Doğrusu asıl ebter (soyu kesik olan) sana kin duyandır."
TAKDİM
Bu güne kadar müslümanlar, bilhassa biz Ehl-i Beyt mensupları, Masum İmamları, yolumuza ışık tutacak ve aydınlatacak bir şekilde tanıyamamışız. Tanımışsak da onlar hakkındaki bilgimiz mantıkî ve aklî yönden daha ziyade atifî bir yön taşımaktadır.
Bunun nedenini anlamak için İslam toplumuna, bizzat şii toplumlarına hüküm süren siyâsetleri incelemek gerekir. Masum İmamlar, halifelerin, İslam toplumunu medine-i fazı-ladan uzaklaştıran, öz Muhammedî (s.a.a.) islam'ı gerçek rotasından saptıran yanlış tutum ve tavırları karşısında her yönlü bir mücadele başlatmışlardı. Haliyle hilafetin temelini sarsacak bir mahiyette olan bu mücadeleye karşı halifeler de ellerinden geleni yaptılar.
Bu doğrultuda Masum İmamlar'a zulüm ve haksızlık ettiler, onların toplum arasındaki itibarını düşürmek ve Şiiliğin temelini kazrmak için geniş çaplı bı'r karalama politikası seçtiler. Bununla da kalmayıp Ehl-i Beyt mensuplarını katletmeye başladılar... Kısacası hakim düzenler Ehl-i Beyt İmamlarını halktan koparmak en azından faaliyetlerini kontrol edebilmek için engel üstüne engel çıkardılar, halkın bilinçlenmesini önlediler ve buna parelel olarak da itibâr kazanmak için zulüm saraylarının vitrinine satılmış, şartlanmış alimleri de kattılar.
Böylece de tarihimize, ^günümüze ve gelecek nesillerimize ışık tutan, yön veren bu mücadeleyi bir ibham girdabında tutmaya çalıştılar ve bu doğrultuda nisbeten başarı sağladılar. Masum İmamların mazlu-miyeti, tarihin bütün dilimlerinde doğal olarak şiaların atife ve duygularını coşturmuşsa da onların kendi İmamlarına karşı duydukları gerçek sevgi ve bağlılıklarını sergileyen bu doğal tavır bile egemen siyasetçilerin ard niyetli saldırılarına maruz kalmış ve hatta bazen onun pasifleştirici yönü daha çok ağırlık kazanmıştır.
İmam Humeyni (r.a.) önderliğinde İran İslam İnkılâbının başarıyla sonuçlanması, İslam'ın siyasal, toplumsal, kültürel, iktisadî ve askerî metod ve ilkelerinin yeniden gözden geçirilmesini gerektirirken, aydın kesimin dikkatini, Masum İmamların yaşantısında daha dikkatle incelemeye, daha derinden düşünüp araştırmaya çekti, özellikle de yukarıda belirtilen alanların, bu İmamların veya Mukaddes İslam Cumhuriyeti düzenindeki yetkililerin bizzat hayatlarının her yönünde tamamen parlaması öz Muhammedi (s.a.a.) İslam'dan güzel bir örnek sergilemektedir, bizlere.
"Masum imamların Fikrî ve Siyasî Hayatı" adındaki kitabımız bu doğrultuda olup, Masum İmamların hayatlarını siyasî ve fikrî açıdan maharetle incelemeyi üstlenmektedir.
Toplumumuzda Masum İmamların bu yönü mübhem kaldığından, daha doğrusu gizli tutulduğundan dolayı, İslamî faaliyetlere yön vermesi için KEVSER yayıncılık olarak bu boşluğu doldurmak istedik. İnsanımıza faydalı olmasını diliyoruz.
ÖNSÖZÜ
Masum imamların tarihleri etrafındaki bazı önemli hususlar:
Masum imamların yaşantısı, amel ve tavırları hakkında inceleme yapmak, fertlerin bireysel özelliklerinden ve onların şahsiyetini belirleyen özelliklerden bahsetmek değil; bilakis İslam'ın çeşitli boyut ve alanlarından ve de onca kapsamlılık, asalet ve derinliği ile onların özelliklerinden bahsetmektir.
Bu durumda hiç bir tarihçi ve araştırmacı islam'ın bütün hakikatlarini doğru bir şekilde ve derinden idrak etme gücüne sahip olmadıkça, İslam'ın, imamların bütün yaşamında ve şahsiyetlerinin özünde yarattığı gerçek etkiye vakıf olmadıkça ve bu etkilerin, onların kendi etraflarına karşı yaptıktan amellere, hal ve tavırlara nasıl yansıdığını bilmedikçe, imamların hayatına tamamen aşina olamaz ve onların takındıkları tavır ve davranıslarındaki hassas noktalan, canlı şahsiyetlerini gerçek ve kamil bir şekilde aktaramaz.
İmamların düşünce, ilim, fazilet, ihlas ve ruhsal özelliklerine sahib olmak İçin belli bir yol katetmiş birinden başka, hiç bir kimsenin İmamların bu alanlardaki makam ve mevkisine varma aşamasında olduğunu ya da bu yüce makama varmaya muvaffak olmuş olduğunu iddia ettiğini sanmıyoruz: Biz nerede, onlar nerede, hatta bunlardan bir derece aşağı kimseler nerede?
Aynı zamanda bu, aciz kalarak onlardan yararlanmadan kaçınmamız anlamına gelmez. Mecburen bu konunun derinliklerine inmeli, coşkun dalgalarına atılmalı ve bu konunun hayır, bereket, ibret ve öğütlerinden yükümüzü tutmalıyız ki gücümüzün yettiği kadar ve imkanımız elverdikçe yararlanalım. Bunun kendisi doğruluğa götürür, hayrın esas ve temeline yüceltir. '
Değerli kardeşimiz Hüccet-ül islam Caferiyan sadece kalbini aydınlatmak, akıl ve ruhunu bu nur denizine daldırmak ve ondan hayır ve bereket almak için çaba sarfetmiş ve bu nurların coşkun denizine atılmıştır. Allah çabası karşılığında onu mükâfatlandırsın ve hayır, doğruluk, kurtuluş ve temizlik yoluna iletsin.
KONUNUN UFUKLARI
İmamlar, ve onların hakkındaki olaylar üzerinde inceleme yapmanın, fertlerin tarihi olmadığını bilakis onun, Allah'ın, insan tarihi boyunca peygamberlerin dilek ve çabalarının tecelli etmesini istemiş olduğu insanın "ilahi hidayet ve eğitim" tarihi olduğunu öğrendik.
İmamlar yeryüzünde (kelimenin tam anlamı ve bütün yönleriyle) ilahî halifeliğin canlı tecessümü ve yüce örneğidirler. Evet kamil şahsiyet onlarda tecelli ve tecessüm etmiş ve öyle kamil birer insan olmuşlar ki bilinç, irade, hikmet ve mukavemet ile yaşamın bütün zorluklarına göğüs germişler, yaşam da bütün olumsuz yönleriyle, içinde taşıdığı felaket, zorluk bela ve sıkıntılarla onları karşılamıştır.
Ancak hayat, ilahi iradenin devamı olan bu ilahi insanın iradesine boyun eğmiş ve bu insanın bilinci karşısında teslim olmuştur. O ilahi gözle bakar, onun hikmet ve dayanıklılığı yaşamın zorluğuna, kahrına karşı koyduğu için böyle bir üstünlük sağlamıştır, bu başarı ilahi talim ve himaye yardımı ve Allah'ın tevfik ve teyidiyle gerçekleşmiştir.
İmamların hayatlarını, onlar için özel bir durum doğuran ve onları her alanda onunla yaşamaya ve karşılaşmaya mecbur eden bütün şart ve durumları tanıma ve idrak etmeye olan ihtiyacımız işte burdan aydınlığa kavuşmuş oluyor. Bu ihtiyaç, ister bazılarına göre imamların özel yaşamlarının belli bir alanında sınırlı tutmalarından kaynaklanmış olsun, isterse bizim ele aldığımız, siyasi, sosyal, ahlâkî v.s. gibi öğretilerden . ibaret olan toplumun genel hayatının geniş bir dairesinde ele alışımızdan kaynaklansın, zaruri bir meseledir.
Bu söylenenlerin tümü bir gerçeği teyid ediyor, o ise imamların geniş kapsamlı ufuklarına küçük dahi olsa bir baca açmak isteyen her araştırmacının gerekli şahit ve delillerin en azıyla yetinmek istese bile karşılaşacağı zorluk ve zahmetten ibarettir.
İKİ SORU:
Bunları göz önünde bulundurarak önce şu soruya hemen cevap vermek gerekir; elde bulunan belge ve kaynaklar böyle önemli bir konuyu halletmemiz ve bu amaç ve gayenin gerçekleşmesi için yeterli midir?
Eğer sorunun cevabı olumsuz ise başka bir soru yöneltmeli. Elimizde bulunan belge ve kaynaklardan çok yönlü, geniş ve istenen bir düzeyde yararlanabilir miyiz?
Bu sorunun cevabı da önceki sorunun cevabı gibi olumsuz olacaktır. Elimizde bulunan kaynaklarla onların hayatını anlama ve yaşantılarının geniş ufuklarına ulaşma sahasında başarı elde edemeyeceğimizi herkes bilmektedir.
Yapmamız gereken işin durum ve hallerini belirleyip bu işlerde yararlanacağımız araçlar için bir ön hazırlık yapamadığımızı söylersek aşırı gitmiş sayılmayız. Hatta düzenli ve modern bir üslupla genel bilgileri sunmak ve sahip olduğumuz değerli mirasın gerçek değerini tanımaya bizi yönelten kısa bir fihrist bile gösterememiş.
Olduğumuz gibi ilk kaynakları araştırmaya, arındırmaya, daha sonra da onlarla temel kaynaklar a-rasında bağlantı kurmaya ve ayriyeten onların dikkate alınan sonuçlardaki etkilerini sınırlı bir alanda bile olsa bilimsel, ve faydalı bir şekilde inceleyememişiz.
Orda burda kendileri üzerinde bahs ve istişare etmede başarılı olamadığımız dağınık işaretler görüyor isek de bu işaretler karşılıklı olarak aralarında var dan diğer konu ve etkilere karşı olan bağlılıklarını belirleyememişlerdir.
APAYRI İKİ TARİH:
işi daha da zorlaştıran ve engel icad eden şey imamların hayatını, onların içerisinde yaşadıktan tarihi aşamaların olaylarını zapteden tarihin yanında inceleme mecburidir. Biz, bu iki tarihi olayları farklı siyasetleri ve tarihî değişmeleri doğru bir görüş edinmek için önceden hiç bir araştırma tecrübesine sahip olmayan bir araştırmacının önüne serersek dolayısıyla bu iki tarihin hiç bir bütünlük ve bağlılığı olmadığını anlayacak.
İmamların bu olaylar ortamında yaşamadıklarını, etraflarında olup bitenlerden habersiz olduklarını, dışa kapalı ve başkalarıyla hiçbir ilişkisi olmayan kendilerine özgü bir alemde yaşadıklarını, başkalarının da imamların dünyasıyla uzaktan-yakından hiç bir bağlantısı olmayan daha başka bir dünyada yaşadıklarını sanacaktır.
Oysa ki bu gelişme ve değişmelerin hakikatine vakıf olan ve siyasetin farklı alanlardaki rolünü algılayabilen şuurlu ve bilinçli bir araştırmacının tasavvuru kesinlikle öncekinin tam tersi olacaktır.
O, imamların olaylarla yakından ilgilendiklerini ve etraflarında olup biten her olay karşısında yol gösteren uyandırıcı risaletlerinin rolünü ifa ettiklerini, çoğu zamanlar da toplum ve ümmet düzeyinde onların siyasi, kültürel ve ahlaki hayatlarını etkileme yönünden en derin tavır ve tutumlara sahip olduğunu anlayacaktır.
Böylece onların ilk bakışta, yaşamış olduktan ve karşılaştıktan bilinen sahalarda bıraktıktan derin etki daha iyi anlaşılır.
UYDURMA VE ASALET:
Bu iki tarih arasında bulunan ihtilafın sebeplerini idrak etme alanında bir hakikate dayanmalı, o da şundan ibarettir: İmamların yaşamının bir bölümünü ve onların takındıkları hal ve tavırları zapteden bir grubun, imamların da, içerisinde yaşamış olduktan genel tarihi yazan başka bir grupla mefhum, hedef ve beklentileri anlamada ve aynı şekil kendi gaye ve amaçlan bakımından pek fazla büyük bir farklılık var.
Bundan daha önemli, bu iki grupdan her birinin kendisi için benimsediği ve onun doğrultusunda hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırt ederek farklı tarihî olayları ret veya kabul etmede ve onlara giriş-çıkışta kabullendikleri ölçü ve esaslar-tarda açıkça bir bağdaşmazlık söz konusu, öyle ki bu ölçü ye esasların temel olduğunu ve bu zaman daimlerinin genel tarihini yazmış, ona "İslamî Tarih" adını vermiş ve onun doğrultusunda hareket etmiş olan kimselerin yazdıktan bu tarihin uydurma ve saptırıcı olduğunu ve bunların, sapıklığı tesbit, tekid ve cevaz verme, daima ayakta tutmak ve sağlamlaştırmak istediklerini görmekteyiz.
Biz, bu sözü taassuba dayanarak ve bir itham olarak tarihe ve tarih yazarlarına maletmiyoruz. Herkesin, bu mevcut ve yazılı tarihin millet ve ümmetlerin tarihi olmadığını itiraf ettikleri bir hakikattir. Bu nedenle ümmetlerin yaşantılarındaki hareketlenmeleri ve onların içine düştükleri elemleri bizlere açıklayamaz. Bu tarih sultanların, hakimlerin ve onlara bağlı olan çevrelerinin tarihidir. Hatta bu kitaplar sultanların tarihinde bile onların hayatının hakikatini dikkatli ve güvenilir bilgilerle sergileyemez.
Çünkü sultanların hoşnut olduktan, onların maslahatlarını temin ve sultalarını sağlamlaştıran şeylerden başkasını yazmaya kadir olamamışlardır, hatta bunlar tamamen saptırılmış ve gerçek dışı olsa bile. Bu nedenle hür ve özgürce kendi yazılarını düzenleyen bir tarihçi mevcut olamamış veya pek az bulunmuş. Çünkü böyle bir tarihçi sadece Ali'nin (a.s.) bir faziletini rivayet eden birinin nasıl sultanların gazabına uğramış olduğunu ve yüzlerce kırbaç vurulduğunu veya Neseî gibi Muaviye'nin faziletini söylemediği ve Ali'nin (a.s.) faziletlerini söylediği için kavmî asabiyetlerden dolayı 300 hicri yılında Şam'da öldürüldüğünü veya Taberi gibi ömrünün sonlarında Hz. Ali'nin (a.s.) faziletlerini nakletmeye birazcık meyillendiğinde Hanbeliler tarafından evinin taş yağmuruna tutulduğunu bilmektedir.
Tarihçilerden biri Adem ile Musa'nın tartışması hakkında bir rivayet nakleder, daha sonra Adem'in ölümü ile Musa'nın doğumu arasındaki yüzlerce yıl zaman mesafesini görür, bu yüzden de Adem ile Musa nasıl karşılaşmış olabilirler soru sunu dile getirir, ancak tarihi rivayetlere bu gibi eleştiriler yöneltilmesin diye zamanın halifesi onun için celladı sesler1.
Araştırma ve zaman sarfetme ile daha nice örnekler elde edilebilir. Bu konuya ilaveten, yazılmış olan o miktar bile hu-rafi, yanlış ve muğlak olarak yazılmıştır. En azından onların çoğu, değer taşımayan ve aklî mantıkla bağdaşmayan çirkin taassuplar veya mezhebi bağlılıklarla etkilenmiş ve yazar, izah ve tashih için bahs ve tartışmanın en iyi üslûp ve metod olduğu inancını taşımıyordu. Bu meselelerin yaraşıra, yazarların gayri meşru ve sorumsuzca heves ve arzular taşımaları, kendi maksat ve hedeflerine ulaşabilmeleri için tahrif ve aldatmaya neden olmuştur.
Bu konu ve diğer konulan dikkate almakla bir araştırmacının tarih kitaplarında, sultanların ve çirkin planlarının karşısında duran kimselerin gerçek şahsiyetlerini görememesi doğal bir şeydir. Onların mezhebî bağlılıklarının, kavmî asabiyetlerinin ve sapıklıklarının bazı mutaassıb taraftarları karşısında duran kimseler toplumun siyasî, sosyal, İlmî ve ahlakî hayatı esasında pek derin ve önemli etkiler yaratan şahsiyetlerdir.
Bu şahısların gerçek yüzlerini gösterebilen güvenilir kalem sahiplerinin görüşlerini benimsememiz gerektiğini burdan anlıyoruz. Aynı şekil bazı sultanların dikkat etmemeleri, söylenmesinden tehlike görülmeyen veya onları nakleden tarihçilerin başka bir amaç peşinde olmaları gibi bazı nedenlerden dolayı bu kitaplarda dağınık bir şekilde yer alan bir çok önemli ve gerçek noktaları da toplamamız gerek.
İFRAT VE TEFRİT:
Burda, şu konuya değinmemiz gerekir; bazıları İmamların tarihini ve onların takip ettikleri siyaseti anlayıp beyan ettiklerinde, imamların "gayb'tan yararlandıklarını açıklarken aşırı gidip ifrat etmişler ve onları yaşamın hakikatından ve değişimlerinden uzak tutmuşlardır. Bu gibi insanlar imamları
1) Tarihi Bağdat, c: 14, k 7-8/B-Biday»tu ve En-Nihay»tü, c: 10, s: 215/Tarih-ul Hülafa, k 285/B-Basairu ve z-Zehairu, c: 1, s: 81.
Öyle tanıtıyorlar ki, sanki İmamlar yaşamı (rayına oturtmuş) kendi haline bırakmışlar ve remzli ve perde arkasından onunla ilgileniyorlarmış. imam hakkındaki bir mevzu bunlara anlatılarak sonuç almak istendiğinde bunlar hemen, onun imam olduğunu ve kendine has bir hükmü olduğunu belirtiyorlar imama uyulmaz ve onun söz, amel ve takriri bizlere delil değilmiş gibi.
Bu söz, bu metodu seçen kimselerin imamlar hakkında ve Allah'ın onlar için dikkate aldığı rol hakkında yanlış bir değerlendirme yaptıklarında, sıkıntıda olduklarını bildiriyor sadece.
Bu rol peygamberin üstlendiği rolden ibarettir; Allah onu tebliğ eden, öğreten, terbiye eden, önder, hüküm veren, hakim olarak ve Kur'an'ın, peygamberin ve imamların açıkça ifade ettikleri daha başka önemli hususlar için göndermiştir, bu şahıslar, Kur'an'ın ve peygamberlerin te'kid ederek sağ-lamlaştırdıkları "Allah'ın elçilerinin insan olduktan" hususuna dikkatle bakmamışlar. Mesela şu ayetler:
Rabbinin şanı yücedir. Ben, sadece elçi olan bir insan , değil miyim?De ki:Rabbimi tenzih ederim, ben peygamberlikle gönderilmiş insandan başka bir şey miyim ki.
Eğer onu melek olarak halketseydik, yine bir erkek Şeklinde halkederdik, yine düştükleri şüpheden kurtulamazlardı.
Bu metodun karşısında, imamlara karşı sırf maddi bir gözle bakan, gayb ve ilahi kerametler unsurunu dikkate al- madan imamların yaşam, tutum ve tavırlarının tefsirine koyu lan başka bir metodu da kabullenmiyoruz.
İmamların tarihini maddiyat ve riyazi (dünya zevklerinden el çekmek suretiyle nefsi tezkiye etme), muhasebeler doğrultusunda tamamen doğal ve maddi eser ve neticelerle anlamaya çalışan kimseler, bizce çok yanlıştırlar.
Böyle kimseler bu hususda bir çok kaynakları elde edebilecekleri halde, mesela: "İmam Hüseyn (as.) şehit edildiği gün Beytül Mukaddes'de kaldırılan hertaşın altından bir miktarda kan beliriyordu" gibi hususlara yaklaşmıyorlar. Aynı
şekil "Aşûra gününde gökyüzünde beliren kırmızılık" rivayeti veya Hz. Zeyneb'in (a.s.) söylediği "Gökyüzü kan ağlarsa şaşmayın" sözü gibi. Ancak en azından Hz. Zeyneb (a.s.) olan bir şeyden haber vermek değil de bir ihtimal olarak bu olayı konu edinmiş olsa bile bu şahıslar bu rivayetleri araştırmaya girişmemiş ve onun teyidinde veya reddinde bir şey söylememişler.
Aynı şekil İmam Hüseyn'in mızrak ucundaki başının konuşması veya Resulullah'ın (s.a.a.) Vefatından hemen sonra Hz.Fatime'nin (a.s.) kocası eziyet edildikten, hakkı gasb edildikten, kendisine tokat vurulduktan ve çocuğunun düşürülmesinden sonra onlara lanet etmek isterken mescidin duvarlarının yükselmesi gibi rivayetleri.
Ve de Kur'an'ın peygamberlere isnad etmiş olduğu mesela Musa'nın asası, Sebe' kraliçesinin tahtının getirilmesi gibi kerametlerin imamlar hakkında gerçekleştiğini, onların da böyle kerametlere, harikulade amellere sahip olduklarını ve Allah'ın gizli lütuflarının onlara nasip olduğunu bildiren diğer bazı kaynaklar.
Bu gibi araştırmacılar bu kaynaklara bakmıyor, onları incelemeye ve eleştirmeye teşebbüs etmiyorlar. Adeta onları kabullenmek istemiyor ve hatta bazen onların varlığından utanç bile duyuyorlar. Aynen bazılarının yetersiz ve asılsız mazeretler getirerek "Gâib İmam" konusunu kendi kitaplarında konu edinmedikleri gibi.
Bu rivayetlerin doğruluğu kesinleştikten sonra böyle şahısların, onları imamların tarih ve yaşamının bir kısmı olarak kabul edip etmeyeceklerini bilemiyoruz.
Biz, bu iki grup karşısında masum imamların, insanın insaniyeti için "ilahi hidayet ve terbiyet" tecessümü oldukları hakikatini vurgulamalıyız. Onlar başka her insan gibi maddi vücut ve hakikata sahip olmalarına rağmen aynı zamanda bu maddi vücudu Allah'a doğru yükseltmiş ve layık olduklarından dolayı Allah da apaydın kerametleri gizli ve sınırsız lütuflarıyla onlara lütufda bulunmuş.
İmamların toplumdaki rolünü, ahlakî, toplumsal veya bazı siyasi hareketlenmeler gibi alanlarda sınırlayan, kendi görüş ve düşüncelerini sınırlı bir kalıba yerleştiren kimselerin, imamların hayatlarını başkaları için sergiledikleri tablo istenilen asıl temel meseleleri beyan etmekten yoksundur. Ama bir zaman diliminde belli bir konuyu aktarmak ister veya bir zaruret, bir konuyu ele almayı gerektiriyorsa bu çelişki oluşturmaz.
İMAMLARIN TARİHLERİNDEKİ ANA HATLAR:
Ben kendi hissemce imamların yaşam boyutlarından bazılarını içeren konulara değinmek istiyordum. Dolayısıyla böyle bir arzu benim için değerli ve çok kıymetlidir ve bazı hususlarda bir takım çalışmalarım da var. önceleri imamların |tarihinin esas boyutları olarak bazı noktaları not etmiştim, ancak bunlar zaruri konulara oranla kesinlikle çok yönlü değildi, notlar olduğu gibi kalmışlardı, şimdi ise onları olduğu gibi siz değerli okuyuculara takdim etmeye karar verdim.
İmamların yaşamı etrafında inceleme ve araştırmaya muvaffak olan kimselerin bu hususlardan yararlanmasını arzu ediyorum.
ÖNEMLİ HUSUSLAR:
1. İlk mevzu imamların yaşam zamanını belirlemektir. doğum ve ölüm günü, doğum ve ölüm ay ve yılı, yaşadıkları yer, çocukları, eşleri, ashabı ve şahsî yönleriyle bağlantısı olan diğer hususlar. Tabiatıyla bunlar araştırma ile, ilmî bir şekilde ve bu husus da ki şüpheleri giderecek bir şekilde olmalıdır.
2. İmamlar neden sayılıdırlar? Bu, cevap verilmesi ge- reken bir sorudur. Her imamın siyaset ve hattını doğrudan aydınlatan amel ve hareketlerine dikkat etmek, bu konuyla ilgilidir. Biri daha çok akaîde, diğeri fıkha, başka biri de ümmetin farklı dönemlerdeki ihtiyacından doğan siyasete ve başka işlere önem vermişler. Aynen imamlardan bazılarının farklı boyutlarda aynı zamanda faaliyet ettikleri gibi.
3. Müslümanlar arasındaki fikirsel sapmaların İslahı için imamların seçtikleri yollar. Mesela akaîd, fıkıh, Kur'an tefsiri veya insanî ve ahlakî tutumlar veya hassas ve kader tayin eden hususlarda takındıkları tavırlar hakkında örnekler vermek.
4. İmamların tasavvuf gibi ruhî riyazete başlayarak kültürel ve bilimsel konuları terketmek aynı sekil ruhî yönlerden ve gaybî bağlılıklardan yoksun olan sadece birtakım görüşleri ve pasif mefhumları taşıyan kültürel ve bilimsel İslam teorisi gibi olmayan ve aynı zamanda gayb ile bağlantılı olan pratik islam planlaması doğrultusundaki çalışmalarını tanımak.
5. Onların, hadis ehli, Mutezile, başka fikirsel hareketler ve sapık fakihler ve fırkalar karşısında takındıkları tavırların hakikatini incelemek.
6. Aynı şekilde onların "Kur'an'ın mahluk olması" konusunda susarak tavır koymalarına ve şiaları bu konuya atılmamakla görevlendirmelerinin nedenine, bu konunun gündeme getirilmesinden kastedilen hedeflere ve onun doğurduğu sonuçlara kısaca değineceğiz.
7 Aynı şekilde tercümeler ve müslümanların fetihleri sonucunda diğer kavimlerle karışmaları yoluyla meydana gelen yabancı kültürlere karşı imamların tutumları tavırlara ve o kavimlerin sahip oldukları düşünce ve mezheplerden haberdar oluşları hususuna dikkat etmek.
Ayrıyeten İslam'ı zahirde kabul eden Yahudiler ve Hıristiyanlar, şöhret ve mal peşinde olan kıssa nakledenler ve hadis ehli tarafından İslam'ın içine düştüğü tahrifler ve de İslam'ı kendi şahsî, kavmî veya coğrafî maslahat, mezheb ve siyasi hedeflerine uygun göstermek için İslam'ı tahrif etmeye çalışan sultan ve hakimler karşısındaki tutumlarını dikkate almak.
8- Kur'an tefsiri hakkında ve peygamberin sünneti üzerinde oynanan oyun hususundaki tutumlarını ele almak. Ayrıca halkın yanlış kaynaklardan sakınmaları, Ehli beyt şialarının İslam dışı şeylerin etkisinde kalmadan Kur'an'ı doğru bir şekilde anlama gücüne sahip olmaları için Ehli beytin kendilerinin uydukları ve halkı onlara doğru hidayet ettikleri ve aydınlattıkları ölçü ve miyarları açıklamak.
9- Ayrıca onların kendilerinden sonra yazılı eserler geri bırakmamalarının veya Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) yazmış olduğu ancak bunun, onların yanında kalmasının ve başkalarına ulaşmamasının ya da onların döneminde ilimlerin yazılı oIarak toplanmasının öncelerden beri olagelmesinin ayrıye-ten onların kendi ashabını ilimleri yazılı olarak toplamalarına dair meyillendirdikleri ve teşvik ettikleri hususların nedenini ayrıntılarıyla ve de derlemenin o zamanda derlenmiş olan ilimlerin ve onun nasıl bir düzeyde olduğunun tarihçesini kısa olarak dikkate almak mecburiyetindeyiz.
10 Keramet ile mucizenin farkını açıkladıktan sonra Ehli beytin kerametleri hususuna değinmek ve Ehli beytin, kerametlere ne gibi ihtiyaçları vardı sorusunu cevaplamak. Süflilerin kerametleri, murtazların (hint fakirleri) yaptıkları olağanüstü amellerin hakkında ve bu gibi işler anlatılırken yapılan abartmaları reddetme hususunda açıklamada bulunmak.
Ehli beytin, kerametler alanından sayılabilen gelecekten haber vermeleri özellikle de Hz. Ali'nin bu gibi haberlere, halkın onu İtham edecekleri kadar ehemmiyet vermesine değinmek, sonraları gerçekleşen bu haberlerden bazılarını göstermek ve siyasi anlayış doğrultusunda ileri sürülen gaybî haberlerle gaybi kaynakla bağlılıktan doğan haberler arasındaki farkı aydınlatmak.
11 Ehli beytin ilim sınırını açıklamak ve onların sahip oldukları ama başkalarının yoksun olduğu ilim ve öğretilere daima tekit etmelerine, o ilimleri vahiy kaynağından aldıklarına örneğin cifr ve cam'e ilmine, Hz. Ali'nin (a.s) kitabına, Fatime'nin (a.s.) mushafına ve bunlardan başkalarına sahip olduklarına dair tasrih ettikleri şeylere ve bu konunun nedeninin ne olduğuna dikkat etmek.
12 Çeşitli örnekler göstererek bütün ayrıntılarıyla onların şahsiyetini tarif etmek, onların ruhî faziletlerini, insanî ve ahlâkî tutumlarını öğrenmeğe, özel yaşamlarından bir tablo sergilemeğe, evlatlarına ve ailelerine karşı davranışlarını, ev içindeki hareketlerini, hatta evlerine misafir olarak gelen kimselere karşı davranış tarzları, onları hoşnut eden veya hüzün lendiren ve üzen şeylere karşı davranışlarını tamıtamına vasfetmeye çalışmak.
13 Daha sonra servetleri konusunu, mallarının ne kadar olduğunu, nerden ve nasıl kazandıklarını, onları nasıl infak ettiklerini veya harcadıklarını dikkate almak. Onların, sultanların bahşişleri karşısındaki tutumlarını ve bazılarının neden onu kabul ettiklerini incelemek. Acaba bahşişleri reddetmeleri sultanların hükümetlerine karşı savaş ilan etmek anlamına telakki edilmez miydi? Eğer evet, savaş anlamınadır cevabı verilirse dolayısıyla bu konuya dair deliller gösterilmelidir.
Aynen Emir-ul Müminin Ali (a.s.)'nin Kûfe'de iken Medine'deki mallarından yararlanmasının nedenini de bilmek gerek. Aynı şekil Ehli beytin, tarlada veya diğer işlerde doğrudan doğruya kendilerinin çalışmalarına neden Israr ettiklerini de kavramak ve onların humusdan veya diğer şer'i hukuklardan yararlanıp yararlanmadıklarını ve bunun nedenini araştırmak gerek.
14 Onların şialar hakkındaki eğitsel metodlarını, onlara karşı davranış yollarını ve üslûplarını, şiaların da Ehli beyt ile sevgi ve fikir yönü taşıyan akidevî bağlılıklarının kurulma yolları ve metodlarını, Ehli beytin evinden çıkan her şey toplumun genel ruhuna ve şialar arasındaki bütünlüğe ziynet olduğu için Ehli beytten fikrî yararlanma doğrultusunda kurulan merkezleşmenin tesirini, bunun onların tutumları üzerinde bıraktığı etkiyi ve onların önemli konularla genel olarak ilgilenmelerinin niteliğini tanımak. Şialar ile Ehli beyt'in diğer bölgelerdeki vekilleri arasında dikkatle tanzim edilen bağlılığa ve bu vekillerin görevlerini belirlemelerine dikkat etmek.
Bir şehirden imamın huzuruna getirilen malın, imamın o şehirdeki vekiline verilmesi için imam tarafından sahibine gönderilmesine ve Ehli beyt'in, vekilleri arasında bulunan sorunları ve çekişmeleri halletmelerine değinmek. İmam Sadık'ın (a.s.) zamanında bazı şahısların herhangi bir ilim dalında ihtisas sahibi olması mesela birinin mütekellim, bir başkasının fakih vs.
yetiştirilmesi için nasıl çalışıldığını ve herkesin ihtisas haddinden öteye geçmemesinin ve başkalarının da ihtiyaç duyulduğu zaman mütehassıslara müracaat etmesi gerekçesini konu edinmek. Abbasi halifeleri döneminde toplumun kültürel tabakasının ilk derecede şialar ve Ehli beyt'in yetiştirdiği kimseler arasından çıktığına ve onların ümmetin bilgili düşünürlerinden, alimlerinden olduklarını dile getirmek.
15 Ehli beytin, şer'i hükümlerin nedenlerini açıklamaya verdiklerini, Merhum Muhammed Şeyh Saduk'un (r.a.) bu husus da "İlel-üş Şerai" adında bir kitap telif edecek kadar neden onca çaba harcadıklarını izah etmek. Ayrıca bu kitap da nakledilen rivayetlerin içeriklerinin hükümlerin nedeni mi hikmet mi, genel olarak ne olduğunu ve bu rivayetlerin dayandıkları mevzuların neler olduğuna işaret etmek.
16 İmamların, bazı hassas konuları gizlemekten sakınmalarının ve kendilerine pahalıya mal olsa dahi, mesela kendilerinin herkesten daha çok imamete layık oldukları hususunda takiyye etmemelerinin nedenini ve onların halkı ikna için ne gibi metodlar kullandıklarını göz önünde bulundurmak. Onlar bu doğrultuda apaydın iki yola adım attılar: Biri , onların beraberinde bulunan bazı ilimlerin insanlar arasından sadece onlara mahsus olduğunu belirtip isbatlamaları ve diğeri de nassın mevcut olma hususu.
17 İmamların en sıkı şartlar altında tutulmalarına veya bazı merkezlerde bekletildiklerine veyahut da zindanda olduklarına rağmen halk merkezleriyle, aynı şekil şialarla nasıl temas kurduklarına dikkat etmek. Şiaların büyükleri bu irtibatı sağlamak için ne gibi araçlar kulanıyorlardı? Ehli beytin bu durumdaki faaliyetleri neleridi ve bu faallerin hacmi ve miktarı ne idi ki Yahya b. Halid Bermeki, "Musa b. Cafer'in (a.s.), halifenin (Raşid'in) taraftarlarının kalplerini onların aleyhine çevirdiğini Raşid'e şikayet ediyor.
18 İmam Seccad'ın (a.s.) kölelere ilgi gösterip kültürlerini geliştirmesinin, onlara ilim öğretmesinin ve daha sonra Onların işledikleri günahları bir kitaba yazarak toplamasının ve daha sonra günahlarını kendilerine göstererek onları özgür etmesinin nedeni neydi? İmam onlara karşı nasıl davranıyordu ve bu davranışın netice ve eserleri neydi? Ve bu tutumun Emevilerin arapları tamamen gayri araplara üstün tut-tukları bir dönemde oluşunu göz önüne almak.
Gayri arapların, Ehli beytin öğretilerini yaymak doğrultusundaki katkıları ve bunun, İslam'ın diğer ümmetler arasında yayılmasındaki etkileri neler idi ve diğer ümmetlerin İslam ile olan bağlantıları nasıl idi? Bu husus da göz önünde bulundurulacak nokta, Ehli beytin arap olmayan kadınlarla evlenmelerinin nedenini dikkate almak; öyle ki Ehli beytin bazılarının anneleri arap değildi. Ayrıca Ehli beytin farklı dilleri bilmeleri ve bunun eser ve neticeleri hakkında bilgi edinmek.
19 İmam Mehdi'nin (a.s.) gaybeti için nasıl bir ortam yaratıyor ve son zamanlarda halk ile daha az temas kuruyorlardı. İmam Cevad (a.s.) aynen İmam Mehdi (a.s.) gibi küçük yaşta nasıl imam oluyor?
20 ‘’İmamlar ve yeni ilimler" hakkında araştırma yapmak. Onların yeni ilim seferberliğinde katkıları var mıydı? Yeni ilmin doğmasına yardımcı olan konulara ehemmiyet veriyorlar mıydı? Bu hususların neler olduğuna dair kesin konulara değinmeli ve bu alanda onlara uygun öğretiler yazılmalı.
21 "imamlar ve dua" hakkında özellikle de Emir-ul Müminin Ali (a.s.), İmam Hüseyn (a.s.) İmam Seccad (a.s.) ve İmam Kâzım (a.s.) açısından duanın etki ve tepkilerini dikkate almak. Sahife-i Seccadiye ve onun hedefleri hakkında ciddi bir şekilde özel olarak bahsetmek onun siyasî, itikadı, ahlâkî ve eğitsel vs.
konularını bu dönemdeki İslam ve müs-lümanların karşı karşıya oldukları yaygın bilgisizliği, tahrif eylemini ve halkın cahil yetiştirilmesi hususunu göz önüne alarak açıklamak. Bu dönemde iş bir yere varmıştı ki Beni Haşim (Haşim oğulları) vahiy merkezine herkesden daha yakın olmalarına rağmen İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra nasıl namaz kılacaklarını, hacc farizesini nasıl yerine getireceklerini bilmiyorlardı.
Ayrıca İmam Seccad'ın (a.s.) "Hukuk Mektubuna", imam Rıza'nın (a.s.) "Risale-i Teyyibe-i Zehebiyye'sine!' ve Ali'nin (a.s.) Malik Eşter'e yazmış olduğu Ahdnameye" dayanmak.
22 Bir zamanlar İmam Seccad'ın (a.s.) imametine üç veya beş kişinin inandığı ve itiraf ettiği nakledilmektedir, imam bunun karşısında ne yaptı ki İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.) mektebi için uygun bir ortam yarattı? İmam Seccad'ın (a.s.) on yıla yakın bir zaman çölde yaşadığını bildiren rivayet doğru mudur? Eğer doğruysa bunun nedeni ve faydaları neydi? Aynı şekil ehl-i sünnetin, ,imam Seccad'ın (a.s.) karşısında saygılı davranışlarının nemini araştırmak, İmam (a.s.) hükümeti almaktan vazgeçtiği için mi saygı gösteriyorlar, yoksa bunun başka bir nedeni mi var?
23 Şii fırkalarının mesela Gulat hareketlerinin, Hariciler kıyamlarının ve daha başkalarının hakikatini göstermek, Emir-ul Mü'minin'in (a.s.), kendinden sonra Hariciler ile savaşmaktan nehyetmesinin nedenini, bu fırkaların meydana gelmelerinin nedenlerinin ne olduğunu ve İmamlar ve şiaların bunlara karşı nasıl davrandıklarını araştırmak.
24 Ehl-i beytin sultanlara ve sultanların da Ehl-i beyt karrşısındaki tutumları neydi? Hükümetin, çatıştığı her fırka ve mezhebi, hatta gevşek hadis Ehli fırkasına oranla daha güçlü ve fikirsel sebata sahip olan mutezile gibi bir fırkayı yok etmesine rağmen Ehl-i beyt şialığı canlı korumayı nasıl becerdi? hükümet, halkı imamlardan ayırmak için ne gibi siyaset kul-lanıyordu ki bunlar, görünürdeki hedefin aksine halkın imamları sevmelerine ye gönülden bağlanmalarına neden oluyordu.
Bunun nedeni neydi? Ayriyeten hükümet meselesinden ve imamlar açısından halifeler ve onların tutumlarından her yönlü bir tablo sunmak.
25 Zeydiye, halifeler aleyhine nasıl kıyam ediyordu da imam Hüseyn'den (a.s.) sonraki şia imamları bunu yapmıyortardı? İmamların Zeyd'in, ondan sonraki Zeydiyenin ve diğer şii kıyamları hakkındaki görüşleri neydi? Ve bu kıyamların sürdürülmesini niçin istiyor ve kendi şialarına, "Zeydiye sizin için bir siperdir" diyorlardı. Yine "Âl-i Muhammed'den biri çıkıp kıyam ettiği müddetçe ben de sağım, benim şialarım da" vs. buyurmalarının nedeni neydi? İmam ile Zeydiye'nin ve diğer ayaklananlar arasında bir çok anlaşmazlıklar varken kendisinin kıyam etmediğini görüyoruz.
Neden acaba? Aynı şekil Hurre ve başkaları gibi din ve adalet uğrunda kıyam eden gayri Şiilerin özellikle de Muhtar'ın kıyamı hakkındaki tutumlarının ne olduğunu bilmek.
26 İmamların, takiyye kalıbında olsa bile Yaktin'in oğulları gibi bazı şia şahsiyetlerinin hükümetin hassas merkezlerine girmelerini sağlamak için yaptıkları çabalar hakkında bilgi edinmek . Hatta imamların döneminden sonra bile bazı şialar bu alanda çalışıyorlardı. Ancak imamlar diğer birçok yerlerde de buna engel oluyorlardı. Mesela deveci Sefvan'ı bundan menetmişlerdi. Bu çelişki nasıl yorumlanabilir?
27 Ehl-i beytin tebliğ metodlarının dua mı, şiir mi, keramet mi, gaybî haberler mi ... olduğunu öğrenmek, İmamlar bazen şairlere fazla bir miktarda para veriyorlardı; şairler bu paraya fakirlerden daha mı layık idiler? Ve neden? Daha sonra Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi sahasında Gadir Hum hadisi hakkında şahitlik dilemesi olayını dikkate almak. İmam Bâkır'ın (a.s.), dünyadan göçtükten sonra sekiz yıl Mina'da kurban bayramı günü kendisine yas tutulması için sekiz yüz dirhem bırakması hususunu, İmam Hüseyn (a.s.) için yas tutulmasına dair verilen emir mevzuunu ve meşru metodlardan olan bütün üslûpları izah etmek.
28 Birinci asırda Ehl-i beyt ile muhalefet etme ve hadis uydurma, sonraki asırlardan daha çok olduğu için ehli beytin bu asırda daha az fıkhî hadislere değinmelerini, daha çok genel ve umûmî hadisler buyurmalarına dikkat etmeliyiz. Bu asırda Şiiliğin zarif ve cüz'i konuları daha az gündeme getirilmiştir. Ama ikinci asırda İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra Beni Ümeyye döneminin sonlarına doğru hassas ve zarif konular gündeme getiriliyor. Gerçi Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) döneminde bu konuya başka dönemlerden daha çok önem veriliyordu.
29 Gaybet konusuna, onun eser ve neticelerine aynı şekide önceki imamların Hz. Mehdi (a.s.) hakkında yaptıkları hazırlıklara rağmen gaybet sonucunda şiaların karşılaştıkları zorluklara dikkat etmek de zorunludur.
CAFER MURTAZA AMİLİ
YAZARIN ÖNSÖZÜ
"De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir." Şura - 23.
EHL-İ BEYT (a.s.)
Bu kitapta amacımız tek şey, sadece Ehl-i beytin ölçütü ve Resulullah'ın (s.a.a.) ve Emir-ul Müminin'in (a.s.) evlatları olan şia imamlarının fikri ve siyasi çalışmalarını sergilemektir. Önemli olan tek şey şu ki, neden bu kadar Ehl-i beyte istinat ediyor, dayanıyor, nasıl onları "imam" olarak kabulleniyor ve sâdece onların 'Vilayetini" asîl vilayet biliyoruz?
Nasibîler hariç, ehl-i sünnetin de Ehl-i beyti candan sevdikleri ve onlara büyük bir ölçüde ihtiram gösterdikleri bir gerçektir. Ancak onlara karşı duyulması gereken bu "sevgi" ve "aşkın" hangi esas ve temelden kaynaklandığı asıl meseledir. Eğer sadece onları sevdiğimizi belirlemekle yetinir ve bunu zahiri ihtiramlar kalıbında özetlersek gerçekten onların sevgisine varmış olabilir miyiz?
Geniş bir çapta Ehl-i beytin faziletleri4 ve onları sevmeğe dair verilen emirler hakkında Resulullah'tan (s.a.a.) bize gelip çatan hadislerden amaç sadece meselenin zahiri yönü ve Ehl-i beytin methinde birkaç beyit şiir yazıp okumak mıdır? İnsan aklının bu sorulara olumlu cevap vermesi ve Resulullah'ın (s.a.a.) ancak ve ancak bizden istediği şeyin onun yakınlarını sevmemiz olduğunu, bu sevmenin ardında hiç bir şeyi kastetmediğini ve biz de sadece, onlar Peygamber'in yakınları oldukları için Peygamber'in hürmetine onları sevdiğimizi bildiriyoruz demesi pek garip bir şeydir.
4} Ayetullah Firuz Abadi'nin "Fezail-ul Hamse Fi Sihah-is Sitte" bakınız.
Müslümanlar arasında Ehl-i beyt'e olan ilgi aslında Resulullah'tan (s.a.a;) bize ulaşan tavsiyelerden kaynaklanmaktadır. Ehl-i sünnetin mühim hadis kaynaklarında geniş bir çapta mevcut olan bu rivayetler, Aziz Peygamber, Ehl-i beyti Kur'an'dan sonra dinin iki esasî temellerinden biri olarak saydığını dile getirmektedir.
Ve bu nedenledir ki kimse Ehl-i beyt'e karşı ilgisiz kalmaya cüret edememiştir. Sadece arapça dilinde, ehl-i sünnet yazarları tarafından "Ehl-i Beyt'in hakkında yediyüze yakın kitap yazılmıştır5.
Ama asıl eleştirilecek husus şu ki, bunca sahih faziletlerin mevcut olmasına rağmen nasıl olur da onların çoğusu tahrife uğramış ve sonraları bazı hadisçilerin ve de Muhammed b. İdris-i Şafiî gibi bazı fakihlerin ısrar etmesi nedeniyle bu mevzu sadece "sevmek" haddinde noktalanmıştır6. Öyle' ki Şafii şöyle demiş:
Ey Resulullah (s.a.a.)'ın Ehl-i beyti, sizi sevmek, Allah'ın indirdiği Kur'an'da farz kılınmıştır. Bu yücelik ve azamet size yeter ki size salat ve selam göndermeyenin namazı, namaz değildir1.
Peygamberin zamanındaki ve ölümünden hemen sonraki ve aynı şekil hicri ikinci asrının ortalarına kadar gerçekleşen olaylara dikkat etmek, bu sorunun cevabını biraz da olsa kolaylaştırır. Peygamber'in (s.a.a.) zamanından itibaren Kureyş'in, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına karşı öfke ve gazap beslediklerini bildiren bir rivayet elimizde bulunmaktadır.
5) "Türâsuna" dergisinin "Ehl-ül Beyt fil-Mektebet-il Arabiye" makalesine bakınız. Bu makaleyi Seyyit Abdul Aziz et-Tebatebai yazmıştır. Şimdiye kadar alfabe harfleri sırasıyla 340 kitaptan fazlası yazılmıştır, ama kendisinin de söylemiş olduğu gibi alfabetik harflerin sonuna kadar yedi yüze yakın kitap olmaktadır.
6) Hz. Ali'yi (a.s.) dördüncü halife olarak tesbit edenin Ahmed b. Hambel olduğunu ve kendi zamanına kadar, bugün bazı farklarla, sünen adını kendilerine veren osmaniyenin bu mevzuya inanmadıklarını bilmekteyiz (Tabakat-ül Henabile.c: 1, s: 45) bakınız.
Resulullah'ın (s.a.a.} amcası Abbas Peygamber'e, "Ku-reyş birbirleriyle karşılaştıklarında güler yüz gösteriyorlar; ama bizi gördüklerinde, tanımadığımız yüzlerle karşılaşıyoruz" dedi. Resulullah (s.a.a.) öfkelenip şöyle buyurdu:
Muhammed'in canını elinde bulundurana ant olsun ki birileri sizi Allah ve Resul'ü için sevmedikçe onların kalbine iman girmemiş demektir8.
Bu rivayet Kureyş'in son zamanlarda Peygamber'in yakınlarından hoşnut olmadığını gösteriyor. Kabileler hakkında söylenen bir misalde, dört kabile hakkında dört şeyin imkansız olduğu söylenmiş: "Zübeyri'nin" cömert, "Mahzumi'nin" alçak gönüllü, "Sami'nin" nasebinin sahih olması ve "Ku-reyşi'nin" Muhammed'in (s.a.a.) evlatlarını sevmesi9.
Bu rivayetlerden, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına ve akrabalarına karşı rekabet ve düşmanlıkların mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sakife vak'asında ensarın iç rekabeti gibi farklı delillerle Ebu Bekir'e biat edildikten, Ömer'in, şiddet ve hiddetle muhaliflerin biat etmelerini istemesinden ve bu arada Ali (a.s.), Zübeyr ve başkaları biat etmedikleri taktirde kendileriyle birlikte evlerini yakacağına10 dair tehdit ettikten sonra Ehl-i beyt'e karşı sert bir tutum gösterileceği tabii idi.
Bu tutum, İmam'ın altı ay Ebu Bekir'e biat etmeyerek yaptığı muhalefetiyle ve Hz. Fatime'nin (a.s.) halifeye karşı dargın olmasıyla11 gitgide genişledi ve nitekim müslümanların arasında ilk ayrılığa neden oldu. Bu ayrılığın semeresi de ehl-i beyt'in mazlumiyeti idi ve bu mazlumiyet ise Kerbela'da tam doruğuna ulaştı.
Peygamberin, Ehl-i beyt'in fazileti hakkında genel olarak ve bizzat onların her biri hakkında özel olarak buyurmuş ol-duğu sayısız sözlerinden başka, defalarca halkın arasında açıkça onlar hakkında tavsiyede bulunup, kendi Ehl-i beyt'ine karşı iyi davranmalarını, istemiş olduğu halde bu vâk'alar gerçekleşiyordu.
"İbn-i Ebi Şebih" Abdurrahman b. Avf'dan müstenet olarak şöyle nakletmiş: Peygamber (s.a.a.) Mekke'nin fethinden sonra Tâif şehrini fethetmek için on sekiz veya on dokuz gün bu şehri kuşattı ama Tâif fethedilemedi. Bu sırada bir gün veya bir gece yürürken durup:
Ey insanlar! (Benim ölümüm yaklaşıyor), itretime iyilik etmenizi vasiyet ediyorum, Kevser havuzunda bana kavuşacaksınız, nefsimi dinde tutan (Allah'a) and olsun12.
Başka bir hadisde de Peygamber (s.a.a.), Allah'ın kitabını tanıttıktan ve ona sarılmanın farz olduğunu bildirdikten sonra şöyle buyurdu:
"Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum". Bunu üç defa tekrar etti13.
Bu tavsiyelerin tümü, Kur'an'ın Ehl-i beyt'in tathirini (arınmış olduklarını), Peygamberin yakınlarının hissesini ve Rasulullah'ın (s.a.a.) Muhammed'e ve onun evlatlarına sala-vat olarak tefsir ettiği, Peygamber'e salavatı vurgulamasıyla ve Peygamber'in de kendi tebliği karşısında kendi yakınlarını sevmeleri mükâfatını halktan istemesiyle birlikte bunların tümü, Sadr-ı İslam toplumunun siyasetçilerinin aşın tutumları nedeniyle bir kenara bırakıldı.
İş bir yere vardı ki Emir-ül Müminin "Onların tutumu neticesinde, biz tamamen halkın hafızasından silindik" buyurdu14.
12) İbn-i ebi Şaybe, c: 14, s: 508/ İbn-i Asâkir'in "Tarih-i Dimaşk"i, c- 2 Hadis no: 875 (İbn-i ebi Şebih'in) dipnotundan naklen/el-Ma'rifetu vet-Tarih, c: L s: 282'283- Peygamber (s.a.v.) kendi rihletinin yakınlığına değinerek onları itret ile iyi geçinmeye vasiyet etti ve Ali'nin (a.s.) kendinden veya kendi nefsinin mertebesinde olduğunu bildirdi.
Ebu Süfyan karanlığı doruğundayken, Kabe'nin yanında tevhid feryadını yükselten Rasulullah'ın ezeli dostu Ebuzer, ehl-i sünnetin hadis kaynaklarında defalarca nakledilen bir rivayete göre Kabe'nin halkasını tutup şöyle feryad etti: "Ey millet! Ben Ebuzer'im; tanıyanlar hiç, tanımayanlar varsa bilsinler ki ben Ebuzer-i Gifari'yim:
Size sadece Resulullah (s.a.a.)'tan duyduğumu anlatacağım. Peygamberden duydum, diyordu ki: Ey insanlar, aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabı ve itretim, Ehl-i beyt'im. Bunların biri öbüründen daha üstündür, oda Allah'ın kitabıdır. Bunlar havuzun başında bana gelip çatıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar. Bunlar Nuh'un gemisine benzer, binen kurtulur, binmeyen ise boğulur15.
Bu iki hadis, Ehli beyt'in müslümanlara önderlik etmedeki büyük rollerini vurgulayan meşhur "Sageleyn" ve "Safine" hadisidir. Resulullah'ın (s.a.a.) "Gökyüzü Ebuzer'den daha sadık, daha doğru birinin üzerine gölge düşürmemiş ve yeryüzü de ondan daha doğru birinin ayaklan altına serilme-miştir" buyurduğu Ebuzer, tevhid feryadı ettiği zaman Mekke dönemindeki Sadr-ı İslamın hatıralarını diriltecek bir şekilde halkı Ehli beyt'e böyle davet ediyordu:
O gün, müşrikler ona, eziyet ettiler, daha sonra ise başkaları onu sürgüne gönderdiler. Ebuzer sadece İmam Ali'nin (a.s.) kısa hilafet süresinde Ehli beyt'in gerçek mevkiini açıklayabildi. O, Küfe mescidinin avlusunda yeniden Gadir hadisini diriltti* ve ondan sonra defalarca Ehl-i beytin faziletlerini sıraladı. Onun, Ehli beyt'in yüce makamı hakkındaki güzel cümleleri Nehc-ul Belaga'da ve diğer hadisî ve edebî kaynaklarda zikr edilmistir.
15) el-Ma'rifetü vet-Tarih, c: 1, s: 538. Her iki "Sageleyn" ve "Safine" hadisi mütevatirdir. Bakınız: Abakat-ül Envar 12. cildin ikinci kısmı - İsfahan baskısı - .Yıl: 1341.
*) Gadir hadisinin nakledilen yolların çoğunun ehli sünnet kaynaklarından olmasının sebebi imam Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi avlusunda başlattığı hareketten kaynaklanmaktadır. İmam bunu yapmasaydı, hadis-çiler, diğer bir çok şeyler gibi bunu da unutacaklardı.Biz de onun bazı bölümlerini başka bir yerde derledik16.
Ama Muaviye'nin ve diğer Süfyan ve Mervan boyunun başa geçmesiyle ve minberlerde Ali (a.s.) ve evladına açıkça küfretmeleriyle ve hatta Ehli beyt'in gündeme getirilmemesi için Abdullah b. Zübeyr'in Peygamber'e selam göndermemesiyle Ehli beyt'in faziletlerinin Peygamber'in dilinden halkın arasında söylenmesi nasıl beklenilebilir.
Bu siyasetin neticesi sadece Ehli beyt'i unutturmak değil, hatta halkın Ehli beyt'i kabullenmediğini de icat etmek idiyse de halkın onlara karşı duydukları bağlılığı korudukları sonraları belli oldu.
Hz. Ali'nin (a.s.) yadigârı olan bir tek Küfe dolayısıyla orada da kendisine karşı kin duyuluyor ve düşmanlık gösteriliyordu ve Ali'nin (a.s.) hatırasını canlandırdı ve Hz. Ali'nin (a.s.) evladını üstün gördü ve batınlarında Ehli beyt'in hilafetini beslediler, hatta Hişam b. Abdul Melik, onların Ehli beyt'e itaat etmeyi kendilerine farz bildiklerine tekid etti17 ve hatta diğer kaynaklarda da halkın onların hilafetini kabul etmeğe hazır olduklarına itiraf edilmiştir18.
Daha sonraları Beni Abbas bu fırsattan yararlanarak kendilerini Ehl-i beyt adına cahil halka tahmil ettiler.
Ama hakikat gizli kalmadı ve sadece bir azcık insafı olan had isçiler arasında Ehli beyt'in faziletleri, özellikle de Gadir hadisi korunabildi. Ve biz bugün "el-Gadir" kitabı gibi büyük bir mirasa sahibiz ama olmaması gereken şey gerçekleşti.
16) "Siyasi islam Tarihi" başlangıçtan kırk hicriye kadar, s: 433-434.
17) ibn-i A'sem'in "el-Futuh"u, c: 4, s: 23, Tevvabin'in kıyamı ve Muhtar'ın hareketi de açıkça bunu göstermektedir." Siyasi İslam Tari-hi'nde kırkıncı yıldan yüzüncü hicri yılına kadar bölümünde ayrıntılarıyla bu konuyu ele almışız.
18) Müberred'in "el-Kâmil-u 1il-Edeb"i, c: 1. Bu rivayette Halid b. Ye-zid, Abdul Melik Mervan'ı, Haccac'ın, Abdullah b. Cafer'in kızıyla evlenmemesi gerektiğini söylüyor. Çünkü halk arasında Beni Haşim hakkında bazı söylentiler yar ve bu evlilik Beni Ümeyye'nin yok olmasına ve Haccac'ın başa geçmesine neden olacak. Abdul Melik de Irak halkının Beni Haşim hakkındaki inancından korkarak Haccac-ı, Abdullah b. Cafer'in kızını boşamaya mecbur ediyor.
İslam toplumunun rotası Ehl-i beyt ve itretin ilim ve amelinden yararlanmakla eğitilmesi gerekirken başkalarının yanlış ve hatalı bir takım amellerine dayandırıldı, mazlum Ehli beyt ise kendi çalışmalarını şialara yönelik belirli bir düzeyde sürdürdüler. Fakat ehli sünnet de bazı yerlerde onların sözlerinden yararlanıyorlardı.
Onca baskı, istibdat ve daraltılan atmosfere rağmen Ehli beyt-i Athar düşünce ve amel sebatını sürdürdü ve şahsiyetlerinin yüceliği, Kur'an ve itrete dayalı şii mirasının korunmasına neden oldu. Ebuzer'in feryad ettiği şeyi, şia amelen gerçekleştirdi ve fıkıh, tefsir, ahlak ve siyasetde yüce imamlarının yolunu devam ettirdi.
Ehli sünnetin Ehli beyt'i sevdiklerini gösterdiklerini ve bu sözlerini isbat etmek için Ehli beyt'in faziletleri ve hatta oniki imamın yaşantılarını açıklama hakkında kitap yazdıklarına değinmiştik19. Ama bunlar Gadir vak'asının sadece Ali'yi (a.s.) sevmenin isbatı için mi olduğunu ve hiç bir köken ve esasa dayanıp dayanmadığını asla kendilerinden sormuyorlar.
Tevatür olduğu tesbit edilen "Sakaleyn" hadisi sadece sathi olarak Ehl-i beyt'i izlemenin farz olduğunu bildiren ve "Sefine" hadisi onlara itaat etmenin farz olduğunu gösteren en açık bir teşbih değil midir?
İnsanı hayrete düşüren şey Suyuti ve başkalarının "el-Eimmetü İsna Eşer" (İmamlar oniki tanedir) hadisinin reddedilemez bir hadis olmasına ve âlimlerin ortak kabul ettiklerine rağmen yanlış yere bunu bazı halifelere yorumluyor ve bazen da "dördü gelmiş ve diğerleri de gelecek" gibi vade veriyorlar. Bu rivayet şia imamlarından başkası hakkında yorumlanabilir mi? İmam Askeri'nin (a.s.) zamanında henüz imam hayattayken Cahiz'in, onbir imamı "âlim, zahid, nasik, suca ve tahir" lakaplarıyia ve kendi görüşünce hilafete layık
19) Tezkiret-ül Havass, el-lthaf, Yenabi'ul-Meveddet ve İbn-i Tu-lun'un yazdığı el-Eimmet-ül İsna Eşer gibi ve "Turasuna" dergisindeki Te-batebai'nin gösterdiği fihristteki diğer kitaplar.
görüp methettiği kimseler şia imamları değil midirler?21 8u imamlar o kadar azametlidirler ki İmam Rıza'yı (a.s.) "Ali b. Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib" unvanıyla veliahd olarak tanıtmak istediklerinde "Ant olsun Allah'a eğer bu isimler sağır ve dilsiz kimselere okunursa Allah'ın izniyle şifa bulurlar" dediler22.
Bu hanedanın ehemmiyetini sadece az bir grup idrak edebiliyordu ama çoğuları da Ehli' beyt'in bu makamından hoşnut değillerdi. Bir rivayette, hadiscilerden olan "Zâide"ye neden Cabir Cu'fi'den, İbn-i Ebi Leyla'dan ve Kelbi'den hadis nakletmiyorsun? denildi. O dedi: Ben Kelbi'nin yanına gidip Kur'an okuyordum, bir gün şöyle dediğini duydum:
Bir süre hastalanıp ezberlediğim her şeyi unuttum "Âl-i Muham-med'in (s.a.a.)" yanına gittim, ağzının suyundan ağzıma bırakınca unuttuğum her şeyi hatırladım. Zaide, "bunu duyunca artık ondan bir şey nakletmedim" diyor23. Zâide'nin Kelbi ile olan düşmanlığının nedeni malumdur.
Şehristani de ehl-i sünnet ve cemaattan olmasına rağmen Ehli beyt'in azametinin yüceliğine ve bizzat Kur'an ilminin Ehli beyt'in yanında olduğuna inanmaktadır24.
Rasulullah'ın sünnetinin gerçek koruyucularının Ehl-i beyt olduğu bir hakikattir. Ve bu nedenle Peygamber onlara Kur'an'ın yanında yer verip onların birbirinden ayrılmalarının imkansız olduğunu buyurdu. Bu sünneti koruma hususu, şia İmamlarının fikirsel hayatı hakkındaki tarihi araştırmalarımız boyunca titizlik gösterdiğimiz konulardan biridir.
Peygamberin sünnetini Ehli beyt'in nasıl koruduğunu aydınlığa kavuşturmak için burada üç örneğe değiniyoruz:
21) Asar-ul Cahiz, s: 235, "imam Rıza'nın hayatından. naklen, s: 147, Cahiz, ehli sünnetin üçüncü asırdaki büyük yazar ve edebiyatçılarm-dandır. '
24) "Turasuna" dergisinin 12. sayısı. Doktor Azerşeb'in "Şehristani-'nin Tefsiri" hakkındaki makalesine bakınız.
Emir-ul Müminin Ali (a.s.) "din görüş ile değerlendirilecek olursa ayağın altının meshedilmesi, üstünün meshedilmesinden daha evladır; ama, ben Rasulullah'ın ayağın üstünü meshettiğini gördüm" buyurdu25. Bu tutum "görüş ve ra'y" hükümeti karşısında Rasulullah'ın (s.a.a.) sünnetini korumanın ta kendisidir.
· Ebu Musa Aş'ari şöyle diyor:
Ali (a.s.) Camel (savaşı) günü Peygamber'in namazını hatırlatan bir namaz kıldı, oysaki biz onu unutmuş veya bile bile terketmiştik26.
· İmam Seccad (a.s.) ezan söylediğinde "hayye alel felah" cümlesine geldiği zaman -ehli sünnetin terketmiş oldukları- "Hayye ala hayril amel" cümlesini söylüyor ye başkalarının bu cümleyi atmakla ezanı tahrif ettiklerini bilmeleri için "ilk ezan böyle idi" buyuruyordu27. Rasulullah'ın sünnet ve tutumuna dayalı bu gibi tavırların benzerleri Ehli beyt'in arasında pek fazladır.
Şianın, ehli beyti bu kadar sembol edinmesi, bir taraftan Peygamberin onca tekidinden ve diğer bir taraftan da Ehlibeyt'in dinin esasını korumadaki siyerinden dolayıdır.
Burada, gerçekçi ve gerçeği arayan bütün ehli sünnete, ehli beyt hakkında daha çok araştırma yapmalarını ve bilhassa fezâilin gerçek anlamında ve onun fikirsel semerelerinde düşünmelerini tavsiye etmek yerinde olur bizce. Belki de inşaallah böylece hepimiz ehli beyte sarılarak hidayet yolunu bulur ve Hakk Teala'nın bize lütuf edeceği tevfik ile sırat-ı müstakimde yürürüz28.
' 28) Burada iki kitap tanıtılabilir: Biri Muhammed Taki Rahber'in tercüme edip İslami Tebliğler Teşkilatının bastığı Dar-ut Tevhidin yayınladığı "Ehli Beyt Mektebinde", diğeri de Merhum Şehabuddin İşraki ve Ayetullah Fazıl Lenkerani'nin yazdıkları "Ehl-ül Beyt veya Parlak Simalar". Bu kitab "İslami Kültür yayım bürosu" tarafından yayınlanmıştır.
Değerli üstadım Allame Seyyit Cafer Murtaza'ya, bu mecmuaya değerli bir önsöz yazdıklarından dolayı çok teşekkür ediyor ve ehli beytin hayatı hakkındaki bu muhtasar araştırmamı ehli beyti Athar’ın yolunu izleyenlere takdim ediyorum.
Resul Caferiyan
1
3-İMAM HÜSEYİN(AS) 3-İMAM HÜSEYİN(AS)
İMAM HÜSEYİN(a.s.)
İmam Hüseyin (a.s.) buyurmuştur: "Şüphesiz ki nübüvvetin ehl-i beyti, risaletin madeni, meleklerin inip kalktığı yer ve rahmetin indiği yer biziz. Allah, bizimle başlattı ve bizimle bitirdi, hatmetti." (el-Futuh, c: 5, s: 17)
Şiaların üçüncü imamı olan ve aynı zamanda şehid edilişi nedeniyle şialar üzerinde çok derin ve köklü bir etki bırakan İmam Hüseyin (a.s.)'dır. O da aynen kardeşi gibi Rasu-lullah (s.a.a.)'in sevgilisi idi. "Ehl-ül beyt, zev-il kurba, Seyyida Şebabi ehl-il cennet, ashab-ı Kisa vb..." sözlerinin en belirgin fertlerinden biri sayılıp, peygamber (s.a.a.) tarafından en güzel cümlelerden biriyle methedilmistir.
"Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'den", imamın faziletleri babındaki rivayetleri birçok kaynaklar bir araya toplamıştır1.
İmam, babasının imameti dönemindeki Camel, Sıffin ve Nahrevan savaşlarına katılmakla birlikte kardeşinin yanında da hem savaşa azmedilmişken, hem de sulha karar verilmişken dimdik durarak kardeşinin ve müslümanların hak imamının tutumunu savunuyordu. Biz "Siyasi İslam Tarihi" kitabının bir bölümünde "İmam Hüseyn (a.s.)'ın barış hakkındaki görüşü"2 başlıklı yazımızda bazı düşmanların
1)Fazail-ul Hamse fi Sihah-is Sitte (Rruz Abadi), bakınız.
İmamın görüşünün kardeşiyle muhalif olduğu hakkında söyledikleri sözlerin yanlış olduğunu isbat etmiştik. Bir takım sarih tarihi rivayetlere göre İmam, sırf itaat etme yönünden değil, hatta tahlil ve yorum açısından bile İmam Hasan (a.s.)'ın olaylar hakkındaki tahlil ve görüşüne inanıyordu3. İmamın, Muaviye karşısındaki tutumlarından bir başkası da Hücr b. Adiy ve dostlarının şehid edilişi dolayısıyla Muaviye'ye uzunca şöyle bir mektup yazmasıydı.
Bu mektupta; önce Muaviye ile savaş kastı olmadığını ama savaşmamasından Allah'ın razı olmayacağından korktuğunu belirterek Hücr'ün şehadetine oeyinip onu zulme boyun eğmeyen, bid'atlarla muhalefet eden ve hiçbir şeyden korkmayan âbid biri olarak vasfetmek-e Muaviye'nin Hücr'ü şehid etmesinden dolayı onu kınıyor.
Aynı şekil Muaviye'nin hatalarını ve Ziyad'ın, onun kardeşinin oğlu olduğu hakkındaki işlediği hatayı kendisine hatırlatıp Zıyad'm Irak müslümanları hakkında işlediği cinayetleri anla-"Yor. Son olarak da Muaviye'yi kıyametle, hesap-kitapla uya-r'P hajkı nedensiz olarak tutuklayıp işkence ve eziyet ettiğinden dolayı Allah'ın onu kendi başına bırakmayacağına değiniyor ve şarap içen, köpek oynatan Yezid'e biat almakla kendisini ayıplıyor."
….Hakikatte İmam Hüseyn (a.s.)'ın yaşamının en önemli kısmını oluşturan ve şia üzerinde ruhsal ve tarihsel açıdan en derin etki bırakan Kerbela vakıasıdır. Bu nedenle ve de özet olarak anlatmak niyetinde olduğumuzdan dolayı mukaddimatta bundan fazla yer vermiyor, Kerbela vakıasını incelemeye ve izah etmeye başlıyoruz.
dar.
2) Siyasi islam Tarihi, Kırkıncı yıldan birinci hicri asrının sonuna ka-
Altmış hicri yılının Recep ayında Muaviye öldükten sonra, önceden hilafeti müslümanlara zorla kabul ettirilen Yezid, babasının yerine oturup olanca gücüyle Medine'deki meşhur muhaliflerinden biat almaya başladı. Çünkü onlar Yezid'in hükümetinin geleceğini tehdit ediyor ve bir tehlike sayılıyorlardı5.
Muaviye'nin ölüm haberi henüz Medine halkına gelip çatmamışken, Yezid Medine'deki valisi Velid b. Ütbe b. Ebi Süfyan'a bir mektup yazarak hiç gecikmeden Hüseyn b. Ali (a.s.) ve Abdullah b. Zübeyr'den biat alması emrini verdi. Velid'in müşaviri olan Mervan, Velid'i aynı gece onları valilik ikametgâhına getirmeğe, biat etmedikleri taktirde hemen orada öldürmeye teşvik etti.
Çünkü bu eşsiz fırsat elden çıktığı taktirde bir daha onları bulmak daha da zorlaşacak ve Yezid'e itaat etmek sözünde bulunmayan kimseler muhalefet ederek halkı toplu bir isyana davet edeceklerdi6.
Hüseyn (a.s.), ashab ve yakınlarından bir grup ile tehlike sezince kendilerini savunabilmeleri için silahlı olarak hakimin evine doğru yürüdüler. Hakimin evinde Muaviye'nin ölümü ve Yezid'in emri İmama bildirildi. İmam cevaben şöyle buyurdu: "Benim gibi birinin gizlide biat etmesi doğru olmaz, böyle bir biat mescitte ve bütün halkın huzurunda olmalıdır."
Velid ikna olmuş idi ama küstahlığı baş alıp giden Mervan, tehditçi sözlerle imamı tutuklaması için Velid'i tahrik etmeye çalışıyordu. İmam ile Mervan arasında bazı sert konuşmalar geçti. Hazret, valinin evini terkederken Velid'e hitaben şöyle buyurdu:
"Biz nübüvvetin ehl-i beyti, risaletin kaynağı, meleklerin geliş-gidiş yeri ve rahmetin sebebiyiz. Allah (islamı) bizimle başlattı ve bizimle noktaladı. Yezid fasık, şarap içen, öldürül memesi gereken kimseleri öldüren ve açıkça fasıklığını
5) Ahbar-ut Tuvval (Dinveri), s: 227.
6) ibni A'sem. c: 5, s: 11.
bildiren biridir, benim gibi biri asla onun gibi birine biat etmez.'
İmam bu mecliste "tathir ayetine istinat etmekle Ehl-i beytin, hilafet makamına daha layık olduğunu bildirdi".
Ertesi gün Abdullah b. Zübeyr Medine'den çıkmış" ve ertesi gece ise (hicri altmışm Şaban ayının üçüncü günü) Huseyn b. Al, (a.s.) Muhammet b. Hanefiye hariç, risalet hanedanının bütün efradıyla birlikte Mekke'ye gitmek için Medine yi terketmişti'
Mekke İslamın en önemli dinî merkezi ve daima büyük ve meşhur Islami şahsiyetlerin toplandığı yer idi. İmam burada muhtelif şahıs ve fertlerle temasta bulunup Yezid'e biat etmemesinin nedenlerini onlara anlattı.
Küfe şiaları, ne zamandan beri böyle bir anın gelip çatmasın, beklediklerinden bu haberi duymakla çok sevindiler Bu neden e bu konu üzerinde bir toplantı düzenlediler Onlara önderlik eden Süleyman b. Süred gibi şahıslar bu toplantıda konuşma yaparak İmam. Irak'a davet etme hususunu gündeme getirdiler.
Süleyman yakin edebilmesi ve konunun hassas olduğuna tekid etmesi için toplantıda bulunanlardan sözlerinden dönmemelerine dair taahhüt aldı». Daha sonra Süleyman, Müseyyib b. Nacebe, Habib b. Mezahir, Rifaet b Şaddad ve Abdullah b. Val gibi şia önderlerinin imzasıyla imama bir mektup yazıp İmam. Kûfe'ye gelmeye davet etti-
İmam bu mektuba cevap vermeyince çok geçmeden peşpeşe başka mektuplar da geldi ve nitekim Kays b Mu-sahhar Seydavi ve Abdullah b. Val halk.n temsilcisi olarak o hazreti davet etmek ve bunun hakkında diyalogda bulunmak için Mekke de hazretin huzuruna vardılar. Bundan sonra Kûfelılenn mektupları sel gibi İmama taraf akmaya başlaladı.
ve imam bunca mektuba ehemmiyet vermemezlik ede-miyecek bir durumda kaldı12. Bu sırada, Kûfe'nin durumundan haberdar planlardan biri dan Hâni b. Hâni Mekke'de imamla görüştü. Bu görüşmede halkın hatta Kûfe'nin eşrafının sahnede oluşu ve hazırlıkları hakkında bilgi verdi ve bu ' da Kâfeiilerin mektuplarının muhtevasına bir tekid oldu.
İmamın ilk tepkisi Müslim'i göndermek idi; Müslim hareket etmeye hazırlanınca İmam ona hitaben şunları söyledi:
"Halkın topyekün biat eniklerini görürsen hemen bana haber ver; ben de ona göre davranayım."13
Müslim'in mesajı müsbet idi. İmama gönderdiği mektupta şöyle yazdı: "Küfe halkının yirmi binden fazlası size biat etmişler. Mektubumu alır almaz hareket edin."14
Küfe halkının mektupları, Küfe temsilcilerinin anlatımları ve de Müslim'in Kûfe'nin durumu hakkındaki verdiği bilgilerin tümü Emevi sultasına karşı güçlü ve ciddi bir savunma ve çatışmanın teşekkül halinde olduğunu gösteriyordu. Zil-Hacce ayının sekizinde' hacc merasimi yerine getirildiği sırada Kûfe'ye doğru harekete geçti. Çünkü onların görüşünce bir an gecikme bile Kûfe'nin durumunu Emevilerin yararına 'değiştirebilirdi.
İmam, yol boyunca ilk olarak Yemen'den Şam'a hareket eden bir kervan ile karşılaştı. Bu kervan Yezid'in sarayı için Şam'a bir çok hediye götürüyordu. İmam kervanı ve yüklü olduğu hediyeleri müsadara edip kervan ehlini de istedikleri taktirde kendisiyle Irak'a gitmeye davet etti, aksi halde ise geri dönmelerini emretti.15
İmam Kûfe'ye doğru yola düştü ve yol arasında bulunan es-Srfah'da Farazdak ile karşılaşıp Kûfe'nin durumunu sordu. Farazdak kısa bir cümlede Kûfe'deki ortamı şöyle vasfetti:
"Halkın kalbi seninledir, kılıçlan ise senin aleyh'ine kullanılacak."
İmam yoluna devam edip sonraki bir bölgede (Betn-ür Rüme) Küfe halkına bir mektup yazıp pek yakın bir zamanda Kûfe'ye gireceğini onlara bildirdi6 Mektubu taşıyan Kays b. Musahhar Seydav! henüz Kûfe'ye girmemişken Hasîn b. Nü-meyr tarafından tutuklandı. İmamın mektubu Emevi memurların eline geçmesin diye mektubu çiğneyerek yuttu ve birkaç gün sonra da Kûfe'de şehid edildi.
İmam hareketine devam edip Zarud mıntıkasında meşhur ve Q, ana kadar Osman'ın taraftarı dan Züheyr b. Kayn ile karşılaşıp ondan yardım diledi. O da İmamın sözleriyle etkilenip, karısının da teşvik etmesiyle İmamın davetini kabul etti ve Kerbela'ya doğru ilerleyen bu kervana eklendi.17 İmam Zat-ı İrk bölgesindeydi ki Beni Eset kabilesinden biri Hâni ve Müslim'in şehadet haberini İmama iletti18.
Tarihî bir haber, İmamın o an geri dönmeye karar verip ancak Müslim'in kardeşlerinin buna engel olduklarını söylüyor. Ama bu haber sahih değildir çünkü o zaman sadece İmam değil, hatta İmamın yanındakiler bile Kûfe'ye güveniyor ve olup bitenleri şöyle değerlendiriyorlardı.
"Sen Müslim'e benzemezsin; Kûfe'ye varınca halk seni destekleyecektir."19
Müslim'in son anlarında Ömer b. Sa'd'dan İmama göndermesini istediği haber, Zübale mıntıkasında İmama gelip çattı. Müslim bu haberinde, Kûfe'nin o hazret için korkunç bir tuzak şekline girdiğini ve hazretin buraya yaklaşmamasını kendisine bildirmişti. Çok geçmeden Kays b. Mushaf ve İmamın süt kardeşi dan Abdullah b.
16) Ahbarut Tuval (Dinveri), s: 245.
17) Ahbar-ut Tuvval (Dinveri), s: 247. *
18) İbn-i A'sem, c: 5, s: 120.
19) Taberi, c: 4, s:.300.
20) Ahbar-ut Tuvval (Dinveri), s: 247-248.
Yaktur'un21 şehadet haberi hazrete bildirildi. Bu haberler genel olarak değerlendirildiğinde Kûfe'nin siyasi şartları ve durumlarının Emevilerin lehine dduğunu gösteriyordu. İmam bu durumu dikkate alarak beraberindeki nisbeten kalabalık topluluk karşısında durumu şöyle değerlendirdi:
"Ey cemaat! Bizim taraftarlarımız bizi yalnız bıraktılar; evine dönmek isteyen herkes serbestçe dönebilir."22
Maddi amaçlan nedeniyle İmamın etrafını alan bir grup bu sözü işitir işitmez kervanı terkettiler ve sadece Medine'den veya Mekke'den İmamla beraberlik eden has ashabı ve dostları baki kaldılar.23
İmam, o güne özgü siyasi durumları dikkate almakla bu itirazcı hareketin askeri yenilgiye uğrayacağını katiyen biliyordu, ama Rasululah (s.a.a.)'in evladı. Hüseyin (a.s.)'ın Emevilerle bir ayarda ve denk olmayan savaşının daha başka manevi boyut, neden ve amaçlarının da olduğu ve bunların bilinen siyaset görüşü açısından asla değerlendirilemeyeceği malumdur.
İmam olduğu gibi Kûfe'ye doğru gidiyordu ve nitekim Şerat bölgesine geldi. Orada dinlenip ertesi gün yoluna devam etti ve günün ortalarında Hürr İbn-i Yezid-i Riyâhi'nin komutası altındaki Küfe ordusunun ilk nişanesi uzaktan göründü- Hürr bir askeri komutan olduğundan memuriyeti hakkında sadece askerlik görevine amel ediyor ve bu meselenin siyasi boyutlarını asla dikkate almıyordu.
Bu nedenle İmam namaz kılmaya kalkınca kendisi de bütün askerleriyle birlikte inanılmayacak bir samimiyet ve sadakatla bu cemaat namazına katıldı. Hürr'ün vazifesi İmamı Kûfe'ye götürmek ve geri dönmesini önlemek idi. İmam namazdan sonra orada bulunanlara hitaben konuşma yapıp şöyle buyurdu:
21) Bazı tarih kitaplarında (Nefes-ül Mahmum) Kays b. Musahhar ve Abdullah b. Buktar olarak yazılmıştır.
"Benim amacım Kûfe'ye gelmek değildi ama mektuplarınız ye elçileriniz bana gelince Kûfe'ye gelmeye karar verdim. Şimdi eğer Kûfe'de bana itiraz etmeyeceğinize dair söz veriyorsanız şehrinize gelirim, aksi halde geldiğim yolu tutup geri dönerim."2*
Hürr, mektuplar hakkında hiç bir şey bitmediğini belirtti, mektupları gördüğündeyse askerlik görevini öne sürdü, imam Kûfe'ye gitmeyi kabul etmeyip Hicaz'a doğru ilerledi25.
Hürr ise süvarileriyle İmamın yolu üzerinde sıraya geçtiler, kısa bir dil kavgasından sonra onları Kûfe'den uzaklaştır-mayan ve Hicaz'a da yaklaştırmayan orta bir yolu yürümeğe her iki taraf da ittifak etti. Bu ittifak esasınca el-Üzeyb'e doğru ilerlediler.26
Burada Tirimmah b., Üdey, İmamın 'Tayy" dağlarına doğru hareket etmesini istedi fakat imam, Hürr ile antlaşmasından dolayı bu öneriyi kabul etmedi27. Yol boyunca İmam Kûfe'den daha çok uzaklaşmak için defalarca yolunu çöle doğru eğmeğe çalıştı ama Hürr buna engel oldu.
Nihayet Kasr-ı Beni Mukatil'e gelip çattılar ve ordan da Neyneva'ya kadar ilerlediler28, İbni Ziyad'ın İmamın tutuklanması hakkındaki emri Neyneva'da Hürre iletildi:
"Onu kurak, susuz ve ot yeşermeyen bir çölde beklet."29
Bu sırada Küfe şialarından bir kaçı geldiler ve Hürr'ün muhalefet etmesine rağmen İmamın ordusuna eklendiler30. Belazeri "İmam Şam'a gidip Yezid'e biat etmek için Hürr'den izin istedi" yazıyor31.
Bazı araştırmacıların bu rivayeti zayıf bilmelerine ilaveten, bu çekişmelerin tümünün imamın Yezid'e biat etmemesinden doğduğu ve hazret biat etmeğe hazır olduğu taktirde savaş ve kan akıtmanın kendi kendine ortadan kalkacağı tabii îdi.
İmam, Hürr ile hareket ettiği sürece Züheyr b. Kayn, Hûrr'ün ordusunun azlığından dolayı onlara saldırmalarını imamdan istiyordu, fakat İmâm kabullenmeyerek şöyle Duyuruyordu:
"Onlarla savaşı kendimin başlatmasından hoşlanmıyorum/'32
İmam Muharrem ayının ilk çarşamba günü veya ikinci Perşembe günü Kerbela'da zorla bekletildi fakat Dinveri, çarşamba günü olduğunu söylemiştir33.
O günün ertesinden itibaren İbn-i Ziyad'ın orduları tedricen Kerbela'da toplandılar. İbni Ziyad, İmam Hüseyin (a.s.)'ın şehid edilişinin intikamını almak amacıyla ileride çıkması muhtemel kıyamları önlemek için bütün Küfe halkının ve kabilelerinin elini peygamberin evladının kanına -bulaştırmaya çok ısrar ediyordu.
İbn-i A'semin rivayet ettiğine göre takriben yirmi iki bin kişi Kûfe'den yola düştüler ama Belazeri34, Dinveri35 ve İbn-i Sa'd'ın rivayetlerinden anlaşıldığı üzere onların bir çok grubu yolun yarısında ordudan ayrılıp kaçtılar. Çünkü Küfe halkının çoğunluğu asla Rasulullah (s.a.v.)'ın evladıyla savaşmak istemiyorlardı, bu nedenle İbn-i Ziyad şöyle bir bildiri yayınladı:
"Bugünden itibaren orduya katılmamazlık eden herhangi biri eman ve emniyette olmayacak."36
Bu cemiyet ve topluluk böyle bir tehdidin etkisinde kalarak Kerbela'ya akın ettiler.
32) Dinveri, s: 252.
33) Dinverr. s; 253. :
34) (Belazeri), c. 2, s: 179, Ensab-ul Eşraf.
35) Ahbar-ut Tuvval, (Dinvşri), s: 254.
36) Ensab-ul Eşraf, c. 2, s: 178.
Hatta Rey şehrinin hakimi olarak ve müşrik deytemiyan ile savaşmak amacıyla iran'a hareket etmeye hazırlanan Ömer b. Sa'd b. Vakkas -kendisi de Beni Zühre37 de Hüseyin (a.s.)'ın kanının akıtılmasına razı olmamalarına rağmen önce Hüseyin (a.s.)'ın işini bitirip daha sonra Rey'in valiliğini üstlenmesi için oraya gitmesine dair emir aldı ve bu yüzden Küfe ordusunun komutanlığına atandı.
O Kerbela meselesi hakkında eziyet edici, huzur kaçırıcı ruhsal bunalım aşamasını geride bırakıp nihayet Rasulullah (s.a.a.)'ın evladının; kanının akıtılması pahasına bile olsa Rey valiliğini seçti38.
Ömer b. Sa'd'ın Kerbela'ya varır varmaz yaptığı ilk iş İmamın huzuruna bir elçi gönderip gelişinin nedenini sormak oldu. İmam, Küfe konusu hakkında kendisine gönderilen mektupları ibn-i Sa'd'ın elçisine gösterip buyurdu:
"Eğer Küfe halkı beni kabullenmek istemiyorlarsa geldiğim yoldan çekip giderim."
Bir çare peşinde gezen Ömer b. Sa'd, İbn-i Ziyad'a yazdığı mektupta şöyle dedi: "Hüseyin (a.s.) Hicaz'a döneceğine veya İslam ülkesinin sınır bölgelerinden birine gidip orada herhangi biri gibi yaşayacağına dair bana söz verdi." "Senin razılığında ümmetin maslahatı da bundadır.’’ İbn-i Ziyad, ibn-i Sa'd'ın tavsiyesinemeyilli idi ama Şimr onu kararıncfan döndürdü ve neticede İbni Ziyad, Ömer b. Sa'd'a çıkışarak şöyle bir mektup yazdı:
"Hüseyin (a.s.)'a yumuşak davranman için seni göndermedim, hemen Yezid'e biat etmesini kendisinden iste; eğer kabul etmezse önü Öldür, ortadan kaldır."4°
İbni Ziyad'ın mektubunun içeriği İmama bildirilince şöyle buyurdu:
"İbni Ziyad'ın isteğine müspet cevap vermeyeceğim; eğer ölümden başka bir çare yoksa ölüme göğüs gererim."41
İbn-i Ziyad, Aşûra'dan bir kaç gün önce Ömer b. Sa'd'a bir mektup yazarak imama su yerümerhesi emrini ısrarla belirtti.
"Osman gibi takvalı ve temiz birine yaptıkları gibi sen de Hüseyin ile su arasında engel ol; hatta bir damla bile su ta-damasınlar."42 /
Başka bir mektupta da şöyle yazdı: "Hüseyin ve ashabının kuyu kazıp onun suyundan yararlandıklarını duydum; bu mektubu alır almaz mümkün oldukça onlara engel ol ve su hakkında onlara daha da baskı yap."43
İmam son günlerde birkaç kez İbn-i Sa'd ile görüştü ve yapmasını yüklendiği korkunç cinayetten vazgeçirmeye çalıştı ama -tarihi rivayetlere göre- Rey valiliği hevesi önü kendinden almıştı. '
Küfe ordusu Tasûa'nın İkindi vakti savaşı başlattı ama imamın İsteğine uyarak savaş, ertesi güfte ertelendi. İmam geceleyin kendi beraberindekilere şöyle buyurdu:
"Ben biatimi üzerinizden1 kaldırdım; gecenin karanlığından yararlanarak buradan uzaklaşabilirsiniz. Her biriniz ailemin birinin elinden tutup tehlikeden kurtarın. Ama hazretin ashabı Allah yolunda direneceklerini ve fedakârlık edeceklerini bildirdiler."44
İmam aynı gece düşmanın saldırılârını çeşitli yerlerden yapamâmalari için çadırların her tarafında hendek kazmalarını, fakat bir yeri açık bırâkmalarını emretti: Aşüra gecesi bitince sabah erkenden her iki ordu birbirinin karşısında saflarını düzenleyip imam ve ashabı kararlı
41) Ahbaf-utt Tûvval, s 254:
42)Ahbâr-ut Tüvvâl; s:55/Ensab-ul Eşraf, c: 2, s: 180/İbtel Ziyad'm osman hakkındaki iftirası hakkında bakınız: "Siyası İslam Tarihi" kırkıncı hicri yılına kadar, s: 377
Hüseyin (a.s.) yanında bulunan savaş görmüş ve savaş yeteneği olan elli ve İbn-i Sa'd'ın yazdığına göre Küfe ordusundan İmama eklenen45 yirmi kişi ile saflarını munazzam edip Küfe askerlerine hitaben şöyle söze başladı: ,
"Ben sizin ve hemşehrilerinizin daveti üzerine size doğru gelmişim. Siz "sünnet ortadan kalkmış ve nifak İslam alemini sarmış" diye yazmış ve ümmetin İslahı için Kûfe'ye gelmemi benden istemiştiniz; şimdi eğer sözünüzden pişman olmuş iseniz buradan dönüp giderim. Kendinize gelin!
Peygamberin ve -İslama ilk inanan ve Hamza, Cafer ve Abbas gibi büyük İslami şahsiyetlerin kendisinin amcaları olan- amcası oğlunun evladının kanını dökmeyi kendinize nasıl yakıştırabilirsiniz? Benim ve kardeşimin hakkında Rasulullah (s.a.a.)'ın "Hasan ve Hüseyin cennet bahçesinin gençleridir" buyurduğunu duymamış mısınız?
Eğer bana inanmıyor, bunu benden kabul etmiyorsanız henüz yaşıyan Cabir b. Abdullah-ı Ensari, Ebu Saîd-i Hudri ve Zeyd b- Erkam'den sorun."46
Hürr b. Yezid o ana kadar bu hazırlıkların ve girişimlerin Rasulullah (s.a.v.)'ın evladı He gerçek bir savaşa sürükleneceğini hiç sanmıyordu. Ama Şimdi meselenin ciddileştiğini görüyordu. İbn-i Sa'd'ın yanına gidip "Hüseyin (a.s.)'ın sözlerinden hiçbiri sizi ikna etmiyor mu?" diye sordu. Ömer b. Sa'd "benim elimde olsaydı onu öldürmezdim" cevabını verdi.
Bu olaylardan sonra Hürr kendini İmamın huzuruna iletip önceki hareketlerinden, tavırlarından dolayı özür dileyerek affedilmesini istedikten sonra şehadet yolunu seçip İmamın vefalı ashabının ilk şehidi oldu47.
Emir-ül Müminin (a.s.) yaptığı savaşların hiçbirinde savaşı kendisi başlatmamıştı ve bu da İmamın metodu, idi.
Şimdi de onun oğlu Hüseyin (a.s.) babasının yöntemine uyarak savaşı kendisi başlatmadı.
Ömer b. Sa'd İmamın ordusuna Hk oku savurdu ve Hüseyin (a.s.)'ın ordusuna ilk ok atanın kendisi olduğuna İbn-i Ziyad'ın yanında tanıklık etmeleri için de Küfe ordusuna şahit tuttu48
Şimdiyse savaş başlamıştı, önce teke-tek olarak başlatılınca düşman ölüleri Müslümanların şehitlerinden daha çok oldu. Bu sahneyi gören Amr b. Haccac paniğe kapılarak "ey millet! Arap kahramanlarıyla savaşmakta olduğunuzu unutmayın" diye bağırdı.
"Eğer onları taş yağmuruna tutmazsanız, hepinizi öldürecekler."49
Küfe ordusu aniden hep beraber İmamın ve ashabının başına üşüştüler. Birkaç çatışma sahnesinde Önce İmamın ashabı, daha sonra da o hazretin ailesinin gençleri şahadet şerbeti içtiler. İmamın ve yetmişten çok ashabının şehid edilmesiyle savaş sona erdi.
KERBELA VAKIASININ MEYDANA GELMESİNDE DİNÎ TAHRİFATIN ROLÜ
Yüce İslam peygamberinin ölümünden Kerbela vakıasına kadar olan fasılada İslam toplumunda bir çok kültürel değişmeler ve tahrifat çıkmış idi. Bu tahrifatın çıkışı, gelişip - güçlenmesi bir sızıntı şeklinde ve yavaş yavaş gerçekleştiyse de çoğu din bilginleri görüşünce bu tahrifatın temelleri peygamberin ölümünden sonraki ilk yıllarda atılmıştı.
Buradaki tahrifattan maksadımız, sultanların ve siyaset adamlarının halkı ahmaklaştırmak, kendi zulüm ve istibdatlarını tevil etmek amacıyla alet edindikleri saptırmalar ve tahrifattan ibarettir.
:48) Taberi,c:4,s: 326/ibni A'sem, c: 5, s: 183.
49) Taberi, c: 4, s. 331/İbn-i Esir, c: 4, s: 67.
Bu tahrifatın çıkıp yayılmasında Beni Ümeyye önemli bir rol oynadı ve İslam'a aykırı düşen hareketlerini gizlemek amacıyla kendilerine özgü tüzükleriyle onlardan yararlandılar. Bunların iğneden-ipiiğe bütün şahsiyetlerini firavunluk özentisi ve cahiliyet özellikleri teşkil ettiğinden dolayı, bunlar kendilerini İslama uyduramıyortardı.
Yezid'in başa geçişi, Beni Ümeyye'nin İslama hiç bir itibar ve değer vermediklerini fakat çirkin çehrelerini gizlemek, kendi hakimiyetlerini tevil etmek ve hükümetlerini halka kabullendirmek için İslamı alet edindiklerini açıkça gösteren tarihi olaylardan biriydi.
İmam Hüseyin (a.s.) Beni Ümeyye'yİ şöyte vasfediyor: "Onlar (Beni Ümeyye) şeytana itaat etmeyi kabullenip Allah'a itaat etmeyen, yeryüzünde fesadı yayan, ilahî ahkamın uygulanmasına engel olan ve de beyt-ül mala tecavüz eden kimselerdir,"50
Onlar şeytani ve fesat doğuran planlarını yürütmek içip asîl İslamî unsurları tahrif edip onları gayri meşru yerlerde kullanıyorlardı. Biz burada onların tahrifatına uğrayan ve Kerbela faciasının meydana gelmesinde önemli bir rol oynayan o unsurların bazı örneklerini -onların tarihî şahidlerine dayanarak açıklayacağız.
EHL-İ BEYTE İTAAT, CEMAATI KORUMANIN GEREKLİLİĞİ VE BİATTAN DÖNMENİN HARAM OLUŞU
Bu üç söz çoğu halifelerin kullandığı eh yaygın ıstılahlardandır ve hâttâ bu sözlerin onların hilafetini sağlamlaştırdığı ve hilafetlerinin devam etmesini tazmin ettiği de söylenebilir. Bu üç terimin hepsi hem sahihtir hem de esasî, dinî ve siya-sî-islamî unsurları taşımaktadır. Akıl açısından da toplumun devamı ve toplumsal düzeni sarsılmadan korumak bu üç temel ilkeye dayanmaktadır.
İmama itaat etmek gerçi büyük bir önem taşımaktadır; çünkü imama itaat etmek hakim düzene uymak anlamınadır.
50) Ensab-ul Eşraf, c. 2, s: 171/ibn4 A'scm, c: 5, s. 144-145/Taberi, c. 4, s: 304.
Acaba her imama, hatta zalim olsa bite itaat edilebilir mi? Yoksa imamın âdil olmak, İslami kanunları doğru ve ayrıntılı bir şekilde uygulamak gibi bir takım şartlara ve sıfatlara da sahip olması mı gerek? Maalesef ki adaleti uygulamanın gerekli olmadığı pratik açıdan kabul edilmekle kalmayıp teorik açıdan da büyük bir grup tarafından makbul görülmüştür.
Cemaatı korumak, yani kargaşalık çıkarmamak, ayaklanmamak, vahdeti ortadan kaldıran girişimlere el atarak İslami toplumda sarsıntı ve fitne ortamı yaratmamak. Ama istibdadî bir saltanat ve f asık bir hakim karşısında da susulabilir mi?
Böyle bir hükümete itiraz amacıyla yükselen her sesi, toplumsal düzene ve cemaata darbe indiren ve tefrika sebebi diye tanıtmak mı gerek? Biattan dönmenin haram oluşu; ahde vefa etmek unvanıyla islamda çok methedilmiş, söz ve biattan dönmek ise çok yerilmiştir. Fakat Yezid gibi bir halifeye biat edilmez veya edilen biattan dönülürse cemaat bozulur mu? Yine buna karşılık biattan dönmenin haram oluşu ilkesini öne sürerek itirazda bulunanı mahkum mu etmeli, bir kenara mı itmeli yoksa böyle yerleri bu ilkeden istisna mı etmeli?
Söylendiği üzere, Beni Ümeyye halifeleri ve onlardan sonra da Beni Abbasi halifeleri bu mefhumların tahrif edilen şeklini kullanarak.-yani bu üç ilkeden yararlanıp İslamın bu ilkeler için belirlediği şartları, koşulları bir kenara itip halkı kendi hükümetlerini kabullenmeye mecbur ediyorlardı.
Muaviye, Yezid için biat almak istediği zaman, muhalifleri biat etmeye zorlamak için Medine'ye gitti. Ayşe'nin kardeşi Muhammed b. Ebi Bekir, Muaviye'nfrı eliyle şehid edildiğinden Ayşe de muhaliflerden biriydi. Muaviye biat meselesini Ayşe'nin huzurunda dile getirdiği zaman Ayşe'ye hitaben şunları dedi: ,.
"Ben Yezid için bütün müslümanlardan biat almışım, sabit ve tekid olan bu biati kırıp, hiç olmamış gibi göz ardı etmeme razı olur musun?
Ayşe dedi: "Bunu benimsemem fakat sen de halka iyi davran, onlara yumuşaklık göster."51
Bu husus, Ayşe'nin biattan dönme ilkesi karşısında nasıl yumuşadığını, taviz verdiğini ve Muaviye'yi kendi haline bıraktığını açıkça gösteriyor. Çünkü Muaviye'nin kullandığı şeklindeki biattan dönmemek ilkesi Ayşe ve Ayşe gibilerinin düşüncesinin ürünüydü:
İbn-i İshak söylüyor:. (Her halde Mescid-ül Haramda) namaz kılmakla meşgul idik. Şimr b. Zil-Cuşen de bizimle, namaz kılıyordu. Namazdan sonra ellerini kaldırıp söyle dua etti: "Allah'ım! Benim şerefli biri olduğumu kendin de biliyorsun beni affet." Ona "peygamberin evladının şahadetinde senin de elin olduğu halde Allah seni nasıl bağışlar" dedim.
Şimr "biz ne yapabilirdik? Bizim yetkililerimiz, emir sahiplerimiz öyle yapmamıza. emir verdiler biz de muhalefet etmeden emri yerine getirmeliydik. Çünkü muhalefet etseydik bu sucuların merkeplerinden daha aşağı olurduk" dedi52.
İbn-i Ziyad, Müslim b. Akıl'i tutuklattıktan sonra ona şöyle dedi:
"İmamına baş kaldırıp müslümanların birliğini bozdun. " İmam Mekke'den çıkarken (Mekke'nin hakimi) Amr b. Saîd . b: Âs'ın elçileri imama şöyle dediler:
"Halifeye itaatinizi sürdürün, halkın cemaatından çık-mâyın, dinden çıkan ve imamına başkaldıran birini öldürmek hususunda şüpheye düşmeyin."58
" -Eht-i sünnetin fakirlerinden ve hadiscilerinden sayılan-Âbdullah b. Ömer gibi kimseler, heves peşinde gezen ve layık olmayan Yezid gibi birine halk biat ederse, kendilerinin de onu kabul etmeleri gerektiğini sanıyorlardı ve bu yüzden de Yezid'e biat etme hususunda Muaviye'ye dedi:
"Halk oğlun Yezid'e biat ederlerse buna ben karsı çıkmam."57 .' •
Abdurrahman b. Avf'ın kızı Umre gibileri de İmam Hü-seyn'e (a.s.) şöyle yazdılar:
"İtaat etmeye riayet etmeli, cemaattan ayrılmamalı ve onu korumalısın."58
CEBR'E İNANMAK
İslam tarihinde özellikle de Kerbela vakıasında tahrif rolü oynayan konulardan biri de "Cebrüe inanmak idi. Ebi Hilal Askeri'nin dediğine göre "Cebr" inancını icad eden Muaviye'nin kendisi idi59.
Muaviye Yezid'e biat etmek hususunda şöyle diyordu:
''Yezid'e biat etmek ve onun hükümet etmesi ilahi kaza ve takdirlerden biridir ve bu hususda da kimsenin seçim hakkı yoktur."60
Übeydullah b. Ziyad, İmam Seccad (a.s.)'a söyle dedi:
Ömer b. Sa'd, İmam Hüseyin (a.s.)'ın öldürülmesine katıldığı hususunda eleştirilince söyle dedi: "Bu iş Allah tarafından takdir edilmişti"82.
Müslüman görünen Yahudi Ka'b-ul Ahbar Beni Ümeyye sultanları karşısında dalkavukluk ve yağcılık yapmak amacıyla gaybdan haber vermeye başlayıp şöyle diyordu:
"Hükümet asla Beni Haşim'in eline geçmeyecek. Ancak sonraları her ikisi de Beni Haşim'den olan Beni Abbas ve - Aleviler hükümetin başına geçtiler.
Abdullah b. Ömer'den de bu gayıptan haber verme nakledilmiştir:
"Haşimi birinin hükümetin başına geçtiğini görürsen dünyanın sonu olduğunu bilmelisin."63
Ehl-i sünnetin bazı. tarihçileri ve araştırmacıları bu tahrifata dayanarak İmam Hüseyin (a.s.)'ın hükümetini fesada karşı bir kıyam değil, sadece kanun dışı bir ayaklanma olarak nitelemişler64.
KERBELA VAKIASINA KARŞI KUFELiLERİN TUTUMU
Tarih kitaplarında ve de halk arasında bir atasözü olarak Kûfelilerin hilekâr ve hâin olduktan, aralarında ahde vefa etmenin çok az görüldüğü yaygın olup biz de, Kûfelilerin ruhsal karakterleri hakkında onların aceleci olduklarına ve karar vermede bu acele etmelerinin daima kendilerine ve hükümdarlarına zararlı olduğuna önceden değinmiştik.
Çabuk incinmeleri ve bunun yânında çabuk ikna olmaları aynı şekilde çabuk teslim olmaları, çabuk başkaldırmaları, isyan etmeleri bu halkın ruhlarına islemiş, hakim olmuştu. Burada Kûfelilerin Ker-befa vakıası karşısındaki tutumu hakkında bir takım konulan sergilemeye çalışacağız:
64) islam Tarihi, Cambridge Universitesi c- ı s.81 ingilizce metni/el-ithaf bi-hubb-il Eşraf (eş-Şebravi)İmam Huseyn Hayatı.
Küfe halkı, muhtelif hakimler döneminde teşekkülleri ' değişime uğrayan çeşitli kabilelerden oluşan bir mecmua idi. Kabilelerin teşekkülünün değişmesi daima hakimlerin çıkarlarını içeren bir takım maslahatlara uygun olarak gerçekleştiriliyordu. Aynı zamanda hakimler, kabile büyüklerinin, ileri gelenlerinin durumunu mülahaza ediyorlardı.
Çünkü çoğu yerlerde onların şehrin valilerinden daha güçlü olduklarını kendileri de biliyordu.
Şialar bu halkın bir kısmını teşkil ediyordu. Bazı kabileler şii olmakla meşhur idiyseler de hiç bir kabilenin yüzde yüz şii olduğu düşünülemezdi. Böylece şiiler kabileler arasında dağınık olduklarından bir bütünlüğe sahip değildiler ve kabileliğe özgü özelliklerin yanısıra, Küfelik karakterleri de onlara hakim olmuş idi.
O dönemdeki Şiilerin sayısı pek de fazla değildi. Hücr b. Adiy Küfe mescidinde Ziyad ile muhalefet ettiğinde mescitte-kilerin yarısının veya üç de birinin onu destekledikleri söylenmiş. Ama onların çoğu sadece siyasi konularda Ali (a.s.)'ın evlatlarıyla eşlik ediyorlardı.
Bu gibi kimselere siyasi şiilik, akidevi Şiilikten daha çok yakışıyordu. Bu yüzden Emir-ül Müminin (a.s.)'ın Kûfe'deki gerçek şiileri, sayı ve savaş aletleri bakımından pek de. güçlü sayılmazlardı.
Küte halkının imam Hüseyn (a.s.)'ı davet edip fakat kendisine yardım etmedikleri bir yana, hatta onu öldürmek için doğrudan doğruya yardımlaşmada bulunduklarında, şüphe yoktur. Aynı zamanda bunların kim olduğunu, kimlerin mektup yazdıklarını ve neden yardım etmediklerini araştırmamız yerinde olur.
Önce, şii düşünce tarzının sonraları Kûfe'de göz alıcı bir ilerlemesi olduğunu, hatta Beni Abbas'ın Ali (a.s.) evlatlarının hilafet hakkını gasbetmeleri karşısında onlarla muhalefet ettiklerini ve bu yüzden Emevi sarayına bağlı tarihçilerin ve hadiscilerin Küfe halkından nefret ettiklerinin yanısıra, Beni Abbas sarayı alimlerinin de Kûfelilere karşı böyle bir kin beslediklerini hatırlatmamız gereklidir.
Şiaya yapılan zulüm sadece siyasi zulüm değildi ve hatta düşünce ve inanç açısından da daima satılmış düşünürler tarafından küfür ve islamdan çıkmak ile suçlanıyorlardı.
Buna göre mütalaa ederken ve tarihî olayları naklederken, onların tarihçilerinin şiiliğe karşı düşmanlık edercesine ve onlardan nefret ederek tarihi olayları değerlendirdiklerine tamamen dikkat etmek gerek.
Bu noktaya dikkat ederek böyle tarih yazarlarının daima şiayı vefasız göstermeğe ve Kûfe'nin Hüseyn b. Ali (a,s.)'den himaye etmemesinin günahını şia'ya yüklemeye çalıştıkları kolayca anlaşılabilir.
Oysa ki aşağıdaki açıklamalar, Kûfelilerin uygun ve iyi karakterlere sahip olmadıklarından dolayı Hüseyin (a.s.)'ı destekleyemediklerine biraz da olsa açıklık getirecek. Fakat Kûfelilerin işar edecek derecede fedakârlık etme amaçları olsaydı durumu bir yere kadar değiştirebilirlerdi. Bu hu-susdaki görüşümüzün hulasası bundan ibarettir; şimdi bu görüşümüzü şahitlerle, delillerle isbatlamaya çalışacağız:
O koşullar altında bulunan Kûfe'den şöyle bir tablo sergilenebilir: Şam halkı Yezid'i kolaylıkla kabullenebiliyorlardıy-sa da, bu iş Küfe halkı için zor idi. Bu nedenle Yezid başa geçtiğinde Küfe şifleri muhalefete başladılar ve Küfe halkının ekseriyeti de Yezid'in yerine oturabilecek uygun birine sahip olmadıklarından Hüseyn b. Ali (a.s.)'ın tarafına çekildiler.
Bu doğrultuda şifler tarafından davet başlatıldığı zaman halkın avam kitlesine -genelde her milletin avam kitlesine- özgü olan sefa ve içtenlikle kendi himaye ve desteklerini bildirmekle kalmayıp kendi mevki ve makamlarını tehlikede gören veya halk kitlesinin ruhsal karakterinin tesiri altında kalan büyükler ve ileri gelenler dahi kendilerini kıyamın gerçek taraftarları olarak gösterdiler.
Neticede İmam Hüseyn (a.s.)'ı destekleme doğrultusunda Kûfe'de yalancı bir ortam meydana geldi; bilhâssa yumuşak huylu ve müdaracı Nü'man b. Beşİr gibi birinin Kûfe'nin valisi oluşu böyle bir fezanın yaratılmasında ve yayılmasında katkılı oldu. Bu ortam ibn i Ziyad Kûfe'nin hükümetini ele alıncaya kadar yayılmakta ve daha da kapsamlı olmakta idi.
İmam Hüseyn (a.s.)'ın şu sözünü nazara aldığımızda "bana mektup yazmalarından asıl amaçlan beni aldatmak ve yezid'e yakınlaşmak idi."89 Küfe büyüklerinin o hazret! davet etmeleri hususunda onların İmamı Irak'a çekip orada feci bir şekilde olduğu gibi, şehit etmeleri için böyle bir ortamı bilerek yarattıkları ihtimali de ortaya çıkıyor.
Bunlara rağmen bu ortamın büyük bir bölümü müsbet ! idi. öyle ki Müslim bile Kûfe'nin durumunu görünce böyle Yorumlamış ve buna dayanarak İmam Hüseyn (a.s.)'ı Kûfeye davet etmişti.
İBN-İ ZİYAD'IN KÜFE HALKI ÜZERİNDEKİ BASKISI
Musallat ve atılgan bir diktatör karşısında muhalefet edip direnen bir millete pek nadir rastlanabilir.
Zorbalık etmeyen ve halkın işine karışmayan Nü'man b. Beşir'in hükümeti döneminde Irak halkı kendi inanç ve görüşlerini örneğin peygamberin hanedanına karşı duydukları ; inanç ve eğilimi özgürce ortaya koyabiliyorlardı.
Bu ilke esa-sınca Müslim Kûfe'ye geldiğinde halk şiddetle onu desteklediler ama İbn-i Ziyad'ın Kûfe'ye gelişi ve Nü'man'ın yerine geçişi tamamen durumu değiştirdi.
İbn-i Ziyad'ın sert tavırı Küfe halkının hemen hemen hepsini paniğe kapılmasına sebep oldu. Çabuk inciyen, kararlarında aceleci olan kimseler hem İbni Ziyad tarafından tehdid edileceklerini görüyor ve hem de İbn-i Ziyad'ın Şam ordusunun pek yakın bir zamanda geleceğine dair çıkardığı şayiaların tesirinde kalıp tamamen kendilerini kaybediyorlardı.
Eşraf, Beni Ümeyye hakimiyetinin rayına oturduğuna emin olup İbn-i Ziyad'a eklenince bu taviz ve geri dönüş daha da yoğunlaştı ve dolayısıyla halk kitlesi de kabile reisleriyle muhalefet etmenin pek de yararlı olmadığına inanıyorlardı.
Müslim, İbn-i Ziyad'ın evine saldırınca eşraf, halkı tehdid etmek ve hırslandırmakla hem Müslim'in etrafındakiler! en aşağı bir seviyeye indirdiler hem de halkın üzerindeki etkili geçerliliklerini gösterdiler88.
İbn-i Ziyad'ın istibdadı karşısında kabile reislerinden biri dahi muhalefet etseydi kendi kabilesinin fertleri ondan himaye etmeye cüret edemiyorlardı. O günün Arap toplumunda en çok kudret ve ehemmiyete sahip dan kabilelik himaye durumu dahi böyle olunca İmam Hüseyn (a.s.)'den mezhebi himayede nasıl bulunabilirlerdi?
Benî Murad kabilesinin reisi olan Hâni b. Ürve tarihçilerin yazdığına göre bir savaş için hazırlandığı zaman dört bin atlı ve sekiz bin yaya asker etrafını alıyor, ona eşlik ediyorlardı;
Benî Murad'ın antlaşma yaptığı Kinde kabilesini de bunlara eklersek Hâni'nin taraftarlarının sayısı otuz bine varıyordu, buna rağmen İbn-i Ziyad'ın emriyle onu tutuklayıp Küfe pazarında yerde sürükledikleri zaman her ne kadar bağırıp kendi kabilesinden yardım istediyse de kimse yardım etmedi67 ve bundan sonra da onu şehid ettiklerinde kimse muhalefete kalkışamadı.
İmam Hüseyin (a.s.) Kerbela'da durmaya, beklemeye mecbur edildiğinde, İbn-i Ziyad Kûfelilerin, imâmı öldürmeye katılmalarına teşvik ve tehdit etme hususundaki konuşmasında onlara hitab edip şöyle dedi:
"Bu günden itibaren orduya katılmamazlık eden biri emniyette olmayacağını bilmelidir."68 -
Böylece karşı gelenleri ölümle tehdit ediyordu. İbn-i Ziyad, bu hususda hilaf edenleri arayıp bulmak için Ka'ka' b. Süveyd'e emir verdi, o da babasının mirasını almak için Kû-fe'ye gelen Hamdan kabilesinden birini tutup isyancı adıyla İbn-i Ziyad'ın yanına getirdi ve onun emriyle başı kesildi. Bundan sonra da bazı tarihçilerin yazdığına göre:
"Baliğ olan herkes Kûfe'den çıkıp Nuhayle'deki karargâha doğru ilerledi."69
Kılıçlar Hüseyn (a.s.)'ı öldürmek için işe başladı oysa ki, eğer halkın kendi elinde olsaydı kesinlikle böyle bir işe el at-
mazlardı. Şimdi Farazdak'ın Kûfeliler hakkında İmam Hüseyn (a.s.)'a demiş olduğu sözü daha iyi algılayabiliriz:
"Halkın kalbi seninledir, kılıçlan ise sana karşıdır."70
Başka bir rivayete göre:
"Halkın yanında insanların en iyisi sensin ve mukadderat gökyüzünde belirlenir. Kûfe'de görüldüğüne göre Kûfelilerin kılıçlan sana karşı kullanılacak,"71
O şartlar altında halk Kerbela'ya gitmemezlik edemezlerdi, çünkü Kerbela'ya gitmemek, öldürülmekle eşit idi. Şiiler veya Kerbela'ya gitmek istemeyen herkes iki yoldan birini seçmeliydi ya İmam Hüseyn (a.s.)'a katılmalıydılar veya sahneden kaçmalıydılar. Tabii ki bu halkın dinî teklif ve görev açısından mazur olduğu anlamına gelmez.
HALKIN KAÇIP İMAMIN ORDUSUNA KATILMALARI
Çok eski bazı belgelerden, Küfe halkının tehdit ve zorla imam Hüseyn'e karşı savaşmaya gönderildikleri ve bu nedenle onların çoğunun yolun yarısında ordudan kaçıp Kerbela'da hazır olmadıkları anlaşılıyor.
İbni Ziyad'ın Kerbela'daki ordusu hakkındaki gösterilen sayılar genelde ordunun Nuhayle'de toplandığı zamanda hazırlanan sayılardır ve sonraları da anlaşılacağı üzere Kûfe'den gönderilen ordudan sadece on bin kişi civarında, hana daha az sayılı bir ordu Kerbela'da hazır oldu ve bu sayı, bazı tarih çilerin sadece Küfe mescidinde kırk bin kişi toplanıyordu"72 rivayetlerine göre Kûfe'nin nüfus ve cemiyetine oranla çok az bir sayı idi.
Bu yukarıda söylenen sözlerin tümünden, halkın çoğu-. nün ya Kûfe'de saklandığı veya yolun yarısında ordudan kaçtığı anlaşılıyor.
72) Tarih Kanalında Teşeyyü, s: 160, İngilizce metni.
Belazeri bu hususda şöyle yazmış:
"Genelde bir komutan bin askerle birlikte yola koyuluyordu ama sadece üç yüz veya dört yüz veya hatta bundan da az sayıda olan bir ordu ile Kerbela'ya varıyordu, çünkü halk Rasulullah (s.a.a.)'ın evladıyla savaşmaktan şiddetle Çekiniyorlardı."73
Dinveri ise şöyle yazıyor: İbn-i Ziyad bir komutanı çok sayıda asker ile Kerbela'ya gönderdiğinde;
"Onların çok az bir kısmı Kerbela'ya varıyorlardı, çünkü onlar Hüseyn (a,s.)'la savaşmaktan hiç oşlanmadıklarından dolayı ordudan ayrılıp yollarını değiştiriyorlardı."74 Küfe halkının bir grubu da İmama katılmaya çalışıyorlardı. İmam Kerbela'ya varınca şehid olacağı güne henüz sekiz gün kalmış idi ve halkın çoğu bu meseleyi ciddiye almıyorlardı.
Hatta Hürr b. Yezid bir ordunun komutanı olmasına rağmen sadece aşura gününün sabah vakti durumun feci oluşunu anlayıp kendini imama iletti. Bu nedenle şianın ekseriyeti İmamı desteklemek, himaye etmek isteselerdi bile acele etmediler.ve sadece bir takımı has kimseler çabucak kendilerini İmama iletmek düşüncesindeydiler.
Bu şahıslardan, önce Nafi' b. Hilal Muradi, Ömer b. Hâlid Seydavi, Ömer b. Halid'in azad ettiği kölelerden olan Sa'd ve Mezhic kabilesinden olan Mecme' b. Abdullah el-Âizi, o hazretin ordusuna katıldılar75. Müslim b. Âvsece ve Habib b. Mezahir de Aşura gününe yakın bir zamanda kendilerini imama iletebildiler. İbn-i Sa'd'ın yazdığına göre Aşura gününün sabah vakti yirmi kişi o hazrete eklendiler76. İbn-i Kutaybe ise bunların otuz kişi olduklarını yazmıştır77.
En eski tarih rivayetçilerinden olan İbn-i Sa'd yazıyor:
"Halk bir bir veya iki iki ve üç üç Hüseyn'e doğru gidiyorlardı."
Bu kaçıştan gören İbn-i Ziyad bir çare aramaya koyuldu ve Amr b. Hüreys'i, halkı Nuhayle'de yani Kûfe'nin meşhur karargâhında toplanmaya teşvik etmesi, Küfe ile Kerbela yolunu birbirine bağlayan köprüyü göz altına alması ve kendilerini Hüseyn (a.s.)'ın ordusuna iletmek isteyen yolcuları engellemesi için görevlendirdi76.
Aynı şekil "Kadisiye" ile "Kutkutane" arasındaki mıntıkayı göz altına alması, denetlemesi ve kesinlikle Mekke'ye gittikleri bilinen kimseler dışında Hicaz yolundan kendilerini Hüseyn (a.s.)'a iletmek isteyenleri durdurması, hareket izni vermemesi için Haşin b. Nümeyr'i görevlendirdi79.
Ayrıyeten Basra'deki valisine bir mektup yazarak, bütün yolları kontrol etmeleri ve bu yollardan Hüseyn (a.s.)'a doğru hareket edenleri tutuklamaları için her yere gözcüler bırakmasını istedi80 ve de Şam yolundan Basra yoluna kadar uzanan Vakısa arasındaki yolların sıkıca denetlenmesine dair emir verdi.
"Girip çıkan herkes kontrol edilmeli, denetlenme!!."81
Yolların denetlenmesi, sıkıca ve dikkatle gerçekleştirildi, öyle ki Kerbela'nın yakınlıklarında yaşıyan ve Habib b. Mezahir'in teşvikiyle İmam Hüseyn (a.s.)'a katılmak istiyen Beni Eset kabilesinden yetmiş kişi İbni Ziyad'ın gözcüleri tarafından geri püskürtüldüler62.
Bu sıkı kontrol ve denetleme Kûfe-lilerin İmam Hüseyn (a.s.)'ı himaye etmemeleri hususunda çok etkili bir sebep idi. Bu önemli etkenin yanında diğer bazı sebepler de vardı:
1 Muhtar b. Ebi Übeyde de dahil olmak üzere Kûfe'nin bir grup etkili, sözü geçen şahsiyetleri İbn-i Ziyad'ın emriyle tutuklanmıştı.
2 Tehdit, öyle bir güç ve baskıyla gerçekleştiriliyordu ki hatta taraf gözetmeyenler bile öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya olduklarına göre İmam Hüseyn (a.s.)'a katılmak isteyen kimseler daha da kötü bir durumdaydılar.
3 Halkı hırslandırmak, tamahlandırmak da başka bir önemli etken idi. Öyle ki bir gün İbn-i Ziyad Küfe halkına hitaben şöyle dedi: "Yezid sizin aranızda bölmem, daha sonra sizi Kerbela'daki düşmanıyfa savaşa göndermem için dört bin dinar ve iki yüz bin dirhem bana göndermiştir."83
HALKIN MALÎ BAHŞİŞLERE BAĞLILIĞI
İmam Küfe halkının kesinlikle kendini öldürmek istediklerini görünce konuşma yaparak onlardan sordu:
"Ey Kûfeliler! Dinleyin, bizim sizinle ne işimiz var? Bu tuttuğunuz tavır nedir? Niçin bizi öldürmek istiyorsunuz?" Cevap verdiler ki: "Bize bahşiş etmemelerinden korkuyoruz. İmam buyurdu: "Allah'ın size vereceği bahşiş daha iyidir."84
Ama kimse o hazretin sözlerine teveccüh etmedi.
Bu şahitlerin tümünden şu anlaşılıyor ki halkın eşraf ve onların yanlılarını içeren bir kısmı, her çeşit kötüleme ve azarlamaya layık olan bir takım cinayetkârlardan ibaret idiler ki tarihde kötülükleriyle anılmışlar.
Ama bu arada Kûfe'nin o günkü ortamına hakim olan onca diktatörlük ve istibdatlara rağmen imama eklenmek isteyen ama bunu beceremeyen bir çok kimseler de vardı. Belazeri'nin kendisi de buna itiraf ediyor: ,
Sa'd b. Übeyde şöyle diyordu: Kûfeli olan çok sayılı büyüklerimiz o gün bir tepeye çıkıp dua ediyor ve şöyle diyorlardı: "Allah'ım nusratve yardımını Hüseyn (a.s.)'a indir-
onu zafere ulaştır". Kim onlara dedi: "Ey Allah'ın düşman-ları! Ona yardım etmek için niye aşağı inmiyorsunuz?65
IRAK'A ŞEFER ETMENİN DEĞERLENDİRİLİŞİ
Kerbela vakıasının, başka bir yerde açıklayacağımız gay-bi boyutundan göz yumup burada İmam Hüseyn'in Irak'a hareket edişinin siyasi boyutunu kısa bir şekilde değerlendirmeye çalışacağız.
İmam Hüseyn (a.s.)'ın Irak'a gitmekten başka bir yolumuydu?
Âl-i Ümeyye'ye karşı Irak'da bir muhalefet merkezinin kurulabileceği ve Yezid'i devirecek bir kıyamın düzenlenebileceği bekleniyor muydu?
Tarih kitaplarında peşpeşe ve birçok şahsiyetler tarafından dile getirilen bir takım itirazlarla karşılaşıyoruz. Bu eleştirilerin tümünde İmamın Irak'a gitmesinin asla maslahatı olmadığına dikkat çekilmiştir. İmam biat etmekte muhalefet edip Mekke'ye yöneldiğinde, İmamın Irak'a gitme ihtimali gündemde idi.
Bazı rivayetlere göre Abdullah b. Muti' Medine ile. Mekke yolu arasında İmamın Kûfe'ye gitmekten sakınmasını istedi86.
İmam Mekke'ye girdiğinde itiraz edenlerin sayısı göz alıcı bir şekilde çoğalıyordu. Şimdi burada İmam Hüseyn (a.s.)'m Kûfe'ye gitmesine karşı çıkan kimselerin bazısına değiniyoruz:
1 Abdullah b. Abbas imamın Irak'a getmekden vazgeçip Yemen dağlarına doğru gitmesini önerdi. Çünkü orası bir taraftan dağlık bir bölge olduğundan savaş ve kaçış için çok münasib idi ve başka bir taraftan da babasının şiaları o böl-gede daha çok idiler. Bu nedenle imamın emniyetini tazmin edebilecek tek yer orasıydı87.
2 Muhammet b. Hanefiye de ibn-i A'sem'in rivayetlerine göre İbn-i Abbas'ın önerisini imama sundu88.
3 Amr b. Abdurrahman b. Hişam şöyle diyordu: "Halk dirhem ve dinara kul olmuşlar, bu ikisi de bugün hakimlerin elinde bulunmaktadır; sakın Irak'a gitmeyesin."88
4 Abdullah b. Ömer has bir korku ve dehşetle ümmet arasında kan döküleceği hususunu durmadan tekid ediyordu90.
5 Abdullah b. Cafer İmamın Irak'da öldürüleceğine değinerek şöyle diyordu:
"Senin öldürülmen ile yeryüzünün nurunun söneceğinden korkuyorum, çünkü sen hidayetin ruhu ve müminlerin emirisin. Irak'a gitmek için acele etme; ben senin için Yezid'-ten eman (dokunulmazlık hakkı) alırım."91
6 Ebu Saîd Hudri ihtimalen şöyle demişti: "İmamına karşı isyan etme."92
7 Musavver b. Muharreme İmama şöyle yazmıştı: "Irak halkının oyununa gelme."93
8 Ebu Vâkıd Laysi de, İmama aynı Musavver b. Muharreme gibi demişti94.
9 Farazdak, Mekke ile Küfe yolu arasında İmama şöyle demişti: "Halkın kalbi seninledir, kılıçları ise sana karşıdır."95
Tarih kitaplarında bu gibi itirazlar, acımalar ve benzerleri çok bir şekilde görülüyor ve belki de çoğu kasıtlı, garazli ri-
vayetçiler böyle uzun bir listeyi imamı suçlamak amacıyla yakıp yakıştırmışlar.
itiraz ve eleştirilere cevap
Irak'a gitmek için imamın gösterdiği delili açıklamadan önce bu delilin zeminini hazırlamak, rayına oturtmak amacıyla bir öndeyimde bulunmak, önsöz kurmak zorundayız:
Geçmişteki ve şimdiki siyaset tarihi, kendi siyasi faaliyetlerinde en az bir engelle karşılaşmadan ve olanca ciddiyetle kendi siyasi hedeflerine ulaşmış olan kimselerin çok az görüldüğünü göstermektedir. Kudreti ele almak amacıyla ya da müsbet veya menfi hedefler uğrunda faaliyet eden kimseler daima ihtimaller üzerinde muhasebe ederler.
Siyaset dünyasında en başarılı ve halk yanlısı kimseler bile terör vb. gibi bir takım tehlikelerle karşı karşıyadırlar. Buna göre idealist kimseler gibi düşünmemeli ve sadece kesinlikle hedefe varacağımız ve bunda en küçük bir yenilgi ihtimali olmadığı taktirde girişimde bulunmanın, harekete geçmenin doğru olduğunu sanmamalıyız.
Tarihî gerçekler bu gibi bir düşünce tarzını asla teyid etmemiştir ve bu böyle siyasi görüşü olan. kimsenin saflığının göstergesi, alametidir,
Burada da 'İmam bu yolculuğunun başarıyla sonuçlanacağına, en az bir yenilgi ihtimali bulunmadığına yakin etmeliydi gibi yanlış bir düşünceye kapılmamamız gerek. İmamın hareketinin aslını kabul etmeyen birinin İmamın yenilme ihtimalinin mevcut olduğuna dair tarihten şahitler göstermeye hakkı yoktur.
Mesela, bundan önce başka bir defa da Kûfeliler imtihan olmuş, sınanmıştılar diyemez. İmamın hareketini kabul eden kimse de asla yenilgi ihtimalinin olmadığını düşünmemelidir. Bunu dikkate alarak önce İmamın o şartlar altındaki durumu ölçmeli, daha sonra tarihî şahitleri ve imamın girişimlerini dikkate almakla İmamın Irak'a hicret edişini değerlendirmek gerek.
imam, muhalefeti şehadetle sonuçlansa bile, Yezid'e ve sultasına asla boyun eğmek istemiyordu. Ayrıca zamanda mümkün oldukça Yezid'in aleyhine bir kıyam başlatmak ve
İslam toplumunun hakimiyetini Benî Ümeyye'nin kanlı pençesinden kurtarmak için bir çare bulmaya çalışıyordu.
İmamın siyasi düşüncesini belirleyen sınır bundan ibaret idi. İmam bu hudut ve alan içinde kendi yolunu seçmeli, öneriler ve eleştirilere karşı bir tepki göstermeliydi ve bu sınır da katiyen değiştirilemezdi. Bu yüzden bu sınırla hiç bir yönden bağdaşmayan her öneri, imamın açısından mahkum ve kabullenilmeyecek bir şey idi.
Diğer bir taraftan da, o günün siyaset dünyası özel bir sınıra sahip idi ve bunun bir kısmını da ihtimaller teşkil etmekteydi. O halde İmam amelde kendine özgü siyaset tutumunu tahrif ve tahribata uğratmayacak ve de o günkü mevcut gerçeklere aykırı olmayacak bir şekilde kendini ayarlamalı ve ona göre hareket etmeliydi.
O günün bilinen siyasi ihtiyaçları açısından Yezid, Hü-seyn (a.s.) gibi birinin ona biat etmeden yaşamını sürdürmesine asla izin vermezdi. Çünkü Hüseyn (a.s.) Yezid'in işlerine karışmayan ve vurdum-duymazcasına hiç bir mesuliyet taşımazcasına normal hayatını yaşayacak biri değildi.
Buna göre İmam biat etmediği taktirde Yezid'in seçebileceği tek yol İmamı şehid etmek idi. Başka bir taraftan da Şam bir yana' hatta Medine ve Mekke ve genel olarak Hicaz ve Yemen...
bile Yezid'in karşısında duracak, Hüseyn1 (a.s.)'ı savunacak ve onun öldürülmesine engel olacak bir durumda değildi. Sadece savunma ve İmamı destekleme ihtimali olan bölge Küfe idi. Kûfe'nin önceki tutumunu ve halkının Emir-ül Müminin (a s.) a İmam Hasan (a.s.)'a karşı düşman karşısında .
tuttuğu tavın dikkate almak bu ihtimali zayıflatıyor idiyse de İmamın Kûfe'ye gelmesi için Kûfelilerin sabırsızlanması. Küfe eşrafının ve avam halkının İmamı mektup yağmuruna tutması.
Benî Umeyye karşısında duracaklarına ve İmamı savunacaklarına dair söz vermeleri bu za'fı gideriyordu ve Kûfelilerin İmam Hüseyn (a.s.)'ı destekleyeceklerine dair ısrarları arttıkça İmamın düşman karşısında zafere ulaşma ihtimali yüzde kaç güçleniyordu, ancak tehlike ve yenilgi ihtimali yüzde yüz ortadan kalkmış değildi.
Şimdi İmam bu yolu seçmeseydi sizce ne yapmalıydı? imam biat etmediği taktirde Yezid onu yaşatır mıydı? İmam Yezid'e nasıl biat eder ve İslam devletine egemen olan İslama aykırı ve küfürcü! hareketler karşısında ancak ve ancak kendi can, yaşam ve çıkarlarını düşünen vurdumduymaz bir seyirci ve hiçbir risaleti, mesuliyeti olmayan bir şahıs gibi nasıl yaşayabilirdi?
Eğer İmam Kûfe'ye gitmez ve Mekke'nin içinde terör edilip öldürülseydi bu şahısların kendisi, "Kûfelilerin İmamı davet etmeleri hususunda kendisine gönderdikleri onca mektupları ve ısrarları karşısında İmam Hüseyin (as.) neden aldırış edip oraya gitmedi. Halbuki eğer gitseydi Kûfelilerin askerlerine dayanıp terör tehlikesinden güvencede kalır ve siyâsi hedeflerini başarıyla elde ederdi, demezler miydi?
İtirazda bulunanlar genelde, imamın kıyam etmesine karşı çıkışıyorlardı ve İmamın kıyam etmemesi Yezid in hükümetine boyun eğmek, kabullenmek anlamını taşıyordu ve bu da imam açısından imkânsız idi Hatta Abdullah b Cafer in o hazret için Yezid den almak istediği eman ve dokunulmazlık hakkı da bu anlamda idi Çünkü Yezid'in eman vermesi ha liyle o hazret kıyam etmediği taktirde gerçekleşebilirdi ancak, imam ise Yezid e biat etmek zilletine boyun eğmiyordu
Şimdi imamın bu meseleyi nasıl yorumladığına ve tarihî şahitlerin bunu nasıl gösterdiğine bir göz atalım İmam bir çok yerlerde Yezid ve uşaklarının o hazretin Mekke de yaşamasına izin vermeyip nihayet kendisini öldürecekleri hususuna değinmiştir. Şimdi bu yerlerden bir kaçını örnek olarak gösteriyoruz
96) Ensab-ul Esral. c: 2 s 164'Taben. c 4. s: 289 İbn-i A sem c 5 s 113,lbn-i Asakir. s 190/el-Ma r.fetu vet-Tarih c: 1 s 541 Macmauz Za-vaid (Haysemi! c 9. s: 192/Mu;uc-uz Zaheb. c 3 s 55
1 İbn-i Abbas'ın itirazı karşısında şöyle cevap verdi. Mekke’nin iki karış ötesinde öldürülmem, bir karış ötesinde öldrülmemden daha iyidir.
2 İbn-i Ömer'in itirazını şöyle cevapladı:
"Bunlar beni kendi başıma bırakmazlar, benden biat almak için her şeyi yapacaklar; ben ise öyle yapmayınca nihayet beni öldürecekler."
3 Başka bir itiraza karşı şöyle buyurdu. Yeryüzündeki haşerelerin birinin yuvasına girsem dahi
beni oradan çıkaracak ve öldürecekler.'97
4 Başka bir yerde de böyle acele etmesinin nedenini sorduklarında dedi:
Acele etmezsem başım derde düşer."
5 Başka bir yerde ise şöyle buyurdu:
Beni Ümeyye malımı aldı sabrettim, onuruma, şahsiyetime dokundu sabrettim ve kanımı dökmek istediklerindeyse ellerinden çıkıp kaçtım."99
Bu konu hakkındaki imamın vardığı sonuç budur ve aynı zamanda bu. Yezid e biat etmediği taktirde kesinlikle öldürüleceğine apaçık, canlı bir delildir .
Meselenin diğer bir tarafı da Irak'a doğru hareket etme konusudur İmam. Mekkeden çıkmağa karar verdiğinde islam devletinin hangi noktasına gitmeyi seçmeliydi? İmam Mekke de olduğu bir kaç ay boyunca. Irak halkından fazla bir miktarda mektup o hazrete gelip çatmıştı Bu mektuplar öyte fazla ve öyle ciddiyetle yazılmıştı ki, sonraları İmamın Irak a gitmesinin asıl nedenlerinden birini oluşturmuştu Ve çoğu zaman da imamdan niçin Kûfe'ye gitmek istediği sorulunca.
Irak halkının mektuplarını dile getiriyordu'00. Mesela Hürr. Ömer b. Sa'd'r. Buhayr b. Şaddad' ve Abdullah b. Ömer'in °3 cevabında ve hatta Aşura gününün sabah vakti1 -Küfe ordusunun karşısında kendi gelme nedeninin Küfe halkının mektupları olduğu olarak niteledi ve Irak'a doğru hareket etmesinden soranların cevabında defalarca şöyle buyurdu:
"Atımın heybesi Iraklıların mektuplarıyla doludur."'05 İmam, Müslim'in "hemen Kûfe'ye gelmesine dair" yazdı haberini alınca aceleyle Mekke'den çıkıp Mekke ile Küfe arasındaki mesafeyi çok çabuk bir şekilde hızla geride bıraktı. Ama Müslim'in şehadet haberi gelince106 bu şehadeti duyduklarından dolayı kervanın hareketi hissedilir bir şekilde yavaşladı.
Zaman, geçtikçe de hareketin, ilerlemenin hızı da azalıyordu ama İmamın ve ashabının Kûfe'ye doğru ilerlemesini asla önlemedi. Çünkü Müslim ve Mâni'nin şehid edilişlerinin haberi imama iletildikten sonra imamın Küfe halkı hakkındaki hoş görü ve itimadı gitgide azalıyordu gerçi, ama Kû-fe'de başarıya ulaşma ihtimali yüzde yüz ortadan kalkmış değildi.
Başka bir deyimle, İmamın kervanı Kûfe'ye yaklaştıkça savaşda zafer elde etme ümitleri daha çok sarsılıyordu ama daima İmamın Kûfe'ye gitmek ve harekete devam etmek hakkındaki değerlendirmeleri ve ashabıyla istişarede bulunma, danışmalarının neticesi, zafere ulaşmanın mümkün olduğunu andırıyordu. Siz Müslim b. Akîl'e benzemezsiniz diyorlardı.
Küfe halkı sizi görünce hepsi sizin etrafınıza toplanacaklar Belki de Müslim meşhur biri olmadığından gerektiği şekilde halkı toparlayamadı, kendine çekemedi ama sizin şahsiyetinizin daha başka bir cazibesi, çekiciliği var demek istiyorlardı. İmamın bulunduğu durumda ve Küfe halkının on yıllık mektupları ve isteklerini dikkate almakla böyle bir söz beklenmez değildi. Bu nedenle imam bir değerlendirme yaparak yola devam etmeyi kabul etti.
102) İbn-i Sa d. "Turasuna" dergisi, sayı: 10. s: 173.
103) Turasuna" (İbn-i Şad) sayı: 10, s: 181.
104) İbn-i Asakir. s: 192.
105) bni Asakir. s: 209-210.
106) Taberi. c: 4, s: 300.
Futun un rivayetinden de imamın Kays b. Musahhar Saydavi ile Kûfelilere gönderdiği mektubunun Müslim b. Akıl'in şehadet haberinden sonra da ahitlerine vefa etmeleri gerektiği hususunda olduğu anlaşılıyor. Küfe hakkındaki kuşku zemini imamın ordusunun düşüncesine önemsenecek bir derecede islemiş olmasına rağmen bunun neticesi, sadece İmamın Hürr'ün ordusuyla karşılaştığında geri dönmeye dair alınan kararda ortaya çıktı.
Hürr'ün bir ordunun basında gelmesi ve bunun yanında dört bin kişilik düşman ordusunun "Kadisiye"de toplanma haberinin duyulması ve ayrıca Küfe hakkındaki önceden gelen haberler, bilgiler ve bunlardan biri de imamın Kûfe'ye gelmekten vazgeçmesi hakkında Müslim'in Ömer b. Sa'd ile gönderdiği sözlü mesajın iletilişi olmak üzere artık imamın Kufe'ye bel bağlamamasına ve Kufe'ye gitmenin yenilgi ve şehadetten başka bir neticesi olmadığına emin ediyordu.
Tam bu sırada İmam geri dönmeye karar verdi107 ama Hürr İmamı ve beraberindeki orduyu Kûfe'ye götürmek İçin Küfe valisinden emir aldığını öne sürerek İmamın dönmesine engel oldu. İşte bu andan itibaren imam daima düşman ordusunun komutanlarıyla106, elçileriyle görüştüğünde ve hatta Küfe ordusuna hitab ederek dönmeye karar verdiğini tekrar ediyordu.
"Ey millet! Beni desteklemek, himaye etmek istemiyorsanız en azından emniyetli bir yere -Mekke- dönmeme engel olmayın."'09
Bazı tarihçiler şöyle yazmışlar: İmam Küfe ordusu tarafından kuşatıldıktan, muhasarada kaldıktan sonra Ömer b. Sa'd'm aşağıdaki üç şeyden birini kabul etmesini istedi: Bırakın Hicaz'a döneyim veya Şam'a gidip Yezid'e biat edeyim veya devletin uzak sınırlarından birine gideyim ve...
107) Ensab-ul Eşraf (Belazeri). c: 2, •: 170/bn-i A. c. 5. s: 135/Ahbar-ut Tuvval (Dtnveri). s: 250.
108) Bakınız: Taberi. c. 4. t: 311/bn-i A'ttm. e: 5. t 155.
109) Taberi. c: 4. s: 323
Ama bazı delillere göre bu haber doğru değil ve bunu yazanlar da bunu yazmakla İmam Hüseyn (a.s.)'ın emsali olmayan şahsiyetini ezmek ve tahkir etmek ve böylece emevi sultanlarına velinimetlerine karşı bir hizmette bulunmak .istemişler. Bu sözün doğru olmadığını kanıtlayan delil ve şahitler şunlardan ibarettir:
1 Yukarıda söylenen rivayette ve aynı şekil diğer konuşmalarda tekid edilen nokta imamın Şam'a gitmeyi öne Sürmemiş olması ve sadece Hicaz'a (Mekke ve Medine) dönmeyi istemiş olmasıdır.
2 Pelazeri bir rivayetinde açıkça şöyle diyor: İmam Ömer b. Sa'd'a sadece Medine'ye dönmeyi söyledi"0:
3 Aynı şekil müstenet olarak Übet b. Sem'an'ın şöyle dediği nakledilmiştir: Ben bütün merhalelerde Hüseyn b. Ali (a.s.)'ın yanında idim ve bir an bile ondan ayrılmadım ama halkın arasında yayılmış olan (bırakın Şam'a gidip Yezid'e biat edeyim) söze hana işaret bile etmedi ve sadece şöyle buyurdu:
"Bırakın geldiğim yere döneyim veya bu geniş yeryüzünün bir yerine gidip oradan halkın işinin nereye vardığını .göreyim.""1
4 Eğer İmam biat etmeyi kabullenmiş olsaydı Yezid'in. uğrunda bunca velvele yarattığı sorun kendi kendine çözümlenir ve Hüseyin (a.s.) da herhangi biri gibi yaşamını sürdürürdü.
KERBELA VAKIASINDA GAYB UNSURU
Kerbela vakıasının tarih! boyutunda önemli bir yeri olan meselelerden biri de "Gayb meselesidir. Bu mesele. Kerbela vakıasını araştırırken birçok ihtilafların onaya çıkmasına ve daha çok ideolojik bir konunun tarihî bir meseleyle karşılaştırılmasına neden olmuştur.
işin gerçeği şu ki bizim alimlerimiz itikadı açıdan ve de İmamın ilminin alan ve kapsamını göz önünde bulundurarak
bu konudaki kaynaklarda gerekli araştırma ve incelemede bulunmuşlar ama bu meseleyi tarihî açıdan açıklamada, izah etmede bu ideolojik delilleri gündeme getirmeye gerek yoktur; çünkü, böyle bir şey konuyu tarih? şeklinden çıkarmakla kalmayıp tarih yazmada görüş ve inancı işe karıştırmakla suçlanmak zemini de hazırlayacak.
Şimdi biz olayın tarih? açıklamasının dışında, daha çok bilgi vermek amacıyla sözün sonu olarak, bu hadise gerçekleşmeden önce gerçekleşeceğinin bilindiğine açıkça delalet eden hadislere kısaca değineceğiz. Bu rivayetlerin bazısı peygamber (s.a.a.)'in dilinden nakledilmiş ve bunda şianın ve ehl-i sünnetin büyük râvileri ve had isçilerinden çok bir miktarı ittifak etmişlerdir.
Allame Emini'nin telif ettiği çok değerli (Siretuha ve Sünnetüna) kitabı çok sayıda bu gibi hadisleri içermektedir. Bu
hadisler Rasulullah (s.a.a.)'ın şahsının Kerbela vakıasını ve evladı Hüseyn (a.s.)'ın orada mazlumca şehid edileceğini bu hâdise gerçekleşmeden yıllar önce izah etmiş olduğunu ve Rasulullah (s.a.a.)'in çok derinden etkilendiğini ve hatta ağlayıp üzüldüğünü bildiriyor Merhum Allame Emini bu hadislerin çoğunu ehli sünnetin tarih ve hadis kitaplarından nakletmiştir.
Şimdi bu hadislerden bazısı:Bir hadisde şöyle denmiş: Bir gün Hüseyn (a.s.) Rasulullah (s.a.a.)'i ve bir grup melek gördüğü rüyasını anlatırken Rasulullah (s.a.a.) onu bağrına basıp şöyle buyurmuş:
"Ey Hüseyn! Ümmetimden bir grup tarafından pek yakında Kerbela sahrasında susuz öldürüleceğini görüyorum. O zaman baban ve annen benim yanımda olup sabırsızlıkla senin gelmeni bekleyecekler. Cennette senin 'için öyle makam ve dereceler var ki şehid olmadıkça onları elde edemezsin."'12
· Hüseyn (a.s.) Mekke'de buyurdu:
112) İbn-i A’sem. c: 5. s. 28-29
"Ceddim Rasulullah (s a.a.)'i rüyada gördüm. Bana bir emir verdi, ben de ona göre davranacağım."113
· İmam, Kerbela'ya vardığı gün o yerin ismini sorunca Kerbeladır dediler. İmam buyurdu: "Babam "Sıffin e giderken bu sahradan geçti ve ben de onun yanında idim. Burada durup bu yerin hakkında bazı sorular sordu.
Ona "bu yerin ismi Kerbela'dır" dediler. Bu sırada f: babam bu sahranın bazı bölümlerine işaret ederek "burada bineklerini bağlayacaklar ve burada da kanları akıtılacak" dedi. Ondan "Ya Emir-el Müminin (a.s.)! Kimin hakkında kouşuyorsunuz?" diye sordular.
"Burada inecek olan Âl-i Muhammed (s.a.v.)'in bir
grubu, bir kafilesi hakkında" dedi1
· Aşûra günü bacısı Zeyneb'e hitaben şöyle dedi:
"Bacıcığım! Dün gece ceddim Resulullah (s.a.a.)'i. babam Alı (a.s.)'ı. annem Fatıma (a.s.)'ı ve kardeşim Hasan (a s )'ı rüyada gördüm: Çok geçmeden bizim yanımıza geleceksin diyorlardı Kardeşim! And olsun Allah a hiç şüphe yok ki bunun zamanı yaklaşmıştır. n6
Bunlar, İmamın şehadetinden önce Kerbela hakkında bilgisi olduğuna delalet eden hadislerden örneklerdir. Sadece İmam Hüseyin (a.s.) değil, hatta peygamber bile nübüvvet veya imametin isbatı dışındaki siyasî ve normal yaşamlarında gayb unsurundan yararlanmıyorlardı ve bu hususlar dışında onlar da İslam? ahkam ve ahlak gereğince hareket ediyorlardı.
Peygamberin ve hidayet imamlarının öncü ve sembol olmaları onların mevcut durumlara göre hareket etmelerine ve zahiri değerlendirmelerine dayalıdır, gayb unsuruna değil. Çünkü gayb unsuruna dayanmak herkesin yapabileceği bir iş değildir.
112)Ibn-i A'sem. c: 5. s: 51
113) Ahbar-ut Tuvval (Oinveri). s: 253.
114) Ibn-i A sem, c: 5. s: 175-176.
ŞİANIN OLUŞUM VE YAPILANMASINDA KERBELA VAKIASININ ETKİSİ
Kesinlikle Kerbela vakıası tarihin belirleyici olaylarından ve şii oluşumunun en önemli sebeplerinden biridir. Biz önceden de Şiiliğin fikirsel temellerinin bizzat onun en köklü meselesi olan (imamet) Kur'an ve sünnette açıkça göze çarpıyor. Ancak şii tarihinin diğer İslami gruplardan ayrılığı zamanın akışıyla ve yavaş yavaş gerçekleşti.
Emir-ul Müminin (a.s.)'ın hakimiyeti ve olaylar karşısındaki yöntem ve sünneti ve de geri bıraktığı ilahi düşünceler ve öğretiler bir dereceye kadar fikirsel açıdan şianın yapılanmasını, oluşumunu sağladı. Emevilerin diğer İslami grupların düşünce sistemini ve anlayış tarzını desteklemeleri, şia ile diğer mevcut grupların birbirlerinden daha çok ayrılmasına neden oldu.
Muaviye'nin hileleri ve aldatıcı davranıştan müslümanla-rın Benî Ümeyye'nin İslami maske altında cahiliyetin insanlık düşmanı şahsiyetlerini gizlediklerini, cahiliyet yaşamının aşığı olduklarını ve cahiliyet kültürünün savunucusu olduklarını anlamalarına fırsat vermedi.
Gerçi o günün bilinçli ve düşünür şahsiyetleri bu noktaya vakıf idiler ama oğlu Yezid onun bu maharetine sahip değildi. O günlük şiir ve konuşmalarında kim olduğunu ve ne istediğini açıkça dile getiriyordu ve bu yüzden başa geçtiğinde ve işinin başlangıcında Kerbela vakıasını yarattı ve Hüseyn b. Ali (a.s.)'ı bir grup yakınları ve as-habıyla birlikte şehid etti.
Şii tarihinin Emevilerin İslam maskesi altında bulunan diğer gruplardan ayrılışı kesinleşti ve şia bundan itibaren Ali (a.s.)'ı- ve onun halifelerinin sünnet ve siyerine uyan bir grup olarak varlığını ortaya koydu.