9-İMAM MUHAMMED TAKİ(CEVAD)(a.s) 9-İMAM MUHAMMED TAKİ(CEVAD)(a.s)
Hüccet'ül İslam RESUL CAFERİYAN
Çeviren: Cafer BAYAR
KEVSER SURESİ
Rahman Rahim Allah'ın Adıyla
"Şüphesiz biz, sana kevseri verdik.
. Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
Doğrusu asıl ebter (soyu kesik olan) sana kin duyandır."
TAKDİM
Bu güne kadar müslümanlar, bilhassa biz Ehl-i Beyt mensupları, Masum İmamları, yolumuza ışık tutacak ve aydınlatacak bir şekilde tanıyamamışız. Tanımışsak da onlar hakkındaki bilgimiz mantıkî ve aklî yönden daha ziyade atifî bir yön taşımaktadır.
Bunun nedenini anlamak için İslam toplumuna, bizzat şii toplumlarına hüküm süren siyâsetleri incelemek gerekir. Masum İmamlar, halifelerin, İslam toplumunu medine-i fazı-ladan uzaklaştıran, öz Muhammedî (s.a.a.) islam'ı gerçek rotasından saptıran yanlış tutum ve tavırları karşısında her yönlü bir mücadele başlatmışlardı. Haliyle hilafetin temelini sarsacak bir mahiyette olan bu mücadeleye karşı halifeler de ellerinden geleni yaptılar.
Bu doğrultuda Masum İmamlar'a zulüm ve haksızlık ettiler, onların toplum arasındaki itibarını düşürmek ve Şiiliğin temelini kazrmak için geniş çaplı bı'r karalama politikası seçtiler. Bununla da kalmayıp Ehl-i Beyt mensuplarını katletmeye başladılar... Kısacası hakim düzenler Ehl-i Beyt İmamlarını halktan koparmak en azından faaliyetlerini kontrol edebilmek için engel üstüne engel çıkardılar, halkın bilinçlenmesini önlediler ve buna parelel olarak da itibâr kazanmak için zulüm saraylarının vitrinine satılmış, şartlanmış alimleri de kattılar.
Böylece de tarihimize, ^günümüze ve gelecek nesillerimize ışık tutan, yön veren bu mücadeleyi bir ibham girdabında tutmaya çalıştılar ve bu doğrultuda nisbeten başarı sağladılar. Masum İmamların mazlu-miyeti, tarihin bütün dilimlerinde doğal olarak şiaların atife ve duygularını coşturmuşsa da onların kendi İmamlarına karşı duydukları gerçek sevgi ve bağlılıklarını sergileyen bu doğal tavır bile egemen siyasetçilerin ard niyetli saldırılarına maruz kalmış ve hatta bazen onun pasifleştirici yönü daha çok ağırlık kazanmıştır.
İmam Humeyni (r.a.) önderliğinde İran İslam İnkılâbının başarıyla sonuçlanması, İslam'ın siyasal, toplumsal, kültürel, iktisadî ve askerî metod ve ilkelerinin yeniden gözden geçirilmesini gerektirirken, aydın kesimin dikkatini, Masum İmamların yaşantısında daha dikkatle incelemeye, daha derinden düşünüp araştırmaya çekti, özellikle de yukarıda belirtilen alanların, bu İmamların veya Mukaddes İslam Cumhuriyeti düzenindeki yetkililerin bizzat hayatlarının her yönünde tamamen parlaması öz Muhammedi (s.a.a.) İslam'dan güzel bir örnek sergilemektedir, bizlere.
"Masum imamların Fikrî ve Siyasî Hayatı" adındaki kitabımız bu doğrultuda olup, Masum İmamların hayatlarını siyasî ve fikrî açıdan maharetle incelemeyi üstlenmektedir.
Toplumumuzda Masum İmamların bu yönü mübhem kaldığından, daha doğrusu gizli tutulduğundan dolayı, İslamî faaliyetlere yön vermesi için KEVSER yayıncılık olarak bu boşluğu doldurmak istedik. İnsanımıza faydalı olmasını diliyoruz.
Üstad Allame Seyyid Cafer Murtaza'nın
ÖNSÖZÜ
Masum imamların tarihleri etrafındaki bazı önemli hususlar:
Masum imamların yaşantısı, amel ve tavırları hakkında inceleme yapmak, fertlerin bireysel özelliklerinden ve onların şahsiyetini belirleyen özelliklerden bahsetmek değil; bilakis İslam'ın çeşitli boyut ve alanlarından ve de onca kapsamlılık, asalet ve derinliği ile onların özelliklerinden bahsetmektir.
Bu durumda hiç bir tarihçi ve araştırmacı islam'ın bütün hakikatlarini doğru bir şekilde ve derinden idrak etme gücüne sahip olmadıkça, İslam'ın, imamların bütün yaşamında ve şahsiyetlerinin özünde yarattığı gerçek etkiye vakıf olmadıkça ve bu etkilerin, onların kendi etraflarına karşı yaptıktan amellere, hal ve tavırlara nasıl yansıdığını bilmedikçe, imamların hayatına tamamen aşina olamaz ve onların takındıkları tavır ve davranıslarındaki hassas noktalan, canlı şahsiyetlerini gerçek ve kamil bir şekilde aktaramaz.
İmamların düşünce, ilim, fazilet, ihlas ve ruhsal özelliklerine sahib olmak İçin belli bir yol katetmiş birinden başka, hiç bir kimsenin İmamların bu alanlardaki makam ve mevkisine varma aşamasında olduğunu ya da bu yüce makama varmaya muvaffak olmuş olduğunu iddia ettiğini sanmıyoruz: Biz nerede, onlar nerede, hatta bunlardan bir derece aşağı kimseler nerede?
Aynı zamanda bu, aciz kalarak onlardan yararlanmadan kaçınmamız anlamına gelmez. Mecburen bu konunun derinliklerine inmeli, coşkun dalgalarına atılmalı ve bu konunun hayır, bereket, ibret ve öğütlerinden yükümüzü tutmalıyız ki gücümüzün yettiği kadar ve imkanımız elverdikçe yararlanalım. Bunun kendisi doğruluğa götürür, hayrın esas ve temeline yüceltir. '
Değerli kardeşimiz Hüccet-ül islam Caferiyan sadece kalbini aydınlatmak, akıl ve ruhunu bu nur denizine daldırmak ve ondan hayır ve bereket almak için çaba sarfetmiş ve bu nurların coşkun denizine atılmıştır. Allah çabası karşılığında onu mükâfatlandırsın ve hayır, doğruluk, kurtuluş ve temizlik yoluna iletsin.
KONUNUN UFUKLARI
İmamlar, ve onların hakkındaki olaylar üzerinde inceleme yapmanın, fertlerin tarihi olmadığını bilakis onun, Allah'ın, insan tarihi boyunca peygamberlerin dilek ve çabalarının tecelli etmesini istemiş olduğu insanın "ilahi hidayet ve eğitim" tarihi olduğunu öğrendik. İmamlar yeryüzünde (kelimenin tam anlamı ve bütün yönleriyle) ilahî halifeliğin canlı tecessümü ve yüce örneğidirler.
Evet kamil şahsiyet onlarda tecelli ve tecessüm etmiş ve öyle kamil birer insan olmuşlar ki bilinç, irade, hikmet ve mukavemet ile yaşamın bütün zorluklarına göğüs germişler, yaşam da bütün olumsuz yönleriyle, içinde taşıdığı felaket, zorluk bela ve sıkıntılarla onları karşılamıştır. Ancak hayat, ilahi iradenin devamı olan bu ilahi insanın iradesine boyun eğmiş ve bu insanın bilinci karşısında teslim olmuştur.
O ilahi gözle bakar, onun hikmet ve dayanıklılığı yaşamın zorluğuna, kahrına karşı koyduğu için böyle bir üstünlük sağlamıştır, bu başarı ilahi talim ve himaye yardımı ve Allah'ın tevfik ve teyidiyle gerçekleşmiştir.
İmamların hayatlarını, onlar için özel bir durum doğuran ve onları her alanda onunla yaşamaya ve karşılaşmaya mecbur eden bütün şart ve durumları tanıma ve idrak etmeye olan ihtiyacımız işte burdan aydınlığa kavuşmuş oluyor.
Bu ihtiyaç, ister bazılarına göre imamların özel yaşamlarının belli bir alanında sınırlı tutmalarından kaynaklanmış olsun, isterse bizim ele aldığımız, siyasi, sosyal, ahlâkî v.s. gibi öğretilerden . ibaret olan toplumun genel hayatının geniş bir dairesinde ele alışımızdan kaynaklansın, zaruri bir meseledir.
Bu söylenenlerin tümü bir gerçeği teyid ediyor, o ise imamların geniş kapsamlı ufuklarına küçük dahi olsa bir baca açmak isteyen her araştırmacının gerekli şahit ve delillerin en azıyla yetinmek istese bile karşılaşacağı zorluk ve zahmetten ibarettir.
İKİ SORU:
Bunları göz önünde bulundurarak önce şu soruya hemen cevap vermek gerekir; elde bulunan belge ve kaynaklar böyle önemli bir konuyu halletmemiz ve bu amaç ve gayenin gerçekleşmesi için yeterli midir?
Eğer sorunun cevabı olumsuz ise başka bir soru yöneltmeli. Elimizde bulunan belge ve kaynaklardan çok yönlü, geniş ve istenen bir düzeyde yararlanabilir miyiz?
Bu sorunun cevabı da önceki sorunun cevabı gibi olumsuz olacaktır. Elimizde bulunan kaynaklarla onların hayatını anlama ve yaşantılarının geniş ufuklarına ulaşma sahasında başarı elde edemeyeceğimizi herkes bilmektedir. Yapmamız gereken işin durum ve hallerini belirleyip bu işlerde yararlanacağımız araçlar için bir ön hazırlık yapamadığımızı söylersek aşırı gitmiş sayılmayız.
Hatta düzenli ve modern bir üslupla genel bilgileri sunmak ve sahip olduğumuz değerli mirasın gerçek değerini tanımaya bizi yönelten kısa bir fihrist bile gösterememiş. Olduğumuz gibi ilk kaynakları araştırmaya, arındırmaya, daha sonra da onlarla temel kaynaklar a-rasında bağlantı kurmaya ve ayriyeten onların dikkate alınan sonuçlardaki etkilerini sınırlı bir alanda bile olsa bilimsel, ve faydalı bir şekilde inceleyememişiz.
Orda burda kendileri üzerinde bahs ve istişare etmede başarılı olamadığımız dağınık işaretler görüyor isek de bu işaretler karşılıklı olarak aralarında var dan diğer konu ve etkilere karşı olan bağlılıklarını belirleyememişlerdir.
APAYRI İKİ TARİH:
işi daha da zorlaştıran ve engel icad eden şey imamların hayatını, onların içerisinde yaşadıktan tarihi aşamaların olaylarını zapteden tarihin yanında inceleme mecburidir. Biz, bu iki tarihi olayları farklı siyasetleri ve tarihî değişmeleri doğru bir görüş edinmek için önceden hiç bir araştırma tecrübesine sahip olmayan bir araştırmacının önüne serersek dolayısıyla bu iki tarihin hiç bir bütünlük ve bağlılığı olmadığını anlayacak.
İmamların bu olaylar ortamında yaşamadıklarını, etraflarında olup bitenlerden habersiz olduklarını, dışa kapalı ve başkalarıyla hiçbir ilişkisi olmayan kendilerine özgü bir alemde yaşadıklarını, başkalarının da imamların dünyasıyla uzaktan-yakından hiç bir bağlantısı olmayan daha başka bir dünyada yaşadıklarını sanacaktır. Oysa ki bu gelişme ve değişmelerin hakikatine vakıf olan ve siyasetin farklı alanlardaki rolünü algılayabilen şuurlu ve bilinçli bir araştırmacının tasavvuru kesinlikle öncekinin tam tersi olacaktır.
O, imamların olaylarla yakından ilgilendiklerini ve etraflarında olup biten her olay karşısında yol gösteren uyandırıcı risaletlerinin rolünü ifa ettiklerini, çoğu zamanlar da toplum ve ümmet düzeyinde onların siyasi, kültürel ve ahlaki hayatlarını etkileme yönünden en derin tavır ve tutumlara sahip olduğunu anlayacaktır. Böylece onların ilk bakışta, yaşamış olduktan ve karşılaştıktan bilinen sahalarda bıraktıktan derin etki daha iyi anlaşılır.
UYDURMA VE ASALET:
Bu iki tarih arasında bulunan ihtilafın sebeplerini idrak etme alanında bir hakikate dayanmalı, o da şundan ibarettir: İmamların yaşamının bir bölümünü ve onların takındıkları hal ve tavırları zapteden bir grubun, imamların da, içerisinde yaşamış olduktan genel tarihi yazan başka bir grupla mefhum, hedef ve beklentileri anlamada ve aynı şekil kendi gaye ve amaçlan bakımından pek fazla büyük bir farklılık var.
Bundan daha önemli, bu iki grupdan her birinin kendisi için benimsediği ve onun doğrultusunda hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırt ederek farklı tarihî olayları ret veya kabul etmede ve onlara giriş-çıkışta kabullendikleri ölçü ve esaslar-tarda açıkça bir bağdaşmazlık söz konusu, öyle ki bu ölçü ye esasların temel olduğunu ve bu zaman daimlerinin genel tarihini yazmış, ona "İslamî Tarih" adını vermiş ve onun doğrultusunda hareket etmiş olan kimselerin yazdıktan bu tarihin uydurma ve saptırıcı olduğunu ve bunların, sapıklığı tesbit, tekid ve cevaz verme, daima ayakta tutmak ve sağlamlaştırmak istediklerini görmekteyiz.
Biz, bu sözü taassuba dayanarak ve bir itham olarak tarihe ve tarih yazarlarına maletmiyoruz. Herkesin, bu mevcut ve yazılı tarihin millet ve ümmetlerin tarihi olmadığını itiraf ettikleri bir hakikattir. Bu nedenle ümmetlerin yaşantılarındaki hareketlenmeleri ve onların içine düştükleri elemleri bizlere açıklayamaz. Bu tarih sultanların, hakimlerin ve onlara bağlı olan çevrelerinin tarihidir.
Hatta bu kitaplar sultanların tarihinde bile onların hayatının hakikatini dikkatli ve güvenilir bilgilerle sergileyemez. Çünkü sultanların hoşnut olduktan, onların maslahatlarını temin ve sultalarını sağlamlaştıran şeylerden başkasını yazmaya kadir olamamışlardır, hatta bunlar tamamen saptırılmış ve gerçek dışı olsa bile. Bu nedenle hür ve özgürce kendi yazılarını düzenleyen bir tarihçi mevcut olamamış veya pek az bulunmuş.
Çünkü böyle bir tarihçi sadece Ali'nin (a.s.) bir faziletini rivayet eden birinin nasıl sultanların gazabına uğramış olduğunu ve yüzlerce kırbaç vurulduğunu veya Neseî gibi Muaviye'nin faziletini söylemediği ve Ali'nin (a.s.) faziletlerini söylediği için kavmî asabiyetlerden dolayı 300 hicri yılında Şam'da öldürüldüğünü veya Taberi gibi ömrünün sonlarında Hz. Ali'nin (a.s.) faziletlerini nakletmeye birazcık meyillendiğinde Hanbeliler tarafından evinin taş yağmuruna tutulduğunu bilmektedir.
Tarihçilerden biri Adem ile Musa'nın tartışması hakkında bir rivayet nakleder, daha sonra Adem'in ölümü ile Musa'nın doğumu arasındaki yüzlerce yıl zaman mesafesini görür, bu yüzden de Adem ile Musa nasıl karşılaşmış olabilirler soru sunu dile getirir, ancak tarihi rivayetlere bu gibi eleştiriler yöneltilmesin diye zamanın halifesi onun için celladı sesler1.
Araştırma ve zaman sarfetme ile daha nice örnekler elde edilebilir. Bu konuya ilaveten, yazılmış olan o miktar bile hu-rafi, yanlış ve muğlak olarak yazılmıştır. En azından onların çoğu, değer taşımayan ve aklî mantıkla bağdaşmayan çirkin taassuplar veya mezhebi bağlılıklarla etkilenmiş ve yazar, izah ve tashih için bahs ve tartışmanın en iyi üslûp ve metod olduğu inancını taşımıyordu. Bu meselelerin yaraşıra, yazarların gayri meşru ve sorumsuzca heves ve arzular taşımaları, kendi maksat ve hedeflerine ulaşabilmeleri için tahrif ve aldatmaya neden olmuştur.
Bu konu ve diğer konulan dikkate almakla bir araştırmacının tarih kitaplarında, sultanların ve çirkin planlarının karşısında duran kimselerin gerçek şahsiyetlerini görememesi doğal bir şeydir. Onların mezhebî bağlılıklarının, kavmî asabiyetlerinin ve sapıklıklarının bazı mutaassıb taraftarları karşısında duran kimseler toplumun siyasî, sosyal, İlmî ve ahlakî hayatı esasında pek derin ve önemli etkiler yaratan şahsiyetlerdir.
Bu şahısların gerçek yüzlerini gösterebilen güvenilir kalem sahiplerinin görüşlerini benimsememiz gerektiğini burdan anlıyoruz. Aynı şekil bazı sultanların dikkat etmemeleri, söylenmesinden tehlike görülmeyen veya onları nakleden tarihçilerin başka bir amaç peşinde olmaları gibi bazı nedenlerden dolayı bu kitaplarda dağınık bir şekilde yer alan bir çok önemli ve gerçek noktaları da toplamamız gerek.
İFRAT VE TEFRİT:
Burda, şu konuya değinmemiz gerekir; bazıları İmamların tarihini ve onların takip ettikleri siyaseti anlayıp beyan ettiklerinde, imamların "gayb'tan yararlandıklarını açıklarken aşırı gidip ifrat etmişler ve onları yaşamın hakikatından ve değişimlerinden uzak tutmuşlardır. Bu gibi insanlar imamları
1) Tarihi Bağdat, c: 14, k 7-8/B-Biday»tu ve En-Nihay»tü, c: 10, s: 215/Tarih-ul Hülafa, k 285/B-Basairu ve z-Zehairu, c: 1, s: 81.
Öyle tanıtıyorlar ki, sanki İmamlar yaşamı (rayına oturtmuş) kendi haline bırakmışlar ve remzli ve perde arkasından onunla ilgileniyorlarmış. imam hakkındaki bir mevzu bunlara anlatılarak sonuç almak istendiğinde bunlar hemen, onun imam olduğunu ve kendine has bir hükmü olduğunu belirtiyorlar imama uyulmaz ve onun söz, amel ve takriri bizlere delil değilmiş gibi.
Bu söz, bu metodu seçen kimselerin imamlar hakkında ve Allah'ın onlar için dikkate aldığı rol hakkında yanlış bir değerlendirme yaptıklarında, sıkıntıda olduklarını bildiriyor sadece.
Bu rol peygamberin üstlendiği rolden ibarettir; Allah onu tebliğ eden, öğreten, terbiye eden, önder, hüküm veren, hakim olarak ve Kur'an'ın, peygamberin ve imamların açıkça ifade ettikleri daha başka önemli hususlar için göndermiştir, bu şahıslar, Kur'an'ın ve peygamberlerin te'kid ederek sağ-lamlaştırdıkları "Allah'ın elçilerinin insan olduktan" hususuna dikkatle bakmamışlar. Mesela şu ayetler:
Rabbinin şanı yücedir. Ben, sadece elçi olan bir insan , değil miyim?De ki:Rabbimi tenzih ederim, ben peygamberlikle gönderilmiş insandan başka bir şey miyim ki.
Eğer onu melek olarak halketseydik, yine bir erkek Şeklinde halkederdik, yine düştükleri şüpheden kurtulamazlardı.
Bu metodun karşısında, imamlara karşı sırf maddi bir gözle bakan, gayb ve ilahi kerametler unsurunu dikkate al- madan imamların yaşam, tutum ve tavırlarının tefsirine koyu lan başka bir metodu da kabullenmiyoruz. İmamların tarihini maddiyat ve riyazi (dünya zevklerinden el çekmek suretiyle nefsi tezkiye etme), muhasebeler doğrultusunda tamamen doğal ve maddi eser ve neticelerle anlamaya çalışan kimseler, bizce çok yanlıştırlar.
Böyle kimseler bu hususda bir çok kaynakları elde edebilecekleri halde, mesela: "İmam Hüseyn (as.) şehit edildiği gün Beytül Mukaddes'de kaldırılan hertaşın altından bir miktarda kan beliriyordu" gibi hususlara yaklaşmıyorlar. Aynı
şekil "Aşûra gününde gökyüzünde beliren kırmızılık" rivayeti veya Hz. Zeyneb'in (a.s.) söylediği "Gökyüzü kan ağlarsa şaşmayın" sözü gibi. Ancak en azından Hz. Zeyneb (a.s.) olan bir şeyden haber vermek değil de bir ihtimal olarak bu olayı konu edinmiş olsa bile bu şahıslar bu rivayetleri araştırmaya girişmemiş ve onun teyidinde veya reddinde bir şey söylememişler.
Aynı şekil İmam Hüseyn'in mızrak ucundaki başının konuşması veya Resulullah'ın (s.a.a.) Vefatından hemen sonra Hz.Fatime'nin (a.s.) kocası eziyet edildikten, hakkı gasb edildikten, kendisine tokat vurulduktan ve çocuğunun düşürülmesinden sonra onlara lanet etmek isterken mescidin duvarlarının yükselmesi gibi rivayetleri.
Ve de Kur'an'ın peygamberlere isnad etmiş olduğu mesela Musa'nın asası, Sebe' kraliçesinin tahtının getirilmesi gibi kerametlerin imamlar hakkında gerçekleştiğini, onların da böyle kerametlere, harikulade amellere sahip olduklarını ve Allah'ın gizli lütuflarının onlara nasip olduğunu bildiren diğer bazı kaynaklar. Bu gibi araştırmacılar bu kaynaklara bakmıyor, onları incelemeye ve eleştirmeye teşebbüs etmiyorlar.
Adeta onları kabullenmek istemiyor ve hatta bazen onların varlığından utanç bile duyuyorlar. Aynen bazılarının yetersiz ve asılsız mazeretler getirerek "Gâib İmam" konusunu kendi kitaplarında konu edinmedikleri gibi. Bu rivayetlerin doğruluğu kesinleştikten sonra böyle şahısların, onları imamların tarih ve yaşamının bir kısmı olarak kabul edip etmeyeceklerini bilemiyoruz.
Biz, bu iki grup karşısında masum imamların, insanın insaniyeti için "ilahi hidayet ve terbiyet" tecessümü oldukları hakikatini vurgulamalıyız. Onlar başka her insan gibi maddi vücut ve hakikata sahip olmalarına rağmen aynı zamanda bu maddi vücudu Allah'a doğru yükseltmiş ve layık olduklarından dolayı Allah da apaydın kerametleri gizli ve sınırsız lütuflarıyla onlara lütufda bulunmuş.
İmamların toplumdaki rolünü, ahlakî, toplumsal veya bazı siyasi hareketlenmeler gibi alanlarda sınırlayan, kendi görüş ve düşüncelerini sınırlı bir kalıba yerleştiren kimselerin, imamların hayatlarını başkaları için sergiledikleri tablo istenilen asıl temel meseleleri beyan etmekten yoksundur. Ama bir zaman diliminde belli bir konuyu aktarmak ister veya bir zaruret, bir konuyu ele almayı gerektiriyorsa bu çelişki oluşturmaz.
İMAMLARIN TARİHLERİNDEKİ ANA HATLAR:
Ben kendi hissemce imamların yaşam boyutlarından bazılarını içeren konulara değinmek istiyordum. Dolayısıyla böyle bir arzu benim için değerli ve çok kıymetlidir ve bazı hususlarda bir takım çalışmalarım da var.
önceleri imamların |tarihinin esas boyutları olarak bazı noktaları not etmiştim, ancak bunlar zaruri konulara oranla kesinlikle çok yönlü değildi, notlar olduğu gibi kalmışlardı, şimdi ise onları olduğu gibi siz değerli okuyuculara takdim etmeye karar verdim. İmamların yaşamı etrafında inceleme ve araştırmaya muvaffak olan kimselerin bu hususlardan yararlanmasını arzu ediyorum.
ÖNEMLİ HUSUSLAR:
1. İlk mevzu imamların yaşam zamanını belirlemektir. doğum ve ölüm günü, doğum ve ölüm ay ve yılı, yaşadıkları yer, çocukları, eşleri, ashabı ve şahsî yönleriyle bağlantısı olan diğer hususlar. Tabiatıyla bunlar araştırma ile, ilmî bir şekilde ve bu husus da ki şüpheleri giderecek bir şekilde olmalıdır.
2. İmamlar neden sayılıdırlar? Bu, cevap verilmesi ge- reken bir sorudur. Her imamın siyaset ve hattını doğrudan aydınlatan amel ve hareketlerine dikkat etmek, bu konuyla ilgilidir. Biri daha çok akaîde, diğeri fıkha, başka biri de ümmetin farklı dönemlerdeki ihtiyacından doğan siyasete ve başka işlere önem vermişler. Aynen imamlardan bazılarının farklı boyutlarda aynı zamanda faaliyet ettikleri gibi.
3. Müslümanlar arasındaki fikirsel sapmaların İslahı için imamların seçtikleri yollar. Mesela akaîd, fıkıh, Kur'an tefsiri veya insanî ve ahlakî tutumlar veya hassas ve kader tayin eden hususlarda takındıkları tavırlar hakkında örnekler vermek.
4. İmamların tasavvuf gibi ruhî riyazete başlayarak kültürel ve bilimsel konuları terketmek aynı sekil ruhî yönlerden ve gaybî bağlılıklardan yoksun olan sadece birtakım görüşleri ve pasif mefhumları taşıyan kültürel ve bilimsel İslam teorisi gibi olmayan ve aynı zamanda gayb ile bağlantılı olan pratik islam planlaması doğrultusundaki çalışmalarını tanımak.
5. Onların, hadis ehli, Mutezile, başka fikirsel hareketler ve sapık fakihler ve fırkalar karşısında takındıkları tavırların hakikatini incelemek.
6. Aynı şekilde onların "Kur'an'ın mahluk olması" konusunda susarak tavır koymalarına ve şiaları bu konuya atılmamakla görevlendirmelerinin nedenine, bu konunun gündeme getirilmesinden kastedilen hedeflere ve onun doğurduğu sonuçlara kısaca değineceğiz.
7 Aynı şekilde tercümeler ve müslümanların fetihleri sonucunda diğer kavimlerle karışmaları yoluyla meydana gelen yabancı kültürlere karşı imamların tutumları tavırlara ve o kavimlerin sahip oldukları düşünce ve mezheplerden haberdar oluşları hususuna dikkat etmek. Ayrıyeten İslam'ı zahirde kabul eden Yahudiler ve Hıristiyanlar, şöhret ve mal peşinde olan kıssa nakledenler ve hadis ehli tarafından İslam'ın içine düştüğü tahrifler ve de İslam'ı kendi şahsî, kavmî veya coğrafî maslahat, mezheb ve siyasi hedeflerine uygun göstermek için İslam'ı tahrif etmeye çalışan sultan ve hakimler karşısındaki tutumlarını dikkate almak.
8- Kur'an tefsiri hakkında ve peygamberin sünneti üzerinde oynanan oyun hususundaki tutumlarını ele almak. Ayrıca halkın yanlış kaynaklardan sakınmaları, Ehli beyt şialarının İslam dışı şeylerin etkisinde kalmadan Kur'an'ı doğru bir şekilde anlama gücüne sahip olmaları için Ehli beytin kendilerinin uydukları ve halkı onlara doğru hidayet ettikleri ve aydınlattıkları ölçü ve miyarları açıklamak.
9- Ayrıca onların kendilerinden sonra yazılı eserler geri bırakmamalarının veya Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) yazmış olduğu ancak bunun, onların yanında kalmasının ve başkalarına ulaşmamasının ya da onların döneminde ilimlerin yazılı oIarak toplanmasının öncelerden beri olagelmesinin ayrıye-ten onların kendi ashabını ilimleri yazılı olarak toplamalarına dair meyillendirdikleri ve teşvik ettikleri hususların nedenini ayrıntılarıyla ve de derlemenin o zamanda derlenmiş olan ilimlerin ve onun nasıl bir düzeyde olduğunun tarihçesini kısa olarak dikkate almak mecburiyetindeyiz.
10 Keramet ile mucizenin farkını açıkladıktan sonra Ehli beytin kerametleri hususuna değinmek ve Ehli beytin, kerametlere ne gibi ihtiyaçları vardı sorusunu cevaplamak. Süflilerin kerametleri, murtazların (hint fakirleri) yaptıkları olağanüstü amellerin hakkında ve bu gibi işler anlatılırken yapılan abartmaları reddetme hususunda açıklamada bulunmak.
Ehli beytin, kerametler alanından sayılabilen gelecekten haber vermeleri özellikle de Hz. Ali'nin bu gibi haberlere, halkın onu İtham edecekleri kadar ehemmiyet vermesine değinmek, sonraları gerçekleşen bu haberlerden bazılarını göstermek ve siyasi anlayış doğrultusunda ileri sürülen gaybî haberlerle gaybi kaynakla bağlılıktan doğan haberler arasındaki farkı aydınlatmak.
11 Ehli beytin ilim sınırını açıklamak ve onların sahip oldukları ama başkalarının yoksun olduğu ilim ve öğretilere daima tekit etmelerine, o ilimleri vahiy kaynağından aldıklarına örneğin cifr ve cam'e ilmine, Hz. Ali'nin (a.s) kitabına, Fatime'nin (a.s.) mushafına ve bunlardan başkalarına sahip olduklarına dair tasrih ettikleri şeylere ve bu konunun nedeninin ne olduğuna dikkat etmek.
12 Çeşitli örnekler göstererek bütün ayrıntılarıyla onların şahsiyetini tarif etmek, onların ruhî faziletlerini, insanî ve ahlâkî tutumlarını öğrenmeğe, özel yaşamlarından bir tablo sergilemeğe, evlatlarına ve ailelerine karşı davranışlarını, ev içindeki hareketlerini, hatta evlerine misafir olarak gelen kimselere karşı davranış tarzları, onları hoşnut eden veya hüzün lendiren ve üzen şeylere karşı davranışlarını tamıtamına vasfetmeye çalışmak.
13 Daha sonra servetleri konusunu, mallarının ne kadar olduğunu, nerden ve nasıl kazandıklarını, onları nasıl infak ettiklerini veya harcadıklarını dikkate almak. Onların, sultanların bahşişleri karşısındaki tutumlarını ve bazılarının neden onu kabul ettiklerini incelemek. Acaba bahşişleri reddetmeleri sultanların hükümetlerine karşı savaş ilan etmek anlamına telakki edilmez miydi? Eğer evet, savaş anlamınadır cevabı verilirse dolayısıyla bu konuya dair deliller gösterilmelidir.
Aynen Emir-ul Müminin Ali (a.s.)'nin Kûfe'de iken Medine'deki mallarından yararlanmasının nedenini de bilmek gerek. Aynı şekil Ehli beytin, tarlada veya diğer işlerde doğrudan doğruya kendilerinin çalışmalarına neden Israr ettiklerini de kavramak ve onların humusdan veya diğer şer'i hukuklardan yararlanıp yararlanmadıklarını ve bunun nedenini araştırmak gerek.
14 Onların şialar hakkındaki eğitsel metodlarını, onlara karşı davranış yollarını ve üslûplarını, şiaların da Ehli beyt ile sevgi ve fikir yönü taşıyan akidevî bağlılıklarının kurulma yolları ve metodlarını, Ehli beytin evinden çıkan her şey toplumun genel ruhuna ve şialar arasındaki bütünlüğe ziynet olduğu için Ehli beytten fikrî yararlanma doğrultusunda kurulan merkezleşmenin tesirini, bunun onların tutumları üzerinde bıraktığı etkiyi ve onların önemli konularla genel olarak ilgilenmelerinin niteliğini tanımak.
Şialar ile Ehli beyt'in diğer bölgelerdeki vekilleri arasında dikkatle tanzim edilen bağlılığa ve bu vekillerin görevlerini belirlemelerine dikkat etmek. Bir şehirden imamın huzuruna getirilen malın, imamın o şehirdeki vekiline verilmesi için imam tarafından sahibine gönderilmesine ve Ehli beyt'in, vekilleri arasında bulunan sorunları ve çekişmeleri halletmelerine değinmek.
İmam Sadık'ın (a.s.) zamanında bazı şahısların herhangi bir ilim dalında ihtisas sahibi olması mesela birinin mütekellim, bir başkasının fakih vs. yetiştirilmesi için nasıl çalışıldığını ve herkesin ihtisas haddinden öteye geçmemesinin ve başkalarının da ihtiyaç duyulduğu zaman mütehassıslara müracaat etmesi gerekçesini konu edinmek. Abbasi halifeleri döneminde toplumun kültürel tabakasının ilk derecede şialar ve Ehli beyt'in yetiştirdiği kimseler arasından çıktığına ve onların ümmetin bilgili düşünürlerinden, alimlerinden olduklarını dile getirmek.
15 Ehli beytin, şer'i hükümlerin nedenlerini açıklamaya verdiklerini, Merhum Muhammed Şeyh Saduk'un (r.a.) bu husus da "İlel-üş Şerai" adında bir kitap telif edecek kadar neden onca çaba harcadıklarını izah etmek. Ayrıca bu kitap da nakledilen rivayetlerin içeriklerinin hükümlerin nedeni mi hikmet mi, genel olarak ne olduğunu ve bu rivayetlerin dayandıkları mevzuların neler olduğuna işaret etmek.
16 İmamların, bazı hassas konuları gizlemekten sakınmalarının ve kendilerine pahalıya mal olsa dahi, mesela kendilerinin herkesten daha çok imamete layık oldukları hususunda takiyye etmemelerinin nedenini ve onların halkı ikna için ne gibi metodlar kullandıklarını göz önünde bulundurmak. Onlar bu doğrultuda apaydın iki yola adım attılar: Biri , onların beraberinde bulunan bazı ilimlerin insanlar arasından sadece onlara mahsus olduğunu belirtip isbatlamaları ve diğeri de nassın mevcut olma hususu.
17 İmamların en sıkı şartlar altında tutulmalarına veya bazı merkezlerde bekletildiklerine veyahut da zindanda olduklarına rağmen halk merkezleriyle, aynı şekil şialarla nasıl temas kurduklarına dikkat etmek. Şiaların büyükleri bu irtibatı sağlamak için ne gibi araçlar kulanıyorlardı? Ehli beytin bu durumdaki faaliyetleri neleridi ve bu faallerin hacmi ve miktarı ne idi ki Yahya b. Halid Bermeki, "Musa b. Cafer'in (a.s.), halifenin (Raşid'in) taraftarlarının kalplerini onların aleyhine çevirdiğini Raşid'e şikayet ediyor.
18 İmam Seccad'ın (a.s.) kölelere ilgi gösterip kültürlerini geliştirmesinin, onlara ilim öğretmesinin ve daha sonra Onların işledikleri günahları bir kitaba yazarak toplamasının ve daha sonra günahlarını kendilerine göstererek onları özgür etmesinin nedeni neydi? İmam onlara karşı nasıl davranıyordu ve bu davranışın netice ve eserleri neydi? Ve bu tutumun Emevilerin arapları tamamen gayri araplara üstün tut-tukları bir dönemde oluşunu göz önüne almak.
Gayri arapların, Ehli beytin öğretilerini yaymak doğrultusundaki katkıları ve bunun, İslam'ın diğer ümmetler arasında yayılmasındaki etkileri neler idi ve diğer ümmetlerin İslam ile olan bağlantıları nasıl idi? Bu husus da göz önünde bulundurulacak nokta, Ehli beytin arap olmayan kadınlarla evlenmelerinin nedenini dikkate almak; öyle ki Ehli beytin bazılarının anneleri arap değildi. Ayrıca Ehli beytin farklı dilleri bilmeleri ve bunun eser ve neticeleri hakkında bilgi edinmek.
19 İmam Mehdi'nin (a.s.) gaybeti için nasıl bir ortam yaratıyor ve son zamanlarda halk ile daha az temas kuruyorlardı. İmam Cevad (a.s.) aynen İmam Mehdi (a.s.) gibi küçük yaşta nasıl imam oluyor?
20 ‘’İmamlar ve yeni ilimler" hakkında araştırma yapmak. Onların yeni ilim seferberliğinde katkıları var mıydı? Yeni ilmin doğmasına yardımcı olan konulara ehemmiyet veriyorlar mıydı? Bu hususların neler olduğuna dair kesin konulara değinmeli ve bu alanda onlara uygun öğretiler yazılmalı.
21 "imamlar ve dua" hakkında özellikle de Emir-ul Müminin Ali (a.s.), İmam Hüseyn (a.s.) İmam Seccad (a.s.) ve İmam Kâzım (a.s.) açısından duanın etki ve tepkilerini dikkate almak. Sahife-i Seccadiye ve onun hedefleri hakkında ciddi bir şekilde özel olarak bahsetmek onun siyasî, itikadı, ahlâkî ve eğitsel vs. konularını bu dönemdeki İslam ve müs-lümanların karşı karşıya oldukları yaygın bilgisizliği, tahrif eylemini ve halkın cahil yetiştirilmesi hususunu göz önüne alarak açıklamak.
Bu dönemde iş bir yere varmıştı ki Beni Haşim (Haşim oğulları) vahiy merkezine herkesden daha yakın olmalarına rağmen İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra nasıl namaz kılacaklarını, hacc farizesini nasıl yerine getireceklerini bilmiyorlardı. Ayrıca İmam Seccad'ın (a.s.) "Hukuk Mektubuna", imam Rıza'nın (a.s.) "Risale-i Teyyibe-i Zehebiyye'sine!' ve Ali'nin (a.s.) Malik Eşter'e yazmış olduğu Ahdnameye" dayanmak.
22 Bir zamanlar İmam Seccad'ın (a.s.) imametine üç veya beş kişinin inandığı ve itiraf ettiği nakledilmektedir, imam bunun karşısında ne yaptı ki İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.) mektebi için uygun bir ortam yarattı? İmam Seccad'ın (a.s.) on yıla yakın bir zaman çölde yaşadığını bildiren rivayet doğru mudur? Eğer doğruysa bunun nedeni ve faydaları neydi? Aynı şekil ehl-i sünnetin, ,imam Seccad'ın (a.s.) karşısında saygılı davranışlarının nemini araştırmak, İmam (a.s.) hükümeti almaktan vazgeçtiği için mi saygı gösteriyorlar, yoksa bunun başka bir nedeni mi var?
23 Şii fırkalarının mesela Gulat hareketlerinin, Hariciler kıyamlarının ve daha başkalarının hakikatini göstermek, Emir-ul Mü'minin'in (a.s.), kendinden sonra Hariciler ile savaşmaktan nehyetmesinin nedenini, bu fırkaların meydana gelmelerinin nedenlerinin ne olduğunu ve İmamlar ve şiaların bunlara karşı nasıl davrandıklarını araştırmak.
24 Ehl-i beytin sultanlara ve sultanların da Ehl-i beyt karrşısındaki tutumları neydi? Hükümetin, çatıştığı her fırka ve mezhebi, hatta gevşek hadis Ehli fırkasına oranla daha güçlü ve fikirsel sebata sahip olan mutezile gibi bir fırkayı yok etmesine rağmen Ehl-i beyt şialığı canlı korumayı nasıl becerdi? hükümet, halkı imamlardan ayırmak için ne gibi siyaset kul-lanıyordu ki bunlar, görünürdeki hedefin aksine halkın imamları sevmelerine ye gönülden bağlanmalarına neden oluyordu. Bunun nedeni neydi? Ayriyeten hükümet meselesinden ve imamlar açısından halifeler ve onların tutumlarından her yönlü bir tablo sunmak.
25 Zeydiye, halifeler aleyhine nasıl kıyam ediyordu da imam Hüseyn'den (a.s.) sonraki şia imamları bunu yapmıyortardı? İmamların Zeyd'in, ondan sonraki Zeydiyenin ve diğer şii kıyamları hakkındaki görüşleri neydi? Ve bu kıyamların sürdürülmesini niçin istiyor ve kendi şialarına, "Zeydiye sizin için bir siperdir" diyorlardı. Yine "Âl-i Muhammed'den biri çıkıp kıyam ettiği müddetçe ben de sağım, benim şialarım da" vs. buyurmalarının nedeni neydi?
İmam ile Zeydiye'nin ve diğer ayaklananlar arasında bir çok anlaşmazlıklar varken kendisinin kıyam etmediğini görüyoruz. Neden acaba? Aynı şekil Hurre ve başkaları gibi din ve adalet uğrunda kıyam eden gayri Şiilerin özellikle de Muhtar'ın kıyamı hakkındaki tutumlarının ne olduğunu bilmek.
26 İmamların, takiyye kalıbında olsa bile Yaktin'in oğulları gibi bazı şia şahsiyetlerinin hükümetin hassas merkezlerine girmelerini sağlamak için yaptıkları çabalar hakkında bilgi edinmek . Hatta imamların döneminden sonra bile bazı şialar bu alanda çalışıyorlardı. Ancak imamlar diğer birçok yerlerde de buna engel oluyorlardı. Mesela deveci Sefvan'ı bundan menetmişlerdi. Bu çelişki nasıl yorumlanabilir?
27 Ehl-i beytin tebliğ metodlarının dua mı, şiir mi, keramet mi, gaybî haberler mi ... olduğunu öğrenmek, İmamlar bazen şairlere fazla bir miktarda para veriyorlardı; şairler bu paraya fakirlerden daha mı layık idiler? Ve neden? Daha sonra Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi sahasında Gadir Hum hadisi hakkında şahitlik dilemesi olayını dikkate almak.
İmam Bâkır'ın (a.s.), dünyadan göçtükten sonra sekiz yıl Mina'da kurban bayramı günü kendisine yas tutulması için sekiz yüz dirhem bırakması hususunu, İmam Hüseyn (a.s.) için yas tutulmasına dair verilen emir mevzuunu ve meşru metodlardan olan bütün üslûpları izah etmek.
28 Birinci asırda Ehl-i beyt ile muhalefet etme ve hadis uydurma, sonraki asırlardan daha çok olduğu için ehli beytin bu asırda daha az fıkhî hadislere değinmelerini, daha çok genel ve umûmî hadisler buyurmalarına dikkat etmeliyiz. Bu asırda Şiiliğin zarif ve cüz'i konuları daha az gündeme getirilmiştir.
Ama ikinci asırda İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra Beni Ümeyye döneminin sonlarına doğru hassas ve zarif konular gündeme getiriliyor. Gerçi Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) döneminde bu konuya başka dönemlerden daha çok önem veriliyordu.
29 Gaybet konusuna, onun eser ve neticelerine aynı şekide önceki imamların Hz. Mehdi (a.s.) hakkında yaptıkları hazırlıklara rağmen gaybet sonucunda şiaların karşılaştıkları zorluklara dikkat etmek de zorunludur.
CAFER MURTAZA AMİLİ
YAZARIN ÖNSÖZÜ
"De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir." Şura - 23.
EHL-İ BEYT (a.s.)
Bu kitapta amacımız tek şey, sadece Ehl-i beytin ölçütü ve Resulullah'ın (s.a.a.) ve Emir-ul Müminin'in (a.s.) evlatları olan şia imamlarının fikri ve siyasi çalışmalarını sergilemektir. Önemli olan tek şey şu ki, neden bu kadar Ehl-i beyte istinat ediyor, dayanıyor, nasıl onları "imam" olarak kabulleniyor ve sâdece onların 'Vilayetini" asîl vilayet biliyoruz?
Nasibîler hariç, ehl-i sünnetin de Ehl-i beyti candan sevdikleri ve onlara büyük bir ölçüde ihtiram gösterdikleri bir gerçektir. Ancak onlara karşı duyulması gereken bu "sevgi" ve "aşkın" hangi esas ve temelden kaynaklandığı asıl meseledir. Eğer sadece onları sevdiğimizi belirlemekle yetinir ve bunu zahiri ihtiramlar kalıbında özetlersek gerçekten onların sevgisine varmış olabilir miyiz?
Geniş bir çapta Ehl-i beytin faziletleri4 ve onları sevmeğe dair verilen emirler hakkında Resulullah'tan (s.a.a.) bize gelip çatan hadislerden amaç sadece meselenin zahiri yönü ve Ehl-i beytin methinde birkaç beyit şiir yazıp okumak mıdır? İnsan aklının bu sorulara olumlu cevap vermesi ve Resulullah'ın (s.a.a.) ancak ve ancak bizden istediği şeyin onun yakınlarını sevmemiz olduğunu, bu sevmenin ardında hiç bir şeyi kastetmediğini ve biz de sadece, onlar Peygamber'in yakınları oldukları için Peygamber'in hürmetine onları sevdiğimizi bildiriyoruz demesi pek garip bir şeydir.
4} Ayetullah Firuz Abadi'nin "Fezail-ul Hamse Fi Sihah-is Sitte" bakınız.
Müslümanlar arasında Ehl-i beyt'e olan ilgi aslında Resulullah'tan (s.a.a;) bize ulaşan tavsiyelerden kaynaklanmaktadır. Ehl-i sünnetin mühim hadis kaynaklarında geniş bir çapta mevcut olan bu rivayetler, Aziz Peygamber, Ehl-i beyti Kur'an'dan sonra dinin iki esasî temellerinden biri olarak saydığını dile getirmektedir.
Ve bu nedenledir ki kimse Ehl-i beyt'e karşı ilgisiz kalmaya cüret edememiştir. Sadece arapça dilinde, ehl-i sünnet yazarları tarafından "Ehl-i Beyt'in hakkında yediyüze yakın kitap yazılmıştır5.
Ama asıl eleştirilecek husus şu ki, bunca sahih faziletlerin mevcut olmasına rağmen nasıl olur da onların çoğusu tahrife uğramış ve sonraları bazı hadisçilerin ve de Muhammed b. İdris-i Şafiî gibi bazı fakihlerin ısrar etmesi nedeniyle bu mevzu sadece "sevmek" haddinde noktalanmıştır6. Öyle' ki Şafii şöyle demiş:
Ey Resulullah (s.a.a.)'ın Ehl-i beyti, sizi sevmek, Allah'ın indirdiği Kur'an'da farz kılınmıştır. Bu yücelik ve azamet size yeter ki size salat ve selam göndermeyenin namazı, namaz değildir1.
Peygamberin zamanındaki ve ölümünden hemen sonraki ve aynı şekil hicri ikinci asrının ortalarına kadar gerçekleşen olaylara dikkat etmek, bu sorunun cevabını biraz da olsa kolaylaştırır. Peygamber'in (s.a.a.) zamanından itibaren Kureyş'in, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına karşı öfke ve gazap beslediklerini bildiren bir rivayet elimizde bulunmaktadır.
5) "Türâsuna" dergisinin "Ehl-ül Beyt fil-Mektebet-il Arabiye" makalesine bakınız. Bu makaleyi Seyyit Abdul Aziz et-Tebatebai yazmıştır. Şimdiye kadar alfabe harfleri sırasıyla 340 kitaptan fazlası yazılmıştır, ama kendisinin de söylemiş olduğu gibi alfabetik harflerin sonuna kadar yedi yüze yakın kitap olmaktadır.
6) Hz. Ali'yi (a.s.) dördüncü halife olarak tesbit edenin Ahmed b. Hambel olduğunu ve kendi zamanına kadar, bugün bazı farklarla, sünen adını kendilerine veren osmaniyenin bu mevzuya inanmadıklarını bilmekteyiz (Tabakat-ül Henabile.c: 1, s: 45) bakınız.
7) el-Kadr, c: 3, s: 173 / Sevaik-ül Muhrike, s: 87/Şerh-ül Mevahib, c: 7, s: 7/Meşarik-ül Envar, s: 88/el-tthaf, s: 29/el-is'af, s: 119.
Resulullah'ın (s.a.a.} amcası Abbas Peygamber'e, "Ku-reyş birbirleriyle karşılaştıklarında güler yüz gösteriyorlar; ama bizi gördüklerinde, tanımadığımız yüzlerle karşılaşıyoruz" dedi. Resulullah (s.a.a.) öfkelenip şöyle buyurdu:
Muhammed'in canını elinde bulundurana ant olsun ki birileri sizi Allah ve Resul'ü için sevmedikçe onların kalbine iman girmemiş demektir8.
Bu rivayet Kureyş'in son zamanlarda Peygamber'in yakınlarından hoşnut olmadığını gösteriyor. Kabileler hakkında söylenen bir misalde, dört kabile hakkında dört şeyin imkansız olduğu söylenmiş: "Zübeyri'nin" cömert, "Mahzumi'nin" alçak gönüllü, "Sami'nin" nasebinin sahih olması ve "Ku-reyşi'nin" Muhammed'in (s.a.a.) evlatlarını sevmesi9.
Bu rivayetlerden, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına ve akrabalarına karşı rekabet ve düşmanlıkların mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sakife vak'asında ensarın iç rekabeti gibi farklı delillerle Ebu Bekir'e biat edildikten, Ömer'in, şiddet ve hiddetle muhaliflerin biat etmelerini istemesinden ve bu arada Ali (a.s.), Zübeyr ve başkaları biat etmedikleri taktirde kendileriyle birlikte evlerini yakacağına10 dair tehdit ettikten sonra Ehl-i beyt'e karşı sert bir tutum gösterileceği tabii idi.
Bu tutum, İmam'ın altı ay Ebu Bekir'e biat etmeyerek yaptığı muhalefetiyle ve Hz. Fatime'nin (a.s.) halifeye karşı dargın olmasıyla11 gitgide genişledi ve nitekim müslümanların arasında ilk ayrılığa neden oldu. Bu ayrılığın semeresi de ehl-i beyt'in mazlumiyeti idi ve bu mazlumiyet ise Kerbela'da tam doruğuna ulaştı.
8) el-Fesva-l Ma'rife vet-Tarih, c: 1, s: 295-497-499/İbn-i Kesiş'in "el-Bidaye ve'n-Nihaye"si, c: 2, s: 257.
9) 2mahşerinin "Rabi'-ul Ebran, c: 3, s: 423.
10) İbn-i Kutaybe'nin "el-imametu ves-Siyaset", c: 1, s: 11-13/İbn-i ebil-Hadid, c: 2, s: 8-19.
11) Fezâil-ul Hamse, c: 3. s: 156.
Peygamberin, Ehl-i beyt'in fazileti hakkında genel olarak ve bizzat onların her biri hakkında özel olarak buyurmuş ol-duğu sayısız sözlerinden başka, defalarca halkın arasında açıkça onlar hakkında tavsiyede bulunup, kendi Ehl-i beyt'ine karşı iyi davranmalarını, istemiş olduğu halde bu vâk'alar gerçekleşiyordu.
"İbn-i Ebi Şebih" Abdurrahman b. Avf'dan müstenet olarak şöyle nakletmiş: Peygamber (s.a.a.) Mekke'nin fethinden sonra Tâif şehrini fethetmek için on sekiz veya on dokuz gün bu şehri kuşattı ama Tâif fethedilemedi. Bu sırada bir gün veya bir gece yürürken durup:
Ey insanlar! (Benim ölümüm yaklaşıyor), itretime iyilik etmenizi vasiyet ediyorum, Kevser havuzunda bana kavuşacaksınız, nefsimi dinde tutan (Allah'a) and olsun12.
Başka bir hadisde de Peygamber (s.a.a.), Allah'ın kitabını tanıttıktan ve ona sarılmanın farz olduğunu bildirdikten sonra şöyle buyurdu:
"Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum". Bunu üç defa tekrar etti13.
Bu tavsiyelerin tümü, Kur'an'ın Ehl-i beyt'in tathirini (arınmış olduklarını), Peygamberin yakınlarının hissesini ve Rasulullah'ın (s.a.a.) Muhammed'e ve onun evlatlarına sala-vat olarak tefsir ettiği, Peygamber'e salavatı vurgulamasıyla ve Peygamber'in de kendi tebliği karşısında kendi yakınlarını sevmeleri mükâfatını halktan istemesiyle birlikte bunların tümü, Sadr-ı İslam toplumunun siyasetçilerinin aşın tutumları nedeniyle bir kenara bırakıldı. İş bir yere vardı ki Emir-ül Müminin "Onların tutumu neticesinde, biz tamamen halkın hafızasından silindik" buyurdu14.
12) İbn-i ebi Şaybe, c: 14, s: 508/ İbn-i Asâkir'in "Tarih-i Dimaşk"i, c- 2 Hadis no: 875 (İbn-i ebi Şebih'in) dipnotundan naklen/el-Ma'rifetu vet-Tarih, c: L s: 282'283- Peygamber (s.a.v.) kendi rihletinin yakınlığına değinerek onları itret ile iyi geçinmeye vasiyet etti ve Ali'nin (a.s.) kendinden veya kendi nefsinin mertebesinde olduğunu bildirdi.
13) el-Ma rifetü vet-Tarih, c: 1, s: 536.
14) İbn-i Ebil Hadid'in "Nehc-ül Belaga şerhi" c: 9, s: 28-29 ve c: 20,
s: 299.
Ebu Süfyan karanlığı doruğundayken, Kabe'nin yanında tevhid feryadını yükselten Rasulullah'ın ezeli dostu Ebuzer, ehl-i sünnetin hadis kaynaklarında defalarca nakledilen bir rivayete göre Kabe'nin halkasını tutup şöyle feryad etti: "Ey millet! Ben Ebuzer'im; tanıyanlar hiç, tanımayanlar varsa bilsinler ki ben Ebuzer-i Gifari'yim:
Size sadece Resulullah (s.a.a.)'tan duyduğumu anlatacağım. Peygamberden duydum, diyordu ki: Ey insanlar, aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabı ve itretim, Ehl-i beyt'im. Bunların biri öbüründen daha üstündür, oda Allah'ın kitabıdır. Bunlar havuzun başında bana gelip çatıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar. Bunlar Nuh'un gemisine benzer, binen kurtulur, binmeyen ise boğulur15.
Bu iki hadis, Ehli beyt'in müslümanlara önderlik etmedeki büyük rollerini vurgulayan meşhur "Sageleyn" ve "Safine" hadisidir. Resulullah'ın (s.a.a.) "Gökyüzü Ebuzer'den daha sadık, daha doğru birinin üzerine gölge düşürmemiş ve yeryüzü de ondan daha doğru birinin ayaklan altına serilme-miştir" buyurduğu Ebuzer, tevhid feryadı ettiği zaman Mekke dönemindeki Sadr-ı İslamın hatıralarını diriltecek bir şekilde halkı Ehli beyt'e böyle davet ediyordu:
O gün, müşrikler ona, eziyet ettiler, daha sonra ise başkaları onu sürgüne gönderdiler. Ebuzer sadece İmam Ali'nin (a.s.) kısa hilafet süresinde Ehli beyt'in gerçek mevkiini açıklayabildi. O, Küfe mescidinin avlusunda yeniden Gadir hadisini diriltti* ve ondan sonra defalarca Ehl-i beytin faziletlerini sıraladı. Onun, Ehli beyt'in yüce makamı hakkındaki güzel cümleleri Nehc-ul Belaga'da ve diğer hadisî ve edebî kaynaklarda zikr edilmistir.
15) el-Ma'rifetü vet-Tarih, c: 1, s: 538. Her iki "Sageleyn" ve "Safine" hadisi mütevatirdir. Bakınız: Abakat-ül Envar 12. cildin ikinci kısmı - İsfahan baskısı - .Yıl: 1341.
*) Gadir hadisinin nakledilen yolların çoğunun ehli sünnet kaynaklarından olmasının sebebi imam Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi avlusunda başlattığı hareketten kaynaklanmaktadır. İmam bunu yapmasaydı, hadis-çiler, diğer bir çok şeyler gibi bunu da unutacaklardı.
Biz de onun bazı bölümlerini başka bir yerde derledik16.
Ama Muaviye'nin ve diğer Süfyan ve Mervan boyunun başa geçmesiyle ve minberlerde Ali (a.s.) ve evladına açıkça küfretmeleriyle ve hatta Ehli beyt'in gündeme getirilmemesi için Abdullah b. Zübeyr'in Peygamber'e selam göndermemesiyle Ehli beyt'in faziletlerinin Peygamber'in dilinden halkın arasında söylenmesi nasıl beklenilebilir.
Bu siyasetin neticesi sadece Ehli beyt'i unutturmak değil, hatta halkın Ehli beyt'i kabullenmediğini de icat etmek idiyse de halkın onlara karşı duydukları bağlılığı korudukları sonraları belli oldu.
Hz. Ali'nin (a.s.) yadigârı olan bir tek Küfe dolayısıyla orada da kendisine karşı kin duyuluyor ve düşmanlık gösteriliyordu ve Ali'nin (a.s.) hatırasını canlandırdı ve Hz. Ali'nin (a.s.) evladını üstün gördü ve batınlarında Ehli beyt'in hilafetini beslediler, hatta Hişam b. Abdul Melik, onların Ehli beyt'e itaat etmeyi kendilerine farz bildiklerine tekid etti17 ve hatta diğer kaynaklarda da halkın onların hilafetini kabul etmeğe hazır olduklarına itiraf edilmiştir18.
Daha sonraları Beni Abbas bu fırsattan yararlanarak kendilerini Ehl-i beyt adına cahil halka tahmil ettiler.
Ama hakikat gizli kalmadı ve sadece bir azcık insafı olan had isçiler arasında Ehli beyt'in faziletleri, özellikle de Gadir hadisi korunabildi. Ve biz bugün "el-Gadir" kitabı gibi büyük bir mirasa sahibiz ama olmaması gereken şey gerçekleşti.
16) "Siyasi islam Tarihi" başlangıçtan kırk hicriye kadar, s: 433-434.
17) ibn-i A'sem'in "el-Futuh"u, c: 4, s: 23, Tevvabin'in kıyamı ve Muhtar'ın hareketi de açıkça bunu göstermektedir." Siyasi İslam Tari-hi'nde kırkıncı yıldan yüzüncü hicri yılına kadar bölümünde ayrıntılarıyla bu konuyu ele almışız.
18) Müberred'in "el-Kâmil-u 1il-Edeb"i, c: 1. Bu rivayette Halid b. Ye-zid, Abdul Melik Mervan'ı, Haccac'ın, Abdullah b. Cafer'in kızıyla evlenmemesi gerektiğini söylüyor. Çünkü halk arasında Beni Haşim hakkında bazı söylentiler yar ve bu evlilik Beni Ümeyye'nin yok olmasına ve Haccac'ın başa geçmesine neden olacak. Abdul Melik de Irak halkının Beni Haşim hakkındaki inancından korkarak Haccac-ı, Abdullah b. Cafer'in kızını boşamaya mecbur ediyor.
İslam toplumunun rotası Ehl-i beyt ve itretin ilim ve amelinden yararlanmakla eğitilmesi gerekirken başkalarının yanlış ve hatalı bir takım amellerine dayandırıldı, mazlum Ehli beyt ise kendi çalışmalarını şialara yönelik belirli bir düzeyde sürdürdüler. Fakat ehli sünnet de bazı yerlerde onların sözlerinden yararlanıyorlardı.
Onca baskı, istibdat ve daraltılan atmosfere rağmen Ehli beyt-i Athar düşünce ve amel sebatını sürdürdü ve şahsiyetlerinin yüceliği, Kur'an ve itrete dayalı şii mirasının korunmasına neden oldu. Ebuzer'in feryad ettiği şeyi, şia amelen gerçekleştirdi ve fıkıh, tefsir, ahlak ve siyasetde yüce imamlarının yolunu devam ettirdi.
Ehli sünnetin Ehli beyt'i sevdiklerini gösterdiklerini ve bu sözlerini isbat etmek için Ehli beyt'in faziletleri ve hatta oniki imamın yaşantılarını açıklama hakkında kitap yazdıklarına değinmiştik19. Ama bunlar Gadir vak'asının sadece Ali'yi (a.s.) sevmenin isbatı için mi olduğunu ve hiç bir köken ve esasa dayanıp dayanmadığını asla kendilerinden sormuyorlar.
Tevatür olduğu tesbit edilen "Sakaleyn" hadisi sadece sathi olarak Ehl-i beyt'i izlemenin farz olduğunu bildiren ve "Sefine" hadisi onlara itaat etmenin farz olduğunu gösteren en açık bir teşbih değil midir?
İnsanı hayrete düşüren şey Suyuti ve başkalarının "el-Eimmetü İsna Eşer" (İmamlar oniki tanedir) hadisinin reddedilemez bir hadis olmasına ve âlimlerin ortak kabul ettiklerine rağmen yanlış yere bunu bazı halifelere yorumluyor ve bazen da "dördü gelmiş ve diğerleri de gelecek" gibi vade veriyorlar.
Bu rivayet şia imamlarından başkası hakkında yorumlanabilir mi? İmam Askeri'nin (a.s.) zamanında henüz imam hayattayken Cahiz'in, onbir imamı "âlim, zahid, nasik, suca ve tahir" lakaplarıyia ve kendi görüşünce hilafete layık
19) Tezkiret-ül Havass, el-lthaf, Yenabi'ul-Meveddet ve İbn-i Tu-lun'un yazdığı el-Eimmet-ül İsna Eşer gibi ve "Turasuna" dergisindeki Te-batebai'nin gösterdiği fihristteki diğer kitaplar.
20) Tarih-ul Hulefa, s: 10-12/es-Sevaig-ul Muhrike, s: 8-10 bakınız.
görüp methettiği kimseler şia imamları değil midirler?21 8u imamlar o kadar azametlidirler ki İmam Rıza'yı (a.s.) "Ali b. Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib" unvanıyla veliahd olarak tanıtmak istediklerinde "Ant olsun Allah'a eğer bu isimler sağır ve dilsiz kimselere okunursa Allah'ın izniyle şifa bulurlar" dediler22.
Bu hanedanın ehemmiyetini sadece az bir grup idrak edebiliyordu ama çoğuları da Ehli' beyt'in bu makamından hoşnut değillerdi. Bir rivayette, hadiscilerden olan "Zâide"ye neden Cabir Cu'fi'den, İbn-i Ebi Leyla'dan ve Kelbi'den hadis nakletmiyorsun? denildi.
O dedi: Ben Kelbi'nin yanına gidip Kur'an okuyordum, bir gün şöyle dediğini duydum: Bir süre hastalanıp ezberlediğim her şeyi unuttum "Âl-i Muham-med'in (s.a.a.)" yanına gittim, ağzının suyundan ağzıma bırakınca unuttuğum her şeyi hatırladım. Zaide, "bunu duyunca artık ondan bir şey nakletmedim" diyor23. Zâide'nin Kelbi ile olan düşmanlığının nedeni malumdur.
Şehristani de ehl-i sünnet ve cemaattan olmasına rağmen Ehli beyt'in azametinin yüceliğine ve bizzat Kur'an ilminin Ehli beyt'in yanında olduğuna inanmaktadır24.
Rasulullah'ın sünnetinin gerçek koruyucularının Ehl-i beyt olduğu bir hakikattir. Ve bu nedenle Peygamber onlara Kur'an'ın yanında yer verip onların birbirinden ayrılmalarının imkansız olduğunu buyurdu. Bu sünneti koruma hususu, şia İmamlarının fikirsel hayatı hakkındaki tarihi araştırmalarımız boyunca titizlik gösterdiğimiz konulardan biridir. Peygamberin sünnetini Ehli beyt'in nasıl koruduğunu aydınlığa kavuşturmak için burada üç örneğe değiniyoruz:
21) Asar-ul Cahiz, s: 235, "imam Rıza'nın hayatından. naklen, s: 147, Cahiz, ehli sünnetin üçüncü asırdaki büyük yazar ve edebiyatçılarm-dandır. '
22) "Uyunu Ahbar-ır Rıza" (Merhum Saduk'un) c: 2, s: 47-145/Meka-til-ut Talibin, s: 375/Menakib-i İbn-i Şehr Aşutj, c: 2, s: 339.
23) Tarih-i Yahya b. Muin, c: 1, s: 281.
24) "Turasuna" dergisinin 12. sayısı. Doktor Azerşeb'in "Şehristani-'nin Tefsiri" hakkındaki makalesine bakınız.
Emir-ul Müminin Ali (a.s.) "din görüş ile değerlendirilecek olursa ayağın altının meshedilmesi, üstünün meshedilmesinden daha evladır; ama, ben Rasulullah'ın ayağın üstünü meshettiğini gördüm" buyurdu25. Bu tutum "görüş ve ra'y" hükümeti karşısında Rasulullah'ın (s.a.a.) sünnetini korumanın ta kendisidir.
· Ebu Musa Aş'ari şöyle diyor:
Ali (a.s.) Camel (savaşı) günü Peygamber'in namazını hatırlatan bir namaz kıldı, oysaki biz onu unutmuş veya bile bile terketmiştik26.
· İmam Seccad (a.s.) ezan söylediğinde "hayye alel felah" cümlesine geldiği zaman -ehli sünnetin terketmiş oldukları- "Hayye ala hayril amel" cümlesini söylüyor ye başkalarının bu cümleyi atmakla ezanı tahrif ettiklerini bilmeleri için "ilk ezan böyle idi" buyuruyordu27. Rasulullah'ın sünnet ve tutumuna dayalı bu gibi tavırların benzerleri Ehli beyt'in arasında pek fazladır.
Şianın, ehli beyti bu kadar sembol edinmesi, bir taraftan Peygamberin onca tekidinden ve diğer bir taraftan da Ehlibeyt'in dinin esasını korumadaki siyerinden dolayıdır. Burada, gerçekçi ve gerçeği arayan bütün ehli sünnete, ehli beyt hakkında daha çok araştırma yapmalarını ve bilhassa fezâilin gerçek anlamında ve onun fikirsel semerelerinde düşünmelerini tavsiye etmek yerinde olur bizce. Belki de inşaallah böylece hepimiz ehli beyte sarılarak hidayet yolunu bulur ve Hakk Teala'nın bize lütuf edeceği tevfik ile sırat-ı müstakimde yürürüz28.
25) İbn-i Ebi Şaybe'nin "Müsennef'i, c: 1, s: 181.
26) Adı geçen eser.
27) Aynı kaynak, c: 1, s: 215.
' 28) Burada iki kitap tanıtılabilir: Biri Muhammed Taki Rahber'in tercüme edip İslami Tebliğler Teşkilatının bastığı Dar-ut Tevhidin yayınladığı "Ehli Beyt Mektebinde", diğeri de Merhum Şehabuddin İşraki ve Ayetullah Fazıl Lenkerani'nin yazdıkları "Ehl-ül Beyt veya Parlak Simalar". Bu kitab "İslami Kültür yayım bürosu" tarafından yayınlanmıştır.
Değerli üstadım Allame Seyyit Cafer Murtaza'ya, bu mecmuaya değerli bir önsöz yazdıklarından dolayı çok teşekkür ediyor ve ehli beytin hayatı hakkındaki bu muhtasar araştırmamı ehli beyti Athar’ın yolunu izleyenlere takdim ediyorum.
Resul Caferiyan
1
9-İMAM MUHAMMED TAKİ(CEVAD)(a.s) 9-İMAM MUHAMMED TAKİ(CEVAD)(a.s)
İMAM CEVAD(a.s)
Muhammed b. Ali b. Musa er'Rıza (a.s.) İmamiye şiasının dokuzuncu imam'ıdır. Ümmetin hidayeti için Allah'ın seçtiği bir İmam'dır. İmam Cevad (a.s.) hicri 195 yılının Ramazan ayının on beş veya on dokuzunda, Medine'de dünyaya geldi,[1] hicri 220 yılının Zilhacce ayında da Bağdat'ta şehid oldu. Bazı tarihçiler O hazretin hicri 195 yılının Recep ayının, on veya on beşinde dünyaya geldiğini söylemişlerdir.[2]
O hazretin annesinin adı Sabike-i [Sakine] Nevbiye[3] ve başka bir rivayete göre de Hayzüran'dır. Onun Ümm'ül Müminin Mariye-i Kıbtiye soyundan olduğunu söylemiş, tarihçiler[4]. O hazretin annesinin adının Reyhane olduğunu da söylenmiştir. Nevbahti'nin yazdığına göre İmam'ın annesinin adı Dürre idi ancak, sonraları Hayzüran demişler ona.[5] İmam'ın en meşhur lakabı Cevad'dır fakat; Zeki, Murtaza, Kani, Raziy, Muhtar, Mütevekkil ve Müntaceb gibi lakaplarının olduğu da tarihte geçmiştir.
Künyesi ise Ebu Cafer'dir ve genelde, rivayetlerde lakabı Ebu Cafer olan imam Bakır (a.s.) ile karıştırılmasın diye Ebu Cafer-i Sâni diye geçmektedir. İmam Cevad (a.s.) yirmi beş yıl yaşamıştır. Değerli babası şehid olduktan sonra 203 yılından 220 yılına kadar şianın imametini omuzlarında taşımıştır.
İMAM CEVAD (a.s.)IN İMAMETİ
Bir kimsenin baliğ olmadan önce İmamet makamına varması mümkün müdür? İmam Cevad (a.s.) 203 yılında İmam olduktan sonra bu mesele çok ciddi bir şekilde İlmi kelami mahfillerde konu edilmeye başlandı ve sonraları 220 hicri yılında İmam Hadi (a.s.)'ın imameti ve ondan sonra da Hz. Mehdi (a.f.)'ın imametiyle ilgili olarak tam zirveye tırmandı.
203 yılında İmam Rıza (a.s.)'ın şahadetinden sonra O hazretin tek oğlu olan İmam Cevad ta.s.) sekiz veya dokuz yaşında olduğundan dolayı şialar derin bir tedirginliğe düştüler. Bazı tarihçilerin yazdığına göre, bu hususta şialar arasında ihtilaf meydana geldi, diğer şehirlerdeki şialar da ne yapacaklarını bilemediler.[6] Bunun için de onlardan bazısı Abdürrahman b. Haccac'ın evinde toplanarak ağlamaya, sızlamaya başladı[7]
İmam'ın en önemli rüknünü masum İmam'a itaat etmek olarak bilen, fıkhi ve dini sorunlarla karşılaştıklarında masum İmam'a başvuran şialar için bu mesele büyük bir önem taşımaktaydı ve bu sorunu halletmek zorundaydılar.
İmam Rıza (a.s.)'ın oğlu İmam Cevad (a.s.)'ı kendi yerine İmam olarak tayin ettiğini kesin olarak şialar biliyorlardı ancak İmam Cevad (a.s.)'ın yaşının küçük olmasından kaynaklanan bu sorun, emin ve mutmain olmaları için daha yoğun bir tahkik yapmaya zorluyordu, onları.
İmam Cevad (a.s.)'ın imametiyle ilgili olarak İmam Rıza (a.s.)'dan geriye kalan naslar arasında özellikle şöyle hatırlatılmıştır:
İmam Rıza (a.s.), küçük yaştaki oğlu İmam Cevad (a.s.)'ı kendi yerine İmam olarak tayin etmiş ve bu iş için daha geniş bir fırsat varken bunun üzerinde ısrarla durmuştu. Hatta İmam Rıza (a.s.)'ın bazı ashabı İmam Cevad (a.s.)'ın yaşının küçük olduğuna dikkat çekince İmam Rıza (a.s.), Hz. İsa .(a.s.)'ın süt emdiği bir dönemde peygamber olduğunu hatırlatmış ve şöyle buyurmuştu: "İsa (a.s.) peygamberliğe seçildiğinde benim oğlumdan daha küçüktü."[8]
Şüphesiz ki İmam Rıza (a.s.)'ın şehadetinden sonra O hazretin şiaları arasında meydana gelen sarsılma ve kararsızlık, onların bazılarının İmam Rıza (a.s.)'ın kardeşi olan Abdullah b, Musa'nın etrafına toplanmasına neden oldu. Fakat bunlar da delil görmeden kimseyi İmam kabul etmediklerinden dolayı onların bir kısmı Abdullah'a bazı sorular yönelttiler ve cevap veremediğini görünce de onu terkettiler[9].
Onların bir grubu da İmam Kâzım (a.s.)'da duran Vakıfiye'ye katıldılar. Navbahti'ye göre bu iki eğilimin her ikisinin ne sebebi, onların, baliğ olmayı imametin şartlarından biri olarak bilmeleriydi.[10]
Bunlarla birlikte şiaların çoğu İmam Cevad (a.s.)'m imametini kabul ettilerse de onların bazısı İmam'ın yaşının küçük olduğunu İmam Cevad (a.s.)'ın kendisine söylediler ve İmam Cevad (a.s.) ise onların cevabında, Hz. Süleyman (a.s.)'ın Davud (a.s.)'ın yerine geçtiğine değinip şöyle buyurdu: Hz. Süleyman (a.s.) çocukluk döneminde, koyunları otlattığı bir zamanda Hz. Davud (a.s.) onu kendi yerine geçirdi ve Beni İsrail'in abid ve alimleri onun bu amelini inkar ediyorlardı.[11]
Navbahti'nin yazdığına göre Ebu Cafer (a.s.)'ın imametine inananlar, Yahya b. Zekeriya'nın meselesine, İsa (a.s.)'ın süt emdiği bir dönemde peygamber oluşuna, Yusuf (a.s.)'ın kıssasına ve Hz. Süleyman (a.s.)'ın ilmine dayanıyorlardı. Ve bu saydıklarımız da şunu gösteriyor ki, Allah'ın hüccetleri bulûğ çağına ermeden de hiçbir eğitim ve öğretim görmeden, ledünni olarak ilim sahibi olabilirler.[12]
İmami şialar bir taraftan imametin ilahi boyutunu göz önünde bulunduruyorlardı, bu yüzden de İmam'ın yaşının küçük olması kesinlikle onların inancında bir halel ve bir sarsılma meydana getiremezdi ve başka bir taraftan da önemli olan tek şey, bu ilahi boyutun imamların ilminde zuhur etmesiydi. Hakikatte İmamlar şiaların bütün sorularını cevaplandıracak bir mevkide idiler.
Bunun için de onlar bütün İmamlar hakkında bu aslı gözetip İmamlara çeşitli sorular yöneltiyorlardı ve sordukları sorulara ikna edici cevap aldıklarında (ve imameti hakkında nas da mevcut olduğunda) onu masum İmam olarak kabul ediyorlardı.
İmam Cevad (a.s.)'ın yaşının küçük olduğu nazara alındığında Onun hakkında da böyle bir araştırmanın yapılması ve çeşitli soruların O'na yöneltilmesi daha zaruri görünmekteydi. Bu mebna doğrultusunda şialar çeşitli yerlerde ve fırsat geldiğince İmam Cevad (a.s.) hakkında böyle bir araştırma yaptılar ve ondan sonra da şiaların hemen hemen hepsi -çok az kişiler hariç- mutmain bir şekilde Onun imametini kabul ettiler.
Bu hususta şunu belirtmeliyiz ki: Biraz evvel de değindiğimiz gibi, şialar İmam Cevad (a.s.)'ın imamet meselesini çözümlemek içip bir araya toplandılar. İmam Rıza (a.s.)'ın itimad ettiği şialardan biri olan Yunus b. Abdurrahman "İmam Cevad (a.s.) büyüyünceye kadar ne yapmalıyız?" dedi. Bu sırada Rayyan b. Salt itiraz edercesine yerinden kalkıp şöyle dedi: "Sen zahirde İmam Cevad (a.s.)'ın imametine inanmış gösteriyorsun kendini, ancak batında Onun imameti hakkında şüphe ettiğin belli.
Eğer O'nun imameti Allah tarafından ise O bir günlük çocuk bile olsa bizim büyüğümüz, şeyhimiz yerindedir; fakat eğer Allah tarafından olmasa hatta bin yıl bile yaşamış olsa bizim için başkalarıyla bir farkı yoktur." Oradaki şialar ayağa kalkıp Rayyan'ı susturdular...
Bilahare hac mevsiminde Bağdat'taki ve diğer şehirlerdeki şia alimleri bir araya, toplanıp, seksen kişilik bir grup oluşturarak Medine'ye gittiler, önce Abdullah b. Musa'nın yanına gittiler, fakat aradıklarını onda bulamayınca ayrıldılar ve İmam Cevad (a.s.)'ın huzuruna vardılar. İmam Cevad (a.s.) onların bütün sorularını cevaplandırdı, onlar da İmametin ve ilahi ilmin alameti olan bu cevapları duyunca çok sevindiler.[13]
İkinci bir defa şialar muhtelif bölgelerden gelip İmam'ın yanında toplandılar ve burada da çok çeşitli konular hakkında İmam'a sorular sordular ve İmam da onların bütün sorularını cevaplandırdı. İmam bu sırada on yaşındaydı.[14] Bu rakamda biraz mübalağa yapılmış olması da muhtemeldir fakat rivayetten anlaşılan şunlardır:
a - Şialar İmam'ın ilmi vesilesiyle onun imametini kabul etmekte ısrar ediyorlardı.
b - İmam'ın yaşı küçüktü, ama imameti Allah tarafından olduğu için şiaların ilmi ve fıkhi sorularını güzel bir şekilde cevaplandırdı.
Şeyh Müfid -İmam Rıza (a.s.)'ın şehadetinden sonra bazı şiaların İmam Cevad (a.s.)'ın imametini inkar edip Vakifiye inancına eğilmelerine ve bir kısmının da Ahmed b. Musa'nın imam olduğuna inandıklarına değinerek- şiaların büyük bir çoğunluğunun kâbul ettiği İmam Cevad (a.s.)'ın imameti üzerinde tekidle durup, onun isbatı için de akli delile ilaveten Hz. İsa (a.s.) hakkında nazil olan ayetlere istidlal ediyor.
Aynı şekilde Resulullah (s.a.a.)'in İmam Ali (a.s.)'ı bulûğ çağına ermeden İslam'a davet etmesine de değiniyor, halbuki O'nun yaşındaki başka çocuklara böyle bir davette bulunmamıştır. Şeyh Müfid'in, görüşünün sahih olduğuna dair getirdiği başka bir şahid de Peygamber'in Hasan ve Hüseyn'i, çocuk oldukları halde mübahale olayına kalmasıdır.[15]
İmamet meselesinde önemli olan şey bir önceki İmam'ın, sonraki İmam'ın imameti hakkında nassının olmasıdır, ki Şeyh Müfid de İmam Rıza (as.)'ın, İmam Cevad (a.s.)'ın imameti hakkındaki nassı İmam Rıza (a.s.)'ın yakın ve büyük ashabının bazılarından naklederek o nassın rivayetçilerini şöyle sıralıyor:
Ali b. Cafer b. Muhammed es-Sadık (a.s.)
Safvan b. Yahya
Muammer b. Hallad
Hüseyn b. Beşşar
İbn-i Kıyama el-Vasıti
Hasan b. Cahm
Ebu Yahya es-San'âni
el-Hayrati
Yahya b. Habib b. ez-Ziyat ve diğer bir çok kişiler.[16]
Şeyh Müfid bu şahısların bazısının rivayetini "İrşad" kitabında zikretmiştir ve Üstad Atarudi ise hemen hemen onların hepsini Müsned'ül İmam'il Cevad kitabında bir araya toplamıştır'[17] Allame Meclisi de Bihar'ül Envar kitabında O hazretin imameti hakkındaki nasları zikretmek amacıyla özel bir fasıl açmıştır.[18]
Şu rivayetlerden iyice anlaşılmaktadır ki İmam Rıza (a.s.) defalarca ve karşılaştığı çeşitli münasebetlerde, oğlunun imametini hatırlatmış ve kendi büyük ashabını da olaydan haberdar etmiştir.
Hakikatte İmam Rıza (a.s.)'ın çoğu ashabının o İmam'ın buyruklarına dayanarak İmam Cevad (a.s.)'ın imametinde ısrar etmelerinin kendisi İmam Cevad (a.s.)'ın imametinin hakkaniyetini en iyi bir şekilde ispatlamaktadır.
Çünkü şianın büyükleri, fakihleri ve hadisçileri, imamların imametini kabul ederken büyük bir titizlik gösteriyor ve önceden de değindiğimiz gibi nassın olmasıyla birlikte farklı ilmi sorular sorduktan sonra onların imametini kabul ediyorlardı.
İMAM CEVAD (a.s.)'IN HAYATI
İmam Cevad (a.s.)'ın yaşam tarihi hakkında geniş bir bilgiye sahip değiliz. Çünkü halifeler, muhaliflerinin faaliyetlerinden emandâ olmak ve korunmak için siyasi kısıtlamalar getirerek daima masum imamlar hakkındaki haberlerin yayılmasına engel oluyorlardı, buna ek olarak da İmam Cevad (a.s.)'ın ömrü de fazla sürmediğinden onunla ilgili göz doldurucu haber ve bilgiler elde edilemez.
Şunu biliyoruz ki İmam Rıza (a.s.) Tus'a götürüldüğünde ailesinden hiçbir kimseyi beraberinde götürmedi ve Tus'da yalnız olarak yaşadı. Ancak İmam Rıza (a.s.) Tus'da olduğu süre zarfında İmam Cevad (a.s.)'ın, babasıyla görüşmek amacıyla buraya gelip gelmediği hususunda, sadece İbn-i Funduk "Beyhak Tarihi"nde O hazretin 202 yılında Tus'a geldiğini ve babasıyla mülakat ettiğini yazmıştır. İbn-i Funduk'un bu husustaki yazısının metni şöyledir:
"Lakabı Takiy olan Muhammed b. Ali b. Musa er'Rıza (a.s.) 202 yılında -Damegan yolu o zaman yürünecek bir yol olmadığından ve yenilikte yürünür hale getirildiğinden- Tabes Mesina yolunu seçerek denizden geçti ve Beyhak bölgesine geldi, Şeştmed köyünde indi ve oradan da babası Ali b. Musa er'Rıza (a.s.)ın ziyaretine gitti."[19]
Bu haber diğer kaynaklarda mevcut değildir Ve İmam Rıza (a.s.)'ın şehadetiyle ilgili rivayetlerden, İmam şehid olduğunda İmam Cevad (a.s.)'ın Medine'de bulunduğu ve sadece babasına gusul etmek ve namazını kılmak için Tus'a geldiği anlaşılmaktadır. Fakat bundan önce bir defa Tus'a gitmiş olması da muhtemeldir. Mezkur rivayete dikkat edildiğinde İbn-i Funduk'un, bu rivayeti Hakim-i Nişaburi'nin Nişabur tarihinden almış olduğu ihtimali akla gelmektedir.
İmam Rıza (a.s.)'ın şahadetinden sonra 204 yılında Memun Bağdat'a döndüğünde İmam'dan taraf rahata kavuşmuştu ancak, şunu da biliyordu ki, şialar İmam Rıza (a.s.)'dan sonra İmam Cevad (a.s.)'in imametini kabul edecekler, böylece de tehlike yine mevcut olacak ve olduğu gibi yerinde kalacaktı.
O İmam Kazım (a.s.)'ı babası tarafından kontrol etme -ki O'nu Bağdat'a getirip zindana atmıştı- siyasetini unutmamış ve bu siyasetten ilham alarak, aynı şeyi İmam Rıza (a.s.) hakkında da uyguladı ancak, bu defa öyle bir aldatmaca plan yaptı ki zahirde zindan meselesi yoktu ve hatta İmam'a ilgi duyduğunu ve O'nu sevdiğini başkalarına göstermeye çalıştı. Ve şimdi de İmam Cevad (a.s.)'ı kontrol etme sırası gelmişti.
Şöyle ki; Memun kendi kızını İmam Cevad (a.s.) ile evlendirecek, O'nu kendine damat edecek ve böylelikle İmam'ı gözaltında tutacak ve hedefine ulaşmış olacaktı. Neticede Memun bir taraftan İmam'ı kontrol etmiş olacak ve başka bir taraftan da şiaların geliş gidişlerini O, hazretle olan ilişkilerini kontrol edecekti. Bu yüzden de bazı rivayetlere göre Memun Bağdat'a geldikten -ihtimalen 204 yılında- hemen sonra İmam'ı Medine'den Bağdat'a çağırdı.[20]
Ayriyeten Memun, halk tarafından İmam Rıza (a.s.)'ı şehid etmekle suçlanıyordu ve şimdi bu ithamdan kurtulabilmek için O'nun oğlu İmam Cevad (a.s.)'a böyle davranmak zorundaydı. Şuna da dikkat etmeliyiz ki, bazı rivayetlere göre Memun, veliahtlığı İmam Rıza (a.s.)'a bıraktığında kızı Ümm'ül Fazl'ı da İmam Cevad (a.s.)'la evlendirmiş veya söz kesmişti.
Taberi ve İbn-i Kesir'in yazdığına göre Mamun'un kızı Ümmü Habib 202 yılında İmam Rıza (a.s.) ile evlendiğinde Memun'un diğer kızı Ümm'ül FazI da İmam Cevad (a.s.) ile evlendi'.[21] Bu konunun kendisi "Beyhak Tarihi" yazarının, "İmam Gevad (a.s.) babasını görmek için 202 yılında Tus'a gelmiştir" sözünü doğrulayan bir şahid ve karinedir belki de.
Şeyh Müfid'in, Rayyan b. Sabib'den naklettiği rivayetten anlaşılan şudur:
Memun, kızı Ümm'ül Fazl'ı İmam Cevad (a.s.)'la evlendirmeye karar verince Abbasiler bu karara tepki gösterdiler. Çünkü Memun'dan sonra hilafetin artık Ali (a.s.) hanedanına döneceğinden korkuyorlardı. Onlar İmam Rıza (a.s.) hakkında da aynı tepkiyi daha katı bir şekilde göstermişlerdi'.[22] Fakat üstteki iki rivayetten de anlaşıldığı gibi onlar bu muhalefetlerini başka bir şekilde dile getirip şöyle dediler:
"Allah'ın dini hakkında herhangi bir bilgisi olmayan, helali haramı tanımayan ve farzı sünnetten ayıramayan bir çocukla mı kızını evlendiriyorsun?" Memun bu muhalefet karşısında onların hata eniklerini kendilerine anlatabilmek için ilmi bir toplantı düzenleyerek İmam Cevad (a.s.)'ı, ehli sünnetin o dönemdeki en büyük alim ve fakihi dan Yahya b. Aksem'le ilmi tartışmaya davet etti.[23] Ümm'ül FazI İmam Cevad (a.s.)'la evlendiğinde, o sıralarda İmam'a "sabiy" deniliyordu. Ancak konumuzla ilgili böyle bir tefsire istidlal etmek sağlam bir istidlal olamaz.
İbn-i Tayfur, İbn-i Kesir ve diğer bazı alimlerden nakledilen rivayete, zahiren itimad edilebilir. Memun 215 yılında Tik-rit'e geldiğinde İmam Cevad (a.s.) da Medine'den Bağdat'a gelmişti. İmam, Memun'la görüşmek için Tikrit'e gitti ve orada da Ümmül FazI ile evlendi. Daha sonra hac mevsimi gelinceye kadar İmam Cevad (a.s.) Bağdat'ta Dicle'nin yanında bina edilen Ahmed b. Yusuf'un evinde kaldı ve hac mevsimi "gelince da ailesiyle birlikte hac merasimini yerine getirmek için Mekke'ye gitti ve oradan da Medine'ye dönüp orada kaldı'.[24]
Bu rivayete göre İmam Cevad (a.s.) sadece bu süre zarfında Bağdat'ta kalmıştır, ancak müellif, İmam'ın değişik zamanlarda Bağdat'ta kalmış olabileceğini reddetmemektedir. Bu hususta irbili'den nakledilen bir başka rivayet de şöyledir: Memun Bağdat'a geldiğinde, İmam Cevad (a.s.)'dan da bu şehre gelmesini istiyor. Memun bir gün, İmam'ın Bağdat'ta kendi yaşındaki çocuklarla oynadığını gördü. Memun'un yaklaştığını gören çocuklar onun yolundan çekilerek kaçtılar ama İmam bir kenarda, hareketsiz ve kendine has bir azamet ve sükunetle durdu.
Memun da bu durumu görünce Şaşırdı ve "Neden sen de diğerleri gibi kaçmadın?" dedi. imam "Ben herhangi bir hata işlemedim ki onun cezasını görmekten korkup kaçayım, ayrıca yol sizin geçişinizi engelliyeceğim kadar da dar değil." dedi. Memun "Siz kimsiniz?" diye sordu. İmam "Ben Muhammed b. Ali b. Musa er-Rıza'yım..." dedi.
Bu rivayetin peşinde başka sözler de zikredilmiştir ve onlar da bazı tahkikçilerin eleştirisine maruz kalmıştır. Değerli üstadımız Allame Seyyid Cafer Murtaza o sözleri doğrulamak ve teyid etmek için çok çalışmıştır.[25] Ama onun metninde bazı konulara değinmiştir ki onu kabul etmek sakıncalıdır. Çünkü bu rivayetin sahih olduğunu kabul edersek, Memun'un 204 yılında Bağdat'a gelip hemen sonra veya kısa bir süre sonra İmam Cevad (a.s.)'ı Bağdat'a çağırdığını da kabul etmeliyiz ama eğer ondan sarfı nazar edersek şöyle demeliyiz:
İmam 215 yılında Bağdat'a bir defa geldikten sonra, Mutasım O hazreti 220 yılında Bağdat'a çağırıncaya kadar İmam Medine'de yaşıyormuş. Çünkü 215 ve 220 yıllan arasında İmam'ın Bağdat'a geldiğine dair bir hadis şimdilik elimizde mevcut değildir, bilakis İmam'ın Medine'de dolaştığı ve halkın O hazrete ihtiram gösterdiği hususunda bazı rivayetlerde az da olsa bir takım bilgiler mevcuttur.[26]
İmam Cevad (a.s.)'ın 220 yılında Halife Mutasım tarafından Bağdat'a çağrılması, hem de hükümetinin ilk yılında böyle bir işi yapması meselesinin siyasi boyutlarla ilgisiz olduğu söylenemez, özellikle de İmam'ın Bağdat'a geldiği yıl 25 yaşında dünyadan göçtüğünü göz önünde bulundurduğumuzda meselenin siyasi boyutunun olduğu kaçınılmaz olur.
Abbasilerin Ali (a.s.) evlatlarıyla, bilhassa çok sayıda bir topluluğun o zaman kendisine bağlandığı ve itaat ettiği şiaların imam'ıyla olan düşmanlığı, O hazretin Bağdat'a çağrılması ve çağrıldığı yıl da Bağdat'ta vefat etmesi, O hazretin Abbasi halifesi (Mutasım) tarafından şehid edildiğini gösteren şahitlerdir ve bunlar da inkar edilemez gerçeklerdir.
Merhum Şeyh Müfid, İmam Cevad (a.s.)'ın zehirletilmesi ve şehid edilmesiyle ilgili rivayetlere değinerek O hazretin kendi eceliyle ölmüş olmasının şüpheli olduğunu duyurmuştur.[27] Muhtelif kaynaklarda nakledilen mezkur rivayetlerin[28] yanı sıra İmam'ın şehid edildiğine açıkça delalet eden bazı şahid ve karineler de mevcuttur.
Müstevfi'nin rivayet ettiğine göre şia, O hazretin Mutasım tarafından zehirletilerek şehid edildiğine inanmaktadır.[29] Bazı ehl-i sünnet kaynakları, İmam Cevad (a.s.)'ın kendi isteği ile Mutasım'ı görmek için Bağdat'a gittiğine işaret etmektedir.[30] Halbuki diğer kaynaklar Mutasım'ın İmam Cevad (a.s.)'ı Bağdat'a getirtmesi[31] için İbn-i Ziyat'ı görevlendirdiğini yazmaktadır. İbn-i Sabbağ da Mutasım'ın O'nu Medine'den getirtmesi" ibaresiyle[32] bunu teyid etmiştir.
Mes'udi'nin naklettiği rivayete göre, İmam Medine'den Bağdat'a, Mutasım'ın yanına geldiği zaman Ümm'ül Fazl'ın eliyle şehid edilmiştir.[33] Ümm'ül FazI bu çirkin amelinin mükafatı olarak, İmam'ın şahadetinden sonra halifenin haremine katıldı.[34] Şunu unutmamak gerekir ki Ümm'ül FazI İmam'la beraber yaşadığı sürece çocuk sahibi olmadı ve İmam da pek de onunla ilgilenmedi. İmam genelde cariyelerinden çocuk sahibi oldu.
Ümm'ül FazI bir defasında, İmam'ın bir kaç cariyesi olduğunu babası Memun'a yazarak şikayette bulundu ve Memun da cevaben şöyle yazdı:
Biz helali haram etmek için seni Ebi Cafer'le evlendirmedik. Bir daha böyle şikayetler etme.[35]
Her halükarda Ümm'ül FazI, babasının ölümünden sonra İmam'ı Bağdat'ta zehirledi. Ümm'ül Fazl'ın halifenin haremine alınması, onun Mutasım'ın emriyle bu işi yaptığını göstermektedir. Necaşi'nin rivayetinde ise İmam'ın, Mutasım'ın emriyle onun katiplerinden biri tarafından zehirletildiği zikredil mistir.[36]
İMAM CEVAD (a.s.)'IN İLMİ TARTIŞMALARI
imam Cevad (a.s.) iki yönden ilmi tartışmalara çekiliyordu:
a - Şialar yaşının küçüklüğünü dikkate alarak İmam'ın bu gibi ilmi mahfillere katılmasını ve O'nun İlahi ilmini görmek istiyorlardı. Buna göre böyle ilmi mahfillerin tertiplenmesi tabii idi.
b - İmam'la muasır olan hakimler tarafından, özellikle de Memun ve Mutasım tarafından bu gibi mahfillere katılıyordu.
Şialar, imamların ilahi ilme sahip olduğunu iddia ettiklerinden dolayı halifeler, imamların bazı sorular karşısında cevapsız kalmalarını sağlamak amacıyla bu gibi ilmi mahfiller tertipliyor ve imamların karşısına da zamanın en meşhur alimlerini çıkarıyorlardı. Halifelerin amacı şiaların (Ehl-i beyt imamları ilahi ilme sahiptirler) inancını sarsmak ve neticede -onların imamlara olan itimadlarını yok etmek idi.
İmam Rıza (a.s.)'ın siyasi-fikri hayatı hakkında bahsettiğimizde Memun'un İmam'la karşılaşmasını, onun İmam hakkındaki tutum ve davranışlarını zikretmiş ve Memun'un, zahirde hedefinin tam tersini gösterdiğini belirtmiştik. Ayriyeten Memun ilmi tartışmalara özel bir ilgi ve inayet gösteriyordu ve bu yüzden de Abbasi halifeleri arasında ilim sever bir halife olarak meşhur olmuştur, tarihte.
Bu ilmi tartışmalarla ilgili elimizde bulunan en önemli belge, Şeyh Müfid'in Rayyan b. Şabib'den[37] naklettiği geniş ve etraflı bir rivayettir. Şimdi bu rivayeti sizler için özetlemek istiyoruz:
Memun Ümm'ül Fazl'ı İmam Cevad (a.s.)'la evlendirmeye karar verince Abbasiler bu karara sert bir şekilde muhalefet ettiler. Çünkü onlar halifenin bu işinin, imam Rıza (a.s.) hakkındaki teşebbüsü gibi bir takım istenmedik sonuçlar doğuracağını düşünüyorlardı. Bu yüzden de Memun'un yanına gelip hilafetin Beni Abbas'ın elinden çıkabileceğini ve bundan dolayı da kararından vazgeçmesini istediler.
Onlar durmadan Beni Abbas ve Âl-i Ebu Talib arasında olup biten eski çekişmelere değinip dediler: "Ali b. Musa er'Rıza'nın yaptığı şeyler yeter." Memun cevab olarak dedi ki: "Sizinle Âl-i Ebi Talib arasında olan şeylerde asıl suçlu sizlersiniz. Çünkü eğer insaflı ve dürüst davransaydınız, onların sizden üstün olduklarını görür, anlardınız.
Benden önceki halifelerin onlar hakkındaki tavır ve tutumları akrabalık bağlarını koparmaktan başka bir işe yaramamıştır. Ali b. Musa er'Rıza'nın veliahtliği hususunda şimdi bile pişman olmuş değilim.[38]
Ebu Cafer'i (İmam Cevad), yaşının küçük olmasıyla birlikte seçmemin asıl sebebi O'nun bütün ilim ve fazilet sahiplerinden üstün olmasıdır. Benim şimdi anladığım şeyi sizlerin de ileride anlamazını ve benim onun hakkındaki görüşümün doğru olduğunu teyid edeceğinizi umarım.
Onlar bunun cevabında şöyle dediler: "Muhammed b. Ali (İmam Cevad) bir çocuktur, ne din hakkında ne de fıkıh hakkında hiç bir bilgisi yoktur, önce onun din hakkında bilgi edinmesi lazım, ondan sonra neyi maslahat görürseniz onu yapın." Memun dedi ki: "Yazıklar olsun size! Ben O'nu sizden daha iyi tanıyorum.
O, ilimleri ledünni olan ve ilahi ilhamdan kaynaklanan bir ailedendir. Onun babaları ilim ve edeb hususunda mamuli eğitim ve öğretimlere hiç ihtiyaç duymamışlardır. Bu meselenin aydınlığa kavuşması için istediğiniz zaman O'nu deneyebilir, imtihan edebilirsiniz.
Onlar da bununla muvafık olduklarını bildirerek, İmamla tartışması için meşhur kadı ve fakihlerden olan Yahya b, Aksem'i[39] seçtiler. Yahya'yı da buna razı ettikten sonra, tartışma konusu için zor sorular hazırlamasını ve sorular karşısında İmam Cevad (a.s.) cevapsız kaldığı taktirde ise ona nefis eşyalar ve servet verecekleri vaadinde bulundular.
Bu iş için de bir gün tayin ettiler, o gün Beni Abbas'ın hepsi ve hatta Memun'un kendisi bile bu tartışmayı dinlemek için toplantıda hazır bulundular.
Yahya b. Aksem sorularını sorması için önce Memuri'dan ve daha sonra da Hz. Cevad (a.s.)'dan izin istedi ve İmam hazır olduğunu söyleyince Yahya sorularını sormaya başladı:
İhram giyen birinin bir hayvanı öldürmesinin hükmü nedir?
Bu soruya karşı İmam bazı sorular sordu: Hayvanı haremde mi öldürmüş yoksa onun dışında mı? Hayvanı öldüren ihramlı şahıs hükmü bilmeden mi bunu yapmış yoksa bile bile mi? Kasıtlı olarak mı öldürmüş yoksa hatayla mı? İhram giyen azat mıdır köle mi? Bulûğ çağına ermiş mi ermemiş mi? Mekke'ye giderken mi onu öldürmüş yoksa Mekke'den dönerken mi?
Öldürülen hayvan kuş cinsinden midir yoksa başka bir cinsten mi? Küçükmüymüş büyük mü? İhramlı şahıs bu işinden pişman mıdır, değil mi? Bu işi gündüz mü yapmış, gece mi? İhramlı, kişi umre halinde miymiş yoksa hac halinde mi?
İmam Cevad (a.s.) meselenin bu yönlerini dile getirince Yahya heyecana kapılıp kendini kaybetti, yenilgiye uğradığı yüzünün renginin değişmesinden apaçık ortadaydı ve herkes de bunun farkına vardı. Bu sırada Memun bu durumdan memnun oldu ve Abbasiler hitaben şöyle dedi: "İmam Cevad (a.s.) hakkındaki görüşümün doğru olduğunu anladınız mı şimdi?" Daha sonra da kızı Ümm'ül Fazl'ı İmamla evlendirdi ve mehriyesini de İmam'ın annesi Hz. Zehra (a.s.)'ın mehriyesi olarak kararlaştırdı.
Orada hazır bulunanlar meclisi terkettikten sonra Memun İmam Cevad (a.s.)'dan, Yahya b. Aksem'e sıraladığı soruları kendisinin cevaplamasını istedi. İmam soruların hepsini tek tek cevaplandırdı ve Yahya b. Aksem'e şöyle sordu: Bir kişi var ki sabahın ilk saatlerinde bir kadın ona haramdır, güneş doğup biraz yükselince kadın ona helal oluyor, öğle vakti yeniden kadın haram oluyor, ikindi vaktinde helal, gün batarken de yeniden o erkeğe haram oluyor.
Yatsı vakti kadın helal, gece yarısında yeniden haram oluyor ve güneş doğarken de helal oluyor. Bu kadının durumu nedir ve nasıl oluyor da durmadan erkeğe helal ve haram oluyor?
Yahya b. Aksem bu sorunun karşısında aciz kalıp İmam'ın kendisinin cevaplamasını istiyor. İmam şöyle cevaplıyor: O kadın başka birinin cariyesidir ve bu yüzden de o erkeğe haramdır, güneş doğunca gidip cariyenin sahibinden onu alıyor ve böylece de helal oluyor, öğle vakti gelince aldığı cariyeyi azad bırakıyor ve bunun için de yeniden ona haram oluyor.
İkindi vakti, azat ettiği cariyeyle evlendiği için helal oluyor. Gün batarken de zihar ediyor, neticede yine kendisine haram oluyor, yatsı vakti gelince zihar keffareti vermekle o kadın yeniden kendisine helal oluyor. Gece yarısı olunca kadını boşadığı için kadın haram oluyor ve sabahleyin de kadına dönmekle yeniden kadın ona helal oluyor.
Memun bir kez daha İmam'ın ilmi karşısında şaşkınlığını gizleyemiyor ve diyor ki: "Yaşın küçüklüğü bu hanedanın aklının
kemaline engel olamaz."[40]
İmam'ın Ümm'ül Fazl ile resmi olarak evlendiği zaman, 215 yılı olduğu taktirde, İmam bu tartışmayı yaptığı vakit yirmi yaşında olmalıdır, önceden değindiğimiz sözleri nazara aldığımızda ve bu rivayetin devamındaki bölümü, "İmam nikah merasiminden sonra Ümm'ül Fazl'ı kendi beraberinde Medine'ye götürdü." göz önünde bulundurduğumuzda bu tartışmanın 215 yılında vuku bulduğu ortaya çıkar.
Mutasım'ın huzurunda da bir meclis tertiplendi ve tartışma konusu ortaya çıktı ve İmam'ın ilmi üstünlüğü ispatlanınca bu mesele O hazretin şehid edilmesiyle sonuçlandı. Şii müfessiri olan Ayaşi, Zerkan'dan şöyle rivayet eder: Bir gün arkadaşım İbn-i Ebi Davut, Mutasım'ın yanından dönerken çok üzgün idi ve Ebu Cafer Cevad (a.s.)'dan çok şikayet ediyordu.
Üzüntüsünün sebebini sorunca şöyle dedi: Mutasım'ın meclisine, hırsızlık ettiğini itiraf eden birini getirdiler ve o adam hakkında hadd uygulanacaktı. Bu arada fakihler adamın elinin nereden kesileceği hakkında tartışmaya başladılar. Ben dedim ki, "Bileğe kadar olan kısma el denmektedir; o halde onun eli bilekten kesilmelidir." ve başkaları da benimle muvafık oldular.
Bazıları da elin dirsekten kesilmesi gerektiğini söylediler. Mutasım da bu hususta Ebu Cafer'in görüşünü sordu. O da önce cevap vermekten kaçındı, ancak halife ısrar edince şöyle buyurdu: "Secde yerleri Allah'ındır ve Allah'a ait olan şeyler de kesilemez." (Cin -18).
Mutasım da O'nun görüşünü kabul edince ben o kadar utandım ki, ölmeyi bile arzu ettim. Olaydan birkaç gün sonra Mutasım'ın yanına gidip, bir genç çocuğun görüşünü fakihlerin görüşünden üstün tuttuğundan dolayı onu kınadım ve bunun doğuracağı kötü sonuçları dile getirdim. Memun, sözlerimin etkisinde kalarak katiplerinden birine, İmam Cevad (a.s.)'ı evine davet edip zehirlemesini emretti ve o da Mutasım'ın emrini yerine getirdi[41]
HALİFELERİN FAZİLETLERİYLE İLGİLİ TARTIŞMALAR:
İhtimalen Yahya b. Aksem'in İmam Cevad (a.s.)la tartıştığı, başka bir mecliste, Yahya halifeler hakkında bazı sorular sordu, imam'a. Önce şu rivayeti nakletti:
Cebrail Allah ve Resul'ü tarafından şöyle dedi: Ben Ebu Bekr'den razıyım, onun da benden razı olup olmadığını sor. İmam, çoğunluğu ehl-i sünnet alimlerinin oluşturduğu o mecliste şöyle buyurdu: Ben Ebu Bekr'in faziletini inkar etmiyorum, fakat bu rivayeti nakleden kimse, bütün hadis alimlerinin sahih olarak kabul ettiği şu hadise dikkat etmelidir.
Resulullah (s.a.a.) veda haccında şöyle buyurdu: Uydurma hadisler ve yalan yere bana isnad edilen hadisler çoğalmıştır ve bundan sonra daha da çoğalacaktır, yalan yere bana hadis isnad edenlerin yeri ateşle dolacaktır. Sizlere benden bir hadis nakledildiğinde onu Allah'ın kitabı ve benim sünnetimle karşılaştırın, onlarla uyum sağlarsa onu kabul edin ve bağdaşmadığı taktirde ise bir kenara atın. Şimdi senin naklettiğin hadis Allah'ın kitabıyla uyum sağlamıyor. Çünkü Allah Kur'an'da buyuruyor ki:
"And olsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız." (Kaf -16)
Allah, Ebu Bekr'in razı olup olmadığını bilmiyor muydu ki ondan sormaya gerek görüyor? Bu, aklen imkansızdır.
Bu rivayet, İmam'ın nasıl kendine has bir dirayetle o rivayete baktığını ve onu Kur'an'la karşılaştırdığını ve daha sonra reddettiğini iyice göstermektedir. Buna benzer bir metodu İmam Rıza (a.s.)'ın da uyguladığını söylemiştik. İmam Rıza (a.s.) resmen buyurdu ki: "Allah'ın kitabıyla muhalif olan bir hadisi biz kabul etmeyiz."[42]
Bundan sonra Yahya "Yeryüzünde Ebu Bekir ve Ömer'in misali, gökyüzündeki Cebrail ve Mikail'inki gibidir" rivayeti hakkında sordu. İmam (a.s.) cevab olarak şöyle buyurdu: Bu rivayetin içeriği doğru değildir.
Çünkü Cebrail ve Mikail daima Allah'a kulluk etmiş ve bir an bile günah işlememiş, isyan etmemişlerdir, halbuki Ebu Bekir ve Ömer İslam'a girmeden önce yıllarca şirk halinde, müşrik olarak yaşamışlardır. Yahya, daha sonra da "Ebu Bekir ve Ömer cennet ehlinin yaşlılarının seyyid ve serveridirler." rivayeti hakkında sordu. İmam "Cennette gençlerden başka kimse olmayacak ki onlar da yaşlıların server ve efendisi olsun." buyurdu.
Yahya "Şüphesiz ki, Ömer b. Hattab cennet ehlinin nur ve çerağıdır." rivayeti hakkında sordu. İmam buyurdu ki: "Allah'ın mukarreb melekleri, Adem, Muhammed (s.a.a.) ve diğer bütün peygamberler cennette olacaklardır. Cenneti aydınlatmak için onların nuru yeterli gelmeyecek mi ki bir de ikinci halifenin nuruna ihtiyaç duyulsun?"
Yahya "Şüphesiz ki huzur ve sükunet Ömer'in diliyle konuşur." hadisi hakkında sordu. İmam buyurdu: Ömer'in faziletini inkar etmek istemem ama Ebu Bekir ondan daha faziletli, daha üstün olduğu halde minberde diyordu ki: Benim de bir şeytanım vardır ki beni yoldan çıkartmak ister. Yoldan çıktığımda siz beni doğrultun."
Yahya "Peygamberin buyurduğu 'Eğer ben peygamberliğe seçilmeseydim muhakkak ki Ömer seçilecekti' bu hadis hakkında ne diyorsunuz." dedi. İmam buyurdu: "Allah'ın kitabı daha sadık ve daha doğrudur. Kur'an buyuruyor ki 'Hani biz peygamberlerden kesin sözlerini almıştık; senden, Nuh'tan...' (Ahzab-7).
Allah peygamberlerden risaletlerini doğru bir şekilde yerine getireceklerine dair onlardan kesin söz almıştır ve onlar da bir lahza bile O'na şirk koşmamışlardır, o halde ahidlerinin aksine nasıl amel edebilir ve ömrünün bir bölümünü Allah'a şirk koşmakla geçiren birini nasıl peygamberliğe seçebilirler? Ayrıca sizin rivayetiniz, Resulullah (s.a.a.)'den nakledilen "Adem ruh ile cesed arasındayken ben peygamberliğe seçildim" sahih hadisle çelişmektedir."
Yakup dedi ki, Resulullah (s.a.a.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Vahyin kesildiği her zaman, onun Hattab'ın oğluna indiğini zannederdim."
İmam buyurdu: "Peygamberlerin bir an bile risaletlerinde şek ve şüpheye kapılmaları caiz değildir. Ayriyeten Allah buyuruyor ki:
"Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da." (Hac-75)
Nübüvvetin, Allah'ın seçtiği peygamberden, bir süre kendisine şirk koşan birine intikal etmesi nasıl mümkün olur?
Yahya dedi ki, peygamber'den şöyle nakledilmiştir: "Eğer azap inerse Ömer'den başka kimse kurtulamaz."
İmam buyurdu: Bu rivayet Kur'an'la çeliştiğinden dolayı herhangi bir hücciyet ve itibarı yoktur.[43] Çünkü Kur'an buyuruyor ki:
"Oysa sen içlerinde bulunduğun sürece, Allah onları azablandıracak değildir. Ve onlar, bağışlanma dilemektelerken de, Allah onları azablandıracak değildir." (Enfal - 33).
İMAM CEVAD (a.s.)'IN İLMİ MİRASI
Genelde bir İmam dünyadan göçtükten sonra, ortaya çıkan bir takım zorluklardan dolayı şiaların bir sonraki İmamla irtibatı bir süre çok kısıtlı oluyordu ve hatta O hazretin diğer şehirlerdeki vekilleri bile İmam'la irtibat kurmak için birtakım zorluklarla karşılaşıyorlardı. İmam Cevad (a.s.)'ın imametinin başlangıcında O hazretin yaşının küçük olması da diğer sorunlara eklenmiş bir sorun halindeydi. Şiaların bu husustaki şek ve şüpheleri bertaraf oluncaya kadar bir süre daha geçti.
Bir başka nasda, İmam'ın on yaşına kadar imametini gizil tuttuğu belirtilmiştir.[44] Bunun kendisi de, İmam'la şiaları arasında irtibat kurmanın bir takım zorlukları olduğunu gösteren sebeplerden bir başkasıdır. Hakimlerin kendisi de bu hususta birtakım önlemler almış ve baskılar yaratmışlardı ve bu da irtibatı büyük bir derecede zorlaştırmıştı ve neticede şialar özgür bir şekilde İmamlarıyla görüşemiyorlardı.
Şiaların yapabileceği tek şey ve tek irtibat yolu imam'a mektup yazmak ve mektuplarının cevabını almaktı. Bu yüzden İmam Cevad (a.s.)'ın döneminden bu yana ve hatta İmam Rıza (a.s.)'ın zamanında bile İmamlar mektuplaşma yoluyla şialarıyla irtibat sağlayabiliyorlardı.
Ayriyeten İmam'ın kısa bir süre olan 25 sene zarfında dünyadan göçmesi şialarla ilişkisinin istenen bir düzeye gelmemesine sebep oldu. Ama aynı zamanda İmam'ın ashabının veya ashabının kitaplarında çeşitli islami konularla ilgili O hazretten naklettikleri hadisler iki yüz yirminin üzerindedir ve haliyle o günün siyasi koşulları altında İmam'ın, ashabının mektuplarına cevaben yazmış olduğu nice mektuplar şimdi elimizde mevcut değildir. İmam Cevad (a.s.)'dan nakledilen hadisleri takriben 120 kişi nakletmiştik.[45] Şeyh Tusi, İmam Cevad (a.s.)'dan hadis rivayet edenlerden 113 kişinin adını saymıştır.
İmam Cevad (a.s.)'dan nakledilen bu kadar hadisten, o hazretin ilmi yüceliği, fıkhi, tefsiri ve akidevi konular hakkındaki ihatası ve de dua ve münacat hususundaki azameti iyice anlaşılmaktadır. İmam'ın geride bıraktığı az ama öz cümleleri arasında öyle cümlelere rastlanmaktadır ki, İmam'ın ahlaki kemalatını gözler önüne sergilemektedir.
İmam'dan rivayet edilen kısa cümlelerin bazısını İbn-i Sabbağ-ı Maliki "Fusul-ul Muhimme" kitabında nakletmiştir, onun yanı sıra bu sözler "Tuhaf'ul Ukûl" ve diğer hadis kaynaklarında sık sık göze çarpmaktadır. İmam'ın fıkhi rivayetlerinin büyük bir bölümünü O hazretin, çeşitli bölgelerdeki ashabının kendisine yazmış olduğu mektupların cevabında aramak gerek.
İMAM'IN BATIL FIRKALARA KARŞI TUTUMU:
imam Cevad (a.s.) kendi dönemindeki fırkaların şialara karşı aldıkları tavır ve tutumu şialara izah ediyordu. O fırkalardan biri Allah'ın cisim olduğuna inanan Mücessime fırkasıydı. İmam onlar hakkında şialara şöyle buyuruyordu: "Allah'ın cisim olduğuna inanan birine bağlanarak namaz kılamaz ve ona zekat veremezsiniz.[46]
imam Cevad (a.s.)'ın dönemindeki o fırkalardan biri de Vakıfiyye idi. Onlar da şialar karşısında bir engel teşkil etmişti. Bunlar, önceden de belirtiğimiz gibi, İmam Kâzım (a.s.) şehadetinden sonra O hazrette baki kalıp oğlu Ali b. Musa (a.s.)'ın imametini kabul etmediler. Vakifiyye'den olan birine bağlanıp namaz kılma hususunda İmam'a sorulunca İmam, şiaları böyle bir şeyi yapmaktan nehyetti.[47]
Zeydiye de şiadan ayrılan bir fırka idi. İmam Sadık (a.s.)'ın hayatıyla ilgili bölümde, Zeydiye hakkında ve Sadık İmamların onlara karşı tutumları hakkında bahsetmiştik. Bir takım özel durumlarda Zeydiye'nin İmamiye'ye olan düşmanlığı ve onların hidayet imamları hakkındaki kötü davranış ve düşünceleri, İmamların onlara karşı sert bir tavır almalarına sebep oldu.
İmam Cevad (a.s.)'dan nakledilen.bir rivayette Vakifiyye ve Zeydiye'nin "O gün yüzler eğilirler, çalışıp çabalarlar, zahmete girip yorulurlar." (Gaşiye: 2-3) ayetinin mısdaklarından olduğu ve bu yüzden de Nasibi'lerle aynı sırada tutulduğu görülmektedir.[48]
Gulat da, şiarım adının kötüye çıkmasında büyük bir rol oynadığı için İmamlar tarafından dışlanmış ve İmamların hışmına uğramışlardı. Bunların bazı durumlarda şialar için ortaya çıkardıkları tehlike çok ciddi boyutlar kazanıyordu. Çünkü bunlar şia imamları adına bazı rivayetler uydurarak, imamların izinden giden şiaları saptırmaya çalışıyorlardı.
İmam Cevad (a.s.), Gulat'ın büyüklerinden plan Eb'ul Hattab hakkında şöyle buyurdu: "Allah lanet etsin Eb'ul Hattab'a, onun ashabına ve onlar hakkında lanet etmekte tereddüt eden kimselere."[49]
Daha sonra İmam, Ebu Gamr, Cafer b. Vakid ve Haşim b. Ebi Haşim'e işaret ederek onların halktan faydalanmak için İmamlardan yararlandıklarını ve ilim öğrendiklerini hatırlattıktan sonra onları da Eb'ul Hattab'la aynı kefeye koydu ve hâttâ bir rivayette İshak Anbari'ye şöyle buyurdu:
"-Kendilerini İmamların sözcüsü diye tanıtan- Gulattan olan Ebu Semhari ve İbn-i Eb'iz Zerka adındaki iki kişi her ne pahasına olursa olsun öldürülmelidirter." İshak imam'ın emrini yerine getirmek için çalışıyordu, fakat onlar İmam'ın bu emrinden haberdar olunca İshak'tan gizlenmeye çalıştılar, ona görünmediler. İmam'ın böyle bir karar vermesinin sebebi, onların şiaları munharif etmede çok hassas bir rol oynamaları idi. [50]
2
9-İMAM MUHAMMED TAKİ(CEVAD)(a.s) 9-İMAM MUHAMMED TAKİ(CEVAD)(a.s)
İMAM CEVAD(a.s.)'IN ASHABI
İmam Cevad (a.s.)'m ashabının büyük bir bölümünü O hazretin değerli babası İmam Rıza (a.s.)'ın ashabı ve onların oğulları teşkil etmişti. Onların bir grubu İmamların hadislerini içeren değerli telifler geride bırakmışlardır.
Hz. Abdül Azim Haseni, İmam Cevad (a.s.)'ın ashabından biri olup O hazretten fazla miktarda hadis nakletmiştir. Hz. Abdül Azim Haseni Rey'e yerleşerek Ehl-i beyt (a.s.) hadislerini yaymaya başladı. Hz. Abdül Azim'in faaliyetleri sayesinde Rey şehrindeki şialar çoğaldı ve şiilik de yayılmaya başladı[51]
İmam Cevad (a.s.)'ın ashabından biri de, Ebu Haşim diye meşhur olan Davud b. Kasım'dır. O da İmam'dan büyük bir miktarda hadis nakletmiş olup, İmam'ın en seçkin ashabından biriydi. Ebu Haşim, Cafer b. Ebi Talib soyundan idi, o hazret rical kitaplarında methedilmiş ve iyilikle anılmıştır.
Ali b. Mehziyar da İmam Cevad (a.s.)'ın ashabından biri olup, şialar tarafından tanınmış ve değerli bir şahsiyettir. Necaşi'nin yazdığına göre o hem İmam Rıza (a.s.) ve hem de İmam Cevad (a.s.)'dan rivayet nakletmiştir.
Ali b. Mehziyar İmam Cevad (a.s.)'ın en yakın dostlarından biri idi, İmam ona ihtiramlı davranmada, ikramda bulunmada özel bir inayet gösteriyordu.[52] Onun İmam Cevad (a.s.)'dan naklettiği rivayetler nisbeten daha fazladır.[53] Necaşin'in yazdığına göre İbn-i Mehziyar, Fatehi mezhebine mensup olan Ali b. Esbat ile birtakım tartışmalara girişmiş ve çeşitli konular hakkında tartışmıştır ve nitekim tartışma konularını İmam Cevad (a.s.)'ın yanına getirmişler ve bu da Ali b. Esbat'ın, batıl inancından dönmesiyle son bulmuştur.
Hayran'ül Hadim, İmam Cevad (a.s.)'ın vekillerinden biriydi ve Keşşi de onu kitabında zikretmiştir.[54]
İbrahim b. Muhammed-i Hamdani de İmam Cevad (a.s.)'ın vekillerinden bir başkasıdır. O da İmam'dan bazı rivayetler nakletmiştir.[55]
Anmet b. Muhammed b. Ebi Nasr el-Bazenti de İmam Cevad (a.s.)'ın ashabından biri olup üzerinde icma edilen ashaptan biridir. Aynı zamanda o, İmam Rıza ve İmam Cevad (a.s.)'ın en yakın, en has şialarından idi. Bütün rical alimleri onu methetmiştir.
Bazenti 221 yılında dünyadan göçmüştür. İbn-i Nadim onu ve İmam Rıza (a.s.)'ın hadislerini içeren onun kitabını zikretmiş ve "el-Cami" ve "el-Mesail" kitaplarının da onun eserlerinden olduğunu söylemiştir.[56]
İRAN ŞİALARININ İMAM CEVAD (a.s.)'LA İRTİBATI
İslam ülkesinin her yerinde İmami şialar yaşamaktaydı. Onların büyük bir bölümü Bağdat, Medain, Sevad-ı Irak'da,[57] bir grubu da İran'da ve o günün diğer bölgelerinde yaşamaktaydı. Bunlar (a.s.) hazretin vekilleriyle irtibat kurmanın yanı sıra hac mevsiminde de Medine'de imam'ın kendisiyle görüşüyorlardı. Usul-u Kafi'de nakledilen bir rivayetten anlaşılıyor ki, İman Cevad (a.s.)'ın şialarından bir grubu da Mısır'a yerleşmiş ve orada yaşıyordu.
Bu rivayette Ali b. Es-bat şöyle diyor: "Mısır'daki ashablarımıza İmam'ı dakik olarak vasfedebilmem için İmam'ın boyuna dikkatle bakıyordum.[58] Başka bir rivayette de Horasan şialarından birinin İmam Cevad (a.s.)'ın huzuruna geldiği zikredilmiştir.[59] Hürr b. Osman-i Hamdani'den nakledilen rivayette ise Rey şehrinin şialarından bir grubunun İmam Cevad (a.s.)'m huzuruna geldiği belirtilmiştir.[60] Bildiğimiz kadarıyla Rey şehrinde daima şialar yaşamış ve zamanın geçmesiyle de sayıları artmıştır.
[61] Kum kenti de şianın en önemli merkezlerinden biri olmuştu. İmam Cevad (a.s.)'ın döneminde Kum'daki şialar o hazretle yakın temaslar kurmuşlardı. Şeyh-ül Kumiyyin Ah-med b. Muhammed b. İsa, İmam Rıza (a.s.)'ın, ondan sonra İmam Cevad (a.s.)'ın ve ondan sonra da İmam Hadi (a.s.)'ın ashapları arasında yer almış ve hatta İmam Hasan Askeri (a.s.)'ın huzurunu da terk etmiştir. O, hadis üzerine bir çok teliflerde bulunmuştur.[62] Salih b. Muhammed b. Sahi,
İmam Cevad (a.s.)'in ashabından bir diğeri idi. İmam (a.s.) onu Kum şehrinde vakıf işleriyle sorumlu tayin etmişti.[63]
Başka bir rivayette şöyle denmiştir: Best ve Secistan ahalisinden biri hac mevsiminde İmam'ın huzuruna gelip şöyle dedi: "Bizim valimiz Ehl-i beyti sevenlerden ve size ilgi duyanlardan biridir. Benim de divana borcum var, bu hususta ona bir mektup yazın, beni zor durumda bırakmasın." İmam "Onu tanımıyorum." buyurdu. Dedim ki: "O siz Ehl-i beyti sevenlerdendir". İmam bir kağıt alarak şöyle yazdı: "Bu mektubu getiren şahıs mübarek bir inancı senden nakletti.
Yaptığın her iyi amel kendine aittir, o halde kardeşlerine iyilik et ve şunu da bil ki, Allah o amellerini tek tek ve amellerinin her zerresini senden soracaktır." Mektubu İmam'dan aldım, fakat Secistan'a varmadan önce Hüseyn b. Abdullah-i Nişaburi (Vali) bu haberi duyup şehrin on kilometre dışında beni karşılamaya gelmişti. Hazretin mektubunu ona verdim, mektubu alıp öptü ve gözünün üzerine koydu ve "Hacetin nedir?" dedi. "Hükümete borcum var." dedim. Hüseyn b. Abdullah onun maliyat borcunun ve vali olduğu sürece ondan maliyat alınmamasını emretti. Daha sonra yaşantım ve geçimim hakkında sordu ve daha sonra da adamlarına benim için belirli bir gelir bağlamalarını emretti.[64]
Ali b. Mehziyar da İmam Cevad (a:s.)'ın ashabından biridir. Ali b. Mehziyar aslen nasrani idi ve müslüman olduktan sonra İmam Rıza (a.s.)'ın en yakın ashabından ve ondan sonra da İmam Cevad (a.s.)'ın ashabından oldu. O Hindvan adındaki bir Fars köyü ahalisindendi ancak sonraları Ahvaz'a yerleşti.[65]
Şia imamları ile şiaları arasındaki mevcut ilişkiler hakkında dakik bir inceleme yapıldığında, bu ilişkilerin İmam Rıza (a.s.)'ın zamanından itibaren daha da geliştirildiği anlaşılmaktadır. Bu da bir anlamda bu İmamlar zamanında, o bölgedeki şiaların arttığını gösterir.
İmam Rıza (a.s.)'ın Horasan'a gelmesi ve İmamların İran'ın muhtelif yerlerinde vekillerinin olması sayesinde bu irtibat gelişmiştir. İmam Bakır (a.s.)'ın zamanından bu yana, İmamların ashabının Ehl-i beyt hadislerini içeren kitaplar telif etmeleri, gün geçtikçe İmamların ve şialarının kültürel ve fikirsel faaliyetlere önem verdiklerini göstermektedir. Ve bunun da şia fıkıh ve itikadlarının bu bölgelerde yayılmasında büyük payı vardır.
Ashabın takiyyeden dolayı gizli tutulan kitaplarından rivayet nakletmek hususunda İmam Cevad (a.s.)'dan sorulduğunda İmam şöyle buyurdu: "Onlardan rivayet nakledin, çünkü onların tümü hak ve sahihtir".[66] Böylece şialar babalarının eserlerini yayınlamak ve ihya etmekle temel olan şeye yani şia fıkhına güç kazandırdılar. Ayriyeten onlar, munharifler tarafından bir kenara atılan şia fıkhının müsellematını yaymak için onlara amel etmekle vazifelendirildiler. Bir hacmin en faziletli amellerinden sayılan temettü haccı onlardan biriydi.[67]
[1] Ravzet'ül Vaizin, s: 208.
[2] Keşf'ül Gumme, c: 2, s: 243. Bu husustaki aşka görüşleri öğrenmek için bakınız: Müsned'ül imam'il Cevad, s: 11-15.
[3] "Navbe" Mısır'ın güneyindeki geniş araziye denmektedir.
[4] Usul-u Kafî, c: 1, s: 492. Tahzib, c: 6, s: 90.
[5] Fırak'üş Şia, s: 91.
[6] Delail'ül İmamet, s: 204.
[7] Uyün'ül Mucizat, s: 119.
[8] Ravzet'ül Vaizin, s: 203.
[9]Menakib (İbn-i Şehr Aşub), c: 2, s: 429. Müsned'ül imam'il Cevad, s: 29-30 ve 222.
[10] Fırak'üş Şia, s: 88. el-Makalat vel-Fırak, s: 95.
[11] Usul'uKafi, c: 1,s:383.
[12] Fırak'üş Şia, s: 88. el-Makalat vel-Fırak, s: 94- 95
[13] Bihar'ul Envar, c: 50, s: 99-100 (Uyun'ul Mücizat'ın nakline göre s: 119). Bakınız: isbat'ül Vasiyyet, s: 213.
[14] Usûl'u Kafi, c: 1,s: 314.
[15] el-Fusul'ul Muhtare, s: 256-257.
[16] İrşad (Şeyh Müfid), s: 317. A'lâm'ül Vera, s: 330.
[17] Müsned'ül İmam'il Cevad, s: 250-333. Biz bu mecmuamızda Üstadın bu yazılarından büyük bir ölçüde yararlanmış ve bu belgelerin tanzimindeki üstadın faaliyetini en değerli kültürel hizmetlerden bilmekteyiz.
[18] Bihar-ül Envar, c: 50, s: 18, 36.
[19] ) Beyhak Tarihi, s: 46.
[20]İmam Cevad'ın Siyasi Hayatı, s: 65. Bazılarının naklettiği rivayet budur, ancak sonradan da değineceğimiz gibi imam Cevad (a.s.)'ın 215 yılında Bağdat'a geldiğine dair Taberi'nin rivayeti daha çok nakledilmiştir.
[21] Tarih-i Taberi, c: 7, s: 149. el-Bidaye ven-Nihaye, c: 10, s: 260.
[22] İrşad (Şeyh Müfid), s: 319.
[23] Irşad, s: 319-32.
[24] Tarih-i Taberi, c: 7, s: 190 (215 yılında gelişen olaylar). Bağdat Tarihi, c: ?, s: 142-143. Musul Tarihi, s: 215. el-Kamil Fit-Tarih, c: 6, s: 417. Müsned'ül imam'il Cevad, s: 55. el-Hayat'üs Siyasiyye lil-imam'il Cevad, s79
[25] el-Hayat'üs Siyasiyye lil-lmam'il Cevad, s: 68-75.
[26] Usul-u Kafi, c: 1, s: 492-493.
[27] Irşad (Şeyh Müfid), s: 326.
[28] Fusul-ul Mühimme (Maliki), s: 276
[29] Seçkin Tarih "Tarih-i Kuzide", s: 205-206.
[30]el-Eimmet'ül isna Aşer (İbn-i Tulün), s: 103. Şuzürat'üz Zaheb,c: 2, a: 48.
[31] Bihar'ül Envar, c: 50, s: 8.
[32] Fusul-ul Mühimme, s: 275.
[33] Muruc-uz Zaheb, c: 3, s: 464.
[34] el-Eimmet'ül İsna Aşer, s: 104. Fusul'ul Mühimme. s: 276.
[35] İrşad (Şeyh Müfid), s: 323. Bihar'ül Envar, c: 50, s: 79-80
[36] Usul’ü Kafi c1 s323
[37] Rayyan b. Şabib, muvassak ve itim ad edilir ravüerdendir, Rayyan Horasan'da imam Rıza (a.s.) ile beraberdi ve sonraları Kum'a yerleşti. Rayyan, Sabah b. Nasr-ı Hindinin İmam Rıza (a.s.)'dan naklettiği rivayetleri derleyip bir araya topladı. Bakınız: Necaşi, s: 165.
[38] İmam Rıza (a.s.)'ın yaşamı hususunda bahsettiğimiz şeylerden dolayı ve zikrettiğimiz sebeplerden ötürü Memun'un iddialarını kabul edemeyiz. İbn-i Şü'be'nin rivayetlerinde şöyle belirtilmiş: Memun'un kendisi imam Cevad (a.s.)'ı dize getirmek için Yahya b. Aksem'in onunla tartışmaya girmesin isledi. Tuhaf'ul Ukûl, s: 335.
[39] Zahebi diyor ki: Yahya büyük fakihlerden biriydi ve Hicri 242 yılında ölmüştür. Mizan'ül itidal, c: 4, s: 361-362.
[40] irşad, s: 46-51. Fusul'ul Mühimme, s: 267-271. Tefsir'ul Kumî, c: 1, s: 183. Tuhaf'ulUkûl, s: 335.
[41] Tefsir-i Ayaşi, c: 1, s: 319. Müsned'ül imam'il Cevad, s: 181-183.
[42] Tevhid (Şeyh Saduk), s: 110. Usul-u Kafi, c: 1, s: 95.
[43] el-lhticac, c: 2, s: 245-249.
[44] Isbat'ül Vasiyye, s: 215.
[45] Bu rakam, Üstad Atarudi'nin "Müsned'ül İmam'il Cevad'da belirttiği üzeredir.
[46] Tevhid (Şeyh Saduk), s: 101. Tahzib, c: 3, s: 283.
[47]) Men La Yahzuruh'ul Fakih, c: 1, s: 379.
[48] Rical-i Keşşi, s: 391. Müsned'ül İmam'il Cevad, s: 150.
[49] Rical-i Keşşi, s: 444.
[50] Rical-i Keşşi, s: 444.
[51] Üstad Atarudi "Abdül Azim Haseni, Hayatuhu ve Müsneduhu" adında bir kitap yazmıştır, onun kısa bir bölümü "Müsned'ül imam'il Cevad" s: 298-308 de zikredilmiştir..
[52] Rical-i Necaşi, s: 177.
[53] Müsned'ül imam'il Cevad, s: 316.
[54] Rical-i Necaşi, s: 508.
[55] Cami-ur Rüvat nakline göre; Müsned'ül imam'il Cevad, s: 252.
[56] el-Fihrist, s:.276.
[57] el-Gaybet, s: 212.
[58] Usul-u Kafî, c: 1, s: 384.
[59] es-Sakib, s: 208.
[60] es-Sakib, s: 208.
[61] iran'da Şiilik Tarihi, s: 190-192.
[62] Müsned'ül imam'il Cevad, s: 265.
[63] Tahzip c4 s140 İstibsar c2 s60
[64] Usul-u Kafi, c: 5, s: 11i. Tahzib, c: 6, s: 336.
[65] Müsned'ül imam'il Cevad, s: 315.
[66] Usul-u Kafi, c: 1,s: 53.
[67] Usul-u Kafi, c: 4, s: 291. Tahzib, c: 5, s: 30.
3