan korur." ı Yine buyuruyor ki: "O heva ve heves üzerine konuşmaz. Onun konuştuğu her şey vahiy iledir.,"2 Yine buyuruyor ki: "Peygamber size ne verdiyse, onu ahn ve sizi neden sakındırdıysa, ondan sakının."3
Bu ayetler Peygamberimizin her hususta masum olduğunu açıkça göstermektedir. Siz Ehl-i Sünnet ise onun sadece Kur'an'ı tebliğde masum olduğuna inanıyor, onun dışındaki konularda sıradan diğer insanlar gibi yanlışları ve doğruları olduğunu iddia edip, sözlerinizin ispatı için Sahihlerinizdeki bazı olayları şahit gösteriyorsunuz.
Sizler her zaman Allah'ın Kitabına ve Peygamber'in sünnetine uyduğunuzu söylüyorsunuz. Peki, hata ihtimali olan ve masum olmayan bir sünnete nasıl uyabilirsiniz?
----------------
1- Maide Suresi /67.
2- Necm Süresi /3.
3- Haşr Süresi /7.
Sizin bu inancınıza göre Kur'an' a ve sünnete sarılsak dahi, bu bizleri dalaletten tam olarak kurtaramaz. Özellikle Kur'an'ın nebevi sünnet ile yorumlanması gerekirken, bu durumda sünnetin, Kur'an'ın amacının dışında yanlış tefsir etmediğine nasıl güvenebiliriz?
Sünnilerden birisi bu görüşü savunurken bana dedi ki: "Resulullah, Kur'an'daki birçok ayetin hükmüne maslahat icabı muhalefet etmiştir."
Ben şaşırarak dedim ki: "Resulullah'ın Kur'an'a muhalefet ettiğine dair bir örnek verir misin?"
Bana şu cevabı verdi: "Kur'an, "Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüz kırbaç vurun."1 buyuruyor. Hal- buki Peygamber recmi (taşlanarak öldürülmeyi) emretti, oysa Kur'an'da böyle bir hüküm yoktur."
- Recm, evli olan erkek ve kadının yapmış olduğu zinanın cezasıdır. Ama yüz kırbaç, bekar olan kadın ve erkeğin cezasıdır.
- Kur'an'da evli veya bekar farkı gözetilmeksizin hüküm belirtilmiştir; hüküm mutlaktır.
- O halde Kur'an' daki her mutlak hükmü Resulullah (s.a.a.) açıkladığı zaman, Kur'an'a muhalefet mi etmiş oluyor? Şimdi yani Resulullah Kur'an'ın birçok hükmüne muhalefet mi etmiştir?!
Adam telaşa kapılarak şöyle dedi: "Yalnızca Kur'an masumdur. Çünkü Allah onu koruyacağını söylemiştir. Peygamber ise sadece bir insandır. Doğru veya yanlış yapabilir.
------------------------
1- Nur Suresi /2.
Resulullah (s.a.a.) Hakkında / 63
Nitekim Kur'an'da onun hakkında; "De ki: Ben sizin gibi bir insanım." buyuruluyor."
- Bu durumda sen niçin günde beş vakit (sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı) namaz kılıyorsun. Halbuki Kur'an namaz için vakit belirtmemiştir?
- Kur'an buyuruyor ki: "Namaz müminlere vakit ile yazılmıştır." Resulullah ise namazın vakitlerini açıklamış- tır.
- Peki niçin Peygamber' i namazların vakitleri konusunda onaylıyorsun da, zina edenin recmi konusunda onaylamıyorsun?
Konuşma süresince, adam beni bir mantık ve delile dayanmayan çelişkili sözleri ve safsatalarıyla ikna etmeğe çalışıp durdu. Örneğin diyordu ki: "Namaz konusunda asla şüphe edilmez. Çünkü Resulullah hayatı boyunca günde beş vakit namaz kılmıştır. Ama recm konusunda ona gü- venilmez. Çünkü ömrü boyunca bir veya iki kere bu işi uygulamıştır." Yine diyordu ki: "Resulullah, Allah'ın bir emrini uygularken hata yapmazdı, ama kendinden hüküm verdiğinde hata yapardı. Bu yüzden Resulullah bir şeye emrettiğinde sahabiler; "Bunu kendinden mi söylüyorsun, yoksa Allah'ın emri mi?" diye sorarlardJ. Eğer; "Allah'ın emridir." cevabını verirse, ashap tartışmasız kabul ederlerdi. Ama; "Benim kendi görüşümdür." dediği zaman ashap onunla tartışır, ona nasihat ederlerdi. Peygamber de onların nasihat ve öğütlerini kabul ederdi. Bazen Kur'an Peygamber'in değil de, ashabın görüşüne uygun olarak nazil olur- du. Örneğin; Bedir esirleri hususunda ve diğer meşhur birçok olayda olduğu gibi..."
Ben o adama birçok cevaplar verdiğim halde, maalesef hiçbir etkisi olmadı. Çünkü Sünni alimleri onun görüşünü kabul ediyordu. Sahihlerinde Peygamberimizin masumlu- ğuna gölge düşüren rivayetler vardır. Bu rivayetler, Peygamber'i akıllı bir komutandan veya sufilerin tarikat şeyhlerinden, hatta sıradan bir insandan daha aşağı bir mevkiye düşürüyor, desek abartmış olmayız. Bu Sahihleri okursak, Emevi propagandalarının bugüne kadar Müslümanları nerelere getirdiğini anlamakta güçlük çekmeyiz. Bunun ardındaki hedeflerinin ne olduğunu araştıracak olursak da, şu acı sonuca varırız:
Başta Muaviye bin Ebu Süfyan olmak üzere, Müslümanlara hüküm süren Emevi hükümdarlarının hiçbiri, Hz. Muhammed'in peygamberliğine ve onun Allah tarafından gönderildiğine bir an dahi iman etmemişlerdir. Onlar, Peygamber'in bir grup mustaz'afın ve özellikle de davetine yardımcı olan kölelerin onayı ile hükümdarlığı ele geçiren bir sihirbaz olduğuna inanıyorlardı. Bu sözüm bir zan ve sanı değildir. Çünkü kimi zanlar günahtır. Aksine Muavıye' nin kişiliğini, hayatı boyunca, özellikle hükümeti zama- nında neler yaptığını ve nasıl icraatta bulunduğunu anlamak için tarih kitaplarını incelediğimizde zannın yakine dönüş- tüğünli ve bunun tartışmasız bir gerçek olduğunu görürüz.
Hepimiz Muaviye'yi, babası Süfyan ve annesi Hind'i çok iyi tanıyoruz. Muaviye gençliğinde, babası Ebu Süfyan ile birlikte çeşitli savaşlarda Peygamber' e karşı kılıç sallamış ve onun davetini yıkmak için bütün gücünü harcamıştır. Planları suya düşüp de Peygamber onlara galip gelince gerçekte iman etmeyip teslim oldular. Ama Resulullah, onlara "Tulaka" (azadı köleler) adını vererek hatalarından
Resulullah (s.a.a.) Hakkında /65
geçti. Resulullah'ın vefatından sonra babası Ebu Süfyan bir fitne çıkararak İslam'ın kökünü kazımak istedi. Bu yüzden gece yarısı Hz. Ali'nin (a.s.) evine gelerek, onu Ebu Bekir ve Ömer'e karşı koymaya davet etti. Ali (a.s.) onun kötü niyetini bildiğinden yanından kovdu. Bu yüzden o, tıpkı yaralı yılan gibi İslam ve Müslümanlara karşı büyük bir kin besledi. Amcası oğlu Osman halife olunca içindeki küfür ve nifakı açıklayarak şöyle feryad etti: "Ey Ümeyye Oğulları! Hilafeti tıpkı bir top gibi birbirinize pas verin. Ebu Süfyan'ın yemin ettiği şeye andolsun ki ne cennet vardır, ne de cehennem."ı
İbn-i Asakir, Tarih'inde Enes'ten şöyle nakleder; "Ebu Süfyan kör olduktan sonra Osman'ın da bulunduğu bir yerde, "Burada kimse var mı? (Yani yabancı birisi var mı?)" diye sordu. "Hayır." denilince şöyle dedi: "Allah'ım! İşi cahiliye dönemindeki gibi yap. Hükümeti gaspettir. Bütün dağları Beni Ümeyye'nin eline ver."2
Sen Ebu Süfyan oğlu Muaviye'nin kim olduğunu biliyor musun? Onun Hz. Muhammed'in (s.a.a.) ümmetine önce Şam' da, sonra da zorla gasp ettiği hilafet makamında neler yaptığı anlatmakla bitmez. Tarihçiler onun Kur'an'a ve sünnete ihanetlerini, ilahi ve şer'i hudutları çiğnemesini ve kalemlerin yazmaya ve dillerin söylemeye utandığı çirkin amellerini yazmışlardır. Ama bizler kalpleri Muaviye'nin sevgisiyle dolup taşan Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin duygularına dokunmasın diye bunları zikretmekten çekiniyoruz.
-------------------
1- Tarih-i Taberi, c. ıo, s. 58; Müruc'üz-Zeheb, c. 2, s. 343.
2- Tarİh-İ Dimaşk, c. 23, s. 471; Tehzib-İ İbn-i Asakir, c. 6, s.409.
Yine de onun nübüvvet sahibi Resulullah hakkındaki düşüncelerini zikretmeden geçmeyeceğiz. O, bu konuda babasının inançlarından kurtulamamıştır.
Muaviye, zina ve fücurla meşhur olan ve Hz. Hamza' nın ciğerini yiyen annesi Hind'in sütünü içmiştir.ı Nitekim münafıklığı da, bir an bile siyah kalbine İslam dini girme- yen, münafıkların başı olan babasından miras almıştır.
Babası Ebu Süfyan'ın kalbindekileri öğrendiğimiz gibi, şimdi de aynı sözü daha münafıkça bir metodla tekrarlayan Muaviye'nin içindekileri öğrenelim.
Mutavvıf bin Muğayre bin Şu'be der ki: Babam Muğayre ile birlikte Muaviye'nin yanına gittim. Babam her zaman onunla konuşup müşavere eder ve Muaviye'nin şuur ve kurnazlığını bana anlatıp şaşırırdı. Bir gece babamı üzüntülü gördüm. Akşam yemeğini dahi yemedi. Aradan biraz geçti. Bir ara bizim yaptıklarımıza üzülebileceğini düşünerek:
- "Babacığım, niçin bu gece üzgünsünüz? Sizi üzen bir durum mu var?" dedim.
- "Oğlum! İnsanların en kötüsünün yanından geliyorum. " dedi.
- "Kimdir o?" diye sorunca şöyle dedi:
- "Muaviye ile yalnız kaldığımda ona dedim ki: "Ey Müminlerin Emiri! Sen artık hedefine ulaşmışsın. Ayrıca yaşlanmışsın da. Artık adalet göster, hayır işlerde bulun.
---------------------
1- Zemahşeri, Rebi'ul-Ebrar, c. 3, s. 551, Bab'ul-Karabat ve'l- Ensab; İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 1, s. 336.
Resulullah (s.a.a.) Hakkında / 67
Akrabaların olan Haşim OğuIlarına karşı biraz iyi davran. Onlar hakkında akrabalık hakkını gözet. Vallahi artık onların seni korkutacak bir şeyleri yoktur. Bunun anısı ve sevabı sana kalacaktır."
Bunun üzerine Muaviye bana dedi ki: "Asla, asla! Ben hiçbir ödül ve sevap istemiyorum. "Teym" kabilesinden olan (Ebu Bekir) hüküm sürdü, adaletle davrandı ve yaptığını yaptı; ama ölmesiyle adı şanı da silinip gitti. Biri kalkıp adını anarsa, o başka. "Adiy" kabilesinden olan (Ömer), on yıl hüküm sürdü, çalışıp çabaladı; ama ölür ölmez adı da yok oldu. Biri kalkıp adını anarsa, o başka. Sonra kardeşimiz Osman halife oldu. Her açıdan eşsiz olan o da, istediklerini yaptı; onlar da istedikleri her şeyi onun başına getirdi- ler. Vallahi o da ölünce, adı da, başına gelenler de unutuldu gitti. Ama Haşim Oğullarından olanın (yimi Peygamber'in) adı her gün beş kez anılarak; "Eşhedü enne Muhammeden Resulullah" denilmektedir. Anan sana ağıt yaksın, bu varken bana ne ad, ne şan kalır ki?! Ama andolsun Allah'a, bu adı mutlaka toprağa gömeceğim!"ı
Kahrolsun senin adın ve yazıklar olsun sana ey Muaviye! Sen bütün gücünle ve elindeki onca beytülmal ile Resulullah'ın (s.a.a.) adını mı defnetmek istiyorsun? Allah'a şükürler olsun ki, bütün planların suya düştü. Çünkü Allah senin gibilerin pususundadır. O, Peygamberi hakkında şöyle buyurmaktadır: "Ve biz senin anını yücelttik." Sen, Aziz Rabbimizin yücelttiği bir kimsenin ad ve şanını gömebilir
-------------
1- Kitab'ul-Muvaffakiyyat, s. 576 - 577; Mes'udi, Müruc'üz- Zeheb, c. 3, s. 454; İbn-i Ebi'I-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 5, s. 129 - 130; el-Gadir, c. ıo, s. 283 - 284.
misin? Ne istiyorsan yap; bu yolda bütün çabanı harca. Ama bil ki, Allah'ın nurunu üfleyerek söndüremezsin; Allah senin nifakına rağmen nurunu tamamlayacak ve bütün alemi onun nuruyla aydınlatacaktır.
Dünyanın batısının ve doğusunun hakimi sen değil miydin? Peki ölür ölmez adın ve şanın niçin silindi ve neden hiçbir şeyin geride kalmadı? Sadece yaptığın kötü ameller anıldı ve sen Resulullah'tan da duyulduğu gibi İslam'ın kökünü kazımak istiyordun.l
Diğer taraftan sen ve emrin altındaki Ümeyye Oğullarının engellemesine rağmen asırlar ve nesiJler boyunca Haşim Oğullarından Hz. Muhammed bin Abdullah'ın (s.a.a.) adı baki kaldı ve kıyamete kadar adı yücelikle anılacaktır. Sizler engellemeye çalıştıkça onların yücelik ve azametleri arttı. Dindeki bunca bidatiniz yüzünden kıyamet günü Allah'ın gazabına uğrayacak ve hakkettiğiniz cezayı çekeceksiniz.
Şarap içen ve açıkça günah işleyen oğlu Yezid bin Muaviye'ye gelince; o da babasının inançlarını miras olarak almıştı. O, babasından alçaklığı, zina etmeyi, şarap içmeyi, kumar oynamayı miras olarak almıştı. Eğer o bu vasıfları babasından miras olarak almış olmasaydı, babası kesinlikle hilafeti ona bırakmaz ve onu Müslümanlara musallat etmezdi. Yezid'in ne malolduğunu herkes biliyordu. Şüp- hesiz, Muaviye hayatını ve ele geçirdiği bütün haram mal- ları İslam' ı ve gerçek Müslümanları yok etmek için harca- mıştı. Onun, Peygamberimizin adını defnetmek için çaba harcadığını az önce gördük. Allah'a hamdolsun ki o, bu işi
------------------------
1- Kitab-u Sıffin, s. 44.
Resulullah (s.a.a.) Hakkında / 69
yapamadı; ama Peygamber' den intikam almak için onun amcası oğlu, vasisi ve halifesi olan Ali (a.s.) ile savaştı ve nihayet sonunda Hz. Ali (a.s.) şehit oldu. Zorla, nifak ve hile ile halife olan Muaviye, halkın arasına uğursuz bir bidat sokarak, bütün beldelerdeki kiralık adamlarına emir göndererek minberlerde Hz. Ali ve Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine lanet okumalarını istedi. Böylece o, Resulullah'a (s.a.a.) küfretmek ve lanet okumak istiyordu. ı Onun planları uygu- lanamayıp eceli geldi ve çirkin hedeflerine ulaşamadı. Fakat kendisinin ve babasının yolunu devam ettirmesi, İslam'ı yok edip cahiliyeyi ihya etmesi için, oğlu Y ezid' i İslam ümme- tinin başına halife olarak getirdi.
Fasık ve günahkar biri olan Yezid hilafet makamına otu- rarak, babasının hedefi doğrultusunda çalışmak için kolları sıvadı. İlk olarak Peygamberimizin şehri olan Medine' de istedikleri her şeyi yapmaları için askerlerini üç gün serbest bıraktı. Onlar da sahabenin en ileri gelenlerinden binler- cesini öldürüp Müslümanların ırz ve namuslarına saldırdılar. Yezid daha sonra Peygamberimizin güzel kokulu gülü olan Hz. Hüseyin'i, Peygamber'in Ehl-i Beyti ve ümmetin yıldızları ile birlikte şehit edip pak Ehl-i Beyt'in özgür kız ve kadınlarını esir etti. "İnna Iili ah ve inna ileyhi raciun."
-----------------------
1- İbn-i Abdurabbih, "el-Ikd'ül-Perid" adlı kitabında (c. 4, s. 366) der ki: "Muaviye minberde Hz. Ali 'ye lanet okudu ve bütün vaIilerine de ona hlnet okumalarını emretti. Onlar da lanet okudular. Peygam- benmizin eşi Ümmü Seleme, Muaviye 'ye bir mektup yazarak şöyle dedi. "Siz minberde Ali'ye ve Ali'yi seven herkese lanet ettiğiniz için AIlah'a ve Resulüne küfrediyorsunuz. Ben Allah ve Resulünün, Ali'yi sevdiğine şehadet ederim." Ama Muaviye onun sözlerine kulak asmadl. "

2
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr

Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr
Eğer Allah onu helak etmeseydi, o korkunç cinayetleri ve fesatları ile İslam'ı ve Müslümanları mutlaka yok ederdi. Ancak burada bizim için önemli olan, tıpkı dedesi ve babası gibi onun da inancının iç yüzünü öğrenmektir.
Tarihçilerı şöyle yazıyorlar: Uğursuz "Harre Olayı"nda çocuklar ve kadınların dışında binlerce Müslüman öldürül- dü; bine yakın genç kıza tecavüz edildi; kocasız bin kadın hamile kaldı. Nihayet binlerce insan Medine' de Yezid' in kölesi olarak ona biat etti ve biat etmeyenler ise öldürüldü. Tarihte Moğollar'ın, Tatarlar'ın ve hatta bugün İsrailliler'in dahi yapmadıkları bu cinayetlerin haberi Yezid' e ulaştığında sevinç çığlıkları atarak Uhud savaşından sonra İbn-i Zab'eri'nin okuduğu şu şiiri okudu:
Keşke Bedir'de helak olan babalarım yaşasaydılar da düşmanlardan nasıl intikam aldığımı görseydiler ve sevinip feryad ederek şöyle deseydiler: "Ey Yezid! Ellerin dert gör- mesin. Helal olsun sana." Biz onların ileri gelenlerini bugün öldürdük ve Bedir'de yere düşen bayrağımızı doğrulttuk. Eğer Ahmed'in oğullarından intikam almazsam, babamın oğlu değilim. Haşim Oğulları saltanat ve hükümetle oynadılar. Yoksa ne bir haber gelmiş, ne de vahiy inmiştir.
Allah ve Resulünün ilk düşmanı olan dedesi Ebu Süfyan ise açıkça şöyle ilan etmişti: "Ey Ümeyye Oğulları! Hilafeti tıpkı bir top gibi birbirinize pas verin. Ebu' Süfyan'ın yemin ettiğine andolsun ki, ne cennet vardır, ne de cehennem."
Allah ve Resulünün ikinci düşmanı olan Muaviye ise
-------------
1- Belazun, Ensab'ul-Eşraf, c. 4, 2. Bölüm, s.30-42; Lisan'ul- Mizan, c. 6, s. 294; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 8, s. 217 - 221.
Resulullah (s.a.a.) Hakkında /71
ezanda "Eşhedü enne Muhammeden Resulullah" cümlesini duyunca şöyle diyordu: "Anan sana ağıt yaksın, bu varken benim adım mı anılır?! Bu adı mutlaka defnedeceğim!"
Ve nihayet, Allah ve Resulünün üçüncü düşmanı olan oğlu Yezid de açıkça Haşim Oğullarının birkaç gün hükü- met sürdüğünü, vahiy ve kitap diye bir şeyin nazil olmadı- ğını feryat ediyordu.
Böylece onların Allah'a, Resulüne ve İslam'a olan inançlarının içyüzünü öğrenmiş olduk. İslam'ın temellerini yok edip, Peygamber' e ihanet etmek isteyen bu insanların az bir bölümüne değindiğimiz kötü işlerini sayacak olursak, sırf Muaviye'nin yaptıkları kalın bir cildi doldurur. Muaviye'nin yaptıklarını örtbas etmek için, Ümeyye Oğul- larının malları sayesinde kör ve sağır olan ve ahiretlerini onların dünyası için satan alimlerin, hakkın b&tıla karışması yolundaki tüm çabalarına rağmen, tarihte Muaviye'ye rezalet ve alçaklıktan başka bir şey kalmadı. Eğer Müslümanlar gerçeği bilselerdi, Ebu Süfyan, Muaviye ve Yezid'i Ianetten başka bir şeyle anmazlardı.
Bizim için burada önemli olan, yüz yıl Müslümanlara hüküm süren Emeviler ve taraftarlarının Müslümanların inanç, ahlak, amel ve ibadetlerini bozmuş olmalarıdır. Aksi halde, ümmetin hakka yardım etmeyip Allah'ın velilerini yalnız bırakmalarını, Allah ve Resulünün düşmanlarıyla birlikte olmalarını, azatlı oğlu azatlı Muaviye'nin, Resulullah'ın (s.a.a.) makamını temsil eden hilafete geçmesini nasıl yorumlayabiliriz?! Ömer bin Hattap halife olduğu zaman halk ona her zaman, "eğer yanlışlık yaparsan kılıçla seni öldürürüz" diyorlardı yalanını uydurdular. Görüyoruz
ki Muaviye hakkında da şöyle yazıyorlar: Muaviye halife olduktan sonra Peygamber'in sahabelerini toplayarak ilk hutbesinde şöyle dedi; "Ben, namaz kılıyorsunuz ve oruç tutuyorsunuz diye sizinle savaşmadım. Ben sadece size hükümet etmek istiyordum ve şu an bu makama ulaştım."ı O sırada kimsenin nefesi çıkmıyordu ve hiç kimse ona itiraz etmedi. Tam tersine herkes ona uyarak onun ardısıra gitti- ler. Öyle ki, Muaviye halife olduğu zaman o yıla "Cemaat yılı" dediler. Gerçekte o yıl, ayrılık ve tefrika yılı olmuştur.
Yine görüyoruz ki fasık ve günahkar olan oğlu -ki herkesçe biliniyordu- Yezid'i halife olarak tayin edişi, o insanlar tarafından kabul ediliyor. Çok az ve salih insanlar dışında ne ona karşı çıkıyorlar, ne de aksi bir tepki gösteriyorlardı. Onlar da "Harre" de Yezid tarafından öldürüldüler ve geri kalanlar ise köle ünvanıyla ona biat ettiler.
Biz bu olayları nasıl yorumlayabiliriz? Ümeyye Oğullarının fasık ve cinayetkarları olan Mervan bin Hakem ve Velid bin Ukbe gibileri, müminlerin rehberliği ve emirliği makamına nasıl geçebilir?
İş öyle bir hadde varıyor ki, müminlerin sahte rehberleri askerlerini Resulullah'ın şehri Medine-i Münevvere'de istediklerini yapmaları ve ihanetler etmeleri için serbest bırakıyorlar; hatta Kabe'yi ateşe verip yakıyor ve Allah'ın emin hareminde ashabın en ileri gelenlerini şehit ediyorlar. Bunlardan çok daha kötüsü Emir'ül-Müminin adı altında Resulullah'ın (s.a.a.) sevgili torunu Hz. Hüseyin'in (a.s.) kanını dökmekle Resulullah'ın (s.a.a.) kanını döküyor, masum kızlarını esir ediyorlar, ama ümmetten kimsenin kılı
---------------
1- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 16, s. 46.
....
Resulullah (s.a.a.) Hakkında /73
kıpırdamıyor ve Resulullah'ın (s.a.a.) torunu cennet genç- lerinin efendisi kendisine yardımcı bulamıyordu.
Daha sonra iş öyle bir hadde varıyor ki Allah'ın Kitabını parçalıyorlardı. Velid-i Emevi küstahça, Kur'anı parçalaya- rak, şöyle diyor: "Kıyamet günü Rabbinin huzurunda de ki: 'Velid beni okla parça parça etti.",ı
Onlar bununla da yetinmeyerek başka şehirlerdeki minberlerde de Hz. Ali'ye (a.s.) lanet okunmasını emrettiler gerçekte ise onların Resulullah' a lanet okumaktan başka hedefleri yoktu. Onların bu ameline ise kimse itiraz etmiyordu. O'na lanet okumaktan kaçınanlar ya kılıçtan geçiriliyor veya ipe çekiliyor ya da bedeni parçalatılıyordu.
Veya daha kötüsü açıkça halkın önünde şarap içip zina ediyorlar, müzik çaldırıp dansöz oynatıyorlardı. Bu konuda ne söylesek azdır.
Görüldüğü gibi, İslam Ümmetinin durumu, bu insanlar zamanında böylesine haktan sapıyor, alçalıyor ve İslam'a uygun olmayan bir tutum sergiliyordu. Ve bu da Peygamberimizin yüce şahsiyeti ve masumluğunu ortaya koymaktadır. Bizim burada anlatmak istediğimiz de işte budur.
Burada ilgimizi çeken ilk şey, üç halife Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın hadis yazmayı ve nakletmeği yasaklamış olmalarıdır.
Ebu Bekir kendi hilafeti döneminde halkı toplayarak şöyle söylüyor; "Siz Peygamber' den hadisler nakledip ihtilaf ediyorsunuz. Sizden sonrakiler ise daha fazla ihtilaf
------------------------
1- Hayat'ul-Hayvan, c. 1, s. 72, Müruc'üz-Zeheb, c. 3, s. 216.
edecektir. Öyleyse sizler Peygamber'in hadislerini nakletmeyin. Eğer birisi size birşey soracak olursa şöyle söyleyin: Bizimle sizin aranızda Allah'ın Kitabı vardır, onun helalini helal, haramını ise haram bilin.'"
Aynı şekilde, Ömer bin Hattap da halkın Peygamber'den duyduğu hadis-i şerifleri nakletmesini yasaklamıştı.
Kurza bin Kab der ki:
"Ömer bin Hattap bizi Irak' a gönderdiğinde yolun bir bölümünü bizimle birlikte geldi ve dedi ki: "Biliyor musunuz niçin sizinle geldim?"
Biz; "Herhalde bize saygı gösterdiğin içindir." dedik.
Ömer şöyle dedi: "Bundan başka, size şunu söylemek istedim: Siz öyle bir şehre gidiyorsunuz ki, ondan arı vızıltısı gibi Kur'an sesleri duyulmaktadır. Sakın onları hadislerle meşgul ederek Kur'an okumaktan alıkoymayın. Kur'an'ı onlara tecvitle okuyun. Resulullah'tan hadis nakletmeyi azaltın; bunun bir vebali olacaksa, ben vebaline ortağım."
Kurza der ki: "Ömer'in bu sözünden sonra artık tek bir hadis dahi nakletmedim."
Irak' a varınca da halk ondan hadis nakletmesini istediler. Ama Kurza; "Ömer bunu bize yasakladı." dedi.2
İbrahim bin Abdurrahman bin Avf der ki:
"Ömer bin Hattap, ashabı her yerden toplayarak onlar-
----------------------
1- Zehebi, Tezkiret'ül-Huffaz, c. 1 , s. 2-3.
2- Sünen-i İbn-i Mace, c. 1, s. 12; Sünen-i Daremi, c. 1 s. 85; Tezkiret'ül-Huffaz, c. 1, s. 7.
Resulullah (s.a.a.) Hakkında /75
dan Resulullah'ın hadislerini halka nakletmemelerini isteyerek; "Ben ölünceye kadar yanımda kalacak ve benden uzaklaşmayacaksınız." dedi. Onlar da, o ölünceye kadar ondan ayrılmadılar.'"
Hatip Bağdadi ve Zehebi Tezkiret 'ül-Huffaz' da şöyle naklederler: "Ömer bin Hattap, ashaptan Ebu Derda, İbn-i Mes'ud ve Ebu Mes'ud Ensari'yi Resulullah'tan fazla hadis naklettikleri için Medine' de hapsetti? Yine, Ömer bin Hattap ashaptan, yanlarındaki hadis kitaplarını getirmelerini istedi. Onlar, Ömer'in hadislerdeki ihtilafları ortadan kaldırmak için onları bir araya toplamak istediğini zannederek kitaplarını getirdiler. O da hepsini yaktı. 3
Ondan sonra Osman geldi. O da aynı yolu devam ettirerek halkı uyarıp şöyle dedi: "Hiç kimsenin Ebu Bekir ve Ömer'in zamanında duyulmayan rivayetleri nakletmeye hakkı yoktur.,"4
Onlardan sonra sıra Muaviye bin Ebu Süfyan'a geldi. Muaviye hilafet makamını ele geçirir geçirmez minbere çıkarak dedi ki:
"Ey insanlar! Ömer zamanında duyulmayan bir hadisi sakın Resulullah'tan nakletmeyin."5
Peygamberimizin hadislerinin naklolunmasındaki yasa-
----------------
1- Kenz'ül-Ummal, c. ıo, s. 292.
2- Tezkiret'ül-Huffaz, c. 1, s. 7; Hatib Bağdadi, Takyid'ul-İlm, s. 51.
3- İbn-i Sa'd, et-Tabakat'ul-Kubra, c. 5, s. 188.
4- Müntahab-u Kenzi'l-Ummal (Müsned-i Ahmed'in hamişinde), c. 4, s. 64.
5- Hatib Bağdadi, Şeref-u Ashabi'l-Hadis, s. 91.
ğın içinde, mutlaka zamanın şartlarının gerektirdiği bir sır vardır. Yoksa, Ömer bin Abdülaziz zamanına kadar devam eden bu yasağın başka ne sebebi olabilir ki?!
İşte burada şu neticeye varabiliriz ki, Ebu Bekir ve Ömer, Peygamber'in hilafet hakkındaki net hadislerinin etraftaki şehir ve kasabalara ulaşarak gerçeğin ortaya çıkıp kendilerinin şeriata aykırı olarak hilafete oturduklarının ve hilafetin Ali bin Ebi Talib'in hakkı olduğunun anlaşılmasından korktukları için Peygamberimizin hadislerini yasakladılar. Bu konuda daha fazla bilgi için "Doğrularla Birlikte" adlı kitabımıza başvurabilirsiniz.
Ömer bin Hattab' ın hilafet konusunda farklı ve çelişik tutumları gerçekten insanı hayrete düşürmektedir. Bir yerde, Ebu Bekir'e kendisi halktan zorla biat aldığı halde şöyle dediğini görüyoruz: "Ebu Bekir'e biat çok acele bir karardı, Allah onun şerrini bertaraf etti." Başka bir yerde ise, kendisinden sonra halife seçimi için altı kişilik şura oluştururken şöyle diyor: "Eğer hilafeti Ali bin Ebi Talib'e verseler, halkı mutlaka doğru yola hidayet eder." Halkı hidayet edebilecek tek şahsın Ali bin Ebi Talip olduğunu itiraf ediyorsa, peki neden onu halife olarak tayin etmiyor?!
Böylece en azından ümmet-i Muhammed' e hayırlı bir hizmet yapmış olurdu. Ama görüyoruz ki, hemen görüşünü değiştirip oylar eşit olduğunda Abdurrahman bin Avf'ın tarafını tercih ediyor. Bir başka yerde de; "Ebu Hüzeyfe'nin azatlısı Salim yaşıyor olsaydı, onu size halife olarak tayin ederim." diyor.
--------------
I- Tarih-i Taberi, c. I, s. 227. Ebu Hanife bu rivayete dayanarak Arap olmayanların da halife olabileceğini söylemiştir ve böylece
Resu/ullah (s.a.a.) Hakkında / 77
Gerçekten Ömer'in tutumu bizi şaşırtıyor! Resulullah'ın (s.a.a.) hadislerinin naklini yasaklıyor; bu yasağın delinmemesi için ashabı hapsediyor, Medine' den çıkmalarını engelliyor; adamlarını başka yerlerdeki insanlara hadis öğretme- me konusunda uyarıyor ve ashabın hadis dolu kitaplarını bir araya toplayarak yakıyor!
Ömer bin Hattap, Resulullah'ın sünnetinin Kur'an'ın açıklayıcısı olduğunu bilmiyor muydu?! Ömer, Allah'ın şu ayetini okumamış mıydı: "Halka nazil olanı onlara açık- layasm diye, sana Zikr'i indirdik.,,?!ı Yoksa Ömer, Resulullah'ın anlamadığını mı Kur'an' dan anlamıştı?! İşte burada bazı heva ve hevesine uyanlar, Kur'an'ın çoğu zaman Ömer'in görüşüne uygun ve Peygamber'in görüşü- ne aykırı olarak nazil olduğunu söylerler. Gerçekten bunlar hakkı anlamadan ne de büyük konuşuyorlar!
İşte bu yüzden Buhari'de, Ammar-ı Yasir'in, Peygamber'in kendisine teyemmümü öğrettiği hususundaki rivaye- tini Ömer'in kabul etmediğini ve Ammar' ın da korkudan; "Eğer izin vermezsen, söylemem." dediğini okurken hep hayret ederdim.2
Belli oluyor ki, Ömer Resulullah'ın hadislerini rivayet edenlere karşı sert davranıyor ve onlara eziyet ediyordu. Daha önce aktardığımız gibi Kureyş'ten olan ashap dahi
-----------------
Resulullah'ın (s.a.a.); "Hilafet, Kureyş'ten başkasmda olmaz." şeklindeki hadisine muhalefet etmiştir. Bu nedenle de Osmanlılar başa geçince, Ebu Hanife'nin mezhebini seçerek ona İmam-ı Azam dediler.
1- Nahl Suresi /44.
2- Sahih-i Buhari, c. I, s. 95-96; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 280-281.
halifenin korkusundan Medine dışına çıkamıyodardı. Medıne' den çıkanlar ise hadis nakletmekten çekiniyodardı. Hatta Peygamber'in hadislerinin toplandığı kitaplar yakılı- yor ve kimse itiraz edemiyordu. Bu durumda, garip bir insan olan ve Hz. Ali'yi (a.s.) desteklediği için de Kureyş'in nefretini kazanan Ammar-ı Yasir doğalolarak hadis nakle- demezdi tabii.
Eğer biraz geçmişe dönerek İbn-i Abbas'ın musibet gü- nü dediği Resulullah'ın vefatından önceki perşembeye bakacak olursak Peygamber'in, kendisinden sonra dalalete düşmemeleri için oradakilerden kağıt ve kalem istediğinde, Ömer'in Resulullah' a itiraz edip onu sayıklamakla suçladı- ğını (Bu sözden Allah'a sığınırız) ve; "Allah'ın Kitabı bize yeterli." dediğini görürüz. Bu olayı Buhari, Müslim, İbn-i Mace, Nesei, Ebu Davud, Ahmed ve diğer tarihçiler naklederler.1
Ömer birçok sahabinin huzurunda, Resulullah'ın dahi hadislerini yazdırmasını ve vasiyet etmesini engelleyip, tarihin bir benzerini yazmadığı şekilde Peygamber' i sayık- lamakla itham edebiliyorsa, Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra kolları sıvayarak Peygamber'in hadislerinin nakledil- mesini engellemesine şaşırmamak gerekir. Çünkü o, artık güçlü ve kudretli bir halife olmuştu. Ashabın arasında kabilelerde sözü geçen, çıkar için, korkudan veya iki yüzlü- lükle Resulullah'ın yanında bulunmuş olan kendine bağlı adamları vardı. Onların hepsinin Ömer'in perşembe günü söylediği sözlerini onayladıklarını ve Resulullah'ın o önemli
------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. II - 12, c. 7, s. 156, c. 9, s. 137; Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1257 - 1259, Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 222.
Resulullah (s.a.a.) Hakkında /79
vasiyetini yazmasını engellernede Ömer ile işbirliği yaptıklarını görüyoruz. Dolayısıyla ben, Resulullah'ın artık vasi- yet etmekten bu yüzden vazgeçtiğini sanıyorum. Çünkü o, ilahi vahiyle işin tehlikeli bir yöne doğru yürüdüğünü ve vasiyet ettiği takdirde İslam'ın temelinin sarsılıp yıkılacağını anlamıştı.
Resulullah, ümmetin sapmaması için o vasiyeti yazdır- mak istiyordu. Ama durum böyle olunca, yazılsaydı da hiçbir faydası olmaz, hatta sapmaya ve irtidada bile sebep olabilirdi. Bu durumda Resulullah, ölüm döşeğinde iken görüşünü nasıl değiştirmeyebilirdi ki?! Anam ve babam ona feda olsun. Rabbinin vahyi kulaklarına ulaşıyor ve ümmetin durumunu hasretle görüp şu ayeti hatırlıyordu: "Eğer o ölür veya öldürÜtürse, cahiliye dönemine mi dönecek- siniz?" Bu ayet kesinlikle tesadüf eseri olarak nazil olma- mış, yaptıkları işin neticesinin bildirilmesi için inmiştir. Kalplerde gizli olanı ve hain gözleri bilen Allah Teala, onların planlarını Peygamber' e haber verdi. Resulullah'ı (s.a.a.) teselli eden tek şey ise, Allah'ın ona bu işin sonunu bildirmesi ve çektiği zahmetlerden dolayı Allah indinde büyük bir mükafatı olduğunu belirtmesidir. Allah, ümmetin geri dönüşünün sorumluluğunu Peygamberine yükleme- miştir. Hatta ona daha önce şöyle buyurmuştur: "O gün zalim, ellerini ısırıp duracak da, ne olurdu, diyecek, ben de peygamberle aynı yolu tutsaydım. Yazıklar olsun bana, filancayı dost edinmeseydim. Andolsun ki, beni Kur'an'dan saptıran, hem de bana tebliğ edildik- ten sonra saptıran odur. Ve şeytan insanı yardımcısız ve hor - hakir bıraktı. Ve Peygamber dedi ki: "Ey Rabbim, kavmim Kur'an'ı ihmal etti, terkedilmiş bir hale getirdi. Ve biz böylece her peygambere, suçlular-
dan düşmanlar yarattık ve Rabbin sana yol göstermek ve yardım etmek için yeter.',ı
Buradan şu acı sonuca varıyoruz: Eğer Ömer'in o tu-tumları, Resulullah' a karşı o cüreti olmasaydı, Muaviye ve babası Ebu Süfyan, Peygamber ve Ehl-i Beyt'ine karşı öyle davranamazlardı.
Böylece işin içinde büyük bir plan olduğu sonucuna va- rıyoruz. Onlar bu planla Resulullah'ın yüce kişiliğini leke- lemek, tanımayan insanlara onu normal bir insan gibi ve hatta daha aşağı göstermek, bazen duygularına kapılıp heva ve hevesine uyan ve haktan uzak duran biri olarak tanıt- mayı amaçlamışlardı. Tüm bunlar, halka Peygamber'in masum olmadığını anlatmak içindi. Delilleri ise şudur: Ömer, Peygamber' e birçok yerde muhalefet etmiş, ama Kur'an ayetleri inerek Ömer' i desteklemiş, hatta Allah Teala Resulünü tehdit ettiğinde ağlayıp şöyle demiş: "Eğer Bedir esirleri konusunda bize bir bela inecek olsaydı, Ömer'den başka hiçbirimiz kurtulamazdık.!!"2
Veya Ömer Peygamber' e, kadınlarını hicap arkasında tutmasını söylüyormuş; Peygamber kabul etmeyince, Ömer'i onaylayan Kur'an ayetleri nazil olup Peygamber' e eşlerini hicap arkasında tutmasını emretmiş!3 Veya şeytan Allah Resulünden korkmuyor, ama Ömer'den korkup kaçıyormuş!
-------------------------------
1- Furkan /27-31.
2- es-Siret'ül-Halebiyye. c. 2, s. 448; es-Siret'ül-Dahlaniyye, c. 1,
s.409.
3- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 49, Bab-u Huruc'in-Nisa ile'l-Beraz.
4- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 153; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1863,
Resulullah (s.a.a.) Hakkında /81
Bu gibi birçok uydurma rivayet, Resulullah'ın değerini düşürüp ashabın değerini yükseltiyor; ama bu arada özellikle Ömer' e en yüce değer veriliyor! Mesala; rivayet ediyor- lar ki, (Allah onları perişan etsin) Resulullah nübüvvetinde şüphe eder ve şöyle derdi: "Cebrail bana geç nazil oldu- ğunda Ömer bin Hattab' a nazil olduğunu zannederdim."!
Bence bu gibi rivayetler Muaviye zamanında uyduruldu. Çünkü o, Ali bin Ebi Talib'in faziletlerini yok edip unuttu- ramayınca Ebu Bekir, Ömer ve Osman' ı böyle övdürdü ve onları Ali' den üstün kılmak için bu rivayetleri uydurdu. Muaviye bu tutumuyla iki hedef güdüyordu:
1- Ali bin Ebi Talib'i halkın nazarında küçük düşürmek ve diğer üç halifeyi ondan üstün göstermek.
2- Yalan hadisler uydurarak halkın Resulullah'ın (s.a.a.) buyurduğu hilafet hakkındaki vasiyetlerini ve Muaviye döneminde yaşayan İmam Hasan (a.s.) ve İmam Hüseyin (a.s.) hakkındaki tavsiyelerini kolaylıkla çiğnemesini sağla- mak. Eğer ilk üç halife Resulullah'ın (s.a.a.) Ali hakkındaki tavsiyelerini görmezlikten gelirse, Muaviye, Resulullah'ın (s.a.a.) Ali evlatları hakkındaki vasiyetlerini neden çiğne- mesin ki? Nihayet ciğer yiyen Hind'in oğlu hedefine büyük ölçüde ulaştı. Çünkü bugün Hz. Ali'nin (a.s.) ilminden, şecaatinden, İslam' a ve Müslümanlara yaptığı hizmetlerinden bahsettiğimizde karşımıza birisi çıkıp şöyle söyleyebili- yor: Resulullah buyurmuştur ki: "Eğer ümmetimin im anı ile Ebu Bekir' in imanı karşılaştırılsa, Ebu Bekir' in imanı daha ağır gelir."
---------------
h. 2396.
Bir başkası ise şöyle diyor: "Ömer-i Faruk, hak İle batılı birbirinden ayırırdı"
Üçüncü bir şahıs başımızın üstünde durup şöyle bağırıyor: "Osman-ı Zinnureyn, meleklerin kendisinden utandığı bir adamdır."ı
Bunları araştırmak isteyen kimse fazilet konusunda Ömer'in payının herkesten daha çok olduğunu görür. Tabii ki bu da bir tesadüf değildir. Ömer, Peygamber' e daha fazla muhalefet ettiği için Kureyş onu daha çok severdi. Özellikle :le onun, Ali bin Ebi T alib' i hilafetten uzaklaştırmada ve 1ilafetin Kureyş' e dönmesinde oynadığı rol çok büyüktü.
)urum öyle oldu ki, Ümeyye Oğullarının Peygamber tara- 1ndan lanetlenen ve koyulan adamları dahi hilafete ulaşmak çin heveslendiler. Başta Ebu Bekir olmak üzere bütün (ureyş mensupları kendilerinin hilafet makamına oturup vfüslümanlara musaHat olmalarındaki en büyük etkenin )mer bin Hattap olduğunu biliyorlardL Ömer, Resulullah'a nuhalefetin kahramanıydL Hz. Ali'nin hilafetini yazmasını :ngelleyen oydu. Halkı tehdit ederek Peygamber'in ölü- Günde tereddüte düşüren, böylece insanların Hz. Ali'ye ıiatte acele etmesini engelleyen Ömer' di. Ömer, Safike'nin :ahramanı idi. Ebu Bekir'in biatinin temellerini sağlamlaştı- an da oydu. Ali bin Ebi Talib'in ailesinden Ebu Bekir'e iat etmeyenleri tehdit ederek, evi içindekilerle birlikte akacağını söyleyen yine Ömer' di. Kılıç zoruyla Ebu :ekir' e biatin ortamını hazırlayan oydu. Ebu Bekir' in ilafeti zamanındaki valileri tayin eden ve makamları gön- inün dilediği gibi dağıtan yine oydu. Ebu Bekir'in döne-
----------------
1- Sahih-i Müs1im, c. 4, s. 1866, h. 2401.
.......
Resulullah (s.a.a.) Hakkında /83
minde asıl hakim oydu dersem, mübalağa etmiş olmam. Bazı tarihçilerin nakline göre, "müellefet'ül-kulup" (islam'a yaklaşma ihtimali olan kafirler) Peygamber'in zamanında olduğu gibi, Ebu Bekir'in yanına gelerek Allah'ın farz ettiği kendi paylarını istediler. Ebu Bekir de bir kağıt yazarak mallarını almaları için onları Ömer' e gönderdi. Ama Ömer" Ebu Bekir'in onlara verdiği kağıdı alıp yırtarak onlara dedi ki: "Sizin gibilere ihtiyacımız yoktur. Allah islam'ı aziz kılmış ve bizi sizlere muhtaç etmemiştir. isterseniz Müslüman olun; istemezseniz de bizimle sizin aranızda kılıç hakim olacaktır. Onlar Ebu Bekir'in yanına geri dönerek dediler ki: "Bir türlü anlayamadık! Sen mi halifesin, Ömer mi?" Ebu Bekir; "Allah isterse, o halifedir." diyerek Ömer'in yaptıklarını aynen onayladLı.
Ebu Bekir ashaptan iki kişiye vermek istediği arsanın senetlerini yazarak imzalaması için Ömer' e gönderdi. Ömer, Ebu Bekir' in yazdığı senetleri tükürüğüyle silip kazıdı. Onlar da Ömer'e küfrederek kızgın bir halde Ebu Bekir'in yanına gelerek; "Sen mi halifesin, o mu? Bir türlü anı aya- madık!" dediler. Ebu Bekir; "Hayır, o halifedir." dedi. O sırada Ömer öfkeli bir halde içeri girerek Ebu Bekir'e; "Bu arsaları bunlara vermeğe hakkın yok!" dedi. Ebu Bekir, "Ben senin bu işe (hilafet) daha layık olduğunu söylemiş- tim. Ama sen kendin bırakmayıp beni bu işe mecbur ettin."2 diye cevap verdi.
------------
1- el-Cevheret'ün-Neyyire Fi'l-Fıkh'il-Hanefi, c. 1, s. 164.
2- Askalani, el-İsabe Fi Ma'rifet'is-Sahabe, c. 3, s. 55, Uyeyne'nin Biyografısi; İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c.12,s.59.
İşte buradan, Kureyş'in ve özellikle Ümeyye Oğullarının yanında Ömer'in niçin bu kadar yüce bir makama sahip olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki ona "Süper Zeka", "Kendisine İlham Olan", "Faruk" ve "Mutlak Adil" gibi lakaplar verip Resulullah'tan (s.a.a.) bile öne geçirmişlerdir.
Hudeybiye barışından Peygamber'in vefatına kadar Ömer'in nasıl bir görüşe sahip olduğunu gördük. Ayrıca o, ashabın Peygamber'in eserlerine kutsal gözle bakmasını engelledi. Bu yüzden altında "Rıdvan Biati"nin vuku bul- duğu ağacı kestirdi. Resulullah'ın öldüğünü ve onu hatır- lamanın bir yararı olmadığını halka anlatmak için Peygamber'in amcası Abbas'a tevessül etti. Bugün vahhabiler de aynı sözleri söyleyip aynı amelleri yapıyorlarsa niçin onları kınayıp azarlıyoruz? Çünkü bunlar, sanıldığı gibi, İslam'da yeni meydana gelmiş şeyler değildir.
Peygamber'in hadislerinin yazılmasını engelleyenlerin başında da Ömer'in geldiğini görüyoruz. Ashabı Medine' de hapsettiriyor ve başkalarının da hadis yazmalarını yasaklı- yor. Peygamber'in sünneti halkın arasında yayılmasın diye hadis kitaplarını yakıyor.
İşte buradan da Hz. Ali'nin kendisini evine hapsetmesi- nin ve ashabın çözemediği çok zor durumlar dışında dışarı çıkmamasının sebebini anlıyoruz. Ömer de Hz. Ali'yi (a.s.) hiçbir makam, mevki veya göreve tayin etmedi. Hatta Hz. Fatıma' nın mirası dahi kendisine verilmedi. Çünkü eğer Hz. Ali'nin biraz malı olsaydı, halk Hz. Ali'ye yönelebilirdi. Bu yüzden bazı tarihçiler şöyle yazıyorlar: Hz. Ali halkın kendisine sırt çevirdiğini görünce Hz. Fatıma'nın şehadetinden )Onra Ebu Bekir'e biat etti.
Resulullah (s.a.a.) Hakkında /85
Allah sana yardımcı olsun, ya Ali! Halk sana karşı nasıl düşmanlık etmesin ki? Sen onların kahramanlarını öldür dün, burunlarını yere sürttün. Fazilet pazarında onlara hiçbir fazilet bırakmadın. İyilikler meydanında hepsini geride bıraktın. Sen, Mustafa'nın amcası oğlu, halkın ona en yakın olanı, alemdeki kadınların hanımefendisi olan Fatıma'nın kocası ve cennet gençlerinin efendisi olan Ha- san ve Hüseyin'in babasısın. İlk Müslüman ve ilmi en çok olan sensin.
Amcan, şehitlerin efendisi Hamza'dır. Kardeşin Cafer-i Tayyar'dır. Baban ise Mekke'nin büyüğü ve Peygamber'in (s.a.a.) koruyucusu Ebu Talip'tir. Pak İmamların hepsi senin evlatlarındır. Öncekilerin hepsinden önde ve ileride- sin. Sen Allah'ın ve Resulünün (s.a.a.) arslanısın; sen Allah'ın ve Resulünün (s.a.a.) kılıcısın ve sen Allah'ın ve Resulünün (s.a.a.) eminisin. Peygamber, Allah ve Resulü- nün müşriklerden beri olduğunu bildirmek için yalnız seni Mekke'ye gönderdi; senden başkasına güveni yoktu. Sen, "En Büyük Sıddık"sın. Sen, "En Yüce Faruk"sun ve hak her zaman seninle birliktedir. Batılıarın arasında hak seninle tanınır. Sen, Allah'ın parlak nuru ve hidayet bayrağısın. Senin sevgin ile müminler, senin düşmanlığın ile münafıklar tanınır. Sen ilim şehrinin kapısısın. Sana gelen, o şehre girmiş olur. Senin dışında başka bir kapıdan o şehre girdi- ğini söyleyen yalancıdır.
Ey Ebul Hasan! Onlardan hangisi senin faziletlerinin bir zerresine sahiptir? Sen şerefin başlangıcı, bitişi ve kılavuzusun. Allah'ın sana verdiği faziletler yüzünden seni kıskandılar. Allah seni kendisine yaklaştırdığı için seni kendilerinden uzaklaştırdılar. Bu zalimler günlerin nasıl aleyhlerine çevri-
leceğini görecekler.
Bütün bu okuduklarımız; bize Emir'ül-Müminin'in, ya- şarken de öldükten sonra da ne kadar mazlum olduğunu gösteriyor. O, kardeşi Resulullah'ı (s.a.a.) kendisine iyi bir örnek edinmişti. Resulullah da (s.a.a.) hem yaşarken hem de öldükten sonra mazlum idi. ÇünkÜ Resulullah da (s.a.a.) hayatı boyunca cihat edip nasihatlarda bulundu. İnsanlara hakkı gösterip onlara karşı hep merhametli davrandı. Onlar da son anında sayıkladığını söyleyip ona ağır bir darbe indirdiler. Ona karşı isyan ederek Üsame'nin ordusuna katılmadılar ve o hazretin emrini dinlernediler. Daha müba- rek cesedi yerde iken onun gusül, kefen ve defnine katıl- mayıp halife seçimi için Sakife'ye koştular. Anam babam Peygamber' e (s.a.a.) feda olsun. Onu ölümünden sonra dahi halkın gözünde küçük gösterdiler. Tüm bunlar Kur'an'ın ve vicdanın şahit olduğu Resulullah'ın (s.a.a.) masumluğunu silmek ve birkaç günlük dünyanın fani hü- kümetine ulaşmak içindi.
Bu bahislerde bazı sahabilerin hilafete ulaşmak için Resulullah'ın (s.a.a.) şahsiyeti karşısındaki tutumlarını gördük. Başta Muaviye bin Ebu Süfyan olmak üzere Emeviler hilafeti miras olarak ele geçirdiler. Hilafetin artık daima kendi ellerinde kalacağını sandılar ve birgün hilafetin ellerinden çıkacağını asla düşünemiyorlardı. Peki Ümeyye Oğulları niçin Peygamber'in (s.a.a.) şahsiyetini küçük düşür11leğe devam ettiler?
Bence bunun iki asıl sebebi vardır:
1- Peygamber' i küçük düşürmek, kendilerini o hazrete nispet vererek övünen Haşim Oğullarını hor görmek. Böy-
Resulullah (s.a.a.) Hakkında /87
lece Haşim Oğullarından bir çeşit intikam almak istiyorlar- dı. Ümeyye'nin her zaman kardeşi Haşim'i kıskandığına ve devamlı onu yenmek istediğine de dikkat edecek olursak bu görüşü doğrulamaktan başka çare kalmaz.
Ayrıca, Muaviye'nin Peygamber'den sonra Haşim Oğullarının tartışmasız önderi olan Hz. Ali'ye karşı kin ve düş- manlığını, hilafeti ele geçirmek için Hz. Ali'ye karşı açtığı savaşları dost - düşman herkes bilmektedir. Hz. Ali'nin şehadetinden sonra bu eski düşmanı Hz. Ali'ye minber ve camiIerde lanet okutup küfür ettirmekten bir an bile vaz geçmedi. Bu durumda Muaviye'ye göre Hz. Ali'yi (a.s.) hor görmek, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) şahsiyetini kırmak demektir. Hz. Ali'ye lanet etmek ise gerçekte Peygamberimize lanet ve küfretmek demektir.
2- Peygamberimizin değerini düşürmek, tarih boyunca Ümeyye Oğullarının yaptığı kötü işleri ve fesatları halkın gözünde azaltacaktır. Ümeyye Oğulları eğer Resulullah'ı (s.a.a.) hevaperest biri olarak tanıtır, kadınlara olan alakası yüzünden günlük vazifelerini unuttuğu, hatta bir kadını çok sevdiği için kadınlar arasında adaleti uygulamadığı ve bu yüzden adaleti uygulaması için uyarıldığı gibi şeyler uydu- rup halka anlatınca artık Muaviye ve Yezid gibi normal adamların eleştirilmesi yersiz olurdu.
Burada birçok tehlike yatmaktadır. Çünkü Emeviler Hz. Peygamber hakkında o kadar hadis ve rivayet uydurdular ki (tüm bunları çok miktarda para harcayıp çeşitli tuzaklar ile yaptılar.) bunların hepsi din hükümleri olarak Müslümanla- rın arasına yerleşti ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetinden sayıldı.
88 / Zikir Ehline Sorun
Şimdi burada Sünni kitaplarında var olan Resulullah' ı (s.a.a.) küçük düşüren utanç verici uydurma hadislerden örneklere değinelim. Bu konuda sözü uzatmadan Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim' den birkaç örnekle yetineceğiz:
1- Buhari, Sahih'inin "Gusül Kitabı, Eşiyle Birleştikten Sonra Tekrar Birleşmek Babı"nda Enes'in şöyle dediğini nakleder: "Resulullah bir gece ve gündüzde bir saatte on bir eşine gidip onlarla münasebette bulunuyordu." Ravi der ki: Ben Enes'e; "Buna gücü yetiyor muydu?" diye sorunca, Enes dedi ki: "Biz de onun otuz erkeğin gücüne sahip olduğunu söylüyorduk." ı
Saygı değer okuyucumuz! Resulullah'ı bu kadar şehvet- perest olarak tanıtan bu utanç verici rivayete dikkat ediniz. Bir gün içinde bir saatte on bir eşiyle münasebette bulunan, hatta boy abdesti (gusül) almaya dahi fırsat bulamayan bir peygamber! Aziz okuyucular! Onların, şanı yüce Peygamberimizden nasıl bir portre çizmek istediklerini görüyor musunuz? !
Cahiliye döneminde Araplar cima gücü ile övündüklerinden kendi işlerini doğru göstermek için böyle alçakça bir olayı Peygamber' e nisbet verdiler. Halbuki Hz. Resulullah şöyle buyurmaktadır: "HanıınlarınlZa hayvanlar gibi saldırınayın; ınukaddiıne ve önhazırlık ile yaklaşın."
Ama bu İslam düşmanları böyle hadisler uydurarak kendilerinin layık olduğu bu ziHeti Peygamber' e nisbet ver dil er. Şimdi Enes bin Malik'e soruyorum: Peygamber'in bir SIJatte on bir eşiyle münasebette bulunduğunu kim sana
--------------
1-Sahih-iBuhari,c.1,s.75-76.
Resulullah (s.a.a.) Hakkında /89
haber verdi? Peygamber'in kendisi mi haber verdi? Normal bir şahsın, karısıyla nasıl yattığını halka anlatması doğru- mudur? Peygamber'in eşleri mi haber verdiler? Normal bir Müslüman kadının, kocasıyla nasıl yattığını mahrem olma- yan yabancı bir erkeğe haber vermesi yakışır mı? Veya Enes bin Malik kendisi casusluk yaparak kapının arasından Peygamber'in nasıl münasebette bulunduğunu mu gördü?! Şeytanın vesveselerinden Allah'a sığınırım. Allah yalancıla- ra lanet etsin.
Şüphesiz birçok eşleri, cariyeleri ve kötü işleri bulunan gasip Emevi ve Abbasi hükümdarları kendi kusurlarını örtrnek için böyle hikayeler uydurmuşlardır.
2- Buhari ve Müslim, Sahih'lerinde Aişe'nin şöyle de- diğini naklederler: "Resulullah'ın eşleri, Resulullah'ın kızı Fatıma'yı o hazretin yanına gönderdiler. Fatıma içeri gelin- ce Resulullah yatağımda benimle yatıyordu. Fatıma izin isteyerek dedi ki; "Ey Resulullah! Eşlerin kendileri ile Aişe arasında adaleti uygularnan için beni senin yanına gönderdi- ler. Ben susmuştum. Peygamber Fatıma'ya şöyle buyurdu: "Ey kızım! Benim sevdiğimi sen de sevmez misin?" Fatıma'nın; "Evet severim!" demesi üzerine Peygamber; "Öyleyse bunu da sev buyurdu."ı
Bu rivayetin devamında şöyle geçer: Peygamber'in eşleri Cahş'ın kızı Zeynebi aracı kılarak ondan Aişe konusunda adaleti uygulamasını istediler. O da izin isteyip içeriye girdiğinde Peygamber geceliğiyle yatıyordu. Zeyneb, Peygamber'in eşlerinin mesajını kendisine ulaştırması üzerine,
--------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 204-205, Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1891, h. 2442.
Aişe çirkin sözler söyleyerek Zeyneb'i susturdu. Peygamber de gülerek "Bu, Ebu Bekir'in kızıdır." dedi!!
Bize, Peygamber'i şehvetperest ve eşleri arasında adaleti uygulamayan biri olarak tanıtan bu rivayeti ne yapalım. Halbuki, Kur'an Peygamber'in diliyle şöyle buyuruyor: "Eğer adaleti uygulayamamaktan korkuyorsamz bir- den fazla kadın almayın, cariyelerinizden faydalanın."
Ayrıca Peygamber karısıyla yatakta yatarken bütün ka- dınların efendisi olan kızının içeriye girmesine nasıl izin veriyor? Hatta Peygamber kalkıp oturmuyordu?! Peygamber uzanıp yattığı halde, "Kızım! Benim sevdiğimi sen de sevmez misin?" diyor! Aynı şekilde diğer eşi Zeyneb içeri girip adalet konusunu hatırlatınca Peygamber gülerek, "Bu, Ebu Bekir'in kızıdır." diyor!
Aziz okuyucular! Resulullah'a (s.a.a.) böyle iftiralar eden bu utanç verici hikayelere iyice dikkat ediniz! Halbuki yüce Resulullah adalet ve eşitlik örneği idi. Ömer bin Hattab'ın ölümüyle artık adalet yok oldu diyorlar. Resulullah'ı (s.a.a.) ise ahlaki' değerleri ayaklar altına alan ahlaksız ve hayasız biri olarak tanıtıyorlar. Allah'a sığınırız. Maalesef bu gibi rivayetler Ehl-i Sünnet'in Sahihlerinde fazlasıyla mevcuttur. Bunlardan maksat ise ashaptan bazı kimseleri fazilet sahibi yapmaktır. Çünkü o, Ebu Bekirin kızıdır. Böylece bilerek veya bilmeyerek Peygamber' i aşağılayıp küçük düşürüyorlar. Daha önce de arzettiğimiz gibi tüm bunlar Resulullah'ın (s.a.a.) makam ve mevkisini küçük düşürmek içindir. İşte bunun benzeri bir rivayet daha:
--------------------
1- Sünen-i Neseİ, c. 7, s. 66, Müsned-İ Ahmad, c. 6, s. 88.
Resulullah (s.a.a.) Hakkında / 91
3- Müslim, Sahih'inde "Osman bin Affan'ın Faziletleri Babı"nde Aişe ve Osman'dan şöyle dediklerini nakleder:
Ebu Bekir Resulullah'ın huzuruna girmek için izin istedi. Resulullah, Aişe ile yatakta yattığı halde onun içeri girmesi- ne izin verdi. Ebu Bekir'in işi bitince çıkıp gitti. Sonra Ömer izin istedi. Peygamber yine o haldeydi. O da işi bittik- ten sonra gitti. Osman der ki; "Ben içeri girmek istediğimde Resulullah hemen ayağa kalkarak oturdu ve Aişe'ye elbise- lerini topla, dedi. Benim de işim bitince çıkıp gittim. Bunun üzerine Aişe dedi ki: "Ey Resulullah! Niçin Ebu Bekir ve Ömer içeri girince telaşlanıp yerinden kalkmadın da Osman gelince hemen kalkıp oturdun?" Resulullah, "Osman hayalı birisidir. Ben o durumda iken benden hacetini istememe- sinden korktum." dedi."!!
Bu rivayet, yine Buhari ve Müslim'in Osman'ın fazilet- leri hakkında ortaya koyduğu bir başka rivayete çok benzi- yor. O rivayet özetle şöyledir: Resulullah elbisenin altından bacağını çıkarmıştı, Ebu Bekir izin istediğinde Resulullah bacağını örtmedi. Ömer geldiğinde de aynı şekilde davrandı. Ama Osman içeri girmek istediğinde Hazret-i Peygamber hemen bacağını örterek elbisesini düzeltti. Aişe bunun sebebini sorunca dedi ki: "Meleklerin dahi utandığı adam- dan nasıl utanmayayım?!2
Kendi efendilerini yüceltmek amacıyla Peygamber'in makamını böyle düşüren Beni Ümeyye'ye Allah lanet etsin.
4- Müslim, Sahih'inin "Taharet Kitabı, Gusül Babı"nda
---------------
1- Sahİh-İ Müslim, c. 4, s. 1866, h. 2402.
2- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1866, h. 2401.
92 / Zikir Ehline Sorun
Resulullah (s.a.a.) Hakkında /93
Aişe'nin şöyle dediği ni nakleder: "Adamın birisi -Aişe'nin yanında- Resulullah'a (s.a.a.) dedi ki: "Eğer birisi kansıyla cima eder, sonra halsizleşirse gusül alması gerekir mi?"
Peygamber, cevabında Aişe'yi göstererek; "Ben bu kadınla aynı işi yapıyorum ve sonra gusül alıyoruz." dedi."! ı
Muhterem okuyucular! Bu gibi rivayetler hakkında gö- rüş belirtmeyi size bırakıyorum. Peygamberimiz halkın gözü önünde cima ettiğini söyleyecek kadar Aişe'yi şımarttı mı? Resulullah'ın (s.a.a.) şerefini ve kişiliğini ayaklar altına alan bu gibi rivayetler AİŞE'DEN çok rivayet olunmuştur.
Bir rivayetinde diyor ki: "Peygamber halkın karşısında yüzünü yanağıma dayamış, zenci kadınların raksını seyredi- yordu. Birinde diyor ki; "Peygamber beni omzuna almıştı veya benimle yanşıp beni yeniyor ve sonra bir daha yanş- mak için şişmanlamamı bekliyordu. Veya diyor ki, Sırt üstü uzanıp kanlarına saz veya zurna çaldırıyordu. Ve bu şeytani araçlan evinde tutuyordu. Ebu Bekir de sinirlenip onu engelliyordu.
Peygamberimizi (s.a.a.) küçük düşürmekten başka hiçbir hedefi olmayan bu utanç verici rivayetler Sahihlerde fazla- sıyla mevcuttur. Örneğin; "Peygamber büyülendi ve ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırdı. Öyle ki, eşlerinin yanına gelmediği halde onlarla görüştüğünü zannediyordu."2 Veya; "Resulullah (s.a.a.) Ramazan ayında cünup olurdu."3 Veya; "Resulullah ağır bir uykuya dalıyor, kalktığında
--------------
1- Sahih-i Müslim, c. 1, s.272, h. 350.
2- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 123 ve 177.
3- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 38-40.
abdest almadan namaz kılıyordu."ı Veya; "Resulullah namazda unutkanlığa uğrar, kaç rekilt namaz kıldığını bilmezdi."2 Veya; "Resulullah (s.a.a.) kıyamet günü ne olacağını ve kendisine nasıl davranılacağını bilmiyordu."3 Veya; "Resulullah ayakta idrar ediyor ve o sahabi ondan uzaklaşınca, Peygamber yaklaşmasını ve idrannın bitmesini beklemesini istiyor."! 4
Evet, Sünnilerin dediğine göre Peygamberimizin Ebu Bekir'in kızı Aişe'yi şımartması öyle bir hadde vanyor ki, Peygamber Müslümanlan abdest için su bulmak yerine Aişe'nin gerdanlığını aramaya gönderiyor ve halka öyle sert davranıyor ki, halk Aişe'yi babası Ebu Bekir'e şikayet ediyor ve Ebu Bekir de kızına kızıyor. Peygamber de eşinin kucağında rahat rahat uyuyor!
Buhari ve Müslim, Sahih'lerinin "Teyemmüm Babı"nda Aişe'den şöyle naklederler: "Resulullah (s.a.a.) ile çıktığı- mız bir yolculukta bir çöle vardık. Orada benim gerdanlı- ğım kayboldu. Resulullah diğer Müslümanlarla birlikte yanlarında su olmadığı halde çölde gerdanlığı aramaya koyuldular. Ashap Ebu Bekir'in yanına gelerek; "Aişe'nin ne yaptığını görmüyor musun? Aişe, Resulullah'ı ve yanındakileri yanlarında su olmadığı halde, bu işe mecbur edi- yor." dediler. Ebu Bekir Resulullah'ın yanına geldi. O sırada Rt:(sulullah başını Aişe'nin bacağına koymuş uyuyor- du. Ebu Bekir bana; "Resulullah'ı ve halkı susuz mu bırakı-
---------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 47 ve 179.
2- Sahih-i Buhari, c. i, s. 129-130 ve c. 2, s. 185.
3- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 9L
4- Sahih-i Müslim, c. 1 , s. 227, h. 273.
yorsun?" diyerek beni kınadı ve ağzına geleni söyleyip eliyle kaburgalanma vurdu. Resulullah bacağırnın üzerinde yattığı için hareket etmeyip dayandım. Peygamber o halde sabaha kadar uyudu ve yanımızda su yoktu. Sonra teyem- müm ayeti nazil oldu ve Müslümanlar teyemmüm ettiler. Büyük bir zat olan Useyd bin Huzeyr; "Bu, sizin ilk bere- ketiniz değildir ey Ebu Bekir'in ailesi!" dedi." Aişe daha sonra der ki: "Sonunda bindiğim devenin getirilmesini isteyince gerdanhğı devenin altında buldular."ı
İslam'ı iyi tanıyan bir kimse Resulullah'ın (s.a.a.) namaz konusunda bu kadar ilgisiz olduğuna ve bir gerdanhk için Müslümanları uzun bir süre susuz bıraktığına inanabilir mi? Sonra da Müslümanları o halde terkedip hanımının dizi üzerinde uyumaya gidiyor; Müslümanlar namazıarı konu- sunda Ebu Bekir'e şikayete gidiyorlar; Peygamber o kadar derin ve rahat uyuyor ki, Ebu Bekir'in gelip Aişe'yi kına- masının ve kaburgasına vurmasının farkında olmuyor! Bir peygamber nasıl olur da halkın ve kendisinin namazını hafife alıp, namaz vakti geldiği halde kansının yanında rahatça uyuyabilir?!
Bu rivayetler kesinlikle Muaviye bin Ebu Süfyan tarafından uydurulmuş olup hiçbir senedi yoktur. Bütün ashap orada olduğu halde Ömer bin Hattab'ın bu olaydan hiç haberi olmayışı nasıl yorumlanabilir? Çünkü Ömer' e, te- yemmüm hakkında sorulduğunda bu olaydan hiç bahsetmi- yor. Bunu Buhari ve Müslim, "Teyemmüm Babı"nda yaz- mışlardır. 2
---------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s.91; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 279, h. 367.
2- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 92; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 280, h. 368.
Resulullah (s.a.a.) Hakkında /95
Burada üzerinde durulması gereken önemli nokta şudur: Resulullah'ı (s.a.a.) alçakça planlarla öyle değersiz ve küçük gösteriyorlar ki, bugün dünyayı saran bunca fesada rağmen hiçbirimiz kendimize böyle şeyleri yakıştıramayız. Nasılolur insanlık tarihinin kaydettiği en azametli ve en yüce şahsiyet, böyle şeyler yapabilir? Halbuki izzet ve celal sahibi olan Rabbimiz Peygamber' i hakkında: "Sen yüce bir ahlak üzeresin." buyurmuştur.
Bence bütün bu planlar, veda haccı bittikten sonra baş- ladı. Çünkü Resulullah (s.a.a.) Gadir-i Hum'da Hz. Ali'yi (a.s.) Müslümanların halifesi olarak tanıttı. Hilafet peşinde koşanlar ise evlatlarının İslam' dan çıkma pahasına da olsa Resulullah'ın bu nassına karşı çıkmaya karar verdiler. İşte Resulullah'ın artık hiçbir emrini dinlememeleri, vasiyet yazmasına karşı çıkmaları, şahsen hazırladığı Üsame ordu- suna katılmamaları gibi olaylar bundan kaynaklanmıştır. Peygamber'in vefatından sonra vuku bulan olaylar yine aynı hedefi izliyordu. Zorla biat aldılar ve muhaliflerin evini yakmakla tehdit ettiler ki, o evde Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin de vardı. Resulullah'ın hadislerini nakletmeyi engellediler ve sünnetinin yazıldığı kitapları yaktılar. Resulullah'ın hadislerini nakletmesinler diye ashabın Medi- ne dışına çıkmasını engellediler ve Ebu Bekir'e zekat ver- meyen ashabı şehit ettiler. (Çünkü Peygamber zamanında biat ettikleri halife, Ebu Bekir değildi.) Fatıma'tüz- Zehra'nın mirasına, hakkı olan Fedek'e ve humusa el ko- yup onu yalanladılar; Hz. Ali'yi her türlü görevden uzak- laştırdılar; Ümeyye OğuHarına mensup münafık ve tamah- karları işbaşına getirdiler ve onları zorla Müslümanların başına geçirdiler. Ashabın, Resulullah'ın eserlerine değer vermelerini engellediler, Resulullah'ın ismini ezandan
-----------------------
silmeye çalıştılar.
Medine-i Münewere'de kafir ordusunun katliamına ve işlediği cinayetlere göz yumulması, Kabe' nin mancınık ile viran edilişi, Allah'ın diniyle oynanıp Kur'an'ın parçalan- ması, Mescid-i Haram'ın yakılması, orada bulunan sahabe- nin öldürülmesi ve Ehl-i Beyt'i sevdiğini belirten herkesin şehit edilmesi, hepsi bu hedef doğrultusundaydı.
Bu çirkin tuzakların etkileri bugüne kadar devam etmiş- tir. Çünkü bugün de Müslümanlar arasında Muaviye ve Yezid' e rahmet okuyanlar, onların yaptıkları işlere içtihat deyip Allah katında onlar için sevap umanlar vardır. Ehl-i Beyt Şiileri aleyhinde birçok kitaplar yazılmakta, onlara çeşitli iftiralar atılmakta ve hac mevsiminde Beytullah'da Şiilerin öldürülmesinin caiz olduğu ilan edilmektedir. De- mek ki bugün de bu tuzaklar devam ediyor ve bunların ne zamana kadar süreceğini Allah bilir.
Ben bütün bu tuzakların ayrıntılarını açıklamaya güç ye- tiremem. Ama gücüm yettiğince Resulullah'ın (s.a.a.) kutsallığını ve masumluğunu savunacağım. Allah bu resu- lünü bütün beşeriyetin hidayeti için göndermiş, ona parla- yan ay, nurlu meşale diyerek onu en kamil ve münezzeh insan kılmıştır. Peygamberimizi küçük düşürmekten başka hiçbir hedefi olmayan bu gibi sahte rivayetlerin karşısında susup, Peygamberimizi savunmamak asla mümkün olamaz.
Bütün Ehl-i Sünnet mensupları bu rivayetleri kabullenip Sahih ve Müsnedlerinde zikretmiş olsalar bile biz asla kabul etmeyeceğiz. Şüphesiz Allah'ın şu sözü hak ve en iyi ha-
Resulullah (s.a.a.) Hakkında /97
kemdir: "Doğrusu sen yüce bir ahlak üzeresin."ı Bu ayete uymayan her şey hurafe ve saçmadır.
İşte kainatın serveri, insanlığı karanlıktan kurtaran, in- sanlığın lideri ve insanları emniyet ve eb edi hayata sevk eden Peygamberimiz hakkında Şiilerin inancı budur. İbret alın, eyakıl sahipleri!
ZİKİR EHLİNİN RESULULLAH (S.A.A.) HAKKINDAKİGÖRÜŞÜ
Emir'ül-Müminin Ali (a.s.), Resulullah (s.a.a.) hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Böylece, noksan sıfatlardan münezzeh olan AI- lah'ın lütfu (peygamberiik), Muhammed'e -Salla'llahu aleyhi ve ö.lih- erişti. Allah onu en üstün ve en yüce yer- den yetiştirdi. Bir ağaçtan yetiştirdi ki, peygamberlerini o ağaçtan meydana getirmiştir; emin kişilerini o kökten seçmiştir. Onun boyu, boyların hayırlısıdır; onun soyu soyların hayırlısıdır. Ağacı, ağaçların en iyisidir; Harem'de bitmiştir; kerem alanında boy at- mıştır. O ağacın upuzun dalları, budakları vardır; meyvasına herkesin elinin uzanmasına imkan yoktur. O, Tanrı'dan çekinenin İmamıdır; doğru yolu bulanın can gözüdür. Bir ışıktır ki parıl parıl parlar; bir yıl- dızdır ki ıŞığı balkır durur; bir ışık verir ki parıltısı nurlar saçar. Yolu dosdoğrudur; orta bir yoldur; yor- damı gerçektir; sözü hakla batılı ayırır; hükmü adale- tin ta kendisidir. Allah onu, peygamberlerin gönderil- mesinin arası kesildiği, halkın iyi işlerden ayakları
-------------------
1- Kalem Süresi /4.
kaydığı, ümmetlerin bilgisizliğe düştüğü bir çağda göndermiştir."ı
"Allah'ın salat ve selamı ona ve soyuna olsun, insanlara öğüt vermede direndi; doğru yolda yürüdü; onları hikmete, güzel öğüte çağırdı."2
"Onun karar ettiği yer, en iyi karar edilecek yer; yetiştiği yer, en yüce yetişilecek yerdir. Keramet madenlerinde yetişmiş, selamet yaygısının yayıldığı yerlerde gelişmiştir. İyi kişilerin gönülleri ona yönelmiştir; inananların gözleri ona meyletmiştir. Allah eski kinleri onunla gömmüştür; gönüllerdeki düşmanlıkları onunla söndürmüştür. Onunla, inananları uzlaştırmış, kardeş etmiştir. Onunla şirki imandan ayırmıştır. Onunla zilleti, izzete; izzeti, zillete dönüştürmüştür. Sözü anlatıştır; susması söz söyleyiştir onun." 3
"Allah, onu nur ile gönderdi ve bütün insanlardan üstün kıldı. Onunla ayrılıklara son verdi, bozuklukları düzeltti, sorunları çözdü, zorlukları kolaylaştırdı ve böylece sapıklıkları toplumdan uzaklaştırdı."4
--------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 94. hutbe
2- Nehc'ül-Belağa, 95. hutbe.
3- Nehc'ül-Belağa, 96. hutbe.
4- Nehc'ül-Belağa, 213. hutbe.

3
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
EHL-İ BEYT KİMLERDİR?
Allah Teala buyuruyor ki: "Doğrusu Allah, ancak siz Ehl-i Beyt'ten pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister."ı
Ehl-i Sünnet, bu ayetin Peygamber'in (s.a.a.) eşleri hakkında olduğunu söylerler. Bu ayetten önceki ve sonraki ayetleri ise buna delil olarak gösterirler. Ehl-i Sünnet' e göre Allah, Peygamber'in zevcelerinden pisliği gidermiş ve onları tertemiz kılmıştır.
Onlardan bazıları da Peygamber'in eşlerine Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin' i de eklerler.
Ne var ki, aklı, nakli ve tarihi gerçekler, bu yorumu kabul etmez. Çünkü Ehl-i Sünnet kendi Sahihlerinde bu ayetin beş kişi hakkında nazil olduğunu, onların da Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin olduğunu nakletmektedirler. Resulullah (s.a.a.), bu ayetin onlar ve kendisi hakkında olduğunu açıklamış ve Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin' i abasının altına alarak şöyle buyurmuştur:
"Allah'ım! Bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir. Öyleyse
---------------
1- Ahzap Süresi / 33.
onlardan pisliği gider ve onları tertemiz kıl."
Bu Hadis-i Şerifi Ehl-i Sünnet'ten birçokları naklederler.
Örneğin:
1-Sahih-i Müslim, Ehl-i Beyt'in Faziletleri Babı, c. 4, s.1883,, h. 2424.
2-Sahih-i Tirmizi , c. 5, s. 351, h. 3205.
3-Müsned-i Hanbel , c. 4, s. 107.
4-Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 133 ve 147, c. 2, s. 416.
5-Hasais-i Nesei, s. 33.
6-Telhis-i Zehebi, c. 2, s. 416.
7-Mu'cem-i Taberani, c. 3, s. 48 ve c. 12, s. 98.
8-Şevahid'ut- Tenzil, Hakim Haskani, c. 2, s. 11.
9-Buhari, et-Tarih'ul-Kebir, c. 8, s. 187.
10- İbn-i Hacer, el-İsabe, c. 2, s. 509.
11- İbn-i Cevzi, Tezkiret'ul-Havas, s. 233.
12-Tefsir-i Fahr-ı Razi, c. 25, s. 209.
13- Kunduzi el-Hanefi, Yenabi'ul-Meveddet, s. 107. İstanbul basımı
14- Menakıb-ı Harezmi, s. 23.
15- es-Siret'ül-Halebiyye, c. 3, s. 212.
16- es-Siret'ül-Dahlaniyye, c. 3, s. 329.
17- İbn-i Esir Üsd'ül-Gabe, c. 2, s. 12 ve c. 5, s. 521.
18- Tefsir-i Taberi , c. 22, s. 6.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 103
19- Suyuti, ed-Dürr'ül-Mensur, c. 6, s. 603.
20- Tarih-i İbn-i Asakir, c. 42, s. 100 - 101.
21- Zemahşeri, Tefsir-i Keşşaf, c. 3, s. 538.
22- İbn-i Arabi, Ahkam'ul-Kur'an, c. 3, s. 153.
23- Tefsir-İ Kurtubi, c. 14, s. 182.
24- İbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muhrika, s. 143.
25- İbn-i Abdulbir, el-İstiab, c. 3, s.1100.
26- İbn-i Abdu Rabbih, el-Ikd'ül-Ferid, c. 4, s. 311.
27- Müntahab-u Kenz'il-Ummal, c. 5, s. 96.
28- Beğavi, Mesabih'us-Sünnet, c. 4, s. 183.
29- Vahidi, Esbab'un-Nüzul, s. 239.
30- Tefsir-i İbn-i Kesir, c. 3, s. 492.
Bunların dışında Ehl-i Sünnet alimlerinden adlarını zikretmediğimiz diğer birçokları da bu hadisi nakletmişlerdir.
Bu kadar alimin itiraf ettiği gibi, bizzat Resulullah (s.a.a.), bu ayetteki Ehl-i Beyt'ten kimlerin kastedildiğini açıkladıktan sonra artık Muaviye'nin rızasını kazanmak isteyip elindekine göz diken sahabe, tabiîn ve müfessirlerin, Allah ve Resulünün maksadına muhalif olan sözlerinin hiçbir değeri olmaz.
Ayrıca Resulullah (s.a.a.) başka bir yerde de onlara işaret ederek onları kendi Ehl-i Beyti olarak tanıtmıştır. Şöyle ki: "...Öyleyse de ki: Gelin, çağıralım çocuklarımızı ve Çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı ve kendimizi ve kendinizi; sonra mübahale edelim de Allah'ın
yalancıların üzerine gönderelim."ı ayeti inince Resulullah; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i çağırıp şöyle buyurdu "Bunlar bizim evlatlarımız, kendimiz ve kadınlarımızdır. Haydi siz de çocuklarınızı, kadınlarınızı ve kendinizi getirin." Ve ekleyerek; "Allah' ım! Bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir." buyurdu?
Daha önce adlarını zikrettiğimiz Sünni alimlerin hepsi, bu ayetin o beş yüce insan hakkında nazil olduğunu itiraf ederler. Peygamber'in eşleri de, bu ayetin kimler hakkında indiğini bildikleri için, hiçbirisi Ehl-i Beyt'ten olduğunu iddia etmemiştir. Özellikle Ümmü Seleme ve Aişe, bu ayetin Resulullah, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hakkında nazil olduğunu rivayet ederler. Resulullah'ın hanımlarının bu husustaki itiraflarını Müslim, Tirmizi, Hakim, Taberi, Suyuti, Zehebi, İbn-i Esir ve diğerleri tahric etmişlerdir.
Ayrıca, Resulullah (s.a.a.) Müslümanların Kur'an okurken önceki ve sonraki ayetlere bakarak Ehl-i Beyt'i başka şekilde yorumlayabileceklerini bildiğinden, bu ayet nazil olduktan sonra altı ay boyunca namazdan önce Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in evinin önünden geçerek şöyle buyururdu:
"Allah, ancak siz Ehl-i Beyt'ten pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. Kalkın namaza, Allah'ın rahmeti üzerinize olsun."
Bu hadisi de birçok Sünni alimi nakleder. Örneğin:
----------------
1- Al-i İmran Suresi /61.
2- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1871, Ali bin Ebi Talib'in Faziletleri Babı; Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 225.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 105
1- Sahih-i Tirmizi, c. 5,s. 352.
2- Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 158.
3- Zehebi,Telhis'ül-Müstedrek.
4- Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 3, s. 259.
5- İbn-i Esir, Üsd'ül-Gabe, c. 5, s. 521 - 522.
6- Haskani, Şevahid'ut-Tenzil, c. 2, s. 12 - 13.
7- Suyuti, ed-Dürr'ül-Mensur, c. 6, s. 606 - 607.
8- Tefsir-i Taberi, c. 22, s. 5 - 6.
9- Belazuri, Ensab'ul-Eşraf, c. 2, s. 104, h. 38.
10- Tefsir-i İbn-i Kesir, c. 3, s. 492.
11- Heysemi, Mecma'uz-Zevaid, c. 9, s. 168. Ve diğerleri...
Bunlara, bu ayetin kesinlikle Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hakkında olduğuna inanan Ehl-i Beyt İmamlarını ve onları izleyen alimleri de ekleyecek olursak, artık Muaviye ve Emevilerin taraftarlığını yapan Ehl-i Beyt düşmanlarının sözlerinin hiçbir değeri kalmaz. Çünkü onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar, ama kafirler hoşlanmasa da Allah nurunu tamamlayacaktır.
Bu ayeti Resulullah'ın (s.a.a.) buyruğunun aksine kendi zevklerine göre tefsir edenler, alim kisvesinde olsalar dahi, geçmişte Emevi ve Abbasilerin yardakçıları, bugün de Hz. Ali'nin düşmanları olduklarını ispatlamışlardır.
Bütün bunların dışında akıl, tathir ayetinin Peygamber'in eşlerini kapsamadığına hükmeder. Şöyle ki:
1- Örnek olarak Aişe'yi alalım. Aişe'nin Peygamber'in eşleri arasında ona en yakın ve en sevimli olduğunu iddia ederler. Öyle ki, öteki zevceleri Aişe'yi kıskanmış ve Peygamber'den kendileri ile Ebu Kuhafe'nin (Ebu Bekir) kızı arasında adaleti uygulamasını istemişlerdir. Buna rağmen, ne Aişe'nin kendisi ve ne de dostları hiçbir zaman Aişe'nin de o abanın altında olduğunu iddia etmeye cesaret edeme- mişlerdir. Çünkü Resulullah söz ve hareketleriyle buna izin vermemiş ve net bir şekilde Ehl-i Beyt'inin kimler olduğu- nu belirtmiştir. Hatta müminlerin anası Ümmü Seleme( Allah ondan razı olsun) Resulullah'ın (s.a.a.) ona izin vereceğini umarak onlarla birlikte abanın altına girmek istemiş, ama Peygamber onu reddederek şöyle buyurmuştur: "Senin sonun hayırdır."
2- Ayet, Ehl-i Beyt'in masumluğuna delalet etmektedir. Çünkü her türlü pisliğin giderilmesi, küçük - büyük tüm günahların temizlenmesini gerektirir. Müslümanlar su ve toprak ile temizlik yaparak bedenlerini temizlerler. Ama Allah Teala, Ehl-i Beyt'in ruhlarını da temizlemiş, akıl ve kalplerinde şeytanın vesvesleri ve günahlara bir yer bırakmamıştır. Böylece bütün hareket ve amellerinde Allah'ı göz önünde bulundurmalarını ve her işlerini Allah için yapmalarını sağlamıştır.
3- Bu nedenle, bu tertemiz insanlar; zühd, takva, ihlas, ilim, hilim, cesaret, yiğitlik, iffet, dünyaya rağbetsizlik ve Allah'a yakınlaşmada bütün insanlar için örnek olmuşlar ve tarih onların en ufak bir günah işlediğini kaydetmemiştir. Şimdi Peygamber'in zevcelerinden örnek olarak ele aldığımız Aişe'ye dönelim.
Peygamber'in eşlerinden hiçbirisi onun kadar ün yapmamış ve Ehl-i Sünnet' e göre hiçbiri onun makamına
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 107
ulaşamamış, hatta hepsinin faziletlerini bir araya toplasak bile Ebu Bekir' in kızının faziletlerinin onda biri kadar dahi olamaz. Hatta Sünniler, dinlerinin yarısını Aişe'den öğrendiklerini söylerler.
Eğer taassubu bir kenara bırakarak gerçeklerin peşinde olursak, Aişe'nin günahlardan masum olduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa, Peygamber'in (s.a.a.) vefatından.sonra Allah bu korumayı ondan kaldırdı mı, diyeceksiniz?! Gelin gerçeği birlikte bulalım.
PEYGAMBER'İN HAYATI DÖNEMİNDE AİŞE
Resulullah'ın (s.a.a.) hayatı döneminde Aişe'nin hayatını incelediğimizde onun birçok günahı gözümüze çarpmaktadır. O, defalarca Hafsa ile birlikte Resulullah'a (s.a.a.) karşı plan hazırlamış, bir defasında Resulullah'ı Allah'ın helal ettiğini kendisine haram etmek durumunda bırakmışlardı. Bu olayı Buhari ve Müslim Sahihlerinde kaydetmişlerdir. Bir defasında da ikisi Peygamber' e karşı birbirine arka vermişlerdi. Bu olay da Sahihlerin hepsinde ve tefsir kitaplarında yazılıdır. Allah Teala her iki olaya da Kur'an-ı Kerim'de işaret etmiştir.
Aişe'nin içi kıskançlıkla doluydu. Bu durum, Peygamber'in karşısında saygısız hareketler yapmasına sebep oluyordu. Bir defasında Peygamber efendimiz Hatice'yi anınca Aişe şöyle demişti: "Bana ne Hatice' den? O işi bitmiş yaşlı bir kadındı ve Allah onun yerine sana daha hayırlısını verdi." Resulullah (s.a.a.) bu sözleri duyunca öfkeden tüyleri
ürpermişti.
Bir defasında, Peygamber-i Ekrem (s.a.a.) Aişe'nin evinde iken eşlerinden biri ona, çok sevdiği bir yemeği hazırlayıp göndermiş, Aişe yemek dolu tabağı alıp kırmış ve Resulullah'ın (s.a.a.) yemeği tatmasına engel olmuştu.2
Bir defasında, Resul-i Ekrem'e (s.a.a.): "Allah'ın peygamberi olduğunu iddia eden sen misin?!" demişti.3
Bir defasında da, sinirlenerek Resulullah'a (s.a.a.): "Adaletli ol!" demiş, bunun üzerine orada bulunan babası Aişe'ye bir tokat atmış, Aişe kanlar içinde kalmıştı.4
Kıskançlığı o dereceye varmıştı ki, Resul-i Ekrem (s.a.a.) Nu'man'ın kızı Esma'yla evlenince, yalan konuşarak ona; "Peygamber yanına gelince, "Senden Allah'a sığınırım!" dersen, çok hoşuna gider." demişti. Aişe bu planla Resulullah'ın o zavallı ve saf kadını boşaması hedefini güdüyordu. Nihayet böyle de oldu ve bu sözünden dolayı Resul-i Ekrem (s.a.a.) Esma'yı boşadı.5
Resul-i Ekrem'in (s.a.a.) huzurunda Aişe'nin saygısızlığı öyle bir hadde varmıştı ki, Resulullah (s.a.a.) namaz kılarken karşısına geçmiş, ayaklarını Resulullah'ın secde yerine uzatmıştı. Resulullah işaret edince ayaklarını topluyor,
-------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 48-49, Peygamber'in Haticeyle Evlenmesi Babı; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1889, h. 2438.
2- Sahih-i Buhari, c. 7, s.46, Bab'ul-Gayre.
3- Gazali, İhya-u Ulum'id-Din, c. 2, s. 65, Edeb'ün-Nikah Kitabı.
4- Kenz'ül-Ummal, c. 13, s. 696; İhya-u Ulum'id-Din, c. 2, s. 65.
5- et-Tabakat'ul-Kubra, c. 8, s. 145 - 146; el-İsabe, c. 4, s. 233; Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 85.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 109
başını secdeden kaldırınca yine ayaklarını uzatıyordu. 1
Bir defa Aişe'yle Hafsa Resulullah'a (s.a.a.) karşı bir komplo hazırladılar. Bu yüzden Resul-i Ekrem bir ay zevcelerinden uzaklaştı ve hasırın üzerinde uyudu. 2
"Eşlerinden istediğinin sırasını erteler, istediğini ka-bul edersin..." ayeti inince utanmadan Peygamber' e; "Görüyorum Rabbin, senin tutkularını hiç ihmal etmiyor!" 3
demişti.
Aişe sinirlendiğinde -ki çok da sinirlenirdi- Resul-i Ekrem'in adını ağzına almaz, yemin ederken de "İbrahim'in Rabbine andolsun" derdi.4
Aişe, Peygamber efendimize (s.a.a.) çok eziyet eder ve mübarek kalbini sürekli kırardı. Ama Resul-i Ekrem (s.a.a.) yüce ahlakı ve sabrı ile buna tahammül ederek iyi davranır ve "Şeytan sana musallat olmuştur" derdi. Keza, Allah Teala'nın onu ve Ömer'in kızı Hafsa'yı tehdit etmesine üzülürdü.
Defalarca Aişe'nin davranışlarını kınayıcı ayetler inmiştir.5 Bir ayette Allah Teala ona ve Hafsa'ya hitap ederek şöyle buyurmuştur:
"Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde
------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 107.
2- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 175-176, Mezalim Kitabı.
3- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 147 ve c. 7, s. 16; Sahih-i Müslim, c. 2, s. 1085, h. 1464.
4- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 47.
5- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 176 - 177.
olur). Çünkü kuşkusuz, kalpleriniz sapmıştır sizin."ı
Yine buyurmuştur ki: "Ve eğer Peygamber' e karşı birbirinize arka verirseniz, bilesiniz ki, onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin salihidir; bunların ardından da melekler onun destekçisidirler."2
Bu açık tehdit, Aişe ve çoğu zaman onun sözlerini dinleyip ona uyan Hafsa'ya hitaptır.
Yine Allah Teala bu ikisi hakkında şöyle buyurmuştur:
"Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi, Müslüman, mümin, ... kadınlar verir."3
Buhari yazıyor ki: Bu ayetler Ömer bin Hattab'ın da dediği gibi Aişe ve Hafsa hakkında nazil olmuştur. 4 Bu ayet tek başına, Müslümanlar arasında Aişe'den daha hayırlı kadınlar olduğunu ispatlamaktadır.
Bir gün Resulullah (s.a.a.) Aişe'yi Dahye-i Kelbi'nin kız kardeşi Şeraf'ı görmesi ve Peygamber' e istemesi için gönderdi. Aişe geri döndüğünde kıskançlık onun bütün benliğini kaplamıştı. Resulullah, "Onu nasıl buldun ?" diye sorduğunda, "Onda bir iyilik, güzellik görmedim." dedi. Resul-i Ekrem (s.a.a.): "Gördün gördün! Hem de seni sarsan bir ben gördün!" dedi. Bunun üzerine Aişe: "Ey Resulullah! Senden hiçbir şey gizlenmiyor ki!" dedi.5
----------------------------------
1- Tahrim Suresi /4.
2- Tahrim Suresi /4.
3- Tahrim Suresi /5.
4- Sahih-i Buhaui, c. 6, s. 195 ve 197.
5- İbn-i Sa'd, et-Tabakat'ul-Kubra, c. 8, s. 160 - 161; Kenz'ül- Ummal, c. 12, s. 418, h. 3546.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 111
Aişe hazırladığı planlara genelde Ömer'in kızı Hafsa'yı da ortak ediyordu. Bu ikisi arasında ilginç bir uyum görüyoruz. Tıpkı babaları arasında olan uyum gibi. Ne var ki, burada inisiyatif ve önderlik Aişe'nin elindedir. Ama diğer tarafta babası Ebu Bekir'in, Ömer'in karşısında aciz olduğunu ve inisiyatifin Ömer'in elinde olduğunu görüyoruz. Hatta Ebu Bekir'in hilafeti döneminde bile hakimiyet Ömer'in elindeydi.
Bazı tarihçiler şöyle yazarlar:
Aişe, Hz. Ali ile savaşmak için Basra'ya gitmek istediğinde kendisine yardım etmeleri için Peygamber'in eşlerine elçiler gönderdi. Ama Ömer'in kızı Hafsa dışında hiçbiri onunla gitmeye razı olmadı. Hafsa'yı da kardeşi Abdullah bin Ömer engelleyip vazgeçirdi.ı
Tahrim Suresinin dördüncü ve beşinci ayetlerinde de olduğu gibi Allah Teala Aişe ve Hafsa'yı tehdit etmiştir. Yine aynı surede yüce Allah onlar hakkında tehlikeli bir örnek vermiştir. Ayet, sırf Peygamber'in eşleri oldukları için onların hesapsız ve kitapsız olarak cennete gideceklerine inanan Müslümanlara şunu anlatmak istiyor: Peygamber'in eşi olmanın onlara hiçbir yararı ve zararı yoktur. Allah katında yararlı ve zararlı olabilecek tek şey, insanın amelleridir.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki: "Allah inkar edenlere, Nuh'un karısıyla Lut'un karısını örnek verdi. İkisi de kullarımızdan iki salih kulun (nikahı) altındaydılar. Derken onlara ihanet ettiler. Kocaları
-------------------------------
1- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 6, s. 225.
Allah'tan (gelen) hiçbir şeyi onlardan savamadı. (Onlara:) "Haydi girenlerle beraber siz de ateşe girin" denildi.
"Ve Allah inananlara, Firavun'un karısını örnek verdi. Hani o şöyle demişti: "Ey Rabbim! Bana cennette bir ev kur ve beni Firavun'dan ve onun (kötü) işlerinden kurtar, ve beni şu zalimler topluluğundan kurtar!" (Yine Allah inananlara) İmran kızı Meryem'i (örnek gösterdi). O iffetini korudu da ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını doğruladı. , gönülden itaat edenlerdendi."ı
Bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere Peygamber'in eşi ve zevcesi olmanın her ne kadar birçok fazileti olsa da, insanı Allah'ın azabından kurtarmada bir etkisi olamaz. Peygamber eşi olmak, iyi amelle birlikte olursa faydalıdır. Aksi halde azap iki kat olur. Çünkü Allah'ın adaleti, vahiyden uzak olan bir kimseyi, evinde vahiy nazil olan ve vahye yakın olan kimse gibi azaplandırmamayı gerektirir. Hakkı tanıdığı halde hakka muhalefet eden kimse, hakkı hiç tanımayan cahilden daha kötüdür ve onun azabı daha fazladır.
Aziz okuyucular! Aişe'yi daha iyi tanımak için onun bazı rivayetlerini biraz detaylı olarak getireceğiz. Böylece onun '. Hz. Ali'yi hilafetten uzaklaştırmakta en büyük rolü oynadığını, tüm gücüyle Hz. Ali'ye karşı savaştığını, Tathir ayetinin gökle yer arasındaki mesafe kadar AİŞE'DEN uzak olduğunu ve Ehl-i Sünnet'in büyük çoğunluğunun yalan ve hilelere kanarak, farkına varmadan Ümeyye Oğullarına uyduklarını ortaya koyacağız.
----------------------
1- Tahrim Suresi / 10 - 12.
......
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 113
AİŞE'NİN KENDİ ALEYHİNDEKİ ŞAHİTLİĞİ
Şimdi Aişe'nin kendisinin rivayet ettiği ve kadın kıskançlığı vücudunu sararak Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda yaptığı ahlaksızlık ve edepsizlikleri birlikte dinleyelim:
Aişe diyor ki:
"Resulullah'ın eşi Safiyye Resulullah'a yemek gönderdi. O sırada Resulullah benim yanımdaydı. Safiyye tarafından gelen cariyenin getirdiği yemeği görür görmez vücudum titredi ve kendimi kaybettim. Tabağı elinden alarak kırıp dışarı attım. Peygamber bana bakınca gözlerinden bu hareketime öfkelendiğini anladım. Hemen dedim ki: "Bugün bana beddua etmesinden Resulullah'a sığınırım." Resul-i Ekrem (s.a.a.): "Öyleyse bunu telafi etmelisin" buyurdu. Ben: "Ey Resulullah! Bunun keffareti nedir?" diye sorunca buyurdu ki: "Onun yemeği gibi yemek ve onun tabağı gibi tabak"ı
Bir başka yerde de kendisi hakkında şöyle diyor: "Bir gün Resul-i Ekrem' e: "Yeter artık! Falanca ve filanca olan (küfürlü sözler) Safiyye'yi bu kadar övme!" dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Denizlerin suyunun dahi temizleyemeyeceği bir şey söyledin!"2
Sübhanallah! Müminlerin annesi, İslam'ı ahlakın ilk kurallarına ve İslam'ın farz kıldığı hakların en küçüğüne dahi riayet etmeyerek başkalarını çekiştirecek ve dedikodu mu
------------------------------
1- Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 6, s. 277.
2- Sahih-i Tirmizi, c. 4, s. 660; Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 6, s. 189.
yapacak?! Safiyye hakkında söylediği söz ne kadar kötü ve çirkin ki, Resulullah'ı (s.a.a.) gazaplandırıyor ve, bunun deniz suyuyla dahi temizlenemeyeceğini buyuruyor.
Aişe'nin söylediği sözler o kadar çirkinmiş ki, hadisi rivayet edenler bile o laf1arı söylemek istememiş ve bu gibi durumlardaki a1ışkanlıklarıyla o sözlerin yerine "falanca ve filanca olan" tabirini kullanmışlardır.
Yine Aişe, kadın kıskançlığı hakkında şöyle diyor:
"Hiçbir kadını Mariye kadar kıskanmadım. Çünkü o güzel ve olgun bir kadındı. Resul-i Ekrem (s.a.a.) ondan hoşlanıyordu. İlk önce Resulullah onu Harise bin Nu'man'ın evine indirdi. Biz çok rahatsız olduk ve ben sabırsızlık yaparak bu konuda Peygamber' i incittim. Sonra Resulullah onu Ali'ye götürdü ve onu orada görmeye giderdi. Bu da bize çok ağır gelirdi. Daha da kötüsü, Allah ona bir çocuk verdi ve bizi bundan mahrum kıldı." 1
Aişe'nin kıskançlığı, Mariye sınırlarını aşarak Peygamber'in ondan olan oğlu, küçük ve masum İbrahim' i de kapsamıştı. Aişe diyor ki:
"İbrahim dünyaya geldiğinde Resul-i Ekrem (s.a.a.) onu benim yanıma getirerek: "Bak yavrum ne kadar bana benziyor." buyurdu. Dedim ki: "Ben onda sana benzer hiçbir şey göremiyorum!" Bunun üzerine Resulullah, "Renginin beyazlığını ve etli oluşunu görmüyor musun?" buyurdu. Ben dedim ki: "Bolca koyun sütü içen her çocuk beyaz ve
----------------------------
1- İbn-i Sa'd, et-Tabakat'ul-Kubra, c. 8, s. 212; Ensab'ul-Eşraf, c. 1, s. 449-450; el-İsabe Fi Marifet'is-Sahabe, c. 4, s. 405. Mariye'nin Biyografisi.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 115
şişman olur."ı
Aişe'nin kıskançlığı bütün sınırları aşmıştı. Hatta kötü zan ve vesveselere kapılarak Resulullah'ın hakkında dahi şüphelenmeye başlamıştı. Resul-i Ekrem, onun yanında kaldığı geceler kendisini uyumuş gibi gösterir, sessizce Peygamber'i takip ederdi. Bu olayı onun kendi ağzından dinleyelim:
"Resulullah benimle olduğu gecelerden birinde aba ve ayakkabılarını çıkardı ve örtüsünü yatağa serip uyudu. Bir süre sonra benim uyuduğumu zannederek sessizce elbise- sini giydi, ayakkabılarını aldı., kapıyı açıp dışarıya çıktı ve kapıyı yavaşça kapadı. Ben hemen elbisemi giyip başımı örttüm ve onun ardı sıra gittim. Resulullah (s.a.a.) Baki mezarlığına gitti ve biraz orada durdu. Ellerini üç kez göğe kaldırdı ve sonra hızla başka bir yöne doğru gitti ve ben de peşinden gittim. Sonra eve doğru geldiğini görünce ondan önce gelip hemen yatağa uzandım. Resulullah (s.a.a.) içeriye girdiğinde buyurdu ki: "Aişe! Sana ne oldu? Niçin böyle solukluyorsun? Neden kuşkulanıyorsun?" Ben: "Bir şey yok." dedim. Resulullah: "Sen söylemezsen Rabbim bana haber verir." buyurdu. Ben: "Ey Resulullah! Anam babam sana feda olsun." dedim ve sonra olup bitenleri ona anlattım. "Önümdeki karartı sendin öyleyse, değil mi?" buyurdu. "Evet bendim." dedim. Sonra eliyle göğsüme öyle vurdu ki, göğsüm ağrıdı. Sonra buyurdu ki: "Allah ve Resulünün sana haksızlık yapacağını mı zannettin?"2
----------------------
1- et-Tabakat'ul-Kubra , c. 1, s. 134; Ensab'ul-Eşraf, c. 1, s. 450. 2- Sahih-i Müslim, c. 2, s. 669, h. 103; Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 6, s. 221.
Bir başka yerde şöyle diyor:
"Resulullah'ı görmeyince cariyelerinden birinin yanına gittiğini zannettim. Onu arayınca secdede şu sözleri söylerken buldum: "Allah'ım beni bağışla ve atfet."ı
Ve yine şöyle der:
"Bir gece Resulullah (s.a.a.) yanımdan çıkıp gitti. Ondan şüphelendim ve kıskançlık duygum kabardı. Resulullah geri dönüp durumu mu görünce buyurdu ki: "Aişe! Sana ne oldu? Yine mi kıskandın?" Dedim ki: "Benim gibi birisi, senin gibi birini nasıl kıskanmasın ki?" Bunun üzerine buyurdu ki "Yine şeytanın mı seni tuttu?"2
Bu rivayetler açıkça şunu gösteriyor: Aişe'nin kıskançlık duygusu kabardığı zaman kendisini kaybederek tabakları kırıyor ve elbiselerini yırtıyordu. Bu yüzden yukarıdaki rivayette diyor ki: "Resulullah, gelip ne yaptığımı görünce; 'Yine şeytanın mı seni tuttu?!" diye buyurdu. Şüphesiz, Aişe'nin şeytanı ona çokça musallat olurdu. Çünkü şeytan, kadın kıskançlığı yoluyla onun kalbine girmişti. Halbuki Resulullah'tan (s.a.a.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Kıskançlık erkekler için iman, kadınlar için küfürdür." Erkek karısını kıskanmalıdır. Çünkü İslam açısından kocasından başkası ona ulaşmamalıdır. Ama kadın kocasını kıskanmamalıdır. Çünkü Allah onun birden fazla kadınla evlenmesine izin vermiştir. İmanlı bir kadın Allah'ın hükümlerine boyun eğmiş ve kocası Allah'tan korkan, imanlı
----------------------------------
1- Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 6, s. 147.
2- Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 6, s. 115; Sahih-i Müslim, 4, s. 2168, h. 2815.
......
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 117
ve asil birisi ise bunu rahat bir şekilde kabullenmelidir.
Resulullah (s.a.a.) kemal, adalet ve iyi ahlakta bütün insanlar için örnekti. Bu durumda Aişe'nin onu kıskanmasının ne anlamı olabilirdi? Ehl-i Sünnet diyor ki: Resul-i Ekrem (s.a.a.) Aişe'yi diğer hanımlarından daha çok severdi. Hatta diğer zevceleri Resulullah'ın (s.a.a.) Aişe'yi çok sevdiğini bildikleri için bazen kendi sıralarını Aişe'ye verirlerdi. Eğer bu söz doğru ise Aişe'nin aşırı kıskançlığı nasıl yorumlanabilir? Çünkü o zaman durum bunun tam aksine olmalı ve dedikleri gibi Resulullah (s.a.a.) Aişe'yi daha çok sevdiğine göre diğer zevceleri onu kıskanmalıydılar.
Bütün bunlara rağmen tarih ve hadis kitapları Aişe'nin övgüsüyle doludur. Hatta Resulullah'ın (s.a.a.) onun ayrı- lığına dayanamadığını yazarlar!
Ben şuna inanıyorum ki, bu rivayetlerin tümü Aişe'yi çok seven Emevilerin uydurmasıdır. Çünkü Aişe, Ermenilere büyük bir hizmet etmiş, onların istekleri doğrul- tusunda hareket ederek düşmanları olan Ali bin Ebi Talib'e karşı savaşmıştır.
Yine ben şuna inanıyorum ki, Resulullah (s.a.a.), bu kötü ve çirkin davranışları yüzünden onu hiç sevmezdi. Daha önce hatırlattığımız gibi, Resulullah (s.a.a.) yalan konuşan, başkalarını çekiştiren, ara bozuculuk yapan, Allah ve Resulüne kötü zanda bulunan ve kendisine zulmedeceklerini sanan birini nasıl sevebilir ki? Peygamberimiz, aşırı kıskanç ve meraklı olan, kocasının nereye gittiğini öğrenmek için izinsiz evinden dışarıya çıkan birini nasıl sevebilir? Resul-i Ekrem'in (s.a.a.) huzurunda zevcelerine -ölmüş olanlarına dahi- çirkin laflar eden ve onlara küfreden birini nasıl sevebilir? Oğlu İbrahim' e düşman olan ve annesi
Mariye'ye iftira eden kadını nasıl sevebilir?l
Bazen yalan uydurarak, bazen de eski düşmanlıkların kinlerini kusarak kendisiyle eşlerinin arasını bozan ve onları boşamasına sebep olan bir kadını nasıl sevebilir? Resulullah, kızı Fatıma'tüz-Zehra'nın ve amcası oğlu Ali bin Ebi Talib'in düşmanını ve Hz. Ali'nin adını bile ağzına almak istemeyen birini nasıl sevebilir?2
Bütün bunlar Resulullah'ın (s.a.a.) hayatı döneminde vuku bulmuştur; Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonraki olaylar ise anlatmakla bitmez.
Şüphesiz bütün bu olaylar Allah 'ı ve Resulünü gazaplandırır ve onlar bu işlere razı olmazlar. Çünkü Allah haktır ve Resulullah (s.a.a.) da hakkın temsilcisidir. O halde, Resulullah (s.a.a.) batıl olan birisini sevemez.
İleride Resulullah'ın (s.a.a.) Aişe'yi sevmesi bir kenara dursun, hatta ümmetine onun fitnesinden korunmayı öğütlediğini göreceğiz.3
Bazı Sünni alimlerine, Resulullah'ın (s.a.a.) -diğer zevcelere nazaran- Aişe'yi daha çok sevmesinin nedenini sorduğumda hiç alakası olmayan cevaplar verdiler. Birisi dedi ki: "Aişe genç ve güzeldi ve Resulullah'ın (s.a.a.) eşleri arasında daha önce evlenmeyen tek bakire oydu." Bir başkası dedi ki: "O, Resulullah'ın (s.a.a.) mağara arkadaşı Ebu Bekir'in kızıdır." Üçüncüsü şöyle dedi: "O dininin
-----------------------------
1- Bu konuda Cafer Murtaza Amili'nin "Hadis'ul-İfk" (s. 239) adlı eserine bakınız.
2- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 207; et- Tabakat'ul-Kubra, c. 2, s. 231.
3- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 100, Cihat ve Siyer Kitabı.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 119
yarısını Resulullah'tan öğrenmiş olup, alim ve fakih idi." Dördüncüsü ise şöyle dedi: "Çünkü Cebrail, Resulullah' a Aişe'nin resmini getirmişti ve Cebrail yalnızca Peygamber Aişe'nin evinde iken vahiy nazil ederdi."
Aziz okuyucularımız! Gördüğünüz gibi bu iddiaların hiçbirisi bir delile dayanmamaktadır. Akıl da bunları asla kabul etmez ve biz delillerle bunların hepsini reddedeceğiz. Eğer Resulullah (s.a.a.) güzelliği ve bakireliği nedeniyle Aişe'yi sevmiş olsaydı niçin o dillere destan güzel kızlarla evlenmemişti? Halbuki herkes onun emri altındaydı! Ta- rihçilerin de yazdığına göre Aişe'nin Cahş kızı Zeynep, Huyay kızı Safıyye ve Mariye-i Kıbtiyye'yi kıskanmasının sebebi, onların AİŞE'DEN daha güzel olmalarıydı.
İbn-i Sa'd, Tabakal'ında ve İbn-i Kesir, Tarih'inde şöyle yazarlar:
"Resulullah (s.a.a.), güzelliğiyle meşhur olan Kab kızı Müleyke ile evlendi. Aişe o kadının yanına giderek dedi ki: "Babanın katili olan bir adamla evlenmekten utanmıyor musun?" O da Resulullah'tan Allah'a sığındı. Bu nedenle Resulullah da onu boşadı. Kavmi Resulullah'ın yanına gelerek; "Ya Resulullah! O daha küçüktür, görüşüne itina edilmez, o kandırılmıştır. Onu geriye çevir." dedilerse de Resulullah (s.a.a.) kabul etmedi. Onun babası Mekke'nin fethinde Halid bin Velid tarafından öldürülmüştü."ı
Bu rivayet açıkça şuna delalet ediyor: Eğer Resulullah'ın (s.a.a.) evlenmekten maksadı kadının gençlik ve güzelliği
-------------------------------------
1- et-Tabakat'ul-Kubra, c. 8, s. 148; Tarih-i İbn-i Kesir, c. 5, s.299.
olsaydı, Müleyke bint-i Kab'ı asla boşamazdı. Çünkü o da genç ve güzeldi. Bu rivayetten ayrıca, Aişe'nin günahsız ve mümin kadınları Resulullah'tan (s.a.a.) ayırmak için ne gibi hilelere başvurduğu ortaya çıkmaktadır.
Daha önce Aişe'nin, Nu'man kızı Esma'nın boşanmasına nasıl yol açtığını da görmüştük. Aişe onun güzelliğini kıskandığı için ona demişti ki: "Resulullah (s.a.a.) kadının yanına geldiği zaman, kadının ona, "Senden Allah'a sığınırım." demesinden hoşlanır. Zavallı Müleyke hususunda da, babasının öldürülmesi gibi hassas bir noktaya değinerek duygusunu körüklüyor ve; "Babanın katiliyle evlenmekten utanmıyor musun?" diyor. Zavallı kadın da Resulullah'tan Allah'a sığınıyor. Cahiliye devrinin etkilerinin devam ettiği ve babasının katilinden intikam almayanın kınandığı bir ortamda bundan başka ne söyleyebilirdi ki?
Şimdi haklı olarak şu soruyu sorabiliriz: Resulullah (s.a.a.) Aişe'nin hilesine aldanan bu iki kadını niçin boşadı?
Her şeyden önce bilmeliyiz ki, Resulullah (s. a. a.) ma- sumdur, kimseye zulmetmez ve yaptığı her şey doğrudur. O halde onları Allah ve Resulünün bildiği bir hi km etten dolayı boşamıştır. Aynı şekilde, onca yaptıklarına rağmen Aişe'yi boşamamasının da bir hikmeti vardır muhakkak. Belki ilerideki bahislerde bunun sırlarından bazılarını çözeriz.
Resulullah'ın (s.a.a.) boşadığı ilk kadın olan Esma bint-i Nu'man o kadar saf bir insandı ki Aişe'nin hilesine hemen kanarak Resulullah (s.a.a.) ile karşılaşınca hemen "Senden Allah'a sığınırım." dedi. Çok güzel olmasına rağmen saflığı ve akılsızlığından dolayı Resulullah (s.a.a.) onu boşadı.
İbn-i Abbas der ki: "Resulullah, zamanının en güzel ka-
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkll1da / 121
dınlarından olan Esma bint-i Nu'man ile evlendi."ı Belki de Resulullah bu hareketiyle aklın, güzellikten daha önemli olduğunu anlatmak istemiştir. Çünkü genç ve güzel bir kadın, saflığı ve akılsızlığı yüzünden kolayca fesada düşebilir.
Resulullah'ın boşadığı ikinci kadına, yani Aişe' nin; "Babanın katiliyle mi evleniyorsun?" diyerek duygularını hırpaladığı Müleyke bint-i Kab'a gelince; Resulullah, -akrabalarının da dediği gibi, yaşı küçük ve sözlerine itina edilmeyecek- bu kadının korku ve kabusla yaşamasını ve daha büyük belalarla karşılaşmasını istemediği için onu boşadı. Ayrıca, Aişe onun Resulullah'la birlikte rahat bir hayat sürdürmesine de engel olacaktı. Şüphesiz bunların dışında, Allah ve Resulünün bildiği ve bizim bilmediğimiz başka sebepler de vardır.
Önemli olan, bazı cahiller ve oryantalistlerin zannettiklerinin tam aksine, Resulullah'ın (s.a.a.) asla güzel kadınlar peşinde koşan şehvetperest birisi olmadığını bilmemizdir.
Tarih ve hadis kitaplarında kaydedildiği üzere, zamanlarının en güzel kadınlarından olan bu iki kadını Resulullah'ın (s.a.a.) nasıl boşadığını gördük. O halde, "Resulullah Aişe'yi genç ve güzel olduğu için seviyordu." görüşünü kabul edemeyiz.
"Aişe Ebu Bekir'in kızı olduğu için Resulullah (s.a.a.) onu daha çok seviyordu" sözüne gelince... Bu söz de doğru değildir. Ama şunu söyleyebiliriz ki: Resulullah (s.a.a.) Ebu Bekir için Aişe'yle evlendi. Çünkü Resulullah (s.a.a.) siyasi sebeplerden dolayı ve düşmanlığın yerini
--------------------
1- et-Tabakat'ul Kubra, c.8, s.145
dostluk alsın diye çeşitli kabilelerden olan kadınlarla evlenmişti. Örneğin; Resulullah (s.a.a.), baş düşmanı olan Ebu Süfyan'ın kızı ve Muaviye'nin kız kardeşi Ümmü Habibe ile de evlenmişti. Çünkü Resulullah (s.a.a.) bütün alemlere rahmet olarak gönderilmişti ve kalbinde kimseye karşı kin ve düşmanlık yoktu. Onun muhabbet ve rahmeti Arap kabilelerini aşmış, Kitap Ehli'ni de kapsamına almış ve semavi dinlere mensup olanları birbirine yakınlaştırmak için Yahudi, Hıristiyan ve Kıptilerden de kız almıştı.
Siyer kitaplarında da okuduğumuz gibi, bizzat Ebu Bekir'in kendisi Resulullah'tan (s.a.a.) kızı Aişe ile evlenmesini istemiştir. Aynı şekilde Ömer de Peygamber efendimizden kızı Hafsa ile evlenmesini istemiştir. Resulullah (s.a.a.) da onların bu isteğini kabul etmiştir. Çünkü onun kalbi bütün yeryüzündekileri kapsayacak kadar genişti.
Allah Teala buyuruyor ki:
"Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.'1
Şimdi Aişe'nin rivayetine dönelim. Aişe diyor ki:
"Resulullah (s.a.a.) benim uyuduğumu görünce yavaşça elbisesini giyerek kapıyı açtı ve dışarı çıktı."
Buradan Resulullah'ın (s.a.a.) Aişe'den ayrı kalmaya dayanamadığını ileri süren rivayetin de yalan ve uydurma olduğunu anlıyoruz. 2
-------------
1- Al-i İmran Suresi / 159.
2- Sahih-i Müslim, c. 2, s. 669, h. ıo3; Müsned-i Ahmed, c. 6, s. 221.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 123
Bu sonuca sadece ben varmış değilim. Bu konuda Ehl-i Sünnet'in Sahihlerinde birçok delil mevcuttur. Örneğin; Sahih-i Müslim ve diğer Sıhah'ta Ömer bin Hattap'tan şöyle nakledilir:
"Resulullah (s.a.a.) hanımlarından uzaklaştığında ben mescide girdim. Halk çakıllarla oynayarak, Resulullah (s.a.a.) zevcelerini boşadı, diyorlardı. O zaman daha hicap ayeti nazil olmamıştı. Ben onlara, "Bugün olayı öğreneceğim" dedim. Sonra Aişe'nin yanına giderek; "Ey Ebu Bekir'in kızı!" dedim, "Sen yaptıklarınla Resulullah'a (s.a.a.) eziyet edecek hadde mi ulaştın?" Aişe; "Benden sana ne, ey Hattab'ın oğlu! Sen kendi kızına öğüt ver!" dedi. Ben de Hafsa'nın yanına giderek; "Ey Hafsa!" dedim, "Sen yaptıklarınla Resulullah'a (s.a.a.) eziyet edecek hadde mi ulaştın? Vallahi sen çok iyi biliyorsun ki, Resulullah (s.a.a.) seni hiç sevmiyor ve eğer ben olmasaydım, mutlaka seni boşardı." Bunun üzerine Hafsa şiddetle ağladı."ı
Bu rivayetten açıkça anlaşılıyor ki, Resulullah'ın (s.a.a.) Ömer'in kızı Hafsa ile evlenmesi onu sevdiğinden değil, sadece zamanın siyası şartları bunu gerektirdiği içindi.
Ömer'in, Resulullah'ın (s.a.a.) Hafsa'yı sevmediğine dair yemin edip; "Vallahi sen iyi biliyorsun ki Resulullah (s.a.a.) seni hiç sevmiyor." diyerek Hafsa'nın kendisinin de bunu bildiğini belirtmesi, ardından da "Eğer ben olmasaydım, Resulullah (s.a.a.) mutlaka seni boşardı." diye eklemesi, bu evliliğin sırf siyası maksatla gerçekleştiğinde hiçbir şüpheye yer bırakmıyor.
1- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1106, h. 1479.
........
Bu rivayet, ayrıca Resulullah'ın (s.a.a.) Aişe ile evlenmesi hususunda da bize bir fikir vermekte ve Aişe'nin tüm eziyetlerine Ebu Bekir için katlandığı konusunda bizi aydınlatmaktadır. Çünkü Hafsa, Aişe'ye oranla Resulullah'ın muhabbetine daha layıktı. O, Aişe'nin yaptığı çirkin hareketlerin yüzde birini dahi yapmamış ve Resul-i Ekrem'e onun kadar eziyet etmemişti.
Eğer Emevilerin Aişe'nin faziletleri hakkında uydurdukları rivayetlere itina etmeyerek gerçeği araştıracak olursak, Resulullah'ın Aişe'den çok eziyet gördüğünü ve ona çokça öfkelendiğini görürüz. Şimdi Buhari ve diğer birçok Ehl-i Sünnet hadisçilerinin rivayet ettiği ve Aişe'nin, kocası Resulullah'ın kendisinden ne kadar nefret ettiğini hissettiğini anlatan şu rivayete dikkat edelim:
Buhari, Sahih'inde şöyle nakleder:
"Kasım bin Muhammed'den duydum; dedi ki: "Aişe; "Ah! Başım ağrıyor!" deyince Resulullah (s.a.a.)"Eğer bir gün gelir de ben yaşarsam (ve sen ölürsen) senin için dua eder ve mağfiret dilerdim." buyurdu. Bunun üzerine Aişe; "Eyvahlar olsun!" dedi, "Vallahi ben biliyorum ki sen benim ölmemi istiyorsun. Eğer o gün gelirse, o günün son saatlerinde eşlerinden bazısıyla birlikte olursun."ı
Sizce bu rivayet, Resulullah'ın (s.a.a.) Aişe'yi sevdiğini gösterebilir mi?
Bütün bunlardan şu sonuca varıyoruz: Ümeyye Oğulları ve özellikle de Muaviye bin Ebu Süfyan , Resulullah' a
-------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 155, Hastalar ve Tıp Kitabı; Sünen-i Beyhaki, c. 3, s. 378.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 125
(s.a.a.) karşı büyük bir kin beslemekteydiler. Bu yüzden, hilafeti ellerine geçirdikleri zaman gerçekleri değiştirmeye çalıştılar; Resulullah'ın (s.a.a.) zamanında kayda değer hiçbir faaliyetleri olmayan sıradan bazılarını yüceliğin doruğuna çıkardılar; Resulullah'ın (s.a.a.) zamanında fazilet ve yüceliğin doruğunda olanları ise küçük gösterdiler.
Bence Emevilerin insanları yüceltip alçaltmadaki tek öl- çüleri, Muhammed ve Ehl-i Beyti olan Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin' e olan haddinden fazla kin ve düşmanlıklarıydı. Bu durumda, Allah'ın her türlü pislikten arındırıp tertemiz kıldığı Muhammed ve Ehl-i Beyt'ine düşman olanları yüceltip onların faziletleriyle ilgili hadisler uydurdular; onları kendilerine yakınlaştırarak, makam ve mevkilere getirdiler. Böylece halk da onları sevip saymaya başladı.
Resulullah'ı (s.a.a.) kalpten sevip savunanları ise küçültmeye, faziletlerini gizlemeye çalıştılar; onlar için kusurlar üretip aleyhlerinde yerici hadisler uydurdular.
Böylece, her zaman Resulullah'a (s.a.a.) karşı çıkan ve mübarek ömrünün son günlerinde onu sayıklamakla suçlayan Ömer bin Hattap, Emevilerin hükümeti döneminde İslam'ın en yüce şahsiyeti olarak tanıtılıyor.
Ama, Musa'ya göre Harun nasılsa, Resulullah'a (s.a.a.) göre öyle olan, Allah ve Resulünü seven, Allah ve Resulünün de kendisini sevdiği, bütün müminlerin velisi Ali bin Ebi Talip (a.s.), Müslümanların minberlerinde seksen yıl lanetleniyor!
Aynı şekilde, Resulullah'a (s.a.a.) her gün gam ve keder yudumlatmış, Rabbinin emirlerine karşı çıktığı gibi onun da emirlerine karşı çıkmış, Resulullah'ın vasisi olan Hz. Ali'ye
karşı savaş açmış, İslam tarihinde binlerce Müslümanın kanının döküldüğü en büyük fitneye sebep olmuş olan Aişe, İslam kadınlarının en meşhuru oluveriyor ve Müslümanlar dinin hükümlerini ondan alıyorlar.
Ama, rızası Allah'ın rızası, gazabı Allah'ın gazabı olan Hz. Fatıma'tüz-Zehra unutulup gidiyor; geceleyin gizlice defnediliyor; ondan önce de evi yakılmakla tehdit edilip, kapıyla duvar arasında sıkıştırılarak kaburgaları kırılıyor, hamile olduğu bebeğini düşürüyor ve Ehl-i Sünnet, onun; babasından rivayet ettiği tek bir hadis dahi bilmiyorlar!
Aynı şekilde, Allah'ın Kitabının nassıyla ve Resulullah'ın diliyle lanetlenen Yezid bin Muaviye, Ziyad bin Ebih, İbn-i Mercane, İbn-i Mervan, Haccac, İbn-i As ve diğerleri, yönetimi ele geçirip müminlerin emirleri olarak adlandırılıyorlar.
Ama, cennet gençlerinin efendileri ve Peygamber'in güzel kokulu iki gülü Hasan ile Hüseyin ve Peygamber'in soyundan olan Ümmetin İmamları sürgün ediliyor, zindanlara kapatılıyor ve sonunda kılıçla veya zehirlenerek öldürülüyorlar.
Aynı şekilde, Resul-i Ekrem'e (s.a.a.) karşı açılan her savaşın başında yer alan münafık Ebu Süfyan'a övgüler yağdırılırken; Resulullah'ı var gücüyle savunan, yeğeninin davası yolunda her şeyi göze alan, bu uğurda kavmi ve
4
şiretindan kovulan, üç yıl Şi'b-i Ebu Talip'te mahsur kalıp ekonomik ambargoya katlanan, İslam'ın maslahatı için, yani tüm köprüleri yıkmayıp Kureyş'in, Müslümanlara istedikleri eziyeti yapabilmelerini önlemek için, Firavun ailesinin mümini gibi imanını gizleyen Ebu Talip, küfurle
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 127
itham edilip, cehennemde ayağının altına beynini kaynatacak ateşten bir pompa koyularak cezalandırılacağı söyleniyor!
Aynı şekilde, Allah ve Resulünün hükümleriyle alay eden, onlara asla değer vermeyen, çirkin emellerine ulaşmak için müminleri katleden ve Müslümanların gözünün önünde Resulullah'a (s.a.a.) küfreden, azatlı oğlu azatlı ve mel'un oğlu mel'un Muaviye, vahiy katibi olarak adlandırı- lıyor; "Allah'ın vahiyde güvendiği üç kişi vardı: Cebrail, Muhammed, Muaviye." deniliyor ve hikmet, tedbir ve siyaset adamı olarak tanıtılıyor.
Ama, yeryüzünün taşıdığı ve gökyüzünün üzerine gölge düşürdüğü en doğru konuşan insan olan Ebuzer,1 fitneci olarak tanıtılıyor, dövülüyor ve Rebeze'ye sürgün ediliyor. Selman, Mikdad, Ammar, Huzeyfe ve Hz. Ali'nin velaye- tini kabul edip izinde yürüyen diğer bütün gerçek sahabiler, zulüm, işkence, sürgün ve katle maruz kalıyorlar.
Ve böylece, Hulefa Mektebi'nin izcileri, Muaviye'nin taraftarları ve zalim iktidarın oluşturduğu mezheplerin takipçileri, "Ehl-i Sünnet ve Cemaat" olarak tanıtılıp İs- lam' ı temsil ettikleri ileri sürülüyor; muhalifleri ise, tertemiz olan Ehl-i Beyt İmamlarına uymuş olsalar dahi, kafir ilan ediliyor!
Ama, ilim şehrinin kapısı, hakkın ekseni ve İslam'ı ilk kabul eden Hz. Ali'ye ve onun soyundan gelen Masum İmamlar'a uyan Ehl-i Beyt Mektebi'nin izcileri, bidat ve dalalet ehli olarak tanıtılıyor; onlara karşı savaşanlar ise
-------------------------
1- Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 669; Müsned-i Ahmed, c. 2, s. 163.
Müslümanlardan sayılıyor! "Fe subhanellah ve la havle ve la kuvvete illa billah!"
Yüce Allah ne güzel buyuruyor:
"Ve onlara, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın, denince, biz ıslah ediciyiz diyorlar. Halbuki onların kendileri bozguncudurlar da anlamazlar. Onlara, siz de halk gibi iman edin, denince; biz de sefihler gibi mi inanalım, derler. Onların kendileri sefihtirler, ama bunu bilemezler."ı
Resulullah'ın (s.a.a.), dinin yarısını bildiği için Aişe' yi sevdiği iddiasına gelince... Bu iddia, Resulullah'tan (s.a.a.) rivayet ettikleri şu hadise dayanıyor: "Dininizin yarısını bu Humeyra'dan (Aişe'den) öğrenin." Ancak bu hadis, kesinlikle batıl ve uydurmadır. Çünkü bu, Aişe'den naklolunan komik ve üzücü hükümlerle uyuşmamaktadır ve Resulullah (s.a.a.) bu gibi sözlerden münezzehtir. Bu konuda, Müslim'in Sahih'inde ve Malik'in Muvatta'sında naklettiği, kadının kendisine mahrem olmayan erkeğe süt emzirmesi hadisine değinebiliriz.2 Bu hadis hakkında "Doğrularla Birlikte" adlı kitabımızda yeterince bahsettik. Daha fazla bilgi için oraya başvurabilirsiniz.
Bu yüz kızartıcı rivayetin reddi için Resulullah'ın (s.a.a.) bütün zevcelerinin onu inkar etmiş olmaları yeterlidir. Ayrıca bu rivayeti nakleden şahıs, çok çirkin ve yüz kızartıcı olduğundan bir yıl onu nakletmeye cesaret edememiştir.
Sahih-i Buhari'de de "Vatanından Uzaklaşan Namazı
-------------------
1- Bakara Suresi /13.
2- Sahih-i Müslim, c. 2, s. 107; el-Muvatta, c. 2, s. 606.
......
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 129
Dörtten iki Rekata İndirir Babı"nda Zühri'nin Urve'den, onun da Aişe'den şöyle naklettiğini görüyoruz: "Namaz farz olduğunda sadece iki rekat idi; bu yolcu namazı olarak sayıldı. Ama kendi şehrinde olan namazı tam olarak kılmalıdır." Zühri der ki: Urve'ye, "Peki Aişe yolculukta niçin namazını tam kılardı?" diye sorduğumda dedi ki: "Aişe de Osman gibi te'vil yaptı."
Müslim de Sahih'inin "Yolcu Namazı Babı"nda aynı rivayeti Buhari' den daha net bir şekilde nakletmiştir.1
Bu ise apaçık bir tezattır. Aişe'nin kendisi yolcu namazının iki rekat olduğunu, Allah'ın bunu farz kıldığını ve Resulullah'ın bunu böyle uyguladığını söylüyor. Ama kendisi buna muhalefet ederek sırf Osman' m sünnetini ihya etmek için Allah'ın ve Resulünün hükmünü değiştiriyor. Bu nedenlerle Ehl-i Sünnet'in sahih kitaplarında birçok hükmün naklolunduğunu, ama Sünnilerin bunlara uymadığını görüyoruz. Çünkü onlar, çoğu zaman Ebu Bekir, Ömer, Osman, Aişe ve Muaviye gibilerinin te'villerini Allah'ın hükümlerine tercih etmektedirler.
Eğer dinlerinin yarısını kendisinden öğrendikleri "Humeyra" Allah'ın hükümlerini te' vil edip değiştiriyorsa kocası Resulullah'ın (s.a.a.) buna razı olacağını ve dininizi Aişe'den öğrenin diyebileceğini hiç zannetmiyorum. Bunun dışında ileride, Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim' de Aişe'ye uymanın günah olduğunu bildiren hadislere değineceğiz, inşaallah.
Resulullah'ın Aişe'yi sevmesinin nedenini, "Resulullah
--------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 55; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 478, h. 3.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 130
(s.a.a.) Aişe ile evlenmeden önce Cebrail, Aişe'nin resmini Peygamber' e getirmişti ve sadece Aişe'nin evinde iken Peygamber' e vahiy nazil olurdu." şeklinde açıklayanların sözlerine gelince... Bu sözlere deliler dahi gülerler. Acaba Cebrail'in Peygamber'e getirdiği resim bir fotoğraf mıydı, yoksa bir yağlı boya tablosu muydu?!
Kaldı ki, Ehl-i Sünnet'in Sahihleri, Resulullah (s.a.a.) Aişe'yi görsün diye Ebu Bekir onu bir tabak hurma ile Resul-i Ekrem' e gönderdiğini ve kızıyla evlenmesini kendisi Peygamber' e teklif ettiğini naklederler. Öyleyse Cebrail'in Resulullah'a (s.a.a.) Aişe'nin resmini getirmesine ne lüzum vardı?! Ayrıca Aişe'nin evinin Peygamber-i Ekrem'in evine uzaklığı birkaç metreden fazla değildi. Eğer Cebrail'in Resulullah'a (s.a.a.) herhangi birinin resmini getirmesi gerekseydi, Mısırlı Mariye-i Kıptiyye'nin resmini getirmeli ve ondan İbrahim adlı oğlunun dünyaya geleceğini müjdelemeliydi. Çünkü Mariye Mısır'da yaşıyor ve kimse onun geleceğini bilmiyordu.
Bu nedenle; bu rivayetlerin, kumalarına karşı övünecek hiçbir şeyi olmayan Aişe'nin hayalinin ürünü veya sığ düşünceli insanların gözünde Aişe'nin makamını yüceltmek için Emevilerin Aişe'nin dilinden uydurdukları yalanlar olduğunu söylemekten başka bir çaremiz yoktur.
"Resulullah (s.a.a.) sadece Aişe'nin evinde iken Cebrail ona nazil olurdu" sözü ise, öncekinden daha çirkindir. Oyşa Kur'an-ı Kerim'den bildiğimiz, Yüce Allah'ın; Resulullah'a karşı geldiği takdirde Aişe'yi Cebrail, müminlerin salihi ve meleklerle tehdit ettiğidir. O halde bu gibi sözler, Ehl-i Sünnet alimlerinin hayal ve zanlarından başka bir şey değildir; zan ise asla hakkın yerini tutamaz. "De ki: "Bize
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 131
gösterecek bir deliliniz varsa getirin." Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz ancak tahmin yürütüyorsunuz."1
RESULULLAH'TAN (S.A.A.) SONRA AİŞE
Şimdi Ebu Bekir'in kızı Aişe'nin Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) sonraki hayatını inceleyelim. Resulullah'tan (s.a.a.) sonra artık Aişe'nin önünde hiçbir engel yoktur. Babası İslam ümmetinin halifesi ve hakimi, kendisi ise İslam hükümetinin bir numaralı kadınıdır. Çünkü kocası Resulullah, babası ise Resulullah'ın (s.a.a.) halifesidir. Üstelik, kendisinin de Peygamber'in zevcelerinin en üstünü olduğunu zannetmektedir. Çünkü o, Resulullah'ın zevceleri arasında onunla evlenen tek bakiredir. Resulullah vefat ettiğinde ise gençliğinin baharı olan on sekiz yaşındadır. En meşhur rivayetlere göre Resulullah'la (s.a.a.) altı veya sekiz yıl yaşamış ve ilk yıllarını Peygamber'in eşi olmasına rağmen çocuklar gibi oynamakla geçirmiştir. Resulullah'ın (s.a.a.) cariyesi Büreyre, onu şöyle tanıtır: "Aişe gencecik bir kızdı; hamur yaparken uyurdu; evdeki hayvanlar (tavuk, güvercin vs.) gelip yaptığı hamlim yerlerdi."2
Evet, ömrünün yarısını, dokuz veya on kuma arasında Resulullah'la (s.a.a.) birlikte geçirmiş olan on sekiz yaşındaki genç bir kadın! Unutmadan şunu da hatırlatalım ki, Aişe'nin hayatında, kumalarından daha çok kıskandığı bir başka kadın daha var: Fatıma'tüz-Zehra, Peygamber'in Hatice' den olan kızı.
-------------------------------
1- En'am Suresi / 148.
2- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 229.
Hatice hakkında ben ne diyebilirim ki! O, Cebrail-i Emin'in kendisine selam verdiği ve kendisini cennette gürültüsü ve yorgunluğu olmayan bir ev ile müjdelediği Sıddıyka-ı Kubra'dır.1 Resulullah (s.a.a.) her münasebette kendisini hayırla anardı. Resulullah (s.a.a.) onu her andığında Aişe yanıp yakılır, kalbi kıskançlık ateşiyle tutuşurdu. Bazen kendisini öyle kaybederdi ki ona söver ve Resul-i Ekrem'in (s.a.a.) duygularını rencide ederdi.
Hatice hakkında ne dediklerini kendisinden işitelim. Buhari, Ahmed, Tirmizi ve İbn-i Mace, Aişe'den şöyle naklederler:2
Resulullah'ın hanımlarından hiçbirini Hatice'yi kıskandığım gibi kıskanmadım. Çünkü Resulullah (s.a.a.) onu çok anar ve överdi. Bir gün Resulullah'a (s.a.a.); "Ölüp gitmiş avurdu kırmızı ihtiyar bir kadını niçin bu kadar övüyorsun? Halbuki Allah sana ondan daha hayırlı bir kadın vermiştir." dedim. Resulullah'ın yüzünün rengi öyle değişti vahiy inmesi dışında böyle değiştiğini hiç görmemiştim. Sonra şöyle buyurdu: "Hayır, Allah ondan daha hayırlısını bana vermemiştir. Halk bana karşı kafir olduğunda o iman etti; halk beni yalanladığında o doğruladı; halk beni mahrum ettiğinde o malıyla beni destekledi; Allah bana ondan evlat verdi ve diğer kadınlardan vermedi."
--------------------------------
1-Sahih-i Buhari, c. 5, s. 48; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1887, h. 71, Hz. Hatice'nin Faziletleri Babı.
2-Daha önce de şöyle dediğini görmüştük: "Hiçbir kadını Safiyye kadar kıskanmadım." Veya "Hiçbir kadını Mariye kadar kıskanmadım." Allah aşkına, Peygamber'in hangi zevcesinin senin eziyet ve kıskançlığından kurtulduğunu söyler misin?!
......
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 133
Hiç şüphesiz, Resulullah'ın (s.a.a.) bu sözleri, Aişe'yi Peygamber'in en üstün ve en sevgili zevcesi olarak kabul edenlerin iddiasını çürütüyor. Yine hiç şüphesiz, Resulullah (s.a.a.) Aişe'yi böyle kınayıp Allah Teala'nın kendisine Hatice'den daha hayırlısını vermediğini söyleyince, Aişe'nin haset ve kıskançlığı daha da çoğalıyor.
Peygamberimiz burada bir kez daha şehvet, güzellik ve bekaret peşinde olmadığını ortaya koymaktadır. Çünkü Hz. Hatice (bir görüşe göre) Resulullah'tan (s.a.a.) önce iki kez evlenmişti ve Peygamber efendimizden on beş yaş büyüktü. Ama bununla birlikte Hz. Peygamber onu sevmekte ve her zaman onu anarak övmektedir. Evet, Resulullah'ın (s.a.a.) yüce ahlakı bunu gerektirmektedir; o her zaman Allah için sever ve Allah için nefret ederdi. Bu gerçek rivayet ile Hz. Peygamber'in Aişe'yi çok sevdiği ve eşlerinin Peygamber' den, onunla kendileri arasında adaleti korumasını istediklerini anlatan uydurma rivayetin arasında dağlar kadar fark vardır.
Acaba ömründe Hz. Hatice'yi hiç görmemiş ve onunla konuşmamış olan Aişe'ye, Hz. Hatice aleyhinde niçin bu kadar konuştuğunu sorabilir miyiz? Yaşayan birinin aleyhinde konuşmak mümin bir kadına yakışmayan bir davranış iken, Rabbine kavuşan bir insanın aleyhinde konuşmak acaba nasıl yorumlanabilir? Hele bir de aleyhinde konuşu- lan kimse, Resulullah'ın (s.a.a.) zevcesi olup Cebrail'in evi- ne nazil olduğu ve kendisini cennette gürültüsü ve yorgunluğu olmayan bir ev ile müjdelediği Hz. Hatice olursa... 1
Aişe, kalbinde Hz. Hatice'ye karşı olan kin ve nefretini
-------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 48; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1887, h. 71.
herhangi bir yolla açığa vurması gerekiyordu. Aksi hale her an patlayabilirdi. Aişe, karşısında kendisinden biraz küçük veya aynı yaşta olan Hatice'nin kızı Fatıma'dan başka birini görmüyordu. Doğal olarak da Hz. Peyganber'in Hz. Hatice'ye karşı olan derin sevgisi, biricik kızı Hz. Fatıma'da tecelli ediyordu. Çünkü o babasıyla birlikte yaşamış ve Resulullah'ın (s.a.a.) Hz. Hatice'yle birlikte yaşadığı güzel anılara tanık olmuştu. Bu sebeple Resulullah kızı Zehra'ya "Ümmü Ebiha (Babasının Annesi)" adını vermişti.
Resulullah'ın (s.a.a.), kızı Fatıma'yı yüceltmesi, onu cennet kadınlarının hanımefendisi olarak adlandırması, cennet gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyin' in ondan dünyaya gelmesi, Resulullah'ın (s.a.a.) Fatıma'nın evine giderek torunlarını eğitmek için geceleri uyumaması "Hasan ve Hüseyin, benim bu ümmet arsında güzel kokulu iki gülümdür." diye buyurması ve o ikisini sırtına alarak dolaştırması, Aişe'nin kıskançlığını arttıran diğer etkenlerdi. En fazla da Resulullah'ın Hasan ve Hüseyin'le o kadar ilgilenmesinden rahatsız oluyordu. Çünkü kendisi kısırdı ve çocuk doğuramıyordu.
Aişe'nin nefret ve kıskançlığı Fatıma'nın kocası, Hasan ve Hüseyin'in babası Hz. Ali'yi de kapsamaktaydı. Çünkü Resulullah'ın (s.a.a.) Hz. Ali'yi çok sevdiğini ve onu her yerde babası Ebu Bekir ve diğerlerinden öne geçirdiğini görüyordu.
Aişe, babasının Hayber savaşında yanındaki askerlerle birlikte başı eğik ve yenilgiye uğramış olarak döndüğünü ve
------------------
1- Sahilı-i Buhari, c. 5, s. 25; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1904, h. 98.
.......
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 135
Resulullah'ın (s.a.a.) buna çok üzülerek; "Yarın bayrağı öyle birisine vereceğim ki Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu severler. O, sürekli hamle eden ve asla geri dönüp kaçmayan cesur bir savaşçıdır." diye buyurup ertesi gün bayrağı, Hz. Fatıma'nın kocası Ali bin Ebi Talib'in eline verdiğini görmüştü.l Hz. Ali, Hayber'i fethedip dönerken beraberinde Huyay kızı Safiyye'yi getirmiş ve Resulullah (s.a.a.) da onunla evlenmişti. Bu olay da yıldırım gibi Aişe'nin kalbine işlemişti.
Yine Aişe; Resulullah'ın (s.a.a.), babası Ebu Bekir'i Beraat (Tevbe) Suresini hacılara ulaştırması için Mekke'ye gönderdiğini ve hemen ardından Ali bin Ebi Talib'i göndererek sureyi onun elinden aldırdığını, babasının ağlayarak geri dönüp bunun sebebini Resulullah'tan (s.a.a.) sorunca da Resulullah'ın (s.a.a.); "Rabbim, bu sureyi ben ve Ehl-i Beyt'imden olan biri dışında kimsenin tebliğ edemeyeceğini emretti" diye cevap verdiğini görmüştü. 2
Yine Aişe; Resulullah'ın (s.a.a.), amcası oğlu Ali bin Ebi Talib'i Müslümanların halifesi olarak tayin ettiğine, ashabı ve zevcelerinden de ona "Emir'ül-Müminin" diye hitap ederek tebrik etmelerini istediğine ve babasının da halkın gözleri önünde; "Ne mutlu sana ey Ebu Talib'in oğlu! Sen bütün mümin erkek ve kadınların mevlası oldun." dediğine şahit olmuştu.
Yine Aişe; Resulullah'ın (s.a.a.), daha bıyıkları terlememiş olan on yedi yaşındaki genç Üsame'yi babasına komutan ettiğine ve babası Ebu Bekir'e onun bayrağı altına
-----------------------
1- Hasais-i Nesei, s. 39, h. 14.
2- Müsned-i Ahmed, c. 3, s. 283; Hasais-i Nesei, s. 83, h. 73.
girip arkasında namaz kılmasını emrettiğine tanık olmuştu.
Şüphesiz, Aişe tüm bu olaylarda babasından yana tavır alıyor ve hilafeti ele geçirme yarışında Kureyşli kabilelerin başkanları arasında babasının kazanmasına çalışıyordu. Bu nedenle de Ali ve Fatıma'ya karşı kin ve düşmanlığı artıyor, her ne olursa olsun durumu babasının lehine değiştirmek istiyordu. Nitekim onun; halka namazda İmamlık etmesi için kocası adına babasını çağırttığını gördük. Oysa Resulullah (s. a. a.) bu işi yapması için Hz. Ali'nin peşi sıra adam göndermişti. Resulullah (s.a.a.) olaydan haberi olunca, hasta olduğu halde evden çıkmak zorunda kalmış ve Ebu Bekir'i kenara iterek oturduğu halde kendisi namaz kıldırmış ve Aişe'ye öfkelenerek şöyle buyuruştu: "Sizler, Yusuf'u seven kadınlar gibisiniz." Yani sizin hileleriniz çok büyüktür. ı
Aişe'nin değişik şekillerde rivayet ettiği bu olayda açık bir çelişki gözlemlenmektedir. Çünkü sözü edilen namazdan üç gün önce Resulullah (s.a.a.), Aişe'nin babasının da Üsame bin Zeyd'in komutasındaki orduya katılarak çıkmasını emretmişti. Açıktır ki, ordu komutanı aynı zamanda cemaat İmamıdır da. Yani bu orduda namazda Ebu Bekir'e İmamlık yapan Üsame'dir. Ashabın birçoğu gibi, Resulullah'ın ömrünün son günlerini yaşadığını bilen Aişe, kocasının bu orduyu düzenlemekten maksadının ne olduğunu sezmişti. Çünkü Resulullah bu orduya Muhacirler ve Ensar'ın önde gelenlerini ve Kureyş büyüklerini katmış, ama Ali bin Ebi Talib'i ayırmıştı. Kim bilir Aişe de belki
------------------------
1- Sahih-i Buhari, c.1 , s. 174; İbn-i Ebi'l-Hadid , Şerh-i Nehc'ül- Beleğa , c. 9, s. 197.
......
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 137
Ömer bin Hattap gibi, artık Resulullah'ın -haşa- sayıkladığına ve ne yaptığının farkında olmadığına inanıyordu. İşin içine bildiğimiz kıskançlığı da karışınca, Hz. Ali karşısında kendi zannınca babasının makamını yüceltecek girişimlerde bulunacaktır elbet. Bu bağlamda Resulullah'ın (s.a.a.) Hz. Ali hakkındaki vasiyetini inkar edecek, saf insanları buna inandırabilmek için Resulullah'ın (s.a.a.) kendisinin odasında ve göğsü üzerinde can verdiğini ve ölürken kendisine şöyle buyurduğunu söyleyecek: "Babanla kardeşini çağır, onlara bir şey yazayım da kimse herhangi bir iddiada bulunmasın. Çünkü Allah, Resulü ve müminler (hilafet için) Ebu Bekir' den başkasını istemezler."
"Öyleyse neden onları çağırmadı?" diye sorabilir miyiz acaba?!
5
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr)

AİŞE'NİN EMİR'ÜL-MÜMİNİN'E KARŞI TUTUMU
Araştırmacılar, Aişe'nin Hz. Ali'ye (a.s.) karşı tutumunda şaşırtıcı bir durumla karşılaşmakta ve bunun, Resulullah'ın (s.a.a.) Ehl-i Beyt'ine olan kin ve nefretinden başka bir yorumu olamayacağını söylemektedirler. Tarihin kaydettiği şekliyle Aişe'nin Hz. Ali'ye olan kin ve nefretinin bir benzeri daha görülmemiştir. O, Hz. Ali'nin adını anmaya ve kendisini görmeye dahi tahammül edemiyordu.1
Osman'ın ölümünden sonra halkın Hz. Ali'ye biat ettiğini duyunca da; "Keşke gök yere kapansaydı da Ali hilafete ulaşmasaydı." diyor ve bütün gücüyle onu devirmeye çalışıyor, büyük bir ordu tertipleyerek ona karşı savaşıyor. Hz. Ali' nin şehadet haberini duyduğunda da şükür secdesi
----------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 70; c. 3, s. 205 ve c. 6, s. 13-14.
yerine getiriyor.
Siz de benim gibi Ehl-i Sünnet ve Cemaat' e şaşırmıyor musunuz?! Çünkü onlar, bir yandan kendi Sahihlerinde Resulullah'ın (s.a.a.), "Ey Ali! Müminden başkası seni sevmez ve münafıktan başkası sana düşman olmaz." ı diye buyurduğunu, öte yandan da yine kendi Sahih, Müsned ve Tarih kitaplarında Aişe'nin, Hz. Ali'ye karşı kin duyduğunu ve adını işitmeye dahi dayanamadığını yazıyorlar. Bu, Ehl-i Sünnet'in Aişe'nin mahiyeti hakkındaki tanıklığı değil midir?!
Nitekim Buhari, Sahih'inde bir yandan Resulullah'ın (s.a.a.), "Fatıma benim vücudumun bir parçasıdır; kim onu gazaplandırırsa beni gazaplandırmış olur ve kim beni gazaplandırırsa Allah'ı gazaplandırmış olur."2 diye buyurduğunu naklederken, öte yandan "Fatıma dünyadan göçtüğünde Ebu Bekir'e karşı gazaplıydı ve ölünceye kadar onunla konuşmadı."3 diye yazmaktadır. Bu da Ehl-i Sünnet' in, Allah ve Resulünün Ebu Bekir'e gazaplı olduğuna dair şahitliği değil midir?! Bütün akıl sahipleri bunu anlarlar. Bu yüzden ben her zaman diyorum ki: "Ne olursa olsun hak, batıl ehlinin çektiği kalın perdelerin arkasından ortaya çıkmalıdır ve Ümeyye Oğullarının dostları her ne kadar hakkı batıla karıştırmak isteseler de Kur'an'ın nazil olduğu günden kıyamete kadar Allah'ın kullarına olan hücceti dimdik ayakta olmalıdır. Bunun
-------------
1- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 86, h. 78; Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 635
ve s. 643, h. 3736; Sünen-i Nesei, c. 8, s. 116.
2- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 26; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1902,
h. 2449; Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 698, 3867.
3- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 177 ve c. 8, s. 185.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 139
övgüsü de alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur."
Ahmed bin Hanbel şöyle nakleder: "Bir gün Ebu Bekir Resulullah'ı evinde ziyaret etmek için izin istedi. İçeri girerken Aişe'nin Resulullah'a yüksek sesle şöyle dediğini duydu: "Allah'a andolsun ki senin, Ali'yi benden ve babamdan daha çok sevdiğini biliyorum." Ve bunu iki üç kez tekrarladı. " 1
Aişe elinden geldiğince Hz. Ali'yi Resulullah'tan (s.a.a.) uzaklaştırmaya çalışıyordu. İbn-i Ebi-l Hadid-i Mutezili, Şerh-i Nehc'ül-Belağa' da şöyle yazar:
"Resulullah (s.a.a.), Hz. Ali'den gelip yanında oturmasını istedi. Ali de giderek birbirine yapışık halde oturan Aişe ile Resulullah'ın arasında oturdu. Aişe Ali'ye; "Benim uyluğumdan başka şuranı koyacak yer bulamadın mı?!" dedi."
Yine şöyle rivayet eder:
"Bir gün Resulullah (s.a.a.) Hz. Ali ile yürüdükleri halde konuşuyorlardı. Konuşmaları uzayınca Aişe arkalarından gelerek aralarına girdi ve; "Ne yapıyorsunuz? Konuşmanız çok uzadı!" dedi. Bunun üzerine Resulullah Aişe'ye öfkelendi." 2
Yine şöyle rivayet eder:
"Bir gün Resulullah, Hz. Ali ile konuşurken Aişe, "Ben senin yüzünden nereye gideyim ey Ebu Talib'in oğlu! Benim Resulullah ile sadece bir sıram var." diye bağırdı.
----------------
1- Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 4, s. 275.
2- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Be1ağa, c. 9, s. 195.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) ona çok kızdı."
Evet, Aişe kıskançlığından kaynaklanan davranışları ve edepsizce hareketleriyle defalarca Resulullah'1 öfkelendirmiştir.
Acaba Resulullah (s.a.a.), kalbinde amcasının oğlu ve Ehl-i Beyt'inin büyüğü olan Ali'ye karşı böyle kin ve düşmanlık besleyen bir erkek veya kadından razı olur mu? Halbuki Resulullah buyurmuştur ki:
"Ali, Allah ve Resulünü sever; Allah ve Resulü de onu severler."1
Ve buyurmuştur ki:
"Ali'yi seven beni sever, AIi'ye düşman olan bana düşman 0Iur."2
"EVLERİNİZDE OTURUN, AÇILIP SAÇILMAYIN."
Yüce Allah Peygamber'in (s.a.a.) zevcelerine evde oturmalarını, örtüsüz dışarı çıkmamalarını, Kur' an okumalarını, namaz kılmalarını, zekat vermelerini ve Allah ve Resulüne itaat etmelerini emretmektedir.
Resulullah (s.a.a.) da vefatından önce onları uyararak şöyle buyurmuştu: "Sizden hangisi deveye binecek de Hav'eb köpekleri ona ürüyecek?"
Aişe dışında Resul-i Ekrem'in (s.a.a.) bütün zevceleri Allah ve Resulünün emrine boyun eğip itaat ettiler. Ama Aişe bütün emirleri çiğneyerek Resulullah'ın (s.a.a.) uyarılarını dikkate almadı. Tarihçiler, Ömer'in kızı Hafsa'nın da
--------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 23; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1871,
h. 2404, Hz. Ali'nin Faziletleri Babı. 2- Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 130; Tabarani, el-Mu'cem'ul-Kebir,
c. 23,s. 380,h. 901.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 141
Aişe ile birlikte Hz. Ali'ye karşı savaşa çıkmak istediğini, fakat kardeşinin yukarıda işaret edilen ayeti okuyarak onu bu işten vazgeçirdiğini yazarlar. Ama Aişe deveye bindi ve Hav' eb köpekleri ona ürüdüler.
Taha Hüseyin el-Fitnet 'ul-Kubra (Büyük Fitne) adlı kitabında şöyle yazar:
"Aişe savaşa giderken yolda bir suya vardı. Orada köpekler ona ürüdüler. Oranın neresi olduğunu sorunca, "Burası Ha'veb'dir." dediler. "Hav'eb" ismini duyunca Aişe korktu ve ürpererek şöyle bağırdı: "Beni geri çevirin, beni geri çevirin! Çünkü Resulullah'tan (s.a.a.) eşlerine "Hav'eb köpekleri hanginize ürüyecek acaba?" diye buyurduğunu duydum. Bunun üzerine Abdullah bin Zübeyr gelerek Aişe'yi sakinleştirdi. Sonra Beni Amir kabilesinden elli kişiyi getirterek oranın Hav' eb olmadığına dair yalan yere onlara yemin ettirdiler.
Bence bu rivayet, Aişe'nin suçunu hafifletmek için Ümeyye Oğulları tarafından uydurulmuştur. Onlar Aişe'nin, kızkardeşinin oğlu Abdullah bin Zübeyr tarafından kandırılmış olduğunu ve elli kişinin oranın Hav' eb olmadığına dair yemin etmesinden sonra Aişe' nin artık yoluna devam etmesinde bir sakınca olmadığına inandırmak istemişlerdir.
Peki bu ahmak ve akılsız insanlar, Aişe'nin Hav'eb suyuna ulaşmadan önce, evinde oturmayıp deveye binerek Allah ve Resulünün emirlerini çiğnemesine ve müminlerin anası Ümmü Seleme'nin öğütlerini dinlememesine ne diyecekler?!
Tarihçiler yazıyorlar ki:
Ümmü Seleme Aişe'ye şöyle dedi: "Hatırlıyor musun,
bir gün Resulullah (s.a.a.) Hz. Ali ile halvet etmiş konuşuyordu. Konuşmaları uzayınca sen onlara saldırmak istedin de ben seni engellemeye çalıştım. Ama sen beni dinlemeyerek onlara saldırdın. Fakat çok geçmeden ağlayarak geri döndün. "Sana ne oldu?" diye sorduğumda dedin ki: "O ikisi fisıldaşırken yanlarına gidip Ali'ye; "Resulullah'ın dokuz gününden sadece bir günü bana aittir. Bu bir günde de beni yalnız bırakmayacak mısın ey Ebu Talib'in oğlu?" dedim. Bunun üzerine Resulullah öfkeden yüzü kıpkırmızı olduğu halde bana dönerek;
"Hadi geri dön git! Allah'a andolsun, Ali'ye düşman olan imandan çıkmış olur." diye buyurdu." Ve sen pişman ve kızgın bir halde geri döndün. "
Aişe; "Evet, hatırlıyorum." dedi.
Ümmü Seleme dedi ki:
"Yine hatırlıyor musun, bir gün ben ve sen Resulullah'ın (s.a.a.) yanındayken bize buyurdu ki:
"Sizin hanginiz deveye binecek de Hav'eb köpekleri ona ürüyecek ve o doğru yoldan sapmış olacaktır?" Biz; "Bundan Allah' a ve Resulüne sığınırız." dedik. Sonra Resulullah eliyle senin sırtına vurup; "Sakın o sen olmayasın ey Humeyra!" buyurdu."
Aişe; "Evet, bunu da hatırlıyorum." dedi.
Ümmü Seleme dedi ki: "Yine hatırlıyor musun, bir gün baban ile Ömer Resulullah'a geldiler. Biz perdenin arkasına geçtik. Onlar Resulullah'a; "Ey Resulullah! Senin ne zamana kadar bizimle birlikte olacağını (yaşayacağını) bilmiyoruz. Keşke senden sonra kendisine sığınacağımız halifenin kim olduğunu bize bildirseydin!" dediler. Resulullah (s.a.a.) onlara buyurdu ki: "Evet, ben onun şu anda nerede oldu-
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 143
ğunu biliyorum. Ama bunu yaparsam siz onun etrafından dağılırsınız; tıpkı İsrail Oğullarının Harun'un etrafından dağıldığı gibi." Onlar da sustular. Sonra da çıkıp gittiler. Onlar dışarı çıkınca biz Resulullah'ın (s.a.a.) yanına gittik. Sen Resulullah'a karşı bizim hepimizden daha cesaretli olduğun için;
"Ey Resulullah! Kimi onlara halife etmek istiyordun?" diye sordun.
Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki:
"Ayakkabısını tamir eden adamı."
Aşağıya indiğimizde Ali'nin ayakkabısını tamir ettiğini gördük. Sen;
"Ey Resulullah! Biz sadece Ali'yi görüyoruz." dediğinde
Resulullah (s.a.a.):
"İşte halifem odur." buyurdu."
Aişe; "Evet, bunu da hatırlıyorum" dedi.
Bunun üzerine Ümmü Seleme ona dedi ki: "Peki ey Aişe, niçin bildiğin halde bu savaşa gidiyorsun?" Aişe; "Ben halkın arasını ıslah etmek, düzeltmek istiyorum." dedi.1 Ümmü Seleme ona sert çıkışarak dedi ki: "İslam'ın direği eğilirse kadınlar onu düzeltemezler; kırılırsa kadınlar onu onaramazlar. Kadınların en iyisi, gözlerini aşağı indirenler, şeref ve haysiyetlerini koruyanlardır. Sana şunu soruyorum: Deveye binip bir su kaynağından diğer bir kaynağa gittiğin halde bu çöllerin birinde Resulullah'la (s.a.a.) karşılaşırsan, ne dersin acaba?! Vallahi eğer ben senin yaptığını yapsaydım, sonra da bana; "Cennete gir" denilseydi, üzerime örttüğü perdeyi yırttığımdan dolayı Muhammed'le karşılaşmaktan utanırdım..."2
--------------------
1- İbn-i Ebi'I-Hadid, Şerh-i Nehc'ü1-Belağa, c. 6, s. 217 - 218.
2- el-Musannef Fi Garib'il-Hadis, c. 2, s. 184; el-İmame ve's-Siyase, c.1, s.55
Aişe Ümmü Seleme'nin öğütlerine kulak asmadığı gibi birçok ihlaslı sahabenin de nasihatlarını dinlemedi. Taberi, Tarih kitabında Cariye bin Kudame-i Sa'di'nin ona şöyle dediğini rivayet eder:
"Ey müminlerin anası! Vallahi Osman bin Affan'ın öldürülmesi, senin bu mel'un deveye binerek evinden çıkıp kendini silahlara hedef kılmandan daha kolaydır. Allah sana evinde oturmanı ve saygınlığını korumanı emretmişti; ama sen evinden çıkarak saygınlığını korumadın. Seninle savaşan, seni öldürmeyi de göze almıştır. Eğer iyi niyetle yanımıza geldiysen, evine geri dön ve eğer niyetin iyi değilse git halktan yardım iste!"1
AİŞE'NİN KOMUTANLIĞI
Tarihçiler, ordunun başkomutanının Aişe olduğunu yazarlar. Emirleri o verir, komutanları o tayin eder, o azlederdi. Hatta Talha ile Zübeyr namazda imamlık yapma hususunda ihtilaf ettiklerinde Aişe her ikisini de azlederek kız kardeşinin oğlu Abdullah bin Zübeyr'i bu iş için görevlendirdi. Çeşitli şehirlere mektup göndererek onlardan Ali bin Ebi Talib'e karşı yardım isteyen ve onların cahiliye duygularını körükleyen de oydu. Sonunda o, Emir'ül- Müminin'e karşı savaşmak, onu hilafetten uzaklaştırmak için Arap dünya perestlerinden yirmi bin kişilik bir ordu hazırladı ve Ümm'ül-Müminin'i koruma, ona yardım etme adı altında binlerce Müslümanın ölümüne yol açan kör bir fitneye sebep oldu. Tarihçiler yazarlar ki: Basra valisi Osman bin Huneyfi, beytülmalı korumakla görevli olan yetmiş -bir nakle göre de dört yüz- adamıyla birlikte hile ile
-----------------------------
1- Tarih-i Taberi, c. 4, s. 465.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 145
esir edip Aişe'nin yanına getirdiklerinde Aişe onların hepsinin öldürülmesini istedi. Onlar da bu müminleri koyunları boğazlar gibi boğazladılar. Müslümanlardan boyunları vurularak öldürülen ilk topluluğun bunlar olduğu söylenir. ı
Şa'bi, Müslim bin Ebu Bukre' den, o da babasından şöyle nakleder: "Talha ile Zübeyr Basra'ya geldiklerinde onlara yardım etmek üzere kılıcımı kuşandım. Aişe'nin yanına gittiğimde onun emredip nehyettiğini ve tüm yetkinin onun elinde olduğunu gördüm. Resulullah'tan (s.a.a.) duyduğum; "Bir kadının yönettiği topluluk, asla kurtuluşa ermez." şeklindeki hadisi hatırlayarak onlardan uzaklaştım. "
Buhari de Ebu Bukre'den şöyle nakleder: Allah Teala Cemel günü bir hadisi hatırlatarak doğru yolu bulmarnı sağladı. Resulullah (s.a.a.) İranlıların Kisra'nın kızını padişah yaptıklarını duyduğunda şöyle buyurmuştu: "İşlerinin idaresini bir kadına bırakan topluluk, asla kurtuluşa." ermez.."2
Aişe'nin hem güldürücü, hem de ağlatıcı tutumlarından biri de; kendisi Allah'a ve Resulüne isyan ederek evinden çıktığı halde ashaba evlerinde oturmalarını emretmesidir. Çok ilginç, değil mi?!
İbn-i Ebi-l Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa' da ve diğer tarihçiler de kendi kitaplarında şöyle yazarlar:
-------------------
1- Tarih-i Taberi, c. 4, s. 470 - 474; İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 9, S. 321.
2- Sahih-i Buhari c. 9, s. 70, Fitneler Babı; Nesei, c. 8, s. 227; Müstedrek, c. 4, s. 524 - 525.
Aişe Basra' da iken Zeyd bin Suhan-ı Abdi'ye şöyle bir mektup yazdı:
"Ebu Bekir-i Sıddık'ın kızı, müminlerin anası, Peygamber'in zevcesi Aişe'den, ihlaslı oğlu Zeyd bin Suhan'a: Evinde otur ve halkın Ali bin Ebi Talib'e yardım etmemesi için çalış. Senin hakkında sevdiğim şeyleri duymak isterim. Çünkü sen yakınlarımın içinde en çok güvendiğim kişisin. Vesselam!"
O salih insan da ona şu cevabı verdi.
"Zeyd bin Suhan'dan Ebu Bekir'in kızı Aişe'ye: Allah sana bir şeyi, bize de başka bir şeyi emretmiştir. Sana evinde oturmanı, bize de cihat etmemizi emretmiştir. Sen mektubunda Allah'ın emrine aykırı olan bir işi yapmamızı istemişsin. Gerçekte sen, Allah'ın sana verdiği emri bizim yapmamızı istiyorsun. Kendin de Allah'ın bize emrettiği işi yapmaktasın. Bu nedenle emrin kabul edilemez. Vesselam!"1
Bundan anlaşılan şudur: Aişe yalnızca Cemel ordusunun komutanlığıyla yetinmiş değildi. O, bütün İslam topraklarında Müminlerin Emiri olmak istiyordu. Bundan dolayı, Ömer'in halife adayı olarak gösterdiği Talha ve Zübeyr'e de o emir veriyor, valilere ve kabile başkanlarına mektuplar yazarak onları yardıma çağırıyordu.
Bütün bunlardan dolayı da Ümeyye Oğullarının yanında Aişe'nin makamı yüceldi ve onlar tarafından saygıyla anıldı. Çünkü en ünlü kahramanlar bile, Ali bin Ebi Talib'e karşı çıkmaya cüret edemezken o Hz.Ali'ye karşı savaş açtı ve
------------------------------
1- Tarih-İ Taberi, c. 4, s. 476.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 147
halkı ona karşı kışkırttı.
Aişe'nin, İmam Ali gelmeden önce Küçük Cemel Savaşındaki, İmam Ali geldikten sonra da Büyük Cemel Savaşındaki tutumlarını bilen tarihçiler gerçekten de şaşırıyorlar. Büyük Cemel Savaşında Hz. Ali onu Allah'ın Kitabına davet ederken o, Allah'ın salih kulları ve Resulullah'ın gerçek yaranına karşı beslediği derin kin ve düşmanlıktan başka açıklaması olmayan bir inatla Hz. Ali'nin davetini redderek savaşmak konusunda ısrar ediyor.
RESULULLAH'IN (S.A.A.) AİŞE'NİN FİTNESİ HAKKINDAKİ UYARISI
Hiç şüphesiz, Resulullah (s.a.a.) etrafında dönen dolapların farkındaydı. Kadınların erkekleri kolayca etkileyebileceklerini, onları fitneye sürükleyebileceklerini, hilelerinin dağları bile yerinden oynatabileceğini biliyordu. Özellikle eşi Aişe'de bu tehlikeli rolü üstlenme zemininin var oldu- ğunu da biliyordu. Çünkü Resulullah (s.a.a.) defalarca Aişe'nin genelde Ehl-i Beyt' e, özelde de Hz. Ali'ye karşı kin ve nefret beslediğine şahit olmuş, bazen sinirlenerek, bazen de yüzünü ekşiterek Aişe'ye; Ali dostunun Allah dostu, Ali düşmanının ise Allah düşmanı ve münafık olduğunu söylemişti. Ama ne yazık ki, Resulullah'ın bu sözleri onu hiç etkilememişti. Çünkü o, hakkı ancak kendi çıkarları için istemekteydi.
Allah geçmiş ümmetleri imtihanlardan geçirdiği gibi bu ümmeti de Aişe'nin fitnesiyle sınayacaktı. "İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece "iman ettik" demeleriyle
bırakılıvereceklerini mi sandılar?"1
Resulullah (s.a.a.), bu fitne konusunda defalarca ümmetini uyarmış, hatta bir gün eliyle Aişe'nin evini göstererek şöyle buyurmuştu:
"Fitne işte buradadır; fitne işte buradadır; şeytanın boynuzu buradan zuhur edecektir."
Buhari, Sahih'inde Nafı'den, o da Abdullah'tan şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) bir gün konuşurken eliyle Aişe'nin evini göstererek şöyle buyurdu: "Fitne işte buradadır. (Bu sözü üç defa tekrarladı.) Şeytanın boynuzu buradan çıkacaktır."2
Müslim de Sahih'inde İkrime bin Ammar'dan, o da Salim' den, o da İbn-i Ömer' den şöyle nakleder: Resulullah (s.a.a.) bir gün Aişe'nin evinden çıkarken şöyle buyurdu:
"Küfrün başı buradan çıkacak; şeytanın boynuzu buradan zuhur edecektir."3
Hadisin sonunda, "Resulullah'ın maksadı doğudur" şeklindeki yorumun ne kadar mantıksız olduğu ve sırf Aişe'yi temiz e çıkarmak için yapıldığı ortadır. Yine Sahih-i Buhari'de şöyle geçer: "Talha, Zübeyr ve
Aişe Basra'ya gittiklerinde Hz. Ali, oğlu Hasan'ı ve Ammar
------------------------------
1- Ankebut Suresi /2.
2- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 100.
3- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 2229, h. 2905.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 149
bin Yasir'i Kufe'ye gönderdi. Hasan bin Ali minbere çıktı. Ammar bin Yasir ise ondan aşağıda durdu. Biz de toplanarak onları dinledik. Ammar şöyle diyordu: "Aişe Basra'ya gitmiştir. Vallahi o, Peygamberinizin dünya ve ahiretteki zevcesidir. Ama Allah sizlerin, kendisine mi yoksa Aişe'ye mi itaat edeceğinizi sınamak için sizi onunla imtihan etmektedir." 1
Hayret! Bu rivayet de, Aişe'ye itaatin, Allah'a isyan ve Aişe'ye muhalefetin, Allah'a itaat olduğunu vurgulamaktadır.
Ne var ki, Ümeyye Oğullarının taraftarları raviler, riva- yete bir "ahiret" kelimesini ekleyerek halkı kandırmaya ve yüce Allah'ın Aişe' nin bütün günahlarını atfettiğini, onu cennete götürerek orada da Resulullah'ın zevcesi kıldığını anlatmaya çalışmışlardır. Yoksa Ammar, Aişe'nin ahirette de Resulullah'ın zevcesi olacağını ne bilecek?
Ümeyye Oğulları dönemindeki ravilerin hilelerinden biri de şuydu: Halkın arasında meşhur olan bir rivayeti inkar edemeyeceklerini görünce, anlaşılmasını zorlaştırmak veya ağır dilini hafifletmek amacıyla ona bazı kelimeler ekliyor veya bazı kelimelerini değiştiriyorlardı. Örneğin Resulullah'ın (s.a.a.) "Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır." hadisine şunları ekliyorlar: "Ebu Bekir onun temeli, Ömer duvarları, Osman ise çatısıdır."!
Araştırmacıların gözünden kaçmayan bu eklemeler, genelde onları uyduranların aptallığını ve nebevi hadislerin nur ve hikmetinden ne kadar uzak olduklarını gösterir.
------------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 70.
Mesela; "Ebu Bekir ilim şehrinin temelidir" demek, Resulullah'ın bütün ilmini Ebu Bekir'den aldığı anlamına gelir. Bu inanç kesinlikle kafirliğe sebep olur. "Ömer bu şehrin duvarlarıdır" demek, Ömer'in halkın bu şehre girmesine engel olduğu anlamına gelir. Yani Ömer onların ilme ulaşmasını önlemektedir. "Osman o şehrin çatısıdır" demenin de zaten bir anlamı yoktur. Çünkü şehrin çatısı olmaz. Ayrıca görüyorsunuz ki, Ammar Allah' a yemin ederek Aişe'nin dünyada ve ahirette Resulullah'ın zevcesi olduğunu söylüyor. Bu ise gayıptan haber vermektir. Ammar, ilmi olmadığı ve bilmediği bir şey hakkında nasıl yemin edebilir? Bu konuda Allah'ın Kitabından bir ayet mi var, yoksa Resulullah (s.a.a.) mı bunu ona bildirmiştir?
O halde rivayetin doğrusu şöyledir:
"Aişe Basra'ya doğru hareket etmiştir ve o Peygamberinizin zevcesidir. Ama Allah kendisine mi, yoksa Aişe'ye mi itaat edeceğinizi görmek için sizi onunla deniyor!"1
Hakkı batıldan ayırmak için bize akıl veren ve kıyamette hüccet tamamlansın diye bizi çeşitli imtihanlardan geçiren Allah'a hamdolsun.
BAHSİN SONU
Biz geçen bahislerde özetle şunu anlatmak istiyorduk: Ebu Bekir'in kızı ve Resulullah'ın (s.a.a.) zevcesi olan Aişe, Allah'ın kendilerini tertemiz kılıp her türlü günahtan koruduğu Ehl-i Beyt'ten değildir.
Aişe ömrünün son günlerini ağlayarak, pişmanlık ve
-------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 70.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 151
üzüntüyle geçirmiş, yaptıklarını hatırlayarak gözyaşı dökmüştür. Bu da onun için yeterlidir. Tabii bizler hüküm sahibinin Allah olduğuna ve hiçbir şeyin O'na gizli kalmadığına inanıyoruz.
"Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir; sonra dilediğini affeder, dilediğine azap eder. Allah her şeye kadirdir."ı
Bizler bu durumda Aişe'ye uyup onun yaptıklarını öve- meyiz. Aksine, hakka uymaları ümidiyle hiç çekinmeden gerçekleri halka anlatmak zorundayız.
Emir'ül-Müminin Ali (a.s.) şöyle buyuruyor: "Çok küf- retmeyin ve çok lanet de etmeyin. Ama hüccetin ta- mamlanması için onların yaptıklarını halka anlatın."
ZİKİR EHLİNİN EHL-İ BEYT HAKKlNDAKİGÖRÜŞÜ
Ehl-i Beyt İmamlarının başı Hz. Ali (a.s.) şöyle buyurur: "Andolsun Allah'a ki, emirleri tebliğ etmek, vaadleri tamamlamak ve tüm sözler bana öğretildi. Doğrusu hikmet kapıları ve işlerin aydınlatıcı ışıkları biz Ehl-i Beyt'in katındadır."2
"Biz Ehl-i Beyt'ten ayrı olarak kendilerini bilgide üstün sayanlar, yalan yere bize zulmederek bu zanna kapılanlar neredeler? Oysa Allah bizim derecemizi yüceltmiş, onlarıysa alçaltmıştır. Bize ihsan etmiş,
-----------------------------------------------
1- Bakara Süresi / 284.
2- Nehc'ül-Belağa, 120. söz.
152 / Zikir Ehline Sorun
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 153
man olan ve buğzeden ise azabı bekler." 1
"Peygamber'in soyu soyların, ailesi ailelerin en ha- yırlısıdır; ağacı ağaçların en iyisidir. Haremde bitmiş, kerem alanında boyatmıştır. O ağacın upuzun dalları budakları vardır. Meyvesine herkesin ulaşmasına imkan yoktur."2
"Nereye gidiyorsunuz? Ne zaman döneceksiniz? Hidayet sancakları dikilmiştir.
Deliller apaçıktır, nişaneler dikili durmaktadır. Ne diye başı dönmüş bir halde çöllere dalarsınız? Neden ve niçin yeler - yortarsınız? Peygamberinizin İtreti (Ehl-i Beyt'i) aranızdadır. Onlar sizi gerçeğe çeken iplerdir. Dinin bayrakları, hakikatin dilleridir onlar. Onları Kur'an'ın en iyi konaklarına indirin (Kur'an'da anıldığı, emredildiği şekilde onlara uyun). Susamış develer gibi onların yanına, onların kaynağına koşun. Ey insanlar! Bu sözleri, bu inancı son peygamberden alın. Bilin ki, biz Ehl-i Beyt'ten olup da ölen ölmez, diridir. Bizden olup da çürüyüp gittiği zannedilen çürümez. Bilmediğiniz sözü söylemeyin. Çünkü gerçeğin çoğu inkar ettiğiniz şeylerdir. Aleyhine kesin bir deliliniz olmayan kimseyi mazur görünüz. O kimse de benim. Sizin içinizde, sizin aranızda iki değer biçilmez şeyin en büyüğü olan Kur'an'la amel etmedim mi ben? İki değer biçilmez şeyin küçüğü olan Ehl-i Beyt'i aranızda bırakmadım mı ben?"3
-------------
1- Nehc'ül-Belağa, 109. hutbe.
2- Nehc'ül-Belağa, 94. hutbe.
3- Nehc'ül-Belağa, 87. hutbe.
"Peygamberinizin Ehl-i Beyt'ine dikkat edin; onların yolundan ayrılmayın; onlara uyun. Onlar sizi asla doğru yoldan çıkarmazlar. Sapıklığa sevke tmezler. Onlar oturursa siz de oturun; onlar kalkarsa siz de kalkın. Onların önüne geçmeyin. Aksi takdirde yolunuzu kaybedersiniz; sersemleşir, sapıtır gidersiniz. Onlardan geride de kalmayın; yoksa helak olur bitersiniz. "1
İşte bu, Allah'ın her türlü pislikten arındırıp tertemiz kıldığı Ehl-i Beyt hakkında Hz. Ali'nin (a.s.) sözleridir. Hz. Ali'nin evlatları olan İmam Hasan, İmam Hüseyin, İmam Zeynel Abidin, İmam Cafer Sadık, İmam Rıza -Allah'ın selamı onlara olsun- gibi diğer Ehl-i Beyt İmamlarının sözlerini de dinleyecek olursak, onların da aynı sözleri tekrarladıklarını, aynı yoldan gittiklerini, her yerde ve her zaman halkı Kur'an'a ve Resulullah'ın (s.a.a.) Ehl-i Beyt'ine davet ettiklerini, kurtuluş ve hidayetin onlara uymada olduğunu anlattıklarını görürüz.
Ayrıca, Ehl-i Beyt'in her türlü günah ve hatadan masum oluşunun en büyük tanığı tarihtir. Çünkü tarih; onlar hakkında ilim, hilim, takva, cömertlik, keramet, yiğitlik ve Allah ve Resulünün razı olduğu şeylerden başka bir şey kaydetmemiştir.
Yine tarih boyu tasavvuf ehlinin ileri gelenleri, tarikat liderleri, mezhep kurucuları, din büyükleri, onların ilmi ve ameli üstünlüklerini kabul etmiş ve onların Resulullah' a (s.a.a.) en yakın kimseler ve dinin koruyucuları olduklarını söylemişlerdir.
------------------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 97. hutbe.
Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında / 155
İşte bu yüzden, Allah'ın, kendilerinden her türlü pisliği giderip tertemiz kıldığı ve Resulullah'ın kendisiyle birlikte abasının altına. aldığı Ehl-i Beyt'i fazilette Resulullah'ın (s.a.a.) zevceleriyle eşit görmek caiz değildir.
Görmüyor musunuz Ehl-i Sünnet'in Müslim, Buhari, Tirmizi, Ahmed, Nesei ve diğerleri gibi büyük hadisçileri dahi, fazilet ve menkıbet bölümünde Ehl-i Beyt'in faziletlerini Resulullah'ın zevceleri ve diğerlerinkinden ayırmışlardır? 1
Ayrıca, Sahih-i Müslim'de, "Ali bin Ebi Talib'in Faziletleri Babı"nda, Zeyd bin Erkam'dan Resulullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum. Onlardan birisi Allah'ın Kitabıdır. O Allah'ın ipidir. Ona uyan hidayete kavuşur, onu terkeden ise sapıtır. Diğeri ise Ehl-i Beyt'imdir. Sizlere Ehl-i Beyt'imi tavsiye ediyorum; sizlere Ehl-i Beyt'imi tavsiye ediyorum; sizlere Ehl-i Beyt'imi. tavsiye ediyorum." Zeyd bin Erkam'a; "Resulullah'ın hanımları da Ehl-i Beyt'inden sayılırlar mı?" diye sorulunca şöyle dedi: "Vallahi hayır. Kadın kocasıyla bir müddet yaşar. Sonra kocası onu boşadığında babasının evine ve kavmine geri döner. Ama Ehl-i Beyti, onun aile- sinin asıl fertleri olup, sadaka almaları haram olan insanlardır."2
Ayrıca Buhari ve Müslim, Aişe'nin Resulullah'ın (s.a.a.) Ehl-i Beyt'inden olmayıp Ebu Bekir'in ailesinden oluşuna tanıklık ederler. Bu konuda teyemmüm ayetinin nüzulu
--------------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1883 ve sonrası.
2- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1873, h. 2408.
bölümüne bakınız.1
Şu halde, neden bazıları ne pahasına olursa olsun gerçekleri tersine göstermek istiyorlar acaba? Aişe'nin böyle bir fazileti olmadığını yalnız Şiiler değil, Buhari ve Müslim de söylemekteler. Şimdi bundan dolayı Şiilere çirkin sözler söyleyenler, Buhari ve Müslim'e de sövecekler mi?!
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin ki, Allah da işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur."2
----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 91; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 279, h. 367. 2- Ahzab Suresi / 70 - 71.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM:
Bütün din hükümleri ve İslam inançları ashap vasıtasıyla bizlere ulaşmıştır. Bugün Kur'an ve sünnet yoluyla Allah'a ibadet ettiğini iddia eden biri varsa, bu iki kaynağın doğu ve batıdaki Müslümanlara ulaşmasına ashabın vesile olduğunu bilmelidir.
Ancak ashabın, Resulullah'tan (s.a.a.) sonra ihtilaf edip dağılmaları, birbirlerine küfi:edip lanet okumaları, savaşıp birbirlerini öldürmeleri yüzünden araştırıp eleştirmeden hükümleri onlardan alamayız. Aynı şekilde, onların durumunu incelemeden, Resulullah (s.a.a.) zamanında ve Resulullah'tan sonra yaptıklarını araştırmadan, böylece hakkı arayanla batıl peşinde koşanı, müminle fasığı, samimi olanla münafığı ve Allah'a şükredenle İslamiyeti terk edeni birbirinden ayırt etmeden hiçbirinin leh veya aleyhine hüküm veremeyiz.
Maalesef Ehl-i Sünnet' in büyük çoğunluğu bu yöntemi kabullenmezler ve ashabı eleştirmeyi ve onlara itirazı kesinlikle reddeder, hepsini iyi bilirler; tıpkı Muhammed ve Ehl-i Beyt'ine selam gönderdikleri gibi, istisnasız olarak hepsine selam gönderirler.
Ehl-i Sünnet' e şunu soruyoruz: Ashabın bazılarını kınamak ve bazılarının aleyhine hüküm vermek İslam' dan
çıkmaya neden olur mu veya Kur'an ve sünnete ters düşer mi?
Bu sorunun cevabını bulmak için ashaptan bazılarının Resulullah (s.a.a.) zamanında ve Resulullah'tan (s.a.a.) sonra yaptıklarını ve söylediklerini incelemek zorundayız. Bu arada Şiilerin kitaplarından hiçbirini delil olarak göstermeyeceğiz. Çünkü Şiilerin bazı sahabiler hakkındaki görüşleri meşhur olup açıklamağa gerek yoktur. Bu yüzden bu konuda sadece Ehl-i Sünnet'in Sahih, Müsned ve Tarih- leri ile yetineceğiz. Bizim amacımız ashaptan bazılarının gerçek yüzünü ortaya çıkarmaktır. Bu grubun ashabın azınlığı mı, çoğunluğu mu olduğu ileride anlaşılacaktır inşaallah. Maalesef bazı insanlar, Şiilerin sahabe düşmanı olduklarını ve sahabeye küfrettiklerini söyleyerek tartışmaları sonuçsuz bırakmaktadırlar. Halbuki, bizler sahabeye küfretmek bir kenara dursun onların muhlis olanları için -ki Kur'an' da "şükredenler" olarak tanıtılmışlardır - hayır talep etmekteyiz. Sadece Resulullah'tan (s.a.a.) sonra yollarını değiştirip geri dönenlerden ve birçok Müslümanın yoldan çıkmasına sebep olanlardan teberri eder, onlarla ilişiğimiz olmadığını bildiririz; ama yine de onlara küfretmeyiz. Yaptığımız tek şey, -tarihçilerin yazdığı gibi- hakkın ortaya çıkması ve perdelerin aralanması için sahabilerin yaptıklarını anlatmaktır. Fakat bazı Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz bundan da -rahatsız olmakta ve bunu ashaba küfür olarak telakki etmektedirler.
Kur'an-ı Kerim Allah'ın buyruğudur; dolayısıyla hakkı söylemekten çekinmez ve utanmaz. Kur'an, bu yolu açarak bazı sahabilerin münafık, bazılarının fasık, bazılarının zalim, bazılarının yalanlayıcı, müşrik, haktan dönmüş veya Allah
Ashap Hakkında / 161
ve Resulüne eziyet edenler olduğunu anlatmıştır.
Asla heva ve hevesinden konuşmayan ve Allah yolunda olduğu için kınayanlardan korkmayan Resulullah da (s.a.a.) bize bu yolu açarak bazı sahabileri mürted, bazılarını nakisin (Cemel ashabı), bazılarını marikin (hariciler), bazılarını kasitin (Muaviye ve etrafındakiler) olarak tanıtmış, bazılarının mutlaka cehenneme gideceğini ve onların Resulullah'la (s.a.a.) birlikte olmalarının kendilerine hiçbir yararı olmayacağını ve hatta bu yüzden kıyamette azaplarının iki kat artacağını buyurmuştur.
Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünneti tanıklık ettiği halde, niçin Ehl-i Sünnet alimleri Müslümanların sahabe hakkında tartışmalarına müsaade etmeyerek hakkın ortaya çıkmasına, Müslümanların gerçek Allah dostlarını tanıyıp onlara uymalarına ve Allah düşmanlarını tanıyıp onlardan uzaklaşmalarına engel olmaktalar?
Bir gün Tunus'un başkentindeki büyük bir camiye git- tim. Namazdan sonra İmam namaz kılanlara dönerek Resulullah'ın (s.a.a.) ashabı aleyhinde konuşanları kınayarak onları tekfir edip şöyle dedi:
"Sakın ilmi tartışma ve hakka ulaşmak adı altında Resulullah'ın (s.a.a.) ashabı aleyhinde konuşanların sözleri- ne aldanmayasınız. Allah'ın, meleklerin ve bütün halkın lâneti onlara olsun. Onlar halkın, dinlerinde şüpheye düşmelerini istiyorlar. Oysa Resulullah (s.a.a.) buyurmuştur ki: "Söz ashabımdan açıldığında susunuz. Vallahi Uhud dağı kadar altın sadaka verseniz de onların faziletlerinin onda birine dahi ulaşamazsınız."
Yanımdaki basiret sahibi biri İmamın sözünü keserek,
"Bu hadis sahih değildir ve Resulullah'a (s.a.a.) iftira edilmektedir." dedi.
İmamın yüzünün rengi değişti ve oradakilerden bazıları öfkeli bakışlarla bizi süzmeye başladılar. Durumun kötüye gitmemesi için müdahale etmek zorunluluğu hissederek tatlı dille İmama şöyle dedim: "Efendim! Müslüman bir kimse Kur'an-ı Kerim'de, "Muhammed sadece bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelmiştir. Eğer o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (cahiliyeye) mi döneceksiniz? Kim geriye dönerse, Allah'a asla zarar vermez ve Allah şükredenlere ihsanlar eder."1 ayetini okuyorsa suçu ne?
Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de Resulullah'ın (s.a.a.) aşağıdaki hadisini okuyan Müslümanın suçu var mıdır?
"Kıyamet günü sizi kuzeye doğru götürecekler. Ben, "Onları nereye götürüyorsunuz?" diye sorduğumda; "Vallahi onları cehennem e götürüyoruz." diyecekler. Ben, "Ey Rabbim, onlar benim ashabımdır." diyeceğim. Bana diyecekler ki: "Senden sonra onların ne bidatler çıkardıklarım bilmiyorsun. Sen onları terk ettiğin andan mürted olup cahiliyeye geri döndüler." Bunun üzerine ben diyeceğim ki: "Allah'ın rahmeti benden sonra dini değiştirenlerden uzak olsun." Onlardan, ancak deve sürüsünden ayrılan birkaç deve gibi çok azı kurtulacaktır."2
-----------------------------
1- Al-i İmran Suresi / 144.
2- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 58-59 ve c. 8, s. 150 - 151; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1794, h. 2293.
Ashap Hakkında / 163
Herkes sessizce beni dinliyordu. Onlardan biri bana şöyle sordu: "Sen bu hadisin Sahih-i Buhari' de olduğuna emin misin?' Ben; "Evet!" dedim, "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun resulü olduğuna inandığım gibi eminim."
İmam, orada olanları etkilediğimi görünce yavaşça şöyle dedi: "Biz rahmetli hocalarımızın, "Fitne yatmaktadır; fitneyi uyandıranlara Allah lanet etsin, dediklerini duyduk." Bunun üzerine ben de; "fitne asla uyumamıştır ve gaflet içinde uyuyan sadece bizleriz. Uyanıp da hakkı gören birini "fitne çıkarıyor" diye suçlayan biziz. Bilahare bizler Kur'an'a ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetine uymalıyız, Muaviye, Yezid ve Amr-ı As'a acıyan ve onlara rahmet okuyan eski hocalara değil." diye cevap verdim.
İmam sözümü keserek şöyle dedi; "Öyleyse sen efendimiz Muaviye'yi vahiy katibi bilmiyor ve ona mağfiret dilemiyorsun değil mi?" Dedim ki: "Bu konuyu tartışmak uzun sürer. Eğer benim bu konudaki görüşlerimi öğrenmek istiyorsan "Nasıl Hidayete Kavuştum" adlı kitabımı size hediye ederim. İnşaallah bu kitap sizi uykudan uyandırır ve bazı gerçekleri görmenize sebep olur."
İmam biraz tereddütle sözlerimi ve hediyemi kabul etti. Bir ay sonra bana nezaket dolu bir mektup yazdı. Mektubunda kendisini doğru yola hidayet ettiği için A1lah'a hamd ediyor ve Ehl-i Beyt'e (a.s.) karşı anlatılmaz duygu ve sevgisini dile getiriyordu. Ben kitabın üçüncü baskısında mektubu nu yayınlamak için kendisinden izin istedim. Çünkü o mektup hakkı tanır tanımaz kabul eden bir ruhun
164 / Zikir Ehline Sorun
temizliğini, sara ve samimiyetini yansıtıyordu. Bu, perdeler kalkınca Ehl-i Sünnet'in çoğunluğunun hemen hakka doğru koşacağını gösteren güzel bir örnektir.
Ama o, arkasında namaz kılanları, kendi tabiriyle kargaşadan uzak salim bir ortamda ikna edebilmesi için benden mektubunu yayınlamamamı istedi.
Şimdi tekrar Kur'an-ı Kerim'de ve Resulullah'ın sünnetinde kaydedilen acı gerçeği öğrenmek için sahabe konusuna dönüyoruz.
Söze, içinde asla batıl olmayan gerçek hakem Kur'an-ı Kerim ile başlıyoruz. Allah Teala bazı sahabiler hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Medinelilerden, münafıklık edip duranlar var. Sen onları bilmiyorsun, ama biz biliyoruz. Onlara iki kez azap edip sonra büyük bir azap ile azaplandıracağız."1
"Söylemediklerine dair Allah adına yemin ederler. Fakat andolsun ki küfür sözünü söylediler onlar. Müslüman olduktan sonra kafir oldular. Ulaşmadıkları şeyi elde etmeğe çalıştılar."2
"Böylece Allah'a verdikleri sözü tutmadılar ve yalan söylediklerinden dolayı Allah, kendisine kavuşacakları güne kadar onların kalplerinde nifakı devamlı kıldı."3
"Bedeviler kafirlik ve münafıklık bakımından daha şiddetlidirler. Allah'ın, Resulüne indirdiği hükümlerin
---------------
1- Tevbe Suresi / 101.
2- Tevbe Suresi /74.
3- Tevbe Suresi / 77.
Ashap Hakkında / 165
sınırlarını da bilmezler. Ve Allah alim ve hakimdir."1
"İnsanlardan Allah'a ve ahirete inandık diyenler vardır, ama inanmamışlardır. Sanki Allah'ı ve inananları kandırırlar. Ama onların kendilerini kandırdıklarından haberleri yoktur. Kalplerinde hastalık vardır ve Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalanladıkları şey yüzünden onlara acı bir azap vardır."2
"Münafıklar yanına geldiklerinde dediler ki: "Şehadet ederiz ki sen Allah'ın resulüsün. Ve Allah senin resul olduğunu biliyor ve Allah şehadet eder ki münafıklar yalancıdırlar. Onlar yeminlerini bir siper gibi kullanıp Allah'ın yolunu (halka) engellemeğe çalışırlar. Yaptıkları ne kötüdür. Bu da hiç şüphesiz iman ettik- ten sonra kafir oldukları içindir. Sonra kalpleri mühür- lendi de artık anlamaz olmuşlardır."3
"Görmez misin sana indirilene ve senden evvel indirilen şeye iman ettiğini zannedenleri. Tağut tarafından yargılanmayı isterler. Halbuki onlardan onu inkar etmeleri istenmişti. Şeytan onları tamamıyla saptırmak istemektedir. Onlara, Allah'ın nazil ettiğine ve Resule doğru gelin, denince senden tamamıyla uzaklaşırlar. Elleriyle hazırladıkları bir felakete uğrayınca halleri nice olur? Sonra sana gelerek yemin ederler, bizler sadece ihsan ve yardım etmek istiyorduk derler."4
"Münafıklar Allah'ı kandırdıklarını zannederler.
-------------------------
1- Tevbe Süresi /97.
2- Bakara Suresi /8- ıo.
3- Münafıkun Suresi / 1 - 3.
4- Nisa Süresi / 60 - 63.
Halbuki Allah onları kandırmaktadır. Namaz için kalktıklarında gevşektirler, halka riya yaparlar ve Allah'ı çok az zikrederler."1
"Ve onları gördün mü bedenleri seni şaşırtır ve konuştuklarını dinlersin. Sanki birbirine dayanmış keresteler gibidirler. Her feryadı kendi aleyhlerine zannederler. İşte onlardır düşman, çekin onlardan. Allah öldürsün onları, nelere de kapılıyorlar."2
"Gerçekten de Allah sizden geri kalanlarla, kardeşlerine bizimle gelin diyenleri bilir. Bunların ancak pek azı savaşa gelirler. Gelseler de can bakımından pek hasis olarak gelirler. Hele bir korkulu çağ gelip çattı mı görürsün ki gözleri dönmüş, sana bakıyorlar. Sanki ölüm yüzünden bayılıp kendilerinden geçmişler. Sonra korku geçti mi keskin dilleriyle sizi incitmeye başlarlar ve hayrı çok sever gibi tavır alırlar. Onlar iman getirmemişlerdir. Sonra Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır. Ve bu, Allah'a çok kolaydır."3
"Ve onlardan seni dinleyenler de var; sonradan yanından çıkınca kendilerine bilgi verilenlere, demin o ne söylüyordu derler. Onlar öyle kişilerdir ki Allah kalplerini mühürlemiştir. Onlar kendi heva ve heveslerine uyarlar."4
"Yoksa kalplerinde hastalık olanlar, Allah onların kin ve hasetlerini meydana çıkarmayacak mı sanarlar?
---------------------------------
1- Nisa Suresi / 142.
2- Münafıkun Suresi /4.
3- Ahzab Suresi / 18 - 19.
4- Muhammed Suresi / 16.
Ashap Hakkında / 167
Eğer istersek onları sana gösterirdik de onları çehreleriyle tanırdın. Sen onları elbette ki sözleriyle tanırsın. Ve Allah onların yaptıklarım bilir."1
"Bedevilerden geri kalanlar sana diyecekler ki bizi mallarımız ve evlatlarımız oyaladı. Bizim için Allah'tan af dile. Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler."2
Kur'an-ı Kerim'in bu açık ve sarih ayetleri, kendilerini muhlis insanların arasında gösteren bazı münafıklardan haber vermektedir. Tabii eğer ilahi vahiy olmasaydı onların hakikatini Resulullah (s.a.a.) dahi bilmezdi. Ama bu konuda her zaman Ehl-i Sünnet'in itirazıyla karşılaşıyoruz. Çünkü onlar diyorlar ki: "Bize ne münafıklardan? Allah münafıklara lanet etsin. Sahabilerin münafıklarla bir ilgisi yoktur." Veya "Bu münafıklar ashaptan değildir." derler. Eğer onlara; "Kur'an'da Tevbe ve Münafıkun Surelerinde nazil olan yüz elli ayet kimin hakkındadır?" diye soracak olursak; "Abdullah bin Übeyy ve Abdullah bin Ebi Selul hakkındadır." derler ve bu ikisinden başka tanıtacak hiçbir isim bulamazlar.
Sübhanallah! Ayetlerde de geçtiği gibi birçoğunu Resulullah'ın (s.a.a.) dahi tanımadığı münafıkları bütün Müslümanların bildiği sadece bu iki kişiyle sınırlandırmak nasıl mümkün olabilir?
Resulullah (s.a.a.) onlardan bazılarını tanıyordu ve -siz Ehl-i Sünnet'in de dediği gibi- onların isimlerini Huzeyfe
-----------------
1- Muhammed Süresi /30.
2- Fetih Süresi / 11
bin Yeman' a bildirmiş, ama bunu bir sır olarak gizli tutmasını söylemişti ona. Hatta Ömer bin Hattap, hilafeti döneminde ondan, kendisinin de münafıklardan olup olmadığını soruyordu. Bunu kendi kitaplarınızda naklediyorsunuz. 1
Yine kendi Sahihlerinizde de naklettiğiniz gibi Resulullah (s.a.a.) münafıkları tanımak için bir ölçü gös- termişti; o da Ali bin Ebi Talib'e düşmanlık etmekti?
Durum böyleyken, "radiyallahu anhum" dediğiniz ve yüce mevkilere çıkardığınız sahabilerin birçoğu, Hz. Ali'ye karşı düşmanlık beslemiş, onunla savaşmıştır. Sonunda da onu öldürmüşler. Hayatında da, şehadetinden sonra da ona lanet okumuşlar. Sadece kendisine değil, ailesine, dost ve yakınlarına dahi aynı muameleyi yapmışlar. Buna rağmen yine de siz bu gibi münafıkları sahabeden sayıyorsunuz.
Resulullah (s.a.a.), hikmeti gereği Huzeyfe'ye onların isimlerini söylerken, Müslümanlara da onları tanımaları ve ilerde gafil avlanmamaları için onların alametlerini bildiriyordu.
Bugün "Biz Hz. Ali'yi seviyor ve onu yücelikle anıyoruz." diyen Ehl-i Sünnet'in bu sözünün hiçbir değeri yok- tur. Biz onlara cevaben "müminin kalbinde hem Allah dostunun, hem de Allah düşmanının sevgisi bir araya gelemez." diyoruz. Hz. Ali'nin kendisi de onlara şöyle buyurmuştur: "Bizimle düşmanımız arasında fark gözetmeyen
---------------------------
1- Kenz'ül-Ummal, c. 13, s. 343, h. 36961; Tarih-i İbn-i Asakir,
c. 12, s. 276; Gazali, İhya'ul-Ulum, c. 1, s. 114.
2- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 86, h. 78; Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 635,
h. 3717; Sünen-i Nesei, c. 8, s. 116; Kenz'ül-Ummal, c. 11, s. 622.
Ashap Hakkında / 169
bizden değildir."1
Kur'an-ı Kerim ihlaslı ve şükreden sahabilerin dışında kalanları fasıklar, hainler, Peygamber' e yardım etmekten kaçınanlar, ahitlerini bozanlar, haktan uzaklaşanlar, Allah'ın ve Resulünün emirlerine itaat etmeyenler, başkalarını cihada gitmekten alıkoyanlar, yapmadıkları şeyi söyleyen- ler, namazı terkederek ticarete ve boş şeylere yönelenler, Müslüman oldukları için Resulullah' a minnet edenler, kalpleri katılaşanlar, Allah'ın zikri ve hak söz karşısında eğilmeyenler, Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda seslerini yükseltenler, Resulullah'ı incitip eziyet edenler ve münafık- larla oturup onlara uyanlar olarak tanıtıyor.
Biz şimdilik bu kadarıyla yetiniyoruz. Konuyu fazla uzatmak istemediğimiz için diğer birçok ayete değinemiyo- ruz. Ama konunun biraz aydınlanması için bu sıfatlara sahip olduklan halde Resulullah'ın vefatından sonra adil kabul edilerek eleştirilmesi yasaklanan sahabileri kınayıp eleştiren bazı ayetlere değinmek zorundayız.
KUR' AN-I KERİM BAZI SAHABİLERİN İÇYÜZÜNÜ BİLDİRİYOR
Bazı kişilerin ayetlerin sadece münafıklarla ilgili olduğunu ve Ehl-i Sünnet'in dediği gibi ashabın münafıklardan ayrı olduğunu sanmamaları için, ashabın müminlerine yönelik eleştirileri zikreden ayetlere de değiniyoruz:
"Ey iman edenler! Size ne oldu da Allah yolunda savaşa çıkın dendiği zaman olduğunuz yerde mıhlanıp
-------------------
1- Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 1, s. 155, Dar'ul-Endülüs basımı.
170 / Zikir Ehline Sorun
kaldınız. Ahireti bıraktınız da dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama dünya hayatının faydası ahirete göre pek azdır. Hep birden savaşa çıkmazsanız sizi acıklı bir azapla azarlandırır, yerinize başka bir topluluk getirir ve sizler ona hiç zarar vermezsiniz. Allah'ın her şeye gücü yeter.'1
"Ey iman edenler! içinizden kim çıkar da dininden dönerse Allah onların yerine yakında öyle bir kavim getirecek ki, onları sevecek, onlar da Allah'ı sevecekler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı yüce olacaktır o kavim. Allah yolunda savaşacaklar ve hiç- bir kınayanın kınamasından korkmayacak. Bu, Allah'ın lütfu ve inayetidir ki dilediğine verir ve Allah'ın lütfu boldur, o her şeyi bilir."2
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne hıyanet et- meyin. Ve bildiğiniz halde emanetlerinize hıyanet et- meyin. Ve biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız fitnedir ve şüphesiz büyük ecir yalnız Allah katındadır."3
"Ey iman edenler! Sizi diriltecek, size can verecek şeylere çağırdıkları zaman Allah'a ve Peygamber' e icabet edin. Ve bilin ki, Allah şüphesiz, insanın kendisiyle kalbinin arasına girer ve sizler onun huzurunda toplanacaksınız. Ve sakının o fitneden ki, yalnız zulmedenlerinize gelip çatmaz. Ve bilin ki, Allah'ın cezası pek çetindir."4
------------------------------
1- Tevbe Suresi /38 - 39.
2- Maide Suresi /54.
3- Enfal Suresi /28.
4- Enfal Suresi /24 - 25.
Ashap Hakkında / 171
"Ey iman edenler! Allah'ın size verdiği nimeti hatırlayın. Hani bir ordu saldırmıştı size de onlara karşı bir yel ve görmediğiniz askerler göndermiştik. Ve Allah sizin yaptıklarınızı görür. Hani size hem üst tarafınızdan hücum etmişlerdi, hem de alt tarafınızdaki yerlerden ve hani gözler yılmıştı ve korkudan yürekler ağızlara gelmişti. Ve Allah hakkında çeşitli zanlara kapıl- mıştınız. işte orada müminler imtihan edilmiş ve adamakıllı sarsılmışlardı. Hani münafıklarla kalplerinde hastalık olanlar dediler ki: Allah ve Resulü bizi boş yere kandırdılar."1
"Ey iman edenler! Niçin yapmadığınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmadığınız şeyi söylemeniz Allah'ın yanında ağır suçtur."2
"Acaba iman edenlerin kalplerinin Allah zikrinden ve haktan nazil olan şeylerden korkma zamanı gelmedi mi?"3
"Müslüman oldular diye sana minnet ediyorlar. De ki: 'Müslüman oldunuz diye bana minnet etmeyin. Allah'tır ki sizleri imana hidayet ettiği için minnet etmesi gereken, eğer doğru söylüyorsanız. ",4
"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz hısım akrabanız, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaretiniz ve hoşunuza giden evler, Allah'tan, Peygamber'inden ve onun yo-
------------------
1- Ahzap Suresi /9-12.
2- Saıf Suresi /3.
3- Hadid Suresi / 16.
4- Hucurat Süresi / 17.
lunda cihattan daha çok hoşunuza gidiyorsa Allah'ın emri gelinceye dek bekleyin ve Allah fasıkları doğru yola sevketmez."!
"Bedeviler dediler ki: 'iman getirdik.' De ki: 'iman etmediniz, sadece islam getirdiniz. İman şimdilik kalbinize girmemiştir."2
"Senden cihada gitmemek için izin isteyenler, Allah'a ve kıyamete iman etmeyip kalplerinde şüphe olanlardır. Ve onlar şüphelerinde devamlı kalacaklardır."3
"Eğer onlar da sizinle beraber savaşa çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranızda koşarlardı. içinizde onlara kulak verenler de vardır. Allah zalimleri gayet iyi bilir. "4
"Allah'ın Peygamberine muhalefet edenler, savaşa çıkmayıp oldukları yerde oturup kalmalarına sevindiler. Ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda savaşmak onlara kötü geldi de, bu sıcakta savaşa çıkmayın dediler. De ki: 'Eğer anlasalar, cehennem ateşi daha da sıcaktır."5
"Çünkü onlar Allah'ın gazap ettiği şeylere uymuşlar ve razılığından hoşlanmamışlardı da o da yaptıklarını
---------------------
1- Tevbe Suresi /24.
2- Hucurat Suresi / 14.
3- Tevbe Suresi /45.
4- Tevbe Suresi /47.
5- Tevbe Suresi /81.
Ashap Hakkında / 173
mahvetmektedir. Yoksa kalplerinde hastalık olanlar, Allah onların kinlerini, hasetlerini hiç meydana çıkarmayacak mı sandılar? Ve isteseydik onları sana gösterirdik de yüzlerinden tanırdın elbet. Ve sen onları sözlerin üslubundan tanırsm ve Allah amellerinizi bilmektedir."1
"Şüphe yok ki müminlerin bir kısmı bundan hoşlanmamıştı. Gerçek, apaçık ortaya çıktıktan sonra bile göz göre göre ölüme sürükleniyor gibi seninle çekişiyorlardı."2
"Biliniz ki sizler şunlarsınız: Allah yolunda malınızı mülkünüzü harcamaya çağırılıyorsunuz. içinizde cimrilik edenler var. Her kim cimrilik ederse kendi aleyhindedir. Allah ganidir ve sizler fakirsiniz. Ve eğer itaatten yüz çevirirseniz yerinize başka bir topluluk getirir. Sonra da onların size benzemediklerini görürsünüz ."3
"Onlardan sadakaları vermeden seni ayıplayanlar da var. O maldan diledikleri verilseydi hoşlanırlardı, verilmeyince de hemen kızarlar. "4
"Onlardan öyleleri de var ki Peygamber'i incitirler ve derler ki: "O, sanki her söyleneni dinleyen bir kulaktır." De ki: "O sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanmıştır, müminlere de güvenir. Ve o, sizden mümin olanlar için rahmettir." Allah'ın, Peygamber' i inciten-
------------------------------
1- Muhammed Suresi /28 - 30.
2- Enfal Suresi / 5 - 6.
3- Muhammed Suresi / 38.
4- Tevbe Suresi / 58.
lere acı bir azabı vardır."1
Araştırmacılar, yukarıdaki Kur'an ayetlerinden faydalanarak, ashabı şu iki gruba ayırabilirler:
1- Allah'a ve Resulüne iman etmiş ve Peygamber' in rehberliğini canı gönülden kabullenmiş olanlar. Bunlar, canlarından geçerek direndikleri için kurtulanlardan olacaklardır. Bunlar Kur'an'da "şükredenler" olarak nitelendirilen azınlıktır.
2- Allah ve Resulüne görünüşte iman getirmiş, ama kalplerinde hastalık, şüphe ve tereddüt olanlar. Bunlar sadece şahsı ve dünyevi menfaatlerini gözeten, Resulullah'ın (s.a.a.) emir ve hükümlerine muhalefet eden, Allah ve Resulünün hükümlerinin karşısında duran ziyankarlardır. Maalesef ashabın çoğunluğunu bunlar oluşturmaktadır. Kur'an-ı Kerim bunlar hakkında şöyle buyuruyor:
"Bizler size hakkı getirdik, ama çoğunuz hakkı istemiyorsunuz."2
Söz konusu bu çoğunluk, Resulullah ile birlikte yaşıyor, onun arkasında namaz kılıyor, seferde ve hazarda ona eşlik ediyor, gerçek yüzleri tanınmasın diye ellerinden geldiğince Resulullah'a (s.a.a.) yaklaşmaya çalışıyor ve müminleri imrendirecek derecede takva ve ibadet tezahüründe bulunuyorlardı. 3
---------------------------
1- Tevbe Suresi /61.
2- Zuhruf Suresi /78.
3- Ahmed bin Hanbel, Müsned'inde (c. 3, s. 15) ve İbn-i Hacer, el-İsabe'sinde (c. 1, s. 484) Zi's-Sedye'nin biyografısinde Malik bin Enes'ten şöyle naklederler: Resulullah'ın zamanında ibadeti ve çalışmasıyla bizi hayrete düşüren bir adam vardı. Bu adamı Resulullah'a anlattık, adını da söyledik, Resulullah onu tanımadı. Sıfatlarını saydık, yine tanımadı. Tam o sırada ansızın o adam içeri girdi. Resulullah'a (s.a.a.) dedik ki: "İşte o şahıs budur." Buyurdu ki: "Siz şeytanın eseri çehresinde aşikar olan birisinden haber veriyorsunuz. Bu adam ve arkadaşları Kur'an okurlar, ama Kur'an onların boğazlarından aşağıya inmez. Bunlar tıpkı okun yaydan çıkması gibi dinden çıkacaklar. Bunları öldürün; çünkü bunlar, halkın en kötüleridirler."
Ashap Hakkında / 175
Peki Resulullah'ın (s.a.a.) zamanında durumları böyle olan kimseler, Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra nasıl oldular? Hiç şüphesiz, faaliyetleri daha da çoğaldı, sayıları arttı ve gerçek yüzleri daha bir gizli kaldı. Çünkü kendilerini tanıyacak bir peygamber ya da rezil edecek bir vahiy yoktu artık. Resulullah'ın vefatından sonra özellikle de Medinelilerden Kur'an'ın tabiriyle münafıklıkta maharet kazanmış olanlar, ihtilaf çıkarmaya, bölücülük yapmaya başladılar. Ayrıca, yine Kur'an'ın tabiriyle küfür ve nifakta daha şiddetli olan Arap Yarımadası' ndakilerin bir kısmı dinden çıkıp mürted oldular. Hatta Yalancı Müseyleme, Tuleyha ve Hars kızı Secah gibi nübüvvet iddiasında bulunanlar da oldu. Bunların hepsi de ashaptandı.
Bunlardan vazgeçip sadece Resulullah'ın (s.a.a.) Medine' deki ashabından bahsedecek olsak, Resulullah'ın vefatından sonra onların arasında da nifak belirtilerinin ortaya çıktığını, hatta iman etmiş olanlarının dahi çoğunun, hilafet konusu yüzünden gerisin geriye dönüp mürted olduklarını görürüz.
Daha önce de hatırlattığımız gibi onlar Resulullah (s.a.a.) ve onun vasisi için tuzaklar kurmuşlar ve Peygam-
ber'e ölüm döşeğinde muhalefet etmişlerdi. Araştırmacı bir - kimse bu gerçekten asla kaçamaz. Çünkü tarih kitaplarını okuduklarında bu gerçekle karşılaşırlar. Allah Teala bunu en sağlam cümlelerle Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur:
"Muhammed sadece bir peygamberdir ve ondan önce de peygamberler gelmiştir. Eğer o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (cahiliyeye) mi döneceksiniz? Kim geriye dönerse, Allah'a zarar veremez. Ve Allah şükredenlere ihsanlar edecektir."1
Bu şükredenler, Resulullah'a (s.a.a.) olan bağlılıklarını bozmayan ve ahitlerini değiştirmeyen azınlıkta olan sahabilerdir.
Bu açık ayet, Sünnilerin "ashabın münafıklarla ilgisi yoktur" şeklindeki iddialarını batıl etmektedir. Bu ayetin hitap ettiği kimselerin Resulullah (s.a.a.) zamanında münafık olmadıklarını kabul etsek dahi, kesinlikle bunlar Resulullah'tan hemen sonra değişmiş, gerisin geriye dönmüşlerdir. Hadis ve tarih kitaplarında sahabilerin Resulullah (s.a.a.) zamanında ve Resulullah'tan (s.a.a.) sonraki hayatlarını ve Resulullah'ın (s.a.a.) onlar hakkındaki buyruklarını okuyacak olursak gerçekler birer birer ortaya çıkar.
6
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr

PEYGAMBER(S.A.A.),BAZI SAHABİLERİN İÇYÜZÜNÜ BİLDİRİYOR
Resulullah'ın (s.a.a.) ashap hakkında buyurduğu hadis-i şeriflerin, zayıftır diye reddedilmemesi için sadece Ehl-i
-------------------
1- Al-i İmran Süresi /144.
Ashap Hakkında / 177
Sünnet'in en çok güvenilir ve en sahih kitabı olan Sahih-i Buhari' deki hadislerle yetiniyoruz. Bu arada hatırlatmak gerekir ki, Buhari sahabenin saygınlığını korumak amacıyla bu konudaki birçok hadisi gizlemiştir. Halbuki Sünnilerin diğer sahih kitapları onun kaç katını daha açık cümlelerle zikretmişler. Biz hüccetin tamamlanması için sadece Sahih-i Buhari'nin hadislerini getiriyoruz. Buhari, Sahih'inin "İman Kitabı, Müminin, Amellerinin Mahvolmasından Korkması Babı"nda şöyle rivayet eder:

İbrahim-i Teymi der ki: "Ben sözlerimi amellerime sunduğumda devamlı yalancı olmaktan korkuyordum." İbn-i Ebi Müleyke der ki: "Resulullah'ın (s.a.a.) ashabından otuz kişinin, münafık olduklarından korktuklarını gördüm. Onlardan hiçbiri Cebrail ve Mikail'in imanı üzerine olduklarını iddia edemiyordu..."1
İbn-i Ebi Müleyke, Resulullah'ın (s.a.a.) ashabından otuz kişinin münafıklardan olmaktan korktuklarını ve hiçbirinin sahih iman iddiası edemediklerini söylüyor. Peki, neden Ehl-i Sünnet onları peygemberler derecesine yükseltip onların eleştirilmesine müsaade etmiyor?
Yine Buhari, "Cihat ve Siyer Kitabı"nda şöyle nakleder:
Resulullah'ın (s.a.a.) ashabından olan Hatip bin Ebi Beltaa, Mekke müşriklerine bir mektup yazarak onlara Resulullah'la ilgili bazı bilgiler vermişti. Onun mektubunu Resul-i Ekrem'e (s.a.a.) getirdiler. Resulullah (s.a.a.); "Ey Hatip! Nedir bu?" diye sordu. Hatip Resulullah'tan (s.a.a.) özür dileyerek, sadece Mekke'deki ailesini korumak iste-
---------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1 s. 19, iman Kitabı.
diğini söyledi. Resulullah (s.a.a.) onu tasdik etti. Ömer dedi ki: "Ey Resulullah! İzin ver de bu münafığın boynunu vurayım." Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "O Bedir'de bizimle birlikteydi. Ne bilirsin, belki Allah Teala Bedir' dekilere "Ne yaparsanız sizi bağışlarım" buyurmuştur?"1
İlk sahabilerden olup Bedir savaşına da katılan Hatip, Resulullah'ın (s.a.a.) sırlarını Mekke müşriklerine gönderip ailesini korumak bahanesiyle Allah'a ve Resulüne ihanet ediyorsa ve Ömer bin Hattap da onun münafıklığına şehadet ediyorsa, Mekke'nin fethinden veya Hayber ve Huneyn savaşından sonra Müslüman olan sahabiler veya teslim olan "azatlılar" hakkında ne diyebiliriz?
Rivayetin son kısmında Resulullah'a (s.a.a.) atfen, "Allah Bedir savaşına katılanların işleyecekleri bütün günahları bağışlayacaktır" şeklindeki iddianın yorumunu okuyucuya bırakıyorum.
Buhari, Sahih'inin "Kur'an'ın Faziletleri Kitabı"nda Münafikun Suresindeki "Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlama- yacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez." mealindeki ayet ile ilgili olarak şöyle yazar:
"Muhacider ve Ensar dan iki kişi birbiriyle kavga ederlerken, her ikisi de bağırarak kendi taraflarını yardıma çağırdılar. Resulullah (s.a.a.) bunu işitince, "Ne oldu? Cahiliye feryatları mı yükseldi!" buyurdu. Dediler ki: "Ey Resulullah! Muhacirlerden biri Ensar dan biriyle kavga etti." Resulullah (s.a.a.); "kokuşmuş cahiliye davalarından
----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 72.
Ashap Hakkında / 179
vazgeçin." buyurdu. Abdullah bin Übeyy bu sözü işiterek şöyle bağırdı: "Yapacaklarını yaptılar! Medine'ye döndüğümüzde üstün olanlar zelil olanları şehirden mutlaka dışarı çıkaracaklar." Bu sözler Resulullah'ın kulağına ulaştı. Ömer dedi ki: "İzin ver de bu münafığın boynunu vurayım." Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.); "Onu kendi haline bırak. Halkın, Muhammed ashabını öldürüyor demesini istemiyorum." buyurdu."1
Bu hadis münafıkların da ashaptan olduklarına açık bir delildir. Çünkü Resulullah, Ömer'in o şahsın münafık olduğuna dair sözünü reddetmemiş, ama "Resulullah ashabını öldürüyor" demesinler diye onu öldürmesine izin vermemiştir. Resulullah (s.a.a.) ashabının birçoğunun münafık olduğunu biliyordu ve eğer bütün münafıkları öldürmek isteseydi ashaptan çok azı hayatta kalırdı. Bu acı gerçek Ehl-i Sünnet'in iddialarını açıkça çürütmektedir.
Buhari, Sahih'inin "Şehadat Kitabı, İfk Hadisi Babı"nda şöyle rivayet eder:
"Resulullah'ın (s.a.a.); "Birinin benim ehlime eziyet ettiğini duydum. Kim bana bu konuda yardım eder?" diye buyurması üzerine Sad bin Muaz ayağa kalkarak dedi ki: "Ya Resulallah! Ben seni himaye ederim. Eğer o adam Evs kabilesinden ise boynunu vururum. Ve eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise ne emir verirsen onu uygularım." Bundan önce iyi bir adam olan Hazrec kabilesinin büyüğü Sa'd bin Ubade bu sözleri duyunca, cahiliye duygulan kabararak dedi ki: "Vallahi sen yalan söylüyorsun. Senin onu öldürmeye gücün yetmez." Peşinden Esed bin Huzeyr kalkarak
------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 191 - 192.
şöyle cevap verdi: "Vallahi asıl sen yalan söylüyorsun. Allah'a andolsun ki biz onu öldürürüz. Sen münafıksın ve münafıkları savunuyorsun." Böylece Evs ve Hazrecliler arasında tartışmalar başladı. Neredeyse birbirlerini öldüreceklerdi. O sırada Resulullah (s.a.a.) minberdeydi ve sürekli onları susturmaya çalışıyordu. Sonunda onların susması üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a.) de sustu."1
Görüldüğü gibi, Ensar'ın ileri gelenlerinden Sa' d bin Ubade, münafıklıkla suçlanıyor; oysa rivayetin de dediği gibi geçmişte iyi bir insandı. Allah Teala'nın Kur'an'da övdüğü Ensar'ın hepsi sinirleniyor ve Resulullah'ın (s.a.a.) ehlini ve ailesini inciten bir münafık yüzünden birbirleriyle savaşıp onu savunmak istiyorlar ve Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda seslerini yükseltip Resulullah'a (s.a.a.) saygısızlık etme cüretini gösteriyorlardı.
Hayatlarını Resulullah uğrunda savaşmaya ve onu savunmaya vakfeden bu insanlar Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra hilafet uğruna kızı Fatıma'tuz-Zehra'nın evini yakmak istiyorlarsa, buna şaşırmamak gerekir.
Buhari, Sahih'inin " Tevhid Kitabı"nda şöyle nakleder:
"Ali bin Ebi Talip Yemen'de iken Resulullah'a (s.a.a.) bir parça altın gönderdi. Resulullah (s.a.a.) onu bazı kimseler arasında dağıttı. Kureyş ve Ensar buna kızarak dediler ki: "Nasıl oluyor da altınları Necdlilere veriyor da bizlere vermiyor?" Peygamber şöyle buyurdu: "Onların kalplerini İslam'a ısındırmak istedim." Birisi gelerek; "Ey Muhammed! Allah'tan kork!" dedi. Resulullah (s.a.a.); "Eğer ben
----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 229 ve c. 6, s. 130.
Ashap Hakkında / 181
Allah'a karşı günah işlersem, kim Allah'a itaat eder? Allah beni dünyadaki bütün insanlara emin olarak gönderdiği halde siz bana güvenmiyor musunuz?" buyurdu. Bunun üzerine Halid bin Velid o adamı öldürmek için izin istediyse de Resul-i Ekrem (s.a.a.) izin vermedi. O adam gidince Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Bu adamın neslinden öyle adamlar gelecek ki Kur'an okuyacaklar, ama boğazlarından öteye geçmeyecek. Bunlar tıpkı okun yaydan çıktığı gibi İslam' dan çıkacaklar. Müslümanları öldürecekler, ama puta tapanlarla işleri olmayacak. Onların zamanında yaşasaydım Ad kavmi gibi onları öldürürdüm."1
İşte bu da Resulullah'ı (s.a.a.) beytulmalın dağıtımında adaletsizlikle suçlayan ashaptan olan diğer bir münafıktır. O tam bir edepsizlikle Resulullah'a diyor ki: "Ey Muhammed! Allah'tan kork!" Peygamber efendimiz onun münafık olduğunu ve neslinden gelen insanların İslam' dan çıkarak Müslümanları öldürüp putperestlerle işleri olmayacağını bildiği halde Halid bin Velid'in onu öldürmesine izin vermiyor.
İşte bu, "Eğer Resulullah (s.a.a.) ashabından bazılarının münafık olduğunu ve ileride Müslümanları saptıracaklarını biliyordu ise, onları öldürmesi ve böylece ümmetini ve dinini koruması gerekirdi." diyen Ehl-i Sünnet' e sağlam bir cevaptır.
Buhari, Sahih'inin "Sulh Kitabı"nda şöyle nakleder: Zübeyr'le Bedir savaşına katılmış olan Ensar' dan biri tarlalarından geçen su yolu konusunda birbirlerini Resulullah' a (s.a.a.) şikayete gittiler. Resulullah (s.a.a.) Zübeyr' e buyur-
----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 155.
du ki: "Ya Zübeyr, sudan yararlandıktan sonra onu komşuna bırak." Ensar' dan olan adam bunu duyunca kızarak, "Ya Resulallah! Amcanın oğlunun tarafını mı tutuyorsun?" dedi. Bunun üzerine öfkeden Resulullah'ın (s.a.a.) yüzünün rengi değiştiği halde Zübeyr'e buyurdu ki; "Tarlanı sula sonra duvarlara ulaşıncaya kadar suyu tut..."1
Bu da, Peygamber efendimizin şahsi duygulara kapılarak amcasının oğlunun lehine taraftarlık ettiğine inanan ve utanmadan Resulullah'ı (s.a.a.) suçlayarak gazaptan mübarek yüzünün renginin değişmesine sebep olan ashabın münafıklarından diğer bir örnektir.
Buhari, Sahih'inin "Cihat ve Siyer Kitabı"nda Abdullah'tan şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) Huneyn savaşında elde edilen ganimetlerin taksiminde bazılarına ayrıcalık tanıdı. Örneğin; Akra' bin Habis' e ve Uyeyne'ye yüzer deve verdi. Yine bazı kabile reislerine çok bağışta bulundu ve onları diğerlerinden üstün tuttu. Birisinin (itiraz ederek); "Vallahi bu taksim de adalet ve Allah'ın rızası gözetilmemiştir!" dediğini duyunca; "Vallahi bu sözü Resulullah'a (s.a.a.) ulaştıracağım." dedim ve Resulullah'ın huzuruna gelerek olayı anlattım. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Eğer Allah ve Resulü adaleti uygulamazsa, peki kim adaleti uygular? Allah Hz. Musa'ya rahmet etsin. O, bundan daha fazla incindiği halde sabretti.. "2
Bu da Resulullah'ın (s.a.a.) ashabından bir başka müna-
-------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 245.
2- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 115.
Ashap Hakkında / 183
fiktır. Bu zat Kureyş'in ileri gelenlerinden olması sebebiyle rivayeti nakleden şahıs zamanın hükümetinden korktuğu için onun adını söylememiştir. Gördüğünüz gibi bu münafık Resulullah'ın (s.a.a.) adil olmadığını ve malların taksiminde Allah'ın rızasını gözetmediğini vurguluyor; hatta buna yemin bile ediyor. Evet! Resulullah (s.a.a.) bundan daha fazla eziyetler gördüğü halde Allah yolunda sabretti.
Buhari, Sahih'inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, İslam' da Nübüvvetin Alametleri Babı"nda şöyle nakleder: Ebu Said-i Hudri der ki: "Bir gün Resulullah'ın (s.a.a.) huzurundaydık, Resulullah da ganimetleri bölüyordu. Ansızın Temim Oğulları kabilesinden Zulhuvaysara içeri girerek; "Ya Resulallah! Adaleti uygula." dedi. Hz. Peygamber buyurdu ki: "Yazıklar olsun sana. Eğer ben adaleti uygulamazsam, kim uygular ki? Eğer ben adil olmazsam, sen zavallı ve ziyankar olursun." Ömer ayağa kalkarak; "Ya Resulallah! İzin ver de boynunu vurayım." dedi. Resul-i Ekrem (s.a.a.) buyurdu ki: "Kendi haline bırakın onu. Onun öyle dostları var ki, sizlerden bazıları kendi oruç ve namazlarını, onların oruç ve namazları karşısında küçük görür. Onlar Kur'an okurlar, ama kalpleriyle ona inanmazlar. Onlar okun yaydan çıkması gibi dinden çıkarlar."1
Bunlar da sahabeden olup halkın karşısında dindar görünen bir başka çeşit münafıklardır. Öyle ki Resulullah (s.a.a.) Ömer'e; "Sizlerden bazıları oruç ve namazlarını, onların oruç ve namazları karşısında küçük ve değersiz görür." buyuruyor. Kuşkusuz, onlar Kur'an da ezberliyorlardı, ama Kur'an onların boğazlarından aşağı inmiyordu.
-----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 243.
Resulullah'ın (s.a.a.); "Onu kendi haline bırak. Çünkü onun kendisi gibi dostları vardır..." buyurması ashabın arasında birçok münafiğın olduğunu göstermektedir.
Buhari, Sahih'inin "Edep Kitabı"nda şöyle nakleder:
Aişe der ki: Resulullah (s.a.a.) bir şey yaptı ve halkın ondan yararlanmasına izin verdi. Bazıları bundan kaçındılar. Resulullah'ın (s.a.a.) bundan haberi olunca minbere çıkarak bir hutbe okudu. Allah'a hamd ve senadan sonra şöyle buyurdu: "Niçin halktan bazıları benim yaptığım şeyden çekiniyorlar? Vallahi ben Allah' i onlardan daha çok tanıyor ve Allah'tan daha çok korkuyorum."1
Bu da Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetinden kaçınan diğer bir grup sahabedir. Şüphesiz onlar Resulullah'ın (s.a.a.) hareketlerini hafife alıyorlar ve alay ediyorlardı. Dolayısıyla Resulullah'ın (s.a.a.) onlara hutbe okuyarak Allah'a yemin ettiğini, Allah'ı onlardan daha çok tanıdığını ve O'ndan daha çok korktuğunu buyurduğunu da görüyoruz.
Buhari, Sahih'inin "Mezalim Kitabı"nda Ata vasıtasıyla Cabir'den ve Tavus vasıtasıyla da İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet eder:
Resulullah (s.a.a.) Zilhicce ayının dördüncü günü hac için Mekke'ye girdi. Bize umre yapmamızı emretti. Sonra da eşlerimizin bize helal olduğunu buyurdu. Bu söz halkın arasında yayıldı. Ata Cabir' den şöyle dediğini nakleder: "Bizlerden biri, erkeklik uzvundan meni damladığı halde Mina'ya giderdi."2 Bunun üzerine Cabir bu işten sakınmayı
---------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 31.
2- Değerli okuyucuların aflarına sığınarak edebe aykırı bu sözleri tercüme ettik.
Ashap Hakkında / 185
daha uygun buldu. Bu haber Resulullah'a (s.a.a.) ulaşınca bir konuşma yaparak buyurdu ki: "Duyduğuma göre bazıları şöyle böyle diyorlar.Vallahi ben onlardan daha takvalı ve Allah'a daha yakınım."1
Bu da Resulullah'ın (s.a.a.) şer'i hükümlerle ilgili emirlerine muhalefet eden ashaptan başka bir gruptur. Resulullah'ın; "Bazıları şöyle böyle diyorlar." buyurmasından da anlaşılacağı gibi, sahabilerin birçoğu, Mina'ya giderken erkeklik uzuvlarından meni damlamasın diye(!) helal olmasına rağmen eşleriyle ilişkide bulunmaktan kaçınıyorlardı. Bunlar, herhalde her cinsel ilişkiden sonra gusledip temizlenmeleri gerektiğini bilmiyorlarmış! Yoksa, Mina'ya giderken erkeklik uzuvlarından meni damlamazdı herhalde! Acaba bunlar Allah'ın hükümlerini Resulullah'tan (s.a.a.) daha mı iyi biliyorlardı? Veya kendilerinin daha mı takvalı olduklarını zannediyorlardı?

Şüphesiz, Resulullah'tan (s.a.a.) sonra Ömer'in yasakladığı mut' a nikahı (geçici evlilik) da bu konumdadır. Resulullah'ın (s.a.a.) hayatında onun emirlerine karşı çıkarak hac mevsiminde umre ihramından çıktıktan sonra eşleriyle ilişkide bulunmaktan kaçınanların, Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra mut'a nikahını haram etmelerine ve onu tıpkı bugünkü Sünniler gibi zinadan farksız görmelerine şaşırmamak gerekir.
Buhari, Sahih'inin "Cihat ve Siyer Kitabı"nda Enes bin Malik'ten şöyle nakleder: Allah Teala, Hevazin kabilesinin mallarından bir kısmını fey' olarak Resulullah'a (s.a.a.)
--------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 114.
verince, o da onları Kureyş'ten bazılarına verdi. Ensar dediler ki: "Allah, Peygamberini affetsin. Malları Kureyş'e verirken bizi mahrum bırakıyor. Halbuki kılıçlarımızdan onların kanı damlıyor" Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) Ensar'ı bir araya topladı ve Ensar'dan olmayan hiç kimseyi oraya sokmadı. Sonra onlara; "Sizden bazı sözler duydum, neler oluyor?" diye sordu. Onlar sözlerini tekrarlayınca şöyle buyurdu: "Ben, yeni Müslüman olanlara mal veriyorum. Siz, onların mallarıyla gitmelerine ve kendinizin Allah Resulüyle birlikte kalmasına razı olmaz mısınız? Vallahi sizin elde ettiğiniz, onların elde ettiklerinden daha hayırlı- dır." Ensar; "Evet, ey Resulullah, razı olduk" dediler. Resulullah da şöyle buyurdu: "Siz benden sonra çok bencillikler göreceksiniz. Havuz'un başında Allah'a ve Resulüne ulaşıncaya kadar sabredin." Enes dedi ki: "Ama biz sabretmedik"1
Bütün Ensar'ın içinde Resulullah'ın (s.a.a.) yaptıklarına razı olan, onun heva ve heveslerine uymadığını bilen ve Allah'ın; "Hayır, Rabbine andolsun ki onlar aralarındaki tartışmalarda seni hakem kılmadıkları, senin hükmüne razı ve teslim olmadıkları ve senin hükmünden rahatsız oldukları sürece mümin olamazlar."2 ayetini anlayacak, aklı başında bir adam yok muydu acaba?
"Allah Peygamberini affetsin" dediklerinde Resulullah'ı (s.a.a.) savunacak bir adam yok muydu? Ayrıca, "razı olduk" demeleri de görünüşteydi. Dolayısıyla Enes bin Malik'in; "O bize sabrı tavsiye etti, ama biz sabretmedik"
-----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 114 - 115.
2- Nisa Suresi /65.
Ashap Hakkında / 187
şeklindeki tanıklığı tamamen yerindedir.
Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı, Hudeybiye Savaşı Babı"nda Ahmed bin Eşkab'dan şöyle nakleder: Muhammed bin Fuzeyl, Ahi bin Musayyib'den, o da babasından şöyle nakleder: Bedi bin Azib'i görünce ona dedim ki: "Ne mutlu sana! Resulullah'la konuşup ağacın altında ona biat ettin." Bunun üzerine Bera dedi ki: "Ey kardeşimin oğlu! Sen ondan sonra neler yaptığımızı ve dinde ne bidatler çıkardığımızı bilmiyorsun?"1
Doğru söylüyorsun ey Bera bin Azib! Halkın çoğu, Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra ashabın neler yaptığını bilmiyor. Resulullah'ın (s.a.a.) vasisi ve amcasının oğlu Hz. Ali'ye zulmedenler, onu hilafetten uzaklaştıranlar, Resulullah'ın kızı Fatıma'tüz-Zehra'ya eziyet edenler, kendisi de içinde olduğu halde evini yakmakla tehdit edenler, babasının bağışı, mirası ve humus konusunda hakkım gasp edenler, Peygamber'in sünnetinin yazılmasını yasaklayanlar, yazılanlarını yakanlar, böylece halkın gerçek sünne- te ulaşmasını engelleyenler, Resulullah'ın Ehl-i Beyt'ine lanet okutturup sövdürenler, onları sürgün edip öldürenler, hükümeti Allah ve Resulüne düşman olan münafıklar ve fasıkların eline verenler; evet, bütün bunları yapanlar ashaptan değiller miydi?! Ama maalesef Ehl-i Sünnet'in geneli bunları bilmez. Onlar, sadece "Hulefa Okulu"nun şahsı içtihatlarla Allah ve Resulünün hükümlerini değiştirip "güzel bidatler" adını verdikleri şeyleri bilirler.
Bu yüzden Ehl-i Sünnet' e şöyle sesleniyoruz: Ey kardeşler! İnsanların Resulullah (s.a.a.) ile birlikte olmalarına
------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 159 - 160.
aldanmayın. Resulullah'ın (s.a.a.) ilk sahabilerinden olan Bera bin Azib aslında kardeşinin oğluna şöyle demek istiyor: Ne Resulullah (s.a.a.) ile birlikte olmamız, ne de ağacın altında ona biat etmemiz seni aldatmasın. Ondan sonra neler yaptığımızı sen bilmiyorsun. Allah Teala buyuruyor ki: "Sana biat edenler gerçekte Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların elinin üzerindedir. Kim biatini bozarsa, kendi aleyhinde bozmuştur."1
Biatini bozan sahabiler o kadar çoktu ki, tarih kitaplarının da yazdığı gibi, Resulullah (s.a.a.), Hz. Ali'ye (a.s.) onlarla savaşıp onları öldürmesini emretmiştir.
Buhari, Sahih'inin "Cuma Kitabı"nda Cabir bin Abdullah'tan şöyle nakleder: Şam' dan gıda maddeleri taşıyan bir kervan gelmişti. Biz de o anda Resulullah (s.a.a.) ile Cuma namazı kılıyorduk. On iki kişi dışında herkes namazı bıra- kıp kervana doğru koşunca şu ayet nazil oldu. "Bir yerde bir ticaret veya boş bir iş gördüklerinde oraya doğru koşup seni yalnız bırakırlar... "2
Bunlar da içlerinde Allah korkusu olmayan münafıklardan başka bir grup! Resulullah'ın (s.a.a.) arkasında Cuma namazı kıldıkları halde onu yalnız bırakarak ticaret ve alış verişe koşuyorlar.
Acaba bunlar, imanları kamil Müslümanlar mı? Yoksa namazı hafife alan ve namaza kalktıklarında üşenerek kalkan münafıklar mı? Tabii, sadece Resulullah (s.a.a.) ile namaza devam eden on iki kişi bunun dışındadır.
---------------------
1- Fetih Suresi / ıo.
2- Sahih-i Buhari, c. 2 , s. 16 ve c. 3, s. 71 ve 73.
Ashap Hakkında / 189
Evet, ashabın hayat, tavır ve davranışlarını inceleyenler dehşete kapılırlar. Kaç kez namazı terkedip kaçmışlarsa Allah Teala bunu Aziz Kitabında ilelebet kaydetmiştir, "De ki: Allah'ın yanında bulunan, boş işlerden ve ticaretten daha hayırlıdır." buyurarak.
Okuyucularımızın, günümüz Müslümanlarının bu kadar önem verdiği Cuma namazına sahabilerin ne kadar önem verip saygı gösterdiklerini bilmeleri için Sahih-i Buhari' nin "Vekalet Kitabı"ndaki şu rivayeti naklediyorum:
Sehl bin Said der ki: "Bizler Cuma günleri çok sevinirdik. Çünkü yaşlı bir kadın ektiğimiz fasulyelerden bir miktarını alarak onları birkaç tane arpayla birlikte yağ dökmeden pişirirdi. Bizler Cuma namazını kıldıktan sonra onun yanına giderdik, o da yemeği bize verirdi. Bunun için Cuma günü olurken çok sevinirdik. Yemeğimizi her zaman Cuma' dan sonra yerdik."1
Ne mutlu bu sahabilere! Cuma günü Resulullah'ın (s.a.a.) sohbetlerini dinleyip arkasında namaz kılmaktan, birbirlerini görüp ziyaret etmekten ve Cuma gününün diğer rahmet ve bereketlerinden dolayı sevineceklerine bir kadının hazırladığı yemeği yiyecekleri için seviniyorlar! Günümüzde, Cuma gününü yediği yemekten dolayı seven bir Müslüman hakkında ne söylerler acaba?
Biraz daha incelediğimizde, Kur'an'da "şükredenler" diye övülen, namazı terkederek ticarete ve boş şeylere koşmayan ve cihat esnasında kaçarak Resulullah'ı yalnız bırakmayan sahabilerin sadece on iki kişi olduğunu görürüz.
-------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 143.
Buhari, Sahih'inin "Cihat ve Siyer Kitabı"nda Bera bin Azib'den şöyle nakleder: Uhud savaşında Resulullah (s.a.a.) Abdullah bin Cübeyr'i elli yayaya komutan tayin edip şöyle buyurdu: "Kuşların üzerimize indiğini (öldürüldüğümüzü) görseniz bile ben size birini göndermedikçe yerinizden ayrılmayın." Sonunda düşman yenildi. Vallahi kadınların ayağındaki halhallar bile görünüyordu. Abdullah bin Cübeyr' in emrindeki askerler dediler ki: "Ganimet! Ey kavim, ganimet! Artık ne bekliyorsunuz?!" Abdullah bin Cübeyr onlara; "Resulullah'ın (s.a.a.) size ne emir verdiğini unuttunuz mu?" dedi. Onlar; "Vallahi gidip kendimize ganimet toplayacağız." dediler. Ve orayı bırakınca yenildiler. Resulullah (s.a.a.) orada ne kadar feryat ettiyse de yanında on iki kişiden başka kimse kalmadı. Sonunda bizden yetmiş kişi öldürüldü..."1
Tarihçiler şöyle yazarlar: Resulullah (s.a.a.) ashabından bin kişiyle birlikte bu gazveye çıkmıştı. Bunlar Bedir zaferinin gururuyla Allah yolunda cihat aşkıyla gelmişlerdi. Ama Resul-i Ekrem'in (s.a.a.) emrine itaat etmeyince İslam tarihinde ağır bir yenilgiye uğradılar ve başlarında Peygamber efendimizin kahraman amcası Hamza (r.a.) olmak üzere yetmiş kişi şehit oldu. Geriye kalanlar ise kaçtılar ve Resulullah (s.a.a.) ile birlikte Buhari'ye göre on iki kişi, diğer tarihçilere göre ise sadece dört kişi kaldı. Bu dört kişiden biri, Ali bin Ebi Talip'tir, ki müşriklerle amansızca savaşıyor ve Resulullah'ı (s.a.a.) ön taraftan koruyor ve savunuyordu. İkincisi, Ebu Ducane'dir, ki Resul-i Ekrem'i (s.a.a.) arkadan savunuyordu. Diğer ikisi de, Talha ile
-------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 79.
Ashap Hakkında / 191
Zübeyr, bir nakle göre de Sehl bin Huneyf'tir.
İşte burada Resulullah'ın, "Deve sürüsünden ayrılan birkaç deve gibi, kurtulacak olanların çok az olduğunu görüyorum." hadisinde ne demek istediğini anlıyoruz. (Bu hadis hakkında ileride bahsedeceğiz.)
Allah Teala da savaştan kaçanlan cehennem ateşiyle tehdit ederek şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Savaşmak üzere kafirlerle karşılaştınız mı, onlara ar- kanızı dönmeyin. Kim, tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek yahut bir böIüğe ulaşmak niyetinde olmadan, öyle bir günde onlara arkasını dönerse, Allah'ın gazabına uğrayacaktır. Onun yeri cehennemdir ve orası ne kötü bir yerdir."1
Alış - veriş ve boş işler yüzünden namazı terkeden, ölüm korkusundan cihattan kaçan, Resulullah'ı (s.a.a.) düşman karşısında yalnız başına bırakan ashabın ne değeri olabilir? Her iki durumda Resulullah'ın yanında en fazla on iki kişi kalıyor! Peki neredeler bu sahabiler, ey akıl sahipleri?!
Bazı araştırmacılar bu gibi olay ve rivayetleri önemsemeyip bu durumların geçici olduğunu, Allah'ın bunları affettiğini ve ashabın da bu hataları tekrarlamadıklarını zannederler. Ama bu, kesinlikle doğru değildir. Çünkü bu dehşet verici gerçekleri, bizzat Kur'an-ı Kerim bize bildirmiştir. Bakın ashabın Uhud savaşındaki kaçışını2 nasıl anlatıyor:
------------------------------
1- Enfal Suresi / 15 - 16.
2- Tefsir-i Taberi, c. 2, s. 508, 509 ve 522; Tahir bin Aşur, et- Tahrir ve't-Tenvir, c. 4, s. 126; Sahih-i Buhari, c. 5, s. 119 - 127, Uhud Gazvesi Babı.

"Andolsun ki Allah size ettiği vaadi doğruladı. Onun izniyle onları bozup öldürdünüz de sonra gevşeklik gösterdiniz. Verilen buyruk hakkında çekiştiniz ve sevdiğiniz şeyi size gösterince de hemen isyan ettiniz. Sizden dünyayı dileyen olduğu gibi ahireti dileyen de vardı. İmtihan için sizi onlardan geri çevirdi ve gerçekten de bağışladı sizi ve Allah müminlere karşı lütuf ve ihsan sahibidir. O anda hep uzaklaşıyor, hiç kimseye bakmıyordunuz bile. Peygamber ise arkanızdan sizi çağırıyordu. Allah elinizden çıkana üzülmeyesiniz, gelip çatan felaketlerden mahzun olmayasınız diye sizi gam vererek cezalandırdı ve Allah yaptıklarınızdan haberdardır."1
Bu ayetler, Müslümanlar Uhud savaşında -Buhari'nin naklettiği gibi- kadınların ayaklarındaki halhalları görünce, Allah'a ve Resulüne isyan ederek ganimet peşinde koşup yenildikten sonra nazil olmuştur. Acaba ashap gerçekten de bu olaydan ibret alıp tövbe ederek onun bir benzerini bir daha tekrarlamadılar mı?!
Hayır, asla! Onlar tövbe etmedikleri gibi, Resulullah'ın (s.a.a.) ömrünün son yıllarında vuku bulan Huneyn savaşında ondan daha kötüsünü yaptılar. Tarihçilerin yazdığına göre, bu savaşta Müslümanların sayısı on iki bin kişiydi. Sayılarının çokluğuna rağmen -her zamanki gibi bu defa da- kaçarak Resulullah'ı (s.a.a.) müşriklerin ve Allah düşmanlarının arasında yalnız bıraktılar. Yakubi ve diğerlerinin yazdığı gibi, başlarında Hz. Ali olmak üzere Haşim Oğullarından dokuz veya on kişi dışında kimse Resulullah'ın
------------------------------
1- Al-i İmran Suresi / 153.
Ashap Hakkında / 193
yanında kalmadı.
Ashabın Uhud savaşındaki kaçışı kötü ve çirkin ise, Huneyn savaşındaki kaçışları daha kötü ve çirkindir. Çünkü Uhud savaşında bin sahabiden dört kişi direnip kaçmamıştı. Yani iki yüz elli kişide bir kişi. Ama Huneyn savaşında on iki bin sahabiden on kişi direnip kaçmamıştı. Yani bin iki yüz kişide bir kişi.
Ayrıca, Uhud savaşı hicretin başlarında vuku bulmuştu, halk henüz cahiliyeden tam olarak uzaklaşmamıştı ve Müslümanlar azınlıktaydı. Peki, hicretin 8. yılında vuku bulan Huneyn savaşındaki kaçışlarındaki mazeretleri neydi? Resulullah'ın vefatına iki yıl kalmıştı, Müslümanlar silah ve sayı bakımından üstün olmalarına rağmen Resulullah'ı (s.a.a.) hiç düşünmeden kaçmışlardı.
Kur'an-ı Kerim onların zilletle kaçışlarını şöyle anlatmaktadır:
"Andolsun ki Allah size birçok yerlerde ve Huneyn gününde yardım etmişti. Hani o gün çokluğunuzla övünüp sevinmiştiniz de bu çokluk, düşmanı defedememişti, hiçbir işinize yaramamıştı. Yeryüzü o kadar genişken daralmıştı size. Sonra arkanızı çevirip geri çekilmiştiniz. Sonra Allah, Peygamberine ve müminlere manevi kuvvet ihsan etmiş, görmediğiniz askerleri indirerek kafirleri azaplandırmıştı. Ve işte kafirlerin cezası da budur."2
-------------------------
1- Abbas Akkad, Abkariyyet-u Halid, s. 68; Tarih-i Yakubi, c. 2, s.62.
2- Tevbe Suresi /25 - 26.
Allah Teala, Resulüne ve savaştan kaçmayıp sabredenlere manevi güç ihsan ettiğini, onlara yardım için melekleri gönderdiğini, onları kafirlere karşı muzaffer kıldığını, böylece Allah ve Resulünün emrine isyan ederek ölümden korkup kaçan mürtedlere muhtaç olmadıklarını açıklıyor.
Daha fazla bilgi için Sahih-i Buhari'nin bu konuda naklettiği şu rivayeti inceleyelim:
Buhari, Huneyn savaşıyla ilgili ayetin tefsirinde şöyle yazar: Ebu Katade der ki: "Huneyn savaşında bir müşrikle savaşan bir Müslümana bakıyordum. Ansızın bir başka müşrikin arkadan sessizce yaklaşarak onu öldürmek istediğini gördüm. Bunun üzerine hemen onun yardımına koştum. Müşrik adam bana vurmak için elini kaldırınca elini ben daha atik davranarak eline vurdum, eli kesildi. Sonra o sıkıca bana sarıldı. Ben çok korktum. Sonunda beni bırakınca onu öldürdüm. Sonra Müslümanların hepsi kaçtı; ben de onlarla kaçtım. Ansızın halkın arasında Ömer bin Hattab'ı gördüm. Ona; "İnsanlara ne oldu? Neden kaçıyorlar?" diye sorduğumda "Bu, Allah'ın emridir!" dedi.1
Gerçekten Ömer bin Hattab'ın işi insanı şaşırtıyor. Ehl-i Sünnet' e göre, en cesur sahabi olmasa da ashabın en cesurlarından biridir. Zira onlara göre, Ömer İslam'a ve Müslümanlara güç vermiş ve İslam'a açıkça davet onun Müslü-manlığından sonra başlamıştır. Ama tarih bize gerçekleri açıklamıştır. Ömer, Uhud savaşında kaçtığı gibi, Hayber'de de kaçmıştır. Resulullah (s.a.a.) kendisini Hayber'in fethi için bir orduyla göndermiş, ama o yenilerek emri altındakilerle birlikte geri dönmüştür. Bu arada kumandası altındaki-
-------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 196.
Ashap Hakkında / 195
ler onu, o da onları korkaklıkla suçlamıştır.1
Ömer Huneyn savaşında da savaştan kaçmıştır. En cesurları olduğuna göre, belki de ilk önce o kaçmış, diğerleri de ona uymuşlardır. Bu nedenle görüyoruz ki, binlerce kaçanın içinde Ömer Ebu Katade'nin dikkatini çekiyor ve şaşırarak ona, halkın niçin kaçtığını sorduğunda, cihattan kaçtığı ve Resulullah'ı (s.a.a.) onca müşrikin içinde tek başına bıraktığı yetmiyormuşçasına, "Bu, Allah'ın emridir" diyerek de Ebu Katade'yi yanıltmak istiyor!
Acaba Allah, Ömer bin Hattab'a cihattan kaçmayı mı, yoksa sabredip direnmeyi ve savaştan kaçmamayı mı emretmişti? Allah ona ve arkadaşlarına; "Ey iman edenler! Kafirlerle karşılaştığınız zaman onlara sırtınızı çevirip kaçmayın."2 diye buyurmamış mıydı?
Ayrıca, Allah T eala ondan ve arkadaşlarından, savaştan kaçmayacaklarına dair söz almıştı. Yüce Kitabımızda bu hususta şöyle buyuruluyor: "Andolsun ki daha önce onlar sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen söz sorumluğu gerektirir."3
Peki Ömer, nasıl savaş ve cihattan kaçıp, "Bu Allah'ın emridir" diyebiliyor? O, Allah'ın bu ayetlerini görmedi mi, yoksa kalpler kilitli mi?
Burada Ömer bin Hattab'ın kişiliği hakkında konuşmak istemiyoruz. Çünkü kitabın ilerideki bölümlerinden birini Ömer bin Hattab'a ayırdık. Ancak, Buhari' nin bu ilginç
-------------------------
1- Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 37; Zehebi, Telhis'ül-Müstedrek.
2- Enfal Suresi / 15.
3- Ahzab Suresi / 15.
rivayetini nakletmeden edemedik. Burada bizim için önemli olan; Buhari'nin de, ashabın sayısının fazlalığına rağmen Huneyn' de savaştan kaçtıklarına tanıklık etmiş olmasıdır. Tarih kitaplarını okuyanlar, bu konuda daha ilginç şeylerle karşılaşırlar.
Buraya kadar gördüğünüz gibi, ashabın çoğu Allah'ın emirlerine itaat etmiyorlarsa, doğal olarak Resulullah'ın (s.a.a.) emirlerine de itaat etmeyeceklerdir. Aynı şekilde, Resulullah (s.a.a.) -anam babam ona feda olsun- hayattayken emirlerine itaat etmeyenler, vefatından sonra hiç etmezler.
RESULULLAH'IN (S.A.A.) EMİRLERİ KARŞISINDA ASHABIN TUTUMU
İlk önce Resulullah (s.a.a.) hayattayken ashabın onun emirlerine karşı çıkıp buyruklarına önem vermemeleri konusunu inceleyeceğiz. Bu konuda yine sadece Sahih-i Buhari'ye dayanıp diğer Sahihleri bir kenara bırakacağız. Ama şunu hatırlatalım ki, diğer Sahihlerde daha açık ve net ibarelerle Buhari'dekinden kat kat fazla rivayetler mevcuttur.
Buhari, Sahih'inin "Şartlar Kitabı, Cihat ve Sulhun Şartları Babı"nda Hudeybiye sulhunun hikayesini ve Ömer'in Resulullah'a (s.a.a.) muhalefet edip nübüvvetinden şüphelenerek ona açıkça; "Sen Allah'ın peygamberi değil misin?" dediğini aktardıktan sonra şöyle der: Hudeybiye antlaşması yazılıp bittikten sonra Resulullah (s.a.a.), ashabın (ihramdan çıkmaları için) kalkıp başlarını tıraş etmelerini ve develerini kesmelerini emretti. Ravi der ki: Ama Allah'a andolsun ki, hiç kimse kalkmadı. Resulullah (s.a.a.) üç kez
----------------------
Ashap Hakkında / 197
emrini tekrarladı, ama yine de hiç kimse kalkmadı. Resulullah da Ümmü Seleme'nin yanına giderek olayı ona anlattı. 1
Aziz okuyucular! Resulullah'ın (s.a.a.) emirleri karşısında ashabın nasıl itaatsizlik ettiğini görüyor musunuz? Resulullah üç kez onlara emretmesine rağmen onlar itaat etmiyorlar. Burada, "Nasıl Hidayete Kavuştum" kitabını yazdıktan sonra Tunuslu alimlerle aramızda geçen tartışmanın bir bölümünü nakledeceğim. Ben Hudeybiye sulhu konusunu açınca Tunuslu alimler itiraz ederek dediler ki: "Ashap Resulullah'ın tıraş olup kurbanlarını kesme emrine itaat etmediyse, onlardan biri de Ali bin Ebi Talip olduğuna göre, demek ki o da Resulullah'ın emrine itaat etmemiştir." Ben onlara şöyle cevap verdim:
1- Ali bin Ebi Talip ashaptan sayılmıyordu. O, Resulullah'ın (s.a.a.) kardeşi, amcası oğlu, damadı ve Resulullah'ın (s.a.a.) evlatlarının babasıydı. Herkes bir yana, Hz. Ali başka bir yana. Bu durumda Sahih-i Buhari'de ravi; "Resulullah (s.a.a.) ashabına tıraş edip kurban kesmelerini emretti" derken, Hz. Ali'yi onlardan saymamaktadır. Çünkü onun Peygamber'in yanındaki konumu, tıpkı Harun'un Musa'nın yanındaki konumu gibidir. Resulullah'a (s.a.a.) salavatın, ancak Al-i Muhammed'e salavatla tamamlandığını ve Hz. Ali'nin Al-i Muhammed' in başında geldiğini görmüyor musunuz? Demek ki Ebu Bekir, Ömer, Osman ve diğer bütün sahabilerin namazları, ancak Muhammed bin Abdullah'ın yanında Ali bin Ebi Talib'e de salat ve selam gönderdikleri
--------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 206 - 207.
takdirde tamamlanır.
2- Resulullah (s.a.a.) her zaman kestiği kurbanlara kardeşi Hz.Ali'yi de ortak ederdi. Örneğin; Veda Haccında Hz. Ali Yemen'den döndüğünde Resulullah (s.a.a.), Hz. Ali'ye; "Ya Ali, telbiyeyi nasıl söyledin?" diye sorunca, Hz. Ali; "Resulullah'ın söylediği gibi." dedi. Sonra da Resulullah (s.a.a.) Hz. Ali'yi kestiği kurbanlığa ortak etti.1
Bu olayı, bütün hadisçiler ve tarihçiler yazmışlardır. Bu durumda, Hudeybiye'de de Resulullah (s.a.a.) Hz. Ali'yi kendi kestiği kurbanlığa ortak etmiştir.
3- Hudeybiye'de Resulullah'ın imlası ile barış antlaşmasını yazan şahıs, Hz. Ali'dir.2 O, ömründe, ne Hudeybiye'de, ne de başka bir yerde Resulullah'a (s.a.a.) asla itiraz etmemiştir. Tarih bir kez dahi onun Resulullah'a (s. a. a.) itiraz ettiğini yazmamıştır. O, kafirlerle savaşta asla cihattan kaçmamış ve kardeşini asla düşmanların arasında tek başına bırakmamıştır. O, her zaman canını kardeşi Resulullah'a (s.a.a.) feda etmiştir. Ve o, Kur'an'ın tanıklığıyla Resulullah'ın (s.a.a.) kendisi gibiydi. Bu yüzden Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: "Ben ve Ali'den başka hiç kimse mescitte cünüp olamaz."3
Oradakilerin çoğu, sözlerimi onayladılar ve Hz. Ali' nin
-----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 172; Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 1, s. 253 - 254; Sahih-i Müslim, c. 2, s. 883, h. 1216; Sünen-i Tirmizi, c. 3, s. 290, h. 956; Sünen-i Nesei, c. 5, s. 157; Sünen-i Beyhaki, c. 4, s.338.
2- Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1409, h. 1783.
3- Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 639, h. 3727; Tarih'ul-Hülefa, s. 172; İbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muhrika, s. 123.
Ashap Hakkında / 199
hayatı boyunca Resulullah'a (s.a.a.) asla itiraz etmediğini ve sürekli ona itaat ettiğini itiraf ettiler.
Buhari, Sahihi'nin "Kur'an ve Sünnete Sarılma Kitabı"nda Abdullah bin Abbas'tan şöyle nakleder:
Resulullah'ın (s.a.a.) hayatının son anlarında sahabeden bir grup Peygamber' in evinde toplanmıştı. Ömer bin Hattap da onların içindeydi. O sırada Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Gelin size bir şey yazayım ki, benden sonra asla sapmayasınız." Bunun üzerine Ömer deki ki: "Ağrı ve elem Resulullah'a (s.a.a.) galip gelmiştir. Kur'an aranızdadır; o bize yeter." Orada bulunanlar ihtilaf edip çekiştiler. Bir grup; "Getirin de sapıklığa düşmemeniz için Resulullah (s.a.a.) bir şey yazsın." diyor, bir grup da Ömer'in sözünü tekrarlıyordu. Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda bağırıp çağırmaları ve anlaşmazlıkları çoğalınca, Resulullah (s.a.a.); "Kalkın! Yanımdan gidin!" diye buyurdu. İbn-i Abbas diyordu ki: "Bütün musibet ve belalar, Resulullah'ın huzurunda bağırıp ihtilaf ederek o önemli konunun yazılmasına engel olunduğundan dolayı meydana geldi."1
İşte bu da Resulullah'ın (s.a.a.), sahabe tarafından itaatsizlik ve saygısızlıkla karşılaştığı başka bir emridir. Tarihçilerin çoğunun yazdığı gibi, Ömer bin Hattap, Resulullah'ın (s.a.a.) o emrini duyduktan sonra, -Allah'a sığınırız- "Resulullah sayıklıyor." dedi. Ne var ki Buhari, bu sözü biraz edepli hale getirmiş ve onu, "Ağrı ve elem Resulullah'a (s.a.a.) galip gelmiştir." şeklinde değiştirmiştir. Çünkü sözü söyleyen Ömer'dir. Ama aynı bu Buhari,
---------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 137, c. 1, s. 39 ve c. 6, s. II - 12; Sa- hih-i Müslim, c. 3, 1257, h. 1637; Müsned-i Ahmed, c. 1 , s. 222.
Ömer'in adını zikretmeyince şöyle diyor: "Bazıları, 'Resulullah sayıklıyor.' dediler." İşte bu da Buhari'nin hadis naklindeki emanettarlığı! (Bu konuda ileride ayrıca konuşacağız, inşaallah.)
Velhasıl, hadis ve tarih erbabının çoğu Ömer'in, "Resulullah sayıklıyor." dediğini ve ashabın çoğunun da onun bu sözünü tekrarladığını yazarlar. Anlatım, ne kadar güçlü olsa da olayı olduğu gibi yansıtamaz. Mesela; Hz.Musa'nın (a.s.) hayatıyla ilgili bir tarih kitabını okuduğumuzda, o kitap ne kadar güçlü bir anlatıma sahip olsa da olayları açık olarak gösteren bir sinema filmi gibi olamaz. Düşünebiliyor musunuz? Resulullah'a (s.a.a.) karşı o küstahlığı yapıyor ve huzurunda bağırıp kavga ediyorlar!...
Buhari, Sahih'inin "Edep Kitabı"nda şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) bir odayı veya bir hasırı namaz kılmak için hazırladı. Namaz kılmak için oraya gittiğinde bazıları Resulullah'a (s.a.a.) uyarak onun gibi namaz kıldılar. Bir akşam halk namaz için geldiğinde Resulullah biraz bekletip gelişini geciktirdi. Halk bağırıp çağırmaya ve kapısını taşlamaya başladılar. Resulullah (s.a.a.) gazaplanarak onlara dedi ki; "O kadar gelip gittiniz ki sünnet namazlarının sizlere farz olacağını zannettim. Öyleyse sünnet namazlarınızı evinizde kılın. Çünkü farz namaz dışında insanın en iyi namazı evinde kıldığı namazdır."1
Ama Ömer bin Hattap, Resulullah'ın (s.a.a.) emrine muhalefet ederek halkı sünnet namaz kılmak için camiye
------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 34; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 539, h. 781; Müsned-i Ahmed, c. 5, s. 187.
Ashap Hakkında /201
davet ederek şöyle dedi: "Bu bir bidattir ve ne güzel bir bidattir."1
Ömer'in görüşlerini kabul eden ve yaptıklarını beğenen ashabın çoğu ona uydu. Sadece, her zaman Resulullah'ın (s.a.a.) emirlerine uyan ve asla ona muhalefet etmeyen Ali ve Ehl-i Beyt bunu kabullenmediler. Eğer her bidat sapıklık ise ve her sapıklık cehenneme götürüyorsa, Resulullah'ın (s.a.a.) emrine muhalif olan bir bidat hakkında ne diyebilirsiniz?
Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı, Zeyd bin Harise Gazvesi Babı"nda İbn-i Ömer'den şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) Üsame'yi bir gruba komutan yaptı. Ama onlar, Üsame'nin komutanlığını kabul etmediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Bugün Üsame'nin komutanlığını kabul etmiyorsanız, daha önce de babası Zeyd' in komutanlığını kabul etmemiştiniz. Vallahi Zeyd komutanlığa layıktı ve halkın içinde en çok sevdiğim kimselerden biriydi. Ondan sonra da oğlu en çok sevdiğim kimselerdendir. "2
Bu olayı tarihçiler daha detaylı bir şekilde anlatmışlardır. Resulullah (s.a.a.), Üsame'nin komutanlığına itiraz edenlere öyle sinirlenmişti ki, onlara lanet dahi etmişti. O sırada Üsame on yedi yaşında bir gençti ve Resulullah onu, içinde Ebu Bekir, Ömer, Talha, Zübeyr, Abdurrahman bin Avf ve Kureyş' in diğer ileri gelenlerinin de bulunduğu bir orduya komutan yapmıştı. Bu orduya Ali bin Ebi Talib'i ve ona
---------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 58, Teravih Namazı Babı.
2- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 179.
bağlı olan sahabileri katmamıştı.
Ama Buhari, her zaman olduğu gibi burada da olayı tam olarak anlatmıyor. Çünkü o selef-i salih dediği sahabenin hürmetini korumak istiyor. Ancak hakikati arayanlara onun anlattığı miktar da yeterli gelir.
Buhari, Sahih'inin "Oruç Kitabı"nda Ebu Hureyre' den şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) iftar etmeden peşipeşine oruç tutmayı yasakladı. Müslümanlardan birisi Resul-i Ekrem' e (s.a.a.); "Ey Resulullah, ama sen kendin iftar etmeden peşipeşine oruç tutuyorsun?" dedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Hanginiz benim gibi olabilirsiniz? Ben uyurken Rabbim bana yedirip içiriyor." Ama onlar bu işten vazgeçmediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) onlara iftar ettirmeden iki gün peşipeşine oruç tutturdu. Sonra hilali gördüler. Resulullah (s.a.a.); "Eğer hilalin gözükmesi gecikseydi, size ceza olarak peşipeşine oruç tutturmaya devam edecektim." buyurdu. 1
Ne mutlu böyle sahabilere! Resulullah (s.a.a.) onları bir işten menettiği halde, onlar onu dinlemeyerek o işi tekrarlıyorlar. Acaba onlar yüce Allah'ın şu sözünü duymadılar mı:
"Peygamber size ne verdiyse onu alın; size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Doğrusu Allah'ın azabı şiddetlidir."2
Yüce Allah, Resulullah'ın (s.a.a.) emrine uymayanları
------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 49.
2- Haşr Suresi / 7.
Ashap Hakkında /203
şiddetli azapla tehdit etmesine rağmen, yine de bazı sahabiler Allah'ın bu tehdit ve uyarılarına önem vermiyorlardı.
Bunlar görünüşte her ne kadar namaz kılsalar, oruç tutsalar ve (daha önce belirttiğimiz gibi) Resulullah'ın helal olduğunu bildirmesine rağmen eşlerini kendilerine haram etseler de, münafık olduklarından hiçbir şüphe yoktur.
Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı"nda Zühri'den, o da Salim' den, o da babasından şöyle nakleder:
Resulullah, İslam'a davet etmesi için Halid bin Velid'i Cezime Oğullarına gönderdi. Onlar "Müslüman olduk" söyleyemeyip, onun yerine "Puta tapmaktan vazgeçtik, puta tapmaktan vazgeçtik" dediler. Bunun üzerine Halid onları birer birer öldürüyor veya esir ediyordu. Halid, esirlerden her birini birimize teslim etmişti. Sonunda bir gün bize elimizdeki esirleri öldürmemizi emretti. Ben, "Vallahi, ben ve arkadaşlarım elimizdeki esirleri öldürmeyeceğiz." dedim. Resulullah'ın (s.a.a.) huzuruna vararak olayı ona anlattığımızda, ellerini havaya kaldırarak iki kez; "Allah'ım! Ben Halid'in yaptıklarından uzağım." dedi.l
Tarihçiler bu olayı biraz daha detaylı olarak anlatmış ve Halid bin Velid ile bazı sahabilerin bu büyük günahı nasıl işlediklerini ve Resulullah'ın haram etmesine rağmen Müslüman olanları nasıl öldürdüklerini yazmışlardır. Bu olay, suçsuz insanların öldürüldüğü en büyük günahlardan biridir. Oysa Resulullah (s.a.a.), Halid'i onlarla savaşmak için değil, onları İslam' a davet etmek için göndermişti. Ama
------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 203 ve c. 9, s. 91 - 92.
cahiliye davası ve şeytani bağnazlık Halid'e galip gelmişti. Çünkü Cezime Oğulları cahiliye devrinde Halid' in amcası Fakih bin Muğayre'yi öldürmüşlerdi. Bu yüzden onları hile ile aldatarak, "Silahlarınızı yere bırakın." dedi. Sonra onların ellerini bağlatarak birçoğunu öldürdü. -Bazı ihlaslı sahabiler Halid'in niyetini anlayınca Resulullah'ın (s.a.a.) yanına gelerek olayı haber verdiler. Resulullah (s.a.a.) da Halid'in yaptıklarından beri olduğunu ilan edip, Ali bin Ebi Talib'i Cezime Oğullarına göndererek mallarını geri vermesini ve ölenlerin diyetini ödemesini emretti.1
Bu olay hakkında daha fazla bilgi için Abbas Mahmud Akkad'ın (meşhur Mısırlı yazar) "Abkariyyetu Halid" (Halid'in Kahramanlığı) adlı kitabına başvurulabilir. O kitabının 57 ve 58. sayfalarında bu konuda şöyle yazar:
"Mekke'nin fethinden sonra Resulullah (s.a.a.) Mekke'nin etrafındaki kabilelerin de putlara tapmaktan vazgeçmeleri amacıyla seriyeler (kendisinin katılmadığı ordu) göndererek onları İslam'a davet etti. Bunlardan biri de, Halid bin Velid komutasında Muhacirler, Ensar ve Selim Oğullarından oluşan üç yüz elli kişilik bir seriye idi. Resulullah onları Cezime Oğullarına davetçi ve tebliğci olarak göndermiş ve onlara asla savaşma emri vermemişti. Cezime Oğulları, cahiliye devrinin en vahşi kabilelerinden biriydi. Onların öldürdükleri adamlardan bazıları şunlardır: Fakih bin Muğayre ve kardeşi (Halid'in iki amcası), Abdurrahman bin Avf'ın babası ve Selim Oğullarından Malik bin Şerid ile üç kardeşi. Bunların dışında çeşitli kabilelerden diğer bazılarını da öldürmüşlerdi.
--------
------------------
1- Tarih-i Taberi, c. 3, s. 67.
Ashap Hakkında /205
Halid onlara geldiğinde Selim Oğullarının da kendisiyle birlikte olduğunu anlayınca silahlarını alarak savaşa hazırlandılar. Halid onlara, "Sizler Müslüman mısınız?" diye sorunca bazılarının; "Evet", bazılarının da; "Biz putlara tapmaktan vazgeçtik, biz putlara tapmaktan vazgeçtik." dedikleri söylenir. Halid, "Peki niçin silahlandınız?" dediği zaman; "Bizim Arap kabilerinin biriyle aramızda düşmanlık var, sizin de onlardan olmanızdan korkup silahlandık!" cevabını verdiler. Halid dedi ki: "Silahlarınızı yere koyun; çünkü halk Müslüman olmuştur." Onlardan "Cahdem" adlı biri feryad edip dedi ki: "Eyvahlar olsun size ey Cezime Oğulları! O Halid'dir. Vallahi eğer silahlarınızı yere koyarsanız esirlikten ve daha sonra da ölümden başka bir şey göremeyeceksiniz. Vallahi ben silahımı asla yere koymayacağım." Onlar, onu ikna etmek için çok çalıştılar ve sonunda o da diğerleri gibi silahını yere bıraktı.
Halid hemen onların ellerini bağlamalarını ve sonra öldürmelerini emretti. Selim Oğulları ile bedeviler Halid'in emrine itaat ettiler, ama Ensar ve Muhacirler Halid' e karşı çıktılar. Çünkü Resulullah (s.a.a.) onların öldürülmesini emretmemişti. Sonunda haber Resulullah'a (s.a.a.) ulaştı. Peygamber ellerini havaya kaldırıp üç kez; "Allah'ım! Ben Halid bin Velid'in yaptıklarından beriyim." dedi. Sonra onların mallarını geri vermek ve ölenlerinin diyetini ödemek üzere Ali bin Ebi Talib'i gönderdi.
Seriyede bulunan veya bulunmayan ashabın ileri gelenleri, Halid bin Velid'i şiddetle kınadılar. Hatta Abdurrahman bin Avf, Halid'i amcalarının intikamını ala-
bilmek için kasten Müslümanları öldürmekle suçladı."1
Evet, Abbas Akkad olayı bu şekilde anlatıyor. Ama o da diğer Ehl-i Sünnet düşünürleri gibi Halid bin Velid' i savunmak için akıl sahiplerince kabul edilemeyecek, hiçbir delile dayanmayan mazeretler gösteriyor. Abbas Akkad'ın , Halid'i savunmak için, "Halid'in Kahramanlığı"nı yazıyor olmaktan başka hiçbir mazereti yoktur. Dolayısıyla Halid'i savunmak için gösterdiği mazeretler tümüyle geçersiz olup, tıpkı örümcek yuvası gibi çürüktür.
Sayın Akkad'm kendisi, Resulullah'ın (s.a.a.) onları savaşmak için değil, İslam' ı tebliğ etmek için gönderdiğini ve Cezime Oğullarının Halid' in hilesine aldanarak silahlarını yere bıraktıklarını, hatta Halid' in hilesine aldanmamalarını vurgulayan Cahdem'i dahi iknaya çalıştıklarını söylemektedir. Bütün bunlar, onların Müslüman ve iyi niyetli olduklarını göstermektedir.
Sayın Akkad! Kendin de söylediğin gibi, Resulullah onları savaşa değil de davete göndermiş idiyse, o zaman Halid ne diye Resulullah'ın (s.a.a.) emrine muhalefet etti? Sayın Akkad! Ben sizin bu düğümü çözebileceğinizi sanmıyorum.
Siz kendiniz diyorsunuz ki, hepsinin elini bağlatarak onları kılıca sundu. Bu da çözemeyeceğiniz bir başka düğümdür. Acaba İslam, Müslümanlara "sizinle savaşmayan insanları öldürün" diye mi emrediyor? Onların Müslümanlıklarını ilan etmediklerini farz etsek dahi, İslam dini asla böyle bir şeyi emretmemektedir. İslam düşmanları işte bu gibi olayları bahane ederek İslam'ı karalamaktadırlar.
--------------------------
1- Akbariyyetu Halid, s. 57 - 58.
Ashap Hakkında /207
Kendiniz, Resulullah'ın (s.a.a.) Halid'e o kavimle savaşma emri vermediğini, bundan dolayı da Ensar ve Muhacirlerin ona itiraz ettiklerini itiraf ediyorsunuz. Peki şimdi Halid için nasıl bir mazeret göstereceksiniz?
Kaldı ki, Akkad'ın kendisi kendisiyle çelişiyor. Bir yandan Halid'i temize çıkarmak için mazeretler gösterirken, diğer yandan, "Seriyede bulunan veya bulunmayan ashabın ileri gelenleri, Halid bin Velid' i şiddetle kınadılar. Hatta Abdurrahman bin Avf, Halid' i amcalarının intikamını alabilmek için kasten Müslümanları öldürmekle suçladı." diyor.
Resulullah'ın (s.a.a.) ellerini göğe kaldırarak üç kez Halid'in yaptıklarından beri olduğunu söylemesi,1 ardından mallarını geri vermek ve ölenlerinin diyetini ödemek için Hz. Ali'yi göndermesi, onların İslam'ı kabul ettiklerini ve Halid'in onlara zulmetmiş olduğunu göstermektedir. Düşünebiliyor musunuz?! Resulullah (s.a.a.) üç kez Halid'in yaptıklarından beri olduğunu söyleyecek, sahabenin ileri gelenleri onu kınayacaklar, olaya tanık olan sahabiler gördükleri vahşete dayanamayarak seriyeden 'kaçacaklar, kendisi seriyede bulunan ve Halid' i Akkad'dan daha iyi tanıyan Abdurrahman bin Avf, Halid'in, amcalarının intikamını almak için onları kasten öldürdüğünü söyleyecek, ama bütün bunlara rağmen Akkad kalkıp Halid'in yanlış işlerini doğru göstermeye çalışacak!
Allah, hakikatleri tersine göstermeye çalışan kör bağnazlığı ve cahiliye taassubunu kahretsin. Buhari, her ne kadar olayı dört satırda özetlemişse de aktardıkları, Halid' i
-------------------------------
1- İbn-i Hişam, es-Siret'ün-Nebeviyye, c. 4, s. 73.
ve suçsuz Müslümanları katletmekte ona itaat eden sahabileri mahkum etmek için yeterlidir. Akkad, onları öldürmekte sadece Selim Oğulları ve Bedevilerin Halid'e itaat ettiklerini yazıyorsa da Buhari, sahabeden sadece iki veya üç kişinin Halid'e uymayıp olayı Resulullah'a (s.a.a.) haber vermek için kaçtıklarını söylüyor. O halde sayın Akkad! Kendin söylediğin gibi sayıları üç yüz elliyi bulan Muhacir ve Ensar'ın Ha1id'e uymayıp hepsinin kaçtığını söyleyerek bizi kandıramazsın! Bunu hiçbir araştırmacı kabullenemez. Anlaşılan, sen hakkı gizlemek pahasına da olsa onları savunmak istiyorsun. Ama artık perdelerin kalkıp hakikatin açığa çıkmasının zamanı gelmiştir.
Tarih, Halid bin Velid'in işlediği birçok cinayeti kaydetmiştir. Özellikle Ebu Bekir'in, Halid bin Velid'i, içinde birçok sahabinin de bulunduğu büyük bir orduya komutan olarak tayin ettiği "Betah" olayında Halid, Malik bin Nuveyre ve kavmini hile ile aldatmış, silahlarını yere koyunca da ellerini bağlatıp hepsinin boynunu vurmuştu. Aynı gece Malik'in karısı Leyla Ümmü Temim'e de tecavüz etmişti. Ömer bin Hattap kısası uygulamak isteyerek Halid'e; "Ey Allah'ın düşmanı, seni recmederek öldüreceğim. Sen bir Müslümanı öldürdün, sonra da karısına zorla tecavüz ettin." dediyse de Ebu Bekir, Halid'i savunarak Ömer'e dedi ki: "Halid'e dil uzatma. Çünkü o içtihat ederek hataya düşmüştür."1
Evet, zalim güçlü ve hükümete yakın biri olduğu zaman mazlumun hakkını arayan, mazlumu savunan olmaz; bilakis zalimin zulmü onaylanır, savunması bile yapılır. Bakınız
---------------------------
1- Tarih-i Taberi, c. 3, s. 276; el-Eğani, c. 15, s. 298 - 302.
Ashap Hakkında /209
Buhari, Cezime Oğulları olayını nasıl kesik kesik anlatıyor:
"Peygamber, Halid'i Cezime Oğullarına gönderdi. O, onları İslam'a davet etti, ama onlar "Müslüman olduk" söyleyemeyip, "Puta tapmaktan vazgeçtik, puta tapmaktan vazgeçtik." dediler."1
Sayın Buhari! Yoksa Cezime Oğulları Fars, Türk veya Alman mıydılar da "Müslüman olduk" anlamına gelen Arapça bir kelimeyi söyleyemiyorlardı?! Onlar da Arap kabilelerinden değiller miydi?! Kur'an onların diliyle inmemiş miydi?! Gerçek şu ki, kör bağnazlık ve ashaba toz kondurmama siyaseti, Buhari'ye bu sözleri söyletmiştir.
Aynı şekilde Akkad da şöyle diyor:
"Halid onlara, "Sizler Müslüman mısınız?" diye sorunca bazılarının; "Evet", bazılarının da; "Biz putlara tapmaktan vazgeçtik, biz putlara tapmaktan vazgeçtik." dedikleri söylenir... "
Şu "söylenir" kelimesine dikkat ediyor musunuz? Bakın, Halid'i temize çıkarmak için nasıl kelimelerle oynuyorlar! Niçin mi? Çünkü Halid, zamanın gasıp hükümetinin keskin kılıcıdır; o ve arkadaşları, Resulullah'ın (s.a.a.) vefat ettiği gün Sakife kahramanlarının temelini attığı düzenin savunucusu ve koruyucusudurlar.
-------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 203.

7
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun (Fes'elu Ehle'z Zikr

RESULULLAH'IN (S.A.A.) VEFATINDAN SONRA ASHABIN ONUN EMİRLERİ KARŞISINDAKİ TUTUMU
Buhari, Sahih'inin "Namazı Zayi Etme Babı"nda şöyle yazar:
Gaylan, Enes bin Malik'ten şöyle dediğini nakleder: Resulullah'ın (s.a.a.) zamanında olan hiçbir şey göremiyo- mm." "Namazı görmüyor musun?" denildiğinde, "Onu da değiştirip zayi etmediniz mi?" dedi.
Yine Zühri'den şöyle nakleder: Şam'da Enes bin Malik'in yanına gittiğimde onun ağladığını gördüm. "Niçin ağlıyorsun?" diye sorunca, dedi ki: "Namaz dışında Resulullah'ın zamanında olan hiçbir şey kalmadı. Namaz da zayi edildi."1
Buhari, Sahih'inin "Sabah Namazının Cemaatle Kılınmasının Fazileti Babı"nda A'meş'ten, o da Salim'den şöyle nakleder:
Ümmü Derda der ki: Bir gün Ebu Derda çok sinirli bir halde eve geldi. Sebebini sorunca, "Vallahi, Muhammed'in (s.a.a.) ümmetinde sünnet olarak sadece namazların cemaatle kılınması kalmıştır." dedi.2
Buhari, Sahih'inin "Minbersiz, Musallaya Çıkmak Babı"nda Ebu Said-İ Hudri'den şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) Kurban ve Ramazan bayramı günleri musallaya çıkar, önce namaz kılar, ondan sonra halka
------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. I, s. 141.
2- Sahih-i Buhari, c. I, s. 166.
Ashap Hakkında /211
nasihat ederdi. Resulullah'tan sonra da bu böyle devam ediyordu. Ama bir kurban veya Ramazan bayramı günü Medine valisi Mervan ile musallaya çıktığımda namazdan önce minbere çıkmak istediğini gördüm. Elbisesinden tutup çektim. Fakat o aldırmayarak minbere çıktı ve namazdan önce konuşma yaptı. Ben; "Vallahi değiştirdiniz." deyince; "Ey Ebu Said! Senin bildiklerin artık yok olup gitmiştir!" dedi. Ben; "Vallahi, bildiklerim bilmediklerimden daha hayırlıdır." dedim. Bunun üzerine Mervan dedi ki: "Halk namazdan sonra oturup bizi dinlemiyorlar. Onun için konuşmayı namazdan önceye aldım."1
Evet! Görüldüğü gibi ashap daha Enes bin Malik, Ebu Derda ve Mervan bin Hakem'in zamanında, yani Resulullah'ın zamanına çok yakın olan bir zamanda, Resulullah'ın sünnetlerini değiştiriyor; her şeyi, hatta namazı dahi zayi ediyorlar, alçakça çıkarları uğruna Mustafa'nın (s.a.a.) sünnetlerini bozuyorlardı. Bilindiği gibi, Ümeyye Oğulları minberlerde her hutbeden sonra Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'e lanet okurlardı. Halkın çoğu, Kurban ve Ramazan bayramı namazından sonra hemen dağılıyor, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'e lanet okunmasını duymak istemiyorlardı. Bu sebeple Ümeyye Oğulları Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini değiştirerek hutbeleri bayram namazından önceye aldılar. Böylece çoğunun karşı çıkmasına rağmen Müslümanların huzurunda Hz. Ali'ye lanet okuyorlardı. Bu işi Muaviye başlatmış ve zamanla bir sünnet haline gelmişti. Birçok insan, Hz. Ali'ye lanet okumanın, insanı Allah'a yakınlaştıracak en büyük sünnetlerden olduğunu zannedi-
----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 22.
yordu! Tarihçilerden biri şöyle yazar: "İmamlardan biri Cuma namazı hutbelerinde Hz. Ali'ye lanet okumayı unutmuştu. Minberden inip namaz kılmak isteyince halk her taraftan, "Sünneti unuttun! Sünneti unuttun!" diye bağır" maya başladı!"
Evet, Muaviye'nin bu bidati seksen yıl Müslümanların minberlerinde devam etti! Bugün bile bunun izlerini görmek mümkündür. Ama bütün bunlara rağmen Ehl-i Sünnet ve Cemaat, Muaviye ve ashabını sever, sayar ve "ashaba karşı saygılı olma" adı altında onun eleştirilmesine, yaptıklarının anlatılmasına izin vermemektedirler.
Ama Allah'a şükürler olsun ki, artık samimi araştırmacılar hakkı batıldan ayırmaya başlamış ve birçokları Muaviye ve adamlarının oluşturduğu "sahabe düğümünü" çözmeyi başarabilmişlerdir. Fakat Ehl-i Sünnet ve Cemaat, bu çirkin çelişkinin farkına varmış olmakla birlikte, hala ashabın hepsini savunmakta ve onlardan herhangi birine dil uzatanlara lanet etmekteler. Onlara; "Bu lanetiniz, herkesten önce Muaviye'ye gider. Çünkü o, bütün sahabenin en üstünü olan Ali'ye sövmüş ve lanet etmiştir. Bu vesileyle de Resulullah'a sövmek istemiştir. Çünkü Resulullah; "Ali'ye küfreden, bana küfretmiş olur; bana küfreden de Allah'a küfretmiş olur."1 diye buyurmuştur." söylediğimiz zaman da kekelemeye başlayıp cevap veremiyorlar. Verdikleri cevaplar, akıllarını çalıştırmadıkları ve kör taassuptan kurtulmadıklarını göstermektedir. Mesela, bazıları; "Bunlar,
----------------------
1- Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 121 (Hadisin Buhari ve Müslimce sahih olduğunu yazar. ); Müsned-i Ahmed, c. 6, s. 323; Hasais-i Nesei, s. 93, h. 88.
Ashap Hakkında / 213
Şiilerin uydurduğu yalanlardır!" diyorlar. Bazıları da; "Onlar, Resulullah'ın sahabesidir. Birbirleri hakkında ne isterlerse söyleyebilirler. Biz onları eleştirecek düzeyde değiliz!" diyorlar.
Allah'ım! Seni tenzih eder ve sana şükrederiz. Kur'an'daki şu ayetin bana kabullenmesi ağır olan gerçekleri öğretti: "İnsanlardan ve cinlerden çoğunu cehennem için hazırladık. Onların kalpleri vardır ama düşünmezler. Gözleri vardır ama görmezler. Kulakları vardır ama işitmezler. Onlar tıpkı hayvanlar gibidirler, hatta daha da sapık. İşte gafiller onlardır."
Bu ayeti ne zaman okusam şaşkınlığımı gizleyemeyerek, şöyle düşünürdüm: Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? Dilsiz bir hayvan insandan daha fazla hidayet üzere olabilir mi? İnsan kendi eliyle bir taşı yontarak ona tapıp ondan rızık ve yardım isteyebilir mi? Ama Allah'a hamdolsun ki, Hindistan' a yolculuğum sırasında oradaki hayret verici gerçekleri görünce şaşkınlığım ortadan kalktı. Anatomi ilmiyle uğraşan ve insanın vücudundaki hücrelerin inceliklerini bilen doktorların ineğe taptığını gördüm. Eğer bu günahı Hindistan'ın cahil ve bilgisiz halkı işleseydi, belki mazeretleri kabul olurdu. Ama onların aydınlarının bile inek, taş, deniz, güneş ve aya taptıklarını gördüm. Dolayısıyla, Kur'an-ı Kerim'in ayetine teslim olarak insanların hayvandan daha sapık olabileceğini kabullenmek ,zorunda kalıyoruz.
----------------------------
1- A'raf Suresi /179.
BAZI SAHABİLER HAKKINDA EBUZER'İN TANIKLIĞI
Buhari, Sahih'inin "Zekatı Verilen Şeyin Servet Olmadığı Babı"nda Ahnef bin Kays'dan şöyle nakleder:
Kureyş'ten bir grupla oturmuştuk; o sırada saçları, elbisesi ve görünümü sert bir adam içeri girdi ve selam verdikten sonra şöyle dedi: "Servet toplayanlara müjdeler olsun! Kızgın cehennem taşlarını onların göğüslerine koyacaklar da taşlar onların sırtından çıkacak veya sırtlarına koyacaklar da göğüslerinden çıkacak ve bütün bedenleri titreyecek." Sonra bir köşeye oturdu. Kim olduğunu bilmediğim halde gidip onun yanına oturdum. Ona; "Bunların senin sözlerinden hoşlanmadıklarını görüyorum." dedim. Adam dedi ki: "Onlar bir şey anlamıyorlar. Dostum bana demişti ki..." "Dostun kimdir?" diye sorunca, şu cevabı verdi: "Dostum Resulullah'tır (s.a.a.). O, bana demişti ki: "Ey Ebuzer! Şu Uhud dağını görüyor musun?" Ben, güneşe bakarak gündüzün bitmek üzere olduğunu görünce Resulullah'ın (s.a.a.) beni bir iş için göndereceğini bekleyerek "Evet." dedirn. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Benim Uhud dağı kadar altınım olsaydı, hepsini Allah yolunda dağıtır, kendime sadece üç dinar saklardım. Dünya malını toplayanların aklı yoktur. Vallahi, ben Allah'ın huzuruna kavuşana kadar onlardan ne dünya istiyorum, ne de dini konularda görüş beiltmelerini."1
Buhari, Sahih'inin "Havuz Babı"nda, "Biz sana Kevser'i verdik." ayetiyle ilgili olarak, Ebu Hureyre'den şöyle nakleder: Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: "(Kıyamet
-------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 133 - 134.
Ashap Hakkında / 215
günü) Ben ayakta olduğum halde bir grubu görüp tanıyacağım. Sonra benimle onların arasından birisi çıkarak onlara; "Haydi gelin." diyecek. Ben "Onları nereye götürüyorsun?" diye sorunca; "Vallahi cehenneme!" diyecek. Ben; "Onların suçu nedir?" diye soracağım; diyecek ki: "Bunlar senden sonra cahiliyeye dönüp mürted oldular." Sonra bir grup daha görüp onları da tanıyacağım. Yine onlarla benim aramda birisi çıkarak onlara; "Haydi gelin." diyecek. Ben; "Bunları nereye götürüyorsun?" diye sorunca; "Vallahi, ateşe!" diye cevap verecek. "Bunların suçu nedir?" diye sorunca; "Bunlar da senden sonra cahiliyeye dönüp mürted oldular." Onlardan kurtulanlar, sadece deve sürüsünden ayrılan birkaç deve sayınca olacak."
Ebu Said-i Hudri'nin rivayetinde de şöyle geçer "Bunların senden sonra neler yaptıklarını biliyor musun?!' denilecek. Ben de; "Benden sonra dinde değişiklik yapanları benden uzaklaştırın." diyeceğim."1
Buhari, Sahih'inin "Hudeybiye Gazvesi Babı"nda "Andolsun ki, o ağacın altında sana biat ederlerken Allah müminlerden razı olmuştur."2 ayetiyle ilgili olarak. Ala bin Museyyib'den o da babasından şöyle nakleder:
"Bera bin Azib'i gördüğümde ona; "Ne mutlu sana! Resulullah (s.a.a.) ile birlikte oldun ve ona ağacın altın, biat ettin." dedim. Bunu üzerine Bera; "Ey kardeşim oğlu! Bizlerin ondan sonra ne bidatler çıkardığımızı biliyor
----------------------
1 - Sahih-i Buhari, c. 8, s. 150 - 151
2- Fetih Süresi / 18.
musun?" diye cevap verdi."1
Bu, en azından kendisine ve halka karşı açık sözlü olan bir sahabinin önemli tanıklığıdır. Onun bu sözleri yüce Allah'ın şu ayetini hatırlatıyor:
"Eğer Peygamber ölür veya öldürülürse, gerisin geriye (cahiliyeye) mi döneceksiniz?"2
Bera bin Azib, sahabenin ileri gelenlerinden olup ağacın altında Resulullah'a (s.a.a.) ilk biat edenlerdendi. O, kendisinin ve diğer sahabilerin Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra bidatler çıkardıklarına tanıklık ederek, Resulullah (s.a.a.) ile birlikte olma ve ağacın altında ona biat etmenin, kendilerinin Peygamber'den sonra sapıp mürted olmalarına engel olmadığını açıklamaktadır.
Buhari, Sahih'inde, Resulullah'ın (s.a.a.), "Sizden öncekiler ne yaptıysa, siz de aynısını yapacaksınız." sözüyle ilgili olarak, Ebu Said-i Hudri' den şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Sizler, karış karış ve adım adım sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz; hatta onlar bir keler yuvasına girmiş olsalar dahi, siz de gireceksiniz." Biz; "Ey Resulullah! Öncekilerden, Yahudi ve Hıristiyanları mı kastediyorsun?!" diye sorduk; buyurdu ki: "Başka kimi kastedeceğim?!"3
SAHABE HAKKINDA TARİHİN TANIKLIĞI
Kur'an ve sünnetin dışında iddiamızı onaylayan başka
-----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 159-160.
2- Al-i İmran Suresi /144.
3- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 126.
Ashap Hakkında / 217
bir tanık daha var. Bu tanığın ifadeleri belki daha açık ve nettir. Çünkü halkın kendisi onları görmüş ve yaşamış, sonra da yazılarak tarihe geçmiştir.
Taberi, İbn-i Esir, İbn-i Sa' d, Ebu-l Fida, İbn-i Kuteybe ve diğerleri gibi Ehl-i Sünnet tarihçilerinin kitaplarını okursak, çok ilginç ve dehşet verici şeylerle karşılaşır ve Ehl-i Sünnet'in sahabenin adaleti ve onlara itiraz etmemenin gerekliliği konusundaki görüşlerinin hiçbir delile dayanmadığını anlarız.
Bu görüşü, heva ve heves üzerine konuşmayan ve yaptığı her şey hak olan Resulullah (s.a.a.) ile Kur'an'ın, münafık ve fasık olduklarına tanıklık ettiği sahabiler arasında fark gözetmeyen bağnazlar dışında hiçbir akl-ı selim sahibi kabul etmez. Bu görüş taraftarları, ashabı savundukları kadar Resulullah'ı (s.a.a.) savunmazlar. Buna bir örnek verelim:
Mesela Ehl-i Sünnet'ten birine; "Abese Suresi Resulullah hakkında nazil olmamıştır; yüzünü buruşturup sırtını çeviren Resulullah değildir. Bu ayetler, kör birini gördüğünde yüzünü buruşturup sırt çeviren ve gururlanan ashabın ileri gelenlerinden birisi hakkındadır ve Allah Teala onu kınamaktadır." dediğinizde, bu tefsiri kabul etmeyerek şöyle der: "Muhammed de bir insandır. Defalarca hata yapmış, Rabbi de birçok konuda onu kınamıştır. O, sadece Kur'an'ı iletmekte masumdu, başka bir konuda değil"1 Resulullah (s.a.a.) hakkındaki görüşü bu!
----------------------
1- Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 432, h. 3331; Tefsir-İ Kebir, c. 31, s.54.
Ama örneğin ona; "Ömer bin Hattap teravih namazı bidatini koyarken hata yapmıştır. Çünkü Resulullah (s.a.a.) bunu menetmiş ve "Sünnet namazları evinizde ve yalnız başınıza kılın." buyurmuştur." dediğinizde, hemen Ömer' i savunarak şöyle der: "Bidat olsa da güzel bir bidattir." Resulullah'ın (s.a.a.) bunu menettiğine dair nass mevcut olduğu halde kendilerini mutlaka Ömer' i savunmak zorunda hissederler.
Ona; "Ömer, Allah'ın Kur'an'daki hükmü olan "müellefet'ül-kulup" payını (zekattan gönülleri İslam' a ısındırılacak olanlara verilen pay) yürürlükten kaldırdı." dediğinizde, der ki: "Efendimiz Ömer, artık İslam'ın güçlendiğini bildiği için onlara; "Bizim artık size ihtiyacımız yoktur." dedi. O, Kur'an'ın hükümlerini herkesten daha iyi biliyordu. "
Allah aşkına, bu tutuma şaşırmıyor musunuz?!
Dahası da var! Bir gün onlardan birisine; "Güzel bidat ve müellefet'ül-kulup konularını bir tarafa bırakalım. Ömer'in, biat etmezlerse Hz.Fatıma'tüz-Zehra'nın evini içindekilerle birlikte yakacağı tehdidini nasıl savunacaksın?" dediğimde, bana şu cevabı verdi: "Ömer haklıydı. Zira eğer böyle yapmasaydı, birçok sahabi Hz. Ali'ye uyup Ebu Bekir'e biat etmezdi ve böylece fitne çıkardı."
Ben böyle adamlarla tartışmanın hiçbir faydası olmadığına inanıyorum. Maalesef Ehl-i Sünnet'in çoğu böyle bir inanca sahiptir. Çünkü onlar hakkı, Ömer bin Hattap ve yaptıklarıyla tanırlar. Oysa hak kişilerle tanınmaz, bilakis kişiler hakla tanınır. Hz. Ali (a.s.) buyuruyor ki: "Hak ehlini tanıyabilmek için önce hakkı tanı."
------------------------------
Ashap Hakkında / 219
Ehl-i Sünnet, sadece Ömer bin Hattap hakkında değil, diğer bütün ashap hakkında bu inanca sahiptir. Onlara göre; ashabın hepsi adildir ve hiçbir kimsenin onları eleştirmeye, yaptıklarına itiraz etmeye hakkı yoktur. Bu inanç, doğal olarak Ehl-i Sünnet araştırmacılarının önüne çelikten bir set çekerek hakka ulaşmalarına engel olmuştur. Bu nedenle, ancak azim ve irade sahibi cesur araştırmacılar, gerçekleri bulup kurtuluşa erebilirler.
Tarihe geri dönecek olursak, bazı sahabilerin ayıplarının açıldığını, yüzlerindeki maskenin düştüğünü ve kendileri ve dostlarının yıllarca halktan gizlemeye çalıştıkları gerçek yüzlerinin ortaya çıktığını görürüz.
İlk dikkati çeken şey, onların Resulullah'ın (s.a.a.) vefatının hemen ertesi günündeki tutumlarıdır. Onlar, Resulullah'ın (s.a.a.) cenazesini yerde bırakıp gusül, kefenleme ve defnetme işleriyle uğraşmayarak alelacele "Beni Saide Sakifesi"ndeki konferanslarına koşup hilafet konusunda tartışmaya başladılar. Halbuki onlar gerçek halifeyi tanıyorlardı ve ona Resulullah'ın (s.a.a.) sağlığında biat bile etmişlerdi. Onlar, Hz Ali ve Haşim Oğullarının, Resulullah'ın (s.a.a.) mübarek naaşını yerde bırakıp Sakife'ye koşamayacaklarını bildikleri için firsatı ganimet bilerek işi bitirmek ve Hz. Ali ve Haşim Oğullarını olup bitmiş bir işle karşı karşıya bırakmak istiyorlardı. Böylece itiraz edemeyip susmak zorunda kalacaklardı. Çünkü "Sakife Ashabı" karara karşı çıkan herkesi, Müslümanlara muhalefet ve fitne çıkarma suçuyla katledip ortadan kaldırma kararı almışlardı.
Tarihçiler, o dönemde çok şaşırtıcı ve ilginç şeylerin vuku bulduğunu yazarlar. Mesela; daha sonra "Resulullah'ın
Halifesi" ve "Müminlerin Emiri" ünvanını alanlar, halktan zorla biat almışlar. Hz. Fatıma'nın evine saldırmış, Hz. Fatıma'yı kapının arkasına sıkıştırarak karnındaki yavrusunu düşürmesine sebep olmuşlar. Ali'nin ellerini bağlayarak evinden dışarı çıkarmış, biat etmezse öldürüleceğini söylemişler. Hz. Fatıma'nın bağış ve miras yoluyla elde etmiş olduğu haklarını ve "Zi'l-Kurba" ünvanıyla humustan aldığı payı gasp etmişler. Hz. Fatıma da her namazdan sonra onlara beddua etmiş ve nihayet onlara gazaplı olarak dünyadan göçmüş, cenazesi gece yarısı gizlice defnolunmuş, onların hiçbiri cenaze namazına katılamamıştır.
Gadir-i Hum'da kendisine biat ettikleri Hz. Ali'nin niçin hilafetten uzaklaştırıldığını öğrenmek istedikleri için Ebu Bekir'e zekat vermekten kaçınanları katletmişler.l
Allah'ın belirlediği sınırları aşarak suçsuz Müslümanları öldürmüş, sonra da karılarına tecavüz etmişler. 2
Kur'an'da ve sünnette açıklanan Allah'ın ve Peygamber'in hükümlerini değiştirmiş, yerine kişisel çıkarlarına yarayan kendi içtihatlarını koymuşlar. 3
Bunların bazıları, Müslümanların hakimleri ve valileri
-----------------------------
1- Malik bin Nüveyre olayı, hemen hemen bütün Sünni tarih kaynaklarında yazılıdır.
2- Halid bin Velid, Leyla bint-i Minhal'in kocasını öldürerek ona tecavüz etmişti.
3- Örneğin; Hz. Fatıma'nın mirasına el koymuş, humustan Peygamber'in yakınlarının (Zi'l-Kurba) hakkına sahip çıkmış, zekattan müelleft'ül-kulup payım vermemiş, mut'a nikahını kaldırmış ve Hacc-ı Temettu'da umre ihramından çıktıktan sonra eşiyle ilişkide bulunmayı yasaklamışlardır.
Ashap Hakkında / 221
oldukları halde şarap içmiş ve sürekli zina yapmışlar.1
Ebuzer'i Resulullah'ın (s.a.a.) şehri Medine'den sürgün etmişler ve hiçbir suçu olmayan bu aziz sahabi ıssız ve sıcak bir çölde yapayalnız can vermiş.
Ammar-ı Yasir'i döverek fıtık etmişler.
Abdullah bin Mesud'u döverek kaburga kemiklerini kırmışlar.
Sadık ve samimi sahabileri hükümet makamlarından azletmiş, İslam düşmanları olan Ümeyye Oğullarının fasık ve münafıklarını iş başına getirmişler.
Allah'ın, kendilerinden her türlü pisliği uzaklaştırıp ter- temiz kıldığı Ehl-i Beyt'e lanet okutmuş, Ehl-i Beyt'i seven pak sahabileri şehit etmişler. 2
Zor, hile ve tehditle hilafete ulaşmış, muhalifleri çeşitli biçimlerde ortadan kaldırmışlar.3
Peygamber'in şehri Medine'de, istedikleri her şeyi yapmaları için Yezid'in ordusuna izin vermişler. Oysa Resulullah (s.a.a.); "Medine benim haremimdir. Al-
-----------------------
1- Muğayre bin Şube'nin Ümmü Cemil ile zina etmesi tarih kitaplarında meşhurdur. Örnek olarak bkz. Tarih-i Taberi, c. 4, s. 69.
2- Örneğin; Muaviye bin Ebu Süfyan değerli sahabilerden Hicr bin Adiy'i Hz. Ali'ye lanet etmeyip sövmediğinden dolayı şehit etmiştir. Bkz. İbn-i Sa'd, et-Tabakat'ul-Kubra, c. 6, s. 217 ve Tarih-i Taberi, c. 5, s. 275.
3- Tarihçiler yazarlar ki: Muaviye, muhaliflerini sarayına davet eder ve onlara zehirli bal yedirirdi. Onlar Muaviye'nin yanından ayrılıp evlerine döndüklerinde ölürlerdi. -Sonra Muaviye; "Allah'ın baldan ordusu vardır." derdi.
lah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti orada cinayet işleyenin üzerine olsun." buyurmuştur.1
Allah'ın evi Kabe'yi mancınıkla taşlamış, Harem-i Şerif"i yakmış ve Harem'in içinde bazı sahabileri öldürmüşler.
Alçakça arzuları uğruna Cemel, Sıffin ve Nehrivan harplerinde Resulullah'ın (s.a.a.) Ehl-i Beyt'inin büyüğü, Müminlerin Emiri ve Resulullah'a göre, Musa'ya göre Harun yerinde olan Hz Ali'ye karşı savaşmışlar.
Cennet gençlerinin iki efendisi olan İmam Hasan ve İmam Hüseyin'i şehit etmişler. İmam Hasan'ı zehirle, İmam Hüseyin'i de kılıçla. İmam Hüseyin'le birlikte Peygamber'in soyunu katletmişler ve bir tek İmam Hüseyin'in oğlu İmam Zeynelabidin kurtulmuştur.
Bunların dışında insanlığın yüzünü kızartan ve yazmaktan utandığım birçok cinayetler işlemişlerdir. Ehl-i Sünnet ve Cemaat alimleri de, bunların çoğunu biliyorlar. Bundan dolayı da Müslümanları, tarihi okuyup ashabın hayatını incelemekten sakındırıyorlar.
Tarih kitaplarından aktardıklarım bu işlerin hepsini, hiç kuşkusuz sahabe yapmıştır. Peki, bunları okuyan akıl sahibi bir insan, bütün bunlara rağmen yine de bütün ashabı temize çıkarıp adil olduklarına hükmedebilir mi?! Meğer ki aklını yitirmiş olsun.
Burada şu noktayı da belirtmek zorundayım: Bizler, bazı sahabilerin gerçekten de takvalı, adil ve temiz insanlar olduğuna, Allah ve Resulünü gerçekten sevdiklerine inanı-
-----------------------------
1- Hi1yet'ul-Evliya, c. 4, s. 165.
Ashap Hakkında / 223
yoruz. Onlar gerçekten de Peygamber' e verdikleri söze sadık kalarak Allah'ın dinini değiştirmediler ve Allah da, onlardan razı olarak onları Habibi Resul-i Ekrem'in yanına, götürdü.
Bu gruptaki sahabiler en küçük bir kınanmadan veya, iman ve takvalarının azlığından uzaktırlar. Çünkü Allat Teala, Kur'an-ı Kerim'de yer yer onlara övgüler yağdırmıştır. Tarih de onların adına yiğitlik, takva, kararlılık ve; olgunluklar kaydetmiştir. Ne mutlu onlara ki, Adn Cennetleri kapılarını onlara açmış ve bundan da önemlisi, Allah onlardan razı olmuştur! İşte budur, şükredenlerin mükafatı! Ama unutmayalım ki, Allah Teala'nın buyurduğu gibi, şükredenler pek azdır.
Ancak teslim olup da kalplerine iman girmeyen ve korku, tamah veya başka bir sebepten dolayı Resulullah'ın (s.a.a.) ashabının içinde yer alan kimseler, hiçbir saygı ve takdire layık değildirler. Çünkü Allah Teala Kur'an'da onları kınamış, tehdit etmiş ve onlara azap vaad etmiştir. Resulullah da onları uyarmış, insanları onlardan sakındırmış ve birçok yerde onlara lanet etmiştir. Tarih de onların birçok çirkin işlerini kaydetmiştir. Evet; bu gruptaki sahabilerden asla razı olamaz ve onların peygamberler, şahitler ve salihlerle birlikte olduklarını söyleyemeyiz.
İşte hak ve adalet ölçüleriyle örtüşen ve Allah'ın müminleri sevmek, münafıklara düşman olmak yönündeki sınırlarını aşmayan doğru tavır budur.
Yüce Allah, aziz kitabında şöyle buyurmaktadır:
"Bakmaz mısın şunlara ki, Allah'ın gazab ettiği bir topluluğu dost edinirler. Onlar ne sizinledir, ne de
onlarla; ve bilip dururken de yalan yere yemin ederler. Allah, onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekten de ne kötü işler yapıyorlar. Yeminlerini kalkan ederek halkı Allah yolundan menediyorlar ve aşağılatıcı azap artık onlaradır. Malları ve evlatları hiçbir şekilde onları Allah'tan kurtaramaz. Onlardır cehennem ehli; orda ebedidir onlar. Allah'ın onların hepsini diriltip topladığı gün, size yemin ettikleri gibi, O'na da yemin ederler ve gerçekten bir şey yaptıklarını sanırlar.
Bilin ki, şüphesiz yalancıdır onlar. Şeytan onlara musallat olup da Allah'ı anmayı unutturdu. İşte onlar şeytanın hizbidirler. Ve şüphesiz Şeytanın hizbi hüsrana uğrayanlardır. Allah'ın ve Peygamberinin hudutlarına uymayanlar var ya, onlardır en aşağılık kişilerin içinde bulunanlar. Allah yazdı ki, ben ve peygamberlerim mutlaka galip geleceğiz.
Ve Allah kuvvetli ve azizdir. Allah'a ve kıyamete iman eden bir topluluğu, Allah'ın ve Peygamberinin sınırlarına aykırı hareket edip onlara karşı gelen birisini sever bulamazsın; isterse onlar babaları, yahut oğulları, yahut kardeşleri, yahut da yakınları olsun. Onlar öyle kişilerdir ki Allah, onların kalbine iman nasip etmiş ve onları kendinden bir ruhla kuvvetlendirmiştir. Ve onları kıyılarından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada ebedi olarak kalırlar. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlardır Allah'ın hizbi ve şüphesiz, sadece Allah'ın hizbidir muradına erenler."1
Burada hemen şunu belirtmeliyim ki, bu konuda hak ve
----------------------------
1- Mücadele Suresi /14 - 22.
Ashap Hakkında / 225
doğru olan Şia'nın tutumudur. Çünkü onlar, sadece vı sadece Muhammed ve Ehl-i Beyt'ini ve onların izinde giden ashap ile kıyamete kadar onlara güzellikle tabi olan müminleri severler. Ama Şia'nın dışındaki Müslümanlar Allah ve Resulünün belirlediği sınırları aşanlar da dahi olmak üzere bütün ashabı severler. Buna da çoğu zaman şu ayeti delil gösterirler:
"Rabbimiz! bizleri ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı kin bırakma. Rabbimiz! Şüphesiz, sen Rauf ve Rahim'sin."1
Böylece, Hz. Ali'yle Muaviye'yi birlikte razı etmek istediklerini görürsün. Oysa Muaviye'nin yaptığı işler, er azından onun kafir, sapık ve Allah ile Resulü'nün düşman olduğunu gösterir. Daha önce nakletmiş olduğumuz şu hikayeyi bir kez daha nakletmemizin sakıncası olması gerek:
Değerli sahabilerden Hicr bin Adiyy-i Kindi'nin kabrin ziyarete giden bir mümin, kabrin yanında bir adamın şiddetle ağladığını görür. Onun Şii olduğunu zannederek:
- Niçin ağlıyorsun? diye sorar.
- Efendimiz Hicr'e ağlıyorum. Allah ondan razı olsun!
- Ona ne olmuştu ki?
- Efendimiz Muaviye -Allah ondan da razı olsun- onu öldürtmüştür.
- Peki Muaviye niçin onu öldürdü?
------------------------
1- Haşr Suresi / 10.
- Efendimiz Ali'ye -Allah ondan razı olsun- lanet okumamıştı da ondan.
O salih adam ona diyor ki:
- Ben de sana ağbyorum. Allah senden razı olsun!
Bütün ashabı sevme hususundaki bu kadar ısrar ve inadın sebebi nedir acaba? Bakıyorsun, Muhammed ve Al-i Muhammed'e salat ederken ashabı da ekliyorlar! Halbuki ne Kur'an onlara bunu emretmiş, ne Resulullah (s.a.a.) onlardan böyle bir şey istemiş, ne de ashaptan biri bunu söylemiştir. Kur'an'ın emrettiği ve Resulullah'ın (s.a.a.) halka öğrettiği salat, Muhammed ve Al-i Muhammed'e salat etmektir.
Her şeyde şüphe etsem dahi, Allah Teala'nın müminlerden Peygamber'in yakınları olan Ehl-i Beyt'i sevmelerini istemiş olduğunda ve bunu Peygamber'in çektiği zahmetlerin karşılığı olarak onlara farz kıldığında asla şüphe edemem. Yüce Allah buyuruyor ki:
"De ki: Ben, peygamberliğimin karşılığı olarak sizden sadece yakınlarımı (Ehl-i Beyt'imi) sevmenizi istiyorum."1
Bütün Müslümanlar, Ehl-i Beyt'i sevmenin gerekliliği konusunda ittifak etmişlerdir. Ama başkalarını sevme konusunda ihtilaf etmişlerdir. Resulullah da (s.a.a.) buyuruyor ki: "Şüpheli olanı bırak, kesin olanı tut."2
------------------------------
1- Şura Suresi /23.
2 - Sünen-i Tirmizi, c. 4, s. 668, h. 2518; Sünen-i Nesei, c. 8, s.328.
Ashap Hakkında / 227
Şiilerin, Ehl-i Beyt'i ve onlara uyanları sevmek konu- sundaki görüşlerinde hiçbir şüphe yoktur; ama Sünnilerin bütün ashabı sevmek konusundaki görüşlerinde büyük bir şüphe vardır. Bir Müslüman hem Ehl-i Beyt'i, hem de onların düşmanları ve katillerini nasıl sevebilir?! Bu, açık bir çelişki değil midir?'
Tasavvufçuların da arasında var olan bazı cahillerin; "Allah'ın kullarına karşı kalbinde zerre kadar kin ve nefret olan bir şahıs, kendisini temizleyemez ve kalbine gerçek iman giremez. Yahudi, Hıristiyan, müşrik ve kafir olsalar dahi, Allah'ın bütün kullarını sevmek gerekir." yönündeki sözlerine sakın aldanmayasın! Onlar, tıpkı Hıristiyan mis- yonerler gibi her şeyin sevgiden ibaret olduğunu söylerler. Onlara göre, Allah sevgidir; din de sevgidir. Dolayısıyla Allah'ın kullarını sevenlerin namaz, oruç, hac vs. ye ihtiyacı yoktur.
Bunlar, Kur'an, sünnet ve de aklın kesinlikle reddettiği saçmalıklardır. Bakın, Kur'an-ı Kerim ne buyuruyor:
"Allah'a ve kıyamete inanan bir kavrnin Allah ve Resulünün düşmanIarml sevdiğini göremezsin."1
"Ey iman edenIer! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden kim onları dost edinirse, onlardandır. Şüphesiz, Allah zalim kavmi hidayet etmez."2
"Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz küfrü imana tercih ediyorlarsa, onları dost edinmeyin.
---------------
1- Mücadele Suresi /22.
2- Maide Suresi / 51
içinizden onları dost edinenler, hiç şüphesiz zalimdirler."1
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları onları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz, oysa onlar size gelen hakkı inkar etmişler!" 2
Resulullah (s. a. a.) ise şöyle buyuruyor:
"Mümin, Allah için sevip Allah için buğz etmedikçe, imanı kamil olmaz."
"Bir müminin kalbinde hem Allah sevgisi, hem de Allah düşmanının sevgisi bir arada olamaz."
Bu konuda hadisler oldukça fazladır.
Akıl da bunu onaylamaktadır. Çünkü Yüce Allah imanı müminlere sevdirmiş ve onu, onların gönüllerinde süslemiştir; küfrü, fiskı ve isyanı da onlara çirkin göstermiştir. Bu nedenle bakıyorsun insan, hakka karşı çıkıp şeytanın yolunda yürüdüğü için kendi oğlu, babası veya kardeşinden nefret ediyor; ama İslam ve iman kardeşliğinden başka aralarında hiçbir bağ olmayan yabancı birini seviyor.
Bütün bunlardan dolayı, sevgi ve nefretimiz yalnızca Allah için olmalıdır. Allah'ın sevmemizi emrettiği kimseleri sevmeli, dost edinmeli; uzak durmamızı, nefret etmemizi emrettiği kimselerden de uzak durmalı, nefret etmeliyiz.
İşte biz, bu nedenle Hz.Ali ve onun evlatları olan İmamları seviyor ve onlara uyuyoruz. Çünkü Kur'an, sünnet,
----------------------
1- Tevbe Suresi /23.
2- Mümtehine Suresi / 1.
Ashap Hakkında / 229
tarih ve akıl onlar hakkında hiçbir şüphe ve soru işareti bırakmamıştır. Aynı nedenle de, Ali ve evlatlarının hakkı olan hilafeti gasp edenlerden beri ve uzak olduğumuzu ilan ediyoruz. Çünkü Kur'an, sünnet, tarih ve akıl onlar hakkında geride birçok soru işareti bırakmıştır. Resulullah da (s.a.a.); "Şüpheli olanı bırak, kesin olanı tut." buyurmuş olduğuna göre, bir Müslümana şüpheli şeyin peşinde koşup, kendisinde hiçbir şüphe olmayan Kur'an'ı bırakması yakışmaz.
Artık Müslümanlar, taklitçiliği bir kenara bırakmalı, tutkularından kurtulmalı ve akıllarını hakem kılmalıdırlar. Şeytan ve nefsin, insanın kötü amellerini iyiymiş gibi gösteren iki tehlikeli düşman olduğunu unutmamalıdırlar. Busiri ne güzel demiş:
"Şeytana ve nefsine aldanma, uyan!
Hayrını istiyoruz deseler, inanma, yalan!"
Ayrıca, Allah'ın salih kulları hakkında takvalı olmalıdırlar. Takvasız kullara gelince; onların saygınlığı yoktur. Resulullah (s.a.a.); "Fasıkın gıybeti caizdir." buyurmuştur. Fasıkın yaptıkları anlatılmazsa, Müslümanlar onu tanıyamaz, hilelerine aldanır ve onu dost bile edinirler.
Bugün Müslümanlar kendilerine karşı doğru olmalı ve içinde bulundukları acı durumlarını görmelidirler. Eğer zannettiğimiz gibi geçmiştekiler dürüst kimseler olup doğru hareket etselerdi, bizler bugünkü hazin duruma düşmezdik. Bütün bunlar, Hz. Resulullah'ın -benim ve bütün alemlerin canı ona feda olsun- vefatından sonra meydana gelen değişimin sonucudur.
"Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana - babanızın ve akrabalarınız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. Zengin veya fakir olsun, Allah ona daha yakındır. Tutkularıza uyup adaletten sapmayın. Eğer büker veya kaçınırsanız, Allah yaptıklarınızdan haberdardır."1
ZİKİR EHLİNİN BAZI SAHABİLER HAKKINDA Kİ SÖZLERİ
Hz. Ali (a.s.) ilk İman edenlerden sayılan bu sahabiler hakkında şöyle buyuruyor:
"Ben işi elime alınca bir bölük biatten döndü, ahdini bozdu. Öbür bölük ok yaydan fırlar gibi fırladı, inancından vazgeçti. Öbürleri de itaatten çıktı. Sanki onlar her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ın, "İşte ahiret yurdu! Biz onu, yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz ve sonuç takvalılarındır."2 buyurduğunu duymamışlardı.3 Evet, andolsun Allah'a; duydular da ezberlediler de. Fakat dünya, gözlerine bezenmiş bir şekilde göründü ve onun ziyneti onlara hoş geldi."4

Yine onların hakkında şöyle buyuruyor:
"İşlerini başarmak için şeytana başvurdular. Şeytan
---------------------------------
1- Nisa Suresi / 135.
2- Kasas Suresi /83.
3- Şeyh Muhammed Abduh, Nehc'ül-Belağa'ya yazdığı şerhinde (c. 1, s. 36), Hz. Ali'nin bahsettiği üç grubun Cemel, Nehrivan ve Sıffin' de kendisine karşı savaşanlar olduğunu bildirmektedir.
4- Nehc'm-Belağa, Şıkşıkıyye hutbesi diye bilinen 3. hutbe.
Ashap Hakkında /231
da onları kendisine ortak etti; gönüllerine oturup kuruldu, yumurtasını koyup civciv çıkardı. Sonra da civcivlerini onların kucaklarında besledi, yetiştirildi. Onların gözleriyle baktı, gördü; dilleriyle söyledi, dedi. Onları sürçtürdü, kaydırdı; kötülüklerini bezedi, güzel gösterdi onlara. Şeytanın hükmü altına girenin, onunla ortak olanın işidir bu. Şeytan batıl sözü onun diliyle söyler."1
Meşhur sahabi Amr bin As hakkında da şöyle buyuruyor:
"Şaşarım şu kötü kadının oğluna!... Gerçeği olmayan bir söz söylemiş, günaha girmiştir. Bilin ki, sözlerin en kötüsü yalandır. O, konuşur, yalan söyler; söz verir, sözünden döner; kendisinden bir şey istendiğinde cimrilik yapar, vermez. Fakat kendisi istediğinde direndikçe direnir, istemekten vazgeçmez. Ahdine hıyanet eder; yakınlığa riayet etmez, arayı keser gider."2
Resulullah da (s.a.a.) şöyle buyuruyor:
"Münafığın iiç alameti vardır: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz ve kendisine güvenildiğinde hıyanet eder."3
Bütün bu kötü sıfatlar fazlasıyla Amr-ı As'da mevcuttu.
Yine Ali (a.s.); Ebuzer'i övüp, onu sürgüne gönderen, yapayalnız bir halde ölmesine sebep olan Osman ve adamlarını yererek şöyle buyuruyor:
---------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 7. hutbe.
2- Nehc'ül-Belağa, 84. hutbe.
3- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 15; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 78, h. 59.
Ashap Hakkında /232
"Ey Ebuzer! Sen Allah için öfkelendin. Bu yüzden O'nun lütfunu ummalısın. Onlar, dünyaları için senden korktular. Sen ise dinin için onlardan korktun. Onların senden korktukları şeyi onlara bırak. Senin onlardan korktuğun şeyi de onlardan kaçır. Onları menettiğin şeye ne de düşkündür onlar! Seni menettikleri şeyeyse hiç mi hiç meylin yoktur senin. Pek yakında kimin karlı, kimin zararlı olduğunu anlarsın.
Gökler, yerler bir kula kapansa, fakat o kul noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'tan korkuyor, çekiniyorsa Allah ona bir kurtuluş yolu açar, kurtarır onu.
Seninle ancak hak, eş - dost olur; senden ancak batıl kaçar. Eğer onların dünyalarıyla işin olmasaydı, seni severlerdi. Dünyadan kendine bir pay ayırsaydın, senden emin olurlar, endişeleri olmazdı."1
Sahabenin ileri gelenlerinden olan Muğayre bin Ahnes hakkında ise şöyle buyuruyor:
"Ey lanetlenmiş, soyu kesilmiş, hayırsız ve köksüz, dalsız kişinin oğlu! Allah'a andolsun ki, Allah, yardımcısı sen olanı üstün etmez. Senin kaldırdığın kişiyi ayakta tutmaz. Allah seni uzak etsin! Yıkıl git yanımızdan! Sonra da elinden geleni ardına koyma. Dilediğin kötülüğü yapmaktan geri kalırsan, Allah seni sağ koymasın."2
Hz. Ali'ye (a.s.) biat ettikten sonra biatlerini bozup kendisiyle savaşan iki meşhur sahabi Talha ile Zübeyr
-----------------------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 130. hutbe.
2- Nehc'üI-Belağa, 135. hutbe.
Ashap Hakkında /233
hakkında da şöyle buyuruyor:
"Vallahi, benden çıkan bir kötülük veya benimle aralarında olup biten bir haksızlık yüzünden beni terk etmediler. Onlar, kendilerinin terk ettikleri hakkı dile- mekteler; kendi döktükleri kanı istemekteler. Onlar, ancak isyan eden bir bölüktür ki o bölükte kin vardır, haset vardır; tuttukları yol şüpheli yoldur, kapkaran- lıktır. Oysa ki her şey apaçık ortadadır; batıl kökünden koparılmış, söyleyecek sözü kalmamıştır....
Osman öldürülünce, doğum anı gelmiş kadınların çocuklarını beklemeleri gibi başıma üşüştünüz, biat biat diye bağrıştınız. Ben elimi yumup çektikçe siz tuttunuz, açtınız.
Allah'ım! Bu iki kişi yakınlık bağlarını kestiler; ba- na zulmettiler; biatimi inkar ettiler; halkı aleyhime kışkırttdar. Bağladıklarmı sen çöz; düğümlediklerini sen gevşet; umdukları, yaptıkları şeydeki kötülüğü sen göster onlara. Savaştan önce tövbe etmelerini bekle- dim, nimeti hor gördüler, esenliği teptiler."1
Onlara yazdığı bir mektubunda şöyle buyuruyor:
"... A iki kocalmış adam! Düşüncenizden vazgeçin. Çünkü şimdi düştüğünüz en ağır şey utançtır; fakat utançla cehennem birleşmeden yaptığnızdan vazgeçin. Vesselam."2
Cemel savaşında esir alıp sonra serbest bıraktığı biat bo-
-----------------------------
1- Nehc'üI-Belağa, 137. hutbe.
2- Nehc'ül-Belağa, 54. mektup.
zanlardan bir diğeri Mervan bin Hakem hakkında ise şöyle buyuruyor:
"Onun biatine ihtiyacım yoktur. Onun eli Yahudi elidir. Bana eliyle biat etse düzeniyle aleyhimde çalışır. Köpeğin burnunu yalaması kadar bir müddet beylik sürecek; dört keçinin babası olacak; ümmet onun ve evladının yüzünden kızıl ölüme uğrayacak."1
Aişe ile birlikte Cemel savaşı için Basra'ya hareket eden ve içlerinde Talha ile Zübeyr'in de bulunduğu topluluğa da şöyle hitap ediyor:
"Bir cariyeyi satın alıp oradan oraya götiirür gibi, Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih'in hürmetini hiçe sayarak, Aişe'yi alıp Basra'ya yöneldiler. Kendi kadınlarını ise evlerinde sakladılar. Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih'in zevcesini kendileri ve başkaları için meydana attılar. Hem de bir ordu içinde ki onlar bana biat etmişlerdi; hem de dileyerek ve isteyerek, zorla değil. Basra'daki valime, Müslümanların mallarını korumakla görevli olan memurlara ve onlardan başkalarına saldırdılar. Bir kısmını yakalayarak, bir kısmını da hileyle ele geçirerek öldürdüler. Öylesine zulmettiler ki, vallahi Müslümanlardan birisini bile bu şekilde suçsuz olarak öldürselerdi, yalnız onu öldüreni değil, zulme şahit olup dilleriyle ve elleriyle ona karşı durmadıkları için bütün o orduyu öldürmek helal olurdu bana. Kaldı ki, onlar kendilerinin sayısı kadar Müslü-
------------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 73. hutbe.
Ashap Hakkında /235
man öldürdüler."1
Aişe ve Cemel Savaşı'nda ona uyan sahabe hakkında ise şöyle buyuruyor:
"Sizler, kadının (Aişe) ordusu olmuş, hayvana (Aişe'nin devesi) uymuştunuz. Hayvan bağırınca koş- tunuz; öldürülünce de kaçtınız. Huylarınız alçak, biatiniz çürük, dininiz nifaktır."2
Bir başka yerde de şöyle buyuruyor:
"O (Aişe), kadınca bir düşünceye kapılmış, içinde demirci kazanı gibi kaynayıp duran kine yenik düşmüştü. Bana yaptıklarını bir başkasına yapması teklif edilseydi, kesinlikle yapmazdı. Ama yine de önceki saygınlığına sahiptir. Ahirette ise sorgu suali Allah'a aittir."3
Hepsi ashaptan olan Kureyş hakkında da şöyle buyuruyor:
"Nesep yönünden en üstün ve Resulullah'a (s.a.a.) en yakın ve en bağlı olan, biz olduğumuz halde, bu makamı (hilafet) bize uzak bulmalarına gelince; o öyle bir şeydi ki, bazıları ona çok haris oldular, bazıları da o konuda cömertçe davrandılar. Hüküm ise Allah'ındır ve ahiret gününde dönüş O'nadır. Etrafında bağırılıp çağırılan ganimeti (hilafet) boş ver sen. Sen gel de Ebu Süfyan'ın oğlunun (Muaviye) işi nereye vardırdığına bak! Felek, ağlattıktan sonra güldürmüştür beni! Val-
--------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 172. hutbe.
2- Nehc'ü1-Bc1ağa, 13. hutbe.
3- Nehc'ül-Belağa, 156. hutbe.
lahi buna şaşmamak gerekir. Çünkü o, eğrilikleri çoğaltma yönünde öyle işler yapıyor ki, insan gülsün mü, ağlasın mı bilemiyor! Onlar, Allah'ın nurunun lambasını söndürmeye ve fışkırdığı kaynağını kurutmaya çalıştılar. Benimle kendileri arasında bir içimlik vebalı
bir suyu karıştırdılar. Benimle onların arasındaki bu fitnenin sıkıntıları ortadan kalkarsa, onları saf ve temiz hakka (boyun eğmeye) zorlayacağım. Bir daha fitne çıkaracak olurlarsa da, hiçbir korku ve endişem olmaz; çünkü Allah onların yaptıklarndan haberdardır."1
Bütün kadınların hanımefendisi Hz. Fatıma'yı toprağa verdikten sonra Resulullah'a (s.a.a.) hitap ederek şöyle diyor:
"Ümmetinden çektiklerimizi kızın sana haber verecektir. Ona sor, durumu ondan haber al. Hem de bunlar, senden ayrılığımız uzamadan, senin anın unutulmadan olup bitti."2
Muaviye'ye yazdığı bir mektupta şöyle diyor:
"Yazıklar olsun sana ey Muaviye! İçinde bulunduğun nimetler seni aldatmış, bencilleştirmiş, şeytan boğazına sarılmış, seninle murada ermiş, senin içine girmiş, can, kan bulunan her yerini kendine gezinti yeri etmiştir.
Ey Muaviye! Siz ne zaman halka hakimlik hakkına sahip oldunuz, ne zaman ümmetin buyruğunu elinize almaya hak kazandınız, hem de geçmişte hiçbir hakkı-
--------------------
1- Nehc'ü1-Belağa, 162. hutbe.
2- Nehc'üI-Belağa, 202. hutbe.
Ashap Hakkında /237
nız ve üstün bir şerefiniz yokken? Allah'a sığınırız kötülüğe düşüren sebeplerden. İsteklerine aldanarak ayrılığa düşmekten çekinmeni öğütlerim sana.
Beni savaşa çağırdın. Halkı bir yana bırak, tek başına karşıma çık; iki tarafı da savaş zahmetinden kurtar da hangimizin kalbi kararmış, can gözü kapanmış belli olsun. Ben Ebu'l-Hasan'ım; senin atanı, dayını, kardeşini Bedir günü öldürenim. O kılıç şimdi de yanımda. O yürekle düşmanımla buluşacağım. Dinimden dönmedim, yeni bir peygambere uymadım. Ben sizin isteyerek terk ettiğiniz, zorla ve istemeyerek girdiğiniz dosdoğru yoldayım."1
Bir başka mektubunda Muaviye'ye şöyle yazıyor:
"'Biz de Abdumenaf oğullarıyız' sözüne gelelim. Ümeyye, Haşim gibi, Harb, Abdulmuttalib gibi değildir. Ebu Süfyan da Ebu Talib'e benzemez. Muhacir, azad edilene benzemediği gibi, şüpheli olmayan da şüpheli soydan gelene benzemez. Hakka uyan, batıla uyana; inanan, inanmayana denk olmaz. Atalarına uyup da cehennem ateşine düşen evlat, ne kötü evlattır!
Bizim elimizde, üstün olan kişiyi hor - hakir eden ve aşağı sayılana üstünlük veren peygamberlik üstünlüğü var. Siz ise, ilk iman edip hicret edenler, ilklik üstünlüğünü elde ettikten sonra, Allah Arapları bölük bölük kendi dinine sokunca ve bu ümmet isteyerek veya istemeyerek Müslüman olunca, kimisi gönüllü olarak,
-----------------------------
1- Nehc'ül-Be1ağa, 10. mektup.
kimisi de korkarak dine girenlerin arasındaydınız!"1
Bir mektubunda da ona şöyle yazıyor: "Sen bizi Kur'an'ın hükmüne çağırdın; oysa sen Kur'an ehli değilsin. Biz senin çağrına uymadık, Kur'an'ın hükmüne uyduk. "2
"De ki: Hak geldi, batıl yok oldu gitti. Doğrusu batıl, zaten gidiciydi."3
---------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 17. mektup.
2- Nehc'ül-Belağa, 48. mektup.
3- İsra Suresi /81
BEŞİNCİ BÖLÜM
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Ehl-i Sünnet; Resulullah'ın (s.a.a.) ashabından hiçbirinin eleştirilmesine izin vermemekte ve ashabın hepsinin adil olduğuna inanmaktadır. Eğer özgür bir düşünür, bazı sahabileri eleştirirse, hemen ona saldırır ve hatta onu tekfır bile ederler. Nitekim, Azvau Ale's-Sünnet'il-Muhammediyye ve Şeyh'ul-Muzayra adlı kitapların yazarı Şeyh Mahmud Ebu Reyye, Niçin Ehl-i Beyt Mezhebini Seçtim adlı kitabın yazarı Şeyh Muhammed Emin Antaki ve Muaviye'yi Sevenlere Nasihat adlı kitabın yazarı Seyyid Muhammed bin Akil gibi Mısırlı ve Mısırlı olmayan bazı alimler bu saldırılara maruz kalmışlar ve "Caferi mezhebine göre amel edilebilir" diye fetva veren el-Ezher Üniveristesi'nin müdürü Şeyh Mahmud Şeltut, bazı Mısırlı yazarlarca tekfır edilmiştir.
Kurucusu diğer mezhep İmamlarının hocası olan Caferi mezhebine de uyulabileceğini söylediği için el-Ezher'in müdürü tekfır edildiğine göre, araştırarak Caferi mezhebini seçen biri hakkında ne hüküm verileceğini tahmin etmek güç olmasa gerek! Ehl-i Sünnet, bir kere onu kesinlikle dinden çıkmış kabul ederler. Çünkü onlara göre; İslam, sadece dört mezhepte özetlenir ve dört mezhep dışındakiler batıldır.
Bu donuk ve fosilleşmiş akıllar, Kur'an ayetlerinde anlatılan, Resulullah'ın (s.a.a.) Tevhid çağrısına karşı çıkan akıllara ne kadar da benzemektedir! "İçlerinden birinin korkutucu olarak gelmesine şaşırdılar. Kafirler dediler ki: 'Bu yalancı ve sihirbazdır. Bütün ilahları bir ilah mı etmiş?! Doğrusu, bu şaşılacak bir şeydir."1
Bu yüzden, kendilerini başkalarının vekilleri olarak gören inatçı donuk kafaların şiddetli saldırılarına uğrayacağımı çok iyi biliyorum. Çünkü onlar, hiçbir kimsenin, içinde bulundukları vaziyetten -İslam'la ilgisi olamasa dahi- çıkmasına razı olmazlar. Aksi halde, yaptıkları işlerden dolayı ashaptan bazısını eleştiren birini nasıl dinden çıkmış ve kafir olarak ilan edebilirler?! Halbuki ashabın adaleti konusu, ne İslam'ın, ne de imanın şartıdır.
Bu bağnazlardan biri, insanların, benim "Nasıl Hidayete Kavuştum" adlı kitabımı okumamaları ve hatta yazarına lanet etmeleri için, kitabımın Selman Rüştü'nün kitabından farksız olduğunu tebliğ ediyordu. Allah'a andolsun ki, bu öyle büyük bir iftira ve suçtur ki, Allah bu yüzden onları mutlaka hesaba çekecektir. Benim, "Nasıl Hidayete Kavuştum" adındaki kitabım, insanları Resulullah'ın (s.a.a.) masum olduğuna inanmaya ve Allah'ın her türlü pislikten arındırıp tertemiz kıldığı Ehl-i Beyt' e uymaya çağırmakta- dır. Nasıl oluyor da bu kitabı, Peygamber efendimize ve İslam'a küfreden, İslam'ı şeytanın ilham etmiş olduğu bir din olarak niteleyen mel'un birinin kitabıyla mukayese ediyorlar?! Yüce Allah buyuruyor ki: "Ey iman edenler! Adaletle hükmedin ve kendi aleyhinize de olsa Allah
----------------------
1- Sad Suresi /5.
İlk Üç Halife Hakkında /243
için doğru şahitlik yapın."1
Ben, bu ayet-i kerimeyi göz önünde bulundurarak yüce Allah'ın rızasından başka hiçbir şeye aldırış etmiyorum. Gerçek İslam'ı ve Resulullah'ın (s.a.a.) hata ve günahlara karşı masum olduğunu savunduğum sürece kınayanların kınamasından korkmayacağım. Hatta bu konuda Hulefa-i Raşidin de dahil olmak üzere, bazı sahabileri eleştirmek zorunda kalsam bile. Çünkü Resulullah (s.a.a.) diğer bütün insanlardan tenzihe daha layıktır. Akıllı ve özgür her okuyucu, kitaplarımı okuduğunda asıl maksadımın bu yönde olduğunu anlar; ashabı eleştirmekten ziyade Resulullah'ı (s.a.a.) savunduğumu ve Emeviler'le Abbasiler'in Müslümanlara zorla hükmettikleri yıllarda Peygamber efendimiz (s.a.a.) hakkında söyledikleri çirkin şeylerin aslı olmadığını ispatlamaya çalıştığımı görür. Çünkü maalesef, Emeviler ve Abbasiler'in kurduğu tuzakların en çirkini olan bu meselede, Müslümanların çoğu iyi niyetle onlara uymuş ve uydurdukları yalanları gerçek olarak kabul etmişler.
Eğer Müslümanlar işin gerçek yüzünü bilselerdi, ne onlara, ne de onların uydurduğu hadislere hiçbir değer vermezlerdi. Aynı şekilde eğer tarih, ashabın hepsinin Resulullah'ın (s.a.a.) emir ve yasaklarına uyduğunu, hiçbirinin ona itiraz etmediğini ve mübarek ömrünün son günlerinde birçok olayda ona karşı çıkmadıklarını yazsaydı, bizler de bugün sahabenin hepsinin adil olduğuna hükmederdik. Ama ne çare ki, Kur'an ve sünnetin nassına göre, ashabın arasında Resulullah'ı (s.a.a.) yalanlayanlar, münafiklar ve fasıklar vardı. Onlar, Resulullah'ın (s.a.a.) huzu-
----------------------------
1- Nisa Suresi / 135.
runda ihtilafa düşmüş, Resulullah' ı sayıklamakla suçlayarak vasiyetini yazdırmasına engel olmuşlardı. Üsame'nin komutanlığına itiraz etmiş, Peygamber'in te'kitlerine rağmen ordusundan ayrılmışlardı. Resulullah'ın (s.a.a.) cenazesini yerde bırakarak hilafet konusunda birbirleriyle çekişmeye başlamışlardı. Kararlaştırdıkları halifeyi bazıları kabul etmiş, bazıları da reddetmişlerdi. Resulullah'tan sonra bütün her şeyde ayrılığa düşmüş, birbirlerini tekfır etmiş, birbirlerine lanet okumuş, birbirleriyle savaşmış, birbirlerinden beri ve uzak olduklarını ilan etmişlerdi. Allah'ın bir tek dinini, çeşitli mezheplere bölmüşlerdi.
O halde, bunun sebebi araştırılmalı, insanlar için çıkarılmış olan en hayırlı ümmeti; kendisini, mukaddesatını savunamayan, işgal ve sömürü altında yaşayan yeryüzünün en cahil, en çaresiz ve en hakir ümmeti durumuna düşüren etken bulunmalıdır.
Bence bu sorunun tek çözümü, samimi bir özeleştiridir. Geçmişlerimizle, müzelere kaldırılmış kalp iftiharlarımızla övünmek artık yeter! İçinde bulunduğumuz durum, bizleri hastalığımızın çaresini bulmaya, tefrika ve ihtilafların ve geri kalmışlığımızın nedenlerini araştırmaya, böylece hep birlikte dertleri teşhis edip dermanını bulmaya zorlamaktadır. Bizim asıl hedefimiz budur ve kulları doğru yola hidayet eden ise yalnız Allah'tır.
Hedefimiz doğru bir hedef olduktan sonra, sahabeyi savunma adı altında, küfretmekten başka bir şey bilmeyen bağnazların itirazları bizi yıldıramaz. Ancak biz, onlara acıdığımız kadar onları kınamıyoruz ve onlara düşmanlık da beslemiyoruz. Çünkü ashaba olan iyi zanları, onları hakikatten uzaklaştırmıştır. Onların durumu, baba ve atala-
İlk Üç Halife Hakkında /245
rına iyi zan besleyen Yahudi ve Hıristiyanların durumuna ne kadar benzemektedir! Günümüz Yahudi ve Hıristiyanları, atalarının; -haşa- "Muhammed peygamberlik iddiasında yalancıydı, dolayısıyla peygamber değildi." şeklindeki sözlerine inanarak İslam'ı araştırma zahmetine katlanmamaktalar. Yüce Allah buyuruyor ki: "Kendilerine kitap verilenler, ancak o apaçık delil kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. "1
Aradan asırlar geçtikten sonra bugün bir Müslümanın, bir Yahudi veya Hıristiyana İslam' ı benimsetmesi çok zordur. Bu Müslüman, Kur'an'ı delil göstererek; "Sizlerin elinizdeki Tevrat ve İncil bozulmuştur." derse, sözünü dinleyen bir kulak bulur mu?
Aynı şekilde; bütün sahabilerin adaletine inanan ve bu inancını hiçbir delili olmadan savunan inatçı bir Müslümanı da bu inancından vazgeçirmek oldukça zordur.
Yaptıkları kötü ve çirkin amellerle İslam'ı tam tersine gösteren Muaviye, Yezid ve bunun gibilerinin eleştirilmesini duymak istemeyenlere; Ebu Bekir, Ömer, Osman (Sıddık, Faruk, Meleklerin Kendisinden Utandığı Şahıs) veya Resulullah'ın (s.a.a.) zevcesi ve Ebu Bekir'in kızı, Ümm'ül-Müminin Aişe hakkında bir şey söylenebilir mi?!
Bu noktayı göz önünde bulundurarak, geçen bölümde Aişe'nin durumunu incelerken sadece Ehl-i Sünnet'in itimat ettiği Sahihlerdeki rivayetlere dayandık. Şimdi de ilk üç halifenin durumunu incelerken, aynı yöntemi izleyerek onların, Ehl-i Sünnet'in itimat edip güvendiği Sahihler,
---------------------
1- Beyyine Suresi /4.
Müsnedler ve tarih kitaplarında kaydedilen amellerinden örekler vereceğiz.
Amacımız ise; sahabenin hepsinin adaletine inanmanın doğru bir inanç olmadığını ve ashabın bazı önde gelen isimlerinin bile adalet sıfatından yoksun olduğunu ortaya koymak ve Ehl-i Sünnet ve Cemaat'tan olan kardeşlerimize, bu eleştirilerin sadece hakka ulaşmak için bazı perdelerin kenara itilmesini amaçladığını ve sahih olduğunu kabul ettikleri kitaplardan aktarıldığına göre de -iddia edildiği gibi- Şiilerin uydurması olmadığını anlatmaktır.

8
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun(Fes'elu Ehle'z Zikr)

RESULULLAH'IN ZAMANINDA EBU BEKİR
Buhari, Sahih'inin "Tefsir Kitabı, Hucurat Suresi Babı"nda şöyle der:
"Nafı' bin Ömer, İbn-i Ebi Müleyke'den şöyle nakleder: İki hayırlı insan, Ebu Bekir ve Ömer nerdeyse helak olacaklardı. Temim Oğullarından bir heyet, Resulullah'ın (s.a.a.) huzuruna gelmişti. O ikisinden biri, Mucaşi' Oğullarından olan Akra' bin Habis'i gösterdi. Ötekisi de başka birini gösterdi. (Nafı'; "Onun adını unuttum." der.) Ebu Bekir Ömer' e; "Senin bana karşı çıkmaktan başka bir amacın yoktu." dedi. Ömer de; "Benim sana karşı çıkmak gibi bir amacım yoktu." dedi. Derken sesleri yükseldi. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti nazil etti: "Ey iman edenler! Seslerinizi yükseltmeyin..."1 Zübeyr'in oğlu der ki: "Bu ayetten sonra Ömer Resulullah'a bir şey söylemek istediği zaman öyle yavaş konuşurdu ki, Resulullah; "Ne dedin?" diye sormak zorunda kalırdı." Ama babası, yani Ebu Bekir
---------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 171.
İlk Üç Halife Hakkında / 247
hakkında böyle bir şey nakletmemiştir."
Yine Buhari, Sahih'inin "Kur'an ve Sünnete Sarılma Kitabı, Mekruh Olan Taammuk ve Tenazu' Babı"nda, Veki'den, o da Nafı' bin Ömer'den, o da İbn-i Ebi Müleyke'den şöyle nakleder: "İki iyi insan, Ebu Bekir ve Ömer nerdeyse helak olacaklardı. Temim Oğullarından bir heyet Resulullah'ın (s.a.a.) huzuruna gelmişti. O ikisinden biri, Mucaşi' Oğullarından olan Alera' bin Habis et-Temimi el- Hanzeli'yi gösterdi. Diğeri ise, bir başkasını gösterdi. Bunun üzerine Ebu Bekir Ömer' e; "Sen sadece bana muhale- fet etmek istedin." dedi. Ömer de; "Ben sana muhalefet etmek istemedim." dedi. Derken Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda sesleri yükseldi. Bunun üzerine şu ayetler nazil oldu: "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin ve birbirinizle bağırarak konuştuğunuz gibi onunla bağırarak konuşmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir. Seslerini Resulullah'ın yanında alçaltanlar var ya, işte Allah onların kalbini takva ile imtihan etmiştir. Mağfiret ve büyük bir ecir onlar içindir."1 İbn-i Ebi Müleyke der ki: "Zübeyr'in oğlu; "Ondan sonra Ömer Resulullah'la konuştuğu zaman öyle yavaş konuşurdu ki, Resulullah duymaz ve "Ne dedin?" diye sormak durumunda kalırdı." dedi. Ama babası, yani Ebu Bekir hakkında böyle bir şey nakletmemiştir." 2

Yine Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı, Temim Oğulları Babı"nda, İbn-i Ebi Cüreyc' den, o da İbn-i Ebi Müley-
------------------
1- Hucurat Suresi /2 - 3.
2- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 120.
ke'den, o da Abdullah bin Zübeyr' den şöyle nakleder: "Temim Oğullarından bir heyet Resulullah'ın (s.a.a.) huzuruna gelmişti. Ebu Bekir, Resulullah'a dedi ki: "Ka'ka' bin Ma'bed bin Zürare'yi onlara emir olarak tayin et." Ömer ise; "Hayır, Akra' bin Habis'i emir yap." dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Ömer' e dedi ki: "Sen sadece bana muhalefet etmek istedin." Ömer de; "Ben sana muhalefet etmek istemedim." dedi. Böylece tartışarak seslerini yükselttiler. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Ey iman edenler! Allah'tan ve Resulünden öne geçmeyin..."1 Ve tartışmaları böylece sona erdi."2
Bu rivayetlerden, Ebu Bekir ve Ömer'in Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda dahi İslami ahlak kurallarına riayet etmedikleri anlaşılmaktadır. Onlar, Resulullah (s.a.a.) kendilerinden görüş istemeden, Allah ve Resulünden öne geçerek, Temim Oğullarından birini onlara emir yapmak konusunda görüş belirtiyorlar. Bununla da yetinmeyerek Peygamber' in huzurunda, hiçbir sahabinin bilmemesi mümkün olmayan İslami edebin gereklerine riayet etmeyerek bağırarak tartışmaya başlıyorlar. Oysa Resul-i Ekrem (s.a.a.), mübarek ömrünü onların eğitim ve öğretimi için adamıştı.
Eğer bu olay, İslam'ın başlangıcında vuku bulsaydı, Ebu Bekir ve Ömer'in bu davranışları için bir mazeret uydurabilirdik. Ama hiç kuşkusuz, bu olay Resulullah'ın (s.a.a.) ömrünün son yıllarında vuku bulmuştur. Çünkü Temim Oğullarınm heyeti, hicretin dokuzuncu yılında Resulullah'ın
--------------------------
1- Hucurat Süresi / 1.
2- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 213.
İlk Üç Halife Hakkında / 249
(s.a.a.) huzuruna varmış, bu olaydan birkaç ay sonra da Resulullah (s.a.a.) vefat etmiştir. Peygamber' e gelen heyetleri yazan Tarih ve hadis kitapları buna tanıktır. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'in en son nazil olan surelerinden olan Nasr Suresinde de bu duruma işaret edilmiştir: "Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiğini gördüğün zaman..."
Bu durumda Ehl-i Sünnet, Ebu Bekir ve Ömer'in Resulullah'ın (s.a.a.) huzurundaki bu saygısızlıklarına nasıl bir mazeret uyduracaklar acaba? Bu olay sadece rivayetlerle sınırlı kalsaydı, eleştiri ve itiraza tabi tutmazdık. Ama ne yapalım ki, gerçeği açıklamaktan çekinmeyen Allah Teala, bu olayı Kur'an'da kaydetmiş ve Ebu Bekir ile Ömer'i, bir daha böyle yaparlarsa amellerinin boşa çıkacağı konusunda uyarmıştır. Bu nedenle de olayı anlatan adam; "İki hayırlı insan, Ebu Bekir ve Ömer nerdeyse helak olacaklardı..." diye söze başlamıştır.
Olayı nakleden adam, Ömer'in bu olaydan sonra Resulullah'ın yanında çok alçak sesle konuştuğunu söylüyorsa da, tarih bunun tam tersini göstermektedir. Bu konuda Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından üç gün önce vuku bulan "Perşembe Günü Musibeti"ni hatırlamamız yeterlidir. Bizzat Ömer, "Şüphesiz, Resulullah sayıklıyor. Allah'ın Kitabı bize yeter." şeklindeki o uğursuz sözünü söylüyor; bunun üzerine orada olanlar ihtilafa düşüyorlar; bir bölümü, "Bırakın Resulullah istediğini yazsın." derken, bir bölümü de Ömer'in sözünü tekrarlıyor. Sesler yükselip tartışma çoğalınca 1 Resulullah (s.a.a.) onlara; "Kalkın ve yanımdan
---------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. II - 12, Peygamber'in Hastalığı ve Vefatı Babı.
gidin. Benim huzurumda tartışmak yakışmaz." diye buyuruyor. 1
Görüldüğü gibi onlar, Allah'ın Hucurat Suresinde tayin ettiği tüm sınırlan çiğneyerek Resulullah'ın huzurunda bağırıp çağırarak tartışıyorlar. Bu tartışma ve çekişmelerin sessizce ve fisıltı ile vuku bulduğu da söylenemez. Çünkü tartışma sırasında sesler o kadar yükselmişti ki, başka bir odada bulunan kadınlar da bu tartışmaya katılarak; "Bırakın Resulullah istediğini yazsın." demişlerdi. Ömer de onlara; "Siz tıpkı Yusuf'u seven kadınlar gibisiniz. Resulullah hastalandığında gözlerinizi suyla doldurur ağlarsınız; iyi olduğu zaman da boynuna binersiniz." demiş, ama Resulullah (s.a.a.); "Bırakın onları! Onlar sizden daha hayırlıdırlar." buyurmuştu.2
Bütün bu olaylardan anlaşılan şudur: Onlar Allah'ın, "Ey iman edenler! Allah ve Resulünden öne geçmeyin ve seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin." şeklindeki emrine itaat etmediler; Resulullah'ın (s.a.a.) yüce makamına karşı saygılı olmadılar ve ona "sayıklıyor" diyerek en büyük edepsizliği yaptılar.
Ebu Bekir'e gelince; o da Resul-i Ekrem'in (s.a.a.) huzurunda çok çirkin ve yüz kızartıcı bir söz kullanmıştı. Resulullah'ın huzurunda Urve bin Mesud'a; "Dişi develerin bızırını emsene!" demişti.3 Buhari'ye şerh yazan Kastalani;
-----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 39, ilim Kitabı. 2- Kenz'ül-Ummal, c. 5, s. 644, h. 14133. 3- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 254.
İlk Üç Halife Hakkında /251
"Bu söz Araplar içerisinde en çirkin küfürlerdendir." der.1 Şimdi şunu soruyoruz: Peygamber efendimizin (s.a.a.) huzurunda böyle küfürler ediliyorsa, Allah'ın şu sözü ne demek oluyor acaba: "Birbirinizle konuştuğunuz gibi Peygamber'le konuşmayın."?!
Allah Teala, Resulü'nün yüce bir ahlaka sahip olduğunu buyurmuyor mu? Buhari ve Müslim, Resulullah'ın (s.a.a.) haya ve iffetinin bakire kızlardan daha çok olduğunu,2 asla küfretmediğini ve; "Sizin en hayırlınız, en güzel ahlaka sahip olanınlzdır."3 diye buyurduğunu rivayet etmiyorlar mı? Peki nasıl oluyor da ashabın önde gelen isimleri, bu yüce ahlaktan etkilenmiyorlar?!
Ayrıca Ebu Bekir, Resulullah'ın (s.a.a.) Üsame bin Zeyd' i onlara komutan tayin etmesine karşı çıkmıştı. Oysa Resulullah Ebu Bekir'in de o orduya katılmasını emretmiş ve; "Üsame'nin ordusundan ayrılıp geri dönenlere Allah lanet etsin."4 diye beddua etmişti.
Yine Ebu Bekir, Resulullah'ın -anam babam ona feda olsun- cenazesini yerde bırakıp gusül, kefen ve defin işlerini önemsemeyerek Sakife'ye koşmuş, Ali bin Ebi Talib'i hilafetten uzaklaştırma komplosuna katılarak en büyük arzusu olan hilafete ulaşmak için uğraşmıştı. Peki, nerede iddia edilen arkadaşlık?! Nerede yakın sahabilik?! Nerede
----------------------
1- Şerh-i Buhari, c. 4, s. 446.
2-Sahih-i Buhari, c. 4, s. 230; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1809, h. 2320.
3- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1810, h. 2321; Sahih-i Buhari, c. 4, s.230.
4- Şehristaııi, el-Milel ve'n-Nihel, c. 1, s. 29; Ebu Bekir Ahmed bin Aziz el-Cevheri, Kitab'us-Sakife, s. 74 - 75.
övülen ahlak?! Ashabın, ömrünü kendilerinin hidayeti ve terbiyesi için geçiren peygamberlerine karşı davranışları gerçekten de şaşırtıcıdır. Bir Peygamber ki, yüce Allah onun hakkında şöyle buyuruyor: "Andolsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir; size çok düşkün, müminlere çok şefkatli ve merhametlidir."1 Resulullah'ın (s.a.a.) kendileri için katlandığı onca zahmetten sonra onun cenazesini yerde bırakıyor, aralarından birini halife seçmek için Sakife'ye koşuyorlar! Bizler, en kötü yüzyıl diye adlandırılan ve ahlakın hemen hemen yok olduğu şu yirminci yüzyılda dahi Müslüman bir komşumuz ölürse, Resulullah'ın (s.a.a.); "Ölüye saygı, onu defnetmektir."2 hadisine uyarak işlerimizi bırakır, bir an önce onu toprağa veririz. Emir'ül-Müminin Ali bin Ebi Talip (a.s.) "Şıkşıkıyye" adlı hutbesinde bu olaylara değinerek şöyle buyuruyor:
"Allah'a andolsun ki, Ebu Kuhafe'nin oğlu (Ebu Bekir) hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Halbuki o, be- nim hilafete nispetle değirmen taşının mili gibi olduğumu çok iyi biliyordu."3
Ondan sonra da Ebu Bekir, Hz. Fatıma'nın evine saldırılmasına ve biat etmeyenler dışarı çıkmazlarsa evin yakılmasına izin verdi. Ve sonra da olanlar oldu... Daha fazla bilgi isteyenler tarih kitaplarına başvursunlar.
--------------------
1- Tevbe Suresi / 128.
2- Suyuıi, ed-Dürer'ül-Münteşire, s. 44, h. 95.
3- Nehc'ül-Belağa, 3. hutbe (Şıkşıkıyye).
RESULULLAH'TAN (S.A.A.) SONRA EBU BEKİR
HZ.FATIMA'YI YALANLAMASI VE HAKKINI GASPETMESİ
Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı, Hayber Gazvesi Babında" şöyle yazar.
"Urve Aişe'den nakleder ki: Resulullah'ın (s.a.a.) kızı Fatıma (s.a.), Ebu Bekir'e haber göndererek Allah'ın Medine ve Fedek'te Resulüne iade ettiği mallardan olan mirasını ve Hayber'in humusundan kalan malları istedi. Bunun üzerine Ebu Bekir dedi ki: "Resulullah (s.a.a.); "Bizler miras bırakmayız. Bizden kalan şeyler sadakadır." buyurmuştur. Al-i Muhammed, sadece yiyeceğini bu mallardan alabilir. Vallahi ben, Resulullah'ın (s.a.a.) sadakasını kendi zamanındaki halinden değiştiremem. Ben de tıpkı Peygamber'in kullandığı gibi onları kullanacağım." Böylece Ebu Bekir, bu mallardan Fatıma'ya hiçbir şey vermedi. Fatıma da Ebu Bekir'e gazaplanarak ona küstü ve ölünceye kadar da onunla konuşmadı. Fatıma, Resulullah'tan (s.a.a.) sonra altı aydan fazla yaşamadı. O öldüğünde kocası Ali, Ebu Bekir'e bildirmeden geceleyin ona namaz kıldı ve geceleyin onu defnetti. Fatıma hayatta olduğu sürece Ali'nin çevresinde halkın ileri gelenlerinden bazı kişiler vardı; ama Fatıma ölünce etrafında kimseyi göremedi. Bu yüzden Ebu Bekir'le anlaşmak ve ona biat etmek zorunda kaldı. Oysa Fatıma hayatta olduğu aylarda biat etmiyordu."1
Müslim de, Sahih'inin "Cihat Kitabı"nda Aişe'den şöyle
------------------
l-Sahih-i Buhari, c. 5, s. 177; Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1380, h. 1759.
nakleder:
"Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra kızı Fatıma, Resulullah'ın geride bıraktığı ve Allah'ın ona iade ettiği mallardan kendisine ulaşması gereken mirası Ebu Bekir' den istedi. Ebu Bekir dedi ki: "Resulullah (s.a.a.); "Biz miras bırakmayız. Bizim bıraktıklarımız sadakadır." buyurmuştur." Fatıma gazaplanarak Ebu Bekir'i terk etti ve ölene kadar ona kırgın kaldı. Fatıma, Resulullah'tan sonra altı ay yaşadı." Aişe der ki: "Fatıma Resulullah'ın (s.a.a.) bıraktığı Hayber, Fedek ve Medine sadakalarından kendi payını istiyordu. Ama Ebu Bekir kabul etmeyerek şöyle dedi: "Ben Peygamber'in yaptığının aksini yapamam. O ne yapıyorduysa, ben de aynısını yapacağım. Onun emirlerinden birini yapmayacak olursam, sapacağımdan korkarım." Ömer, Resulullah'ın Medine'deki sadakalarını Ali ve Abbas'a verdi; Fedek ve Hayber'i ise kendi elinde tuttu ve; "Bunlar Resulullah'ın sadakalarıdır; Resulullah onları karşılaştığı işler ve başına gelen musibetlerde harcardı. Dolayısıyla bunların sorumluluğu onun halifesinin üzerine düşer. Bugüne kadar bu, böyle devam etmiştir." dedi."1
Buhari ve Müslim, her ne kadar hakikatin ortaya çıkmaması için rivayeti özetlemişlerse de,2 ama bu kadarı da Hz. Fatıma'nın iddiasını reddeden Ebu Bekir'in gerçek yüzünün anlaşılması için yeterlidir. Ebu Bekir, Hz. Fatıma'yı o kadar incitiyor ki, ölene kadar onunla konuşmuyor. Ölümünden sonra da vasiyeti gereği, kocası Hz. Ali
--------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1381, h. 54; Sahih-i Buhari, c. 4, s. 96. 2- Buhari ve Müslim, üç halifenin haysiyetini korumak için hep bu üslubu kullanmışlardır. ileride bu konuda konuşacağız, inşaallah.
İlk Üç Halife Hakkında /255
onu gizlice defn ediyor ve Ebu Bekir'e haber vermiyor. Bu rivayetlerden ayrıca, Hz. Ali'nin, Hz. Fatıma hayatta olduğu sürece Ebu Bekir'e biat etmediği, ondan sonra da halkın kendisinden uzaklaştığı için Ebu Bekir'le anlaşmak zorunda kalarak biat ettiği anlaşılmaktadır.
Buhari ve Müslim'in değiştirdiği gerçek ise şudur: Hz. Fatıma, Fedek'in miras olarak kendisine yetiştiğini değil, Resulullah'ın (s.a.a.) onu kendisine bağışlamış olduğunu iddia ediyordu. Dolayısıyla, Ebu Bekir'in Resulullah'tan naklettiği "Biz peygamberler miras bırakmayız." şeklindeki hadis doğru olsa bile, Fedek bunun kapsamına girmez. Çünkü Fedek Resulullah'ın mirası değil, Hz. Fatıma'ya (s.a.) vermiş olduğu bağışıydı. Kaldı ki, bu söz, Kur'an ayetleriyle çelişmektedir. Örneğin; Kur'an' da şöyle buyuruluyor: "Ve Süleyman, Davud'un mirasçısı oldu." Ayrıca, Hz. Fatıma da Ebu Bekir'i bu iddiasında yalanlamıştı.
Bu nedenle görüyoruz ki, bütün tarihçiler, tefsirciler ve hadisçiler şöyle naklederler: Hz. Fatıma (s.a.), Fedek'in kendi malı olduğunu iddia etti; ama Ebu Bekir onu yalanlayarak ondan şahit istedi. Hz. Fatıma, Ali bin Ebi Talip ile Ümmü Eymen'i şahit olarak gösterdiyse de, Ebu Bekir onların şahitliğini yeterli görmeyerek kabul etmedi. İbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muhrika adlı kitabında der ki: "Fatıma, Resulullah'ın (s.a.a.) Fedek'i kendisine bağışlamış olduğunu iddia ederek Ali bin Ebi Talip ile Ümmü Eymen'i şahit gösterdi; ama bu şahitler kafi değildi."1
Fahr-ı Razi, Tefsir'inde der ki:
---------------------------
1- es-Savaik'ul-Muhrika, s. 37, Yedinci Şüphe.
"Resulullah vefat ettikten sonra Fatıma, Resulullah'ın Fedek'i kendisine bağışladığını iddia etti. Ebu Bekir ona dedi ki: "Sen fakirlikte insanların bana göre en azizi ve zenginlikte en sevimlisisin. Ama ben, senin sözünün doğru olduğunu bilmiyorum. Dolayısıyla senin lehine karar veremem." Ravi der ki: "Ümmü Eymen ile Resulullah'ın kölelerinden biri, Fatıma'nın lehine şahitlik ettilerse de, Ebu Bekir Fatıma' dan şeriatın kabul edeceği başka şahitler getirmesini istedi. Ama Fatıma'nın böyle şahitleri yoktu..."1
Velhasıl, Fatıma'nın (s.a.) Fedek'i Resulullah'ın kendisine bağışladığı iddiası, Ebu Bekir'in onun bu iddiasını reddedişi ve Hz. Ali ile Ümmü Eymen'in şahitliğini kabul etmemesi tarihçiler yanında meşhurdur.
İbn-i Teymiye, es-Siret 'ül-Halebiyye'nin yazarı, İbn-i Kayyim el-Cevzi ve diğerleri bu olayı nakletmişlerdir.
Ama Buhari ile Müslim, sadece Hz. Fatıma'nın mirasını istediğini yazarak okuyuculara; Fatıma'nın Ebu Bekir'e gazaplanmasının yersiz olduğunu, Ebu Bekir'in sadece Resulullah'tan (s.a.a.) duyduğunu uyguladığını, dolayısıyla Fatıma'nın zalim, Ebu Bekir'in ise mazlum olduğunu anlatmak istiyorlar. Bütün bunlar, Ebu Bekir'in saygınlığını korumak için yapılıyor. Böylece hadis naklinde emanete riayet edilmiyor, halifelerin yanlışını ortaya çıkaran doğru ve sahih hadisler bir kenara itiliyor ve Resulullah'ın bedeninin parçası Fatıma'nın şahsiyetinin küçük düşürülmesi pahasına da olsa, Emeviler'in ve Hilafet-i Raşide taraftarlarının yalanları hakikatin yerini alıyor. İşte bu yüzden, Buhari ve Müslim, Ehl-i Sünnet ve Cema- at'ın nezdinde en büyük hadisçiler ünvanını alıyorlar; kitap-
-------------------------
1- Tefsir-i Fahr-i Razi, c. 29, s. 284, Haşr süresinin tefsiri.
İlk Üç Halife Hakkında / 257
ları da Kur'an'dan sonra en sahih kitaplar sayılıyor. Hakikatin daha iyi anlaşılması için, bu sözün hiçbir ilmi dayanağı olmadığını ileride hep birlikte göreceğiz inşaalah.
Biz şimdi Sahih-i Buhari ve Müslim'de, az da olsa Hz. Fatıma'nın faziletleri ile ilgili olarak kaydedilen hadisleri inceleyerek, Hz. Fatıma'nın Allah ve Resulü katındaki değerini Buhari ve Müslim'den daha iyi bilen, buna rağmen Hz. Fatıma'yı yalanlayıp onun ve -Resulullah'ın (s.a.a.) buyurduğu üzere hakkın mihveri olan-1 kocasının tanıklığını kabul etmeyen Ebu Bekir'i sorgulayacağız.
Önce Buhari ve Müslim'de kaydedilen, Resulullah'ın (s.a.a.) Hz. Fatıma (s.a.) hakkında buyurduğu hadisleri görelim:
FATIMA KUR'AN'IN NASSIYLA MASUMDUR
Müslim, Sahih'inin "Ehl-i Beyt'in Faziletleri Babı"nda AİŞE'DEN şöyle nakleder:
"Bir gün Resulullah (s.a.a.) siyah tüylerden yapılmış abasını giymişti. O sırada Hasan bin Ali içeri girdi; Resulullah onu abasının altına aldı. Sonra Hüseyin geldi ve kardeşiyle birlikte abanın altına girdi. Sonra Fatıma geldi; Resulullah onu da abanın altında aldı. Sonra Ali geldi; Resulullah onu da abanın altına aldı. Sonra Resulullah şöyle buyurdu: "Doğrusu, Allah siz Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister."2
--------------------
1- Tarih-i Bağdad, c. 14, s. 321; Kenz'ül-Ummal, c. 11, s. 621; Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 633.
2- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1883, h. 2424, Ehl-i Beyt'in Faziletleri Babı.
Eğer Hz. Fatıma'tüz-Zehra, bu ümmetin içinde, Allah'ın kendisinden her türlü pisliği giderdiği ve tertemiz kıldığı tek kadın ise, Ebu Bekir nasıl onu yalanlayabiliyor ve şahit getirmesini istiyor?!

FATIMA (S.A.) BU ÜMMETİN KADINLARININ HANIMEFENDİSİDİR
Buhari, Sahih'inin "İstizan Kitabı"nda, Müslim de Sahih'inin "Faziletler Kitabı"nda Aişe'den şöyle nakleder:
"Biz Peygamber'in (s.a.a.) zevceleri, hepimiz Resulullah'ın huzurundaydık. O sırada Fatıma yürüyerek bize doğru geliyordu. Allah'a andolsun ki, onun yürüyüşü tıpkı Resulullah'ın (s.a;a.) yürüyüşü gibiydi. Resulullah onun geldiğini görünce onu karşılayarak buyurdu ki: "Hoş geldin kızım!" Daha sonra onu sağında (veya solunda) oturttu. Sonra ona yavaşça bir şeyler dedi. Bunun üzerine Fatıma çok ağladı. Sonra Peygamber, Fatıma'nın üzüldüğünü görünce yine ona bir şeyler dedi. Bu kez Fatıma gülmeye başladı. Peygamber'in eşlerinin içinde ben ona dedim ki: "Resulullah (s.a.a.) bütün hepimizin içinde, sırrını söylemek için seni seçiyor, sen de ağlıyor musun?!" Fatıma; "Ben, Resulullah'ın sırrını asla ifşa etmem." dedi. Resulullah (s.a.a.) vefat ettikten sonra Fatıma'ya dedim ki: "Şimdi artık Resulullah'ın sana ne dediğini bana söyleyeceksin!" Fatıma şöyle dedi: "Evet, şimdi söyleyebilirim. İlk önce babam bana dedi ki: "Cebrail her yıl Kur'an'ın hepsini bir kez bana nazil ederdi. Ama bu yıl iki kez nazil etti. Bu da benim ecelimin yaklaştığını gösterir. Öyleyse takvalı ol
İlk Üç Halife Hakkında / 259
ve benim ayrılığıma sabret. Ben senin için, senden önce gidecek en iyi selefim." Ben de gördüğün gibi ağladım. Resulullah (s.a.a.) üzülüp ağladığımı görünce, kulağıma eğilerek; "Ey Fatıma! Mümin kadınların veya bu ümmetin kadınlarının hanımefendisi olmaya razı değil misin?" diye buyurdu."1
Resulullah'ın (s.a.a.) tanıklığıyla mümin kadınların hanımefendisi olan Fatıma'tüz-Zehra (s.a.), Resulullah'ın Fedek'i kendisine vermiş olduğu iddiasında yalanlanıp tanıklığını reddedildikten sonra, artık kimin tanıklığı kabul edilebilir? !
FATIMA (S.A) CENNET EHLİ KADINLARlNIN HANIMEFENDİSİDİR
Buhari, Sahih' inde "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, Resulullah'la Akrabılığın Menkıbeleri Babı"nda şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Fatıma, cennet ehli kadınlarının hanımefendisidir."2
Bu demektir ki, Fatıma alemdeki bütün kadınların hanımefendisidir. Çünkü cennettekiler sadece Hz. Muhammed'in ümmeti değildir; cennette geçmiş ümmetlerin hepsinden insanlar vardır. Bu durumda Ebu Bekir-i Sıddık, onu nasıl yalanlayabiliyor?! "Sıddık" lakabını, arkadaşı Muhammed'in her dediğini kabul ve tasdik ettiği için aldığını söylemiyorlar mı?! Peki öyleyse neden, Resulullah'ın (s.a.a.), aziz kızı Fatıma hakkındaki sözlerini
----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 79; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 194.
2- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 25, Yaratılışın Başlangıcı Kitabı.
kabul etmedi?! Doğrusu; olay, Fedek ve Resulullah'ın Medine'deki sadakaları konusundan çok, Fatıma'nın kocası Ali'nin hakkı olan hilafet konusuyla ilgiliydi. Fedek konusunda Fatıma ve kocası Ali'yi yalanlamak, daha büyük iddialarda bulunmalarının önünü alıyordu. Ve Ebu Bekir bunun hesabını yapmıştı. İşin içinde dağları yerinden oynatabilecek büyük bir hile vardı.
FATIMA, RESULULLAH'IN (S.A.A.) BİR PARÇASIDIR; ONU GAZAPLANDIRAN, RESULULLAH'I GAZAPLANDIRMIŞ OLUR
Buhari, Sahih'inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, Peygamber'in Kızı Fatıma'nın Menkıbesi Babı"nda Misver bin Mahreme'den şöyle nakleder: Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki:
"Fatıma benim bir parçamdır. Kim onu gazaplandırırsa, beni gazaplandırmış olur."
"Fatıma benim bir parçamdır. Onu özen şey, beni özer; onu inciten şey beni incitir."l
Eğer Resulullah (s.a.a.), kendisinden bir parça olan Fatıma'nın gazabıyla gazaplanıyor, incinmesiyle inciniyorsa bunun manası şudur: Fatıma, asla hata ve yanlışlık yapmaz. Aksi halde Resulullah, kesinlikle bu sözü söylemezdi. Çünkü makamı her ne kadar yüce olsa da, günah işleyen birini incitmek ve gazaplandırmak caizdir. Zira Allah'ın dininin hükümleri karşısında herkes eşittir; zengin - fakir, yakın - uzak, kimseli - kimsesiz ayrımı yapılmaz. Peki o
-------------------------
1- Buhari, c. 5, s. 26; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1902, h. 2449.
İlk Üç Halife Hakkında /261
halde niçin Ebu Bekir Hz. Fatıma'yı incitiyor, kalbini kırıyor ve gazaplandırıyor?! Sonra da onun gazaplanmasını, kendisini konuşturmamasını hiç mı hiç umursamıyor?! Ve Hz. Fatıma ona küskün ve gazaplı olduğu halde vefat ediyor. Hatta İbn-i Kuteybe1 ve diğer tarihçilerin yazdığına göre her namazda ona beddua ediyor.
Evet! Bunlar, tüyleri ürperten acı ve üzücü gerçeklerdir. İnsaflı ve hakkı arayan bir araştırmacı, bunları okuduktan sonra Ebu Bekir'in Hz. Fatıma'ya zulmederek hakkını gasp ettiğini kabul etmek zorunda kalmaktadır. Halbuki o, Müslümanların halifesi sıfatıyla, Hz. Fatıma'nın iddia ettiği şeyleri vererek onu razı edebilirdi. Çünkü Fatıma, özüyle sözüyle doğruydu. Allah ve Resulü, Fatıma'nın doğruluğuna tanıklık etmişlerdi. Ebu Bekir de dahil, bütün Müslümanlar onun doğru olduğunu biliyorlardı. Ama şu siyaset var ya; her şeyi tersine çeviriyor! Sonuçta doğru konuşan, yalancı; yalancı ise doğru konuşan oluyor!
Evet! Bu olay, Ehl-i Beyt'i, Allah'ın kendileri için belirlediği makamdan uzaklaştırmak için hazırlanan komplonun bir bölümüdür. Bu komplo, Hz. Ali'yi hilafetten uzaklaştırmakla ve Müslümanların gözünde Fatıma'nın değerini düşürmek, heybet ve saygınlığını kırmak için Fatıma'yı yalanlayarak, Resulullah'tan olan bağışı ve mirasını gasp etmekle başladı ve Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in bütün evlatları ve yaranıyla birlikte şehit edilip kadınlarının esir alınması ve Şiileri ve sevenlerinin öldürülmesiyle sonuçlanarak devam etmektedir.
Evet! Tarihi okuyarak hakkı batıldan ayırmaya çalışan
--------------------------
1- İbn-i Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c. 1, s. 20.
her insaflı ve özgür Müslüman, Ehl-i Beyt' e zulmedenlerin başında Ebu Bekir'in yer aldığını görür. Bunun için de Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'i okuması yeterlidir.
Gelin görün ki, cennet ehli kadınlarının hanımefendisi ve Allah'ın kendisinden her türlü pisliği giderip tertemiz kıldığı Hz. Fatıma'yı yalanlayıp Hz. Ali ve Ümmü Eymen'in tanıklığını reddeden aynı bu Ebu Bekir, hiçbir şahit istemeden sıradan bir sahabinin iddiasını kabul ediyor! Şimdi hep birlikte Buhari ve Müslim' in bu konuda naklettiklerine şöyle bir göz atalım.
Buhari, Sahih'inin "Şehadat Kitabı"nda, Müslim ise, Sahih'inin "Faziletler Kitabı"nda Cabir bin Abdullah'tan şöyle naklederler:
"Resulullah (s.a.a.) vefat edince Ebu Bekir'e, Ala bin Hazrami tarafından bir miktar para ulaştı. Ebu Bekir; "Resulullah'tan alacağı olanlar, gelip bizden alsınlar." dedi. Cabir der ki: Ben de; "Resulullah (s.a.a.) elini üç kez açıp yumarak bana şöyle, şöyle ve şöyle vereceğine dair söz vermişti." dedim. Cabir der ki. "Bunun üzerine Ebu Bekir, üç kez avucumun içine beş yüz (toplam bin beş yüz dirhem veya dinar) saydı."1
Şimdi Ebu Bekir'e; niçin hiçbir şahit istemeden Cabir'i doğrulayıp elini üç kez parayla doldurduğunu soracak biri yok mu?! Yoksa Cabir, bütün alemlerin kadınlarının hanımefendisi olan Fatıma' dan daha takvalı, daha imanlı mıydı?!
--------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 236; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1806, h. 2314.
İlk Üç Halife Hakkında / 263
Bütün bunlardan daha şaşırtıcı olan; Ebu Bekir'in, Hz. Fatıma'nın kocası Ali bin Ebi Talib'in şahitliğini kabul etmemesidir. Ali ki, Allah her türlü pisliği ondan uzaklaştırarak onu tertemiz kılmıştır! Ali ki, Resulullah'a salavat getirmek farz olduğu gibi, ona da salavat getirmek farzdır! Ali ki, Resulullah (s.a.a.) "Onu sevmek iman, ona düşman olmak nifaktır."1 buyurmuştur!
Yine Buhari, Hz. Fatıma ve Ehl-i Beyt'e zulmedildiğini kanıtlayan bir başka olay daha anlatmaktadır. Buhari, Sahih'inin "Hediye ve Hediye Vermenin Fazileti Kitabı"nda şöyle nakleder:
"Suheyb Oğulları, Resulullah'ın (s.a.a.) iki ev ve bir odayı Suheyb' e bağışladığını iddia ettiler. Mervan, "Buna şahidiniz de var mı?" diye sorunca, "Abdullah bin Ömer şahittir." dediler. Mervan onu çağırttı. O da, Resulullah'ın (s.a.a.) iki ev ve bir odayı Suheyb'e bağışladığına dair şahitlik etti. Bunun üzerine Mervan onların lehine hüküm verdi. "2
Ey Müslüman! Bazıları hakkında uygulanıp, bazıları hakkında uygulanmayan şu hükümleri görüyor musun?! Bu, zulüm ve haksızlık değil de nedir?! Yalnızca Abdullah bin Ömer'in şahitliğinden dolayı Müslümanların halifesi, iddia edenlerin lehine hüküm verebiliyorsa, peki neden Ali bin Ebi Talip ile Ümmü Eymen'in tanıklığı reddediliyor?! Bu soruyu soracak bir Müslüman yok mu?! Kur'an'ın ölçülerine göre hüküm verilmek isteniyorsa, bir erkekle bir
-----------------
1- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 86, h. 78; Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 635; Sünen-i Nesei, c. 8, s. 116-117.
2- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 215.
kadının tanıklığı, tek bir erkeğin tanıklığından daha güçlü değil mi?! Yoksa Suheyb'in evlatları, Resulullah'ın (s.a.a.) kızından daha mı doğru konuşan kimselerdi?! Ya da Abdullah bin Ömer, halifelerin yanında Ali bin Ebi Talip'ten daha mı güvenilirdi?!
Ebu Bekir'in Resulullah'tan naklettiği "Biz peygamberler miras bırakmayız." sözüne gelince; bu iddiayı Hz. Fatıma yalanlamış ve Kur'an'la çeliştiğini ortaya koymuştur. Resulullah (s.a.a.) sahih bir hadiste buyurmuştur ki: "Benden size bir hadis aktarıldığında, onu Allah'ın Kitabına sunun. Eğer Allah'ın Kitabına uyuyorsa, onunla amel edin. Eğer Allah'ın Kitabına uymuyorsa, onu duvara çarpın."
Hiç kuşku yok, Ebu Bekir'in rivayet ettiği bu söz, Kur'an'ın birçok ayetiyle çelişmektedir. Şimdi Ebu Bekir'e ve bütün Müslümanlara şu soruyu soracak birisi yok mu: Neden Kur'an'a, sünnete ve akla ters düşen bu rivayet hususunda Ebu Bekir'in tanıklığı kabul ediliyor da, Kur'an'a, sünnete ve akla uygun olan Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın tanıklığı reddediliyor?!
Bütün bunlar bir yana, taraftarlarının uydurduğu faziletler sayesinde Ebu Bekir'in derecesi ne kadar yukarı çıkarılsa da, kesinlikle cennet ehli kadınların hanımefendisi olan Hz. Fatıma'nın ve Resulullah'ın her yerde bütün sahabeden öne geçirdiği Ali bin Ebi Talib'in derecesine ulaşamaz. Örnek olarak, Resulullah'ın (s.a.a.) Hayber savaşında bayrağı Ali'nin eline vermesine değinebiliriz. Resulullah o gün şöyle buyurmuştu: "Bayrağı bugün öyle birisine vereceğim ki, Allah'ı ve Resulünü sever; Allah ve Resulü de onu severler." Bütün sahabiler bayrağı almak ümi-
İlk Üç Halife Hakkında / 265
diyle boyunlarım uzatmışlar, ama Resulullah (s.a.a.) bayrağı diğer hiç kimseye değil, Ali'ye vermişti.! Yine Resulullah (s.a.a.) Ali'nin hakkında şöyle buyurmuştur: "Ali bendendir ve ben Ali'denim. Benden sonra müminlerin velisi odur."2
Mutaassıp ve inatçı kimseler, bu hadislerde şüphe etseler bile, şu konuda asla şüphe edemezler: Ali ile Fatıma'ya salat ve selam göndermek, Resulullah'a (s.a.a.) salat ve selam göndermenin bir parçasıdır. Yani Ebu Bekir, Ömer, Osman, cennetle müjdelenenler, ashap ve ve bütün Müslümanların namazı, ancak Allah'ın, kendilerinden her türlü pisliği uzaklaştırıp tertemiz kıldığı Muhammed ve Al-i Muhammed' e salat ve selam göndermekle kabul olur.
Bu konu Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim3 ve diğer Sahihlerde yazılıdır. Bu nedenle Şafii bir şiirinde der ki: Kim siz Ehl-i Beyt'e salat göndermezse, namazı batıl olur.4
Eğer bu yüce makamlarına rağmen yine de onların yalan söyledikleri iddia edilirse, bu durumda İslam'ın ruhuna Fatiha okumaktan başka yapılacak bir şey kalmaz.
Bize, "Neden Ebu Bekir'in iddiası kabul ediliyor da, Ali ve Fatıma'nın iddiası kabul edilmiyor?" diye soracak olur-
------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 73; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1871, Ali bin Ebi Talib'in Faziletleri Babı.
2- Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 632, h. 3712; Hasais-i Nesei, s. 77, h. 65; Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 110-111; el-İsabe, c. 2, s. 509.
3- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 151; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 305, h. 405 - 407.
4- Divan-ı Şafii, s. 72; es-Savaik'ul-Muhrika, s. 147.
sanız, şu cevabı veririz: Çünkü Ebu Bekir hakim ve halifedir, halife istediğini yapar ve her zaman o haklıdır! Güçlünün iddiası, yırtıcı hayvanın dişiyle iddia edip pençesiyle de ispatlamasına benzer.
Sözümüzün doğruluğunun ispatı için, aziz okuyucuların dikkatini Buhari'nin bu konudaki çelişkisine çekiyoruz. Bütün Ehl-i Sünnet'in kabul ettiği ve Ebu Bekir'i Fatıma'nın talebini reddetmesinde haklı çıkarmak için ileri sürdüğü "Biz peygamberler miras bırakmayız, bizim bıraktıklarımız sadakadır." rivayetini Ebu Bekir'den nakleden Buhari, Sahih'inde bu iddiayı çürüten başka rivayetlere de yer vermektedir.
Örneğin; Buhari şöyle nakleder: "Fatıma, Resulullah'tan (s.a.a.) kalan mirasını istediği gibi, Resulullah'ın zevceleri de Ebu Bekir'e elçi göndererek miraslarını istediler."1
Resulullah'ın (s.a.a.) zevcelerinin de miras istemeleri, Ebu Bekir'in iddiasının doğru olmadığını göstermiyor mu?!
Yine Buhari, Sahih'inin "Vekalet Kitabı"nda Abdullah bin Ömer'den şöyle nakleder: "Resulullah Hayber' den elde edilen mahsullerden, zevcelerine yüz ölçek verirdi; seksen ölçek hurma, yirmi ölçek de arpa. Ömer, Hayber'i taksim ederek Resulullah'ın (s.a.a.) zevcelerini, su ve toprak almakla Resul-i Ekrem'in zamanında olduğu gibi mahsulden belli bir miktarda pay almak arasında seçim yapmalarını istedi. Bunun üzerine bazıları toprak aldılar, bazıları ise
---------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 114 - 115, Meğazi Kitabı; Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1380, h. 1759.
İlk Üç Halife Hakkında /267
mahsulü seçtiler. Aişe de toprağı tercih etti."
Bu rivayet açıkça, Hayber'in, Resulullah'ın mirası olduğunu bildirmekte; dolayısıyla Ebu Bekir' in, "Peygamberler miras bırakmazlar" iddiasının doğru olmadığını ve Hz. Fatıma'ya haksızlık yapmış olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu rivayet ayrıca, Ömer bin Hattab'ın, hilafeti döneminde Hayber'i Resulullah'ın zevceleri arasında taksim edip onları toprak veya mahsulden birini seçmekte serbest bıraktığını, Aişe'nin de toprak aldığını bildirmektedir. Peki nasıl oluyor da Peygamber'in eşi Aişe miras alabiliyor, ama kızı Fatıma miras alamıyor?!
Ey akıl sahipleri! Ne olursunuz, bize cevap verin; Allah da size sevap ve mükafat versin!

Bunu da bir kenara bıraksak, görüyoruz ki Ebu Bekir'in kızı Aişe, Resulullah'ın bütün evini sahiplendi; ama Resulullah'ın diğer zevcelerinin böyle bir şansı yoktu. Yine Aişe babasını o eve gömdü; Ömer'i de onun yanına defnetti. Oysa Hz. Hasan'ın, dedesi Resulullah'ın (s.a.a.) yanına defnedilmesine mani oldu. Bunun üzerine İbn-i Abbas Aişe'ye sinirlenerek şöyle dedi:
"Ey Aişe! Dün deveye bindin. Bugün de katıra binmişsin. Korkarım ki yaşarsan, yarın da file bineceksin. Senin miras hakkın sekizde birin dokuzda biri kadardır. Ama sen bütün mirası ele geçirdin."2
Ben bu konuda daha fazla tafsilata girmek istemiyorum.
-----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 137.
2- el-Haraic ve'l-Ceraih, c. 1, s. 243.
Araştırmacıların kendileri tarihe başvurmalıdırlar. Burada Hz. Fatıma'nın Ebu Bekir'e ve diğer sahabilere karşı irad ettiği hutbenin bir bölümünü nakletmek yerinde olacaktır. Böylece bundan sonra kurtulmak isteyenler bununla kurtulsun ve helak olmak isteyenler de bu delille helak olsunlar. Hz. Fatıma onlara hitap ederek şöyle dedi:

"Acaba siz Kur'an'ı bilerek terk edip arkanıza mı attınız?! Yüce Allah Kur'an'da, "Süleyman Davud'a mirasçı oldu." diye buyurmuyor mu?! Yine Hz. Zekeriya'nın "Bana kendi katından bir yardımcı armağan et; bana mirasçı olsun ve Yakub Oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim, onu (kendisinden) razı olunanlardan kıl." diye Allah'a yalvardığı Kur'an'da sabit değil midir?!

Yüce Allah; "Akrabalar (mirasta) Allah'ın Kitabına göre birbirinden önceliklidir.", "Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki I{adının hissesi kadar tavsiye eder." ve "Sizden birine ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır bırakmışsa, anaya - babaya ve yakın akrabaya bilinen (meşru) bir tarzda vasiyette bulunması, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak, size yazıldı (farz kılındı)." diye buyurmuyor mu?!

Miras konusundaki ayetler size mi mahsustur ve babam bu ayetlerin hükmünden dışlanmış mıdır?! Siz Kur'an'ı babamdan ve amcamın oğlundan daha mı iyi biliyorsunuz?! Yoksa size göre ben babamın dininde değil de, başka bir dine mi mensubum?! Ve bu yüzden mirasçı olamazsın diye bir iddianız mı var?!

Ey Ebu Bekir! Hilafet de, el koyduğun Fedek de senin olsun! Kıyamet gününde görüşeceğiz. O gün ki hakem

İlk Üç Halife Hakkında / 269

Allah 'tır, önder ise Muhammed. Ve kıyamet günü batıl yolda olanlar hüsranda olacaktır."1

EBU BEKİR'İN ZEKAT VERMEYEN MÜSLÜMANLARI KATLETMESİ
Buhari, Sahih'inin "Dinden Dönenlerden Tevbe Etmelerini İstemek Kitabı"nda, Müslim de, Sahih'inin "İman Kitabı"nda Ebu Hureyre' den şöyle nakleder:

"Resulullah vefat ettikten sonra, Ebu Bekir halife olup Araplardan bazıları kafir olunca, Ömer dedi ki: "Ey Ebu Bekir! Sen halkla niçin savaşıyorsun? Halbuki Resulullah (s.a.a.) buyurmuştur ki: "Ben, halk "La ilahe illallah" diyene kadar onlarla savaşmakla görevliyim. Kim "La ilahe illallah" derse, malı ve canını benden korumuş olur. Ama eğer bir hakkı zayi etmiş olursa, o başka. Allah da onu hesaba çeker."

Ebu Bekir dedi ki: "Vallahi, kim namaz ile zekatı birbirinden ayırırsa (namaz kıldığı halde zekat vermezse), onu öldüreceğim. Çünkü zekat, mala taalluk eden bir haktır. Vallahi, eğer Resulullah (s.a.a.) zamanında verdikleri zekatın az bir miktarını da olsa bana ödemezlerse, onlarla savaşacağım."

Ömer der ki: "Allah'a andolsun ki ben, Allah'ın, Ebu Bekir'in göğsünü savaşmak için genişlettiğini hissettim ve Ebu Bekir'in haklı olduğunu anladım."2

Ebu Bekir ve Ömer'den böyle bir şey asla yadsınmamalıdır. Çünkü daha önce de Ebu Bekir ve Ömer, Hz. Fatıma'nın evini, içindeki biat etmeyen sahabilerle birlikte

-----------------------------
1- Ahmed bin Ebi Tahir, Belağat'un-Nisa, s. 17.
2- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 19; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 51, h. 20.
yakma tehdidini savurmuşlardı.1 Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve biatten kaçınan seçkin sahabileri yakmakla tehdit eden kimseler için, zekat vermekten çekinen Müslümanları öldürmek çok kolay bir iştir. Peygamber'in tertemiz Ehl-i Beyti ve ashabın seçkinlerine böyle davranan kimseler, çöl Araplarına ne yapmazlar ki?! Kaldı ki biatten kaçınanlar, Resulullah'ın (s.a.a.) nassı ile hilafetin kendi hakları olduğu görüşündeydiler. Resulullah'tan herhangi bir nassın olmadığını iddia ederek işin şura ile halledilmesi gerektiğini farz etsek dahi, onlara (biatten kaçınanlara) itiraz ve eleştiri hakkını teslim etmeliyiz.. Bütün bunlara rağmen, Hz. Fatıma'nın evini yakmak tehdidinde bulundukları rivayetlerle sabittir. Eğer Hz. Ali, Müslümanların kanının dökülmemesi ve İslam ümmetinin birliğinin korunması için, teslim olup ashabına da biat etmek için evden çıkma emrini vermeseydi, hiç kuşkusuz, onları yakacaklardı.
Artık Fatıma'tüz-Zehra dünyadan göçmüş, Ali de görünüşte bile olsa onlarla sulh etmişti ve her şey onların istediği gibi yürüyordu. Bu yüzden, Peygamberlerinden sonra neler olup bittiğini ve niçin Peygamber'in tayin ettiği şahıs değil de başka bir şahsın2 hilafet makamında oturduğunu öğrenmek isteyen ve bu nedenle de zekat vermekten kaçınan Medine dışındaki bazı kabilelere asla tahammül edemezlerdi.
--------------------------
1- İbn-i Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c. I, s. 19; el-Ikd'ül- Ferid, c. 4, s. 259 - 260; Muhtasar-u Ebi'l-Peda, c. 1, s. 156; Tarih-i Taberi, c. 3, s. 202.
2- Ömer; Ebu Bekir'in, düşünüp taşınmadan alınan ani bir kararla hilafete getirildiğini söyler. Bkz. Sahih-i Buhari, c. 7, s. 208 - 209, Muharip Kafirler ve Mürtetler Kitabı; el-Milel ve'n-Nihel, c. 1, s. 30.
İlk Üç Halife Hakkında /271
Dolayısıyla, Ebu Bekir ve hükümetinin, suçsuz Müslümanları katledip, saygınlıklarını gözetmemesine, kadınlarını ve çocuklarını esir almasına şaşırmamak gerekir. Tarihçiler yazarlar ki: Ebu Bekir; Halid bin Velid'i Süleym Oğulları kabilesine gönderdi; o da onları yaktı.1 Sonra onu Yemame'ye ve Temim Oğullarına gönderdi. Halid, onları hile ile aldattıktan sonra ellerini bağlayıp kılıçla boyunlarını vurdu ve Resulullah'ın (s.a.a.) güvenip de kavminde zekat toplaması için tayin ettiği yüce sahabi Malik bin Nüveyre'yi öldürüp aynı gece karısına tecavüz etti. La havle ve la kuvvete illa billah'il-Aliyy'il-Azim.
Malik ve kavminin hiçbir suçu yoktu. Onlar, Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra meydana gelen acı olayları, Hz. Ali'nin hilafetten uzaklaştırılmasını, Hz. Fatıma'ya yapılan zulümleri, Hz. Fatıma'nın hilafeti gasp edenlere karşı gazaplı olarak dünyadan göçtüğünü, Ensar'ın büyüğü Sa'd bin Ubede'nin biatten çıkıp muhalefete geçtiğini duymuş ve Ebu Bekir'e biatin sıhhatinde şüpheye düşmüşlerdi ve bu nedenle de olayların netleşmesini bekleyerek zekat vermekten kaçınmışlardı. Ama halife ve yandaşları hemen hükmü vermiş, erkeklerini öldürmüş, kadınları ve çocuklarını esir almışlardı ki, kimse hilafete itiraz veya muhalefet etmeye cesaret edemesin.
Doğrusu; Ebu Bekir'in kendisi bile hatasını itiraf ettiği halde2 yine de bazılarının, Ebu Bekir'i ve hükümetini savu-
-------------------
1- Muhibbuddin Taberi, er-Riyaz'un-Nazıra, c.l, s. 149.
2- Ebu Bekir, daha sonra Malik bin Nüveyre'nin kardeşi Mütmim' den özür dilemiş ve beytülmaldan onun diyetini ödeyerek; "Halid içtihat edip yanılmıştır." demişti. Bkz. Tarih-i Taberi, c.3, s. 276 - 278; el-Eğani, c. 15, s. 298 - 302.
narak Ömer'in; "Allah'a andolsun ki ben, Allah'ın, Ebu Bekir'in göğsünü savaşmak için genişlettiğini hissettim ve Ebu Bekir'in haklı olduğunu anladım." şeklindeki sözünü tekrarlamalarına şaşmamak elde değil!
Acaba Ömer' e; neye dayanarak Müslümanlarla savaşmanın caiz olduğuna kanaat getirdiğini sorabilir miyiz?! Kendisi, Resulullah'ın (s.a.a.) "La ilahe illallah" diyen birini öldürmeyi haram ettiğini söylemiyor mu?! Ve bu hadisi delil göstererek Ebu Bekir'e karşı çıkmamış mıydı?! Nasıl oluyor da ansızın karar değiştirerek Ebu Bekir'in haklı olduğuna kanaat getirerek Müslümanların katledilmesine rıza gösteriyor?! Allah'ın, Ebu Bekir'in göğsünü genişlettiğini gördüğü için mi?! Bu göğüs genişliği nasıl bir genişlikmiş acaba?! Yalnız Ömer mi görmüş, bu göğüs genişliğini?! Eğer bu göğüs genişliği, mecazi anlamda manevi bir genişlikse, Allah Teala, Resulünün diliyle açıklanmış olan hükümlerine muhalefet eden kimselere böyle bir göğüs genişliği verir mi acaba?! Yani, Allah Teala, bir taraftan Resulünün diliyle "La ilahe illallah" diyenin öldürülmesini haram ediyor, diğer taraftan Ebu Bekir ile Ömer'in onları öldürmeleri için göğüslerini mi genişletiyor?! Yoksa, Resulullah'tan (s.a.a.) sonra Ebu Bekir ile Ömer' e vahiy mi nazil olmuştu?! Hayır, hayır! Onlar, kendi siyası çıkarları için içtihat ederek Allah'ın hükümlerini ayaklar altına almışlardı.
Ebu Bekir'i savunanların; "Onlar (Malik ve kavmi) İslam dininden çıkmışlardı ve bu yüzden öldürülmeleri gerekiyordu." doğrultusundaki iddiaları doğru değildir. Tarihten azıcık haberi olanlar, onların İslam' dan çıkmadıklarını, fakat zekat vermekten kaçındıklarını bilirler. Onlar, Halid
İlk Üç Halife Hakkında /273
bin Velid ile birlikte cemaat namazı kılmışlardı. Ebu Bekir de, Müslümanların beytülmalından Malik'in diyetini (kan parasını) ödemiş ve öldürülmesinden dolayı özür dilemişti. Halbuki İslam' dan çıkan bir mürtedin öldürülmesinden dolayı özür dilenmez ve ona diyet ödenmez. Selef-i Salihten hiçbir kimse de, zekat vermeyenin kafir olduğunu söylememiştir. Sadece, uzun bir süreden sonra mezhepler ve fırkalar ortaya çıkınca, Ehl-i Sünnet, Ebu Bekir'i temize çıkarmak için onların İslam' dan çıktıklarını söylediler. Çünkü Ehl-i Sünnet' in Sahihlerinde olduğu gibi, "Müslümana küfretmek fısk, onu öldürmek ise kafirliktir."1 Hatta Buhari bile Ebu Bekir'in, "Vallahi zekat ile namazı birbirinden ayıranları öldüreceğim." sözünü, "Farzları Kabul Etmekten Kaçınıp da Mürted Sayılmayanlar"2 başlığı altında nakletmiştir. Demek ki Buhari de onların mürted olmadıklarına inanmaktadır.

Bazıları ise, tıpkı Ebu Bekir gibi; "Zekat mala taalluk eden bir haktır." diye yorum yaparak Ebu Bekir'i savunmak istemişler. Bu da doğru bir yorum değildir. Çünkü:

1- Resulullah (s.a.a.) "La ilahe illallah" diyenlerin öldürülmesini haram kılmıştır. Bu konuda Ehl-i Sünnet Sahihlerinde birçok hadis vardır.

2- Zekatın mala taalluk eden bir hak olması, şer'i hakime zekat vermekten kaçınanlardan zorla zekat alma hakkını verir; onları öldürüp kanlarını dökme hakkını vermez.
----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 19, İman Kitabı; Sahih-i Müslim, c. 1, s. SI, h. 64, İman Kitabı.
2- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 19.
3- Zekatın mala taalluk eden bir hak olması, zekat vermekten kaçınanları öldürmeyi caiz kılsaydı, Resulullah'ın (s.a.a.) zekat vermekten kaçınan Sa'lebe'yi öldürmesi gerekirdi. Oysa Resulullah, böyle bir girişimde bulunmadı. 1
4- Sünni kaynakları, " 'La ilahe illallah' diyeni öldürmek haramdır." anlamındaki hadislerle doludur. Biz, bu konuda yalnızca Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'in kaydettikleri bazı hadisleri naklediyoruz:
a- Müslim, Sahih'inin "İman Kitabı, Kafirin 'La İlahe İllallah' Demesinden Sema Öldürülmesinin Haram Oluşu Babı"nda, Buhari de "Meğazi Kitabı"nda şöyle naklederler:
Mikdat bin Esved, Resulullah'a (s.a.a.); "Eğer ben bir kafirle savaşırsam, sonra o benim bir elimi kılıçla keserse ve peşinden bir ağacın arkasına sığınarak, "Ben Müslüman oldum." derse, onu öldürmem caiz olur mu?" diye sordu. Resulullah; "Onu öldürme." buyurdu. Miktad; "Ya Resulallah! O, benim ellerimden birini kesmiş, ondan sonra Müslüman olduğunu söylemiştir! Resulullah (s.a.a.) yine; "Onu öldürme." buyurdu. "Eğer onu öldürürsen, o, senin onu öldürmeden önceki durumunda olur, sen de onun Müslüman olmadan önceki durumuna düşersin."2
Bu hadise göre, eğer bir kafir "La ilahe illallah" derse, daha önce bir Müslümana zulmedip onun elini kesmiş olsa bile, onu öldürmek haram olur. Halbuki henüz, "Muhammedun Resulullah" dememiş; namaz, zekat, oruç ve haccı kabul ettiğini belirtmemiştir. O halde, nasıl yorum
-----------------------------
1- Vahidi, Esbab'un-Nüzu1, c. 170 - 171.
2- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 95, h. 95; Sahih-i Buhari, c. 5, s. 109.
İlk Üç Halife Hakkında /275
yapabiliyor ve nereye gidiyorsunuz?!
b- Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı"nda; Müslim ise, "İman Kitabı, Kafirin 'La ilahe illallah' Demesinden Sema Öldürülmesinin Haram Oluşu Babı"nda Üsame bin Zeyd' den şöyle naklederler:
"Resulullah bizi Hurka'ya göndermişti. Sabah vakti onlara baskın yaparak onları yenilgiye uğrattık. Ben ve Ensar' dan biri, onlardan birinin peşine takıldık. Onu yakaladığımızda hemen "La ilahe illallah" dedi. Ensar' dan olan onu bıraktı, ama ben mızrağımla onu öldürdüm. Medine'ye döndüğümüzde bu haber Resulullah'a ulaştı. Resulullah buyurdu ki: "Ey Üsame! O adam "La ilahe illallah" dedikten sonra niçin onu öldürdün?" Ben; "O, bu cümleye sığınarak kurtulmak istiyordu." dedim. Ama Resulullah (s.a.a.) bu sözü o kadar tekrarladı ki, "Keşke o günden önce Müslüman olmasaydım" diye arzuladım!l
Bu hadis, kesinlikle, "La ilahe illallah" diyen birini öldürmenin haram olduğunu bildirmektedir. Bu yüzden görüyoruz ki, Resulullah (s.a.a.) Üsame'ye öyle şiddetle çıkışıyor ki, Üsame, "Keşke o günden önce Müslüman olmasaydım" diye arzu ediyor ve böylece "İslam' a yeni girenin geçmişteki hataları affolunur." hadisinin kapsamına girmek istiyor.
c- Buhari, Sahih'inin "Elbise Kitabı"nda; Müslim ise, Sahih'inin "İman Kitabı"nda Ebuzer'den şöyle naklederler:
"Bir gün Resulullah'ın huzuruna çıktığımda üzerinde beyaz bir elbise olduğu halde uyuyordu. Geri dönüp bir
------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 183; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 97, h. 96.
9
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun(Fes'elu Ehle'z Zikr)

Zikir Ehline Sorun(Fes'elu Ehle'z Zikr)
süre sonra geldiğimde uyanmıştı. Beni görünce şöyle buyurdu: " 'La ilahe illallah' deyip de bu inanç üzerine ölen kul, mutlaka cennete girecektir." Dedim ki: "Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa da mı?!" Resulullah; "Evet!" buyurdu. "Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa bile!" Ebuzer tekrar; "Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa da mı?!" diye şaşkınlığını dile getirdi. Resulullah; "Ebuzer'e rağmen evet! Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa bile!" buyurdu."1
Ebuzer, bu hadisi her anlattığında, "Ebuzer istemese bile..." diyordu. Bu hadis, "La ilahe illallah" deyip de bu akide üzerine ölen herkesin cennete gireceğini bildirmektedir. Dolayısıyla da "La ilahe illallah" diyen bir adamı öldürmek caiz değildir. Ebu Bekir, Ömer ve gerçekleri yorumlayıp tersine göstererek, Allah'ın hükümlerini değiştiren geçmişlerinin saygınlığını korumaya çalışan taraftarları bundan hoşlanmasalar da bu böyledir.
Hiç kuşkusuz, Ebu Bekir ve Ömer bu hükümleri bizden daha iyi biliyorlardı. Ama ne var ki, hilafet uğruna, bilerek Allah'ın ve Resulünün hükümlerini değiştirdiler.
Belki de Ebu Bekir, zekat vermeyenleri öldürmek isterken Ömer ona karşı çıkarak Resulullah'ın hadisini delil getirdiğinde, Ömer' e şöyle demiştir: "Fatıma'nın evini yakmak için odunu eline alan sen değil miydin? Fatıma hakkında en azından, "La ilahe illallah" dediği söylenemez miydi?" Sonra da sözlerine şunları eklemiştir: "Oysa Hilafet Merkezi'nde bulunan Ali ve Fatıma sürekli göz altında oldukları için fazla bir şey yapamazlardı. Ama eğer zekat
--------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 192 - 193; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 95, h.94.
İlk Üç Halife Hakkında /277
vermeyenleri kendi hallerine bırakırsak, bütün İslam memleketlerine yayılıp Hilafet Merkezi'ne karşı büyük bir tehlike oluşturabilirler." Ve bu sözlerden sonra Ömer ikna olarak; "Gördüm ki Allah, Müslümanları öldürmesi için Ebu Bekir'in göğsünü genişletmiştir." demiş ve Ebu Bekir'in haklı olduğunu anlamıştır!
EBU BEKİR, ÖMER VE DAHA SONRA OSMAN TARAFINDAN RESULULLAH'IN SÜNNETİNİN YAZILMASININ YASAKLANMASI
Araştırmacı bir kimse ilk üç halifenin tarihte kaydedilen bazı icraatlarını okursa, onların Peygamber efendimizin hadislerinin yazılmasını yasakladıklarını ve hatta ashabın bu hadisleri halka nakletmelerine dahi izin vermediklerini görecektir. Çünkü bu hadisler, onların menfaatleriyle çelişmekte veya en azından siyası ve şahsi maslahatlarına uygun olarak uydurdukları hükümlere ters düşmekteydi. Böylece, Kur'an'ın açıklayıcısı ve Kur'an'dan sonra İslam hükümlerinin ikinci kaynağı olan nebevi hadisler, onların zamanında unutulmaya terkedildi. Bu durum, Ömer bin Abdülaziz veya hatta biraz andan sonraya kadar devam etti. Bu konuda tarihçiler ve hadisçiler, ittifak içerisindedirler. Örneğin; Buhari, Sahih'inin "İlim Kitabında" şöyle nakleder:
"Ömer bin Abdulaziz'in Ebu Bekir bin Hazm'a şöyle yazdı: 'Resulullah'ın hadislerini dikkatle topla ve onları yaz. Çünkü ben ilmin kaybolmasından ve alimlerin ölmesinden korkuyorum. Resulullah'ın (s.a.a.) hadislerinden başka bir şey de kabul edilmesin. İlim yayılmaya çalışılmalı, alimler oturmalı ve bilmeyenler gelip onlardan ilim öğren-
melidirler. Çünkü ilim gizli kalırsa yok olur gider. "1
Ama Ebu Bekir, Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra halka bir konuşma yaparak şöyle dedi:
"Sizler, Resulullah'tan, ihtilaf ettiğiniz hadisler naklediyorsunuz. Sizden sonra ise halk daha fazla ihtilaf edecektir. Öyleyse Resulullah'tan (s.a.a.) hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis isteyen olursa; 'Aramızda Allah'ın Kitabı vardır. Onun helalini helal, haramını ise haram bilin; bu bize yeter.' deyin."2
Ebu Bekir'in işi gerçekten de şaşırtıcıdır! Peygamber'in (s.a.a.), ümmeti sapmaktan koruyacak olan vasiyetini yazdırması engellenen o uğursuz perşembe gününden henüz birkaç günden fazla bir zaman geçmeden, aynen arkadaşı Ömer gibi; "Allah'ın Kitabı bize yeter." diyor!
Allah'a şükürler olsun ki, Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini arkalarına attıklarını ve onu hiçe saydıklarını kendi dilleriyle itiraf ediyorlar.
Şimdi Ebu Bekir ve Ömer'i her zaman savunan ve onları Resulullah'tan sonra en iyi insanlar olarak bilen Ehl-i Sünnet'ten soruyoruz: Sizler, Sahihlerinizde Resulullah'ın; "Ben, sizin aranızda iki şey bırakıyorum; onlarla amel ederseniz, asla sapıtmazsınız: Allah'ın Kitabı ve sünnetim." buyurmuş olduğunu nakletmiyor musunuz?! Peki, -faraza bu hadis doğru ise- nasıl oluyor da Resulullah'tan sonra halkın en faziletlileri olan Ebu Bekir ve Ömer, sünnetin yazılması ve anlatılmasını yasaklıyorlar ve sünnete hiç mi
---------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 36.
2- Zehebi,Tezkiret'ü1-Huffaz, c. 1, s. 3 - 4.
İlk Üç Halife Hakkında / 279
hiç değer vermiyorlar?! Ayrıca, "Kur'an'ın helalini helal, haramını ise haram bilin." diyen Ebu Bekir'e; "Zekat vermeyenleri öldürmenin, kadınları ve evlatlarını esir almanın caiz olduğunu hangi ayette gördün?" diye soracak biri yok mu?
İşte Allah'ın Kitabı, bizimle Ebu Bekir arasında hakemlik yaparak zekat vermeyenler hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Onlardan bazıları; 'Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve kesinlikle salihlerden olacağız.' diye Allah'a söz verdiler. Ama Allah, lütuf ve kereminden onlara nimetler verince, cimrilik yaparak sözlerinden döndüler ve dinden yüz çevirdiler. Allah'a verdikleri sözlerinden döndüklerinden ve yalan söylediklerinden dolayı Allah, onların kalplerine nifak soktu."1
Bütün müfessirler, bu ayetlerin Resulullah (s.a.a.) zamanında zekat vermekten kaçınan Sa'lebe hakkında olduğunda ittifak etmişlerdir. Kaldı ki, Sa'lebe Resulullah'a zekat ödemekten kaçındığı gibi, zekatı inkar ederek cizye olduğunu söylemişti. Ama buna rağmen Resulullah (s.a.a.) onunla savaşmadı ve onu öldürmedi. Hatta gücü yettiği halde mallarını da zorla almadı.
Malik bin Nüveyre ve kabilesi ise, zekatın farz olduğunu inkar etmemişlerdi. Onlar, sadece Resulullah'tan (s.a.a.) sonra zorla, hileyle ve fırsatı ganimet bilerek başa geçen şahsın hilafetine itiraz etmişlerdi.
----------------------
1- Tevbe Süresi /75 - 77.
Bundan da daha şaşırtıcı olan, Ebu Bekir'in. Hz Fatıma'nın karşısındaki tutumudur. "Sizler, Resulullah'tan, ihtilaf ettiğiniz hadisler naklediyorsunuz. Sizden sonra ise halk daha fazla ihtilaf edecektir. Öyleyse Resulullah'tan (s.a.a.) hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis isteyen olursa; 'Aramızda Allah'ın Kitabı vardır. Onun helalini helal, haramını ise haram bilin; bu bize yeter.' söyleyin." diyen Ebu Bekir, nasıl oluyor da alemler kadınlarının hanımefendisi olan Fatıma'tüz-Zehra'nın okuduğu muhkem ayetler karşısında, kendisinden başka kimsenin rivayet etmediği uyduruk bir hadise dayanıyor ve bu hadisle o muhkem ayetleri neshediyor?! İlginç değil mi?! Peki, niçin kendi söylediğiyle kendisi amel etmiyor?! Niçin Resulullah'ın (s.a.a.) bir parçası olan Fatıma'tüz-Zehra ile, kendisi rivayet ettiği "Biz peygamberler miras bırakmayız." hadisinde ihtilaf edince, Kur'an' a başvurmuyor?!
Cevabı bellidir. Çünkü Allah'ın Kitabına başvurulduğu takdirde, Hz. Fatıma'nın bütün iddiaları ispatlanacaktı. O zaman da Ebu Bekir'in işi zorlaşacak ve hilafet konusunda da deliller karşısında teslim olması gerekecekti. Bu da hiç mi hiç Ebu Bekir'in işine gelmiyordu. Yüce Allah buyuruyor ki:
"Ey iman edenler, yapmadıklarınızı niçin söylüyorsunuz? Yapmadıklarınızı söylemeniz, Allah'ın gazabına sebep olan büyük bir suçtur."1
Evet, işte bu yüzden Ebu Bekir, Resulullah'ın (s.a.a.) hadislerinin halkın arasında yayılmasını istemiyordu. Onların yazılmasına, anlatılmasına, bir şehirden başka bir şehre
-----------------
1- Saff Suresi /2 - 3.
İlk Üç Halife Hakkında / 281
taşınmasına izin vermiyordu.
Çünkü Resulullah'ın hadislerindeki yorumlanamayacak sözler, onun hükümeti ve siyasetiyle açıkça çelişmekteydi. Öyleyse bu hadisleri gizlemek, hatta mahvedip yakmaktan başka çare yoktu.
İşte! Kızı Aişe babasının aleyhinde şahitlik ederek diyor ki: "Babam, Resulullah'ın beş yüz hadisini bir araya topladı. Akşam olunca yatağında o tarafa bu tarafa döndüğünü ve uyuyamadığını gördüm. İçimden, "Herhalde bir rahatsızlığı var ya da duyduğu bir haberden dolayı endişelenmiştir." dedim. Sabah olunca beni çağırarak, "Kızım, sana emanet olarak verdiğim hadisleri getir." dedi. Ben hadisleri getirince, hepsini alıp yaktı..." 1
ÖMER BİN HATTAB'IN HADİS YAZIMINI YASAKLAMASI
Ebu Bekir' in, hadisleri yasaklamadaki siyasetini gördük. Gördük ki, zamanında toplanan beş yüz hadisi yakarak, sahabe ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini öğrenmek isteyen diğer Müslümanların bunlara ulaşmasını engelledi. Ebu Bekir'in emriyle halife olan Ömer'in de aynı siyaseti uygulaması gerekiyordu. Fakat o, hadislerin yazılmasını yasaklamakla yetinmeyip bu uğurda tehditler savurarak, bazen halkı döverek, bazen de zindana atarak kendi meşhur şiddetini de kullanıyordu.
İbn-i Mace, Sünen'inde Kurza bin Kâb'dan şöyle nakle-
--------------------
1- Kenz'ül-Ummal, c. ıo, s. 285, h. 29460; Tezkiret'ül-Huffaz, c. 1, s. 5.
der: "Ömer bin Hattap bizi Küfe'ye gönderirken "Sirar" denilen bir yere kadar bizimle gelerek orada bize; "Biliyor musunuz niçin buraya kadar sizinle birlikte geldim?" dedi. Biz; "Herhalde Ensar'dan veya Resulullah'ın (s.a.a.) ashabından olduğumuz içindir." dedik. Ömer "Hayır." dedi. "Size söylemek istediğim bir mesele yüzünden geldim. Ve onu asla unutmamanızı istiyorum. Siz öyle bir kavme gönderiliyorsunuz ki, Kur'an onların kalbinde tıpkı suyun tencerede kaynadığı gibi kaynıyor. Onlar sizi görünce hepsinin boynu size doğru uzanacaktır. (Sizin gelmenize sevinecekler) Ve diyecekler ki: "Muhammed'in ashabı geldi." Dikkat edin ve elinizden geldiğince Resulullah'tan az hadis nakledin. Ve bilin ki ben sizin ortağınızım."
Kurza bin Kab oraya gittiğinde halk; "Bize Resulullah'tan bahset ve onun hadislerini naklet." deyince Kurza; "Ömer, bizi bu işten menetmiştir." dedi.1
Müslim, Sahih'inin "Adab Kitabı, izin isteme Babı"nda şöyle nakleder: "Ömer; Ebu Musa Eş' ari' yi Resulullah'tan bir hadis naklettiği için dövmekle tehdit etti."2
Ebu Said-i Hudri der ki: "Übeyy bin Kab'ın da bulunduğu bir yerde oturmuştuk. Ansızın Ebu Musa Eş'ari sinirli bir halde içeri girerek dedi ki: "Ne olursunuz söyleyin! Sizden biri Resulullah'tan, "İzin almak üç kere olur; eğer izin verilmezse geri dön." diye bir hadis duydu mu?" Übeyy; "Olay nedir?" dedi. Ebu Musa dedi ki: "Dün Ömer bin Hattab'ın yanına girmek için üç kez izin istedim; izin
----------------------------
1- Zehebi, Tezkiret'ül-Huffaz, c. 1, s. 7; Sünen-i İbn-i Mace, c. 1, s. 12, h. 28; Sünen-i Daremi, c. 1, s. 85.
2- Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1694 - 1695, h. 2153.
İlk Üç Halife Hakkında / 283
vermeyince ben de geri döndüm. Bugün onun yanına gittiğim de dedim ki: "Dün sana üç kez selam verdim; cevap vermeyince geri döndüm." Ömer; "Selamını duydum, ama biriyle meşguldüm. Neden tekrar izin istemedin?" dedi. Dedim ki: "Ben tıpkı Resulullah'ın (s.a.a.) buyurduğu gibi izin istedim." Bunun üzerine Ömer hemen sinirlenerek şöyle dedi: "Vallahi ya sesin yükselinceye kadar beline ve karnına kamçıyla vuracağım, ya da bu hadisin doğruluğu konusunda sana şahitlik etmesi için birini getirirsin!"
Übeyy bin Kab dedi ki: "Vallahi seninle birlikte, içimizde yaşı en küçük olan gelecektir. (Yani hepimiz o hadisi duyduk; hatta yaşı bizden az olanlar dahi bu hadisi duymuşlardır.) Ey Ebu Said! Git ve şahitlik et!" Ebu Said der ki: "Ben de kalkıp Ömer'in yanına giderek; "Vallahi Resulullah'ın (s.a.a.) böyle buyurduğunu ben de duydum." dedim. "
Buhari de bu olayı nakletmiş, ama adeti üzere hadisin bir bölümünü keserek Ömer'in Ebu Musa'yı tehdit etmesini anlatmamıştır.1
Hatta Müslim, Sahih'inde, Übeyy bin Kab'ın Ömer' e şu sözü söylediğini de eklemiştir: "Ey Hattab'ın oğlu! Resulullah'ın (s.a.a.) ashabına bu kadar azap verme!"
Zehebi, Tezkiret 'ül-Huffaz adlı kitabında Ebu Seleme'den şöyle nakleder: "Ebu Hureyre'ye; "Ömer'in zamanında Resulullah'ın hadislerini naklediyor muydun?" diye sorduğumda; "Ömer'in zamanında şu andaki gibi hadis
------
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 66.
nakletseydim, beni kamçısıyla döverdi." cevabını verdi."
Kısacası; Ömer, tehditlerle Resulullah'ın hadislerinin yazılmasını yasakladı ve tıpkı Ebu Bekir gibi o da ashabın yazdığı hadisleri yaktı. Bir gün minberde dedi ki: "Ey insanlar! Sizin elinizde bazı kitapların olduğu haberi bana ulaştı. Biliniz ki, onlardan Allah indinde en makbul olanı, içinde doğru şeyler yazılanıdır. Öyleyse yanında kitap olan herkes yanıma getirsin de onlar hakkındaki görüşümü belirteyim." Halk, onun ihtilafları gidermek için, yazdıklarını incelemek istediğini zannederek bütün kitaplarını getirdiler. Ömer de kitapların hepsini ateşe atarak yaktı. 2
İbn-i Abdulbir, Cami-u Beyan 'il-İim ve Fazlih adlı kitabında şöyle yazar: "Ömer bin Hattap, Resulullah'ın sünnetini yazmak istedi. Sonra bu işi yapmaktan vazgeçti ve bütün şehirlere mektup yazarak, Resulullah'ın sünnetinden yazılanları yok etmelerini istedi."3
Ömer'in tehditleri, uyarıları, yasağı ve hadis kitaplarını yakmasına rağmen, sahabiler Medine dışına çıktıkları zaman karşılaştıkları insanlara, Resulullah'ın hadislerini az çok anlatıyorlardı. Bu konuyu anlayan Ömer, yolculukta hadis anlatan sahabileri Medine'nin bir noktasında toplayıp zorla orada ikamet ettirdi. İbn-i İshak, Abdurrahman bin Avf'dan bu konuda şöyle nakleder: "Vallahi, Ömer hayattayken Resulullah'ın (s.a.a.) diğer şehirlerde bulunan ashabını, örneğin; Abdullah bin Huzeyfe, Ebu Derda,
--------
1- Zehebi, Tezkiret'ül-Huffaz, c. 1, s. 7.
2- İbn-i Sa 'd, et-Tabakat'ul-Kubra, c. 5, s. 188; Hatip Bağdadi, Takyid'ul-İlm, s. 52.
3- Cami-u Beyan'il-İlm, c. 1, s. 65.
İlk Üç Halife Hakkında / 285
Ebuzer-i Gif'ari ve Ukbe bin Amir'i Medine'ye getirtti ve; "Resulullah'tan naklettiğiniz bu hadisler de ne demek oluyor?" dedi. Onlar; "Bizi bu işten sakındırıyor musun?" dediler. Ömer şöyle dedi: "Hayır. Ama benim yanımda kalacak ve ben yaşadığım sürece buradan ayrılmayacaksınız. Vallahi ben buna izin vermeyeceğim."1
Ömer'den sonra sıra üçüncü halife Osman'a geldi. O da aynı yolu izledi ve minbere çıkarak şöyle ilan etti:
"Kimsenin, benim Ebu Bekir ile Ömer'in zamanında işitmediğim bir hadisi nakletmeye hakkı yoktur."2
Böylece, 25 yıl, yani ilk üç halifenin döneminde Resulullah'ın hadislerine konulan yasak devam etti. Ama keşke bu yasak, sadece bu yıllarla sınırlı kalsaydı. Fakat ne yazık ki, Sıra Muaviye'ye gelince, o da minbere çıkarak açıkça şöyle dedi: "Sakın Ömer'in zamanında naklolunan hadisler dışındaki hadisleri nakletmeyin. Çünkü Ömer, halkı Allah rızası için bu işten korkutuyordu."3
Emevi halifelerin hepsi de aynı yolu takip ederek Resulullah'ın (s.a.a.) sahih hadislerini yasakladılar. Üstelik onlar, Resulullah'ın (s.a.a.) dilinden yalan hadisler uydurmaya başladılar. Öyle ki, Müslümanlar asırlar boyunca, İslam'la ilgisi olmayan hurafeler ve saçmalıklarla karşı karşıya kaldılar.
Medaini, el-Ehdas adlı kitabında şöyle nakleder:
--------------
1- Kenz'ül-Ummal, c. ıo, s. 292, h. 29479.
2- et- Tabakat'ul-Kubra, c. 2, s. 336; Kenz'ül-Ummal, c. ıo, s. 295, h. 29490.
3- Sahih-i Müslim, c. 2, s. 718, h. ıo37, Zekat Kitabı.
"Muaviye 'Cemaat Yılı'ndan sonra bütün memurlarına şöyle bir genelge yayınladı: "Ebu Turab (Hz. Ali) ve Ehl-i Beyt'inin faziletleriyle ilgili bir hadis nakledenin benimle hiçbir bağı kalmaz." Böylece bütün hatipler minbere çıktıklarında Hz. Ali'ye lanet okur, ondan ve Ehl-i Beyt'inden beri olduklarını ilan ederlerdi.
Sonra, Muaviye bir genelge daha yayınlayarak; "Ali'nin evlatlarının ve Şiilerinin hiçbirisinin şahitliği geçerli değildir." dedi. Bir başka genelgede ise şöyle yazdı: "Osman'ın dostları ve taraftarlarını gördüğünüz zaman onlara saygı gösterin. Onların toplantılarına katılın; Osman'ın faziletleri ve methi hakkında hadis naklederlerse, onları tamamen onaylayın. Onların, babalarının ve yakınlarının adını yazarak bana gönderin."
Halk, Osman'ın faziletlerini nakledenlerin Muaviye'nin yanında itibar kazandıklarını; makam, dirhem, dinar ve mal-mülke ulaştıklarını görünce, geniş bir şekilde hadis uydurmaya başladılar. Öyle oldu ki halk, Osman'a fazilet sayma konusunda birbirleriyle adeta rekabete girdiler. Muaviye'nin valilerinin yanına gidenler, Osman'ın methiyle ilgili hadisler uyduruyor, onlar da hemen onun adını yazarak hediyeler veriyorlardı. Bir müddet sonra Muaviye memurlarına bir mektup daha yazarak şöyle hatırlattı: "Osman'la ilgili hadisler çoğaldı ve yerde yayıldı. Bu mektup elinize ulaştıktan sonra halkı diğer halifeler ve sahabilerle ilgili hadis nakletmeye davet edin. Eğer birisi, Ebu Turab (Hz. Ali bin Ebi Talip) ile ilgili bir hadis nakle- derse, hemen ashap hakkında onunla çelişen bir hadis nakledin. Bu, bana göre daha tatlı ve daha makbuldür. Ebu Turab'ı hadislerde değersiz göstermek, Şiilere göre Os-
İlk Üç Halife Hakkında / 287
man' ın faziletlerini anlatmaktan daha ağırdır."
Muaviye'nin mektupları halka okunuyor, ashabın hak- kında hakikati olmayan birçok hadisler naklediliyordu. Halk, bu doğrultuda hadisler uyduruyor ve bu hadisler minberlerde anlatılıyordu. Öğretmenler, öğrencilerine bu rivayetleri tıpkı Kur'an ayetleri gibi öğretiyorlardı. Hatta bunları kızlarına, kadınlarına, hizmetçilerine ve kölelerine dahi öğretiyorlardı.
Sonra, Muaviye tarafından yeni bir genelge daha yayınlandı: "Ali'nin ve Ehl-i Beyt'inin dostlarından olduğu anlaşılan herkesin adını beytülmaldan silin ve onun rızkını kesin."
Onun hemen peşinden şöyle bir genelge daha yayınladı:
"Ali'nin ve Ehl-i Beyt'inin dostluğu ile suçlanan herkesi kendinizden uzaklaştırıp evini yıkın."
Böylece en büyük musibet ve belalar lrak'lılara, özellikle Kufe'lilere nazil oldu. Ali'nin Şiilerinden biri, eğer dostuna bir sırrını açmak isteseydi, gizlice onun evine gider, kölelerden ve hizmetçilerden uzakta ondan, sırrını kimseye açmayacağına dair söz aldıktan sonra, sırrını ona açardı. Böylece, uydurma hadisler, yalanlar ve iftiralar çoğaldı. Fakihler, kadılar ve valiler de aynı yolun takipçileri oldular. Alçak gönüllülük ve takva gösterisi yapan Kur'an hafızları, yalan hadisler uydurarak mal-mülk sahibi oldular. Böylece, yavaş yavaş bu hadisler dindarlara da sıçradı. Onlar, bu hadislerin doğru olduğunu zannederek onları kabullenip naklettiler. Oysa eğer onlar, bu hadislerin uydurma ve yalan olduğunu bilseydiler, kesinlikle onlara inanmaz, onları
-----------------
nakletmezlerdi.1
Bence, bütün bunların sorumluluğu, Resulullah'ın (s.a.a.) sahih hadislerinin yazılmasını yasaklayan Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a aittir. Taraftarları; onların, bu işi hadislerin Kur'an'la karışmaması için yapmış olduklarını söylerler. Ama bu söze deliler bile gülerler. Kur'an ve sünnet, birbirine karıştığı zaman ayıklanmayan şeker ile tuz gibi midir yoksa?' Hem sonra, kutuları ve şişeleri ayrı olan tuz ile şekerin birbirine karışması mümkün müdür? Acaba halifeler, Kur'an'ın özel bir kitapta, hadislerin ise başka bir kitapta yazılabileceğini unutmuşlar mıydı? Ömer bin Abdülaziz'in zamanından beri biz hadisleri böyle öğrenmiyor muyuz? Elimizde yüzlerce hadis kitabı olduğu halde, hangisi Kur'an ile karışmıştır? Dahası, herhangi bir hadis kitabının bile bir başkasıyla karıştığı görülmüş müdür? Mesela, Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim ile veya Müsned-i Ahmed, Muvatta-ı Malik ile karışmış mıdır?
Allah'a andolsun ki bu, örümcek yuvası gibi oldukça çürük ve hiçbir delile dayanmayan kof bir iddiadır. Hatta deliller, bunun aksini ortaya koymaktadır. Örneğin; Zühri, Urve'den şöyle nakleder: "Ömer bin Hattap Resulullah'ın (s.a.a.) hadislerini yazmak istedi. Konuyu Resulullah'ın (s.a.a.) ashabıyla görüşünce, onlar da yazılmasını istediler. Ömer bir ay boyunca, Allah'tan kendisine bu konuda yardımcı olmasını istedi. Sonunda bir gün dedi ki: "Ben Resulullah'ın hadislerini yazmak istiyordum. Ama aklıma sizden önceki bir kavim geldi. Onlar kitaplar yazdılar ve onlara o kadar önem verdiler ki, Allah'ın Kitabını unuttu-
------------------------
1-İbn-i Ebi'l Hadid, Şerh-i Nehc'ül Belağa, c.11, s.44-46
İlk Üç Halife Hakkında /289
lar. Allah'a andolsun ki, ben Allah'ın Kitabını hiçbir şeyle karıştırmam.1
Aziz okuyucular! Bu rivayete iyice dikkat ediniz. Resulullah'ın (s.a.a.) ashabı, Ömer'e sünneti yazmasını öneriyorlar, ama o; "Geçmişte bir kavim kitaplar yazarak onlara çok önem vermiş ve böylece Allah'ın Kitabını unutmuşlar!" bahanesiyle herkese muhalefet ederek kendi görüşüyle amel ediyor.
Peki, Ehl-i Sünnet'in her zaman delil getirip iftihar ettikleri "şura" nerede kaldı? Kitaplarına önem vererek Allah'ın Kitabını unutan eski kavim kimlermiş acaba? O kavimle ilgili haberleri neden Ömer'den başka kimse duymamış?! Hem sonra; geçmişte böyle bir kavim yaşamış olsa da, İslam ümmeti onlara kıyas edilemez ki?! Çünkü onlar, kendilerinden bir şeyler yazarak Allah'ın Kitabını tahrif etmek istemişlerdir. Kur'an-ı Kerim' de şöyle okuyoruz:
"Kitabı elleriyle yazıp sonra onu az bir değer karşılığında satmak için; "Bu, Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü yay onların haline! Kazandıklarından ötürü de yay onların haline!"2
Ama Resulullah'ın sünnetinin yazılması, böyle bir şeyi amaçlamıyordu. Çünkü sünnet, heva ve hevesine uymayıp sadece vahiyden konuşan masum Peygamber'in buyruklarından ibarettir. Bu buyruklar, aynı zamanda Kur'an-ı Kerim'in açıklaması ve tefsiridir. Allah Teala buyuruyor ki: "Biz Kur'an'ı sana indirdik ki, insanlara nazil olanı, onlara açıklayasın..."3 Resulullah
------------------------
1- Cami-u Beyan'il-İlm, c. 1, s. 64; Kenz'ül-Ummal, c. 10, s. 291, h. 29474.
2- Bakara Suresi /79.
3- Nahl Suresi /44.
da buyurmuştur ki: "Kur'an bana nazil olduğu gibi onu açıklayıcı hükümler de bana nazil olmuştur." Kur'an'dan azcık haberi olan herkes bunu bilir. Çünkü, namaz vakitleri, zekâtın miktarı, orucun, haccın ve diğer birçok konunun hükümlerini Resulullah (s. a. a.) açıklamıştır. Kur'an' da bunlar belirtilmemiştir.
Bu yüzden Allah Teala buyuruyor ki: "Resul size ne verdiyse onu alın ve sizi neden sakındırdıysa ondan sakının."1 Ve yine buyuruyor ki: "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun, Allah da sizi sevsin."2
Keşke Ömer, Allah'ın Kitabına önem verip de ondan Resulullah'a (s.a.a.) itaat etmesi gerektiğini ve eleştirmemesi gerektiğini öğrenseydi... 3
Keşke Allah'ın Kitabına önem verip de ölünceye kadar bir türlü öğrenemediği "Kelale" (mirasta kardeşlerin payı) hükmünü ondan öğrenseydi de halifelik döneminde bu konuda birbirine zıt fetvalar vermeseydi... 4
Keşke Allah'ın Kitabına önem verip de teyemmüm hükmünü ondan öğrenseydi de halifeliği döneminde, "Su bulamayan namaz kılmasın" diye fetva vermeseydi... 5
Keşke Allah'ın Kitabına önem verip de iki kere vuku bulan boşanmanın bir kere olduğuna fetva verilmeyeceğini
------------------------------
1- Haşr Suresi /7.
2- Al-i İmran Suresi /48.
3- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 38 - 39, İlmin Yazılması Babı; ve c. 6, s. 11 - 12.
4- Kenz'ül-Ummal, c. 11, s. 78, h. 30688; Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1236.
5- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 95 - 96; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 280, h. 368, Teyemmüm Babı.
İlk Üç Halife Hakkında /291
ondan öğrenseydi...ı
Ve böylece, kendi reyleri ile Allah'ın hükümlerine karşı çıkıp onları ayaklar altına almasaydı...
Halifelerin hadislerin yazılmasını engellemeleri ve hadis nakledenleri tehdit ederek onları hapsetmelerinin asıl nedeni şuydu:
Hadisler, onların planlarını boşa çıkarıyordu ve Kur'an gibi yoruma da açık değildi. Çünkü Kur'an'ın ayetleri her şeyi açık seçik beyan etmediği için onları çeşitli şekillerde yorumlamak mümkündür. Ama Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini çeşitli şekillerde yorumlamak mümkün değildi. İşte bu yüzden Hz. Ali, İbn-i Abbas'ı haricilerle tartışması için gönderdiğinde şöyle buyurmuştu:
"Onlarla konuşurken Kur'an'dan delil getirme. Çünkü Kur'an'ı çeşitli şekillerde yorumlamak mümkündür. Sen onlara karşı Resulullah'ın sünnetinden delil getir. Çünkü ondan kaçmaya yol bulamazlar."2
EBU BEKİR'İN, HİLAFETİ ÖMER' E BIRAKMASI
Hz. Ali (a.s.) özellikle bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Allah'a andolsun ki, Ebu Bekir hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Oysa o, benim hilafete nispetle değirmen taşının mili gibi olduğumu, hilafetin benim çevremde döndüğünü biliyordu. Sel benden akar, hiçbir kuş benim uçtuğum yere uçamaz. Hilafetle arama bir perde çektim, onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm;
-----------------
1- Sahih-i Müslim, c. 2, s. 1099, h. 1472, Boşanma Kitabı.
2- Nehc'üI-Belağa, 77. mektup.
kesilmiş elimle hamle mi edeyim, yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki, ihtiyarı tamamıyla yıpratır; çocuğu yaşlandırır; iman eden de Rabbine ulaşıncaya kadar bu zulmette zahmet çeker. Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ama gözümde diken, boğazımda kemik vardı; mirasımın yağmalandığını görüyordum.
Sonunda Ebu Bekir yolunu bitirdi gitti; ama ölmeden önce onu Hattab'ın oğluna (Ömer'e) verdi.
(Sonra A'şa'nın şu beytini okudu:)
Bugün deveye binmişim; yolculuk zahmetine düşmüşüm.
Cabir'in kardeşi Hayyan'la bulunduğum günle bu günüm kıyaslanır mı hiç?
Ne de şaşılacak şey ki, (Ebu Bekir) yaşarken halkın kendisini bırakmasını teklif ederdi. Ölümünden sonra yerine Ömer'in geçmesini sağladı. Bu iki kişi hilafeti, devenin iki memesi gibi aralarında paylaştılar. Sonra o (Ömer), hilafeti düz ve düzgün olmayan çorak bir yere attı. Sözü sertti, insanı yaralardı; onunla buluşup görüşeni incitirdi. Meselelerde şüphesi çoktu, özür getirmesinin sayısı yoktu..."1
Her araştırmacı bilir ki, Resulullah (s.a.a.) vefat etmeden önce Ali bin Ebi Talib'i halife olarak tayin etmişti. Bütün ashapla birlikte Ebu Bekir ile Ömer de bunu biliyorlardı.2 Bu yüzden Hz. Ali (a.s.) buyuruyor ki: "Oysa Ebu Bekir,
------------------------------
1- Nehc'ü1-Belağa, 3. hutbe.
2- Gazali, Sırr'ul-Alemin.
İlk Üç Halife Hakkında /293
benim hilafete nispetle değirmen taşının mili gibi olduğumu biliyordu..." Daha önce de hatırlattığımız gibi, Ebu Bekir ile Ömer, büyük ihtimalle hadislerin anlatılması ve yazılmasını bu yüzden yasaklayıp sadece Kur'an'a sarıldılar. Çünkü Kur'an'da velayetle ilgili ayet vardıysa da, Hz. Ali'nin adı açıkça geçmiyordu. Ama hadislerde durum bunun aksineydi.
Örneğin; Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştu:
"Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır." "Harun Musa'ya göre nasılsa, Ali de bana göre öyledir. Yalnız, benden sonra peygamber yoktur." "Ati benim kardeşim, vasim ve benden sonraki halifemdir."1
Böylece, Ebu Bekir ve Ömer'in hadisleri yasaklama ve yakma politikalarında ne kadar başarılı olduklarını, ağızları nasıl kapattıklarını ve ashabın da nasıl -Kurza bin Kab gibi- sustuklarını anlıyoruz. Bu yasak, ilk üç halifenin hilafetleri süresince, çeyrek asır (25 yıl) devam etti. Sonunda Hz. Ali (a.s.) halife olunca, Rahbe'de2 ashabı toplayarak "Gadir Hadisi"ini Resulullah'tan duyduklarına dair tanıklık etmelerini istedi. Bunun üzerine on yedisi Bedir' de savaşmış
-----------------------
1- Taberi, er-Riyaz'un-Nazıra, c. 3, s. 117, 126, 129; Hasais-i Nesei, s. 77 ve 96 - 97; Ahmed bin Hanbel, el-Fezail,c. 2, s. 682, h. 11671.
2- Rahbe, Kufe yakınlarında bir yerdir. Hicri 35. yılda Hz. Ali işittiği bazı iftiralar üzerine halkı toplayarak onlardan "Gadir-i Hum Hadisi"ne dair şahitlik etmelerini istedi. Bunun üzerine otuz sahabi Gadir hadisinin sıhhatini onayladılar. Bazı sahabiler şahitlik etmekten çekinince, Hz. Ali onlara beddua etti ve onlar ömür boyunca hasta oldular. Bkz. İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 2, s. 289; el-İsabe, c. 2, s. 408; Mecma'uz-Zevaid, c. 9, s. 107; Üsd'ül-Gabe, c. 3, s. 321.
olan otuz sahabe tanıklık etti 1
Bu da şunu gösteriyor: Eğer Hz. Ali (a.s.) o sahabilerden, Gadir-i Hum hadisiyle ilgili olarak şahitlik etmelerini istemeseydi, onlar bu hadisi söylemeyeceklerdi. Aynı şekilde eğer Hz. Ali, o günün güçlü halifesi olmasaydı, onlar korkularından asla şahitlik etmezlerdi. Nitekim, Enes bin Malik, Bedi bin Azib, Zeyd bin Erkam, Cerir bin Abdullah-ı Beceli gibi bazı sahabiler, korku veya düşmanlıklarından dolayı susarak Hz. Ali'nin bedduasını kazanmışlardı. 2
Hz. Ali (a.s.) halifeliği boyunca çeşitli gruplar tarafından açılan savaşlar, çıkarılan fitnelerle uğraştı. Sanki Bedir, Huneyn, ve Hayber'deki kinler, bir anda onun aleyhinde kaynamıştı. Sonunda bu kinler, onu şehit etti ve Osman'ın zamanında fesada, yağmaya ve rüşvete alışan fırsatçılarla, Cemel, Sıffin ve Nehrivan fitnecilerinin kulakları, tekrar Resulullah'ın hadislerini duymaz oldu. Ali bin Ebi Talip, yirmi beş yılda oluşan fesat ve bozulmaları üç dört yıl zarfında ortadan kaldıramazdı. Böyle kısa bir sürede onları düzeltmek, ancak kendi nefsini bozmakla mümkündü ki, bunu da Hz. Ali yapmazdı. Kendisi buyuruyor ki: "Vallahi, sizin ne ile düzeleceğinizi çok iyi biliyorum; ama ben, nefsimi bozarak sizi ıslah edemem."
Nihayet, çok geçmeden Muaviye bin Ebu Süfyan hilafet kürsüsüne oturarak aynı siyaseti izledi. Sadece Ömer'in
----------------------------
1- Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 119; Tarih-i Dimaşk, c. 2, s. 7 - 8, İmam Hasan'ın tercüme-i hali.
2- Ensab'ul-Eşraf, c. 2, s. 156 - 157; es-Siret'ül-Halebiyye, c. 3, 337; İbn-i Kuteybe, el-Maarif, s. 320.
İlk Üç Halife Hakkında / 295
zamanında anlatılan hadislerin anlatılmasına izin verdi. Muaviye, Resulullah'ın hadislerini yasaklamakla kalmayıp hadis uydurmaları için sahabe ve tabiinden bazı kişileri seçti ve böylece, yalan ve hurafeler seli içinde Resulullah'ın (s.a.a.) doğru sünneti kaybolup gitti.
Tam bir asır böyle geçerken Müslümanların uyduğu tek sünnet, Muaviye'nin sünneti idi. Muaviye'nin sünnetinin anlamı, Muaviye'nin ilk üç halifenin amellerinden kabul ettiği şeylerle kendisi ve taraftarlarının ekledikleri bidatlerdir. Bu bidatlerin başında da Hz. Ali'ye, Ehl-i Beyt'e ve seçkin sahabilere lanet okumak geliyordu.
Bu yüzden tekrar belirtiyorum ki, Ebu Bekir ile Ömer, Kur'an'a sarılma adı altında Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini mahvetme konusunda başarılı oldular. Bugün bile, on dört asır geçtikten sonra, Hz. Ali' nin halifeliğini ispat eden mütevatir hadisleri delil olarak getirdiğimizde, şu cevabı işitiyoruz: "Bırakın Resulullah'ın sünnetini' Bizim onunla işimiz yoktur. Bize Allah'ın Kitabı yeter. Allah'ın Kitabında ise, Ali'nin Peygamber'in halifesi olduğu söylenmiyor; bilakis, işlerin şura ile yürütüleceği söyleniyor."
Ehl-i Sünnet'in delili budur işte! Ben, hangi Sünni alimiyle tartıştıysam, bana karşı hep "şura" sloganını ileri sürdüler.
Kabul edelim ki, Ebu Bekir'in hilafeti aceleye geldi de Allah, onun şerrini Müslümanlardan uzaklaştırdı.! Dolayısıyla Ebu Bekir' in hilafeti şura ile olmadı. Aksine gafletle,
-------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 208, Muharip Kafirler ve Mürtetler Kitabı, Hamile Kadının Zinadan Dolayı Recmi Babı.
zorla, tehditle ve dayakla oldu.1 Hatta sahabenin ileri gelenleri onun hilafetiyle muhalefet ettiler. Onların başlarında da Ali bin Ebi Talip, Sa' d bin Ubade, Ammar, Selman, Mikdat, Zübeyr, Abbas ve diğerleri vardı ki, tarihçiler bütün bunları kaydetmişlerdir. Peki, Ömer'in hilafeti konusunda ne diyeceksiniz? Şura meselesine bu kadar bağlı olan Ehl-i Sünnet'e şu soruyu soruyoruz: Ebu Bekir, kendinden sonraki halifeyi nasıl şuraya danışmadan tayin edebiliyor? Hani nerede iddia ettiğiniz şura?
Daha fazla açıklama için her zaman olduğu gibi yine Sünni kitaplarından delil getirerek Ömer'in nasıl halife olduğunu hatırlatacağız:
İbn-i Kuteybe, Tarih'ul-Hülefa adlı kitabının "Ebu Bekir'in Hastalığı ve Ömer'in Halife Oluşu" babında şöyle nakleder:
"... Sonra Ebu Bekir, Osman bin Affan'ı çağırtarak; "Vasiyetimi yaz." dedi. Osman, Ebu Bekir'in dediği gibi vasiyeti yazmaya başladı:
"Bismillahirrahmanirrahim. Bu, dünyadan ayrılmak ve ahirete girmek üzere olan Ebu Bekir'in vasiyetidir. Ben, Ömer bin Hattab'ı size halife olarak tayin ettim. Eğer onu layık bir insan olarak görürseniz, benim ümidim budur zaten. Ve eğer Allah'ın dininde değişiklikler yaparsa, bilin ki ben sadece sizin hayrınızı istedim ve benim gayptan haberim yoktu. Zulmedenler, pek yakında nasıl bir dönüşüme uğrayacaklarını göreceklerdir."
Sonra, vasiyetini mühürleterek onlara verdi. Muhacirler
-----------------------
1- İbn-i Kuteybe, el-İrnarne ve's-Siyase, c. 1. s. 16 - 18.
İlk Üç Halife Hakkında / 297
ve Ensar yeni halifenin tayin olduğu haberini duyunca, Ebu Bekir'in yanına gelerek şöyle dediler:
"Görüyoruz ki, Ömer'i halife tayin etmişsin. Sen onu tanıyordun ve yaşadığın sürece onun ne hatalar ve suçlar işlediğini gördün. Buna rağmen sen bizden ayrılırken, onu nasıl başımıza buyruk ediyorsun? Sen Allah'la görüştüğünde sana bunu sorunca ne cevap vereceksin?" Bunun üzerine Ebu Bekir şöyle dedi: "Eğer Allah bana sorarsa, "Onların başına, bence onların en üstünü olanını koydum." derim."1
Taberi2 ve İbn-i Esir3 gibi tarihçiler ise şöyle anlatırlar:
"Ebu Bekir, Osman' ı çağırtarak vasiyetini yazdırıyordu. Vasiyet yazılırken Ebu Bekir bayıldı. Osman, Ömer bin Hattab'ın adını yazdı. Ebu Bekir ayıldığında; "Yazdıklarını oku." dedi. Osman okurken Ömer bin Hattab'ın adını söyledi. Ebu Bekir; "Onu söyleyeceğimi nereden anladın?" dedi. Osman; "Ben, ondan başkasını kabul etmeyeceğini biliyordum." cevabını verdi. Ebu Bekir; "Evet, öyledir." dedi.
Vasiyetin yazılması bitince, içlerinde Talha'nın da bulunduğu ashaptan bir grub Ebu Bekir'in yanına gelerek dediler ki: "Halkın nefret edip çekindiği sert bir adamı onların başına halife mi ediyorsun?! Yarın Allah'a nasıl cevap vereceksin?" Ebu Bekir; "Beni oturtun." dedi. Çünkü daha önce uzanmıştı. Onu oturttuklarında Talha'ya dedi ki: "Sen beni Allah'tan mı korkutuyorsun? Allah yarın bana sorarsa, halkın en üstününü onların başına geçirdim."
---------------------------
1- İbn-i Kuteybe, el-İrnarne ve's-Siyase, c. 1, s. 24 - 25.
2- Tarih-i Taberi, c. 3, s. 429 ve 433.
3- Tarih-i İbn-i Esir, c. 2, s. 425.
diyeceğim."1
Tarihçiler, Ebu Bekir'in ashapla görüşmeden Ömer' i halife tayin ettiğinde ittifak etmişlerdir. Buna göre, "Ebu Bekir ashabın hoşlanmamasına rağmen Ömer'i halife tayin etti" diyebiliriz. Artık ister İbn-i Kuteybe'nin dediği gibi, Muhacirler ve Ensar, Ebu Bekir'in yanına gelerek; "Ömer'in aramızda yaptığı kötü işleri biliyorsun." demiş olsunlar, isterse de Taberi'nin dediği gibi, "Halkın nefret edip çekindiği sert bir adamı onların başına halife mi tayin ediyorsun. Yarın Allah'a ne cevap vereceksin ?"2 demiş olsunlar, hiç fark etmez. Çünkü her ikisinden de çıkan sonuç şudur: Sanıldığı gibi, ashabın arasında işler asla şura ile yürütülmüyordu. Ashap Ömer'in halifeliğine razı olmadıkları halde, Ebu Bekir, Ömer'i zorla onların başına geçirdi.
Nitekim, Hz. Ali (a.s.) önceden bunun böyle olacağını söylemişti. Ömer, Ebu Bekir'e biat etmesi için Hz. Ali'ye baskı yaptığı zaman, Hz. Ali (a.s.) ona buyurmuştu ki: "Öyle bir süt sağ ki, bir miktarı senin olsun. Bugün onun için çalış da yarın işi sana bıraksın."3
Veya ashaptan biri, Ömer bin Hattap Ebu Bekir'in hilafetle ilgili vasiyetiyle dışarı çıktığında; "Ey Ebu Hafs (Ömer)! Vasiyette ne yazılmış?" diye sorunca, Ömer; "Bilmiyorum, ama işitip ilk itaat edecek olan benim." demiş, bunun üzerine o sahabi; "Allah'a andolsun ki, ben
-----------------------
1- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 1, s. 163 - 165, 3. hutbenin şerhi.
2- Tarih-i Taberi, c. 3, s. 433.
3- İbn-i Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c. 1, s. 18.
İlk Üç Halife Hakkında /299
onda neler yazıldığını biliyorum. O gün sen onu emir yapmıştın, bugün ise o seni emir yaptı." demişti. 1
Böylece, Ehl-i Sünnet'in sürekli iddia ettiği "Şura" ilkesinin Ebu Bekir ile Ömer'in yanında hiçbir değeri olmadığı ortaya çıkıyor. Başka bir deyişle; şura ilkesini iptal edip ortadan kaldıran ve Ümeyye Oğullarının hilafeti babadan oğula miras kalan saltanata dönüştürmesine zemin hazırlayan ilk kişi Ebu Bekir' dir. Nitekim, Abbas Oğulları da aynı yolu izlediler. Böylece şura ilkesi, Ehl-i Sünnet'in gördüğü bir rüya ve düşlediği bir hayalden öteye geçmedi.
Bu konu, bana Kenya'nın Nayrobi şehrinde Arabistanlı Vahhabi alimlerden biriyle olan tartışmamızı hatırlattı. Konu, hilafet meselesiydi. Ben, hilafetin ilahı nass ile olması gerektiği ve halkın buna asla karışamayacağını savunuyordum. Ama o, şura ilkesini savunuyor ve bunu ispatlayabilmek için çok çaba harcıyordu. Onun yanındaki dini ilimler okuyan birkaç talebe de onun söylediklerini onaylıyor ve onun Kur'an'ın şu ayetleriyle delil getirdiğini belirtiyorlardı: "Meselelerde onlarla meşveret et."2 "Ve onların işleri, aralarında şura iledir."3
Ben onlara karşı şimdilik hadislerden delil getiremeyeceğimi anladım. Çünkü üstatlarından Vahhabilik fikirlerini almış ve hadislerle ikna olmaları mümkün değildi. Ayrıca, doğal olarak ezberlemiş oldukları uydurma hadisleri, bana karşı delil olarak gösterebilirlerdi. Bu yüzden, şura ilkesini kabul ederek üstatlarına dedim ki: "Sizler Arabistan kralına
----------------
1- İbn-i Kuteybe, eI-İmame ve's-Siyase, c. 1, s. 25.
2- Al-i İmran Suresi / 159.
3- Şura Suresi /38.
şura ilkesini anlatarak onun koltuğundan inmesini ve Selef-i Salihe uyarak Arabistan Yarımadası'ndaki Müslümanları istedikleri şahsı seçmeleri konusunda serbest bırakmasını sağlayabilir misiniz? Ama ben, onun bunu kabul edeceğini asla zannetmiyorum. Çünkü onun ataları, sadece hilafeti ele geçirmekle kalmayıp bütün Arap Yarımadası'nın kendilerine ait olduğunu söylediler. Bu yüzden de oraya "Suud Mem- leketi" adını verdiler."
Bu sözlerimin üzerine üstatları şöyle dedi: "Bizim siyasetle işimiz yok. Biz şu anda sadece namaz kılıp Allah' ı zikretmemiz emrolunan camide oturuyoruz."
- Camide ilim de öğrenilir, değil mi?
- Evet, biz bu talebelere burada ders veriyoruz.
- Biz de ilmı bir bahisle meşgul değil miydik?
- İşin içine siyaseti karıştırınca bozdun!
Arkadaşımla birlikte üzülerek oradan çıktık. Çünkü Vahhabilik fikirleri genç Müslümanların zihnine tam olarak oturmuştu. Hatta onlar babalarına bile düşman oluvermişlerdi. Çünkü onların hepsi -bence Ehl-i Beyt' e en yakın olan- Şafii mezhebinden idiler. Ayrıca, eskiden oralarda büyüklere fevkalade saygı gösterilirdi. Çünkü onların çoğu, Resulullah'ın pak sülalesinden gelmektedir. Ama Vahhabiler, halkın fakirliği ve bilgisizliğinden yararlanarak bu saygı göstermenin "Allah'a şirk koşma" olduğunu söyleyerek insanların fikirlerini değiştirmeye çalışmışlar. Böylece, evlatlar babalarına düşman olmuşlar. Maalesef Afrika'daki İslam ülkelerinin çoğunda bu durum göze çarpmaktadır. Yine Ebu Bekir'in ölümüne dönüp hayatı boyunca yap-
İlk Üç Halife Hakkında / 301
tığı işlerden nasıl pişman olduğunu görelim. İbn-i Kuteybe, Tarih'ul-Hulefa adlı kitabında Ebu Bekir'in şöyle dediğini naklediyor: "Allah'a andolsun ki, yaptığım üç şeye çok üzülüyorum; keşke o üç şeyi yapmasaydım!
Keşke Ali'nin eviyle işim olmasaydı! (Başka bir rivayette ise şöyle geçer: "Benim aleyhime savaş ilan etmiş olsaydılar da keşke Fatıma'nın eviyle işim olmasaydı"')
Keşke Sakife gününde Ömer veya Ebu Ubeyde'den birinin elini tutsaydım da o halife olsaydı, ben de vezir!
Ve keşke Zulfücae es-Selemi'yi esir alıp getirdiklerinde onu öldürseydim veya azat etseydim de ateşte yakmasaydım!" ı
Ve biz şöyle ekliyoruz:
Ey Ebu Bekir! Keşke Zehra'yı (s.a.) incitmeseydin, ona zulmetmeseydin ve onu gazaplandırmasaydın. Keşke onun vefatından önce pişman olup onu razı etseydin! Bu, saldırıp yakılmasına izin verdiğin Hz. Ali'nin evi hakkında...
Keşke iki dostun olan Ömer ve Ebu Ubeyde'yi bırakarak elini Resulullah'ın şer'i halife olarak seçtiği şahsın eline koyup ona biat etseydin! Böylece o emir olsaydı da dünya bugünkü duruma düşmeseydi ve Allah Teala'nın hak olarak vaad ettiği gibi, Allah'ın dini tüm yeryüzünde hakim olsaydı'
Keşke Resulullah'ın sünnetini ve hadislerini toplayarak ateşte yakmasaydın da şeriat hükümlerini ondan öğrenseydin ve kendi görüşüne göre içtihat yapmasaydın!
---------------------------
1- İbn-i Kuteybe, Tarih'ul-Hulefa, c. 1, s. 24; Tarih-i Taberi, c. 3, s. 430; İbn-i Abdurabbih, el-Ikd'ül-Ferid, c. 4, s. 268; Mes'udi, Müruc'üz-Zeheb, c. 2, s. 308.
Keşke ölüm döşeğinde yatarken hilafeti asıl sahibi olan Hz. Ali'ye (a.s.) geri verseydin! O ki, hilafetle nispetle değirmen taşının mili gibiydi ve sen onun üstünlüğünü, faziletlerini, zühdünü, takvasını ve ilmini herkesten daha iyi biliyordun! O ki, sen onun Resulullah'ın (s.a.a.) canı ve nefsi olduğunu biliyordun! Özellikle de ki o, İslam'ın korunması hatırına kendi hakkından geçmiş ve işi sana bırakmıştı! Öyleyse sen de, Muhammed ümmetinin hayrını istemeli ve ümmetin işlerini ıslah edecek, ihtilaflarına son verecek, onları izzetin doruğuna çıkaracak olan kişiyi seçmeli değil miydin!
Ve keşke Mustafa'nın ciğer paresini gazaplandırarak Allah'ı gazaplandırmasaydın! Kendin de çok iyi biliyordun ki, Allah onun gazabıyla gazaplanır, rızasıyla razı olur ve onu inciten Resulullah'ı incitmiş olur. Resulullah (s.a.a.) buyurmuştu ki: "Fatıma'yı inciten, beni de incitmiş olur."1 Allah Teala da buyuruyor ki: "Resulullah'ı incitenlere acı bir azap vardır."2
ÖMER'İN, ALLAH'IN KİTABI KARŞISINDA İÇTİHAT ETMESİ
İkinci halife Ömer bin Hattab'ın tarihi, Kur'an ve sünnetin açık hükümleri karşısındaki içtihatlarıyla doludur. Ve maalesef Ehl-i Sünnet, bunları onun iftiharlarından sayarak ona övgüler yağdırırlar. Biraz insaflı olanları ise, onun bu işlerini akıl ve mantığın kabul edemeyeceği yorumlarla
-----------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 36; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1902, h. 2449; Müsned-i Ahmed, c. 4, s. 5; Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 698, h. 3867; Sünen-i Ebi Davud, c. 2, s. 226, h. 2071.
2- Tevbe Suresi / 61.
İlk Üç Halife Hakkında / 303
yorumlamaya çalışırlar. Ama acaba Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetine muhalefet eden birisi müçtehid sayılabilir mi? Oysa Allah Teala buyuruyor ki:
"Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdiği zaman, mümin bir erkek ve kadına o konuda görüş belirtme hakkı yoktur. Kim, Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, açık bir sapıklığa düşmüş olur."1
Yine buyuruyor ki:
"Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendisidir... Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendisidir... Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıkların ta kendisidir. "2
Buhari, Sahih'inin "Kur'an ve Sünnete Sarılma Kitabı"nda Resulullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu nakleder:
"Allah, ilmi insanlara verdikten sonra onlardan geri almaz. Ama alimler, ilimlerini insanlardan esirgerler; dolayısıyla halk cahil kalır ve onlara bir şey sorulduğu zaman kendi kafalarından cevap verirler. Böylece hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar."3
Yine Buhari, Sahih'inde şöyle nakleder:
"Hakkında vahiy nazil olmayan bir konuyu Resulullah'a sorduklarında, ya bilmiyorum diyor, ya da o konuda vahiy nazil oluncaya kadar bekliyordu. O, kendinden ve kıyas ile asla cevap vermezdi. Çünkü Allah Teala buyuruyor ki:
---------------
1- Ahzab Suresi /36.
2- Maide Suresi /44,45 ve 47.
3- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 123.
'Allah'ın sana gösterdiği şeylerle (hüküm ver)." 1
Alimler de eskiden beri şöyle demişler: "Allah'ın Kitabıyla ilgili olarak kendi düşüncesiyle hüküm veren kafir olur."2
Bu, Kur'an ve sünnetten anlaşılan en basit konulardandır. Ama nasıl oluyor da bu basit konu, Ömer bin Hattab' a ya da ashaptan birine veya dört mezhep İmamlarına gelince unutuluyor ve maalesef onlar Allah'ın hükümleri karşısında içtihat edince hüküm değişiyor; hata ettikleri zaman bir sevap, doğruyu buldukları zaman da iki sevap kazanıyorlar!3
Birisi şöyle söyleyebilir: Yanlışa bir, doğruya iki sevap verilmesi konusu, bütün Sünni ve Şiilerin ittifak ettikleri bir konudur. Çünkü bu konuda Resulullah'ın (s.a.a.) sağlam hadisleri vardır.
Bunun cevabı şudur: Evet, bu doğrudur ama, Şia'nın dediği içtihatla Ehl-i Sünnet'in dediği içtihat arasında fark vardır. Şiiler, Allah ve Resulünce açıklanmayan bir hükümde içtihat ederler. Ama Sünniler buna bağlı değildirler. Onlar, seleflerine uyarak açık hükümlerin karşısında bile içtihat ederler. Allame Seyyid Şerefüddin Musevi (r.a.), en-Nassu ve 'l-İçtihad adlı kitabında ashabın, özellikle de ilk üç halifenin, yüzü aşkın konuda Kur'an ve sünnetle çelişen hükümler verdiklerini tespit etmiştir. Araştırmacıla- rın bu kitabı okumalarını tavsiye ederim.
------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 124.
2- Tefsir-i Ayyaşi, c. 1, s. 18.
3- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 132 - 133.
İlk Üç Halife Hakkında / 305
Şimdi bu konudan bahsetmişken, Ömer bin Hattab'ın Kur'an ve sünnete açıkça muhalefet ettiği konulardan bazılarını hatırlatalım.
Ömer, ya cehaletinden dolayı bu hükümleri vermiştir. Halbuki cahil bir insan, helali haram ve haramı helal edebileceğinden hüküm vermeye hakkı yoktur. Yüce Allah buyuruyor ki: "Dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü, "şu helaldir, şu haramdır" demeyin. Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler." 1
Ayrıca, cahil ve bilgisiz bir kimse, hilafet görevini de üstlenemez. Allah Teala buyuruyor ki: "Hakka hidayet eden mi uyulmaya daha layıktır, yoksa (tutulup) yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı? O halde size ne olmuş? Nasıl hükmediyorsunuz?"2
Ya da Allah'ın hükümlerini bildiği halde, kendi zannınca maslahatın öyle gerektirdiği için onlara aykırı hükümler vermiştir. Maalesef, Ehl-i Sünnet bunu da çok normal karşılar ve kafirlik veya dinden çıkma olarak görmezler.
Kaldı ki Ömer, kendi zamanında Allah'ın hükümlerini tam olarak bilen bir şahsiyetin varlığından da habersiz değildi. Çünkü o, Hz. Ali'nin Kur'an'ı ve sünneti herkesten daha iyi bildiğini çok iyi biliyordu. Aksi halde, kesinlikle birçok zor meselede ona müracaat etmez ve defalarca; "Eğer Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu." demezdi.3
--------------------------
1- Nahl Suresi / 116.
2- Yunus Suresi /35.
3- Menakıb-ı Harezmi, s. 39; Zehair'ul-Ukba, s. 82.
10
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun(Fes'elu Ehle'z Zikr)

Zikir Ehline Sorun(Fes'elu Ehle'z Zikr
Ben özgür Müslümanların bu konuda bizimle aynı görüşte olduklarına inanıyorum. Zira görüyorlar ki bu gibi içtihatlar, inançları bozmuş, hükümleri değiştirmiş, ümmetin arasında karışıklığa ve ayrılığa neden olan çeşitli mezhep ve fırkaların çıkmasına sebep olmuş ve sonuç olarak çeşitli maddi ve manevi zararlara yol açmıştır.
Şayet Ebu Bekir ve Ömer, Resulullah'ın sünnetini -hilafetin asıl sahibini kenara itmiş olmalarına rağmen- bir kitapta toplasaydılar, kendileri ve ümmet için daha iyi ve daha hayırlı olmaz mıydı? Resulullah'ın sünnetinde bunca yalan, iftira ve efsaneler meydana gelir miydi? Ve bugün İslam adına değişik değişik mezhepler, inançlar ve fırkalar olur muydu?
Fakat ne yazık ki, Peygamber efendimizin hadislerini toplatıp yaktılar ve yazılıp anlatılmasını yasakladılar. İşte en büyük musibet de budur. La havle ve la kuvvete illa billah' il- Aliyy' il-Azim!
Şimdi Kur'an'ın açık hükümleri karşısında Ömer'in bazı içtihatlarına değiniyoruz:
1- Kur'an buyuruyor ki: "... Cünüp iseniz, temizlenin (gusül alın). Hasta veya yolculukta iseniz ya da sizden biri ihtiyacını gidermekten gelmişse ya da kadınlarınıza yaklaşmışsanız da su bulamamışsanız, temiz toprak ile teyemmüm edin.."1
Sünnette de, Resulullah'ın (s.a.a.) Ömer'in de bulunduğu bir sırada ashaba teyemmümün nasıl alınacağını öğrettiği meşhurdur. Buhari, Sahih'inin "Teyemmüm Kitabı"nda
------------------------
1- Maide Suresi /6.
İlk Üç Halife Hakkında / 307
İmran'dan şöyle nakleder:
"Bir yolculukta Resulullah'la birlikte idik. Gece yola çıktık ve gecenin sonlarına doğru yorgunluktan uyuyuverdik. Hem de öyle bir uyku ki yolcu için ondan daha tatlısı olamaz. Bizi sadece güneşin sıcaklığı uyandırabildi. İlk uyanan fılan idi; ondan sonra da filan. (Ebu Reca, onların isimlerini de söylüyordu; ama
Avf onların isimlerini unutmuş) Dördüncü olarak da Ömer bin Hattap uyandı. Ama Resulullah uyuduğunda kendisi uyanana kadar kimse onu uyandırmazdı. Çünkü biz onun uykusunda neler olduğunu bilmezdik. Ömer uykudan uyandığında halkın durumunu görünce sert ve katı birisi olduğundan tekbir getirmeye başladı. Onun tekbirlerinin sesinden Resulullah da (s.a.a.) uyandı. Onlar, Resulullah uyanınca durumlarını ona anlattılar. Ama Resulullah, "Bir şey olmaz" diyerek hareket emri verdi ve kendisi de yola koyuldu. Çok uzaklaşmadan durarak halka abdest almalarını emretti. Bilahare halk, Resulullah'la (s.a.a.) birlikte cemaat namazı kıldı. Namaz bittiğinde birinin kenarda durarak cemaat namazı kılmadığını görünce; "Sen neden halkla birlikte namaz kılmadın?" diye buyurdu. Adam; "Ben cünüp oldum. Güsül almak için de su bulamadım" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Temiz toprak (ile teyemmüm almak) sana yeter."1
Ama Ömer, Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetine muhalefet ederek; "Su bulmayan, namaz kılmasın." diyor. İşte bu, birçok hadis yazarının kaydettiği Ömer'in içtihatlarından birisidir. Müslim, Sahih'inin "Taharet Kitabı, Te-
---------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 93 - 94.
yemmüm Babı"nda şöyle yazar:
"Birisi Ömer'in yanma gelerek dedi ki: "Ben cünüp oldum, ama su bulamadım." Ömer; "Öyleyse namaz kılma." dedi. Orada bulunan Ammar şöyle dedi: "Ey müminlerin emiri, hatırlamıyor musun? Ben ve sen bir seriyedeydik; ikimiz de cünüp olmuş ve su bulamamıştık. Sen namaz kılmadın, ben ise kendimi toprağa bulayarak namaz kıldım. Sonra Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Ellerini yere vurup üfledikten sonra yüzünü ve iki elini mesh etmen yeterli idi." Bunun üzerine Ömer dedi ki: "Ya Ammar! Allah'tan kork" Ammar da; "Eğer istersen, bu konuda konuşmam." dedi.1
Subhanallah! Ömer Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetine muhalefet etmekle kalmıyor; görüşlerine ashabın karşı çıkmasına dahi izin vermiyor. Ammar, ondan özür dilemek zorunda kalarak; "Eğer istersen, bu konuda konuşmam." diyor! .
Ashabın, nassın varlığına şahitlik etmesine rağmen, kendi görüşü üzerinde bu kadar ısrar etmeye ve bunun adını içtihat koymaya şaşırmamak insanın elinde değil. Ömer, ölene kadar bu görüşünde ısrar ediyordu. Ashaptan bazıları da onun görüşüne uymuşlardı. Hatta Ömer'in görüşünü Resulullah'ın (s.a.a.) görüşünden bile öne geçiriyorlardı. Müslim, Sahih'inin "Taharet Kitabı, Teyemmüm Babı"nda Şakik' den şöyle nakleder:
"Abdullah ile Ebu Musa'nın yanında oturmuştum. Ebu Musa dedi ki: "Ey Ebu Abdurrahman! Cünüp olup da su bulamayan bir kimsenin hakkında ne diyorsun?" Abdullah;
-----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 92 - 93; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 280, h.368.
İlk Üç Halife Hakkında / 309
"Bir ay su bulamasa dahi teyemmüm almasın." dedi.
Bunun üzerine Ebu Musa dedi ki: "Peki öyleyse, "Eğer su bulamazsanız, temiz toprakla teyemmüm alın." ayeti ne olacak?" Abdullah; "Eğer bu ayetle onlara izin verilirse, yarın hava soğuyunca da teyemmüm almak isteyecekler." cevabını verdi.
Ebu Musa, Abdullah'a dedi ki: "Ammar'ın şöyle dediğini duymadın mı: Resulullah beni bir yere göndermişti. Ben orada cünüp oldum ve su bulamadım. Tıpkı bir hayvanın topraklara bulandığı gibi ben de kendimi topraklara buladım. Resulullah'ın yanına gittiğimde olayı ona anlattım. Buyurdu ki: "İki elinle şöyle teyemmüm alsaydın yeterliydi." Sonra ellerini bir kez yere vurup çırptıktan sonra iki elinin üstünü ve yüzünü mesh etti." Abdullah; "Ömer'in, Ammar'ın bu sözünü yeterli bulmadığını görmedin mi?!" dedi." 1
Buhari, Müslim ve diğer birçok Sünni alimin naklettiği bu rivayet üzerinde biraz düşündüğümüzde, Ömer'in ashabın üzerinde ne kadar etki bıraktığını, şer'i hükümlerdeki bunca farklı görüşlerin ve rivayetlerdeki bunca çelişkilerin nereden kaynaklandığını, Emevi ve Abbasi halifelerinin şer'i hükümleri önemsememelerinin nedenini ve çeşitli mezheplerin nasıl ortaya çıktığını anlarız. Efendileri ve önderleri olan Ömer, Kur'an ve sünnete açıkça muhalif olan fetvalar2 verip mazur görüldükten sonra Ebu Hanife, Malik, Şafii ve Ahmed bin Hanbel' i, kendi görüşlerine göre
---------------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. I, s. 280, h. 368; Sahih-i Buhari, c. 1, s. 96.
2- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 92 - 96; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 280, h.368.
fetva verdikleri için asla kınamamak lazım. Çünkü onlar, sadece daha önce koyulan bir bidate uymuşlar ve bu bidati ilk koyan kişiler değillerdir.
Bütün bunlardan daha şaşırtıcı olan, Abdullah bin Mes'ud'un Ebu Musa'ya; "Bir ay bile su bulamazsa, teyemmüm almasın." demesidir. Abdullah bin Mes'ud sahabenin en ileri gelenlerinden olmasına rağmen böyle bir fetva veriyor. Rivayetten de anlaşılan şudur: Ebu Musa ayeti delil getirerek Abdullah bin Mes'ud'u ikna etmek istiyorsa da, o cevabında diyor ki: "Eğer bu ayetten yararlanarak onlara teyemmüm izni verirsek, yarın hava biraz soğuyunca teyemmüme başvururlar."
Bakın, Kur'an'a karşı nasıl içtihat edip, kendi kafalarından görüş belirtiyorlar! Ve maalesef: görüşleri hep ümmete zorluk çıkarma yönündedir. Oysa Allah Teala buyuruyor ki: "Allah sizlere kolaylık ister; size zorluk (çıkarmak) istemez."1 Ama bu zavallı şöyle diyor: "Eğer bu ayetle onlara izin verirsek, yarın hava biraz soğuyunca teyemmüm alacaklar." Acaba o, kendisini Allah'ın ve Resulünün sözcüsü olarak mı görüyor? Yoksa o, insanlara Yaratıcılarından daha mı fazla acıyor?!
Daha sonra Ebu Musa, Resulullah'ın sünnetinden delil getirerek Ammar'ın rivayetiyle onu ikna etmeye çalışıyor; ama Abdullah bin Mes'ud, Ömer, Ammar'ın rivayetini kabul etmediği için bu meşhur sünneti de reddediyor!
Gördüğünüz gibi, bazı sahabilere göre ikna edici tek söz, Ömer bin Hattab'ın sözüdür. Resulullah'ın buyrukları
----------------------------
1-Bakara Suresi / 185
İlk Üç Halife Hakkında / 311
ve davranışlarına muhalif olsa bile, bir ayet veya hadisin sıhhatinin ölçüsü, Ömer bin Hattab'ın ikna olup olmamasıdır. Bugün de halkın birçok ameli, Kur'an ve sünnete aykırı olduğu halde, sırf Ömer'in görüşüne uygun olduğu için, uyulması farz olan bir kanun durumundadır.
Hatta bazıları, halifelerin zamanında yasaklanan hadislerin daha sonra yazıldığını görünce, Ömer bin Hattab'ın görüşüne muhalif olan hadislerin karşısında, Ömer'in görüşünü desteklemek için rivayetler uydurup Resulullah'a (s.a.a.) isnat ettiler. Geçici evlilik ve teravih namazı konusunda olduğu gibi.Böylece, bir konuda çelişik rivayetler nakledilerek zamanımıza kadar geldi ve Müslümanlar hemen her konuda ihtilafa düştüler. Bu ihtilaflar, Ömer'i Ömer olduğu için savunanlar var olduğu sürece de devam edecektir. Çünkü bu gibi insanlar, hiçbir zaman hakka ulaşmak için araştırma yapmaz ve kalkıp da Ömer' e; "Ey Ömer! Sen yanılıyorsun. Su bulunmadığı zaman, namazın farz oluşu kalkmaz. Kur'an' da teyemmüm ayeti vardır; teyemmüm hadisi bütün Sünni kitaplarında kayıtlıdır. Senin Kur'an'a ve sünnete karşı cahilliğin, hilafet kürsüsüne oturmana ve ümmetin başına geçmene de izin vermez. Bilerek Kur'an ve sünnetin hükümlerine karşı çıktıysan da bu, seni kafirliğe kadar götürür. Çünkü eğer mümin isen, Allah ve Resulünün hükmü karşısında kendinden hüküm veremezsin; istediğini kabul, istediğini de reddedemezsin. Sen de çok iyi biliyorsun ki, Allah'a ve Resulüne karşı çıkan kimse açıkça dalalettedir.
2- Yüce Allah buyuruyor ki: "Sadakalar; fakirlerin, hiçbir şeyi olmayanların, onu toplamaya memur olanların, kalpleri Müslümanlığa yaklaştırılmak istenenlerin (müellefet'ül-kulup), kölelerle tutsakların, borçlu-
-----------------------
ların, Allah yolunda savaşanların ve yolda kalanların hakkıdır. Bu, Allah'ın hükmüdür ve Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir."1
Allah'ın hükmüne uygun olarak Resulullah'ın (s.a.a.) meşhur sünnetlerinden biri de "müellefet'ül-kulub"a (gönülleri İslam'a ısındırılmak istenenlere)2 paylarını vermekti. Ama Ömer bin Hattap, hilafeti zamanında bunu beytülmaldan (devlet bütçesinden) keserek Kur'an'ın değişmez nassı karşısında içtihat edip şöyle dedi:
"Bizim size hiçbir ihtiyacımız yoktur. Çünkü Allah İslam'a izzet ve şeref vermiş ve bizleri size muhtaç etmemiştir."
Hatta Ömer bu hükmü Ebu Bekir'in hilafeti döneminde de iptal etmişti. Şöyle ki, "müellefet'ül-kulup"tan bazıları Resulullah (s.a.a.) zamanında olduğu gibi paylarını almak için Ebu Bekir'in yanına geldiler. Ebu Bekir de onlara bir mektup vererek Ömer'in yanına gönderdi. Onlar, paylarını almak için Ömer'in yanına gittiklerinde Ömer onların mektubunu yırtarak şöyle dedi: "Bizim size ihtiyacımız yok. Çünkü Allah İslam'a izzet vermiş ve bizi size muhtaç etmemiştir. Ya İslam'a girin ya da sizinle bizim aramızda kılıç hüküm verecektir."
Onlar da Ebu Bekir'in yanına geri dönerek dediler ki: "Allah Allah! Sen mi halifesin, Ömer mi?" Ebu Bekir de; "Allah'ın izniyle halife odur." dedi ve arkadaşı Ömer'in hatırına mektubundan vazgeçip, geri çekildi.3
Daha da ilginç olanı şudur: Bugün bile bu olayda Ömer'i
------------------
1- Tevbe Suresi /60.
2- Bu hüküm İslam'a yaklaşma ihtimali olan Kitap Ehli'ne farz sadakadan (zekat) verilen paydır. (Mütercim.)
3- el-Cevheret'ün-Neyyire Fi'I-Fıkh'İl-Hanefi, c. 1, s. 164.
İlk Üç Halife Hakkında / 313
savunanları ve bunu onun faziletlerinden sayanları görmekteyiz. Bunlardan biri de Şeyh Muhammed Devalibi'dir. O, Usul'ül-Fıkh adlı kitabının 239. sayfasında şöyle der:
"Ömer'in Kur'an' da, hakkında açıkça nass olan ve hükmü kaldırılmayan "müellefet'ül-kulub"a verilmesi farz kılınan zekatı kesmek konusundaki içtihadı, "maslahatın zamana göre değişmesi" kanunu doğrultusunda atılan ilk adımdır. "
Daha sonra, Ömer için bu konuda mazeretler ve bahaneler uydurarak diyor ki: "Evet! Ömer ayetin zahirine değil, asıl hedefine önem vermektedir..." Oysa onun bu sözlerini hiçbir mantık kabullenemez. Biz, onun; "Ömer Kur'an hükümlerini kendi reyine göre değiştirmiştir" şeklindeki tanıklığını kabul ediyoruz. Ama; "Ömer, ayetin zahirine değil, asıl hedefine önem veriyordu" şeklindeki yorumunu asla kabul etmiyoruz. Biz ona ve diğerlerine şunu diyoruz: "Kur'an'ın ve Resulullah'ın hükümleri, zamanın geçmesiyle iptal olmaz. Kur'an, Resulullah'a (s.a.a.) bile bu hakkı vermemiştir:
"Onlara apaçık delilleri kapsayan ayetlerimiz okunduğu zaman bize kavuşmayı ummayanlar, bize bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir, dediler. De ki: Ben onu kendiliğimden değiştiremem. Ben ancak bana vahyedilene uyarım. Ve şüphe yok ki ben, Rabbime isyan ettiğim takdirde o büyük günün azabından korkarım."1
Resulullah'ın (s.a.a.) pak sünnetinde ise şöyle geçer:
------------------------
1- Yunus Suresi / 15.
"Muhammed'in helali kıyamete kadar helal, haramı ise kıyamete kadar haramdır.'1
Ama Devalibi gibi içtihat taraftarı olanlar, zaman geçtikçe ilahi hükümlerin değişebileceğini iddia ediyorlar. Öyleyse ilahi hükümlerin yerine milli kanunları koyan devlet başkanlarını kınamamak gerekir. Çünkü onlar da, ilahi hükümlere aykırı olan kanunlarını maslahat icabı çıkarmışlardır. Mesela, onlardan biri diyor ki: "Düşmanlarınızı yenmek için oruç tutmayın. Bizler bugün fakirlik, cehalet ve irtica ile savaşıyoruz ve oruca hiç ihtiyacımız yoktur. Oruç fazla üretimi engellemektedir."
Çok eşli evlilik hakkında ise şöyle diyor: "Bu zulümdür, çünkü Muhammed'in zamanında kadının hiçbir değeri yoktu. Ama biz bugün onu özgürlüğüne kavuşturduk ve bütün haklarını kendisine geri verdik."
Bu devlet başkanı, tıpkı Ömer gibi, Kur'an'ın zahirine değil, ayetin asıl hedefine dikkat ederek diyor ki: "Bugün kız ile erkek mirasta eşit olmalıdır. Zira o zamanlarda ailenin geçimini sağlamak erkeğin üzerinde olduğu için Allah, ona iki kat miras ayırmıştı. Ama bugün artık kadın da erkek gibi çalışmakta ve ailesinin geçimini sağlamakta katkıda bulunmaktadır." Örnek olarak da, karısının çok miktarda para harcayarak kardeşini bakan yaptığını gösteriyor!
Aynı bu devlet başkanı, zinayı helal biliyor ve bunu, zorla yapılmaması ve meslek edinilmemesi şartıyla, buluğ çağına eren herkesin hakkı olarak görüyor. Üstelik zinaya
----------------------
1- Sünen-i Daremi, c. 1, s. 115.
İlk Üç Halife Hakkında / 315
teşvik için de, zinadan olan çocuklara bakım yurdu açıyor.
Bu gibi içtihatları bir hayli çok olan bu devlet başkanı, iloinçtir ki, Ömer'in kişiliğine hayran olduğunu söylüyor! o Bir konuşmasında da diyor ki: "Ama ne yazık ki, Ömer ne hayatında, ne de öldükten sonra içtihatlarının sorumluluğu- nu üstlenmedi. Ama ben hayatımda da, öldükten sonra da yaptığım içtihatların sorumluluğunu üstleniyorum." Halkın onun içtihatlarını eleştirdiğini duyunca da diyor ki: "Ömer bin Hattap zamanının ilk ve en büyük müçtehidi idi. Peki ben niye içtihat etmeyeyim ki? Ömer de hükümet başka- nıydı, ben de hükümet başkanıyım."
Daha da ilginç olan şudur: Bu devlet başkanı, Resulullah'ın (s.a.a.) adını alay ve istihzayla anıyor! Örneğin; bir konuşmasında demiş ki: "Muhammed coğrafya bile bilmiyordu. Çünkü Çin'in dünyanın sonu olduğunu zannederek; "Çin'de de olsa ilim öğreniniz." demiştir. Muhammed, ilmin bu kadar gelişeceğini ve demir parçalarının havada uçacağını nereden bilebilirdi ki?! Veya Uranyum, Potasyum, atomla ilgili bilimler ve nükleer silahlar hakkında ne diyebilirdi ki?!"
Ben bu aptal adamı fazlaca kınamıyorum. Çünkü o, Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetinden hiçbir şey anlamadan bir gün kendisini bir İslam ülkesinin başkanı olarak görmüş ve aşağılık kompleksine kapılarak ülkesini Avrupa Ülkelerinin seviyesine çıkarmak istemiş, birçok kral ve devlet başkanı da ona uymuş, batılı ülkeler ona övgüler yağdırmış, hatta ona "Büyük Mücahit" lakabını vermişler! Böyle birinden bu gibi sözleri yadırgamamak gerekir. Çünkü onun aldığı eğitim bunu gerektirmektedir. Dolayısıyla eğer insaflı olursak, önce Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ı
eleştirmemiz ve kınamamız gerekir. Çünkü Resulullah'ın (s. a. a.) vefat ettiği günden itibaren bu kapıyı onlar açtılar; Ümeyye Oğulları ve Abbas Oğulları da yaptıkları içtihatlarda onlara uydular ve tam yedi asır İslam kanunları ve hükümlerini değiştirmekle uğraştılar. Bunun sonucu olarak da, bugün bir İslam ülkesinin başkanı, milletinin karşısında küstahça Resulullah (s.a.a.) ile alay ediyor ve hiçbir kimse kalkıp ona itiraz etmiyor!
Ben, bazı İslami hareketlerdeki kardeşlerime diyordum ki: "Eğer sizler, bugün Kur'an'a ve sünnete uymayan bu devlet başkanını kınamakta samimiyseniz, önce bu bidatin temelini atan ve nassın (Kur' an ve sünnetin) karşısında içtihat edenleri kınamalısınız."
Ama onlar, zamanın devlet başkanlarını Raşit Halifelerle mukayese etmekten rahatsız oluyorlardı. Ben onlara diyordum ki: "Bugünkü krallar ve devlet başkanları, tarihin kesin neticesinden başka bir şey değildir. Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından bugüne kadar Müslümanların gerçekten özgür oldukları bir zaman oldu mu?!" Onlar ise bana şu cevabı veriyorlardı: "Siz Şiiler ashaba küfür ve iftira ediyorsunuz. Eğer bir gün hükümeti ele geçirirsek, sizi ateşte yakacağız." Ben de; "Allah o günü size nasip etmesin." diyordum.
3- Yüce Allah buyuruyor ki:
"Boşamak iki defa olur. Ondan sonra ya güzellikle kadını tutmak gerek, ya iyilikle bırakmak. Onlara verdiğiniz şeylerden bir şey almak da size helal değildir. Ama erkek ve kadın Allah'ın hudutlarını koruyamayacaklarından korkarlarsa, o başka. Siz de onların, Allah'ın sınırlarını muhafaza edemeyeceklerinden korkarsanız, kadının, hakkından vazgeçmesinde ikisi
İlk Üç Halife Hakkında / 317
için de günah yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Bunları sakın aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, onlar zalimlerin ta kendisidir. Erkek kadını bir kere daha boşayacak olursa, bundan sonra kadın başka bir kocaya varmadıkça eski kocasına helal olmaz. O adam onu boşarsa, o vakit Allah'ın sınırlarını koruyacaklarına ümitleri varsa, birbirlerine dönüp tekrar evlenme- lerinde bir sakınca yoktur. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır; bunları, bilmeyen kavme açıklamaktadır."1
Resulullah'ın mübarek sünneti de, bu ayetin yorumunda hiçbir gizli yön bırakmayarak diyor ki: Koca, karısını üç kez boşamadıkça kadın ona haram olmaz. Ama eğer üç kez boşarsa, artık ona dönemez. Fakat eğer kadın ondan sonra başka bir adamla evlenir, daha sonra o adam o kadını boşarsa, o zaman eski kocası da başkaları gibi o kadına evlenme teklifi edebilir. Kadın da isterse kabul, isterse reddeder. Ama Ömer bin Hattap, her zamanki alışkanlığı üzere, bilmeyenler için açıklanan bu ilahi hükmü hiçe saya- rak; "Eğer bir adam karısına tek bir defada "Seni üç kez boşadım." derse, artık o kadın ona haram olur." dedi. Ve böylece Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviyye'ye muhalefet etti.
Sahih-i Müslim'in "Talak Kitabı, Üç kez Boşama Babı"nda İbn-i Abbas'tan şöyle naklolunur:
"Resulullah'ın (s.a.a.) ve Ebu Bekir'in dönemi ile Ömer'in halifeliğinin ilk iki yılında, "seni üç kez boşadım" dense, bir boşama sayılıyordu. Ama Ömer bin Hattap; "Halk kendilerine zaman tanınan bir işte acele ediyorlar. Ne
1- Bakara Suresi /229 - 230.
dersiniz, bunu onların aleyhinde geçerli kabul edelim mi?" dedi ve bunu geçerli kıldı."1
Halifenin, ashabın huzurunda ilahi hükümleri değiştirmeye cüret etmesi, onların da Ömer'i onaylayarak itiraz ve inkar etmemeleri gerçekten çok şaşırtıcıdır.
Ama diğer taraftan bizi aldatarak diyorlar ki: Ashaptan biri Ömer'e şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki senin yanlış bir işini görürsek, kılıçla seni düzeltiriz." Allah'a andolsun ki, bunlar halifelik döneminde demokrasi ve özgürlüğü ispat etmek için uydurulan yalan ve iftiralardır. Tarihteki uygulamalar, bütün bunları yalanlamaktadır. Uygulamalar, yazılanlara aykırı olduğu sürece yazılanların hiçbir değeri olmaz. Yoksa, onlar yanlışlığı Kitap ve sünnette görerek, Ömer'in onları düzelttiğini mi sanıyorlardı? Bu saçmalıklardan Allah'a sığınırız. Ben "Kafse" şehrinde iken bazı zavallılar "seni üç kez boşadım" cümlesi ile karılarının artık kendilerine haram olduğunu zannediyorlardı. Ben de, halifelerin değiştirdikleri değil, Allah'ın sahih hükümlerini onlara söyleyince çok seviniyorlardı. Kendini alim zannederler ise, "Şiiler her şeyi helal bilirler" diye halkı korkutuyorlardı. Hiç unutmuyorum, onlardan biri, bir gün bana yavaşça dedi ki: "Eğer gerçekten efendimiz Ömer bin Hattap bu ve bunun gibi hükümleri değiştirmiş ve ashap da sessiz kalmış ise, peki efendimiz Ali bin Ebi Talip niçin hiç itiraz etmedi?!" Ben ona şu cevabı verdim: "Kureyşliler Hz.Ali hakkında; "Cesur, ama savaş usulünü bilmiyor!' deyince cevaplarında dedi ki: "Bunlar ne diyorlar?! içlerinde savaş konusunda benden daha şiddetli ve daha tecrübeli
------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 2, s. 1099, h. 1472; Sünen-i Beyhaki, c. 7, 336; Süneni-i Ebi Davud, c. 2, s. 261, h. 2199.
İlk Üç Halife Hakkında / 319
birisi var mı?! Ben daha yirmi yaşındayken savaşla tanışmışım; şu anda da altmış yaşındayım! Ne yapa- yım?! Sözü dinlenmeyenin görüşü olmaz!"1
Evet! İmamlığını kabul eden Şiiler dışında hangi Müslüman onun sözlerini dinledi ki?! Hz. Ali geçici evliliğin (mut'a) yasaklanmasına karşı çıktı; bir bidat olan teravih namazına karşı çıktı; Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın değiştirdiği hükümlere karşı çıktı; ama Şiilerden başka kim onu dinledi?! Diğer Müslümanlar ona karşı savaştılar; ona lanet okudular; adını ve yâdını silmek için çaba harcadılar. Ömer'den sonra halifeliğe aday olanlardan biri olan Abdurrahman bin Avf, Hz. Ali'ye; "Eğer Ebu Bekir ve Ömer'in sünnetine uyarsan, seni halife yaparız." demişti. Hz. Ali (a.s.) da "Ben yalnız Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetine göre hükmederim." buyurmuştu. Böylece de onu kenara iterek Osman'ı seçtiler. Çünkü Osman onların şartlarını kabul etmişti.
Bu yüzden bugün bile görüyoruz ki, ilim şehrinin kapısı ve Resulullah'tan (s.a.a.) sonra halkın en bilgilisi, Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini herkesten daha iyi bilen ve bütün amel ve sözleri Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetine uygun olan tek kişi, Hz. Ali (a.s.) olmasına rağmen, onun Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in yanında pek yeri yoktur ve onlar Hz. Ali'ye uymak yerine Malik, Ebu Hanife, Şafii ve İbn-i Hanbel' e uyuyorlar, ibadet ve muamelelerde hükümleri onlardan alıyorlar; hiçbir meselede Hz. Ali'ye başvurmuyorlar. Büyük hadisçileri de hadiste aynı yolu izliyorlar. Örneğin; Buhari ve Müslim, Ebu
-----------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 27. hutbe.
Hureyre, İbn-i Ömer, Akra', A'rec ve uzak - yakın herkesten çeşitli konularda yüzlerce hadis naklederken, Hz.Ali'den sadece Ehl-i Beyt'in makamını küçük düşürücü birkaç uyduruk hadis naklediyorlar. Bununla da yetinmeyerek Hz. Ali'ye uyan, ilim ve hikmeti ondan alan Şiileri kafirlikle suçlayarak onlara "Rafızi" lakabını takıyor ve en alçakça iftiraları atıyorlar. Gerçek şudur ki, Şiilerin Hz. Ali'ye uymaktan başka hiçbir suçları yoktur. Ali ki, üç halife döneminde bir kenara itilmiş, Emevi ve Abbasiler zamanında kendisi ve Ehl-i Beyt'ine karşı savaş açılmış, insanların gözünden düşürülmeye çalışılmıştır! Tarihi azıcık olsun araştıranlar, Hz. Ali'ye, Eh-i Beyt' e ve Şiilere karşı neler yapıldığını bilirler.
OSMAN İLK İKİ HALİFENİN YOLUNU SÜRDÜRÜYOR
Osman bin Affan, halkın arasında Ebu Bekir ile Ömer'in sünnetini uygulayacağına dair Abdurrahman bin Avf'a söz verdiğinde herhalde şöyle demek istiyordu: "Ben de içtihat ederek Kur'an ve sünnetin açık hükümlerini değiştireceğim." Nitekim Osman'ın halifelik dönemindeki hayatını inceleyenler, onun da içtihat konusunda büyük adımlar attığını bilirler. Öyle ki, onun içtihat ve bidatleri iki eski dostu Ebu Bekir ile Ömer'in içtihatlarını halka unutturdu ve sonunda kendi aleyhinde inkılaba sebep olarak öldürülmesine yol açtı. Ben, tarih kitaplarını dolduran bu konu hakkında uzunca bahsetmeyeceğim. Sadece içtihat taraftarla- rının Muhammed'in (s.a.a.) dininde yaptıkları değişiklikleri somut olarak gözler önüne sergilemek için birkaç örnek vermekle yetineceğim.
İlk Üç Halife Hakkında / 321
1- Müslim, Sahih'inin "Yolcuların Namazı Kitabı"nda AİŞE'DEN şölye nakleder:
"Namaz, insanlara farz kılındığında iki rekat idi. Allah Teala daha sonra namazın vatanda tam olarak kılınmasını, ama yolculukta iken tıpkı ilk zamanlarda olduğu gibi iki rekat olarak kılınmasını farz etti."1
Yine Müslim, Sahih'inin aynı kitabında Ya'la bin Ümeyye' den şöyle nakleder:
"Ömer bin Hattab'a dedim ki: "kafirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanız- da size bir günah yoktur."2 Ama bugün artık insanlar emniyettedir?! (O halde niçin halâ yolculukta iki rekat kılıyoruz?)" Ömer dedi ki: "Ben de buna şaşırıyordum. Resulullah'a (s.a.a.) sebebini sorunca buyurdu ki: "Bu, Allah'ın size bir sadakasıdır. Allah'ın sadakasını kabul edin."3
Yine Müslim, Sahih'inin aynı kitabında İbn-i Abbas'tan şöyle nakleder:
"Allah, namazı Peygamber'in diliyle vatanda dört rekat, yolculukta iki rekat, savaşta ise bir rekat olarak farz kıldı."4
Enes bin Malik' den ise şöyle nakleder:
"Resulullah (s.a.a.) şehirden üç mil ya da üç fersah uzak-
---------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 478, h. 685.
2- Nisa Suresi 101
3- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 478, h. 686.
4- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 479, h. 687.
322/ Zikir Ehline Sorun
laştığında namazı iki rekat kılardı."1
Yine ondan şöyle nakleder:
"Resulullah (s.a.a.) ile birlikte Medine'den Mekke'ye gittiğimizde Resulullah dönünceye kadar namazları iki rekat olarak kıldı." Ravi ona; "Resulullah Mekke'de ne kadar kaldı?" diye sorunca; "On gün." dedi."2
Müslim'in Sahih'indeki hadislerden de açıkça anlaşıldığı gibi, yolculukta namazın kısaltılması hususundaki ayeti, Resulullah (s.a.a.), Allah'ın Müslümanlara lütufta bulunduğu bir ruhsat olarak algılamış, sözleri ve amelleriyle de bunu beyan etmiştir. Dolayısıyla Müslümanların da bunu kabul etmesi gerekir. Böylece Devalibi ve diğerlerinin; "Ömer, hükmün nedenine bakıyordu, zahirine değil." diyerek Ömer'in hatalarını düzeltmeye çalışmaları boş bir çabadır. Çünkü namazın iki rekat kılınmasını bildiren ayet nazil olduğunda Ömer'in buna şaşırması üzerine Resulullah (s.a.a.), hükümlerin nedenlerine bakılamayacağını ona öğretmişti. Demek ki halk güven içinde olup kafirlerden korkuları olmasa bile, yolculukta iken dört rekath namazlarını iki rekat olarak kılmalıdırlar. Ama Devalibi ve diğer Sünni alimlerin zannettiklerinin tam tersine, Ömer'in tamamıyla farklı bir görüşü vardı.
Şimdi Osman bin Affan' a gelelim... O da, Raşit Halifeler kervanına ulaşmak için olsa gerek, Kur'an ve sünnetin hükümlerine uymayan içtihatlar yapmaktan çekinmemiştir. Bu içtihatlarından biri, hilafet kürsüsüne oturunca yolcula-
-------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 481, h. 691.
2- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 481, h. 693.
......
İlk Üç Halife Hakkında / 323
on da namazı dört rekat olarak kılmalarını emretmesiydi.
Ben onun bu hükmü değiştirmesinin sebebini çok düşündüm ve sonuca vardım: O, bu hareketiyle halka ve özellikle de Ümeyye Oğullarına kendisinin Hz. Muhammed (s.a.a.), Ebu Bekir ve Ömer'den daha takvalı olduğunu anlatmak istiyordu.

Müslim, Sahih'inin "Yolcuların Namazı Kitabı"nda Salim bin Abdullah'tan, o da babasından şöyle nakleder:
"Resulullah (s.a.a.) Mina'da ve diğer mekanlarda (yolculukta olduğundan) namazı iki rekat kılardı. Ebu Bekir ile Ömer de namazı iki rekat kılardı. Osman da halifeliğinin ilk yıllarında namazı iki rekat olarak kılıyordu. Daha sonra dört rekat kılınmasını emretti."1
Yine Sahih-i Müslim'de şöyle geçer: "Zühri der ki: Urve'ye; "Peki neden Aişe yolculukta iken namazı dört rekat kılıyordu?" diye sordum. Urve; "O da tıpkı Osman gibi içtihat etti."2 diye cevap verdi."
İşte böylece, Allah'ın dininin hükümleri ve nassları şahısların arzularına göre yorumlanıyordu!
2- Osman, Ömer' i onaylarak temettu haccını ve geçici evliliği yasakladı. Buhari, Sahih'inin "Hac Kitabı, Temettu ve İkran Babı"nda Mervan bin Hakem' den şöyle nakleder: "Osman ile Ali'yi gördüm. Osman, temettu haccını ve hac ile umrenin birlikte yapılmasını yasaklıyordu. Ama Ali onu görünce, hac ve umreye birlikte (temettu haccına) niyet ederek; "Ben, herhangi birinin sözüyle Resulullah'ın (s.a.a.)
--------------------------
1- Sahih-i Müs1im, c. 1, s. 482, h. 694.
2- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 478, h. 685.
sünnetinden vazgeçemem." dedi."1
Müslim de Sahih'inin "Hac Kitabı, Temettu'un Cevazı Babı"nda Said bin Müseyyib' den şöyle nakleder: "Ali ile Osman Usfan'da karşılaştılar. Osman, temettu haccını veya umreyi engelliyordu. Bunun üzerine Ali ona, "Resulullah'ın (s.a.a.) yaptığı bir şeyi nasıl menedebilirsin?" dedi. Ama Osman; "Sen bize karışma!" dedi. Ali; "Ben bu durum karşısında susamam!" dedi. Ali böyle olduğunu görünce, hac ve umreye birlikte (temettu haccına) niyet etti."2
Evet! Bu, Ali bin Ebi Talip'tir (Allah'ın selamı onun üzerine olsun). Herhangi birinin sözüyle Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini terkedemez. İkinci rivayetten, Hz. Ali ile Osman arasında bir çekişme geçtiği ve Osman'ın "Sen bize karışma!" demesinden de her konuda Hz. Ali'ye muhalefet ettiği ve onun Resulullah'tan (s.a.a.) naklettiği şeyleri kabul etmediği anlaşılmaktadır. Ayrıca rivayetin eksik olduğu da anlaşılıyor. Çünkü son cümlede diyor ki: "Ali böyle olduğunu görünce..." Ali, nasıl olduğunu görmüştü acaba?!
Hz. Ali (a.s.), Resulullah'ın sünneti konusunda halifeyi uyarmasına rağmen, halife ona muhalefet ederek halkın temettu haccı yapmasını menediyor ve işte o zaman Hz. Ali ona muhalefet ederek hacca ve umreye niyet ediyor.
3- Osman bin Affan, namazın bazı bölümleri hususunda da içtihat ederek secdeye giderken ve secdeden kalktıktan sonra tekbir getirmiyordu. Ahmed bin Hanbel, Müsned'inde İmran bin Husayn'dan şöyle nakleder: "Ali'nin
--------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 175.
2- Sahih-i Müslim, c. 2, s. 897, h. 1223.
İlk Üç Halife Hakkında / 325
arkasında namaz kıldım. Bu namaz bana Resulullah (s.a.a.), Ebu Bekir ve Ömer'in namazlarını hatırlattı. Ali namazda secdeye gitmek isterken ve secdeden kalkınca tekbir getiriyordu." Ravi diyor ki: "Ey Ebu Necid! Bu tekbiri ilk terkeden kimdi?" diye sorunca, dedi ki: "Osman'dı. Çünkü o yaşlanmıştı ve sesi zayıftı. Onun için bunu terk etti."1
Evet' İşte böylece Peygamber efendimizin pak sünneti, halifelerin, sultanların, ashabın, Ümeyye Oğullarının, Abbas Oğullarının sünnetleri ile yer değiştirdi. Oysa, bunların hepsi İslam' a sokulan bidatlerdir. Her bidat sapıklıktır ve her sapıklığın yeri, şeriatın sahibi Resulullah'ın (s.a.a.) buyurduğu gibi, cehennemdir. Bu yüzden, bugün Müslümanların her birinin farklı şekilde namaz kıldıklarını görüyoruz. Saflarının bir olmasına rağmen gönülleri bir değildir. Birlikte namaz kılıyorlar, ama bazıları ellerini bağlıyor, bazıları ellerini yanlarına salıyor. Bazıları ellerini göbeğin üstünde, bazıları kalbin aşağısında tutuyor. Bazıları ayaklarını birleştiriyor, bazıları açıyor. Hepsi de kendi yaptığının doğru olduğunu zannediyor. Bu konuda konuştuğunuz zaman da "Kardeşim! Bunlar önemli şeyler değil. İstediğin gibi namaz kıl. Önemli olan namaz kılmaktır." derler.
Evet! Önemli olan namaz kılmaktır, ama cüz'i şeylerde bile Resulullah (s.a.a.) gibi namaz kılmaya çalışmalı değil miyiz?! Resulullah (s.a.a.) buyuruyor ki: "Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız, öyle namaz kılm."2
--------------------------
1- Müsned-İ Ahmed bin Hanbel, c. 4, s. 432.
2- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 162 - 163; Sünen-i Beyhaki, c. 2, s.345.
Öyleyse Peygamber efendimizin nasıl namaz kıldığını araştırmamız gerekir. Çünkü namaz, dinin direğidir.
MELEKLER OSMAN'DAN UTANIYORLARMIŞ!
Belazuri, Ensab 'ul-Eşraf adlı kitabında şöyle yazar:
"Ebuzer'in ölüm haberi Osman'a ulaşınca; "Allah ona rahmet etsin." dedi. Ammar bin Yasir; "Evet" dedi. "Bütün varlığımızla ona Allah'tan rahmet ve mağfiret diliyoruz." Bunun üzerine Osman Ammar' a; "Ey babasının... ini ısıran! 1 Onu sürgün ettiğimden dolayı pişman olduğumu mu zannediyorsun?" dedi ve Ammar'ın ağzına hızla vurmalarını emrederek; "Seni de onu gönderdiğim yere göndereceğim!" dedi.
Ammar, şehirden çıkmaya hazırlanırken Mahzun Oğulları kabilesi Hz. Ali'nin yanına gelerek bu konuda Osman'la konuşmasını istediler. Hz. Ali, Osman'a giderek; "Ey Osman! Allah'tan kork! Müslümanlardan salih birini sürgün ederek ölümüne neden oldun. Şimdi de onun gibi bir başkasını mı sürgün ediyorsun?!" dedi.
Tartışmaları uzadı ve Osman, Ali'ye; "Sen sürülmeye daha layıksın!" dedi. Hz. Ali de; "İstersen bunu yap!" dedi.
Sonra Muhacirler toplanıp Osman'ın yanına giderek ona; "Böyle olur mu?! Seninle tartışan herkesi sürgüne mi göndereceksin?!" dediler. Bunun üzerine Osman Ammar'ı sürgüne göndermekten vazgeçti.2
---------------------------
1 - Bu küfür o kadar yüz kızartıcı ve utanç vericidir ki, Müslüman birinin böyle bir lafı ağzına alabileceğini hiç zannetmiyorum. (Mütercim. )
2- Belazuri, Ensab'ul-Eşraf, c. 5, s. 54.
İlk Üç Halife Hakkında / 327
Yakubi, Tarih'inde şöyle nakleder: "Ammar, Mikdat bin Esved'in namazını kılarak onu defnetti ve Mikdad'ın vasiyeti üzerine bunu Osman' a bildirmedi. Osman, Ammar'a kızarak; "Zenci kadının oğluna yazıklar olsun! Ben onun böyle yapacağını biliyordum." dedi."1

Meleklerin bile kendisinden utandığı böyle utangaç birinin, üstelik seçkin bir mümine böyle ağır bir küfür söylemesi düşünülebilir mi?!
Ammar'ın suçu neydi acaba?! Neden Osman ona sövmekle yetinmeyerek kölelerine, Ammar'ı yatırtıp ellerini ayaklarını bağlatarak fıtık oluncaya kadar dövdürttü?! Bu olayı bütün tarihçiler kaydetmişlerdir.2
Ammar'ın tek suçu, ashaptan bir grubun Osman'a yazdıkları mektubu, ona ulaştırmasıydı.
Osman, Abdullah bin Mes'ud'a da aynı şekilde davranmıştı. Abdullah bin Zam'a adlı celladına onu camiye getirmesini emretmiş, o da caminin girişinde onu öyle sert bir şekilde yere vurmuştu ki kaburgalarından biri kırılmıştı? Abdullah bin Mes'ud'un suçu ise, Osman'a, beytülmalı hadsiz hesapsız olarak Ümeyye Oğullarının fasıklarına vermesi konusunda itiraz etmesiydi.
Sonunda olanlar oldu. Osman'ın aleyhine ayaklanarak onu öldürdüler ve üç gün defnolunmasına izin vermediler.
--------------------
1- Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 171.
2- Ensab'ul-Eşraf, c. 5, s. 49; el-İstiab, c. 3, s. 1136; el-İmame ve's-Siyase, c. I, s. 36; İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 3, s. 50; el-Ikd'ül-Ferid, c. 4, s. 307.
3- Ensab'ul-Eşraf, c. 5, s. 36; Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 170; İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 3, s. 43 - 44.
Dördüncü gün Ümeyye Oğullarından dört kişi gelerek ona namaz kılmak istediler; ama sahabilerden bazıları buna izin vermediler. O dört kişiden biri dedi ki: "Onu öylece defnedin; çünkü Allah ve melekleri ona namaz kılmışlardır!" Bunun üzerine dediler ki: "Hayır! Allah'a andolsun, onu Müslümanların mezarlığına gömemezsiniz!" Böylece sonunda onu "Haşş-ı Kevkeb" denilen Yahudi mezarlığına gömdüler.
Ümeyye Oğulları başa geçince, orasını "Baki" mezarlığına kattılar.
Bu Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın tarihinden bazı kesitlerdir. Bu az örnekler bile, onlar hakkında uydurulan, ama onların asla tanımadıkları ve bir gün bile taşımadıkları fazilet ve menkıbelerin üzerinden perdelerin kalkıp gerçeğin ortaya çıkması için yeterlidir.
Bu durumda soru şudur: Ehl-i Sünnet, bu hakikatler karşısında ne diyorlar?!
Bu soruyu Zikir Ehli şöyle cevaplıyor: Eğer bu hakikatleri bilir ve inkar etmezseniz, -çünkü Sahihleriniz bunları kaydetmiştir- bu durumda "Hilafet-i Raşide" efsanesini yıkmış olursunuz. Ve eğer bu hakikatleri yadırgayıp sıhhatinde şüphe ederseniz, o zaman da Sahihlerinizi ve kitaplarınızı itibardan düşürüp bütün inançlarınızı kaybetmiş olursunuz. ALTINCI BÖLÜM
HİLAFET HAKKINDA
BAZI SORULAR VE CEVAPLARI
Hilafet! Ümmetin fitnesi; ümmeti ikiye bölen; tamahkarları peşinden koşturan; uğrunda boş yere kanlar akıtılan ve birçok Müslümanı Sırat-ı Mustakim'den ayırarak cehenneme doğru götüren hilafet! Mesele bu kadar önemli! Onun için Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından önce ve sonra hilafetle ilgili perde arkasında vuku bulan olayları kısa ve öz olarak inceleyip araştırmamız gerekir.
Akla gelen ilk şey şudur: Araplarda liderlik, her zaman zaruri ve gerekli bir mesele sayılırdı. Bu nedenle görüyoruz ki, kabile reisini veya hanedan büyüğünü herkesten öne geçirir, onun izni olmadan bir iş yapmaz, ona danışmadan bir icraatta bulunmaz ve ona muhalefet etmezlerdi. Genelde meseleleri daha iyi bilen, soyu - sopu itibariyle en şerefli olan bir kimse kavmin önderi olurdu. Anlaşılan o ki: Kabile reisleri, ilk önceleri çeşitli olaylarda zeka, şecaat, tecrübe, ilim, cömertlik, misafırperverlik gibi erdemlere sahip olduklarını ispatlayarak ortaya çıkarlardı. Ama daha sonraları reislik, miras yoluyla babadan oğula geçmeye başladı.
Daha sonra görüyoruz ki, çeşitli kabile ve kavimler -bir tür istiklalleri olsa da- zenginlik ve sayı açısından daha üstün olan, ünlü kahramanları bulunan kabileye boyun eğerlerdi. Örneğin, Kureyş kabilesi diğer Arap kabilelerinin
------------------------
önderi sayılırdı. Çünkü Kureyş, Allah'ın evinin sorumlusuydu ve başkalarından daha güçlüydü.
İslam'ın gelmesinden sonra Hz. Resulullah da (s.a.a.) bir hadde kadar toplumsal alanlarda bunu kabul ederek İslam'ı kabul eden kabileler arasında namaz kıldırması, zekat toplaması ve kısaca kendisiyle o kabileler arasında aracı olması için onların önde gelenlerini seçerdi.
Sonra Resulullah (s.a.a.) Allah'ın emriyle İslam devletini kurdu ve bütün hüküm ve kanunlarda vahiyle nazil olan emirlere boyun eğdi. Böylece kişisel ve toplumsal işler -evlilik, boşanma, alış - veriş, emanet, miras, zekat, muameleler, ibadetler ve diğer bütün meseleler- ilahi emirler gereği olmalıydı ve Resulullah'ın (s.a.a.) görevi ise bu hükümlerin uygulanması için çaba harcamaktı.
Tabii ki Resulullah da (s.a.a.) kendisinden sonra bu yüce görevi, yani ümmetin rehberliğini üstlenecek kişiyi düşünüyordu. Ve doğal olarak her hükümet başkanı -eğer milletine önem veriyorsa- halkın arasından öyle birini kendi yerine seçmeli ki, bu önemli işi üstlenebilmeli, ona en yakın ve bütün milletin ve yönetimdekilerin tanıdığı birisi olmalıdır.
Buna göre, hiçbir akıl sahibi, Resulullah'ın (s.a.a.) bu önemli ve doğal olayı unuttuğunu ve ona önem vermediğini söyleyemez. Tam tersine, bu iş bir an dahi Resulullah'ın (s.a.a.) aklından çıkmıyordu. Şüphesiz, hilafetle ilgili rivayetler, "Şura teorisi" taraftarları olan halifeler'in icat ettikleri hisarla çevrelenerek gizli kalmıştır. Onlar Resulullah'ın (s.a.a.) halife tayini ile ilgili nass ve hadislerini ellerinden geldiğince gizlediler ve hatta bu uğurda Hz.
Hilafet Hakkında / 333
Resulullah'ın (s.a.a.) kutsal makamına saygısızlık etmekten dahi çekinmediler, onu sayıklamakla suçladılar, emirlerini görmezlikten geldiler, tayin ettiği komutana karşı çıkarak yaşının küçük olduğunu söylediler ve onun komutanlığa layık olmadığını iddia ettiler. Sonra Resulullah'ın vefatının hemen ardından onun vefat etmediğini söyleyip halkın önceden tayin edilen halifeye biat etmelerini önlediler. Yine Hz. Ali ve ona bağlı olanların cenaze ve defin ile meşkul olmalarını fırsat bilerek istedikleri ve isteklerine onun vasıtasıyla ulaşabilecekleri birini seçmek için Sakife konferansını düzenlediler. Sonra çeşitli vaad ve tehditlerle halkı biate zorladılar ve muhalifleri siyaset sahnesinden sildiler. Daha sonra şiddetle, muhalefeti düşünen ve hilafetin meşruluğunda şüphe eden herkesin karşısında durdular; hatta Hz. Fatıma (s.a.) da dahil olmak üzere hiç kimseye acımadılar.
Sonra Resulullah'ın (s. a. a.) hadislerinin halkın arasında yayılmasını önlediler. "Fitne ateşini söndürme" bahanesiyle muhalifleri terör ettiler; "dinden dönenleri temizleme" bahanesiyle katliamlar yaptılar.
Tüm bu konuları tarih kitaplarından öğrenmiş bulunuyoruz. Bazı kitaplar, birbirine ters düşen rivayetleri getirerek veya bazı yorumlar yaparak hakkı ve hakikati gizlerneye çalışmışlarsa da, zamanla perdeler aralanmış ve hakikat ortaya çıkmıştır. Belki de onların bazıları, bu bilgileri o zamanın siyası ve içtimai durumundan etkilenen kaynaklardan almış oldukları için mazur olabilirler. Çünkü Ümeyye Oğulları o zamanlar hilafete geçmişler; makam, mal ve mülk ile sahabe ve tabiînden bazılarını satın almışlardı. Bazı tarihçiler de onlara olan güvenlerinden dolayı onlardan hadis almışlar. Çünkü onların kime hizmet ettiklerini bilmi-
334/ Zikir Ehline Sorun
yorlardı. Böylece sahih ve uydurma rivayetler birbirine karıştı ve araştırmacının hakka ulaşması zorlaştı. Hakikatin daha fazla açıklığa kavuşması için bu konuyla ilgili bazı soruların cevaplanması gerekir. Bu soruları cevaplarken de gerçeklere yaklaşmamızı umuyorum.
Çeşitli ülkelerden bana birçok mektup geldi. Bu mektuplarda bazı önemli sorular vardı ve bunlar, aziz okuyucuların daha fazla hakikate ulaşmak için coşkulu olduklarını gösteriyorlar. Bazılarını cevapladım, bazılarını ise cevapsız bıraktım. Cevapsız bırakmam onları ihmal ettiğimden değildi. Onlara "Nasıl Hidayete Kavuştum" ve "Doğrularla Birlikte" adlı kitabımda cevap verdiğim için tekrar cevap vermeye gerek görmedim. Şimdi bu soru ve cevapları yayınlıyorum. Hatırlatılması gerekir ki, aziz okuyucular, kitaplarımın her birinde veya üçünde de tekrarlanmış konulara rastlayabilirler. Ben de bir olayı çeşitli surelerde tekrarlayan ve böylece konunun müminlerin zihnin e yerleşmesini sağlayan aziz ilahi kitabı (Kur'an'ı) örnek alıyorum.
Soru 1: Resulullah (s.a.a.) ümmetinin hilafet konusunda böyle ihtilaf edeceğini bildiği halde niçin kendisine halife tayin etmedi?
Cevap: Resulullah (s.a.a.) Veda haccından sonra Ali bin Ebi Talib'i kendisine halife seçerek kendisiyle birlikte hacca gelenlerden bu konuda biat aldı. Çünkü o ümmetinin hıyanet edip, geri döneceklerini biliyordu.
Soru 2: Ashap Resulullah'a her türlü soruyu rahatlıkla sorduğu halde, niçin bu konuyu soran birisi çıkmadı?
Hilafet Hakkında / 335
Cevap: Bunu Resulullah'a (s.a.a.) sordular ve o da cevabında buyurdu ki: Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Diyorlar ki: 'Bize de yönetimden bir pay var mı?' De ki: 'Yönetimin hepsi Allah'ındır."1 Ve yine ona sorduklarında şöyle buyurdu: "Sizin veliniz, sadece Allah, Resulü ve iman edip namaz kılarak, rükuda zekat verenlerdir."2 Ve yine ona sorduklarında buyurdu ki: "Bu Ali, kardeşim, vasim ve benden sonraki halifemdir."3
Soru 3: Ümmetin sapıklığa düşmemesi için Resulullah bir şeyler yazmak istediğinde niçin bazı sahabiler ona muhalefet edip sayıkladığını söylediler?

Cevap: Çünkü onlar Peygamber efendimizin, yazacağı şeylerle Hz. Ali'yi halife olarak tayin edeceğini biliyorlardı. Zira daha önce Veda Haccı dönüşünde; "Eğer Kur'an'a ve Ehl-i Beyt'e sarılırsanız, asla sapıklığa düşmezsiniz." diye buyurmuştu. İşte onun için yazılacak şeylerin bu cümleleri kapsayacağını da biliyorlardı. Çünkü Hz. Ali (a.s.), Ehl-i Beyt'in önderi ve ileri geleniydi. Bu yüzden Resulullah'ı (s.a.a.) sayıklamakla suçlayıp böyle bir şey yazmasına engel oldular. Resulullah da (s.a.a.) onu yazmaktan vaz- geçti. Zira daha Resul-i Ekrem o yazıyı yazmadan tartışarak ona böyle büyük bir suçlamada bulunup "sayıklıyor" dediler. Bu durumda Resulullah (s.a.a.) bu konuyu yazsaydı dahi, -Allah'a sığınırız- "Resulullah sayıklarken bunu yazmıştı" diyecek ve yazdığı vasiyete hiç değer vermeyeceklerdi. Bu yüzden yazmaması daha uygun olurdu.

------------------------
1- Al-i İmran Süresi / 154.
2- Maide Süresi /55.
3- Tarih-i Taberi, c. 2, s. 319 - 321; Tarih-i İbn-i Esir, c. 2, s. 62.
Soru 4: Neden Resulullah (s.a.a.) vasiyetinin yazılması konusunda ısrar etmedi? Halbuki eğer o vasiyet yazılsaydı, ümmet sapıklıktan kurtulurdu!
Cevap: Peygamber efendimize "sayıklıyor" diyerek onun masum olduğunu inkar ettiler ve orada bulunan birçok sahabe de bu sözü destekledi. Dolayısıyla Resulullah'ın (s. a. a.) onu yazmaya takati kalmadı. Çünkü o yazı, bu durumda halkı koruyacağına, daha çok çıkmaza sokardı. Eğer Resulullah (s.a.a.) yazılması için ısrar etseydi, vefatından sonra daha bâtıl iddialar ortaya çıkar, hatta Allah'ın Kitabında dahi şüphe ederlerdi.
Soru 5: Resulullah (s.a.a.) vefatından önce üç vasiyette bulundu. Neden onlardan ikisi bize ulaştı da birisi elimize geçmedi?
Cevap: Cevabı malumdur. Zayi olan, ilk vasiyet olup Hz. Ali'nin halifeliği ile ilgilidir. Bu da hilafetin, bu konudaki hadisleri şiddetle yasaklamasından dolayı zayi olmuştur. Yoksa Resulullah'ın (s.a.a.) bir vasiyetinin unutulmuş olmasını hiçbir akıl sahibi kabullenemez. Ama Buhari, "o vasiyet unutuldu" diyor?! 1
Soru 6: Resulullah (s.a.a.) vefat edeceği vakti biliyor muydu?
Cevap: Peygamber (s.a.a.) vefat edeceği vakti mutlaka biliyordu. Bu yüzden Veda haccını son hac olarak yerine getirip adını "Veda Haccı" koydu. Böylece ashabın çoğu Resul-i Ekrem'in (s.a.a.) yakında vefat edeceğini anlamıştı.
----------------
1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 11 ve 18.
Hilafet Hakkında / 337

11
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun(Fes'elu Ehle'z Zikr)

Soru 7: Niçin Peygamber efendimiz vefatından iki gün önce bir ordu hazırlayarak Muhacir ve Ensar'ın önde gelenlerini orduya katıp Filistin yakınlarındaki "Mute"ye gitmelerini emretti?
Cevap: Peygamber efendimiz Kureyş'in tuzak kurarak birlikte anlaştıklarını ve ahitlerini bozarak Hz. Ali'yi hilafetten uzaklaştırmak istediklerini biliyordu. Bu yüzden onların Medine'den uzaklaşıp vefatında orada olmamalarını ve geri döndüklerinde hilafet işinin bittiğini görerek planlarını uygulayamamalarını istiyordu. Üsame ordusu konusunda bundan başka hiçbir yorum kabul edilemez. Aksi takdirde Resulullah'ın vefatından iki gün önce başkenti ordusuz bırakması düşünülemez.
Soru 8: Resulullah (s.a.a.) niçin Hz. Ali'yi (a.s.) Üsame ordusuna göndermedi?
Cevap: Çünkü Peygamber efendimizin dünyadan göçerken işlerini yürütmesi için bir halife tayin etmemesi doğru olmazdı ve Hz. Ali'yi içlerinde Muhacir ve Ensar'dan ileri gelenlerin (Ebu Bekir, Ömer, Osman, Abdurrahman bin Avf...) bulunduğu orduya göndermemesi, onun hikmetinin yüceliğine ve Hz. Ali' nin kesinlikle onun halifesi olduğuna delalet etmektedir. Ayrıca Resulullah'ın orduya göndermediği diğer şahıslar, hilafete tamahı olmayan, hıyanet niyeti olmayıp Hz. Ali'ye düşman olmayan kimselerdi.
Soru 9: Peygamber efendimiz neden henüz bıyıklan bile terlemeyen genç birini bu orduya komutan yaptı?
Cevap: Hz. Ali'yi kıskanmış olup ona hıyanet etmek isteyenler, Hz. Ali'nin gençliğini bahane ediyorlar ve 60
yaşını geçmiş Kureyş büyüklerinin 30 yaşındaki gence itaat etmesi imkansızdır, diyorlardı.
Bu yüzden Resulullah henüz bıyıkları bile terlemeyen 17 yaşındaki bir genci yaşlı insanların varlığına rağmen komutan yaparak onlara ve bütün Müslümanlara şunu anlatmak istiyordu: Gerçek müminler emirleri dinleyip teslim olmalı, Resulullah'ın emirleri kendilerine ters gelse bile boyun eğmelidirler. Kaldı ki, müminlerin emiri, vasilerin efendisi, Resulullah'ın ilim kapısı ve Allah'ın galip arslanı Ali bin Ebi Talip ile Üsame asla kıyaslanamaz. Bu yüzden onlar Resulullah'ın (s.a.a.) düşüncesini anlayarak Üsame'nin komutanlığına itiraz ettiler ve onunla alay ederek bayrağı altına girmeyip ondan uzaklaştılar. Yine unutmayalım ki, onların arasında öyle hileciler vardı ki Allah Teala onların hakkında şöyle buyurmuştur:
"Ve onlar büyük hilelelerini yaptılar. Ama onların hilesi Allah'ın yanındadır. Onların hilesi dağları yerinden oynatsa bile (değersizdir)."1
Soru 10: Resulullah neden Üsame ordusuna katılmaya muhalefet edenlere kızarak lanet okudu?
Cevap: Peygamber efendimiz (s.a.a.) onlara çok kızmıştı. Onların Üsame'ye karşı çıkmaları gerçekte Resulullah'a (s.a.a.) karşı çıkmaları demekti. Böylece onların Allah'a ve Resulüne imanda samimi olmadıkları ve -her ne pahasına olursa olsun- planlarını uygulayacakları anlaşıldı. Peygamber (s.a.a.) bütün Müslümanlara onların yaptıklarının ne hadde vardığını anlatmak için onlara bed-
-----------------------------
1- İbrahim Suresi /46.
Hilafet Hakkında / 339
dua ve lanet etti. Bunca delilden sonra helak olmak istiyorlarsa, bırak helak olsunlar.
Soru 11: Özellikle de Resulullah'ın bir Müslümana lanet okuması caiz midir?
Cevap: Eğer bir Müslüman sadece kelime-i şehadeti diliyle söyler, ama Allah'ın ve Resulünün emirlerini dinlemez ve itaat etmezse, Allah ve Resulünün hükümleri karşısında boyun eğmezse, ona lanet okumak caizdir. Kur'an'da bu alanda birçok örnekler vardır. Örneğin Allah Teala buyuruyor ki:
"İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti, halka kitapta açıkladıktan sonra gizleyenlere, Allah ve lânet edenler lânet ederler:"1
Allah, hakkı gizleyenlere lanet ediyorsa, hakka karşı savaşıp onu yok etmek isteyenler hakkında ne diyebilirsin artık?
Soru 12: Resulullah (s.a.a.) Ebu Bekir'i halka cemaat namazı kıldırması için tayin etti mi?
Cevap: Birbirleriyle çelişen rivayetleri incelediğimizde şu sonuca varıyoruz: Resulullah (s.a.a.) cemaat namazı kıldırması için Ebu Bekir'i tayin etmedi. Ama eğer Peygamber efendimizin son anlarında sayıkladığına inanırsak o başka! Buna inanan kimse de Hz. Resulullah'a (s.a.a.) karşı kafir olur. Aksi takdirde, bir taraftan onu Üsame ordusuna gönderip Üsame'nin emri altına girmesini emrederken, diğer taraftan Medine'de olmadığı halde orada halka namaz kıldırmasını istemesini nasıl kabul edebiliriz?! Tarih kitaplarında yazıldığı üzere Resulullah (s.a.a.) vefat ettiği gün
--------------------------------------
1- Bakara Suresi / 159.
Ebu Bekir Medine'de değildi. İbn-i Ebi'l-Hadid'in kendilerinden rivayet ettiği bazı tarihçilerin de zikrettiği gibi,1 Hz. Ali, namaz kılması için babasını çağırdığından dolayı Aişe'yi suçlamış ve Peygamber efendimiz olayı öğrendiğinde kızarak Aişe'ye demiş ki: "Sizler, Yusuf'u seven kadınlar gibisiniz." Sonra mescide giderek hiçbir bahaneye yer vermemek için kendisi namaz kıldırmıştır.
Soru 13: Ömer neden Resulullah'ın ölmediğine dair yemin etti ve onun öldüğünü söyleyenleri öldüreceğini söyledi ve Ebu Bekir gelene kadar sakinleşmedi?
Cevap: Ömer, Peygamber-i Ekrem'in vefatını ilan eden herkesi ölümle tehdit etti. Böylece halkı şüpheye düşürüp Ali'ye biat etmemelerini sağladı. Ali'ye muhalefetin kahramanları Medine'ye dönene kadar, hayrete düşmüş adam rolünü oynadı.
Çünkü onlardan bazıları hala Medine'ye dönmemişlerdi. Ömer, kılıcını çekerek halkı korkutuyor, halkın gerçeği öğrenmek için Resulullah'ın evine yaklaşmalarını engelliyordu ve Ebu Bekir gelinceye kadar kimse eve giremedi. Ebu Bekir gelince, içeri girdi ve Resul-i Ekrem'in yüzüne baktı. Sonra hayrette kalan halka dedi ki: "Kim Muhammed'e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed ölmüştür; kim Allah'a tapıyorsa, bilsin ki Allah yaşıyor ve o asla ölmez. "2
Ebu Bekir'in söylediği bu söz üzerinde kısaca durmak zorundayım.
Acaba Ebu Bekir, Müslümanlar arasında herhangi biri-
-------------------------------------
1- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 9, s. 197. 2- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 8.
Hilafet Hakkında / 341
nin Resulullah'a (s.a.a.) taptığını mı zannediyordu? Hayır! Kesinlikle böyle birisi yoktu. Ama o genelde Haşim Oğullarını ve özellikle de Ali bin Ebi Talib'i küçük düşürüp onlarla alay ediyordu. Çünkü onlar, diğer Araplara karşı Allah Resulü ile iftihar ediyorlar, kendileri de onun yakınları olduğu için övünüyorlardı.
Ebu Bekir'in bu sözü, Ömer bin Hattab'ın perşembe günü söylediği "Bize Allah'ın Kitabı yeter"! sözünün başka bir tabiridir. Ebu Bekir, şöyle söylemek istiyordu: Bizim artık Muhammed' e hiçbir ihtiyacımız yoktur. Onun işi bitmiş, zamanı geçmiştir! Artık o ölmüştür. Yani, ey bize karşı Muhammed'le övünenler, artık kenara çekilin. O ölmüştür; bize, yaşayan ve asla ölmeyen Allah'ın Kitabı yeterlidir.
Malumdur ki Ali ve Haşim Oğulları, Resulullah'ı (s.a.a.) herkesten daha çok tanırlardı. Bu yüzden Resulullah'a (s.a.a.) saygı ve ihtiramları gerçekten sonsuzdu. Peygamber ve Ehl-i Beyt'ini seven sahabiler ve özellikle de Kureyş'ten olmayanlar da onlar gibi davranırlar, Resulullah'ın (s.a.a.) tükürüğünü yüzlerine sürerler, abdest suyunun artığını ve yere düşen saçının bir kılını almak için birbirleriyle yarışırlardı. Bu mustazaflar, Resulullah (s.a.a.) zamanında Hz. Ali'nin (a.s.) Şiileri idiler ve onlara bu adı (Şii ismini) Resulullah vermişti. 2
Ama Ömer bin Hattap ve Kureyş'in ileri gelenlerinden bazı sahabiler genelde Resulullah'ın (s.a.a.) hükümlerine karşı çıkıyorlar, onunla tartışıyorlar, ona itaat etmiyorlardı.
---------------------------
1- Sahih-i Buhari, C. 1, s. 39 ve c. 6, s. 11 - 12.
2- ed-Dürr'ül-Mensur, Suyuti, Beyyine Suresinin tefsiri.
Hatta bazen, onun yaptığı işlerden uzak olduklarını dahi söylüyorlardı! 1 Ömer bin Hattap, bazı sahabiler, altında Rıdvan biati gerçekleşen ağacı kutsadıkları için, o ağacı kestirdi. Bugün de Vahhabiler, Resulullah'ın (s.a.a.) bütün eserlerini kökten yok etmek istiyorlar. Onlar, Resulullah'ın dünyaya geldiği evi bile yok ettiler! Şimdi de Müslümanların Resul-i Ekrem'in doğum gününü kutlamamaları için çok miktarda para harcıyor, onu kutsayıp salavat göndermeyi bile menediyorlar. Hatta bazı saf insanlara, Resulullah ve Ehl-i Beyt'e salavat getirmenin şirk olduğunu aşılıyorlar.
Soru 14: Ensar neden gizlice Beni Saide Sakifesi'nde toplandılar?
Cevap: Ensar, Kureyş'in tuzak kurup Hz. Ali'yi hilafetten uzaklaştırmak istediklerini anlayınca, Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra toplanarak içlerinden birini halife seçmek istediler. Çünkü Resulullah'ın yakınları olan Kureyş'in önde gelenleri (Muhacirler), Ali'ye biatlerini bozdukları durumda Ensar' dan olanlar kendilerini hilafete daha layık görüyorlardı. Çünkü İslam'ın kendilerinin kılıcıyla zafere ulaştığına ve Muhacirlerin onların misafiri olduklarına inanıyorlardı. Eğer onlar Muhacirlere yer vermemiş ve onlara kapılarını açmamış olsaydılar, Muhacirlerin faziletleri ve adları silinir giderdi. Eğer Evs ve Hazrec kabileleri, her biri halife bizden olmalıdır diye tartışmasaydılar, Ebu Bekir ile Ömer'in hilafeti gaspetmeye fırsatları olmaz, onlara uymak zorunda kalırlardı.
Soru 15: Niçin Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubade hemen Sakife'ye koşup Ensar'ı gafil avladılar?
--------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 185.
Hilafet Hakkında / 343
Cevap: Muhacirlerden olan Kureyş büyüklerinin, Ensar'ın bütün hareketlerini kontrol eden casusları vardı. Ensar Beni Saide Sakifesi'nde gizlice toplanınca, onların casuslarından olan Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim; Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubade'ye haber verdi. Onlar da Ensar'ın planını suya düşürmek için Sakife'ye koşarak gizlice yapılan bu toplantıdan haberdar olduklarını bildirdiler.
Soru 16: Niçin Ömer bin Hattap yolda gelirken Ensar'ı ikna etmek için konuşma hazırlıyordu?
Cevap: Ömer bin Hattap, Ensar'ın tepkisinden korkuyor, kendilerine uymayıp Hz. Ali'nin hilafetten uzaklaştırılmasını kabul etmeyeceklerinden endişe ediyordu. Böyle olursa, bütün planları suya düşebilirdi. Özellikle de onlar Resulullah'ın şahsına dahi saygısızlık yapmış, hilafet konusundaki tedbirlerini etkisiz kılmışlardı. Bu yüzden Ömer, yolda gelirken Ensar'ın oylarını kendi lehlerine çevirmek için bir konuşma hazırlıyordu.
Soru 17: Nasıl oldu da Muhacirler, Ensar'ı yenerek Ebu Bekir' i halife seçebildiler?
Cevap: Ensar'ın yenilip Muhacirlerin galip gelmesine çeşitli etkenler sebep oldu. Mesela, Ensar iki büyük kabileden oluşuyordu ve başkanlık konusunda aralarında cahiliye zamanından beri bir yarışma vardı. Fakat Resulullah (s.a.a.) onların içindeyken mukaddes varlığı sayesinde bu ateş sönmüştü. Ama şimdi Resulullah'ın (s.a.a.) vefat ettiğini ve kavminin de ona ihanete hazırlandığını görünce, Evs kabilesi heyecana kapılarak başkanları Sa' d bin Ubade'yi aday gösterdiler; ama Hazrec kabilesinin başkanı Beşir bin Sa'd, amcasının oğlunu kıskandı. Çünkü Sa'd bin Ubade var
oldukça, hilafete ulaşamayacağını biliyordu. Dolayısıyla Ensar'ın anlaşmasını bozarak Muhacirlerle birleşti ve nasihat eden hayır sever şahıs rolünü oynadı.
Diğer taraftan Ebu Bekir, onların cahiliye dönemindeki duygularını kabartarak dedi ki: "Hilafeti Evs kabilesine bırakırsak, Hazrec kabul etmeyecektir; Hazrec' e bırakırsak, Evs karşı çıkacaktır." Sonra da iştahlarını kabartacak bir vaadde bulunarak onlara şöyle dedi: "Bizler emir, sizler ise vezir olursunuz ve görüşlerimizi zorla size tahmil etmeyiz." Daha sonra çok kurnazca davranarak geri çekilip tarafsız görünmeye ve hilafette gözü olmadığını ispatlamaya çalıştı ve; "Bu ikisinden -yani Ömer bin Hattap ve Ebu Ubeyde Amir bin Cerrah'tan- birini seçin." dedi.
Plan dikkatle ilerliyor ve zafer yaklaşıyordu. Ömer ve Ebu Ubeyde birlikte dediler ki: "Biz senden öne geçemeyiz. Çünkü sen ilk Müslümansın ve Resulullah'ın mağara arkadaşısın. Uzat elini de sana biat edelim." Ebu Bekir de elini uzattı; ilk önce Hazreclilerin başkanı Beşir bin Sa'd biat etti ve daha sonra Sa' d bin Ubade dışında geri kalanlar biat ettiler.1
Soru 18: Sa'd bin Ubade neden biatten kaçındı ve Ömer neden onu öldürmekle tehdit etti?
Cevap: Ensar, makam ve mevkiye ulaşmak için hızla Ebu Bekir'e biatte yarışırken Sa'd bin Ubade biatten kaçınarak kavmini biat etmekten menetti; ama hastalığının şiddetinden dolayı onları ikna edemedi. Çünkü hasta yatağında yatıyordu ve onun sözünü kimse dinlemiyordu. O
------------------------------
1- Ensab'uı-Eşraf, c. 1, s. 580; Tarih-i Taberi, c. 3, s. 218 - 221.
Hilafet Hakkında / 345
arada Ömer bağırarak; "Onu öldürün, o fitne çıkarıyor!" dedi. Böylelikle başlangıçta her muhalifi öldürüp, hiç kimsenin halifeye muhalefete ve fitne çıkarmaya cüret etmemesini sağlamak istiyordu.1
Soru 19: Niçin Hz. Fatıma'nın evini yakmakla tehdit ettiler?
Cevap: Birçok sahabi Ebu Bekir'e biat etmekten kaçınarak Ali bin Ebi Talib'in evinde toplandı. Eğer Ömer ağır davranıp evi yakmakla tehdit etmeseydi, İslam Ümmeti Alevi (Hz. Ali'nin taraftarları) ve Bekri (Ebu Bekir'in taraftarları) diye ikiye bölünecekti. Ama Ömer, halka bunu zorla kabullendirmek için dedi ki: "Biat için dışarı çıkın! Yoksa evi içindekilerle birlikte yakarım!"2 Ömer, bu sözüyle Resulullah'ın (s.a.a.) kızı Hz. Fatıma ile Emir'ül- Müminin Ali'yi (a.s.) kastediyordu.
Bu sözleri söyledikten sonra artık hiç kimse Ebu Bekir'e karşı çıkıp biatten kaçamayacağını anladı. Çünkü hatta alemdeki kadınların hanımefendisi Hz. Fatıma (s.a.) ile vasilerin efendisi olan kocası Hz. Ali'ye (a.s.) dahi acınmıyordu.
Soru 20: Ebu Süfyan neden başlangıçta Ebu Bekir'e karşı olup onu tehdit ettiği halde daha sonra sustu?
Cevap: Resulullah sadakaları toplaması için Ebu Süfyan'ı Medine dışına göndermişti. Ebu Süfyan Medine'ye döndüğünde Ebu Bekir'in hilafeti ile karşılaştı. Hemen Hz. Ali'nin evine giderek onu inkılaba ve savaşa teşvik
-----------------------
1- Tarih-i Taberi, c. 3, s. 222.
2- İbn-i Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c. 1, s.19.
etti ve ona adamlarıyla birlikte yardım edeceğine dair söz verdi. Ama Hz. Ali onun asıl hedefini bildiğinden teklifini reddetti. Olaydan haberi olan Ebu Bekir ile Ömer hemen onun yanına giderek tatlı bir dille vaadlerde bulundular. Örneğin; topladığı bütün zekatların kendisine verileceği ve evlatlarının Şam'a vali yapılacağına dair ona söz verdiler. Ebu Süfyan da razı olup sevinerek sustu. Böylece Yezid bin Ebu Süfyan'ı Şam'a vali yaptılar; o ölünce yerine kardeşi Muaviye bin Ebu Süfyan'ı vali tayin ettiler ve hilafete ulaşması için ona yardım ettiler.
Soru 21: Hz. Ali mevcut durumu kabul ederek onlara biat etti mi?
Cevap: Hayır, asla! Hz. Ali mevcut durumu kabul etmedi ve onlara karşı susmadı. Tehditere rağmen onların delillerini çürüttü ve biat etmedi. Sünni alimlerden İbn-i Kuteybe, Tarih'inde şöyle nakleder: "Hz. Ali onlara; "Vallahi sizlere biat etmeyeceğim; aslında sizin bana biat etmeniz gerekir." dedi ve zevcesi Hz. Fatıma'yı yanına alarak Ensar'ın toplantılarına gidip kendisine biat etmelerini istedi. Ama onlar özür dileyerek daha önce Ebu Bekir'e biat ettiklerini söylediler."1
İbn-i Kuteybe daha sonra şöyle diyor: "Hz. Fatıma hayatta olduğu sürece Hz. Ali onlara biat etmedi. Ama Fatıma'nın ölümünden sonra kendisine hiçbir destek göremedi ve Ebu Bekir'le anlaşmak zorunda kaldı."2
Hz. Fatıma babasından altı ay sonra vefat etti. Acaba Hz. Fatıma hiçbir kimseye biat etmeden mi öldü? Halbuki
--------------------------------
1- İbn-i Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c. 1, s.18 - 19.
2- İbn-i Kuteybe, el.İmame ve's-Siyase, c. 1, s. 20.
Hilafet Hakkında / 347
babası Resulullah (s.a.a.) buyuruyor ki: "Kim zamanının imamına biat etmeden ölürse, cahiliye üzerine ölmüş olur.' 1
Acaba Hz. Ali, onun Resulullah'tan altı ay sonra vefat edeceğini biliyor muydu da biatini altı ay erteledi? Böylece anlaşılıyor ki, Ali asla susmadı ve hayatı boyunca her fırsatta yapılan zulümleri ve hakkının gasp olunduğunu beyan etti. Bu konuda "Şıkşıkıyye" hutbesini okumak yeterlidir.
Soru 22: O günlerde uzlaşmaya daha fazla ihtiyaçları olmasına rağmen, niçin Hz. Fatıma'yı (s.a.) gazaplandırdılar?
Cevap: Onlar, Hz. Fatıma'nın (s.a.) malını elinden alıp babasının mirasına el koydular ve bütün iddialarını yalanlayarak onu bilerek gazaplandırdılar. Böylece onun Müslümanların kalbindeki azametini küçültmek, heybetini kırmak ve hilafet konusundaki hadisleri açıkladığında kimsenin onu doğrulamamasını amaçlıyorlardı.
Nitekim bu olaylardan sonra Ensar ondan özür dileyerek daha önce Ebu Bekir'e biat ettiklerini, artık Hz. Ali'ye biat edemeyeceklerini söylemişlerdi!2
Bu yüzden Ebu Bekir ile Ömer' e öyle gazaplanmıştı ki, her namazdan sonra onlara ileniyordu.3
Öldükten sonra da cenaze merasiminin o ikisinden gizli olarak yapılmasını ve kabrinin gizli tutulmasını vasiyet etmiş, nefret ettiği kişilerin, kendisinin cenaze törenine katılmasını istemediğini söylemişti.
---------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 2, s. 1478, h. 1851.
2- İbn-i Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c. 1, s. 21.
3- İbn-i Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c. 1, s. 20.
Evet! Onlar kasten Hz. Fatıma'yı inciterek Hz. Ali'ye şunu anlatmak istiyorlardı: Resulullah'ın kızı, alemler kadınlarının hanımefendisi, rızası Allah'ın rızası ve gazabı Allah'm gazabı olan Hz. Fatıma'ya böyle davrandıktan sonra artık sen ayağını denk atmalı ve susmalısın! Çünkü başka bir çaren yok!...
Soru 23: Kavmin ileri gelenleri neden Üsame ordusuna katılmaktan çekindiler?
Cevap: Ebu Bekir, Müslümanlardan birçoğunun karşı çıkmasına rağmen Ömer'in çabalarıyla halife olunca, halifeye yardım etmesi için Üsame'den Ömer bin Hattab'ı bırakmasını istedi. Çünkü o tek başına planlarını uygulayamazdı. Onun, zamanında Resulullah'a (s.a.a.) bile karşı çıkabilmiş, Üsama'nin ordusuna katılmadıklarında Allah'ın ve Resulünün lanetine uğrayacaklarına aldırmayan, faal ve cüretli adamlara ihtiyacı vardı. Bu nedenle, bu planı hazırlayanlar, hükümetlerinin temellerini sağlamlaştırmak ve tuzaktarının meyve vermesini sağlamak için orduya katılmaktan çekinmişlerdi.
Soru 24: Neden Hz. Ali'yi bütün görevlerden uzaklaştırıp hiçbir mevkide ona yer vermediler?
Cevap: Onlar, Tuleka'dan (Mekke fethinden sonra mecbur kalarak Müslüman olan Ümeyye Oğulları) birçoğunu kendilerine yaklaştırarak onlara pek çok makamlar verdiler ve hükümetlerine ortak edip bütün İslam ülkelerinde ve Arap Yarımadası'nda onları vali ve emir yaptılar. Örneğin; Velit bin Ukbe, Mervan bin Hakem, Ebu Süfyan'ın oğulları Yezid ve Muaviye, Amr bin As, Muğayre bin Şu'be, Ebu Hureyre ve bunlar gibi
Hilafet Hakkında /349
Resulullah'ı (s.a.a.) üzen birçok kimseleri işbaşına getirdiler. Ama Hz. Ali'yi her türlü görevden uzaklaştırıp evine hapsettiler ve göz altına aldılar. Onu alçaltıp, zelil kılmak ve halkın gözünden düşürmek için çeyrek asırlık hükümetlerinde ona hiçbir görev vermediler. Niçin mi? Çünkü insanlar dünyaya taparlar, güç ve para kimdeyse onun etrafında toplanırlar. Hz. Ali (a.s.) günlük yiyeceğini pazusunun gücüyle ve alnının teriyle kazanmaya mecbur olduğu müddetçe, insanlar da ona meyletmeyeceklerdi.
Bu nedenle, Hz. Ali (a.s.) Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın hilafetleri boyunca evine kapatıldı ve hepsi de onu küçük düşürmeye ve nurunu söndürmeye, fazilet ve menkıbelerini gizlemeye çalıştılar. Hz. Ali'nin yanında dünya metaından bir şey olmadığı için de insanlar etrafına toplanmadılar.
Soru 25: Resulullah'ın (s.a.a.) haram etmesine rağmen, niçin zekat vermeyenlere karşı savaştılar?
Cevap: Veda Haccı'nda ve Gadir-i Hum'da Resulullah'la birlikte olan ve Hz.Ali'ye yapılan biate şahit olan bazı sahabiler, Ebu Bekir'e zekat vermekten kaçındılar. Zira Resul-i Ekrem'in vefatı esnasında Medine'de değillerdi ve hilafetin Ebu Bekir'e nasıl geçtiğini bilmiyorlardı. Öte yandan Hz. Fatıma'nın (s.a.), zamanın halifesine karşı çıktığı, onlara gazaplandığı ve Hz. Ali'nin de biat etmediği haberi onlara ulaşmıştı. Bu yüzden durumun açıklığa kavuşması için Ebu Bekir'e zekat ödemekten kaçındılar.
Bu ortamda Ebu Bekir, Ömer ve yandaşları onlara karşı savaşmaları için Halid bin Velid komutasında bir ordu göndermeye karar verdiler. Halid de onların hareketini
bastırıp erkeklerini öldürdü, kadın ve çocuklarını esir aldı, muhalefeti düşünen ve hükümetin huzurunu bozmak isteyenler için bir ibret olsun diye.
Soru 26: Neden Resulullah'ın (s.a.a.) hadislerinin yazılmasını yasakladılar?
Cevap: Onlar hükümetlerinin ilk günlerinden itibaren kesin olarak Resulullah'ın (s.a.a.) hadislerinin yazılması ve anlatılmasını yasakladılar. Bu karar, sadece hadislerde Hz. Ali'nin hilafeti ve faziletleri anlatıldığı için alınmadı. Bununla birlikte hadisler, onların amelleri, sözleri, yaşamları ve yönetimleriyle çelişmekteydi.
Soru 27: Acaba Ebu Bekir; hilafeti yüklenebilecek kapasitede miydi?
Cevap: Eğer Ömer ile Ümeyye Oğullarının bazı siyasetçileri olmasaydı, Ebu Bekir tek başına hilafet yükünü omuzlayamazdı. Tarih şöyle kaydeder: "Ebu Bekir, her zaman Ömer'in hükümleri ve görüşü karşısında teslim oluyordu. Gerçekte halife Ebu Bekir değil, Ömer' di. Bunun delili de şudur: Hilafetin başlangıcında "müellefet'ül- kulup"tan olanlar Ebu Bekir' in yanına geldiler. Ebu Bekir de bir mektup yazarak onları Ömer'in yanına gönderdi. Zira beytülmal, Ömer'in elindeydi. Ama Ömer mektubu yırtarak onları reddetti. Onlar da Ebu Bekir'in yanına giderek dediler ki: "Sen mi halifesin, o mu?!" Ebu Bekir de; "Allah'ın izniyle halife odur." dedi. 1
Aynı şekilde, Ebu Bekir, Uyeyne bin Hısn ve Akra' bin Habis'e bir arsa verdiğinde Ömer, Ebu Bekir'in yazısını
--------------------------------
1- el- Cevheret'ün-Neyyire, c. 1, s. 164.
Hilafet Hakkında /351
okuyunca ona tükürdükten sonra yırttı. Onlar, Ebu Bekir'e dönerek Ömer' i şikayet ettiler ve dediler ki: "Vallahi anlayamadık! Sen mi halifesin, Ömer mi?!" Ebu Bekir: "Hayır! Halife Ömer'dir." cevabını verdi. Daha sonra Ömer sinirlenerek Ebu Bekir'in yanına gelip arsa olayından dolayı ona kızınca Ebu Bekir dedi ki: "Hilafet konusunda benden daha güçlü olduğunu söylemedim mi? Ama sen zorla beni halife " 1 yaptın.
Nitekim Sahih-i Buhari' de şöyle naklolunur: "Ömer, halkı Ebu Bekir'e biate teşvik edip diyordu ki: "Ebu Bekir, Resulullah'ın mağara arkadaşıdır, o Müslümanların işlerini yürütmeye daha layıktır. Hadi kalkın ona biat edin." Enes bin Malik der ki: "O gün gördüm ki Ömer, Ebu Bekir'e; "Kalk minbere çık" diyordu ve bu konuda o kadar ısrar etti ki sonunda Ebu Bekir minbere çıktı ve halk ona biat etti."2
Soru 28: Ebu Bekir neden ölmeden önce Ömer'i hilafete getirdi?
Cevap: Zira Ömer bin Hattap, Hz. Ali'nin hilafetten uzaklaştırılmasında baş rolü oynamış, bu konuda Resulullah'a muhalefet etmiş, Ensar'ı Ebu Bekir'e biate zorlamış ve bunu halka zorla kabullendirmişti. Hatta Hz.Fatıma'nın (s.a.) evini bile yakmakla tehdit etmişti. Daha önce de beyan ettiğimiz gibi gerçek hakim ve halife Ömer'di. İlk ve son sözü o söylerdi ve hiç şüphesiz o, Arapların en büyük siyasetçilerindendi. Ama sinirli ve kaba biri olduğunu çok iyi biliyordu. Dolayısıyla, halkın kendisini
--------------------------
1- Askalani, el-İsabe Fi Ma'rifet'is-Sahabe, c. 3, s. 55; İbn-i Ebi'l-Hacıid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 12, s. 58 - 59.
2- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 100 - 101.
kabul etmeyeceğini sezdiğinden Ebu Bekir'i kendisinden öne geçirdi. Çünkü o, daha yumuşak olup kendisinden önce Müslüman olmuştu. Ayrıca, Ebu Bekir'in kızı Aişe de zor işleri başaracak ve durumu değiştirecek güce sahipti. Öte yandan Ebu Bekir'i kendi elindeki bir parmak gibi oynatabileceğini ve emirleri karşısında Ebu Bekir' in teslim olacağını da çok iyi biliyordu.
Doğal olarak ashabın çoğu da, Ebu Bekir'in Ömer'i halife yapacağını biliyorlardı. Daha ilk günlerde Hz. Ali (a.s.), Ömer'e demişti ki: "Öyle bir süt sağ ki, yarısı senin olsun. Bugün onun için çalış da yarın işi sana bıraksın." Bir başkası, Ömer'in Ebu Bekir'in vasiyetini eline aldığını duyup Ebu Bekir'in onu halife seçtiğini ve onu halka gösterdiğini görünce dedi ki: "Vallahi, bu vasiyette ne yazıldığını biliyorum. Geçen yıl sen onu halife yaptın; bu yıl da o seni halife yaptı."
O halde, Ebu Bekir' in hilafeti Ömer' e bırakmak istediğini herkes biliyordu. Ebu Bekir daha hayatta iken Ömer'in hilafet konusunda daha güçlü olduğunu söylüyorsa, ölürken hilafeti ona bırakmasına şaşırmamak gerekir.
Böylece, Ehl-i Sünnet'in "Hilafet ancak şurayla olur" şeklindeki ilkesinin bir iddiadan öteye geçmediği ve Ebu Bekir ile Ömer'in yanında bu ilkenin hiçbir değer ifade etmediği gerçeği ortaya çıkıyor. Eğer Resulullah ölürken -Sünnilerin iddiası üzere- hilafeti şuraya bıraktıysa, bu ilkeyi ilk bozan ve Ömer'i tayin ederek Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini ilk çiğneyen şahıs, Ebu Bekir'dir.
Ehl-i Sünnet'in her zaman şura ile iftihar ettiklerini ve bu işin sadece şura ile olması gerektiğini söylediklerini, öte
--------------------------
Hilafet Hakkında / 353
yandan bunu kabul etmeyip halifeyi sadece Allah ve Resulünün belirleyebileceğine inanan Şia'nın inançlarıyla alay ettiklerini ve bu inancı, saltanat düzenine sahip olan İslam'dan önceki İranlılardan aldıklarını ileri sürdüklerini görüyoruz. Kendi iddialarına delil olarak ise "... Ve işleri aralarmdaki şura iledir." ayetini gösterir ve bu ayetin hilafet konusunda nazil olduğunu söylerler.
Bu durumda şöyle bir sorunca varıyoruz: Ebu Bekir ve Ömer; Allah'ın Kitabı'na ve sünnete muhalefet ettiler ve hilafet konusunda Kitap ve sünnete itina etmediler.
Soru 29: Abdurrahman bin Avf, neden Hz. Ali'nin Ebu Bekir ile Ömer'in sünnetine uyması gerektiğini şart koştu?
Cevap: Çok üzücü olaylardan biri de, Ömer'den sonra ümmetin kaderinin Abdurrahman bin Avf'a bırakılmasıydı. O, istediğini hilafete getirip istediğini hilafetten uzaklaştırabilirdi. Bu yetkiyi ona veren de Ömer idi. Abdurrahman bin Avf, Arap kurnazlarından bir diğeriydi. Hiç kuşkusuz, hilafeti şer'i sahibinden almak için tuzak kuranlardan biri de o idi. Buhari, Abdurrahman bin Avf'ın Hz.Ali'den biraz korktuğunu söylediğine göre,1 demek ki doğal olarak o da Hz. Ali'yi hilafetten uzaklaştırmaya çalışacaktır. Abdurrah- man, diğer sahabiler gibi, Hz. Ali'nin kesinlikle Ebu Bekir ile Ömer'in gidişatını uygulamayacağını ve onların Kur'an karşısındaki içtihatlarını kabullenmeyeceğini biliyordu. Bu nedenle, Hz. Ali'ye o ikisinin sünnetine uymasını şart koştu. O, Hz. Ali'nin siyaset icabı yalan söylemeyeceğini ve bu şartı asla kabul etmeyeceğini çok iyi biliyordu. Böyle olunca da, sıra damadı Osman'a yetişecek ve o da seve seve bu
-------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 97, Halk İmama Nasıl Biat Eder Babı.
şartı kabul ederek hilafete getirilecekti. Kureyşliler ve komplo sahipleri de bunu istiyorlardı.
Soru 30: "On İki İmam Hadisi", Ehl-i Sünnet kitaplarında da var mı?
Cevap: Buhari, Müslim ve bütün Sünni hadisçileri, Resul-i Ekrem'in (s.a.a.) şöyle buyurduğunu yazarlar: "Din kıyamete kadar sürecek ve (bu süre içinde) on iki kişi size halife olacaktır; onların hepsi de Kureyş'tendir."1
Bu hadis Ehl-i Sünnet'in çözemediği bir bulmacadır ve bunun cevabını bir türlü bulamamaktadırlar. Ehl-i Sünnet alimleri, Raşit Halifeler dedikleri dört kişiden sonra onlara ekleyebilecek sadece Ömer bin Abdülaziz'i buluyorlar; geri kalan yedi kişiyi tayin edemiyorlar. Bu durumda ya İmamiyye Şiasının kabul ettiği On İki İmam' a, yani Hz. Ali ve evlatlarına inanarak Resulullah'ın Ehl-i Beyt'inin Şiası olmalıdırlar; ya da bu hadisi yalanlayıp Sahihlerinin yalanlarla dolu olduğunu söylemeli ve onlara itibar etmemelidirler.
Bunu da geçersek, hilafeti sadece Kureyş'e ait bilen bu hadis, "Şura" teorisine aykırıdır. Zira seçim ve demokrasi, bütün ümmeti kapsamalı ve hiçbir kabileye mahsus olmamalıdır. Hatta Arap kabilelerden Arap olmayanlara da geçmelidir.
Bunlar, okuyucuların sorduğu sorulara verilen kısa cevaplardır. Daha ayrıntılı cevap isteyenler tarih kitaplarına ve bu hakirin "Nasıl Hidayete Kavuşturn?" ve "Doğrularla Birlikte" adlı kitaplarına başvurabilirler.
------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 101; Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1453, h. 1822.
Hilafet Hakkında / 355
YEDİNCİ BÖLÜM
Günümüzde Müslümanların en büyük sorunlarından biri, hadis sorunudur. Bugün hadis alanında Vahhabi üniversitelerinden mezun olan doktorlar, sadece kendi mezhep ve akidelerine uyan hadisleri ezberlemiş, onları tekrarlayıp durmaktalar. Oysa bu hadislerin çoğu, risalet nurunu söndürrnek ve Resulullah'ı -Allah'a sığınırız- ne söylediğini bilmeyen, aklını kaybetmiş, sözleri ve davranışlarıyla delileri dahi güldüren biri olarak göstermek isteyen Emevi ve Abbasiler'in uydurmasıdır.
Ehl-i Sünnet'ten bazı araştırmacılar, hadis kaynaklarını bu gibi uydurma hadislerden temizlemeye çalışmışlarsa da, ama ne yazık ki, sahih ve muteber kitapları hala bu hadislerle doludur. Az da olsa Şiilerin kitaplarında da bu gibi rivayetlere rastlanıyorsa da Şiiler, Kur'an dışında hiçbir kitabın yüzde yüz sahih olduğunu kabul etmezler. Oysa Ehl-i Sünnet, Kur'an'dan sonra en sahih kitapların Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim olduğunda ittifak etmişlerdir. Hatta bu iki kitaptaki bütün hadislerin sahih olduğunu da iddia ederler.
İşte bu yüzden Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de bulunan ve Resulullah (s.a.a.) ile Ehl-i Beyt'in (a.s.) kutsallığına gölge düşüren rivayetleri okuyucularla birlikte ince-
---------------------
360/ Zikir Ehline Sorun
lemeye çalışacağız. Bu arada Emevi ve Abbasi halifelerinin amellerini sahih göstermek için uydurulan hadislere değinerek gerçekte kendi cinayetlerini onaylamak için Resulullah'a (s.a.a.) nasıl iftiralar attıklarını hep birlikte göreceğiz.
RESULULLAH'A (S.A.A.) İNSANLARI GAFİL AVLAMA İFTİRASI!
Buhari, Sahih'inn "Diyat Kitabı, Biri Başkasının Evine Bakar Da Gözünü Çıkarırlarsa Diyeti Olmaz Babı"nda; Müslim ise, Sahih'inin "Adab Kitabı, Başkasının Evine Bakmanın Haram Oluşu Babı"nda Enes bin Malik'ten şöyle naklederler:
"Adamın biri gizlice Resulullah'ın odalarından birinin içine bakıyordu. Resulullah eline bir bıçak alıp sinerek ona doğru ilerledi. Resulullah (s.a.a.) o adamı gafil avlayarak bıçaklamak istiyor gibiydi." 1
Resul-i Ekrem'in yüce ahlakı kesinlikle böyle bir olaya izin vermez. O, müminlere karşı rauf ve rahimdir; bu adama islamı edebi öğretmeli ve bu işin haram olduğunu bildirmelidir. O, kesinlikle eline bıçağı alıp gizlice arkadan gelerek adamı yaralayıp gözünü çıkarmaya kalkışmaz. Kaldı ki o adamın kötü bir niyeti olduğu da bilinmemektedir. Zira o oda Resulullah'ın zevcelerinden birinin odası değildi. Enes bin Malik'in de o odada bulunması bunun en açık delilidir.
Peygamber efendimizi, insanları gafil avlayarak gözlerini
-----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 66 ve c. 9, s. 13; Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1699, h. 2157.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 361
çıkarmak isteyen kaba ve katı yürekli biri olarak tanıtan bu iftiralardan Allah'a sığınırız! Sahih-i Buhari'nin şarihi bile bu rivayete şaşırarak diyor ki: "Hadiste geçen kelime, "Saklanıp sinerek gelip gafil avlamak" anlamını ifade eder. Başkaları da bu kelimeyi böyle açıklamışlardır. Ama böyle bir hareket, kesinlikle Resulullah'a yakışmamaktadır."1
RESULULLAH (S.A.A.) MÜSLÜMANLARA AĞIR CEZALAR VERİYORMUŞ!
Buhari, Sahih'inin "Tıp Kitabı, Devenin Sütünden İlaç ve Devenin İdrarından İlaç Babları"nda Enes'ten şöyle nakleder:
"Halktan bir grup hasta olmuştu. Bunun üzerine Resulullah'a giderek; "Ya Resulallah! Bize sığınak ve yiyecek ver." dediler. Resulullah, onları develerin çobanının yanına göndererek develerin sütü ve idrarından içmelerini söyledi. Onlar da develerin sütünden ve idrarından içtiler. Böylece hastalıktan kurtuldular. Ama çobanı öldürüp develerini çaldılar. Peygamber (s.a.a.) peşlerinden adam göndererek onları yakalattı. Sonra onların ellerini ve ayaklarını kesti ve kızgın çivi ile gözlerini çıkardı. Nihayet onların, dilleriyle yeri yaladıkları halde öldüklerini gördüm."2
Resulullah'ın kendisi, işkence etmeyi ve bedenleri parçalamayı yasakladığı halde, kendisi böyle bir cinayeti işler mi? Hangi Müslüman bunu kabullenebilir? Çobanı öldürdüler diye kızgın çiviyle gözlerini çıkarır mı? Onların çobana aynı işi yaptıklarını farzetsek dahi, Resulullah olayı araştırıp
-----------------------
1- Sahih-i Buhari, Kirmani Şerhiyle, c. 24, s. 30.
2- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 159 - 160.
katili bulmadan, istisnasız hepsini nasıl öldürebilir? Birisi; "Onların hepsi ortaklaşa çobanı öldürmüşlerdi." diyebilir. Peki Resulullah onları bağışlayamaz mıydı? Çünkü onlar Müslüman idiler. Bunun delili ise Peygamber efendimize "Ey Allah'ın Resulü!" diye hitap etmeleridir. Acaba Resulullah (s.a.a.) Allah Teala'nın şu sözünü işitmemiş miydi: "Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın aynısını onlara yapın. Ama eğer sabrederseniz, bu sabredenler için daha hayırlıdır."1
Bu ayetin nüzul sebebi şudur: Resulullah (s.a.a.), amcası Hamza'yı şehit ederek ciğerlerini yiyip bedenini parçaladıklarını görünce; "Allah bana kudret verirse, onlardan yetmiş kişiyi parça parça edeceğim." dedi. (Bazı rivayetlerde böyle geçer.) Bu ayet nazil olunca Resulullah (s.a.a.); "Allah'ım sabrettim." dedi. Böylece amcasının katili Vahşi ve onun bedenini parçalayarak ciğerlerini yiyen Hind' i bağışladı. 2
Buhari'den aktardığımız bu rivayet o kadar ürkütücüdür ki, rivayeti nakleden şahıs bile bunu biraz hafifletmek için şöyle der: "Katade der ki: Muhammed bin Sirin, bu olayın hudut (ceza) hükümleri inmeden önce vuku bulduğunu söyler. "
Bildiğimiz gibi Resulullah (s.a.a.), hiçbir konuda kendinden hüküm vermezdi. En küçük bir işte bile vahyi beklerdi. Bu Resulullah, halkın canıyla ilgili olan ceza kanunları gibi önemli bir konuda nasıl olur da vahyi beklemez?!
Bu rivayetler üzerinde biraz düşünen bir şahıs hemen şu
------------------------
1- Nahl Suresi / 126.
2- İbn-i Hişam, es-Siret'ün-Nebeviyye, c. 3, s. 101 - 102.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 363
sonuca varır: Emevi hükümdarları ve onların taraftarları, işledikleri cinayetleri ve suçsuz insanları korkunç şekilde cezalandırmalarını yorumlayabilmek için bu rivayetleri uydurmuşlardır. Nitekim bu rivayetin sonunda söylenen sözler de bunu teyit eder. Rivayetin sonunda şöyle geçer:
"Selam der ki: Haccac, Enes bin Malik'e; "Resulullah'ın verdiği en ağır ceza neydi?" diye sorunca, Enes'in bu hadisi naklettiğini duydum. Bu haber Hasan'a ulaşınca; "Keşke bu hadisi Haccac'a nakletmeseydi!" dedi."1
Bu rivayetten yalan kokuları gelmektedir. Zira bu rivayetin Haccac'ın hoşnut olması için uydurulduğu belli oluyor. Yeryüzünün en büyük bozguncularından olan Haccac, Ehl-i Beyt Şiilerinden binlercesini öldürtüp bedenlerini parçalıyor, ellerini - ayaklarını çaprazlama kesip çiviyle gözlerini deşiyor, dillerini arkadan çıkarıyor ve bedenleri yansın diye güneşin önüne asıyordu. Böyle rivayetler kesinlikle onun amellerini onaylıyordu. Çünkü Haccac, böyle yapmakla Resulullah' a uyarak Kur'an'a uygun davranmış oluyordu! La havle ve la kuvvete illa billah'il-Aliyy'il- Azim!
Bu işin uzmanlarından biri de Muaviye idi. O, Hz. Ali'yi seven Müslümanlara feci şekilde işkence yapıyor, bedenlerini parça parça doğruyordu. Birçok Şiiyi ateşe atmış, birçok suçsuz insanı diri diri toprağa gömmüş, birçok mümini ağaç dallarına asmıştı. Muaviye'nin veziri olan Amr bin As, Muhammed bin Ebu Bekir'i doğrayarak eşek
-----------------
1- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 159 - 160.
derisine doldurdu ve ateşe atarak yaktı. 1
Şimdi de kendi şehvetperestliklerini ve kadınlara düşkünlüklerini yorumlamak için Resulullah'a (s.a.a.) ne gibi iftiralar attıklarını göreceğiz.
RESULULLAH'A (S.A.A.) CİNSEL İLİŞKİYE DÜŞKÜNLÜK İFTİRASI!
Buhari, Sahih'inin "Gusül Kitabı, Eşiyle Birleştikten Sonra Tekrar Birleşmek Babı"nda Enes'in şöyle dediğini nakleder: "Resulullah bir gece ve gündüzde bir saatte on bir eşine gidip onlarla münasebette bulunuyordu." Ravi der ki: Ben Enes'e; "Buna gücü yetiyor muydu?" diye sorunca, Enes dedi ki: "Biz de onun otuz erkeğin gücüne sahip olduğunu söylüyorduk."2
Bu rivayet, sırf Resulullah'ın (s.a.a.) azametini düşürmek ve Muaviye ile Yezid'in pisliklerini, Harun Reşit gibilerin fasıklığını ve şehvetperestliğini örtbas etmek için uydurulmuştur. Yoksa Enes bin Malik, Resulullah'ın bir saatte on bir eşiyle yattığını nereden anlamıştı?! Acaba Resulullah (s.a.a.) mı ona bunu haber vermişti? Yoksa Enes'in kendisi mi olaya şahit olmuştu?! Onun otuz kişinin gücüne sahip olduğunu nereden biliyordu?! Bu büyük iftiradan Allah'a sığınırız!
Allah'a andolsun ki bunlar, ömrünü cihat, ibadet ve ümmetini eğitmek yolunda harcayan Resul-i Ekrem (s.a.a.) hakkında bağışlanmayacak suçlardır.
------------------------------
1- Tarih-i Taberi, c. 5, s. 104 - 105; Müruc'üz-Zeheb, c. 2, s. 420. 2- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 75 - 76.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 365
Böyle saçma yalanları rivayet eden cahiller ve akılsızlar ne düşünüyorlar acaba?! Hayvansal şehvetleriyle düşüncelerini kirleten bu adamlar, şehvetlerinin çokluğuyla başkalarına karşı böbürlenmek mi istiyorlar?! Aslında onlar bu rivayetleri uydurmakla iki hedefi güdüyorlardı: Birincisi; Resulullah'ın (s.a.a.) kutsallığı ve azametini düşürmek. İkincisi ise; sarayları kadın ve cariyelerle dolu olan halife ve padişahların amellerine bu şekilde mazeret bulmak.
Bu rivayeti nakleden Enes bin Malik, eğer Resulullah'ın eşi Aişe'nin ona karşı çıktığını görürse, ne der acaba? Çünkü Aişe, Resulullah'ın bu konuda diğer erkeklerden üstün olmadığını söylüyor.
Müslim, Sahih'inin "Taharet Kitabı, Gusül Babı"nda Aişe'nin şöyle dediğini nakleder: "Adamın birisi Resulullah'a (s.a.a.) dedi ki: "Eğer birisi karısıyla cima eder, sonra halsizleşirse gusül alması gerekir mi?" -Aişe der ki:- Ben Resulullah'ın yanında oturmuştum. Bunun üzerine Resulullah o adama; "Ben bu kadınla aynı işi yapıyorum ve sonra gusül alıyoruz." dedi."1
Rivayeti şerh eden şahıs, Sahih-i Müslüm'in hamişinde; "halsizleşme"yi, "meni gelmeden önce insanın zaaftan veya başka bir sebepten dolayı aletini çıkarması" olarak açıklıyor.2 Öyleyse hani Resulullah'ta otuz kişinin gücü?!
Bu hadis de yalancıların uydurmasıdır. Allah onların cezasını versin! Allah onları kahretsin! Yoksa aklı başında birisi; Resulullah'ın, normal bir müminin bile diline getire-
--------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 272, h. 350. 2- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 187, hamiş.
meyeceği sözleri hem de zevcesinin huzurunda ve yabancı erkeklerin yanında söyleyebileceğini nasıl kabul edebilir?! Dünyanın en üstün insanı, nasıl böyle bir söz söyleyebilir?!
RESULULLAH'IN (S.A.A.) HUZURUNDA MÜZİK VE RAKS!
Emeviler zamanında yaygın olan müzik ve raksı yorumlamak için birçok rivayetler uydurmuşlar. Örneğin:
Buhari, Sahih'inin "Nikah Kitabı, Nikahta Tef Çalma Babı"nda Bişr bin Mufazzal'dan, o da Halid bin Zekvan' dan şöyle rivayet eder: Muavviz bin Afra' kızı Rabi' der ki: "Benim nikah törenimde Resulullah gelerek sizin oturduğunuz gibi benim için serilen serginin üzerine oturdu. O sırada, birkaç kız saz ve tef çalarak Bedir'de öldürülen babalarının hakkında şiir okuyorlardı. Onlardan biri şiirin devamında dedi ki: "Aramızda gelecekten haberi olan bir peygamber de var." Bunun üzerine Resulullah; "Bu lafı bırak da şiirlerini oku." dedi."1
Yine Buhari, Sahih'inin "Cihat Kitabı"nda, Müslim ise, Sahih' inin "Bayram Namazları Kitabı" nda Aişe'den şöyle naklederler: "Yanımdaki iki cariye coşkulu bir şarkı söyledikleri halde Resulullah içeri girdi. Hiçbir şey demeden geçip yatağına uzanarak yüzünü çevirdi. O sırada Ebu Bekir içeriye girdi ve sinirlenerek; "Şeytanın zurnasını Resulullah'ın yanına mı getirdin?!" dedi. Resulullah Ebu Bekir'e dedi ki: "Bırak o ikisini." Ben, o fark etmeyecek bir şekilde cariyelere dışarı çıkmalarını söyledim. Onlar da çıkıp gittiler."
---------------
1- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 25.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 367
Aişe der ki: "Bayram günü Sudanlılar kalkan ve hançerlerle oynuyorlardı. Ya ben, Resulullah'a (s.a.a.); "Onlara bakabilir miyim?" diye sordum, ya da Resulullah'ın kendisi bana; "Bakmak istiyor musun?" dedi. Ben de; "Evet!" dedim. Bunun üzerine Resulullah beni omuzuna aldı. O anda yanağı yanağıma değiyor -Allah'a sığınırız- ve "Ey Erfede'nin evlatları! Biraz yavaş!" diyordu. Benim yorulduğumu hissedince de; "Yeter mi?" dedi. Ben de; "Evet!" dedim. Bunun üzerine "Haydi git!" dedi."1
Yine Buhari, Sahih'inin "Nikah Kitabı, Kadının Habeşlilere Bakması Babı"nda Aişe'den şöyle nakleder: "Resulullah beni abasına sarmış, ben de camide oynayan Habeşlilere bakıyordum. Ben yoruluncaya kadar Resulullah beni öylece tutmuştu. Öyleyse yaşı az olup da oynamayı çok seven kızların değerini bilin."2
Müslim de, Sahih'inin "Bayram Namazları Kitabı, Oynamaya İzin Babı"nda Aişe'den şöyle nakleder: "Bayram günü bazı Habeşliler camiye gelerek oynamaya başladılar. Resulullah beni çağırdı. Ben başımı onun omuzlarına dayadığım halde onların oyununu seyrettim. Sonra da yorulup kenara çekildim."3
Buhari, Sahih'inin "Nikah Kitabı, Kadın ve Çocukların Düğüne Gitmesi Babı"nda Enes bin Malik'ten şöyle nakleder: "Resulullah düğünden dönen kadın ve çocukları görünce, sevinerek hızla onlara doğru ilerledi ve şöyle dedi: "Allah biliyor ki, sizler benim yanımda en sevgili insanlar-
----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 47; Sahih-i Müslim, c. 2, s. 609, h. 892.
2- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 47 - 48.
3- Sahih-i Müslim, c. 2, s. 609, h. 892.
sınız.1
Şarap içmeyi ve sarhoşluğu tevcih edip yorumlamak için bakın neler naklediyorlar!
RESULULLAH'A -HAŞA- ŞARAP İÇME İFTİRASI!
Buhari, Sahih'inin "Nikah Kitabı", "Düğünde Kadının Erkeklere Hizmet Etmesi" ve "Düğünde Sarhoş Etmeyen Şarap" bablarında şöyle nakleder:
"Ebu Üseyd Saidi evlenirken Resulullah'ı ve ashabını davet etti. Onun karısı Ümmü Üseyd, onlar için yemek pişirip getirdi. Resulullah (s.a.a.) yemeğini bitirince kadın, daha önce küçük bir taş kabın içinde ıslattığı hurmaları karıştırarak, içmesi için Peygamber'e verdi. Böylece onu daha iyi ağırlamak istiyordu."2
Bu rivayetle Resulullah'ın şarap içtiğini söylemek istiyorlar. Oysa bu, Arapların bir geleneği idi. Onlar, suyun kokusunu gidermek için içine birkaç hurma koyarlardı. O halde bu, şarap değildir ve bazıları bunu helal bilirler. Müslim de, bu rivayeti "İçecekler Kitabı, Kaynayıp Sarhoş Etmeyen Üzüm ve Hurma Suyunun Mübah Oluşu Babı"nda3 nakleder. Ama halife ve sultanlar bu rivayete dayanarak şarap içmeye başladılar. Hatta sarhoş etmedikçe şarabın helal olduğunu bile iddia ettiler.
Emeviler ve Abbasilerin rezilliklerini örtmek için de şu rivayetleri ürettiler:
--------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 32.
2- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 33.
3- Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1589 - 1590, h. 2004 ve 2005.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 369
RESULULLAH'A (S.A.A.) HAYA ETMEME İFTİRASI!
Buhari, Sahih'inin "Hac Kitabı, Kurban Günü Ziyareti Babı"nda Aişe'den şöyle nakleder: "Resulullah'la birlikte hacca gitmiştik. Kurban kestikten sonra ihramdan çıktık. O sırada Safiyye adet gördü. Resulullah o halde bir erkeğin eşine yaptığını onunla yapmak istiyordu. Ben; "Ya Resulallah! O hayız halindedir." dedim."1
Bu ne biçim peygamberdir?! Bir eşinin yanında öteki eşiyle yatmak istiyor! Ayrıca, onun ne halde olduğunu bilmiyor da öteki karısı ona haber veriyor!
Müslim, Sahih'inin "Faziletler Kitabı, Osman'ın Faziletleri Babı"nda Aişe ve Osman' dan şöyle nakleder:
"Ebu Bekir Resulullah'ın huzuruna gelmek için izin istedi. Peygamber o sırada yatağa uzanmış, Aişe'nin elbisesini giymişti. Resulullah o halde Ebu Bekir'in içeri girmesine izin verdi ve onun istediğini yerine getirdi. Ebu Bekir gittikten sonra Ömer içeri girdi. Peygamber aynı vaziyette onun da içeri girmesine izin verip istediğini yerine getirdi. Sonra ben (Osman) izin istedim. Resulullah hemen kalkıp oturdu ve Aişe'ye de; "Elbiseni giy ve kendini toparla!" dedi. Ben de isteğimi aldıktan sonra evime döndüm. Aişe Resulullah'a (s.a.a.) dedi ki: "Ebu Bekir ile Ömer'den utanmazken neden Osman'dan utandın?" Resulullah; "Osman çok utangaç birisidir. Eğer o halde ona izin verseydim, utancından istediğini söylemeyebilirdi." dedi."2
---------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 214.
2- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1816, h. 2402.
Bu ne biçim peygamberdir ki, yatağında eşinin yanında uzandığı halde ashabını karşılıyor! Ve ancak Osman içeri girdiğinde eşinden kendini toparlayıp elbisesini üzerine çekmesini istiyor?!
RESULULLAH'A (S.A.A.) AVRET YERİNİ AÇMA İFTİRASI!
Buhari, Sahih'inin "Namaz Kitabı, Namazda Çıplaklığın Mekruhluğu Babı"nda, Müslim ise, Sahih'inin "Hayız Kitabı, Avret Yerinin Korunmasına İtina Göstermek Babı"nda Cabir bin Abdullah'tan şöyle naklederler:
"Resulullah peştamal bağladığı halde onlarla birlikte Kabe'yi onarmak için taş taşıyordu. Amcası Abbas ona dedi ki: "Ey kardeşimin oğlu! Eğer peştamalını çıkarır da omzuna atarsan, taşları daha kolay taşırsın. Bunun üzerine Resulullah peştamalını çıkararak omzuna attı. O sırada bayılarak yere düştü ve ondan sonra Resulullah asla çıplak görülmedi." 1
Aziz okuyucular! Bakın, Resulullah'a nasıl iftiralar atıyorlar?! Halbuki Resulullah haya ve iffeti imanın direklerinden biri olarak saymıştır; onun haya ve iffeti, bakire kızların hayasından daha çoktu. Resulullah'ın, ashabı karşısında bacaklarını açarak oturduğu rivayetini uydurdukları yetmiyormuş gibi, bir de avret yerinin açılması iftirasını atıyorlar! Acaba bunlara göre Resulullah, amcasının sözünü dinleyerek avret yerini açacak kadar cahil miydi?!
--------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 102; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 268, h.340.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 371
Allah'a ve Resulüne karşı böyle iftiralar atan bu şeytanlardan yüce Allah'a sığınırız! Resulullah'ın -dinimizin izin vermesine rağmen- avret yerini kendi eşleri dahi görmemiştir. Aişe diyor ki: "Resulullah'ın avretini hiç görmedim."1
Zevcelerinin yanında bile avret mahallini açmayan Resulullah, ashabının ve halkın karşısında nasıl avret yerini açabiliyor? !
Evet! Tüm bunlar, hiçbir şeyi söylemekten utanmayan Emeviler'in uydurmasıdır. Eğer "Emir'ül-Müminin" ünvanını taşıyan halife, kendisine övgüler yağdıran bir şairin şiirini dinlemekle kendini kaybederek onun avretini öpüyorsa, Resulullah'ın avret mahallinin açıldığını da söyleyeceklerdir. İşte onların bu hayasızlığı, bugün de bazı fasıklara sıçramış ve ahlaksızlıkta hiçbir sınırı tanımaz olmuşlardır.
şer'i hükümlerle oynamak için de aslı olmayan birçok rivayet uydurmuşlardır.
RESULULLAH (S.A.A.) NAMAZDA ŞAŞIRIYORMUŞ!
Buhari, Sahih'inin "Edep Kitabı"nda, Müslim ise, "Mesacid Kitabı, Namazda Şaşırma ve Bu Yüzden Secde Etmek Babı"nda Ebu Hureyre'den şöyle naklederler: "Resulullah bizimle birlikte öğlen namazını iki rekat olarak kıldı. Selamdan sonra mescidin ön kısmındaki bir ağaç dalının yakınına giderek ellerini onun üzerine koydu.
--------------------
1- Sünen-i İbn-i Mace, c. 1, s. 619, h. 1922.
Ashabın arasında Ebu Bekir ile Ömer de vardı; ama onunla konuşmaya cüret edemediler. Halk mescitten çıkarken namazın artık yarım kılınacağını zannettiler. Zülyedeyn adlı birisi Resulullah'a (s.a.a.) dedi ki: "Unuttun mu, yoksa namaz iki rekata mı indi?" Resulullah buyurdu ki: "Ne unuttum, ne de namaz iki rekat olmuştur?" Dediler ki: "Hayır, ya Resulallah! Sen unuttun." Peygamber; "Zülyedeyn doğru söyledi." buyurdu. Sonra kalkarak iki rekat daha kıldı ve ardından selam verdi. Daha sonra tekbir getirerek secdeye gitti ve normal secdesinde olduğu gibi ya da biraz daha fazla secdede kaldı. Sonra başını secdeden kaldırıp tekbir getirerek tekrar secdeye gitti ve normal secdesinde olduğu gibi ya da biraz daha fazla secdede kaldı. Sonra başını secdeden kaldırıp tekbir getirdi."1
Resulullah namazında -haşa- şaşırıp da kaç rekat kıldığını bilmez mi?! Ayrıca ona; "Namazı yarım kıldın." dendiğinde; "Ne unuttum, ne de yarım kıldım." der mi?! Bunlar, genelde namazı sarhoşken kılan ve namazı nasıl kıldığını bilmeyen halifelerin namazlarını örtbas etmek için uydurulmuştur! Bu halifelerden birinin, sabah namazını dört rekat olarak kılıp, sonra cemaate dönerek; "Yeter mi, yoksa fazla mı kılayım?" dediği tarihte meşhurdur.
Buhari, Sahih'inin "Ezan Kitabı"nda İbn-i Abbas'tan şöyle nakleder: "Bir gece Meymune'nin evinde uyudum. O gece Resulullah (s.a.a.) da Meymune'nin yanındaydı. Resulullah kalkıp abdest aldı ve namaza durdu. Ben de onun sol tarafına geçtim. Kolumdan tutarak beni sağ tarafına aldı. Sonra on üç rekat namaz kıldı. Daha sonra uyuya-
------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 85; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 404, h. 573.
Hadis-i Şerifler Hakkında /373
rak horlamaya başladı. O yatarken hep horlardı. Sonra müezzin geldi ve onu uyandırdı. Resulullah abdest almadan gidip cemaate namaz kıldırdı."
Amr der ki: "Bu rivayeti Bükeyr'e anlattığımda o da; "Bunu bana Kureyb rivayet etmişti" dedi."1
Ümeyye Oğulları, Abbas Oğulları ve diğerlerinden olan emirler ve sultanlar, Resulullah'a (s.a.a.) iftira olarak uydurulan bu yalan rivayetlere dayanarak namaz, abdest ve diğer bütün hükümleri hafife alıyor, onlarla adeta alay ediyorlardı. Hatta bunun sonucunda bir darbımesel olarak "Salat'ul-kıyad fi'l-cumati ve'l-a'yad" (Liderlerin namazı, cuma ve bayramlardadır) denildi.
RESULULLAH'A (S.A.A.) YEMİNİNİ BOZMA İFTİRASI!
Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı, Umman ve Bahreyn Kıssası, Eş'ariler ve Yemenlilerin Gelmesi Babı" nda şöyle nakleder: "Eş'ari kabilesinin en cömerdi olan Ebu Musa, "Cerm" den geldiğinde biz de onun yanına oturmuştuk. O tavuk yiyordu. Aramızda oturan birini de yemeğe davet etti. Adam; "Ben o tavuğun pis bir şey yediğini gördüm." dedi. Bunun üzerine Ebu Musa şöyle dedi: "Gel, ben Resulullah'ın da bundan yediğini gördüm." Adam: "Ben onu yemeyeceğime dair yemin ettim." dedi. Ebu Musa dedi ki: "Gel, ben sana yemin hakkında da bir şeyler söyleyeyim. Biz Eş'ariler Resulullah'ın yanına giderek ondan yardım istedik. Ama o kabul etmedi. Biz tekrar yardım istediğimizde, bize yardım etmeyeceğine dair yemin etti. Çok geçme-
----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 179.
den ona birkaç deve getirdiler. Resulullah da bize beş dişi deve vermelerini emretti. Biz develeri aldıktan sonra dedik ki: "Resulullah'a ettiği yemini hatırlatmadık. Artık kesinlikle kurtuluşa erenlerden olamayız." Ben Resulullah'ın yanına dönerek dedim ki: "Ey Resulullah! Sen bize bir şey vermeyeceğine dair yemin etmiştin, ama şimdi verdin." Resulullah şöyle buyurdu: "Evet! Eğer ben bir şey hakkında yemin ettikten sonra daha iyi bir şeyle karşılaşırsam, o işi yaparım."1
Bakınız bu peygambere! Bir de Allah onu halka, yeminlerini bozmamalarını, aksi takdirde keffaret vermeleri gerektiğini öğretmek için göndermiştir! Ama onun kendisi emrettiği şeye uymuyor! Yüce Allah buyuruyor ki:
"Allah kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizleri cezalandırmaz; fakat bilerek ettiğiniz yeminlerden dolayı sizleri cezalandırır. Cezası, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan, üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun. Belki şükredersiniz diye böylece Allah ayetlerini sizlere açıklıyor."
Yine buyuruyor ki: "Pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın."3
-------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 218 - 219.
2- Maide Suresi /89.
3- Nahl Suresi / 91.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 375

12
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun(Fes'elu Ehle'z Zikr)

AİŞE YEMİNİNİ BOZDUĞU İÇİN KIRK KÖLE AZAT ETMİŞ!
Peygamber (s.a.a.) kolayca yeminini bozabiliyorken karısı Aişe bozduğu tek bir yemin için kırk köle azat ediyor! Herhalde Aişe, Resulullah'tan daha üstün ve daha takvalıymış!
Buhari, Sahih'inin "Edep Kitabı"nda şöyle nakleder:
"Aişe'ye dediler ki: Abdullah bin Zübeyr, Aişe'nin bir şahsa sattığı veya bağışladığı bir şey hakkında dedi ki: "Vallahi, ya Aişe bundan vazgeçer veya ben onun mallarını zaptederim."
Aişe; "Gerçekten o böyle mi dedi?" diye sorunca, "Evet" dediler. Bunun üzerine Aişe ibn-i Zübeyr'le asla konuşmayacağına dair Allah adına yemin ederek nezirde bulundu. Bu küsme olayı uzayınca İbn-i Zübeyr adamlarını toplayarak özür dilemek istediyse de Aişe dedi ki: "Vallahi hiçbir ricayı kabul etmeyeceğim ve ahdimi bozmayacağım. İş daha da uzayınca Abdullah bin Zübeyr, Zühre Oğulları kabilesinden olan Misver bin Mahreme ve Abdurrahman bin Esved ile konuştu ve onlara dedi ki: "Allah aşkına Aişe'nin benimle konuşmasını sağlayın. Çünkü küsmenin bu kadar uzun sürmesi doğru olmaz. Misver ile Abdurrahman onu kendi abalarının altına gizleyip Aişe'den izin isteyerek dediler ki: "Allah'ın selam ve rahmeti sana olsun, içeriye girmemize izin veriyor musun?" Aişe; "Evet" dedi. Onlar; "Hepimize izin veriyor musun?" Aişe; "Evet" dedi. Onlar; "Hepimiz gelelim mi?" dediklerinde Aişe dedi ki: "Evet, hepiniz gelin." Aişe, ibn-i Zübeyr'in de onlarla birlikte olduğunu bilmiyordu. İçeriye girdiklerinde ibn-i Zübeyr perdenin arkasına geçerek Aişe'nin boynuna sarıldı ve ağlayarak kendisini affetmesi
-----------------------
için yalvardı. O sırada Misver ile Abdurrahman da onunla konuşması için ısrar ettiler. Onlar dediler ki: "Resulullah (s.a.a.); "Bir müminle üç günden fazla küskün kalmak caiz değildir." buyurmuştur." Onlar çok ısrar edince Aişe ağlayarak; "Ben nezirde bulundum ve nezir ağırdır." dediyse de onlar o kadar ısrar ettiler ki sonunda İbn-i Zübeyr'le konuştu ve nezrinin keffareti olarak kırk köle azat etti.
Aişe daha sonraları nezrini hatırladığında o kadar ağlıyordu ki peçesi gözyaşları ile ıslanıyordu." 1
Resulullah'ın (s.a.a.), mümin birinin mümin kardeşiyle üç günden fazla küsmesini haram ettiğine göre yemininin doğru olmamasına rağmen Aişe kırk köle azat ediyor!
Bu rivayetten ayrıca şunu da anlıyoruz: Aişe, tek başına bir devlet kadar zenginmiş! Yoksa o nereden kırk köle ya da kırk köle parasına sahip olabilirdi? Resulullah'ın dahi hayatı boyunca bu kadar köleyi serbest bıraktığını tarih kitapları yazmamıştır.
Evet! Onlar böylece kendi yaptıklarına bahane bulmak için buldukları her kötülüğü Resulullah'a (s.a.a.) isnat etmişlerdir. Allah onları kahretsin!
Şer'i hükümlere önem vermemelerini de örtbas etmek için bakın neler söylüyorlar:
RESULULLAH'A (S.A.A.) AI,LAH'IN HÜKÜMLERİNE İTİNASIZLIK İFTİRASI!
Buhari, Sahih'inin "Oruç Kitabı, Ramazan Ayında Cima Yapmak Babı"nda, Müslim ise "Oruç Kitabı, Ramazan
---------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 25.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 377
Gündüzünde Cimanın Haram Olması Babı"nda Ebu Hureyre' den şöyle naklederler:
"Bir gün Resulullah'ın huzurunda oturmuştuk. içeriye birisi girerek; "Ya Resulallah! Helak oldum!" dedi. Resulullah buyurdu ki: "Sana ne oldu?" Adam; "Oruçlu halde eşimle münasebette bulundum." dedi. Resulullah; "Azat edecek kölen var mı?" buyurdu. Adam; "Hayır." dedi. Resulullah; "Altmış fakire yemek verebilir misin?" buyurunca adam yine; "Hayır." cevabını verdi. Resulullah biraz durdu. Bu arada Resulullah'a hurma dolu bir tabak getirdiler. Resulullah; "Nerede o adam?" buyurdu. Adam; "Buyurun." dedi. Resulullah buyurdu ki: "Bu hurmaları al ve sadaka ver." Adam dedi ki: "Eğer bunu fakir bir adama vereceksem, vallahi benim eşim ve evlatlarımdan daha fakir bir aile yoktur." Resulullah öyle güldü ki dişleri göründü. Sonra, "Bunları kendi ailene yedir." buyurdu."1
Görüyor musunuz?! Allah Teala'nın kulları için farz kıldığı hükümler ve hadler nasıl hafife alınıyor?! Allah Teala zenginlere köle azat etmeyi farz kılıyor; eğer yapamazlarsa (veya bulunmazsa) altmış fakire yemek vermelerini istiyor ve eğer yemek de veremezlerse altmış gün oruç tutmalarını emrediyor.
Ama bu rivayette Allah'ın hükmü değiştiriliyor. Ayrıca, Resulullah -haşabu adamın günahına o kadar gülüyor ki dişleri görünüyor! Sonra, Allah'ın hükmüne hiç önem vermeden adamın hurmaları ailesine bağışlamasına izin veriyor. Resulullah'a (s.a.a.) atılan bu iftiralar nedir Al-
-------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 41 - 42; Sahih-i Müslim, c. 2, s. 781, h.1111.
lah'ım?! Sanki günahkarları cesaretlendiriyorlar. Günahkarları ve fasıkları bu uydurma rivayetlerle öylesine teşvik ediyorlar ki neredeyse kalkıp sevinçten oynayacaklar!
Evet! Bu gibi rivayetlere dayanılarak, Allah'ın dini ve hükümleri ile alay edilmekte, hatta zina yapan bu çirkin günahıyla övünmektedir. Düğünlerde her türlü günah ve fesat işlenmekte, Ramazan günü oruç yemek normal sayılmaktadır.
Yine Buhari, Sahih'inin "Yeminler ve Adaklar Kitabı"nda Ata'dan, o da İbn-i Abbas'tan şöyle nakleder:
"Adamın birisi Resulullah'a dedi ki: "Şeytan taşlamadan önce tavaf ettim." Resulullah; "Bunun bir sakıncası yoktur." buyurdu. Bir başkası dedi ki: "Kurban kesmeden önce saçımı tıraş ettim?" Hazret; "Hiçbir sakıncası yoktur." buyurdu. Bir başkası da dedi ki: "Şeytan taşlamadan önce kurban kestim?" Resulullah ona da; "Bir sakıncası yoktur." buyurdu."1
Abdullah bin Amr bin As şöyle rivayet eder: "Kurban bayramında Resulullah hutbe okurken adamın biri ayağa kalkarak dedi ki: "Ya Resulallah! Zannedersem filanca işi falanca işten önce yapmak daha doğrudur." Bir başkası kalkarak dedi ki: "Bu üç hüküm (tıraş, kurban kesme, şeytanı taşlama) hakkında şöyle düşünüyorum." Resulullah; "Nasıl istiyorsan öyle yap; hiçbir sakıncası yoktur." buyurdu. O gün hangi meseleyi ona sorsalar, "Yap yap, sakıncası." diyordu.2
-----------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 169.
2- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 168 - 169.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 379
İlginç olan şudur: Bu rivayetleri okuyup da yadsıdığınız zaman bazı bağnazlar kalkıp şu cevabı verirler size: "Allah'ın dini kolaylık dinidir, zorluk dini değil. Peygamber; "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın." buyurmuştur."
Söz doğru ama onlar bu hak sözle batılı murat etmekteler. Tabii ki Allah bizlere kolaylık göstermek ister ve bu yüzden dinde hiçbir zor hüküm koymamıştır. Örneğin; su bulunmadığında veya şiddetli soğukta abdest yerine teyemmüm alınır. Hastalık veya şiddetli zaaftan dolayı oturarak namaz kılınır. Yolculukta oruç tutulmaz, dört rekatlık namazlar yarıya iner. Ancak bu kolaylıklar, hiçbir zaman Allah'ın hükümleriyle oynamayı ve onlara muhalefet etmeyi caiz kılmaz. Mesela, abdest veya teyemmümün tertibini değiştiremeyiz; abdest alırken önce yüzü yıkamak yerine kolları yıkayamayız ve başımızdan önce ayağımıza mesh edemeyiz. Bunlar caiz değildir.
Ama hadis uyduran yalancılar, kendilerine bir yol bul- mak için, Resulullah'ın Allah'ın hükümlerini hafife aldığını söylemektedirler. Nitekim bazıları diyorlar ki: "Önemli olan namaz kılmandır! Nasıl kılarsan kıl, fark etmez!"
İlginç olan şudur: Buhari, Resulullah'ın -haşa- "Yap yap, sakıncası yoktur." diye söylediğini naklettiği sayfada Resulullah'ın haddinden fazla sıkı tuttuğu bir olayı anlatıyor. Olayı Ebu Hureyre'den şöyle naklediyor: "Adamın biri namaz kılmak için mescide girdi. O sırada Resulullah bir köşede oturmuştu. Adam gelip selam verdi. Resulullah hemen ona buyurdu ki: "Geri dön ve namazını kıl. Çünkü sen daha namazını kılmadın." Adam geri dönüp namazını kıldı ve tekrar gelip selam verdi. Resulullah buyurdu ki: "Ve aleyk! Geri dön ve namazını kıl. Çünkü sen daha
namazını kılmadın." Adam üç kez namaz kılıp selam verdi ve her defasında Resulullah onun geri dönüp namaz kılmasını istedi. O adam yalvararak; "Ya Resulallah! Namazı bana öğret." dedi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem rüku ve secdede bedenin tam olarak sakinleşmesi gerektiğini öğretip şöyle buyurdu:
"Rükua eğildiğinde bedenin tamamen sakinleştikten sonra kalk ve dimdik doğrulduktan sonra secdeye in ve secdede bedenin tamamen hareketsizleştikten sonra başını kaldır. Tam olarak oturduktan sonra tekrar secdeye git ve bil ki bütün namazların böyle olmalıdır"1
Yine Buhari, Sahih'inin "Tevhid Kitabı"nda Ömer bin Hattap'tan şöyle nakleder:
"Resul-i Ekrem'in hayatı döneminde Hişam bin Hakim namazda Furkan Suresini okuyor, ben de duyuyordum. Hişam'ın onu Resulullah'tan öğrendiğim gibi okumadığını gördüm. Neredeyse namazda üzerine saldıracaktım. Ama güçlükle kendimi kontrol ederek namazını bitirinceye kadar sabrettim. Sonra Hişam'ın abasını çekerek; "Sana bu sureyi kim böyle öğretti?" dedim. Hişam; "Resulullah (s.a.a.) öğretti." dedi. "Yalan söylüyorsun." dedim. "Çünkü Resulullah bana başka türlü öğretti." Sonra onu çekerek Resulullah'ın yanına götürüp; "Bu adamın Furkan Suresini bana öğrettiğiniz gibi okumadığını gördüm." dedim. Resulullah; "Ey Hişam! Oku bakayım." buyurdu. O da benim kendisinden duyduğum gibi okumaya başladı. Resulullah; "Böyle nazil olmuştur." buyurdu. Sonra bana dedi ki: "Ey Ömer! Şimdi sen oku." Ben de Resulullah'ın öğrettiği gibi okuyunca şöyle buyurdu: "Böyle de nazil olmuştur. Bu Kur' an yedi
----------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 169.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 381
şekilde nazil olmuştur. Öyleyse elinizden geldiği kadar Kur'an okuyun."1
Acaba yine şüpheniz var mı?! Hadis uyduranların hatta Kur'an yoluyla da gelerek Resulullah'ın kutsallığına gölge düşürmek istediklerini ve ashaba yedi çeşit kıraat öğreterek hepsine de "Kur'an böyle nazil olmuştur" dediğini iddia ettiklerini görüyor musunuz?! Eğer kıraatler arasındaki ihtilaf çok aşırı olmasaydı, Ömer bin Hattap sabırsızlanarak Hişam'ın namazını bozmak ister miydi?!
Bu rivayet bana, sadece bir kıraate uyup başka kıraatlere izin vermeyen bazı Sünni alimlerini hatırlatıyor. Bir gün şu ayeti şöyle okudum: "uzkuru nimetilleti en'amtu aleykum"2 Sünni alimlerden biri bana şiddetle çıkışarak; "Okumasını bilmiyorsan, Kur'an'ın ahengini bozma!" dedi. "Kur'an'ın ahengini nasıl bozdum?!" dediğim zaman "'Uzkuru nimetiyelleti en' amtu aleykum' şeklinde okumalısın." cevabını verdi.
Yine Buhari, Sahih'inin "Borç isteme ve Ödeme Kitabı"nda Abdulmelik bin Meysere' den şöyle nakleder: "Nezzal der ki: Abdullah'ın şöyle dediğini duydum: "Bir adamın Kur'an okumasını dinliyordum. O adam Resulullah'ın bana öğrettiği gibi okumuyordu. Onun elinden tutup Resulullah'ın yanına götürdüm ve olayı Peygamber'e anlattım. Resulullah; "Her ikiniz de doğru okuyorsunuz." buyurdu."
İbn-i Şu'be der ki: "Resulullah belki de şöyle demek is-
----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 194 - 195. 2- Bakara Süresi /47.
tiyordu: İhtilaf etmeyin. Zira sizden öncekiler ihtilaf edip helak oldular."1
Fesuphanallah! Nasıl oluyor da Resulullah onların ihtilaflarını onaylayarak, "Her ikiniz de doğru okuyorsunuz." diyebilir?! Halbuki aynı anda her ikisine de doğru kıraati öğretip ihtilafı yok edebilirdi. Kaldı ki, aralarındaki ihtilafı ortadan kaldırmadan nasıl onlara, "İhtilaf etmeyin!" diyebilir ki?! Bu çelişki olmaz mı?! Ey Allah'ın kulları! Allah size merhamet etsin, ne olur siz hakem olun! Onlar şimdi Resulullah'ın teşviki ile ihtilaf etmiş olmuyorlar mı?!
Resulullah (s.a.a.) kesinlikle böyle çelişkili konuşmaktan uzaktır.
Acaba onlar Kur'an'ın şu ayetini okumadılar mı: "Eğer Kur'an Allah'tan başkasından olsaydı, onda birçok ihtilaflar bulurlardı."2
Kur'an' daki değişik kıraatler, en büyük ve tehlikeli ihtilaflara ve Kur'an'ın değişik şekillerde yorumlanmasına neden olmaktadır. En belirgin örnek ise abdest ayetindeki ihtilaftır.
RESULULLAH'A (S.A.A.) ÇOCUKÇA DAVRANIŞLAR İFTİRASI!
Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı, Peygamber'in Hastalığı ve Vefatı Babı"nda, Müslim ise, "Selam Kitabı, Hastanın Ağzına Zorla İlaç Dökmenin Mekruh Oluşu Babı"nda Aişe'den şöyle nakleder: "Resulullah (s.a.a.) hastalandığı
--------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s.158.
2- Nisa Suresi / 82.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 383
zaman onun ağzına ilaç döktük. İşaretle bizden ilacı ağzına dökmememizi istedi. Biz, herhalde hasta olduğu için ilacı sevmiyor dedik. Resulullah kendine gelince; "Ben size dökmeyin demedim mi?" buyurdu. Biz; "Hasta adam ilacı pek sevmez." dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Madem öyle, yalnız olaya şahit olmayan Abbas hariç, şimdi evde olan herkesin ağzına ilaç dökün bakayım!"1
Bakın Peygamber'e nasıl iftiralarda bulunuyorlar! Bir çocuk gibi ağzına zorla ilaç döküyorlar! O, kendisine böyle ilaç verilmemesini istiyor. Onlar da özür dileyerek ilaçtan hoşlanmadığı için böyle yaptığını zannettiklerini söylüyorlar. O da sinirleniyor ve sakinleşmek için hepsinin ilaçtan içmelerini istiyor ve yalnız onların içinde olmayan Abbas'ı istisna ediyor!
Ayrıca Aişe, Resulullah'ın bu hükmü uygulatıp uygulatmadığını, uygulatmışsa oradakilerden kimin bunu yaptığını da söylemiyor ve olayı yarıda kesiyor.
RESULULLAH'A (S.A.A.) KUR'AN'I UNUTMA İFTİRASI!
Buhari, Sahih'inin "Kur'an'ın Faziletleri Kitabı"nda ve Müslim, "Yolcuların Namazı Kitabı"nda Aişe'den şöyle naklederler: "Resulullah (s. a. a.) birisinin geceleyin Kur'an'ın bir suresini okuduğunu işiterek; "Allah ona merhamet etsin. Ben filan surenin filan ayetini unutmuştum, o bana hatırlattı." dedi."
------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 17 - 18; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1733, h.2213.
Başka bir rivayette ise Buhari, Aişe'den şöyle nakleder: "Resulullah geceleyin mescitte birinin Kur'an okuduğunu duyunca; "Allah ona merhamet etsin. Ben filan surenin filan ayetini unutmuştum, o bana hatırlattı" dedi."1
Yüce Allah'ın kendisini Kur'an'la gönderdiği ve ebedi mucizesi Kur'an olan, bütün Kur'an'ı, ayetler halinde nazil olmadan önce bir arada nazil olduğu günden beri ezbere bilen Resulullah'ın Kur'an'ın ayetlerini unutması mümkün müdür?!
Allah Teala buyurdu ki: "(Resulüm!) Onu (Kur'an'ı) çarçabuk almak için dilini kımıldatma."2 Yine buyuruyor ki: "Kuşkusuz o (Kur'an), alemlerin Rabbinin indirmesidir. Onu Ruh'ul-Emin (Cebrail), uyarıcılardan olasın diye apaçık Arap diliyle senin kalbine indirmiştir. Kuşkusuz o, öncekilerin kitaplarında da anılmıştır."3
Ama yalancılar, dalkavuklar ve iftiracılar, aklın ve mantığın kabul etmediği bütün hurafe, saçmalık ve safsataları Resulullah'a (s.a.a.) nispet vermektedirler. Dolayısıyla Müslüman araştırmacılar, Resulullah'ın (s.a.a.) mukaddes vücudunu, özellikle de "Sahih" diye anılan hadis kitaplarını dolduran böyle uydurma rivayetlerden tenzih etmelidirler.
Bizler buraya kadar sadece Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim gibi Ehl-i Sünnet'in en muteber iki kitabından örnekler getirdik. Eğer Ehl-i Sünnet'in en muteber kitapları
----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 239 - 240; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 543, h.788.
2- Kıyamet Suresi / 16.
3- Şuara Suresi / 192 - 196.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 385
Resulullah'ın (s.a.a.) kutsallığını böyle zedeliyorsa, diğer kitaplarından ne beklenebilir ki?! Allah'a andolsun ki, bunlar Allah ve Resulünün düşmanlarının uydurdukları saçmalıklardır ki, Ümeyye Oğulları ve Abbas Oğulları zamanında onlara hoş görünmek için çıkarılmıştır. Çünkü onlar, Resulullah'a (s.a.a.) nazil olan şeylere inanmıyorlardı.
Diğer taraftan, kendi efendilerinin işledikleri cinayetler tarih kitaplarında kayıtlı olduğundan bunlara bir mazeret bulunmalıydı. Resulullah (s.a.a.) bi'setin başlangıcından beri onları tanıtmış, halkı onlara karşı uyarmış, hatta onları Medine'den çıkarmış ve onlara lanet bile etmişti. Taberi, Tarih'inde şöyle nakleder: "Resulullah (s.a.a.) bir gün Ebu Süfyan'ı bir eşeğe bindiği halde gördü. Muaviye onu çekiyor, Yezid de arkadan onu sürüyordu. Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Allah, ona binene, onu çekene ve onu sürene lanet etsin."1
Ahmed bin Hanbel, Müsned'inde İbn-i Abbas'tan şöyle nakleder:
"Resulullah ile birlikte yolculuğa çıkmıştık. Yolda iki kişinin şarkı söylediğini duyduk. Biri söylüyor, öteki yanıt veriyordu. Resulullah (s.a.a.), "Bakın o iki kişi kimdir?" diye buyurdu. "Muaviye ile Amr-ı As'tır." dediler. Resulullah (s.a.a.) ellerini göğe kaldırarak şöyle buyurdu: "Allah'ım! O ikisini terslerine çevir ve azarlayarak cehenneme at!"2
Bir gün Ebuzer (r.a.) Muaviye'ye dedi ki: "Resulullah'ın (s.a.a.) yanından geçip gittiğinde şöyle buyurduğunu duy-
--------------------------------
1- Tarih-i Taberi, c. 10, s. 58.
2- Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 4, s. 421; Taberani, Tarih-i Kebir, c. 11, s. 38, h. 10970.
dum: "Allah'ım! Ona lanet et ve onu sadece toprak ile doyur."1
İmam Ali (a.s.) Iraklılara yazdığı bir mektupta şöyle buyuruyor: "Vallahi, eğer ben tek başıma kalsam, onlar bütün yeryüzünü doldursalar, yine de onlardan korkmam. Çünkü onların sapıklığında ve kendimizin hidayet üzere olduğumuzda hiç şüphem yoktur. Ben, Rabbime ulaşmayı arzuluyor ve onun güzel sevabını bekliyorum. Ama Allah'ın mallarını aralarında paylaşıp, kullarını köle edinen, iyilere düşman kesilip, kötüleri dost edinen cahil ve fasıkların bu ümmetin başına geçmesi beni üzüntülere boğuyor."2
Gördüğünüz gibi Resulullah (s.a.a.) defalarca onlara lanet etmiştir ve ashabın hemen hepsi bunları biliyordu. Bu nedenle, bu hadisleri gizleyip yok edemeyeceklerini görünce, bunların karşısında Resulullah'ı (s.a.a.) -haşa- cahiliye duyguları sarmış, önüne gelene lanet okuyan normal bir insan gibi tanıtan hadisler uydurdular.
Buhari, Sahih'inin "Dualar Kitabı"nda, Müslim ise, Sahih'inin "İhsan, Sıla ve Adap Kitabı"nda Aişe'den şöyle nakleder: "İki kişi Resulullah'ın (s.a.a.) huzuruna gelerek benim anlayamadığım bir şey söyleyerek onu öfkelendirdiler. O da onlara lanet etti. Onlar çıkıp gidince Resulullah' a (s.a.a.) dedim ki: "Herkes hayırdan yararlansa da, bu ikisi hayırdan yararlanamazlar." Resulullah; "Neden?" diye sorunca dedim ki: "Ya Resulallah! Çünkü sen onlara lanet ve beddua ettin." Resulullah bunun üzerine dedi ki: "Sen
-----------------
1- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 8, s. 258.
2- İbn-i Kuteybe, el-İmame ve's-Siyase, c. 1, s. 137.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 387
benim, Rabbimle nasıl ahdettiğimi bilmiyorsun. Ben şöyle ahdettim: "Allah'ım! Ben de normal bir beşer ve insanım. Öyleyse Müslümanlardan herhangi birine küfretsem veya lanet etsem, sen bunu ona sevap ve günahlarından temizlenme vesilesi kı1."1
Ebu Hureyre' den de şöyle naklederler: "Resulullah (s.a.a.)buyurdu ki: "Allah'ım! Seninle yaptığım ahdimi bozma. Ben normal bir insanım. Öyleyse eğer müminlerden birini incitir, ona söver, lanet eder veya onu döversem, kıyamet günü bunu o mümin için namaz, zekat ve sana yaklaşma vesilesi olarak kabul et."2
İşte böylece bu uydurma hadislerle, Resulullah'ı Allah'tan başkası için gazaplanan, suçsuz müminlere küfür ve lainet eden, onları döven bir kimse olarak tanıtıyorlar. Bu nasıl peygamberdir ki, şeytan ona yaklaşarak onu akıl sınırından dışarı çıkarıyor?! Acaba normal bir din adamı dahi bu işleri yapar mı?!
Böylece, Resulullah'ın (s.a.a.) lanet okuduğu, beddua ettiği, işledikleri bazı cinayetlerden ve suçlardan dolayı halkın gözü önünde kamçıladığı ve haysiyetlerini yıktığı Ümeyye Oğullarının hakimleri bu yalan ve uydurma hadisler sayesinde suçsuz gösteriliyorlar. Hatta Resulullah'ın onlara laneti, onların Allah'ın iyi ve takvalı kulları olduğunun belirtisi olarak sayılıyor!
Bu rivayetler incelenecek olursa, gerçek dışı oldukları ve
------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 2007, h. 2600.
2- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 96; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 2008, h. 2601.
kimler tarafından uyduruldukları açıkça görülecektir. Çünkü Resulullah (s.a.a.) asla birine sövmemiş, küfür etmemiştir. Bu büyük iftiralardan dolayı Allah onlara gazaplanıp lanet etmiştir ve onları acı bir azap beklemektedir.
Buhari ile Müslim'in Aişe'den naklettikleri bir rivayet onların yalan iddialarını ortaya çıkarmaya yeter.
Buhari, Sahih'inin "Edep Kitabı"nda Aişe'den şöyle nakleder:
"Bazı yahudiler Resulullah'ın yanına gelerek dediler ki: "Essamu Aleyk!"ı Ben; "Ölüm de, Allah'ın lanet ve gazabı da aslında size olsun!" dedim. Resulullah bana; "Aişe, sakin ol ve sakın sövüp sayma!" buyurdu. Ben; "Ne dediklerini duymadın mı?" deyince şöyle buyurdu: "Sen de benim ne dediği mi duymadın mı?" Ben onların beddualarını kendilerine çevirdim. Ayrıca onların benim aleyhimdeki bedduala- rını Allah kabul etmez. Ama benim onlara bedduamı kabul eder. "2
Müslim, Sahih'inin "İhsan, Sıla ve Adap Kitabı"nda şöyle nakleder: "Resulullah (s.a.a.) Müslümanları lanet etmekten menetti. Hatta hayvanlara dahi lanet edilmesini yasakladı. Ona; "Ya Resulallah! Müşriklere beddua et." dendiği zaman şöyle buyurdu: "Ben lanet edici olarak değil, alemlere rahmet olarak gönderildim."3
İşte yüce ahlak ve şefkatli bir kalbe sahip olan Resulullah'a bu yaraşır. Dolayısıyla, Resulullah laneti hak-
-----------------------
1- Yani -haşa- "Ölüm sana olsun!"
2- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 15.
3- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 2006, h. 2599.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 389
ketmeyen birine lanet etmez, sövmez ve kırbaç vurmazdı. O, yalnız Allah için gazaplanır, sadece hakkedene lanet ederdi. Sadece Allah'ın hükümlerini uygulamak için kırbaç vururdu. Suçsuz müminlere şahitsiz ve delilsiz olarak asla kırbaç vurdurmazdı.
Ne var ki, Ümeyye Oğullarına lanet okunan hadislerin halk arasında yayıldığını görerek kıvranıp duranlar, halkı kandırmak ve Muaviye'nin düşük makamını yüceltmek için bu rivayetleri uydurdular. Bu yüzden görüyoruz ki Müslim, Resulullah'ın Muaviye'ye lanet okumasını rahmet ve Allah'a yaklaşmaya vesile olarak gösteren rivayetleri getirdikten sonra, İbn-i Abbas'tan şöyle naklediyor:
"Bir gün çocuklarla oynadığım sırada Resulullah geldi. Resulullah'ı görünce bir kapının arkasına saklandım. Resulullah gelip (omuzlarımdan tutarak) beni şöyle bir sarstı ve; "Git bana Muaviye'yi çağır." dedi. Ben gidip dönerek; "Muaviye yemek yiyor." dedim. Tekrar; "Git Muaviye'yi bana getir." dedi. Yine gittim ve dönerek; "Hala yemek yiyor." dedim. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Allah onun karnını doyurmasın!"1
Tarih kitaplarında şöyle geçer: "Nesei, Müminlerın Emiri Hz. Ali'nin (a.s.) faziletlerine ayırdığı el-Hasais adlı kitabını yazdıktan sonra Şam'a gittiğinde halk ona itiraz ederek, "Neden Muaviye'nin faziletlerini de yazmadın?" dediler. Bunun üzerine Nesei şöyle dedi: "Ben onun hakkında Resulullah'ın, "Allah onun karnını doyurmasın!" sözünden başka bir fazilet bilmiyorum." Şamlılar bu söze kızarak ona o kadar vurdular ki oracıkta can verdi."2
--------------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 2010, h. 2604.
2- Tezkiret'ül-Huffaz, c. 2, s. 699; Tehzib'ul-Kemal, c. 1, s. 338.
Tarihçiler yazarlar ki: "Resulullah'ın Muaviye hakkındaki bu duası kabul oldu. Ondan sonra Muaviye yemek yemekten yorulmasına rağmen bir türlü doymuyordu."
Ben lanetin rahmet sayıldığını ve Allah'a yaklaşma vesilesi olduğunu bilmiyordum! Bunu bana ilk kez ilminin çokluğuyla meşhur olan Tunuslu bir alim söyledi. Bir toplulukta oturup konuşuyorduk. O sırada Muaviye bin Ebu Süfyan'ın adı geçti. O adam, Muaviye'yi yücelikle anarak onun siyasetinden ve zekasından bahsedip siyaseti sayesinde Hz. Ali'yi nasıl yendiğini anlattı. Ben, çok acı olmasına rağmen onun sözleri karşısında sabredip hiçbir şey demedim. Ama o bu kadarıyla yetinmeyerek Muaviye'yi selam ve rahmetle anmaya ve ona övgüler yağdırmaya başlayınca artık dayanamayarak; "Resulullah (s.a.a.) Muaviye'yi sevmiyordu, ona lanet ve beddua da ediyordu."dedim.
Orada olanlar şaşırarak bana kızdılar. Ama o adam gayet sakin bir şekilde beni onayladı. Orada olanlar daha da şaşırıp ona dediler ki: "Biz bir şey anlamadık! Bir taraftan onu methederek övüyor ve ona selam gönderiyorsun, diğer taraftan Resulullah'ın (s.a.a.) ona lanet ettiğini kabul ediyorsun! Bu nasıl mümkün olabilir?!" Ben de onlarla birlikte aynı soruyu sordum. O adam öyle ilginç bir cevap verdi ki kabul etmek mümkün değildi. Dedi ki: "Resulullah kime lanet etmiş veya sövmüşse, bu lanet ve sövüş, onun günahlarından arınmasına, Allah'a yakınlaşmasına ve Allah'ın rahmetinin kapsamına girmesine neden olur." Herkes şaşırarak; "Bu nasıl olur?!" dediler. Adam şöyle cevap verdi: "Zira Resulullah diyor ki: "Ben de sizler gibi bir insanım. Bu yüzden Allah'tan, size ettiğim lanetleri rahmet ve mağfiret olarak kabul etmesini istedim." Sonra şöyle
Hadis-i Şerifler Hakkında /391
ekledi: "Resulullah'ın öldürdüğü şahıslar da direkt olarak cennete girecekler."
Bir süre sonra ona bu rivayetleri nereden aktardığını sordum. O da beni Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'e havale etti. O rivayetlere baktığımda Emeviler'in, kaybolan haysiyetlerini yeniden toparlamak ve diğer taraftan Resulullah'ın (s.a.a.) masumluğuna gölge düşürmek için nasıl tuzaklar hazırladıklarını daha iyi anladım.
Daha sonra aynı hedefe hizmet eden daha fazla rivayetlere rastladım ve Emeviler'in, hatta yüce Rabbimizin dilinden bile hadisler uydurduklarını gördüm.
Örneğin; Buhari, Sahih'inin "Tevhid Kitabı"nda Ebu Hureyre'den şöyle rivayet eder:
"Resulullah buyurdu ki: "Ömründe hiçbir hayırlı iş yapmayan biri ölürken şöyle vasiyet etti: "Ben öldükten sonra bedenimi yakın ve külünün yarısını çöllere, diğer yarısını da denize atın. Çünkü eğer Allah külümü ele geçirirse, dünyada hiç kimseye çektirmediği azabı bana tattırır." Allah denize ve çöllere onun külünü toplamalarını emretti. Sonra o adama; "Neden böyle vasiyet ettin?" dedi. Adam; "Senden korktum ve sen, bunu benden daha iyi biliyorsun." dedi. Allah da onu affetti."
Aynı sayfada yine Ebu Hureyre'den şöyle nakleder: "Resulullah'tan (s.a.a.) şöyle işittim: "Bir kul günah işledikten sonra, "Allah'ım! Ben günah işledim, bağışla!" dedi. Rabbi ise ona dedi ki: "Kulum, kendisini bağışlayacak veya cezalandıracak bir Rabbi olduğunu bildi mi? Öyleyse kulumu affettim." Bir süre sonra aynı kul yine bir günah işleyerek; "Allah'ım! Yine günah işledim, beni bağışla." dedi. Allah yine; "Kulum kendisini affedecek veya cezalandıracak bir
Rabbi olduğunu bildi mi? Öylese kulumu bağışladım." dedi. Bir süre sonra yine günah işledi. Ve sonra Allah'tan bağışlanmak istedi. Allah da buyurdu ki: "Kulumu bağışladım. Artık istediğini yapsın.'1
Ey Allah'ın kulları! Bu nasıl bir rabdir ki kulu, günahları bağışlayacak bir rabbi olduğunu ilk defasından bildiği halde o, bu gerçeği bilmemekte ve her defasında, "Kulum kendisini affedecek veya cezalandıracak bir Rabbi olduğunu bildi mi?" diye sormaktadır?! En sonunda da kulunun günahtan bir türlü vazgeçmediğini görünce usanarak; "Beni rahat bırak da ne yaparsan yap!" diyor!
"Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük! Onlar yalandan başka bir şey söylemiyorlar. Onlar bu yeni Kitab'a inanmazlarsa, arkalarından üzüntüyle neredeyse kendini mi mahvedeceksin?!"2
Evet! Bunlar, Resulullah'ın (s.a.a.) Osman'a şöyle dediğini iddia ediyorlar: "İstediğin her şeyi yap! Bugünden sonra artık hiçbir günah sana zarar veremez!"3
İddialarına göre Osman "Usra" ordusunu düzenlediği zaman Resulullah bu sözü ona demiş! Bu laflar, tıpkı rahiplerin cennet vaadi ile sattıkları kağıtlara benzemektedir.
Öyleyse artık Osman'ın, halkın isyanına yol açan ve sonunda gusülsüz ve kefensiz olarak yahudilerin mezarlığına defnedilmesine sebep olan onca cinayet ve çirkin işlerine şaşırmamak gerekir!
------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 177 - 178.
2- Kehf Suresi /5 - 6.
3- Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 626, h. 3701; Fazail-i Ahmed, c. 5, s.63.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 393
"Bunlar, onların arzularıdır. De ki: Eğer doğru söylüyorsanız, delilinizi getirin."
RESULULLAH (S.A.A.) VE -HAŞA- ÇELİŞKİLİ KONUŞMALAR!
Buhari, Sahih'inin "Fitneler Kitabı"nda Hasan'dan şöyle nakleder: "Fitne gecelerinden birinde silahımı alarak evden çıktım. Ebu Bukre yolda beni görerek; "Nereye gidiyorsun?" dedi. Ben; "Resulullah'ın amcasının oğluna yardım etmek istiyorum." dedim. Bunun üzerine dedi ki: "Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: "Eğer iki Müslüman birbirine kılıç çekerse her ikisi de cehennemdedir." Katil varsın ateşe girsin ama maktulün suçu nedir?" diye sorulunca buyurdu ki: "O da ötekini öldürmek istiyordu da .."1
onun için...
Aynı şekilde Müslim, Sahih'inin "Fitneler ve Kıyametin Alametleri Kitabı"nda Ahnef bin Kays' dan şöyle nakleder: "Bu adama yardım etmek için çıktım. Ebu Bukre beni görüp dedi ki: "Nereye gidiyorsun'?" Ben; "Bu adama yardım etmek istiyorum." dedim. Dedi ki: "Geri dön. Çünkü ben Resulullah'ın şöyle buyurduğunu duydum: "İki Müslüman birbirine kılıç çektiyse, katil de maktulde ateştedir." Ben; "Ya Resulallah! Katil doğru da maktul niye ateştedir?" diye sorunca, "Çünkü o da ötekini öldürmeye kastetmişti." buyurdu."2
Herkes, bu rivayetlerin hangi sebeplerden dolayı uydu-
-----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 64.
2- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 2213, h. 2888; Sahih-i Buhari, c. 1, s. 14 - 15.
rulduğunu hemen anlayabilir. Ebu Bukre, Resulullah'ın (s.a.a.) amcası oğlu Hz. Ali'nin düşmanı ve onun yenilmesini isteyen biridir. Aynı zamanda Hz. Ali'ye yardım etmeye gidenleri engellemek için aklın, Kur'an'ın, mantığın ve Resulullah'ın (s.a.a.) pak sünnetinin kabul etmediği rivayetler de uydurmaktadır.
Allah Teala Kur'an'da şöyle buyuruyor:
"Saldırana karşı Allah'ın emrine dönünceye dek savaşın..."1
Zalim ve mütecavizlere karşı savaşmak apaçık ilahi emirdir. Bu yüzden Buhari'ye şerh yazan diyor ki: "Bak bakalım bu hadis zalimlere karşı savaşmaya delil olabilir mi? Halbuki Kur'an-ı Kerim'de "Zalim ve mütecaviz olana karşı savaşın." buyuruluyor."
Ve biz diyoruz ki:
Kur'an'ın ayetiyle çelişen bu uydurma hadis duvara çarpılmalıdır. Çünkü sahih hadis ve sünnette Hz. Ali (a.s.) hakkında şöyle buyurulmaktadır:
"Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım, onu seveni sev; ona düşman olana düşman ol; ona yardım edene yardım et; onu yalnız bırakanı yalnız bırak; o nereye gitse hakkı onun etrafında döndür."2
O halde, Hz. Ali'ye yardım etmek Hz. Resulullah'a yardım etmektir. Emir'ül-Müminin Ali'ye yardım etmek her Müslümana farzdır. Ona yardım etmemek ise, hakkı bozguna uğratmak ve batıla yardım etmektir.
Buhari'nin hadisine dikkat edecek olursak rivayeti nakledenlerin hiçbirinin isminin getirilmediğini görürüz. "Hammad, adını söylemediği birinden naklediyor." Bura-dan açıkça anlaşılıyor ki, adı söylenmeyen o şahıs, Hz.
-----------------------------
1- Hucurat Suresi / 9.
2- Hasais-i Nesei, s. 96; İbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muhrika, s. 42.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 395
Ali'nin düşmanlarından olan bir münafıktır. Onlar bu vesile ile Hz. Ali'nin bütün faziletlerini yok etmek ve ellerinden geldiğince ismini zihinlerden silmek istiyorlardı. Hakka yardım etmekten kaçınanlardan biri olan Sa'd bin Ebi Vakkas der ki: "Bana bir kılıç verin de, "Bu haktır, bu batıldır" diyen herkesi öldüreyim."1
Görüldüğü gibi bazı kişiler, hakkın batılla örtülmesini ve doğru yolun kaybolması için aydınlığın yerine karanlıkların gelmesini istemektedir.
Diğer taraftan, naklettiğimiz hadis, Sünnilerin içinde meşhur olan "aşere-i mübeşşere" (cennetlik olan on kişi) hadisi ile çelişmektedir.
Ahmed, Tirmizi ve Ebu Davud Resulullah'tan şöyle naklederler:
"Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman bin Avf, Sa' d bin Ebi Vakkas, Said bin Zeyd ve Ebu Ubeyde bin Cerrah cennetliktirler."2
Yine Resulullah'tan (s.a.a.) sahih olarak şöyle buyurduğu nakedilmiştir:
"Ey Yasir ailesi! Müjdeler olsun size! Çünkü sizinle cennette görüşeceğiz."3
Yine buyurmuştur ki:
"Cennet dört kişinin gelmesini coşkuyla bekler: Ali, Ammar, Selman ve Mikdad."4
Ayrıca Müslim, Sahih'inde, Resulullah'ın (s.a.a.) Abdul-
-------------------------------
1- Taberani, Tarih-i Kebir, c. 1, s. 106; et-Tabakat'ul-Kubra, c. 3, s. 143.
2- Müsned-i Ahmed, c. 1 s. 193; Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 647, h. 3747; Sünen-i Ebi Davud, c. 4, s. 211, h. 4649.
3- Mecma'uz-Zevaid, c. 9, s. 293, Taberani'nin el-Evsat'ından (c. 2, s. 305, h. 1531) naklen.
4- Hilyet'ul-Evliya, c. 1, s. 190.
lah bin Selam'ı da cennetle müjdelediğini nakleder.1
Yine Resulullah sahih hadislerde şöyle buyurmuştur:
"Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendisidirler."2;
"Cafer bin Ebi Talip meleklerle birlikte cennette uçmaktadır."3
"Fatıma'tüz-Zehra cennet kadınlarının halıımefendisidir."4;
"Cebrail, (Hz. Fatıma'nın annesi olan) Hz. Hatice'yi cennette bir ev ile müjdeledi."5
Yine sahih bir hadiste şöyle buyurduğu nakledilir:
"Rumlulardan ilk cennete girecek olan Süheyb'dir. Habeşlilerden ilk cennete girecek olan Bilal'dir. Farslardan ilk cennete girecek olan ise Selman' dır."6
Öyleyse peki neden cennetle müjdelenme hadisleri on kişiye özelleştiriliyor ve nerede cennetin adı geçiyorsa hemen aşere-i mübeşşere'nin adı geçiyor?! Biz onları kıskanmıyoruz ve Allah'ın rahmetinin geniş olduğunu da biliyoruz.
Burada şunu demek istiyoruz:
Yukarıda Resulullah'tan nakledilen o rivayet, bu aşere-i mübeşşere (cennetlik olan on kişi) rivayetiyle çelişki içindedir. Çünkü o rivayette, "İki Müslüman birbirine kılıç çekerse katil de, maktul de cehennemliktir." denmektedir. Eğer bu hadisi kabul edecek olursak, cennetle müjdelenenler (aşere-i mübeşşere) hadisi yalanlanmış oluyor. Çünkü bunlar birbirlerine kılıç çekip birbirlerini öldürdüler. Aişe'nin, Hz.
------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1930, h. 2483.
2- Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 656, h. 3768.
3- Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 654, h. 3763.
4- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 36.
5- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 48.
6- et-Tabakat'ul-Kubra, c. 3, s. 226,232 ve c. 4, s. 82; Hilyet'ul- Evliya, c. 1, s. 185.
Hadis-i Şerifler Hakkında /397
Ali'ye açtığı Cemel savaşında Talha ile Zübeyr öldürülmediler mi? Kılıçlarını çekerek binlerce Müslümanın öldürülrnesine sebep olmadılar mı?
Muaviye'nin ateşini yaktığı Sıffin savaşında Ammar bin Yasir, Hz. Ali'nin yanında savaşırken öldürülmedi mi? Peygamber-i Ekrem Ammar hakkında; "Seni isyankar bir grup öldürecektir." buyurmamış mıydı? 1
Cennet gençlerinin efendisi olan İmam Hüseyin, Muaviye ve Yezid ordusu tarafından Resulullah'ın bütün Ehl-i Beyti ile birlikte -İmam Zeynelabidin dışında- kılıçtan geçirilmedi mi?
O halde, bu yalancılara göre katil de maktul de cehennemliktir. Çünkü birbirlerine karşı kılıç çekmişlerdir.
Açıktır ki, böyle sözleri sadece vahiyle konuşan, heva ve hevesine asla uymayan Resulullah'a nispet veremeyiz. Bu söz, hem Kur'an, hem sünnet, hem de mantık ile çelişmektedir. Şimdi sorulan soru şudur: Buhari ile Müslim nasıl oluyor da bunları anlamayarak geçiyorlar?! Yoksa onların bu uydurma hadisler hakkında başka görüşleri mi var?!
FAZİLETLERDEKİ ÇELİŞKİ!
Ehl-i Sünnet'in "Sahih" dedikleri kitaplarda çelişkili olan konulardan biri de şudur: Bir yandan Resulullah'ın bütün peygamberlerden üstün olduğu söyleniyor, öte yandan Hz. Musa'nın makamı Resulullah'ın (s.a.a.) makamından da üste çıkarılıyor! Zannedersem bu konudaki hadisleri, Ömer ve Osman zamanında Müslüman olan Kabulahbar, Temim
---------------------
1- Tarih-i Taberi, c. 10, s. 59.
Dari, Veheb bin Münebbih gibi Yahudiler uydurmuş ve kendilerini çok seven Ebu Hureyre ve Enes bin Malik gibi bazı sahabiler vasıtasıyla da yaymışlardır.
Şimdi bu konudaki bazı örneklere değiniyoruz.
Buhari, Sahih'inin "Tevhid Kitabı"nda uzun bir hadiste Enes bin Malik'ten Resulullah'ın bir gecede Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya gittiğini, oradan da yedi göğe, sonra da Sidret'ül-Münteha'ya çıktığını anlatır ve orada Resulullah'a ve ümmetine günde elli rekat namazın farz kılındığını, ama daha sonra Hz. Musa'nın hatırına on yedi rekata indiğini söyler. Daha sonra küfre kadar götürebilecek açık yalanlarına devam ederek, -haşa- Allah'ın epey aşağı inerek Resulullah' a yaklaştığını ve bunun gibi birçok saçmalıklar dile getirir.
Şimdilik bizim için önemli olan bu rivayette geçen şu sözdür: "Hz. Muhammed (s.a.a.) yedinci göğe ulaşınca, Hz. Musa'nın orada olduğunu gördü. Allah onunla konuşmak için onu oraya çıkarmıştı. Resulullah'ın da oraya çıktığını gören Hz. Musa dedi ki: 'Rabbim! Birini benden daha üstün kılacağını zannetmezdim!'" 1
Bu rivayeti Müslim de Sahih'inin "İrnan Kitabı"nda nakletmiştir.
Yine Buhari, Sahih'inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı"nda isra ve miraç olayını anlatan bir başka rivayet nakleder. Ama bu rivayette Hz. Musa'nın altıncı gökte ve Hz. İbrahim'in yedinci gökte olduğu söylenir.
Bizim için önemli olan ise şu paragraftır:
"Resulullah şöyle buyurdu: "Göğün altıncı katına ulaştı-
-------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 182 - 184.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 399
ğımızda, "Bu kimdir?" diye soruldu' "Cebrail'dir." denildi. "Beraberinde kim var? denildı. Muahammed (s.a.a.) var." dedi. "O Resul oldu mu?" denildi. Cebrail; "Evet" dedi. Bunun üzerine "Hoş geldin. Ne iyi bir geliştir bu!" denildi. Sonra ben Musa'ya götürüldüm ve selam verdim. Musa bana dedi ki: "Ne mutlu sana, ey kardeşim ve ey peygamber!"
Ben oradan geçince Musa ağladı. "Neden ağlıyorsun?" diye sorulunca dedi ki: "Rabbim! Benden sonra peygamber olan bu gencin ümmetinin gideceği cennet, benim ümmetimin gideceği cennetten daha üstün! "1
Müslim, Sahih'inin "İrnan Kitabı"nda Ebu Hureyre' den şöyle nakleder:
"Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Ben kıyamet günü bütün insanların efendisi olacağım. Biliyor musunuz neden? Çünkü o gün bütün insanlar bir sahrada toplanacak, münadi sesini onlara duyuracak, gözler onları görecek ve güneş onlara yaklaşacaktır. Bunun üzerine onları öyle bir gam ve keder kaplayacak ki, sabırları tükenecek ve tahammül edemeyecekler. Diyecekler ki: "Görüyor musunuz başınıza neler geliyor? Size Rabbinizin yanında şefaat edecek biri yok mu?" Bazıları diyecekler ki: "Haydi Adem'e gidelim." Sonra Adem'in yanına giderek şöyle diyecekler: "Sen bütün insanların babasısın. Allah seni elleriyle yarattı, sana ruhundan üfledi ve meleklere sana secde etmelerini emretti. Gel de bize Rabbinin yanında şefaat et Bizim bu ağlanacak durumumuzu görmüyor musun?" Adem diyecek ki: "Rabbim bugün öyle gazap etmiş ki, ne bugünden önce böyle gazap etmiştir, ne de bugünden sonra böyle gazap eder. O, beni ağaca yaklaş-
-----------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 150, h. 164; Sahih-i Buhari, c. 4, s. 133 - 135.
maktan menetti ve ben onun emrine uymadım. Bu yüzden ben bugün yalnız kendimi düşünüyorum! Kendimi! Kendimi! Gidin başka birinin yanına! Gidin Nuh'un yanına!"
Rivayet böylece devam ediyor ve halk Nuh'un, sonra İbrahim'in, sonra Musa'nın, sonra İsa'nın yanına gidiyorlar ve hepsi; "Ben ancak kendimi düşünüyorum! Kendimi! Kendimi!" diyerek suçları ve hatalarını hatırlatıyorlar. Yalnız İsa hatasını söylemiyor, ama o da diyor ki: "Ben ancak kendimi düşünüyorum! Kendimi! Kendimi! Gidin başkasının yanına! Gidin Muhammed'in yanına!"
Resulullah buyuruyor ki: "Sonra benim yanıma gelirler. Ben oradan Arş'ın altına giderim. Orada Rabbime secde ederim. Sonra Allah kendi lütuf ve kereminden yüzüme öyle bir kapı açar ki, benden önce kimsenin yüzüne açmamıştır. Sonra denilir ki: "Ey Muhammed! Başını kaldır. Her ne istersen sana verilecektir. İstediğin herkese şefaat et" Ben de başımı kaldırarak derim ki: "Rabbim, ümrnetim! Rabbim, ümmetim!" Bunun üzerine denilir ki: "Ey Muhammed! Ümmetinden hesap sorulmayacak olanları cennetin sağ kapısından içeri sok. Ayrıca onlar, halkın gireceği diğer kapılara da ortaktırlar."
Resulullah sonra buyurdu ki: "Canım elinde olan Allah'a andolsun ki, cennet evlerinin iki kapısının arası Mekke ile Humeyr veya Mekke ile Busra arası kadardır."!
Bu hadislerde Resulullah (s.a.a.); kendisinin kıyamet günü halkın efendisi olduğunu, Hz. Musa'nın ise; "Ey Rabbim! Birini benden daha üstün kılacağını zannetmezdim" veya ağlayarak; "Ey Rabbim! Benden sonra peygam-
--------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 184, h. 194.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 401
ber olan bu gencin ümmeti, benim ümmetimin cennetinden daha üstün bir cennete gidecek." dediğini buyuruyor.
Bu hadisleri incelediğimizde şunu anlıyoruz: Adem'den İsa'ya kadar geçmiş peygamberlerden hiçbirisi kıyamette Allah'ın yanında şefaat edemiyorlar ve bu şefaat, sadece Hz. Muhammed'e (s.a.a.) mahsustur. Bizler de buna tam olarak inanıyor ve Resulullah'ı bütün insanlardan üstün biliyoruz. Ama Hz. Muhammed'in (s.a.a.) bu faziletlerine tahammül edemeyen Yahudilerle Emeviler, bunların karşısında Hz. Musa'yı üstün gösteren rivayetler uydurdular. Daha önce de hatırlattığımız gibi miraç gecesi namaz elli rekat farz kılınınca, Hz. Musa ona dedi ki: "Ben halkı senden daha iyi tanıyorum!" Onlar bununla da yetinmeyerek Resulullah'ın dilinden, Hz. Musa'nın Hz.Muhammed'den (s.a.a.) üstün olduğunu uydurdular. Gelin birlikte dinleyelim:
Buhari, Sahih'inin "Tevhid Kitabı, Meşiyyet ve İrade Babı"nda Ebu Hureyre'den şöyle nakleder:
"Bir Müslüman ile bir Yahudi birbirleriyle tartışmaya giriştiler. Müslüman şöyle dedi: "Muhammed'i alemdeki herkesten üstün kılan Allah'a andolsun ki..." Yahudi ise cevabında dedi ki: "Musa'yı alemdeki herkesten üstün kılan Allah'a andolsun ki..." Müslüman bunu işitince, Yahudinin yüzüne sert bir tokat attı. Yahudi de Resul-i Ekrem'in yanına giderek Müslümanı ona şikayet etti. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu:
"Beni Musa' dan üstün kılmayın. Çünkü halk kıyamet günü dehşete kapıldığında ilk önce uyanan ben olacağım. Ama Arş'ın kenarında Musa'nın durduğunu göreceğim ve onun da bayılıp tekrar ayıldığını mı, yoksa Allah'ın onu
istisna mı ettiğini anlayamayacağım." 1
Bir başka rivayette Buhari şöyle nakleder:
"Yahudinin biri suratına tokat yemiş olarak Resulullah'ın huzuruna çıkıp; "Ya Muhammed! Ensar'dan biri bana tokat attı" dedi. Resulullah; "Onu benim yanıma getirin!" buyurdu. O adam gelince Resulullah buyurdu ki: "Neden ona tokat attın?" O dedi ki: "Ya Resulallah! Ben Yahudilerin yanından geçerken bu adam Musa'yı bütün insanlardan üstün kılan Allah'a yemin ederim." dedi. Ben cevabında; "Muhammed'den de mi?" dedim. Sonra dayanamayarak hızlı bir tokat attım. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Beni peygamberlerin içinde seçmeyin. Çünkü kıyamet günü bütün halk bayılacak. İlk önce ben ayılaca- ğım ve Musa'nın, Arş'ın direklerinden birini kucakladığını göreceğim ve onun benden önce mi ayıldığını yoksa Tur'da bayılmasının yeterli mi olduğunu anlayamayacağım."2
Yine Buhari, Sahih'inin "Kur'an'ın Tefsiri Kitabı"nda Ebu Hureyre'nin Resulullah'tan (s.a.a.) şöyle naklettiğini söyler:
"Allah Lut'a rahmet etsin. Zira o, her zaman sağlam bir esasa sığınırdı Eğer ben Yusuf'un zindanda kaldığı kadar zindanda kalsaydım, onların isteğini kabul ederdim. Biz İbrahim'den daha hakkız. Çünkü Allah ona, "Acaba iman getirmedin mi?" dediğinde, "Kalbimin mutmain olmasını istiyorum." dedi."3
Bununla da yetinmeyerek, Resulullah'ın (s.a.a.), Allah katında sonunun ne olacağından şüphelenenlerden biri
----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 170.
2- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 74 - 75.
3- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 97.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 403
olarak saydılar. Artık ne şefaat, ne övülen makam, ne peygamberlerden üstünlük, ne de ashabı müjdelemenin bir manası kalmıyor. Çünkü o, kıyamet günü kendi akıbetinin nasıl olacağını dahi bilmiyordu!
Birlikte Buhari'nin şu rivayetini okuyalım. Buhari, Sahih'inin "Güneşin Tutulması Kitabı"nda Harice bin Zeyd bin Sabit'ten şöyle nakleder:
"Ensar'dan Ümmü'l-Ala' isminde bir kadın, Osman bin Maz'un'un vefatını anlatarak şöyle dedi: "Osman bin Maz'un öldüğünde ona gusül verildi ve elbisesi ona kefen edildi. Resulullah içeri girdiğinde ben; "Allah sana rahmet etsin, ey Ebu Saib! Allah'ın yanında senin keramet ve yüce derecen olduğuna ben şahidim." dedim. Bunun üzerine Resulullah; "Allah'ın indinde yüce derecesi olduğunu nereden biliyorsun?" buyurdu. Bunu işitince; "Babam sana feda olsun ey Resulullah! Öyleyse Allah'ın indinde kimin yüce derecesi olur?" diye sordum. Buyurdu ki: "O artık ölmüştür ve ben onun için Allah'tan hayır ümit ediyorum. Ama Allah'a andolsun ki, ben bile Allah'ın Resulü olduğum halde bana nasıl davranılacağını bilmiyorum." O kadın dedi ki: "Vallahi bundan sonra kimseyi temize çıkarmayacağım."1
Gerçekten bu çok acayip bir sözdür. Eğer Resulullah bile kendisine nasıl davranılacağını bilmiyorsa, kim biliyor o halde?! Yüce Allah; "İnsan kendisini çok iyi bilir."2 ve Resulüne; "Allah senin önceki ve sonraki hatalarını affetsin, sana nimetlerini tamamlasın, seni doğru yola hidayet etsin ve Allah sana üstün bir yardımla yardım etsin diye biz seni apaçık bir fetihle zafere ulaştırdık."
-----------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 91. 2- Kıyamet Suresi / 14.
buyurmuyor mu?1
Eğer Müslümanların cennete gitmelerinin şartı, Resulullah'ı (s.a.a.) tasdik etmek, emirlerine itaat etmek ve ona tabi olmak ise, bu çirkin rivayeti kesinlikle kabul edemeyiz. Tüm bunlar Resulullah'ın (s.a.a.) nübüvvet ve risaletine bir gün bile inanmayan Ümeyye Oğullarının uydurmalarıdır. Onlar, Resulullah'ın (s.a.a.) siyaset ve zekası ile halka hakim olduğunu söylüyorlardı ve bunu Ebu Süfyan, Muaviye, Yezid ve onlardan olan diğer halife ve hakimler açıkça dile getirmişlerdir.
RESULULLAH (S.A.A.) TIP VE İLİMLE ÇELİŞKİDE!
Günümüzde ilim, bir hastalığın salgın olabileceğini ve bir hastadan başka birine bulaşabileceğini ispatlamıştır. Bunu sadece doktorlar değil, bütün halk bile bilmektedir. Dolayısıyla eğer insanlara, "Resulullah bunu kabul etmiyordu" dersek, alay ederler ve İslam'a ve Peygamberine darbe vurmak için bunu kullanırlar. Özellikle de materyalistler böyle fırsatlar aramaktadırlar ve maalesef Buhari ile Müslim salgın hastalığın var olmadığı konusunda ısrar ederler. Bizler bu sözleri naklederken yine diyoruz ki:
Resulullah'ın söz ve hareketinde kesinlikle çelişki yoktur. Yalnız aziz okuyucuların Peygamber efendimize atılan iftira ve suçlamaları anlamaları için bu başlıkları kullandık. Yoksa bizim hedefimiz Peygamberimizin bu çirkin sıfatlardan münezzeh olduğunu ispatlamaktır. Tekrar vurguluyoruz ki, ilim, kesinlikle Resulullah'ın (s.a.a.) sahih hadisleri ile çelişki
------------------
1- Fetih Suresi / 1 - 3.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 405
içinde değildir. Eğer çelişki olursa demek ki, o hadis uydurmadır ve Resulullah' a iftira atılmıştır.
Diğer taraftan eğer bir hadis başka bir hadisle çelişiyorsa ve bunların biri kesin olan bilimle uyum içerisinde olursa, bu hadis itibara alınır ve öteki hadis reddedilir.
Örnek olarak bahsimizde çok önemli olan "Salgın Hastalıklar" konusunu inceleyerek burada Resulullah'a atılan iftiraları ve bazı sahabi, ravi ve hadis uyduranların gerçek yüzünü açığa çıkaracağız.
Bu konuda Buhari'nin, Sahih'inde naklettiği iki hadisle yetineceğiz. Bahaneleri yok etmek, "Bu hadis zayıftır" veya "Bir konuda Buhari ile başkası çelişebilir" denilmesine engel olabilmek için de kaynak olarak Ehl-i Sünnet'in en muteber kitabı olan Sahih-i Buhari'yi seçtik.
Buhari, Sahih'inin "Tıp Kitabı"nda Ebu Hureyre'den Resulullah'ın şöyle buyurduğunu nakleder:
"Bulaşıcı hastalık, sarılık ve zehirli hayvan diye bir şey yoktur." Bir bedevi; "Ya Resulallah! Peki kumlar üzerindeki ceylan gibi develerin arasına uyuz bir bir deve girince, neden hepsi uyuz oluyor?" diye sordu. Bunun üzerine Resulullah; "Peki o ilk deveye nereden hastalık bulaştı?!" buyurdu."1
Görüyor musunuz bir çöl Arabı, develerin arasına uyuz bir devenin girmesiyle hepsinin uyuz olduğunu görerek, fıtratıyla bulaşıcı hastalığın var olduğunu nasıl anlıyor?! Ama Resulullah bu çöl arabını ikna edebilecek bir cevap veremeyerek, "Peki o ilk deve nasıl hasta oldu?" diyor. Böylece soruyu soran, Resulullah'ın kendisi oluyor ve o
-----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 166.
adamdan cevap bekliyor!
Bu, bana çocuğu kızamığa yakalanan bir anneye doktorun sorularını hatırlatıyor. Doktor ona diyor ki: "Evinizde veya komşularınızda bu hastalığa yakalanan biri var mı? Anne; "Hayır!" diyor. Doktor; "Öyleyse okulda mı hastalanmıştır?" diyor. Anne; "Yavrum beş yaşındadır; daha okula gitmiyor." diyor. Bunun üzerine doktor; "Yoksa, çocuk yuvasında mı bu hastalığı kaptı?" diyor. Anne: "Çocuk yuvasına da gitmiyor." diyor. Doktor; "Öyleyse akrabalarınızın yanına giderken ya da onlar geldiklerinde bu mikrobu kapmıştır." diyor. Anne yine olumsuz cevap verince bu defa doktor; "Demek ki mikrop havadan gelerek onu hasta etmiştir." diyor.

Evet! Hava, salgın hastalıkların mikroplarını taşıyabilmekte; bazen bütün bir köy veya şehir o hastalığa yakalanabilmektedir. Bu yüzden veba ve taun gibi salgın hastalıkları önlemek için aşılar bulundu. Peki, asla heva ve hevesinden konuşmayan biri, bu konuyu nasıl bilmez?! Oysa o, hiçbir şey kendisine gizli kalmayan, gökte ve yerde ne varsa hepsini bilen Allah'ın Resulü'dür.(saa)

Bu yüzden, biz bu hadisi reddediyor ve asla kabul etmiyoruz. Ama Buhari'nin aynı sayfada naklettiği ikinci hadisi kabulleniyoruz. "Ebu Seleme, Ebu Hureyre'den Resulullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Hasta olan sıhhatli olanın yanına götürülmesin." Ebu Seleme der ki: "Bunun üzerine Ebu Hureyre'ye; "Salgın hastalık olmadığını rivayet eden sen değil misin?" diye itiraz ettik. Ebu Hureyre (rezil olduğunu görünce) Habeşlilerin dilince anlaşılmayan bir şeyler söyledi!" Ebu Seleme der ki: "Artık Ebu Hureyre'nin ondan başka bir hadisi unuttuğunu gör-

Hadis-i Şerifler Hakkında / 407
medim." 1
. Bu iki hadis birbiriyle çelişmektedir. Birisi salgın hastalık olmadığını, diğeri ise hasta adamın hasta olmayanın yanına gitmemesi gerektiğini söylüyor. Bu iki rivayeti hem Buhari, hem de Müslim nakleder. Müslim, bunu Sahih'inin "Selam Kitabı"nda kaydetmiştir.
Bu hadislerden anlaşılan şudur: "Hasta olan sıhhatli olanın yanına götürülmesin." diye buyuran hadis doğrudur. Çünkü bilimle çelişmemektedir. Ama öteki hadis kesinlikle yalandır ve doğa kanunlarından habersiz olan bir şahsın uydurmasıdır. İşte bu yüzden bazı sahabiler, bu iki hadisin çeliştiğini anlayarak, Ebu Hureyre'ye itiraz edip birinci hadisin şaşırtıcı olduğunu belirtiyorlar. Kurtuluş yolu bulamayan Ebu Hureyre ise, Habeş diliyle anlaşılamayan bir şeyler söylüyor. Buhari'yi şerh eden diyor ki: "Ebu Hureyre kızarak, anlaşılmayan bir şeyler söyledi."2
Resulullah'ın (s.a.a.) sürekli Müslümanları taun, cüzam, veba gibi hastalıklar konusunda uyarması, onun bulaşıcı hastalıklar konusunda bilimden çok önde olduğunu göstermektedir.
Buhari, Sahih'inin "Peygamberler Kitabı"nda, Müslim ise, Sahih'inin "Selam Kitabı"nda Üsame bin Zeyd'den Resulullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu nakleder:
"Taun, İsrail Oğullarından bir kavme veya sizden öncekilere gönderilen bir pisliktir. Eğer bir yerde taun oldu-
----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 179; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1743, h. 2221.
2- Feth'ul-Bari, c. 11, s. 179.
ğunu duyarsanız, oraya girmeyin. Eğer sizin olduğunuz yerde taun varsa, oradan çıkıp kaçmayın."1
Diğer bir rivayette Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: "Tıpkı arslandan kaçtığın gibi cüzamlıdan kaç."2 Yine buyuruyor ki: "Su içtiğinizde suyun kabına üflemeyin."3
Yine buyuruyor ki: "Eğer bir kabı köpek yalarsa, onu bir defası toprakla olmak üzere yedi kez yıkayın."4
Bütün bunlar, ümmete temizliği, sağlığı ve hastalıklardan korunma yollarını öğretmek içindi. Dolayısıyla Resulullah (s.a.a.) asla, "Eğer bardağınıza sinek düşse, onu bardağa daldırın." demez.5
Bunlar bir yana, hatta Arapların uğursuz bildiği baykuş hakkındaki hadislerde bile çelişki görüyoruz. Bir yandan Enes, Resulullah'tan şöyle naklediyor: "Hiçbir kuşta uğursuzluk yoktur." Ama öte yandan Buhari, Sahih'inin "Yaradılışın Başlangıcı Kitabı"nda Said bin Cübeyr aracılığıyla İbn-i Abbas'tan; Resulullah'ın (s.a.a.), Hasan ve Hüseyin' e baykuşun uğursuzluğundan nasıl korunacaklarını öğrettiğini nakleder. 6
Evet! Bunlar, Resulullah'a isnat edilen, fakat Resu-
----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 213; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1737, h.2218.
2- Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 2, s. 443.
3- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 50.
4- Sünen-i Ebi Diivud, c. 1, s. 19.
5- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 158.
6- Sahih- Buhari, c. 4, s. 179.
Hadis-i Şerifler Hakkında / 409
lullab'ın kesinlikle beri olduğu çelişik hadislerden bazı örnekler idi. Ne yazık ki, Buhari ile Müslim'de bu gibi hadisler oldukça fazladır. Fakat biz bunların tafsilatına girmeyeceğiz. Çünkü okuyucularımızı özete alıştırdık.
Araştırmacılar, bunları dikkatle inceleyerek Resulullah'ın (s.a.a.) pak sünnetini bu tür yalanlardan ayırmalıdırlar. Bu vesileyle inşallah Allah da onlara ecir ve sevap verir. Böylece hakkı batıldan ayırarak, yeni nesillere İslam'ın gerçek misyonuna uygun değerli konular sunarlar.
"Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu, dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah yanında şerefliydi. "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız,) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur."1
-------------------------
1- Ahzab Süresi / 71 - 72.
13
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun(Fes'elu Ehle'z Zikr)

SEKİZİNCİ BÖLÜM
Bu iki kitap, Ehl-i Sünnet'in yanında gerçekten büyük öneme sahiptir. Ehl-i Sünnet, dini konuların hemen hepsinde bu iki kitabı temel hadis kaynağı olarak kabullenirler. Hatta bu kitaplardaki apaçık çelişki ve uydurmaları gören araştırmacıları dahi, bunu halka açıklamaktan çekinirler. Çünkü açıkladıkları takdirde ya kendilerine bir zarar yetişeceğinden ya da kalben bu iki kitaba karşı sonsuz saygı besleyen halkın bazı konularda şüpheye düşeceğinden korkarlar. Gerçek şu ki; Buhari ve Müslim, alimlerin ve halkın yanında böyle bir makam kazanacaklarını rüyalarında bile görmezlerdi.
Biz bu iki kitabı eleştirip onlardaki bazı rivayetlere itiraz ediyorsak, bunu, Resulullah'ı (s.a.a.) tenzih edip masumluğuna gölge düşürtmemek için yapıyoruz. Bu itiraz ve eleştirilerden bazı sahabiler dahi kurtulamıyorsa, Buhari ve Müslim de doğal olarak kurtulamazlar. Çünkü sahabiler, Resulullah'a Buhari ve Müslim'den daha yakındırlar.
Bizim hedefimiz, Resulullah'ı (s.a.a.) tenzih etmek, onun masumluğunu, bütün insanlardan daha takvalı ve daha bilgili olduğunu ispat etmektir. Biz şuna inanıyoruz ki: Yüce Allah onu, halkı hidayet etmek üzere alemlere rahmet olarak göndermiştir. Bu yüzden, yüce Allah onu tenzih
etmemizi ve ona saygısızlığı asla kabul etmememizi istemiştir bizden. Dolayısıyla biz ve bütün Müslümanlar, Resulullah'ın yüce ahlakına uymayan bütün iddiaları reddetmeli, onun masumluğuyla çelişen bütün rivayetleri kesinlikle uzağa atmalı, yüce makamına gölge düşüren her iddiayı çürütmeliyiz. Çünkü ashap, tabiîn, hadis ve fıkıh İmamları ve yeryüzündeki bütün insanlar, her şeylerini onun ilahı ve insanı fazilet ve meziyetlerine borçludurlar.
Şüphesiz, bu sözleri ilk kez duyanlar doğal olarak onları yadırgayacak, eleştirecek, hatta belki de kınayacaktırlar. Ama bizim hedefimiz, Allah'ın rızasını kazanmak, Resulullah'ın hoşnutluğunu elde etmek ve ne malın, ne de evlatların hiçbir işe yaramadığı ahiret günü için azık toplamaktır. Bu arada böylece, halife ve sultanların değil, Allah'ın ve Resulünün kadrini bilen temiz kalpli müminleri de sevindirmek istemekteyiz.
Hiç unutmam! Buhari'nin naklettiği, Hz. Musa'nın Azrail'e tokat atıp gözünü kör ettiği hadisini eleştirdiğimde muhalefetle karşılaşıp tekfır olundum. Bana mürted olduğumu söyleyerek,
"Sen kim oluyorsun da Buhari'yi eleştiriyorsun?!" dediler ve öyle bir yaygara kopardılar ki, sanki ben Kur'an'ın bir ayetini inkar etmiştim. Halbuki eğer bir araştırmacı, körü körüne taklidi bırakıp yanlış taassuplardan kendini kurtarırsa, Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de, efsane ve hurafelere inanan bir çöl Arabının zihniyetini yansıtan çok ilginç şeylerle karşılaşır. Tabii, bu bir çöl Arabı için ayıp değildir. Çünkü onun zamanında uydu, televizyon, telefon, füze vs. yoktu. Ama biz böyle bir zihniyetin Resulullah'a (s.a.a.) nispet verilmesini kabullenemiyoruz. Çünkü Allah onu, insanları cehaletten kurtarması için
Buhari ve Müslim Hakkında / 415
göndermiş, Kur'an ayetlerini onlara okumasını, onları eğitmesini, kitabı ve hikmeti onlara öğretmesini istemiştir. Ve son peygamber olduğu için, Allah ona gereken ilmi vermiştir.
Bu arada aziz okuyucular, Sahih-i Buhari'de yazılan her şeyin Resulullah'a (s.a.a.) ait olmadığına da dikkat etmelidirler. Çünkü bazen Buhari bir hadisi naklediyor, sonra bazı sahabilerin görüşünü ona ekliyor, okuyucu da bunun tümüyle Resulullah'a (s.a.a.) ait olduğunu zannediyor.
Buna bir örnek verelim:
Buhari, Sahih'inin "Hiyel Kitabı"nda Ebu Hureyre'den Resulullah'ın şöyle buyurduğunu nakleder:
"Bakire kızın izni, dul kadının ise görüşü alınmadan kendileriyle evlenilemez." "Ya Resulallah! Bakire kızın izni nasıl olur?" diye sorduklarında; "Susarsa (razı olduğu anlaşılır)." buyurdu. Bazıları ise dediler ki: "Bakire kızın iznini almayıp onunla evlenmeyen birisi, hile yaparak iki yalancı şahit getirir ve kızın rızası ile onunla evlendiğini iddia eder, hakim de buna hükmederse, o adam şahitlerin yalancı olduğunu bildiği halde, onunla yatabilir ve bu evlilik sahihtir."1
Resulullah'ın hadisi bittikten sonra Buhari'nin, "Bazıları ise dediler ki: ..." şeklindeki sözüne dikkat ediyor musunuz?! Buhari, bununla ne demek istiyor acaba?! Resulullah'ın hadisi karşısında, kimler olduğu bilinmeyen bu bazılarının sözünü aktararak, yalancı şahitlerle evliliğin doğru olduğunu ispata çalışmanın ve okuyucu, bu sözün Resulullah'a (s.a.a.) ait olduğu zannını vermenin ne anlamı
-----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 32.
olabilir acaba?!
Bir başka örnek:
Buhari, Sahih' inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, Muhacirlerin Menkıbe ve Faziletleri Babı"nda Abdullah bin Ömer'den şöyle nakleder: "Resulullah'ın zamanında hiç kimseyi Ebu Bekir'den üstün bilmezdik. Ondan sonra Ömer'i, sonra Osman'ı üstün bilirdik. Onların dışında diğer sahabilerin hiçbirini diğerinden üstün bilmezdik."1
Bu, Abdullah bin Ömer'in görüşü olup sadece kendisini bağlar. Yoksa, nasıl olur da Hz. Ali'nin hiçbir üstünlüğü olmaz ve Abdullah bin Ömer, onu diğer sıradan insanlarla eşit tutar?! Halbuki Resulullah'tan sonra insanların en üstünü ve en faziletlisi, Hz. Ali'dir.
Abdullah bin Ömer'in Hz. Ali'ye karşı olan kinini ve bu nedenle de Hz. Ali'ye biat etmemesini bilenler, onun bu sözünü asla yadırgamazlar. Halbuki Resulullah (s.a.a.) buyurmuştur ki: "Veli ve mevlası Ali olmayan kimse, mümin değildir."2 Yine buyurmuştur ki: "Ali hak iledir, hak da Ali ile."3
Gel gör ki, Allah'ın velisi ve müminlerin mevlası Hz. Ali'ye biat etmeyen bu Abdullah bin Ömer; Allah'ın, Resulü'nün ve müminlerin düşmanı olan fasık, facir ve zalim Haccac'ın ayağını öperek ona biat ediyor! Burada bu gibi konulara girmek istemiyoruz. Çünkü bu örnekleri vermekteki maksadımız, Buhari ve onun gibilerini daha iyi tanımak
-------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 18.
2- es-Savaik'u1-Muhrika, s. 179; Zahair'ul-Ukaba, s. 68.
3- Tarih-i Bağdad, c. 14, s. 321.
Buhari ve Müslim Hakkında i 417
ve nasıl bir karaktere sahip olduklarını bilmektir. Bakınız, Buhari bu rivayeti "Muhacirlerin Menkıbeleri Babı"nda getirirken, okuyuculara Resulullah'ın (s.a.a.) da bu görüşte olduğunu ima etmek istiyor. Halbuki bu görüş, Hz. Ali'ye düşman olduğunu açıkça ilan eden Abdullah bin Ömer' e aittir.
Bu doğrultuda akıl sahibi okuyuculara, Buhari'nin Hz. Ali'ye karşı tutumunu ve nasıl onun faziletlerini gizlemeye ve hakkında bazı eksiklikler bulmaya çalıştığını da açıklayacağız. Örneğin:
Buhari, Sahih'inin "Yaradılışın Başlangıcı Kitabı"nda Ebu Ya'la' dan, o da Muhammed-i Hanefıyye' den şöyle nakleder: "Babam Ali'ye; "Resulullah'tan (s.a.a.) sonra halkın en üstünü kimdir?" diye sordum. "Ebu Bekir'dir." dedi. "Sonra kimdir?" dedim. "Ömer'dir." dedi. "Ondan sonra Osman'dır." söyleyeceğinden korkarak; Sonra da sensin." dedim. Bunun üzerine; "Ben ancak Müslümanlar'dan normal bir insanım." dedi."1
Evet! Bu da Hz. Ali'nin oğlu Muhammed-i Hanefıyye'nin dilinden uydurulmuş bir rivayet! Bu rivayet de, tıpkı Ömer'in oğlu Abdullah'm dilinden aktarılan rivayet gibi, sonuçta Osman' ın üstünlüğünü ispatlıyor. Çünkü Muhammed-i Hanefıyye'ye iftira edilen bu rivayette, Hz. Ali'nin sıradan bir Müslüman olduğu vurgulanıyor. Oysa Sünnilerden hiçbir kimse, Osman'ın sıradan bir Müslüman olduğunu söylemez. Onlar, insanların en üstününün Ebu Bekir, sonra Ömer, sonra da Osman olduğunu söylerler, sonra bütün sahabileri eşit kabul ederler.
--------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 9.
Buhari'nin naklettiği ve bütün amacı, Hz. Ali'yi her türlü faziletten soyutlamak olan bu gibi hadislere şaşırmıyor musunuz?! Hala Buhari'nin, bütün bunları sırf Ümeyye Oğulları, Abbas Oğulları ve Ehl-i Beyt' e düşman sultanların rıza ve sevgisini kazanmak için yazdığında şüpheniz mi var?!
Hiç kuşkusuz, bunlar, hakikati bilmek isteyenler için hiçbir şüpheye yer bırakmayacak sağlam delillerdir.
BUHARİ VE MÜSLİM'E GÖRE EBU BEKİR VE ÖMER'İN FAZİLETLERİ
Buhari, Sahih'inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı"nda, Müslim ise, Sahih'inin "Sahabenin Faziletleri Kitabı, Ebu Bekir'in Faziletleri Babı"nda Ebu Hureyre'den şöyle naklederler:
"Resulullah (s.a.a.) sabah namazını kıldıktan sonra halka dönerek dedi ki: "Birisi ineğini kovarken ona binip bir kamçı vurdu. İnek; "Biz bunun için yaratılmadık, biz tarla sürmek için yaratıldık." dedi. Halk; "F esubhanallah! Hiç inek konuşur mu?" dedi. Bunun üzerine Resulullah; Ben, Ebu Bekir ve Ömer buna inanıyoruz." buyurdu. Ebu Bekir ile Ömer orada yoktular. Resulullah yine buyurdu ki: Çobanın biri koyunlarını otlatırken bir kurt koyunun birini kaptı. Çoban koşarak koyunu kurttan kurtarmak istedi. Ama kurt o adama dedi ki: "Sen bugün bu koyunu elimden alıyorsun ama, bir gün gelecek bu koyunların çobanı sadece ben olacağım. O zaman ne yapacaksın?" Halk; "Kurt nasıl muşabilir?" dedi. Resulullah; "Ben, Ebu Bekir ve Ömer buna inanıyoruz." buyurdu. Ama o ikisi orada yoktu."1
-----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 212; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1857, h. 2388
Buhari ve Müslim Hakkında / 419
Bu hadisin her tarafından yalan yağıyor. Bu hadis, sırf Ebu Bekir ile Ömer' i övmek için uydurulmuştur. Yoksa Resulullah iki kez; "Ben, Ebu Bekir ve Ömer buna inanıyoruz." dediği halde ashabı niye onu yalanlasın ki?!
Sonra gördüğünüz gibi rivayeti nakleden adam iki kere altını çizerek; "Ebu Bekir ile Ömer orada yoktular." diyor. Bunlar, hiçbir manası olmayan gülünç faziletlerdir. Ama ne yapalım ki, beyler tıpkı boğulan adamlar gibi ellerinin ulaştığı her çerçöpe sarılıyorlar. Yalancılar, onlar için kaydedilmiş hiçbir fazilet göremeyince, hiçbir ilmi, tarihi ve mantıki delile dayanmayan ve daha çok hayale benzeyen faziletler uydurdular.
Buhari, Sahih'inin "Peygamber'in Ashabının Faziletleri Kitabı"nda, Müslim de, "Sahabenin Faziletleri Kitabı"nda Amr bin As'tan şöyle naklederler: "Resulullah beni "Zat'us- Selasil" ordusuna gönderdi. Resulullah'ın yanına gelerek; "Halkın içinde en çok kimi seviyorsun?" diye sordum. Resulullah; "Aişe'yi." dedi. Ben; "Ya erkeklerden?" diye sordum. Dedi ki: "Babasını." "Daha sonra kimi?" dedim. "Ömer bin Hattab'1." dedi ve ondan sonra da başkalarını saydı." 1
Tarih, hicretin sekizinci yılında Resulullah'ın (s.a.a.), bir ordu hazırlayarak Amr bin As'ın komutanlığında Zat'us- Selasil'e gönderdiğini ve bu orduda Ebu Bekir ile Ömer'in de onun komutası altına olduğunu kaydeder. İşte yalancılar, Amr bin As'ın dahi, Ebu Bekir ile Ömer'den üstün olduğu-
---------------------------
1. Sahih-i Buhari. c. 5, s. 6; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1856, h. 2384.
nun iddia edilebileceğini anladıklarından Amr bin As'ın dilinden Ebu Bekir ile Ömer'in üstünlüğünü uydurmuşlardır.
Tabii bu arada Aişe'yi de işe katarak bir yandan şüpheleri kaldırmak, öte yandan da Aişe'nin mutlak üstünlüğünü ortaya koymak istemişlerdir.
Bu yüzden görüyoruz ki Nevevi, Sahih-i Müslim'in şerhinde diyor ki: "Bu hadiste Ebu Bekir, Ömer ve Aişe'nin üstün faziletleri açıkça görülmektedir. Bu da, Ebu Bekir ile Ömer'i diğer sahabilerden üstün bilen Ehl-i Sünnet'in iddialarını onaylamaktadır."1
Bu rivayet de, benzeri diğer rivayetler gibi, oldukça zayıftır. Bu rivayetleri uyduran yalancılar, hatta Hz. Ali'nin dilinden dahi yalan uydurmaktan çekinmemişlerdir. Böylece, kendi zanlarınca bir yandan Hz. Ali'yi diğer sahabilerden üstün bilen Şiilerin delillerini çürütmek, diğer yandan da Hz. Ali'nin Ebu Bekir ve Ömer'den asla rahatsız olmadığını anlatmak istemişler. İşte bunun örneği:
Buhari, Sahih'inin "Peygamber'in Ashabının Faziletleri Kitabı, Ömer'in Menkıbeleri Babı"nda, Müslim de, Sahih'inin "Sahabenin Faziletleri Kitabı, Ömer'in Faziletleri Babı"nda İbn-i Abbas'tan şöyle naklederler:
"Ölmeden önce Ömer'i yatağına koydular. Halk onun etrafına toplanmış, onun için dua ediyor ve namaz kılıyorlardı. Ben de onlarla birlikteydim. İçlerinde sırtıma vuran birisi ilgimi çekti. Bakınca onun Ali olduğunu gördüm. Sonra Ali Ömer' e acıyarak dedi ki: "Ne kadar isterdim ki Allah, sana davrandığı gibi bana da davransaydı. Allah'a andolsun ki Allah'ın seni diğer iki dostunla birlikte haşredeceğini sanı-
-------------------------
1- Nevevi, Sahih-i Müslim Şerhi, c. 15, s. 153.
Buhari ve Müslim Hakkında / 421
yorum. Ben Resulullah'tan: çokça. şöyle buyurduğunu işittim: "Ben, Ebu Bekir ve Ömer gittik. Ben, Ebu Bekir ve Ömer girdik. Ben, Ebu Bekir ve Ömer çıktık."1
Bu hadisin de yalan olduğu bellidir. Ondan, Resulullah'a ilk kavuşan olduğu halde Hz. Fatıma'yı Resulullah'ın yanına defnettirmeyen siyasetin kokusu geliyor. Rivayeti uyduran adam, "Ben, Ebu Bekir ve Ömer gittik. Ben, Ebu Bekir ve Ömer girdik. Ben, Ebu Bekir ve Ömer çıktık." dedikten sonra, "Ben, Ebu Bekir ve Ömer aynı yere defnolunacağız." diye eklemeyi de unutmuştur galiba!
Tarihin ve vakıanın yalanladığı bu uydurma rivayetlerle ihticac eden Müslümanlar acaba ne zaman kendilerine gelip de bu rivayetlerden el çekecekler?! Bunlar, Müslümanların kitaplarının, Ebu Bekir ile Ömer'in Hz. Ali ve Hz. Fatıma'ya karşı yaptıkları haksızlıklarla dolu olduğunu görmüyorlar mı?! Bundan dolayı da Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın hayatları boyunca onlardan şikayetçi olduklarını tarih ve hadis kitaplarında okumuyorlar mı?!
Ayrıca, söz konusu rivayette; Hz. Ali, garip bir ölüyü seyreden yabancı bir adam gibi tanıtılmakta ve halkın ona dua ettiğini görünce, eliyle İbn-i Abbas'ın sırtına vurarak yavaşça kulağına o sözleri söylediği, sonra da çekip gittiği anlatılmaktadır. Halbuki Hz. Ali'nin herkesten önde olup, halka namaz kıldırması ve Ömer'i toprağa vermeden oradan ayrılmaması gerekmiyor muydu?!
Fakat ne var ki, Ümeyye Oğulları zamanında, Hz.
-------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1858, h. 2389; Sahih-i Buhari, c. 5, s.14.
Ali'nin faziletleri karşısında Ebu Bekir ve Ömer'in makamını yüceltmek isteyen Muaviye'nin emriyle, halk hadis uydurmak için yarıştıkları için, fazilet hadisleri hep böyle zayıf, gülünç ve bazen de çelişik olarak ortaya çıktı. Bu rivayetlerin bazen birbiriyle çelişmesi de, hadis uyduran şahısların eğilimlerinden kaynaklanıyordu.
Örneğin; hadis uyduran kişi, Teym kabilesinden olunca, kimseyi Ebu Bekir'den öne geçirmezdi. Aynı şekilde, Adi kabilesinden olunca da, Ömer'in herkesten üstün olduğunu gösteren hadisler uydururdu. Ümeyye Oğulları da, Resulullah'a karşı oldukça cüretkar davranan, hiçbir şeyden çekinmeyen, hiçbir edep kuralına riayet etmeyen, sert ve kaba bir yapıya sahip olan Ömer'in kişiliğinden çok hoşlandıkları için daha çok, onu öven, onun hatta Ebu Bekir' den de üstün olduğunu bildiren rivayetler uydurdular.
İşte birkaç örnek:
Müslim, Sahih'inin "Sahabenin Faziletleri Kitabı, Ömer'in Faziletleri Babı"nda, Buhari ise, Sahih'inin "İman Kitabı"nda Ebu Said-i Hudri'den Resulullah'ın (s.a.a.) şöyle dediğini nakleder:
"Rüyamda insanları bana gösteriyorlardı. Herkesin gömleği vardı; bazılarının gömleği göğüslerine bile ulaşmıyordu. Bazılarınınki ise göğüslerinden aşağıda idi. O sırada Ömer bin Hattab'ı gördüm. Onun gömleği (o kadar uzundu ki) yerlerde sürükleniyordu." Ashap; "Ya Resulallah! Bu gömleği ne olarak yorumluyorsun?" diye sordular. Resulullah; "Din olarak." buyurdu!"1
Eğer Resulullah'ın rüyasının yorumu din ise, dernek ki
------------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 12 ve c. 4, s. ıs; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1859, h. 2390.
Buhari ve Müslim Hakkında / 423
Ömer bütün herkesten daha üstündür. çünkü, bazılarının dini göğüslerine kadar ulaşmıyorken, Ömer bin Hattap tepeden tırnağa, hatta daha fazla dinle doludur! Tıpkı uzun gömleğin çekilip sürüklenmesi gibi, o da dini arkasında çekip sürüklemektedir! Peki öyleyse, imanı bütün ümmetin imanından üstün olan Ebu Bekir-i Sıddık nerede kalıyor?!
Buhari, Sahih'inin "İlim Kitabı, İlmin Faziletleri Babı"nda, Müslim ise "Faziletler Kitabı, Ömer'in Faziletleri Babı"nda İbn-i Ömer'den şöyle naklederler:
"Resulullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu duydum: "Rüyamda bana bir bardak süt verdiler. Ondan o kadar içtim ki tırnaklarımdan dışarı sızdı. Sonra onun geride kalanını Ömer bin Hattab'a verdim." "Ya Resulallah! Rüyanızdaki sütü neye yorumluyorsunuz?" diye sorduklarında; "İlme yorumluyorum." buyurdu."1
Önceki rivayette Ömer'in dindeki üstünlüğünün, bu rivayette ise ilimdeki üstünlüğünün üzerinde duruluyor. Böylece ilim ve amelde Ömer'in, içlerinde Ebu Bekir de olmak üzere, bütün ümmetten, hatta bütün insanlardan üstün olduğu söyleniyor.
Şimdi geride bir tek fazilet kalıyor. Bu öyle bir fazilet ki, insanlar ona ulaşmak için birbiriyle yarışırlar; Allah ve Resulü o sıfatın sahibini sever. Evet, "yiğitlik" faziletini diyorum. Öyleyse raviler, Ebu Hafs'ın (Ömer) yiğitliği hakkında da mutlaka bir rivayet uydurmuş olmalılar.
Bu rivayet, Buhari'nin "Peygamber'in Ashabının Fazilet-
---------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 31; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1859, h. 2391.
leri Kitabı"nda, Müslim'in ise "Sahabenin Faziletleri Kitabı"nda mevcuttur. Her ikisi de Ebu Hureyre'den şöyle nakleder:
"Resulullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu duydum: "Rüyamda kenarında kova olan bir kuyu gördüm. İhtiyacım olduğu kadar o kuyudan su çektim. Sonra Ebu Kuhafe'nin oğlu (Ebu Bekir), bir ya da iki kova su çekti. Onun su çekişinde bir zaaf vardı. Allah onun zaafını bağışlasın. Sonra o kova daha büyük bir kova oluverdi ve onu Hattab'ın oğlu (Ömer) eline aldı. Ben halkın içinde Ömer gibi su çeken bir kahraman görmedim. Ömer o kadar su çekti ki bütün halkı doyurdu." 1
İmanın, İslam'ın, takvanın ve Allah'a yaklaşmanın ekseni olan din, diğerlerinin göğüslerinden öteye geçmeyip bedenlerinin geri kalanı çıplak kalıyorken, Ömer bin Hattab'ı başından ayağına kadar bürüyor, fazlası da arkasından yerlerde sürükleniyorsa; aynı şekilde ilim, sadece Ömer bin Hattab'a veriliyor ve Resulullah'tan arta kalanı o, tek başına içiyor, hatta dostu Ebu Bekir'e bile bir şey bırakmıyorsa;2 yiğitlik ve cesaret de, dostu Ebu Bekir'in zaafından sonra Ömer'e özgüleniyorsa,3 doğal olarak, "Allah, zaafı olduğu halde Ömer' den öne geçen Ebu Bekir'i affetsin." diye dua da edilecektir.
--------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 7; Sahih-i Müs1im, c. 4, s. 1860, h. 2392.
2- Şüphesiz, Ömer, Resu1ullah'tan (s.a.a.) sonra bu ilmine dayanarak kendi görüşüne göre içtihat etmiş ve İslam'ın hükümlerini değiştirmiştir.
3- Ebu Bekir'in kendisi Ömer'e; "Sen hilafette benden daha güçlüsün, ama sen zorla bu görevi benim üzerine yükledin." demişti.
Buhari ve Müslim Hakkında / 425
Evet! Adiyy Oğulları ile Ümeyye Oğulları, Ömer' i Ebu Bekir' den de öne geçireceklerdir. Çünkü Ömer'in zamanında gördükleri refah ve rahatlığı, ganimetlerden faydalanma ve makamlara atanmayı diğer hiçbir zamanda görmediler.
Bunlar, Ömer'in dünyadaki faziletleri hakkında bunca rivayetler uydurabiliyorlarsa, onu ahirette de herkesten, hatta Ebu Bekir'den de öne geçirecek ve bu hususta da rivayetler uyduracaklardır. Nitekim uydurmuşlardır da.
Buhari, Sahih' inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, Cennetin Vasfi Babı"nda, Müslim de, Sahih'inin "Sahabenin Faziletleri Kitabı, Ömer'in Faziletleri Babı"nda Ebu Hureyre'den şöyle naklederler:
"Bir gün Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda oturmuştuk. Resulullah şöyle buyurdu: "Rüyamda cennette olduğumu gördüm. O sırada bir sarayın yanında bir kadının abdest aldığını gördüm. "Bu saray kimindir?" diye sorunca; "Ömer bin Hattab'm sarayıdır." dediler. Ömer'in çok kıskanç olduğunu hatırlayarak oradan kaçtım." Bunun üzerine Ömer ağlayarak; "Seni mi kıskanacağım ya Resulallah?!" dedi."1
Aziz okuyucular da, bu rivayetlerin kesinlikle uydurma olduğunu anlamışlardır, sanırım. Çünkü gördüğünüz gibi, Ömer'in faziletlerinin hemen hepsini Resulullah (s.a.a.) rüyasında görüyor! Aslında bu rüyaları gören Resulullah (s.a.a.) değil, onları rivayet eden şahıstır.
Bilindiği gibi, Resulullah (s.a.a.) daha hayattayken onun
-------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 142; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1863, h. 2395.
dilinden birçok hadisler uydurulmuştu. Şimdi siz, bir de Resulullah'ın vefatından sonraki dönemi düşünün! Ümmet doğru yoldan sapmış, çeşitli gruplara bölünmüş, ayrı ayrı fırkalar ortaya çıkmış ve her grup sadece kendi görüş ve davranışlarıyla sevinip böbürlenmekte! Böyle bir durumda doğal olarak, özellikle de hakim güç tarafından, kendi çıkarları doğrultusunda, daha çok rivayetler uydurulacaktır.
Fakat ne var ki, Ömer'in taraftarları her ne yaptılarsa, onun kabalığını, sertliğini ve katı yürekliliğini gizleyemediler. Böyle bir ahlaka sahip olanı da halk asla sevmez. Yüce Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de Resulullah'a hitap buyuruyor ki: "Eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın, insanlar etrafından dağılır giderlerdi."1
Ama Ömer'in taraftarları, bütün ölçüleri ters çevirerek kötülükleri iyilik, eksiklikleri olgunluk, Rezillikleri ise fazilet olarak göstermeye çalıştılar. Bu doğrultuda Resulullah'ın (s.a.a.) yüce şahsiyetini küçük düşüren çirkin rivayetler uydurdular. Halbuki Yüce Allah, Resulullah'ın (s.a.a.) asla kaba ve katı yürekli olmadığını, aksine çok yumuşak ve de şefkatli olduğunu buyurmaktadır:
"Allah'ın rahmeti ile onlara yumuşak davrandın."2 "Şüphesiz, sen, çok yüce bir ahlaka sahipsin."3 "Müminlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir."4 "Biz, seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik."5
-------------------------------------
1- Al-i İmran Süresi / 159.
2- AI-i İmran Suresi / 159.
3- Kalem Süresi /4.
4- Tevbe Suresi / 128.
5- Enbiya Süresi / ıo7.
Buhari ve Müslim Hakkında / 427
Bir de gelin şu ahmakların ne söylediklerini dinleyin:
Buhari, Sahih'inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, İblis ve Askerlerinin Sıfatları Babı"nda, Müslim ise "Sahabenin Faziletleri Kitabı, Ömer'in Faziletleri Babı"nda Sa' d bin Ebi Vakkas'tan şöyle naklederler:
"Ömer bin Hattap, Resulullah'ın (s.a.a.) huzuruna girmek için izin istedi. O sırada Kureyşli bazı kadınlar Resulullah'ın yanındaydılar ve onunla yüksek sesle konuşuyorlardı. Ömer içeri girmek için izin isteyince, kadınlar ayağa kalkarak hicap arkasına geçtiler. Resulullah gülerek Ömer'e izin verdi. Ömer; "Allah seni her zaman güldürsün. Neden gülüyorsun ya Resulallah?" dedi. Resulullah; "Bu kadınlar benim yanımda oturmuşlardı. Senin sesini duyunca kalkıp hicap arkasına geçmeleri beni şaşırttı!" buyurdu. Ömer dedi ki: "Aslında onların senden çekinmeleri gerekir." Sonra kadınlara dönerek; "Ey kendi nefıslerinin düş- manları! Resulullah'tan değil de benden mi çekiniyorsunuz?!" Kadınlar; "Evet! Sen Resulullah'tan daha sert ve daha kabasın!" dediler. O sırada Resulullah; "Canım yed-i kudretinde olan Allah'a andolsun ki, şeytan seni hangi yolda görse, kaçıp başka bir yola girer." buyurdu."1
Ağızlarından çıkan bu sözün ne kadar büyük bir söz olduğunun farkında mısınız?! Onlar ancak yalan söylüyorlar. Rivayetin ne kadar saçma olduğunu görüyor musunuz?! Kadınlar Ömer'den çekiniyorken Resulullah'tan (s.a.a.) asla çekinmiyorlar, huzurunda bağırarak konuşuyorlar ve Resulullah'a saygı gösterip de hicap arkasına geçmiyorlar.
------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 153; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1863, h. 2396.
Ama Ömer'in sesini duyunca hemen susarak hicap arkasına geçiyorlar. Allah'a andolsun ki bu cahil ahmakların, sertlik ve kabalığı Resulullah'a nispet vermelerine şaşırıyorum!
Çünkü onlar, Ömer'in daha sert ve daha kaba olduğunu söylerken, Resulullah'ta da sertlik ve kabalık olduğunu söylemek istiyorlar. Şimdi eğer bunu bir fazilet olarak görüyorlarsa, demek ki Ömer, Resulullah'tan daha faziletlidir! Ve eğer bir eksiklik olarak kabul ediyorlarsa, böyle bir sıfatı nasıl Resulullah' a nispet edebiliyorlar ve Müslümanlar nasıl Buhari ve Müslim'den bu gibi hadisleri kabulleniyorlar?!
Hatta bu kadarıyla da yetinmeyerek, şeytanın Resulullah'ın huzurunda cirit attığını ve ondan korkmadığını iddia ediyorlar! Çünkü hiç şüphesiz, şeytan, kadınların bağırarak konuşmasına ve hicaba riayet etmemelerine sebep olmuş olacak ki, Ömer'in Resulullah'ın evine girmesiyle şeytan hemen oradan uzaklaşıyor ve kadınlar susup hicap arkasına geçiyorlar!
Ey gayretli Müslümanlar! Resulullah'ın onların yanındaki değerini ve bilerek veya bilmeyerek Ömer'in Resulullah'tan (s.a.a.) üstün olduğunu iddia ettiklerini görüyor musunuz?! İşte bu yüzden, bugün Hz. Resulullah'tan söz açıldığında, kendi zanlarınca, onun hatalarını sayarak normal bir insan olduğunu, masum olmadığını, birçok yanlışını Ömer'in düzelttiğini ve birçok konuda Kur'an'ın Ömer'i onaylamak için nazil olduğunu söylemektedirler! Buna delil olarak da "Abese Suresini", "hurma ağacının aşılanmasıyla ilgili rivayeti", "Bedir esirleri hikayesini" vs. gösteriyorlar.
Ama onlara Ömer'in, "müellefet'ül-kulup hükmünü iptal etmesi", "mut' aları yasaklaması", "beytülmalın dağıtımında ayrıcalık tanıması" gibi konularda yanlış yaptığını söylerse-
Buhari ve Müslim Hakkında / 429
niz, hemen kaşları çatılır, gözleri kızarır ve seni dinden çıkmakla itham edip derler ki:. "Sen kim oluyorsun da Ömer-i Faruk'u eleştiriyorsun? Ömer, hakla batılı birbirinden ayıran bir kişidir!" Sen de teslim olup sohbeti kesmekten başka çare göremezsin. Aksi halde seni incitebilirler.
BUHARİ, ÖMER'İ SAVUNMAK İÇİN HADİSLERLE OYNUYOR!
Bir araştırmacı, Buhari'nin hadislerini okuduğunda onların birçoğunu anlayamaz. Sanki o hadislerde eksilme ve artırmalar olmuştur. Buhari, bir hadisi birkaç kez tekrarlar ve çeşitli kelimelerle onu değişik bölümlerde nakleder. Tüm bunlar, onun Ömer bin Hattab'ı çok sevmesinden kaynaklanmaktadır. Belki de bu yüzden Ehl-i Sünnet onu daha çok sever ve kitabını diğer kitaplardan üstün bilirler.
Müslim'in kitabının tertip ve düzeni daha iyi olduğu halde yine de Buhari'yi daha çok severler ve Kur'an'dan sonra en sahih kitap olarak Buhari'yi görürler. Bir de Buhari, Ali bin Ebi Talib'in faziletlerini gizlemeye çalışmıştır. Bu da, ayrıca onu Ehl-i Sünnet'in gözünde daha da büyütmüştür. Kısaca, Buhari iki yönlü çalışmıştır. Bir yandan Ömer'i yeren, öte yandan da Hz. Ali'yi öven rivayetleri bölmüş, parçalamış, eksiltmiş ve sonuçta hadis ve rivayetlerin içeriğini değiştirmiştir. Bu konuda bazı örnekler sunacağız inşallah.
BUHARİ'NİN, ÖMER'İN İÇYÜZÜNÜ AÇIKLAYAN HADİSLERİ DEĞİŞTİRDİĞİNE DAİR ÖRNEKLER
1- Müslim, Sahih'inin "Hayız Kitabı, Teyemmüm Babı"nda der ki: "Birisi Ömer'in yanına gelerek; "Ben cenabetli oldum, ama gusül almak için su bulamadım (ne yap-
malıyım)?" diye sordu. Ömer; "Namaz kılma!" dedi. Ammar; "Ey Ömer!" dedi. "Hatırlamıyor musun, ben ve sen bir seferdeydik, cenabetli olduk ve su bulamadık. Sen namaz kılmadın, ama ben topraklara bulanarak namaz kıldım. Resulullah da buyurdu ki: "Ellerini yere vurup toprakları üfleseydin ve onunla yüzünü ve ellerini mesh etseydin yeterliydi."
Ömer; "Ey Ammar! Allah'tan kork!" dedi. Ammar; "Eğer istemezsen, bu hadisi başkalarına anlatmam." diye cevap verdi.1
Bu rivayeti Ebu Davud,2 Ahmed bin Hanbel,3 Nesei,4 İbn-i Mace5 ve Beyhaki6 de naklederler.
Ama Buhari, hadisin naklinde emanete riayet etmemiş, Ömer'in haysiyetini korumak için hıyanet etmiş ve hadisle oynamıştır. Zira halifenin en basit dini hükümleri dahi bilmediğini halkın anlamasını istememiştir. Bakın şimdi Buhari "Teyemmüm Kitabı"nda hadisi nasıl naklediyor: "Birisi Ömer bin Hattab'ın yanına gelerek dedi ki: "Ben cenabetli oldum ve su bulamadım." Ammar bin Yasir, Ömer'e dedi ki: "Hatırlıyor musun, ben ve sen bir seferdeydik...."7
Gördüğünüz gibi Buhari, Ömer bin Hattab'ın, "Namaz kılma!" dediğini kaydetmemiştir. Çünkü o, halkın, Resulullah'ın zamanında bile Kur'an ve sünnetin karşısında
--------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 280 - 281, h. 368.
2- Sünen-i Ebi Davud, c. 1, s. 88, h. 322.
3- Müsned-i Ahmed, c. 4, s. 265.
4- Sünen-i Nesei, c. 1, s. 170.
5- Sünen-i İbn-i Mace, c. 1, s. 188, h. 569.
6- Sünen-i Beyhaki, c. 1, s. 209.
7- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 92.
Buhari ve Müslim Hakkında / 431
içtihat ederek kendi görüşleriyle amel eden Ömer'in böyle bir mezhebi olduğunu bilmesini istemiyordu. Oysa, Ömer halife olduktan sonra da aynı mezhebe sahipti ve bunu Müslümanların arasında yaymaya çalışıyordu. İbn-i Hacer bu konuda der ki:
"Bu, Ömer'in meşhur mezhebidir."1 Ömer'in, bu mezbebinde oldukça ciddi olduğunun delili, Ammar' ın şu sözüdür: "Eğer istemezsen, bunu kimseye söylemem."
2- Hakim-i Nişaburi, Müstedrek'us-Sahihayn adlı kitabında Enes bin Malik'ten şöyle nakleder:
"Ömer bin Hattap minbere çıkarak şu ayeti okudu: "Böylece onda taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalar, boyları iri ve birbiri içine girmiş ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar (ebb) bitirdik."2 Sonra dedi ki: "Hepsini anladık da bu "ebb" de ne demek oluyor?" Sonra şöyle devam etti: "Vallahi bu çok zor bir şeydir. "Ebb"in ne olduğunu bilmesen ne olur ki? Kur'an'dan bildiklerinize uyun, anlamadığınız şeyleri ise Allah'a bırakın!"3
Bu rivayeti Suyuti, ed-Dürr'ül-Mensur' da, Zemahşari Keşşaf'ta ve İbn-i Kesir, Razi ve Hazin de kendi Tefsirlerinde aynen naklederler. Ama Buhari, tıpkı her zaman olduğu gibi, bu rivayeti de eksilterek halkın, Halife Ömer'in "ebb" kelimesinin anlamını bilmediğini anlamasını istememiştir.
Dolayısıyla bu rivayeti Sahih'inin "Kitap ve Sünnete
-----------------------
1- Feth'ul-Bari, c. 1, s. 352.
2- Abese Suresi / 27 - 31.
3- Müstedrek-i Hakim, c. 2, s. 514; Telhis-i Zehebi, c. 2, s. 514, Müstedrek'in hamişinde.
Sarılma Kitabı"nda Enes bin Malik'ten şu şekilde nakletmiştir:
"Bir gün Ömer'in yanındaydık, şöyle dedi: "Biz (ayetlerin anlamını anlamak için) kendimizi zorlamaktan menolunduk."1
Evet! Buhari, halifenin cahilliği ve eksikliğini gösteren her hadis ve rivayetin başına bu belayı getiriyor. Sonuçta, okuyucunun bu eksik rivayetle olayın gerçek yüzünü öğrenmesi mümkün olmuyor. Okuyucu, "Biz, kendimizi zorlamaktan menolunduk." sözünden Ömer'in "ebb" kelimesinin manasını bilmediğini nasıl anlayacak?!"
3- İbn-i Mace, Sünen'de; Hakim, Müstedrek'de; Ebu Davud, Sünen'de; İbn-i Hacer, Feth'ul-Bari'de ve diğerleri başka kaynaklarda İbn-i Abbas'tan şöyle naklederler:
"Zina eden deli bir kadını Ömer'in yanına getirdiler. Ömer onun hakkında bazı kişiler ile fikir alış - verişi yaptıktan sonra taşlanarak öldürülmesini emretti. Oradan geçen Ali bin Ebi Talip; "Bu kadının sorunu nedir?" diye sorunca, "Falan kabileden bir deli kadındır ve zina etmiştir. Ömer de onun taşlanarak öldürülmesini emretmiş." dediler. Ali; "Onu Ömer'in yanına götürün." dedi. Kendisi de Ömer'e giderek dedi ki: "Bilmiyor musun, deli akıllı oluncaya kadar, uyuyan şahıs uyanıncaya kadar ve çocuk büluğa erinceye kadar hiçbir mükellefiyeti olmaz?" Bunun üzerine Ömer, kadını salıvererek dedi ki: "Eğer Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu."2
---------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 118.
2- Müstedrek-i Hakim, c. 2, s. 59; Feth'ul-Bari, c. 12, s. 101; Sü- nen-i Ebi Davud, c. 4, s. 140, h. 4399; Sünen-i Beyhaki, c. 8, s. 264; Tezkiret-u İbn'il-Cevzi, s. 147; Menakıb-ı Harezmi, s. 38 - 39.
Buhari ve Müslim Hakkında / 433
Ama Buhari bu rivayeti görünce sarsılıyor ve, "Nasıl olur da Resulullah (s.a.a.) Allah'ın hükmünü açıkladığı halde Ömer bunu bilmezken hilafet kürsüsüne oturabilir?" diye insanların kafasının karışmaması için rivayeti tahrif ediyor. Ayrıca bu rivayette ilim kentinin kapısı Ali bin Ebi Talib'in fazileti de anlatılmaktadır. Bundan da ötede Ömer itiraf ediyor ki: "Eğer Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu." O halde Buhari nasıl bu rivayeti nakledebilir ki?! Şimdi bu rivayetin Buhari tarafından nasıl değiştirildiğini görelim:
Buhari, Sahih'inin "Muharip Kafirler ve Dinden Dönenler Kitabı, Deli Erkek ve Kadın Taşlanmaz Babı"nda hiçbir senet zikretmeden şöyle der:
Ali Ömer' e dedi ki: "Bilmiyor musun, deli akıllı oluncaya kadar, çocuk büluğa erinceye kadar ve uyuyan şahıs uyanıncaya kadar hiçbir mükellefiyeti olmaz?"1
Bu, Buhari'nin rivayetlerle oynadığı ve onları eksilttiğinin canlı örneklerinden biridir. Evet! Buhari, Ömer aleyhinde veya Hz. Ali'nin faziletinde bir rivayet gördüğünde hep böyle davranmıştır.
4- Müslim, Sahih'inin "Hudut Kitabı, Şarap İçenin Haddi Babı"nda Enes bin Malik'ten şöyle nakleder: "Şarap içen bir adamı Resulullah'ın huzuruna getirdiler. Resulullah yaprakları soyulmuş iki hurma çubuğuyla onu yaklaşık kırk defa kamçıladı. Ebu Bekir de aynı uygulamada bulundu. Sıra Ömer' e gelince halka danıştı. Abdurrahman bin Avf; "En hafif ceza, seksen kırbaçtır." dedi. Bunun üzerine
-------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 204 - 205.
Ömer de bunu emretti."1
Buhari, her zaman olduğu gibi burada da, Ömer'in İslam'ın hükümlerini bilmediğinin anlaşılmaması ve
Resulullah (s.a.a.) ile Ebu Bekir'in uyguladıkları bir ceza konusunda nasıl halktan görüş isteyebileceğinin sorgulanmaması için söz konusu rivayeti, Sahih'inin "Hudut Kitabı Şarap İçenin Cezası Babı"nda Enes bin Malik'ten Şöyle nakleder:
"Resulullah, şarap içen birine hurma çubuğu ve ayakkabı ile vurdu; Ebu Bekir ise kırk kamçı vurdu."2
5- Hadisçiler ve tarihçiler Resulullah'ın (s.a.a.) hastalığını, vefatını ve hastalığı sırasında kalem kağıt isteyerek ümmetini sapıklıktan kurtaracak bir şeyler yazmak istediğini, ama Ömer'in buna karşı çıktığını ve; "Peygamber -haşa- sayıklıyor." dediğini yazarlar ve o günü "Raziyyetu Yevm'il-Hamis" (Perşembe Gününün Acı Musibeti) diye adlandırırlar.
Ama Buhari, "Cihat Kitabı"nda, Müslim ise "Vasiyet Kitabı"nda olayı başka bir şekilde naklederler:
İbn-i Abbas (r.a.) der ki: "Perşembe! Bilir misin nedir perşembe?!" Sonra o kadar ağladı ki gözyaşları yerdeki çakıl taşlarını ıslattı. Daha sonra dedi ki: "Perşembe günü Resulullah'ın ağrıları çoğaldı. "Bana bir kağıt getirin de size öyle bir şey yazayım ki benden sonra asla sapıtmayasınız." buyurdu. Ama onlar tartışarak bağrıştılar; Resulullah'ın huzurun da saygısızlık yapıp kavga ettiler ve; "Peygamber sayıklıyor." dediler. Resulullah da; "Dışarı çıkın! Beni
-----------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1330, h. 1706. 2- Sahih-i Buhari, c. 8, 196.
Buhari ve Müslim Hakkında /435
yalnız bırakın!" Zira benim bulunduğum bu durum, sizin beni davet ettiğiniz şeyden daha hayırlıdır." buyurdu. Resulullah vefatına yakın şu üç vasiyette bulundu: "Müşrikleri Arap Yarımadası'ndan çıkarın. Ben elçilere hediye verdiğim gibi siz de onlara hediye verin. Üçüncü vasiyetini ise unuttum.
Evet! İşte Perşembe gününün musibeti! Bu olayda başrolü oynayan da Ömer'dir. O, açıkça Resulullah'a karşı çıkmış, yazılması gerekenleri yazmasını engellemiş ve çok çirkin bir cümle kullanıp, Kur'an'ın buyruğunun aksine, "Peygamber sayıklıyor." demiştir. Buhari ve Müslim de o cümleyi değiştirmeden naklederken Ömer'in adını vermeyerek, sözün kime ait olduğunun bilinmesini istememişler.
Ama Ömer'in adını verdikleri zaman o çirkin cümlede bazı değişikler yaparak, halifenin içyüzünün ortaya çıkmasına ve her zaman olduğu gibi ölüm döşeğinde de Resulullah'a itiraz ettiğinin anlaşılmasına engel olmaya çalışıyorlar. Çünkü Buhari ve Müslim gibileri, Müslümanların sırf bu cümleden dolayı halifenin aleyhinde isyan edecekleri ve sevgisini gönüllerinden söküp atacaklarını bildikleri için tahrife başvuruyorlar. Dolayısıyla "sayıklıyor" kelimesini değiştirerek yerine "ağrıları ona galip geldi" cümlesini koyuyorlar. Böylece kullanılan o çirkin kelimeyi atarak bu defa aynı olayı şu şekilde anlatıyorlar:
"İbn-i Abbas der ki: "Resulullah ölüm yatağında olduğu sırada bazıları onun huzurun da oturmuşlardı. Ömer de oradaydı. Resulullah (s.a.a.); "Gelin size bir şey yazayım ki
----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 85; Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1257, h. 1637.
benden sonra asla sapıtmayasınız." buyurdu. O sırada Ömer; "Peygamber'e ağrıları galip geldi! Kur'an sizin aranızdadır! Allah'ın Kitabı bize yeter!" dedi. Orada olanlar tartışmaya başladılar. Bazıları; "Kalem kağıt getirin de Peygamber yazacağını yazsın da bundan sonra sapıtmayın." diyordu. Bazıları ise, Ömer'in dediklerini tekrarlıyorlardı. Tartışma ve ihtilaf çoğalınca Resulullah; "Kalkın gidin." buyurdu." Abdullah bin Mes'ud, İbn-i Abbas'ın her zaman şöyle dediğini nakleder: "En büyük musibet, en büyük bela Resulullah'ın vasiyetini yazması engellendiği zaman meydana geldi!"1
Tabii ki Müslim, bu işi üstadı Buhari'den öğrenmiştir. Onun için biz Buhari'ye diyoruz ki: Her ne kadar cümleleri düzeltmeye ve gerçekleri gizlemeye çalışsan bile, naklettiğin miktar dahi sana ve efendin Ömer'e hücceti tamamlamak için yeterlidir! Çünkü "sayıklıyor" ile "ağrıları ona galip geldi" iki tabir ise de, ama aynı sonucu ifade etmektedirler. Hatta bugün bile aynı tabir kullanılmakta ve "Zavallının ateşi galip gelmiş de sayıklıyor." denilmektedir. Özellikle de ondan sonra, "Kur'an sizin aranızdadır! Allah'ın Kitabı bize yeter!" demesi, bu hususta hiçbir şüpheye yer bırakmamaktadır. Bu sözün anlamı şudur: "Peygamber' in işi bitmiştir ve onun varlığı ile yokluğu arasında hiçbir fark yoktur." Allah'a sığınırız!
Ben açıkça diyorum ki: Vicdanlı bir araştırmacı, saf zihniyle sadece bu olayı düşünecek olursa, kesinlikle ümmeti hidayetten mahrum bırakan ve sapıklığa düşmesine
------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. c. 6, s. 11 - 12; Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1259, h. 1637.
Buhari ve Müslim Hakkında / 437
neden olan halifeye kızar.
Niçin hakkı söylemekten korkalım ki?! Biz bu sözlerimizle Resulullah'ı, Kur'an'ı ve İslam hükümlerini savunmuyor muyuz?! Yüce Allah buyuruyor ki: "İnsanlardan korkmayın ve benden korkun. Ayetlerimi az bir değere satmayın. Allah'ın nazil ettiği ile hükmetmeyenler, kafirlerin ta kendileridirler."1
Peki neden bu nur ve ilim çağında bazı alimler hala bütün güçleriyle hiçbir ilmi değeri olmayan yorumlarıyla gerçekleri gizlemeye çalışıyorlar?
Gelin de birlikte günümüz alimlerinden Muhammed Fuat Abdulbaki'nin, el-Lü'lüü ve'I-Mercan adlı kitaba yazdığı şerhinde Perşembe günü musibetini nasıl yorumladığına bakalım! O diyor ki:
"Resulullah; "Bana kağıt kalem getirin." demekle herhalde Ebu Bekir' in hilafeti hakkında bir şeyler yazmak istiyordu. Ama halkın tartıştığını görünce ağrıları çoğaldı ve bu işten vazgeçerek onu kendi yerine cemaat İmamı tayin etmekle yetindi."
"Sayıklıyor" kelimesinin manasına gelince de diyor ki: "İbn-i Battal, "sayıklama"nın "aklın baştan gitmesi" olduğunu sanıyor. İbn'ut-Tin ise bunun "saçmalamak" olduğunu zanneder. Bu ise Resulullah'ın yüce makamına yakışmaz. Belki de rivayetin orijinalinde geçen "hecere" burada "sayıklıyor" anlamında değil de "Resulullah sizin aranızdan ayrılıyor ve gidiyor" anlamındadır. İbn-i Esir ise şöyle diyor: "Bu bir soru cümlesidir, ne var ki soru edatı zikredilmemiştir. Yani şöyle denmek istenmiştir: "Resulullah
------------------------------
1- Maide Süresi /44.
ağrılarının şiddetlenmesi yüzünden aklını oynatarak Sözünü mü değiştirdi?"1
Bu yorum, diğer yorumlardan daha uygundur. Çünkü eğer bu cümlenin soru anlamında değil de haber anlamında olduğunu söylersek, o zaman Resulullah'a sayıklamak gibi çok kötü bir şey nispet verilmiş olur. Özellikle de bu sözü Ömer söylemiştir ve onun böyle bir şey söylemesi düşünülemez.
Evet, Muhammed Fuat Abdulbaki böyle demektedir. Biz onun cevabında diyoruz ki:
Muhterem alim! Kur'an'ın da belirttiği gibi, bir şeyi tahmin ve zannetmekle asla hakka ulaşılmaz. Özellikle de bu çirkin sözü söyleyenin Ömer olduğunu biliyorsunuz. Peki Resulullah'ın o kağıda Ebu Bekir'in hilafetini yazacağını size kim ilham etti? Eğer böyle bir şey yazacak olsaydı, Ömer hiç itiraz eder miydi?!
Ömer'in kendisi Ebu Bekir'in hilafetinin temellerini atmadı mı?! Halkı zorla ve tehditle hilafeti kabullenmeye zorlamadı mı?! Hatta bu uğurda Hz. Fatıma'nın evini de yakmakla tehdit etmedi mi?! Öyleyse niye Ömer buna itiraz etsin ki?' Acaba senden başka diğer bir muhterem alim böyle bir iddiada bulundu mu?!
Geçmişte ve günümüzde alimler arasında meşhur olan şudur:
Hz. Ali, Resulullah (s.a.a.) tarafından halife adayı olarak gösterilmişti. Nassın varlığını kabul etmeyenler dahi bu kadarını kabul ederler. Bu hususta Buhari'nin, Sahih'inin "Vasiyetler Kitabı"nda kaydettiği şu rivayet bile yeter:
"Aişe'nin yanında Ali'nin, Resulullah'ın vasisi olduğu söylendi. Bunun üzerine Aişe dedi ki: "Resulullah ne zaman onu kendisine vasi etti ki?! Oysa ben, Resulullah'ın
-------------------------------
1- el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 5, s. 246.
Buhari ve Müslim Hakkında / 439
başını göğsüme dayamıştım! Resulullah bir leğen getirmelerini emretti. Sonra benim kucağımda can verdi. Öyle ki ben onun öldüğünü anlamadım. Peki ne zaman ona vasiyet etti?"
Buhari bu hadisi nakleder. Çünkü orada Aişe, Hz. Ali'nin vasiliğini inkar etmektedir ve bu, Buhari'nin oldukça hoşuna gitmektedir. Ama biz diyoruz ki: Hz. Ali'nin Resulullah'ın vasisi olduğuna dair Aişe'nin yanında şahitlik edenler doğru söylüyorlar. Zira Aişe onları tekzip etmemiş, sadece inkar etmek için vasiyetin ne zaman edildiğini sormuştur. Biz burada diyoruz ki: Resulullah, bazı değerli sahabilerin huzurun da ve Aişe'nin gıyabında ona vasiyet etmiştir. Şüphesiz, ashap da vasiyetin ne zaman edildiğini Aişe'ye söylemişlerdir; ama zamanın otoritesi bunun kaydedilmesine engel olmuştur. Tıpkı üçüncü vasiyetin unuttu- rulması gibi...
Kaldı ki, Ömer'in kendisi, Resulullah'ın (s.a.a.) vasiyetini yazmasına engel olduğunu açıkça itiraf ediyor. Çünkü yazılacak vasiyetin, Ali bin Ebi Talib'in hilafeti ile ilgili olduğunu biliyordu.
İbn-i Ebi'l-Hadid, Ömer bin Hattap ile Abdullah bin Abbas arasında geçen bir konuşmayı nakleder. Orada Ömer, İbn-i Abbas'a; "Ali'nin içinde hilafet konusunda bir şey kalmış mı?" diyor. İbn-i Abbas'ın "Evet!" demesi üzerine Ömer diyor ki: "Resulullah da hastalığında açıkça onun adını ilan edecekti. Ama ben
-------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 3.
İslam'ı korumak için uyanık davranıp bunu engelledim."1
Peki ey kardeşim! Neden gerçeklerden kaçıyorsunuz?! Artık bugün Ümeyye Oğulları ve Abbas Oğullarının karanlık dönemi bitmiştir. Niçin o karanlıkları daha da karartıyorsunuz?! Niçin perdeleri kaldırıp hakikate ulaşmıyorsunuz?! Eğer vereceğiniz cevapta samimi iseniz, Allah'tan sizi hidayet etmesini ve basiret gözünüzü açmasını diliyorum!
6- Buhari, çoğu zaman Resulullah'ın hadislerine eklemeler yaptığı, azalttığı, tahrif ettiği gibi, meşhur tarihi bir olayda Hz. Ali'nin Ebu Bekir'e mutlak üstünlüğünün ispatlandığını görünce, olayı olduğu gibi kenara koymuş ve asla değinmemiştir.
Oysa Ehl-i Sünnet'in büyük alimlerinden bir çokları Sahih ve Müsnedlerinde -Mesela; Tirmizi, Sahih'inde 2 Hakim, Müstedrek'inde3 Taberi, Tefsir'inde4 Celaleddin Suyuti, ed-Dürr 'ül-Mensur adlı tefsirinde5 İbn-i Esir, Tarih'inde 6 Muttaki Hindi, Kenz'ül-Ummal'da 7 Belazuri, Ensab'ul-Eşrafta 8 Zemahşeri, Keşşaf adlı tefsirinde 9 ve diğer bir çokları kendi eserlerinde şöyle yazarlar:
-----------------------------
1- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Be1ağa, c. 12, s. 20 - 21. 2- Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 275, h. 3090 ve 3091.
3- Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 52.
4- Tefsir-i Taberi, c. 10, s. 44.
5- ed-Dürr'ü1-Mensur, c. 4, s. 122.
6- Tarih-i İbn-i Esir, c.2, s. 291.
7- Kenz'ül-Umma1, c. 2, s. 417, h. 4389.
8- Ensab'ul-Eşraf, c. 2, s. 155.
9- Zemahşeri, Tefsir, c. 2, s. 243.
Buhari ve Müslim Hakkında / 441
"Resulullah (s. a. a.), Tevbe Suresinin ilk ayetlerini (Mekke müşriklerine) tebliğ etmesi için Ebu Bekir'i gönderdi. Ardından Hz.Ali 'yi göndererek bu ayetleri onun tebliğ etmesi gerektiğini söyledi. Hz. Ali, Zilhicce'nin sekiz, dokuz ve onuncu günleri (Eyyam-ı Teşrik) halkın arasına gidip Tevbe Suresinin ilk ayetlerini okuyarak şöyle dedi:
"Bu yıldan sonra hiçbir müşrikin haccetmeye hakkı yoktur. Hiçbir kimse çıplak olarak Kâbe'nin etrafında tavaf etmeyecektir." Ebu Bekir geri dönerek; "Ya Resulallah! Benim hakkımda ayet mi nazil oldu?" diye sordu. Resulullah şöyle buyurdu: "Hayır! Ama Cebrail bana gelerek dedi ki: "Senin tarafından ancak kendin ya da senden olan birisi iletebilir."
Buhari, bu rivayeti Sahih'inin "Kur'an Tefsiri Kitabı"nda şöyle rivayet eder:
"Hamid bin Abdurrahman, Ebu Hureyre'den şöyle rivayet eder: "O yıl Ebu Bekir, beni de diğer tebliğcilerle birlikte hacca göndermişti. Biz, o yıldan sonra hiçbir müşrikin haccetme hakkı olmadığını ilan etmeliydik." Hamid bin Abdurrahman der ki: "Sonra Resulullah Ali'yi göndererek Beraat (Tevbe) Suresini ilan etmesini istedi." Ebu Hureyre dedi ki: "Ali, Kurban bayramı günü Mina'da bizimle birlikte Beraat'i ilan ederek dedi ki: "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik haccetmeyecek ve hiçbir kimse çıplak olarak Kâbe'yi tavaf etmeyecektir."1
Aziz okuyucular! Hadislerin ve olayların nasıl heva ve heveslere göre değiştirildiğini görüyor musunuz? Acaba Buhari'nin naklettiğiyle diğer Ehl-i Sünnet tarihçileri, hadisçileri ve müfessirlerinin nakli arasında bir benzerlik
------------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 81.
görüyor musunuz?
Buhari bu rivayette Ebu Bekir'i Resulullah'ın yerine koyuyor ve Ebu Bekir de Ebu Hureyre'yi ve diğerlerini Beraat' i ilan etmek için gönderiyor. Sonra Hamid bin Abdurrahman'ın sözü araya giriyor ve diyor ki:
"Resulullah da Ali'yi Beraat'i ilan etmek için gönderdi." Sonra tekrar Ebu Hureyre devreye giriyor: "Ali de bizimle birlikte Beraat'i ilan edip, bu yıldan sonra hiçbir müşrikin haccedemeyeceği ve hiçbir kimsenin çıplak olarak Kabe'yi tavaf edemeyeceğini bildirdi."
İşte Buhari, bu üslupla Ali bin Ebi Talib'in faziletlerini gizliyor ve Cebrail'in Allah tarafından nazil olup Ebu Bekir'i azlederek Ali'yi onun yerine göndermesi gerektiğini bildirmesini açıklamıyor. Çünkü Ebu Bekir'in ilahı vahiyle azledilip yerine Ali'nin tayin edilmesi, Buhari'nin çok ağrına gitmiş ve bu yüzden onu böylece tahrif etmiştir.
Bir araştırmacı, bu tahrif ve hıyaneti nasıl anlamaz? Ebu Hureyre diyor ki: "Ebu Bekir, o yıl Beraat'i ilan etmek için beni diğer bazılarıyla birlikte hacca göndermişti..." Acaba Ebu Bekir Resulullah'ın zamanında işleri yürütmek için görev mi almıştı?! Nasıl oluyor da bu iş için görevlendirilen şahıs, kendi yerine ashaptan bazılarını gönderebiliyor?!
Bakın Buhari nasıl da gerçekleri altüst ediyor! Resulullah (s.a.a.) tarafından bu önemli iş için gönderilen tek salahiyetli kişi (Hz. Ali) gönderilen adamlardan biri olarak tanıtılıyor. Ayrıca, Ebu Bekir'in azledilip geri dönüşüne (ve bazı rivayetlere göre de ağlamasına) hiç değinmiyor! Resulullah'ın şu sözüne de hiç ilgi göstermiyor: "Cebrail gelerek bana dedi ki: "Bu işi ancak sen ya da senden olan birisi yapabilir."
Buhari ve Müslim Hakkında / 443
Evet! Buhari, bütün bunları görmezlikten gelmekte haklıdır! Çünkü bu bir iftihar madalyasıdır ki, Resulullah onu ancak amcası oğlu, halifesi ve vasisine layık görmüştür. Hadiste belirtildiği gibi, bu madalya hem de Cebrail-i Emin vasıtasıyla Alemlerin Rabbi tarafından ona verilmiştir. Öyleyse artık Buhari gibi yorumcular bu iftihar konusunda; "Muhammed de bir beşerdir, o da hata yapabilir." diyemeyecekler. Dolayısıyla, Buhari bu rivayeti tamamen değiştirmelidir!
Aynı belayı diğer birçok rivayetin başına getiren Buhari, Sahih'inin "Sulh Kitabı"nda1 Resulullah'ın Hz.Ali'ye buyurduğu, "Sen bendensin ve ben de sendenim." hadisini Ali, Cafer ve Zeyd'in, Hamza'nın kızını istediklerinde söylediğini yazar. Ama İbn-i Mace, Tirmizi, Nesei, Ahmed bin Hanbel ve Kenz'ül-Ummal'ın yazarı, bu hadisi Veda haccı hutbesinde naklederler: "Resulullah Veda haccında şöyle buyurmuştu: "Ali bendendir, ben de Ali'denim. Benim görevlerimi sadece ben ve Ali yapabiliriz."2 Ama böyle bir hadisi nakledecek Buhari nerede?!
7- Bunların dışında Müslim, Sahih'inin "İman Kitabı, Ali'yi ve Ensarı Sevmenin İmandan Olduğuna Dair Delil Babı"nda Hz. Ali'den şöyle nakleder: "Tohumları yaran ve insanı yaratan Allah'a andolsun ki, Ümmi Peygamber (s.a.a.) bana şunu bildirdi: "Beni müminden başkası
--------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 241 - 242.
2- Sünen-i İbn-i Mace, c. 1, s. 44; Tirmizi, el-Cami'us-Sağir, c. 5, s. 636, h. 3719; Hasais-i Nesei, s. 82, h. 71; Müsned-i Ahmed, c. 4, s. 165; Menakıb-ı Harezmi, s. 79; İbn-i Cevzi, Tezkiret'ul-Havas, s. 36; lbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muhrika, s. 120.
sevmez; münafıktan başkası da bana düşman olmaz."1
Bu hadisi Tirmizi, Sahih'inde;2 Nesei, Sünen'inde;3 Ahmed bin Hanbel, Müsned'i4 ve Fazail'us-Sahabe'sinde;5 İbn-i Mace, Sünen'inde;6 Ebu Ya'la, Müsned'inde;7 Yakubi Tarih-i Bağdad'ında;8 İbn-i Ebi Şeybe, Müsned'inde9 naklederler.
Ama Buhari, bunu kesinlikle gördüğü halde nakletmemiştir. Çünkü Müslim'in de kaydettiği senedi sahih olan bu rivayeti naklederse, ashabın çoğunun münafık olduğunun ortaya çıkacağından korkmuştur.
Evet! Asla heva ve hevesiyle konuşmayan ve sadece vahye dayanan Peygamberimizin bu sözüyle anlaşılıyor ki: Ali hak ile batılı, iman ile nifakı birbirinden ayırmaktadır. Çünkü Ali, Allah'ın en büyük ayeti ve bu ümmete olan en büyük hüccettidir. Allah, Resulullah'ın vefatından sonra onun vasıtasıyla Muhammed'in (s.a.a.) ümmetini imtihan etmiştir. Münafıklık, insanın kalbindeki gizli sıfatlardan biridir ki, onu ancak bütün gizlilikleri bilen Allah bilir. Ancak Yüce Allah, bu ümmete olan rahmet ve lütfu ile bunun için bir alamet belirtmiştir ki, helak olanlar, apaçık delilden sonra helak olsunlar; kurtulanlar da apaçık delille kurtulsunlar!
------------------------------
1- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 86, h. 78.
2- Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 643, h. 3736.
3- Sünen-i Nesei, c. 8, s. 116.
4- Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 84.
5- Ahmed bin Hanbel, Fazail'us-Sahabe, c. 2, s. 619, h. 1059. 6- Sünen-i İbn-i Mace, c. 1, s. 42, h. 114.
7- Müsned-i Ebu Ya'la, c. 1, s. 251, h. 291.
8- Tarih-i Bağdad, c. 14, s. 426.
9- Müsned-i İbn-i Ebi Şeybe, c. 12, s. 56, h. 12113.
Buhari ve Müslim Hakkında / 445
Bu yüzden ben şuna inanıyorum ki, Ehl-i Sünnet'in selefi, Buhari'nin bu konudaki kurnazlığının farkına varıp, kaydettiği hadislerin seçmiş olduğu mezhebiyle çelişmemesine özellikle dikkat ettiğini gördükleri için onu herkesten öne geçirmişler. Buna bir örnek daha verelim:
Buhari, Sahih'inin "Hediye ve Hediye Vermenin Faziletleri Kitabı"nda Ubeydullah bin Abdullah'tan Aişe'nin şöyle dediğini nakleder:
"Resulullah'ın hastalığı şiddetlenip de ağrıları ona galip gelince, hastalığını benim evimde geçirmek için diğer eşlerinden izin istedi ve bu izin ona verildi. Sonra iki kişi onu kollarından tutup kaldırdı. O durumda Resulullah'ın ayakları yere değiyordu. Onlardan biri Abbas idi, diğeri de bir başkasıydı." Ubeydullah der ki: "Bu olayı Abdullah bin Abbas'a anlattığımda; "Aişe'nin adını söylemediği o adamın kim olduğunu biliyor musun?" dedi. Ben; "Hayır!" dedim. Bunun üzerine İbn-i Abbas; "O, Ali bin Ebi Talip idi." dedi."1
Bu rivayeti İbn-i Sa'd, sahih sened ile Tabakat'ında; Halebi, es-Siret'ül-Halebiyye'de ve Sünen sahipleri Sünen'lerinde naklederler. Rivayetin sonunda şöyle geçer: "Aişe, Ali'yi hiç sevmezdi ve ondan nefret ederdi."2
Aişe'nin Hz.Ali'ye düşman olduğunu gösteren bu cümleyi Buhari nakletmemiştir. Ama biraz dikkat edilecek olursa, rivayet bu şekliyle bile yeterlidir. Aişe'nin, mevlası Emir'ül-Müminin Ali bin Ebi Talib'e olan aşırı düşmanlı-
----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 207.
2- et- Tabakat'ul-Kubra, c. 2, s. 231 - 232; es-Siret'ül-Halebiyye, c. 3, s. 457.
14
Zikir Ehline Sorun Zikir Ehline Sorun(Fes'elu Ehle'z Zikr)

ğını hangi tarihçi ve araştırmacı bilmez ki?!1 Aişe, düşmanlığının ne boyutta olduğunu, Hz. Ali'nin şehit olduğu haberini duyduğunda secde edip Allah'a şükrederek ortaya koymuştu. La havle ve la kuvvete illa bi'llah'il-Aliyy'il- Azim!
BUBARİ'NİN EBL-İ BEYT'İ YEREN RİVAYETLERDEN HOŞLANMASI!
Üzülerek belirtmeliyim ki Buhari, bir kere hakim gücün oluşturduğu "Hulefa Okulu"nu seçip tüm çabasını o okulu güçlendirmek yolunda sarfetmiştir. Daha doğrusu; bu okul, Buhari gibilerini seçerek sultasını güçlendirmek, görüşlerini yaymak ve temellerini sağlamlaştırmak yolunda onlardan yararlanmış, onları kullanmıştır.
Emeviler ve Abbasiler zamanında alimlerin, azcık bir dünya metaına ulaşmak için dinlerini satarak halifeleri desteklemekte adeta yarıştıklarını bilenler, bu sözümüzü daha iyi anlarlar. Allah Teala'nın da buyurduğu gibi, "Onlar, ahiretlerini dünyaları için sattılar.", "Onların ticareti ne de kötüdür!", "Onlar, kıyamet günü pişman olup hüsrana uğrayacaklardır."
Dün bugüne ne kadar da benziyor! Aynı üslup ve aynı siyaset bugün de devam ediyor. Birçok gerçek alim, evine kapatılıp ortalıkta görünmez olmuş ve halk onları tanıma-
------------------------
1- İbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muhrika, s. 107'de der ki: İki Arap Ömer'in yanına gelerek aralarında hakemlik yapmasını istediler. Ömer de Ali'den hüküm vermesini istedi. Onlardan biri dedi ki: "Bu mu hakemlik yapacak?" Ömer hemen sinirlenerek onun yakasından tutup dedi ki: "Yazıklar olsun sana! Biliyor musun bu kimdir? Bu senin ve bütün müminlerin mevlasıdır. Mevlası bu olmayan kimse, mümin değildir"
Buhari ve Müslim Hakkında / 447
maktadır. Alim görünüşlü birçok cahil ise, cemaat İmamlığı yapmakta ve kürsülere çıkarak Müslümanların alınyazısı ile oynamaktadır. Bunun sebebi ise hükümete yakın olmaları ve bozuk rejimlerin onayını almış olmalarıdır. Aksi halde Buhari'nin, Allah'ın her türlü pislikten temizleyip arındırdığı Ehl-i Beyt'e karşı beslediği düşmanlık nasıl yorumlanabilir? !
Veya bazıları kendi zamanında yaşamış olan Ehl-i Beyt İmamlarından hadis nakletmemeye özen göstermesi, naklederken de Kur'an ve sünnetle sabit olan masumluklarına gölge düşüren yalan ve uydurma rivayetleri nakletmesi nasıl açıklanabilir?! Bununla ilgili örnekleri inşallah birazdan getireceğiz.
Diğer taraftan Buhari, Ehl-i Beyt düşmanları olan nasibilere ve haricilere yönelerek onlardan rivayet nakleder. Muaviye'den, Amr bin As'tan, Ebu Hureyre'den, Mervan bin Hakem' den, Deccal diye tanınan Mukatil bin Süleyman'dan ve Hz. Ali'nin düşmanı olan İmran bin Hattan'dan rivayet nakleder. Oysa İmran haricilerin şairi olup şiirleriyle Hz. Ali'nin düşmanı ve katili olan İbn-i Mülcem'i methediyordu.
Aynı şekilde Buhari haricilerin, mürcie'nin, mücessime'nin ve zamanın hiç tanımadığı bazı cahillerin rivayetleriyle ihticac eder.
Ayrıca, Sahih'inde tahrif ve yalanla meşhur olan ravilerden bazı saçma ve çirkin rivayetler de nakleder. Örnek olarak Sahih'inin "Nikah Kitabı, Evlenilmesi Helal Veya Haram Olan Kadınlar Babı"nda, "Anneleriniz size haram kılındı..."1 ayeti hakkında bakınız ne diyor? Bu
------------------
1- Nisa Suresi /23.
babın sonunda, "Bunların dışındakiler size helal kılındı..."1 ayeti hakkında der ki: "İkrime, ibn-i Abbas'tan şöyle nakleder:
"Eğer birisi baldızı ile zina ederse karısı ona haram olmaz." Daha sonra Yahya Kindi, Şa'bi ve Ebu Cafer'den öyle çirkin bir söz nakleder2 ki Buhari'yi şerh eden şöyle der: "Alimlerin, kitaplarını böyle çirkin sözlerden ve kelimelerden korumaları daha uygun olur."3
Yine Buhari, Sahih'inin "Kur'an Tefsiri Kitabı"nda "Kadınlarınız sizin tarlanızdır... ,"4 ayetiyle ilgili olarak Nafı'den, İbn-i Ömer'in şöyle dediğini nakleder: "Kadınlara ... yaklaşın."5 Buhari'yi şerh eden der ki: "Bu cümledeki boş yere "arkadan" kelimesi gelmeliydi. Ama müellif bunu yadırgadığı için yerini boş koymuştur."6
Bir gün Paris Sorbon Üniversitesi'nde Peygamberimizin yüce ahlakı hakkında konuşuyordum ve Resulullah' a pey- gamber olmadan önce bile "Muhammed-i Emin" dendiğinden bahsediyordum. Bir saat süren konuşmamda Resulullah'ın insanların haklarını asla gaspetmediğini ve bazı batılıların iddiasının aksine, dini halka zorla kabul ettirme- diğini ispatladım. Konuşmamdan sonra soru ve cevaplar başladı ve oradakilerin Müslümanlar ve İslam tarihi ile ilgili bütün sorularını cevaplayarak galip geldim. O sırada Lüb- nanlı olduğunu tahmin ettiğim Hıristiyan bir Arap kurnazca bir soru sorarak az daha benim zaferimi ağır bir yenilgiye
-------------------------
1- Nisa Suresi /24.
2- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 13 - 14. 3- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 127, hamiş. 4- Bakara Suresi / 223.
5- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 35.
6- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 160, hamiş.
Buhari ve Müslim Hakkında / 449
çevirecekti.
Arapça'yı çok güzel konuşan bu doktor bana itiraz ederek dedi ki: "Sizin sözleriniz mübalağayla doludur. Özellikle Resulullah'ın masumluğu hakkındaki sözleriniz. Oysa, Müslümanlar ve hatta Muhammed'in kendisi bile bunu kabul etmez. O, birçok yerde normal bir İnsan olduğunu ve hata yapabileceğini söylemiştir. Müslümanlar da onun birçok hatalarını saymışlardır. Müslümanların muteber kitapları bunu itiraf ederler. Siz savaşlar konusuna tarih kitaplarına başvurarak onun gazvelerini okuyun. Peygamber hayatı boyunca hep savaşlar başlattı; vefatından sonra da Raşit Halifeler onun yolunu devam ettirdiler. Nihayet savaşarak Fransa'nın batısındaki "Poitier" kentine ulaştılar ve her yerde zorla ve kaba kuvvetle yeni dinlerini halka yüklediler."
Toplantıda bulunanlar alkışlarla onu desteklediler ve ben, Müslümanlar kitaplarında yazsalar bile doktorun söylediklerinin doğru olmadığını anlatarak onları ikna etmeye çalıştım. Ama salondakiler kahkaha atarak benimle alay ettiler.
Hıristiyan doktor yeniden söze başlayarak bu söylediklerini en güvenilir kitaplar olan Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim' den naklettiğini söyledi.
Ben de; "Sahih-i Buhari ile Sahih-i Müslim sadece Ehl-i Sünnet'e göre muteberdir; ama benim mensup olduğum Şia mektebine göre bunların hiçbir itibarı yoktur." cevabını verdim.
Bunun üzerine o şöyle dedi: "Bize göre Şia'nın görüşü önemli değildir. Çünkü Müslümanların çoğu onları tekfır
ederler. Ehl-i Sünnet Müslümanlar, Şia'nın on katı kadar olup Şiilere hiç değer vermezler." Sonra alaylı bir şekilde gülerek şöyle devam etti: "Eğer siz Müslümanlar kendi aranızda Peygamberinizin masum olduğu konusunda anlaşırsanız, işte o zaman bizi ikna edebilirsiniz."
Sonra tekrar bana dönerek; "Muhammed'in yüce ahlakı konusunda konuşma yaptığın için sana bir soru soracağım." dedi. "Muhammed elli dört yaşını geçtiği halde altı yaşını geçmeyen Aişe ile neden evlendiği konusunda burada bulunanları ikna edebilir misin?"
Tekrar gülüşmeler başladı ve benim cevabımı işitmek için herkes boynunu uzattı. Ben onları şöyle ikna etmeye çalıştım:
"Araplarda evlilik iki merhalede gerçekleşirdi. Birinci merhalede sadece evlilik akdi okunur, daha sonra düğün yapılırdı. Aişe altı yaşındayken sadece akdi Hz. Muhammed' e okundu; dokuz yaşını doldurup büluğa erinceye kadar da babasının evindeydi. Eğer Buhari'yi kabul ediyorsanız, Buhari bunu söylemektedir. Ama ben şahsen bu rivayetin doğrulundan şüpheleniyorum. Çünkü, o zamanda nüfus dairesi yoktu; doğum ve ölüm tarihleri tam olarak kaydedilmiyordu. Bu rivayetin sahih olduğunu kabul etsek dahi, demek ki Aişe dokuz yaşında büluğa ermiştir ve ( bunun hiçbir sakıncası yoktur. Bugün de dokuz on yaşlarında ergenlik çağına eren kızlar vardır. Dolayısıyla Aişe, büluğa erip adet gördükten sonra Resulullah onunla evlenmiştir. İslam'da, Fransa'da olduğu gibi büluğ yaşı 18 değildir. Kızların hayız görmesi ve erkeklerden meni gelmesi büluğ alametidir. Hepimiz biliyoruz ki bazı erkekler- den on yaşında dahi meni gelebilir; bazı kızlar da on yaşına varmadan adet görebilirler."
Buhari ve Müslim Hakkında / 451
Bu arada bir kadın ayağa kalkarak; "Bilimsel olarak sözlerinin doğruluğunu kabullensek dahi, öyle yaşı başı geçmiş bir adam böyle küçük bir kızla nasıl evlenebilir?!" dedi.
Ben ona cevaben; "Muhammed Allah'ın peygamberidir." dedim. "O, hiçbir işi ilahi emir olmadan yapmaz. Bu işte muhakkak benim gibi birinin bilmediği bir hikmet vardır. "
Hıristiyan doktor; "Ama bu, Müslümanların içinde bir adettir." dedi. "Çoğu kez babalar küçük kızlarını zorla yaşlı adamlarla evlendirirler ve maalesef bu adet bugün de devam etmektedir."
Fırsatı ganimet bilerek; "Bu yüzden ben Sünni mezhebini bırakarak Şii oldum." dedim. "Zira Şia' da, kadın istediği şahısla evlenme hakkına sahiptir ve kimse onu herhangi biriyle evlenmeye zorlayamaz."
Hıristiyan doktor; "Şimdi Şii - Sünni konusunu bir kenara bırakalım da Muhammed'in Aişe ile evliliğine dönelim!" dedi. Sonra toplantıdakilere dönerek alaylı sözlerle; "Muhammed elli yaşını aşmış bir peygamberdir." dedi. "Aişe ise evlilik hakkında hiçbir şey bilmeyen küçük bir kızdır. Buhari'nin kendisi de rivayet eder ki; Aişe, Resulullah'ın evinde oyuncaklarla oynardı.1 Bu da onun çocuk olduğunu gösterir. Peki, Peygamberinizin yüce ahlakı nerede kaldı?!"
Resulullah hakkında Buhari'nin hüccet olamayacağını söyleyerek tekrar onları ikna etmeye çalıştıysam da hiç
----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 179.
faydası olmadı. Çünkü Lübnanlı Hıristiyan istediği gibi halkın fikirleriyle oynamıştı. Biz birbirimizi anlayamıyorduk. Ben Buhari'de yazılanları kabullenmediğimi söylediğim halde, o bana karşı Buhari'yi delil gösteriyordu. Bu yüzden konuyu bitirmek zorunda kaldım."
Oradan çıkarken İslam'ın ve Hz. Muhammed'in (s.a.a.) aleyhine İslam düşmanlarının eline keskin bir kılıç veren Müslümanlara ve en başta Buhari'ye çok kızmıştım. Üzgün bir halde eve dönerek Buhari'nin sayfalarını karıştırarak Aişe'nin faziletlerini aramaya başladım. Sonra basiret gö- zümü açarak beni hidayet ettiği için Allah'a şükrettim. Aksi halde, Allah göstemesin, ben de Resulullah'ın kişiliği hak- kında şaşkın kalıp, şüpheye düşerdim.
O toplantıda söz konusu edilen bazı rivayetleri burada naklederek, eleştirenlerin bize iftira atmadığını, aksine bunları Sahihlerden aldıklarını belirtmek istiyorum.
Buhari, Sahih'inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, Resulullah'ın Aişe İle Evlenmesi Babı"nda Aişe'den şöyle nakleder: "Resulullah benimle evlendiğinde altı yaşındaydım. Sonra Medine'ye gelerek Beni'l-Hars bin Hazrec'in evine yerleştik. Ben öyle hastalandım ki saçımın ön kısmı döküldü. Ben arkadaşlarımla oynarken annem Ümmü Ruman gelerek beni çağırdı. Beni ne için çağırdığını bilmiyordum. Annem, elimden tutarak beni kapıya kadar götürdü. Ben nefes nefese kalmıştım. Biraz sakinleştiğimde yüzümü yıkayarak beni odaya götürdü. Odada Ensar'dan bazı kadınlar da vardı. Onlar; "Hayırlı ve bereketli olur inşallah!" dediler. Sonra annem beni onlara teslim etti.
Buhari ve Müslim Hakkında /453
Onlar beni bezeyerek öğlen olmadan Resulullah'a teslim ettiler. Ben o zaman dokuz yaşındaydım." 1
Ben bunun gibi rivayetler hakkında hiçbir açıklama yapmadan yorumu siz aziz okuyuculara bırakıyorum.
Yine Buhari, Sahih'inin "Edep Kitabı"nda Aişe'den şöyle nakleder: "Ben Resulullah'ın huzurunda oyuncak bebeklerle oynardım; benimle oynayan arkadaşlarım da vardı. Resulullah içeri girdiğinde onlar utanırlardı, ama Resulullah onlara iyi davranır, onları benimle oynamaya teşvik ederdi; onlar da benimle oyuna devam ederlerdi."2
Aziz okuyucular! İnsafla konuşacak olursak, Buhari' deki bu rivayetleri okuduktan sonra, batılı eleştirmenlere söyleyebileceğimiz bir sözümüz kalır mı?!
Allah aşkına bana söyleyin! Aişe'nin Resulullah'a söylediği, "Görüyorum Rabbin, nefsinin isteklerini hemen yerine getiriyor!"3 sözünü okuduğunuz zaman, Resulullah'ın temizliğinden şüphelenen böyle bir kadına karşı kalbinizde zerre kadar saygı kalır mı?! Acaba bu, onun aklının, rüşdünün eksik olduğunu göstermiyor mu?!
Buhari'de, "Resulullah'ın nefsani isteklerinin hemen yerine getirildiği" veya "bir saatte on bir karısıyla yattığını ve o otuz erkeğin gücüne sahip olduğu" kaydedildikten sonra, İslam düşmanlarının, Resulullah'ın haşa- kadın düşkünü olduğu yönündeki iddialarına nasıl cevap verebiliriz?!
Evet! Bu konuda asıl suçlu, bu saçmalıkları o kitaplarda
-----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 70 - 71. 2- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 37.
3- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 147.
okuyup da onaylayan ve o kitapları Kur'an gibi muteber kabul eden Müslümanlardır. Fakat gerçek şu ki, Müslümanlar özgür seçimleriyle bu yolu seçmiş değiller. Bilakis başlarındaki otoriteler, onları bu yöne yönlendirmiş ve bu kitapları onlara kabul ettirmişler.
Şimdi gelin de Buhari'nin Ehl-i Beyt'e attığı iftiralara birlikte göz atalım:
Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı" nda Ali bin Hüseyin'den, babası Hüseyin bin Ali'nin, babası Ali bin Ebi Talip'ten şöyle naklettiğini kaydeder:
"Bedir ganimetlerinden benim hakkıma bir deve düşmüştü. Resulullah da o gün Allah'ın kendisine geri döndürdüğü humustan bana bir deve vermişti. Ben Peygamber'in (s.a.a.) kızı Fatıma'yı (s.a.) evime getirmek istediğimde, Kaynuka Oğullarından bir kuyumcuyla, gidip biraz izhır (güzel kokulu bir bitki) getirmeyi kararlaştırdık. Onu getirip kuyumculara satmak ve parasıyla düğün yemeği masraflarının bir miktarını karşılamak istiyordum. Ben iki devemin semerleri, hararları ve iplerini toplamakla meşkuldüm. Develerimi de Ensar'dan birinin evinin yakınlarına bağlamıştım. Geri döndüğümde develerin hörgüçlerinin kesildiğini, böğürlerinin yarıldığını ve ciğerlerinin çıkarılıp götürüldüğünü gördüm! Gözlerimin gördüğüne inanamıyordum! "Kim bu işi yaptı?" diye sorunca dediler ki: "Hamza bin Abdulmuttalib yaptı! O şimdi Ensar' dan bir grupla birlikte şu evde oturmuş, şarap içiyor. Orada şarkı söyleyen bir cariye de var. O, söylediği şarkılarıyla Hamza'yı bu işe teşvik etti. Hamza da hemen kılıcını alarak develerin başına bu belayı getirdi." Ben hemen Resulullah'ın yanına koştum. Zeyd bin Harise de oradaydı. Resul-i Ekrem halimi görün-
Buhari ve Müslim Hakkında / 455
ce; "Sana ne oldu?" diye sordu. "Ya Resulallah!" dedim. "Hiç böyle bir gün görmemiştim. Hamza benim iki deveme saldırarak onları parçalayıp ciğerlerini çıkarmış. Şimdi de şarap içenlerle birlikte aynı evde oturmuş, şarap içiyor." Resulullah abasını sırtına atarak yola çıktı; ben ve Zeyd de peşinden gidip o eve vardık. Resulullah içeri girmek için izin istedi. İzin verdiklerinde içeri girer girmez Hamza'yı kınamaya başladı. Sarhoşluktan gözleri kızarmış olan Hamza Resulullah' a şöyle bir baktı; sonra dizlerine baktı; sonra tekrar Resulullah'a bakarak dedi ki: "Siz benim babamın köleleri değil misiniz?" Resulullah onun sarhoş olduğunu anlayınca arkasını dönerek evden çıktı; biz de onunla beraber çıkıp gittik." 1
Aziz okuyucular! Baştan sona yalan, suçlama ve iftira dolu olan bu rivayetin Seyyid'üş-Şüheda Hamza'ya nasıl hakaret ettiğini görüyor musunuz?! Bunun sebebi şudur: Hamza Ehl-i Beyt'in iftiharıydı. Hz. Ali (a.s.) şiirlerinde onu över ve, "Seyyid'üş-Şüheda (Şehitlerin Efendisi) Hamza benim amcamdır." diyerek onunla övünürdü. Resulullah da onunla övünürdü. Hamza şehit olduğu zaman çok üzülmüş, ona ağlamış ve "Seyyid'üş-Şüheda" lakabını ona vermişti.
Zayıf Müslümanlar gizlice ibadet ederlerken Allah Hamza'nın vücuduyla İslam'a izzet bağışladı. O, Kureyş'in karşısında tavrını açıkça kardeşinin oğlundan yana koyarak eşsiz bir cesaretle Müslüman olduğunu ilan etti.
Hamza, Resulullah'tan önce hicret ederek Resulullah'ın Medine'ye girmesinin hazırlıklarını yaptı. Hamza ile kardeşinin oğlu Ali, Bedir ve Uhud kahramanlarıdır. Buhari'nin
---------------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 105 - 106.
kendisi Sahih'inin "Kur'an Tefsiri Kitabı"nda Hz. Ali'den şöyle nakleder: "Kıyamet günü Rabbinin huzurunda, düşmanlarının aleyhinde dava açacak olan ilk kişi benim." Kays der ki: "Bu iki grup, Rableri hakkında çekişen iki düşmandırlar.'1 ayeti Bedir'de birbirleriyle çarpışan Ali, Hamza ve Ubeyde ile Şeybe bin Rabia, Dtbe bin Rabia ve Velid bin Utbe hakkında nazil olmuştur."2
Evet! Ehl-i Beyt'in iftiharı olan Hamza hakkında bu gibi karalamaları nakletmek Buhari'nin hoşuna gidiyor! Bu rivayeti uyduranların zinciri ise uzayıp gidiyor. Buhari bu uydurma rivayeti Abdan'dan, o da Abdullah'tan, o da Yunus'tan, o da Ahmed bin Salih'ten, o da Anbese'den, Yunus'tan, o da Zühri'den, Zühri de İmam Ali bin Hüseyin'den nakleder.3 Yani Buhari'yle İmam Zeynelabidin (a.s.) arasında yedi vasıta vardır. Şimdi size soruyorum:
Acaba "ibadet Edenlerin Ziyneti", "Secde Edenlerin Efendisi" lakaplarını alan İmam Ali bin Hüseyin'e (a.s.) böyle yalan ve iftiraları rivayet etmek yakışır mı?! Acaba Resulullah tarafından "Seyyid'üş-Şüheda" lakabına layık görülen Hz. Hamza, Müslüman olup hicret ettikten sonra, hem de şehadetinden birkaç gün önce şarap içebilir mi?! Acaba Seyyid'üş-Şüheda'ya, şarkı söyleyen, kötü işler yapan bir cariyesinin olduğunu yakıştırabilir misiniz?! Acaba Seyyid'üş-Şüheda, kesilmemiş hayvanın etini yer mi?! Acaba Seyyid'üş-Şüheda, develerin böğürlerini yararak ciğerlerini çıkarıp yer mi?!
----------------------------
l - Hacc Suresi / 19.
2- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 123 - 124. 3- Sahih-i Buhari, c. 5, s. ıo5.
Buhari ve Müslim Hakkında / 457
Acaba Resulullah şarap içilen, günah işlenen bir eve girmek için izin ister mi?! Resulullah'ın böyle bir yere girmesi mümkün müdür?!
Acaba Şehitlerin Efendisi Hamza'nın, gözlerinin şarap içmekten kızarmış olması ve Resulullah'a, babasının kölesi olduğunu söyleyerek sövmesi mümkün müdür?!
Acaba Resulullah'ın (s.a.a.), Hamza'yı böyle bir durum- da görmesine rağmen en azından onu kınayıp azarlamaclan arkasını dönüp gitmesi mümkün müdür?! Hani o Allah için gazaplanırdı?!
Benim hiç kuşkum yok ki, eğer bu rivayette Hamza'nın yerine Ebu Bekir, Ömer, Osman veya Muaviye'nin adı geçseydi, Buhari kesinlikle onu nakletmezdi. Nakletseydi de kesinlikle onu değiştirir veya eksiltirdi. Ama elden ne gelir ki?! Buhari, bir kere Ehl-i Beyt'i sevmiyor. Çünkü Ehl-i Beyt, " Hulefa Okulu"nu kabullenmemiş ve bu yüz- den de hepsi Kerbela faciasında katledilmişlerdi. Onlardan yalnız Ali bin Hüseyin (a.s.) kurtulmuştu. Buhari, mezkur rivayeti, işte bu Ali bin Hüseyin'in dilinden nakletmektedir!
Ehl-i Beyt'in fıkhı, ilimIeri, ahlakı, zühdü ve faziletleri Şiilerden önce Sünni kitaplarını doldurduğu halde neden Buhari onlardan hiçbir şey nakletmiyor acaba?!
Şimdi de Buhari'nin, başta Ali bin Ebi Talip (a.s.) olmak üzere Ehl-i Beyt'i kötüleyen diğer bir rivayetini okuyalım. Ehl-i Beyt düşmanları, Ali bin Ebi Talip'te hiçbir eksiklik bulamayınca, bir rivayet uydurarak onu -haşa- namazı hafife almakla suçladılar.
Buhari, Sahih'inin "Güneş Tutulması Kitabı"nda Ebu'l:-
Yeman'dan, o da Şuayb'dan, o da Zühri'den Ali bin Hüseyin'den, o da Hüseyin bin Ali'den Ali bin Ebi Talib'in şöyle dediğini nakleder: "Resulullah bir gece benim ve kızı Fatıma'nın (s.a.) kapısını çalarak, "Namaz kılmıyor musunuz?" dedi. Ben dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü! Canımız Allah'ın elindedir; eğer Allah isterse namaz kılarız, istemezse kılmayız." Ben böyle söyleyince Resulullah bir şey söylemeden gitti. Sonra elini dizine döverek; "İnsan ne kadar da cedelcidir!"1 dediğini duydum."2
Hayır! Ey gafıl Buhari! Ali bin Ebi Talip öyle birisidir ki, tarihçiler onun hakkında şöyle yazarlar: "O, Sıffın savaşında köpeklerin hırladığı gecede dahi, ok yağmurunun altında seccadesini serip gece namazını kılardı. Okların sağına ve soluna düşmesine aldırmadan gece namazını kılmaya devam ederdi."
Ey Buhari! Sen, insanlara kaza ve kaderi öğreten ve insanı kendi amellerinden sorumlu tutan Ali bin Ebi Talib'i "cebirci" olarak mı tanıtacaksın?! Resulullah'ın (s.a.a.) karşısına çıkıp; "Bizim canımız Allah'ın elindedir. O isterse namaz kılarız, istemezse namaz kılmayız." diyerek "cebr"i savunduğunu mu söylemek istiyorsun?!
Ey Buhari! Ali bin Ebi Talip öyle birisidir ki, onu sevmek iman, ona düşman olmak nifaktır. Şimdi sen, onun cedelci olduğunu mu söylüyorsun?! Allah'a andolsun ki, senin bu yalanını Hz. Ali'nin katili İbn-i Mülcem ve hatta halkı Hz. Ali'ye lanet okumaya zorlayan Muaviye dahi kabul etmezdi! Bu çok gülünç ve çirkin bir yalandır. Ama
--------------------------------------
1-Kehf Suresi /54.
2- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 62.
Buhari ve Müslim Hakkında / 459
sen bu yalandan istifade ederek Ehl-i Beyt'e düşman olan halifeleri ve hakimleri sevindirdin! Bu yüzden de onlar, dünyada senin makamını yücelttiler. Ama sen, bu tutumunla kesinlikle Rabbini gazaplandırdın! Çünkü sen müminlerin emiri, vasilerin efendisi, cennet ile cehennemi taksim eden ve kıyamet günü herkesi yüzünden tanıyarakl cehennemliklere; "Siz cehenneme!", cennetliklere de; "Siz de cennete!" diyecek olan Hz. Ali'ye hakaret ettin.2
Kıyamet günü de amel defterin, bu dünyadaki kitabın gibi böyle süslü püslü olacak mı?!
Evet! Efendisi Ömer bin Hattab'ın su bulmayınca günlük farz namazı terk etmesi, "Ben namaz kılmam"3 demesi, hilafete ulaştıktan sonra aynı görüşte olması ve böylece Kur'an ve sünnete karşı çıkması Buhari'nin gücüne gitmiştir! Dolayısıyla, aramış taramış, sonunda hadis uyduran deccallardan, "Hz. Ali gece namazına kalkmıyordu" diye bir rivayet bulmuştur!
Kaldı ki, rivayetin doğru olduğunu farzetsek bile, Hz.Ali'ye hiçbir zararı olmaz. Çünkü rivayet, sünnet namazla ilgilidir. Eğer birisi onu kılarsa sevap kazanır, kılmazsa günah yazılmaz. Bunu, kesinlikle Ömer'in farz namazı kılmayıp terk etmesiyle mukayese edemeyiz.
Ancak bu, sırfbir varsayımdır ve söz konusu rivayet ke- sinlikle doğru olamaz, hatta onu Buhari nakletmiş olsa bile! Çünkü Buhari, sadece Ehl-i Sünnet'in yanında muteberdir.
---------------------------
1- Şevahid'ut-Tenzil, c. 1, s. 198.
2- İbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muhrika, s. 126. 3- Sünen-i Ebi Davud, c. i, s. 88.
Ehl-i Sünnet ise, Emeviler ve Abbasilerin siyaseti doğrultusunda gelişen "Hilafet Okulu"nu desteklerler. Bugün artık gün gibi açığa çıkmış olan bu gerçeği araştırmacılar çok iyi bilirler. Ehl-i Beyt ve Şiilerine karşı düşmanlık siyasetini izleyen yöneticilere uyan Ehl-i Sünnet ve Cemaat da, Ehl-i Beyt düşmanlarını sevip Ehl-i Beyt dostlarına düşman kesilmekle, farkında olmadan Ehl-i Beyt' e ve Şiilerine düşman oldular. Bu yüzden, Buhari'yi bugün olduğu seviyeye çıkardılar. Dolayısıyla, onların yanında Ehl-i Beyt'in ya da On İki İmam'ın hiçbir eserini göremiyoruz. Hatta, Musa'ya göre Harun nasıldıysa, Resulullah'a göre öyle olan veya Resulullah'a yakınlığı, Resulullah'ın Rabbine yakınlığı gibi olan, ilim şehrinin kapısı Hz. Ali'nin dahi, kayda değer bir eserini göremiyoruz.
Ehl-i Sünnet' e bu konuyla ilgili olarak şunu soruyoruz: Sizin, Buhari'yi diğer alimlerinizden daha üstün görmenizin sebebi nedir?
Bence bu sorunun tek cevabı şudur: Çünkü Buhari;
1- Sahabe, özellikle de Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Muaviye aleyhindeki rivayetleri değiştirmiştir. Bunu Muaviye ve ondan sonraki halifeler emretmişti.
2- Resulullah'ın (s.a.a.) masumluğuyla uyuşmayan ve onu hatalar işleyen normal bir insan gibi gösteren uydurma rivayetleri bolca nakletmiştir... Bunu asırlar boyu çoğu halifeler arzulamıştı.
3- Özellikle ilk üç halifenin Hz. Ali'ye üstün olduklarını gösteren rivayetleri bolca nakletmiştir... Muaviye -kendi zannınca- özellikle bu vesile ile Hz. Ali'nin adını tarihten
Buhari ve Müslim Hakkında / 461
silmek istiyordu.
4- Ehl-i Beyt'i yeren uydurma hadisleri nakletmiştir.
5- Kaza ve kader konusunda cebri onaylayan rivayetleri nakletmiştir... Emevi ve Abbasi halifeleri, ümmetin üzerindeki egemenliklerini koruyabilmek için bu inancı yayıyorlardı.
6- Halkı uyutmak için efsanelere benzeyen saçmalıkları rivayet etmiştir... Buhari'nin dönemindeki halifeler de bunu istiyorlardı. Örnek olarak şu rivayete dikkat ediniz:
Buhari, Sahih'inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, Cahiliye Günleri Babı"nda şöyle nakleder:
Amr bin Meymun der ki: "Cahiliye döneminde zina yapan bir maymunu recm eden (taşlayan) birçok maymun gördüm. Ben de onlarla birlikte o maymunu recm ettim."1
Biz Buhari'ye diyoruz ki: Belki de Allah Teala maymunlara acıdı da onları cennetten çıkardıktan sonra, cahiliye döneminde onlara farz kıldığı "recm" hükmünü kaldırarak İslam gelince zinayı onlara helal kıldı! Bu yüzden Resulullah'ın (s.a.a.) bi'setinden bu yana hiçbir Müslüman zina yapan bir maymunu taşladığını veya onun maymunlar tarafından taşlandığını gördüğünü iddia etmemiştir!
SON SÖZÜMÜZ
Buhari'de mevcut olan bu kadar hurafe ve saçmalıktan Sonra özgür araştırmacılar ve alimler hala susacak ve konuşmayacaklar mı?
-----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 56.
Bazıları şöyle sorabilir: Neden özellikle Buhari'ye bu kadar yükleniliyor? Halbuki diğer hadis kitaplarında onun kat kat fazlası saçmalıklar vardır?!
Bu söz doğrudur; ama biz özellikle Buhari'yi şu sebepten dolayı seçtik: Buhari, artık Ehl-i Sünnet'in yanında bir hadis kitabı olmaktan çıkmış ve içinde hiçbir batıl bulunmayan ve içindekilerin hepsi sahih olan kutsal bir kitap konumuna gelmiştir. Ona bu kutsallığı, özellikle Abbasiler döneminde İslam ümmetine hüküm süren sultanlar ve padişahlar kazandırdılar.
Diğer taraftan her zaman sultanların peşinde koşan kötü alimler de, makam ve servete ulaşmak için, "ihtilaf yarat, hüküm sür" siyasetinin piyonları olarak kimseye içtihat izni vermediler. Böylece Hicri ikinci asrın başlarında sultanlar tarafından içtihat kapısının kapatılmasıyla çoğunlukta olan Ehl-i Sünnet ile azınlıkta olan Ali Şiileri arasındaki ihtilafların halli yoluna gidilmesine engel oldular. Ehl-i Sünnet alimleri, bu siyasi oyuna gelerek Şiileri red ve tekfır ettiler; onlara olmadık iftiralar atarak aleyhlerinde binlerce kitap yazdılar. Bunun neticesinde binlerce suçsuz insan öldürüldü. Bu insanların tek suçu ise, Peygamber'in Ehl-i Beyt'inin velayetini kabul edip onlara uymak ve ümmetin boynuna zorla yüklenen hakimleri reddetmekti.
Maalesef, ilim ve özgürlükler çağı olarak adlandırılan günümüzde de aynı durum yaşanmaktadır. Bugün eğer bir alim taassup ve taklit zincirlerinden kurtularak, Şiilik kokusu gelen bir yazı yazarsa, kıyameti koparır ve olanca güçleriyle onu kınar ve tekfır ederler. Tek nedeni ise, onların alışık oldukları şeye karşı çıkmış olması! Ama eğer birisi Buhari'yi öven bir kitap yazarsa, onu büyük alim olarak
Buhari ve Müslim Hakkında /463
tanıtıp her taraftan ona övgüler yağdırırlar. Namaz ve oruçları da, onları bu dalkavukluk ve yağcılıktan engellemez.
Allah'ın kullarının çoğunun Sırat-ı Mustakim'den sapmasının sebebi nedir acaba?! Kur'an-ı Kerim'de Yüce ve Aziz Allah ile kovulmuş Şeytan arasında geçen konuşma, bu gizli sırrı ortaya çıkarmaktadır:
"(Allah) dedi ki: Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi?
(Şeytan) dedi ki: "Ben ondan daha hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan."
Dedi ki: Öyleyse çık cennetten! Bu senin kibrinin cezasıdır. Çık, sen hakir ve alçaksın!
Dedi ki: Beni kıyamete kadar yaşat.
Dedi ki: Sen kıyamete kadar yaşayacaksın.
Dedi ki: Beni azdırdığın için ben de senin kullarını doğru yoldan çıkaracağım. Sonra onlara önden, arkadan, sağdan ve soldan saldıracağım. Artık, onların çoğu sana şükretmeyecekler.
Dedi ki: Çık cennetten! Sen ve onlardan sana uyanlar kovulmuşsunuz ve cehennemi seninle ve onlarla dolduracağım."1 Bir başka yerde ise şöyle buyuruyor:
"Ey Adem oğulları! Şeytan, ananızı, babanızı cennetten çıkardığı ve avret yerlerini onlara göstermek için büründükleri elbiseyi sıyırıp üstlerinden attığı gibi,
---------------------------------------
1- A'raf Suresi / 12 - 18.
sakın sizi de bir derde uğratmasın. O ve ona mensup olanlar, sizin görmediğiniz yerlerden sizi kollar ve görürler. Şüphesiz biz şeytanları iman etmeyenlere dost ettik. Onlar kötü iş yapınca derler ki: Babalarımız da bu işi yaparlardı, öyle bulduk onları ve bunu bize Allah emretti. De ki: Allah kesinlikle kötülüğü emretmez. Allah'a bilmediğiniz şeyi mi isnat ediyorsunuz? De ki: Rabbim bana adaletle hareket etmemi emretti. Ve her secde yerinde, her namazda yüzünüzü kıbleye döndürün, dininizde halis olup ona bağlanarak kulluk edin.
Nasıl sizi O yarattıysa yine O'na döneceksiniz. Halkın bir bölümünü hidayet etti, bir bölümü ise sapıklığı hakketti. Onlar, Allah'ı bırakıp da şeytanı dost edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar. "1
Bu yüzden bütün Müslüman kardeşlerime diyorum ki: Şeytana lanet edin ve onun kalbinize ulaşmasına izin vermeyin. Gelin de Kur'an'ın ve doğru sünnetin emrettiği ilmi konuları tartışalım. Sadece sizin ve bizim yanımızda sahih olan şeyleri delil olarak getirelim. İhtilaf ettiğimiz şeyleri bir kenara bırakalım.
Resulullah (s.a.a.); "Benim ümmetim yanlış üzere toplanmaz." buyurmuyor mu?! Demek ki doğru ve hak olan, Şiilerle Sünnilerin toplanıp ittifak ettikleridir; batıl ise onların ihtilaf ettiği şeylerdir. Eğer sadece bu direği dikebilirsek sefa, samimiyet, dostluk, muhabbet, bereket ve Allah'ın yardımı yeri göğü dolduracaktır.
Artık beklemeye fırsat yoktur ve bunun zamanı gelmiştir. Hepimiz kitaplarımızın müjdelediği Hz. Mehdi'yi (a.s.) bekle-
-------------------------------
1- A'raf Suresi /27 - 30.
Buhari ve Müslim Hakkında /465
mekteyiz. Bu, bizim alınyazımızın aynı olduğunu göstermiyor mu?! Şiiler sizin kardeşlerinizdir; Ehl-i Beyt de onlara ait değildir. Hz. Muhammed (s.a.a.) ve Ehl-i Beyti (a.s.), bütün Müslümanların İmamlarıdırlar. Şii ve Sünni olarak Resulullah'ın (s.a.a.) şu hadisini ittifakla kabul ediyoruz:
"Size iki emanet bırakıyorum; onlara sarılırsanız asla sapıtmazsınız: Kur'an ve Ehl-i Beyt."1 Hz. Mehdi de Ehl-i Beyt'tendir. Bu da başka bir delil değil midir?!
Artık karanlıklar ve zulüm çağı geçmiştir. Allah'a andolsun ki, hiç kimse Resulullah'ın Ehl-i Beyti kadar zulüm görmemiştir. Minberlerde onlara lanetler okunmuş, Müslümanların gözleri önünde kendileri öldürülmüş, kadınları ve çocukları esir edilmiştir. Artık Resulullah'ın Ehl-i Beyt'ine yapılan zulümleri kaldırmanın ve ümmeti onların sıcak yuvasına geri döndürmenin zamanı gelmiştir. Onların yuvası rahmet ve sevgi ile doludur. Gelin onların şeref ve fazilet dolu ağacının altında gölgelenelim. Onlara Allah ve melekler salat ederler; Müslümanlara da onlara salat ve selam göndermeleri emredilmiştir. Tıpkı onları sevmeleri ve velayetlerini kabul etmeleri emredildiği gibi...
Ehl-i Beyt'in faziletlerini Müslümanlar inkar etmedikleri gibi şairler de asırlar boyu onları bu faziletleriyle övmüşlerdir. Örneğin; Ferazdak, Ehl-i Beyt hakkında der ki:
---------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. I, s. 39. Daha önce de açıkladığımız gibi bu hadis, "Kur'an ve sünnetim" diye geçen hadisle asla çelişmez. Çünkü Kur'an ve sünnet sessizdir ve onları birilerinin açıklaması gerekir. Resulu1lah da (s.a.a.) buyuruyor ki: "Bunların açıklayıcısı, Ehl-i Beyt'imdir" ve bütün Müslümanlar bilirler ki, Ehl-i Beyt, ilimde ve amelde herkesten üstündür.
Takva ehli sayılırsa, İmamları "onlar" denir
En iyiler aranırsa, başlarında onlar gelir
Onlara buğzetmek, hiç kuşkusuz küfürdür
Sevmelisin onları; bu Allah'ın emridir
Allah'ı andıktan sonra onları anmalısın
Onlarla başlamış bu din, onlarla bitecektir 1
Ünlü şair Ebu Firas, Ehl-i Beyt'i övdüğü ve Abbas Oğul- larım yerdiği kasidesinin bir bölümünde şöyle der:
Ey şarap müşterileri! Bunlar sizin iftiharlarınız değil
Bunlar din uğrunda kanlarını akıtanların iftiharlarıdır
Ne sorarsan, cevap verirler onlar
Amel yönünden de herkesten öndedirler
Gazaplanırlarsa, Allah için gazaplanırlar
Hükmettiklerinde Allah'ın sınırlarını aşmazlar
Onların evlerinden seher vakitlerinde
Yükselir Kur'an sesi
Sizin evlerinizdense, duyulur saz ve eğlence sesi
Rükün, Kabe ve örtü onların menzilidir
Zemzem, Sara ve Harem ve Hacer'ul-Esved de
Kur'an'da yemin edilmişse, onlara edilmiştir
Beyhaki ve Kastalani, Ebu Abdullah Muhammed bin Ali el-Ensari eş-Şatibi'den şöyle bir şiir naklederler:
Ebu Bekir ile Ömer'i kötülemek istemem
Ama Haşim Oğullarını oldukça çok severim
--------------------------
1- Divan-ı Ferazdak, c. 2, s. 180 - 181.
Ali ve evlatlarını sevdiğim için kınanmaktan korkayım
Diyorlar ki: Ne oluyor da onları
Hıristiyanlar da seviyor
Arap ve acemin seçkinleri de?
Diyorum ki: Onların sevgisi, bütün mahlukatın
Hatta hayvanların da kalbine işlemiştir. 1
Bazı Hıristiyanlar Ehl-i Beyt'in, özellikle de Ali bin Ebi Talib'in faziletleri hakkında kitaplar yazmışlardır. İşte Şatibi de buna değinerek diyor ki: Hıristiyanlar bile onları seviyor.
Keşf'ul-Gumme adlı eserde bazı Hıristiyanların Hz. Ali'nin methinde şöyle söyledikleri nakledilir:
Ali'dir müminlerin velisi ve emiri
Ondan başka kimsenin yok hilafette hakkı
Ulu bir soyu var, yüce de bir nesebi
Herkesten önce o, kabul etmiş İslam'ı
Toplamış bir araya bütün faziletleri
Nebi'den sonra o, en cesur ve en takvalı
Ve bütün insanların en üstünü, efdali
Dinimden başka bir din sececek olsaydım
Müslümanlık içinde seçerdim Şiiliği2
Bu durumda Müslümanlar, nasıl Ehl-i Beyt'i sevmez, onlara uymazlar?! Peygamberlerinin elçiliğinin ücretini, onları sevmeden, onlara uymadan nasıl ödeyebilirler?!
----------------------
1- Beyhaki, el-Mehasin ve'l-Mesavi, c. 1, s. 62; Kastalani, el-Mezahib'ul-Ledünniye, c. 3, s. 366.
2- Keşf'ul-Gumıne, c. 1, s. 65.
Umarım benim bu feryadım, işiten kulaklara, gören gözlere ve anlayan kalplere ulaşır. Bu durumda dünya ve ahiret mutluluğu benim olur. Yüce Allah'tan amellerimi ihlaslı kılmasını niyaz ediyor ve ondan kabul, af ve mağfiret dileyerek beni dünyada ve ahirette Muhammed (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt'inin hizmetçisi kılmasını istiyorum. Şüphesiz, onlara hizmet, büyük bir kurtuluştur ve Rabbimin yolu doğrudur.
Son sözümüz: Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Allah'ın salat ve selamı, Muhammed'e (s.a.a.) ve onun tertemiz Ehl-i Beyt'ine (a.s.) olsun.
Prof.Dr.Muhammed Ticani Semavi
KAYNAKLAR
Tefsir Kitapları
1- Tefsir-i Taberi.
2- Tefsir-i İbn-i Kesir.
3- Tefsir-i Kurtubi.
4- Tefsir-i Kebir, Fahr-i Razi.
5- Tefsir-i Keşşaf, Zemahşeri.
6- Tefsir-i Hakim Haskani (Şevahid'ut- Tenzil).
7- ed-Dürr'ül-Mensur, Suyuti.
8- Zad'ul-Mesir Fi İlm'it-Tefsir, İbn'ül-Cevzi.
9- Tefsir-i Alusi (Ruh'ul-Maani).
10- Tefsir-i Sa'lebi (Tefsir-i Kebir).
Hadis Kitapları
1- Sahih-i Buhari.
2- Sahih-i Müslim.
3- Sahih-i Tirmizi.
4- Sünen-i İbn-i Mace.
5- Sünen-i Ebu Davud.
6- Sünen-i Nesei.
7- Sünen-i Daremi.
8- Müsned-i Ahmed bin Hanbel.
9- Sünen-i Darekutni.
10- el-Muvatta, Malik.
11- Müstedrek'us-Sahiheyn, Hakim.
12- Kenz'ül-Ummal.
13- Sünen-i Beyhaki.
14- el-Lü'lü ve' I-Mercan Fi Me'ttefeka Aleyh'iş-Şeyhan.
15- Minhac'us-Sünne, İbn-i Teymiye.
16- Müntahabu Kenz'il-Ummal.
Tarih Kitapları
1- Tarih-i Taberi (el-Ümem ve'l-Müluk).
2- Tarih-i İbn-i Esir (el-Kamil).
3- Tarih-i İbn-i Asakir (Tarih-i Dimişk).
4- Tarih'ul-Hulefa, Suyuii.
5- Tarih-i Bağdad, Hatip Bağdadi.
6- Tarih-i Buhari (el-Kebir).
7- Tarih'ul-Hulefa, İbn-i Kuteybe.
Kaynaklar / 471
8- Tarih-i İbn-i Kesir.
9- el-Ikd'ül-Ferid, İbn-i Abdurabbih.
10- Şerh-i Nehc'ül-Belağa, İbn-i Ebi-l Hadid.
Siyer Kitapları
1- es-Siret'ül-Halebiyye.
2- es-Siret'ül-Dahlaniyye.
3- el-Mil eI ve'n-Nihel, Şehristani.
4- es-Savaik'ul-Muhrika, İbn-i Hacer.
5- Hasais-i Nesei.
6- el-İsabe Fi Temyiz'is-Sahabe.
7- Yenabi'ul-Mevedde, Kunduzi el-Hanefi.
8- Tezkiret'ul-Havas.
9- el-Cami'us-Sağir ve el-Cami'ul-Kebir, Suyuti.
10- et- Tabakat'ul-Kubra, İbn-i Sa' d.
Çeşitli Kitaplar
1- İhkak'ul-Hak, Tüsteri.
2- Nehc'ül-Belağa (Muhammed Abduh şerhi)
3- Rebi'ul Ebrar, Zemahşeri.
4- Kitab 'ul-Muvaffakiyyat.
5- el-Gadir, Allame Emini.
6- Kitab-u Sıffin, Nasr bin Mezahim.
7- Ensab'ul-Eşraf, Belazuri.
8- Lisan'ul-Mizan, Zehebi.
9- Tezkiret'ül-Huffaz, Zehebi.
10- Takyid'ul-İlm, Hatip Bağdadi.
11- el-Bidaye ve'n-Nihaye, İbn-i Kesir.
12- el-Cevheret'ün-Neyyire fi'l-fıkh'il-Hanefi.
13- Hadis'ul-İfk, Cafer Murtaza Amili.
14- el-Fitnet'ul-Kubra, Taha Hüseyin.
15