5-İMAM MUHAMMED BAKIR(AS) 5-İMAM MUHAMMED BAKIR(AS)
Hüccet'ül İslam RESUL CAFERİYAN
Çeviren: Cafer BAYAR
KEVSER SURESİ
Rahman Rahim Allah'ın Adıyla
"Şüphesiz biz, sana kevseri verdik.
. Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
Doğrusu asıl ebter (soyu kesik olan) sana kin duyandır."
TAKDİM
Bu güne kadar müslümanlar, bilhassa biz Ehl-i Beyt mensupları, Masum İmamları, yolumuza ışık tutacak ve aydınlatacak bir şekilde tanıyamamışız. Tanımışsak da onlar hakkındaki bilgimiz mantıkî ve aklî yönden daha ziyade atifî bir yön taşımaktadır.
Bunun nedenini anlamak için İslam toplumuna, bizzat şii toplumlarına hüküm süren siyâsetleri incelemek gerekir. Masum İmamlar, halifelerin, İslam toplumunu medine-i fazı-ladan uzaklaştıran, öz Muhammedî (s.a.a.) islam'ı gerçek rotasından saptıran yanlış tutum ve tavırları karşısında her yönlü bir mücadele başlatmışlardı. Haliyle hilafetin temelini sarsacak bir mahiyette olan bu mücadeleye karşı halifeler de ellerinden geleni yaptılar.
Bu doğrultuda Masum İmamlar'a zulüm ve haksızlık ettiler, onların toplum arasındaki itibarını düşürmek ve Şiiliğin temelini kazrmak için geniş çaplı bı'r karalama politikası seçtiler. Bununla da kalmayıp Ehl-i Beyt mensuplarını katletmeye başladılar... Kısacası hakim düzenler Ehl-i Beyt İmamlarını halktan koparmak en azından faaliyetlerini kontrol edebilmek için engel üstüne engel çıkardılar, halkın bilinçlenmesini önlediler ve buna parelel olarak da itibâr kazanmak için zulüm saraylarının vitrinine satılmış, şartlanmış alimleri de kattılar.
Böylece de tarihimize, ^günümüze ve gelecek nesillerimize ışık tutan, yön veren bu mücadeleyi bir ibham girdabında tutmaya çalıştılar ve bu doğrultuda nisbeten başarı sağladılar. Masum İmamların mazlu-miyeti, tarihin bütün dilimlerinde doğal olarak şiaların atife ve duygularını coşturmuşsa da onların kendi İmamlarına karşı duydukları gerçek sevgi ve bağlılıklarını sergileyen bu doğal tavır bile egemen siyasetçilerin ard niyetli saldırılarına maruz kalmış ve hatta bazen onun pasifleştirici yönü daha çok ağırlık kazanmıştır.
İmam Humeyni (r.a.) önderliğinde İran İslam İnkılâbının başarıyla sonuçlanması, İslam'ın siyasal, toplumsal, kültürel, iktisadî ve askerî metod ve ilkelerinin yeniden gözden geçirilmesini gerektirirken, aydın kesimin dikkatini, Masum İmamların yaşantısında daha dikkatle incelemeye, daha derinden düşünüp araştırmaya çekti, özellikle de yukarıda belirtilen alanların, bu İmamların veya Mukaddes İslam Cumhuriyeti düzenindeki yetkililerin bizzat hayatlarının her yönünde tamamen parlaması öz Muhammedi (s.a.a.) İslam'dan güzel bir örnek sergilemektedir, bizlere.
"Masum imamların Fikrî ve Siyasî Hayatı" adındaki kitabımız bu doğrultuda olup, Masum İmamların hayatlarını siyasî ve fikrî açıdan maharetle incelemeyi üstlenmektedir.
Toplumumuzda Masum İmamların bu yönü mübhem kaldığından, daha doğrusu gizli tutulduğundan dolayı, İslamî faaliyetlere yön vermesi için KEVSER yayıncılık olarak bu boşluğu doldurmak istedik. İnsanımıza faydalı olmasını diliyoruz.
Üstad Allame Seyyid Cafer Murtaza'nın
ÖNSÖZÜ
Masum imamların tarihleri etrafındaki bazı önemli hususlar:
Masum imamların yaşantısı, amel ve tavırları hakkında inceleme yapmak, fertlerin bireysel özelliklerinden ve onların şahsiyetini belirleyen özelliklerden bahsetmek değil; bilakis İslam'ın çeşitli boyut ve alanlarından ve de onca kapsamlılık, asalet ve derinliği ile onların özelliklerinden bahsetmektir.
Bu durumda hiç bir tarihçi ve araştırmacı islam'ın bütün hakikatlarini doğru bir şekilde ve derinden idrak etme gücüne sahip olmadıkça, İslam'ın, imamların bütün yaşamında ve şahsiyetlerinin özünde yarattığı gerçek etkiye vakıf olmadıkça ve bu etkilerin, onların kendi etraflarına karşı yaptıktan amellere, hal ve tavırlara nasıl yansıdığını bilmedikçe, imamların hayatına tamamen aşina olamaz ve onların takındıkları tavır ve davranıslarındaki hassas noktalan, canlı şahsiyetlerini gerçek ve kamil bir şekilde aktaramaz.
İmamların düşünce, ilim, fazilet, ihlas ve ruhsal özelliklerine sahib olmak İçin belli bir yol katetmiş birinden başka, hiç bir kimsenin İmamların bu alanlardaki makam ve mevkisine varma aşamasında olduğunu ya da bu yüce makama varmaya muvaffak olmuş olduğunu iddia ettiğini sanmıyoruz: Biz nerede, onlar nerede, hatta bunlardan bir derece aşağı kimseler nerede?
Aynı zamanda bu, aciz kalarak onlardan yararlanmadan kaçınmamız anlamına gelmez. Mecburen bu konunun derinliklerine inmeli, coşkun dalgalarına atılmalı ve bu konunun hayır, bereket, ibret ve öğütlerinden yükümüzü tutmalıyız ki gücümüzün yettiği kadar ve imkanımız elverdikçe yararlanalım. Bunun kendisi doğruluğa götürür, hayrın esas ve temeline yüceltir. '
Değerli kardeşimiz Hüccet-ül islam Caferiyan sadece kalbini aydınlatmak, akıl ve ruhunu bu nur denizine daldırmak ve ondan hayır ve bereket almak için çaba sarfetmiş ve bu nurların coşkun denizine atılmıştır. Allah çabası karşılığında onu mükâfatlandırsın ve hayır, doğruluk, kurtuluş ve temizlik yoluna iletsin.
KONUNUN UFUKLARI
İmamlar, ve onların hakkındaki olaylar üzerinde inceleme yapmanın, fertlerin tarihi olmadığını bilakis onun, Allah'ın, insan tarihi boyunca peygamberlerin dilek ve çabalarının tecelli etmesini istemiş olduğu insanın "ilahi hidayet ve eğitim" tarihi olduğunu öğrendik. İmamlar yeryüzünde (kelimenin tam anlamı ve bütün yönleriyle) ilahî halifeliğin canlı tecessümü ve yüce örneğidirler.
Evet kamil şahsiyet onlarda tecelli ve tecessüm etmiş ve öyle kamil birer insan olmuşlar ki bilinç, irade, hikmet ve mukavemet ile yaşamın bütün zorluklarına göğüs germişler, yaşam da bütün olumsuz yönleriyle, içinde taşıdığı felaket, zorluk bela ve sıkıntılarla onları karşılamıştır. Ancak hayat, ilahi iradenin devamı olan bu ilahi insanın iradesine boyun eğmiş ve bu insanın bilinci karşısında teslim olmuştur.
O ilahi gözle bakar, onun hikmet ve dayanıklılığı yaşamın zorluğuna, kahrına karşı koyduğu için böyle bir üstünlük sağlamıştır, bu başarı ilahi talim ve himaye yardımı ve Allah'ın tevfik ve teyidiyle gerçekleşmiştir.
İmamların hayatlarını, onlar için özel bir durum doğuran ve onları her alanda onunla yaşamaya ve karşılaşmaya mecbur eden bütün şart ve durumları tanıma ve idrak etmeye olan ihtiyacımız işte burdan aydınlığa kavuşmuş oluyor.
Bu ihtiyaç, ister bazılarına göre imamların özel yaşamlarının belli bir alanında sınırlı tutmalarından kaynaklanmış olsun, isterse bizim ele aldığımız, siyasi, sosyal, ahlâkî v.s. gibi öğretilerden . ibaret olan toplumun genel hayatının geniş bir dairesinde ele alışımızdan kaynaklansın, zaruri bir meseledir.
Bu söylenenlerin tümü bir gerçeği teyid ediyor, o ise imamların geniş kapsamlı ufuklarına küçük dahi olsa bir baca açmak isteyen her araştırmacının gerekli şahit ve delillerin en azıyla yetinmek istese bile karşılaşacağı zorluk ve zahmetten ibarettir.
İKİ SORU:
Bunları göz önünde bulundurarak önce şu soruya hemen cevap vermek gerekir; elde bulunan belge ve kaynaklar böyle önemli bir konuyu halletmemiz ve bu amaç ve gayenin gerçekleşmesi için yeterli midir?
Eğer sorunun cevabı olumsuz ise başka bir soru yöneltmeli. Elimizde bulunan belge ve kaynaklardan çok yönlü, geniş ve istenen bir düzeyde yararlanabilir miyiz?
Bu sorunun cevabı da önceki sorunun cevabı gibi olumsuz olacaktır. Elimizde bulunan kaynaklarla onların hayatını anlama ve yaşantılarının geniş ufuklarına ulaşma sahasında başarı elde edemeyeceğimizi herkes bilmektedir.
Yapmamız gereken işin durum ve hallerini belirleyip bu işlerde yararlanacağımız araçlar için bir ön hazırlık yapamadığımızı söylersek aşırı gitmiş sayılmayız. Hatta düzenli ve modern bir üslupla genel bilgileri sunmak ve sahip olduğumuz değerli mirasın gerçek değerini tanımaya bizi yönelten kısa bir fihrist bile gösterememiş.
Olduğumuz gibi ilk kaynakları araştırmaya, arındırmaya, daha sonra da onlarla temel kaynaklar a-rasında bağlantı kurmaya ve ayriyeten onların dikkate alınan sonuçlardaki etkilerini sınırlı bir alanda bile olsa bilimsel, ve faydalı bir şekilde inceleyememişiz. Orda burda kendileri üzerinde bahs ve istişare etmede başarılı olamadığımız dağınık işaretler görüyor isek de bu işaretler karşılıklı olarak aralarında var dan diğer konu ve etkilere karşı olan bağlılıklarını belirleyememişlerdir.
APAYRI İKİ TARİH:
işi daha da zorlaştıran ve engel icad eden şey imamların hayatını, onların içerisinde yaşadıktan tarihi aşamaların olaylarını zapteden tarihin yanında inceleme mecburidir. Biz, bu iki tarihi olayları farklı siyasetleri ve tarihî değişmeleri doğru bir görüş edinmek için önceden hiç bir araştırma tecrübesine sahip olmayan bir araştırmacının önüne serersek dolayısıyla bu iki tarihin hiç bir bütünlük ve bağlılığı olmadığını anlayacak.
İmamların bu olaylar ortamında yaşamadıklarını, etraflarında olup bitenlerden habersiz olduklarını, dışa kapalı ve başkalarıyla hiçbir ilişkisi olmayan kendilerine özgü bir alemde yaşadıklarını, başkalarının da imamların dünyasıyla uzaktan-yakından hiç bir bağlantısı olmayan daha başka bir dünyada yaşadıklarını sanacaktır.
Oysa ki bu gelişme ve değişmelerin hakikatine vakıf olan ve siyasetin farklı alanlardaki rolünü algılayabilen şuurlu ve bilinçli bir araştırmacının tasavvuru kesinlikle öncekinin tam tersi olacaktır.
O, imamların olaylarla yakından ilgilendiklerini ve etraflarında olup biten her olay karşısında yol gösteren uyandırıcı risaletlerinin rolünü ifa ettiklerini, çoğu zamanlar da toplum ve ümmet düzeyinde onların siyasi, kültürel ve ahlaki hayatlarını etkileme yönünden en derin tavır ve tutumlara sahip olduğunu anlayacaktır.
Böylece onların ilk bakışta, yaşamış olduktan ve karşılaştıktan bilinen sahalarda bıraktıktan derin etki daha iyi anlaşılır.
UYDURMA VE ASALET:
Bu iki tarih arasında bulunan ihtilafın sebeplerini idrak etme alanında bir hakikate dayanmalı, o da şundan ibarettir: İmamların yaşamının bir bölümünü ve onların takındıkları hal ve tavırları zapteden bir grubun, imamların da, içerisinde yaşamış olduktan genel tarihi yazan başka bir grupla mefhum, hedef ve beklentileri anlamada ve aynı şekil kendi gaye ve amaçlan bakımından pek fazla büyük bir farklılık var.
Bundan daha önemli, bu iki grupdan her birinin kendisi için benimsediği ve onun doğrultusunda hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırt ederek farklı tarihî olayları ret veya kabul etmede ve onlara giriş-çıkışta kabullendikleri ölçü ve esaslar-tarda açıkça bir bağdaşmazlık söz konusu, öyle ki bu ölçü ye esasların temel olduğunu ve bu zaman daimlerinin genel tarihini yazmış, ona "İslamî Tarih" adını vermiş ve onun doğrultusunda hareket etmiş olan kimselerin yazdıktan bu tarihin uydurma ve saptırıcı olduğunu ve bunların, sapıklığı tesbit, tekid ve cevaz verme, daima ayakta tutmak ve sağlamlaştırmak istediklerini görmekteyiz.
Biz, bu sözü taassuba dayanarak ve bir itham olarak tarihe ve tarih yazarlarına maletmiyoruz. Herkesin, bu mevcut ve yazılı tarihin millet ve ümmetlerin tarihi olmadığını itiraf ettikleri bir hakikattir. Bu nedenle ümmetlerin yaşantılarındaki hareketlenmeleri ve onların içine düştükleri elemleri bizlere açıklayamaz.
Bu tarih sultanların, hakimlerin ve onlara bağlı olan çevrelerinin tarihidir. Hatta bu kitaplar sultanların tarihinde bile onların hayatının hakikatini dikkatli ve güvenilir bilgilerle sergileyemez. Çünkü sultanların hoşnut olduktan, onların maslahatlarını temin ve sultalarını sağlamlaştıran şeylerden başkasını yazmaya kadir olamamışlardır, hatta bunlar tamamen saptırılmış ve gerçek dışı olsa bile. Bu nedenle hür ve özgürce kendi yazılarını düzenleyen bir tarihçi mevcut olamamış veya pek az bulunmuş.
Çünkü böyle bir tarihçi sadece Ali'nin (a.s.) bir faziletini rivayet eden birinin nasıl sultanların gazabına uğramış olduğunu ve yüzlerce kırbaç vurulduğunu veya Neseî gibi Muaviye'nin faziletini söylemediği ve Ali'nin (a.s.) faziletlerini söylediği için kavmî asabiyetlerden dolayı 300 hicri yılında Şam'da öldürüldüğünü veya Taberi gibi ömrünün sonlarında Hz. Ali'nin (a.s.) faziletlerini nakletmeye birazcık meyillendiğinde Hanbeliler tarafından evinin taş yağmuruna tutulduğunu bilmektedir.
Tarihçilerden biri Adem ile Musa'nın tartışması hakkında bir rivayet nakleder, daha sonra Adem'in ölümü ile Musa'nın doğumu arasındaki yüzlerce yıl zaman mesafesini görür, bu yüzden de Adem ile Musa nasıl karşılaşmış olabilirler soru sunu dile getirir, ancak tarihi rivayetlere bu gibi eleştiriler yöneltilmesin diye zamanın halifesi onun için celladı sesler1.
Araştırma ve zaman sarfetme ile daha nice örnekler elde edilebilir. Bu konuya ilaveten, yazılmış olan o miktar bile hu-rafi, yanlış ve muğlak olarak yazılmıştır. En azından onların çoğu, değer taşımayan ve aklî mantıkla bağdaşmayan çirkin taassuplar veya mezhebi bağlılıklarla etkilenmiş ve yazar, izah ve tashih için bahs ve tartışmanın en iyi üslûp ve metod olduğu inancını taşımıyordu. Bu meselelerin yaraşıra, yazarların gayri meşru ve sorumsuzca heves ve arzular taşımaları, kendi maksat ve hedeflerine ulaşabilmeleri için tahrif ve aldatmaya neden olmuştur.
Bu konu ve diğer konulan dikkate almakla bir araştırmacının tarih kitaplarında, sultanların ve çirkin planlarının karşısında duran kimselerin gerçek şahsiyetlerini görememesi doğal bir şeydir. Onların mezhebî bağlılıklarının, kavmî asabiyetlerinin ve sapıklıklarının bazı mutaassıb taraftarları karşısında duran kimseler toplumun siyasî, sosyal, İlmî ve ahlakî hayatı esasında pek derin ve önemli etkiler yaratan şahsiyetlerdir.
Bu şahısların gerçek yüzlerini gösterebilen güvenilir kalem sahiplerinin görüşlerini benimsememiz gerektiğini burdan anlıyoruz. Aynı şekil bazı sultanların dikkat etmemeleri, söylenmesinden tehlike görülmeyen veya onları nakleden tarihçilerin başka bir amaç peşinde olmaları gibi bazı nedenlerden dolayı bu kitaplarda dağınık bir şekilde yer alan bir çok önemli ve gerçek noktaları da toplamamız gerek.
İFRAT VE TEFRİT:
Burda, şu konuya değinmemiz gerekir; bazıları İmamların tarihini ve onların takip ettikleri siyaseti anlayıp beyan ettiklerinde, imamların "gayb'tan yararlandıklarını açıklarken aşırı gidip ifrat etmişler ve onları yaşamın hakikatından ve değişimlerinden uzak tutmuşlardır. Bu gibi insanlar imamları
1) Tarihi Bağdat, c: 14, k 7-8/B-Biday»tu ve En-Nihay»tü, c: 10, s: 215/Tarih-ul Hülafa, k 285/B-Basairu ve z-Zehairu, c: 1, s: 81.
Öyle tanıtıyorlar ki, sanki İmamlar yaşamı (rayına oturtmuş) kendi haline bırakmışlar ve remzli ve perde arkasından onunla ilgileniyorlarmış. imam hakkındaki bir mevzu bunlara anlatılarak sonuç almak istendiğinde bunlar hemen, onun imam olduğunu ve kendine has bir hükmü olduğunu belirtiyorlar imama uyulmaz ve onun söz, amel ve takriri bizlere delil değilmiş gibi.
Bu söz, bu metodu seçen kimselerin imamlar hakkında ve Allah'ın onlar için dikkate aldığı rol hakkında yanlış bir değerlendirme yaptıklarında, sıkıntıda olduklarını bildiriyor sadece.
Bu rol peygamberin üstlendiği rolden ibarettir; Allah onu tebliğ eden, öğreten, terbiye eden, önder, hüküm veren, hakim olarak ve Kur'an'ın, peygamberin ve imamların açıkça ifade ettikleri daha başka önemli hususlar için göndermiştir, bu şahıslar, Kur'an'ın ve peygamberlerin te'kid ederek sağ-lamlaştırdıkları "Allah'ın elçilerinin insan olduktan" hususuna dikkatle bakmamışlar. Mesela şu ayetler:
Rabbinin şanı yücedir. Ben, sadece elçi olan bir insan , değil miyim?De ki:Rabbimi tenzih ederim, ben peygamberlikle gönderilmiş insandan başka bir şey miyim ki.
Eğer onu melek olarak halketseydik, yine bir erkek Şeklinde halkederdik, yine düştükleri şüpheden kurtulamazlardı.
Bu metodun karşısında, imamlara karşı sırf maddi bir gözle bakan, gayb ve ilahi kerametler unsurunu dikkate al- madan imamların yaşam, tutum ve tavırlarının tefsirine koyu lan başka bir metodu da kabullenmiyoruz. İmamların tarihini maddiyat ve riyazi (dünya zevklerinden el çekmek suretiyle nefsi tezkiye etme), muhasebeler doğrultusunda tamamen doğal ve maddi eser ve neticelerle anlamaya çalışan kimseler, bizce çok yanlıştırlar.
Böyle kimseler bu hususda bir çok kaynakları elde edebilecekleri halde, mesela: "İmam Hüseyn (as.) şehit edildiği gün Beytül Mukaddes'de kaldırılan hertaşın altından bir miktarda kan beliriyordu" gibi hususlara yaklaşmıyorlar. Aynı
şekil "Aşûra gününde gökyüzünde beliren kırmızılık" rivayeti veya Hz. Zeyneb'in (a.s.) söylediği "Gökyüzü kan ağlarsa şaşmayın" sözü gibi. Ancak en azından Hz. Zeyneb (a.s.) olan bir şeyden haber vermek değil de bir ihtimal olarak bu olayı konu edinmiş olsa bile bu şahıslar bu rivayetleri araştırmaya girişmemiş ve onun teyidinde veya reddinde bir şey söylememişler.
Aynı şekil İmam Hüseyn'in mızrak ucundaki başının konuşması veya Resulullah'ın (s.a.a.) Vefatından hemen sonra Hz.Fatime'nin (a.s.) kocası eziyet edildikten, hakkı gasb edildikten, kendisine tokat vurulduktan ve çocuğunun düşürülmesinden sonra onlara lanet etmek isterken mescidin duvarlarının yükselmesi gibi rivayetleri.
Ve de Kur'an'ın peygamberlere isnad etmiş olduğu mesela Musa'nın asası, Sebe' kraliçesinin tahtının getirilmesi gibi kerametlerin imamlar hakkında gerçekleştiğini, onların da böyle kerametlere, harikulade amellere sahip olduklarını ve Allah'ın gizli lütuflarının onlara nasip olduğunu bildiren diğer bazı kaynaklar.
Bu gibi araştırmacılar bu kaynaklara bakmıyor, onları incelemeye ve eleştirmeye teşebbüs etmiyorlar. Adeta onları kabullenmek istemiyor ve hatta bazen onların varlığından utanç bile duyuyorlar. Aynen bazılarının yetersiz ve asılsız mazeretler getirerek "Gâib İmam" konusunu kendi kitaplarında konu edinmedikleri gibi.
Bu rivayetlerin doğruluğu kesinleştikten sonra böyle şahısların, onları imamların tarih ve yaşamının bir kısmı olarak kabul edip etmeyeceklerini bilemiyoruz.
Biz, bu iki grup karşısında masum imamların, insanın insaniyeti için "ilahi hidayet ve terbiyet" tecessümü oldukları hakikatini vurgulamalıyız. Onlar başka her insan gibi maddi vücut ve hakikata sahip olmalarına rağmen aynı zamanda bu maddi vücudu Allah'a doğru yükseltmiş ve layık olduklarından dolayı Allah da apaydın kerametleri gizli ve sınırsız lütuflarıyla onlara lütufda bulunmuş.
İmamların toplumdaki rolünü, ahlakî, toplumsal veya bazı siyasi hareketlenmeler gibi alanlarda sınırlayan, kendi görüş ve düşüncelerini sınırlı bir kalıba yerleştiren kimselerin, imamların hayatlarını başkaları için sergiledikleri tablo istenilen asıl temel meseleleri beyan etmekten yoksundur. Ama bir zaman diliminde belli bir konuyu aktarmak ister veya bir zaruret, bir konuyu ele almayı gerektiriyorsa bu çelişki oluşturmaz.
İMAMLARIN TARİHLERİNDEKİ ANA HATLAR:
Ben kendi hissemce imamların yaşam boyutlarından bazılarını içeren konulara değinmek istiyordum. Dolayısıyla böyle bir arzu benim için değerli ve çok kıymetlidir ve bazı hususlarda bir takım çalışmalarım da var.
önceleri imamların |tarihinin esas boyutları olarak bazı noktaları not etmiştim, ancak bunlar zaruri konulara oranla kesinlikle çok yönlü değildi, notlar olduğu gibi kalmışlardı, şimdi ise onları olduğu gibi siz değerli okuyuculara takdim etmeye karar verdim. İmamların yaşamı etrafında inceleme ve araştırmaya muvaffak olan kimselerin bu hususlardan yararlanmasını arzu ediyorum.
ÖNEMLİ HUSUSLAR:
1. İlk mevzu imamların yaşam zamanını belirlemektir. doğum ve ölüm günü, doğum ve ölüm ay ve yılı, yaşadıkları yer, çocukları, eşleri, ashabı ve şahsî yönleriyle bağlantısı olan diğer hususlar. Tabiatıyla bunlar araştırma ile, ilmî bir şekilde ve bu husus da ki şüpheleri giderecek bir şekilde olmalıdır.
2. İmamlar neden sayılıdırlar? Bu, cevap verilmesi ge- reken bir sorudur. Her imamın siyaset ve hattını doğrudan aydınlatan amel ve hareketlerine dikkat etmek, bu konuyla ilgilidir. Biri daha çok akaîde, diğeri fıkha, başka biri de ümmetin farklı dönemlerdeki ihtiyacından doğan siyasete ve başka işlere önem vermişler. Aynen imamlardan bazılarının farklı boyutlarda aynı zamanda faaliyet ettikleri gibi.
3. Müslümanlar arasındaki fikirsel sapmaların İslahı için imamların seçtikleri yollar. Mesela akaîd, fıkıh, Kur'an tefsiri veya insanî ve ahlakî tutumlar veya hassas ve kader tayin eden hususlarda takındıkları tavırlar hakkında örnekler vermek.
4. İmamların tasavvuf gibi ruhî riyazete başlayarak kültürel ve bilimsel konuları terketmek aynı sekil ruhî yönlerden ve gaybî bağlılıklardan yoksun olan sadece birtakım görüşleri ve pasif mefhumları taşıyan kültürel ve bilimsel İslam teorisi gibi olmayan ve aynı zamanda gayb ile bağlantılı olan pratik islam planlaması doğrultusundaki çalışmalarını tanımak.
5. Onların, hadis ehli, Mutezile, başka fikirsel hareketler ve sapık fakihler ve fırkalar karşısında takındıkları tavırların hakikatini incelemek.
6. Aynı şekilde onların "Kur'an'ın mahluk olması" konusunda susarak tavır koymalarına ve şiaları bu konuya atılmamakla görevlendirmelerinin nedenine, bu konunun gündeme getirilmesinden kastedilen hedeflere ve onun doğurduğu sonuçlara kısaca değineceğiz.
7 Aynı şekilde tercümeler ve müslümanların fetihleri sonucunda diğer kavimlerle karışmaları yoluyla meydana gelen yabancı kültürlere karşı imamların tutumları tavırlara ve o kavimlerin sahip oldukları düşünce ve mezheplerden haberdar oluşları hususuna dikkat etmek. Ayrıyeten İslam'ı zahirde kabul eden Yahudiler ve Hıristiyanlar, şöhret ve mal peşinde olan kıssa nakledenler ve hadis ehli tarafından İslam'ın içine düştüğü tahrifler ve de İslam'ı kendi şahsî, kavmî veya coğrafî maslahat, mezheb ve siyasi hedeflerine uygun göstermek için İslam'ı tahrif etmeye çalışan sultan ve hakimler karşısındaki tutumlarını dikkate almak.
8- Kur'an tefsiri hakkında ve peygamberin sünneti üzerinde oynanan oyun hususundaki tutumlarını ele almak. Ayrıca halkın yanlış kaynaklardan sakınmaları, Ehli beyt şialarının İslam dışı şeylerin etkisinde kalmadan Kur'an'ı doğru bir şekilde anlama gücüne sahip olmaları için Ehli beytin kendilerinin uydukları ve halkı onlara doğru hidayet ettikleri ve aydınlattıkları ölçü ve miyarları açıklamak.
9- Ayrıca onların kendilerinden sonra yazılı eserler geri bırakmamalarının veya Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) yazmış olduğu ancak bunun, onların yanında kalmasının ve başkalarına ulaşmamasının ya da onların döneminde ilimlerin yazılı oIarak toplanmasının öncelerden beri olagelmesinin ayrıye-ten onların kendi ashabını ilimleri yazılı olarak toplamalarına dair meyillendirdikleri ve teşvik ettikleri hususların nedenini ayrıntılarıyla ve de derlemenin o zamanda derlenmiş olan ilimlerin ve onun nasıl bir düzeyde olduğunun tarihçesini kısa olarak dikkate almak mecburiyetindeyiz.
10 Keramet ile mucizenin farkını açıkladıktan sonra Ehli beytin kerametleri hususuna değinmek ve Ehli beytin, kerametlere ne gibi ihtiyaçları vardı sorusunu cevaplamak. Süflilerin kerametleri, murtazların (hint fakirleri) yaptıkları olağanüstü amellerin hakkında ve bu gibi işler anlatılırken yapılan abartmaları reddetme hususunda açıklamada bulunmak.
Ehli beytin, kerametler alanından sayılabilen gelecekten haber vermeleri özellikle de Hz. Ali'nin bu gibi haberlere, halkın onu İtham edecekleri kadar ehemmiyet vermesine değinmek, sonraları gerçekleşen bu haberlerden bazılarını göstermek ve siyasi anlayış doğrultusunda ileri sürülen gaybî haberlerle gaybi kaynakla bağlılıktan doğan haberler arasındaki farkı aydınlatmak.
11 Ehli beytin ilim sınırını açıklamak ve onların sahip oldukları ama başkalarının yoksun olduğu ilim ve öğretilere daima tekit etmelerine, o ilimleri vahiy kaynağından aldıklarına örneğin cifr ve cam'e ilmine, Hz. Ali'nin (a.s) kitabına, Fatime'nin (a.s.) mushafına ve bunlardan başkalarına sahip olduklarına dair tasrih ettikleri şeylere ve bu konunun nedeninin ne olduğuna dikkat etmek.
12 Çeşitli örnekler göstererek bütün ayrıntılarıyla onların şahsiyetini tarif etmek, onların ruhî faziletlerini, insanî ve ahlâkî tutumlarını öğrenmeğe, özel yaşamlarından bir tablo sergilemeğe, evlatlarına ve ailelerine karşı davranışlarını, ev içindeki hareketlerini, hatta evlerine misafir olarak gelen kimselere karşı davranış tarzları, onları hoşnut eden veya hüzün lendiren ve üzen şeylere karşı davranışlarını tamıtamına vasfetmeye çalışmak.
13 Daha sonra servetleri konusunu, mallarının ne kadar olduğunu, nerden ve nasıl kazandıklarını, onları nasıl infak ettiklerini veya harcadıklarını dikkate almak. Onların, sultanların bahşişleri karşısındaki tutumlarını ve bazılarının neden onu kabul ettiklerini incelemek. Acaba bahşişleri reddetmeleri sultanların hükümetlerine karşı savaş ilan etmek anlamına telakki edilmez miydi? Eğer evet, savaş anlamınadır cevabı verilirse dolayısıyla bu konuya dair deliller gösterilmelidir.
Aynen Emir-ul Müminin Ali (a.s.)'nin Kûfe'de iken Medine'deki mallarından yararlanmasının nedenini de bilmek gerek. Aynı şekil Ehli beytin, tarlada veya diğer işlerde doğrudan doğruya kendilerinin çalışmalarına neden Israr ettiklerini de kavramak ve onların humusdan veya diğer şer'i hukuklardan yararlanıp yararlanmadıklarını ve bunun nedenini araştırmak gerek.
14 Onların şialar hakkındaki eğitsel metodlarını, onlara karşı davranış yollarını ve üslûplarını, şiaların da Ehli beyt ile sevgi ve fikir yönü taşıyan akidevî bağlılıklarının kurulma yolları ve metodlarını, Ehli beytin evinden çıkan her şey toplumun genel ruhuna ve şialar arasındaki bütünlüğe ziynet olduğu için Ehli beytten fikrî yararlanma doğrultusunda kurulan merkezleşmenin tesirini, bunun onların tutumları üzerinde bıraktığı etkiyi ve onların önemli konularla genel olarak ilgilenmelerinin niteliğini tanımak.
Şialar ile Ehli beyt'in diğer bölgelerdeki vekilleri arasında dikkatle tanzim edilen bağlılığa ve bu vekillerin görevlerini belirlemelerine dikkat etmek. Bir şehirden imamın huzuruna getirilen malın, imamın o şehirdeki vekiline verilmesi için imam tarafından sahibine gönderilmesine ve Ehli beyt'in, vekilleri arasında bulunan sorunları ve çekişmeleri halletmelerine değinmek. İmam Sadık'ın (a.s.) zamanında bazı şahısların herhangi bir ilim dalında ihtisas sahibi olması mesela birinin mütekellim, bir başkasının fakih vs.
yetiştirilmesi için nasıl çalışıldığını ve herkesin ihtisas haddinden öteye geçmemesinin ve başkalarının da ihtiyaç duyulduğu zaman mütehassıslara müracaat etmesi gerekçesini konu edinmek. Abbasi halifeleri döneminde toplumun kültürel tabakasının ilk derecede şialar ve Ehli beyt'in yetiştirdiği kimseler arasından çıktığına ve onların ümmetin bilgili düşünürlerinden, alimlerinden olduklarını dile getirmek.
15 Ehli beytin, şer'i hükümlerin nedenlerini açıklamaya verdiklerini, Merhum Muhammed Şeyh Saduk'un (r.a.) bu husus da "İlel-üş Şerai" adında bir kitap telif edecek kadar neden onca çaba harcadıklarını izah etmek. Ayrıca bu kitap da nakledilen rivayetlerin içeriklerinin hükümlerin nedeni mi hikmet mi, genel olarak ne olduğunu ve bu rivayetlerin dayandıkları mevzuların neler olduğuna işaret etmek.
16 İmamların, bazı hassas konuları gizlemekten sakınmalarının ve kendilerine pahalıya mal olsa dahi, mesela kendilerinin herkesten daha çok imamete layık oldukları hususunda takiyye etmemelerinin nedenini ve onların halkı ikna için ne gibi metodlar kullandıklarını göz önünde bulundurmak. Onlar bu doğrultuda apaydın iki yola adım attılar: Biri , onların beraberinde bulunan bazı ilimlerin insanlar arasından sadece onlara mahsus olduğunu belirtip isbatlamaları ve diğeri de nassın mevcut olma hususu.
17 İmamların en sıkı şartlar altında tutulmalarına veya bazı merkezlerde bekletildiklerine veyahut da zindanda olduklarına rağmen halk merkezleriyle, aynı şekil şialarla nasıl temas kurduklarına dikkat etmek. Şiaların büyükleri bu irtibatı sağlamak için ne gibi araçlar kulanıyorlardı? Ehli beytin bu durumdaki faaliyetleri neleridi ve bu faallerin hacmi ve miktarı ne idi ki Yahya b. Halid Bermeki, "Musa b. Cafer'in (a.s.), halifenin (Raşid'in) taraftarlarının kalplerini onların aleyhine çevirdiğini Raşid'e şikayet ediyor.
18 İmam Seccad'ın (a.s.) kölelere ilgi gösterip kültürlerini geliştirmesinin, onlara ilim öğretmesinin ve daha sonra Onların işledikleri günahları bir kitaba yazarak toplamasının ve daha sonra günahlarını kendilerine göstererek onları özgür etmesinin nedeni neydi? İmam onlara karşı nasıl davranıyordu ve bu davranışın netice ve eserleri neydi? Ve bu tutumun Emevilerin arapları tamamen gayri araplara üstün tut-tukları bir dönemde oluşunu göz önüne almak.
Gayri arapların, Ehli beytin öğretilerini yaymak doğrultusundaki katkıları ve bunun, İslam'ın diğer ümmetler arasında yayılmasındaki etkileri neler idi ve diğer ümmetlerin İslam ile olan bağlantıları nasıl idi? Bu husus da göz önünde bulundurulacak nokta, Ehli beytin arap olmayan kadınlarla evlenmelerinin nedenini dikkate almak; öyle ki Ehli beytin bazılarının anneleri arap değildi. Ayrıca Ehli beytin farklı dilleri bilmeleri ve bunun eser ve neticeleri hakkında bilgi edinmek.
19 İmam Mehdi'nin (a.s.) gaybeti için nasıl bir ortam yaratıyor ve son zamanlarda halk ile daha az temas kuruyorlardı. İmam Cevad (a.s.) aynen İmam Mehdi (a.s.) gibi küçük yaşta nasıl imam oluyor?
20 ‘’İmamlar ve yeni ilimler" hakkında araştırma yapmak. Onların yeni ilim seferberliğinde katkıları var mıydı? Yeni ilmin doğmasına yardımcı olan konulara ehemmiyet veriyorlar mıydı? Bu hususların neler olduğuna dair kesin konulara değinmeli ve bu alanda onlara uygun öğretiler yazılmalı.
21 "imamlar ve dua" hakkında özellikle de Emir-ul Müminin Ali (a.s.), İmam Hüseyn (a.s.) İmam Seccad (a.s.) ve İmam Kâzım (a.s.) açısından duanın etki ve tepkilerini dikkate almak. Sahife-i Seccadiye ve onun hedefleri hakkında ciddi bir şekilde özel olarak bahsetmek onun siyasî, itikadı, ahlâkî ve eğitsel vs.
konularını bu dönemdeki İslam ve müs-lümanların karşı karşıya oldukları yaygın bilgisizliği, tahrif eylemini ve halkın cahil yetiştirilmesi hususunu göz önüne alarak açıklamak. Bu dönemde iş bir yere varmıştı ki Beni Haşim (Haşim oğulları) vahiy merkezine herkesden daha yakın olmalarına rağmen İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra nasıl namaz kılacaklarını, hacc farizesini nasıl yerine getireceklerini bilmiyorlardı.
Ayrıca İmam Seccad'ın (a.s.) "Hukuk Mektubuna", imam Rıza'nın (a.s.) "Risale-i Teyyibe-i Zehebiyye'sine!' ve Ali'nin (a.s.) Malik Eşter'e yazmış olduğu Ahdnameye" dayanmak.
22 Bir zamanlar İmam Seccad'ın (a.s.) imametine üç veya beş kişinin inandığı ve itiraf ettiği nakledilmektedir, imam bunun karşısında ne yaptı ki İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.) mektebi için uygun bir ortam yarattı? İmam Seccad'ın (a.s.) on yıla yakın bir zaman çölde yaşadığını bildiren rivayet doğru mudur?
Eğer doğruysa bunun nedeni ve faydaları neydi? Aynı şekil ehl-i sünnetin, ,imam Seccad'ın (a.s.) karşısında saygılı davranışlarının nemini araştırmak, İmam (a.s.) hükümeti almaktan vazgeçtiği için mi saygı gösteriyorlar, yoksa bunun başka bir nedeni mi var?
23 Şii fırkalarının mesela Gulat hareketlerinin, Hariciler kıyamlarının ve daha başkalarının hakikatini göstermek, Emir-ul Mü'minin'in (a.s.), kendinden sonra Hariciler ile savaşmaktan nehyetmesinin nedenini, bu fırkaların meydana gelmelerinin nedenlerinin ne olduğunu ve İmamlar ve şiaların bunlara karşı nasıl davrandıklarını araştırmak.
24 Ehl-i beytin sultanlara ve sultanların da Ehl-i beyt karrşısındaki tutumları neydi? Hükümetin, çatıştığı her fırka ve mezhebi, hatta gevşek hadis Ehli fırkasına oranla daha güçlü ve fikirsel sebata sahip olan mutezile gibi bir fırkayı yok etmesine rağmen Ehl-i beyt şialığı canlı korumayı nasıl becerdi? hükümet, halkı imamlardan ayırmak için ne gibi siyaset kul-lanıyordu ki bunlar, görünürdeki hedefin aksine halkın imamları sevmelerine ye gönülden bağlanmalarına neden oluyordu. Bunun nedeni neydi? Ayriyeten hükümet meselesinden ve imamlar açısından halifeler ve onların tutumlarından her yönlü bir tablo sunmak.
25 Zeydiye, halifeler aleyhine nasıl kıyam ediyordu da imam Hüseyn'den (a.s.) sonraki şia imamları bunu yapmıyortardı? İmamların Zeyd'in, ondan sonraki Zeydiyenin ve diğer şii kıyamları hakkındaki görüşleri neydi? Ve bu kıyamların sürdürülmesini niçin istiyor ve kendi şialarına, "Zeydiye sizin için bir siperdir" diyorlardı. Yine "Âl-i Muhammed'den biri çıkıp kıyam ettiği müddetçe ben de sağım, benim şialarım da" vs. buyurmalarının nedeni neydi?
İmam ile Zeydiye'nin ve diğer ayaklananlar arasında bir çok anlaşmazlıklar varken kendisinin kıyam etmediğini görüyoruz. Neden acaba? Aynı şekil Hurre ve başkaları gibi din ve adalet uğrunda kıyam eden gayri Şiilerin özellikle de Muhtar'ın kıyamı hakkındaki tutumlarının ne olduğunu bilmek.
26 İmamların, takiyye kalıbında olsa bile Yaktin'in oğulları gibi bazı şia şahsiyetlerinin hükümetin hassas merkezlerine girmelerini sağlamak için yaptıkları çabalar hakkında bilgi edinmek . Hatta imamların döneminden sonra bile bazı şialar bu alanda çalışıyorlardı. Ancak imamlar diğer birçok yerlerde de buna engel oluyorlardı. Mesela deveci Sefvan'ı bundan menetmişlerdi. Bu çelişki nasıl yorumlanabilir?
27 Ehl-i beytin tebliğ metodlarının dua mı, şiir mi, keramet mi, gaybî haberler mi ... olduğunu öğrenmek, İmamlar bazen şairlere fazla bir miktarda para veriyorlardı; şairler bu paraya fakirlerden daha mı layık idiler? Ve neden? Daha sonra Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi sahasında Gadir Hum hadisi hakkında şahitlik dilemesi olayını dikkate almak. İmam Bâkır'ın (a.s.), dünyadan göçtükten sonra sekiz yıl Mina'da kurban bayramı günü kendisine yas tutulması için sekiz yüz dirhem bırakması hususunu, İmam Hüseyn (a.s.) için yas tutulmasına dair verilen emir mevzuunu ve meşru metodlardan olan bütün üslûpları izah etmek.
28 Birinci asırda Ehl-i beyt ile muhalefet etme ve hadis uydurma, sonraki asırlardan daha çok olduğu için ehli beytin bu asırda daha az fıkhî hadislere değinmelerini, daha çok genel ve umûmî hadisler buyurmalarına dikkat etmeliyiz. Bu asırda Şiiliğin zarif ve cüz'i konuları daha az gündeme getirilmiştir.
Ama ikinci asırda İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra Beni Ümeyye döneminin sonlarına doğru hassas ve zarif konular gündeme getiriliyor. Gerçi Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) döneminde bu konuya başka dönemlerden daha çok önem veriliyordu.
29 Gaybet konusuna, onun eser ve neticelerine aynı şekide önceki imamların Hz. Mehdi (a.s.) hakkında yaptıkları hazırlıklara rağmen gaybet sonucunda şiaların karşılaştıkları zorluklara dikkat etmek de zorunludur.
CAFER MURTAZA AMİLİ
YAZARIN ÖNSÖZÜ
"De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir." Şura - 23.
EHL-İ BEYT (a.s.)
Bu kitapta amacımız tek şey, sadece Ehl-i beytin ölçütü ve Resulullah'ın (s.a.a.) ve Emir-ul Müminin'in (a.s.) evlatları olan şia imamlarının fikri ve siyasi çalışmalarını sergilemektir. Önemli olan tek şey şu ki, neden bu kadar Ehl-i beyte istinat ediyor, dayanıyor, nasıl onları "imam" olarak kabulleniyor ve sâdece onların 'Vilayetini" asîl vilayet biliyoruz?
Nasibîler hariç, ehl-i sünnetin de Ehl-i beyti candan sevdikleri ve onlara büyük bir ölçüde ihtiram gösterdikleri bir gerçektir. Ancak onlara karşı duyulması gereken bu "sevgi" ve "aşkın" hangi esas ve temelden kaynaklandığı asıl meseledir. Eğer sadece onları sevdiğimizi belirlemekle yetinir ve bunu zahiri ihtiramlar kalıbında özetlersek gerçekten onların sevgisine varmış olabilir miyiz?
Geniş bir çapta Ehl-i beytin faziletleri4 ve onları sevmeğe dair verilen emirler hakkında Resulullah'tan (s.a.a.) bize gelip çatan hadislerden amaç sadece meselenin zahiri yönü ve Ehl-i beytin methinde birkaç beyit şiir yazıp okumak mıdır? İnsan aklının bu sorulara olumlu cevap vermesi ve Resulullah'ın (s.a.a.) ancak ve ancak bizden istediği şeyin onun yakınlarını sevmemiz olduğunu, bu sevmenin ardında hiç bir şeyi kastetmediğini ve biz de sadece, onlar Peygamber'in yakınları oldukları için Peygamber'in hürmetine onları sevdiğimizi bildiriyoruz demesi pek garip bir şeydir.
4} Ayetullah Firuz Abadi'nin "Fezail-ul Hamse Fi Sihah-is Sitte" bakınız.
Müslümanlar arasında Ehl-i beyt'e olan ilgi aslında Resulullah'tan (s.a.a;) bize ulaşan tavsiyelerden kaynaklanmaktadır. Ehl-i sünnetin mühim hadis kaynaklarında geniş bir çapta mevcut olan bu rivayetler, Aziz Peygamber, Ehl-i beyti Kur'an'dan sonra dinin iki esasî temellerinden biri olarak saydığını dile getirmektedir.
Ve bu nedenledir ki kimse Ehl-i beyt'e karşı ilgisiz kalmaya cüret edememiştir. Sadece arapça dilinde, ehl-i sünnet yazarları tarafından "Ehl-i Beyt'in hakkında yediyüze yakın kitap yazılmıştır5.
Ama asıl eleştirilecek husus şu ki, bunca sahih faziletlerin mevcut olmasına rağmen nasıl olur da onların çoğusu tahrife uğramış ve sonraları bazı hadisçilerin ve de Muhammed b. İdris-i Şafiî gibi bazı fakihlerin ısrar etmesi nedeniyle bu mevzu sadece "sevmek" haddinde noktalanmıştır6. Öyle' ki Şafii şöyle demiş:
Ey Resulullah (s.a.a.)'ın Ehl-i beyti, sizi sevmek, Allah'ın indirdiği Kur'an'da farz kılınmıştır. Bu yücelik ve azamet size yeter ki size salat ve selam göndermeyenin namazı, namaz değildir1.
Peygamberin zamanındaki ve ölümünden hemen sonraki ve aynı şekil hicri ikinci asrının ortalarına kadar gerçekleşen olaylara dikkat etmek, bu sorunun cevabını biraz da olsa kolaylaştırır. Peygamber'in (s.a.a.) zamanından itibaren Kureyş'in, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına karşı öfke ve gazap beslediklerini bildiren bir rivayet elimizde bulunmaktadır.
5) "Türâsuna" dergisinin "Ehl-ül Beyt fil-Mektebet-il Arabiye" makalesine bakınız. Bu makaleyi Seyyit Abdul Aziz et-Tebatebai yazmıştır. Şimdiye kadar alfabe harfleri sırasıyla 340 kitaptan fazlası yazılmıştır, ama kendisinin de söylemiş olduğu gibi alfabetik harflerin sonuna kadar yedi yüze yakın kitap olmaktadır.
6) Hz. Ali'yi (a.s.) dördüncü halife olarak tesbit edenin Ahmed b. Hambel olduğunu ve kendi zamanına kadar, bugün bazı farklarla, sünen adını kendilerine veren osmaniyenin bu mevzuya inanmadıklarını bilmekteyiz (Tabakat-ül Henabile.c: 1, s: 45) bakınız.
7) el-Kadr, c: 3, s: 173 / Sevaik-ül Muhrike, s: 87/Şerh-ül Mevahib, c: 7, s: 7/Meşarik-ül Envar, s: 88/el-tthaf, s: 29/el-is'af, s: 119.
Resulullah'ın (s.a.a.} amcası Abbas Peygamber'e, "Ku-reyş birbirleriyle karşılaştıklarında güler yüz gösteriyorlar; ama bizi gördüklerinde, tanımadığımız yüzlerle karşılaşıyoruz" dedi. Resulullah (s.a.a.) öfkelenip şöyle buyurdu:
Muhammed'in canını elinde bulundurana ant olsun ki birileri sizi Allah ve Resul'ü için sevmedikçe onların kalbine iman girmemiş demektir8.
Bu rivayet Kureyş'in son zamanlarda Peygamber'in yakınlarından hoşnut olmadığını gösteriyor. Kabileler hakkında söylenen bir misalde, dört kabile hakkında dört şeyin imkansız olduğu söylenmiş: "Zübeyri'nin" cömert, "Mahzumi'nin" alçak gönüllü, "Sami'nin" nasebinin sahih olması ve "Ku-reyşi'nin" Muhammed'in (s.a.a.) evlatlarını sevmesi9.
Bu rivayetlerden, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına ve akrabalarına karşı rekabet ve düşmanlıkların mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sakife vak'asında ensarın iç rekabeti gibi farklı delillerle Ebu Bekir'e biat edildikten, Ömer'in, şiddet ve hiddetle muhaliflerin biat etmelerini istemesinden ve bu arada Ali (a.s.), Zübeyr ve başkaları biat etmedikleri taktirde kendileriyle birlikte evlerini yakacağına10 dair tehdit ettikten sonra Ehl-i beyt'e karşı sert bir tutum gösterileceği tabii idi.
Bu tutum, İmam'ın altı ay Ebu Bekir'e biat etmeyerek yaptığı muhalefetiyle ve Hz. Fatime'nin (a.s.) halifeye karşı dargın olmasıyla11 gitgide genişledi ve nitekim müslümanların arasında ilk ayrılığa neden oldu. Bu ayrılığın semeresi de ehl-i beyt'in mazlumiyeti idi ve bu mazlumiyet ise Kerbela'da tam doruğuna ulaştı.
8) el-Fesva-l Ma'rife vet-Tarih, c: 1, s: 295-497-499/İbn-i Kesiş'in "el-Bidaye ve'n-Nihaye"si, c: 2, s: 257.
9) 2mahşerinin "Rabi'-ul Ebran, c: 3, s: 423.
10) İbn-i Kutaybe'nin "el-imametu ves-Siyaset", c: 1, s: 11-13/İbn-i ebil-Hadid, c: 2, s: 8-19.
11) Fezâil-ul Hamse, c: 3. s: 156.
Peygamberin, Ehl-i beyt'in fazileti hakkında genel olarak ve bizzat onların her biri hakkında özel olarak buyurmuş ol-duğu sayısız sözlerinden başka, defalarca halkın arasında açıkça onlar hakkında tavsiyede bulunup, kendi Ehl-i beyt'ine karşı iyi davranmalarını, istemiş olduğu halde bu vâk'alar gerçekleşiyordu.
"İbn-i Ebi Şebih" Abdurrahman b. Avf'dan müstenet olarak şöyle nakletmiş: Peygamber (s.a.a.) Mekke'nin fethinden sonra Tâif şehrini fethetmek için on sekiz veya on dokuz gün bu şehri kuşattı ama Tâif fethedilemedi. Bu sırada bir gün veya bir gece yürürken durup:
Ey insanlar! (Benim ölümüm yaklaşıyor), itretime iyilik etmenizi vasiyet ediyorum, Kevser havuzunda bana kavuşacaksınız, nefsimi dinde tutan (Allah'a) and olsun12.
Başka bir hadisde de Peygamber (s.a.a.), Allah'ın kitabını tanıttıktan ve ona sarılmanın farz olduğunu bildirdikten sonra şöyle buyurdu:
"Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum". Bunu üç defa tekrar etti13.
Bu tavsiyelerin tümü, Kur'an'ın Ehl-i beyt'in tathirini (arınmış olduklarını), Peygamberin yakınlarının hissesini ve Rasulullah'ın (s.a.a.) Muhammed'e ve onun evlatlarına sala-vat olarak tefsir ettiği, Peygamber'e salavatı vurgulamasıyla ve Peygamber'in de kendi tebliği karşısında kendi yakınlarını sevmeleri mükâfatını halktan istemesiyle birlikte bunların tümü, Sadr-ı İslam toplumunun siyasetçilerinin aşın tutumları nedeniyle bir kenara bırakıldı.
İş bir yere vardı ki Emir-ül Müminin "Onların tutumu neticesinde, biz tamamen halkın hafızasından silindik" buyurdu14.
12) İbn-i ebi Şaybe, c: 14, s: 508/ İbn-i Asâkir'in "Tarih-i Dimaşk"i, c- 2 Hadis no: 875 (İbn-i ebi Şebih'in) dipnotundan naklen/el-Ma'rifetu vet-Tarih, c: L s: 282'283- Peygamber (s.a.v.) kendi rihletinin yakınlığına değinerek onları itret ile iyi geçinmeye vasiyet etti ve Ali'nin (a.s.) kendinden veya kendi nefsinin mertebesinde olduğunu bildirdi.
13) el-Ma rifetü vet-Tarih, c: 1, s: 536.
14) İbn-i Ebil Hadid'in "Nehc-ül Belaga şerhi" c: 9, s: 28-29 ve c: 20,
s: 299.
Ebu Süfyan karanlığı doruğundayken, Kabe'nin yanında tevhid feryadını yükselten Rasulullah'ın ezeli dostu Ebuzer, ehl-i sünnetin hadis kaynaklarında defalarca nakledilen bir rivayete göre Kabe'nin halkasını tutup şöyle feryad etti: "Ey millet! Ben Ebuzer'im; tanıyanlar hiç, tanımayanlar varsa bilsinler ki ben Ebuzer-i Gifari'yim:
Size sadece Resulullah (s.a.a.)'tan duyduğumu anlatacağım. Peygamberden duydum, diyordu ki: Ey insanlar, aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabı ve itretim, Ehl-i beyt'im. Bunların biri öbüründen daha üstündür, oda Allah'ın kitabıdır. Bunlar havuzun başında bana gelip çatıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar. Bunlar Nuh'un gemisine benzer, binen kurtulur, binmeyen ise boğulur15.
Bu iki hadis, Ehli beyt'in müslümanlara önderlik etmedeki büyük rollerini vurgulayan meşhur "Sageleyn" ve "Safine" hadisidir. Resulullah'ın (s.a.a.) "Gökyüzü Ebuzer'den daha sadık, daha doğru birinin üzerine gölge düşürmemiş ve yeryüzü de ondan daha doğru birinin ayaklan altına serilme-miştir" buyurduğu Ebuzer, tevhid feryadı ettiği zaman Mekke dönemindeki Sadr-ı İslamın hatıralarını diriltecek bir şekilde halkı Ehli beyt'e böyle davet ediyordu: O gün, müşrikler ona, eziyet ettiler, daha sonra ise başkaları onu sürgüne gönderdiler. Ebuzer sadece İmam Ali'nin (a.s.) kısa hilafet süresinde Ehli beyt'in gerçek mevkiini açıklayabildi.
O, Küfe mescidinin avlusunda yeniden Gadir hadisini diriltti* ve ondan sonra defalarca Ehl-i beytin faziletlerini sıraladı. Onun, Ehli beyt'in yüce makamı hakkındaki güzel cümleleri Nehc-ul Belaga'da ve diğer hadisî ve edebî kaynaklarda zikr edil-
mistir.
15) el-Ma'rifetü vet-Tarih, c: 1, s: 538. Her iki "Sageleyn" ve "Safine" hadisi mütevatirdir. Bakınız: Abakat-ül Envar 12. cildin ikinci kısmı - İsfahan baskısı - .Yıl: 1341.
*) Gadir hadisinin nakledilen yolların çoğunun ehli sünnet kaynaklarından olmasının sebebi imam Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi avlusunda başlattığı hareketten kaynaklanmaktadır. İmam bunu yapmasaydı, hadis-çiler, diğer bir çok şeyler gibi bunu da unutacaklardı.
Biz de onun bazı bölümlerini başka bir yerde derledik16.
Ama Muaviye'nin ve diğer Süfyan ve Mervan boyunun başa geçmesiyle ve minberlerde Ali (a.s.) ve evladına açıkça küfretmeleriyle ve hatta Ehli beyt'in gündeme getirilmemesi için Abdullah b. Zübeyr'in Peygamber'e selam göndermemesiyle Ehli beyt'in faziletlerinin Peygamber'in dilinden halkın arasında söylenmesi nasıl beklenilebilir. Bu siyasetin neticesi sadece Ehli beyt'i unutturmak değil, hatta halkın Ehli beyt'i kabullenmediğini de icat etmek idiyse de halkın onlara karşı duydukları bağlılığı korudukları sonraları belli oldu.
Hz. Ali'nin (a.s.) yadigârı olan bir tek Küfe dolayısıyla orada da kendisine karşı kin duyuluyor ve düşmanlık gösteriliyordu ve Ali'nin (a.s.) hatırasını canlandırdı ve Hz. Ali'nin (a.s.) evladını üstün gördü ve batınlarında Ehli beyt'in hilafetini beslediler, hatta Hişam b. Abdul Melik, onların Ehli beyt'e itaat etmeyi kendilerine farz bildiklerine tekid etti17 ve hatta diğer kaynaklarda da halkın onların hilafetini kabul etmeğe hazır olduklarına itiraf edilmiştir18.
Daha sonraları Beni Abbas bu fırsattan yararlanarak kendilerini Ehl-i beyt adına cahil halka tahmil ettiler.
Ama hakikat gizli kalmadı ve sadece bir azcık insafı olan had isçiler arasında Ehli beyt'in faziletleri, özellikle de Gadir hadisi korunabildi. Ve biz bugün "el-Gadir" kitabı gibi büyük bir mirasa sahibiz ama olmaması gereken şey gerçekleşti.
16) "Siyasi islam Tarihi" başlangıçtan kırk hicriye kadar, s: 433-434.
17) ibn-i A'sem'in "el-Futuh"u, c: 4, s: 23, Tevvabin'in kıyamı ve Muhtar'ın hareketi de açıkça bunu göstermektedir." Siyasi İslam Tari-hi'nde kırkıncı yıldan yüzüncü hicri yılına kadar bölümünde ayrıntılarıyla bu konuyu ele almışız.
18) Müberred'in "el-Kâmil-u 1il-Edeb"i, c: 1. Bu rivayette Halid b. Ye-zid, Abdul Melik Mervan'ı, Haccac'ın, Abdullah b. Cafer'in kızıyla evlenmemesi gerektiğini söylüyor. Çünkü halk arasında Beni Haşim hakkında bazı söylentiler yar ve bu evlilik Beni Ümeyye'nin yok olmasına ve Haccac'ın başa geçmesine neden olacak. Abdul Melik de Irak halkının Beni Haşim hakkındaki inancından korkarak Haccac-ı, Abdullah b. Cafer'in kızını boşamaya mecbur ediyor.
İslam toplumunun rotası Ehl-i beyt ve itretin ilim ve amelinden yararlanmakla eğitilmesi gerekirken başkalarının yanlış ve hatalı bir takım amellerine dayandırıldı, mazlum Ehli beyt ise kendi çalışmalarını şialara yönelik belirli bir düzeyde sürdürdüler. Fakat ehli sünnet de bazı yerlerde onların sözlerinden yararlanıyorlardı.
Onca baskı, istibdat ve daraltılan atmosfere rağmen Ehli beyt-i Athar düşünce ve amel sebatını sürdürdü ve şahsiyetlerinin yüceliği, Kur'an ve itrete dayalı şii mirasının korunmasına neden oldu. Ebuzer'in feryad ettiği şeyi, şia amelen gerçekleştirdi ve fıkıh, tefsir, ahlak ve siyasetde yüce imamlarının yolunu devam ettirdi.
Ehli sünnetin Ehli beyt'i sevdiklerini gösterdiklerini ve bu sözlerini isbat etmek için Ehli beyt'in faziletleri ve hatta oniki imamın yaşantılarını açıklama hakkında kitap yazdıklarına değinmiştik19. Ama bunlar Gadir vak'asının sadece Ali'yi (a.s.) sevmenin isbatı için mi olduğunu ve hiç bir köken ve esasa dayanıp dayanmadığını asla kendilerinden sormuyorlar.
Tevatür olduğu tesbit edilen "Sakaleyn" hadisi sadece sathi olarak Ehl-i beyt'i izlemenin farz olduğunu bildiren ve "Sefine" hadisi onlara itaat etmenin farz olduğunu gösteren en açık bir teşbih değil midir?
İnsanı hayrete düşüren şey Suyuti ve başkalarının "el-Eimmetü İsna Eşer" (İmamlar oniki tanedir) hadisinin reddedilemez bir hadis olmasına ve âlimlerin ortak kabul ettiklerine rağmen yanlış yere bunu bazı halifelere yorumluyor ve bazen da "dördü gelmiş ve diğerleri de gelecek" gibi vade veriyorlar.
Bu rivayet şia imamlarından başkası hakkında yorumlanabilir mi? İmam Askeri'nin (a.s.) zamanında henüz imam hayattayken Cahiz'in, onbir imamı "âlim, zahid, nasik, suca ve tahir" lakaplarıyia ve kendi görüşünce hilafete layık
19) Tezkiret-ül Havass, el-lthaf, Yenabi'ul-Meveddet ve İbn-i Tu-lun'un yazdığı el-Eimmet-ül İsna Eşer gibi ve "Turasuna" dergisindeki Te-batebai'nin gösterdiği fihristteki diğer kitaplar.
20) Tarih-ul Hulefa, s: 10-12/es-Sevaig-ul Muhrike, s: 8-10 bakınız.
görüp methettiği kimseler şia imamları değil midirler?21 8u imamlar o kadar azametlidirler ki İmam Rıza'yı (a.s.) "Ali b. Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib" unvanıyla veliahd olarak tanıtmak istediklerinde "Ant olsun Allah'a eğer bu isimler sağır ve dilsiz kimselere okunursa Allah'ın izniyle şifa bulurlar" dediler22.
Bu hanedanın ehemmiyetini sadece az bir grup idrak edebiliyordu ama çoğuları da Ehli' beyt'in bu makamından hoşnut değillerdi. Bir rivayette, hadiscilerden olan "Zâide"ye neden Cabir Cu'fi'den, İbn-i Ebi Leyla'dan ve Kelbi'den hadis nakletmiyorsun? denildi. O dedi: Ben Kelbi'nin yanına gidip Kur'an okuyordum, bir gün şöyle dediğini duydum: Bir süre hastalanıp ezberlediğim her şeyi unuttum "Âl-i Muham-med'in (s.a.a.)" yanına gittim, ağzının suyundan ağzıma bırakınca unuttuğum her şeyi hatırladım. Zaide, "bunu duyunca artık ondan bir şey nakletmedim" diyor23. Zâide'nin Kelbi ile olan düşmanlığının nedeni malumdur.
Şehristani de ehl-i sünnet ve cemaattan olmasına rağmen Ehli beyt'in azametinin yüceliğine ve bizzat Kur'an ilminin Ehli beyt'in yanında olduğuna inanmaktadır24.
Rasulullah'ın sünnetinin gerçek koruyucularının Ehl-i beyt olduğu bir hakikattir. Ve bu nedenle Peygamber onlara Kur'an'ın yanında yer verip onların birbirinden ayrılmalarının imkansız olduğunu buyurdu. Bu sünneti koruma hususu, şia İmamlarının fikirsel hayatı hakkındaki tarihi araştırmalarımız boyunca titizlik gösterdiğimiz konulardan biridir. Peygamberin sünnetini Ehli beyt'in nasıl koruduğunu aydınlığa kavuşturmak için burada üç örneğe değiniyoruz:
21) Asar-ul Cahiz, s: 235, "imam Rıza'nın hayatından. naklen, s: 147, Cahiz, ehli sünnetin üçüncü asırdaki büyük yazar ve edebiyatçılarm-dandır. '
22) "Uyunu Ahbar-ır Rıza" (Merhum Saduk'un) c: 2, s: 47-145/Meka-til-ut Talibin, s: 375/Menakib-i İbn-i Şehr Aşutj, c: 2, s: 339.
23) Tarih-i Yahya b. Muin, c: 1, s: 281.
24) "Turasuna" dergisinin 12. sayısı. Doktor Azerşeb'in "Şehristani-'nin Tefsiri" hakkındaki makalesine bakınız.
Emir-ul Müminin Ali (a.s.) "din görüş ile değerlendirilecek olursa ayağın altının meshedilmesi, üstünün meshedilmesinden daha evladır; ama, ben Rasulullah'ın ayağın üstünü meshettiğini gördüm" buyurdu25. Bu tutum "görüş ve ra'y" hükümeti karşısında Rasulullah'ın (s.a.a.) sünnetini korumanın ta kendisidir.
· Ebu Musa Aş'ari şöyle diyor:
Ali (a.s.) Camel (savaşı) günü Peygamber'in namazını hatırlatan bir namaz kıldı, oysaki biz onu unutmuş veya bile bile terketmiştik26.
· İmam Seccad (a.s.) ezan söylediğinde "hayye alel felah" cümlesine geldiği zaman -ehli sünnetin terketmiş oldukları- "Hayye ala hayril amel" cümlesini söylüyor ye başkalarının bu cümleyi atmakla ezanı tahrif ettiklerini bilmeleri için "ilk ezan böyle idi" buyuruyordu27. Rasulullah'ın sünnet ve tutumuna dayalı bu gibi tavırların benzerleri Ehli beyt'in arasında pek fazladır.
Şianın, ehli beyti bu kadar sembol edinmesi, bir taraftan Peygamberin onca tekidinden ve diğer bir taraftan da Ehlibeyt'in dinin esasını korumadaki siyerinden dolayıdır. Burada, gerçekçi ve gerçeği arayan bütün ehli sünnete, ehli beyt hakkında daha çok araştırma yapmalarını ve bilhassa fezâilin gerçek anlamında ve onun fikirsel semerelerinde düşünmelerini tavsiye etmek yerinde olur bizce. Belki de inşaallah böylece hepimiz ehli beyte sarılarak hidayet yolunu bulur ve Hakk Teala'nın bize lütuf edeceği tevfik ile sırat-ı müstakimde yürürüz28.
25) İbn-i Ebi Şaybe'nin "Müsennef'i, c: 1, s: 181.
26) Adı geçen eser.
27) Aynı kaynak, c: 1, s: 215.
' 28) Burada iki kitap tanıtılabilir: Biri Muhammed Taki Rahber'in tercüme edip İslami Tebliğler Teşkilatının bastığı Dar-ut Tevhidin yayınladığı "Ehli Beyt Mektebinde", diğeri de Merhum Şehabuddin İşraki ve Ayetullah Fazıl Lenkerani'nin yazdıkları "Ehl-ül Beyt veya Parlak Simalar". Bu kitab "İslami Kültür yayım bürosu" tarafından yayınlanmıştır.
Değerli üstadım Allame Seyyit Cafer Murtaza'ya, bu mecmuaya değerli bir önsöz yazdıklarından dolayı çok teşekkür ediyor ve ehli beytin hayatı hakkındaki bu muhtasar araştırmamı ehli beyti Athar’ın yolunu izleyenlere takdim ediyorum.
Resul Caferiyan
1
5-İMAM MUHAMMED BAKIR(AS) 5-İMAM MUHAMMED BAKIR(AS)
İMAM BAKIR(a.s)
Muhammed b. Munkedir şöyle diyor: Ali b. Hüseyin (a.s.)'den daha üstün birini görmedim, hana bir gün onun oğlu Muhammed (a.s.)'i görüp nasihat etmek isterken o bana nasihat etti.
(Tahzib-ut Tahzib. c: 9. s: 352)
Şianın beşinci imamı "Bakır' lakabıyla meşhur olan Muhammet b. Ali b. Hüseyri (a.s.)'dir. Doğumunun hicri 58 yılında olduğu söylenmiştir1. Yakubî o hazretten şöyle naklediyor:
Ceddim Hüseyn (as) şehid edildiği zaman ben dön: yaşındaydım, o hazretin şehid edilişini ve o gün başımızdan geçenlerin tümünü hatırlıyorum5
Yakubi imamın 117 hicri yılında şehid edHdiğini söylemiştir fakat şehadet yılının 114 yılı olduğu daha çok rivayet edilmiştir3. İmam Bakır (a.s.) İbrahim b. Velid b. Abdiü Melik tarafından zehirlenerek şehid edildi ve Baki kabristanında defnedildi.
1) Keşf-ül»-ul ĞumiTM. c 2. s: 177. Tebriz basımı/Bıhar-ul Enyar. c: 46. 8:217-218.
2) Yakubi c: 2, s: 320.
3) El-Marifetu vel-Tarih (el-fesva) c. 3, s: 346/Tarihi Ebi Zaret-id Di-maşki. c: 1. s 294-295
4) el—Fusul-ul Mühimme. s: 221.
O hazretin imamet delilleri şia kitaplarında geniş ve detaylı bir şekilde ele alınmıştır5 ve genel olarak imamların kendi zamanlarının zorluklan karşısındaki şiartan olan yüzüklerinin nakşı İmam Bâkır'ın yüzüğünde (Tüm izzet Allah'ındır) cümlesinden ibaret idi6.
Şiilerin beşinci imamı "Bakır" lakabıyla meşhur olmuştur. "Bakır" yaran anlamınadır. Bu terimin tavzihinde Cabir b. Yezid Cu'fi şöyle demiş:
O hazret ilmi yarıp onun remz ve inceliklerini aydınlattı7.
Yakubi şöyle yazıyor:
İlmi yardığından dolayı "Bakır" diye adlandırıldı8.
Muhammed b. Mükerrern de "Bakır" kelimesi hakkında şöyle demiş:
Fazla ilim ve mala sahip olmaya tabakkur" derler. Muhammet b. Ali b. Hüseyn b. Ali (a.s.) oe ilmi yarıp onun temellerini teşhis ve ilmin dallarını temellerinden istinbat etme tarzını beyan ettiğinden dolayı ona "Bakır1 denilmiştir9.
Cabir b. Abdullah Ansari İmam Bakır (a.s.)'m fazileti hakkında bir rivayet nakletmiştir ve İbn-i Şehr Asub'un yazdığına göre bütün Medine ve Irak fakihleri bu rivayeti nakletmişler10. Cabir bu rivayette şöyle diyor: Rasulullah (s.a.a.) bana hitab ederek şöyle dedi:
"Sen benden sonra bir müddet yaşıyacak ve bana çok benzeyen ve adı benim adımdan olan bir evladımı ziyaret edeceksin. Onu gördüğünde selamımı kendisine ilet ve bu siparişimi mutlaka yerine getir, müsamaha etme."
5) isbat-ul Hudat c: 5. s: 263/lsbat-ül Vasiyet, s: 142'Bihar-ul En-var. c: 46. s: 229 e sonrası/Kâfi, c. 1. s: 305/A'lam-ul Vera. s: 260/e!-Basair c. "4". Bab: 48,'el-lmamet vet-Tabsire. s: 62-63 müesseset-ul Imam-il Mehdi.
6) Kafi. c: 2. s: 473/Hilyet-ul Evliya, c: 3. s: 186/Tarih-i Gürcan, s:419.
7) llel-uç Serayı. c: 1. s: 233. 8)'Yakubi. c: 2, s: 320.
9) üsan-ul Arap "Bakır" kelimesinin izahında.
10) Bihar-ul Envar. c: 46. s: 294.
Tarih-i Yakubi'de bu hadisin devamının şöyle olduğu yazılmıştır:
"Cabir yaşlanıp ölümünün yaklaştığını görünce durmadan "Ya Bakır! Ya Bakır! Nerdesin?" diyordu. Nitekim bir gün O hazreti görüp kendisini ona iletti. O hazretin el ve ayaklarını öperek "babası Rasulullah (s.a.a.)'a benzeyene babam ve anam feda olsun. Rasulullah (s.a.a.) sana selam söyledi" diyordu".
Bu rivayet İmam Sadık (a.s.)'tan da nakledilmiştir ve o hazret bu rivayetteki "Bakır" kelimesinin yüce babasına mahsus olan bir fazilet olarak nitelemiştir'2.
Bu rivayetin Rasulullah (s.a.a.)'tan nakledilmesi İmam Bakır (a.s.)'in bu lakapla meşhur olmasına neden oldu ve bundan sonra da o hazretin meclisi çok sayıda ehli sünnet rivayetçi ve hadisçilerinin toplantı ve yararlanma merkezi olunca bu lakap amelen kendisini gösterdi.
Zeyd b. Ali Hişam'ın yanında iken, Hisam İmam Bakır (a.s.)'ı bakara kelimesiyle vasıflandırmakla o hazreti tahkir etmek isteyince Zeyd şöyle dedi:
"Peygamber onu "Bâkır-ul ilim" diye adlandırdı, sen ise bakara diye mi adlandırıyorsun? O halde Rasulullah (s.a.a.) ile senin aranda mutlaka ihtilaf olmalıdır.
İMAM BAKIR (a.s.)'IN İLMÎ DERECESİ
Kuşkusuz ehl-i sünnet alimlerinin çoğunun görüşünce İmam Bakır (a.s.) kendi döneminde dünyaca meşhur olup ders meclisi bütün İslam beldelerinden gelenlerle dolup taşıyordu. Onun alim ve fakih bir şahsiyet olduğundan bizzat Ehl-i Beyt (as) ilimlerinin varisi olduğundan çoğularının imamın huzurundan yararlanmasını, ilmî ve fıkhî sorularının
11) Yakubi. c: 2. s: 320/d-Muntahab min Zeyl-il Muzu (Taberi). s: 642.
12) el-lhtisas. t: 62.
13) Uyûn-ul Ahbar, bn-i Kutaybe. c: Z s: 212.
çözümünü istemelerini icab ediyordu. Bu arada çoğunu şiflerin teşkil ettiği Irak halkı o hazretin şahsiyetine, aşık olmuşlardı'14.
Müracaat edenler imamın «mî şahsiyetine öyle bir huzu gösteriyorlardı ki Abdullah b. Ata' Mekki şöyle diyordu:
"Alimleri hiç kimsenin huzurunda, Ebu Cafer (a. s,)'in huzurunda oldukları -gibi küçük görmedim. Hakem b. Üyeyne halk arasındaki onca ilmî azametine rağmen o hazretin huzurunda ayneri öğretmeninin karşısında duran bir öğrenci gibi duruyordu."'15
İmamın ilmî boyuttaki şöhreti ve İbn-i Anbete'nin tabi-rince "çok derin ilim ve sabıra sahip idi" birinin onu izah etmek istemesinden çok daha meşhurdur16.
Bu şöhret imamın kendi döneminde İbn-i Ebil Hadid'in tabirince Hicaz fakihlerinin üstadı"17 sadece Hicaz'da değil, hatta Irak ve Horasan'da bile geniş bir çapta yayılmıştı. Öyle ki şöyle rivayet edilmiştir:
"Horasan halkının onun etrafına toplanıp «mî sorularını ondan sordukarını gördüm.'17
Zahebi İmam Bakır (a.s.) hakkında şöyle yazıyor:
O. ilim ile ameli, üstünlük ile şerefi ve itimad ile metaneti bir araya toplayan ve hilafete layık olan kimselerden biridir."19
Ebu Zühre'nin üstadı herkesin imama müracaat etmesi hakkında şöyle yazıyor:
İmam Bakır (a.s.) imamette ve halkın hidayetinde İmam Seccad (a.s.)'ın varisi idi ve bu yüzden bütün islam ülkesinin alimleri tıer taraftan ona doğru koşuyorlardı ve Medine'ye gelen herkes imamın huzuruna varıp sonsuz ilimlerinden
14) Irşad (Şeyh Mufid). s 282'Bihar-ul Envar. c: 46. s: 332/Keşf-ul Ğumme. c 2. s. 126el-Fusul-ul Muhimme, s: 214.
15) Irşad (Şeyh Mufid). s: 280/Hilyet-ul Evliya, c. 3. s: 180/Keşf-ul Gumme. c. 2.: 117-118.
16) (ton-i, Anbete). Ümdet-ül Metalib. s: 195.
17) >'h-u Nehc-fl Belaca (İbn-i Ebil Hadid). c: 15. s: 77
18) el-Kafi (Kuleynı). c: 6. s. 266/Bihar-ul Envar. c: 46. s: 357.
19) Siyer-u Alanvin NübeJa (ZatMbi), o: 4, t: 408.- 194 -
yararlanıyordu.
Yine şöyle yazıyor:
"Çoğu fıkıh ve hadis büyükleri imamın ilminden faydalanmak amacıyla onun huzuruna geliyorlardı."20
"Uyûn-ul Ahbardan da şöyle nakledilmiş:
"Fıkıh alimleri helal ve haramı ondan öğreniyorlardı."21
O da, halk arasında yüce ilmî şöhrete sahip olan babası imam Seccad (a.s.) gibi herkes tarafından kendisine ihtiram gösteriliyordu. Ehl-i Sünnetin meşhur muhaddislerinden biri olan Muhammed b. Münkedir Şiilerin beşinci imamının azametini şöyle vasfediyor:
"Ben Ali b. Hüseyn (a.s.)'in -ilim ve fazilet bakımından kendisine daha yakın olan- halifesini evlatlarının arasında görmemiştim. Nitekim bir gün onun oğlu Muhammed Bakır (a s )'tn huzuruna vardım."22
Büyük İslam alimlerinin çoğu İmam Bakır (a.s.) in ilmî makamı ve fıkhî derecesi hususunda birtakım güzel cümleler dile getirmişler ve üstad Esad Haydar bu cümleleri kendi ki tabında bir araya toplamıştır".
İmamın fıkıh, âkâid ve diğer İslami ilimler hususundaki rivayetlerinin çok oluşu şia rivayetçilerinin dışında çoğu ehl-i sünnet muhaddislerinin de o hazretten hadis nakletmelerine r den oldu ve bunların en meşhurlarından biri de "Ebu Ha-nife'dir. Ebu Hanife, ehl-i sünnet yoluyla nakledilen hadislerin hemen hemen hepsini kabul etmediğini görünce ehl-i beyt yoluyla ve bizzat İmam Bakır (a.s.)'dan fazla bir miktarda hadis nakletmiştik24.
20) el-İmam-us Sadık (Ebu Zuhre). s: 22. Dar-ul Fikr-il Arabi Beyrut
21) Hayat-ul İmarrul Bakır (a.s.). c: 1. s: 139
22) «l-lthaf (eş-Şibravi). s: 145
23) el-İmam-us Sadık (a.s.) vel-Mezahib-ul Erbeat (Esat Haydar), c: 2. s: 435-439.
24) *Tezkiret-ul Huffaz (ZMwbi), c: 1. s: 127 "Cami-u Mesani'd-il knam-ıl Azam Ebu Hanife' kitabına bakmız.
Zahebi'nin yazdığına göre Ebu Hanife'nin dışında Amr b. Dinar. A'meş. Evzai, İbn-i Cüreyh ve Kurret İbn-i Halid de o hazretten hadis nakletmişler25.
Ebu İshak o hazretin huzuruna varıp onun hayret edici ve çok yüce ilmî makamını görünce onun vasfında şöyle dedi: onun gibi birini asla görmedim26.
Ebu Zur'at da o hazretin hakkında şöyle diyor:
Ebu Cafer (a.s.) alimlerin en büyüğüdür27.
Emir-ül Müminin (a.s.)'den sonra şia imamlarının arasında hadislerin büyük bir kısmının senedinin İmam Bakır (a.s.) ve imam Sadık (a.s.)'la sonuçlandığı pervasızca söylenebilir. Bu iki imamın diğer imamlardan daha çok fırsat bulup Âl-i Muhammed (s.a.v.)'in ilimlerini yaymalarının nedeni o günün toplumunun özel siyasi durumu idi.
Ve bunun için de şia hadis mecmualarında ehl-i beyt hadislerinin büyük bir bölümü bu iki yüce imamdan nakledilmiştir.
'Bu nedenle tefsir, kelam, fetva, ahkam, helal ve haram hususunda o hazretten sadır olan hadisler İmam Hasan (as.) ve Hüseyn (a.s.)'in diğer evlatlarının hiçbirinden sadır olmamıştır' denilmiştir."28
Bu, onların, o günün toplumunda ve ondan sonraki dö- nemlerde fıkıh alimi ve Resulullah (s.a.a.)'ın hadislerinin ri-vayetçisi olarak büyük bir şekilde meşhur olmalarının nedenidir. Ebu Zühre, o hazrete müracaat eden ve huzurundan ilim öğrenen kimselerin arasından Süfyan Sevri, (Mekke muhaddisi) Süfyan b. Üyeyne ve Ebu Hanife'ye işaret etmiştir.
Abreş Kelbi Hişafff b. Abdül Melik'ten şöyle sordu:
Irak halkının çevrelediği ve ilmî sorularını kendisinden sordukları bu şahıs kimdir? Hişam dedi. Bu, Kûfe'nin pey-
25) Tezkiret-ül Huffaz (Zahebi). c: 1. s: 124.
26) el-lmam-us Sadık vel-mezahib-ul ErbMt (Esed Haydar) c: 2. s: 445/A'yan-uş Şia. c: 4. s: 20. ikinci bolum.
27) Menakib-u Âl-i Ebi Talib (Ibn-i *«hr A*ub). c: 3 t 27
28) Menakib-i Âl-i Ebi Talib (ibn-i Ş«hr A«ub). c. 3 t. 327/Bihar-ul Envar c: 46. s: 294.
gamberidir ve kendisinin Rasulullah (s.a.a.)'ın evladı, ilmi yaran ve Kur'an müfessiri olduğunu söylüyor."29
Başka bir rivayette de Hişam. onu Irak ehlinin aşık olduğu kimse diye tanıtmıştır30.
Alimlerin o hazret! bunca tazim ve methetmesine rağmen itimad edilen büyük muhaddisler Bâkır'dan hadis nakletmemişler31 denilmesi gerçekten insafsızlıktır.
Ethar imamlar hakkında bu gibi yakışmıyan görüşler izhar etmek şii olmayan muhaddislerin çoğunun dar görüşlülüğünden kaynaklanmaktadır. Ehl-i beyte ve onların ilimlerine az da olsa dikkat eden kimse şia olmasa bile, onların gözünde ilmî hücciyet ve liyakatini elden vermiş olur.
Kendi hadis kitaplarında İmam Bakır (a.s )'dan hadis nakleden onca eh)-i sünnet hadiscileri ve en azından İbn-i Hacr'ın "Tahzib-ut Tahzib kitabında ismini söylediği Evzai32' veya başkaları nasıl dur da İbn-i Sa'd'ın dar görüşünde kendilerinden delil getirilmeyen kimselerden sayılırlar?
İMAMIN İSLAMİ FIRKALAR ARASINDA OLAN FIKHÎ İHTİLAFLARLA MÜCADELESİ
94-114 arası hicri yılları fıkhî mekteplerin ortaya çıkışının. Başlangıcı ve tefsir hakkında rivayet etmenin tam doruğuna vardığı dönemdir Bu dönemde ehl-i sünnet alimlerinden Züh-ri. Mekhul.
Kutade, Hişam b. Ürve vb. hadis nakletmek ve fetva vermek hususunda faaliyet ediyorlardı. Zühri. ibrahim Nahai, Ebu-z Zenad ve Reca' b. Hayat gibi alimlerin tümünün Emevi hakimiyet düzenine az-çok bağlı olmaları peygamberin gerçek sünnetini, halifelerin ve onlara bağlı olan alimlerin bile-bile tahrif etmeleri lekesinden uzaklaştıracak bir şekilde ihya etmek
29) Kafi. c: 8. s 120'Bıhar-ul Envar. c: 46. s 355.
30) Nur-ul Ebsar (Şablenci). s: 143/Siyer-u Alam-un Nubela c 4. s 405.
31) Tabakat-ul Kubra (İbn-i Sac», c 5. s: 324.
32) es-Sigat (İbn-i Habban) Muhammed b. Ali el-Bâkır (a s ) isminin altında.
zaruretini icad ediyordu. İmam Bakır (a.s.) Sa'd'ul Hayr'a bir mektup yazarak kötü alimlerden büyük bir derecede şikayet edip şöyle buyuruyor:
"Allah'ın kitabının üstünü örtüp onu tahrif etmelerine rağmen işlerinden bir kazanç elde edemeyen ve hidayete kavuşamayan yahud alimlerinin ve ruhbanların benzerlerini gör tanı.'33
Bu dönemde geniş çapta nakledilen hadisleri ve o zamanın muhaddisleri arasında fıkıh ilminin meşhur olmasını görmekle esasen ehl-i sünnetin fıkıh ilminin bu dönemden itibaren derlenme, tedvin edilme aşamasına girdiği söylenebilir.
Kerbela vakıasından ve İbn-i Zübeyr'in yenilerek aradan çıktıktan ve saltanat Beni Ümeyye'ye münhasır olduktan sonra siyasi fikirlerin yatışması çoğu alimleri siyaset sahnesinden uzaklaştırmaya, din dersleri ve hadisle meşgul olmaya, hadisler arasında bulunan ihtilafı bir nevi çözüp halka fıkhı fetva vermeye zorladı.
İlk olarak hicri 100 yılında Ömer b. Abdülaziz Ebu Bekir b Hazm e hadisleri tedvin etme emrini verdi34. Ve bunun kendisi de ehli sünnetin kültürel- araştırmaya ikinci asrın başlangıcında İmam Bakır (a.s.)'ın imamet döneminde başladığına en iyi bir delildir Bu yüzden de çeşitli sebeplerden dolayı ehli sünnet hadislerine sızmış olan saptırmalar karşısında İmam. ehl-i beytin fıkhî görüşlerini izhar etmek ve yaymakla tutumunu belirtmeliydi.
O zamana kadar şia fıkhının görüşleri mahdut bir alanda: ezan, takiyye. ölü namazı vb. yerlerde aydınlatılmıştı ama İmam Bakır (a.s.)'ın zuhuruyla bu doğrultuda önemli bir adım atıldı ve takdire şayan bir kültürel canlanma şia arasında meydana geldi. İşte bu asırda şia kendi kültürünü -fıkıh, tefsir ve ahlak alanında- tedvin etmeye başladı.
Bundan önce İslam toplumunda fıkıh ve fıkhî hadislere geniş bir çapta ve tamamen itinasızlık ediliyordu. Hükümetin
33) (Kuleyni) er-Ravze. s: 77. Islamiyy» basımı.
34) el-Musannef (Abdurrazzak). c: 9. *: 338/Sun«n-i Oarimi. c: 1. s: 126/Takyîd-ul Hm (Bağdadi), s: 105-106.
duçar olduğu siyasi didişmeler ve şiddetli bir şekilde maddiyatçı düşünce tarzı halkın dinden ve bilhassa fıkıhdan gaflet etmesine neden olmuştu. En azından yüzde sekseni peygamberden rivayet edilen hadislere dayanan fıkhın münzevi edilmesinin asıl nedenlerinden biri, birinci ve ikinci halifelerin hadis tedvinini yasaklamalarıydı. Zahebi Ebu Bekir'den şöyle naklediyor:
Rasulullah (s.a.a.)'tan bir şey nakletmeyin ve bir meselenin hükmünü sizden soran kimselerin cevabında "Allah'ın kitabı (Kur'an) bizim ve sizin aranızda mevcuttur, onun helalini helal ve haramını da haram bilin ve anlatın'35
Bu hususda Ömer'den de şöyle nakledilmiş:
"Rasulullah (s.a.a.)'tan hadis rivayet etmeyi azaltın ve ben de bu işte size katılacağım."36
Muaviye'nin de şöyle dediği nakledilmiştir:
'Ömer'in döneminde Rasulullah (s.a.a.)'tan rivayet edilen hadislerle yetinin, çünkü Ömer peygamberden hadis nakletmek hususunda halkı sakındırıyordu '37
İslam zaferleri, fütuhatı başlayınca halkın gaflet ve cehaleti tam doruğuna varmıştı. Hem sultanlar ve hem de halk devleti genişletmeye, savaş hususuna, malî konulara vb. ökonulara meşgul olmuşlardı ki.
ilmî ve dinî eğitim faaliyeti asla göze. İbn-i Abbas Ramazan ayının sonunda fütuhatın asıl merkezlerinden biri olan Basra'da minbere çıkıp 'oruç sadakanızı ayırın" dediğinde halk bu sözün anlamını idrak edemiyorlardı. Bu nedenle İbn-i Abbas, Medine halkından istekli olanların kalkıp oruç sadakasının ne olduğunu onlara izah etmesini istedi ve şöyle dedi:
"Bunlar farz olan fitre zekatı hakkında hiç bir şey bilmiyorlar38 ve daha sonra halkın din hakkındaki bilgisizliği
35) Tezkiret-ül Huffaz (Zahebi). c: 1. s: 2.
36) Tezkiret-ul Huffaz (zahebi). c. 1. s: 7.
37) Tezkıret-ul Huffaz (Zahebi). c. 1. s: 7.
38) el-ahkam fi UsûMI Ahkam (ibo-i Hazm). c: 2. s: 131.
Benî Ümeyye döneminde daha da arttı. Dr. Ali Hasan bu hususda şöyle yazıyor:
"Dini öğretilere önem verilmediği Benî Ümeyye döneminde, halkın fıkıh ve dini konular hakkında bilgisi yok ki ve ondan bir şey anlamıyorlardı. Sadece bu gibi konuları anlayanlar Medine halkı idi."39
Başka kaynaklarda da hicri birinci yüzyılın ikinci yarısında halkın, nasıl namaz kılacağı ve hacc farizesini yerine getireceği hususunda bile bilgisi olmadığı yazılmıştır40..
Enes b. Malik kendi dönemini göz önünde bulundurup şöyle diyordu:
'Rasulullah (s.â.a.)'ın zamanında olan şeyler şimdi göze çarpmıyor. "Ya namaz?" dediler. "Namaz hakkında bile yapmadığınız tahrifler mi kaldı?" dedi."41
Bunların tümü fıkhın halk arasında unutulduğunu gösteriyor imam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.)'ın fıkha ehemmiyet vermelerinin en önemli delillerinden biri de halk arasında fıkhı diriltmek ve fıkhı tedvin ederken kesinlikle yapılacak olan tahrifi önlemek idi.
İmam Bakır (a.s.) Ehl-i Beyt (as) mektebinin temsilcisi ve şia mektebi açısından fıkıh ve tefsire çeki düzen veren ilk şahsiyetlerden biri idi. Bu mektep açısından ancak ve ancak Rasulullah (s.a.a.)'ın ilim kapısı olan ehl-i beyt yoluyla asil islami ilimler elde edilebilir. İşte bu yüzden İmam Salemet İbn-i Küheyl ve Hakem b. Üyeyne'ye şöyle buyuruyordu:
"İster dünyanın doğusuna gidin, ister batısına. Bizim ilmimizden başka doğru bir ilim bulamazsınız."42
Yine buyuruyordu:
39) Nazret-ul Ammet fi Tarih-il Fıkh-il Islami s: 110
40) Kesf-ul Kına fi Huccıyet-il tema . s: 56
41) Zuha-l İslam, c: t. s: 386. Buharı ve Tırmizıden natden/Camı-u Beyan-il Hm. c: 2. s: 244/Oirasat-un ve Buhûs-un fıt-Tarih-i vel-lslam. c: 1. s. 56-57
42) Keşşi s: 209-210/el-Kafi. c 1. s: 399/Basair-ud Derecat (Saffar). s: 9.
"Hasan Basri ister güneye, ister kuzeye, nereye giderse gitsin ant olsun Allah'a burdan başka bir yerde ilim bulunmaz."43
Ayrıca yine şöyle buyuruyordu:
"Halk istediği yere gitsin, and olsun Allah'a ilim meselesi burdan -kendi evine işaret ederek- başka bir yerde düzelmez."44
Bu yüzden imam bu mektebin temsilcisi olarak tartıştığı zaman ehl-i beytin fıkhî görüşlerini yaymaya ve aynı zamanda ehli sünnetin inhiraf hususlarını belirleyerek halka göstermeye çalışıyordu. İmam kendi zamanının en büyük alimlerinin gözünde bile doğru ile yanlışı tamamen birbirinden ayırteden bir ölçüt olarak tanınıyordu.
Bundan dolayı da çoğu zaman kendi inançlarını o hazretin huzurunda sunup doğru ve yanlışlıklarına vakıf oluyorlardı Ebu Zühre Ebu Ha-nife ile imam arasında olan münazara toplantılarından birini naklettikten sonra şöyle yazıyor:
'Bu haberden İmam Bakır (a.s.)'ın imameti, alimler için aydınlanır. Onlar o hazretin huzuruna varıp inanç ve görüşlerini sunuyor ve o hazret de onları eleştiriyordu. Adeta o hazret kendi eli altında olanlara hüküm süren ve onları hidayet caddesine ulaştıran bir reis idi. O asrın alimleri de onun emrine uyup itaat ediyorlardı.45
Bir defa Abdullah b Muammer (Ümeyr) el-LeysUmam Bakır (a.s)'in huzuruna gelip sordu: Mut'anın helal olduğuna dair fetva vermiş olduğunuz yaygındır; acaba doğru mudur? İmam şöyle buyurdu:
'Allah onu kendi kitabında helal kılmış ve peygamberin sünnetinde yer almış ve ashabı da onunla amel etmişlerdir.
Abdullah "fakat Ömer onu yasaklamıştır' dedi. İmam şöyle cevap verdi:
43) Kati. c: ı s: 5i/Vesail-uş Şia. c: 18. s: 42.
44) Kafi. c: 1. s: 399/Basaır-ud Derecat (Saffar). s 12
45) el-lmam-us Sadık (a.s.)(Ebu zuhre) s 24
"Sen kendi dostunun fetvasına uy ve ben de Rasulullah (s.a.a.)'ın hükmüne."46
Gördüğümüz gibi imam kitap ve sünnet gereğince istidlal ediyor ve onlardan başkasına itinat ve .istidlal eden kimselere karşt koyuyordu. Aşağıdaki rivayet. İmamın bu tutumunu göstermektedir:
Mahhul b. İbrahim Kays b. Rabi'den şöyle rivayet ediyor: Ebu İshak'tan ayakkabı üzerinden mesh etmek hakkında sorunca şöyle cevap verdi: .Halkın ayakkabı üzerinden meshettiklerini görüyordum ama bir gün Haşimoğullarından olan Muhammed b. Ali b. Hüseyn (a.s.)'i görüp ondan ayakkabı üzerinden meshetmek hakkında sordum. Şöyle buyurdu:
"Emir-ul Müminin Ali (a.s.) ayakkabı üzerinden meshet-mez ve (şöyle buyururdu) Allah'ın kitabı da onu caiz görme-miştir."47
Daha sonra Ebu İshak sözlerine şöyle devam ediyor: İmam beni nehyettikten itibaren artık ayakkabı üzerinden meshetmedim. Kayş b. Rabi ben de bu meseleyi Ebu İshak tan duyduğum andan itibaren artık ayakkabı üzerinden meshetmedim diyor.
İmamın kitab ve sünnet doğrultusunda istidlal etmesinin metaneti sadece Ebu İshak'ı değil. Kays b. Rabi'i de onun sözüne boyun eğmeğe mecbur etti.
Başka bir yerde de Ömer'in azad ettiği kölesi Nafi bir hükme istidlal etmek amacıyla bir hadisi tahrif edip yanlış bir şekilde naklettiğinde imam tahrifi aşikar edip hadisi olduğu gibi doğru bir şekilde rivayet etti48'.
46) Keşf-ul Gumme. c. 2. s: 362/Bihar-ul Envar. c 46. s 356/Bakı-nız: el-Mizan, c: 3. s: 389.
47) (Eset Haydar) el-lmam-us Sadık (as.) vel-Muzahıb-ul Erbea. c 2. s 452. .
4fl| Deaim-ul islam, c 2. s: 260'Mustedrek-ûl Vesail. c: 15. s: 285-286-300.
İmam Bakır (as.)'ın ashaptan da Ebu HanHe'nin fıkhî konular hakkındaki yersiz istidlalları karşısında dikilip fıkhî açıdan onu mahkum ediyorlardı'.
İmam Bakır (a.s.) kıyas eden kimselerin istidlallarını şiddetle reddediyordu50 ve o hazretten sonra da oğlu İmam Sadık (a.s.) ciddi bir şekilde onlarla muhalefet etti. İmam (a.s.) saptırılan diğer islami fırkalar karşısında da sert bir tutum alıyor ve bu tavırıyla muhtelif konularda ehlibeytin sahih itikadı sınırını diğer fırkalarda ayırmaya, belirlemeye çalışıyordu. İmamın "Mürcie" fırkası karşısındaki tutumu çok sert ve hassas idi.
Mürcie fırkası "İman sadece içsel, batını bir inanç olup bizim iyi ve kötü işlerimiz onu hiç değiştirmiyor ve böylece toplumdaki salih amelin, iyi işin değerini kendi kendine ortadan kaldırıyorlardı. İmam başka bir yerde bu fırkaya işaret ederek şöyle buyurdu:
Allah im! Mürcie'yi kendi rahmetinden uzak tut çünkü onlar hem dünyada hem de ahirette bizim düşmanlarımızdır.'51
İmam. kendi zamanında bile meşhur olan Hariciler karşısında da mevzi alıyordu. Onlar imamın görüşünce bilgi siz abid. kendilerini mukaddes gösteren ve inançlarında ise mutaassıp ve dar görüşlü bir topluluk idiler. Onların hakkında imam şöyle buyuruyordu:
"Hariciler bilgisizliklerinden dolayı meydanı kendilerine daralttılar: din ise onların tuttukları yordamdan daha geniş, daha uygundur."57
YAHUDİ DÜŞÜNCE VE İNANÇLARIYLA MÜCADELE
O günler, İslam toplumuna girip onun kültüründe derin bir etki bırakan yahudiler de tehlikeli gruplardan birini oluştu-
49) Desım-ul İslam c: 1. s: 95/Müstedrek-ul Vesâit, c: 15. s: 286-287.
50) el-Mecalis (Şeyh Müfid). s: 39 Necef basımı/Vesail-us Şia. c. 18.s 39
51) (Kuleyni) Kafi c: 8. s: 276/Bihar-ul Envar. a 46. s 291
52) Tahzib (Tûsi). c 1.1 241/Men La Yahzuruh-ul Fakiri c: 1. s: 83
ruyordu. Bir grubu zahirde müslüman olup diğer bir grubu da henüz kendi dininde kalan ve İslam toplumuna dağılan yahu-di alimleri saf ve sade kimselerin ilmî mercii olmuşlardı. Onların İslam kültürü üzerinde bıraktıktan etki israihyat adındaki uydurma hadisler şeklinde ortaya çıktı.
Bu hadislerin büyük bir bölümü tefsir ve geçmiş peygamberlerin yaşam durumları hakkında uydurulmuştu. Bu hadisleri kendi teliflerinde zikreden İslam alimlerinden bici de muşhur müfessir Taberi'dir. Taberi. Kur'an tefsiri hakkındaki çoğu hadisleri bu yoldan etmiştir
Yahudilerin -İslam toplumu içerisinde, özellikle de ilmî toplantılarda- fıkhı ve kelamı konular hakkındaki ilmi çalışmaları da endişelendirici bir tesir bırakmıştı. Bu, tarihte öyle apaçık bir mevzudur ki en az bir tereddüt ve şüphe bile onda yoktur53
Yahudiler ve onların islam kültürüne aşıladıkları kötü zihniyet ile mübareze etme, imamların çalışma programının büyük bir bölümünü kendine ihtisas etmişti Hain yahudilerin ilahi peygamberler hakkında uydurdukları gerçek dışı hadisleri ve de ilahi peygamberlerin melekuti çehrelerinin lekelenmesine neden olan bir takım sözler imamlar tarafından tekzib edilmiş ve bu tekzib imamların tutumlarında açıkça görülüyor Şimdi bu uydurma hadislerden ikisine örnek olarak değiniyoruz.
1. İki kişi Hz. Davud (a.s.)'un yanında bir davayı dile getirip bu davada hakemlik etmesini ondan istiyorlar. "Sâd sûresinin 23 ve 24. ayetleri bu hadiseye değinmekteler. Hz. Davud (a.s.)'uri yanında konu edilen dava şundan ibarettir O iki kişiden birinin 99 koyunu var idi, diğerinin ise bir koyunu.
Bir koyunu olan şahıs, diğerinden, 99 koyunu olduğu halde onun bir koyununa da sahip olmak istediğine dair şikayet ediyor. Davud (a.s.) da diğerinin sözlerini dinlemeden şöyle hükmediyor:
53) Buhûs-un mae Ahl-is sünnet-i ves-Salefıye (es-Seyyd Ruhani), s:50/51
"Senin koyununu istemek ve onu kendi koyunlanna katmakla sana zulüm etmiştir..."
Yahudiler bu hususda bir hadis uydurarak müslümanlar arasında yaydılar Hadis şöyledir: Bu öykü Davud (a.s.)'un Evriya'nın karısıyla evlenmesine ima etmektedir.
Bu uydurma hadislere göre Hz. Davud bir güvercinin ardısıra Evriya'nın evine bakan dama çıkarak onun karısını görüp aşık oluyor ve kendi hedefine varmak için Evriya'yı savaşın ön safında yerleştiriyor, o da öldürülüyor. Davud ise onun karısıyla evleniyor. Allah da bu ayetlerde bu konuya sembolik bir şekilde işaret ediyor.
Bu gibi gerçek dışı hadislerin Hz. Davud'un şahsiyetini, Allah'ın göndermiş olduğu elçilerden biri olarak ne derecede ve Hangi yönlerden lekeleyebileceği malumdur. İslamın ilk yüz yılında "Ka'b-ul Ahbar" ve 'Abdullah b. Selam" gibi şahıslar tarafından yayıımış olan bu gibi hadislere karşı İmam Ali b. Ebi Talib (a.s.) tavır alıp şöyle buyurdu:
Davud'un Evriya'nın karısıyla evlenmiş olduğuna inanan bir kimse benim yanıma getirilirse ona iki had (ceza) uygularım. Birini nübüvvete hakaret ettiğinden dolayı ve diğerini de İslam için."54
İmam Rıza (a.s.) bu gibi israiliyat hadislerini mahkum etmiştir55.
2. Gerek zahiren Müslüman olan ve gerekse kendi dininde, baki kalıp İslam toplumunda yaşıyan yahudiler- yahudilerin kıblesi olan - Beyt-ül Mukaddes'in Kabe'den üstün olduğunu müslümanlara kabul ettirmeye çalışıyor ve bu hususda bir takım hadisler uydurup geniş çapta müslümanların arasında yayıyorlardı. Onlardan birini Zürare şöyle naklediyor:
İmam Bakır (a s.)'in huzurunda oturmuştum ve imam da Kabe'ye taraf oturmuş olduğu bir halde "Allah'ın evine bakmak ibadettir buyurdu. Tam bu sırada Büceyle kabilesinden olan Âsim b. Ömer imamın huzuruna gelip şöyle dedi: Ka'b-ul Ahbar şöyle diyor:
54) Mecme ul-Beyan (Tabersi). c: 8. »: 472.
55) Tefsir h Safi. c: 4. s: 295-296.
"Kabe, her seher vakti Beyt-ül Mukaddes'e secde ediyor."
İmam buyurdu: Ka'b-ul Ahbar'ın sözü hakkında görüşün nedir? Âsim b. Ömer "Ka'b-ın sözü doğrudur" dedi. İmam Bakır (a.s.) buyurdu:
"Sen de Ka'b-ul Ahbar da yalan söylüyorsunuz." Daha sonra öfkelenerek şöyle dedi:
"Allah yeryüzünde Kabe'den üstün bir yer yaratmamıştır."56
Sonraları diğer şia imamları da (Kendinizi yahudilere benzetmeyin)57 gibi tabirler kullanarak müslümanlarla yahudiler arasında çıkan ve gitgide asil ve gani İslam kültürünü inhirafa sürükleyen bu istenilmeyen kültürel bağlantıyı kesmeye çalışıyorlardı.
Bu. diğer islamî fırkaların hadisçilerinin safça bu hadislere meylederek onları kitaplarının muhtelif bablarında nakletmiş ve kendi kültürlerini onlara bulaştırmış oldukları bir durumda gerçekleşiyordu. Ama ehl-i beyte adım uyduranlar, onlardan ilham alarak bu gibi inhirafı ve avam beğenir düşünceler karşısında uyanık olup onun zararından mahfuz kaldılar.
İMAM BAKIR (a.s.)'IN KÜLTÜREL MİRASI
Şianıh fıkhî ve tefsiri kaynaklarını gözden geçirmekle şia-nın fıkhî, ahlakî ve tefsiri rivayetlerinden büyük bir bölümünün İmam Bakır (a.s.)'dan nakledilmiş olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. İmam Bakır (a.s.)'dan rivayet edilen fıkhî meseleleri açıklamak. Kur'an ayetlerini ve onların şa'nı nüzulünü (iniş nedenini) izah etmek hususundaki pek çok hadisler "Vesail-uş şia'da" ve Allame Bahrani'nin yazmış olduğu "el-Bürhan" ve Muhakkik Feyz Kaşani'nin yazdığı "Safi" gibi tefsir kitaplarında toplanmıştır.
56) Kafi (Kütoyni) c: 4. s: 239/Bihar-ol Envar. c: 46, s: 354
57) Vesail-uş Şia. c. 3, s: 571.
Bunlara ilaveten Emir-ul Müminin (a.s.) ve Srffin savaşı hakkında fazla bir miktarda tarihî hadisler de İmam Bakır (a.s.)'dan nakledilmiştir58. Aynı seki ahlakî konular hususunda pek ihtivalı ve inci gibi cümleler de o hazretten nakledilmiştir. Bu cümleler kısa olmalarına rağmen son derece güzel ve imamın masumluk ruhundan ve batını kemallarından kaynaklanmıştır. Ebu Zühre bu hususda şöyle yazıyor:
"O hazret. Kur'an müfessiri ve İslam fıkhını açıklayan biriydi. Emirlerin ve nehylerin felsefesini idrak ediyor ve onun nihai hedefini anlıyordu."59
Ve imamın düşünceleri ve ahlakî-ictimaî sözleri hususunda da şöyle yazıyor:
"İmam nefsani kemallere sahip olduğundan, kalbinin aydınlığından ve anlayış gücünden dolayı Allah onun dilinden çok ilginç ve anlamlı cümleler anlattı. Bireysel ve toplumsal ahlakla ilgili o hazretten öyle sözler rivayet edilmiş ki, eğer onlar tanzim edilir, düzenlenirse ahlak hususunda değerli ve çok yönlü bir metod meydana gelir."
"İmamın ahlaki-ilmî derslerinin bir örneği onun mukaddes görünmekle muhalefet etmesidir. İmam amelen, bütün dünya nimetlerini terketmenin İslamî takva ve zühd olduğunu sanan kimselerin görüşüne karşı çıkıyordu. Hakem b. Üyeyne şöyle diyor:
"Bir gün Ebu Cafer (a.s.)'in huzuruna varıp kendisini süslenmiş bir evde gördüm. Renkli bir gömlek giymiş ve onun üzerine de rengârenk bir melefe çekmişler ve melefe-nin rengi omuzlarına çıkmıştı. Evi ve onun süsleniş tarzını seyrettiğim sırada o hazret bana hitaben şöyle buyurdu: "Bu ev hakkında ne düşünüyorsun?" Ben de siz bu durumda olduğunuza göre ne diyebilirim ki? Ama bizim aramızda bu işi gençler yapar" dedim. İmam "Ey Hakem! Allah'ın halk için izin verdiği süsleri ve helal nzıklannı kim haram etmiştir; bu
58) Bakınız: Şeftı-u ftehc-ul Balağa (İbn-i Ebil HadM). c: 2. s: 212-213-229-234-286. c: 3. s: 324. c: 4. s: 106-108-109-110. c: 6. s: 13/Taberi. c: 3. s: 37. c: 5. s: 176-197. izıuddin Batımı.
59) tl-imam-us Sadık (a.s.) (Ebu Zulw«). t. 24.
gördüklerin Allah'ın halk için helal kıldığı şeylerdendir ve bu gördüğün oda da yeni evlendiğim karımın odasıdır. benim odamı kendin de tanıyorsun" buyurdu."60
Bazıları daha iyi,yaşamanın faaliyet nişanesi olan geçinmek için telaş etmenin doğru olmadığını sanıyorlardı. İmam Bakır (a.s.)'in dönemindeki Kur'an hafızlarından biri olan Muhammet b. Münkedir o hazreti methederek şöyle diyor:
Ona nasihat etmek istiyordum ama o bana nasihat etti. Bunun nasıl olduğunu sordular. Dedi: Bir gün Medine'den dışarı çıktığımda Muhammed b. Ali b. Hüseyn (a.s)'i, şişman olmasına rağmen iki siyah köleyle birlikte çölde çalıştığını görünce kendi kendime şöyle dedim:
Subhanellah! Kureyş kabilesinden yaşlı biri bu saatte, böyle bir durumda dünya uğrunda nasıl çalışabilir? Ona nasihat etmeliyim diyerekten yanına gidip şöyle dedim:
Allah korusun seni; olduğun bu durumda ecelin gelecek olursa ne yapacağını hiç düşündün mü? "Olduğum bu durumda ecelim gelirse Allah'a itaat ettiğim halde dünyadan göçmüş olurum.
Çünkü ben, çalışmakla kendimi ye ailemi sana ve halka muhtaç olmaktan koruyorum. Allah'a isyan ettiğim bir halde ecelimin gelmesinden korkarım" buyurdu 'Ey Rasulullah (s.a.a.)'ın evladı doğru buyurdun, ben sana nasihat etmek istiyordum ama sen bana nasihat ettin" dedim61
İmam Bakır, (a.s.) bilhassa tefsir hususunda çok meşhurdur. Ehl-i sünnet arasında da o hazretten tefsir hakkında pek çok hadisler rivayet etmişler. Bu nedenle onun ilmî şahsiyeti hakkında şöyle demişler:
İmam Hasan ve Hüseyin (a:s.)'in evlatlarından hiç biri onun kadar tefsir, kelam, fetva, ahkam, helal ve haram hususunda hadis buyurmamıştır.
60) Kafi. c: 6. s: 446/Bihar-ul Envar. c: 46. s: 292.
61) Kafi. C: 5. s: 73. C: 6. s: 446/Tahzib. C: 6. s: 325/el-Fusûl-ul Mu-himme. s 213/Bihar-ul Envar. c: 46. s: 292/Tahzib-ut Tahzib. c: 9. s: 352.
62) İbn-i Şehr Aşûb. c: 3. s: 327/Bıhar-ul «ovar. c: 46. s: 294.
Malik b. A'yan Cahani bir şiirinde İmam Bâkır'ı şöyle metheylemiştir:
"Eğer halk Kur'an Kimlerini öğrenmeyi istiyorlarsa Kureyş’in buna sahip olduklarını bilmelidirler. Eğer Rasulullah (s.a.a)'ın kızının oğlu (İmam Bakır (a.s.) Kur'an ilimleri hakkında konuşmaya baslarsa bir çok ilim dallarını ortaya çıkarır.63
İmam Bakır (a.s.) "Kelam" ilmi konuları hakkında da Emir-ül Müminin (a.s.)'in Tevhit ve -Allah'ın sıfatlanyla64 ilgili hutbelerini rivayet etmiştir. Aynı şekilde şia ile Ehl-i beyt arasındaki ihtilaflı olan bir çok zarif "kelam" ilmi konu-açıklamıştır. Bu rivayetlerin büyük bir bölümü "Usul-u fi"de görülmektedir.
İbn-ün Nadim "el-Fihrist" kitabında bir tefsir kitabını îm Bakır (a.s.)'a isnat etmiş ve onu Eb-ul Çarûd Ziyad b. Münzir’in, imamdan naklettiğini söylemiştir65.
İmam Bakır (a.s.)'ın yılmak bilmeyen fâaliyetleri ve onan sonra da İmam Sadık (a.s.)'ın telaşları, şia fıkhınırr Ra-sululullah (s.a.a.)'ın hadislerine. Ethar imamtarın kalplerine olan gaybî ilham ve yardımlara dayanarak ehl-i sünnetten ve.. daha çabuk tedvin devresine girmesine neden oldu. Öyle ki mustafa Abdur Razzak bu hususda şöyle yazıyor:
"Şia fıkhının diğer islami fırkalardan daha çabuk tedvin Uyunduğunu kabul etmek akla daha uygundur. Çünkü onların, darının masum olmalarına veya masumluğa benzer bir anaya inanmaları, onların hüküm ve fetvalarının izleyicileri 'tarafından tedvin edilmesini gerektiriyor."66
63) el-İthaf bi-Hubb-il Eşraf, s: 144/Keşf-ul Gumme. c: 2. s: 123/Undet-ul Metalib (ibn-i Anbet), s195: el-Fuzûlül Muhimme. s: 210-211/Siyer-ul, Nubela. c: 4, s: 404/Nut-ul absar (Şablenci). s: 143
64) el-imam-ul Bakır (el-kuraşi), c: 1. s: 190.
65) Bakınız: Ta'sis-uş şia li-ulum-il İslam s327/eb-il carüd’un Kumminin tefsirinde yazılı olan tefsiri Ancak Eb-il Carud’in tefsir yöntemi araştırmacılar tarafından eleştirilmiştir. Ez-Zariet Eb-il Carüd’un tefsiri isminin altında
66) Tamhid-un li-Tarih- il Fıkh-il İslamı s. 203.
Peygamberin fıkhî mirası masum ehl-i beyt yoluyla doğrudan doğruya bize ulaşmıştır. Ehl-i sünnet, genelde imam Bakır (a. s.)'dan naklettiği hadislerin senedini babasından, o da babasından diyerek Rasulullah (s.a.a)'le sonuçlandırıyorlar ama şia, o hazretin ve diğer imamların imamet ve ismetine inandığından dolayı, hadisin senedini zikretmeye gerek görmüyor.
İmam Bakır (a.s.)'m kendisinden, senet zikretmeden peygamberden naklettiği hadisler hakkında sorulunca söyle buyurdu:
"Naklettiğim ama senedini söylemediğim hadislerin senedi babam Zeyn-ül Abidin (a.s.)'den o da babası Şehid Hü-seyn (a.s.)'den p da babası Ali b; Ebi Talib (a.s.)'ten o da Rasulullah (s.a.a.)'tan. o da Cebrail'den ve o da Allah'tandır."67
İmam Bakır da (a.s.) diğer şia imamları gibi dini açıdan, ehl-i beytin durumunun önemini açıklamak için tebliği girişimlerde bulunuyordu. Bu hususda o hazretten şöyle bir hadis nakledilmiş.
'Rasulullah (s.a.a.)'ın evlatları, ilahî ilimlerin kapıları, Allah'ın rızasına kavuşmanın yolu, cennete davet eden ve halkı ona yönelten kimselerdirler. 68
Yine o hazretten şöyle nakledilmiştir:
Bu evden kaynaklanmayan bir şey iyi bir son bulmaz."69 Makhul70 gibi kimseler, Emir-ül Müminin (a.s.)'den bir hadis rivayet ettiklerinde korkularından o hazreti Ebu Zeyneb lakabıyla söyledikleri bir durumda, o imam peygamberin ilimlerini, Ali (a.s.)'yi,senet göstererek halka aktarıyorlardı. Buna göre Rasulullah (s.a.a.)'ın hadislerinin tek varisinin şia olduğunu görüyoruz. Bunun nedeni de bu mirasın her birinin
67) el-Emali (Şeyh Müfid), s: 42/A'lam-ul Vera (Tabersi), s: 264.
68) Tefsir-i Ayyaşı, c: 1. s: 86/Vesail-u» Şia. c: 18. t: 9.
69) İhtisas, s: 31.
70) İbn-i Ebil Hadid onun Emir-ül Müminin (a.s.) e buğzedenlerden olduğunu söylemiştir. "el-İhtisas"ın dipnotu, s: 128.
nin Kur'ana dayanmasıdır, fiyle ki İmam Bakır (a.s.) bu hususda şöyle buyurdu:
"Size bir hadis naklettiğimde onun Allah'ın kitabıyla nasıl bağdaştığını benden sorun."71
2
5-İMAM MUHAMMED BAKIR(AS) 5-İMAM MUHAMMED BAKIR(AS)
İmam Bakır (a.s.)'ın bu mirası, hadisi yazmamaktan veya diğer nedenlerden dolayı din imha edilmek ve saptırılmak istenirken şianın Kur'an hakkında tahrifata duçar olmamasına neden oldu.
İmam Bakır (a.s.), çeşitli yollarla Rasulullah (s.a.a.)'ın kendisinden nakledilen "aranızda en iyi ve en doğru hükmeden Ali'dir" hadisine istinat ederek ehl-i sünnet alimlerinden birine Ali (a.s.)'nin adlî hükümlerini kabul ettirmeye ve onun, başkalarının adlî hükümlerine amel etmenin caiz olduğuna dair olan inancını iptal etmeye çalışıyordu72.
Aynı şekil de o hazret bazı yerlerde sahabe yoluyla nakledilen ilimlerin batıl olduğunu açıkça duyuruyordu. Hatta bir defa ahkamı, islamî ve cahili diye ikiye böldükten sonra şöyle buyurdu:
"Zeyd b. Sabit'in miras hisseleri hakkında cahiliyet ahkamına uygun olarak hükmettiğine sizi şahit tutuyorum.'"73
İMAM AÇISINDAN ŞİANIN DURUMU
İmam Bakır (a.s.)'ın imamet dönemi. Beni Ümeyye hâlife ve valilerinin Irak şiaları üzerindeki baskılarını sürdürdükleri bir zamana rastlamıştı. Irak, şianın asıl merkeziydi ve bu yüzden de İmam Bakır (a.s.)'a söyle deniyordu:
Iraklıların aşık oldukları kimse74.
Iraklıların imamı75.
Iraklıların, etrafına çember kurup soru sordukları bu şahıs kimdir78?
71) el-Mizan. c: 3. s: 176 "Kafi'den naklen.
72) Tahzib (Tûsi). c: 6. s: 220-221/Furû'-u Kafi (Küleyni) c: 7. 408/Vesail-uş-Şia. c: 18, s: 8-9.
73) Furfi'-u Kafi (Kuleyni) c: 7.«: 407/Tahzib. c: 6. s: 217.
74) İrsad, s: 282.
75) Ayan-üs Şia. c: 4. Bölüm: Z k 43.
76) Kafi. c: 8, s: 120.
Şialar, her yıl hacc mevsiminde imam ile temas kuruyorlardı ve bu temaslar genelde ya Mekke'de veya Beyt-üllah-il Haram'ın ziyaretçilerinin dönüp Medine'den geçtiklerinde gerçekleşiyordu, imam Rıza (a.s.) bu hususda şöyle buyuruyor:
"Halk hacc farizesini yerine getirmenin yanısıra fıkhî konular hakkında düşünüyor ve Ehl-i beytin hadisleri naklediliyordu."77
İmam ve şiaları bu dönemde, gün geçtikçe sayılan artan gulat (aşın gidenler) sorunuyla karşılaşmışlardı, onlar İmamın hadislerini kötüye kullanmak ve uydurma hadisleri o hazrete isnat etmekle, şia haysiyetinden yararlanmak ve şiayı kendi peşlerine çekip hedeflerini gerçekleştirmek istiyorlardı.
Özellikle de, İmam Medine'de iken bu girişimlerde bulunuyorlardı. Bu fırsat gütmeler şiddetlenince İmam ondan kendinden uzaklaştırdı, o hazretin ashabı da onları kendi aralarından çıkardılar. İmamın ashabı, "gulaf'ın önderlerinden ve en meşhurlarından olan Muğayret ibni Saîd ve Beyan b. Se-m'an-ı tekfir ettiler. Ebu Hurayre İçli bununla ilgili bir şiirinde şöyle, diyor:
"Ya Ebu Cafer! Sen, bizim sevdiğimiz bir imamsın: senin razı olduğun her şeye biz de razı oluyor ve ona uyuyoruz. Bazıları bizim yanımıza gelip bir takım hadisleri size isnat ediyorlar ve bu da bizi rahatsız ediyor. Bu hadisler Muğayre'nin sizden rivayet ettiği hadislerdir. En kötü şey de yalan ve uydurma hadislerdir."78
Bu beyitler "gulafın Irak şiflerini kendilerine çekmek için nasıl çalıştıklarını ve ehl-i beyt adına uydurma hadisleri yaydıklarını göstermektedir. Onlar İmama itaat etmeğe sarılarak kendilerini İslamî vazifelere amel etmekten muaf görüyor ve saadete ve yüce İslamî hedeflere ermek için sırf imamı tanımanın yeterli olduğuna inanıyorlardı, imam Bakır
77) Vmaü-uş Şia. c: 8. s: 8.
78) Ensab-ul Eyaf. c. 2. s: 77
(a.s) ise buna karşılık daima şalin amele dayanmanın gerekli olduğuna durmadan tekid ediyor, vurguluyordu. İmam Bakır (a.s):
"Bizim şialarımız Allah'a itaat edenlerdir."78 gibi hadisler buyurarak "gulaf'ın tutumlarını ve yanlış düşüncelerini reddediyordu. İmam bu gibi hadisleri buyurmakla belki de onların düşüncelerinin şia arasında bıraktığı etkiyi imha etmek istiyordu, örneğin şu hadis:
"Bizim şialarımız takvalı, çalışkan, ahde ve emanete vefa eden, zühd ve ibadet eden kimselerdir. Her gece ve gündüz elli bir rek'at namaz kılan kimselerdir. Geceler ibadet eder gündüzler de oruç tutarlar. Mallarının zekatını verir ve hacca giderler, bütün haramlardan da sakınırlar."80
Bu hususdaki başka bir rivayet de bazı "gulaf'ın desiseleri karşısında İmam Bâkır'ın (a.s.) şiddetle dikildiğini göstermektedir. Ali b. Muhammed N uf al i şöyle diyor:
"Muğayret ibn-i Saîd İmam Bakır (a.s.)'ın yanına gelip şöyle dedi: Benim gayb ümi bildiğimi halka söyle, ben de halkın bunu kabul etmesi için onları hazırlarım. Ebu Cafer (a.s.) sert bir şekilde onu yanından kovdu. Muğayret daha sonra bunu Ebu Haşim b. Muhammet b. Hanefiye ye anlattı o da Muğayret İbn-i Saîd'i iyice patakladı, neredeyse onu öldürecekti."81
Irak ehlinin duçar olduğu başka bir sorun da imamın onların itikat ve sağlamlıklarına fazla itimat etmemesiydi Onlar ehl-i beyti çok sevdiklerini izhar ediyor ve olanca hırslarıyla ehl-i beytin hadislerini yayıyorlardı ama -onlardan bazıları Küfe ve Irak halkının sabıkalarını taşıdıklarından dolayı- bu-vefadarlığın kesin olduğu telakki edilemezdi.
Bürayd İçli İmâm Bakır (a.s.)'a şöyle dedi:
"Bizim ashabımız Küfe'de çoğunluğu oluşturmaktadır, eğer onlara emrederseniz size itaat edecek ve emirlerinize uyacaklarını, söylüyorlar."
79) Fusûl-ul Mühimm», «: 213.
80) Srfat-u» Şia. s: 163.
81) İbn-i Ebü HadM. c: a r 121.
İmam Bakır (a.s.) şöyle buyurdu: Mümin kardeşinizin cebinden ihtiyacınız kadarını alabiliyor musunuz? "Hayır" dedim. İmam cevap verdi:
Onlar kanlarını vermek hususunda daha da cimridirler."82
Başka bir taraftan da imam bir takım maslahatlardan do- layı takiyye etmeğe mecbur idi ve Irak şialarından çoğu da onlara yüklenen ezici baskı tesirinde imamın Irak'a gelip kılıca el atmasını bekliyorlardı. İmamın bu işe teşebbüs etmemesinden dolayı da onun imametinde tereddüt ediyorlardı.
İşte bu yüzden ve İmam Bakır (a.s.)'ın imameti hakkında yeterli bilgiler kendilerine ulaştırılmamasından dolayı o hazret ile kardeşi Zeyd arasında tereddüt ediyorlardı ve bu da şia arasında bir takım, fırkaların meydana çıkmasına neden oluyordu, İmam. kardeşi Zeyd'in Kûfe'deki kıyamından yedi yıl önce vefat etti ama bu zaman kesiminde ve ondan sonra bir grup şialar arasında Zeyd'e eğilim kökleri kuvvetlendi.
Bütün bu zorluklara rağmen şialar Benî Umeyye'nin çıkarlarıyla muhalif olduklarından iç ihtilafla daha az tehdit ediliyorlardı. Ama onların üzerinde uygulanan siyasi baskının yatışmasıyla hemen "gulat" meselesi tedricen daha da genişliyor, yayılıyordu. Öyle ki İmam Sadık (a.s.)'ın zamanında şianın asıl sorunu bundan ibaret idi. Emevilerin şia üzerinde uyguladıkları baskı Ömer b. abdül Aziz'in iki yıl hükümet süresi hariç onların hükümetleri boyunca şiddetle sürdürülüyordu.
"Şiaiarımızdan bir belaya duçar olup sabır ve tahammül eden herkese Allah bin şehidin sevabını verecek' gibi cümleler, şiaların mübtela oldukları baskı ve zorluklan anlatmaktadır. İmam bu gibi cümleleri söylemekle onları daha çok dayanıklılığa ve kendilerine sahip olmaya sevkediyordu. Şianın siyasi durumunun ve halifelerin başlangıçtan o hazretin zamanına kadar yaptıktan baskıların yorumu hakkında o hazretten mufassal, ayrıntılı bir hadis nakledilmiştir, imamın bu husustaki görüşlerinin aydınlanması için o hadisi burada naklediyoruz:
82) Vesail-uş Şia. c: 3. s: 425
"Biz ehl-i beyt, Kureyş'in zulmünden ve karşımızda saf bağlanmalarından neler çekmedik, şialarımızın ve bizi sevenlerin halkın elinden çekmediği ne kaldı? Rasulullah (s.a.a.) dünyadan göçtüğünde, bizim, halktan kendilerine daha evla olduğumuzu duyurdu, ama Kureyş sırt sırta verip onu kendi mihverinden çıkardılar.
Onlar, hükümeti ele geçirmek için hükümetin bizim hakkımız olduğuna istidlal ettiler, ancak hakkımızı gasbettiler ve daha sonra da hükümet elden ele dolaştı ve yeniden biz Ehl-i beyte döndürüldü ama halk bize ettiği biatini ayak altına alıp bize karşı savaşmaya hazırlandılar öyle ki, Emir-ül Müminin (a.s.) yüce şehadet derecesine erinceye kadar (olayların) iniş-çıkışına duçar olmuştu. Daha sonra oğlu İmam Hasan (a.s.)'a biat edip vefadar kalacaklarına 'dair söz verdiler, ama ona da hiyanet ettiler...
Ondan sonra da Irak halkından yirmi bin kişi İmam Hüseyn'e (a.s.) biat ,edip ona da hiyanet ettiler... Ve bundan sonra da daima bize ihanet edildi, zulme uğradık, şehrimizden ve evimizden Sürüldük, haklarımızdan mahrum edildik, öldürüldük ve tehdit edildik öyle ki, kendimizin ve şialarımızın can güvencesi tamamen bizlerden alındı.
Yalancılar ve hakkı inkâr edenler yalanlarından ve inkârlarından dolayı ortam yaratarak islam ülkesinin her noktasında yalanları ve inkârları vasıtasıyla zatim sultanlara, onların kadılarına ve mümessillerine yaklaştı ve uydurma hadisler nakletmeye ve onları yaymaya başladılar.
Bizim dilimizden öyle hadisler naklettiler ki, ne biz onları söylemiştik, ne de onların içeriğine amel etmiştik. Onlar bunu yapmakla bizi halka kötü tanıtmak, bize düşmanlık ve kin besleme tohumunu onların kalplerine ekmek istiyorlardı. Bu siyaset, İmam Hasan (a.s.)'ın vefatından sonra Muaviye'-nin zamanında daha da şiddetle takip ediliyordu. Bu zehirleyici tebliğlerin sayesinde her yerde şiaları öldürmeye ve en az bir şüphe etmekle onların et ve ayaklarını kesmeye başlıyorlardı.
Bizi sevmek ve bize uymakla tanınan kimseler zindanlara gönderilerek mallan yağma edildi ve evleri de yıkıldı. Bu tutum Haccac b. Yusuf Kûfe'de işbaşına gelinceye kadar ÜbeyduUah b. Ziyad'm döneminde gün geçtikçe daha da şiddetleniyordu. Haccac da çeşitli işkencelerle şiaları öldürüyor. şüphelendiği ve herhangi bir şeyle suçlanan her şianın yakalanmasını emrediyordu.
Şialanmız dize gelmiş ve iş bir yere varmıştı ki, onun yanında, birinin zındık veya kafir diye vasfedilmesi onun için Emir-ül Müminin (a.s.)'in şiası diye vazedilmesinden daha iyiydi.
Durum öyle olmuştu ki, iyilikle tanınan kimseler hakikatte takvalı ve doğru kimseler olmuş olsaydılar bile, önceki halifelerin üstünlüğü ve fazileti hakkında öyle hayret edici hadisler naklediyorlardı ki, ne Allah o üstünlüklerden birini onlarda yaratmıştı ve ne de böyle bir şey gerçekleşmişti. Bu hadisleri rivayet eden kimseler de bunun hak olduğuna inanıyorlardı çünkü bu hadisleri yalancılık ve takvasızlıkla meşhur olmayan kimseler naklediyorlardı."83
Bu rivayet -şia imamlarının o dönemin siyasi durumu hakkındaki yorum ve tahlil tarzını ve Emevi halifelerinin genelde Irak'ta yaşayan şialar üzerindeki baskılarını göstermektedir. Tabii ki Medine ve Mekke'de de şia var idi, ama onların sayısı Irak şialarına oranla çok az idi. Bu şialardan biri de İbn-i Meymun idi.
Bir gün İmam "Mekke'de kaç kişisiniz?" diye ona sordu. "Dört kişiyiz dedi. "İmam" Siz yeryüzünün karanlıklarındaki nurlarsınız"84 buyurdu. (Bunların imamın gerçek ve ihlaslı şiaları olduktan muhtemeldir).
Şiaların çoğu şialığın yüce derecelerine varmamışlardı ve onların bir grubu ehl-i sünnet hadislerinden yararlanmanın yanısıra ehl-i beytin ilimlerinden de faydalanmak istiyorlardı ve bu yüzden de onlar "Rical' kitaplarında imamın ashabından sayılmışlardır. İmam Bakır (a.s.)'in "Rical-ı Tûsi'de sayılan 467 ashabının imam ile güçlü bir bağlantıları var idi.
Aksi halde ehl-i sünnet kitaplarında İmam Bakır (a.s.)'dan hadis nakleden ve aynı zamanda o hazretin ashabından sayılmayan pek çok kimseler mevcuttur. Irak'ta -şia imamlarının imametine inandıktan için değil ehl-i beytin insanî ve siyasî şahsiyetlerinin üstünlüklerinden dolayı onların hakimiyetini savunan-siyasî şialar pek fazla idiler ama kimse yüzde en
Az bir zafer ihtimalini nazara alarak siyasî bir kıyam gerçekleştirmek için onlara güvenmiyordu, önceki sayfalarda yazmış olduğumuz Burayd İdi'nin İmam Bakır (a.s.) ile koması bu hakikati göstermektedir.
İmamın ashabından bir kaç kişi diğerlerinden daha meşhur olup İmam Bakır (a.s.)'ın şia hadis kitaplarındaki hallerinin yarısından çoğu onlar vasıtasıyla nakledilmiştir. Harrabuz diye tanınan Züraret İbni A'yan, Burayd b. ıviye el-İcli, Ebu Basir Esedi, Füzeyi b. Yesar ve Muham-bı b. Müslim İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.)'ın zaman-ında olup.
onlarla birlikte, olan ve şia alimleri tarafından imamen teykj edilen kimselerdendirler85.
Özellikle de Zürare teyid edilmiş ve İmam Sadık (a.s.) 1'onUn hakkında şöyle buyurmuştur:
"Zürare'ye Allah rahmet etsin eğer Zürare olmasaydı nü büvvetin eserleri ve babamın hadisleri yok olup giderdi."86
Muhabbet b. Müslim gibi kimseler imamı gerçekten tanıyor ve kendi ilmini sadece İmam Bakır (a.s.) ve ondan sonra da İmam Sadık (a.s.) vasıtasıyla elde ediyorlardı onun; kendisi bu hususda şöyle diyordu:
Tereddüt ettiğim her şey hususunda Ebu Cafer'den r (a.s.) sordum. O hazretten otuz bin hadis ve Ebu Abdullah (a s.)'dan da on altı bin hadis sordum."87
Bazı şialar onun (Muhammet b. Müslim'i) şianın en fakih şahsı olduğuna inanmışlar."88
Meşhur şiilerden başka biri olan Cabir b. Yezid Cu'fi İmam Bakır (a.s.)'dan hadis naklettiğinde şöyle diyordu:
"Vasiylerin vasiyyi ve peygamberlerin ilminin varisi Mu-hammed b. Ali b. Hüseyri (a.s.) bana şöyle hadis buyurdu 89
84) Rical-. Keşşi s: 246
83) Ş«rtı-u Nehc'ül Belağa (İbn-i Ebil Hadid), c: 11, s: 44/et-İmam-us Sadık (Ebu Zühre) s: 111 -112.
85) Rical-ı Ke. s: 238.
86) Rical-ı K»«i- * 90/«Mhtisas (Müfid). s. 66.
87) «l-İhtisa». t. 201/Ricaln KeMi. t: 109.
88) el-ihtisas t: 203.
89) «l-İrşad, r. 28/Hilyet-ül Evliya, c. 3, s: 183.
Bu söz. Malik Ester Nahai'nin Emir-ül Müminin'e işaret eniğinde halka hitap edip söylediği sözlerin kendisidir.
"Ey insanlar, vasiylerin vasiyyi ve peygamberlerin »min varisidir bu."90
Ebu Hanife onun eşsiz biri olduğuna inanıp söyle diyordu:
"Bence, Kûfe'de kendi dalında ondan daha büyük biri yoktur.'9'
Hamrân b. A'yan ve abdullâh b. Şerik de imamın ashabı arasında çok az rastlanan şahsiyetlerdendiler92.
İmam Sadık (a.s.) aziz babasının hadislerini taşıyan kimselerin hakkında şöyle buyuruyor:
"Sadece Zürare,' Ebu Basîr Muradi, Muhammet b. Müslim ve Burayd b. Muaviye babamın habislerini yok olmak tehlikesinden korudu. Eğer bunlar olmasaydı kimse hidayete kavuşamazdı.
Bunlar dini koruyanlar ve Allahın helal ve haramı hakkında babamın güvendiği kimselerdir. Dünya ve ahirette bize doğru koşan kimseler, bunlardan ibarettir."93
İMAM VE SİYASİ KONULAR
Zeydi şialar kendi mezheplerinin, imamet hakkındaki ilkelerinden birinin imamın silahlı kıyam etmesi olduğunu kabul ettiler. Zeydiye açısından şialardan ancak silahlı kıyama kalkışan biri irnam olarak tanınırdı, aksi halde onu imam olarak tanımazlardı.
Zeydiye arasındaki bu inancın neticesine dikkat edersek onun, Nefs-i Zekiye, onun kardeşi İbrahim, "fahh" şehidi, diye tanınan Hüseyn b. Ali ve diğer bazılarının koskoca İslam ülkesinin köşe ve bucağında başlattıkları bir kaç yenilgiyle sonuçlanan ve dağınık kıyamdan başka bir şeyin olmadığını göreceğiz. Önderlerinin Zeydi mi yoksa oniki imama
90) Tarih-i Ya kubi. c: 2. s: 179. Dar-u Sâdır basımı.
91) el-Menakib («l-Mekki) c: 2. s: 18. rt-İmam Ebu-Hanift (Ebu Zühre). s: 72 den naklen.
92) Bihar-ul Envar. c: 46. a: 343-344.
93) et-İhtisas (Müfid). s: 66.
inanan şia mı olduğunda tereddüt edilen (ancak büyük bir ihtimale göre Zeydi idiler) Taberistan kıyamı hariç, bu silahlı kıyamların hiçbiri gözalıcı bir başarıya ulaşamadı. Bu kıyamların neticesi şunlardan ibaret oldu:
1- Onlar Allah'ın seçtiği imamlar yani Ethar imamların
ardısıra değil de eline kılıç alan her şianın ardısıra hareket et
tiler.
2- Kültürel açıdan da tefsir, fıkıh ve kelam konulan hakkında şia gibi düzenli ve birbirine bağlı bir kültüre sahip olamadılar. Tefsir ve fıkıh sahasında takriben Ebu Hanife'nin fıkhına, kelamda ise tamamen Mütezile'ye uydular.
Zeydilere genel bir açıdan bakılırsa takriben onlar ehl-i sünnetin fırkalarından biri sayılmalıdır.
Şia imamlarının özellikle de İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.)'ın faaliyetleri, kendine özgü zengin bir kültüre sahip bir mektebin oluşmasına neden oldu ve bu mektep sonraları Caferi mektebi diye meşhur oldu. Gerçi Bakır? mektebi diye yayılsa. meşhur olsaydı yine yerinde olurdu.
Bütün alanlarda Ehl-i beytin ilimlerini düzenli bir şekilde ileri süren bu fikirsel mektep bu iki şia imamının elli beş yıla yakın (48-94 Hicri Kameri) sürekli çalışmalarının faaliyetlerinin ürünüdür.
Emeviler ve sonraları da Abbasiler kendi hükümetlerini korumak için her muhalefeti şiddetle bastırdıkları o günün siyasi toplumunda böyle bir metod, haliyle mühim siyasi faaliyetlerle birlikte yürütülemezdi Her zaman ve her yerde ne pahasına olursa olsun hatta hak öğretileri açıklamayı elden çıkarmak pahasına olsa bile bir siyasi harekete katılıp sonsuza dek bütün kapılan bir ümmetin yüzüne kapatmak değer değildir.
Şia imamları bu zaman diliminde kendi asıl metodla-rını, İslamın gerçek öğretilerini izah etmek temeline oturttular ve bugün neticesini tamamen gördüğümüz asri faaliyet ve ça-lısmalan, mezhebi kültürü tedvin etmek idi.
Bu, şia imamlarının zalim sultanlara karşı asla cephe almadıktan anlamına gelmez, çünkü şia imamlarının hilafet iddiası ettiklerini hemen hemen bütün şialar ve hatta emeviler iyice biyorlardı Bu hakikat İmam Bakır (a.s.)'dan nakledilen sözlerde de beyan edilmiştir.
Ehl-İ beyt, hilafetin kendilerine ve babalarına mahsus olduğunu ama Kureyş'in zorla bu hakkı kendilerinden aldığını söylüyorlardı ve bu yüzden de bir takım maslahatlardan dolayı istisna olarak müsaade edilen bazı yerler hariç, kendi şialarının bu zalim sultanlara yardım etmelerini yasaklıyorlardı.
Ama bu mevzu resmen sürekli ve silahlı bir mücadele şeklinde ve inkilabî kıyamlara katılmakla gerçekleştirilmedi. Buna göre imamın muhalefeti, onlarla yardımlaşmamaya davet etmesi ve menfi mücadelesi imamın belirli ve apaçık tutumlarından sayılmaktaydı.
Şialardan biri olan Akabet İbn-i Beşir Esedi İmam Bakır (a.s.)'in yanına gelip kendi kabilesi arasındaki makamına değinerek şöyle dedi: Kabile reisimiz öldü diye kabile halkı beni onun yerine seçmek istiyorlar94, buna siz ne diyorsunuz?
İmam buyurdu:
"Kendi soy ve sopunla bize minnet mi bırakıyorsun? oysa ki halk. müminleri küçümserken Allah kendilerini, imanlarından dolayı yüce bir makama ulaştırdı: kafirleri ise halk büyük görürken, tazim ederken Allah onları zelil eni. Kabilenizin büyüğünün öldüğü ve onun yerine seni seçmek istedikleri hususuna gelince, eğer cennetten hoşlanmıyor ve onu sevmiyorsan kabile reisliğini kabul et. Bu surette eğer hakim, bir müslümanın kanını dökerse sen de onun kanında ortak olacaksın ve bunun karşılığında ise dünyadan bir şey kazanamazsın beki de."
İmamın kendi şialarını devletteki her makama hatta pek de yetkisi olmayan kabile reisliğine atanmaktan nasıl menet-tiği bu hadisten anlaşılmaktadır. Bunun nedeninin de hakimlerin halka zulüm edişi olduğunu ve şiaların onlara yardım etmesinin bu günaha ortak olmaları anlamına geldiğini belirtiyor.
94) Rical-i Keşşi. s: 204
İmam Bakır (as.) çeşitli yollarla halkı hakimlere karsı itiraz etmeğe ve onlara nasihat etmeğe teşvik ediyordu. O hazret, kendinden nakledilen bir hadisde söyle buyurmuş:
"Zalim bir sultanın yanma gelip onu Allah'tan sakınmaya davet eden, nasihat eden ve kıyametle uyaran, ikaz eden biri bütün cin ve insanların sevabı miktarınca mükâfatlandırıla-caktı. 95
Takiyye şianının, Emevi ve Abbasüerin siyah istibdadi döneminde kendilerini korumak için yararlandıkları en önemli siperlerinden biridir. İmam Bakır (a.s.) bu hususda babasından şöyle naklediyordu:
"Takiyye. benim ve babalarımın dinindendir, takiyye etmeyen birinin dini yoktur."96
Ehl-i beytin imamet iddiası ettiklerine dair bir çok tarihî delil ve şahitler mevcut olup bu iddiaya açıkça delalet ediyor. Halkın çoğu bu meseleden haberdar olup şia imamlarının imameti kendilerine mahsus bir hak olduğunu biliyorlardı.
İmam Bakır (a.s.) ve diğer imamlar, teorik açıdan kendi zamanlarının hakim düzenlerinin uyguladıkları metod ve programların batıl olduğunu tekid edip. İslam toplumunda gerçek imametin uygulanma zaruretini gündeme getiriyordu:
"İşte böyledir ey Muhammet (b. Müslim}! Bu ümmetten hazır, ada ve Allah tarafından tayin edilen bir imama iktida etmeyen herkes sapmış olur ve eğer bu halde Ölürse küfür ve nifak hâlinde ölmüş olur.
Ey Muhammet! Zalim sultanlar ve onların izleyicileri Allah'ın dininden ayrılıp saptılar ve başkalarını da saptırıyorlar, yaptıktan isler de fırtınalı bir günde rüzgârın savurduğu küle benzer, yaptıkları işlerden bir şey ellerinde kalmaz: bu da haktan uzaklaştıran sapıklıktan başka bir şey değil."97
Bu sözler haliyle halifenin valilerinin halka yaptığı zulüm hakkında halkı aydınlatmak için, ortan Ehli beyte doğru yön-
95) «Mtrtisa» (Mufid), t: 261.
96) Dtaim-ul İslam, e: t. » 95.
97) Kafi. c 1. s: 183-184.
lendiriliyordu. İmam daima istemın beş temel hükmü olan velayet, namaz, oruç. hac ve zekatın beraber olması gerektiğini tekid ediyordu. Ve bu yüzden de velayet hususuna değinmek amacıyla, hadisin devamında şöyle buyuruyor:
"Allah, halkı velayet kadar önemli olan bir şeye davet ettiği halde onlar, dört hükme (namaz, oruç, hac ve zekaz) amel ettiler ama velayeti terk ettiler."98
Bir gün İmam Bakır (a.s.) Hişam b. Abdül Melik'in yanına gider ama ona halife ve emir-ül müminin diye selam etmez. Hişam bunu görünce öfkelenip etrafındaki halkın imamı kınamalarını ister ve daha sonra da imama şöyle der:
"Her zaman siz Ehli beytten biri müslümanların asasını kırarak halkı kendi imametine davet etmiştir."
Ondan sonra da imamı yererek halkın da onu kınamasını ister. İmam bu sırada halka dönerek şöyle buyurur:
"Ey millet! Nereye gidiyorsunuz, nereye sürükleniyorsunuz? Evveliniz biz Ehl-i beyt vasıtasıyla hidayete erdi ve sonunuz da yine bizim vasıtamızla son buldu. Eğer bizden erken hilafeti ele geçirdiniz ise İslam ümmetinin idaresi ve velayeti nitekim bize dönüp gelecek. Çünkü biz akibeti olan bir soyuz. Allah da buyuruyor ki. "Akıbet takvalarladır'
Hişam. imamın tutuklanmasını emretti. İmam tutuklanıp zindana gönderildiğinde, zindandakileri etkileyince Hişam. İmamın Medine'ye döndürülmesin! istedi".
İmam Bakır (a.s.)'ın döneminde, Beni Ümeyye sultanları. Ehli-i beyt'in özgürlüklerini daha da kısıtlıyorlardı. Bu baskının nedeni de, Eh-i beyt'in imamet ve dinî-siyasî önderliğinin kendi haklan olduğunu ama Beni Ümeyye'nin onu gasbettiği-ni iddia etmeleriydi.
Doğru olup olmadığı pek de belli olmayan- tarihî senetlere göre Beni Ümeyye halifelerinden sadece Ömer b. Abdül
98)Kafi. c. 1. s: 183.
99)Eimmetuna. c: 2. s: 358-59. Kafi. C. t. s: 478 den naken/el-menakib c: 2. s: 280.
Aziz Ehl-i beyte karşı biraz da olsa yumuşak davranmıştır. Buna göre ehl-i sünnet onun hakkında İmam Bakır (a.s.)'dan şöyle nakletmiştir:
"Beni Ümeyye'nin en necip halifesi Ömer b. Abdül Aziz'dir."'100
Aynı şekilde şia kaynaklannda Ömer b. Abdül Aziz'in, Ehl-i beytin beyt-ül maldan olan hakkını onlara verdiği101' ve de "Fedek"i Beni Haşim'e geri verdiği nakledilmiştir102.
Beni Ümeyye döneminde Ehl-i beyt üzerinde en çok baskı yaratan Hişam b. Abdül Melik idi. Onun kötü ve acı sözleri Zeyd b. Ali'yi (131 hicri kameri yılında) Kûfe'de ona karşı kıyam etmeye zorladı. Hişam ile Zeyd arasında olan bir görüşmede Hişam; hatta Ebu Cafer Muhammed b. Ali (a.s.)'ye ihanet ederek emevilere özgü alay ve eziyet etmekle, imamın lakabı "Bakır olduğu halde ona "Bakara" dedi. Onun edep dışı
"Rasulullah (s.a.a.) ona 'Bakır" lakabını verdiği halde sen ona "Bakara" diyorsun, o halde senin Rasulullah (s.a.a.) ile derin bir ihtilafın var. Onunla dünyada muhalefet ettiğin gibi ahirette de muhalefet edeceksin, o cennete gidecek, sen de cehenneme."'103
Hıristiyan biri şia kaynaklarında nakledildiği gibi İmam Bakır (a.s.). oğlu İmam Sadık (a.s.) ile birlikte Emeviler tarafından tahkir edilmek ve neticede hükümet ve Emevilere muhalefet düşüncelerinden men edilmek amacıyla Şam'a çağrıldılar Hişam'ın karşısında yüce islam peygamberine ihanet ve küfretti, o da hiç bir tepki göstermedi.
Zeyd daha sonraları bu mesele hususunda acayip bir duyarlılık, hassasiyet gösterdi ve söylendiği üzere Zeyd'in emevi hükümetine karşı kıyam etmeye zorlayan asıl ve önemli etkenlerden biri de bu gibi tavırlar idi. Bu kıyam, daha sonraları koskoca İslam top-
100) Tezkiret-ul Hüffaz (Zahabı). c: l. s: 119
102) Hisal. c: l. •: 51/Emali-yi Tu». *: 80/Tarih-ul Hütefa (Suyuti). s:232.
103) bn-u Ebil HadkJ. c: 7, s: 132/ÜmdttnJl Metalib (İbn-i Anbet).t: 194.
raklarında bilhassa doğu ve İran kesimlerinde peşpeşe Emevilere karşı kıyamların başlatılmasına neden oldu.
Şia kaynaklarında söylendiği gibi İmam Bakır (a.s.) oğlu İmam Sadık (a.s.) ile birlikte tahkir edilmek ve neticede hükümet ve emevilerle muhalefet etmek düşüncesini başlarından çıkarmaları için Şam'a çağırıldılar.
İmam Sadık (a.s.) bu olayı uzun bir rivayette nakledilmiştir. Bu hadisin bazı bölümlerini ravinin dilinden naklediyoruz.
Bir yıl Hişam hac farizesini yerine getirmek için Mekke'ye gelmişti, o yıl İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a s.) da Mekke'de idiler. İmam Sadık (a.s.) -Beni Haşim'in Emevilerden üstün olduğunu hikayet eden cümleler diyerek şöyle buyurdu:
Hamd. Muhammed (s.a.a.)'i peygamberliğe seçip onun vasıtasıyla bizi ihtiram sahibi kılan Allah'a mahsustur. Biz. Allah'ın, mahlukatı arasından seçtiği ve onun tarafından tayin edilen halifeleriz. Bize uyan. itaat eden kimseler saadete erenlerdir: bizimle düşmanlık ve muhalefet eden kimselerse bedbahtlardır."
Bu haber Hişam'ın kulağına gidip çattı ama Şama kadar bu hususda bir şey söylemedi. Şam'a girince Medine valisine bir elçi göndererek ondan İmam Bakır (a.s.) ile İmam Sadık (a.s.)'ı Şam'a göndermesini istedi. Bu iki İmam Şam'a doğru yola koyuldular. Hişam onları tahkir etmek amacıyla üç gün bekletip dördüncü gün onları kabul etti. Kureyş'in ve diğer kabilelerin büyük şahsiyetlerinin katıldıkları toplantıda -artık yaşlanmış olan- İmam Bakır (a.s.)'dan onunla atma yansına katılmasını istedi.
İlkönce imam yaşlılığı bahane ederek bu isteği kabul etmekten çekindi. Ama Hişam israr edince imam mecburen kemanı eline alıp ilk oku hedefe isabet ettirdi ve sonraki dokuz oku da diğer okların arka kısmına isabet ettirdi. Derin bir hayrete düsen Hişam şöyle dedi:
Yeryüzünde bunun gibi ok atan birinin mevcut olduğunu sanmıyorum."
Daha sonra Beni Haşim le Beni Ümeyye arasında olan akrabalık konusunu Heri sürerek bu iki kabileyi haysiyet yönünden eşit göstermek istedi. Fakat İmam Bakır (a.s.) Ehl-i beytte mevcut olan manevi kemâlların ve faziletlerin başka kabilelerde olmadığını vurguladı.
Hişam sözlerinin devamında Şiilerin Emir-ül Müminin (a.s.) hakkındaki inanç ve düşünceleri ile alay ederek şöyle dedi: Ali "gayb dan haberdar olduğunu söylüyordu, oysa ki Allah onu kimseye öğretmemişti. İmam bunun cevabında Kur'an öğretilerini ve peygamberin ilimlerini Ali (a.s.) nin yaydığına işaret etti. Nitekim Hişam onların serbest bırakılmasına ve Medine'ye döndürülmesine dair emir verdi.
Bu arada Medine'de oturan hıristiyan rahip ve keşişler ile İmam Bakır (a.s.) arasında karşılıklı bir konuşma, sohbet oldu. Hadis kaynakları bu olayı ayrıntılı olarak nakletmişler. Bu olaydan sonra Şam halkının İmam Bakır (a.s.) m ilmiyle etkilenmemesi için imamın hemen Şam'ı terk etmesini istedi ve Medine valisine bir mektup göndererek İmam Bakır ve İmam Sadık (a.s.) hakkında şöyle yazdı:
"Şam'dan Medine ye doğru yola düşen Ebu Turab'ın104 bu iki oğlu büyücüdürler ve yalan yere muslüman olduklarını söylüyorlar. Çünkü bunlar hıristiyan rahiplerin tesirinde kalıp mesihiyete eğilmiş, meyletmişler. Ben bunlarla akraba olduğumdan dolayı kendilerine eziyet etmekten çekindim. Bunlar Medine'ye geldiklerinde benden taraf halka de ki: Bunlarla muamele eden. bunlara el veren ve selam eden kimseler İslamdan saptıklarından dolayı onların hakkında ben sorumlu değilim."
Halk bu emirle etkilenip o hazrete oto» ihanetlerde bulundular fakat imam onlara nasihat edip Allah’ın azabıyla uyardı ve nitekim onlar da ihanet etmeği terk ettiler105. Bu rivayet Hişam'm, Ehl-i beytin çehresini lekelemek amacıyla yaptığı hileyi ve şia imamlarının da kendi makamlarının diğerlerinden daha üstün olduğuna ısrar etmelerini göstermektedir.
104) Hz. Ali (a.s) ‘nin lakaplarındandır.
105)Delal-ul İmamet (taberi) s104/ Eman-ul Ahtar(Seyyid b. Tavuz) s.52 Necef Baskısı/ Biharul Envar c46 s.306/ Tefsir-i Ali b. İbrahim kummi s88/ Menakub-u Al-i Ebu Talib (ibn-i Şehr Aşub c63 s. 334-348
3