Hüccet'ül İslam RESUL CAFERİYAN Çeviren: Cafer BAYAR
KEVSER SURESİ Rahman Rahim Allah'ın Adıyla
"Şüphesiz biz, sana kevseri verdik.
. Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
Doğrusu asıl ebter (soyu kesik olan) sana kin duyandır."
TAKDİM
Bu güne kadar müslümanlar, bilhassa biz Ehl-i Beyt mensupları, Masum İmamları, yolumuza ışık tutacak ve aydınlatacak bir şekilde tanıyamamışız. Tanımışsak da onlar hakkındaki bilgimiz mantıkî ve aklî yönden daha ziyade atifî bir yön taşımaktadır.
Bunun nedenini anlamak için İslam toplumuna, bizzat şii toplumlarına hüküm süren siyâsetleri incelemek gerekir. Masum İmamlar, halifelerin, İslam toplumunu medine-i fazı-ladan uzaklaştıran, öz Muhammedî (s.a.a.) islam'ı gerçek rotasından saptıran yanlış tutum ve tavırları karşısında her yönlü bir mücadele başlatmışlardı.
Haliyle hilafetin temelini sarsacak bir mahiyette olan bu mücadeleye karşı halifeler de ellerinden geleni yaptılar. Bu doğrultuda Masum İmamlar'a zulüm ve haksızlık ettiler, onların toplum arasındaki itibarını düşürmek ve Şiiliğin temelini kazrmak için geniş çaplı bı'r karalama politikası seçtiler.
Bununla da kalmayıp Ehl-i Beyt mensuplarını katletmeye başladılar... Kısacası hakim düzenler Ehl-i Beyt İmamlarını halktan koparmak en azından faaliyetlerini kontrol edebilmek için engel üstüne engel çıkardılar, halkın bilinçlenmesini önlediler ve buna parelel olarak da itibâr kazanmak için zulüm saraylarının vitrinine satılmış, şartlanmış alimleri de kattılar.
Böylece de tarihimize, ^günümüze ve gelecek nesillerimize ışık tutan, yön veren bu mücadeleyi bir ibham girdabında tutmaya çalıştılar ve bu doğrultuda nisbeten başarı sağladılar.
Masum İmamların mazlu-miyeti, tarihin bütün dilimlerinde doğal olarak şiaların atife ve duygularını coşturmuşsa da onların kendi İmamlarına karşı duydukları gerçek sevgi ve bağlılıklarını sergileyen bu doğal tavır bile egemen siyasetçilerin ard niyetli saldırılarına maruz kalmış ve hatta bazen onun pasifleştirici yönü daha çok ağırlık kazanmıştır.
İmam Humeyni (r.a.) önderliğinde İran İslam İnkılâbının başarıyla sonuçlanması, İslam'ın siyasal, toplumsal, kültürel, iktisadî ve askerî metod ve ilkelerinin yeniden gözden geçirilmesini gerektirirken, aydın kesimin dikkatini, Masum İmamların yaşantısında daha dikkatle incelemeye, daha derinden düşünüp araştırmaya çekti, özellikle de yukarıda belirtilen alanların, bu İmamların veya Mukaddes İslam Cumhuriyeti düzenindeki yetkililerin bizzat hayatlarının her yönünde tamamen parlaması öz Muhammedi (s.a.a.) İslam'dan güzel bir örnek sergilemektedir, bizlere.
"Masum imamların Fikrî ve Siyasî Hayatı" adındaki kitabımız bu doğrultuda olup, Masum İmamların hayatlarını siyasî ve fikrî açıdan maharetle incelemeyi üstlenmektedir.
Toplumumuzda Masum İmamların bu yönü mübhem kaldığından, daha doğrusu gizli tutulduğundan dolayı, İslamî faaliyetlere yön vermesi için KEVSER yayıncılık olarak bu boşluğu doldurmak istedik. İnsanımıza faydalı olmasını diliyoruz.
Üstad Allame Seyyid Cafer Murtaza'nın
ÖNSÖZÜ
Masum imamların tarihleri etrafındaki bazı önemli hususlar:
Masum imamların yaşantısı, amel ve tavırları hakkında inceleme yapmak, fertlerin bireysel özelliklerinden ve onların şahsiyetini belirleyen özelliklerden bahsetmek değil; bilakis İslam'ın çeşitli boyut ve alanlarından ve de onca kapsamlılık, asalet ve derinliği ile onların özelliklerinden bahsetmektir.
Bu durumda hiç bir tarihçi ve araştırmacı islam'ın bütün hakikatlarini doğru bir şekilde ve derinden idrak etme gücüne sahip olmadıkça, İslam'ın, imamların bütün yaşamında ve şahsiyetlerinin özünde yarattığı gerçek etkiye vakıf olmadıkça ve bu etkilerin, onların kendi etraflarına karşı yaptıktan amellere, hal ve tavırlara nasıl yansıdığını bilmedikçe, imamların hayatına tamamen aşina olamaz ve onların takındıkları tavır ve davranıslarındaki hassas noktalan, canlı şahsiyetlerini gerçek ve kamil bir şekilde aktaramaz.
İmamların düşünce, ilim, fazilet, ihlas ve ruhsal özelliklerine sahib olmak İçin belli bir yol katetmiş birinden başka, hiç bir kimsenin İmamların bu alanlardaki makam ve mevkisine varma aşamasında olduğunu ya da bu yüce makama varmaya muvaffak olmuş olduğunu iddia ettiğini sanmıyoruz: Biz nerede, onlar nerede, hatta bunlardan bir derece aşağı kimseler nerede?
Aynı zamanda bu, aciz kalarak onlardan yararlanmadan kaçınmamız anlamına gelmez. Mecburen bu konunun derinliklerine inmeli, coşkun dalgalarına atılmalı ve bu konunun hayır, bereket, ibret ve öğütlerinden yükümüzü tutmalıyız ki gücümüzün yettiği kadar ve imkanımız elverdikçe yararlanalım. Bunun kendisi doğruluğa götürür, hayrın esas ve temeline yüceltir. '
Değerli kardeşimiz Hüccet-ül islam Caferiyan sadece kalbini aydınlatmak, akıl ve ruhunu bu nur denizine daldırmak ve ondan hayır ve bereket almak için çaba sarfetmiş ve bu nurların coşkun denizine atılmıştır. Allah çabası karşılığında onu mükâfatlandırsın ve hayır, doğruluk, kurtuluş ve temizlik yoluna iletsin.
KONUNUN UFUKLARI
İmamlar, ve onların hakkındaki olaylar üzerinde inceleme yapmanın, fertlerin tarihi olmadığını bilakis onun, Allah'ın, insan tarihi boyunca peygamberlerin dilek ve çabalarının tecelli etmesini istemiş olduğu insanın "ilahi hidayet ve eğitim" tarihi olduğunu öğrendik.
İmamlar yeryüzünde (kelimenin tam anlamı ve bütün yönleriyle) ilahî halifeliğin canlı tecessümü ve yüce örneğidirler. Evet kamil şahsiyet onlarda tecelli ve tecessüm etmiş ve öyle kamil birer insan olmuşlar ki bilinç, irade, hikmet ve mukavemet ile yaşamın bütün zorluklarına göğüs germişler, yaşam da bütün olumsuz yönleriyle, içinde taşıdığı felaket, zorluk bela ve sıkıntılarla onları karşılamıştır.
Ancak hayat, ilahi iradenin devamı olan bu ilahi insanın iradesine boyun eğmiş ve bu insanın bilinci karşısında teslim olmuştur. O ilahi gözle bakar, onun hikmet ve dayanıklılığı yaşamın zorluğuna, kahrına karşı koyduğu için böyle bir üstünlük sağlamıştır, bu başarı ilahi talim ve himaye yardımı ve Allah'ın tevfik ve teyidiyle gerçekleşmiştir.
İmamların hayatlarını, onlar için özel bir durum doğuran ve onları her alanda onunla yaşamaya ve karşılaşmaya mecbur eden bütün şart ve durumları tanıma ve idrak etmeye olan ihtiyacımız işte burdan aydınlığa kavuşmuş oluyor.
Bu ihtiyaç, ister bazılarına göre imamların özel yaşamlarının belli bir alanında sınırlı tutmalarından kaynaklanmış olsun, isterse bizim ele aldığımız, siyasi, sosyal, ahlâkî v.s. gibi öğretilerden . ibaret olan toplumun genel hayatının geniş bir dairesinde ele alışımızdan kaynaklansın, zaruri bir meseledir.
Bu söylenenlerin tümü bir gerçeği teyid ediyor, o ise imamların geniş kapsamlı ufuklarına küçük dahi olsa bir baca açmak isteyen her araştırmacının gerekli şahit ve delillerin en azıyla yetinmek istese bile karşılaşacağı zorluk ve zahmetten ibarettir.
İKİ SORU:
Bunları göz önünde bulundurarak önce şu soruya hemen cevap vermek gerekir; elde bulunan belge ve kaynaklar böyle önemli bir konuyu halletmemiz ve bu amaç ve gayenin gerçekleşmesi için yeterli midir?
Eğer sorunun cevabı olumsuz ise başka bir soru yöneltmeli. Elimizde bulunan belge ve kaynaklardan çok yönlü, geniş ve istenen bir düzeyde yararlanabilir miyiz?
Bu sorunun cevabı da önceki sorunun cevabı gibi olumsuz olacaktır. Elimizde bulunan kaynaklarla onların hayatını anlama ve yaşantılarının geniş ufuklarına ulaşma sahasında başarı elde edemeyeceğimizi herkes bilmektedir. Yapmamız gereken işin durum ve hallerini belirleyip bu işlerde yararlanacağımız araçlar için bir ön hazırlık yapamadığımızı söylersek aşırı gitmiş sayılmayız.
Hatta düzenli ve modern bir üslupla genel bilgileri sunmak ve sahip olduğumuz değerli mirasın gerçek değerini tanımaya bizi yönelten kısa bir fihrist bile gösterememiş. Olduğumuz gibi ilk kaynakları araştırmaya, arındırmaya, daha sonra da onlarla temel kaynaklar a-rasında bağlantı kurmaya ve ayriyeten onların dikkate alınan sonuçlardaki etkilerini sınırlı bir alanda bile olsa bilimsel, ve faydalı bir şekilde inceleyememişiz.
Orda burda kendileri üzerinde bahs ve istişare etmede başarılı olamadığımız dağınık işaretler görüyor isek de bu işaretler karşılıklı olarak aralarında var dan diğer konu ve etkilere karşı olan bağlılıklarını belirleyememişlerdir.
APAYRI İKİ TARİH:
işi daha da zorlaştıran ve engel icad eden şey imamların hayatını, onların içerisinde yaşadıktan tarihi aşamaların olaylarını zapteden tarihin yanında inceleme mecburidir. Biz, bu iki tarihi olayları farklı siyasetleri ve tarihî değişmeleri doğru bir görüş edinmek için önceden hiç bir araştırma tecrübesine sahip olmayan bir araştırmacının önüne serersek dolayısıyla bu iki tarihin hiç bir bütünlük ve bağlılığı olmadığını anlayacak.
İmamların bu olaylar ortamında yaşamadıklarını, etraflarında olup bitenlerden habersiz olduklarını, dışa kapalı ve başkalarıyla hiçbir ilişkisi olmayan kendilerine özgü bir alemde yaşadıklarını, başkalarının da imamların dünyasıyla uzaktan-yakından hiç bir bağlantısı olmayan daha başka bir dünyada yaşadıklarını sanacaktır. Oysa ki bu gelişme ve değişmelerin hakikatine vakıf olan ve siyasetin farklı alanlardaki rolünü algılayabilen şuurlu ve bilinçli bir araştırmacının tasavvuru kesinlikle öncekinin tam tersi olacaktır.
O, imamların olaylarla yakından ilgilendiklerini ve etraflarında olup biten her olay karşısında yol gösteren uyandırıcı risaletlerinin rolünü ifa ettiklerini, çoğu zamanlar da toplum ve ümmet düzeyinde onların siyasi, kültürel ve ahlaki hayatlarını etkileme yönünden en derin tavır ve tutumlara sahip olduğunu anlayacaktır. Böylece onların ilk bakışta, yaşamış olduktan ve karşılaştıktan bilinen sahalarda bıraktıktan derin etki daha iyi anlaşılır.
UYDURMA VE ASALET:
Bu iki tarih arasında bulunan ihtilafın sebeplerini idrak etme alanında bir hakikate dayanmalı, o da şundan ibarettir: İmamların yaşamının bir bölümünü ve onların takındıkları hal ve tavırları zapteden bir grubun, imamların da, içerisinde yaşamış olduktan genel tarihi yazan başka bir grupla mefhum, hedef ve beklentileri anlamada ve aynı şekil kendi gaye ve amaçlan bakımından pek fazla büyük bir farklılık var.
Bundan daha önemli, bu iki grupdan her birinin kendisi için benimsediği ve onun doğrultusunda hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırt ederek farklı tarihî olayları ret veya kabul etmede ve onlara giriş-çıkışta kabullendikleri ölçü ve esaslar-tarda açıkça bir bağdaşmazlık söz konusu, öyle ki bu ölçü ye esasların temel olduğunu ve bu zaman daimlerinin genel tarihini yazmış, ona "İslamî Tarih" adını vermiş ve onun doğrultusunda hareket etmiş olan kimselerin yazdıktan bu tarihin uydurma ve saptırıcı olduğunu ve bunların, sapıklığı tesbit, tekid ve cevaz verme, daima ayakta tutmak ve sağlamlaştırmak istediklerini görmekteyiz.
Biz, bu sözü taassuba dayanarak ve bir itham olarak tarihe ve tarih yazarlarına maletmiyoruz. Herkesin, bu mevcut ve yazılı tarihin millet ve ümmetlerin tarihi olmadığını itiraf ettikleri bir hakikattir. Bu nedenle ümmetlerin yaşantılarındaki hareketlenmeleri ve onların içine düştükleri elemleri bizlere açıklayamaz. Bu tarih sultanların, hakimlerin ve onlara bağlı olan çevrelerinin tarihidir. Hatta bu kitaplar sultanların tarihinde bile onların hayatının hakikatini dikkatli ve güvenilir bilgilerle sergileyemez.
Çünkü sultanların hoşnut olduktan, onların maslahatlarını temin ve sultalarını sağlamlaştıran şeylerden başkasını yazmaya kadir olamamışlardır, hatta bunlar tamamen saptırılmış ve gerçek dışı olsa bile. Bu nedenle hür ve özgürce kendi yazılarını düzenleyen bir tarihçi mevcut olamamış veya pek az bulunmuş.
Çünkü böyle bir tarihçi sadece Ali'nin (a.s.) bir faziletini rivayet eden birinin nasıl sultanların gazabına uğramış olduğunu ve yüzlerce kırbaç vurulduğunu veya Neseî gibi Muaviye'nin faziletini söylemediği ve Ali'nin (a.s.) faziletlerini söylediği için kavmî asabiyetlerden dolayı 300 hicri yılında Şam'da öldürüldüğünü veya Taberi gibi ömrünün sonlarında Hz. Ali'nin (a.s.) faziletlerini nakletmeye birazcık meyillendiğinde Hanbeliler tarafından evinin taş yağmuruna tutulduğunu bilmektedir.
Tarihçilerden biri Adem ile Musa'nın tartışması hakkında bir rivayet nakleder, daha sonra Adem'in ölümü ile Musa'nın doğumu arasındaki yüzlerce yıl zaman mesafesini görür, bu yüzden de Adem ile Musa nasıl karşılaşmış olabilirler soru sunu dile getirir, ancak tarihi rivayetlere bu gibi eleştiriler yöneltilmesin diye zamanın halifesi onun için celladı sesler1.
Araştırma ve zaman sarfetme ile daha nice örnekler elde edilebilir. Bu konuya ilaveten, yazılmış olan o miktar bile hu-rafi, yanlış ve muğlak olarak yazılmıştır. En azından onların çoğu, değer taşımayan ve aklî mantıkla bağdaşmayan çirkin taassuplar veya mezhebi bağlılıklarla etkilenmiş ve yazar, izah ve tashih için bahs ve tartışmanın en iyi üslûp ve metod olduğu inancını taşımıyordu. Bu meselelerin yaraşıra, yazarların gayri meşru ve sorumsuzca heves ve arzular taşımaları, kendi maksat ve hedeflerine ulaşabilmeleri için tahrif ve aldatmaya neden olmuştur.
Bu konu ve diğer konulan dikkate almakla bir araştırmacının tarih kitaplarında, sultanların ve çirkin planlarının karşısında duran kimselerin gerçek şahsiyetlerini görememesi doğal bir şeydir. Onların mezhebî bağlılıklarının, kavmî asabiyetlerinin ve sapıklıklarının bazı mutaassıb taraftarları karşısında duran kimseler toplumun siyasî, sosyal, İlmî ve ahlakî hayatı esasında pek derin ve önemli etkiler yaratan şahsiyetlerdir.
Bu şahısların gerçek yüzlerini gösterebilen güvenilir kalem sahiplerinin görüşlerini benimsememiz gerektiğini burdan anlıyoruz. Aynı şekil bazı sultanların dikkat etmemeleri, söylenmesinden tehlike görülmeyen veya onları nakleden tarihçilerin başka bir amaç peşinde olmaları gibi bazı nedenlerden dolayı bu kitaplarda dağınık bir şekilde yer alan bir çok önemli ve gerçek noktaları da toplamamız gerek.
İFRAT VE TEFRİT:
Burda, şu konuya değinmemiz gerekir; bazıları İmamların tarihini ve onların takip ettikleri siyaseti anlayıp beyan ettiklerinde, imamların "gayb'tan yararlandıklarını açıklarken aşırı gidip ifrat etmişler ve onları yaşamın hakikatından ve değişimlerinden uzak tutmuşlardır. Bu gibi insanlar imamları
1) Tarihi Bağdat, c: 14, k 7-8/B-Biday»tu ve En-Nihay»tü, c: 10, s: 215/Tarih-ul Hülafa, k 285/B-Basairu ve z-Zehairu, c: 1, s: 81.
Öyle tanıtıyorlar ki, sanki İmamlar yaşamı (rayına oturtmuş) kendi haline bırakmışlar ve remzli ve perde arkasından onunla ilgileniyorlarmış. imam hakkındaki bir mevzu bunlara anlatılarak sonuç almak istendiğinde bunlar hemen, onun imam olduğunu ve kendine has bir hükmü olduğunu belirtiyorlar imama uyulmaz ve onun söz, amel ve takriri bizlere delil değilmiş gibi.
Bu söz, bu metodu seçen kimselerin imamlar hakkında ve Allah'ın onlar için dikkate aldığı rol hakkında yanlış bir değerlendirme yaptıklarında, sıkıntıda olduklarını bildiriyor sadece.
Bu rol peygamberin üstlendiği rolden ibarettir; Allah onu tebliğ eden, öğreten, terbiye eden, önder, hüküm veren, hakim olarak ve Kur'an'ın, peygamberin ve imamların açıkça ifade ettikleri daha başka önemli hususlar için göndermiştir, bu şahıslar, Kur'an'ın ve peygamberlerin te'kid ederek sağ-lamlaştırdıkları "Allah'ın elçilerinin insan olduktan" hususuna dikkatle bakmamışlar. Mesela şu ayetler:
Rabbinin şanı yücedir. Ben, sadece elçi olan bir insan , değil miyim?De ki:Rabbimi tenzih ederim, ben peygamberlikle gönderilmiş insandan başka bir şey miyim ki.
Eğer onu melek olarak halketseydik, yine bir erkek Şeklinde halkederdik, yine düştükleri şüpheden kurtulamazlardı.
Bu metodun karşısında, imamlara karşı sırf maddi bir gözle bakan, gayb ve ilahi kerametler unsurunu dikkate al- madan imamların yaşam, tutum ve tavırlarının tefsirine koyu lan başka bir metodu da kabullenmiyoruz.
İmamların tarihini maddiyat ve riyazi (dünya zevklerinden el çekmek suretiyle nefsi tezkiye etme), muhasebeler doğrultusunda tamamen doğal ve maddi eser ve neticelerle anlamaya çalışan kimseler, bizce çok yanlıştırlar.
Böyle kimseler bu hususda bir çok kaynakları elde edebilecekleri halde, mesela: "İmam Hüseyn (as.) şehit edildiği gün Beytül Mukaddes'de kaldırılan hertaşın altından bir miktarda kan beliriyordu" gibi hususlara yaklaşmıyorlar. Aynı
şekil "Aşûra gününde gökyüzünde beliren kırmızılık" rivayeti veya Hz. Zeyneb'in (a.s.) söylediği "Gökyüzü kan ağlarsa şaşmayın" sözü gibi. Ancak en azından Hz. Zeyneb (a.s.) olan bir şeyden haber vermek değil de bir ihtimal olarak bu olayı konu edinmiş olsa bile bu şahıslar bu rivayetleri araştırmaya girişmemiş ve onun teyidinde veya reddinde bir şey söylememişler.
Aynı şekil İmam Hüseyn'in mızrak ucundaki başının konuşması veya Resulullah'ın (s.a.a.) Vefatından hemen sonra Hz.Fatime'nin (a.s.) kocası eziyet edildikten, hakkı gasb edildikten, kendisine tokat vurulduktan ve çocuğunun düşürülmesinden sonra onlara lanet etmek isterken mescidin duvarlarının yükselmesi gibi rivayetleri.
Ve de Kur'an'ın peygamberlere isnad etmiş olduğu mesela Musa'nın asası, Sebe' kraliçesinin tahtının getirilmesi gibi kerametlerin imamlar hakkında gerçekleştiğini, onların da böyle kerametlere, harikulade amellere sahip olduklarını ve Allah'ın gizli lütuflarının onlara nasip olduğunu bildiren diğer bazı kaynaklar.
Bu gibi araştırmacılar bu kaynaklara bakmıyor, onları incelemeye ve eleştirmeye teşebbüs etmiyorlar. Adeta onları kabullenmek istemiyor ve hatta bazen onların varlığından utanç bile duyuyorlar. Aynen bazılarının yetersiz ve asılsız mazeretler getirerek "Gâib İmam" konusunu kendi kitaplarında konu edinmedikleri gibi.
Bu rivayetlerin doğruluğu kesinleştikten sonra böyle şahısların, onları imamların tarih ve yaşamının bir kısmı olarak kabul edip etmeyeceklerini bilemiyoruz.
Biz, bu iki grup karşısında masum imamların, insanın insaniyeti için "ilahi hidayet ve terbiyet" tecessümü oldukları hakikatini vurgulamalıyız. Onlar başka her insan gibi maddi vücut ve hakikata sahip olmalarına rağmen aynı zamanda bu maddi vücudu Allah'a doğru yükseltmiş ve layık olduklarından dolayı Allah da apaydın kerametleri gizli ve sınırsız lütuflarıyla onlara lütufda bulunmuş.
İmamların toplumdaki rolünü, ahlakî, toplumsal veya bazı siyasi hareketlenmeler gibi alanlarda sınırlayan, kendi görüş ve düşüncelerini sınırlı bir kalıba yerleştiren kimselerin, imamların hayatlarını başkaları için sergiledikleri tablo istenilen asıl temel meseleleri beyan etmekten yoksundur.
Ama bir zaman diliminde belli bir konuyu aktarmak ister veya bir zaruret, bir konuyu ele almayı gerektiriyorsa bu çelişki oluşturmaz.
İMAMLARIN TARİHLERİNDEKİ ANA HATLAR:
Ben kendi hissemce imamların yaşam boyutlarından bazılarını içeren konulara değinmek istiyordum. Dolayısıyla böyle bir arzu benim için değerli ve çok kıymetlidir ve bazı hususlarda bir takım çalışmalarım da var.
önceleri imamların |tarihinin esas boyutları olarak bazı noktaları not etmiştim, ancak bunlar zaruri konulara oranla kesinlikle çok yönlü değildi, notlar olduğu gibi kalmışlardı, şimdi ise onları olduğu gibi siz değerli okuyuculara takdim etmeye karar verdim. İmamların yaşamı etrafında inceleme ve araştırmaya muvaffak olan kimselerin bu hususlardan yararlanmasını arzu ediyorum.
ÖNEMLİ HUSUSLAR:
1. İlk mevzu imamların yaşam zamanını belirlemektir. doğum ve ölüm günü, doğum ve ölüm ay ve yılı, yaşadıkları yer, çocukları, eşleri, ashabı ve şahsî yönleriyle bağlantısı olan diğer hususlar. Tabiatıyla bunlar araştırma ile, ilmî bir şekilde ve bu husus da ki şüpheleri giderecek bir şekilde olmalıdır.
2. İmamlar neden sayılıdırlar? Bu, cevap verilmesi ge- reken bir sorudur. Her imamın siyaset ve hattını doğrudan aydınlatan amel ve hareketlerine dikkat etmek, bu konuyla ilgilidir. Biri daha çok akaîde, diğeri fıkha, başka biri de ümmetin farklı dönemlerdeki ihtiyacından doğan siyasete ve başka işlere önem vermişler. Aynen imamlardan bazılarının farklı boyutlarda aynı zamanda faaliyet ettikleri gibi.
3. Müslümanlar arasındaki fikirsel sapmaların İslahı için imamların seçtikleri yollar. Mesela akaîd, fıkıh, Kur'an tefsiri veya insanî ve ahlakî tutumlar veya hassas ve kader tayin eden hususlarda takındıkları tavırlar hakkında örnekler vermek.
4. İmamların tasavvuf gibi ruhî riyazete başlayarak kültürel ve bilimsel konuları terketmek aynı sekil ruhî yönlerden ve gaybî bağlılıklardan yoksun olan sadece birtakım görüşleri ve pasif mefhumları taşıyan kültürel ve bilimsel İslam teorisi gibi olmayan ve aynı zamanda gayb ile bağlantılı olan pratik islam planlaması doğrultusundaki çalışmalarını tanımak.
5. Onların, hadis ehli, Mutezile, başka fikirsel hareketler ve sapık fakihler ve fırkalar karşısında takındıkları tavırların hakikatini incelemek.
6. Aynı şekilde onların "Kur'an'ın mahluk olması" konusunda susarak tavır koymalarına ve şiaları bu konuya atılmamakla görevlendirmelerinin nedenine, bu konunun gündeme getirilmesinden kastedilen hedeflere ve onun doğurduğu sonuçlara kısaca değineceğiz.
7 Aynı şekilde tercümeler ve müslümanların fetihleri sonucunda diğer kavimlerle karışmaları yoluyla meydana gelen yabancı kültürlere karşı imamların tutumları tavırlara ve o kavimlerin sahip oldukları düşünce ve mezheplerden haberdar oluşları hususuna dikkat etmek.
Ayrıyeten İslam'ı zahirde kabul eden Yahudiler ve Hıristiyanlar, şöhret ve mal peşinde olan kıssa nakledenler ve hadis ehli tarafından İslam'ın içine düştüğü tahrifler ve de İslam'ı kendi şahsî, kavmî veya coğrafî maslahat, mezheb ve siyasi hedeflerine uygun göstermek için İslam'ı tahrif etmeye çalışan sultan ve hakimler karşısındaki tutumlarını dikkate almak.
8- Kur'an tefsiri hakkında ve peygamberin sünneti üzerinde oynanan oyun hususundaki tutumlarını ele almak. Ayrıca halkın yanlış kaynaklardan sakınmaları, Ehli beyt şialarının İslam dışı şeylerin etkisinde kalmadan Kur'an'ı doğru bir şekilde anlama gücüne sahip olmaları için Ehli beytin kendilerinin uydukları ve halkı onlara doğru hidayet ettikleri ve aydınlattıkları ölçü ve miyarları açıklamak.
9- Ayrıca onların kendilerinden sonra yazılı eserler geri bırakmamalarının veya Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) yazmış olduğu ancak bunun, onların yanında kalmasının ve başkalarına ulaşmamasının ya da onların döneminde ilimlerin yazılı oIarak toplanmasının öncelerden beri olagelmesinin ayrıye-ten onların kendi ashabını ilimleri yazılı olarak toplamalarına dair meyillendirdikleri ve teşvik ettikleri hususların nedenini ayrıntılarıyla ve de derlemenin o zamanda derlenmiş olan ilimlerin ve onun nasıl bir düzeyde olduğunun tarihçesini kısa olarak dikkate almak mecburiyetindeyiz.
10 Keramet ile mucizenin farkını açıkladıktan sonra Ehli beytin kerametleri hususuna değinmek ve Ehli beytin, kerametlere ne gibi ihtiyaçları vardı sorusunu cevaplamak. Süflilerin kerametleri, murtazların (hint fakirleri) yaptıkları olağanüstü amellerin hakkında ve bu gibi işler anlatılırken yapılan abartmaları reddetme hususunda açıklamada bulunmak.
Ehli beytin, kerametler alanından sayılabilen gelecekten haber vermeleri özellikle de Hz. Ali'nin bu gibi haberlere, halkın onu İtham edecekleri kadar ehemmiyet vermesine değinmek, sonraları gerçekleşen bu haberlerden bazılarını göstermek ve siyasi anlayış doğrultusunda ileri sürülen gaybî haberlerle gaybi kaynakla bağlılıktan doğan haberler arasındaki farkı aydınlatmak.
11 Ehli beytin ilim sınırını açıklamak ve onların sahip oldukları ama başkalarının yoksun olduğu ilim ve öğretilere daima tekit etmelerine, o ilimleri vahiy kaynağından aldıklarına örneğin cifr ve cam'e ilmine, Hz. Ali'nin (a.s) kitabına, Fatime'nin (a.s.) mushafına ve bunlardan başkalarına sahip olduklarına dair tasrih ettikleri şeylere ve bu konunun nedeninin ne olduğuna dikkat etmek.
12 Çeşitli örnekler göstererek bütün ayrıntılarıyla onların şahsiyetini tarif etmek, onların ruhî faziletlerini, insanî ve ahlâkî tutumlarını öğrenmeğe, özel yaşamlarından bir tablo sergilemeğe, evlatlarına ve ailelerine karşı davranışlarını, ev içindeki hareketlerini, hatta evlerine misafir olarak gelen kimselere karşı davranış tarzları, onları hoşnut eden veya hüzün lendiren ve üzen şeylere karşı davranışlarını tamıtamına vasfetmeye çalışmak.
13 Daha sonra servetleri konusunu, mallarının ne kadar olduğunu, nerden ve nasıl kazandıklarını, onları nasıl infak ettiklerini veya harcadıklarını dikkate almak. Onların, sultanların bahşişleri karşısındaki tutumlarını ve bazılarının neden onu kabul ettiklerini incelemek. Acaba bahşişleri reddetmeleri sultanların hükümetlerine karşı savaş ilan etmek anlamına telakki edilmez miydi?
Eğer evet, savaş anlamınadır cevabı verilirse dolayısıyla bu konuya dair deliller gösterilmelidir. Aynen Emir-ul Müminin Ali (a.s.)'nin Kûfe'de iken Medine'deki mallarından yararlanmasının nedenini de bilmek gerek. Aynı şekil Ehli beytin, tarlada veya diğer işlerde doğrudan doğruya kendilerinin çalışmalarına neden Israr ettiklerini de kavramak ve onların humusdan veya diğer şer'i hukuklardan yararlanıp yararlanmadıklarını ve bunun nedenini araştırmak gerek.
14 Onların şialar hakkındaki eğitsel metodlarını, onlara karşı davranış yollarını ve üslûplarını, şiaların da Ehli beyt ile sevgi ve fikir yönü taşıyan akidevî bağlılıklarının kurulma yolları ve metodlarını, Ehli beytin evinden çıkan her şey toplumun genel ruhuna ve şialar arasındaki bütünlüğe ziynet olduğu için Ehli beytten fikrî yararlanma doğrultusunda kurulan merkezleşmenin tesirini, bunun onların tutumları üzerinde bıraktığı etkiyi ve onların önemli konularla genel olarak ilgilenmelerinin niteliğini tanımak.
Şialar ile Ehli beyt'in diğer bölgelerdeki vekilleri arasında dikkatle tanzim edilen bağlılığa ve bu vekillerin görevlerini belirlemelerine dikkat etmek. Bir şehirden imamın huzuruna getirilen malın, imamın o şehirdeki vekiline verilmesi için imam tarafından sahibine gönderilmesine ve Ehli beyt'in, vekilleri arasında bulunan sorunları ve çekişmeleri halletmelerine değinmek. İmam Sadık'ın (a.s.) zamanında bazı şahısların herhangi bir ilim dalında ihtisas sahibi olması mesela birinin mütekellim, bir başkasının fakih vs.
yetiştirilmesi için nasıl çalışıldığını ve herkesin ihtisas haddinden öteye geçmemesinin ve başkalarının da ihtiyaç duyulduğu zaman mütehassıslara müracaat etmesi gerekçesini konu edinmek. Abbasi halifeleri döneminde toplumun kültürel tabakasının ilk derecede şialar ve Ehli beyt'in yetiştirdiği kimseler arasından çıktığına ve onların ümmetin bilgili düşünürlerinden, alimlerinden olduklarını dile getirmek.
15 Ehli beytin, şer'i hükümlerin nedenlerini açıklamaya verdiklerini, Merhum Muhammed Şeyh Saduk'un (r.a.) bu husus da "İlel-üş Şerai" adında bir kitap telif edecek kadar neden onca çaba harcadıklarını izah etmek. Ayrıca bu kitap da nakledilen rivayetlerin içeriklerinin hükümlerin nedeni mi hikmet mi, genel olarak ne olduğunu ve bu rivayetlerin dayandıkları mevzuların neler olduğuna işaret etmek.
16 İmamların, bazı hassas konuları gizlemekten sakınmalarının ve kendilerine pahalıya mal olsa dahi, mesela kendilerinin herkesten daha çok imamete layık oldukları hususunda takiyye etmemelerinin nedenini ve onların halkı ikna için ne gibi metodlar kullandıklarını göz önünde bulundurmak. Onlar bu doğrultuda apaydın iki yola adım attılar: Biri , onların beraberinde bulunan bazı ilimlerin insanlar arasından sadece onlara mahsus olduğunu belirtip isbatlamaları ve diğeri de nassın mevcut olma hususu.
17 İmamların en sıkı şartlar altında tutulmalarına veya bazı merkezlerde bekletildiklerine veyahut da zindanda olduklarına rağmen halk merkezleriyle, aynı şekil şialarla nasıl temas kurduklarına dikkat etmek. Şiaların büyükleri bu irtibatı sağlamak için ne gibi araçlar kulanıyorlardı? Ehli beytin bu durumdaki faaliyetleri neleridi ve bu faallerin hacmi ve miktarı ne idi ki Yahya b. Halid Bermeki, "Musa b. Cafer'in (a.s.), halifenin (Raşid'in) taraftarlarının kalplerini onların aleyhine çevirdiğini Raşid'e şikayet ediyor.
18 İmam Seccad'ın (a.s.) kölelere ilgi gösterip kültürlerini geliştirmesinin, onlara ilim öğretmesinin ve daha sonra Onların işledikleri günahları bir kitaba yazarak toplamasının ve daha sonra günahlarını kendilerine göstererek onları özgür etmesinin nedeni neydi? İmam onlara karşı nasıl davranıyordu ve bu davranışın netice ve eserleri neydi? Ve bu tutumun Emevilerin arapları tamamen gayri araplara üstün tut-tukları bir dönemde oluşunu göz önüne almak.
Gayri arapların, Ehli beytin öğretilerini yaymak doğrultusundaki katkıları ve bunun, İslam'ın diğer ümmetler arasında yayılmasındaki etkileri neler idi ve diğer ümmetlerin İslam ile olan bağlantıları nasıl idi? Bu husus da göz önünde bulundurulacak nokta, Ehli beytin arap olmayan kadınlarla evlenmelerinin nedenini dikkate almak; öyle ki Ehli beytin bazılarının anneleri arap değildi. Ayrıca Ehli beytin farklı dilleri bilmeleri ve bunun eser ve neticeleri hakkında bilgi edinmek.
19 İmam Mehdi'nin (a.s.) gaybeti için nasıl bir ortam yaratıyor ve son zamanlarda halk ile daha az temas kuruyorlardı. İmam Cevad (a.s.) aynen İmam Mehdi (a.s.) gibi küçük yaşta nasıl imam oluyor?
20 ‘’İmamlar ve yeni ilimler" hakkında araştırma yapmak. Onların yeni ilim seferberliğinde katkıları var mıydı? Yeni ilmin doğmasına yardımcı olan konulara ehemmiyet veriyorlar mıydı? Bu hususların neler olduğuna dair kesin konulara değinmeli ve bu alanda onlara uygun öğretiler yazılmalı.
21 "imamlar ve dua" hakkında özellikle de Emir-ul Müminin Ali (a.s.), İmam Hüseyn (a.s.) İmam Seccad (a.s.) ve İmam Kâzım (a.s.) açısından duanın etki ve tepkilerini dikkate almak. Sahife-i Seccadiye ve onun hedefleri hakkında ciddi bir şekilde özel olarak bahsetmek onun siyasî, itikadı, ahlâkî ve eğitsel vs. konularını bu dönemdeki İslam ve müs-lümanların karşı karşıya oldukları yaygın bilgisizliği, tahrif eylemini ve halkın cahil yetiştirilmesi hususunu göz önüne alarak açıklamak. Bu dönemde iş bir yere varmıştı ki Beni Haşim (Haşim oğulları) vahiy merkezine herkesden daha yakın olmalarına rağmen İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra nasıl namaz kılacaklarını, hacc farizesini nasıl yerine getireceklerini bilmiyorlardı.
Ayrıca İmam Seccad'ın (a.s.) "Hukuk Mektubuna", imam Rıza'nın (a.s.) "Risale-i Teyyibe-i Zehebiyye'sine!' ve Ali'nin (a.s.) Malik Eşter'e yazmış olduğu Ahdnameye" dayanmak.
22 Bir zamanlar İmam Seccad'ın (a.s.) imametine üç veya beş kişinin inandığı ve itiraf ettiği nakledilmektedir, imam bunun karşısında ne yaptı ki İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.) mektebi için uygun bir ortam yarattı? İmam Seccad'ın (a.s.) on yıla yakın bir zaman çölde yaşadığını bildiren rivayet doğru mudur?
Eğer doğruysa bunun nedeni ve faydaları neydi? Aynı şekil ehl-i sünnetin, ,imam Seccad'ın (a.s.) karşısında saygılı davranışlarının nemini araştırmak, İmam (a.s.) hükümeti almaktan vazgeçtiği için mi saygı gösteriyorlar, yoksa bunun başka bir nedeni mi var?
23 Şii fırkalarının mesela Gulat hareketlerinin, Hariciler kıyamlarının ve daha başkalarının hakikatini göstermek, Emir-ul Mü'minin'in (a.s.), kendinden sonra Hariciler ile savaşmaktan nehyetmesinin nedenini, bu fırkaların meydana gelmelerinin nedenlerinin ne olduğunu ve İmamlar ve şiaların bunlara karşı nasıl davrandıklarını araştırmak.
24 Ehl-i beytin sultanlara ve sultanların da Ehl-i beyt karrşısındaki tutumları neydi? Hükümetin, çatıştığı her fırka ve mezhebi, hatta gevşek hadis Ehli fırkasına oranla daha güçlü ve fikirsel sebata sahip olan mutezile gibi bir fırkayı yok etmesine rağmen Ehl-i beyt şialığı canlı korumayı nasıl becerdi? hükümet, halkı imamlardan ayırmak için ne gibi siyaset kul-lanıyordu ki bunlar, görünürdeki hedefin aksine halkın imamları sevmelerine ye gönülden bağlanmalarına neden oluyordu.
Bunun nedeni neydi? Ayriyeten hükümet meselesinden ve imamlar açısından halifeler ve onların tutumlarından her yönlü bir tablo sunmak.
25 Zeydiye, halifeler aleyhine nasıl kıyam ediyordu da imam Hüseyn'den (a.s.) sonraki şia imamları bunu yapmıyortardı? İmamların Zeyd'in, ondan sonraki Zeydiyenin ve diğer şii kıyamları hakkındaki görüşleri neydi? Ve bu kıyamların sürdürülmesini niçin istiyor ve kendi şialarına, "Zeydiye sizin için bir siperdir" diyorlardı. Yine "Âl-i Muhammed'den biri çıkıp kıyam ettiği müddetçe ben de sağım, benim şialarım da" vs.
buyurmalarının nedeni neydi? İmam ile Zeydiye'nin ve diğer ayaklananlar arasında bir çok anlaşmazlıklar varken kendisinin kıyam etmediğini görüyoruz. Neden acaba? Aynı şekil Hurre ve başkaları gibi din ve adalet uğrunda kıyam eden gayri Şiilerin özellikle de Muhtar'ın kıyamı hakkındaki tutumlarının ne olduğunu bilmek.
26 İmamların, takiyye kalıbında olsa bile Yaktin'in oğulları gibi bazı şia şahsiyetlerinin hükümetin hassas merkezlerine girmelerini sağlamak için yaptıkları çabalar hakkında bilgi edinmek . Hatta imamların döneminden sonra bile bazı şialar bu alanda çalışıyorlardı. Ancak imamlar diğer birçok yerlerde de buna engel oluyorlardı. Mesela deveci Sefvan'ı bundan menetmişlerdi. Bu çelişki nasıl yorumlanabilir?
27 Ehl-i beytin tebliğ metodlarının dua mı, şiir mi, keramet mi, gaybî haberler mi ... olduğunu öğrenmek, İmamlar bazen şairlere fazla bir miktarda para veriyorlardı; şairler bu paraya fakirlerden daha mı layık idiler? Ve neden? Daha sonra Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi sahasında Gadir Hum hadisi hakkında şahitlik dilemesi olayını dikkate almak.
İmam Bâkır'ın (a.s.), dünyadan göçtükten sonra sekiz yıl Mina'da kurban bayramı günü kendisine yas tutulması için sekiz yüz dirhem bırakması hususunu, İmam Hüseyn (a.s.) için yas tutulmasına dair verilen emir mevzuunu ve meşru metodlardan olan bütün üslûpları izah etmek.
28 Birinci asırda Ehl-i beyt ile muhalefet etme ve hadis uydurma, sonraki asırlardan daha çok olduğu için ehli beytin bu asırda daha az fıkhî hadislere değinmelerini, daha çok genel ve umûmî hadisler buyurmalarına dikkat etmeliyiz. Bu asırda Şiiliğin zarif ve cüz'i konuları daha az gündeme getirilmiştir.
Ama ikinci asırda İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra Beni Ümeyye döneminin sonlarına doğru hassas ve zarif konular gündeme getiriliyor. Gerçi Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) döneminde bu konuya başka dönemlerden daha çok önem veriliyordu.
29 Gaybet konusuna, onun eser ve neticelerine aynı şekide önceki imamların Hz. Mehdi (a.s.) hakkında yaptıkları hazırlıklara rağmen gaybet sonucunda şiaların karşılaştıkları zorluklara dikkat etmek de zorunludur.
CAFER MURTAZA AMİLİ
YAZARIN ÖNSÖZÜ
"De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir." Şura - 23.
EHL-İ BEYT (a.s.)
Bu kitapta amacımız tek şey, sadece Ehl-i beytin ölçütü ve Resulullah'ın (s.a.a.) ve Emir-ul Müminin'in (a.s.) evlatları olan şia imamlarının fikri ve siyasi çalışmalarını sergilemektir.
Önemli olan tek şey şu ki, neden bu kadar Ehl-i beyte istinat ediyor, dayanıyor, nasıl onları "imam" olarak kabulleniyor ve sâdece onların 'Vilayetini" asîl vilayet biliyoruz?
Nasibîler hariç, ehl-i sünnetin de Ehl-i beyti candan sevdikleri ve onlara büyük bir ölçüde ihtiram gösterdikleri bir gerçektir. Ancak onlara karşı duyulması gereken bu "sevgi" ve "aşkın" hangi esas ve temelden kaynaklandığı asıl meseledir.
Eğer sadece onları sevdiğimizi belirlemekle yetinir ve bunu zahiri ihtiramlar kalıbında özetlersek gerçekten onların sevgisine varmış olabilir miyiz?
Geniş bir çapta Ehl-i beytin faziletleri4 ve onları sevmeğe dair verilen emirler hakkında Resulullah'tan (s.a.a.) bize gelip çatan hadislerden amaç sadece meselenin zahiri yönü ve Ehl-i beytin methinde birkaç beyit şiir yazıp okumak mıdır? İnsan aklının bu sorulara olumlu cevap vermesi ve Resulullah'ın (s.a.a.) ancak ve ancak bizden istediği şeyin onun yakınlarını sevmemiz olduğunu, bu sevmenin ardında hiç bir şeyi kastetmediğini ve biz de sadece, onlar Peygamber'in yakınları oldukları için Peygamber'in hürmetine onları sevdiğimizi bildiriyoruz demesi pek garip bir şeydir.
4} Ayetullah Firuz Abadi'nin "Fezail-ul Hamse Fi Sihah-is Sitte" bakınız.
Müslümanlar arasında Ehl-i beyt'e olan ilgi aslında Resulullah'tan (s.a.a;) bize ulaşan tavsiyelerden kaynaklanmaktadır. Ehl-i sünnetin mühim hadis kaynaklarında geniş bir çapta mevcut olan bu rivayetler, Aziz Peygamber, Ehl-i beyti Kur'an'dan sonra dinin iki esasî temellerinden biri olarak saydığını dile getirmektedir.
Ve bu nedenledir ki kimse Ehl-i beyt'e karşı ilgisiz kalmaya cüret edememiştir. Sadece arapça dilinde, ehl-i sünnet yazarları tarafından "Ehl-i Beyt'in hakkında yediyüze yakın kitap yazılmıştır5.
Ama asıl eleştirilecek husus şu ki, bunca sahih faziletlerin mevcut olmasına rağmen nasıl olur da onların çoğusu tahrife uğramış ve sonraları bazı hadisçilerin ve de Muhammed b. İdris-i Şafiî gibi bazı fakihlerin ısrar etmesi nedeniyle bu mevzu sadece "sevmek" haddinde noktalanmıştır6. Öyle' ki Şafii şöyle demiş:
Ey Resulullah (s.a.a.)'ın Ehl-i beyti, sizi sevmek, Allah'ın indirdiği Kur'an'da farz kılınmıştır. Bu yücelik ve azamet size yeter ki size salat ve selam göndermeyenin namazı, namaz değildir1.
Peygamberin zamanındaki ve ölümünden hemen sonraki ve aynı şekil hicri ikinci asrının ortalarına kadar gerçekleşen olaylara dikkat etmek, bu sorunun cevabını biraz da olsa kolaylaştırır. Peygamber'in (s.a.a.) zamanından itibaren Kureyş'in, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına karşı öfke ve gazap beslediklerini bildiren bir rivayet elimizde bulunmaktadır.
5) "Türâsuna" dergisinin "Ehl-ül Beyt fil-Mektebet-il Arabiye" makalesine bakınız. Bu makaleyi Seyyit Abdul Aziz et-Tebatebai yazmıştır. Şimdiye kadar alfabe harfleri sırasıyla 340 kitaptan fazlası yazılmıştır, ama kendisinin de söylemiş olduğu gibi alfabetik harflerin sonuna kadar yedi yüze yakın kitap olmaktadır.
6) Hz. Ali'yi (a.s.) dördüncü halife olarak tesbit edenin Ahmed b. Hambel olduğunu ve kendi zamanına kadar, bugün bazı farklarla, sünen adını kendilerine veren osmaniyenin bu mevzuya inanmadıklarını bilmekteyiz (Tabakat-ül Henabile.c: 1, s: 45) bakınız.
Resulullah'ın (s.a.a.} amcası Abbas Peygamber'e, "Ku-reyş birbirleriyle karşılaştıklarında güler yüz gösteriyorlar; ama bizi gördüklerinde, tanımadığımız yüzlerle karşılaşıyoruz" dedi. Resulullah (s.a.a.) öfkelenip şöyle buyurdu:
Muhammed'in canını elinde bulundurana ant olsun ki birileri sizi Allah ve Resul'ü için sevmedikçe onların kalbine iman girmemiş demektir8.
Bu rivayet Kureyş'in son zamanlarda Peygamber'in yakınlarından hoşnut olmadığını gösteriyor. Kabileler hakkında söylenen bir misalde, dört kabile hakkında dört şeyin imkansız olduğu söylenmiş: "Zübeyri'nin" cömert, "Mahzumi'nin" alçak gönüllü, "Sami'nin" nasebinin sahih olması ve "Ku-reyşi'nin" Muhammed'in (s.a.a.) evlatlarını sevmesi9.
Bu rivayetlerden, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına ve akrabalarına karşı rekabet ve düşmanlıkların mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sakife vak'asında ensarın iç rekabeti gibi farklı delillerle Ebu Bekir'e biat edildikten, Ömer'in, şiddet ve hiddetle muhaliflerin biat etmelerini istemesinden ve bu arada Ali (a.s.), Zübeyr ve başkaları biat etmedikleri taktirde kendileriyle birlikte evlerini yakacağına10 dair tehdit ettikten sonra Ehl-i beyt'e karşı sert bir tutum gösterileceği tabii idi.
Bu tutum, İmam'ın altı ay Ebu Bekir'e biat etmeyerek yaptığı muhalefetiyle ve Hz. Fatime'nin (a.s.) halifeye karşı dargın olmasıyla11 gitgide genişledi ve nitekim müslümanların arasında ilk ayrılığa neden oldu. Bu ayrılığın semeresi de ehl-i beyt'in mazlumiyeti idi ve bu mazlumiyet ise Kerbela'da tam doruğuna ulaştı.
Peygamberin, Ehl-i beyt'in fazileti hakkında genel olarak ve bizzat onların her biri hakkında özel olarak buyurmuş ol-duğu sayısız sözlerinden başka, defalarca halkın arasında açıkça onlar hakkında tavsiyede bulunup, kendi Ehl-i beyt'ine karşı iyi davranmalarını, istemiş olduğu halde bu vâk'alar gerçekleşiyordu.
"İbn-i Ebi Şebih" Abdurrahman b. Avf'dan müstenet olarak şöyle nakletmiş: Peygamber (s.a.a.) Mekke'nin fethinden sonra Tâif şehrini fethetmek için on sekiz veya on dokuz gün bu şehri kuşattı ama Tâif fethedilemedi. Bu sırada bir gün veya bir gece yürürken durup:
Ey insanlar! (Benim ölümüm yaklaşıyor), itretime iyilik etmenizi vasiyet ediyorum, Kevser havuzunda bana kavuşacaksınız, nefsimi dinde tutan (Allah'a) and olsun12.
Başka bir hadisde de Peygamber (s.a.a.), Allah'ın kitabını tanıttıktan ve ona sarılmanın farz olduğunu bildirdikten sonra şöyle buyurdu:
"Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum". Bunu üç defa tekrar etti13.
Bu tavsiyelerin tümü, Kur'an'ın Ehl-i beyt'in tathirini (arınmış olduklarını), Peygamberin yakınlarının hissesini ve Rasulullah'ın (s.a.a.) Muhammed'e ve onun evlatlarına sala-vat olarak tefsir ettiği, Peygamber'e salavatı vurgulamasıyla ve Peygamber'in de kendi tebliği karşısında kendi yakınlarını sevmeleri mükâfatını halktan istemesiyle birlikte bunların tümü, Sadr-ı İslam toplumunun siyasetçilerinin aşın tutumları nedeniyle bir kenara bırakıldı.
İş bir yere vardı ki Emir-ül Müminin "Onların tutumu neticesinde, biz tamamen halkın hafızasından silindik" buyurdu14.
12) İbn-i ebi Şaybe, c: 14, s: 508/ İbn-i Asâkir'in "Tarih-i Dimaşk"i, c- 2 Hadis no: 875 (İbn-i ebi Şebih'in) dipnotundan naklen/el-Ma'rifetu vet-Tarih, c: L s: 282'283- Peygamber (s.a.v.) kendi rihletinin yakınlığına değinerek onları itret ile iyi geçinmeye vasiyet etti ve Ali'nin (a.s.) kendinden veya kendi nefsinin mertebesinde olduğunu bildirdi.
Ebu Süfyan karanlığı doruğundayken, Kabe'nin yanında tevhid feryadını yükselten Rasulullah'ın ezeli dostu Ebuzer, ehl-i sünnetin hadis kaynaklarında defalarca nakledilen bir rivayete göre Kabe'nin halkasını tutup şöyle feryad etti: "Ey millet! Ben Ebuzer'im; tanıyanlar hiç, tanımayanlar varsa bilsinler ki ben Ebuzer-i Gifari'yim:
Size sadece Resulullah (s.a.a.)'tan duyduğumu anlatacağım. Peygamberden duydum, diyordu ki: Ey insanlar, aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabı ve itretim, Ehl-i beyt'im. Bunların biri öbüründen daha üstündür, oda Allah'ın kitabıdır. Bunlar havuzun başında bana gelip çatıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar. Bunlar Nuh'un gemisine benzer, binen kurtulur, binmeyen ise boğulur15.
Bu iki hadis, Ehli beyt'in müslümanlara önderlik etmedeki büyük rollerini vurgulayan meşhur "Sageleyn" ve "Safine" hadisidir. Resulullah'ın (s.a.a.) "Gökyüzü Ebuzer'den daha sadık, daha doğru birinin üzerine gölge düşürmemiş ve yeryüzü de ondan daha doğru birinin ayaklan altına serilme-miştir" buyurduğu Ebuzer, tevhid feryadı ettiği zaman Mekke dönemindeki Sadr-ı İslamın hatıralarını diriltecek bir şekilde halkı Ehli beyt'e böyle davet ediyordu:
O gün, müşrikler ona, eziyet ettiler, daha sonra ise başkaları onu sürgüne gönderdiler. Ebuzer sadece İmam Ali'nin (a.s.) kısa hilafet süresinde Ehli beyt'in gerçek mevkiini açıklayabildi. O, Küfe mescidinin avlusunda yeniden Gadir hadisini diriltti* ve ondan sonra defalarca Ehl-i beytin faziletlerini sıraladı. Onun, Ehli beyt'in yüce makamı hakkındaki güzel cümleleri Nehc-ul Belaga'da ve diğer hadisî ve edebî kaynaklarda zikr edil-
mistir.
15) el-Ma'rifetü vet-Tarih, c: 1, s: 538. Her iki "Sageleyn" ve "Safine" hadisi mütevatirdir. Bakınız: Abakat-ül Envar 12. cildin ikinci kısmı - İsfahan baskısı - .Yıl: 1341.
*) Gadir hadisinin nakledilen yolların çoğunun ehli sünnet kaynaklarından olmasının sebebi imam Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi avlusunda başlattığı hareketten kaynaklanmaktadır. İmam bunu yapmasaydı, hadis-çiler, diğer bir çok şeyler gibi bunu da unutacaklardı.
Biz de onun bazı bölümlerini başka bir yerde derledik16.
Ama Muaviye'nin ve diğer Süfyan ve Mervan boyunun başa geçmesiyle ve minberlerde Ali (a.s.) ve evladına açıkça küfretmeleriyle ve hatta Ehli beyt'in gündeme getirilmemesi için Abdullah b. Zübeyr'in Peygamber'e selam göndermemesiyle Ehli beyt'in faziletlerinin Peygamber'in dilinden halkın arasında söylenmesi nasıl beklenilebilir.
Bu siyasetin neticesi sadece Ehli beyt'i unutturmak değil, hatta halkın Ehli beyt'i kabullenmediğini de icat etmek idiyse de halkın onlara karşı duydukları bağlılığı korudukları sonraları belli oldu.
Hz. Ali'nin (a.s.) yadigârı olan bir tek Küfe dolayısıyla orada da kendisine karşı kin duyuluyor ve düşmanlık gösteriliyordu ve Ali'nin (a.s.) hatırasını canlandırdı ve Hz. Ali'nin (a.s.) evladını üstün gördü ve batınlarında Ehli beyt'in hilafetini beslediler, hatta Hişam b. Abdul Melik, onların Ehli beyt'e itaat etmeyi kendilerine farz bildiklerine tekid etti17 ve hatta diğer kaynaklarda da halkın onların hilafetini kabul etmeğe hazır olduklarına itiraf edilmiştir18. Daha sonraları Beni Abbas bu fırsattan yararlanarak kendilerini Ehl-i beyt adına cahil halka tahmil ettiler.
Ama hakikat gizli kalmadı ve sadece bir azcık insafı olan had isçiler arasında Ehli beyt'in faziletleri, özellikle de Gadir hadisi korunabildi. Ve biz bugün "el-Gadir" kitabı gibi büyük bir mirasa sahibiz ama olmaması gereken şey gerçekleşti.
16) "Siyasi islam Tarihi" başlangıçtan kırk hicriye kadar, s: 433-434.
17) ibn-i A'sem'in "el-Futuh"u, c: 4, s: 23, Tevvabin'in kıyamı ve Muhtar'ın hareketi de açıkça bunu göstermektedir." Siyasi İslam Tari-hi'nde kırkıncı yıldan yüzüncü hicri yılına kadar bölümünde ayrıntılarıyla bu konuyu ele almışız.
18) Müberred'in "el-Kâmil-u 1il-Edeb"i, c: 1. Bu rivayette Halid b. Ye-zid, Abdul Melik Mervan'ı, Haccac'ın, Abdullah b. Cafer'in kızıyla evlenmemesi gerektiğini söylüyor. Çünkü halk arasında Beni Haşim hakkında bazı söylentiler yar ve bu evlilik Beni Ümeyye'nin yok olmasına ve Haccac'ın başa geçmesine neden olacak. Abdul Melik de Irak halkının Beni Haşim hakkındaki inancından korkarak Haccac-ı, Abdullah b. Cafer'in kızını boşamaya mecbur ediyor.
İslam toplumunun rotası Ehl-i beyt ve itretin ilim ve amelinden yararlanmakla eğitilmesi gerekirken başkalarının yanlış ve hatalı bir takım amellerine dayandırıldı, mazlum Ehli beyt ise kendi çalışmalarını şialara yönelik belirli bir düzeyde sürdürdüler. Fakat ehli sünnet de bazı yerlerde onların sözlerinden yararlanıyorlardı.
Onca baskı, istibdat ve daraltılan atmosfere rağmen Ehli beyt-i Athar düşünce ve amel sebatını sürdürdü ve şahsiyetlerinin yüceliği, Kur'an ve itrete dayalı şii mirasının korunmasına neden oldu. Ebuzer'in feryad ettiği şeyi, şia amelen gerçekleştirdi ve fıkıh, tefsir, ahlak ve siyasetde yüce imamlarının yolunu devam ettirdi.
Ehli sünnetin Ehli beyt'i sevdiklerini gösterdiklerini ve bu sözlerini isbat etmek için Ehli beyt'in faziletleri ve hatta oniki imamın yaşantılarını açıklama hakkında kitap yazdıklarına değinmiştik19. Ama bunlar Gadir vak'asının sadece Ali'yi (a.s.) sevmenin isbatı için mi olduğunu ve hiç bir köken ve esasa dayanıp dayanmadığını asla kendilerinden sormuyorlar.
Tevatür olduğu tesbit edilen "Sakaleyn" hadisi sadece sathi olarak Ehl-i beyt'i izlemenin farz olduğunu bildiren ve "Sefine" hadisi onlara itaat etmenin farz olduğunu gösteren en açık bir teşbih değil midir?
İnsanı hayrete düşüren şey Suyuti ve başkalarının "el-Eimmetü İsna Eşer" (İmamlar oniki tanedir) hadisinin reddedilemez bir hadis olmasına ve âlimlerin ortak kabul ettiklerine rağmen yanlış yere bunu bazı halifelere yorumluyor ve bazen da "dördü gelmiş ve diğerleri de gelecek" gibi vade veriyorlar.
Bu rivayet şia imamlarından başkası hakkında yorumlanabilir mi? İmam Askeri'nin (a.s.) zamanında henüz imam hayattayken Cahiz'in, onbir imamı "âlim, zahid, nasik, suca ve tahir" lakaplarıyia ve kendi görüşünce hilafete layık
19) Tezkiret-ül Havass, el-lthaf, Yenabi'ul-Meveddet ve İbn-i Tu-lun'un yazdığı el-Eimmet-ül İsna Eşer gibi ve "Turasuna" dergisindeki Te-batebai'nin gösterdiği fihristteki diğer kitaplar.
görüp methettiği kimseler şia imamları değil midirler?21 8u imamlar o kadar azametlidirler ki İmam Rıza'yı (a.s.) "Ali b. Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib" unvanıyla veliahd olarak tanıtmak istediklerinde "Ant olsun Allah'a eğer bu isimler sağır ve dilsiz kimselere okunursa Allah'ın izniyle şifa bulurlar" dediler22.
Bu hanedanın ehemmiyetini sadece az bir grup idrak edebiliyordu ama çoğuları da Ehli' beyt'in bu makamından hoşnut değillerdi. Bir rivayette, hadiscilerden olan "Zâide"ye neden Cabir Cu'fi'den, İbn-i Ebi Leyla'dan ve Kelbi'den hadis nakletmiyorsun? denildi.
O dedi: Ben Kelbi'nin yanına gidip Kur'an okuyordum, bir gün şöyle dediğini duydum: Bir süre hastalanıp ezberlediğim her şeyi unuttum "Âl-i Muham-med'in (s.a.a.)" yanına gittim, ağzının suyundan ağzıma bırakınca unuttuğum her şeyi hatırladım. Zaide, "bunu duyunca artık ondan bir şey nakletmedim" diyor23. Zâide'nin Kelbi ile olan düşmanlığının nedeni malumdur. Şehristani de ehl-i sünnet ve cemaattan olmasına rağmen Ehli beyt'in azametinin yüceliğine ve bizzat Kur'an ilminin Ehli beyt'in yanında olduğuna inanmaktadır24.
Rasulullah'ın sünnetinin gerçek koruyucularının Ehl-i beyt olduğu bir hakikattir. Ve bu nedenle Peygamber onlara Kur'an'ın yanında yer verip onların birbirinden ayrılmalarının imkansız olduğunu buyurdu. Bu sünneti koruma hususu, şia İmamlarının fikirsel hayatı hakkındaki tarihi araştırmalarımız boyunca titizlik gösterdiğimiz konulardan biridir.
Peygamberin sünnetini Ehli beyt'in nasıl koruduğunu aydınlığa kavuşturmak için burada üç örneğe değiniyoruz:
21) Asar-ul Cahiz, s: 235, "imam Rıza'nın hayatından. naklen, s: 147, Cahiz, ehli sünnetin üçüncü asırdaki büyük yazar ve edebiyatçılarm-dandır. '
24) "Turasuna" dergisinin 12. sayısı. Doktor Azerşeb'in "Şehristani-'nin Tefsiri" hakkındaki makalesine bakınız.
Emir-ul Müminin Ali (a.s.) "din görüş ile değerlendirilecek olursa ayağın altının meshedilmesi, üstünün meshedilmesinden daha evladır; ama, ben Rasulullah'ın ayağın üstünü meshettiğini gördüm" buyurdu25. Bu tutum "görüş ve ra'y" hükümeti karşısında Rasulullah'ın (s.a.a.) sünnetini korumanın ta kendisidir.
· Ebu Musa Aş'ari şöyle diyor:
Ali (a.s.) Camel (savaşı) günü Peygamber'in namazını hatırlatan bir namaz kıldı, oysaki biz onu unutmuş veya bile bile terketmiştik26.
· İmam Seccad (a.s.) ezan söylediğinde "hayye alel felah" cümlesine geldiği zaman -ehli sünnetin terketmiş oldukları- "Hayye ala hayril amel" cümlesini söylüyor ye başkalarının bu cümleyi atmakla ezanı tahrif ettiklerini bilmeleri için "ilk ezan böyle idi" buyuruyordu27. Rasulullah'ın sünnet ve tutumuna dayalı bu gibi tavırların benzerleri Ehli beyt'in arasında pek fazladır.
Şianın, ehli beyti bu kadar sembol edinmesi, bir taraftan Peygamberin onca tekidinden ve diğer bir taraftan da Ehlibeyt'in dinin esasını korumadaki siyerinden dolayıdır. Burada, gerçekçi ve gerçeği arayan bütün ehli sünnete, ehli beyt hakkında daha çok araştırma yapmalarını ve bilhassa fezâilin gerçek anlamında ve onun fikirsel semerelerinde düşünmelerini tavsiye etmek yerinde olur bizce. Belki de inşaallah böylece hepimiz ehli beyte sarılarak hidayet yolunu bulur ve Hakk Teala'nın bize lütuf edeceği tevfik ile sırat-ı müstakimde yürürüz28.
' 28) Burada iki kitap tanıtılabilir: Biri Muhammed Taki Rahber'in tercüme edip İslami Tebliğler Teşkilatının bastığı Dar-ut Tevhidin yayınladığı "Ehli Beyt Mektebinde", diğeri de Merhum Şehabuddin İşraki ve Ayetullah Fazıl Lenkerani'nin yazdıkları "Ehl-ül Beyt veya Parlak Simalar". Bu kitab "İslami Kültür yayım bürosu" tarafından yayınlanmıştır.
Değerli üstadım Allame Seyyit Cafer Murtaza'ya, bu mecmuaya değerli bir önsöz yazdıklarından dolayı çok teşekkür ediyor ve ehli beytin hayatı hakkındaki bu muhtasar araştırmamı ehli beyti Athar’ın yolunu izleyenlere takdim ediyorum.
Resul Caferiyan
1
7-İMAM MUSA KAZIM (AS) 7-İMAM MUSA KAZIM (AS)
İMAM KÂZIM(a.s.)
İmamiye şiasının yedinci İmamı Hz. Musa b. Cafer (a.s.)’dır. İmam Kazım (a.s.) düşmanlar karşısında çok sabırlı olduğundan ve de sinir ve hiddetini kontrol ettiğinden, yatıştırdığından dolayı müslümanlar ve bilhassa şiiler O’na ”Kâzım” lakabını vermişlerdir. İmam Kâzım (a.s.) 128 H.’ Kameri yılında -Mekke ve Medine arasındaki- Ebva mıntıkasında dünyaya gelmiş ve 183 H. Kameri yılının Receb ayının yirmi beşinde, zalim Abbasi halifesi Harun-ur Reşid’in Bağdat’taki zindanında şehid edilmiştir.
İmam Kâzım (a.s.) yüce babasının şehadetinden sonra (148 H. Kameri) Şiilerin önderliğini yüklenmiş ve değerli ömrünü Medine ve Bağdat’ta geçirmiştir, imam’ın dönemindeki şii şahsiyetlerin hiçbiri İmam’la kıyaslanamazdı ve imam ilim, takva, zühd ve ibadet açısından kendi zamanının en ileri geleniydi. .
Şeyh Mufid O hazret hakkında şöyle diyor:
“Eb’ul Hasan-ı Musa (a.s.), kendi zamanının en takvalısı, en fakihi, en cömert ve ihsanda bulunanı ve de en yüce şahsiyetlisiydi.”’(2)
Şeyh Tabersi de diyor ki:
“İmam Kâzım (a.s.), Allah’ın kitabını korumakta (ve ona uygun olarak amel etmekte) en önde, gelen kimseydi ... ve Medine halkı, ibadet edenlerin ziyneti lakabını vermişlerdi O’na.”
Ibn-i Eb’il Hadid, İmam’ın hakkında “Fakihlik, diyanet, takva ve sabır, tümü İmam’da toplanmıştı” diyor*4.
Meşhur tarihçi Yakubi diyor ki: “Musa b. Cafer, kendi zamanının halkı arasında en çok ibadet eden kimseydi.”5
Şuzürat-üz Zeheb’de yazılmış ki: “O hazret salih, abid, : sabırlı ve yüce bir şahsiyete sahip biriydi.”
Şuzürat-üz Zerteb’de Ebu Hatem’den şöyle nakledilmiş:
“Emin ve güvenilen biridir ve de müslümanların imamlarındandır.”*6
Yafii diyor ki: “O hazret salih, abid, cömert, sabırlı ve ihsanda bulunan biridir.”7
Meşhur naseb tanırı Yahya b. Hasan b. Cafer, O hazret hakkında şöyle yazmış: “Musa b. Cafer (a.s.)’ın ibadet ve içtihadından dolayı O’na “Salih kul” diyorlardı.”8
Şia ve sünni hadisçi ve tarihçilerinin, İmam Kâzım (a.s.) hakkında dediği sözlerden sadece bir kaç örnektir, bunlar. Üstad Atarudî değerli kitabı “Müsned-ül İmam-il Kâzımda bu gibi sözlerin birçoğunu bir araya toplamıştır.
İmam’ın vasıfları ve ruhi ziynetleri arasında en çok dikkat çeken, O hazretin ihsanda bulunma ve cömertlik vasfıdır; hatta İmam’ın bu vasfı darbımesel bile olmuştur.
İbn-i İnebe bu hususta şöyle yazıyor:
“O hazret daima yanında altın keseleri bulundurur ve onları karşılaştığı kimselere veya O’nun ihsan etmesine göz diken kimselere bağışlardı, artık bu durum darbımesel bile olmuştu.”9
4) Şerh-u Nehc-il Belağa, c: 15, s: 273.
5) Tarih-i Yakubi, c: 2, s: 414.
6) Şuzürat-üz Zeheb, c: 1, s: 304.
7) Mir’at-ül Cinan, c: 10, s: 394.
8) Tehzib-üt Tehzib, c: 1, s: 339.
9) Ümdet-üt Talib, s: 196.
İmam (a.s.) sadece dostlarına değil, hatta kendisini inci ve rahatsız eden kimselere bite ihsanda bulunurdu. İbn-i Hallakan bu hususta10 Hatib’den şöyle nakleder:
“O öylesine yüce bir şahsiyet ve cömertliğe sahipti ki, kendisine “filan şahıs size eziyet etmek niyetindedir.” dendiğinde bin dinarlık altın kesesini o adama gönderirdi. O hazet her zaman altınları üç yüz, dört yüz ve iki yüz dinarlık kese yerleştiriyor ve onları Medine halkı arasında paylaştığa Hazret’in altın keseleri meşhur idi.”11
Eb’ul Ferec-i İsfahani, imam’ın, kendisini inciten kimse hakkındaki cömertlik ve ihsanları hususunda, gerçekten ihsanı hayrete düşüren geniş bir rivayet nakletmiştik12).
Meşhur rical alimlerinden olan Zehebi, İmam Kazım ^ (a.s.) hakkında şöyle yazıyor:
“Musa b. Cafer, hekimlerin cömertlerinden ve ibadet edenlerin takvalılarından idi.”(13
Zühd ve ibadet de hazretin özelliklerinden idi. İmam Kâzım (a.s.) yıllarca zindan edilmiş ve bu süre boyunca “da Allah’a ibadet etmekle meşgul olmuştu, hatta zindan bekçileri bile İmam’ın bu durumundan etkilenmiş ve zindanda kalmasına üzülmüşlerdi14.
Harun, İmam Kâzım (a.s.) hakkında Rabi’e şöyle dedi:
“Bu dünyayı bir kenara atan Beni Haşimlerdendir.”Rabi diyor ki, Harun’a “O halde neden O’nu zindana atmışsın?” dedim. Cevaben, şöyle dedi: “Bundan başka bir seçenek yoktur.”*15
Yedinci asrın tarihçilerinden olan İbn-ül Verdi hazretin ibadetinin çokluğu hakkında müstened bir rivayet nakletmiştik16
İşte bu tertemiz ahlaki vasıflarından dolayı halk tarafından çok seviliyor ve O'nun hakkında birçok kerametlere inanıyorlardı. İbn-ül Cevzi bu hususta bir rivayette bulunmuş ve İbn-i Hacer-i Haysemi de onu nakletmiştir. Rivayetin içeriği şöyledir:
Şakik Belhi, 149 yılındaki hacc' seferinde imam'la karşılaşır ve birkaç defa İmam'dan bir şeyler sormaya çalışır, ama her defasında İmam bir ayet okuyarak onun içinden geçeni ortaya koyar 17
İMAM SADIK (a.s.)TAN SONRA İMAMET SORUNU:
Genelde şiiler arasında ortaya çıkan ihtilaf, bir sonraki İmamın imametinin tayini hususundan kaynaklanıyordu. Bazen birtakım siyasi nedenlerden dolayı mesela, Abbasi hükümetinin yarattığı baskı ve korkudan dolayı bir çok şiiler kendi imamını tanımaz bir haldeydi. Çünkü İmamın imameti açıkça ortaya koyufsaydı, imam, halifeler tarafından baskı altında tutulacaktı.
Mansur'un şiiler ve özellikle de toplumda büyük bir saygınlık kazanan- imam Sadık (a.s.) üzerindeki şiddetli baskısı, bazı şiiler arasında bir sonraki İmam'ın kim olacağı hakkında özel bir başıboşluk çıkmasına sebep olmuştu ve İmam Sadık (a.s.)'in şiflerinin o hazretin -yalan yere imamet iddiası eden- bazı evlatları tarafından davet ve cezbedilmeleri ve onların bu fırsattan yararlanmaları da başka bir nedendi. Ayrıca Şiilerin dağınık olmaları da başka bir sorundu. Çünkü şiiler birbirinden uzak şehirlerde yaşıyorlardı ve bu da onla-
rın gerçek İmam'ı tanımalarını zorlaştırıyordu. İmam Sadık (as.), kendi vasiyyinin belirli bir şahıs olmaması için iki oğlu; İmam Kâzım (a.s.) ve Abdullah'ın yanı sıra, Abbasi halifesi Mansur'u da kendine vasiy tayin etti18.
İşte bu nedenlerin bir araya gelmesi, her İmam'ın şehadetinden sonra şiiler arasında yeni yeni fırkaların ortaya çıkmasında büyük bir rol oynuyordu, İmam Sadık (a.s.)'ın şehadetinden sonra da böyle bir fırkalanma ortaya çıktı. Bu bölünmeler öyle bir boyut kazanmıştı ki, İmam Kâzım (a.s.)'ın ashabından biri "imam Sadık (a.s.)'ın şehadetinden sonra halk sağa sola dağıldı"(19) sözünü göz önünde bulundurarak O hazretten sonra kimin İmam olacağını soruyordu.
özellikle İmam Sadık (a.s.)'ın döneminde dikkat çeken başka bir nokta da, İmam Sadık (a.s.)'ın oğlu İsmail meselesi ve çıkarcıların bundan yararlanmasıydı. ismail, İmam Sadık (a.s.)'ın büyük oğlu olduğundan çoğu şiiler İmam Sadık (a.s.)'tan sonra önderliği onun devralacağını sanıyorlardı, ancak İmam Sadık (a.s.) hayattayken o vefat etti.
Hadislerde de olduğu gibi İmam Sadık (a.s.), onun öldüğüne dair şiileri inandırmaya çalışıyor ve bu hususta da çaba harcıyordu. Buna rağmen Hz. Sadık (a.s.)'ın şehadetinden sonra bazıları İsmail'in ümmetin Mehdi'si olduğunu iddia etti veya daha başka bahaneler öne sürdüler.
Böylece de "Batiniye" veya "ismailiye" veyahut da daha başka isimlerle bir şia fırkası ortaya çıkardılar. İsmail hakkında dikkat edilmesi gereken Önemli bir konu var, şöyle ki; İsmail'in İmam Sadık (a.s.)'tan sonra Şiilerin imamı diye gündeme getirilip tanıtılmasının siyasi bir boyutu vardı ve onun İmam Sadık (a.s.)'ın büyük oğlu olmasının da bu hususta etkileyici bir payı vardı.
Bilhassa İmam Sadık (a.s.)'ın ömrünün son günlerine kadar kendinden sonraki imamı açıkça tanıtmaktan çekindiğini nazara aldığımızda bunun etkisi daha net bir şekilde ortaya çıkar.
18) el- Haraic s293 Müsned-ül İmam-il Kazım c1 s390
19)Uyun-u Ahbar-ir Rıza c1 s31
Ancak bazı hadislerde, İmam Kâzım (a.s.)’ın babasından sonra imam tayin edildiğini ve bunun Şiilerin büyükleri tarafından da bilindiğini görmekteyiz; 20) ve bu hadisler muhtelif yollarla nakledilmiştir.
Ayrıca (Peygamberin dilinden nakledilen ve masum imamların isimlerini tek tek açıklayan) “Levh” hadisi de bunu teyid etmektedir. Fakat bununla birlikte, zikredilen bazı nedenlerden dolayı ismail kendi babası döneminde öyle bir şekilde gündeme getirilmişti ki, bazı şiiler onun imam olacağını sanıyorlardı.
Şimdi bu hususta Feyz’den21 nakledilen bir hadisi gözden geçirelim: O bir gün İmam Sadık (a.s.)’ın huzurunda iken, İmam açıkça “Benden sonraki İmam İsmail değildir.” buyuruyor. Feyz de İmama şöyle diyor: “Senden sonra halkın onun etrafına toplanacağı hususunda şüphe bile etmiyordum.” Hadisin devamında, İmam (a.s.) kendinden sonraki imamın kendi oğlu Musa Kâzım (a.s.) olduğunu ona söylüyor22.
Taberi, İshak İbn-i Ammar-ı Sayrafi’den şöyle nakleder: Bir gün imam Sadık (a.s.)’ın huzurunda, O hazretten sonra İsmail’in imam olacağına değindim fakat İmam bunu reddetti23.
Başka bir rivayete göre, Velid b. Sübeyh İmam Sadık (a.s.)’a şöyle diyor: Abdül Celi) “Sizin İsmail’i kendinize vasiy tayin ettiğinizi bana söyledi”, imam (a.s.) bunu yalanlayarak vasiyinin İmam Kâzım (a.s.) olduğunu söylüyor24.
İşte bu yüzden İmam Sadık (a.s.), İsmail’in ölümünden sonra şiileri onun Öldüğüne inandırmaya ve emin olmalarına çalışıyordu. Çünkü Mehdeviyet inancının geçmişi nazara alındığında ve ayrıca İsmail’in de hayatta olduğuna inanmak, şiiler arasında yeni bir bölünmeye ve yeni bir fırkanın ortaya çıkmasına sebep olacaktı. İmam Sadık (a.s.) hem bu bölünmeyi
engellemek, hem de ümmetin Mehdi’sinin İsmail olmadığını vurgulamak için çaba sarfediyordu.
Zürare’den nakledilen bir rivayet şöyledir: Bir gün İmam dik (a.s.)’ın evindeydim; İmam, Davud b. Kesir-i Rakkî, unran, Ebu Basir ve Mufazzal İbn-i Ömer’i kendisinin yanı-ı getirmemi istedi. Bu şahıslar imamın huzuruna geldikten sonra yavaş yavaş başka şahıslar da gelmeye başladı. Gelenlerin sayısı otuzu bulunca İmam buyurdu:
“Ey Davud, İsmail hayatta mı yoksa öldü mü?”
Davud, “öldü” dedi. Orada bulunanların hepsi İmamın emriyle tek tek İsmail’in cansız yatan bedenini görüp onun öldüğüne tanık oldular: ismail’in cesedi mezarlığa götürülünı kadar İmam aynı işi yine tekrarladı. İsmail mezara bıraktığında İmam, İsmail’in öldüğüne dair herkesin tanıklık iletmesini istedi ve bu arada kendinden .sonra Musa b. Cafer (a.s.)’in İmam olacağına tekid etti*25
Şeyh Müfid şöyle diyor:
Nakledilen rivayetlere göre İmam Sadık (a.s.), İsmail’in ; ölümünden dolayı çok üzüldü, çok ağladı, yalınayak ve cübbesiz olarak tabutun önünde yürüdü. Birkaç kez tabutun yere bırakılmasını istedi ve kendisi de tabutun yanına gidip ismail’in yüzünü açıp baktı. İmam (a.s.) bu işiyle, İsmail’in, kendinden sonra imam olacağına inanan kimseleri onun öldüğüne inandırmak, onun öldüğünü ispatlamak ve bu şüpheyi kendisi hayattayken gidermek istedi26.
Bu hususta şiflerin ne yapacaklarını bilmediklerini gösteren rivayetlerden biti Hişam b. Salim’den nakledilmiştir:
Mümin-i Tak ile beraber Medine’de idik. Bir grup Abdullah b. Cafer b. Muhammed’in evinin önüne toplandılar. Biz zekatla ilgili bazı sorular sorduk, Abdullah’a... Sorduğumuz sorulara doğru cevap veremeyince dışarı çıktık. Mürcie, Kaderiye
25) el-Gaybet (Nümani) s: 328.
26) İrşad, s: 267,
Zeydiye, Mutezile ve Havaric fırkalarından hangisinin sözünü kabul edeceğimizi bilmiyorduk. Bu arada yaşlı birini gördük ve onu tanımadığımızdan dolayı Mansur’ün casuslarından olabilir diye düşündük -çünkü Mansur’ün casustan Medine’deki şiaları tanımak amacıyla onların arasına sızmışlardı- fakat düşündüğümüzün tam tersine bizi Eb’ul Hasan Musa b. Cafer’in evine götürdü.
Bu sırada Fuzayl ve Ebu Basir de eve gelip O hazrete bazı sorular sordular ve doğru cevaplar alıp O’nün imametine yekin ettiler. Daha sonra Ammar Sabati’nin grubu ve Abdullah b. Cafer’i kabul eden çok az bir grup hariç, bütün halk bölük bölük hazretin evine geldiler27.
Bu rivayetten de anlaşıldığı üzere şiiler, imamet iddiası eden herkesi araştırmadan, onun hakkında tahkik yapmadan kabul etmiyorlardı. Şiiler önce bazı özel sorular sorarak imamet iddiasında bulunan birinin ilmi boyutunu değerlendiriyor ve ilmi açıdan onun imametine yakın ettikten sonra onu imam olarak kabul ediyorlardı.
Bu rivayetten ele gelen diğer iki nokta da Hişam, Fuzayl ve Ebu Basir’in bu husustaki tahkik ve dikkati ve de İmam Sadık (a.s.) şiilerinin Mansur tarafından tehdid edildiğidir. Bunlar çok açık bir şekilde bu rivayetten anlaşılmaktadır.
Bu rivayetten anlaşılan dördüncü bir nokta da şu ki; şiiler Abdullah b. Cafer’e -meşhur adı Abdullah Aftah’dır ve bu yüzden de ona inananlara Fatahiye denilmiştir28 helal ve haram hakkında, namaz ve zekatla ilgili bazı sorular sorarak onu ilmi açıdan denemiş ve onun yanında ilim bulamadıklarından dolayı ondan yüz çevirmişlerdi. Nevbahti de “Fırak-uş Şia”’29 kitabında, bu hususta bazı rivayetler nakletmiş ve bu rivayetlerde Abdullah’ın akide açısından Mürcie eğilimli olduğuna değinilmiştir*30
28) Bu fırkanın Fatahiye diye adlandırılması hususunda bir başka sebep de söylenmiştir. Bakınız. Fırak-uş Şia, s: 77.
29) Fırak-uş Şia, s: 77, 78.
30) el-FusÛl ul-Muhtare, s: 253.
Nevbahti, İmam Sadık (a.s.)’ın şehadetinden sonra şiilerin altı fırkaya bölündüğünü şöyle nakleder: .
1 İmam Sadık (a.s.)’ın Mehdi olduğuna inanan kimse-
2 Henüz bile İsmail’in hayatta olduğuna inanan İsmai-
3 İsmail’in oğlu Muhammed’in imametine inananlar*31).
4 Dibac diye tanınan Muhammed b. Cafer’in imametine itikat edenler
5 Abdullah Aftah’ın imametini kabul edenler.
Nevbahti, Şiilerin Abdullah Aftah’ın imam olduğuna inanmalarını şöyle yorumlar: Şiiler, “İmamet, bir önceki imamın büyük oğluna mahsustur” hadisine dayanarak Abdullah Aftah’a yöneldiler ancak, ona bazı sorular sorup doğru cevap alamayınca onu terkettiler. Ve şöyle devam ediyor:
Şianın önde gelen şahıslarından çoğu önce Abdullah’a .yöneldiler, ancak Abdullah, İmam Sadık (a.s.)’ın şehadetinden yetmiş gün sonra vefat etti ve onun erkek çocuğu olmadığından dolayı onun imametine inananların tümü mecburen onu terkedip Musa b. Cafer (a.s.)’in imametine inandılar.
Fakat Abdullah hayatta olduğu zaman içerisinde de bazdan onu terketmiş ve İmam Musa Kâzım (a.s.)’a yönelmişlerdi.
6 Musa b. Cafer (a.s.)’in imametine inanan kimseler. Hişam b. Salim, AbduHah b. Ebi Ya’fur*32, Ömer b. Yezid Beyya es-Sabiri, Muhammed b. Nüman, Mümin-i Tak, Übeyd b. Zürare, Cemil b. Dürrac, Eban b. Tağlib*33 ve Hişam b. Hakem gibi şianın önde gelen fakihleri, ilim ve görüş sahibi şahsiyetleri, Musa b. Cafer (a.s.)’in imametine inandılar. Sadece Abdullah b. Bükeyr b. A’yan ve Ammar b. Musa es-Sabati Onun imam olduğuna inanmadılar*34.
31) Şeyh Müfid, onun imametini kabul edenlerin çok az olduğunu yazmıştır. el-Fusûl ul-Muhtare, s: 252.
32 ve 33) Bu iki şahısın ölümü ondan önce olmuştu. 34) Firak üş-Şia, s: 79.
Merhum Tabersl “A’lam ül-Vera” kitabında, İmam Sadık (a.s.)’in vefatından sonra ortaya çıkan şia fırkalarını zikretmiş ve onların o fırkalara eğilim nedenlerini de açıklamıştır*35.
İMAM KÂZIM (a.s.)’IN SİYASİ TUTUM VE TAVIRLARI:
İmam Kâzım (a.s.)’ın içerisinde bulunduğu dönem, “Abbasi hakimlerinin zulüm ve istibdatının ilk aşamasıyla aynı döneme rastlamıştı. Onlar, Ali (a.s.) dostları ve şialar adıyla hükümeti ele geçirmeden az bir süre önce, halka ve bilhassa Ali (a.s.) dostlarına karşı çok yumuşak ve ılımlı idiler.
Ama hükümeti ele geçirip, sultalarını sağlam bir temele oturtunca ve başka bir taraftan da Ali (a.s.) dostlarını kurtarmak ve himaye etmek amacıyla başlatılan dağınık kıyamlardan endişelenince zulüm etmeye, halkı baskı altında tutmaya ve muhaliflerini ezmeye başladılar ve hatta Abdullah b. Ali ve Ebu Müslim Hurasani gibi en yakın dostlarını, onları (Abbasiler!) devirmek için yapmış olduktan gizli çalışmalarını gerekçe göstererek öldürdüler.
Mansur, Ali (a.s.) dostlarının ve şiaların büyük bir grubunu şehid etti ve onlann büyük bir bölümü de Mansur’un zindanlarında öldüler*36.
İmam Sadık (a.s.)’m zamanından itibaren başlatılan baskı sistemi, Memun’un halife olduğu İmam Rıza (a.s.)’ın zamanına kadar şiddetli bir şekilde devam etti. Memun’un hilafeti döneminde, halk bir nebze de olsa siyasi güvenceyi tattılar, fakat çok geçmeden hükümet baskı ve zulüm sistemini yineleyerek halkı kötü bir durumda bıraktı.
İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.) kendi dönemlerinde büyük çaplı bir itikat ortamı hazırladıklarından, böyle bir kültürel hareketin büyük bir siyasi hareketi yönlendireceği beklenmekteydi, Abbasi halifeleri de bu gerçekleşmesi beklenen siyasi hareketi bastırmak için tehdit ve baskı yöntemlerini başlattılar.
35) A’lam ül-Vera, s: 288.
36) Tarih-i Fahri, s: 221-222, Mut: Gulpaygani.
İmam Kâzım (a.s.) bir taraftan bu baskılara maruz kaldı ve başka bir taraftan da büyük bir sorumluluk taşımaktaydı, en azından şiileri yönlendirmek ve onları korumak sorumluluğunu taşıyordu, imam Kâzım (a.s.) şiileri tanımak ve birbirleriyle tanıştırmak, birbirlerine bağlamak ve onlara önderlik etmek hususunda hiçbir şekilde faaliyet etmeseydi İmamın kendisi Abbasiler için büyük bir tehlike teşkil dekteydi.
İmam Kâzım (a.s.) babasının şehadetinden sonra 149 H K. yılından 183 H.K. yılına kadar şiflere imamlık ve önderlik etti ve nihayet 183 H.K. yılında O da şehid oldu. İmam Kâzım (a.s.)’ın imameti boyunca Mansur, oğlu Mehdi ve.Mehdi’nin oğlu Hadi hükümet ettiler,
Önceden de belirttiğimiz gibi, imam Kâzım (a.s.)’ın döneminde şiiler hükümetin şiddetli baskısına maruz kalmışlardı. Bu dönemde şifler ve Ali (a.s.) dostları tarafından halifelere itiraz amaçlı birçok kıyamlar gerçekleştirildi ve bunların en önemlileri Fahh şehidi Hüseyn b. Ali’nin, Hadi’nin hükümetine karşı gerçekleştirdiği ve Harun’un zamanında Abdullah’ın oğullan Yahya ve İdris’in yönlendirdiği kıyamlardır.
Tarih ve hadis kitaplarında, Abbasi halifelerinin ve Özellikle de Harun’un, Musa b. Cafer (a.s.)’le bazı karşılaşmalarına yer verilmiştir, ancak aynı zamanda şunu da unutmamak gerekir ki şia imamlarının tümü takiyye edilmesinin kaçınılmazlığına ve zaruretine tekid ediyor ve şia teşekkülünü gizlice yönlendirmeye çalışıyorlardı.
Haliyle bu da onların siyasi hareketinin tarih tarafından tamamen tanınmamasına ve da-,kik olarak tarihe geçmemesine neden olmuştur, imamların bu tutumu o kadar değerli ve doğru bir tutumdu ki, müslümanların toplumunda gündemde tutulan iki asıl hareketten biri haline gelmişti.
Bu hareketi yönlendirmek ve haliyle bu yönlendirmede kullanılan incelik ve titizlik, göz ardı edilemez bir gerçektir. Tarih de zikredilen örnekler ve Harun’un İmam Kazım (a.s.)’ı öldürmeye olan kararlılığı, bu cinayetin zahirinin aldatıcı olmasına rağmen -bu da gösteriyor ki, Harun siyâsi açıdan bu öldürme olayını kabul etmek istemiyor ve hatta İmam (a.s.)’ın öldürüldüğünü bile inkar ediyordu- ancak yine de İmam’ın aleyhine herhangi bir belge bulmadığını itiraf ettiği halde- İmam Kâzım (a.s.)’ın, kendi saltanatını tehdit eden bir tehlike olduğuna inanıyordu.
Şimdi burada, halifelerin İmam Kâzım (a.s.)’a karşı tutumlarını nakledecek ve İmam’ın siyasi konular üzerindeki ağırlığını ve bu konularla ilgili İmam’ın önemli rolünü göstermeye çalışacağız:
İbn-i Şehr Aşub, Mansur’un İmam Kâzım (a.s.)’a karşı tutumunu kendi kitabında şöyle nakleder:
Bir Nevruz bayramında, Mansur, İmam Kâzım (a.s.)’ın Mansur’dan taraf bir mecliste oturmasını ve getirilen hediyeleri Mansur’dan taraf kabul etmesini istedi.
İmam şöyle buyurdu: Ceddim Râsulullah (s.a.a.)’tan rivayet edilen hadisleri araştırdım, ama bu bayram (Nevruz bayramı) hakkında herhangi bir hadis bulamadım. Bu bayram İranlıların geleneklerinden biridir ve islam da bunu batıl bilmiştir, islam’ın batıl bildiği bir şeyi ihya etmekten Allah’a sığınırım37.
Mansur da askeri politika açısından bunun yapılması gerektiğini söyledi. Mansur’un askerlerinin çoğu İranlıydı ve Nevruz bayramı münâsebetiyle .askerlerden ona çok hediyeler gelecekti ve böylece de -cimrilikle tanınan Marsur’un mal varlığı daha da artacaktı. İmam Kâzım (a.s.), Mansur’dan taraf oturup ordu mensuplarının* getirecekleri hediyeleri ondan taraf kabul etmek zorunda kaldı, ancak İmam’ın Man-sur’a verdiği cevap bir hakikati aydınlatmaktadır ki,, ona dikkat etmemiz çok faydalı olacaktır.
Abbasi halifelerden dan Mehdi’nin on yıllık hükümeti boyunca, İmam Kâzım (a.ş.) ders programları düzenledi, hadis nakline başladı ve gizli faaliyetlerde bulundu. Bu dönemde de tarih bazı tutumlara şahit olmuştur; bunların bazıları dikkat edilmesi gereken hususlardır.
Bu hususların en önemlilerinden birini İbn-i Esir, Hatib li, İbn-i Hallekan ve de şia tarihçileri nakletmiştir. Hay, İmam Kâzım (a.s.)’ın tutuklanıp hapse atılması ve daha da serbest bırakılmasından ibarettir. İmam Kâzım ı.s.) halka bahşiş eder ve ihsanda bulunurdu. Abbasi halife-Mehdi ise İmam Kâzım (a.s.)’ın, şiileri güçlendirmek ve örgütlendirmek için, parasal desteğinin .bulunduğundan korka-Medine valisine İmam’ı tutuklama emri verdi.
Medine vade İmam’ı tutuklayıp Bağdat’a gönderdi. Mehdi, İmam’ı dana attırdı, ancak geceleyin rüyasında Ali b. Ebi Talib a.s.)’i gördü. Ali (a.s.) şöyle buyurmuştu:
Yeryüzünde fesad çıkarmak ve akrabalık bağlarını koparak için mi hükümeti ele geçirdiniz?(38)
Mehdi, rüyasında bunu görünce hemen uyanıp kapıcısı flaöi’i sesledi ve İmam Kâzım (a.s.)’ı yanına getirmesini emretti İmam gelince O’nun kendi yanında oturtup İmam Ali t.s.)’ı rüyada gördüğünü ve o ayeti kendisine okuduğunu anlattı ve daha sonra İmam’a sordu:
Benim veya evlatlarımdan birinin aleyhine kıyam’ etmeyeceğine dair bana güvence veriyor musun?
İmam buyurdu: ,
And olsun Allah’a, ben böyle bir şey yapmamışım ve böyle bir şey bana yakışmaz.
Halife, İmam’a üç bin dinar vererek ve İmam’ın sözleri doğrulayarak O’nu razı edecek bir tavır takınmaya çalıştı geciktirmeden İmam Kâzım (a.s.)’ı Medine’ye geri gönterdi 39.
38) Muhammed suresi, ayet: 47.
39) Hayat-üt İmam Musa b. Cafer c: t, s: 454, Nur’ul Absar s: 136 P
2
7-İMAM MUSA KAZIM (AS) 7-İMAM MUSA KAZIM (AS)
İmam Hasan ve Hüseyn (a.s.)’ın Resulullah (s.a.a.)’in kendi evladı olarak telakki edilmesi, müslümanların onlara daha layık bir şekilde teveccüh etmelerini, onları daha iyi tanımalarını sağlayabilirdi, işte bu yüzden de Ehl-i beyt düşmanları ve muhalifleri daima bu aslı inkar etmeye kalkışmış ve tarih boyunca da -sünnüsiyile, şiasıyla müslümanların ekseriyeti onları Peygamberin iki oğlu olarak kabul etmelerine rağmen-sultanlar buna karşılık bir cephe açmışlardı.
İmam Hasan ve Hüseyn (a.s.)’ın Resulullah (s.a.a.)’in evlatları tanınmasına ve kabul edilmesine Muaviye çok hiddetleniyor, karşı çıkıyor ve orların Ali (a.s.}’ın evlatları olarak telakki edilmesini halktan istiyordu52. Amr İbn-i As da onların Peygamber (s.a.a.)’in oğullan bilinmesinden rahatsız oluyordu53». Haccac da bu mesele hakkında büyük bir hassasiyet gösteriyordu. Hatta Haccac bir defasında, ‘Yahya b. Ya’mur, Hasan ve Hüseyn (a.s.)’m Resulullah (s.a.a.)’in oğullan olduğuna inanıyor.’ haberini duyunca onu Horasan’dan yanına getirtip eziyet etmeye başladı ve kendi iddiasına Kur’an’dan bir delil getirmesini istedi. Yahya da açıkça Hz. İsa (a.s.)’ı Hz. İbrahim (a.s.)’ın oğullarından biri diye tanıtan En’am süresinin 85. ayetini okuyarak şöyle istidlal etti:
Sadece anne tarafından Hz. İbrahim (a.s.)’la akrabalığı olan Hz. İsa (a.s.)’ı, Kur’an-ı Kerim, İbrahim (a.s.)’ın oğlu diye tanıttığına göre İmam Hasan ve Hüseyn (a.s.) neden Resulullah (s.a.a.)’in oğullan olmasın ki?54
Üstad Cafer Murtaza, değer iki kitabı “İmam Hasan’ın Siyasi Hayatında bu konuyla ilgili birçok örnekler zikretmiştir.
Bu mesele Harun’un zamanında da gündemde idi. Ha-Peygamber (s.a.a.)’in Ehl-i beytine özellikle de imam Kazim (a.s.)’la karşılaştığında bu meseleyi dile getirmiş ve da bunun cevabını vermişti. İmam’ın en azından, bir dahi olsa, bu konu üzerinde durması O’nun zindana sebeplerinden birini teşkil etmektedir.
Bir rivayete göre, Harun İmam’a şöyle soruyor “Resulullah (s.a.a.)’in evladı olmamasına rağmen, siz, Resulullah’ın zürriyesinden olduğunuzu nasıl söylersiniz, halbuki siz onun kızının çocuklarısınız?”
İmam Kâzım (a.s.) bununla ilgili iki delil zikretti:
1 - Hz. İsa (a.s.)’ı Hz. İbrahim (a.s.)’ın oğlu diye tanıtan En’am suresinin 58. ayeti.
2 - İmam Hasan ve Hüseyn (a.s.)’ı “Mübahale” ayetindeki ‘ve oğullarımız’ sözünün mevcut ferd ve mısdakları olarak, tanıtan ayet86.
Bu mesele de Abbasilerin şahsiyetini lekeliyordu. Çünkü e onlar kendilerini Resulullah (s.a.a.)’in araca oğullan biliyor ve hazrete halife olmakta kendilerinin daha layık ve hak sahibi olduklarını isbat etmek için veraset kaidesinden yararlanıyorlardı.
Onların istidlalına göre Peygamber (s.a.a.)’in amcası Abbas, Resulullah (s.a.a.)’den sonra hayattaydı ve onun hayatta olmasıyla Peygamber (s.a.a.)’in diğer amcalarının oğullarına hiçbir hak intikal etmezdi. Mervan İbn-i Ebi Hafsa bu istidlal doğrultusunda şöyle bir şiir okumuştur:
“Birinin amcası hayatta olsun da, onun kızının çocukları onun mirasçısı olsun; böyle bir şey nasıl dur, nasıl mümkündür bu ve şimdiye kadar da böyle bir şey olmamıştır.”
Bu şiirin reddine dair İmam Musa Kâzım (a.s.)’a isnad edilen bazı beyitler de tarihte nakledilmiştir 57.
Ancak şia, imametin isbatı hususunda asla veraset meselesini göz önünde bulundurmamış ve sadece bu mevzu hakkında Resulullah (s.a.a.)’den varid olan naslara ve bir sonraki İmamın tayiniyle ilgili bîr önceki İmamdan gelen naslara istinad etmiştir.
Beni Abbas, veraset kanununa dayanarak hilafetin sadece kendilerine münhasır olduğunu ispatlamaya çalışıyorlardı ve bu yüzden de İmam Hasan ve Hüseyn (a,s.)’ın ve onların oğullarının Resulullah (s.a.a.)’in oğulları değil de Ali (a.s.)’ın oğulları diye tanıtmaya çalışıyorlardı; ki böylece hem onların verasetini nefyetsin ve hem de İslam toplumunda Resulullah (s.a.a.)’in oğulları diye tanınıp fevkalâde bir önem ve ihtirama sahip olmalarına gölge düşürsünler.
Kesin olarak diyebiliriz ki: O günün İran, Yemen, Şam gibi ehl-i sünnet toplumlarındaki Şiilerin, manevi nüfuzunun büyük bir bölümünü, Peygamber (s.a.a.)’in, Ehl-i beytin azameti hakkında buyurmuş olduğu sözler ve İmam Hasan ve Hüseyn (a.s.)’ı İslam toplumuna ‘oğullarım’ diye tanıtması meydana getirmişti.
İbn-i Esir’in naklettiğine göre, Harun’ur Reşid .179 H. Kameri yılının Ramazan ayında umre kastıyla Mekke’ye giderken Medine’ye uğradı. Harun, Resulullah (s.a.a.)’in türbesine girerek kendisinin Resulullah (s.a.a.)’le akrabalığı olduğunu halka bildirmek için Peygamber (s.a.a.)’in mezarını ziyaret ettikten sonra İslam Peygamberine (s.a.a.) şöyle selam verdi:
Selam olsun sana ya Resulallah (s.a.a.), ey amcamın oğlu!. Bu sırada orada bulunan Musa b. Cafer (a.s.) Resulullah (s.a.a.)’e hitab ederek şöyle dedi: Selam olsun sana ey baba!. Harun bunu duyunca yüzünün rengi değişti ve İmam Kazım (as.)’a seslenerek dedi ki:
Bu. büyük bir iftihardır ya Eb’ul Hasan!. Ve daha sonra O
hazretin tutuklanma emrini sadır etti58.
Yafiî de bunu kısa olarak nakletmiştir59.
Harun daha sonra. Yahya b. Cafer’e dönüp şöyle dedi:
Şehadet ederim ki, Resulullah (s.a.a.) hakikaten Onun babasıdır 60.
Bu sözler, aslında veraset temeli üzerine kurulan kendi derinin doğru olmadığını ve de Fatime (s.a.)’ın evlatlarının
Resulullah (s.a.a.)’in evlatları olduğunu itiraf etmek mahiyetindedir.
İmamın bu olaydan sonra tutuklanması, bu olayın Harun’a karşı siyasi bir hareket olarak telakki edildiğini gösteriyordu.
İmam Kâzım (a.s.)’ın bu gibi tavırları da Harun için bir takım tehlikeler doğuruyordu.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
İmam’ın tutuklanıp zindana atılmasının başka sebepleri vardı. Mesela: Şiiler, İmam ve rehberiyetle ilgili kendilerine söylenen sözleri gizli tutmak ve rehberiyet sırlarını ifşa etmemekle vazifelendirilmişlerdi. Ancak bazen Musa b. Cafer S.)’ın imametiyle ilgili ve O hazrete itaat etmenin farz ol-hususunda bazı sözler ifşa ediliyordu ve bu da hem Vın hem de kendilerinin bazı zorluklara düşmelerine neden oluyordu.
Aynı mesele, Mansur’un bu hususta hassa-göstermesiyle İmam Sadık (a.s.)’m zamanında da günle idi, önceden de belirttiğimiz gibi, takiyye etmek neticesinde Abbasiler, Şiilerin ve onların imamların imamet iddia olsa bile halifeye karşı kıyam etmek niyetinde olmadıkları incesinde olup, Zeydiye’nin önde gelenleriyle aynı görüşte olan şiflere “Hayatta kalmak istiyorsanız, başınızın derde girmesini istemiyorsanız Musa b. Cafer gibi olun diyorlardı61.
Hakikatte şia imamları, imamet ve rehberliğin kendilerine münhasır olduğuna ve hakim düzenin batıl olduğuna inan makta birlikte
hakim düzene karisi kıyam etmeyi, faydalı olmayacağından dolayı caiz görmüyorlardı, işte şiiler böyle bir durumdaydı. Ancak bazen imam Musa Kâzım (a.s.)’a itaat etmenin farz olduğu inancını açığa vurduklarında imam’ı zor durumda bırakıyorlardı. O halde İmam Kâzım (a.s.)’ın zindana .atılmasının sebeplerinden biri de bu gibi inançlardı.
Çünkü böyle bir inanç, Abbasiler için büyük bir tehlike teşkil etmekteydi. Hadis kitaplarımızda “Bab’u tahrim’i izaat’ul hakk maa’l havfi bihi”62 - Hakkı yaymak, eğer hakka zarar getirecekse haramdır- unvanında bir bölüm açılmış ve bu hususta pek çok hadis ihtiva etmektedir. Bu hadisler de hidayet imamlarından ve bilhassa İmam Sadık (a.s.)’dan rivayet edil
miştir.
“Rical’ı Keşşi”de Yunus b. Abdurrahman’dan nisbeten uzun bir rivayet nakledilmiş olup konumuz için de güzel bir Örnek olarak gösterilebilir. O şöyle yazıyor:
Yahya b. Halid Bermeki önceleri Hişam hakkında müsbet bir görüşe sahipti. Ancak Harun, Hişam b. Hakem’in bazı sözlerini duyup ona ilgi gösterince Yahya, Harun’u ona karşı tahrik etmeye başladı. Bir gün bu hususta Harun’a şöyle dedi:
O, Allah’u Taala’nın yeryüzünde itaati farz dan senden başka bir imamı olduğunu düşünüyor... Eğer o imam kıyam emri verirse, o da itaat edip kıyam edecektir. Ve şunu da sözlerine ekledi: Ancak biz onun, halifeye karşı kıyam etmenin caiz olmadığına inanan biri olduğunu biliyorduk.
Bunun üzerine Harun, Yahya’nın kelam ilmi hususunda bir toplantı düzenlemesini ve mütekellimlerin hazır bulunmasını istedi. Mütekellimlerin rahatça tartışabilmeleri için Harun da perdenin arkasında oturup onları dinleyecekti. Kelam alimleri toplandı ve konu ele alındı.
Konuyla ilgili tartışmalar başladı ve çok geçmeden konuya bir açıklık getirilemedi ve çıkmaza girildi. Yahya şöyle dedi: “Hişam b. Hakem’i âramızda hakem olarak kabul ediyor musunuz?” O hastadır, hasta olmasaydı kabul ederdik” dediler. Yahya, Hişam’ı çağırttırmak (Çin birini gönderdi.
Hişam önce, Yahya’nın şerrinden korunmak İçin “İyileştikten sonra tartışmalara ve ilmi konulara girmemek ve sadece Allah’a ibadet etmek için Kufe’ye gideceğime dair Allah’a ahdetmişim.” diyerek hakemliği üstlenmemeğe çalıştı: Fakat Yahya’nın ısrarı üzerine toplantıya katılmak zorunda kaldı. Hişam ihtilaf edilen konuyu saptadıktan sonra bazılarını teyid, diğer bazılarını ise reddetti.
Bu tartışmalardan sonra Yahya, Hişam’ın “İmâmı seçmek halkın hakkı değildir” hususunda görüş belirtmesini istedi. Hişam hiç istemeden bu konu hakkında konuştu. Yahya, bir süre Önce görüşü Hişam tarafından reddedilen Süleyman b. Cerir’den, bu hususta Hişam’ın görüşünü almasını istedi. Süleyman Emir’ül Müminin’le ilgili sorusunu sorup şöyle dedi: “Ona itaat etmenin ‘farz olduğuna inanıyor musun?” Hişam “Evet” dedi.
Süleyman “Eğer O kıyam emri verirse kıyam eder misin?” dedi. Hişam “O bana böyle bir emir vermez.” dedi... Konu buraya gelince Hişam şöyle dedi: “Eğer bunu sormaktan maksadın kıyam edip etmiyeceğimi öğrenmen ise, cevabım şu; kıyam ederim.” Perdenin arkasında oturup konuşmaları dinleyen Harun bunu duyunca sinirlendi...
ve birini İmam Musa Kâzım (a.s.)’ın peşine gönderip İmam’ı zindana attırdı. Yunus b. Abdurrahman bunları naklettikten. sonra, sözüne şunu da ekliyor:
İmam’ın Zindana atılmasının sebeplerinden biri de buydu.
Bu olaydan sonra Hişam Kufe’ye giderek İbn-i Eşrefin evinde dünyadan göçtü’63’.
Başka bir rivayet de şöyledir: Hişam, İmam Kâzım (a.s.) .’ tarafından konuşmamaya emredilmişti, ancak çok geçmeden sessizliğe, konuşmamaya dayanamayıp konuştu. İmam’ın ashabından olan Abdurrahman b. Haccac bu hususta Hişam’ı kınayarak şöyle dedi: Neden sessizliğini bozdun, neden konuştun...?”
Daha sonra da İmam’dan taraf ona dedi ki: Bir müslumanın kanının akıtılmasına ortak olmak seni sevindiriyor mu? Hişam “Hayır” dedi. Abdurrahman “Eğer konuşmazsan çok iyi edersin, aksi halde İmam’ın başının kesilmesine sebep olursun.” Bu rivayetin devamında şöyle denmiş:
Hişam konuşmamayı riayet etmeyince, olmaması gereken şey gerçekleşti64.
Bu rivayet, az önce belirttiğimiz konuya delalet etmekte, açıklık getirmektedir. Bu hususta başka bir rivayet de nakledilmiş ve bu rivayette başka bir noktaya da değinilmiştir. Harun, perdenin arkasında oturmuş sözleri ve tartışılan konulan dinliyordu.
O toplantıya katılanlar sadece imamet meselesiyle ilgili konuları Hişam’la konuşacaklarına ve tartışacaklarına dair karar vermişlerdi. Perdenin arkasında oturan Harun, Hişam’ın açık görüş ve inancını duyunca hiddetlenip diyor ki:
“Bunun gibileri hayattayken, benim hükümetim bir saat bile nasıl ayakta durabilir? And olsun Allah’a ki, halkın gözünde (inancında) onun dili yüz bin kılıçtan daha keskindir.”
Hişam tehlikeyi sezince gizlice toplantıdan çıktı. Harun, Hişam’ı bulamayınca onun kardeş ve dostlarını tutuklatıp zindana attırdı. Fakat bir süre geçtikten sonra Harun Hişam’ın ölüm haberini duyunca onları serbest bıraktı65.
Merhum Şeyh Saduk, İmam Kâzım (a.s.)’m şehadetine sebebiyet veren olaylara değinirken onlardan birini şöyle anlatır.
Harun’un, Şiilerin inancına göre İmam Kâzım (a.s.)’ın imam olduğunu, gece ve gündüz gizlice İmam’ın evine gidip gelmelerini duyması O hazretin şehadetine sebebiyet verdi. :Çünkü Harun açısından, İmâm hem Harun’un kendisini hem i hükümetini tehdit etmekteydi*66
İmam’ın zor duruma düşmesine sebep olan nedenler-bir başkası da, Yahya b. Halid Bermekî’nin mam’a duyduğu kinin yanı sıra o hazretin bazı yakınlarının hakkındaki bazı ithamları ve imam’ı kötü tanıtmalarıydı.
Şeyh Müfid ve Eb’ul Ferec İsfahani bu hususta müstened bir rivayet nakletmişlerdir. Rivayet şöyledir:
Harun, kendi çocuğunun eğitimi için onu, İmam Kâzım (as)’m imametin inanan Cafer b. Muhammed b. Eş’as-‘a teslim ediyor. Yahya b. Halid Bermeki de bundan üzgündü.
Halt Harun’un yanına gelip onu kötüledi (Zahiren İmam’dan intikam almak amacıyla İmam’a karşı bir komplo ve desise düzenleme fikrine koyuldu) bu yüzden de kendi desisesini uygulayabilmek için İmam’ın akrabalarından birini ele geçirme girişti. Halid bir süre araştırdıktan sonra, maddi durumu iyi olmayan Ali b. ismail b. Cafer es-Sadık’ı buldu.
Ona maddi yardımda bulunduktan sonra İmam’ın aleyhindeki planını gerçekleştire bilmek için Ali b. İsmail’i Harun’un meclisine katılmaya teşvik etti. Ali b. ismail bunu kabul edince (a.s.) kararından vazgeçirmek için ona maddi yardımda bulundu. Ali b. İsmail kararından dönmeyerek Harun’un gidip, İmam’ın aleyhinde konuştu ve İmam’ı kötüledi.
Bu mesele de, İmam’ın zindana atılma sebeplerinden biri olarak nakledilmiştir.
Şeyh Saduk bu rivayeti daha dakik ve daha kamil olarak nakletmiştir. Cafer b. Muhammed b. Eş’as’ın İmam Kâzım (as.)a gizli bir ilişkisi olduğunu hatırlatarak şöyle yazmış:
Yahya b. Halid, Cafer b. Muhammed b. Eş’as’ı Harun’un yanında kötüledikten sonra Harun, Cafer’i çağırttırıp ona diyor ki: “Duyduğuma göre malının humsunu ve hatta sana en sön verdiğim paralan Musa b. Cafer (a.s.)’a gönderiyor-muşsun.” Cafer, Harun’un kendisine vediği paraları getirip göstermekle, Yahya b. Halid’in planını suya düşürdü ve böylece de Harun’un kendisine dan güvenini daha da sağlamlaştırdı. İşte bu olaydan sonra Yahya b. Halid, Ali b. İsmail’i ele geçirme fikrine koyuluyor’68.
Hakikatte İmam’ın en son olarak zindana atılmasının sebebi de buydu. Şeyh Müfid, yukarıda zikrettiğimiz rivayeti naklettikten sonra şunu. da ekliyor: İşte o yıl (179. H.) Harun Reşid hacca geldiğinde İmam’ın Medine’de tutuklanma emrini verdi.
İmam’ın tutuklanma olayına değinmeden önce şunu hatırlatmalıyım ki, bazı kaynaklarda Ali b. İsmail b. Cafer es’Sadık (a.s.) yerine Muhammed b. İsmail zikredilmiştir.
Ebu Nasr Buhari şöyle yazıyor: Muhammed b. İsmail, amcası İmam Musa Kâzım (a.s.) ile beraber yaşıyordu. Muhammed, Harun’a yazdığı mektupta şöyle diyor:
“Şimdiye kadar yeryüzünde, bir anda iki halifenin olduğunu ve umumi malların o, ikisine götürüldüğünü hiç duymamıştım.”
Muhammed bunu yazmakla İmam Kâzım (a.s.)’ı Harun’a şikayet ediyor ve kötülüyordu. Bu olaydan hemen sonra İmam tutuklanıp zindana atılıyor. İmam (a.s.) bu defasında zindanda şehit oluyor69.
İbn-i Şehr Aşub da aynı olayı nakletmektedir70.
Biri Ali b. İsmail ve diğeri de Muhammed b. İsmail hakkında nakledilen bu iki rivayet bazı yönlerden birbirlerine çok temektedirler ve insan
bu benzerlikleri göz önünde bulundurduğunda büyük bir olasılıkla, bu iki şahsın bir şahıs olduğu insanın zihninde kuvvetlenir.
Harun bir yıl hacca giderdi, diğer yıl ise savaşa. Bu yüzden 179 H.K. yılında hacca gitme sırası geldiğinde Medine’ye uğradı. Harun’u karşılamaya gelen Medine büyükleri arasında Musa Kâzım (a.s.) da bulunuyordu.
Harun, İmam’ın faaliyetlerinden haberdar olduğu için Resulullah (s.a.a.)’in mezarı başında durup imam Kâzım (a.s.)’ın da buluğu Medine eşrafının gözleri önünde Resulullah (s.a.a.)’e hitaben şöyle dedi:
“Ya Resulallah, yapacağım bir işten dolayı senden özür dilerim. Ben Musa b. Cafer’i tutuklayıp zindana atmak istedim.Çünkü O senin ümmetin arasında ihtilaf çıkarıyor ve kanının dökülmesini istiyor.”71
Halk Musa b. Cafer (a.s.)’ı Resulullah (s.a.a.)’in oğlu bildiğinden dolayı Harun, Resulullah (s.a.a.)’den özür dilemekle bir tezahürde bulunmak istedi. Böylece de böyle bir girişimin zihinlerde oluşturduğu soru işaretine cevap vermiş oldu. böyle bir sorunun kaldırılması için, ümmet arasında çıkarmak cevabı iyi bir bahane idi.
Zikrettiğimiz1 bu rivayet İmam Kâzım (a.s.)’ın Medine halkı arasında bir ilk ve saygınlığı olduğu anlaşılmaktadır. İşte bu yüzden Harun öyle siyasi bir güç ve büyüklüğüne rağmen, halk tarafından gelecek olan eleştirilere maruz kalmasın diye ‘yapmak; istediği bu işe bir yorum getirmek zorunda kalıyor.
Harun Mescid’ün, Nebi’de İmam Kâzım (a.s.)’ın tutuklanma veriyor’72 ve İmam’ın da nerede zindana atıldığı halk tarafından bilinmesin diye iki kafile hazırlatıp birini Kufe’ye ve ini de Basra’ya doğru gönderiyor 73.
71)İrşad, s: 280.
72) İrşad ve Ravzet’ül Vaizîn, s: 187.
73)Merhum şeyh Saduk şöyle yazıyor: O günden bir gün sonra Resulullah (s.a.a.)’in mescidinde namaz kıldığı, halde tutuklandı. Uyun’uı Ahbar’ir Rıza, c: 1, s: 73.
Eb’ul Ferec’i İsfahan! yukarıdaki sözleri naklettikten sonra şöyle yazıyor: Harun, İmam Kâzım (a.s)’ı Basra hakimi İsa b. Mansur’un yanına gönderdi. İmam bir süre onun zindanında kaldı, ancak nitekim İsa bu işten bıkıp İmam’ı başka birine teslim etmesi için Harun’a.bir mektup yazdı ve eğer onu başkasına vermezse kendisinin serbest bırakacağını söyledi.
İsa, bu süre zarfında imam’ın aleyhinde bir delil bulmak için çok çalıştığını ama hiçbir delil bulamadığını da mektubunda bildirdi.
İsa’nın, mektubuna şöyle devam etmesi daha çok dikkat çekmektedir.
... Hatta O, Allah’a dua etmekle meşgul olduğunda, senin veya benim hakkımda beddua edip etmediğini öğrenmek için O’nun dualarını dinliyordum, ama O hep Allah’tan kendisi için rahmet ve mağfiret diliyordu 74.
Bu, İmam’ın takva ve zühdünü ve aynı zamanda da takiyye ve faaliyetlerinin gizliliğini göstermektedir.
Nitekim İmam, FazI İbn-i Rabi’e teslim edildi İmam uzun bir süre onun zindanında kaldı. Fazl’dan, İmam’ı öldürmesi istendi ancak FazI buna yanaşmadı. İmam’ı Fazl’dan alıp FazI b. Yahya’ya teslim ettiler. İmam bir süre de onun zindanında kaldı. Tarihçilerin naklettiğine göre, FazI b. Yahya İmam’a ihtiram gösteriyordu.
FazI b. Yâhya’tıın İmam’a ihtiram gösterdiği ve İmam’ın orada rahat bir şekilde yaşadığı Harun’a iletildi. Harun bu sırada Rakka’da75 idi. Harun bu haberi alır almaz çok sinirlendi ve halifeye karşı isyan ettiğinden dolayı FazI b. Yahya’ya lanet ve beddua edilmesini emretti. Bu işten dolayı da FazI b. Yahya’ya yüz kırbaç vuruldu.
Bu olaydan, sonra İmam Kâzım (a.s.) ondan alınıp Sindi b. Şahik isminde birine verildi76
İMAM KÂZIM (a.s.)’IN ŞEHADETİ
Yahya b. Halid bu olaydan endişe duyarak Harun’un yanına gitti. Fazl’ın meydana getirdiği olaydan dolayı da özür dileyerek İmam’ı Sindi İbn-i Şahik’in eliyle şehid etti ve böylece de Harun’un isteğini yerine getirmiş oldu(77). Yahya b. ‘”Velid’in İmam Kâzım (a.s.)’ı şehid ettiği bazı rivayetlerde de yer almıştır.
Eb’ul Ferec ve başkâlarının nakline göre Yahya Halid zahirde başka bir şeyi bahane ederek Bağdat’a gitti ama onun asıl amacı İmam’ı şehid etmekti. Bundan da anlaşıldığı gibi, o bu işin sorumluluğunu açıkça yüklenmek istenmiyordu. Yahya b. Halid, Hişam b. Hakem olayında İmam Kâzım (a.s.)’a karşı duyduğu düşmanlığı ortaya-koymuştu.
O halde “Yahya’nın İmam Kâzım (a.s.)’a batinî bir istek ve meyli vardı, ancak Harun bundan haberdar değildi” içerikli hadisler doğru olmasa gerek.
İmam Rıza (a.s.)’dan rivayet edilen bir hadisde İmam Rıza (a.s.)’a şöyle soruluyor: “Babanızı zehirleyen şahıs Yahya b. Halid midir?” İmam da cevabında, babasını zehirleyenin Yahya olduğunu doğruluyor 78. Aynı mesele diğer hadisterde de teyid edilmiştir79
Tarihçilerin ekseriyetinin itirafıyla İmam Kâzım (a.s.) şehid edilmiştir ve bunda da hiçbir şüphe yoktur. Ancak İmam gizlice şehid edildiğinden ve Abbasiler de İmam’ın kendi eceliyle dünyadan göçtüğünü halka bildirmelerinden dolayı, bazı tarihçiler bunun etkisinde kalarak İmam Kâzım (a.s.)’ın kendi eceliyle öldüğünü kitaplarında yazmışlardır.
Bazı tarihçiler de İmam’ın şehid edildiğini bir ihtimal olarak zikretmişlerdir’80.
İmam’ın şehid edilmesi hakkında üç muhtelif rivayet nakledilmiştir:
1 - İmam Rıza (a.s.)’dan da naklettiğimiz gibi, İmam Kâzım (a.s.) zehirlenerek şehid edilmiştir. İmam’ın Yahya b.Halid tarafından şehid edildiğini bildiren rivayetler de bunu teyid etmektedir.
2 - İmam Kâzım (a.s.) bir halının içerisinde sarılarak öylesine sıkılmış ve nitekim de şehid edilmiştir*81.
3 - Nakledilen başka bir rivayette de (Mustevfi nakletmiştir) Harun’ur Reşid’in eritilen demiri İmam’ın boğazına dökerek İmam’i şehid ettiği söylenmiştir.82
Ancak İmam’ın zehirlenerek şehid edildiği daha meşhurdur, imam şehid olduktan sonra mübarek bedenini halka ve Bağdat’ın büyüklerine gösterdiler. Bunun da iki nedeni vardı:
1 - irbili’nin yazdığına göre, Sindi b. Şahik, Meysem b. Adiy’nin de aralarında bulunduğu Bağdat’ın fakihlerini ve büyük şahsiyetlerini sesleyerek, İmam’ın mübarek cesedini onlara gösterdi ve İmam’ın cesedinde yara, cerahat ve boğulma izi olmadığını ve İmam’ın kendi eceliyle, dünyadan göçtüğünü onlara anlattı.
2 - Bazı şiiler O hazretin Mehdi olduğuna inanıyorlardı veya böyle bir inanca sahip olabilecekleri ihtimali vardı, bu yüzden İmam’ın cesedini Bağdat köprüsü üzerine bıraktılar ve Yahya b. Halid’in emriyle bağırarak şöyle dediler: işte bu, Musa b. Cafer’in cesedidir. Rafiziler Onun ölmediğine inanıyorlar.
Halk gelip İmam’ın öldüğünü gözleriyle gördüler. Bundan sonra da İmam’ın cenazesini Bağdat’ın “Bâb’üt
Tin”deki Kureyşlilerin mezarlığına defnettiler83.
Şeyh Saduk’un nakline göre İmam Musa Kâzım (a.s.) 183. H.K. yılının Recep ayının yirmi beşinde, Şeyh Müfid’in nakline göre aynı yılın Recep ayının yirmidördünde ve Müstevfi’nin nakline göre de Sefer ayının ondördünde, cuma günü şehid edilmiştir.
81) Makatil’üt Talibîn, s: 336.
82) Muntahab Tarih, s: 204.
83) Keşf üi Ğumme, c: 2, s: 234.
İMAM KÂZIM (a.S.)’IN HAKİM DÜZENE KARŞI MÜCADELESİNİN BOYUTLARI:
İmam’ın hakim düzen karşısındaki mübareze ve tavırları kında şimdiye kadar değindiğimiz yönlere daha başkalarında örnek olarak ekliyebiliriz. imam hâkim düzene karşı mübarezede de bulundu.
İrharri bu mücadelesinde ve uygulamalı bir metod seçmedi, ancak nizamın meşru bir nizam olduğunu bildirdi ve halkın o düzene itimadını sarsmaya çalıştr. Halkın bir düzeni gayr-i meşru bilmesi.o düzen için çok tehlikeli olabilir. Çünkü bir düzenin meşru olmadığını ispatlamak halkın o düzene karşı etmesini ve o düzeni devirmesi için bazı faaliyetlerde inanmasını sağlayabilir.
Tarihde zikredilen Safvan b. Mahran-ı Cemmal olayını örnek olarak gösterebiliriz. Safvan İmam Kâzım ı.s.)’ın huzuruna geldiğinde İmam ona şöyle buyurdu:
Ya Safvan, bir işin dışında diğer işlerin iyi ve güzeldir. “O nedir, ey Resulullah (s.a.a.)’in oğlu?” dedi, Safvan. İmam buyurdu:
“Develerini Harun’a kiraya vermen.”
Safvan “Onun geziye çıkması, ava gitmesi ve benzeri İçin develerimi ona kiraya vermedim, Mekke yolculuğu-gitmesi için develerimi verdim. Hatta benim kendim bile işe karışmadım, bu iş için hizmetçi tuttum; Onlar develeri götürüp getirecekler.” dedi.
İmam (as) buyurdu:
“Develerrni ona kiraya vermen sence doğru müdür?”
Safvan: “Evet” dedi. ‘İmam buyurdu:
“Kira süresinin bitmesine kadar ve develerini sana geri-î verinceye kadar onların yaşamasını, hayatta olmasını istemlisin?”
Safvan: “Evet, isterim” dedi.
İmam buyurdu:
“Onların yaşamasını, hayatta’ kalmasını isteyen herkes onlar gibidir ve onların safındadır. Onlardan olan herkes de cehenneme girecektir.”
Bu olaydan sonra Safvan bütün develerini sattı. Harun bunun nedenini Safvan’dan sorunca şöyle dedi: “Yaşlandım artık ve hizmetçiler de bu işi iyi beceremiyorlar.”
Harun dedi ki: “Develeri kimin emriyle sattığını biliyorum, Musa b. Cafer senin bu işi yapmanı istedi.” Safvan “Benim Musa b. Cafer’le ne alakam var” dedi. Harun dedi ki:
“Bu sözleri at bir yana (beni aldatmaya çalışma), and olsun Allah’a, eğer dürüst ve sadakatli biri olmasaydın seni öldürürdüm84.
İmam Kâzım (a.s.)’ın bütün şiiler için -İmam’ın kendi emriyle hâkim düzenle irtibatta olan kişiler hariç- genel bir hüküm içeren her girişimi, menfi mücadele doğrusunda gerçekleşmiştir.
İmam Kâzım (a.s.)’ın Abbasi hilafetine karşı başlatmış olduğu hareketin bir başka yönü de Ali b. Yaktin’i Abbasileriri sarayında tutmak ve onun vasıtasıyla şiileri zorluklardan ve müşkülattan kurtarmak idi.
Ali b. Yaktin, İmam Kâzım (a.s.)’ın Abbasilerin sarayında söz ne nüfuz sahibi olan ashabından biriydi. Ali b. Yaktin, Mehdi ye Harun’un zamanında daha çok etkili olup, bu nüfuzunu Şiilerin yararına kullanıyordu.
Ali b. Yaktin İmam’ın huzuruna gelip hilafet sarayından ayrılmak için izin isteyince İmam buna izin vermeyerek şöyle buyurdu:
“Sakın bu işi yapmaya kalkışma! Senin orada olmana alışmışız ve bundan memnunuz. Senin orada olman (şii) kardeşlerinin izzetini temin etmektedir. Senin orada bulunmanla Allah, kendi dostlarına gelen müşkülatı telafi etmekte ve muhaliflerinin desiselerini de su yüzüne çıkarmaktadır.
84) Rical-i Keşşi, s: 441.
Ey Ali, günahlarınızın keffareti kardeşleriniz hakkında iyilikte bulunmaktır.’85
Başka bir rivayette de İmam’ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir.
“Bu işini sürdürmek zorundasın; Allah’tan sakın.”*80’
Başka bir rivayette ise İmam’ın Irak’a geldiği ve Ali b. Yaktin’in de İmam’ın yanına gelerek “Beni bu durumda gördüğünüzden dolayı üzgünüm.” dediği ve İmam’ın da cevaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Ey Ali, zalimlerin dostları arasında Allah’ın da dostları bulunmaktadır, ki Allah onların vesilesiyle dostlarına gelecek dan belaları defeder ve sen de onlardan birisin.”87
Başka bir rivayet ise şöyledir:
“Her tağutun yanında Allah’ın bir dostu vardır. Ve Allah bu dostu vesilesiyle, dostlarına gelecek dan belaları defeder. 88
İmam Kâzım (a.s.)’ın, Ali b. Yaktin’in işini tekidle doğrulamasından, hatta bu işin gerekli olduğunu vurgulamasından ve İmam’dan nakledilen bu cümlelerden, bilhassa son cümleden anlaşıldığına göre İmam, şiileri korumak amacıyla Ali b. Yaktin’den yararlanıyordu. Ali b. Yaktin hakkında bir çok dedikodular ve ithamlar ortaya atıldı, ama Ali b. Yaktin takiyye etmek ve İmam Kâzım (a.s.)’ın tavsiyelerine uymakla tehlikeyi atlattı89.
Ali b. Yaktin, hükümetin uğraştığı birtakım dini sorunların çözümünde İmam Kâzım (a.s.)’ın görüşlerinden de yararlanmaya çalışıyordu.
İmam Kâzım (a.s.), Abbasi halifelerin hizmetine giren şartlanmış ve satılmış alimlere karşı da bir savaş başlatmıştı. İmam Kâzım (a.s.)'m sözlerinde tamamen gözlenmektedir, bu savaş. Böyle kimselerin hükümetin hizmetinde olması avam halk açısından o hükümetin meşruiyetini temin etmekte, garantiye almaktaydı.
Bu yüzden de o hükümeti devirmek isteyenlerin karşısında bir engel teşkil etmekteydi. Bunun için de bu gibi alimler hükümet tarafından desteklenmekte ve oldukça sevilmekteydiler.
imam Kâzım (a.s.) Resulullah (s.a.a.)'den şöyle bir rivayet nakletmiştir:
"Fakihler kendilerini dünyaya satmadıkları sürece peygamberlerin emanetçileridirler."91
"Kendilerini nasıl dünyaya satarlar?" sorulduğunda İmam şöyle buyurdu:
"Hakimlere itaat etmekle (kendilerini dünyaya satmış olurlar). Bunu yaptıklarında, dininizi korumak için onlardan sakının, uzak durun."
İmam Kâzım (a.s.) şehid edildiğinde, Harun, İmam'ın kendi eceliyle öldüğünü halka inandırmak için bu gibi alimleri alet olarak kullandı ve böylece de halkı uyutmaya çalıştı.
KELAMÎ KONULAR, FİKRÎ VE SİYASÎ SORUNLAR:
Birinci hicri yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve ortaya çıktıktan sonra da İslam toplumundaki fikrî çekişmelerde önemli bir rol oynayan İslamî mezheplerden biri de "İtizar mezhebi idi.
Bu mezhebin asıl özelliği dinî meselelere akıl sayesinde yorum getirmek idi. Vasıl b. Ata ve Amr b. Abid bu mezhebin önde gelen önemli şahsiyetlerinden idi. Dini konuları akıl ışığında tevil etmek ve yorumlamak, Şiilerin kabul etmediği bir şey değildi, ancak dini meseleleri aklın yorumuna bırakmak ve bu hususta da ifrat etmek, istenmedik neticeler doğurabilirdi.
Bu akıl bağımlılarının tevhid hakkında gündeme getirdikleri çeşitli inançlar bunun örneğidir; bazen tezad sıfatlan Allah'a isnad etmiş ve bazen de, Kur'an’ın da tasrih ettiği gibi, Allah'ın sahip olduğu sıfatları O'ndan selbetmişlerdir.
91) Bihar'ul Envar, c: 2, s: 36.
Onların bu aklî tevil ve yorumları, bazı şiilerin onlara meyillenmesini sağlama olasılığına sahipti ve bu da bir tehlikeydi. Hişam b. Hakem gibi şahıslar tek başlarına bile onlarla baş edebiliyorlardı, ancak şia İmamları akla verdikleri önemle birlikte ona bir sınır belirlemişlerdi.
Dini konularda, insanı küfr ve inkar derecesine kadar getirebilen akli yorumlar İmam Kâzım (a.s.)'ın zamanında bir hayli ilerlemişti. Bu yüzden de İmam Kâzım (a.s.) Allah'ın sıfatlarıyla ilgili ve benzeri konularda çok önemli noktalara değinmiştir. Allah'ın sıfatları hakkında İmam'dan sorulunca İmam şöyle buyurdu:
"Tevhid hakkında, Allah-u Taala'nın kendi kitabında buyurduğu şeylerden öteye geçmeyin, ki helak olursunuz."93
Başka bir rivayet ise şöyledir:
"Şanı yüce Allah'ın sıfatlarının hakikat ve künhünü kimse anlayamaz, o halde O'nu, kendisinin vasfettiği gibi vasfedin ve ondan da öteye geçmeyin."94
Ve kendisi de Allah'ın sıfatlarını saymak istediği zaman Kur'an ayetlerine dayanıyor ve ondan da öteye geçmiyordu95. Ayet ve rivayetlerin zahirine dayanarak insani ve maddi sıfatları Allah'a isnad etmek isteyen hadis ehlinin karşısında durarak Allah'ın her nevi teşbih ve maddi sıfattan beri olduğunu duyuruyor ve Allah'ı tenzih ediyordu, İmam96.
Bazılarının "Allah (dünyadaki) gökyüzüne iner." inancına sahip olduğu İmam'a dendiğinde İmam şöyle buyurdu:
92) el-Mahasin, s: 239. Kafi, c: 1, s: 102.
93) Tevhid, s: 76.
94) Kafi, C: 1, s: 105.
95) Tevhid, s: 76.
96) Tevhid. s: 75, 97, 99.
"Şüphesiz Allah (gökyüzüne) inmez ve buna ihtiyacı da yoktur. Çünkü uzak da yakın da O'nun katında eşittir. "87
Allah'u Taala'nın sıfatları hakkında, İmâm Musa b. Cafer (a.s.)'dan çok dakik ve değerli sözler nakledilmiştir" 98
İmam Musa Kâzım (a.s.), biri ifrat, diğeri tefrit yolunu seçen Mutezile ve hadis ehli karşısında şia inançlarını açıklamış ve savunmuştur. Bu hususta bir hayli rivayetler İmam'dan nakledilegelmiştir.
İmam Musa b. Cafer (a.s.) "cebr ve ihtiyar konusunda da çok dakik ve sağlam istidlaller getirerek muhaliflerini dize getirmiştir.