6-İMAM CAFER SADIK (AS) 6-İMAM CAFER SADIK (AS)
Hüccet'ül İslam RESUL CAFERİYAN
Çeviren: Cafer BAYAR
KEVSER SURESİ
Rahman Rahim Allah'ın Adıyla
"Şüphesiz biz, sana kevseri verdik.
. Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
Doğrusu asıl ebter (soyu kesik olan) sana kin duyandır."
TAKDİM
Bu güne kadar müslümanlar, bilhassa biz Ehl-i Beyt mensupları, Masum İmamları, yolumuza ışık tutacak ve aydınlatacak bir şekilde tanıyamamışız. Tanımışsak da onlar hakkındaki bilgimiz mantıkî ve aklî yönden daha ziyade atifî bir yön taşımaktadır.
Bunun nedenini anlamak için İslam toplumuna, bizzat şii toplumlarına hüküm süren siyâsetleri incelemek gerekir. Masum İmamlar, halifelerin, İslam toplumunu medine-i fazı-ladan uzaklaştıran, öz Muhammedî (s.a.a.) islam'ı gerçek rotasından saptıran yanlış tutum ve tavırları karşısında her yönlü bir mücadele başlatmışlardı.
Haliyle hilafetin temelini sarsacak bir mahiyette olan bu mücadeleye karşı halifeler de ellerinden geleni yaptılar. Bu doğrultuda Masum İmamlar'a zulüm ve haksızlık ettiler, onların toplum arasındaki itibarını düşürmek ve Şiiliğin temelini kazrmak için geniş çaplı bı'r karalama politikası seçtiler.
Bununla da kalmayıp Ehl-i Beyt mensuplarını katletmeye başladılar... Kısacası hakim düzenler Ehl-i Beyt İmamlarını halktan koparmak en azından faaliyetlerini kontrol edebilmek için engel üstüne engel çıkardılar, halkın bilinçlenmesini önlediler ve buna parelel olarak da itibâr kazanmak için zulüm saraylarının vitrinine satılmış, şartlanmış alimleri de kattılar.
Böylece de tarihimize, ^günümüze ve gelecek nesillerimize ışık tutan, yön veren bu mücadeleyi bir ibham girdabında tutmaya çalıştılar ve bu doğrultuda nisbeten başarı sağladılar.
Masum İmamların mazlu-miyeti, tarihin bütün dilimlerinde doğal olarak şiaların atife ve duygularını coşturmuşsa da onların kendi İmamlarına karşı duydukları gerçek sevgi ve bağlılıklarını sergileyen bu doğal tavır bile egemen siyasetçilerin ard niyetli saldırılarına maruz kalmış ve hatta bazen onun pasifleştirici yönü daha çok ağırlık kazanmıştır.
İmam Humeyni (r.a.) önderliğinde İran İslam İnkılâbının başarıyla sonuçlanması, İslam'ın siyasal, toplumsal, kültürel, iktisadî ve askerî metod ve ilkelerinin yeniden gözden geçirilmesini gerektirirken, aydın kesimin dikkatini, Masum İmamların yaşantısında daha dikkatle incelemeye, daha derinden düşünüp araştırmaya çekti, özellikle de yukarıda belirtilen alanların, bu İmamların veya Mukaddes İslam Cumhuriyeti düzenindeki yetkililerin bizzat hayatlarının her yönünde tamamen parlaması öz Muhammedi (s.a.a.) İslam'dan güzel bir örnek sergilemektedir, bizlere.
"Masum imamların Fikrî ve Siyasî Hayatı" adındaki kitabımız bu doğrultuda olup, Masum İmamların hayatlarını siyasî ve fikrî açıdan maharetle incelemeyi üstlenmektedir.
Toplumumuzda Masum İmamların bu yönü mübhem kaldığından, daha doğrusu gizli tutulduğundan dolayı, İslamî faaliyetlere yön vermesi için KEVSER yayıncılık olarak bu boşluğu doldurmak istedik. İnsanımıza faydalı olmasını diliyoruz.
Üstad Allame Seyyid Cafer Murtaza'nın
ÖNSÖZÜ
Masum imamların tarihleri etrafındaki bazı önemli hususlar:
Masum imamların yaşantısı, amel ve tavırları hakkında inceleme yapmak, fertlerin bireysel özelliklerinden ve onların şahsiyetini belirleyen özelliklerden bahsetmek değil; bilakis İslam'ın çeşitli boyut ve alanlarından ve de onca kapsamlılık, asalet ve derinliği ile onların özelliklerinden bahsetmektir.
Bu durumda hiç bir tarihçi ve araştırmacı islam'ın bütün hakikatlarini doğru bir şekilde ve derinden idrak etme gücüne sahip olmadıkça, İslam'ın, imamların bütün yaşamında ve şahsiyetlerinin özünde yarattığı gerçek etkiye vakıf olmadıkça ve bu etkilerin, onların kendi etraflarına karşı yaptıktan amellere, hal ve tavırlara nasıl yansıdığını bilmedikçe, imamların hayatına tamamen aşina olamaz ve onların takındıkları tavır ve davranıslarındaki hassas noktalan, canlı şahsiyetlerini gerçek ve kamil bir şekilde aktaramaz.
İmamların düşünce, ilim, fazilet, ihlas ve ruhsal özelliklerine sahib olmak İçin belli bir yol katetmiş birinden başka, hiç bir kimsenin İmamların bu alanlardaki makam ve mevkisine varma aşamasında olduğunu ya da bu yüce makama varmaya muvaffak olmuş olduğunu iddia ettiğini sanmıyoruz: Biz nerede, onlar nerede, hatta bunlardan bir derece aşağı kimseler nerede?
Aynı zamanda bu, aciz kalarak onlardan yararlanmadan kaçınmamız anlamına gelmez. Mecburen bu konunun derinliklerine inmeli, coşkun dalgalarına atılmalı ve bu konunun hayır, bereket, ibret ve öğütlerinden yükümüzü tutmalıyız ki gücümüzün yettiği kadar ve imkanımız elverdikçe yararlanalım. Bunun kendisi doğruluğa götürür, hayrın esas ve temeline yüceltir. '
Değerli kardeşimiz Hüccet-ül islam Caferiyan sadece kalbini aydınlatmak, akıl ve ruhunu bu nur denizine daldırmak ve ondan hayır ve bereket almak için çaba sarfetmiş ve bu nurların coşkun denizine atılmıştır. Allah çabası karşılığında onu mükâfatlandırsın ve hayır, doğruluk, kurtuluş ve temizlik yoluna iletsin.
KONUNUN UFUKLARI
İmamlar, ve onların hakkındaki olaylar üzerinde inceleme yapmanın, fertlerin tarihi olmadığını bilakis onun, Allah'ın, insan tarihi boyunca peygamberlerin dilek ve çabalarının tecelli etmesini istemiş olduğu insanın "ilahi hidayet ve eğitim" tarihi olduğunu öğrendik. İmamlar yeryüzünde (kelimenin tam anlamı ve bütün yönleriyle) ilahî halifeliğin canlı tecessümü ve yüce örneğidirler.
Evet kamil şahsiyet onlarda tecelli ve tecessüm etmiş ve öyle kamil birer insan olmuşlar ki bilinç, irade, hikmet ve mukavemet ile yaşamın bütün zorluklarına göğüs germişler, yaşam da bütün olumsuz yönleriyle, içinde taşıdığı felaket, zorluk bela ve sıkıntılarla onları karşılamıştır.
Ancak hayat, ilahi iradenin devamı olan bu ilahi insanın iradesine boyun eğmiş ve bu insanın bilinci karşısında teslim olmuştur. O ilahi gözle bakar, onun hikmet ve dayanıklılığı yaşamın zorluğuna, kahrına karşı koyduğu için böyle bir üstünlük sağlamıştır, bu başarı ilahi talim ve himaye yardımı ve Allah'ın tevfik ve teyidiyle gerçekleşmiştir.
İmamların hayatlarını, onlar için özel bir durum doğuran ve onları her alanda onunla yaşamaya ve karşılaşmaya mecbur eden bütün şart ve durumları tanıma ve idrak etmeye olan ihtiyacımız işte burdan aydınlığa kavuşmuş oluyor. Bu ihtiyaç, ister bazılarına göre imamların özel yaşamlarının belli bir alanında sınırlı tutmalarından kaynaklanmış olsun, isterse bizim ele aldığımız, siyasi, sosyal, ahlâkî v.s. gibi öğretilerden .
ibaret olan toplumun genel hayatının geniş bir dairesinde ele alışımızdan kaynaklansın, zaruri bir meseledir.
Bu söylenenlerin tümü bir gerçeği teyid ediyor, o ise imamların geniş kapsamlı ufuklarına küçük dahi olsa bir baca açmak isteyen her araştırmacının gerekli şahit ve delillerin en azıyla yetinmek istese bile karşılaşacağı zorluk ve zahmetten ibarettir.
İKİ SORU:
Bunları göz önünde bulundurarak önce şu soruya hemen cevap vermek gerekir; elde bulunan belge ve kaynaklar böyle önemli bir konuyu halletmemiz ve bu amaç ve gayenin gerçekleşmesi için yeterli midir?
Eğer sorunun cevabı olumsuz ise başka bir soru yöneltmeli. Elimizde bulunan belge ve kaynaklardan çok yönlü, geniş ve istenen bir düzeyde yararlanabilir miyiz?
Bu sorunun cevabı da önceki sorunun cevabı gibi olumsuz olacaktır. Elimizde bulunan kaynaklarla onların hayatını anlama ve yaşantılarının geniş ufuklarına ulaşma sahasında başarı elde edemeyeceğimizi herkes bilmektedir. Yapmamız gereken işin durum ve hallerini belirleyip bu işlerde yararlanacağımız araçlar için bir ön hazırlık yapamadığımızı söylersek aşırı gitmiş sayılmayız.
Hatta düzenli ve modern bir üslupla genel bilgileri sunmak ve sahip olduğumuz değerli mirasın gerçek değerini tanımaya bizi yönelten kısa bir fihrist bile gösterememiş.
Olduğumuz gibi ilk kaynakları araştırmaya, arındırmaya, daha sonra da onlarla temel kaynaklar a-rasında bağlantı kurmaya ve ayriyeten onların dikkate alınan sonuçlardaki etkilerini sınırlı bir alanda bile olsa bilimsel, ve faydalı bir şekilde inceleyememişiz.
Orda burda kendileri üzerinde bahs ve istişare etmede başarılı olamadığımız dağınık işaretler görüyor isek de bu işaretler karşılıklı olarak aralarında var dan diğer konu ve etkilere karşı olan bağlılıklarını belirleyememişlerdir.
APAYRI İKİ TARİH:
işi daha da zorlaştıran ve engel icad eden şey imamların hayatını, onların içerisinde yaşadıktan tarihi aşamaların olaylarını zapteden tarihin yanında inceleme mecburidir. Biz, bu iki tarihi olayları farklı siyasetleri ve tarihî değişmeleri doğru bir görüş edinmek için önceden hiç bir araştırma tecrübesine sahip olmayan bir araştırmacının önüne serersek dolayısıyla bu iki tarihin hiç bir bütünlük ve bağlılığı olmadığını anlayacak.
İmamların bu olaylar ortamında yaşamadıklarını, etraflarında olup bitenlerden habersiz olduklarını, dışa kapalı ve başkalarıyla hiçbir ilişkisi olmayan kendilerine özgü bir alemde yaşadıklarını, başkalarının da imamların dünyasıyla uzaktan-yakından hiç bir bağlantısı olmayan daha başka bir dünyada yaşadıklarını sanacaktır.
Oysa ki bu gelişme ve değişmelerin hakikatine vakıf olan ve siyasetin farklı alanlardaki rolünü algılayabilen şuurlu ve bilinçli bir araştırmacının tasavvuru kesinlikle öncekinin tam tersi olacaktır.
O, imamların olaylarla yakından ilgilendiklerini ve etraflarında olup biten her olay karşısında yol gösteren uyandırıcı risaletlerinin rolünü ifa ettiklerini, çoğu zamanlar da toplum ve ümmet düzeyinde onların siyasi, kültürel ve ahlaki hayatlarını etkileme yönünden en derin tavır ve tutumlara sahip olduğunu anlayacaktır.
Böylece onların ilk bakışta, yaşamış olduktan ve karşılaştıktan bilinen sahalarda bıraktıktan derin etki daha iyi anlaşılır.
UYDURMA VE ASALET:
Bu iki tarih arasında bulunan ihtilafın sebeplerini idrak etme alanında bir hakikate dayanmalı, o da şundan ibarettir: İmamların yaşamının bir bölümünü ve onların takındıkları hal ve tavırları zapteden bir grubun, imamların da, içerisinde yaşamış olduktan genel tarihi yazan başka bir grupla mefhum, hedef ve beklentileri anlamada ve aynı şekil kendi gaye ve amaçlan bakımından pek fazla büyük bir farklılık var.
Bundan daha önemli, bu iki grupdan her birinin kendisi için benimsediği ve onun doğrultusunda hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırt ederek farklı tarihî olayları ret veya kabul etmede ve onlara giriş-çıkışta kabullendikleri ölçü ve esaslar-tarda açıkça bir bağdaşmazlık söz konusu, öyle ki bu ölçü ye esasların temel olduğunu ve bu zaman daimlerinin genel tarihini yazmış, ona "İslamî Tarih" adını vermiş ve onun doğrultusunda hareket etmiş olan kimselerin yazdıktan bu tarihin uydurma ve saptırıcı olduğunu ve bunların, sapıklığı tesbit, tekid ve cevaz verme, daima ayakta tutmak ve sağlamlaştırmak istediklerini görmekteyiz.
Biz, bu sözü taassuba dayanarak ve bir itham olarak tarihe ve tarih yazarlarına maletmiyoruz. Herkesin, bu mevcut ve yazılı tarihin millet ve ümmetlerin tarihi olmadığını itiraf ettikleri bir hakikattir. Bu nedenle ümmetlerin yaşantılarındaki hareketlenmeleri ve onların içine düştükleri elemleri bizlere açıklayamaz.
Bu tarih sultanların, hakimlerin ve onlara bağlı olan çevrelerinin tarihidir. Hatta bu kitaplar sultanların tarihinde bile onların hayatının hakikatini dikkatli ve güvenilir bilgilerle sergileyemez. Çünkü sultanların hoşnut olduktan, onların maslahatlarını temin ve sultalarını sağlamlaştıran şeylerden başkasını yazmaya kadir olamamışlardır, hatta bunlar tamamen saptırılmış ve gerçek dışı olsa bile.
Bu nedenle hür ve özgürce kendi yazılarını düzenleyen bir tarihçi mevcut olamamış veya pek az bulunmuş. Çünkü böyle bir tarihçi sadece Ali'nin (a.s.) bir faziletini rivayet eden birinin nasıl sultanların gazabına uğramış olduğunu ve yüzlerce kırbaç vurulduğunu veya Neseî gibi Muaviye'nin faziletini söylemediği ve Ali'nin (a.s.) faziletlerini söylediği için kavmî asabiyetlerden dolayı 300 hicri yılında Şam'da öldürüldüğünü veya Taberi gibi ömrünün sonlarında Hz. Ali'nin (a.s.) faziletlerini nakletmeye birazcık meyillendiğinde Hanbeliler tarafından evinin taş yağmuruna tutulduğunu bilmektedir.
Tarihçilerden biri Adem ile Musa'nın tartışması hakkında bir rivayet nakleder, daha sonra Adem'in ölümü ile Musa'nın doğumu arasındaki yüzlerce yıl zaman mesafesini görür, bu yüzden de Adem ile Musa nasıl karşılaşmış olabilirler soru sunu dile getirir, ancak tarihi rivayetlere bu gibi eleştiriler yöneltilmesin diye zamanın halifesi onun için celladı sesler1.
Araştırma ve zaman sarfetme ile daha nice örnekler elde edilebilir. Bu konuya ilaveten, yazılmış olan o miktar bile hu-rafi, yanlış ve muğlak olarak yazılmıştır. En azından onların çoğu, değer taşımayan ve aklî mantıkla bağdaşmayan çirkin taassuplar veya mezhebi bağlılıklarla etkilenmiş ve yazar, izah ve tashih için bahs ve tartışmanın en iyi üslûp ve metod olduğu inancını taşımıyordu. Bu meselelerin yaraşıra, yazarların gayri meşru ve sorumsuzca heves ve arzular taşımaları, kendi maksat ve hedeflerine ulaşabilmeleri için tahrif ve aldatmaya neden olmuştur.
Bu konu ve diğer konulan dikkate almakla bir araştırmacının tarih kitaplarında, sultanların ve çirkin planlarının karşısında duran kimselerin gerçek şahsiyetlerini görememesi doğal bir şeydir. Onların mezhebî bağlılıklarının, kavmî asabiyetlerinin ve sapıklıklarının bazı mutaassıb taraftarları karşısında duran kimseler toplumun siyasî, sosyal, İlmî ve ahlakî hayatı esasında pek derin ve önemli etkiler yaratan şahsiyetlerdir.
Bu şahısların gerçek yüzlerini gösterebilen güvenilir kalem sahiplerinin görüşlerini benimsememiz gerektiğini burdan anlıyoruz. Aynı şekil bazı sultanların dikkat etmemeleri, söylenmesinden tehlike görülmeyen veya onları nakleden tarihçilerin başka bir amaç peşinde olmaları gibi bazı nedenlerden dolayı bu kitaplarda dağınık bir şekilde yer alan bir çok önemli ve gerçek noktaları da toplamamız gerek.
İFRAT VE TEFRİT:
Burda, şu konuya değinmemiz gerekir; bazıları İmamların tarihini ve onların takip ettikleri siyaseti anlayıp beyan ettiklerinde, imamların "gayb'tan yararlandıklarını açıklarken aşırı gidip ifrat etmişler ve onları yaşamın hakikatından ve değişimlerinden uzak tutmuşlardır. Bu gibi insanlar imamları
1) Tarihi Bağdat, c: 14, k 7-8/B-Biday»tu ve En-Nihay»tü, c: 10, s: 215/Tarih-ul Hülafa, k 285/B-Basairu ve z-Zehairu, c: 1, s: 81.
Öyle tanıtıyorlar ki, sanki İmamlar yaşamı (rayına oturtmuş) kendi haline bırakmışlar ve remzli ve perde arkasından onunla ilgileniyorlarmış. imam hakkındaki bir mevzu bunlara anlatılarak sonuç almak istendiğinde bunlar hemen, onun imam olduğunu ve kendine has bir hükmü olduğunu belirtiyorlar imama uyulmaz ve onun söz, amel ve takriri bizlere delil değilmiş gibi.
Bu söz, bu metodu seçen kimselerin imamlar hakkında ve Allah'ın onlar için dikkate aldığı rol hakkında yanlış bir değerlendirme yaptıklarında, sıkıntıda olduklarını bildiriyor sadece. Bu rol peygamberin üstlendiği rolden ibarettir;
Allah onu tebliğ eden, öğreten, terbiye eden, önder, hüküm veren, hakim olarak ve Kur'an'ın, peygamberin ve imamların açıkça ifade ettikleri daha başka önemli hususlar için göndermiştir, bu şahıslar, Kur'an'ın ve peygamberlerin te'kid ederek sağ-lamlaştırdıkları "Allah'ın elçilerinin insan olduktan" hususuna dikkatle bakmamışlar. Mesela şu ayetler:
Rabbinin şanı yücedir. Ben, sadece elçi olan bir insan , değil miyim?De ki:Rabbimi tenzih ederim, ben peygamberlikle gönderilmiş insandan başka bir şey miyim ki.
Eğer onu melek olarak halketseydik, yine bir erkek Şeklinde halkederdik, yine düştükleri şüpheden kurtulamazlardı.
Bu metodun karşısında, imamlara karşı sırf maddi bir gözle bakan, gayb ve ilahi kerametler unsurunu dikkate al- madan imamların yaşam, tutum ve tavırlarının tefsirine koyu lan başka bir metodu da kabullenmiyoruz. İmamların tarihini maddiyat ve riyazi (dünya zevklerinden el çekmek suretiyle nefsi tezkiye etme), muhasebeler doğrultusunda tamamen doğal ve maddi eser ve neticelerle anlamaya çalışan kimseler, bizce çok yanlıştırlar.
Böyle kimseler bu hususda bir çok kaynakları elde edebilecekleri halde, mesela: "İmam Hüseyn (as.) şehit edildiği gün Beytül Mukaddes'de kaldırılan hertaşın altından bir miktarda kan beliriyordu" gibi hususlara yaklaşmıyorlar. Aynı
şekil "Aşûra gününde gökyüzünde beliren kırmızılık" rivayeti veya Hz. Zeyneb'in (a.s.) söylediği "Gökyüzü kan ağlarsa şaşmayın" sözü gibi. Ancak en azından Hz. Zeyneb (a.s.) olan bir şeyden haber vermek değil de bir ihtimal olarak bu olayı konu edinmiş olsa bile bu şahıslar bu rivayetleri araştırmaya girişmemiş ve onun teyidinde veya reddinde bir şey söylememişler.
Aynı şekil İmam Hüseyn'in mızrak ucundaki başının konuşması veya Resulullah'ın (s.a.a.) Vefatından hemen sonra Hz.Fatime'nin (a.s.) kocası eziyet edildikten, hakkı gasb edildikten, kendisine tokat vurulduktan ve çocuğunun düşürülmesinden sonra onlara lanet etmek isterken mescidin duvarlarının yükselmesi gibi rivayetleri.
Ve de Kur'an'ın peygamberlere isnad etmiş olduğu mesela Musa'nın asası, Sebe' kraliçesinin tahtının getirilmesi gibi kerametlerin imamlar hakkında gerçekleştiğini, onların da böyle kerametlere, harikulade amellere sahip olduklarını ve Allah'ın gizli lütuflarının onlara nasip olduğunu bildiren diğer bazı kaynaklar.
Bu gibi araştırmacılar bu kaynaklara bakmıyor, onları incelemeye ve eleştirmeye teşebbüs etmiyorlar. Adeta onları kabullenmek istemiyor ve hatta bazen onların varlığından utanç bile duyuyorlar. Aynen bazılarının yetersiz ve asılsız mazeretler getirerek "Gâib İmam" konusunu kendi kitaplarında konu edinmedikleri gibi. Bu rivayetlerin doğruluğu kesinleştikten sonra böyle şahısların, onları imamların tarih ve yaşamının bir kısmı olarak kabul edip etmeyeceklerini bilemiyoruz.
Biz, bu iki grup karşısında masum imamların, insanın insaniyeti için "ilahi hidayet ve terbiyet" tecessümü oldukları hakikatini vurgulamalıyız. Onlar başka her insan gibi maddi vücut ve hakikata sahip olmalarına rağmen aynı zamanda bu maddi vücudu Allah'a doğru yükseltmiş ve layık olduklarından dolayı Allah da apaydın kerametleri gizli ve sınırsız lütuflarıyla onlara lütufda bulunmuş.
İmamların toplumdaki rolünü, ahlakî, toplumsal veya bazı siyasi hareketlenmeler gibi alanlarda sınırlayan, kendi görüş ve düşüncelerini sınırlı bir kalıba yerleştiren kimselerin, imamların hayatlarını başkaları için sergiledikleri tablo istenilen asıl temel meseleleri beyan etmekten yoksundur. Ama bir zaman diliminde belli bir konuyu aktarmak ister veya bir zaruret, bir konuyu ele almayı gerektiriyorsa bu çelişki oluşturmaz.
İMAMLARIN TARİHLERİNDEKİ ANA HATLAR:
Ben kendi hissemce imamların yaşam boyutlarından bazılarını içeren konulara değinmek istiyordum. Dolayısıyla böyle bir arzu benim için değerli ve çok kıymetlidir ve bazı hususlarda bir takım çalışmalarım da var.
önceleri imamların |tarihinin esas boyutları olarak bazı noktaları not etmiştim, ancak bunlar zaruri konulara oranla kesinlikle çok yönlü değildi, notlar olduğu gibi kalmışlardı, şimdi ise onları olduğu gibi siz değerli okuyuculara takdim etmeye karar verdim. İmamların yaşamı etrafında inceleme ve araştırmaya muvaffak olan kimselerin bu hususlardan yararlanmasını arzu ediyorum.
ÖNEMLİ HUSUSLAR:
1. İlk mevzu imamların yaşam zamanını belirlemektir. doğum ve ölüm günü, doğum ve ölüm ay ve yılı, yaşadıkları yer, çocukları, eşleri, ashabı ve şahsî yönleriyle bağlantısı olan diğer hususlar. Tabiatıyla bunlar araştırma ile, ilmî bir şekilde ve bu husus da ki şüpheleri giderecek bir şekilde olmalıdır.
2. İmamlar neden sayılıdırlar? Bu, cevap verilmesi ge- reken bir sorudur. Her imamın siyaset ve hattını doğrudan aydınlatan amel ve hareketlerine dikkat etmek, bu konuyla ilgilidir. Biri daha çok akaîde, diğeri fıkha, başka biri de ümmetin farklı dönemlerdeki ihtiyacından doğan siyasete ve başka işlere önem vermişler. Aynen imamlardan bazılarının farklı boyutlarda aynı zamanda faaliyet ettikleri gibi.
3. Müslümanlar arasındaki fikirsel sapmaların İslahı için imamların seçtikleri yollar. Mesela akaîd, fıkıh, Kur'an tefsiri veya insanî ve ahlakî tutumlar veya hassas ve kader tayin eden hususlarda takındıkları tavırlar hakkında örnekler vermek.
4. İmamların tasavvuf gibi ruhî riyazete başlayarak kültürel ve bilimsel konuları terketmek aynı sekil ruhî yönlerden ve gaybî bağlılıklardan yoksun olan sadece birtakım görüşleri ve pasif mefhumları taşıyan kültürel ve bilimsel İslam teorisi gibi olmayan ve aynı zamanda gayb ile bağlantılı olan pratik islam planlaması doğrultusundaki çalışmalarını tanımak.
5. Onların, hadis ehli, Mutezile, başka fikirsel hareketler ve sapık fakihler ve fırkalar karşısında takındıkları tavırların hakikatini incelemek.
6. Aynı şekilde onların "Kur'an'ın mahluk olması" konusunda susarak tavır koymalarına ve şiaları bu konuya atılmamakla görevlendirmelerinin nedenine, bu konunun gündeme getirilmesinden kastedilen hedeflere ve onun doğurduğu sonuçlara kısaca değineceğiz.
7 Aynı şekilde tercümeler ve müslümanların fetihleri sonucunda diğer kavimlerle karışmaları yoluyla meydana gelen yabancı kültürlere karşı imamların tutumları tavırlara ve o kavimlerin sahip oldukları düşünce ve mezheplerden haberdar oluşları hususuna dikkat etmek.
Ayrıyeten İslam'ı zahirde kabul eden Yahudiler ve Hıristiyanlar, şöhret ve mal peşinde olan kıssa nakledenler ve hadis ehli tarafından İslam'ın içine düştüğü tahrifler ve de İslam'ı kendi şahsî, kavmî veya coğrafî maslahat, mezheb ve siyasi hedeflerine uygun göstermek için İslam'ı tahrif etmeye çalışan sultan ve hakimler karşısındaki tutumlarını dikkate almak.
8- Kur'an tefsiri hakkında ve peygamberin sünneti üzerinde oynanan oyun hususundaki tutumlarını ele almak. Ayrıca halkın yanlış kaynaklardan sakınmaları, Ehli beyt şialarının İslam dışı şeylerin etkisinde kalmadan Kur'an'ı doğru bir şekilde anlama gücüne sahip olmaları için Ehli beytin kendilerinin uydukları ve halkı onlara doğru hidayet ettikleri ve aydınlattıkları ölçü ve miyarları açıklamak.
9- Ayrıca onların kendilerinden sonra yazılı eserler geri bırakmamalarının veya Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) yazmış olduğu ancak bunun, onların yanında kalmasının ve başkalarına ulaşmamasının ya da onların döneminde ilimlerin yazılı oIarak toplanmasının öncelerden beri olagelmesinin ayrıye-ten onların kendi ashabını ilimleri yazılı olarak toplamalarına dair meyillendirdikleri ve teşvik ettikleri hususların nedenini ayrıntılarıyla ve de derlemenin o zamanda derlenmiş olan ilimlerin ve onun nasıl bir düzeyde olduğunun tarihçesini kısa olarak dikkate almak mecburiyetindeyiz.
10 Keramet ile mucizenin farkını açıkladıktan sonra Ehli beytin kerametleri hususuna değinmek ve Ehli beytin, kerametlere ne gibi ihtiyaçları vardı sorusunu cevaplamak. Süflilerin kerametleri, murtazların (hint fakirleri) yaptıkları olağanüstü amellerin hakkında ve bu gibi işler anlatılırken yapılan abartmaları reddetme hususunda açıklamada bulunmak.
Ehli beytin, kerametler alanından sayılabilen gelecekten haber vermeleri özellikle de Hz. Ali'nin bu gibi haberlere, halkın onu İtham edecekleri kadar ehemmiyet vermesine değinmek, sonraları gerçekleşen bu haberlerden bazılarını göstermek ve siyasi anlayış doğrultusunda ileri sürülen gaybî haberlerle gaybi kaynakla bağlılıktan doğan haberler arasındaki farkı aydınlatmak.
11 Ehli beytin ilim sınırını açıklamak ve onların sahip oldukları ama başkalarının yoksun olduğu ilim ve öğretilere daima tekit etmelerine, o ilimleri vahiy kaynağından aldıklarına örneğin cifr ve cam'e ilmine, Hz. Ali'nin (a.s) kitabına, Fatime'nin (a.s.) mushafına ve bunlardan başkalarına sahip olduklarına dair tasrih ettikleri şeylere ve bu konunun nedeninin ne olduğuna dikkat etmek.
12 Çeşitli örnekler göstererek bütün ayrıntılarıyla onların şahsiyetini tarif etmek, onların ruhî faziletlerini, insanî ve ahlâkî tutumlarını öğrenmeğe, özel yaşamlarından bir tablo sergilemeğe, evlatlarına ve ailelerine karşı davranışlarını, ev içindeki hareketlerini, hatta evlerine misafir olarak gelen kimselere karşı davranış tarzları, onları hoşnut eden veya hüzün lendiren ve üzen şeylere karşı davranışlarını tamıtamına vasfetmeye çalışmak.
13 Daha sonra servetleri konusunu, mallarının ne kadar olduğunu, nerden ve nasıl kazandıklarını, onları nasıl infak ettiklerini veya harcadıklarını dikkate almak. Onların, sultanların bahşişleri karşısındaki tutumlarını ve bazılarının neden onu kabul ettiklerini incelemek. Acaba bahşişleri reddetmeleri sultanların hükümetlerine karşı savaş ilan etmek anlamına telakki edilmez miydi? Eğer evet, savaş anlamınadır cevabı verilirse dolayısıyla bu konuya dair deliller gösterilmelidir.
Aynen Emir-ul Müminin Ali (a.s.)'nin Kûfe'de iken Medine'deki mallarından yararlanmasının nedenini de bilmek gerek. Aynı şekil Ehli beytin, tarlada veya diğer işlerde doğrudan doğruya kendilerinin çalışmalarına neden Israr ettiklerini de kavramak ve onların humusdan veya diğer şer'i hukuklardan yararlanıp yararlanmadıklarını ve bunun nedenini araştırmak gerek.
14 Onların şialar hakkındaki eğitsel metodlarını, onlara karşı davranış yollarını ve üslûplarını, şiaların da Ehli beyt ile sevgi ve fikir yönü taşıyan akidevî bağlılıklarının kurulma yolları ve metodlarını, Ehli beytin evinden çıkan her şey toplumun genel ruhuna ve şialar arasındaki bütünlüğe ziynet olduğu için Ehli beytten fikrî yararlanma doğrultusunda kurulan merkezleşmenin tesirini, bunun onların tutumları üzerinde bıraktığı etkiyi ve onların önemli konularla genel olarak ilgilenmelerinin niteliğini tanımak. Şialar ile Ehli beyt'in diğer bölgelerdeki vekilleri arasında dikkatle tanzim edilen bağlılığa ve bu vekillerin görevlerini belirlemelerine dikkat etmek.
Bir şehirden imamın huzuruna getirilen malın, imamın o şehirdeki vekiline verilmesi için imam tarafından sahibine gönderilmesine ve Ehli beyt'in, vekilleri arasında bulunan sorunları ve çekişmeleri halletmelerine değinmek. İmam Sadık'ın (a.s.) zamanında bazı şahısların herhangi bir ilim dalında ihtisas sahibi olması mesela birinin mütekellim, bir başkasının fakih vs. yetiştirilmesi için nasıl çalışıldığını ve herkesin ihtisas haddinden öteye geçmemesinin ve başkalarının da ihtiyaç duyulduğu zaman mütehassıslara müracaat etmesi gerekçesini konu edinmek.
Abbasi halifeleri döneminde toplumun kültürel tabakasının ilk derecede şialar ve Ehli beyt'in yetiştirdiği kimseler arasından çıktığına ve onların ümmetin bilgili düşünürlerinden, alimlerinden olduklarını dile getirmek.
15 Ehli beytin, şer'i hükümlerin nedenlerini açıklamaya verdiklerini, Merhum Muhammed Şeyh Saduk'un (r.a.) bu husus da "İlel-üş Şerai" adında bir kitap telif edecek kadar neden onca çaba harcadıklarını izah etmek. Ayrıca bu kitap da nakledilen rivayetlerin içeriklerinin hükümlerin nedeni mi hikmet mi, genel olarak ne olduğunu ve bu rivayetlerin dayandıkları mevzuların neler olduğuna işaret etmek.
16 İmamların, bazı hassas konuları gizlemekten sakınmalarının ve kendilerine pahalıya mal olsa dahi, mesela kendilerinin herkesten daha çok imamete layık oldukları hususunda takiyye etmemelerinin nedenini ve onların halkı ikna için ne gibi metodlar kullandıklarını göz önünde bulundurmak. Onlar bu doğrultuda apaydın iki yola adım attılar: Biri , onların beraberinde bulunan bazı ilimlerin insanlar arasından sadece onlara mahsus olduğunu belirtip isbatlamaları ve diğeri de nassın mevcut olma hususu.
17 İmamların en sıkı şartlar altında tutulmalarına veya bazı merkezlerde bekletildiklerine veyahut da zindanda olduklarına rağmen halk merkezleriyle, aynı şekil şialarla nasıl temas kurduklarına dikkat etmek. Şiaların büyükleri bu irtibatı sağlamak için ne gibi araçlar kulanıyorlardı? Ehli beytin bu durumdaki faaliyetleri neleridi ve bu faallerin hacmi ve miktarı ne idi ki Yahya b. Halid Bermeki, "Musa b. Cafer'in (a.s.), halifenin (Raşid'in) taraftarlarının kalplerini onların aleyhine çevirdiğini Raşid'e şikayet ediyor.
18 İmam Seccad'ın (a.s.) kölelere ilgi gösterip kültürlerini geliştirmesinin, onlara ilim öğretmesinin ve daha sonra Onların işledikleri günahları bir kitaba yazarak toplamasının ve daha sonra günahlarını kendilerine göstererek onları özgür etmesinin nedeni neydi? İmam onlara karşı nasıl davranıyordu ve bu davranışın netice ve eserleri neydi? Ve bu tutumun Emevilerin arapları tamamen gayri araplara üstün tut-tukları bir dönemde oluşunu göz önüne almak.
Gayri arapların, Ehli beytin öğretilerini yaymak doğrultusundaki katkıları ve bunun, İslam'ın diğer ümmetler arasında yayılmasındaki etkileri neler idi ve diğer ümmetlerin İslam ile olan bağlantıları nasıl idi? Bu husus da göz önünde bulundurulacak nokta, Ehli beytin arap olmayan kadınlarla evlenmelerinin nedenini dikkate almak; öyle ki Ehli beytin bazılarının anneleri arap değildi. Ayrıca Ehli beytin farklı dilleri bilmeleri ve bunun eser ve neticeleri hakkında bilgi edinmek.
19 İmam Mehdi'nin (a.s.) gaybeti için nasıl bir ortam yaratıyor ve son zamanlarda halk ile daha az temas kuruyorlardı. İmam Cevad (a.s.) aynen İmam Mehdi (a.s.) gibi küçük yaşta nasıl imam oluyor?
20 ‘’İmamlar ve yeni ilimler" hakkında araştırma yapmak. Onların yeni ilim seferberliğinde katkıları var mıydı? Yeni ilmin doğmasına yardımcı olan konulara ehemmiyet veriyorlar mıydı? Bu hususların neler olduğuna dair kesin konulara değinmeli ve bu alanda onlara uygun öğretiler yazılmalı.
21 "imamlar ve dua" hakkında özellikle de Emir-ul Müminin Ali (a.s.), İmam Hüseyn (a.s.) İmam Seccad (a.s.) ve İmam Kâzım (a.s.) açısından duanın etki ve tepkilerini dikkate almak. Sahife-i Seccadiye ve onun hedefleri hakkında ciddi bir şekilde özel olarak bahsetmek onun siyasî, itikadı, ahlâkî ve eğitsel vs. konularını bu dönemdeki İslam ve müs-lümanların karşı karşıya oldukları yaygın bilgisizliği, tahrif eylemini ve halkın cahil yetiştirilmesi hususunu göz önüne alarak açıklamak.
Bu dönemde iş bir yere varmıştı ki Beni Haşim (Haşim oğulları) vahiy merkezine herkesden daha yakın olmalarına rağmen İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra nasıl namaz kılacaklarını, hacc farizesini nasıl yerine getireceklerini bilmiyorlardı. Ayrıca İmam Seccad'ın (a.s.) "Hukuk Mektubuna", imam Rıza'nın (a.s.) "Risale-i Teyyibe-i Zehebiyye'sine!' ve Ali'nin (a.s.) Malik Eşter'e yazmış olduğu Ahdnameye" dayanmak.
22 Bir zamanlar İmam Seccad'ın (a.s.) imametine üç veya beş kişinin inandığı ve itiraf ettiği nakledilmektedir, imam bunun karşısında ne yaptı ki İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.) mektebi için uygun bir ortam yarattı? İmam Seccad'ın (a.s.) on yıla yakın bir zaman çölde yaşadığını bildiren rivayet doğru mudur? Eğer doğruysa bunun nedeni ve faydaları neydi? Aynı şekil ehl-i sünnetin, ,imam Seccad'ın (a.s.) karşısında saygılı davranışlarının nemini araştırmak, İmam (a.s.) hükümeti almaktan vazgeçtiği için mi saygı gösteriyorlar, yoksa bunun başka bir nedeni mi var?
23 Şii fırkalarının mesela Gulat hareketlerinin, Hariciler kıyamlarının ve daha başkalarının hakikatini göstermek, Emir-ul Mü'minin'in (a.s.), kendinden sonra Hariciler ile savaşmaktan nehyetmesinin nedenini, bu fırkaların meydana gelmelerinin nedenlerinin ne olduğunu ve İmamlar ve şiaların bunlara karşı nasıl davrandıklarını araştırmak.
24 Ehl-i beytin sultanlara ve sultanların da Ehl-i beyt karrşısındaki tutumları neydi? Hükümetin, çatıştığı her fırka ve mezhebi, hatta gevşek hadis Ehli fırkasına oranla daha güçlü ve fikirsel sebata sahip olan mutezile gibi bir fırkayı yok etmesine rağmen Ehl-i beyt şialığı canlı korumayı nasıl becerdi?
hükümet, halkı imamlardan ayırmak için ne gibi siyaset kul-lanıyordu ki bunlar, görünürdeki hedefin aksine halkın imamları sevmelerine ye gönülden bağlanmalarına neden oluyordu. Bunun nedeni neydi? Ayriyeten hükümet meselesinden ve imamlar açısından halifeler ve onların tutumlarından her yönlü bir tablo sunmak.
25 Zeydiye, halifeler aleyhine nasıl kıyam ediyordu da imam Hüseyn'den (a.s.) sonraki şia imamları bunu yapmıyortardı? İmamların Zeyd'in, ondan sonraki Zeydiyenin ve diğer şii kıyamları hakkındaki görüşleri neydi? Ve bu kıyamların sürdürülmesini niçin istiyor ve kendi şialarına, "Zeydiye sizin için bir siperdir" diyorlardı. Yine "Âl-i Muhammed'den biri çıkıp kıyam ettiği müddetçe ben de sağım, benim şialarım da" vs. buyurmalarının nedeni neydi?
İmam ile Zeydiye'nin ve diğer ayaklananlar arasında bir çok anlaşmazlıklar varken kendisinin kıyam etmediğini görüyoruz. Neden acaba? Aynı şekil Hurre ve başkaları gibi din ve adalet uğrunda kıyam eden gayri Şiilerin özellikle de Muhtar'ın kıyamı hakkındaki tutumlarının ne olduğunu bilmek.
26 İmamların, takiyye kalıbında olsa bile Yaktin'in oğulları gibi bazı şia şahsiyetlerinin hükümetin hassas merkezlerine girmelerini sağlamak için yaptıkları çabalar hakkında bilgi edinmek . Hatta imamların döneminden sonra bile bazı şialar bu alanda çalışıyorlardı. Ancak imamlar diğer birçok yerlerde de buna engel oluyorlardı. Mesela deveci Sefvan'ı bundan menetmişlerdi. Bu çelişki nasıl yorumlanabilir?
27 Ehl-i beytin tebliğ metodlarının dua mı, şiir mi, keramet mi, gaybî haberler mi ... olduğunu öğrenmek, İmamlar bazen şairlere fazla bir miktarda para veriyorlardı; şairler bu paraya fakirlerden daha mı layık idiler? Ve neden? Daha sonra Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi sahasında Gadir Hum hadisi hakkında şahitlik dilemesi olayını dikkate almak. İmam Bâkır'ın (a.s.), dünyadan göçtükten sonra sekiz yıl Mina'da kurban bayramı günü kendisine yas tutulması için sekiz yüz dirhem bırakması hususunu, İmam Hüseyn (a.s.) için yas tutulmasına dair verilen emir mevzuunu ve meşru metodlardan olan bütün üslûpları izah etmek.
28 Birinci asırda Ehl-i beyt ile muhalefet etme ve hadis uydurma, sonraki asırlardan daha çok olduğu için ehli beytin bu asırda daha az fıkhî hadislere değinmelerini, daha çok genel ve umûmî hadisler buyurmalarına dikkat etmeliyiz. Bu asırda Şiiliğin zarif ve cüz'i konuları daha az gündeme getirilmiştir.
Ama ikinci asırda İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra Beni Ümeyye döneminin sonlarına doğru hassas ve zarif konular gündeme getiriliyor. Gerçi Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) döneminde bu konuya başka dönemlerden daha çok önem veriliyordu.
29 Gaybet konusuna, onun eser ve neticelerine aynı şekide önceki imamların Hz. Mehdi (a.s.) hakkında yaptıkları hazırlıklara rağmen gaybet sonucunda şiaların karşılaştıkları zorluklara dikkat etmek de zorunludur.
CAFER MURTAZA AMİLİ
YAZARIN ÖNSÖZÜ
"De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir." Şura - 23.
EHL-İ BEYT (a.s.)
Bu kitapta amacımız tek şey, sadece Ehl-i beytin ölçütü ve Resulullah'ın (s.a.a.) ve Emir-ul Müminin'in (a.s.) evlatları olan şia imamlarının fikri ve siyasi çalışmalarını sergilemektir.
Önemli olan tek şey şu ki, neden bu kadar Ehl-i beyte istinat ediyor, dayanıyor, nasıl onları "imam" olarak kabulleniyor ve sâdece onların 'Vilayetini" asîl vilayet biliyoruz?
Nasibîler hariç, ehl-i sünnetin de Ehl-i beyti candan sevdikleri ve onlara büyük bir ölçüde ihtiram gösterdikleri bir gerçektir. Ancak onlara karşı duyulması gereken bu "sevgi" ve "aşkın" hangi esas ve temelden kaynaklandığı asıl meseledir. Eğer sadece onları sevdiğimizi belirlemekle yetinir ve bunu zahiri ihtiramlar kalıbında özetlersek gerçekten onların sevgisine varmış olabilir miyiz? Geniş bir çapta Ehl-i beytin faziletleri4 ve onları sevmeğe dair verilen emirler hakkında Resulullah'tan (s.a.a.) bize gelip çatan hadislerden amaç sadece meselenin zahiri yönü ve Ehl-i beytin methinde birkaç beyit şiir yazıp okumak mıdır?
İnsan aklının bu sorulara olumlu cevap vermesi ve Resulullah'ın (s.a.a.) ancak ve ancak bizden istediği şeyin onun yakınlarını sevmemiz olduğunu, bu sevmenin ardında hiç bir şeyi kastetmediğini ve biz de sadece, onlar Peygamber'in yakınları oldukları için Peygamber'in hürmetine onları sevdiğimizi bildiriyoruz demesi pek garip bir şeydir.
4} Ayetullah Firuz Abadi'nin "Fezail-ul Hamse Fi Sihah-is Sitte" bakınız.
Müslümanlar arasında Ehl-i beyt'e olan ilgi aslında Resulullah'tan (s.a.a;) bize ulaşan tavsiyelerden kaynaklanmaktadır. Ehl-i sünnetin mühim hadis kaynaklarında geniş bir çapta mevcut olan bu rivayetler, Aziz Peygamber, Ehl-i beyti Kur'an'dan sonra dinin iki esasî temellerinden biri olarak saydığını dile getirmektedir.
Ve bu nedenledir ki kimse Ehl-i beyt'e karşı ilgisiz kalmaya cüret edememiştir. Sadece arapça dilinde, ehl-i sünnet yazarları tarafından "Ehl-i Beyt'in hakkında yediyüze yakın kitap yazılmıştır5.
Ama asıl eleştirilecek husus şu ki, bunca sahih faziletlerin mevcut olmasına rağmen nasıl olur da onların çoğusu tahrife uğramış ve sonraları bazı hadisçilerin ve de Muhammed b. İdris-i Şafiî gibi bazı fakihlerin ısrar etmesi nedeniyle bu mevzu sadece "sevmek" haddinde noktalanmıştır6. Öyle' ki Şafii şöyle demiş:
Ey Resulullah (s.a.a.)'ın Ehl-i beyti, sizi sevmek, Allah'ın indirdiği Kur'an'da farz kılınmıştır. Bu yücelik ve azamet size yeter ki size salat ve selam göndermeyenin namazı, namaz değildir1.
Peygamberin zamanındaki ve ölümünden hemen sonraki ve aynı şekil hicri ikinci asrının ortalarına kadar gerçekleşen olaylara dikkat etmek, bu sorunun cevabını biraz da olsa kolaylaştırır. Peygamber'in (s.a.a.) zamanından itibaren Kureyş'in, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına karşı öfke ve gazap beslediklerini bildiren bir rivayet elimizde bulunmaktadır.
5) "Türâsuna" dergisinin "Ehl-ül Beyt fil-Mektebet-il Arabiye" makalesine bakınız. Bu makaleyi Seyyit Abdul Aziz et-Tebatebai yazmıştır. Şimdiye kadar alfabe harfleri sırasıyla 340 kitaptan fazlası yazılmıştır, ama kendisinin de söylemiş olduğu gibi alfabetik harflerin sonuna kadar yedi yüze yakın kitap olmaktadır.
6) Hz. Ali'yi (a.s.) dördüncü halife olarak tesbit edenin Ahmed b. Hambel olduğunu ve kendi zamanına kadar, bugün bazı farklarla, sünen adını kendilerine veren osmaniyenin bu mevzuya inanmadıklarını bilmekteyiz (Tabakat-ül Henabile.c: 1, s: 45) bakınız.
7) el-Kadr, c: 3, s: 173 / Sevaik-ül Muhrike, s: 87/Şerh-ül Mevahib, c: 7, s: 7/Meşarik-ül Envar, s: 88/el-tthaf, s: 29/el-is'af, s: 119.
Resulullah'ın (s.a.a.} amcası Abbas Peygamber'e, "Ku-reyş birbirleriyle karşılaştıklarında güler yüz gösteriyorlar; ama bizi gördüklerinde, tanımadığımız yüzlerle karşılaşıyoruz" dedi. Resulullah (s.a.a.) öfkelenip şöyle buyurdu:
Muhammed'in canını elinde bulundurana ant olsun ki birileri sizi Allah ve Resul'ü için sevmedikçe onların kalbine iman girmemiş demektir8.
Bu rivayet Kureyş'in son zamanlarda Peygamber'in yakınlarından hoşnut olmadığını gösteriyor. Kabileler hakkında söylenen bir misalde, dört kabile hakkında dört şeyin imkansız olduğu söylenmiş: "Zübeyri'nin" cömert, "Mahzumi'nin" alçak gönüllü, "Sami'nin" nasebinin sahih olması ve "Ku-reyşi'nin" Muhammed'in (s.a.a.) evlatlarını sevmesi9.
Bu rivayetlerden, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına ve akrabalarına karşı rekabet ve düşmanlıkların mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sakife vak'asında ensarın iç rekabeti gibi farklı delillerle Ebu Bekir'e biat edildikten, Ömer'in, şiddet ve hiddetle muhaliflerin biat etmelerini istemesinden ve bu arada Ali (a.s.), Zübeyr ve başkaları biat etmedikleri taktirde kendileriyle birlikte evlerini yakacağına10 dair tehdit ettikten sonra Ehl-i beyt'e karşı sert bir tutum gösterileceği tabii idi.
Bu tutum, İmam'ın altı ay Ebu Bekir'e biat etmeyerek yaptığı muhalefetiyle ve Hz. Fatime'nin (a.s.) halifeye karşı dargın olmasıyla11 gitgide genişledi ve nitekim müslümanların arasında ilk ayrılığa neden oldu. Bu ayrılığın semeresi de ehl-i beyt'in mazlumiyeti idi ve bu mazlumiyet ise Kerbela'da tam doruğuna ulaştı.
8) el-Fesva-l Ma'rife vet-Tarih, c: 1, s: 295-497-499/İbn-i Kesiş'in "el-Bidaye ve'n-Nihaye"si, c: 2, s: 257.
9) 2mahşerinin "Rabi'-ul Ebran, c: 3, s: 423.
10) İbn-i Kutaybe'nin "el-imametu ves-Siyaset", c: 1, s: 11-13/İbn-i ebil-Hadid, c: 2, s: 8-19.
11) Fezâil-ul Hamse, c: 3. s: 156.
Peygamberin, Ehl-i beyt'in fazileti hakkında genel olarak ve bizzat onların her biri hakkında özel olarak buyurmuş ol-duğu sayısız sözlerinden başka, defalarca halkın arasında açıkça onlar hakkında tavsiyede bulunup, kendi Ehl-i beyt'ine karşı iyi davranmalarını, istemiş olduğu halde bu vâk'alar gerçekleşiyordu.
"İbn-i Ebi Şebih" Abdurrahman b. Avf'dan müstenet olarak şöyle nakletmiş: Peygamber (s.a.a.) Mekke'nin fethinden sonra Tâif şehrini fethetmek için on sekiz veya on dokuz gün bu şehri kuşattı ama Tâif fethedilemedi. Bu sırada bir gün veya bir gece yürürken durup:
Ey insanlar! (Benim ölümüm yaklaşıyor), itretime iyilik etmenizi vasiyet ediyorum, Kevser havuzunda bana kavuşacaksınız, nefsimi dinde tutan (Allah'a) and olsun12.
Başka bir hadisde de Peygamber (s.a.a.), Allah'ın kitabını tanıttıktan ve ona sarılmanın farz olduğunu bildirdikten sonra şöyle buyurdu:
"Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum". Bunu üç defa tekrar etti13.
Bu tavsiyelerin tümü, Kur'an'ın Ehl-i beyt'in tathirini (arınmış olduklarını), Peygamberin yakınlarının hissesini ve Rasulullah'ın (s.a.a.) Muhammed'e ve onun evlatlarına sala-vat olarak tefsir ettiği, Peygamber'e salavatı vurgulamasıyla ve Peygamber'in de kendi tebliği karşısında kendi yakınlarını sevmeleri mükâfatını halktan istemesiyle birlikte bunların tümü, Sadr-ı İslam toplumunun siyasetçilerinin aşın tutumları nedeniyle bir kenara bırakıldı.
İş bir yere vardı ki Emir-ül Müminin "Onların tutumu neticesinde, biz tamamen halkın hafızasından silindik" buyurdu14.
12) İbn-i ebi Şaybe, c: 14, s: 508/ İbn-i Asâkir'in "Tarih-i Dimaşk"i, c- 2 Hadis no: 875 (İbn-i ebi Şebih'in) dipnotundan naklen/el-Ma'rifetu vet-Tarih, c: L s: 282'283- Peygamber (s.a.v.) kendi rihletinin yakınlığına değinerek onları itret ile iyi geçinmeye vasiyet etti ve Ali'nin (a.s.) kendinden veya kendi nefsinin mertebesinde olduğunu bildirdi.
13) el-Ma rifetü vet-Tarih, c: 1, s: 536.
14) İbn-i Ebil Hadid'in "Nehc-ül Belaga şerhi" c: 9, s: 28-29 ve c: 20,
s: 299.
Ebu Süfyan karanlığı doruğundayken, Kabe'nin yanında tevhid feryadını yükselten Rasulullah'ın ezeli dostu Ebuzer, ehl-i sünnetin hadis kaynaklarında defalarca nakledilen bir rivayete göre Kabe'nin halkasını tutup şöyle feryad etti: "Ey millet! Ben Ebuzer'im; tanıyanlar hiç, tanımayanlar varsa bilsinler ki ben Ebuzer-i Gifari'yim:
Size sadece Resulullah (s.a.a.)'tan duyduğumu anlatacağım. Peygamberden duydum, diyordu ki: Ey insanlar, aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabı ve itretim, Ehl-i beyt'im. Bunların biri öbüründen daha üstündür, oda Allah'ın kitabıdır. Bunlar havuzun başında bana gelip çatıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar. Bunlar Nuh'un gemisine benzer, binen kurtulur, binmeyen ise boğulur15.
Bu iki hadis, Ehli beyt'in müslümanlara önderlik etmedeki büyük rollerini vurgulayan meşhur "Sageleyn" ve "Safine" hadisidir. Resulullah'ın (s.a.a.) "Gökyüzü Ebuzer'den daha sadık, daha doğru birinin üzerine gölge düşürmemiş ve yeryüzü de ondan daha doğru birinin ayaklan altına serilme-miştir" buyurduğu Ebuzer, tevhid feryadı ettiği zaman Mekke dönemindeki Sadr-ı İslamın hatıralarını diriltecek bir şekilde halkı Ehli beyt'e böyle davet ediyordu:
O gün, müşrikler ona, eziyet ettiler, daha sonra ise başkaları onu sürgüne gönderdiler. Ebuzer sadece İmam Ali'nin (a.s.) kısa hilafet süresinde Ehli beyt'in gerçek mevkiini açıklayabildi. O, Küfe mescidinin avlusunda yeniden Gadir hadisini diriltti* ve ondan sonra defalarca Ehl-i beytin faziletlerini sıraladı. Onun, Ehli beyt'in yüce makamı hakkındaki güzel cümleleri Nehc-ul Belaga'da ve diğer hadisî ve edebî kaynaklarda zikr edilmistir.
15) el-Ma'rifetü vet-Tarih, c: 1, s: 538. Her iki "Sageleyn" ve "Safine" hadisi mütevatirdir. Bakınız: Abakat-ül Envar 12. cildin ikinci kısmı - İsfahan baskısı - .Yıl: 1341.
*) Gadir hadisinin nakledilen yolların çoğunun ehli sünnet kaynaklarından olmasının sebebi imam Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi avlusunda başlattığı hareketten kaynaklanmaktadır. İmam bunu yapmasaydı, hadis-çiler, diğer bir çok şeyler gibi bunu da unutacaklardı.
Biz de onun bazı bölümlerini başka bir yerde derledik16.
Ama Muaviye'nin ve diğer Süfyan ve Mervan boyunun başa geçmesiyle ve minberlerde Ali (a.s.) ve evladına açıkça küfretmeleriyle ve hatta Ehli beyt'in gündeme getirilmemesi için Abdullah b. Zübeyr'in Peygamber'e selam göndermemesiyle Ehli beyt'in faziletlerinin Peygamber'in dilinden halkın arasında söylenmesi nasıl beklenilebilir.
Bu siyasetin neticesi sadece Ehli beyt'i unutturmak değil, hatta halkın Ehli beyt'i kabullenmediğini de icat etmek idiyse de halkın onlara karşı duydukları bağlılığı korudukları sonraları belli oldu.
Hz. Ali'nin (a.s.) yadigârı olan bir tek Küfe dolayısıyla orada da kendisine karşı kin duyuluyor ve düşmanlık gösteriliyordu ve Ali'nin (a.s.) hatırasını canlandırdı ve Hz. Ali'nin (a.s.) evladını üstün gördü ve batınlarında Ehli beyt'in hilafetini beslediler, hatta Hişam b. Abdul Melik, onların Ehli beyt'e itaat etmeyi kendilerine farz bildiklerine tekid etti17 ve hatta diğer kaynaklarda da halkın onların hilafetini kabul etmeğe hazır olduklarına itiraf edilmiştir18.
Daha sonraları Beni Abbas bu fırsattan yararlanarak kendilerini Ehl-i beyt adına cahil halka tahmil ettiler.
Ama hakikat gizli kalmadı ve sadece bir azcık insafı olan had isçiler arasında Ehli beyt'in faziletleri, özellikle de Gadir hadisi korunabildi. Ve biz bugün "el-Gadir" kitabı gibi büyük bir mirasa sahibiz ama olmaması gereken şey gerçekleşti.
16) "Siyasi islam Tarihi" başlangıçtan kırk hicriye kadar, s: 433-434.
17) ibn-i A'sem'in "el-Futuh"u, c: 4, s: 23, Tevvabin'in kıyamı ve Muhtar'ın hareketi de açıkça bunu göstermektedir." Siyasi İslam Tari-hi'nde kırkıncı yıldan yüzüncü hicri yılına kadar bölümünde ayrıntılarıyla bu konuyu ele almışız.
18) Müberred'in "el-Kâmil-u 1il-Edeb"i, c: 1. Bu rivayette Halid b. Ye-zid, Abdul Melik Mervan'ı, Haccac'ın, Abdullah b. Cafer'in kızıyla evlenmemesi gerektiğini söylüyor.
Çünkü halk arasında Beni Haşim hakkında bazı söylentiler yar ve bu evlilik Beni Ümeyye'nin yok olmasına ve Haccac'ın başa geçmesine neden olacak. Abdul Melik de Irak halkının Beni Haşim hakkındaki inancından korkarak Haccac-ı, Abdullah b. Cafer'in kızını boşamaya mecbur ediyor.
İslam toplumunun rotası Ehl-i beyt ve itretin ilim ve amelinden yararlanmakla eğitilmesi gerekirken başkalarının yanlış ve hatalı bir takım amellerine dayandırıldı, mazlum Ehli beyt ise kendi çalışmalarını şialara yönelik belirli bir düzeyde sürdürdüler. Fakat ehli sünnet de bazı yerlerde onların sözlerinden yararlanıyorlardı.
Onca baskı, istibdat ve daraltılan atmosfere rağmen Ehli beyt-i Athar düşünce ve amel sebatını sürdürdü ve şahsiyetlerinin yüceliği, Kur'an ve itrete dayalı şii mirasının korunmasına neden oldu. Ebuzer'in feryad ettiği şeyi, şia amelen gerçekleştirdi ve fıkıh, tefsir, ahlak ve siyasetde yüce imamlarının yolunu devam ettirdi.
Ehli sünnetin Ehli beyt'i sevdiklerini gösterdiklerini ve bu sözlerini isbat etmek için Ehli beyt'in faziletleri ve hatta oniki imamın yaşantılarını açıklama hakkında kitap yazdıklarına değinmiştik19. Ama bunlar Gadir vak'asının sadece Ali'yi (a.s.) sevmenin isbatı için mi olduğunu ve hiç bir köken ve esasa dayanıp dayanmadığını asla kendilerinden sormuyorlar.
Tevatür olduğu tesbit edilen "Sakaleyn" hadisi sadece sathi olarak Ehl-i beyt'i izlemenin farz olduğunu bildiren ve "Sefine" hadisi onlara itaat etmenin farz olduğunu gösteren en açık bir teşbih değil midir?
İnsanı hayrete düşüren şey Suyuti ve başkalarının "el-Eimmetü İsna Eşer" (İmamlar oniki tanedir) hadisinin reddedilemez bir hadis olmasına ve âlimlerin ortak kabul ettiklerine rağmen yanlış yere bunu bazı halifelere yorumluyor ve bazen da "dördü gelmiş ve diğerleri de gelecek" gibi vade veriyorlar. Bu rivayet şia imamlarından başkası hakkında yorumlanabilir mi? İmam Askeri'nin (a.s.) zamanında henüz imam hayattayken Cahiz'in, onbir imamı "âlim, zahid, nasik, suca ve tahir" lakaplarıyia ve kendi görüşünce hilafete layık
19) Tezkiret-ül Havass, el-lthaf, Yenabi'ul-Meveddet ve İbn-i Tu-lun'un yazdığı el-Eimmet-ül İsna Eşer gibi ve "Turasuna" dergisindeki Te-batebai'nin gösterdiği fihristteki diğer kitaplar.
20) Tarih-ul Hulefa, s: 10-12/es-Sevaig-ul Muhrike, s: 8-10 bakınız.
görüp methettiği kimseler şia imamları değil midirler?21 8u imamlar o kadar azametlidirler ki İmam Rıza'yı (a.s.) "Ali b. Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib" unvanıyla veliahd olarak tanıtmak istediklerinde "Ant olsun Allah'a eğer bu isimler sağır ve dilsiz kimselere okunursa Allah'ın izniyle şifa bulurlar" dediler22.
Bu hanedanın ehemmiyetini sadece az bir grup idrak edebiliyordu ama çoğuları da Ehli' beyt'in bu makamından hoşnut değillerdi. Bir rivayette, hadiscilerden olan "Zâide"ye neden Cabir Cu'fi'den, İbn-i Ebi Leyla'dan ve Kelbi'den hadis nakletmiyorsun? denildi. O dedi: Ben Kelbi'nin yanına gidip Kur'an okuyordum, bir gün şöyle dediğini duydum:
Bir süre hastalanıp ezberlediğim her şeyi unuttum "Âl-i Muham-med'in (s.a.a.)" yanına gittim, ağzının suyundan ağzıma bırakınca unuttuğum her şeyi hatırladım. Zaide, "bunu duyunca artık ondan bir şey nakletmedim" diyor23. Zâide'nin Kelbi ile olan düşmanlığının nedeni malumdur. Şehristani de ehl-i sünnet ve cemaattan olmasına rağmen Ehli beyt'in azametinin yüceliğine ve bizzat Kur'an ilminin Ehli beyt'in yanında olduğuna inanmaktadır24.
Rasulullah'ın sünnetinin gerçek koruyucularının Ehl-i beyt olduğu bir hakikattir. Ve bu nedenle Peygamber onlara Kur'an'ın yanında yer verip onların birbirinden ayrılmalarının imkansız olduğunu buyurdu. Bu sünneti koruma hususu, şia İmamlarının fikirsel hayatı hakkındaki tarihi araştırmalarımız boyunca titizlik gösterdiğimiz konulardan biridir. Peygamberin sünnetini Ehli beyt'in nasıl koruduğunu aydınlığa kavuşturmak için burada üç örneğe değiniyoruz:
21) Asar-ul Cahiz, s: 235, "imam Rıza'nın hayatından. naklen, s: 147, Cahiz, ehli sünnetin üçüncü asırdaki büyük yazar ve edebiyatçılarm-dandır. '
22) "Uyunu Ahbar-ır Rıza" (Merhum Saduk'un) c: 2, s: 47-145/Meka-til-ut Talibin, s: 375/Menakib-i İbn-i Şehr Aşutj, c: 2, s: 339.
23) Tarih-i Yahya b. Muin, c: 1, s: 281.
24) "Turasuna" dergisinin 12. sayısı. Doktor Azerşeb'in "Şehristani-'nin Tefsiri" hakkındaki makalesine bakınız.
Emir-ul Müminin Ali (a.s.) "din görüş ile değerlendirilecek olursa ayağın altının meshedilmesi, üstünün meshedilmesinden daha evladır; ama, ben Rasulullah'ın ayağın üstünü meshettiğini gördüm" buyurdu25. Bu tutum "görüş ve ra'y" hükümeti karşısında Rasulullah'ın (s.a.a.) sünnetini korumanın ta kendisidir.
· Ebu Musa Aş'ari şöyle diyor:
Ali (a.s.) Camel (savaşı) günü Peygamber'in namazını hatırlatan bir namaz kıldı, oysaki biz onu unutmuş veya bile bile terketmiştik26.
· İmam Seccad (a.s.) ezan söylediğinde "hayye alel felah" cümlesine geldiği zaman -ehli sünnetin terketmiş oldukları- "Hayye ala hayril amel" cümlesini söylüyor ye başkalarının bu cümleyi atmakla ezanı tahrif ettiklerini bilmeleri için "ilk ezan böyle idi" buyuruyordu27. Rasulullah'ın sünnet ve tutumuna dayalı bu gibi tavırların benzerleri Ehli beyt'in arasında pek fazladır.
Şianın, ehli beyti bu kadar sembol edinmesi, bir taraftan Peygamberin onca tekidinden ve diğer bir taraftan da Ehlibeyt'in dinin esasını korumadaki siyerinden dolayıdır. Burada, gerçekçi ve gerçeği arayan bütün ehli sünnete, ehli beyt hakkında daha çok araştırma yapmalarını ve bilhassa fezâilin gerçek anlamında ve onun fikirsel semerelerinde düşünmelerini tavsiye etmek yerinde olur bizce. Belki de inşaallah böylece hepimiz ehli beyte sarılarak hidayet yolunu bulur ve Hakk Teala'nın bize lütuf edeceği tevfik ile sırat-ı müstakimde yürürüz28.
25) İbn-i Ebi Şaybe'nin "Müsennef'i, c: 1, s: 181.
26) Adı geçen eser.
27) Aynı kaynak, c: 1, s: 215.
' 28) Burada iki kitap tanıtılabilir: Biri Muhammed Taki Rahber'in tercüme edip İslami Tebliğler Teşkilatının bastığı Dar-ut Tevhidin yayınladığı "Ehli Beyt Mektebinde", diğeri de Merhum Şehabuddin İşraki ve Ayetullah Fazıl Lenkerani'nin yazdıkları "Ehl-ül Beyt veya Parlak Simalar". Bu kitab "İslami Kültür yayım bürosu" tarafından yayınlanmıştır.
Değerli üstadım Allame Seyyit Cafer Murtaza'ya, bu mecmuaya değerli bir önsöz yazdıklarından dolayı çok teşekkür ediyor ve ehli beytin hayatı hakkındaki bu muhtasar araştırmamı ehli beyti Athar’ın yolunu izleyenlere takdim ediyorum.
Resul Caferiyan
1
6-İMAM CAFER SADIK (AS) 6-İMAM CAFER SADIK (AS)
İMAM SADIK(a.s)
Ebu Amr Cahiz:
Cafer b. Muhammed ilim ve fıkhıyla dünyayı doldurmuştur. (Resail-i Cahiz, s: 106).
Şiaların altıncı imamı, hicri 80 veya 83 yılında dünyaya gelen Cafer b. Muhammed es-Sadık (a.s.)'tır.
Şianın fikrî ve itikadı açıdan asri dayanağı İmam Sadık (a.s.) olup.Ehl-i beytin hadis ve ilimlerinin büyük bir bölümü bu imam tarafından yayılmıştır.
İmam Sadık (a.s.) şiada vücuda gelen fırkalar arasında kalıp şiayı inhiraflardan korumak gibi önemli bir vazifeye her şeyden daha çok ihtimam gösteriyor, öncelik hakkı tanıyor ve daima onun fikirsel ve inançsal ihlasını ye mektebî bağımsızlığını tehdit eden kendi zamanındaki inhiraflar karşısında etkilenmesini önlüyordu.
Cafer b. Muhammed Sadık (a s.)'ın imameti hakkında nakledilen hadisler Kafi (kitab-ul hüccet babı), Keşf-ül Ğumme fi marifet-il Eimme', İsbat-ul Vasiyye. İrşad-ı Müfid ve İsbat-ül Hüdat gibi şianın hadis ve tarih kitaplarının çoğunda zikredilmiştir.
İmam Bakır (a.s.) Medine'de yaşıyordu ama İmam Sadık (a s)'ın şialarının çoğu Irak'ta okluklarından veya daha başka nedenlerden dolayı o hazret bir süre Irak'ta yaşadı.
1) Keşf-ül-ül Ğumme. c. 2. t: 167-173.
O hazretin döneminde hükümet Emevierin elinden çıkıp Abbasilerin eline geçti. İmam Sadık (a.s.) -diğer imamlara -oranla- uzun bir süre halkı aydınlattıktan sonra nitekim 148 hicri kameri yılının Şevval ayında dünyadan göçüp, şialarını kendi yokluğundan kaynaklanan büyük ve ebedi bir üzüntüde bıraktı.
O hazretin şehadeti hakkında ehli sünnetten bir hadis nakledilmiştir2, fakat Ebu Zühre onu sahih bilmemiş ve kendi görüşünü isbat etmek için de Mansur'un İmam Sadık (a.s.) hakkındaki övgülerine ve -Yakubi'nin rivayet etmiş olduğu- o hazretin dünyadan göçüşünden dolayı duyduğu üzüntüye istinat etmiştir3.
Aynı şekilde o. Mansur'dan bu tutumunu onun kendi hilafetinin temellerini sağlamlaştırmak doğrultusundaki tutumuyla muhalif olduğuna inanmaktadır4.
Fakat bu iki şeyden hiçbirinin, o hazretin şehid olmadığına dair tarihi senet ve delil olmadığını söylemek gerek. Çünkü Mansur'un -İmam Sadık'(a s) m onun emriyle şehid edildiğini zahiren kabul etmek istemediği için - bir halife olarak üzüntü duyması tamamen doğal bir şeydir ve bunun benzerini de Masun İmam Rıza (as)nın hakkında yapmıştı Genelde sultanların ve onların emriyle gerçekleştirilen siyasi öldürmeler hakkında böyle bir tutum doğal ve normal bir şey'dir.
Ve aynı şekilde Mansur'un hareketi, şiaların pek çoğunu öldürmesi ve hiç duraksamadan, onlara karşı düşmanlık beslemesi, Ebu Zühre'nin Mansur hakkındaki anlayışıyla tamamen çelişkilidir.
Bilakis İmam Sadık (a.s.)'ın Mansur'un emriyle öldürülmüş olması onun hükümet hakkındaki tutumuyla tamamen uygundur. Onun kendi düşmanlarıyla ilgili uyguladığı metodu da buydu. Mansur kendi tutumunun yan etkilerinden emniyette kalabilmek için bu gibi teşebbüslerini perde ardında ve tamamen gizli bir şekilde gerçekleştiriyordu.
Buna göre. O hazretin Mansur'un eliyle zehirlendiği hususunda bir tarihî senet mevcutsa bunun kabul edilme zeminesi Mansur'un üzüntü duyması zeminesinden daha çoktur.
İMAM SADIK (a.s.)'ın AHLAKÎ VE FIKHÎ ŞAHSİYETİ
İmam Sadık (a.s.)'ın ilmî boyutu hakkında bir çok deliller mevcuttur. Şiaya göre o hazret, Allah tarafından imamet makamına tayin edilmiştir ve böyle bir inanç ve anlayış tarzının doğrudan bıraktığı netice, ö hazretin imamete has ilme sahip olmasıdır. O hazret ehli sünnet arasında hadis rivayet etmek, fakihlik ve fetva vermek bakımından yüce bir makama sahiptir.
Öyle ki Ebu Hanife. Malik b. Enes ve kendi hadisçilerinin büyüklerinden büyük bir grubu İmam Sadık (a.s.)'ı kendi üstad ve hocalarından biri olarak kabul etmişler. Malik b. Enes İmam Sadık (a.s.)'ın huzurunda uzun bir süre öğrencilik eden. ders okuyanlardan biri olup o hazretin şahsiyeti hakkında şunları söylüyor:
'Bir süre Cafer b. Muhammed (a.s.)'in huzuruna varıyordum o hazret mizah, şaka ehliydi ve daima hafiften bir gülümseme dudaklarında görünüyordu. Onun huzurunda Rasulullah (s.a.a.)'ın adı söylendiğinde onun rengi önce yeşile ve daha sonra da sarıya dönüşüyordu. O hazretin evine gidip geldiğim sürece onu hep namaz kılarken veya oruçlu iken veyahut da Kur'an okumakla meşgulken görüyordum ve asla abdestsiz iken Rasulullah (s.a.a.)'tan hadis nakletmez ve faydasız bir şey söylemezdi.
O. bütün vücudu Allah korkusuyla dolu olan takvalı. zahit alimlerden idi. Onun huzuruna vardığım her zaman üzerinde oturduğu kendi minderini bana verirdi."5
Amr b. Mikdam'ın şöyle dediği nakledilmiş
2) el-tthaf (Şebravi). s: 147.
3) Yakubi. c: 3. s: 117/el-İmarn-us Sadık (Ebu Zühre). s 67.
4) El-İmam-us Sadık (a.s.). s: 6
5) el-Menakib (Zavavi), s: 41. el-lmam Malik (Ebu Zühre). s: 94-95 den nahten/el-lmam-us Sadık vel-Mezahib-ul Erbea. c: 2? s: 53/et-Teves-sul-u vel-Vasile (İbn-i Taymiye). s: 52.
"Çatar b. Muhammed (a.s.)'a baktığımda onun Peygamberler soyundan okluğunu anlıyordum."16
Üçüncü yüzyılın meşhur alimlerinden olan Cahiz imam Sadık (a.s.)'ın hakkında şöyle suntan söylüyor
"Cafer b. Muhammed (a.s.), ilim ve fıkhı dünyayı dolduran biridir. Ebu Hanife ve Süfyan Savri'nin onun öğrenclerinden oldukları söylenmektedir, bu ikisinin o hazretin öğrencilerinden olması onun ilmî azameti hakkında yeterlidir."7
İbn-i Hacer Haysemi de o hazretin ilmî şahsiyetini methederken Yahya b. Said, İbn-i Cürayh. Malik, Süfyan Savri, Ebu Hanife, Şü'be ve Eyyüp Secistani gibilerinin o hazretten. hadis naklettikleri hususuna değinmiştir8.
İmam Sadık ,(a.s.)’ın şahsiyeti hakkında 'alim ve düşünürler bir çok sözler söylemişler ve Üstad Esed Haydar da bu sözlerin büyük bir bölümünü değerli "el-İmam-us Sa-dık'vel-Mezahib-ul Erbea" kitabında bir araya toplamıştır9 ve bu yüzden de onlara burada değinmemize gerek yoktur. O hazretin dersine katılan veya ondan hadis nakleden ilim severlerin, muhassillerin çokluğu İmam Sadık (a.s)'ın ilmî şahsiyetinin azametini göstermektedir.
Hasan b. Ali el-Veşşa' "Küfe mescidinde, Cafer b. Muhammed (a.s.) şu hadisi buyurdu, diyen dokuz yüz kişi gördüm" diyordu10.
O hazretin huzurunda ilim öğrenen ve hadis dinleyen kimselerin dört bin kişi hududunda olduktan söylenmektedir11.
Ehl-i Sünnet kaynaklarında takva ve ilimle meşhur ' olan- Süfyan Savri Naşir b. Kesir Re birlikte İmam Sadık (a.s.)'ın huzurunda edeple diz çöküp ilmî ve ahlakî açıdan o hazretten yararlanmışlardır12.
Naşir hacc mevsiminde Süfyan ile imamın huzuruna gelerek "Ben hacca gitmek istiyorum; bana biç şey öğret de onun sebebine kurtuluşa ereyim" dedi. İmam da onlara bir dua öğretti'3. Başka zamanlar da acizce-sine imamdan, kendisine bir hadis nakletmesini istiyordu14.
Bu arada İmam Sadık (a.s.)'tan uydurma hadisler naklederek onu itibardan düşürmek isteyen kimseler de vardı.
Şerik, bu hususda şöyle diyor: "Cafer b. Muhammed salih ve takva!) biridir ama bazı cahil kimseler, onun yanına gidip geliyor ve dışarda da o hazretten uydurma hadisler naklediyorlar, onlar mal kazanmak ve halktan para koparmak için her münkeri o hazrete isnat ediyorlar. Bu şahıslardan biri, "gulat'in meşhurlarından biri olan Beyyam b. Sem'an'dır. Bu şahıs, imamı tanımanın namaz, oruç ve bütün şer'i farzlar yerine yeterli olduğunu iddia etmektedir.
"Şerik, sözlerine şöyle devam ediyor: "Cafer (a.s.)'in makamı bütün bu yalanlardan pak ve beridir fakat halk bunları dinliyorlar ve neticede imamın makamı onların görüşünde sarsılıyor. 'I5
Kısacası imam kendi döneminde bilhassa toplumun alim ve düşünürleri tabakasının gözünde hayret edici bir azamete sahip bulunuyordu. Ebu Zühre bu hususda şöyle yazıyor:
"İslam alimleri, onca görüş farklılıklarına ve mekteplerinin değişik olmasına rağmen İmam Sadık (a.s.)'tan ve ilmin' den başka birisi hakkında ittifak etmemişler'16.
6) Tahzib-ut Tahzib (İbn-i Hacr Askalani). c. 2. s: 104/Keşf-ul
Ğumme. c: 2. s: 18/el-Kamil-u fi züafâ-ir Rical (ibn-i Adiy) c. 2. s:556/Siyer-u A'lam-un Nübela. c: 6, s: 257.
Resâil-u Cahiz. i: 106.
17) es-savaik-ül Muhrike, »: 120.
18) el-İmam-us Sadık (a.s.O vel-Mezahto-ul Erbea. c. 1, s: 51-62
10) el-imaga-us Sadık (Farlullah). ş: 129/eMmam-us Sadık vel-Me-zahib-ul Erbea. c. 1. s: 67.
11) Keşf-ül Ğumme, c: 2. r 166. Tebriz tMskışı.
12) İkd-ül Ferid. c: 3. s: 175/Tezkiret-ül Hüffaz. c: 1. s: 167/el-ithaf bi-Hubb-tl Eşraf, s: 147/Keşf-ul Ğumme, c: 2. s: 157.
13) Tarih-i Gürcan (es-Sahmi). s: 554/Tahzib-ül Kemal (el-Mazzi). c: 5. s: 92/ibn-u Asakir. TaberVden naklen, c: 15, ün Baskısı, s: UOOOV.
14) Tahzib-ul Kemal, c: 4. t: 85/Siyer-u Alam-un Nubela c: 6. s: 261
15) İhtiyar-u Marifel-ir Rical (Tûsi), s: 324-325. Meshed baskısı,
16) el-İmam-us Sadık (Ebu Zuhre), n: 66.
Meşhur "Milel ve Nihel" kitabının yazan Şehristani imamın ümî ve ahlakî şahsiyeti hakkında şöyle yazıyor:
"O, din konulan hakkında sonsuz bir ilme, hikmette çok yüce bir 'görüşe ve dünya islerine ve onun süs püsü karsısında ise çok güçlü bir zühd ve takvaya sahip olup nefsani şehvetlerden de kaçınıyordu."17
Ebu Hanife İmam Bakır (a s.)'dan büyük bir ölçüde faydalanmasının18 yanı sıra İmam Sadık (a.s.)'dan da hadis nakletmiştir. Onun İmam Sadık (a.s.)'tan naklettiği hadisler "el-Âsar" kitabında çok görülmektedir19.
Onun kendisi İmam Sadık (a.s.) hakkında şöyle diyordu:
"Ben Cafer b. Muhammed (a.s.)'den daha fakih birini görmedim, şüphesiz o İslam ümmetinde herkesten daha çok bilendir."?20
Meşhur tarihçilerden olan İbn-u Hallekan o hazret hakkında şöyle söylüyor:
"O. İmamiyye'nin şiaların on iki imamından biri ve Rasu-lullah (s.a.a.)'ın Ehli beytinin büyüklerindendir. Ve sözleri doğru olduğundan dolayı "Sadık' lakabıyla meşhur olmuştur, onun fazileti, söylenemeyecek kadar meşhurdur."21 Şeyh Müfid de onun hakkında şöyle diyor: "İslam alimlerinin, o hazretten naklettikleri hadis miktarı onun hanedanının diğer fertlerinden nakledilmemiştir."22
Daima şiilerle mücadele eden abbasi halifesi Mansur, ehli sünnetin Malik b. Enes gibi bazı fakihlerini öne sürmekle
17) el-Milel-ü ven-Nihel. c: 1. s: 147. Mısır baskısı/el-İmam-us Sadık
(Ebu Zühre). s: 39.
18) Cami-ul Mesanid (Ebul Müeyyed Muvaffak b. Ahmed el-Haraz-
mi). c: 2. s: 349 - Beyrut baskısı. Yayınlayan: Dar-ul Kutub-il İslamiye.
19) el-imam-us Sadık (Ebu Zühre). s: 38.
20) Cami-ul Mesanid, c. 1. s: 222/el-imam-u* Sadık (Ebu Zühre) s:
224/el-İmam Ebu Hanife. s: 70.
21) Vefayat-ulAyan. c:8, s: 105
22) Kesf-ül Ğumme, e: 2, s: 166.
İmam Sadık (a.s.)'ın fıkhî boyutunu itibarını sarsmak istiyordu. O, Malik'e şöyle diyordu: And olsun Allah'a halkın en akıllısı sensin... Eğer ömrüm yeterse senin fetva ve sözlerini Mushaf gibi yazdırıp her bölgeye göndereceğim ve halkı da onu kabul etmeye zorlayacağım."23
Mânşur'un bu hareketi onun Malik'e dan istek ve ilgisinden kaynaklanmıyordu. O, Malik'i halka örnek göstermekle imam Sadık (a.s.)'a karşı duyduğu kin ve haset ateşini söndürmek istiyordu.
Mansur, imamın fıkhî ve ilmî şahsiyetini zedelemek ve sarsmak için her işe el atıyordu ve bu doğrultuda İmamı İslamî Mimler sahnesinden saf dışı edebilmek için Ebu Hanife'yi, imamın karşısında durup, onunla tartışmaya zorluyordu. Ebu Hanife'nin kendisi bu macerayı şöyle nakletmiştir:
Mansur bana şöyle dedi: "Halk hayret edici bir şekilde Cafer b. Muhammed'e meyletmiş ve akın-akın ona doğru yönelmişler, sen bazı zor konulan hazırla ve onların çözümünü Cafer'den iste. O senin sorularına cevap veremeyince halkın gözünden düşecek. Ben de çok girift ve zor olan kırk konu hazırladım."
İmam Sadık (a.s.) ve Ebu Hanife "Hayre"de Mansurjjn karşısında birbirleriyle karşılaşıyorlar. Ebu Hanife Mansurrun düzenlediği toplantıya girdiği anı şöyle vasfediyor:
"Meclise girdiğimde şahsiyetinin haybet ve azameti, hatta Mânşur'un kendisini bile etkileyen Cafer b. Muhammed (a.s.)'i gördüm, selam edip yerimde oturdum. Bu sırada Mansur bana hitaben şöyle dedi: Sorularını Ebu Abdullah (a.s.)'tan sor. Ben de getirdiğim soruları peşpeşe o hazretten sordum. O da cevabında şöyle diyordu:
Bu konu hakkında sizin inancınız şudur, Medine'liler şöyle diyorlar ve biz de şöyle diyoruz. Sorulan soruların bazısı hakkında o hazretin görüsü bizim görüşümüzle ve diğer bazı konularda da Medinelilerin görüşüyle muhalif idi. Böylece hazırlanan kırk mesele o hazrete sunuldu ve cevaplan da alındı."
23) Tezkiret-ul Hüffaz. C. 1, s 209.
Ebu Hanife. bu münazaradan sonra ister istemez imam Sadık (a.s.)'a işaret ederek son sözünü şöyle dedi:
‘’Halkın en bilgilisi, halkın muhtelif görüşlerini bilen kimsedir."24
İmamın da aynen yüce ceddi Emir-ül Müminin (a. s.) gibi şöyle haykırması tabii idi.
"Beni kaybetmeden önce istediklerinizi bana sorun. Benden sonra kimse benim gibi size hadis söyleyemez."25
İmam Sadık (a.s.)'tan sadece fıkıhla ilgili değil: tefsir, kelam ilmi ve ahlak konulan hakkında da değerli hadisler elimize gelip ulaşmıştır. "Kafi" kitabının 'Usul faslına' bakmakla İslamın aklî konuları hakkındaki imamın görüşünün derinlik ve genişliği biraz da olsa aydınlığa kavuşur "el-Bürhan", 'Safi" ve "Nur-us Sagaleyn" tefsirleri de fazla bir miktarda imamın hadislerini içermektedir.
Ehl-i sünnet alimlerinden olan Ebu Zühre bu hususda şöyle yazıyor:
"O hazretin ilmi sadece hadis ve İslam fıkhıyla sınırlı değildi, kelam ilminde dersi veriyordu."26
İmamın kelam üzerindeki görüşlerini bütün ayrıntılarıyla burada nakl edemeyiz fakat onun "Cebr ve Tafviz hakkında buyurmuş olduğu en güzel, en bütün ve en zarif meşhur tabirine burada değiniyoruz:
"Ne cebrdir ne tafviz, bunların arasında bir şeydir."
Ebu Zühre kitabının başka bir yerinde İmam Sadık (a.s.)
hakkında şöyle diyor:
"imam Sadık (a.s.), bu «ilimlerden daha üstün olan ardak zeminesinde ve ahlakı bozan nedenler hakkında çok değerli bir bilgiye sahip idi."27
İmamdan hadis nakledenlerin sayısı pek fazladır ve bu şahısların isimleri İmam Mazzi'nin 'Tahzib-ül Kemal" kitabında28 ve 'Tahzib-ut Tahzib" gibi "Rical" hakkındaki kitaplarda mevcuttur. Bu şahısların arasında ehl-i sünnetin önemli şahsiyetlerinden çoğu da yer almaktadır. Zahebi. İmam Sadık (a.s.)'tan hadis nakledenlerin isimlerini "Siyer-ü A'lam-ün Nübela" kitabında zikretmiştir29.
Bu şahısların tümü. Beni Ümeyye döneminde çoğu hadisçilerin imamdan hadis nakletmeye cüret edemedikleri bir zamanda o hazretten hadis nakletmişler. Malik b. Enes'in hakkında şöyle denmiştir.
"Abbasiler hükümete geçinceye kadar Cafer b. Muhammet (a.s.)'ten hadis nakletmedi."30
İMAM SADIK(a.s.)'IN ŞİALARI
İmam Sadık (a.s.)'in ashabının çokluğu ve sidiğin genişlemesi, dolayısıyla bir takım uyumsuzluklar ve ihtilaftan da doğuruyordu. İmam Sadık (a.s.)'ın bütün öğrencileri ve şifleri o dönemde kendi fikir ve düşüncelerini doğru bir açıda yönlendiremiyor ve dinî öğretilerin tümünü Muhammed b. Müslim ve Zürare gibi dinî öğretilerin asi kaynağı olan risalet hanedanından atamıyorlardı.
Onların çoğu. ehl-i sünnet hadiselerinin dersine de gidiyorlardı. Bu da. onların düşünce ve anlayış tarzını etkiliyordu. Başka bir taraftan da O hazretin izleyicilerinin çokluğu, onların uzak ve yakın bölgelerde dağınık olmaları, onların her birinin şahsan imama müracaat etmelerini imkansızlaştırıyordu. Bu yüzden onlar fıkhî, itikadî vb. konularda on-
24» Tahzib-ul Kemal -
2
6-İMAM CAFER SADIK (AS) 6-İMAM CAFER SADIK (AS)
mistir ve bu fasıl masum Ehl-i beytin bu mevzu hakkındaki hadislerini içermektedir.
Eban b. Tağlib, İmam Sadık (a.s.)'ın gerçek, şuurlu ve bilinçli bir şiası olarak şia mezhebini şöyle vasfediyor:
"Şialar. halk Rasulullah (s.a.a.)'ın sözü hakkında ihtilaf ettiğinde Emir-ül Müminin (a.s.)'in sözüne ve Emir-ül Müminin (a.s.)'in sözünde de ihtilaf ettiğinde Cafer b. Muhammed (a.s.)'in sözüne sarılan kimselerdir."92
Yunus b. Yakub İmam Sadık (a.s.)'a "ketem ilminden menettiğinizi kendinizden duydum" deyince İmam Sadık (a.s.) cevabında şöyle buyurdu:
Ben. "benim söylediklerimi terkedip de istedikleri şeyin ardısıra gidenlerin vay haline dedim."63
İşte bu yüzden imam şiaların birbirleriyle yardımlaşmalarını tavsiye ediyor ve şunu da ekliyordu:
Yolumuzu sürdürenlere, sünnetimize uyanlara Allah rahmet etsin"'4.
İmam Sadık (a.s.) kendi rivayetlerini öğrencilerine naklediyor ve onlar da. hem şiası ve hem de sünnîsi onun hadislerini yazıyorlardı. Fakat Ehl-i sünnet, hadisi şöyle yazıyordu: Cafer b. Muhammet'ten, babasından,.babalarından.
Rasulullah (s.a.a.)'tan. Başka bir deyimle, hadisi senediyle birlikte naklediyordu.
Fakat o hazretin şia öğrencileri Ebi Abdillah'tan unvanıyla yazıyor ve senedini zikretmiyorlardı. Şia, imamların masum olduklarına, imametlerine ve sözlerinin hüccet olduğuna inandıklarından dolayı hadisin senedini yazmaya gerek görmüyordu. Bununla birlikte imam. hadislerinin peygamberin hadisleri olduğuna tekid ediyordu:
'Benim hadisim babamın hadisidir, babamın hadisi ceddimin hadisidir, ceddimin hadisi Ali b. Ebi Talib'in hadisidir,
61)vesail-uş Şia. c: 18. s: 4i.
62) rical-un Necaşi. s: 9. Daveri baskısı.
63) Kafi. c: 1. s: 171/Vesail-uS Şia. c: 18. s: 45.
64) Misal olarak bakınız: Tarih-i Gürcan, s: 170-264-265-405-570.
Ali'nin hadisi Rasulullah (s.a a.)'m hadisidir ve Rasulullah (s.a.v.)'ın hadisi de Allah'ın sözüdür."
Şia imamlarının buyurduktan hadislerin hemen hemen hepsi bu hükmü taşımaktadır fakat bazen zaruret icab ettiğinde başka birinden hadis naklediyorlardı. Ebi Bekir b. Ebi Ayyaş'a "Cafer b. Muhammed'in zamanında olduğun halde neden kendisinden hadis dinlemedin?" diye sorulunca söyle dedi:
"Cafer b, Muhammed'e "naklettiğin bu hadisleri birilerinden duymuş musun? diye sordum o da, "bunlar kendi babalarımdan naklettiğim hadislerdir" buyurdu."65
Bu hadis büyük bir ehemmiyet taşımaktadır ve hakikatta başlangıç bakımından şia inançlarının mahiyetini açıklıyor, ibn-i Adi'nin kendisi şöyle diyor:
"Cafer b. Muhammed babasından o da Cabir'den ve de kendi babalarından çok hadisler rivayet etmiştir ayrıca Ehl-i beytin bir nüshası vardır ve Cafer b. Muhammed onu rivayet etmiştir."67 O şunu da ekliyor ki, İbn-i Cüreyh Şübet ibn-i Haccac ve daha başkaları ondan hadis nakletmişler.
Ebu Zühre, İmam Sadık (a.s.)'ın, masum cedleri vasıtasıyla Rasulullah (s.a.v.)'tan hadis naklettiğini gizlemek için onunla Rasulullah (s.a.v.) arasında bir takım vasıtalar uydurmaya çalışmış ve onlardan sadece Kasım b. Muhammed b. Ebi Bekir'in adını zikretmiştir68.
Eğer İmam Sadık (a.s) da kendi zamanındaki meşhur hadisçiler gibi Tezkiret-ül Hüffaz'da bu şahısların her birinin en azından on kişiyi vasıta olarak gösterdiklerini görüyoruz-kendi masum babalarından başka vasıtalar yoluyla Rasulullah (s.a.v.)'tan hadis nakletmiş olsaydı, kendi vasıtalarını tanıtması gerekirdi oysaki onun sadece kendi babalan vasıtasıyla hadis naklettiğini görmekteyiz ve bunlar da hadis şeyhi ve hocası sayılamaz.
65) Kesf-ul Ğumm*. c: 2. s: 170/Kafi. c. 1. s: 5
6S) Tartzib-ul Kemal c: 5. * 77el-Kamil-u fi Zütfa-ir Rical, c: 2. s:555
67) «1-KamH-u fi 2ü*fa-ir Rical, c: 5, s: 555.
68) «l-İmam-us Sadık (Ebu Zuhr»). » 8840.
Ehl-i beyt imamları evvelden beri hadis şeyhlerinin kendilerinden rivayetleri olmadığına ve ilimlerinin hadis şeyhlerinden, üstadlarından başka bir yoldan kaynaklandığına tekid ediyorlardı. Emir-ül Müminin (a.s.) bu sözü açıklamak amacıyla şöyle buyuruyor:
"Benim itretimin, hanedanımın salihleri ve temizleri küçüklükte halkın en sabırlısı ve büyüklükte de onların en bil-gilisidirler. Biz Ehl-i beyt ilmimizi Allah'ın ilminden aldık, Allah'ın hükmüyle hükmediyoruz ve sözü de doğru, sadık pey-, gamtaerden işittik. Eğer bize ve eserlerimize uyarsanız bizim kılavuzluklarımızla hidayete kavuşursunuz.
Hakk bayrağı bizimledir; ona uyan herkes hakka ulaşır, ondan yüz çeviren herkes de zalalet ve çıkmazda boğulur."69
İmam Sadık (a.s.) da şöyle buyurdu:
"Bizim yanımızda öyle bir şey var ki onun varlığı bizi halktan gani ve onları da bize muhtaç etmiş. Bizim yanımızda bir kitap var ki Rasulullah (s.a.v.) söylemiş ve Emir-ül Müminin (a.s.) de yazmıştır. Bütün helal ve haram hükümler onda yazılıdır. 7°
Şia hadis kitaplarında görülen bu uyumluluk asla Ehl-i sünnetin hadis kitaplarında görülmemektedir. Çünkü onların kitapları, içerikleri birbiriyle bağdaşmayan ihtilaflı görüş ve hadislerle doludur ye bunun nedeni ise genel olarak onların köklerinin sahabenin görüş ve inançlarına dayalı olmasıdır Bunlarla birlikte, birilerinin şiayı tanıtırken ona bir çok kuruntuların sızmış olduğu muhtelif görüş ve düşüncelerden oluşan bir mezhep olarak nitelemesi'insafsızlıktır71.
Bu yüzden. İmam Sadık (a.s.) kendi zamanındaki Ehl-i sünnet hadiscilerinin bilgi ve ilimlerini değerlendirdiğinde şöyle buyuruyor:
"Başkaları, peygamberden sonra, önceki ümmetlerin yürüdükleri yolu yürüyerek Allah'ın dinini değiştirdiler, tahrif ettirler, ona bir şeyler ekledi ve onun bazı sözlerini de azalttılar. Buna göre şimdi onların elinde bulunan ter şey, Allah tarafından indirten şeyin tahrif edilmiş seklidir."72
Şia imamlarının hadisleri Ehl-i sünnetin fıkhına da nüfuz etmiş ve onların birçok muhaddisleri İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.)'tan birçok hadisler nakletmişler. Bu hadislerin bir kısmı onların hadis kitaplarında mevcuttur. Ehl-i sünnet kitaplarında bazen kelime bakımından ve bazen da içerik bakımından ehl-i beytin hadislerine benzeyen pek çok hadis mevcuttur73.
Hakikat şu ki, henüz hükümleri beyan edilmeyen, bu gibi mevzuların hükümleri, hadisi yolları imam Sadık (a.s.) tarafından ileri sürütüyordu. Böyle bir dönemde içtihad gereksinimi ehli sünnet arasında ortaya çıkıp yeni hükümleri hadislerden istinbat etmek, elde etmek için işe giriştiler.
Ehl-i sünnetin asıl sorunu, yeterince hadis kaynaklarına sahip olmamaları74 ve mevcut hadislerinin de muhtelif ve uzak şehirlere dağılmış olan bazılarının hafızasında, zihninde olmasının yanısıra içerik bakımından da ihtilaflı ve çelişik olmalarıydı ve buysa işi daha da zorlaştırıyordu. Böylece Ehl-i sünnet alimleri, halifelerin, sahabenin ve hatta tabiinin hareket ve işlerini şer'i talakki etmekle bu çözülemeyecek büyük sorunu az da olsa hallettiler.
Ancak böyle bir işin dinî ve aklî temellerle ne derece bağdaştığı başka bir konudur. Şiadan başkalarının hadis yetersizliği hakkında İmam Sadık (a.s.)'tan güzel bir rivayet nakledilmiştir:
"Onlar kendilerini İslam fakih ve alimlerinden sayıyor ve fıkhı, dinî ve halkın muhtaç olduklan, bütün ahkamı elde etmiş olduklarını sanıyorlar, halbuki Rasulullah (s.a.a.)'ın ilminden
69) İkd-ül Ferid. c: 4. s 67. "Imam-us Sadık" kitabından naklen. Yazan: Muhammed Cevad Fazlullah. s: 90
70) Kafi. c: 1. s: 241. "el-İmam-us Sadık" kitabından naklen. s: 95. Yazarı: Muhammed Cevad Fazlullah.
71) el-İmam Hanife(EbuZuhre). s: 111.
72) ihtiyar-u Marifet-ir Rical (Tûsi). s: 140.
73) Bakınız er-Rivayat-ül Müştereke (Şeyh Muhammet Kansuh) İslami Tebliğler Teşkilatı Uluslararası ilişkiler bölümü yayınlarından
74)Bunun asri nedeni de Rasulullah (s.a.a.)'tan sonra hadis yazmanın yasaklanmasıydı.
bir şey bîmiyorlar ve Rasulullah'tan bir şey onlara ulaşmamıştır. Çünkü ahkam, helal ve haram hakkında onlardan sorulduğunda, Rasulullah (s.a.a.)'tan hiç bir eser kendi yanlarında mevcut değildir.75
Ehl-i sünnetin rivayet yetersizliği ve onların sahabe ve tabiinin amellerine istinat etmeleri haliyle fıkhi bünyelerinin yetersizliğine, zaafına yol açtı. Çünkü sahabe ve tabiinin arasında bulunan görüş ve karakter farklılığı o denli idi ki görüş ve fetvaları bir araya toplamayı çok zorlaştırıyordu. Ebu Zühre, Ebu Hanife üe İmam Sadık (a.s)'in yaşadıkları dönem hakkında şöyle yazıyor:
O dönemde sahabenin fetvalarını içeren rivayetler o kadar çok idi ki fakirleri bir hayli meşgul etmişti. Öyle ki bu rivayetleri içtihadlarının meşalesi olarak kabul etmiş ve bunların tesirinde kalmışlardı."76
Ehl-i sünnetin fakihleri, sahabe ve tabiinin siyerlerine istinat etmelerine ilaveten diğer hüküm ve fetva kaynaktan da ileri sürdüler: bunların en önemlisi de "kıyâs' metodudur, ibarettir. Ehl-i sünnet alimlerinden biri nasslar az olduğu için kıyasda amel etmiştir77. İmam Sadık (a.s.) kendi zamanında bu görüşü gündeme getirmiş ve önceki hadisin devamında Ehl-i sünnetin yetersizliği hakkında şöyle buyurmuştur:
Kendilerine halkın cahil demesinden hoşlanmıyor ve sorulan sorulara cevap veremeyince halkın o ilmi asıl madeninden (Ehl-i beyt) öğrenmelerini istemiyorlar ve bu yüzden de "kıyas ve 'ray'e ameli" Allah'ın dinine katıp Rasulullah (s.a.a.)'ın hadislerini bir kenara iniler ve böylece bid'ata yaklaştılar."78
İmam bu rivayette Ehl-i sünnet fakihlerinin ra'y ve kıyasa meyillenmelerinin nedenini hadislerinin yetersizliği ve bu
75) Tefsir-i Ayyasi. c: 2. s: 321. telâmiy baskısı/vesaiki; Şia. c: 18.
76) el-imam Ebu Hanife, s: 105.
77) el-medhel-ül fıkhiy-yül amm. (mustafa Ahmet Razzak), c: 1. s: 74. ilim Nuru dergisinden naklen, sayı: 10. s: 55.
78) Vesaik-ıl Şia. c: 18. s. 40.
eğilimin, nedenini de hadislerden yüz çevirmeleri olarak nitelemiştir.
Hakikatta onların bu hadis yetersizliğini ra'y ve kıyasa amel etmekle gidermek istemelerinin kendisi, nasslara taabbut etmenin takriben kendi yerini hüküm ve fetva kaynağı olan ra'y ve kıyasa vermesine neden oldu ve böyle bir fıkıh, bu gibi kaynaklarıyla asil ve peygamberin hadis ve rivayetleriyle uygun olan bir fıkıh olamazdı.
İmam Sadık (a.s.) böyle bir fıkhı mektebin karşısında menfi bir tutum alarak kültürel faaliyetinin büyük bir bölümünü ra'y ve kıyasla muhalefet etmeye mahsus kıldı. Bu hususda o hazretten muhtelif rivayetler nakledilmiştir. Onların bazısına ileride değineceğiz.
Ebu Hanife. ra'y ve kıyasa amel etmede aşın giden kimselerden biriydi ye esasen onun fıkhî mektebi, Irak'ta ra'y mektebiyle meşhur olmuştu ve bunun nedeni de onun, Ehl-i sünnetin naklettiği rivayetlerin sahih olmadığı görüşünde olmasıydı. İbn-i Haldun bu husus da şöyle yazıyor:
"Onun (Ebu Hanife) sahih olarak kabul ettiği hadisler on yedi hadis veya bu hudutta bir şey idi. Malik ise üç yüz hadisin sahih olduğuna inanıyor ve kabul ediyordu."79
Ebu Bekir b. Davud şöyle diyor:
"Ebu Hanife'nin naklettiği hadislerin tümü yüz elli hadis civarında idi."80
Ebu Hanife'nin ra'y ve kıyasa meyletmesi ve nasslara amel etmeği terketmesinin iki nedeni vardı:
1 - O, mevcut hadisleri sahih kabul etmediği için onları nakletmiyor ve onlara göre amel etmiyordu.
2 - Ra'y ve kıyasa amel ettiğinden itibaren hatta nasslara. bile amel etmeğe gerek görmüyordu. Kendi görüşünce sahih ve istinat edilebilir hadislerden de el çekip tamamiyie ra'y ve kıyasa yönelmiş idi.
79) Mukaddime İbn4 Haldun, s: 434, Beyrut baskısı.
80) Tarih-i Bağdat c: 13, s. 416.
Ra'y mezhebinin yayıldığı merkez olarak tanınan Irak, şialarının da çok bulunduğu bir bölge idi. Bu yüzden de, şialara ra'y ashabının çatışması kaçınılmaz bir şey idi. imam Sadık (a.s.) da bu doğrultuda ra'y. kıyas ve istihsan temellerini reddetmek için bütün gücünü kullandı.
İmam Sadık (a.s.) Ebu Hanife'yle münazarasına ilgili meşhur rivayette İmam önce onu dinde kıyasa amel etmekten sakındırıp daha sonra kıyasın bir kaç yerde hiç bir şeyi halledemediğini kendisine hatırlatıyor.
İmam ona soruyor: Zina mı daha ağırdır yoksa haksız yere birini öldürmek mî?
Ebu Hanife: Haksız yere birini öldürmek.
imam Sadık (a.s.): Allah zinanın tesbit edilmesi için dört şahit ve birinin öldürülmesi hakkında ise iki şahit istemiştir. Bu ise kıyasın gerektirdiği hükmün aksinedir.
imam: Namaz mı önemlidir yoksa oruç mu?
Ebu Hanife: Namaz.
İmam: Kadın, hayızlı olduğu günlerde kılamadığı namazları kaza etmekle mükellef değildir ama oruç tutamadığı günlerin orucunu kaza etmelidir, bu da kıyasla çözümlenemez81.
Bu gibi örnekler diğer-rivayetlerde de zikredilmiştir82. Böylece imam, kıyasa amel etmenin fakihi İslamın kesin ve kafi ahkamına aykırı nasıl fetvalar vermeye zorladığını gösterdi.
Muvaffak Mekki bu rivayeti "Menakib-i Ebu Hanife"de öyle bir şekil de nakletmiştir ki güya bu münazara İmam Sadık (a.s.)'la değil de İmam Bakır (a.s.)'la olmuş ve de şöyle anlaşılıyor ki güya Ebu Hanife bu örnekleri İmam Bakır (a.s.)a söylemiş, o da itiraz edince Ebu Hanife. kendini kıyası kabul etmeyen biri olarak göstermek istiyor83.
81)Hilyet-ül Evliya, c: 3, t. 197/01-İmamus Sadık (Ebu zühre) s:
296/Vesail-uş Şia. c: 18, s: 29.
82)Vesail-uş; Şia, c. 18. s: 30/el-İhticac. s: 196. Necef baskısıVe-feyat-ul Â'yan, c: 1. s: 471.
83)el-İmam Ebu Hanife (Ebu Zuhre), s: 69.
imam kendi ashabının ra'y ehliyle, onların tesirinde kalacak bir sekide oturup kalkmasını men ediyordu 84 Ve kıyasla amel etmeyi mahkum etmek hususunda İmam Sadık (a.s.)'tan fâzla bir miktarda hadis rivayet edilmiştir85. O hazret kendisinden hadis nakledip ama kıyasla amel eden kimseler hakkındaki derin endişesini asla gizlemiyordu.
Davud b. Sarhan diyor ki İmam Sadık (a.s.) şöyle buyurdu:
"Bazen birine bir hadis söylüyor ve onu Allah'ın dininde cedel, niza ve. kıyas etmekten nehyediyorum. Ama o? benim yanımdan gider gitmez benim sözümü maksadımın aksine tevil ediyor."86
Eğer İmam Sadık (a.s.) kıyasın, onun taraftarlarının ve. onu icad edenlerin karşısında bu ciddiyetle durmasaydı Irak'taki şia fık'hı kesinlikle onun tesirinde kalacak ve asaletini kaybedecekti.
Âmâ tam tersine, şia fakihlerinin nasıl küçük bir ölçüde nasslara taabbut ettiklerini, ahkamı ele getirmede daima ona istinat ettiklerini ve zamanın geçişiyle bu nasslar doğrultusunda fer'i hükümleri açıklayarak sağlam temel ve kaidelerle zengin ve gani bir fıkhî mektep ileri sürdüklerini görüyoruz. Şeyh Tûsi de "Mebsut" kitabıyla bu mektebin teşekkülünde önemli bir rol ifa etti.
Ehl-i sünnet senet sorunuyla ilgili pek çok zorluklarla karşı karşıya idiler ve Ebu Hanife'nin onlara istinat etmemesinin nedeni de buydu. Çünkü Ehl-i sünnetin çoğu hadislerinin senedi güvenilecek bir senet değildi. Bir kelimede anlatmak istersek, şia fıkhından başka fıkıhların yetersiz hadisler mecmuasına dayandığını ve bu nedenle de onlara itimad edilmediğini söylemeliyiz.
Fakat şialar imamlârın masumiyetine ve baslarında da Emir-ül Müminin olmak üzere Ehli beytin feyiz kaynağına isti-
84) el-Mahasin. s: 205. Hadis: 356/Vesail-us Şia. c: 18, s: 16
85) Vesail-us Şia, c: 18. s: 23-29/Kafi. c: 1. s 58/ilel-uş Şerayi, c: 1. s. 81-83/Rical-i Keşşi s: 163-164-189.
86) İhtiyar-u Marifet-ir riçal (Tûsi). s 170-238-239.
nat ediyorlardı ve bu yüzden de hiç bir sorunları yok idi. hatta Ehl-i sünnet alimlerinin çoğu bile bu hakikatta tereddüt etmiyorlardı. Ebu Hanife'nin kabul ettiği hadislerin büyük bir bölümü de Ehl-i beyt vasıtasıyla nakledilmiştir87.
Hatta bir gün İmam Sadık (a s.)'tan bir hadis duyup onun huzurundan çıktıktan sonra kendisine şöyle soruldu: Cafer b. Muhammet'ten, kendisi ile peygamber arasındaki mevcut vasıtaları niçin sormadın? Ebu Hanife "hadisi bu halinde de kabul ediyorum" dedi88.
Şianın dayandığı, istinat ettiği kaynağı Ehl-i sünnet de kabul ediyordu. Çünkü İmam Sadık (a.s) hadislerini kendi babalarından naklediyordu ve onun kökü de Emir-iü Müminin (a.s.)'e ve daha sonra Rasulullah (s.a.a.)'ın kendisine varıyordu. Emir-ül Müminin (a.s.) yıllar boyu peygamberin huzurunda olup bütün fakih ve hadiscilerin itimad ettiği bir fakih ve hadiscidir.
Emir-ül Müminin (a.s.)'in bırakmış olduğu eserleri Beni Ümeyye döneminde şia hariç herkes unuttular. Onun eserlerini koruyan ve elden ele kendi oğullarına ve onların vesilesiyle kendi şialarına ileten sadece Ehl-i beyt oldu.
Ebu Zühre, Emir-ül Müminin (a.s.)'in çoğu sözlerinin Beni Ümeyye döneminde yok edildiğine değinerek şöyle söylüyor:
"Onların minberler üzerinde Ali'yi kötülemeleri ve daha sonra da onun hadislerinin, İslami ilimlerin gani ve zengin bir kaynak olarak halkın arasında dolaşmasına izin vermeleri tasavvur edilemez. Bu yüzden onun ilimleri sadece kendi evlatları arasında kaldı...
87)Bakınız: el-Âsar: Ahmet b. Hambel den
Musa b. Cafer'den. Cafer b. Muhammed'den. Muhammed b. Ali den. Ali b. Hüseyin'den. Hüseyin b. Ali'den. Ali b Ebi Talib'den. Peygamberden senedi hakkında sorulduğunda söyle dedi: Bu öyle bir senettir ki deli birine dahi okunsa hemen akıllanır.
Menakib-i ibn-i şehr Asub. c: 2. s: 378.
88)Emali (Şeyh Müfid). s: 21-22
Ve bu nedenle şu sonuca varıyoruz ki, Emir-ül Müminin (a.s.)'den hadis nakletme imi tamamen o hazretin hanedanı arasında mahfuz kaldı. Onun evladan, kendisinin Rasulullah (s.a.a.)'tan rivayet etmiş olduğu hadisleri ve de o hazretin fetvalarının ve fıkhının tümünü veya ekseriyetini nakletmişler."89
İmamların naklettikleri hadislerin senedi onların babalan, ise hiç bir sened onlarla kıyâslanamaz. İmamların şahsiyeti gerek ahlakî ve gerekse ilmî açıdan, hatta Ehl-i sünnetin kabul enikleri en basit kurallara göre de herkesten üstündür. Bu nedenle Ehl-i sünnetin en eski "rical" alimlerinden olan İçli, İmam Sadık (a.s.)'ın ismine gelince şöyle yazıyor:
"Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib."
"Bu beş İmamın sahip oldukları üstünlük kimsede yoktur."90
İMAM SADIK (a.s.) DÖNEMİNDE HADİS TEDVİNİ
Peygamberin rihletinden sonra hadis yazmak yasaklandı öyle ki uzun bir süre halk hadis yazmaktan sakındılar, hatta Ehl-i sünnet hadisçilerinden bazıları üçüncü yüzyılda bile hadis yazmaktan çekmiyorlardı9'. Bu tutuma karşılık masum Ehl-i beyt evvelden beri kendi ashabını hadisleri yazmaya ve onları yok olmaktan korumaya teşvik ediyorlardı92.
İmam Sadık da aynen babaları gibi buna tekid ediyordu. O hazretin zamanında bazıları hadisleri bir araya toplayıp yazmaya başlamışlardıysa da henüz çoğuları bunda tereddüt ediyorlardı. Ebu Zühre, İmam Sadık (a.s.)'ın hadis tedvini taraftarı olduğunu yazarak bu mevzuun o zaman yaygın olup Malik b. Enesin "el-Muvatta" adlı hadis kitabını o dönemde telif etmiş
89) el-imam-us Sadık;(a.s.| (Ebu Zühre). s: 195.
90) el-İmam-us Sadık (Ebu Zühre). s: 95.
91) Tezkiret-ul Huffaz. c: 1. s: 382-441-461/Cami-u Beyan-il im. c:1. s: 78-79/Sunen-i Darumi. c: 1. s: 119-120.
92)Tabakat-ul Kubra. c: 6. s: 168/Takyîd-ul ihn. s. 89-90/Rabi-ul Abrar. c: 3. s: 294/et-Teratib-ul İdariyye. c: 2. s. 246/Hadis Tedvininin Tarihi" makalesi. "İlim Nuru dergisi, ikinci yıl. sayı: 9-11-12.
olduğunu iddia etmiştir. Malik'in "el-Muvatta" kitabını o dönemde yazmış olduğunu kabul etsek dahi bu işin o dönemin genel tutumunun aksine olduğu kesindir, çünkü Ebu Hanife bu hususda en az bir girişimde dahi bulunmamıştı.
Onun şöyle dediği nakledilmiştir: Ben hadis ricalinin, büyüklerini görmüş ve onlardan hadis öğrenmişim ama benim hadis öğrendiğim kimse Cafer b. Muhammed Suhufî'dir. imam Sadık bu sözü işitince gülerek söyle buyurdu: O doğru söylüyor, ben Suhufi'yim; ben babalanman, İbrahim'in ve Musa'nın sahifelerini okumuşum94.
İmamın, babalarının sahi-feferine istinat etmesi kendi babalarından bazı sahifeler, yazılar miras aldığını göstermektedir. Ve bu da, Şia fıkhının Ra-sulullah (s.a.v.)'ın zamanından beri hadis yazılı nüshalara sahip olduğunu açıkça teyid etmektedir. Bu hususda şia hadis kitaplarında, imamların bu sahifeler üzerinden halka hadis nakfettiklerini ve bazen da halkın bu sahifeleri görmesine İsrar ettiklerini gösteren onlarca hadis mevcuttur95.
İmam Sadık (a.s.)'in kendi ashabını hadis yazmaya teşvik etmesi hususuna o hazretten birçok hadisler nakledilmiştir ve bu da o hazretin döneminde hadis tedvin etmeye çok az ehemmiyet verildiğini göstermektedir. İmam Sadık (a.s.)'ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Bildiğin her şeyi yaz ve onu din kardeşlerine dağıt ve öldüğünde de onu kendi evlatlarına miras bırak.*
İMAM SADIK (a.s.)VE EHL-İ SÜNNETİN FIKHİ İHTİCACLARI
Şia mektebinin fıkhı Ehli sünnetin fıkhî görüşüyle bazı yönlerden farklıdır. İmam Bakır (a.s.) ve Sadık (a.s.)'ın yaşadıktan dönemde fıkıh yayılmakta ve genel, külli ahkamın yeni ve fer'i meselelere tatbik edilmesiyle ilgili muhtelif ihticadar çıkmaktaydı.
İmam Sadık (a.s.) da Rasulullah (s.â.v.)'ın bütün hadislerinin sadece ehli beytin yanında olduğuna inanıyordu, çünkü başkaları onu zayettiklerinde onlar bu hadislerin tümüne el değmemiş bir halde sahip idiler.
Rivayet eden diyor ki imama şöyle dedim: "Ey Rasulullah (s.a.a.)'ın evladı! Rasulullah kendi zamanında gerekli dan her şeyi halka iletti mi?". "Evet, kıyamet gününe kadar muhtaç oldukları her şeyi kendilerine iletti" dedi. "Onlardan zayedilen oldu mu hiç?" sordum. "Hayır, onlar Rasulullah (s.a.a.)'ın Ehl-i beytinin yanında mevcuttur" buyurdu.97"
ŞİALAR ÜZERİNDEKİ SİYASİ BASKI
İmam Sadık (a.s.)'ın imamet döneminde sadece hicri ikinci yüzyılının üçüncü on yılında nisbî bir özgürlük mevcut idi. Hatta o süre içinde bile o hazretin ve şialarının faaliyetleri denetleniyor, göz altına alınıyordu.
Ama ondan önce Beni Ümeyye ve onlardan sonra da Abbasi halifesi Mansur. şiaları en ağır baskılara tabi tutmuşlardı öyle ki her nevi varlık duyuruları, boy göstermeleri onların cesaretini kırmıştı. Bu hususda şöyle bir rivayet nakledilmiştir:
"İkinci Ebu Cafer'in (onuncu imam) ashabından biri o hazrete sordu: "Büyüklerimiz, kendi zamanlarında mevcut olan ağır baskılar yüzünden hadisleri nakletmekten sakınmış ve sadece onları yazmakla yetinmişler ve o kitaplar da şimdi bizim elimizde bulunmaktadır: biz bu kitaplardan hadis nakledebilir miyiz?" İmam buyurdu: "Bu kitaplardaki hadisler haktır ve onlardan hadis nakledebilirsiniz.98'
Ehli beyt ve onların şiaları üzerindeki siyasi baskının, o dönemde ne derece ağır olduğu, hatta imamların hadislerini
93) el-İmam-us Sadık (Ebu Zuhre). s: 95.
94) Revzat-ul Cennet, c: 8. s: 169.
95) Furu-u Kati. c: 7. s. 77-95-98/Mekatib-ur Rasul, s: 73-76/Rieal-i Neccaşi, s: 255:
96) Keşf-ül Muhacce (İbn-i Tavus) bihar-ul Envar'm nakline göre, c:2. s: 150 "kitab-ul ilm".
97) Vesail-uş Şia. c: 18. s 23. 98)
şia büyüklerinin nakletmeye fırsat bulamadıkları bir derecede olduğu bu hadisten iyice anlaşılmaktadır. İmamın ashabı kendilerini Mansur'un şerrinden korumaları için tamamen takiyye etmeye ve en ufak bir ihtiyatsızlık etmemeye dikkatli olmaya mecbur idiler.
Bu mahdudiyet, haliyle Ehl-i beyt ilimlerinin ve fıkhî fetvalarının biraz da olsa terk edilmesine neden oluyordu.
Eban b. Tağlib imama şöyle dedi: Ben mescidde oturuyorum ve halk fıkhî konular hakkında bana soru soruyorlar, ben cevap vermeyinceye' kadar beni bırakmıyorlar ve eğer sizin görüşünüzü onlara söylersem bazı zorluklarla karşılaşıyorum: ne yapmalıyım? İmam buyurdu: Onların kendi fetvalarını kendilerine söyle".
İmam Sadık (a.s.)'ın durmadan takiyyeye tekit etmelerinin kendisi bu gibi siyasi baskının varlığına apaçık bir delildir Şiaya saldırı yapılması tehlikesi öyle yakın idi ki, İmam onları korumak için takiyyeyi terketmenin namazı terketmekle aynı derecede olduğunu söylüyordu'00.
Mesela imam zamanının hakimleri tarafından öldürülen- Mualli b Hunays'a şöyle buyurdu:
Ey Mualli! Bizim sırlarımızı gizle ve onları herkese söyleme. Allah, bizim sırlarımızı gizleyip kimseye açmayan birini dünyada aziz eder"' 101'
Kısacası bazı hadisler, bu baskının o denli yoğunlaştığını, hatta şiaların aldırmadan birbirinin yanından gelip geçtiklerini bildirmektedir102. Başka bir rivayette Mansur'un casusları hakkında şöyle söylenmiş:
99)ihtiyar-u Marifet-ir Rical (Tûsi).'s: 330.
100)Musledrek-ul Vesail. c: 12. s: 254-255 Vesail-ul Şia. c: 9. s: 459ve sonrası.
101) Muhtasar-u Basair-ud Derecat. s: 101/Vesail-u; Şia. c: 9. s:465.
102) İhtiyar-u Marifet-ir Rical, s: 3
3
'Müstedrek-ul Vesail. c 12. s: 297-300/Vesail-uş Şia. C: 19. s: 32.
"Mansur Medine'ye birçok casuslar yerleştirmişti. Onlar imam Sadık (a.s.)'ın şialarıyla ilişkisi dan kimseleri öldürüyorlardı."'103
Vakidi'nin naklettiğine göre Mansur, İmam Sadık (a.s.)'ın kölelerinden biri olan Mu'tab-ı alarak ona bin kırbaç vurup öldürdü'104.
Bu dönemde birinin rafizilikle suçlanması onun can ve mal ihtiramını ortadan kaldırmaya ve işkence edilmesine yeterliydi'105.
İMAM SADIK (a.s.) VE SİYASİ OLAYLAR
A) ZEYD'İN KIYAMI:
İmam Sadık (a.s:)'ın döneminde önemli siyasi olaylar gerçekleşti. Mesela şiaların hareketlenmesi (Zeyd b. Ali'nin kıyamı, Muhammet b. Abdullah b. Hasan'ın ve kardeşi İbrahim'in 145 ve 146 hicri yıllarındaki kıyamları) ve Abbasilerin hareketi ve bu hareket sonucu Beni Ümeyye hükümeti çöküp yerine Beni Abbas geldi.
Ve ayrıca o hazretin zamanında vuku bulan olaylardan başka biri de Abbasilerle şiaların ayrılması idi. Bu ayrılığın zeminesi de Abbasiler hükümete geçmeden önce hazırlanmıştı.
Şiaların Abbasilerin (Beni Haşim) hicri birinci yüzyılın başlangıcından itibaren yaptıkları önemli siyasî ve dinî olaylar bütün ayrıntılarıyla burada anlatılamaz ama, İmam Sadık (a.s.)'la bir nevi bağlantısı olan bazı olayları açıklamaya çalışacağız.
Şiaların özellikle de Fatimilerin Ehl-i beyti sevenlerin arasında sahip oldukları mahbubiyete Abbasiler sahip değillerdi. Bu durumun bir çok nedenleri vardı ve peygamberin onlara karşı davranışı bu nedenlerin en önemlilerinden idi. Bunun yanı sıra, en azından şialar için büyük bir önem taşıyan
103) İhtiyar-u Maritat-ir Rical, s: 282-283
104) el-Muhtahab-u min Zeyl-il Muzil (Taberi). c: 3. s: 652.
105) El-mahasin. ı 119/Hayat-ul imarrul Bikir, c: 1. s: 256.
Emir-ül Müminin ve evlatlarının imamet konusu bu mahcubiyeti daha da çoğaltıyordu. Peygamberin neslinin kalıntıları sadece Fatimiler idi ve bu da onlara has bir değer veriyordu.
İmam Hüseyn (a.s.)'in şahadetinden sonra Muhammet b. Hanefi'ye bir süre önemsenecek bir içtimai-siyasi mevkiye sahip idi ama imam Seccad (a.s.)'ın ilmî ve ahlakî şahsiyeti yavaş yavaş kendi yerini toplumda açtı ve Rasulullah (s.a.a.)'ın Ehli beytinden teveccüh edilecek tek şahsiyet durumuna geldi.
Hüseyn b. Ali'nin korkunç Kerbela vakıasından kurtulan tek erkek çocuğu İmam Seccad (a.s.) idi. İmam canlı kalmasıyla aziz peygamberin kızı Fatıma'nın İmam Hüseyin tarafından olan soyunu tarih de sürdürdü ve onun çözülüp dağılmasına neden oldu
Abdullah b. Abbas peygamberin huzurunda olan sadr-ı İslamın meşhur ilmî şahsiyetlerinden ve kendi asrının en büyük ve en güvenilir, muvassak hadisçilerinden biri sayılıyordu Hayana olduğu müddetçe (hicri 68) şialar ile Abbasiler arasında ihtilaf çıkmadı ama ondan sonra tedricen ihtilaf çıkmaya başladı İkinci yüzyılın başlarında Abbasiler, aleviler karşısında istiklal düşüncesine koyulup gizlice halkı kendilerine davet ediyorlardı, fakat muvaffak olacaklarını pek de ummuyorlardı.
Ve bunun nedeni de, halkın gözünde Ali'nin evlatlarının peygamberin neslinden kalan tek kimseler olduklarıydı. Bu hanedanın bilhassa can yakıcı Kerbela vakıasından sonraki mazlumiyeti onların halk arasındaki içtimai haysiyetini hayret edici bir şekilde yüceltmişti.
Zeyd b. Aİi b. .Hüseyn (a.s.)'in başlattığı hareket şiaların Irak halkı arasındaki ağırlığını sağlamlaştırdı. Zeyd b. Ali. İmam Bakır (a.s.)'ın kardeşiydi ve İmam Bakır (a.s.) ilmî açıdan toplumda büyük bir ehemmiyet taşıdığından Zeyd ve onun inkilabî hareketi göz doldurucu bir ehemmiyet yaratmadı, gerçi kendisi hadisçilerden sayılıyordu ve şia olmasından dolayı da Irak halkı arasında ihtiram sahibiydi.
İmam Bakır (a.s.) hicri 114 yılında şehid edildi ve ondan sonra İmam Sadık (a.s.), şia imamlarından altıncı imam olarak dikkatleri kendine çekti. İkinci yüzyılın ikinci on yılının sonlarında Zeyd ne Hişam b. Abdül Melik'in arasında geçen ihtilaflı konuşmalardan ye tartışmalardan sonra Zeyd, hükümde itiraz etmeye karar verdi ve (122 hicri yılının) Sefer ayında Küfe şehrinde kıyam edip iki gün savaştıktan sonra şehit edildi106.
Bu husus da bizim için önemli olan şey İmam Sadık (a.s.)'ın Zeyd'in kıyamı hakkındaki ve de -Zeyd'in şahadetinden sonra Irak'ta mevcudiyetini başlatan- Zeydiye fırkası karşısındaki' tutum ve davranışıdır.
Şia rivayetleri açısından Zeyd, İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.)'da dahil olmak üzere bütün şia imamlarının imametine inancı olan kimselerdendir.
Zeyd'in kendisinden şöyle nakledilmiştir:
"İmam Cafer bizim imamımızdır, hem helalda ve hem de haramda."107
İmam Sadık (a.s.)'tan da Zeyd hakkında şöyle bir hadis nakledilmiştir:
'Allah ona rahmet etsin; o, mümin. arif. alim ve doğru konuşan biriydi, eğer muvaffak olsaydı vefalı kalırdı, eğer hükümeti ele alsaydı onu kime teslim edeceğini iyi bilirdi."05
Bu husus da bir çok hadis rivayet edilmiştir ve bu yüzden de Zeyd. b. Ali'nin İmam Sadık (a.s.) ile rabıtası olmadığı söylenemez. Aynı zamanda onun. İmam Sadık (a.s.)'ın imametini kabul etmesine rağmen o hazretin emrine teveccüh etmeden ve kendisi için imamet iddiasında bulunmadan böyle bir kıyamı başlatmış olması da mümkündür.
Zeyd, bu hare-ketiyle -kendi görüşünce cahili yet sembolü olan- emevilere karşı, İslami hilafet hakkında Ehl-i Beyt hanedanı ile emeviler arasında seksen yıla yakın yapılan savaşlardan sonra, bir kıyama önderlik etti.
106) Zeyd in şehadet tarihi hakkında ihtilaf edilmiştir.
107) İhtiyar-u Marifet-ir «çal. s 361-356/Rical-i Neccasi. s: 130/Kİ-fayet-ul Eser. 327/Zeyd b. Ali nin siyer ve kıyamı (Keriman). s: 49 ve sonrası.
108) İhtiyar-u Marifet-ir rical s: 385.
İmam Sadık (a.s.) senediyle nakledilen bazı rivayetlere göre Zeyd'in şehadet haberi Kûfe'nin Kenase bölgesinde önceden bildirilmişti'109.
İmam Sadık (a.s.), başka rivayetlerde Zeyd'den beri olduklarını bildiren şialar karşısında onu teyid etmiştir110. Bu rivayetlerin her iki kısmı da Ehl-i sünnet kaynaklarında nakledilmiştir.
Bu hadisler itimad edilebilir hadisler olmalarına rağmen imamın bu kıyamdan razı olduğu, bu hadislerden anlaşılmıyor, özellikle şianın Kafi ve diğer hadis kitaplarında Zeyd'in kıyamı hakkında bazı eleştiriler de olmuştur.
Zeyd'in kıyamından sonra ve bilhassa Abbasoğulları hükümete geç tikten sonra Beni Hasan (Hasanoğulları) Beni Hü-seyn'den (Hüseyn oğullarından) ayrılıp Zeyd ve oğlu Yahya'yı bahane ederek Hasan oğullarından Muhammet b. Abdullah b. Hasan b. Hasan b. Ali (a.s.)'yi işbaşına geçirmek için çok çaba harcadılar.
Bunlar, şialardan bir grubunu da tedricen kendi etrafına topladılar ve bunlara Zeydiye denildi, ileride de söyleyeceğimiz gibi Caferiler ile Zeydiler arasında derin ihtilaflar ve çatışmalar başladı ve bunun neticesinde Zeydiler imam Sadık (a.s )'ı itham yağmuruna tuttular.
Bir hadisde şöyle nakledilmiş. Zeydiler. İmam Sadık (a.s.)'ı Allah yolunda cihad etmeye inanmamakla suçluyorlardı, fakat imam bu ithamı reddedip şöyle buyurdu:
"Fakat ben ilmimi onların cahilliğinden dolayı bir kenara atamam.111
109) Uyûn-u Ahbar-u Rıza. c: 1. Bab: 25/Emali (Şeyh Saduk). 10 toplantı, s: 40/Tenkih-ul Makat, c: 1. s: 468/Zeyd b. Ali'nin siret ve kıyamı, s: 468.
110) Huttat-u Makrizi. c: 4. s: 307/Namei Damşveran. c: 5. s: 92/Fe-vat-u Vefeyat. c: 1. s: 210.
111) Furu-u Kafi. c. 1. s: 332/Tahzib. c: 2. s: 43/Vesail-uş Şia. c: 2. s:32.
B:İMAM SADIK (a.s.) VE EBU SALEME VE EBU MÜSLİM'İN DAVETİ
İmam Sadık (a.s.) kendi ashabını öyle eğitti, yetiştirdi ki, onjar fıkıh ve hadis bakımından Caferi mezhebinin kurucularından oldular. İmamın o koşullar altında hakim düzen karşısındaki siyasi faaliyetleri mevcut hükümetten razı olmamakla ve İslamın imamet ve önderliğinin Rasulullah (s.a.a.)'ın hanedanına mahsus olduğunu açıkça savunmakla mahdut idi.
İmam Sadık (a.s.) silahlı hükümete karşı gerekli hazırlıkları yapmadan -bizzat kültürel konular üzerinde durulmadan-başlatılan silahlı hareketin bozguna uğramak ve yenilmekten başka bir neticesi olmadığına inanıyordu.
Hakim düzene karşı hareket başlatmak ve bununla zafere ulaşabilmek için imamete inanan kapsamlı bir şii hareketi gerekliydi Aksi halde, sade ve aceleyle başlatılan bir hareket devam etmeyecek ve hatta fırsat güden kimseler bundan kendi çıkarlarına göre yararlanacaklardı.
Nasıl ki Zeyd b Ali ve ondan sonra da Yahya b Zeyd'in Horasan'da başlattıkları hareketten Abbasoğulları kendi çıkarları doğrultusunda istedikleri kadar faydalandı ve amelen 'Ali Muhammed razıdır' şiarından kendilerini hedef olarak tebliğ ettiler ve bu telaşlarına ilave olarak da bazılarının naklettiğine göre Ebu Haşim b. Muhammet b. Hanefiye'nin hilafetinden taraftarlık etmede faal olan Talibiyin'i de öldürdüler.
Bunların neticesi sonralan belli ddu çünkü Caferi fıkhı gün geçtikçe yücelen güçlü bir şiilik oluşturdu: ve sadece siyasi yolda faaliyet gösteren Zeydiye ve Hariciler ise çok geçmeden kültürel mahdudiyete düçür olup nisbeten güçlü mevzilerini gitgide kaybettiler, çözülüp dağılmaya yüz tuttular ve neticede Abbasoğullan siyasî-nizamî üstünlük elde ederek koskoca islam devletinin başına geçler.
Bu da. Haşim oğullarının adayının Hasan oğullarından sadece Muhammet b. Abdullah adında biri olduğu bir durumda gerçekleşti. İleride bunun kıyamı hakkında bahsedeceğiz fakat burada bu kıyamm sadece imam Sadık (as.) ve Abbas oğullarıyla ilgili kısmını ele alıyoruz.
Abbas oğullarının asıl daveti -Âl-i Muhammed'in veziri diye tanınan Ebu Saleme Hallal"112 ve Ebu Müslim Horasani-tarafından başlatıldı (bu mevzu, kendi yerinde bahsedilmiş ve açıklığa kavuşmuştur) ilk olarak bu hareketin asıl şiarı "Al-i Muhammed" idi; halk bu sloganı işitince akıllarına gelen tek şahıs şialardan biriydi fakat şiaların siyasi pasifliği ve Abbas oğullarının sürekli faaliyeti, perde ardındaki olayları Abbas oğullarının lehine değiştirdi.
Aynı zamanda işin kilidi Ebu Saleme HallaCın elindeydi. O, Kûfe'de Saffah ve Mansur'u hazırlamıştı ve Beni Ümeyye çöker çökmez Saffah için halktan biat aldı. Ama bir süre sonra şialar için davet etmek ve şiaları Abbasilerin yerine oturtmak istemesi suçuyla öldürüldü.
O koşullar altında İmam Sadık (a.S.) münasib bir ortamda değildi ve siyasi açıdan uygun bir durumda bulunan Muhammet b. Abdullah da Abbasiler karşısında duramayıp varlığını sürdüremedi Buna göre şiaların güvenebilecekleri hiçbir ciddi siyasi hareket yoktu.
İmam Sadık (as) a göre Ebu Saleme'nin daveti sağlam bir temele sahip değildi ve bu yüzden de onun yazdığı mektubun cevabında Ebu Saleme nin elçisine şöyle buyurdu: Ebu -Saleme, başka birinin şiasıdır "112. Bazılarının naklettiğine göre Ebu Müslim de bu husüsda İmam Sadık (a.s.)'a mektup yazmış ve İmam Sadık (a.s.) da onun cevabını şöyle yazmıştı:
"Ne sen benim şialarımdansın ne de zaman benim za-
manımdır.""113
Kısacası imamın bu hareket karşısındaki tepkisi ihtiyat ve davetin içeriğiyle muvafık olmamasıydı, nasıl ki İmam, bu tutumları Abdullah b. Hasan'a. kendi oğlu Muhammed'in hakkında tavsiye etti. Ebu Saleme'nin Abbas oğullarına vefakarlığı
112) el-Vuzera-u vel-Küttab. s 84 - O da Ebu Müslim'de mevaliden sayılıyorlardı
113) Bakınız: Hayat-ul İfnarrur Aza. s: 49.
ve bu husüsda tamamen ayrılmaması, onun davetinin ciddi olmadığını göstermektedir. Hatta onun, kendi davetinde kararlı olduğunu farzetsek bile o, Ebu Müslim ve Abbasiler varken kendi davetine nasıl amel edebilirdi? Bu yüzden onun davetini kabul etmek göre göre ölüme atılmak demektir.
C)İMAMIN MANSUR'A KARŞI TUTUMU
İmam Sadık (a.s.)'ın yaşamının son kısmı Mansur'un hükümet ettiği dönemle karşılaşmıştı. İmam Sadık (a.s.). Haşim oğulları arasında kendine has manevi bir şahsiyete sahip biri olarak tanınıyordu114. O, Mansur'un döneminde hem yüce bir ilmî şöhrete sahip idi ve hem de çoğu Ehli sünnet fakihleri ve hadisçileri tarafından kendisine teveccüh ediliyordu.
Mansur'un, şialara karşı beslediği derin kinden dolayı o hazreti şiddetli «bir şekilde-göz altına alması ve özgürce yaşamasına engel olması tabii idi. İmam Sadık (a.s.) aynen babalan gibi. imametin kendilerine ait bir hak olduğu hususundaki itikadını gizlemiyordu ve o hazretin İbn-i Ebi Ya'fur gibi ashabının. İmam Sadık (a.s.)'a itiaat etmenin farz olduğu hakkındaki tutum ve.davranışları, şianın bu ilkeye sağlam bir itikadı olduğunu göstermektedir.
İmam Sadık (a.s.) bir hadis de şöyle buyuruyor:
"İslam beş temel üzerine kurulmuştur. Namaz, Zekat, hacc, oruç ve velayet. Zürare diyor ki "Bunların hangisi daha önemlidir?" diye -sordum. İmam buyurdu: 'Velayet; çünkü velayet diğerlerinin kilididir ve halkı onlara doğru hidayet • eden, yönlendiren validir,""115
Velayet, bu hadis de diğer asıl konuların uygulanmasının ona bağlı bir temel ilke olarak tanıtılmıştır. Bu metot Mansur için çok tehlikeliydi ve bu yüzden de imamı öldürmek için bir
114) (İbn-i İmad Hambali). Şazvat-uz Zahcb. c: 1, s:220/Cihad-uş Şia. s: 104.
115) Vesail-uş Şia. c. 1. s7-8.
fırsat arıyordu. İbn-i Anbet şöyle yazıyor: "Mansur defalarca imamı öldürmek için karar verdi ama Allah imamı korudu."116 İmam, faaliyetlerini genelde gizlice yapıyor ve kendi ashabım, daima Ehl-i beytin sırlarını gizlemeye emrediyordu. Bu husus da o hazretten bir çok hadis nakledilmiştir117.
Bu yüzden de imamın nasıl faaliyet ettiği tamamen tarihde anlatılmamıştır. Fakat önceden de söylediğimiz gibi şiarım önderliği, imamiyenin bütünlüğünü korumak için katiyen gizli program ve faaliyetlere sahip idi.
İmam genelde Mansur un sarayına gitmeye zorlanmadıkça gidip gelmekten çekiniyordu ve bu nedenle de Mansur tarafından kendisine itiraz ediliyordu"118. Mansur bir gün imama şöyle dedi: Niçin başkaları gibi görüşümüze gelmiyorsun? İmam şöyle cevap verdi:
"Senden korkacak ne yapmışız? Senin yanında ahiretle ilgili ne var ki ona göz dikelim? Sahip olduğun bu makam da aslında tebrik edilecek bir nimet değil ve sen de onu. teselli vermemiz için bir musibet olarak kabul etmiyorsun, o halde senin yanında ne işimiz var? "
Böylece İmam. onun hükümetinden razı olmadığını izhar ediyor ve kendi ashabına padişahlarla oturup kalkmaktan sakının" diyor ve onları (padişahların yanına gidip gelmekten sakındırıyordu ve hatta padişahların sarayına gidip gelen alimleri bu işlerinden dolayı ikaz edip şöyle Duyuruyordu
"Fakihler, peygamberlerin eminleridirler; padişahlarla, sultanlarla oturup kalkan bir fakih. görürseniz onu suç-layın.'120
Mansur bir gün imama sordu:
116) Umdet-ul Metali b fi Ensab-ı Âl-i Ebi Talib. s: 195. Necef baskısı.
117) Müstedrek-ül Vesail. c: 12. s: 291-304.
118) Müstedrek-ul vesail, c: 12. s: 307.
119) KeşM Ğumme. c: 2. s: 208-209/el-imam-us Sadık (Ebu Zuhre).s: 141.
120) Keşf-ul Ğumme. c: 2. s: 184/Tehzib-ul Kemal, c: 5. s 88/(Zahe-bi). Siyer-u Alam-un Nubela. c: 6. s 262.
"Allah niye sineği yaratmıştır? Buyurdu: Sinek vesilesiyle zalimlerin burnunu yere sürmek için."121
Aranızda hükmetmesi için tağuta başvurmayın ünvanındaki İmam Sadık'tan nakledilmiş olan rivayetler o hazretin hakim düzene karşı nasıl davrandığını göstermektedir. Bu konuyla ilgili bir soruya İmam şöyle cevap verdi:
"Aralarında hak veya batıl bir iş için onlara -hakim veya onun kadılarına- başvuran biri tağutu hakem seçmiş olur."122
Bazı müellifler imamın, hakim düzene karşı bir kıyam başlatacak veya onu yönlendirecek bir siyaseti takip etmesi gerektiğini sanmışlar. Tabii ki bu tasarı Zeydiler açısından doğrudur; şia görüşünce ise imamın siyaseti, en aşırı kıyamları Beni Ümeyye ve Beni Abbas'ın fasit düzenlerine karşı önderlik ediyordu ve kendisi de sağlam ve köklü bir fıkhî ve kültürel temele dayalıydı.
Bu hakikat, şia tarihinde tamamen gözlenmiş, esasen Caferi isminin İmam Sadık (a.s.)'ın mektebine söylenmesi o hazretin kendi döneminde başlatılmıştı'123. Şehristani'nin bu konuda yazmış olduğu şeyin büyük bir hata olduğu bundan anlaşılmaktadır. O. imamın toplumsal davranışını vasfederken şöyle yazıyor:
"Asla imamet düşüncesine koyulmadı ve kimseyle de hilafet uğrunda çatışmadı."134
Bu söz, şianın gerek imamın kendi döneminde ve gerekse ondan sonraki durumunun hakikatiyle asla uyum sağlamamakta ve bağdaşmamaktadır.
D:İMAMIN MUHAMMED
B. ABDULLAH
B. HASAN'A (NEFS-İ ZEKİYYE) DAVRANIŞ TARZI
Hasan oğullarıyla Hüseyn oğullarının ihtilafa düşmelerinin nedeni. Abdullah b. Hasan b. Hasan'ın kendi
121) Keşf-ul Ğumme. c. 2. s: 158/Tahzib-ul Kemal, c: 5. s: 92-93
122) Furu-u Kafi, c. 7. s: 41/Tahzib. c. 6. s: 218/Vesail-us. Şia. c. 18.s: 453.
123) Rical-i Keşsi. s: 255.
124) el-Milel-u ven-nihel. c: 1. s: 147.
oğlu Muhammed’i Âl-i Muhammed'in Kaimi129 olarak tanıtmalarıydı. Belki de Abbasiler, özellikle de Mansur bu ihtilaftan siyasî bakımdan faydalanmak için onu tutuşturdular. Zeyd'in kıyamından ve sehadetinden sonra şia ve abbasi Haşimoğulları Muhammet b. Abdullah'a biat etmeye boyun eğdiler (İmam Sadık (a.s.) ve diğer bir kaç kişi hariç).
Abbasilerin perde ardındaki hareketinden haberdar olduğumuz kadarıyla, bu kıyamı ihtimale zaruret gereği sırf bir siyasi tutum olarak telakki etmek, gerek. Bu biat mevzuunu Ebul Farec Isfahan! bütün ayrıntılarıyla nakletmiştir. Onun naklettiğine göre abbasilerden Davud b. Ali, İbrahim İmam. Salih b. Ali, Mansur ve Saffah biat toplantısına katılmışlardı. İmam Sadık (a.s.)'tan söz edilince Nefs-i Zekiyye'nin babası Abdullah b. Hasan şöyle dedi:
Cafer'in burda olmasına gerek yoktur çünkü o burada olsaydı, işinizi bozardı."
İmam toplantıya katılıp onların kıyam, etmesiyle muhalefetini bildirince, Abdullah b. Hasan "İmamı kıskanarak böyle yaptı dedi'26.
Bu meseleden sonra çok geçmeden her iki kardeş -Muhammet b. Abdullah b. Hasan Medine'de. İbrahim ise Basra'da- kıyam-edip abbasilerin ordusuyla kısa bir müddet savaştıktan sonra öldürüldüler. Bu yenilgi Irak ve İran'da silahlı kıyam başlatan diğer Zeydilerin yenilgilerinin başlangıcı oldu.' Ancak bu kıyamlardan / biri -Hasan b. Zeyd'in kıyamı-Taberistan'da nisbi bir başarı kazanıp elli yıla yakın bir müddet (üçüncü yüzyılın ikinci yarısı) devam etti.
125) Makatil-ut Talibin s141
126) 1Makatil-ut Talibin s40/41/Zyd’in siret ve hayatı (keriman) s.75 İrşaddan naklen s276/277/A’lam-ul Vera (tercümesi) s383-384/el imamus Sadık (ebu Zühre) s56 el- ihticac’dan naklen keşf-ül gumme c2 s172-173/taberi c7 s302. izzuddin baskısı
4