İMAM ZEYNEL ABİDİN

İMAM ZEYNEL ABİDİN0%

İMAM ZEYNEL ABİDİN Yazar:
Grup: İMAM ZEYNEL ABİDİN
Sayfalar: 0

İMAM ZEYNEL ABİDİN

Yazar: Hüccet'ül İslam RESUL CAFERİYAN
Grup:

Sayfalar: 0
Gözlemler: 1115
İndir: 127

Açıklamalar:

İMAM ZEYNEL ABİDİN
  • KEVSER SURESЭ

  • TAKDЭM

  • ЦNSЦZЬ

  • KONUNUN UFUKLARI

  • ЭKЭ SORU:

  • APAYRI ЭKЭ TARЭH:

  • UYDURMA VE ASALET:

  • ЭFRAT VE TEFRЭT:

  • ЭMAMLARIN TARЭHLERЭNDEKЭ ANA HATLAR:

  • ЦNEMLЭ HUSUSLAR:

  • YAZARIN ЦNSЦZЬ

  • ЭMAM SECCAD(a.s.)

  • ЭMAM SECCAD(a.s.)’IN ANNESЭ

  • ЭMAM SECCAD (a.s.)'IN ЭMAMETЭ

  • ЭMAM SECCAD(a.s.)'ЭN ЭLMО VE AHLВKЭ ЮAHSЭYETЭ

  • ЭMAM SECCAD (a.s.)VE ЮЭЭLER

  • ЭMAM'IN TEVVABЭN ЭLE ЭLЭЮKЭSЭ

  • ЭMAM'IN MUHTAR ЭLE RABITASI

  • ЭMAM SECCAD(a.s.)VE ASHABI

  • ЭMAMIN EMEVЭLERE KARЮI TUTUMLARI

  • ЭMAM SECCAD (a.s.)'IN DUA SЭLAHINDAN YARARLANMASI

  • ЭMAM SECCAD(a.s.)VE KЦLELERЭ CELBETME

Kitabın 'İçin de ara
  • Başlat
  • Önceki
  • 0 /
  • Sonraki
  • Son
  •  
  • Gözlemler: 1115 / İndir: 127
Boyut Boyut Boyut
İMAM ZEYNEL ABİDİN

İMAM ZEYNEL ABİDİN

Yazar:
Türkçe
4-İMAM ZEYNEL ABİDİN-SECCAD(AS) 4-İMAM ZEYNEL ABİDİN-SECCAD(AS)


Hüccet'ül İslam RESUL CAFERİYAN

Çeviren: Cafer BAYAR


KEVSER SURESİ

Rahman Rahim Allah'ın Adıyla

"Şüphesiz biz, sana kevseri verdik.

Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.

Doğrusu asıl ebter (soyu kesik olan) sana kin duyandır."


TAKDİM

Bu güne kadar müslümanlar, bilhassa biz Ehl-i Beyt mensupları, Masum İmamları, yolumuza ışık tutacak ve ay­dınlatacak bir şekilde tanıyamamışız. Tanımışsak da onlar hakkındaki bilgimiz mantıkî ve aklî yönden daha ziyade atifî bir yön taşımaktadır.

Bunun nedenini anlamak için İslam toplumuna, bizzat şii toplumlarına hüküm süren siyâsetleri incelemek gerekir. Masum İmamlar, halifelerin, İslam toplumunu medine-i fazı-ladan uzaklaştıran, öz Muhammedî (s.a.a.) islam'ı gerçek ro­tasından saptıran yanlış tutum ve tavırları karşısında her yön­lü bir mücadele başlatmışlardı. Haliyle hilafetin temelini sar­sacak bir mahiyette olan bu mücadeleye karşı halifeler de el­lerinden geleni yaptılar.

Bu doğrultuda Masum İmamlar'a zu­lüm ve haksızlık ettiler, onların toplum arasındaki itibarını düşürmek ve Şiiliğin temelini kazrmak için geniş çaplı bı'r ka­ralama politikası seçtiler. Bununla da kalmayıp Ehl-i Beyt mensuplarını katletmeye başladılar... Kısacası hakim düzen­ler Ehl-i Beyt İmamlarını halktan koparmak en azından faa­liyetlerini kontrol edebilmek için engel üstüne engel çıkardı­lar, halkın bilinçlenmesini önlediler ve buna parelel olarak da itibâr kazanmak için zulüm saraylarının vitrinine satılmış, şartlanmış alimleri de kattılar.

Böylece de tarihimize, ^günü­müze ve gelecek nesillerimize ışık tutan, yön veren bu müca­deleyi bir ibham girdabında tutmaya çalıştılar ve bu doğrul­tuda nisbeten başarı sağladılar. Masum İmamların mazlu-miyeti, tarihin bütün dilimlerinde doğal olarak şiaların atife ve duygularını coşturmuşsa da onların kendi İmamlarına karşı duydukları gerçek sevgi ve bağlılıklarını sergileyen bu doğal tavır bile egemen siyasetçilerin ard niyetli saldırılarına maruz kalmış ve hatta bazen onun pasifleştirici yönü daha çok ağır­lık kazanmıştır.

İmam Humeyni (r.a.) önderliğinde İran İslam İnkılâbı­nın başarıyla sonuçlanması, İslam'ın siyasal, toplumsal, kül­türel, iktisadî ve askerî metod ve ilkelerinin yeniden gözden geçirilmesini gerektirirken, aydın kesimin dikkatini, Masum İmamların yaşantısında daha dikkatle incelemeye, daha de­rinden düşünüp araştırmaya çekti, özellikle de yukarıda be­lirtilen alanların, bu İmamların veya Mukaddes İslam Cum­huriyeti düzenindeki yetkililerin bizzat hayatlarının her yö­nünde tamamen parlaması öz Muhammedi (s.a.a.) İslam'dan güzel bir örnek sergilemektedir, bizlere.

"Masum imamların Fikrî ve Siyasî Hayatı" adındaki kita­bımız bu doğrultuda olup, Masum İmamların hayatlarını siya­sî ve fikrî açıdan maharetle incelemeyi üstlenmektedir.

Toplumumuzda Masum İmamların bu yönü mübhem kaldığından, daha doğrusu gizli tutulduğundan dolayı, İslamî faaliyetlere yön vermesi için KEVSER yayıncılık olarak bu boşluğu doldurmak istedik. İnsanımıza faydalı olmasını diliyoruz.

Üstad Allame Seyyid Cafer Murtaza'nın


ÖNSÖZÜ

Masum imamların tarihleri etrafındaki bazı önemli hususlar:

Masum imamların yaşantısı, amel ve tavırları hakkında inceleme yapmak, fertlerin bireysel özelliklerinden ve onların şahsiyetini belirleyen özelliklerden bahsetmek değil; bilakis İslam'ın çeşitli boyut ve alanlarından ve de onca kapsamlılık, asalet ve derinliği ile onların özelliklerinden bahsetmektir.

Bu durumda hiç bir tarihçi ve araştırmacı islam'ın bütün hakikatlarini doğru bir şekilde ve derinden idrak etme gücüne sahip olmadıkça, İslam'ın, imamların bütün yaşamında ve şahsiyetlerinin özünde yarattığı gerçek etkiye vakıf olmadıkça ve bu etkilerin, onların kendi etraflarına karşı yaptıktan amel­lere, hal ve tavırlara nasıl yansıdığını bilmedikçe, imamların hayatına tamamen aşina olamaz ve onların takındıkları tavır ve davranıslarındaki hassas noktalan, canlı şahsiyetlerini ger­çek ve kamil bir şekilde aktaramaz.

İmamların düşünce, ilim, fazilet, ihlas ve ruhsal özellik­lerine sahib olmak İçin belli bir yol katetmiş birinden başka, hiç bir kimsenin İmamların bu alanlardaki makam ve mevkisine varma aşamasında olduğunu ya da bu yüce makama varmaya muvaffak olmuş olduğunu iddia ettiğini sanmıyoruz: Biz nerede, onlar nerede, hatta bunlardan bir derece aşağı kimseler nerede?

Aynı zamanda bu, aciz kalarak onlardan yararlanmadan kaçınmamız anlamına gelmez. Mecburen bu konunun derin­liklerine inmeli, coşkun dalgalarına atılmalı ve bu konunun hayır, bereket, ibret ve öğütlerinden yükümüzü tutmalıyız ki gücümüzün yettiği kadar ve imkanımız elverdikçe yararlana­lım. Bunun kendisi doğruluğa götürür, hayrın esas ve teme­line yüceltir. '

Değerli kardeşimiz Hüccet-ül islam Caferiyan sadece kalbini aydınlatmak, akıl ve ruhunu bu nur denizine daldır­mak ve ondan hayır ve bereket almak için çaba sarfetmiş ve bu nurların coşkun denizine atılmıştır. Allah çabası karşılığın­da onu mükâfatlandırsın ve hayır, doğruluk, kurtuluş ve te­mizlik yoluna iletsin.


KONUNUN UFUKLARI

İmamlar, ve onların hakkındaki olaylar üzerinde ince­leme yapmanın, fertlerin tarihi olmadığını bilakis onun, Al­lah'ın, insan tarihi boyunca peygamberlerin dilek ve çabaları­nın tecelli etmesini istemiş olduğu insanın "ilahi hidayet ve eğitim" tarihi olduğunu öğrendik. İmamlar yeryüzünde (keli­menin tam anlamı ve bütün yönleriyle) ilahî halifeliğin canlı tecessümü ve yüce örneğidirler. Evet kamil şahsiyet onlarda tecelli ve tecessüm etmiş ve öyle kamil birer insan olmuşlar ki bilinç, irade, hikmet ve mukavemet ile yaşamın bütün zor­luklarına göğüs germişler, yaşam da bütün olumsuz yönleriyle, içinde taşıdığı felaket, zorluk bela ve sıkıntılarla onları karşıla­mıştır.

Ancak hayat, ilahi iradenin devamı olan bu ilahi insa­nın iradesine boyun eğmiş ve bu insanın bilinci karşısında teslim olmuştur. O ilahi gözle bakar, onun hikmet ve daya­nıklılığı yaşamın zorluğuna, kahrına karşı koyduğu için böyle bir üstünlük sağlamıştır, bu başarı ilahi talim ve himaye yardı­mı ve Allah'ın tevfik ve teyidiyle gerçekleşmiştir.

İmamların hayatlarını, onlar için özel bir durum doğuran ve onları her alanda onunla yaşamaya ve karşılaşmaya mec­bur eden bütün şart ve durumları tanıma ve idrak etmeye olan ihtiyacımız işte burdan aydınlığa kavuşmuş oluyor. Bu ihtiyaç, ister bazılarına göre imamların özel yaşamlarının belli bir alanında sınırlı tutmalarından kaynaklanmış olsun, isterse bizim ele aldığımız, siyasi, sosyal, ahlâkî v.s. gibi öğretilerden .

ibaret olan toplumun genel hayatının geniş bir dairesinde ele alışımızdan kaynaklansın, zaruri bir meseledir.

Bu söylenenlerin tümü bir gerçeği teyid ediyor, o ise imamların geniş kapsamlı ufuklarına küçük dahi olsa bir ba­ca açmak isteyen her araştırmacının gerekli şahit ve delillerin en azıyla yetinmek istese bile karşılaşacağı zorluk ve zahmet­ten ibarettir.


İKİ SORU:

Bunları göz önünde bulundurarak önce şu soruya he­men cevap vermek gerekir; elde bulunan belge ve kaynaklar böyle önemli bir konuyu halletmemiz ve bu amaç ve gayenin gerçekleşmesi için yeterli midir?

Eğer sorunun cevabı olumsuz ise başka bir soru yönelt­meli. Elimizde bulunan belge ve kaynaklardan çok yönlü, ge­niş ve istenen bir düzeyde yararlanabilir miyiz?

Bu sorunun cevabı da önceki sorunun cevabı gibi olum­suz olacaktır. Elimizde bulunan kaynaklarla onların hayatını anlama ve yaşantılarının geniş ufuklarına ulaşma sahasında başarı elde edemeyeceğimizi herkes bilmektedir.

Yapmamız gereken işin durum ve hallerini belirleyip bu işlerde yararla­nacağımız araçlar için bir ön hazırlık yapamadığımızı söyler­sek aşırı gitmiş sayılmayız. Hatta düzenli ve modern bir üslupla genel bilgileri sunmak ve sahip olduğumuz değerli mi­rasın gerçek değerini tanımaya bizi yönelten kısa bir fihrist bile gösterememiş.

Olduğumuz gibi ilk kaynakları araştır­maya, arındırmaya, daha sonra da onlarla temel kaynaklar a-rasında bağlantı kurmaya ve ayriyeten onların dikkate alınan sonuçlardaki etkilerini sınırlı bir alanda bile olsa bilimsel, ve faydalı bir şekilde inceleyememişiz. Orda burda kendileri üzerinde bahs ve istişare etmede başarılı olamadığımız dağı­nık işaretler görüyor isek de bu işaretler karşılıklı olarak ara­larında var dan diğer konu ve etkilere karşı olan bağlılıklarını belirleyememişlerdir.


APAYRI İKİ TARİH:

işi daha da zorlaştıran ve engel icad eden şey imamla­rın hayatını, onların içerisinde yaşadıktan tarihi aşamaların olaylarını zapteden tarihin yanında inceleme mecburidir. Biz, bu iki tarihi olayları farklı siyasetleri ve tarihî değişmeleri doğ­ru bir görüş edinmek için önceden hiç bir araştırma tecrübe­sine sahip olmayan bir araştırmacının önüne serersek dolayı­sıyla bu iki tarihin hiç bir bütünlük ve bağlılığı olmadığını anla­yacak.

İmamların bu olaylar ortamında yaşamadıklarını, etra­flarında olup bitenlerden habersiz olduklarını, dışa kapalı ve başkalarıyla hiçbir ilişkisi olmayan kendilerine özgü bir alemde yaşadıklarını, başkalarının da imamların dünyasıyla uzaktan-yakından hiç bir bağlantısı olmayan daha başka bir dünyada yaşadıklarını sanacaktır.

Oysa ki bu gelişme ve değişmelerin hakikatine vakıf olan ve siyasetin farklı alanlar­daki rolünü algılayabilen şuurlu ve bilinçli bir araştırmacının tasavvuru kesinlikle öncekinin tam tersi olacaktır.

O, imamların olaylarla yakından ilgilendiklerini ve etraflarında olup biten her olay karşısında yol gösteren uyandırıcı risaletlerinin rolü­nü ifa ettiklerini, çoğu zamanlar da toplum ve ümmet dü­zeyinde onların siyasi, kültürel ve ahlaki hayatlarını etkileme yönünden en derin tavır ve tutumlara sahip olduğunu anlaya­caktır.

Böylece onların ilk bakışta, yaşamış olduktan ve karşılaştıktan bilinen sahalarda bıraktıktan derin etki daha iyi anlaşılır.


UYDURMA VE ASALET:

Bu iki tarih arasında bulunan ihtilafın sebeplerini idrak etme alanında bir hakikate dayanmalı, o da şundan ibarettir: İmamların yaşamının bir bölümünü ve onların takındıkları hal ve tavırları zapteden bir grubun, imamların da, içerisinde yaşamış olduktan genel tarihi yazan başka bir grupla mef­hum, hedef ve beklentileri anlamada ve aynı şekil kendi gaye ve amaçlan bakımından pek fazla büyük bir farklılık var.

Bun­dan daha önemli, bu iki grupdan her birinin kendisi için be­nimsediği ve onun doğrultusunda hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırt ederek farklı tarihî olayları ret veya kabul et­mede ve onlara giriş-çıkışta kabullendikleri ölçü ve esaslar-tarda açıkça bir bağdaşmazlık söz konusu, öyle ki bu ölçü ye esasların temel olduğunu ve bu zaman daimlerinin genel tarihini yazmış, ona "İslamî Tarih" adını vermiş ve onun doğ­rultusunda hareket etmiş olan kimselerin yazdıktan bu tarihin uydurma ve saptırıcı olduğunu ve bunların, sapıklığı tesbit, tekid ve cevaz verme, daima ayakta tutmak ve sağlamlaştırmak istediklerini görmekteyiz.

Biz, bu sözü taassuba dayanarak ve bir itham olarak ta­rihe ve tarih yazarlarına maletmiyoruz. Herkesin, bu mevcut ve yazılı tarihin millet ve ümmetlerin tarihi olmadığını itiraf ettikleri bir hakikattir. Bu nedenle ümmetlerin yaşantılarındaki hareketlenmeleri ve onların içine düştükleri elemleri bizlere açıklayamaz.

Bu tarih sultanların, hakimlerin ve onlara bağlı olan çevrelerinin tarihidir. Hatta bu kitaplar sultanların tari­hinde bile onların hayatının hakikatini dikkatli ve güvenilir bil­gilerle sergileyemez. Çünkü sultanların hoşnut olduktan, on­ların maslahatlarını temin ve sultalarını sağlamlaştıran şeyler­den başkasını yazmaya kadir olamamışlardır, hatta bunlar ta­mamen saptırılmış ve gerçek dışı olsa bile.

Bu nedenle hür ve özgürce kendi yazılarını düzenleyen bir tarihçi mev­cut olamamış veya pek az bulunmuş. Çünkü böyle bir ta­rihçi sadece Ali'nin (a.s.) bir faziletini rivayet eden biri­nin nasıl sultanların gazabına uğramış olduğunu ve yüz­lerce kırbaç vurulduğunu veya Neseî gibi Muaviye'nin fa­ziletini söylemediği ve Ali'nin (a.s.) faziletlerini söylediği için kavmî asabiyetlerden dolayı 300 hicri yılında Şam'da öldürüldüğünü veya Taberi gibi ömrünün sonlarında Hz. Ali'­nin (a.s.) faziletlerini nakletmeye birazcık meyillendiğinde Hanbeliler tarafından evinin taş yağmuruna tutulduğunu bilmektedir.

Tarihçilerden biri Adem ile Musa'nın tartışması hakkında bir rivayet nakleder, daha sonra Adem'in ölümü ile Musa'nın doğumu arasındaki yüzlerce yıl zaman mesafesini görür, bu yüzden de Adem ile Musa nasıl karşılaşmış olabilirler soru sunu dile getirir, ancak tarihi rivayetlere bu gibi eleştiriler yö­neltilmesin diye zamanın halifesi onun için celladı sesler1.

Araştırma ve zaman sarfetme ile daha nice örnekler elde edilebilir. Bu konuya ilaveten, yazılmış olan o miktar bile hu-rafi, yanlış ve muğlak olarak yazılmıştır. En azından onların çoğu, değer taşımayan ve aklî mantıkla bağdaşmayan çirkin taassuplar veya mezhebi bağlılıklarla etkilenmiş ve yazar, izah ve tashih için bahs ve tartışmanın en iyi üslûp ve metod olduğu inancını taşımıyordu.

Bu meselelerin yaraşıra, yazarla­rın gayri meşru ve sorumsuzca heves ve arzular taşımaları, kendi maksat ve hedeflerine ulaşabilmeleri için tahrif ve al­datmaya neden olmuştur.

Bu konu ve diğer konulan dikkate almakla bir araştırma­cının tarih kitaplarında, sultanların ve çirkin planlarının karşısında duran kimselerin gerçek şahsiyetlerini görememe­si doğal bir şeydir. Onların mezhebî bağlılıklarının, kavmî asa­biyetlerinin ve sapıklıklarının bazı mutaassıb taraftarları karşısında duran kimseler toplumun siyasî, sosyal, İlmî ve ahlakî hayatı esasında pek derin ve önemli etkiler yaratan şahsiyetlerdir.

Bu şahısların gerçek yüzlerini gösterebilen güvenilir ka­lem sahiplerinin görüşlerini benimsememiz gerektiğini burdan anlıyoruz. Aynı şekil bazı sultanların dikkat etmemeleri, söy­lenmesinden tehlike görülmeyen veya onları nakleden tarih­çilerin başka bir amaç peşinde olmaları gibi bazı nedenler­den dolayı bu kitaplarda dağınık bir şekilde yer alan bir çok önemli ve gerçek noktaları da toplamamız gerek.


İFRAT VE TEFRİT:

Burda, şu konuya değinmemiz gerekir; bazıları İmamla­rın tarihini ve onların takip ettikleri siyaseti anlayıp beyan ettiklerinde, imamların "gayb'tan yararlandıklarını açıklarken aşırı gidip ifrat etmişler ve onları yaşamın hakikatından ve değişimlerinden uzak tutmuşlardır. Bu gibi insanlar imamları

1) Tarihi Bağdat, c: 14, k 7-8/B-Biday»tu ve En-Nihay»tü, c: 10, s: 215/Tarih-ul Hülafa, k 285/B-Basairu ve z-Zehairu, c: 1, s: 81.

Öyle tanıtıyorlar ki, sanki İmamlar yaşamı (rayına oturtmuş) kendi haline bırakmışlar ve remzli ve perde arkasından onunla ilgileniyorlarmış. imam hakkındaki bir mevzu bunlara anlatılarak sonuç almak istendiğinde bunlar hemen, onun imam olduğunu ve kendine has bir hükmü olduğunu belirtiyorlar imama uyulmaz ve onun söz, amel ve takriri bizlere delil değilmiş gibi.

Bu söz, bu metodu seçen kimselerin imamlar hakkında ve Allah'ın onlar için dikkate aldığı rol hakkında yanlış bir değerlendirme yaptıklarında, sıkıntıda olduklarını bildiriyor sadece.

Bu rol peygamberin üstlendiği rolden ibarettir; Allah onu tebliğ eden, öğreten, terbiye eden, önder, hüküm veren, hakim olarak ve Kur'an'ın, peygamberin ve imamların açıkça ifade ettikleri daha başka önemli hususlar için göndermiştir, bu şahıslar, Kur'an'ın ve peygamberlerin te'kid ederek sağ-lamlaştırdıkları "Allah'ın elçilerinin insan olduktan" hususuna dikkatle bakmamışlar. Mesela şu ayetler:

Rabbinin şanı yücedir. Ben, sadece elçi olan bir insan , değil miyim?De ki:Rabbimi tenzih ederim, ben peygamberlikle gönderilmiş insandan başka bir şey miyim ki.

Eğer onu melek olarak halketseydik, yine bir erkek Şeklinde halkederdik, yine düştükleri şüpheden kurtulamazlardı.

Bu metodun karşısında, imamlara karşı sırf maddi bir gözle bakan, gayb ve ilahi kerametler unsurunu dikkate al- madan imamların yaşam, tutum ve tavırlarının tefsirine koyu lan başka bir metodu da kabullenmiyoruz.

İmamların tarihini maddiyat ve riyazi (dünya zevklerinden el çekmek suretiyle nefsi tezkiye etme), muhasebeler doğrultusunda tamamen doğal ve maddi eser ve neticelerle anlamaya çalışan kimse­ler, bizce çok yanlıştırlar.

Böyle kimseler bu hususda bir çok kaynakları elde ede­bilecekleri halde, mesela: "İmam Hüseyn (as.) şehit edildiği gün Beytül Mukaddes'de kaldırılan hertaşın altından bir mik­tarda kan beliriyordu" gibi hususlara yaklaşmıyorlar. Aynı

şekil "Aşûra gününde gökyüzünde beliren kırmızılık" rivayeti veya Hz. Zeyneb'in (a.s.) söylediği "Gökyüzü kan ağlarsa şaşmayın" sözü gibi. Ancak en azından Hz. Zeyneb (a.s.) olan bir şeyden haber vermek değil de bir ihtimal olarak bu olayı konu edinmiş olsa bile bu şahıslar bu rivayetleri araştır­maya girişmemiş ve onun teyidinde veya reddinde bir şey söylememişler.

Aynı şekil İmam Hüseyn'in mızrak ucundaki başının ko­nuşması veya Resulullah'ın (s.a.a.) Vefatından hemen sonra Hz.Fatime'nin (a.s.) kocası eziyet edildikten, hakkı gasb edildikten, kendisine tokat vurulduktan ve çocuğunun düşürül­mesinden sonra onlara lanet etmek isterken mescidin duvar­larının yükselmesi gibi rivayetleri.

Ve de Kur'an'ın peygam­berlere isnad etmiş olduğu mesela Musa'nın asası, Sebe' kra­liçesinin tahtının getirilmesi gibi kerametlerin imamlar hakkın­da gerçekleştiğini, onların da böyle kerametlere, harikulade amellere sahip olduklarını ve Allah'ın gizli lütuflarının onlara nasip olduğunu bildiren diğer bazı kaynaklar. Bu gibi araştır­macılar bu kaynaklara bakmıyor, onları incelemeye ve eleştirmeye teşebbüs etmiyorlar.

Adeta onları kabullenmek istemiyor ve hatta bazen onların varlığından utanç bile duyuyorlar. Aynen bazılarının yetersiz ve asılsız mazeretler getirerek "Gâib İmam" konusunu kendi kitaplarında konu edinmedikleri gibi. Bu rivayetlerin doğruluğu kesinleştikten sonra böyle şahısların, onları imamların tarih ve yaşamının bir kısmı olarak kabul edip etmeyeceklerini bilemiyoruz.

Biz, bu iki grup karşısında masum imamların, insanın in­saniyeti için "ilahi hidayet ve terbiyet" tecessümü oldukları hakikatini vurgulamalıyız. Onlar başka her insan gibi maddi vücut ve hakikata sahip olmalarına rağmen aynı zamanda bu maddi vücudu Allah'a doğru yükseltmiş ve layık oldukların­dan dolayı Allah da apaydın kerametleri gizli ve sınırsız lütuflarıyla onlara lütufda bulunmuş.

İmamların toplumdaki rolünü, ahlakî, toplumsal veya bazı siyasi hareketlenmeler gibi alanlarda sınırlayan, kendi görüş ve düşüncelerini sınırlı bir kalıba yerleştiren kimselerin, imamların hayatlarını başkaları için sergiledikleri tablo istenilen asıl temel meseleleri beyan etmekten yoksundur. Ama bir zaman diliminde belli bir konuyu aktarmak ister veya bir zaruret, bir konuyu ele almayı gerektiriyorsa bu çelişki oluşturmaz.


İMAMLARIN TARİHLERİNDEKİ ANA HATLAR:

Ben kendi hissemce imamların yaşam boyutlarından bazılarını içeren konulara değinmek istiyordum. Dolayısıyla böyle bir arzu benim için değerli ve çok kıymetlidir ve bazı hususlarda bir takım çalışmalarım da var. önceleri imamların |tarihinin esas boyutları olarak bazı noktaları not etmiştim, ancak bunlar zaruri konulara oranla kesinlikle çok yönlü değildi, notlar olduğu gibi kalmışlardı, şimdi ise onları olduğu gibi siz değerli okuyuculara takdim etmeye karar verdim.

İmamların yaşamı etrafında inceleme ve araştırmaya muvaffak olan kimselerin bu hususlardan yararlanmasını arzu ediyorum.


ÖNEMLİ HUSUSLAR:

1. İlk mevzu imamların yaşam zamanını belirlemektir. doğum ve ölüm günü, doğum ve ölüm ay ve yılı, yaşadıkları yer, çocukları, eşleri, ashabı ve şahsî yönleriyle bağlantısı olan diğer hususlar. Tabiatıyla bunlar araştırma ile, ilmî bir şekilde ve bu husus da ki şüpheleri giderecek bir şekilde olmalıdır.

2. İmamlar neden sayılıdırlar? Bu, cevap verilmesi ge- reken bir sorudur. Her imamın siyaset ve hattını doğrudan aydınlatan amel ve hareketlerine dikkat etmek, bu konuyla ilgilidir. Biri daha çok akaîde, diğeri fıkha, başka biri de ümmetin farklı dönemlerdeki ihtiyacından doğan siyasete ve başka işlere önem vermişler. Aynen imamlardan bazılarının farklı boyutlarda aynı zamanda faaliyet ettikleri gibi.

3. Müslümanlar arasındaki fikirsel sapmaların İslahı için imamların seçtikleri yollar. Mesela akaîd, fıkıh, Kur'an tefsiri veya insanî ve ahlakî tutumlar veya hassas ve kader tayin eden hususlarda takındıkları tavırlar hakkında örnekler ver­mek.

4. İmamların tasavvuf gibi ruhî riyazete başlayarak kül­türel ve bilimsel konuları terketmek aynı sekil ruhî yönlerden ve gaybî bağlılıklardan yoksun olan sadece birtakım görüşleri ve pasif mefhumları taşıyan kültürel ve bilimsel İslam teorisi gibi olmayan ve aynı zamanda gayb ile bağlantılı olan pratik islam planlaması doğrultusundaki çalışmalarını tanımak.

5. Onların, hadis ehli, Mutezile, başka fikirsel hareketler ve sapık fakihler ve fırkalar karşısında takındıkları tavırların hakikatini incelemek.

6. Aynı şekilde onların "Kur'an'ın mahluk olması" konu­sunda susarak tavır koymalarına ve şiaları bu konuya atılmamakla görevlendirmelerinin nedenine, bu konunun gündeme getirilmesinden kastedilen hedeflere ve onun doğurduğu sonuçlara kısaca değineceğiz.

7 Aynı şekilde tercümeler ve müslümanların fetihleri sonucunda diğer kavimlerle karışmaları yoluyla meydana ge­len yabancı kültürlere karşı imamların tutumları tavırlara ve o kavimlerin sahip oldukları düşünce ve mezheplerden haber­dar oluşları hususuna dikkat etmek.

Ayrıyeten İslam'ı zahirde kabul eden Yahudiler ve Hıris­tiyanlar, şöhret ve mal peşinde olan kıssa nakledenler ve ha­dis ehli tarafından İslam'ın içine düştüğü tahrifler ve de İs­lam'ı kendi şahsî, kavmî veya coğrafî maslahat, mezheb ve siyasi hedeflerine uygun göstermek için İslam'ı tahrif etmeye çalışan sultan ve hakimler karşısındaki tutumlarını dikkate almak.

8- Kur'an tefsiri hakkında ve peygamberin sünneti üze­rinde oynanan oyun hususundaki tutumlarını ele almak. Ayrı­ca halkın yanlış kaynaklardan sakınmaları, Ehli beyt şialarının İslam dışı şeylerin etkisinde kalmadan Kur'an'ı doğru bir şekilde anlama gücüne sahip olmaları için Ehli beytin kendi­lerinin uydukları ve halkı onlara doğru hidayet ettikleri ve ay­dınlattıkları ölçü ve miyarları açıklamak.

9- Ayrıca onların kendilerinden sonra yazılı eserler geri bırakmamalarının veya Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) yazmış olduğu ancak bunun, onların yanında kalmasının ve başkalarına ulaşmamasının ya da onların döneminde ilimlerin yazılı oIarak toplanmasının öncelerden beri olagelmesinin ayrıye-ten onların kendi ashabını ilimleri yazılı olarak toplamalarına dair meyillendirdikleri ve teşvik ettikleri hususların nedenini ayrıntılarıyla ve de derlemenin o zamanda derlenmiş olan ilimlerin ve onun nasıl bir düzeyde olduğunun tarihçesini kısa olarak dikkate almak mecburiyetindeyiz.

10 Keramet ile mucizenin farkını açıkladıktan sonra Ehli beytin kerametleri hususuna değinmek ve Ehli beytin, kerametlere ne gibi ihtiyaçları vardı sorusunu cevaplamak. Süfl­ilerin kerametleri, murtazların (hint fakirleri) yaptıkları olağa­nüstü amellerin hakkında ve bu gibi işler anlatılırken yapılan abartmaları reddetme hususunda açıklamada bulunmak.

Ehli beytin, kerametler alanından sayılabilen gelecekten haber vermeleri özellikle de Hz. Ali'nin bu gibi haberlere, halkın onu İtham edecekleri kadar ehemmiyet vermesine değinmek, sonraları gerçekleşen bu haberlerden bazılarını göstermek ve siyasi anlayış doğrultusunda ileri sürülen gaybî haberlerle gaybi kaynakla bağlılıktan doğan haberler arasındaki farkı aydınlatmak.

11 Ehli beytin ilim sınırını açıklamak ve onların sahip oldukları ama başkalarının yoksun olduğu ilim ve öğretilere daima tekit etmelerine, o ilimleri vahiy kaynağından aldıklarına örneğin cifr ve cam'e ilmine, Hz. Ali'nin (a.s) kitabına, Fatime'nin (a.s.) mushafına ve bunlardan başkalarına sahip olduklarına dair tasrih ettikleri şeylere ve bu konunun nedeninin ne olduğuna dikkat etmek.

12 Çeşitli örnekler göstererek bütün ayrıntılarıyla onla­rın şahsiyetini tarif etmek, onların ruhî faziletlerini, insanî ve ahlâkî tutumlarını öğrenmeğe, özel yaşamlarından bir tablo sergilemeğe, evlatlarına ve ailelerine karşı davranışlarını, ev içindeki hareketlerini, hatta evlerine misafir olarak gelen kim­selere karşı davranış tarzları, onları hoşnut eden veya hüzün lendiren ve üzen şeylere karşı davranışlarını tamıtamına vasfetmeye çalışmak.

13 Daha sonra servetleri konusunu, mallarının ne ka­dar olduğunu, nerden ve nasıl kazandıklarını, onları nasıl infak ettiklerini veya harcadıklarını dikkate almak. Onların, sul­tanların bahşişleri karşısındaki tutumlarını ve bazılarının ne­den onu kabul ettiklerini incelemek. Acaba bahşişleri reddet­meleri sultanların hükümetlerine karşı savaş ilan etmek anla­mına telakki edilmez miydi? Eğer evet, savaş anlamınadır ce­vabı verilirse dolayısıyla bu konuya dair deliller gösterilmeli­dir.

Aynen Emir-ul Müminin Ali (a.s.)'nin Kûfe'de iken Medine'deki mallarından yararlanmasının nedenini de bilmek gerek. Aynı şekil Ehli beytin, tarlada veya diğer işlerde doğru­dan doğruya kendilerinin çalışmalarına neden Israr ettiklerini de kavramak ve onların humusdan veya diğer şer'i hukuklar­dan yararlanıp yararlanmadıklarını ve bunun nedenini araştır­mak gerek.

14 Onların şialar hakkındaki eğitsel metodlarını, onlara karşı davranış yollarını ve üslûplarını, şiaların da Ehli beyt ile sevgi ve fikir yönü taşıyan akidevî bağlılıklarının kurulma yol­ları ve metodlarını, Ehli beytin evinden çıkan her şey toplu­mun genel ruhuna ve şialar arasındaki bütünlüğe ziynet ol­duğu için Ehli beytten fikrî yararlanma doğrultusunda kurulan merkezleşmenin tesirini, bunun onların tutumları üzerinde bı­raktığı etkiyi ve onların önemli konularla genel olarak ilgilen­melerinin niteliğini tanımak. Şialar ile Ehli beyt'in diğer bölgelerdeki vekilleri arasında dikkatle tanzim edilen bağlılığa ve bu vekillerin görevlerini be­lirlemelerine dikkat etmek.

Bir şehirden imamın huzuruna ge­tirilen malın, imamın o şehirdeki vekiline verilmesi için imam tarafından sahibine gönderilmesine ve Ehli beyt'in, vekilleri arasında bulunan sorunları ve çekişmeleri halletmelerine de­ğinmek. İmam Sadık'ın (a.s.) zamanında bazı şahısların her­hangi bir ilim dalında ihtisas sahibi olması mesela birinin mütekellim, bir başkasının fakih vs. yetiştirilmesi için nasıl çalışıl­dığını ve herkesin ihtisas haddinden öteye geçmemesinin ve başkalarının da ihtiyaç duyulduğu zaman mütehassıslara müracaat etmesi gerekçesini konu edinmek.

Abbasi halifeleri döneminde toplumun kültürel tabakasının ilk derecede şialar ve Ehli beyt'in yetiştirdiği kimseler arasından çıktığına ve onların ümmetin bilgili düşünürlerinden, alimlerinden olduklarını dile getirmek.

15 Ehli beytin, şer'i hükümlerin nedenlerini açıklamaya verdiklerini, Merhum Muhammed Şeyh Saduk'un (r.a.) bu husus da "İlel-üş Şerai" adında bir kitap telif edecek kadar neden onca çaba harcadıklarını izah etmek. Ayrıca bu kitap da nakledilen rivayetlerin içeriklerinin hükümlerin nedeni mi hikmet mi, genel olarak ne olduğunu ve bu rivayetlerin dayandıkları mevzuların neler olduğuna işaret etmek.

16 İmamların, bazı hassas konuları gizlemekten sakınmalarının ve kendilerine pahalıya mal olsa dahi, mesela kendilerinin herkesten daha çok imamete layık oldukları hususunda takiyye etmemelerinin nedenini ve onların halkı ikna için ne gibi metodlar kullandıklarını göz önünde bulundurmak. Onlar bu doğrultuda apaydın iki yola adım attılar: Biri , onların beraberinde bulunan bazı ilimlerin insanlar ara­sından sadece onlara mahsus olduğunu belirtip isbatlamaları ve diğeri de nassın mevcut olma hususu.

17 İmamların en sıkı şartlar altında tutulmalarına veya bazı merkezlerde bekletildiklerine veyahut da zindanda olduklarına rağmen halk merkezleriyle, aynı şekil şialarla nasıl temas kurduklarına dikkat etmek. Şiaların büyükleri bu irtibatı sağlamak için ne gibi araçlar kulanıyorlardı? Ehli beytin bu durumdaki faaliyetleri neleridi ve bu faa­llerin hacmi ve miktarı ne idi ki Yahya b. Halid Bermeki, "Musa b. Cafer'in (a.s.), halifenin (Raşid'in) taraftarlarının kalplerini onların aleyhine çevirdiğini Raşid'e şikayet ediyor.

18 İmam Seccad'ın (a.s.) kölelere ilgi gösterip kültürlerini geliştirmesinin, onlara ilim öğretmesinin ve daha sonra Onların işledikleri günahları bir kitaba yazarak toplamasının ve daha sonra günahlarını kendilerine göstererek onları özgür etmesinin nedeni neydi? İmam onlara karşı nasıl davra­nıyordu ve bu davranışın netice ve eserleri neydi? Ve bu tu­tumun Emevilerin arapları tamamen gayri araplara üstün tut-tukları bir dönemde oluşunu göz önüne almak.

Gayri arapların, Ehli beytin öğretilerini yaymak doğrultusundaki katkıları ve bunun, İslam'ın diğer ümmetler arasında yayılmasındaki etki­leri neler idi ve diğer ümmetlerin İslam ile olan bağlantıları nasıl idi? Bu husus da göz önünde bulundurulacak nokta, Ehli beytin arap olmayan kadınlarla evlenmelerinin nedenini dik­kate almak; öyle ki Ehli beytin bazılarının anneleri arap değil­di. Ayrıca Ehli beytin farklı dilleri bilmeleri ve bunun eser ve neticeleri hakkında bilgi edinmek.

19 İmam Mehdi'nin (a.s.) gaybeti için nasıl bir ortam yaratıyor ve son zamanlarda halk ile daha az temas kuruyor­lardı. İmam Cevad (a.s.) aynen İmam Mehdi (a.s.) gibi kü­çük yaşta nasıl imam oluyor?

20 ‘’İmamlar ve yeni ilimler" hakkında araştırma yap­mak. Onların yeni ilim seferberliğinde katkıları var mıydı? Yeni ilmin doğmasına yardımcı olan konulara ehemmiyet veriyorlar mıydı? Bu hususların neler olduğuna dair kesin konulara değinmeli ve bu alanda onlara uygun öğretiler yazılmalı.

21 "imamlar ve dua" hakkında özellikle de Emir-ul Mü­minin Ali (a.s.), İmam Hüseyn (a.s.) İmam Seccad (a.s.) ve İmam Kâzım (a.s.) açısından duanın etki ve tepkilerini dik­kate almak. Sahife-i Seccadiye ve onun hedefleri hakkında ciddi bir şekilde özel olarak bahsetmek onun siyasî, itikadı, ahlâkî ve eğitsel vs. konularını bu dönemdeki İslam ve müs-lümanların karşı karşıya oldukları yaygın bilgisizliği, tahrif ey­lemini ve halkın cahil yetiştirilmesi hususunu göz önüne ala­rak açıklamak. Bu dönemde iş bir yere varmıştı ki Beni Haşim (Haşim oğulları) vahiy merkezine herkesden daha ya­kın olmalarına rağmen İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra nasıl namaz kılacaklarını, hacc farizesini nasıl yerine getireceklerini bilmiyorlardı.

Ayrıca İmam Seccad'ın (a.s.) "Hukuk Mektubuna", imam Rıza'nın (a.s.) "Risale-i Teyyibe-i Zehebiyye'sine!' ve Ali'nin (a.s.) Malik Eşter'e yazmış olduğu Ahdnameye" dayanmak.

22 Bir zamanlar İmam Seccad'ın (a.s.) imametine üç veya beş kişinin inandığı ve itiraf ettiği nakledilmektedir, imam bunun karşısında ne yaptı ki İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.) mektebi için uygun bir ortam yarattı? İmam Seccad'ın (a.s.) on yıla yakın bir zaman çölde yaşadığını bildiren rivayet doğru mudur? Eğer doğruysa bunun nedeni ve faydaları neydi? Aynı şekil ehl-i sünnetin, ,imam Seccad'ın (a.s.) karşısında saygılı davranışlarının ne­mini araştırmak, İmam (a.s.) hükümeti almaktan vazgeçtiği için mi saygı gösteriyorlar, yoksa bunun başka bir nedeni mi var?

23 Şii fırkalarının mesela Gulat hareketlerinin, Hariciler kıyamlarının ve daha başkalarının hakikatini göstermek, Emir-ul Mü'minin'in (a.s.), kendinden sonra Hariciler ile savaşmaktan nehyetmesinin nedenini, bu fırkaların meydana gelmelerinin nedenlerinin ne olduğunu ve İmamlar ve şiaların bunlara karşı nasıl davrandıklarını araştırmak.

24 Ehl-i beytin sultanlara ve sultanların da Ehl-i beyt karrşısındaki tutumları neydi? Hükümetin, çatıştığı her fırka ve mezhebi, hatta gevşek hadis Ehli fırkasına oranla daha güçlü ve fikirsel sebata sahip olan mutezile gibi bir fırkayı yok etmesine rağmen Ehl-i beyt şialığı canlı korumayı nasıl becerdi? hükümet, halkı imamlardan ayırmak için ne gibi siyaset kul-lanıyordu ki bunlar, görünürdeki hedefin aksine halkın imamları sevmelerine ye gönülden bağlanmalarına neden oluyordu. Bunun nedeni neydi? Ayriyeten hükümet meselesinden ve imamlar açısından halifeler ve onların tutumlarından her yönlü bir tablo sunmak.

25 Zeydiye, halifeler aleyhine nasıl kıyam ediyordu da imam Hüseyn'den (a.s.) sonraki şia imamları bunu yapmıyortardı? İmamların Zeyd'in, ondan sonraki Zeydiyenin ve diğer şii kıyamları hakkındaki görüşleri neydi? Ve bu kıyamların sürdürülmesini niçin istiyor ve kendi şialarına, "Zeydiye si­zin için bir siperdir" diyorlardı.

Yine "Âl-i Muhammed'den biri çıkıp kıyam ettiği müddetçe ben de sağım, benim şialarım da" vs. buyurmalarının nedeni neydi? İmam ile Zeydiye'nin ve di­ğer ayaklananlar arasında bir çok anlaşmazlıklar varken ken­disinin kıyam etmediğini görüyoruz. Neden acaba? Aynı şekil Hurre ve başkaları gibi din ve adalet uğrunda kıyam eden gayri Şiilerin özellikle de Muhtar'ın kıyamı hakkın­daki tutumlarının ne olduğunu bilmek.

26 İmamların, takiyye kalıbında olsa bile Yaktin'in oğulları gibi bazı şia şahsiyetlerinin hükümetin hassas mer­kezlerine girmelerini sağlamak için yaptıkları çabalar hakkın­da bilgi edinmek . Hatta imamların döneminden sonra bile bazı şialar bu alanda çalışıyorlardı. Ancak imamlar diğer bir­çok yerlerde de buna engel oluyorlardı. Mesela deveci Sefvan'ı bundan menetmişlerdi. Bu çelişki nasıl yorumlanabilir?

27 Ehl-i beytin tebliğ metodlarının dua mı, şiir mi, kera­met mi, gaybî haberler mi ... olduğunu öğrenmek, İmamlar bazen şairlere fazla bir miktarda para veriyorlardı; şairler bu paraya fakirlerden daha mı layık idiler? Ve neden? Daha son­ra Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi sahasında Ga­dir Hum hadisi hakkında şahitlik dilemesi olayını dikkate al­mak. İmam Bâkır'ın (a.s.), dünyadan göçtükten sonra sekiz yıl Mina'da kurban bayramı günü kendisine yas tutulması için sekiz yüz dirhem bırakması hususunu, İmam Hüseyn (a.s.) için yas tutulmasına dair verilen emir mevzuunu ve meşru metodlardan olan bütün üslûpları izah etmek.

28 Birinci asırda Ehl-i beyt ile muhalefet etme ve hadis uydurma, sonraki asırlardan daha çok olduğu için ehli beytin bu asırda daha az fıkhî hadislere değinmelerini, daha çok ge­nel ve umûmî hadisler buyurmalarına dikkat etmeliyiz. Bu asırda Şiiliğin zarif ve cüz'i konuları daha az gündeme getiril­miştir.

Ama ikinci asırda İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra Beni Ümeyye döneminin sonlarına doğru hassas ve zarif konular gündeme getiriliyor. Gerçi Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) döneminde bu konuya başka dönemlerden daha çok önem veriliyordu.

29 Gaybet konusuna, onun eser ve neticelerine aynı şekide önceki imamların Hz. Mehdi (a.s.) hakkında yaptıkları hazırlıklara rağmen gaybet sonucunda şiaların karşılaştıkları zorluklara dikkat etmek de zorunludur.


CAFER MURTAZA AMİLİ


YAZARIN ÖNSÖZÜ

"De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, is­tediğim, ancak yakınlarıma sevgidir." Şura - 23.

EHL-İ BEYT (a.s.)

Bu kitapta amacımız tek şey, sadece Ehl-i beytin ölçütü ve Resulullah'ın (s.a.a.) ve Emir-ul Müminin'in (a.s.) evlatları olan şia imamlarının fikri ve siyasi çalışmalarını sergilemektir. Önemli olan tek şey şu ki, neden bu kadar Ehl-i beyte istinat ediyor, dayanıyor, nasıl onları "imam" olarak kabulleniyor ve sâdece onların 'Vilayetini" asîl vilayet biliyoruz?

Nasibîler hariç, ehl-i sünnetin de Ehl-i beyti candan sev­dikleri ve onlara büyük bir ölçüde ihtiram gösterdikleri bir gerçektir. Ancak onlara karşı duyulması gereken bu "sevgi" ve "aşkın" hangi esas ve temelden kaynaklandığı asıl mesele­dir.

Eğer sadece onları sevdiğimizi belirlemekle yetinir ve bu­nu zahiri ihtiramlar kalıbında özetlersek gerçekten onların sevgisine varmış olabilir miyiz? Geniş bir çapta Ehl-i beytin faziletleri4 ve onları sevmeğe dair verilen emirler hakkında Resulullah'tan (s.a.a.) bize gelip çatan hadislerden amaç sa­dece meselenin zahiri yönü ve Ehl-i beytin methinde birkaç beyit şiir yazıp okumak mıdır?

İnsan aklının bu sorulara olumlu cevap vermesi ve Resulullah'ın (s.a.a.) ancak ve an­cak bizden istediği şeyin onun yakınlarını sevmemiz olduğu­nu, bu sevmenin ardında hiç bir şeyi kastetmediğini ve biz de sadece, onlar Peygamber'in yakınları oldukları için Peygamber'in hürmetine onları sevdiğimizi bildiriyoruz demesi pek garip bir şeydir.

4} Ayetullah Firuz Abadi'nin "Fezail-ul Hamse Fi Sihah-is Sitte" bakınız.

Müslümanlar arasında Ehl-i beyt'e olan ilgi aslında Resulullah'tan (s.a.a;) bize ulaşan tavsiyelerden kaynak­lanmaktadır. Ehl-i sünnetin mühim hadis kaynaklarında geniş bir çapta mevcut olan bu rivayetler, Aziz Peygamber, Ehl-i beyti Kur'an'dan sonra dinin iki esasî temellerinden biri ola­rak saydığını dile getirmektedir. Ve bu nedenledir ki kimse Ehl-i beyt'e karşı ilgisiz kalmaya cüret edememiştir. Sadece arapça dilinde, ehl-i sünnet yazarları tarafından "Ehl-i Beyt'in hakkında yediyüze yakın kitap yazılmıştır5.

Ama asıl eleştirilecek husus şu ki, bunca sahih faziletle­rin mevcut olmasına rağmen nasıl olur da onların çoğusu tah­rife uğramış ve sonraları bazı hadisçilerin ve de Muhammed b. İdris-i Şafiî gibi bazı fakihlerin ısrar etmesi nedeniyle bu mevzu sadece "sevmek" haddinde noktalanmıştır6. Öyle' ki Şafii şöyle demiş:

Ey Resulullah (s.a.a.)'ın Ehl-i beyti, sizi sevmek, Allah'ın indirdiği Kur'an'da farz kılınmıştır. Bu yücelik ve azamet size yeter ki size salat ve selam göndermeyenin namazı, namaz değildir1.

Peygamberin zamanındaki ve ölümünden hemen sonra­ki ve aynı şekil hicri ikinci asrının ortalarına kadar gerçek­leşen olaylara dikkat etmek, bu sorunun cevabını biraz da ol­sa kolaylaştırır. Peygamber'in (s.a.a.) zamanından itibaren Kureyş'in, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına karşı öfke ve ga­zap beslediklerini bildiren bir rivayet elimizde bulunmaktadır.

5) "Türâsuna" dergisinin "Ehl-ül Beyt fil-Mektebet-il Arabiye" makale­sine bakınız. Bu makaleyi Seyyit Abdul Aziz et-Tebatebai yazmıştır. Şim­diye kadar alfabe harfleri sırasıyla 340 kitaptan fazlası yazılmıştır, ama kendisinin de söylemiş olduğu gibi alfabetik harflerin sonuna kadar yedi yüze yakın kitap olmaktadır.

6) Hz. Ali'yi (a.s.) dördüncü halife olarak tesbit edenin Ahmed b. Hambel olduğunu ve kendi zamanına kadar, bugün bazı farklarla, sünen adını kendilerine veren osmaniyenin bu mevzuya inanmadıklarını bilmek­teyiz (Tabakat-ül Henabile.c: 1, s: 45) bakınız.

7) el-Kadr, c: 3, s: 173 / Sevaik-ül Muhrike, s: 87/Şerh-ül Mevahib, c: 7, s: 7/Meşarik-ül Envar, s: 88/el-tthaf, s: 29/el-is'af, s: 119.

Resulullah'ın (s.a.a.} amcası Abbas Peygamber'e, "Ku-reyş birbirleriyle karşılaştıklarında güler yüz gösteriyorlar; ama bizi gördüklerinde, tanımadığımız yüzlerle karşılaşıyoruz" dedi. Resulullah (s.a.a.) öfkelenip şöyle buyurdu:

Muhammed'in canını elinde bulundurana ant olsun ki bi­rileri sizi Allah ve Resul'ü için sevmedikçe onların kalbine iman girmemiş demektir8.

Bu rivayet Kureyş'in son zamanlarda Peygamber'in ya­kınlarından hoşnut olmadığını gösteriyor. Kabileler hakkında söylenen bir misalde, dört kabile hakkında dört şeyin imkan­sız olduğu söylenmiş: "Zübeyri'nin" cömert, "Mahzumi'nin" al­çak gönüllü, "Sami'nin" nasebinin sahih olması ve "Ku-reyşi'nin" Muhammed'in (s.a.a.) evlatlarını sevmesi9.

Bu rivayetlerden, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına ve akrabalarına karşı rekabet ve düşmanlıkların mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sakife vak'asında ensarın iç reka­beti gibi farklı delillerle Ebu Bekir'e biat edildikten, Ömer'in, şiddet ve hiddetle muhaliflerin biat etmelerini istemesinden ve bu arada Ali (a.s.), Zübeyr ve başkaları biat etmedikleri taktirde kendileriyle birlikte evlerini yakacağına10 dair tehdit ettikten sonra Ehl-i beyt'e karşı sert bir tutum gösterileceği tabii idi.

Bu tutum, İmam'ın altı ay Ebu Bekir'e biat etmeye­rek yaptığı muhalefetiyle ve Hz. Fatime'nin (a.s.) halifeye karşı dargın olmasıyla11 gitgide genişledi ve nitekim müslümanların arasında ilk ayrılığa neden oldu. Bu ayrılığın semere­si de ehl-i beyt'in mazlumiyeti idi ve bu mazlumiyet ise Kerbela'da tam doruğuna ulaştı.

8) el-Fesva-l Ma'rife vet-Tarih, c: 1, s: 295-497-499/İbn-i Kesiş'in "el-Bidaye ve'n-Nihaye"si, c: 2, s: 257.

9) 2mahşerinin "Rabi'-ul Ebran, c: 3, s: 423.

10) İbn-i Kutaybe'nin "el-imametu ves-Siyaset", c: 1, s: 11-13/İbn-i ebil-Hadid, c: 2, s: 8-19.

11) Fezâil-ul Hamse, c: 3. s: 156.

Peygamberin, Ehl-i beyt'in fazileti hakkında genel olarak ve bizzat onların her biri hakkında özel olarak buyurmuş ol-duğu sayısız sözlerinden başka, defalarca halkın arasında açıkça onlar hakkında tavsiyede bulunup, kendi Ehl-i beyt'ine karşı iyi davranmalarını, istemiş olduğu halde bu vâk'alar gerçekleşiyordu.

"İbn-i Ebi Şebih" Abdurrahman b. Avf'dan müstenet ola­rak şöyle nakletmiş: Peygamber (s.a.a.) Mekke'nin fethinden sonra Tâif şehrini fethetmek için on sekiz veya on dokuz gün bu şehri kuşattı ama Tâif fethedilemedi. Bu sırada bir gün veya bir gece yürürken durup:

Ey insanlar! (Benim ölümüm yaklaşıyor), itretime iyilik etmenizi vasiyet ediyorum, Kevser havuzunda bana ka­vuşacaksınız, nefsimi dinde tutan (Allah'a) and olsun12.

Başka bir hadisde de Peygamber (s.a.a.), Allah'ın kitabı­nı tanıttıktan ve ona sarılmanın farz olduğunu bildirdikten sonra şöyle buyurdu:

"Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum". Bunu üç defa tekrar etti13.

Bu tavsiyelerin tümü, Kur'an'ın Ehl-i beyt'in tathirini (arınmış olduklarını), Peygamberin yakınlarının hissesini ve Rasulullah'ın (s.a.a.) Muhammed'e ve onun evlatlarına sala-vat olarak tefsir ettiği, Peygamber'e salavatı vurgulamasıyla ve Peygamber'in de kendi tebliği karşısında kendi yakınlarını sevmeleri mükâfatını halktan istemesiyle birlikte bunların tü­mü, Sadr-ı İslam toplumunun siyasetçilerinin aşın tutumları nedeniyle bir kenara bırakıldı.

İş bir yere vardı ki Emir-ül Mü­minin "Onların tutumu neticesinde, biz tamamen halkın hafı­zasından silindik" buyurdu14.

12) İbn-i ebi Şaybe, c: 14, s: 508/ İbn-i Asâkir'in "Tarih-i Dimaşk"i, c- 2 Hadis no: 875 (İbn-i ebi Şebih'in) dipnotundan naklen/el-Ma'rifetu vet-Tarih, c: L s: 282'283- Peygamber (s.a.v.) kendi rihletinin yakınlığına değinerek onları itret ile iyi geçinmeye vasiyet etti ve Ali'nin (a.s.) kendin­den veya kendi nefsinin mertebesinde olduğunu bildirdi.

13) el-Ma rifetü vet-Tarih, c: 1, s: 536.

14) İbn-i Ebil Hadid'in "Nehc-ül Belaga şerhi" c: 9, s: 28-29 ve c: 20,

s: 299.

Ebu Süfyan karanlığı doruğundayken, Kabe'nin yanında tevhid feryadını yükselten Rasulullah'ın ezeli dostu Ebuzer, ehl-i sünnetin hadis kaynaklarında defalarca nakledilen bir ri­vayete göre Kabe'nin halkasını tutup şöyle feryad etti: "Ey millet! Ben Ebuzer'im; tanıyanlar hiç, tanımayanlar varsa bil­sinler ki ben Ebuzer-i Gifari'yim:

Size sadece Resulullah (s.a.a.)'tan duyduğumu anlata­cağım. Peygamberden duydum, diyordu ki: Ey insanlar, ara­nızda iki değerli emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabı ve itretim, Ehl-i beyt'im. Bunların biri öbüründen daha üstündür, oda Allah'ın kitabıdır. Bunlar havuzun başında bana gelip çatıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar. Bunlar Nuh'un gemisine benzer, binen kurtulur, binmeyen ise boğulur15.

Bu iki hadis, Ehli beyt'in müslümanlara önderlik etmede­ki büyük rollerini vurgulayan meşhur "Sageleyn" ve "Safine" hadisidir. Resulullah'ın (s.a.a.) "Gökyüzü Ebuzer'den daha sadık, daha doğru birinin üzerine gölge düşürmemiş ve ye­ryüzü de ondan daha doğru birinin ayaklan altına serilme-miştir" buyurduğu Ebuzer, tevhid feryadı ettiği zaman Mekke dönemindeki Sadr-ı İslamın hatıralarını diriltecek bir şekilde halkı Ehli beyt'e böyle davet ediyordu: O gün, müşrikler ona, eziyet ettiler, daha sonra ise başkaları onu sürgüne gönder­diler. Ebuzer sadece İmam Ali'nin (a.s.) kısa hilafet sür­esinde Ehli beyt'in gerçek mevkiini açıklayabildi.

O, Küfe mescidinin avlusunda yeniden Gadir hadisini diriltti* ve on­dan sonra defalarca Ehl-i beytin faziletlerini sıraladı. Onun, Ehli beyt'in yüce makamı hakkındaki güzel cümleleri Nehc-ul Belaga'da ve diğer hadisî ve edebî kaynaklarda zikr edilmistir.

15) el-Ma'rifetü vet-Tarih, c: 1, s: 538. Her iki "Sageleyn" ve "Safine" hadisi mütevatirdir. Bakınız: Abakat-ül Envar 12. cildin ikinci kısmı - İsfa­han baskısı - .Yıl: 1341.

*) Gadir hadisinin nakledilen yolların çoğunun ehli sünnet kaynak­larından olmasının sebebi imam Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi avlusunda başlattığı hareketten kaynaklanmaktadır. İmam bunu yapmasaydı, hadis-çiler, diğer bir çok şeyler gibi bunu da unutacaklardı.

Biz de onun bazı bölümlerini başka bir yerde derledik16.

Ama Muaviye'nin ve diğer Süfyan ve Mervan boyunun başa geçmesiyle ve minberlerde Ali (a.s.) ve evladına açıkça küfretmeleriyle ve hatta Ehli beyt'in gündeme getirilmemesi için Abdullah b. Zübeyr'in Peygamber'e selam göndermemesiyle Ehli beyt'in faziletlerinin Peygamber'in dilinden halkın arasında söylenmesi nasıl beklenilebilir. Bu siyasetin neticesi sadece Ehli beyt'i unutturmak değil, hatta halkın Ehli beyt'i kabullenmediğini de icat etmek idiyse de halkın onlara karşı duydukları bağlılığı korudukları sonraları belli oldu.

Hz. Ali'nin (a.s.) yadigârı olan bir tek Küfe dolayısıyla orada da kendisine karşı kin duyuluyor ve düşmanlık gösteri­liyordu ve Ali'nin (a.s.) hatırasını canlandırdı ve Hz. Ali'nin (a.s.) evladını üstün gördü ve batınlarında Ehli beyt'in hilafeti­ni beslediler, hatta Hişam b. Abdul Melik, onların Ehli beyt'e itaat etmeyi kendilerine farz bildiklerine tekid etti17 ve hatta diğer kaynaklarda da halkın onların hilafetini kabul etmeğe hazır olduklarına itiraf edilmiştir18. Daha sonraları Beni Abbas bu fırsattan yararlanarak kendilerini Ehl-i beyt adına cahil hal­ka tahmil ettiler.

Ama hakikat gizli kalmadı ve sadece bir azcık insafı olan had isçiler arasında Ehli beyt'in faziletleri, özellikle de Gadir hadisi korunabildi. Ve biz bugün "el-Gadir" kitabı gibi büyük bir mirasa sahibiz ama olmaması gereken şey gerçekleşti.

16) "Siyasi islam Tarihi" başlangıçtan kırk hicriye kadar, s: 433-434.

17) ibn-i A'sem'in "el-Futuh"u, c: 4, s: 23, Tevvabin'in kıyamı ve Muhtar'ın hareketi de açıkça bunu göstermektedir." Siyasi İslam Tari-hi'nde kırkıncı yıldan yüzüncü hicri yılına kadar bölümünde ayrıntılarıyla bu konuyu ele almışız.

18) Müberred'in "el-Kâmil-u 1il-Edeb"i, c: 1. Bu rivayette Halid b. Ye-zid, Abdul Melik Mervan'ı, Haccac'ın, Abdullah b. Cafer'in kızıyla evlenme­mesi gerektiğini söylüyor. Çünkü halk arasında Beni Haşim hakkında bazı söylentiler yar ve bu evlilik Beni Ümeyye'nin yok olmasına ve Haccac'ın başa geçmesine neden olacak. Abdul Melik de Irak halkının Beni Haşim hakkındaki inancından korkarak Haccac-ı, Abdullah b. Cafer'in kızını boşamaya mecbur ediyor.

İslam toplumunun rotası Ehl-i beyt ve itretin ilim ve amelin­den yararlanmakla eğitilmesi gerekirken başkalarının yanlış ve hatalı bir takım amellerine dayandırıldı, mazlum Ehli beyt ise kendi çalışmalarını şialara yönelik belirli bir düzeyde sür­dürdüler. Fakat ehli sünnet de bazı yerlerde onların sözlerin­den yararlanıyorlardı.

Onca baskı, istibdat ve daraltılan atmosfere rağmen Ehli beyt-i Athar düşünce ve amel sebatını sürdürdü ve şahsiyet­lerinin yüceliği, Kur'an ve itrete dayalı şii mirasının korunma­sına neden oldu. Ebuzer'in feryad ettiği şeyi, şia amelen ger­çekleştirdi ve fıkıh, tefsir, ahlak ve siyasetde yüce imamları­nın yolunu devam ettirdi.

Ehli sünnetin Ehli beyt'i sevdiklerini gösterdiklerini ve bu sözlerini isbat etmek için Ehli beyt'in faziletleri ve hatta oniki imamın yaşantılarını açıklama hakkında kitap yazdıklarına değinmiştik19.

Ama bunlar Gadir vak'asının sadece Ali'yi (a.s.) sevmenin isbatı için mi olduğunu ve hiç bir köken ve esasa dayanıp dayanmadığını asla kendilerinden sormuyorlar. Teva­tür olduğu tesbit edilen "Sakaleyn" hadisi sadece sathi olarak Ehl-i beyt'i izlemenin farz olduğunu bildiren ve "Sefine" hadisi onlara itaat etmenin farz olduğunu gösteren en açık bir teşbih değil midir?

İnsanı hayrete düşüren şey Suyuti ve başkalarının "el-Eimmetü İsna Eşer" (İmamlar oniki tanedir) hadisinin redde­dilemez bir hadis olmasına ve âlimlerin ortak kabul ettiklerine rağmen yanlış yere bunu bazı halifelere yorumluyor ve bazen da "dördü gelmiş ve diğerleri de gelecek" gibi vade ve­riyorlar.

Bu rivayet şia imamlarından başkası hakkında yo­rumlanabilir mi? İmam Askeri'nin (a.s.) zamanında henüz imam hayattayken Cahiz'in, onbir imamı "âlim, zahid, nasik, suca ve tahir" lakaplarıyia ve kendi görüşünce hilafete layık

19) Tezkiret-ül Havass, el-lthaf, Yenabi'ul-Meveddet ve İbn-i Tu-lun'un yazdığı el-Eimmet-ül İsna Eşer gibi ve "Turasuna" dergisindeki Te-batebai'nin gösterdiği fihristteki diğer kitaplar.

20) Tarih-ul Hulefa, s: 10-12/es-Sevaig-ul Muhrike, s: 8-10 bakınız.

görüp methettiği kimseler şia imamları değil midirler?21 8u imamlar o kadar azametlidirler ki İmam Rıza'yı (a.s.) "Ali b. Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib" unvanıyla veliahd olarak tanıtmak istediklerinde "Ant ol­sun Allah'a eğer bu isimler sağır ve dilsiz kimselere okunursa Allah'ın izniyle şifa bulurlar" dediler22.

Bu hanedanın ehemmiyetini sadece az bir grup idrak edebiliyordu ama çoğuları da Ehli' beyt'in bu makamından hoşnut değillerdi. Bir rivayette, hadiscilerden olan "Zâide"ye neden Cabir Cu'fi'den, İbn-i Ebi Leyla'dan ve Kelbi'den ha­dis nakletmiyorsun? denildi. O dedi:

Ben Kelbi'nin yanına gi­dip Kur'an okuyordum, bir gün şöyle dediğini duydum: Bir süre hastalanıp ezberlediğim her şeyi unuttum "Âl-i Muham-med'in (s.a.a.)" yanına gittim, ağzının suyundan ağzıma bıra­kınca unuttuğum her şeyi hatırladım. Zaide, "bunu duyunca artık ondan bir şey nakletmedim" diyor23. Zâide'nin Kelbi ile olan düşmanlığının nedeni malumdur.

Şehristani de ehl-i sün­net ve cemaattan olmasına rağmen Ehli beyt'in azametinin yüceliğine ve bizzat Kur'an ilminin Ehli beyt'in yanında ol­duğuna inanmaktadır24.

Rasulullah'ın sünnetinin gerçek koruyucularının Ehl-i beyt olduğu bir hakikattir. Ve bu nedenle Peygamber onlara Kur'an'ın yanında yer verip onların birbirinden ayrılmalarının imkansız olduğunu buyurdu. Bu sünneti koruma hususu, şia İmamlarının fikirsel hayatı hakkındaki tarihi araştırmalarımız boyunca titizlik gösterdiğimiz konulardan biridir.

Peygambe­rin sünnetini Ehli beyt'in nasıl koruduğunu aydınlığa kavuştur­mak için burada üç örneğe değiniyoruz:

21) Asar-ul Cahiz, s: 235, "imam Rıza'nın hayatından. naklen, s: 147, Cahiz, ehli sünnetin üçüncü asırdaki büyük yazar ve edebiyatçılarm-dandır. '

22) "Uyunu Ahbar-ır Rıza" (Merhum Saduk'un) c: 2, s: 47-145/Meka-til-ut Talibin, s: 375/Menakib-i İbn-i Şehr Aşutj, c: 2, s: 339.

23) Tarih-i Yahya b. Muin, c: 1, s: 281.

24) "Turasuna" dergisinin 12. sayısı. Doktor Azerşeb'in "Şehristani-'nin Tefsiri" hakkındaki makalesine bakınız.

Emir-ul Müminin Ali (a.s.) "din görüş ile değerlendirilecek olursa ayağın altının meshedilmesi, üstünün meshedilmesinden daha evladır; ama, ben Rasulullah'ın ayağın üstünü meshettiğini gördüm" buyurdu25. Bu tutum "görüş ve ra'y" hükü­meti karşısında Rasulullah'ın (s.a.a.) sünnetini korumanın ta kendisidir.

· Ebu Musa Aş'ari şöyle diyor:

Ali (a.s.) Camel (savaşı) günü Peygamber'in namazını hatırlatan bir namaz kıldı, oysaki biz onu unutmuş veya bile bile terketmiştik26.

· İmam Seccad (a.s.) ezan söylediğinde "hayye alel felah" cümlesine geldiği zaman -ehli sünnetin terketmiş oldukları- "Hayye ala hayril amel" cümlesini söylüyor ye başkala­rının bu cümleyi atmakla ezanı tahrif ettiklerini bilmeleri için "ilk ezan böyle idi" buyuruyordu27. Rasulullah'ın sünnet ve tutumuna dayalı bu gibi tavırların benzerleri Ehli beyt'in arasında pek fazladır.

Şianın, ehli beyti bu kadar sembol edinmesi, bir taraftan Peygamberin onca tekidinden ve diğer bir taraftan da Ehlibeyt'in dinin esasını korumadaki siyerin­den dolayıdır. Burada, gerçekçi ve gerçeği arayan bütün ehli sünnete, ehli beyt hakkında daha çok araştırma yapmalarını ve bilhassa fezâilin gerçek anlamında ve onun fikirsel seme­relerinde düşünmelerini tavsiye etmek yerinde olur bizce. Belki de inşaallah böylece hepimiz ehli beyte sarılarak hi­dayet yolunu bulur ve Hakk Teala'nın bize lütuf edeceği tevfik ile sırat-ı müstakimde yürürüz28.

25) İbn-i Ebi Şaybe'nin "Müsennef'i, c: 1, s: 181.

26) Adı geçen eser.

27) Aynı kaynak, c: 1, s: 215.

' 28) Burada iki kitap tanıtılabilir: Biri Muhammed Taki Rahber'in ter­cüme edip İslami Tebliğler Teşkilatının bastığı Dar-ut Tevhidin yayınladığı "Ehli Beyt Mektebinde", diğeri de Merhum Şehabuddin İşraki ve Ayetullah Fazıl Lenkerani'nin yazdıkları "Ehl-ül Beyt veya Parlak Simalar". Bu kitab "İslami Kültür yayım bürosu" tarafından yayınlanmıştır.

Değerli üstadım Allame Seyyit Cafer Murtaza'ya, bu mecmuaya değerli bir önsöz yazdıklarından dolayı çok teşek­kür ediyor ve ehli beytin hayatı hakkındaki bu muhtasar araştırmamı ehli beyti Athar’ın yolunu izleyenlere takdim ediyorum.

Resul Caferiyan
1
4-İMAM ZEYNEL ABİDİN-SECCAD(AS) 4-İMAM ZEYNEL ABİDİN-SECCAD(AS)



İMAM SECCAD(a.s.)


Şemsüddin Zahebi : Hüseyin b. Ali (a.s.) çok yüce bir azamete sahipti ve bunu da hak etmişti. And olsun Allah'a böyle bir azamet ancak yüce imamet ehlinde olurdu. Üstün faziletlere sahipti. İlim, ibadet ve akıl açısından da çok yüce bir makama sahipti.

(Siyer-u A'lam-un Nübela. c: 4, s: 398)

Seccad lakabıyla meşhur olan Şiilerin dördüncü imamı Ali b. Hüseyn b Ali b. Ebi Talib (a.s.) meşhur görüşe göre hicri 38 yılında doğup ve hicri 94 yılında Velid b. Abdül Melik tarafından zehirlenerek şehid edildi1.

İmamın doğumu hicri 38 yılında olduğuna göre imam Mücteba' (a.s.)nın döneminin bir kısmını ve aynı şekil değerli babası İmam Hüseyn (a.s.)'ın dönemini ve Muaviye'nin Irak ve diğer bölgelerin şiilerini ezme hususundaki istibdadı siya­setini gözleriyle görmüş olduğu malumdur.'

Ama bazı yazarlar Taff vakıası hakkında nakledilen ri­vayetlere dayanarak ohazretin doğum tarihini umumun kabul ettiği şekilde değil de hicri 48 yılında olduğunu yazmışlar Bu rivayetler şunu bildiriyor ki, kanlı Kerbela savaşından sonra İmam Hüseyn (a s.)'in çadırları ve ailesinin efradı Küfe ordu­sunun eline geçince, o sırada bazıları hasta ve yatakta olan İmam Seccad (a.s.)'ı öldürmek amacıyla ona saldırdılar. Ama bazıları imamın henüz küçük olduğunu ve bulûğ çağına ermediğini öne sürerek imamın öldürülmesine engel oldular.

1) el-lthaf bi-Hubb-il Eşrat (eş-Şabravi). s: 143.

Taberi'nin rivayet ettiğine göre Kerbela'da hazır bulunan Hamti b. Müslim bu esef verici olayı şöyle anlatıyor:

"Şimr. Ali b. Hüseyn (a.s.)'i öldürmeye kalkışınca ben de onun henüz küçük bir çocuk olduğunu ileri sürerek Şimir'in onu öldürmesine engel oldum."2

Aynı şekil yine rivayet edilmiş ki:

Übeydullah b. Ziyad Kûfe'de İmam Seccad (a.s.)'ı öl­dürmeye karar verdi ve bu hususda bazılarının bulûğ alamet­lerini o hazretin vücudunda aramalarını istedi. Onlar da araştırma yapıp baliğ olduğuna tanıklık ettiklerinde İmam'ın öldürülmesine dair emir verdi. Ama imamın ona hitab ede­rek "Sen peygamberin hanedanıyla yakınlık iddiasını ettiğine göre.

(Ebu Süfyan'ın torunu olarak) Rasulullah'ın (s.a.a .) ha­nedanını Medine'ye götürmek için emin ve güvenilir birini görevlendirmelisin" demesi, onu öyle etkiledi ki verdiği emri iptal edip 'Senin kendin onları Medine'ye götüreceksin." dedi3.

Başka bir rivayete göre de Zeyneb (Aleyha selam)'in kendisi Ali b. Hüseyn (a.s.)'in öldürülmesine engel oldu Zey­neb bu hususda Ubeydillah b. Ziyad'a hitab ederek söyle dedi:

'Eğer o öldürülecekse önce ben öldürülmeliyim. 4 Cahiz de Emevi'lerin hatalarını sıralarken bulûğ alametle­rini aramak hususunda o hazrete yapılan ihtiramsızlığa da değinmiştir5.

Eğer bu rivayetler doğru olarak kabul edilirse. İmamın yaşı meşhurun kabul ettiğinden daha az olmalıdır. Çünkü bu­lûğ çağının en son merhalesi 15 yaşıdır ve bu hadisler ge­reğince, mecburen o durum imamın bu yaş civarında olduğu­nu gerektiriyordu.

2) Tarih-ul Umem-i ve-Mülûk (Taberi). c: 5. s 229 İzzüddin basımı. Beyrut.

3) Taberi. c: 5. s: 231

4) Taberi. c; 5. S. 231.

5) Şerh-u Nehc-ul Belağa (fon-i Ebil Hadi), c: 15. s: 236.

Bu hadisler gerçi çeşitli kaynaklarda nakledilmiştir ama bunların itibarını zedeleyecek, itibardan düşürecek bazı şahitler de mevcuttur, örneğin.

1 Tarihçilerin ve siyer yazariannın meşhuru 38 hicri yı­lını kabullenmişler ve buna göre İmam Seccad (a.s.) Kerbelada 23 yaşında olmalıdır. Taberi de bu sözü "Zeyl-ül Müzil" kitabında nakletmiştir.

Bazılarının o hazretin 58 yıl yaşadığını nakletmeleri de bu sözü teyid etmektedir6. İmamın 33 hicri yılında7 dünyaya geldiğine dair edilen tasrih de -meşhurun hilafına olmasına rağmen yani meşhura göre İmam 38 hicri yılında dünyaya gelmiştir- Emir-ül Müminin (a.s.)'in hayatın-da dünyaya geldiğine başka bir delildir.

2 Bu gibi rivayetler görüş sahibi tarihçilerin gözünden kaçmış olmayıp İslamda tarih tedvini çağının başlangıcından beri bu rivayetlerin, meşhurun naklettiği söz ile tezatta ol­duğunun farkına varmış ve bu çelişkiyi gidermek için bu ri­vayetleri incelemeye, eleştirmeye başlamışlar. Ehl-i Sünnetin tarihî olayları rivayet eden en seçkin, mümtaz tarihçisi Mu-hammed b. Ömer Vakidi İmam Sadık (a.s.)'ın Ali b. Hü­seynin (as) 58 yaşında dünyadan göçtüğüne dair sözünü naklettikten sonra şöyle netice alıyor:

Bu söz Ali b. Hüseyn (a.s.)'in 23 veya 24 yaşındayken değerli babasıyla birlikte Kerbela'da olduğunu kanıtlıyor. Bu 'yüzden o hazretin Kerbela'da küçük ve baliğ olmayan biri ol­duğunu söyleyen kimseler hata etmişler O hasretin Küfe or­dusuyla savaşmamasının nedeni de, o günlerde kendisini ra­hatsız eden hastalığıydı: savaşma gücü olmaması değil.

O hazretin Kerbela'da baliğ olmaması nasıl kabul edilebilir, oysa ki p hazretin Bakır (a.s.) diye tanınan Muhammed b. Ali (a.s.) adındaki oğlu o sırada dünyaya gelmiş bulunuyordu ve İmam Bakır (a.s.) in. hicri 78 yılında dünyadan göçerr Cabir b. Abdullah'ı görmüş olduğunu nazara almamız bizi. Ebu Ca­fer (a.s )'in Cabir ile görüştüğü zaman Rasulullah (s.a a) in hadisini dinleyip sonraları o hadisi Cabir'den nakledebilecek bir yaşta olduğu

6) el-Muntahab min Zeyl-il Muzil. s: 630.

7) es-Sigat (Ibn-i Habbanı. c: 5. s: 160.

neticesine vardırıyor."9 İbn-i Anbet de şöyle yazıyor: "Ali b. Hüseyn (as) Kerbela'da hasta olduğundan sa­vaşa katılamadı. Bazılarının, onun baliğ olmadığını söylemeleri doğru değildir. Zübeyr b. Bakkarda Hz. Ali b. Hüseyn (a.s.)'in Kerbela'da 23 yaşında olduğunu' Söylemiştir.''10

3 İmam Seccad'ın Übeydullah b: Ziyad'a hatta Yezid b Muaviye'ye karşı davranışlarından, imamın o zaman baliğ olup olmamasında şüphe edilmeyecek bir yaşta olması ge­rektiği anlaşılıyor. Gerçi bu hususda imamet açısından hiç bir sorunumuz yoktur ama Yezid'i.

o hazretin minbere çıkıp ko­nuşmasına izin vermeye zorlayan durum ve ortamın kendisi de kendi başına o hazretin böyle bir izni gerektiren bir yaşta olduğunu göstermektedir. Çünkü henüz baliğ olup olmaması şüpheli olan birine, Yezid tarafından böyle bir imtiyazın veril­diği kabul edilemez.

8) el-Ma'rifetu vet Tarih (el-Fesva). c: 3. s. 310/Tarihi Dimask. C 5'251 (el yazılı nüshası. el-Marifetu vet-tarih in dipnotundan naklen.

9) Tabakat-ul Kübra (ıtm-i Şad), c: 5. s: 222/Kesf-ul ûumme (İrbili). c: 2. s 19i. Tebriz basımı/Taberi. el-Muntahab min Zeyl'il Müzii. s: 632.

10) (jmdet-ül Metalib fi Ensab-ı Âl-i Ebi Talib (ibn-i Anbet). s: 193


4 İmam Bakır (a.s.)’ın doğumu hakkında tarih kitapla­rında mevcut olan pek çok hadis, o hazretin Kerbela’da dört yaşında bir çocuk olduğunu ispatlamaktadır. Kimse de bu hadislerin sahih oluşunda şüphe etmeye cüret edememiştir Bu hadisler kabul edildiğine göre meşhurun görüşünü en çok iki veya üç yaş farkı ile kabul etmekten başka bir çaremiz yoktur.


İMAM SECCAD(a.s.)’IN ANNESİ

İmam Seccad (a.s.)'ın annesinin isim ve nasebinin ay­rıntıları ihtilaflı meselelerden biri olup bunun hakkında araştır­ma yapmak da faydasız değildir ama maalesef bazı yazarla­rın bu konu üzerinde yaptıkları sürekli çalışmalara rağmen apaçık ve kabul edilecek bir görüş ortaya koyulmamış, gös­terilmemiştir.

O hazretin annesinin, Sasanier boyundan olan İran'ın son padişahı Üçüncü Yazd-i Gerd'in kızı olduğu öykü­sü; şia düşmanları buna dayanarak Şiiliğin İran'da yayıldığına dair atifî bir neden uyduramasınlar ve İran'ın Şiiliği ile şia imamlarının o günün İran saltanat hanedanı ile olan sebebi bağlılığı arasında doğrudan bir bağlantı kuramasınlar diye (bu endişe ile) son zamanlarda daha çok araştırılmış ve eleştiril­miştir.

Araştırmacılardan biri11 bu hususdaki bütün hadisleri (veya büyük bir bölümünü) bir araya toplayarak' onları eleştirmiş ve incelemiştir. Buna ilaveten o hazretin annesinin 'Ümm-ü veled" -kendi mevlası tarafından hamile olan cariye-olduğunu bildiren bir kaç hadisi de, kendi kitabında yazmıştır.

Bu hadislerin, içerikleri açısından birbirleriyle olan onca ihtila­flara rağmen ve bu hadislerin bazısının fütuhat hadisleriyle ve daha başka hadislerle gelişmeleriyle birlikte, asıl mevzuun büyük bir çapta meşhur oluşu ve şianın üçüncü asırda telif edilen "Vak'at-u Sıffin' (sayfa: 13), Tarih-i Yakubi' ve "Basair-ud Derecat gibi en eski kaynaklarında nakledildiği kesindir.

Biz başlıca bir yazımızda bu meseledeki şüpheyi kabul ve meselenin mübhem oluşuna itiraf etmekle bu mevzuun, siiliğin İran'da yayılmasıyla olan bağlılığını araştırıp, onların ara­sındaki bağlılık .anısını uygun ve ikna edici bir şekilde eleştir-mişizdir12.


İMAM SECCAD (a.s.)'IN İMAMETİ

Büyük şia hadiscilerinin kendi hadis kitaplarında rivayet enikleri nasslar gereğince İmam Seccad (a.s.), babası Hü­seyn b. Ali (a.s.)'nin vasiy ve halifesidir Bu nassları Küleyni ve diğer şia büyükleri nakletmişler. Şianın oniki imamlarının isimleri hakkında Rasulullah (s.a.a.)'tan nakledilen hadisler de bu sözü doğrulamaktadır.

Bunu görmezlikten gelsek, bile İmam Seccad (a.s.)'ın şia toplumunda dördüncü imam ve

11) "Ali b. Hüseyn" kitaüı. yazarı: Dr Cafer Şehidi, yayınlayan: Isla-mi Kültür yayın bürosu

12) Bakınız- Şiilik ile iran'ın bağlılığı hakkında kısa bir araştırma. Is­fahan Cihad Üniversitesi yaymı.

Hüseyn b. Ali (a.s.)'nin vasiy ve halifesi olarak kabullenmesi ve şianın tarih boyunca bunu amelen kabul etmesi de bu hilafetin, imametin doğruluğuna sağlam bir delildir.

Bu zaman diliminde ehl-i beyti sevenlerin bazılarının karşılaştıktan tek şüphe Muhammed b. Hanefiye'nin imametinin gündeme ge­tirilmesiydi ancak bu da. şia toplumunda bir sapmanın çık­masına neden oldu. Sonraki bölümlerde kısa olarak buna değineceğiz.

Şianın bazı nassları gereğince Rasulullah (s.a.a.)'ın kılıç ve zırhı gibi bazı özel eşyaları imamların bera­berinde olmalıdır" konusunu nazara aldığımızda, bunların -hatta ehli sünnet kaynaklarında da- İmam Seccad (a.s.)'ın yanında olduğunun açıkça söylendiğini göreceğiz13.

13) Tabakat-ul Kübra (İbn-i Sa'd). c: 1. s: 486-488


İMAM SECCAD(a.s.)'İN İLMÎ VE AHLÂKİ ŞAHSİYETİ

İmam Seccad (a.s.)'in yaşadığı dönem, dinî değerlerin Emeviler tarafından tahrif edilmeğe, saptırılmağa çalışıldığı bir dönem idi. Benî Ümeyye'nin İslamın toplumsal hukuk ilkeleri karşısındaki küstahlığı öyle bir yere varmıştı ki, İslamın ilk ve önemli merkezlerinden birinin halkı -peygamberin ilahi risaletinin.

kendisinde büyüyüp gelişen ve filizlenen ve de halkı, kendi payınca Rasulullah (s.a.a.)'ı mertçe savunup koruyan ve onu küfr ve isyanın güçlü ve kudretli tağutuna galebe etti­ren bir şehrin halkı- şimdi Yezid'in köleleri olarak onun sa­vaş komutanlarından olan Müslim b. Ukbe'ye biat etmeliydi­ler İslamın ahkamı İbn-i Ziyad.

Haccac ve Abdül Melik b. Mervan gibi kimselerin elinde oyuncak olmuş idi. Abdül Melik'in makamını Rasulullah (s.a.a.)'ın makamından daha üs­tün, daha yüce bilen- Haccac gibi kimseler, İslamın kesin, belirli toplumsal hukuk ilkelerinin aksine müslümanlardan ci­zye alıp en az bir şüphe ettiklerinde halkı, cellatlara teslim ediyorlardı.

Hükümetin durumu böyle olunca halkın dinî eğitiminin ne derece bir iniş. çıkış yaptığı, cahiliyet değerlerinin izzetli bir ölümden sonra yeniden canlanıp İslamın yeni yeni ayakta duran kültürünü yok etmek ve kendi sultası altına almak doğrultusunda nasıl boy gösterdiği malumdur.

İmam Seccad (a.s.) böyle acı toplumsal koşullar altında halk ile Allah arasında bağlantı kurmak zeminindeki en önem­li faaliyetini dua ile başlattı, İmam bu faaliyetiyle halkın şah­siyet boşluğunu doldurup Âl-i Ümeyye sultanlarının halkın haysiyet ve şahsiyetlerine indirdikleri derin yaralan iyileştirdi ve halkın manevi boyutta faaliyet etmesi için önlerine bir yol açtı.

Halk da bunun sayesinde, diri kalabilmek için güçlü bir gaye bulup genelde halkın toplumsal baskı ve sıkı yönetim neticesinde duçar oldukları öldürücü ümitsizlik ve pasifliği çı­karıp atabildi ve yaşantıdaki hareketlenme ve taharrukün asıl nedeni olan o heyecan ve canlılığı yeniden ele geçirebildiler.

Böylece halk o hazretin yüce ruhsal karakterlerinin tesirinde kalıp onun yol ve yordamına aşık oldular, ilim ve bilgi istekli­lerinin çoğu onun hadisini rivayet edenlerin safına katıldı ve onun Rasulullah (s.a.a.)'ın ve Emir-ül Müminin (a.s.) in ilimle­rinden kaynaklanan zülal ilim pınarından faydalandılar.

Bilgin tarih yazarlarından biri olan Muhammed b Sa'd imamı şöyle vasfediyor:

'Ali b. Hüseyn (a.s) muvassak. emin ve yüce bir sahsiyete ve pek büyük toplumsal bir mevkiye sahip takvalı bi­riydi. Rasulullah'tan (s.a.a.) ve babalarından fazla bir miktar­da hadis nakletmiştir."14

Şafii haber-i. vahidin hücciyeti hakkında yazmış olduğu bir yazıda şöyle diyor:

'Medine halkının en fakihi olan Ali b. Hüseyn (as.) habe­ri vahide istinat ediyordu '15

İbn-i Şahab-ı Zühri. Emevilere bağlı olmasına ve hatta Emeviler ile Şiiler arasında olan kinin derin bir ayrılık doğur­masına rağmen İmam Seccad (a.s.)'ın zamanındaki alimler­den biri olup var hırsı ile o hazretin huzurundan yararlanıyor

14) Serh-u Nehc-ul Belağa (İbn-i Ebil Hadid). c: 15. s: 274

15) Ibn-i Sa d. c: 5 s: 222

ve ihtiramlı sözlerle o hazret! methediyordu. İmam. Zühri'ye yazdığı bir mektupta safını belirlemesine, durumunu -Emevi hükümetinin elinde bir alet olarak kullanıldığını- yeniden göz­den geçirmesine dair nasihat eni16 ve hatta bir defa Emir-ül Müminin Ali b. Ebi Talib (a.s.)'in makamına ihanet etmiş ol­duğundan dolayı İmam tarafından kınandı, zemmedildi17.

Ay­nı zamanda İmam Seccad (a.s.)'ın ilimlerini rivayet ediyordu; öyle ki, muhtelif kitaplarda onun, İmam Seccad (a.s.)'dan naklettiği rivayetlerin çokluğu göze çarpmaktadır18. İmam Seccad in (a.s.) ibadet ve ihlasına âşık olmuştu, öyle ki nak­ledilmiştir ki:

"Zühri Ali b. Hüseyn (a.s.)'i hatırladığı her an ağlıyor ve şöyle diyordu^ İbadet edenlerin ziynetidir o.'19Aynı şekil Zühri'nin kendisinden nakledilmiştir: "Bu hanedanda (Rasulullah'ın hanedanında) Ali b- Hüseyn (a.s.) gibi üstün birini görmedim."20

"Ali b Hüseyn (a.s.)'e herkesten daha çok minnettarım. "21

"Ali b. Hüseyn (a.s.)'den daha fakih birini görmedim."22

Yahya b Said de şöyle diyor:

'Medine'de gördüğüm Haşimilerin en üstünü Ali b. Hüseyn'dir.'23

16) Tuhaf-ül ufcül s 200

17) Ibn-i Ebil Hadıd c. 4 s: 102

15) Örnek olarak bakınız: İbn-i Sa'd. c: 8 s 172/Hilyet-ül Evliya (Ebu Naîm). c: 3. s: 141/Keşf-ul Ğumme. c: 2 s: 86.

19) Hilyet-ül Evliya (Ebu Naîm). c: 3 s: 135

20) el-Fusul-ul Muhimme (Ibn-i Sabbağ Makili). s. 203 Kesf-ul Ğumme. c. 2. s: 86/lkd-ul Ferid llbn-u Abd-i Rabbih) c: 3. s: 97/el-Cerhu vet-Ta'dil (Fahr-ı Razi). c. 6. s: 279

21) Ibn-i Şad,, c. 5. s: 214 Taberi Zühri'nin bu sözü demesinin ne­deni hakkında bir dikkat çeken bir hadis nakietmistır el-Muntahab min Zeyl-ul Muzil. s 630

22) Siyer-u Alam-un Nubela. c: 4. s: 389/Tarih-i Dımaşk (Ibn-i Asa-kir). 12/19 "Seyyid-ul ehl. Zeynül Abidin babı. s: 43.

23) el-Cem-u vet-Tadıl (Fahr-i Razi). c: 6. S 278/et-Tarih-ul Kebir (Buharı), c: 6. s: 266-268

Diğer hadisciler arasından da Ebu Hazim şöyle diyordu:

"Ali b. Hüseyn (a.s.)'den daha üstün ve daha fakih birini görmedim."24

İmam Seccad'ın ehl-i sünnetin yanındaki şahsiyetinin üstünlük ve yüceliği hakkında İbn-i. Ebi Şaybe'nin bu sözü yeterlidir: En iyi senet" Zühri Ali b. Hüseyn'den, babasından, Ali'den böyle başlayan hadistir25 ama Zühri'nin hakkında ih­tilaf var. ,

Cahiz'in şöyle dediği nakledilmiş:

"Ali b. Hüseyn'in (as.)'in şahsiyeti hakkında şii. mü'tezili, harici, amme ve hassa hepsi aynı şekil düşünüyor ve onun başkalarından daha üstün ve daha yüce olduğunda hiç biri şüphe etmiyorlar26.

Sonraları da değineceğimiz gibi. İmamın halkın içinde ge­niş çapta meşhur ve mahbub olmasının en önemli nedenle­rinden biri. o hazretin dua kalıbındaki kalpleri aydınlatan, ma­nevi boyutlarda hareketlenme ye kendilerini islah etme heye­can ve canlılığını kendilerine döndüren güzel cümleleridir.

Meşhur hadiscilerden biri olan Saîd b. Musayyib İmam Seccad (a s )'ın hakkında şöyle diyor:

Ali b Hüseyn (a.s )'den daha takvalısını görmedim.;;27

İmam kendi hayatında "Aliyyül Hayr. Aliyyül Ağer ve Aliyyül Abid gibi lakablarla meşhur olmuştu28.

Malik b. Anes de şöyle diyor:

24) Tezkiret-ul Havas (Sibt b. Cüzi) s: 186. Keşl-ül Ğumme. c 2 s: 80. Tarıh-us Sıgat (el-Aceli). s 345. Bu cümleye benzer bir cümle Zühri -den nakietmistır. Esma-us Sıgat ılbn-i Sahi), s: 206.

25) Zahebi. Sıyeru A lamun Nubela. c: 4. s: 391/Tehzib-ut -Tehzib c: 7. s. 305

26) Ümdet-ul Metalib dbn-i Anbet). s: 193.

27) Hılyet-ul Evliya (Ebu Naîm). c: 3. s: 141/Tahzib-ut Tahzib (Ibn-i Hacr) c: 7. s 305/Siyer-u Alam-un Nubela (Zahebi). c: 4. s: 391 Dipnotun­da "Tarih-ı Dımaşk'tan naklen. 2-19.

28) Ibn-i Ebil Hadıd. c: 15. s: 273.

"Rasulullah (s.a.a.)'.n Ehl-i Beytinde Ali b. Hüseyn gibi biri yoktur."29

İbn-i Ebil Hadid de imamın vasfında şöyle diyor:


"Ali b. Hüseyn (a.s.) ibadetin son derecesine, doruğuna ulaşmış idi."30


Hazreti Hakk tealanın azameti huzurunda öyle huzu ve huşu etmiş, alnını toprağa bırakıp secde etmişti ki; secde yeri mübarek alnında iz bırakmıştı ve bu nedenle ken­disine 'toprağa serilmiş bir şekilde olan" diyorlardı31.

İbn-i Habban onun hakkında şöyle yazmış:

'İmam Seccad Benî Haşim'in en üstün ve yüce şahıslarından ve Medine'deki fakihlerden ve âbidlerden biriydi... Ali b. Hüseyn (a.s.)'in bu zamandaki âbidlerin en üstünü, en âbidi olduğu söyleniyor."32

Ebu Zühre şöyle yazıyor:

Zeyn-ül Abidin diye tanınan Ali b. Hüseyn (a.s.) necabet ve ilim açısından Medine ehlinin önder ve imamı idi."33

Allah'a kulluk ve ibadet etmesi herkesin diline destan ol­muştu ve bu hususda şöyle nakletmişler.

Abdest almak istediğinde yüzünün rengi değişiyordu, bu­nun nedenini sorduklarında ise imam şöyle Duyuruyordu:

Kimin karşısında durmak istediğimi biliyor musunuz? 34

Malik şöyle diyor: Ali b. Hüseyn (a.s.) ihram bağlayıp

lebbeyk deyince bayılarak kendinden geçip deveden yere

düştü Malik şöyle söylüyor: İmam ölünceye kadar gece-

gündüz bin rek'at namaz kılıyormuş ve böyle ibadet edişin-

29) Tahzıb-ut Tahzib. c: 7. s 305.

30) |bn-i Ebil Hadid. c: 1. s: 27

31) Mucem-ül Udeba. c: 11 s 103. Bakınız

32) es-Sıgat (Ibn-i Habban). c 5. s 160

33) el-hnam-us Sadık (a.s.l s: 22.

34) Satvet-us Safve (Ibn-ul Cûzt). c: 2. s 55/Nur-ul Absar (Sablenci) s 127/lbn-i Şad c: S. s 216/el-tthaf (eş-Şebravî). s: 136el-Fusul-ul Mu-nimme (İbn-i Sabbağ) s.201/lbn-u Abd-t Rabbih. c: 3. s: 4.

den dolayı Zeyn-ül Abidin diye adlandırılmış olduğunu bana haber verdiler35.

O hazretin cariyesinden, imamı kısa olarak tarif etmesini istediklerinde söyle dedi:

"Ben gündüzleri asla kendisine yemek götürmedim ve geceleri de yatağını hazırlamadım."36

Bir gün namaza kalkmışken bir yılan kendisine doğru ilerledi, imam yılana hiç aldırmadan namazına devam etti ve nitekim yılan hazretin ayaklarının arasından geçip gitti, buna rağmen o hazret asla yerinden kıpırdamadı37. İmam sadece ibadet etmekte değil, hatta bir lahzası cinlerin ve insanların yetmiş yıllık ibadetinden daha üstün olan düşünmek, tefek­kür etmek hususunda da örnek ve sembol idi

Zimahşeri şöyle nakletmiş: Ali b. Hüseyn (a.s.) abdest almak kastıyla elini suya değdirince aniden:

"Gökyüzüne, ay ve yıldızlara bakıp onların yaratılışı hak­kında tefekkür etmeye daldı ve nitekim sabah oldu ama he­nüz imamın eli su kabındaydı."38

Sadaka vermek ve mahrumlara, yoksunlara yardım et­mek hususunda da darbı mesel olmuştu Şehid edildikten sonra yüz ailenin imamın infak ve sadakalarıyla yaşadıkları belli oldu. İmam gusledilirken fakirler için taşıdığı yemek yü­künün izi o hazretin sırtında belliydi39.

Halk da o hazreti çok seviyor, ilgi gösteriyorlardı. Bu hu­susda şöyle nakledilmiş: Medine'nin Kur'an kârileri, o hazret olmaksızın hacc merasimini yerine getirmek için o hazret de bu niyetle Medine'yi terkedinceye kadar Mekke'ye doğru iler­lemiyorlardı, hareket ettiği zaman bin atlı onun peşice yola düşüyorlardı 40. Yolculuklarda kendisinin kim

35) (Zahebıl siyerü Alarn-ün Nübela. c. 4. s: 392-Ibn-i Asakır 12'20 (Siyerin dipnotundan naklen)

36) Eımmetuna (Munammed Ali Duhayyil). c: 1. s: 265 Menakıb. c: 2. s: 255den rakten

37) Ibn-ı Ebil Hadid. c: 10. s: 159

38) Rabi ul-Ebcar. c: ı s 128.

39) Rabi ul-Ebrar. c: 3 s 160463.

olduğunu yanındakilerden gizliyor ve şöyle Duyuruyordu:

"Rasulullah (s.a.a.)'ın hakkında reva olmayan şeyden başka bir şeyi Rasulullah (s.a.a.)'ın adına istemekten hoşlan­mam."41 Cüveyriyet b. Esma şöyle diyor:

Ali b. Hüseyn (a.s.) Rasulullah (s.a.a.) ile dan yakınlığın­dan yararlanıp bir dirhem bile yemedi.42

Bunlar, İmam Seccad (a s.)'ın sonsuz faziletlerinin bir kısmıdır sadece.


İMAM SECCAD (a.s.)VE ŞİİLER

Şiilik, Kerbela vakıasından sonra kerhmî ve keyfî (nitelik ve nicelik) açısından, siyasî ve itikadı boyutta çok kötü bir duruma düştü Şiilik inancı taşıyan en önemli merkez olan Küfe. şiayı ezmek için en tehlikeli bir merkeze dönüştü.

Me­dine ve Mekke'den imam Hüseyn (a.s.)'le gelen meşhur ve gerçek şüler ve Kûfe'den imamın ordusuna eklenmeye mu­vaffak olan şiiler Kerbela da şehid edildiler ama onların çoğu henüz Kûfe'de idiler. Fakat İbn-i Ziyad'ın Kûfe'de yarattığı baskı tesirinde varlıklarını mevcudiyetlerini duyurmaya cüret edemiyorlardı.

Kerbela vakıası ruhî açıdan şia için büyük bir yenilgi sayılıyordu ve o günün toplumunda, artık şianın işi bitmiştir ve asla güçlü, müessir bir grup olarak siyaset sahnesinde kendini gösteremez diye dile getirilmiş ve konu edilmişti.

İmam Hüseyn (a.s.) de başlarında olmak üzere ehl-i beytten bir grubu Kerbela'da şehid edilmişler ve İmam Hüseyn (a.s.)'in evlatlarından sadece bir erkek çocuğu canlı kalmıştı ve o da, o durumda önemli bir içtimaî mevki taşımıyordu, ö-zellikle ki İmam Hüseyn (a.s.)'in büyük oğlu yani Ali Ekber (a.s.) de babasıyla birlikte şehid edilmişti.

40) İhtiyw-u Ma'rifet-ür Rical (et-Tusi). s- 1 '*. Meşhet basımı

41) Rabi ul-Ebrar (Zmahseri). c: 3. s: 69.

42) Siyer-ü Alam-u Nübtla (Zahebi). c: 4. s: 391.

Ali b. Hüseyn (a.s.)'in esaretten kurtulduktan sonra Me­dine'de yaşaması ve Irak'tan uzak olması da mevcudiyetini duyurma fırsatını imamdan almıştı. Üstad Cafer Murtaza'nın dediği gibi:

"Beni Ümeyye kendi fikirleri ve siyasi görüşleri açılarına göre. Muhammed (s.a.v.)'in asıl, gerçek İslamını taşıyan Ra­sulullah (s.a.a.)'m Ehl-i beytinin siyasî ve içtimaî yaşamlarını noktalamış bulunuyorlardı.

Onlar kendilerine özgü siyasi tü­zükleri ve şeytanî planlarıyla olayları karşılıyor, halkın ruhî ve itikadı zaafı neticesinde çoğunlukla da de kendi planların­da basan sağlıyorlardı, ama onca kurnazlıklarına, şeytan­lıklarına rağmen çok zarif ve hassas bir noktadan gafil idi|er;

o da imam Seccad (a.s.)'ın varlığıydı, imam gerçi yaş bakımından yeni yetişen bir genç ve siyasî faaliyete başla­ması henüz erken görünüyordu, siyasî şöhret ve etkinlik ba­kımından da üzerinde titizlik gösterilecek, muhasebe edile­cek bir düzeyde değildi: ruh ve şahsiyet açısından ise pek ol­gun, kamil ve fevkelâde yüksek bir düzeyde idi.

İmam. o günkü toplumun umduğunun tam aksine Medine'de siyasal-kültürel faaliyetini başlattı. Gerçi şianın bulunduğu durumu göz önüne alarak sıfırdan başlaması ve halkı -İsİamî öğretile­rin asil ve coşkun kaynağı dan- Ehl-i beyte doğru yöneltmesi gerekiyordu, ki bu yolda da büyük bir başarı sağladı."43

Tarihte İmamın muvaffak olduğu tamamen teyid olun­muştur. Çünkü İmam Seccad (a.s.) yeni bir hayat verip İmam Bakır ye İmam Sadık (a.s.)'ın sonraki faaliyetleri için zemin hazırlamaya muvaffak oldu. İmamın 34 yıllık faaliyeti boyunca şianın, Emeviler ve Zübeyriler tarafından ezilmesin­den başka hiçbir alameti olmayan çok zor hayat aşamaların­dan birini geride bıraktığına tarih şahittir.

Haccac'ın yirmi yıllık Irak'a hakimiyetinin ve Abdül Melik b. Mervan'ın bütün İslam ülkesi üzerindeki sultasının izlediği tek açık yol şiileri ezmek ve diğer bölgelerde ise Emevilerin. hariciler veya Abdurrah-man b. Muhammed b. Eş'as gibi ayaklanan bütün muhaliflerini ezmek idi. Haccac, "Şia" kelimesi yerine "Kâfir kelimesini duymaktan daha çok hoşlanan ve onu daha makbul gören biri idi.

43) Dirasat-un ve Buhûs-un iit-Tarih-i vel-lslam. c: 1. s: 61. Birinci baskı.


İMAM'IN TEVVABİN İLE İLİŞKİSİ

O günler Irak'da iki şii kıyamı gerçekleştirildi ve her ikisi de yenilgiye uğratıldı. Şiiler bundan sonra yıllar boyunca daha çok Emeviler tarafından ölümle, işkenceyle ve zindan ile tehdit edildiler. Bu ikisinden biri, Tevvabin'in kıyamı idi. Bunun önderliğini Süleyman b. Surad-ı Hüza'i ve Kûfe'nin meşhur şiflerinden bir kaçı üstlenmişlerdi.

Tevvabin'in önder­lerinin Ali b. Hüseyn'in (a.s.) imametini kabul etmiş oldukları iddia edilmiştir" ama ana kaynaklarda bu iddiaya bir delil bulunamadı. Mühim olan şu ki 'Tevvabin' genel olarak, za­fere ulaştıkları taktirde toplumun imametin Ehl-i beyte bırak­mak amacında olduklarını duyuruyortardı ve haliyle Fatıma'-nın (a.s.) neslinden Ali b. Hüseyn (a.s.)'den başka biri de bu işe layık değildi.

Tevvabih'in halkı davet ettiği konulardan biri de genel olarak ehl-i beyte davet idi. Başka bir deyimle onlar Ehl-i beyt'e davet etmeyi, kıyam planlarının başında yer vermiş­lerdi.

Tevvabin'in sözcü ve tebliğcisi Übeydullah b. Abdullah halkı kıyama davet ederken şöyle diyordu:

'Ben sizleri Allah'ın kitabına, peygamberin sünnetine. Ehl-i beyt'inin intikamını almaya, Kasitîn ve Marikîn ile sa­vaşmaya davet ediyorum. Bu yolda öldürülürsek Allah'ın ahirette temizler ve takvalılar için hazırlamış olduğu daha iyidir ve eğer zafere ulaşırsak, toplumun hükümet ve önderliğini peygamberimizin Ehl-i beyt'ine döndürceğiz."45

Onlar savaş meydanında da Şam ordusu karşısında ha­zır vaziyette iken kendi hedeflerini ve kıyama girişmelerinin nedenini şöyle izah ettiler:


44) Caferi: Tarih Kanalında Şiilik, s 286. islam r Kültür yayın bürosu.

45) Taberi. c: 4. s: 433/"Tecarüb-ul Umem" (Ibn-i (Miskveyh). c: 2. s97


Biz muzaffer olduğumuz taktirde:

"Müslümanlara hüküm sürmeyi peygamberimizin Ehl-i beytine döndüreceğiz. Ehl-i beyt, Allah'ın onlar vesilesiyle bize nimet ve keramet verdiği kimselerdir."46

Tevvabin'in hareketi, acı Kerbela vakıasından sonra gizli olarak başlatılmıştı ama 64 ve 65 yıllarında tam doruğuna va­rıp İbn-i Ziyad'ın ve yardımcılarının aleyhine, Kerbela'daki ci­nayetlerine karşılık olarak ciddi bir tehdit şekline girmişti.

Bu hareketin önderliği, değinildiği üzere Rasulullah (s.a.a.)'in sahabesinden ve daha sonraları Emir-ül Müminin (a s.)'in yakın ashabından sayılan Süleyman b. Surad-ı Hü-zai'nin üzerindeydi.

O, şianın emin ve sözü geçer şahsiyetle­rinden olan Emir-ül Müminin (a.s.)'in ashabından birkaçıyla birlikte Küfe şiflerini, Hüseyn b. Ali (a.s.)'yi savunmak ve ona yardım etmek hususunda yavaş davranmak ve kusurlu ol­makla işledikleri günahı silip atmak, temizlemek kastıyla kılı­ca sarılıp İbn-i Ziyad'a ve Hüseyn (a.s.)'ın katillerine karşı kıyam etmeye teşvik ettiler.

O zaman Küfe Zübeyrilerin eline düşmüş idi ve bunlar da batında Rasulullah'ın (sa.a.) hanedanıyla ve bilhassa Emir-ül Müminin (a.s.)'le derinden muhalif idiler ama hem Tevvabin ve hem de İbn-i Ziyad'la düşman olduklarını, onla­rın birbiriyle savaşması her iki tarafın zayıflamasına ve yor­gun düşmesine neden olacağını ve bunun da her iki düşma­na inen öldürücü bir darbe olduğunu düşünerek Tevvabinin kıyamına engel olmamakla kalmayıp hatta onları İbn-i Zi­yad'a taraf yönlendirdiler.

Tevvabin hareketinin asıl miyarları, mazlumane Kerbela hadisesi olan derin ve güçlü bir atifî duygudan kaynaklanıyordu. Onlar vicdanları tarafından azar­lanıyor ve küçümseniyorlardı, bu küçüksenme ve alçaklığın da imam Hüseyn (a.s.)'e yardım etmede yavaş davrandıkla­rından menşe bulduğu kanısındaydılar. Onlar bu lekenin Ra­sulullah (s.a.a.)'ın evladının cinayetkâr katilleriyle amansız

46) Taberi. c 4. s: 464/Belazuri c: 5. s: 210/lbn-i A sem c 6.' s: 82/Tecarüb-ul Umem (Ibn-i Miskveyh) c: 2. s: 109

bir savaştan başka hiçbir şekilde silinemeyeceğine inanıyorlardı.

Onlar Allah yolunda dünya hayatını ayak altına almakla rahat, yüce ve tüm günahlardan arınmış bir ruh ile sonsuz­luğa doğru ilerleyebilmeleri için kanlarının bu yolda dökülme­sine kararlı idiler. Ve bu nedenledir ki, Kûfe'den ayrıldıkların­da şöyle haykırıyorlardı:

"Bu dünyada yaşamaktan bıktık artık ve bu dünya için kıyam etmeğe kalkışmadık. 47

Bunların' sayısı dört bin kişi idi, ama ilk olarak Süleyma­n'a biat edenlerin sayısı bunun iki veya üç katı idi. Bu biat edenlerin çoğunluğunun savaşa katılmamasının nedeni Muh­tar b. Ebi Übeyd'in Süleyman hakkındaki menfi tutumu idi. Muhtar'a göre Süleyman yeterli maharete ve savaş tecrübe­sine sahip olmayıp etrafındakiler! de yokluk uçurumunun kenarına yaklaştırmıştı

Bu yüzden İmam Hüseyn (a.s )'i öldürenlerle savaşmak hususunda Süleyman'a biat eden Şiilerin çoğu onun ordusu­na katılmaktan çekinip onu kendi haline bıraktılar.

Nitekim bunlar düşmanla karşılaşıp her iki taraf arasında kanlı bir savaş başladı ama Süleyman'ın ordusunun yenilgi­siyle savaş da bitmiş oldu Süleyman ve- onun büyük komu­tanları da olmak üzere hemen hemen ordunun hepsi şehid edildi ve sadece onlardan çok azı kendilerini canlı olarak Kûfe'ye iletebildiler.

Bu kıyamın başlangıcında Medain ve Basra şiflerinin de bu savaşta .Süleyman'a yardım etmeleri kararlaştırılmıştı ama onlar sahih hadislere göre bu savaşa kanlamadılar.

Galiba, Muhtar'ın da farkına varmış olduğu gibi Süley­man ve yanındaki diğer şiiler meselenin siyasi boyutlarını iyice idrak edememişler veya çok güçlü bir atifî duygunun teşrinde kalıp onu nazara almak istememişlerdi. İşte bu yüz­den düşmanı yok etmekten ibaret olan hedeflerine varmak

47) Taberi. c: 3. s: 455

için her ne kadar iyi niyetlilik, doğruluk gösterdi ve her ne ka­dar direndiyseler de yenilgiye uğradılar.

Bunu olanı takiben Muhtar da bir müddet sonra Kûfe'de böyle bir sonuca duçar olmuştu ama Muhtar'ın yenilgisinin daha başka nedenleri vardı ve bunların en önemlisi de dış baskılar idi.

Genel olarak Tevvabin'in kıyamı işlemiş oldukları ve ken­dilerini çok üzen bir günahın keffaretini ödemek temeline ku­rulmuştu. Bu duygu onları öyle etkilemişti ki hatta meselenin siyasi boyutunu bile bastırmıştı.ve bu ruhsal durum onların, bu kıyamın siyasi boyutunu doğru ve ayrıntılı bir şekilde değerlendirmesine fırsat vermiyordu

Bu mevzu Süleyman'ın ordusundaki savaşçıların savaş meydanında okudukları cesaret verici şiirlerinden iyice an­laşılabilir. Bu savaşçılardan biri savaşırken şöyle bağırdı:

Rabbim! Yaşlandığımdan dolayı günahlarımdan tevbe etmem herkesin dikkatini çekmiştir.'48

Allah'ım! Tevbe eden kulunu bağışla ve günahından pişman olana azap etme." 49


İMAM'IN MUHTAR İLE RABITASI

Muhtar'ın kıyamı ve onun İmam Seccad (a.s.) ile olan ilişkisi sadece siyasi görüş açısından değil hana itikadı açı­dan bile bir takım sorunlar doğurmuştu Muhtar Kûfe'deki şii-leri kendi etrafına çekmeye muvaffak olduktan sonra işini ilerletmek için Ali b. Hüseyn (a.s.)'den yardım diledi ama imam bu yardım dileğini hoş karşılamadı diye nakledilmiştir50 O hazretin, Emir-ül Müminin (a.s.)'in zamanından babasının ve hatta Kûfe'deki Tevvabi nin hareketi zamanına kadar olan durumu nazara alındığında İmamın bu tutumu uygun görü­nüyordu.

Çünkü Kûfe'ye emin olmadığı, güvenmediği o özel koşullar arasında tamamen şianın yok olmasına neden olabi­lecek bir işe el atması mantıkla uygun olmazdı.

48) İbn-i A sem c: 6. s: 83.

49) İbn-i A sem. c: 6, s:83 *

Bunun yanısıra İmamın imameti dönemindeki hareketinin mahiyeti hazretin asıl faaliyetinin siyaset hususunda olmadığı­nı ve çoğu yerlerde kendini siyaset sahnesinden kenara çek­tiğini iyice gösteriyor.

Belki de o günün hükümetinin siyaseti­ni nazara almakla onların eline bahane vermesin ve Muhammed (s.a.a.)'in İslamından geride kalan bu imam, zaman doğrultusunda kendi risaletini sonuna iletebilsin diye tama­men ihtiyat ediyordu.

Bu kıyamın itikadı boyutu da. Muhtar Muhammed b. Ha-nefiye'den kendini desteklemek ve teyid etmek istediği za­mandan itibaren başlamış oldu. Muhammed b. Hanefiye Muhtar'a müsbet cevap çerdi (fakat resmi olarak değil) ve ondan sonra Irak şiilerinin Muhammed b. Hanefiye'nin ima­metini kabul etmiş oldukları yayıldı.

Gerçi bu mesele kesin ve kafi değil, ama sonraları ' Kisaniye' adında bir fırka ismen veya resmen meşhur oldu ve onun öyküsü Muhtar'ın zama­nından itibaren başlıyor.

Gulat'ın Hz Ali'nin (a.s.) hakkında aşırı gidenler, ifrat edenler- bazı inanç temellerinin Küfe şiilerinden bir grubu­nun arasına sızması sonraları Muhtar'ın eteğini de tutup Gulat macerasının ortaya çıkmasında Muhtar'ın önemli bir katkıda bulunduğu yayıldı Bu hülasa kitapda konu edinemeceğimiz ama başka bir yerde bahsetmiş olduğumuz bir çok delillere göre bu meselelerin tümünde, hatta Muhammed b. Hanefi­ye'nin imam veya Mehdi olduğu inancıyla "Kisaniye" adında bir fırkanın çıkmış olmasında şüphe var.

Ama imam Seccad (a.s.)'ın Gulat aleyhindeki tutumuna dair bazı deliller mevcut­tur ve bu da Irak şifleri arasında inhirafın olduğu anlamınadır Bu ise imamı, onlarla doğrudan doğruya bağlantı kurmaktan ve tamamen onları desteklemekten çekinmeye zorluyordu.

İmam Seccad (a.s.) Iraklılardan bir grubuna hitaben şöyle buyurdu:

50) İhtiyar-u Ma rifet-ur Rical (et-Tusi). s: 126.

«İslam, sevdiğiniz gibi, bizi sevin ve olduğumuzdan daha vüksek bir yere çıkarmayın."51

Ebu Halid Kabuli de İmam Seccad (as)ın şöyle buyurduğunu söylüyor.

"Yahudiler ve Nasraniler Üzeyr ve İsa'yı Sevmede öyle bir yardılar ki, onların hakkında inanmamaları, gereken seye inandılar.Bizim taraftarlarımızdan bir grupu pek yakın bir zamanda bize duydukları sevgi ve muhabbette aşırı gidecek Yahudilerin üzeyr hakkında ve Nasranilerin isa hakkında dediklerini bizim hakkımızda söyleyecekler. Bilmiş olun ki onlar bizden değil bizde onlardan değiliz.’’52

Şia kaynaklarına göre Muhammed b. Hanefiye Şiiliğin asıl inançlarından sapmamış ve Ali b. Hüseyn (a.s) kendisi ile Allah arasında imam ve hüccet olarak kabul etmiş idi. Bu sözü kabul etmekle Muhammed b Hanefiye’nin Küfe Şiilerine kendini imam olarak tanıtmış olmasının isbatı tahkiki açıdan çok zor olacak ve ispat edildiği takdirde de Muhammet b. Hanefiye imam Seccad (a.s.)', gizlemek ve Emevi siyasetçiler, tarafından o hazrete yönelebilecek muhtemel tehlikelerden korumak için böyle bir girişimde bulunmuştur gibi bazı, çözümleyici yollar farzedilebilir.

Gerçi, böyle bir çözüm yolu. onun Ehl-i beyt'e olan kesin inancından başka bir delile dayanmayacak. Bu arada Muhtara öyle yalancılık nisbeti vermişler ki imam Seccad'ın:

Muhtar Allah'a Rasulüne yalan isnat ediyor 53» gibi bir söz ile onu yalancılıkla suçlamasına çok zor inanılabilir. Bilakis Muhtar" kan içen cani ve Kerbela katliam faciam asıl nede­ni o an Übeydullah b. Ziyad'ın başın, o hazrete gönder­diğinde imamın Muhtar hakkında dua edip şöyle buyurduğu isbat edilmiştir:

51)Hilvet-ül Evliya (Ebu Naîm), c: 3. s: 136/Siyer-ü Alam-un Nube-,a. c: 4 s 389/290/Tarih-i Dimaşk(ibn, AsâKir) 12,123/lbn-i Sad c: 5. s.214

52) İhtiyar-u Ma'rifet-ur riçal (et-Tûsi). s: 102. Meşhed.

53) İbn-i Sa'd. c: 5. s: 213.

"Allah Muhtar'ı mükafatlandırsın ona hayır versin."54

O sırada:

"Benî Haşim'in her biri kalkıp Muhtar'ın methinde bir hutbe okuyarak onun hakkında, iyimser olduğunu, güzel düşündüğünü bildirdi."59

İmam Bakır (a.s.)'dan da şöyle rivayet edilmiştir:

"Muhtar hakkında kötü söz demeyin, ona küfretmeyin, çünkü o katillerimizi öldürdü, intikamımızı aldı, dul kadınları­mızı evlendirdi ve fakirliğimizde bize yardım etti."56

Aynı şekil de o hazret, kendi oğlunun sorusu karşısında Muhtar hakkındaki tutumunu olumlu bir şekilde belirtti57.

Nihayet Muhtar'ın kıyamı da uzun bir süre devam etme­den hicri 67 yılında Zübeyriler tarafından bastırıldı.

Muhtar'ın şahsiyeti ve siyasi görüşü hakkındaki incele­meler, bir araya Toplanarak şöyle denebilir:

Gerçi Muhtar itikadı ve mezhebî-şahsiyetî duygular bakı­mından tertemiz ve kendisine edilen ithamlardan, isnat edilen yalanlardan beridir ama toplumsal tutumlarında herhangi bir delile göre siyasî davranmak istiyordu O Ehlibeytten birini kıyamın önderi, imamı olarak ileri sürdüğü taktirde düşmanla­rının Özellikle de Zübeyrilerin kendisi hakkında hazırlaması muhtemel olan desise ve komplodan güvencede kalacağını tasarlıyordu. İşte bu yüzden onun siyasi tutum boyutunun dinî tutum boyutuna galebe etmiş olduğu söylenebilir.

Muhtar siyasi açıdan bir çok takdire sayan basarılar elde ettiyse de Kûfe'nin dışındaki düşmanları ve hatta Kü­fe'de bozguna uğrattığı Kûfe'nin eşrafı Muhtar'ın yolu üzerine o kadar engel diktiler ki nitekim onun başlattığı kıyamın çö­küşten başka bir sonucu olmadı.

54) Ihtiyar-u Marifet-ur Rical (et-Tûsi). s: 127.

55) İbn-i Sa'd. c. S. s: 285.

56) Ihtiyar-u Ma'rifet-ur Rical (et-Tûsi), s: 125.

57) Ihtiyar-u Ma'rifet-ur Rical (et-Tûsi). s: 125

2
4-İMAM ZEYNEL ABİDİN-SECCAD(AS) 4-İMAM ZEYNEL ABİDİN-SECCAD(AS)



Muhtar'ın siyasi hareketinin en bariz niteliği, hemen he­men Kûfe'nin toplumsal tabakasını iranlıların oluşturduğu *u fe'nin mevali toplumuna haddinden fazla dayanması ıdı, öyle ki, takriben Muhtar'ın Kerbela canileri aleyhine başlattığı Kıyamın bütün ağırlığını, bunlar yükleniyorlardı.

Arap müslümanlarının görüş, yorum ve değerlendirme, tutum ve tavırlarını kendi istedikleri alanında çevreleyen Emevilerin, bazı halifelerin ve hakimlerin şeytani tabir ve yorumları neticesinde ortaya çıkan aşırı Arap nasyonalistlik ruhiyesini nazara almakla bu sistemin Muhtar için nice sorunlar çıkaracağı ve o günler-ıslam topluluğunun en güçlü tabakasını teşkil eden Arap toplu tabakasının Muhtar', mahkum etmeleri için çok uygun mevzu olacağı malum idi.

Bunların tümüne rağmen Muhtar bu fertlerin yardımıyla bir yıldan daha fazla bir sure aya kalabildi (66-67 hicri kameri)


İMAM SECCAD(a.s.)VE ASHABI

Yukarıda söylenen inhiraf nedeniyle ve de Muhammed b. Hanefiye'nin razı olmamasına rağmen, onun imameti hakkındaki şüphenin Küfe şiileri arasında çıkıp yayılması se biyle bu Şiilerin bazısı Hüseyn b. Ali (as) tarafından tayin edilen halifeyi tanımak hususunda zorluk çekiyorlardı. İmam Seccad (a.s.)'.n ashabından biri olan Kasım b Avı.

Kendi itirafına göre önce Ali b. Hüseyn (a.s.) ile Muhammet b. Hanefiye arasında tereddüt ediyormuş58.

Keşşi'nin bildirdiğine göre Ebu Hamze Sumali ve Fura b. Ahnef de o hazretin ashabından idiler59'. Saıd b Musay yib.'in hakkında ise ihtilaf edilmiş ve bazıları onu da im Seccad (a.s.)'.n ashabından saymışlar. Fakat o, sünnetin fetvalarına uygun bir şekilde hükmediyormuş. Keşşi'nin "Rical" kitabında Said'in bu tutumu, ye'nin baskı ve safdışı etme siyasetinden kurtulmakla yorun lanrriıştır60

58) ihtiyar-u Ma'rifet-ur rical (et-Tusi). s: 124.

59) İhtiyar-u Ma'rifet-ur Rical (et-Tusi). s: 124

60) Aynı kaynak.

Her ne olursa olsun Muhtar'ın bütün yaşamı boyunca imama gösterdiği ihtiramda şüphe olmayıp Muhtar'ın o haz­retten ilmî ve ahlâkî açıdan da faydalandığı kesindir ama ima­mın cenaze törenine katılmamış ve bu yüzden de kendisine itiraz edilmiştir8'

Bu bir kaç kişinin dışında şia kaynaklarına göre şianın en sağlam ve emin kimselerinden sayılan başka kimseler de var idi. Bir rivayette şöyle söylenmiş: Ali b. Hüseyn (a.s.)'in imametinin ilk günlerinde sadece Saîd b. Cübeyr, Saîd b. Musayyib, Muhammed b. Cübeyr b. Müt'am, Yahya b. Ümm-ü Tavil ve Ebu,,Halid Kabuli o hazretin yanında, idiler62.

Bundan önce de dediğimiz gibi, kanlı Kerbela vakıasın­dan sonra şia toplumu şiddetli bir zaafa ve birbirinden kop­maya duçar olup, tarihî çöküş ve ortadan kalkma ihtimali de umuluyordu, özellikle ki zayıf şia toplumundan geriye kalan­lar da o günler bölünmeye, tafrikaya ve neticede bir nevi in­hiraf ve çıkmaza duçar olmuştu Böyle elverişsiz bir durum­da İmam Seccad (a.s )'ın imameti başladı.

İmam önce Ra-sulullah (s.a.a )'ın hadislerine dayanarak -bu hadisler Emir-ül Müminin (a.s.). Hasan ve Hüseyn (a.s) yoluyla o hazretten nakledilip ve daha sonraları diğer Ehlibeytten nakledilen ha­disler de bunlara eklenerek şia açısından peygamberin ger­çek ve güvenilir sünneti olarak nitelendi şia fıkhının yol ve alanını belirledi şia fıkhının temelini attı ve şii düşünce tarzını yaymakla onları yok olmaktan, inhiraftan ve tefrikadan kurta­rıp yepyeni bir hayat verdi onlara.

Şianın baki kalmasına ne­den olan imamın sürekli çalışmalarına rağmen İslam'ın evve­linden beri .yanlış düşüncelerin temeli atıldığı ve şianın düşünce ve görüş hattına karşı kötümser ve aldırışsız bir şehir olarak yetiştirilen Medine şehri, şianın tekamülü için uy­gun bir yer değildi. İmam Seccad'ın (a.s.) kendisi de buyurmuştur:

"Mekke ve Medine'de bizi gerçek olarak sevenlerin sayısı yirmi kişiye ulaşmıyor."63


İMAMIN EMEVİLERE KARŞI TUTUMLARI

İmam ilk olarak Kerbela vakıasından sonra Emevi hakimlerinden olan Übeydullah b. Ziyad ile Kûfe'nin hilafet konağında karşılaştı. Bu karşılaşmada İbn-i Ziyad onun is mini sordu. İmam, isminin Ali olduğunu söyledi,İbn-i l Ziyad: "Allah Ali b. Hüseyn'i Kerbela'da öldürmedi mi?" de­di.

İmam "Ali ismindeki büyük kardeşimi halk öldürdü" de­di, İbn-i Ziyad "Onu Allah öldürdü" dedi. İmam. şöyle buyurdu: Ölüm zamanında insanların ruhlarını alan Allah'tır: Zü-mer/42- buyurdu. Şunu demek istedi ki. yaşamın sonunda halkın ruhunu Allah alır ama kardeşimi şehid eden Küfe halkı oldu.

İbn-i Ziyad imamı öldürmek istedi ama Emir-ül Müminin (a.s.)'in kızı Zeyneb'in müdahale etmesi sonucu bundan vaz­geçti' 64.

Yezid de Şam da İmam ile sohbet edip onu kınadı 65, imam ondan sonra uygun bir fırsatta Dimişk camiinde min­bere çıkıp coşturucu bir. hutbede kendisini ve hanedanını ta­nıttı. Daima Emevilerin tebliğleri tesirinde gaflete duçar olan ve peygamberin hanedanını doğru bir şekilde tanımayan Şam halkı.

İmam Seccad (a.s.)'ın hutbesiyle birazcık aydın­landılar ve bu yüzden hutbenin yansında. Yezid hutbenin de­vam etmesine engel oldu. Ondan sonra kendi mevkiini koru­mak amacıyla Seyyid-üş Şüheda'nın öldürülmesi suçunu İbn-i Ziyad'ın boynuna atıp Ali b. Hüseyn (a.s.)'i ve diğer Kerbela esirlerini ihtiramla medine'ye gönderdi.

Kerbela va­kıasından bir müddet sonra Medine halkı Emeviler aleyhine kıyam etmekle "Hurra" vakıasının zeminini hazırladılar. Bu kıyam meleklerin gusül verdiği Hanzele'hin oğlunun önderligiyle gerçekleşmiş.

61) Ihtiyar-u Marifet-ur Rical (et-Tusî). s: 116. 62) et-Tûsi. s: 115.

63) Ibn-i Ebil Hadid. c: 4. s: 104/Bihar-ul En var. c: 46. s 143/el- öarât.s:573.

64) Taberi. c: 5. s 231. İzz-üd din bakımı/el-Muntahab-u tnin Zeyl-il Müzil. s: 630.

Bu kıyamın hedefi Yezidin İslama aykırı yaşamı olup Emeviler'in aleyhine idi. İmam bu hususta taraf­sız bir tutum alıp ailesinden birkaç kişi ile birlikte şehirden çıktı ve şianın imamı olarak - savaşanlara en az bir yardım etmesi şia için en tehlikeli sonuçlar doğuracağı - o hassas dönemde, bu hareketin planlı, ölçülü bir hareket olmadığını ve istenen bir düzeyde ve sağlam bir siyasi duruma sahip ol­madığını nazara almakla bu kıyama katılmadı.

Bütün bunlara rağmen kıyamın başlangıcında halk eme-vileri şehirden dışarı kovduklarında mertlikle ve en kötü düşmanlarından bile esirgemediği şefkati gereğince Mervan b. Hakem'in isteği üzerine onun karısını kendi sığınağına alıp kıyam edenlerin ona bir zarar vermelerinden korudu.

Taberi imamın bu davranışının Mervan ile olan eski dost­luklarından kaynaklandığını belirtmiştir66 Oysaki İmam ile Mervan arasında olan apaçık yaş farklılığını. Emevilerin ve bizzat Mervan'ın o hazretin babasına ve ceddine ve tek keli­meyle bütün Haşim oğullarına karşı aldıkları düşmanca tavır­ları nazara almakla Taberi nin bu görüşü temelsiz bir iftiradan başka bir şey sayılamaz

Müsrif diye tanınan Müslim b. Ukbe Medine halkının ha­reketini bastırıp Emevi döneminin en kanlı en çirkin cinayet­lerinden birini yaptı.

Ali b Hüseyn (a.s.)'e özel bir ihtiram ve yumuşaklık gösterdi ve bunun nedeni ise imamın Medine kıyamına katılmaması idi. Gerçi Müsrifin kendisi de bu dav­ranışının, Yezid'in imam hakkındaki tavsiyesinin neticesi ol­duğunu biliyordu. Müsrif, Medine halkının, Yezid'in köleleri olarak ona biat etmelerini istediğinde İmam Seccad (a.s.)'ın alışılagelmiş şekilde biat etmesiyle yetindi67. İmamlardan her birinin ayrıntılı olarak siyasi ve içtimai tutumunu tanımak için. o imamın dönemindeki topluma hüküm

65) Ikd-ul Ferid. (Ibn-u Abd-i Rabbih) c: 5. s: 131.

66) Taberi. c: 5. s: 245.

67) İbn-i Ebil. Hadid. c: 3. s: 259/İbnn Sa'd. c: 5, s: 215/Keşf-ıil Ğumme (Irbili) c: 2. s: 107.

Süren genel siyaset durumunu ve askeri muhalefet, örgütlenme ve mübareze etme durumunun imkânının yanı sıra dönemin özel şartlarını, her imamın bulunduğu durumda vazifesini ve bunlardan daha öte bütün koşullar altında islamı korumak görevini, gayb unsuruna dikkat "et-nazara almak gerek.

Çünkü her imamın kendi toplu­mundaki siyasetin ana hatlarını ve hareket sistemini belirleyen böyle şartlardır. Tabii ki her bir koşul, kendine özgü bir hareketi gerektirir ve muhtelif koşullarda bir taktik uygula­tmanın doğru olmadığını her akıl sahibi bilir.

İmam Seccad (a.s.) da söylendiği üzere, öyle siyasi-içtimaî bir çerçevede kalmıştı ki -o dönemde artık toplumun belirli bir tabakası şeklinde olmayan- şiaya yeni bir teşekkül 'Vermek, onu korumak ve yaymak için titizlik göstermek zorundaydı.

Emeviler o zaman İmam hakkında çok kötü düşünüyor­lardı ve hazretin en hafif bir kıpırdaması çok kötü sonuçlar doğuruyordu ve dolayısıyla imamın görüşüne göre hiç bir ha­reket böyle korkunç sonuçları yüklenmeğe değmezdi.

İmam en önemli bir dinî ilke olan 'takiyye'den yararlanmakla kendisini, şiilerini ye izleyicilerini düşmanlarının ezici girişimlerinin zararından koruyabildi. Takiyye. aynen bir siper gibi tarih boyunca şianın mevcudiyetini ve yaşamını sürdür­mesini tanzim etmiştir. Şia imamları da defalarca ona dik­katle riayet etmeyi ve onda titizlik göstermeyi kendi izleyicile­rine hatırlatmışlardır.

Tabii ki herhangi bir siyasi baskıda vb olmayıp haliyle mutlak faaliyet özgürlüğünden yararlanan hatta hakim sultayı destekleyen ve bu yüzden gizli faaliyete (takiyye) gerek duymayan kimseler, Kur'an'da açıkça takiyyeye değinildiği halde şiayı zayıflatmak için onu inkâr et­mişler.

İmam Seccad (a.s.)'tan nakledilen bir rivayette şöyle söylenmiş: Emr-l bil-maruf ve nahy anil-münkeri takiyye halinde olmadığı taktirde terkeden biri. Kur'an'ı bir kenara bıra­kıp ona sırt çeviren biri gibidir. 'Takiyye nedir?" sorulunca şöyle buyurdu:

'Takiyye, inançlı bir zalimin tecavüz ve tuğyanından dolayı kendisinden korkmandır."68

Takiyyenin aslı Kur'an'dan kaynaklanmıştır ama kendileri de, ona duçar olan Ehl-i beyt imamları fıkhı açıdan ona riayet etmeği daha çok tekid etmişlerdir. İmam Seccad (a.s.) gerçekten elverişsiz bir ortâmda yaşıyordu öyle ki takiyyeden başka bir yolu kalmamıştı.

Bir rivayette şöyle denmiş: Biri İmam Seccad (a-s.)'m yanına gelip "Ey Rasulullah (s.a.a.)'ın evladı! Durumunuz na­sıldır" diye sordu. İmam cevabında şöyle buyurdu:

"İsrailoğullarının Firavun oğulları arasında yaşayıp geçindikleri gibi. Oğulları öldürüp kadınları köle ediyorlardı. Halk büyüğümüz ve velimiz Emir-ül Müminin (a.s.)'e küfretmekle düşmanlarımıza yakınlık gösteriyorlar.

Kureyş, Rasulullah (s.a.a.)'la olan yakınlıklarından, akrabalıklarından dolayı araplara ve araplar da aziz peygamberin (s.a.a.) arap olmasıyla acemlere karşı gururlanıyor ve onlar da arapların ve Ku-reyşin üstünlüğünü kabul ediyorlarsa biz Ehl-i beyt Ku­reyş ten daha üstün ve bu gururlanma bize mahsus olmalı­dır, çünkü Rasulullah (s.a.a.) biz Ehl-i beyttendir. Ama onlar bize zulüm edip en az bir hak bile bize vermediler Böyle yaşadığımızı bilmiyor isen şimdi bil."

Hadisi nakleden şöyle diyor: İmam etrafta bulunanların, onun sözlerini işitebilecekleri bir şekilde konuşuyordu69",

Yukarıdaki ibarette Ehl-i beytin Benî Ümeyye arasındaki durumu İsrail oğullarının Firavun oğulları arasındaki durumu­na benzetilmiştir; bu da imamın, ailesinin ve şiilerinin duçar olduğu o kötü. elverişsiz durumu en iyi bir şekilde açıklamak­ta, sergilemektedir. Ama imamın, hatta böyle zor bir durum­da bile Emir-ül Müminin (a.s.)'in Kureyş karşısında, Kureyş'in Hz. Rasul (s.a a) ile akraba, yakın olduklarını iddia ederek

68) Ibn-i Sa d. c S. s: 214/Hilyet-ul Evliya (Ebu Naîm). c: 3. s: 140

69) Ibn-i Sa d. c: 5. s: 218-220/el-Muntahab min Zeyl-il Muzil (Tabe-ri). s: 631/Bu rivayet Şeyh Tûsi'nin "Emalı" kitabında, s: 95 (Bihar-ul Envar. c: 46 s 360 dan naklen) imam Bakır (a.s.) a isnat edilmiştir.

rakiplerine üstün gelip hilafeti ele geçirdiklerine ve bu istidla-la göre Emir-ül Müminin Ali (a.s.) koskoca İslam hükümeti-nin halifesi olmaya daha layık ve hak sahibi olmasının gerekli uğuna dair ettiği istidlal metoduna dayanarak ehl-i beytin hilafet makamı için hakkaniyetini isbat etmeye çalışıp en zor Burumlarda bile bu haktan göz yummuyordu.

"Hurra" vakıası gerçekleştiğinde Rasulullah (s.a.a.)'ın sa- habesinden ve evlatlarından çoğu öldürüldüler ve Müslim b. Ukbe ve onun ölümünden sonra da halifesi Husayn b. Nü-meyr Kabe'ye saldırarak onu yaktıklarında ve kimsenin de bu İslama aykırı davranışlar karşısında itiraz etmeğe cüret ede­mediği bir zaman, Emir-ül Müminin (a.s.)'e minberlerde kü­fretmek sürdürülen bir sünnet şekline girip cuma hatibi onu terk ettiğinde de halkın itiraz çığlıkları yükseldiği bir zaman imamın parmakla sayılacak kadar az olan yakın dostlarından başka kimsesi olmadığı, müessir ve etkili bir engelleme hare­ketine teşebbüs edemediğidir.

durumda tek çare yolunu şia topluluğu dağıldıktan sonra onu yeniden başlatmakta ve bazı kimseleri gerçek İslam çerçevesinde eğitip öğretmekte, asîl ve gerçek islami öğretileri onlara aşılamakta ve münasib bir fırsatta şii toplumunun temelini yeniden atmakta ve böylece asîl islamı tarihî olaylar arasında unutulmaktan kurtarmakta görüyordu.

bm yüzden de uzak şehirlerden kendi yanına ge­len taraftarlarıyla karşılaştığı zamanlar onları sabretmeye em-. rediyor ve -etkisiz bir ölümden başka hiç bir semeresi ol­mayan- ele silah almaktan nehy ediyordu70


İMAM SECCAD (a.s.)'IN DUA SİLAHINDAN YARARLANMASI

İslam toplumu inhirafa duçar olup refah isteme ve dün­yaya kapılma duygusu ona hakim olmuş, siyasî, ahlakî ve iç­timaî fesat onu kuşatmıştı. Baskı aynen bir kanser gibi toplu­mun her zerresine öyle kök salmıştı ki, nefes almak için en küçük bir baca dahi bırakmamıştı.

70) Ibn-i Sa'd. c: 5. s: 216.

Böyle bir durumda İmam Seccad (a. s.) İslamî akait ve kültürün bir kısmını açı­klamak için duadan yararlanarak yeniden halkın ibadet ve kulluk etmeğe yönelmesi için onlarda bir canlılık yarattı. Bu dualardan aşıl amaç ibadet idiyse de, onların aralarında bulu­nan bazı tabirleri nazara almakla imamın ehemmiyet verdiği siyasi mefhumlar biraz da olsa tanınabilir.

Elli duadan fazla miktarda duayı içeren "Sahife-i Secca-d iye "d e İmam Seccad (a.s.)'ın dualarından sadece bir kısmı bir araya toplanmıştır. Bu hususda derlenen diğer mecmuala­rın sayısı "meşhur" Sahife-i Seccadiye" ile altıya ulaşmaktadır ve bunların bazısı yüz seksenden fazla duaya hâizdir71.

Bu dualar sadece şianın arasında değil ehl-i sünnetin di­linde bile mevcuttur72 ve bu da İmam Seccad (a.s.)'ın duala­rının o günkü toplumu etkilediğini ve her iki büyük ve ilk İsla-mi fırkanın, o dualardan Allah'a doğru bir yol, halk ile Allah arasında bir bağlantı olarak yararlandıklarını gösterir.

O hazretin duaları arasında "Muhammed ve Âli Muham-med'e Salavat" ibareti çok tekrar edilmiştir ve bu tabiri içer­meyen dua pek azdır. Hatta Ali ismiyle çocukları adlandır­mak Benî Ümeyye hakimleri tarafından beğenilmediği ve böy­le bir şey cezalandırmaya şayan bir suç olarak nitelendiği ve bu bahaneyle halk tehdit edildiği, kanun namına arandığı ve Benî Ümeyye sultanlarının işi Emir-ül Müminin (a.s.)'e küf­retmekten başka bir şeyle ilerlemediği, düzefmediği bir za­manda73 bu tabiri kullanmak kendi değerini iyice göstermek­tedir. "Muhammed ve onun tertemiz, seçkin ve ethar evlatla­rı"74 tabirlerine benzer tabirler de defalarca tekrar edilen örneklerdendir.

71) «ez-Zarîe (Akaa Buzurg Tahrani), c: 15, *: 18-20.

72) ibn-i Ebil Hadid, c: 11, s: 192, c: 6, *: 178-186, c: 5, s: 113.

73) fbn-4 EbM Hadid. c: 13, s: 220/Ensab-ul Eyaf (Bdazuri), c: 1, s:

74) Sahitan Scccadiy», Dua: 6. Bölüm: 24.

İmamın Muhammed ve evladan arasında bağlantı kurması, Al­i'm salavat gönderme hususundaki emrine dayalı olup şia inançlarını açıklamak için büyük bir önem taşımaktadır.

imamın "Sahife"deki mazmunlarını, tabirlerini nakletme-

den önce Muhammed (s.a.a.) ve evlatlarının bağlılığını sağlamlaştırma hususunda İmam Seccat (a.s.)'tan nakledilen bir rivayeti zikretmemiz yerinde olur. İmam Seccad (a.s.)'m şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"Alimin peygambere salavat göndermesini Allah farz kıl­mış ve bizi de ona eklemiştir. Peygambere salavat gönderip bize göndermeyen biri salavatını eksik bırakmış, tamamlama­mış ve Allah'ın emrine itaat etmemiş olur.'75

"Sahife'nin siyasî-dinî içeriklerinden biri "imamet" mev- zuunu dile getirmesidir. Bu mevzu ehl-i beytin onu ve islam toplumunun önderliğini ele almak için daha layık ve hak sahi­bi olduklarına, ilaveten masumluk ve yüce İslam peygamberi­nin ilimlerinden yüksek bir düzeyde yararlanma yönlerini de İslamî bir mefhum şeklinde beyan etmiştir. Şimdi o tabirler­den bir kaçını burada naklediyoruz:

Allah'ım! Yeryüzünde kendi hükümetin için seçtiğin, ilim hazinelerini kendilerine verdiğin, kendi dininin koruyucuları kıldığın, yeryüzündeki halifelerin ve kullarına kendi hüccetin olarak tayin ettiğin ve kendi iraden ile kendilerini her kötülük ve pislikten tertemiz ve beri kıldığın ve sana ve ebedî cenne­tine kavuşmak için vesile seçtiğin Muhammed'in athar Ehli beytine salavat, rahmet gönder."78

Başka bir duada da şöyle buyurmuş: 'Allah'ım! Hilafet makamı, senin halifelerine ve kullarının arasından seçtiğin kimselere ve bu makamı kendilerine mah­sus kıldığın yüce bir derecede senin emanetlerini taşıyanlara mahsustur. Ama başkaları bunu onlardan aldılar... Öyle ki se­nin seçtiğin kimseler ve halifelerin zalimler karşısında mağlup

75) Tarih-i Gürcan, s: 188.

76) Sahif«-i Scccadiye. Dua: 47, Botum; 56.

oldular, yenilgiye uğradılar ve haktan zayi oldu. Rabbim! Onların evvelden sonuna kadar olan düşmanlarına, kendi düş­manlarının zulmüne rıza gösteren kimselere, onların izleyici­lerine ve onlara uyanlara lanet gönder."77

"Allah'ım! Kullarının arasından seçilme nimetine mahsus kıldığın mümtaz kulların olan Muhammed (s.a.a.) ve pak ha­nedanına salat ve selam gönder ve emrettiğin şekilde onları dinlemeye ve itaat etmeye bizleri muvaffak eyle."78.

"Allah'ım! Sen her zamanda bir imâmı kulların için bay­rak ve yeryüzünde hidayet meşalesi karar kıldın. Kendin ile onun arasında doğrudan bir bağlantı kurduktan, onu senin razılığına ermek için vesile kıldıktan, onun emrine uymayı farz ve ona uymamaktan sakındırdıktan, onun emirlerine göre amel etmeye emir verdikten ve nehyine mürtekib olmayı ya­sakladıktan sonra kendi dinini teyid buyurdun.

O. öyle bir imamdır ki, kullarından hiçbirinin' ondan öne geçmesine ve ondan ayrılmasına izin vermedin. Bir imam ki, onu sana, yö­nelenlere emniyet kanalı ve senin inayet ve hidayetine sarılanlara sağlam bir iman, bütün alemlerin iftiharı ve müminlerin sığınağı karar kıldın.. .

Allah'ım1 Kendi kitap, kanun ve şeriatını ve peygamberinin sünnetini onun vesilesiyle1 yücelt, ayakta tut ve dininin zalimler tarafından uçuruma sürüklenen öğreti ve maariflerini onların vesilesiyle dirilt, zalimler tarafından se­nin yolunda çıkarılan inhiraf ve sapmaları onların eliyle kendi dininin eteğinden kazı ve yolundaki tehlikeleri onun vesile­siyle ortadan kaldır.

Bizleri ona itaat eden ye onun rızasını kazanan kimselerden kıl."79

Yukarıdaki cümlelerden imamın şii mefhumundaki itikadı imamet ilkesini islamın itikadı konularının en önemlisi olarak yaymada yılmadan telaş ettiği iyice anlaşılıyor. Ehl-i beyt hak­kındaki bu methlere benzer övgüler Nehc-ül Belağa'da da bol bir miktarda göze çarpmaktadır.

77) Sahife-i Seccadiy». Dua: 48 Bölüm: 9-10.

78) Sahift-i Seccadiye. Dua: 34. Bolüm: 5

79) Sahite-i Seccadiye. Dua: 47.

Masum imamların genelde en Önemli görevlerinden biri­nin kendilerini Allah tarafından tayin edilen imam olarak hal­ka tanıtmaları olduğuna burada değinmeliyiz. Aynen Emir-ül Müminin (a.s.)'in Küfe mescidinde, değinildiği üzere, ehl-i beyt kalıbındaki "Gadir hadisini" izhar etmekle onların maka­mını iyice açıklamış olduğu gibi.

Buna ilaveten Ehl-i beytin zulme uğrayıp halkın arasında münzevi olması Şamlıların Şeffah'ın karşısında Rasulullah (s.a.a.)'ın Benî Ümeyye'den başka bir ehl-i beyti yoktur, dedikleri gibi bu durum İslam ül­kesinin diğer mıntıkalarında da çıkmasın diye Rasulullah (s.a.a.)'ın gerçek Ehlibeytinin tanıtılması gerekiyordu.

İmam Seccad (a.s.) Şam'a götürüldüğü zaman (meşhur olduğu gi­bi) hem hutbede ye hem de muhtelif şahıslarla konuşmala­rında Ehl-i beyti tanıtmak için bir takım sözleri dile getirdi. Bu hadisi rivayet eden İbn-i A'sem şöyle naklediyor:*

0 Rasulullah'ın (s.a.a.)'ın hanedanını Turna" adındaki bir kapıdan Şam'a getirip diğer esirlerin bekletildikleri mescidin kapısının eşiğinde onları beklettiler. Bu sırada yaşlı biri onlara yaklaşıp şöyle dedi:

Allah'a şükürler olsun ki sizi öldürdü ve halkı sizin ih­tişamınızdan kurtardı ve Emir-ul Müminin'i size musallat etti.

İmam Seccad (a.s.) ona şöyle dedi: Ey ihtiyar! hiç Kur'an okudun mu?

- Evet. okudum.

- "Ben yakınlarımın hakkında iyilik etmekten başka bir mükâfat istemiyorum" ayetini okudun mu?

- Evet, okudum.

- Ey. yaşlı! Yakınlar biziz.

- Beni İsrail süresindeki 'yakınlarının hakkını ver' ayetini hiç okudun mu?

- Evet, okudum.

- Yakınlar biziz.


80) ton-i A sem. c: 5. s: 242-243. – 179

"Bilin ki bir şeyden ganimet aldığınızda. faydalandığınızda onun beşte biri Allah ve Rasulü ve yakınlarındır' ayetini okumuş musun?

- Evet, okudum.

- Ey ihtiyar! Yakınlar biziz.

- "Allah siz ehl-i beytten pislikleri giderip sizi tertemiz kıl­mak ister."

ayetini okudun mu? _

- Evet, okudum.

- Ey ihtiyar! Allah'ın tathir ayetini sadece bizlere mahsus kıldığı ehli beytiz biz.

Yaşlı adam tam bu sırada biraz susup pişman oldu ve şöyle dedi: Allah'ım! Ben ona söylediklerimden ve bunlara karşı düşmanlık beslediğimden dolayı saça sığınıyorum. Al­lah'ım! Ben Muhammed (s.a.a.) ve Âl-i Muhammed'in düşmanlarından nefret ediyorum, onlardan uzağım

İmam Seccad (a.s.) siyasi konuların yanısıra bu dualar kalıbında "tevhid" ve benzeri konular hakkındaki doğru islamf akideleri açıklıyordu. Bir zaman bazılarının Allah'ı mahluklara benzettiğini duyunca öfkeli bir halde peygamberin kabrinin yanına gelip bir dua biçiminde gerçek tevhid anlayışını dile getirip, teşbihe inanmanın yanlış olduğunu belirtti81

Benî Ümeyye'nin yozlaştırdığı. aziz İslamı alaya aldığı ve iğrenç, çirkin hedeflerine ulaşmak için İslamı alet olarak kul­landığı bir toplumda imam Seccad (a.s.)'m bu duaları teren­nüm etmesi, uzun uzadıya ağlayıp inlemeleri o zamanın alda­tılmış ve uykuya dalmış halkı için eğitici ve sarsıtıcı bir ders sayılıyordu.

İmam Kerbela faciasını da anarak uzunca ve ha­zin bir şekilde ağlıyor ve şöyle diyordu: Yakub Yusuf'un -mu­hakkak öldüğünü bilmediği halde onun uğrunda- öyle ağladı ki gözlerinin karası gitti ama ben Rasulullah (s.a.a.) haneda­nının en iyi şahıslarından on altısının nasıl kanlarıyla yoğrulduğunu kendi gözlerimle

81) Keşf-ül-Ğumme (İrbili). c: 2. t. 89. Tebriz baskın.

gördüğüm halde nasıl ağlamayayım. Böylece imamın hazin ağlayıştan büyük bir ölçüde halkı kanlı Kerbela vakıasına, onun üzerinde titizlik göstermeye ve he­deflerinin kökenini araştırıp bulmaya yönlendiriyordu82.


İMAM SECCAD(a.s.)VE KÖLELERİ CELBETME

İmamın dinî-siyasî yönlü faaliyetlerinden bir başkası da, ikinci halife zamanından bu yana, bilhassa Emeviler döne­minde en ağır toplumsal baskılara tabi tutulup. İslam toplu­munun ilk döneminin en mahrum tabakasından olan bir kit­leye teveccüh etmesiydi. Genel olarak erkek, kadın. İranlı, Romalı ve Sudanlı köleler en kötü angaryaya koşuluyor ve sahipleri tarafından en çirkin ihanetlere tabi tutuluyorlardı83.

Emir-ul Müminin (a.s.) -kendi İslami tutumuyla Irak kö­lelerinden bir kısmını kendine cezbettiği- gibi imam Seccad (a.s.j da bu tabakanın toplumsal haysiyetini yüceltmeye ça­lışıyordu. Bir cariyeyi özgür edip onunla evlendiğinde o haz-reti yermek ve alay etmek kastı olan Abdül Melik b. Mervan imam nasıl böyle bir evliliğe rıza gösterdiğinden dolayı onu kı­nadı: İmam Seccad (a.s) ise bunun cevabında (Rasulullah sizin için en güzel bir örnektir.

Ahzab/21 ayeti şerif esine isti­nat ederek Peygamber "(s.a.a.)'in Safiye ile evlenmesine ve aynı şekil kendi amcası kızı Zeyneb'i köle olan Zeyd b. Ha­rise ile evlendirmesine değindi64. Böylece Rasulullah (s.a.a.) 'ın zamanında uygulanan ancak Emeviler döneminde onların müsamahası neticesinde terkedilen hasene siyeri ye­niden canlandırdı.

Seyyid-ül Ehl şöyle yazmakta: "İmam Seccad (a.s.) kö­leye ihtiyaç duymadığı halde onları alıyordu ve bunu sadece onları özgür etmek için yapıyordu. İmamın yüz- bine yakın köleyi özgür ettiği söylenmektedir. Bu mevzudan haberdar

mistir olan köleler kendilerinin İmam tarafından alınıp

82) Bakınız: Taberi, c: S. s: 196-212-213. Beyrut İzzüddin basımı 83)- Bu konu."Kırk Hicri yılına kadar Siyasi islam Tarihi1 nde ele alm-r.

84) bni Şad. c: 5. s: 24/lkd-ul Ferid (İbn-u Abd-i Rabbih). c: 7. s:140

özgür edilme­si için daima o hazrete görünüyorlardı. İmam Seccad (a.s.) yılın her ay ve her gününde onları azad ediyordu; öyle ki, o hazretin azad eniği kadın ve erkek kölelerin Medine'de bir or­du oluşturduğu göze çarpıyordu."85

Allame Seyyd Muhsin Emin şöyle yazıyor: "İmam her Ramazan ayının sonunda kölelerinden yirmisini azad ediyor ve hiçbir köleyi bir yıldan fazla kölelikte tutmuyordu ve hatta azad ettikten sonra malî açıdan bile onlara yardım ediyordu."86

Onlar imamın evinde .bir yıl köle olarak barındıkları süre içinde imamın yüce ilmî ve ahlakî şahsiyetini, takvasını yakın­dan görüp kavrıyorlardı ve dolayısıyla çoğunun kalbinde o hazretin şahsı ve düşünce tarzı hakkında derin bir bağlılık beliriyordu.

İmam Seccad (a.s.) bir gün mescidden çıkarken biri ona küfredince. İmamın mevalisi (azad ettiği köleler) onu ter­biye etmek için oha saldırdılar fakat imam buna engel olup. bizim içimizden geçip onun bilmediği şeyler söylediğinden daha çoktur" buyurdu ve böylece onu utandırıp daha sonra onun hakkında lütufda bulundu87.

Taberi Abdullah b. Muhammed b. Ömer'den şöyle ri­vayet ediyor. Emevilerin Medine'deki valisi Hisam b. İsmail komşuluk hakkını ve beraberlik hürmetini göz ardı edip, hal­ka eziyet ediyordu ve herkesden daha Çok Ali b. Hüseyn (a.s.)'e eziyet ve ihanet ediyordu. Valilik makamından alının­ca Velid.

onun herkesin gözü önünde tutulmasına ve onun yaptığı eziyetleri telafi etmeleri için emir verdi. Onu Mervan' ın sarayının duvarı arkasında beklettikleri sırada İmam Seccad (a.s.) ashabından bir grubu ile birlikte ona uğradı. İmam ona

85) Zeyn-ül Abidin (Seyyid-ul Bil), s: 47.

86) Ayan-uş Şia. c: 4. s: 468. İmam onun yanından geçtiğinde Hişam b. İsmail bağırarak şöyle dedi:

87) (Sebravi) el-ithaf, s 137-138/Keşf-ul Ğumme (İrbili) c. 2. s: 102.

bir şey söylemedi ve ashabına da ona dokunmamalarına ve hatta bir kelime ile dahi onu incitmemelerine dair emir verdi. "Allah risaletini kimlere vereceğini çok iyi bilir."88

İmam Seccad (a.s.)'ın bu gibi tutumları onun yücelik ve azametini halkın kalbine oturtuyor ve halk arasında kendileri için yalancı bir azamet ve büyüklük icad eden halifelerin göz­leri önünde huzu derecesine kadar o hazrete ihtiram göster­melerine neden oluyordu.

En güçlü Emevi sultanlarından biri dan Hişam b. Abdül Melik Allah'ın evini ziyaret etmek için Mekke'ye gelip halkın izdihamı, kalabalığı arasında kendini Hacer-ül Esved'e iletmek ve onu öpmek istiyordu ve haliyle Hacer-ül Esved'e kolaylık* varabilmesi için halkın kendisine yol göstermesini umuyordu ama umduğu gibi olmadı.

Tam bu sırada İmam Hacer-ül Esved'e doğru ilerlerken halk he­men geri çekilip o hazrete yol açtılar. Hişam tanımamazlıktan gelip onun kim olduğunu etrafındakilerden sordu.

O grubun içinde olan arap şairi Farazdak. Hişam'ı gö­rünce, kendisinin azamet ve maharetini, duygusunun letafet ve inceliğini gösteren uzun bir kaside okuyarak İmam Seccad (a. s.)'ı şöyle tanıttı:

"Ey cömertlik ve ikramın menşeini benden soran! Onun nişanesi hakkında bir sözüm var, fakat isteyenler geldiğinde onu söyleyeceğim."

(Senin tanımadığın) bu şahısın ayak izlerini Bathâ toprağı tanıyor. Hill (Beyt-ül Haram'ın dışı) da onu tanıyor harem (Beyt-ül Haram) da.

Bu bütün Allah kullarının en iyisinin oğludur. Bu her nevi rezalet ve kötülükten münezzeh, her nevi hata ve noksanlık­tan berî, her nevi kusur ve zararlılıktan arınmış, yüce ilim ve fazilet dağı ve azametli hidayet mesalesidir.

Bu, babası Ahmed Muhtar olan kimsedir. Kaza kalemi, kader levhasında döndükçe, Allah'ın rahmet ve selamı onun üzerine olsun.


88) Taberi. c: ,6. > 526/el-Muntahab min Zeyl-il Muzu. S 631

Eğer "rükün" kimin kendisini öpmek için geldiğini anlarsa şüphesiz onun ayak izlerini öpücük yağmuruna tutmak için aşağı inecek.

Bu, bütün kavim ve ümmetlerin kendisinin hidayet nuru doğrultusunda hidayete ermiş olan Rasulullah (s.a.a.)'ın oğlu Ali'dir.

Cafer Tayyar ve sevgisi her özgür insanın ruh ve vicda­nına işlemiş olan şanlı kahraman ve aslan gibi düşman av­layan şehid Hamza bunun amcalarıdır.

Bu, alemlerin üstün kadını Fatıma'nın evladı, hınç ve inti­kam ateşi kılıcından parlayan peygamberin vasisinin tertemiz oğludur.

Kureyş kabileleri ona baktıkları her zaman, onların şair ve galipleri onu methetmeğe, övmeye başlar ve ister istemez bütün cömertlik ve ihsanın onunla sonuçlandığına ve iyilik kervanının onun iyiliklerine doğru yöneldiğini itiraf ederler.

Önün cömertlik ve bahşişi öyle bir derecededir ki. Ha­tim rüknüne el sürmek için ilerlediğinde rükün adeta onu kendi yanında tutmak ve onun bahşişinden, ihsanından faydalanmak ister.

Senin "Bu kimdir?" demen onun, azametini, celalini ve yüceliğini aşağı düşürmez çünkü arap ve acem senin tanıma­dığın o kimseye ulaşmaktan aciz kalmıştır.

O, öyle bir izzet doruğuna adım atmış ki. İslam'da arap ve acem o onur duyucu azamet ve celal zirvesine ulaşama­mıştır.

Hayasının şiddetinden gözler kapanıyor ve o hazretin huzurunda olan kimseler onun haybet ve azametinin tesi­rinde kalıp gözlerini kapatıyorlar ve dudaktan gülümseme-dikçe onun huzurunda konuşulmuyor.

Güneşin yansımasıyla kalın sis tabakalarının dağıldığı gibi onun alnının nuru ve simasının parlaklığı karşısında karanlıklar perdesi parçalanıyor.

O (daima) muhtaçların ihtiyacını ve istekte bulunanların isteğini güler yüzle ve olumlu bir şekilde karşılamış ve teşehhüt dışında asla "hayır kelimesi kullanmamıştır ve eğer teşehhüd zikri olmasaydı onun "hayır"ı da "ever' olurdu.

Onun güçlü şahsiyeti peygamberin şahsiyetinden menşe bulmuştur ve bundan dolayı bütün azalan, ahlakı ve karakterleri tertemizdir.

O, zorlukların ağırlığı altında dize gelen kavimlerin zorluk­larını yüklenen kimsedir. O, methedilen huya ve güler yüze sahiptir. Yoksulların dileklerini kabul ettiğini duyurmak onun ruhunda daha tatlı ve daha hoştur,

Bu. Fatıma (a.s.)'ın oğludur; onu tanımıyorsan bil ki, Al­lah'ın, peygamberleri onun ceddi ile tamamlanmış, hatmol-muştur ve semavî risaletler tuğrası onun bereketli adıyla gü­zel bir şekilde son bulmuştur.

Allah onu üstün kılmış ve onurlandırmış, kaza kalemi de bu iradenin gerçekleşmesi için bunu kader levhasına işlemiştir.

Bu, peygamberlerin fazilette kendisinden ve ümmetlerinin de onun ümmetinden aşağı olan kimsenin oğludur.

Onun parlak ihsan güneşinin sıcaklığının ve ışığı herkese yansımış ve bu yüzden önün güçlü nuru karşısında 'inat ve zalalet karanlığı yolunu kaybedenlerin düşünce semasından ve kalbinden,- fakirlik karanlığı fakirlerin yaşam çevresinden ve zulüm karanlığı da mazlumların hayat ufuklarından çekip bir tarafa gitmiştir.

Her iki eli feyiz yağmurunun boşaldığı cömert ve rahmet geren bir buluttur. İhsan ve bahşişi asla azalmaz.

Yumuşak ve uyumlu bir tabiatı var. Halk daima öfkesin­den güvencededir. Sabır ve ihsan sıfatı şahsiyetinin her yö­nünü süslemiştir.

Asla vadesini ayak altına almaz ve yapısı hayırla, zâtı da bereketle yoğrulmuştur. İkramı herkes için geçerli ve ihsan sofrası gelen herkes için açıktır. Bir zorlukla karşılaşınca akıl­lıca ve maharetle davranır, gerçekçi bir şekilde bakıp çare arar. O, sevilmeleri din, düşmanlıkları küfür, onlara yaklaşmak kurtuluş sahili, emniyyet ve güvence* sığınağı dan kimseler­dendir.

Kötülükler ve zorluklar onları sevmekle defedilir ve bu sevginin bereketiyle ihsan ve nimetler çoğalır.

Onlar, Allah'ın adı hariç herkesten öncedirler ve her söz onların adı ile güzel bir şekilde son bulur,

Takvalılar sayılacak olursa, onlar takvalıların önderleridir­ler ve eğer yeryüzünün en iyileri sorulacak olursa, onların adı söylenir.

Hiç bir cömert kimse onların ikram doruğuna ve ihsan sonucuna varamaz ve hiç bir kavim her ne kadar da cömert olursa olsun kendisini onlarla eşit göremez, kıyaslayamaz.

Bu hanedanın büyükleri zor günlerde ve kuraklıklarda rahmet yağmuru ve savaş zamanı da cesaret ininin arslanlarıdırlar

Onların yücelik ve cömertlikleri, kınama ve yermenin on­ların azamet ve büyüklük sahasına inmesine engeldir.

Geçim sıkıntısı ve yaşam zorluğu onların ihsan eden elle­rini ihsan etmekten engellemez ve böyle eli açık olmaları hem rahatlıklarında ve hem de fakirliklerinde onlar için aynı­dır, hiç değişmez

Hangi insan kabilesi bu yüce şahsiyetin babalarından veya bu kerim şahsın kendisinden bir minnet veya nimet taşımamıştır.

Allah'ı tanıyan herkes haliyle bu imamın babalarını da ta­nır, çünkü dünya halkı Allah'ın dinini onun evinden elde et­mişler, ve bu hanedanın hidayet ışığında küfür ve şirkten kur­tulmuşlardır.

Müşkiller, zorluklar, didişmeler ve çekişmeler karanlıkla­rında Kureyş evlerinin arasında sadece bu hanedanın evi ümitli gözlere ümit nuru serper, halkın zorluklarını çözer ve düşmanlıkları giderir.

Çünkü yüce ceddi Muhammet (s.a.a.) azamet ve celalin nişanesi ve diğer bir ceddi Ali (a.s.) de kudret ve şecaat mazharıdır.

Bedir ve Uhud savaş meydanları ve Ahzab savaşının üzücü sahneleri onun fedakarlığına şahittir ve Mekke'nin fet-hedildiği günün durumunu dost da biliyor düşman da.

Hayber ve Hüneyn savaşları, onun yiğitlik ve kahraman­lıklarına şahittir. (Beni Kurayze) yahudilerinin güçlü dereleri­nin ve yüksek.kalelerinin yanında onun kalp, iman ve kol gü­cünü hatırlatan, hikayet eden müthiş karanlık ve zor bir gün var.

Bu heyecan dolu sahneler, her bir olay ve vak'a karşısında çare yolunun ve savaş tedbirinin sahabenin elin­den çıktığını gösteren sahnelerdir. Bu; hile, haset ve asabiyet ehlinin onu cahiliyet inadı perdesinde gizlediği bir hakikattir fakat ben onlar gibi bunu gizlememişim89.

89) Stada İnkilab edebiyatı (Sadık Ayinevend). c: t. s: 48-55/Kirvani (ölümü 4531 "Zehr-ul Âdab" kitabında bu rivayeti nakletmiş ve bu şiirin 29 beytini orada zikretmiştir.
3