10- İMAM ALİ NAKİ (HADİ) (AS) 10- İMAM ALİ NAKİ (HADİ) (AS)
Hüccet'ül İslam RESUL CAFERİYAN
Çeviren: Cafer BAYAR
KEVSER SURESİ
Rahman Rahim Allah'ın Adıyla
"Şüphesiz biz, sana kevseri verdik.
. Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
Doğrusu asıl ebter (soyu kesik olan) sana kin duyandır."
TAKDİM
Bu güne kadar müslümanlar, bilhassa biz Ehl-i Beyt mensupları, Masum İmamları, yolumuza ışık tutacak ve aydınlatacak bir şekilde tanıyamamışız. Tanımışsak da onlar hakkındaki bilgimiz mantıkî ve aklî yönden daha ziyade atifî bir yön taşımaktadır.
Bunun nedenini anlamak için İslam toplumuna, bizzat şii toplumlarına hüküm süren siyâsetleri incelemek gerekir. Masum İmamlar, halifelerin, İslam toplumunu medine-i fazı-ladan uzaklaştıran, öz Muhammedî (s.a.a.) islam'ı gerçek rotasından saptıran yanlış tutum ve tavırları karşısında her yönlü bir mücadele başlatmışlardı.
Haliyle hilafetin temelini sarsacak bir mahiyette olan bu mücadeleye karşı halifeler de ellerinden geleni yaptılar. Bu doğrultuda Masum İmamlar'a zulüm ve haksızlık ettiler, onların toplum arasındaki itibarını düşürmek ve Şiiliğin temelini kazrmak için geniş çaplı bı'r karalama politikası seçtiler.
Bununla da kalmayıp Ehl-i Beyt mensuplarını katletmeye başladılar... Kısacası hakim düzenler Ehl-i Beyt İmamlarını halktan koparmak en azından faaliyetlerini kontrol edebilmek için engel üstüne engel çıkardılar, halkın bilinçlenmesini önlediler ve buna parelel olarak da itibâr kazanmak için zulüm saraylarının vitrinine satılmış, şartlanmış alimleri de kattılar. Böylece de tarihimize, ^günümüze ve gelecek nesillerimize ışık tutan, yön veren bu mücadeleyi bir ibham girdabında tutmaya çalıştılar ve bu doğrultuda nisbeten başarı sağladılar.
Masum İmamların mazlu-miyeti, tarihin bütün dilimlerinde doğal olarak şiaların atife ve duygularını coşturmuşsa da onların kendi İmamlarına karşı duydukları gerçek sevgi ve bağlılıklarını sergileyen bu doğal tavır bile egemen siyasetçilerin ard niyetli saldırılarına maruz kalmış ve hatta bazen onun pasifleştirici yönü daha çok ağırlık kazanmıştır.
İmam Humeyni (r.a.) önderliğinde İran İslam İnkılâbının başarıyla sonuçlanması, İslam'ın siyasal, toplumsal, kültürel, iktisadî ve askerî metod ve ilkelerinin yeniden gözden geçirilmesini gerektirirken, aydın kesimin dikkatini, Masum İmamların yaşantısında daha dikkatle incelemeye, daha derinden düşünüp araştırmaya çekti, özellikle de yukarıda belirtilen alanların, bu İmamların veya Mukaddes İslam Cumhuriyeti düzenindeki yetkililerin bizzat hayatlarının her yönünde tamamen parlaması öz Muhammedi (s.a.a.) İslam'dan güzel bir örnek sergilemektedir, bizlere.
"Masum imamların Fikrî ve Siyasî Hayatı" adındaki kitabımız bu doğrultuda olup, Masum İmamların hayatlarını siyasî ve fikrî açıdan maharetle incelemeyi üstlenmektedir.
Toplumumuzda Masum İmamların bu yönü mübhem kaldığından, daha doğrusu gizli tutulduğundan dolayı, İslamî faaliyetlere yön vermesi için KEVSER yayıncılık olarak bu boşluğu doldurmak istedik. İnsanımıza faydalı olmasını diliyoruz.
Üstad Allame Seyyid Cafer Murtaza'nın ÖNSÖZÜ
Masum imamların tarihleri etrafındaki bazı önemli hususlar:
Masum imamların yaşantısı, amel ve tavırları hakkında inceleme yapmak, fertlerin bireysel özelliklerinden ve onların şahsiyetini belirleyen özelliklerden bahsetmek değil; bilakis İslam'ın çeşitli boyut ve alanlarından ve de onca kapsamlılık, asalet ve derinliği ile onların özelliklerinden bahsetmektir.
Bu durumda hiç bir tarihçi ve araştırmacı islam'ın bütün hakikatlarini doğru bir şekilde ve derinden idrak etme gücüne sahip olmadıkça, İslam'ın, imamların bütün yaşamında ve şahsiyetlerinin özünde yarattığı gerçek etkiye vakıf olmadıkça ve bu etkilerin, onların kendi etraflarına karşı yaptıktan amellere, hal ve tavırlara nasıl yansıdığını bilmedikçe, imamların hayatına tamamen aşina olamaz ve onların takındıkları tavır ve davranıslarındaki hassas noktalan, canlı şahsiyetlerini gerçek ve kamil bir şekilde aktaramaz.
İmamların düşünce, ilim, fazilet, ihlas ve ruhsal özelliklerine sahib olmak İçin belli bir yol katetmiş birinden başka, hiç bir kimsenin İmamların bu alanlardaki makam ve mevkisine varma aşamasında olduğunu ya da bu yüce makama varmaya muvaffak olmuş olduğunu iddia ettiğini sanmıyoruz: Biz nerede, onlar nerede, hatta bunlardan bir derece aşağı kimseler nerede?
Aynı zamanda bu, aciz kalarak onlardan yararlanmadan kaçınmamız anlamına gelmez. Mecburen bu konunun derinliklerine inmeli, coşkun dalgalarına atılmalı ve bu konunun hayır, bereket, ibret ve öğütlerinden yükümüzü tutmalıyız ki gücümüzün yettiği kadar ve imkanımız elverdikçe yararlanalım. Bunun kendisi doğruluğa götürür, hayrın esas ve temeline yüceltir. '
Değerli kardeşimiz Hüccet-ül islam Caferiyan sadece kalbini aydınlatmak, akıl ve ruhunu bu nur denizine daldırmak ve ondan hayır ve bereket almak için çaba sarfetmiş ve bu nurların coşkun denizine atılmıştır. Allah çabası karşılığında onu mükâfatlandırsın ve hayır, doğruluk, kurtuluş ve temizlik yoluna iletsin.
KONUNUN UFUKLARI
İmamlar, ve onların hakkındaki olaylar üzerinde inceleme yapmanın, fertlerin tarihi olmadığını bilakis onun, Allah'ın, insan tarihi boyunca peygamberlerin dilek ve çabalarının tecelli etmesini istemiş olduğu insanın "ilahi hidayet ve eğitim" tarihi olduğunu öğrendik. İmamlar yeryüzünde (kelimenin tam anlamı ve bütün yönleriyle) ilahî halifeliğin canlı tecessümü ve yüce örneğidirler.
Evet kamil şahsiyet onlarda tecelli ve tecessüm etmiş ve öyle kamil birer insan olmuşlar ki bilinç, irade, hikmet ve mukavemet ile yaşamın bütün zorluklarına göğüs germişler, yaşam da bütün olumsuz yönleriyle, içinde taşıdığı felaket, zorluk bela ve sıkıntılarla onları karşılamıştır.
Ancak hayat, ilahi iradenin devamı olan bu ilahi insanın iradesine boyun eğmiş ve bu insanın bilinci karşısında teslim olmuştur. O ilahi gözle bakar, onun hikmet ve dayanıklılığı yaşamın zorluğuna, kahrına karşı koyduğu için böyle bir üstünlük sağlamıştır, bu başarı ilahi talim ve himaye yardımı ve Allah'ın tevfik ve teyidiyle gerçekleşmiştir.
İmamların hayatlarını, onlar için özel bir durum doğuran ve onları her alanda onunla yaşamaya ve karşılaşmaya mecbur eden bütün şart ve durumları tanıma ve idrak etmeye olan ihtiyacımız işte burdan aydınlığa kavuşmuş oluyor.
Bu ihtiyaç, ister bazılarına göre imamların özel yaşamlarının belli bir alanında sınırlı tutmalarından kaynaklanmış olsun, isterse bizim ele aldığımız, siyasi, sosyal, ahlâkî v.s. gibi öğretilerden . ibaret olan toplumun genel hayatının geniş bir dairesinde ele alışımızdan kaynaklansın, zaruri bir meseledir.
Bu söylenenlerin tümü bir gerçeği teyid ediyor, o ise imamların geniş kapsamlı ufuklarına küçük dahi olsa bir baca açmak isteyen her araştırmacının gerekli şahit ve delillerin en azıyla yetinmek istese bile karşılaşacağı zorluk ve zahmetten ibarettir.
İKİ SORU:
Bunları göz önünde bulundurarak önce şu soruya hemen cevap vermek gerekir; elde bulunan belge ve kaynaklar böyle önemli bir konuyu halletmemiz ve bu amaç ve gayenin gerçekleşmesi için yeterli midir?
Eğer sorunun cevabı olumsuz ise başka bir soru yöneltmeli. Elimizde bulunan belge ve kaynaklardan çok yönlü, geniş ve istenen bir düzeyde yararlanabilir miyiz?
Bu sorunun cevabı da önceki sorunun cevabı gibi olumsuz olacaktır. Elimizde bulunan kaynaklarla onların hayatını anlama ve yaşantılarının geniş ufuklarına ulaşma sahasında başarı elde edemeyeceğimizi herkes bilmektedir. Yapmamız gereken işin durum ve hallerini belirleyip bu işlerde yararlanacağımız araçlar için bir ön hazırlık yapamadığımızı söylersek aşırı gitmiş sayılmayız. Hatta düzenli ve modern bir üslupla genel bilgileri sunmak ve sahip olduğumuz değerli mirasın gerçek değerini tanımaya bizi yönelten kısa bir fihrist bile gösterememiş.
Olduğumuz gibi ilk kaynakları araştırmaya, arındırmaya, daha sonra da onlarla temel kaynaklar a-rasında bağlantı kurmaya ve ayriyeten onların dikkate alınan sonuçlardaki etkilerini sınırlı bir alanda bile olsa bilimsel, ve faydalı bir şekilde inceleyememişiz. Orda burda kendileri üzerinde bahs ve istişare etmede başarılı olamadığımız dağınık işaretler görüyor isek de bu işaretler karşılıklı olarak aralarında var dan diğer konu ve etkilere karşı olan bağlılıklarını belirleyememişlerdir.
APAYRI İKİ TARİH:
işi daha da zorlaştıran ve engel icad eden şey imamların hayatını, onların içerisinde yaşadıktan tarihi aşamaların olaylarını zapteden tarihin yanında inceleme mecburidir. Biz, bu iki tarihi olayları farklı siyasetleri ve tarihî değişmeleri doğru bir görüş edinmek için önceden hiç bir araştırma tecrübesine sahip olmayan bir araştırmacının önüne serersek dolayısıyla bu iki tarihin hiç bir bütünlük ve bağlılığı olmadığını anlayacak.
İmamların bu olaylar ortamında yaşamadıklarını, etraflarında olup bitenlerden habersiz olduklarını, dışa kapalı ve başkalarıyla hiçbir ilişkisi olmayan kendilerine özgü bir alemde yaşadıklarını, başkalarının da imamların dünyasıyla uzaktan-yakından hiç bir bağlantısı olmayan daha başka bir dünyada yaşadıklarını sanacaktır.
Oysa ki bu gelişme ve değişmelerin hakikatine vakıf olan ve siyasetin farklı alanlardaki rolünü algılayabilen şuurlu ve bilinçli bir araştırmacının tasavvuru kesinlikle öncekinin tam tersi olacaktır. O, imamların olaylarla yakından ilgilendiklerini ve etraflarında olup biten her olay karşısında yol gösteren uyandırıcı risaletlerinin rolünü ifa ettiklerini, çoğu zamanlar da toplum ve ümmet düzeyinde onların siyasi, kültürel ve ahlaki hayatlarını etkileme yönünden en derin tavır ve tutumlara sahip olduğunu anlayacaktır. Böylece onların ilk bakışta, yaşamış olduktan ve karşılaştıktan bilinen sahalarda bıraktıktan derin etki daha iyi anlaşılır.
UYDURMA VE ASALET:
Bu iki tarih arasında bulunan ihtilafın sebeplerini idrak etme alanında bir hakikate dayanmalı, o da şundan ibarettir: İmamların yaşamının bir bölümünü ve onların takındıkları hal ve tavırları zapteden bir grubun, imamların da, içerisinde yaşamış olduktan genel tarihi yazan başka bir grupla mefhum, hedef ve beklentileri anlamada ve aynı şekil kendi gaye ve amaçlan bakımından pek fazla büyük bir farklılık var. Bundan daha önemli, bu iki grupdan her birinin kendisi için benimsediği ve onun doğrultusunda hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırt ederek farklı tarihî olayları ret veya kabul etmede ve onlara giriş-çıkışta kabullendikleri ölçü ve esaslar-tarda açıkça bir bağdaşmazlık söz konusu, öyle ki bu ölçü ye esasların temel olduğunu ve bu zaman daimlerinin genel tarihini yazmış, ona "İslamî Tarih" adını vermiş ve onun doğrultusunda hareket etmiş olan kimselerin yazdıktan bu tarihin uydurma ve saptırıcı olduğunu ve bunların, sapıklığı tesbit, tekid ve cevaz verme, daima ayakta tutmak ve sağlamlaştırmak istediklerini görmekteyiz.
Biz, bu sözü taassuba dayanarak ve bir itham olarak tarihe ve tarih yazarlarına maletmiyoruz. Herkesin, bu mevcut ve yazılı tarihin millet ve ümmetlerin tarihi olmadığını itiraf ettikleri bir hakikattir.
Bu nedenle ümmetlerin yaşantılarındaki hareketlenmeleri ve onların içine düştükleri elemleri bizlere açıklayamaz. Bu tarih sultanların, hakimlerin ve onlara bağlı olan çevrelerinin tarihidir. Hatta bu kitaplar sultanların tarihinde bile onların hayatının hakikatini dikkatli ve güvenilir bilgilerle sergileyemez.
Çünkü sultanların hoşnut olduktan, onların maslahatlarını temin ve sultalarını sağlamlaştıran şeylerden başkasını yazmaya kadir olamamışlardır, hatta bunlar tamamen saptırılmış ve gerçek dışı olsa bile. Bu nedenle hür ve özgürce kendi yazılarını düzenleyen bir tarihçi mevcut olamamış veya pek az bulunmuş. Çünkü böyle bir tarihçi sadece Ali'nin (a.s.) bir faziletini rivayet eden birinin nasıl sultanların gazabına uğramış olduğunu ve yüzlerce kırbaç vurulduğunu veya Neseî gibi Muaviye'nin faziletini söylemediği ve Ali'nin (a.s.) faziletlerini söylediği için kavmî asabiyetlerden dolayı 300 hicri yılında Şam'da öldürüldüğünü veya Taberi gibi ömrünün sonlarında Hz. Ali'nin (a.s.) faziletlerini nakletmeye birazcık meyillendiğinde Hanbeliler tarafından evinin taş yağmuruna tutulduğunu bilmektedir.
Tarihçilerden biri Adem ile Musa'nın tartışması hakkında bir rivayet nakleder, daha sonra Adem'in ölümü ile Musa'nın doğumu arasındaki yüzlerce yıl zaman mesafesini görür, bu yüzden de Adem ile Musa nasıl karşılaşmış olabilirler soru sunu dile getirir, ancak tarihi rivayetlere bu gibi eleştiriler yöneltilmesin diye zamanın halifesi onun için celladı sesler1.
Araştırma ve zaman sarfetme ile daha nice örnekler elde edilebilir. Bu konuya ilaveten, yazılmış olan o miktar bile hu-rafi, yanlış ve muğlak olarak yazılmıştır. En azından onların çoğu, değer taşımayan ve aklî mantıkla bağdaşmayan çirkin taassuplar veya mezhebi bağlılıklarla etkilenmiş ve yazar, izah ve tashih için bahs ve tartışmanın en iyi üslûp ve metod olduğu inancını taşımıyordu. Bu meselelerin yaraşıra, yazarların gayri meşru ve sorumsuzca heves ve arzular taşımaları, kendi maksat ve hedeflerine ulaşabilmeleri için tahrif ve aldatmaya neden olmuştur.
Bu konu ve diğer konulan dikkate almakla bir araştırmacının tarih kitaplarında, sultanların ve çirkin planlarının karşısında duran kimselerin gerçek şahsiyetlerini görememesi doğal bir şeydir. Onların mezhebî bağlılıklarının, kavmî asabiyetlerinin ve sapıklıklarının bazı mutaassıb taraftarları karşısında duran kimseler toplumun siyasî, sosyal, İlmî ve ahlakî hayatı esasında pek derin ve önemli etkiler yaratan şahsiyetlerdir.
Bu şahısların gerçek yüzlerini gösterebilen güvenilir kalem sahiplerinin görüşlerini benimsememiz gerektiğini burdan anlıyoruz. Aynı şekil bazı sultanların dikkat etmemeleri, söylenmesinden tehlike görülmeyen veya onları nakleden tarihçilerin başka bir amaç peşinde olmaları gibi bazı nedenlerden dolayı bu kitaplarda dağınık bir şekilde yer alan bir çok önemli ve gerçek noktaları da toplamamız gerek.
İFRAT VE TEFRİT:
Burda, şu konuya değinmemiz gerekir; bazıları İmamların tarihini ve onların takip ettikleri siyaseti anlayıp beyan ettiklerinde, imamların "gayb'tan yararlandıklarını açıklarken aşırı gidip ifrat etmişler ve onları yaşamın hakikatından ve değişimlerinden uzak tutmuşlardır. Bu gibi insanlar imamları
1) Tarihi Bağdat, c: 14, k 7-8/B-Biday»tu ve En-Nihay»tü, c: 10, s: 215/Tarih-ul Hülafa, k 285/B-Basairu ve z-Zehairu, c: 1, s: 81.
Öyle tanıtıyorlar ki, sanki İmamlar yaşamı (rayına oturtmuş) kendi haline bırakmışlar ve remzli ve perde arkasından onunla ilgileniyorlarmış. imam hakkındaki bir mevzu bunlara anlatılarak sonuç almak istendiğinde bunlar hemen, onun imam olduğunu ve kendine has bir hükmü olduğunu belirtiyorlar imama uyulmaz ve onun söz, amel ve takriri bizlere delil değilmiş gibi.
Bu söz, bu metodu seçen kimselerin imamlar hakkında ve Allah'ın onlar için dikkate aldığı rol hakkında yanlış bir değerlendirme yaptıklarında, sıkıntıda olduklarını bildiriyor sadece. Bu rol peygamberin üstlendiği rolden ibarettir; Allah onu tebliğ eden, öğreten, terbiye eden, önder, hüküm veren, hakim olarak ve Kur'an'ın, peygamberin ve imamların açıkça ifade ettikleri daha başka önemli hususlar için göndermiştir, bu şahıslar, Kur'an'ın ve peygamberlerin te'kid ederek sağ-lamlaştırdıkları "Allah'ın elçilerinin insan olduktan" hususuna dikkatle bakmamışlar. Mesela şu ayetler:
Rabbinin şanı yücedir. Ben, sadece elçi olan bir insan , değil miyim?De ki:Rabbimi tenzih ederim, ben peygamberlikle gönderilmiş insandan başka bir şey miyim ki.
Eğer onu melek olarak halketseydik, yine bir erkek Şeklinde halkederdik, yine düştükleri şüpheden kurtulamazlardı.
Bu metodun karşısında, imamlara karşı sırf maddi bir gözle bakan, gayb ve ilahi kerametler unsurunu dikkate al- madan imamların yaşam, tutum ve tavırlarının tefsirine koyu lan başka bir metodu da kabullenmiyoruz. İmamların tarihini maddiyat ve riyazi (dünya zevklerinden el çekmek suretiyle nefsi tezkiye etme), muhasebeler doğrultusunda tamamen doğal ve maddi eser ve neticelerle anlamaya çalışan kimseler, bizce çok yanlıştırlar.
Böyle kimseler bu hususda bir çok kaynakları elde edebilecekleri halde, mesela: "İmam Hüseyn (as.) şehit edildiği gün Beytül Mukaddes'de kaldırılan hertaşın altından bir miktarda kan beliriyordu" gibi hususlara yaklaşmıyorlar. Aynı
şekil "Aşûra gününde gökyüzünde beliren kırmızılık" rivayeti veya Hz. Zeyneb'in (a.s.) söylediği "Gökyüzü kan ağlarsa şaşmayın" sözü gibi. Ancak en azından Hz. Zeyneb (a.s.) olan bir şeyden haber vermek değil de bir ihtimal olarak bu olayı konu edinmiş olsa bile bu şahıslar bu rivayetleri araştırmaya girişmemiş ve onun teyidinde veya reddinde bir şey söylememişler.
Aynı şekil İmam Hüseyn'in mızrak ucundaki başının konuşması veya Resulullah'ın (s.a.a.) Vefatından hemen sonra Hz.Fatime'nin (a.s.) kocası eziyet edildikten, hakkı gasb edildikten, kendisine tokat vurulduktan ve çocuğunun düşürülmesinden sonra onlara lanet etmek isterken mescidin duvarlarının yükselmesi gibi rivayetleri.
Ve de Kur'an'ın peygamberlere isnad etmiş olduğu mesela Musa'nın asası, Sebe' kraliçesinin tahtının getirilmesi gibi kerametlerin imamlar hakkında gerçekleştiğini, onların da böyle kerametlere, harikulade amellere sahip olduklarını ve Allah'ın gizli lütuflarının onlara nasip olduğunu bildiren diğer bazı kaynaklar. Bu gibi araştırmacılar bu kaynaklara bakmıyor, onları incelemeye ve eleştirmeye teşebbüs etmiyorlar.
Adeta onları kabullenmek istemiyor ve hatta bazen onların varlığından utanç bile duyuyorlar. Aynen bazılarının yetersiz ve asılsız mazeretler getirerek "Gâib İmam" konusunu kendi kitaplarında konu edinmedikleri gibi. Bu rivayetlerin doğruluğu kesinleştikten sonra böyle şahısların, onları imamların tarih ve yaşamının bir kısmı olarak kabul edip etmeyeceklerini bilemiyoruz.
Biz, bu iki grup karşısında masum imamların, insanın insaniyeti için "ilahi hidayet ve terbiyet" tecessümü oldukları hakikatini vurgulamalıyız. Onlar başka her insan gibi maddi vücut ve hakikata sahip olmalarına rağmen aynı zamanda bu maddi vücudu Allah'a doğru yükseltmiş ve layık olduklarından dolayı Allah da apaydın kerametleri gizli ve sınırsız lütuflarıyla onlara lütufda bulunmuş.
İmamların toplumdaki rolünü, ahlakî, toplumsal veya bazı siyasi hareketlenmeler gibi alanlarda sınırlayan, kendi görüş ve düşüncelerini sınırlı bir kalıba yerleştiren kimselerin, imamların hayatlarını başkaları için sergiledikleri tablo istenilen asıl temel meseleleri beyan etmekten yoksundur. Ama bir zaman diliminde belli bir konuyu aktarmak ister veya bir zaruret, bir konuyu ele almayı gerektiriyorsa bu çelişki oluşturmaz.
İMAMLARIN TARİHLERİNDEKİ ANA HATLAR:
Ben kendi hissemce imamların yaşam boyutlarından bazılarını içeren konulara değinmek istiyordum. Dolayısıyla böyle bir arzu benim için değerli ve çok kıymetlidir ve bazı hususlarda bir takım çalışmalarım da var.
önceleri imamların |tarihinin esas boyutları olarak bazı noktaları not etmiştim, ancak bunlar zaruri konulara oranla kesinlikle çok yönlü değildi, notlar olduğu gibi kalmışlardı, şimdi ise onları olduğu gibi siz değerli okuyuculara takdim etmeye karar verdim.
İmamların yaşamı etrafında inceleme ve araştırmaya muvaffak olan kimselerin bu hususlardan yararlanmasını arzu ediyorum.
ÖNEMLİ HUSUSLAR:
1. İlk mevzu imamların yaşam zamanını belirlemektir. doğum ve ölüm günü, doğum ve ölüm ay ve yılı, yaşadıkları yer, çocukları, eşleri, ashabı ve şahsî yönleriyle bağlantısı olan diğer hususlar. Tabiatıyla bunlar araştırma ile, ilmî bir şekilde ve bu husus da ki şüpheleri giderecek bir şekilde olmalıdır.
2. İmamlar neden sayılıdırlar? Bu, cevap verilmesi ge- reken bir sorudur. Her imamın siyaset ve hattını doğrudan aydınlatan amel ve hareketlerine dikkat etmek, bu konuyla ilgilidir. Biri daha çok akaîde, diğeri fıkha, başka biri de ümmetin farklı dönemlerdeki ihtiyacından doğan siyasete ve başka işlere önem vermişler. Aynen imamlardan bazılarının farklı boyutlarda aynı zamanda faaliyet ettikleri gibi.
3. Müslümanlar arasındaki fikirsel sapmaların İslahı için imamların seçtikleri yollar. Mesela akaîd, fıkıh, Kur'an tefsiri veya insanî ve ahlakî tutumlar veya hassas ve kader tayin eden hususlarda takındıkları tavırlar hakkında örnekler vermek.
4. İmamların tasavvuf gibi ruhî riyazete başlayarak kültürel ve bilimsel konuları terketmek aynı sekil ruhî yönlerden ve gaybî bağlılıklardan yoksun olan sadece birtakım görüşleri ve pasif mefhumları taşıyan kültürel ve bilimsel İslam teorisi gibi olmayan ve aynı zamanda gayb ile bağlantılı olan pratik islam planlaması doğrultusundaki çalışmalarını tanımak.
5. Onların, hadis ehli, Mutezile, başka fikirsel hareketler ve sapık fakihler ve fırkalar karşısında takındıkları tavırların hakikatini incelemek.
6. Aynı şekilde onların "Kur'an'ın mahluk olması" konusunda susarak tavır koymalarına ve şiaları bu konuya atılmamakla görevlendirmelerinin nedenine, bu konunun gündeme getirilmesinden kastedilen hedeflere ve onun doğurduğu sonuçlara kısaca değineceğiz.
7 Aynı şekilde tercümeler ve müslümanların fetihleri sonucunda diğer kavimlerle karışmaları yoluyla meydana gelen yabancı kültürlere karşı imamların tutumları tavırlara ve o kavimlerin sahip oldukları düşünce ve mezheplerden haberdar oluşları hususuna dikkat etmek.
Ayrıyeten İslam'ı zahirde kabul eden Yahudiler ve Hıristiyanlar, şöhret ve mal peşinde olan kıssa nakledenler ve hadis ehli tarafından İslam'ın içine düştüğü tahrifler ve de İslam'ı kendi şahsî, kavmî veya coğrafî maslahat, mezheb ve siyasi hedeflerine uygun göstermek için İslam'ı tahrif etmeye çalışan sultan ve hakimler karşısındaki tutumlarını dikkate almak.
8- Kur'an tefsiri hakkında ve peygamberin sünneti üzerinde oynanan oyun hususundaki tutumlarını ele almak. Ayrıca halkın yanlış kaynaklardan sakınmaları, Ehli beyt şialarının İslam dışı şeylerin etkisinde kalmadan Kur'an'ı doğru bir şekilde anlama gücüne sahip olmaları için Ehli beytin kendilerinin uydukları ve halkı onlara doğru hidayet ettikleri ve aydınlattıkları ölçü ve miyarları açıklamak.
9- Ayrıca onların kendilerinden sonra yazılı eserler geri bırakmamalarının veya Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) yazmış olduğu ancak bunun, onların yanında kalmasının ve başkalarına ulaşmamasının ya da onların döneminde ilimlerin yazılı oIarak toplanmasının öncelerden beri olagelmesinin ayrıye-ten onların kendi ashabını ilimleri yazılı olarak toplamalarına dair meyillendirdikleri ve teşvik ettikleri hususların nedenini ayrıntılarıyla ve de derlemenin o zamanda derlenmiş olan ilimlerin ve onun nasıl bir düzeyde olduğunun tarihçesini kısa olarak dikkate almak mecburiyetindeyiz.
10 Keramet ile mucizenin farkını açıkladıktan sonra Ehli beytin kerametleri hususuna değinmek ve Ehli beytin, kerametlere ne gibi ihtiyaçları vardı sorusunu cevaplamak. Süflilerin kerametleri, murtazların (hint fakirleri) yaptıkları olağanüstü amellerin hakkında ve bu gibi işler anlatılırken yapılan abartmaları reddetme hususunda açıklamada bulunmak.
Ehli beytin, kerametler alanından sayılabilen gelecekten haber vermeleri özellikle de Hz. Ali'nin bu gibi haberlere, halkın onu İtham edecekleri kadar ehemmiyet vermesine değinmek, sonraları gerçekleşen bu haberlerden bazılarını göstermek ve siyasi anlayış doğrultusunda ileri sürülen gaybî haberlerle gaybi kaynakla bağlılıktan doğan haberler arasındaki farkı aydınlatmak.
11 Ehli beytin ilim sınırını açıklamak ve onların sahip oldukları ama başkalarının yoksun olduğu ilim ve öğretilere daima tekit etmelerine, o ilimleri vahiy kaynağından aldıklarına örneğin cifr ve cam'e ilmine, Hz. Ali'nin (a.s) kitabına, Fatime'nin (a.s.) mushafına ve bunlardan başkalarına sahip olduklarına dair tasrih ettikleri şeylere ve bu konunun nedeninin ne olduğuna dikkat etmek.
12 Çeşitli örnekler göstererek bütün ayrıntılarıyla onların şahsiyetini tarif etmek, onların ruhî faziletlerini, insanî ve ahlâkî tutumlarını öğrenmeğe, özel yaşamlarından bir tablo sergilemeğe, evlatlarına ve ailelerine karşı davranışlarını, ev içindeki hareketlerini, hatta evlerine misafir olarak gelen kimselere karşı davranış tarzları, onları hoşnut eden veya hüzün lendiren ve üzen şeylere karşı davranışlarını tamıtamına vasfetmeye çalışmak.
13 Daha sonra servetleri konusunu, mallarının ne kadar olduğunu, nerden ve nasıl kazandıklarını, onları nasıl infak ettiklerini veya harcadıklarını dikkate almak. Onların, sultanların bahşişleri karşısındaki tutumlarını ve bazılarının neden onu kabul ettiklerini incelemek. Acaba bahşişleri reddetmeleri sultanların hükümetlerine karşı savaş ilan etmek anlamına telakki edilmez miydi? Eğer evet, savaş anlamınadır cevabı verilirse dolayısıyla bu konuya dair deliller gösterilmelidir.
Aynen Emir-ul Müminin Ali (a.s.)'nin Kûfe'de iken Medine'deki mallarından yararlanmasının nedenini de bilmek gerek. Aynı şekil Ehli beytin, tarlada veya diğer işlerde doğrudan doğruya kendilerinin çalışmalarına neden Israr ettiklerini de kavramak ve onların humusdan veya diğer şer'i hukuklardan yararlanıp yararlanmadıklarını ve bunun nedenini araştırmak gerek.
14 Onların şialar hakkındaki eğitsel metodlarını, onlara karşı davranış yollarını ve üslûplarını, şiaların da Ehli beyt ile sevgi ve fikir yönü taşıyan akidevî bağlılıklarının kurulma yolları ve metodlarını, Ehli beytin evinden çıkan her şey toplumun genel ruhuna ve şialar arasındaki bütünlüğe ziynet olduğu için Ehli beytten fikrî yararlanma doğrultusunda kurulan merkezleşmenin tesirini, bunun onların tutumları üzerinde bıraktığı etkiyi ve onların önemli konularla genel olarak ilgilenmelerinin niteliğini tanımak. Şialar ile Ehli beyt'in diğer bölgelerdeki vekilleri arasında dikkatle tanzim edilen bağlılığa ve bu vekillerin görevlerini belirlemelerine dikkat etmek.
Bir şehirden imamın huzuruna getirilen malın, imamın o şehirdeki vekiline verilmesi için imam tarafından sahibine gönderilmesine ve Ehli beyt'in, vekilleri arasında bulunan sorunları ve çekişmeleri halletmelerine değinmek. İmam Sadık'ın (a.s.) zamanında bazı şahısların herhangi bir ilim dalında ihtisas sahibi olması mesela birinin mütekellim, bir başkasının fakih vs. yetiştirilmesi için nasıl çalışıldığını ve herkesin ihtisas haddinden öteye geçmemesinin ve başkalarının da ihtiyaç duyulduğu zaman mütehassıslara müracaat etmesi gerekçesini konu edinmek. Abbasi halifeleri döneminde toplumun kültürel tabakasının ilk derecede şialar ve Ehli beyt'in yetiştirdiği kimseler arasından çıktığına ve onların ümmetin bilgili düşünürlerinden, alimlerinden olduklarını dile getirmek.
15 Ehli beytin, şer'i hükümlerin nedenlerini açıklamaya verdiklerini, Merhum Muhammed Şeyh Saduk'un (r.a.) bu husus da "İlel-üş Şerai" adında bir kitap telif edecek kadar neden onca çaba harcadıklarını izah etmek. Ayrıca bu kitap da nakledilen rivayetlerin içeriklerinin hükümlerin nedeni mi hikmet mi, genel olarak ne olduğunu ve bu rivayetlerin dayandıkları mevzuların neler olduğuna işaret etmek.
16 İmamların, bazı hassas konuları gizlemekten sakınmalarının ve kendilerine pahalıya mal olsa dahi, mesela kendilerinin herkesten daha çok imamete layık oldukları hususunda takiyye etmemelerinin nedenini ve onların halkı ikna için ne gibi metodlar kullandıklarını göz önünde bulundurmak. Onlar bu doğrultuda apaydın iki yola adım attılar: Biri , onların beraberinde bulunan bazı ilimlerin insanlar arasından sadece onlara mahsus olduğunu belirtip isbatlamaları ve diğeri de nassın mevcut olma hususu.
17 İmamların en sıkı şartlar altında tutulmalarına veya bazı merkezlerde bekletildiklerine veyahut da zindanda olduklarına rağmen halk merkezleriyle, aynı şekil şialarla nasıl temas kurduklarına dikkat etmek. Şiaların büyükleri bu irtibatı sağlamak için ne gibi araçlar kulanıyorlardı? Ehli beytin bu durumdaki faaliyetleri neleridi ve bu faallerin hacmi ve miktarı ne idi ki Yahya b. Halid Bermeki, "Musa b. Cafer'in (a.s.), halifenin (Raşid'in) taraftarlarının kalplerini onların aleyhine çevirdiğini Raşid'e şikayet ediyor.
18 İmam Seccad'ın (a.s.) kölelere ilgi gösterip kültürlerini geliştirmesinin, onlara ilim öğretmesinin ve daha sonra Onların işledikleri günahları bir kitaba yazarak toplamasının ve daha sonra günahlarını kendilerine göstererek onları özgür etmesinin nedeni neydi? İmam onlara karşı nasıl davranıyordu ve bu davranışın netice ve eserleri neydi? Ve bu tutumun Emevilerin arapları tamamen gayri araplara üstün tut-tukları bir dönemde oluşunu göz önüne almak.
Gayri arapların, Ehli beytin öğretilerini yaymak doğrultusundaki katkıları ve bunun, İslam'ın diğer ümmetler arasında yayılmasındaki etkileri neler idi ve diğer ümmetlerin İslam ile olan bağlantıları nasıl idi? Bu husus da göz önünde bulundurulacak nokta, Ehli beytin arap olmayan kadınlarla evlenmelerinin nedenini dikkate almak; öyle ki Ehli beytin bazılarının anneleri arap değildi. Ayrıca Ehli beytin farklı dilleri bilmeleri ve bunun eser ve neticeleri hakkında bilgi edinmek.
19 İmam Mehdi'nin (a.s.) gaybeti için nasıl bir ortam yaratıyor ve son zamanlarda halk ile daha az temas kuruyorlardı. İmam Cevad (a.s.) aynen İmam Mehdi (a.s.) gibi küçük yaşta nasıl imam oluyor?
20 ‘’İmamlar ve yeni ilimler" hakkında araştırma yapmak. Onların yeni ilim seferberliğinde katkıları var mıydı? Yeni ilmin doğmasına yardımcı olan konulara ehemmiyet veriyorlar mıydı? Bu hususların neler olduğuna dair kesin konulara değinmeli ve bu alanda onlara uygun öğretiler yazılmalı.
21 "imamlar ve dua" hakkında özellikle de Emir-ul Müminin Ali (a.s.), İmam Hüseyn (a.s.) İmam Seccad (a.s.) ve İmam Kâzım (a.s.) açısından duanın etki ve tepkilerini dikkate almak. Sahife-i Seccadiye ve onun hedefleri hakkında ciddi bir şekilde özel olarak bahsetmek onun siyasî, itikadı, ahlâkî ve eğitsel vs. konularını bu dönemdeki İslam ve müs-lümanların karşı karşıya oldukları yaygın bilgisizliği, tahrif eylemini ve halkın cahil yetiştirilmesi hususunu göz önüne alarak açıklamak. Bu dönemde iş bir yere varmıştı ki Beni Haşim (Haşim oğulları) vahiy merkezine herkesden daha yakın olmalarına rağmen İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra nasıl namaz kılacaklarını, hacc farizesini nasıl yerine getireceklerini bilmiyorlardı.
Ayrıca İmam Seccad'ın (a.s.) "Hukuk Mektubuna", imam Rıza'nın (a.s.) "Risale-i Teyyibe-i Zehebiyye'sine!' ve Ali'nin (a.s.) Malik Eşter'e yazmış olduğu Ahdnameye" dayanmak.
22 Bir zamanlar İmam Seccad'ın (a.s.) imametine üç veya beş kişinin inandığı ve itiraf ettiği nakledilmektedir, imam bunun karşısında ne yaptı ki İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.) mektebi için uygun bir ortam yarattı? İmam Seccad'ın (a.s.) on yıla yakın bir zaman çölde yaşadığını bildiren rivayet doğru mudur? Eğer doğruysa bunun nedeni ve faydaları neydi? Aynı şekil ehl-i sünnetin, ,imam Seccad'ın (a.s.) karşısında saygılı davranışlarının nemini araştırmak, İmam (a.s.) hükümeti almaktan vazgeçtiği için mi saygı gösteriyorlar, yoksa bunun başka bir nedeni mi var?
23 Şii fırkalarının mesela Gulat hareketlerinin, Hariciler kıyamlarının ve daha başkalarının hakikatini göstermek, Emir-ul Mü'minin'in (a.s.), kendinden sonra Hariciler ile savaşmaktan nehyetmesinin nedenini, bu fırkaların meydana gelmelerinin nedenlerinin ne olduğunu ve İmamlar ve şiaların bunlara karşı nasıl davrandıklarını araştırmak.
24 Ehl-i beytin sultanlara ve sultanların da Ehl-i beyt karrşısındaki tutumları neydi? Hükümetin, çatıştığı her fırka ve mezhebi, hatta gevşek hadis Ehli fırkasına oranla daha güçlü ve fikirsel sebata sahip olan mutezile gibi bir fırkayı yok etmesine rağmen Ehl-i beyt şialığı canlı korumayı nasıl becerdi? hükümet, halkı imamlardan ayırmak için ne gibi siyaset kul-lanıyordu ki bunlar, görünürdeki hedefin aksine halkın imamları sevmelerine ye gönülden bağlanmalarına neden oluyordu. Bunun nedeni neydi? Ayriyeten hükümet meselesinden ve imamlar açısından halifeler ve onların tutumlarından her yönlü bir tablo sunmak.
25 Zeydiye, halifeler aleyhine nasıl kıyam ediyordu da imam Hüseyn'den (a.s.) sonraki şia imamları bunu yapmıyortardı? İmamların Zeyd'in, ondan sonraki Zeydiyenin ve diğer şii kıyamları hakkındaki görüşleri neydi? Ve bu kıyamların sürdürülmesini niçin istiyor ve kendi şialarına, "Zeydiye sizin için bir siperdir" diyorlardı.
Yine "Âl-i Muhammed'den biri çıkıp kıyam ettiği müddetçe ben de sağım, benim şialarım da" vs. buyurmalarının nedeni neydi? İmam ile Zeydiye'nin ve diğer ayaklananlar arasında bir çok anlaşmazlıklar varken kendisinin kıyam etmediğini görüyoruz. Neden acaba? Aynı şekil Hurre ve başkaları gibi din ve adalet uğrunda kıyam eden gayri Şiilerin özellikle de Muhtar'ın kıyamı hakkındaki tutumlarının ne olduğunu bilmek.
26 İmamların, takiyye kalıbında olsa bile Yaktin'in oğulları gibi bazı şia şahsiyetlerinin hükümetin hassas merkezlerine girmelerini sağlamak için yaptıkları çabalar hakkında bilgi edinmek . Hatta imamların döneminden sonra bile bazı şialar bu alanda çalışıyorlardı. Ancak imamlar diğer birçok yerlerde de buna engel oluyorlardı. Mesela deveci Sefvan'ı bundan menetmişlerdi. Bu çelişki nasıl yorumlanabilir?
27 Ehl-i beytin tebliğ metodlarının dua mı, şiir mi, keramet mi, gaybî haberler mi ... olduğunu öğrenmek, İmamlar bazen şairlere fazla bir miktarda para veriyorlardı; şairler bu paraya fakirlerden daha mı layık idiler?
Ve neden? Daha sonra Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi sahasında Gadir Hum hadisi hakkında şahitlik dilemesi olayını dikkate almak. İmam Bâkır'ın (a.s.), dünyadan göçtükten sonra sekiz yıl Mina'da kurban bayramı günü kendisine yas tutulması için sekiz yüz dirhem bırakması hususunu, İmam Hüseyn (a.s.) için yas tutulmasına dair verilen emir mevzuunu ve meşru metodlardan olan bütün üslûpları izah etmek.
28 Birinci asırda Ehl-i beyt ile muhalefet etme ve hadis uydurma, sonraki asırlardan daha çok olduğu için ehli beytin bu asırda daha az fıkhî hadislere değinmelerini, daha çok genel ve umûmî hadisler buyurmalarına dikkat etmeliyiz. Bu asırda Şiiliğin zarif ve cüz'i konuları daha az gündeme getirilmiştir.
Ama ikinci asırda İmam Bâkır'ın (a.s.) imametinden yedi yıl geçtikten sonra Beni Ümeyye döneminin sonlarına doğru hassas ve zarif konular gündeme getiriliyor. Gerçi Emir-ul Müminin Ali'nin (a.s.) döneminde bu konuya başka dönemlerden daha çok önem veriliyordu.
29 Gaybet konusuna, onun eser ve neticelerine aynı şekide önceki imamların Hz. Mehdi (a.s.) hakkında yaptıkları hazırlıklara rağmen gaybet sonucunda şiaların karşılaştıkları zorluklara dikkat etmek de zorunludur.
CAFER MURTAZA AMİLİ
YAZARIN ÖNSÖZÜ
"De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir." Şura - 23.
EHL-İ BEYT (a.s.)
Bu kitapta amacımız tek şey, sadece Ehl-i beytin ölçütü ve Resulullah'ın (s.a.a.) ve Emir-ul Müminin'in (a.s.) evlatları olan şia imamlarının fikri ve siyasi çalışmalarını sergilemektir. Önemli olan tek şey şu ki, neden bu kadar Ehl-i beyte istinat ediyor, dayanıyor, nasıl onları "imam" olarak kabulleniyor ve sâdece onların 'Vilayetini" asîl vilayet biliyoruz?
Nasibîler hariç, ehl-i sünnetin de Ehl-i beyti candan sevdikleri ve onlara büyük bir ölçüde ihtiram gösterdikleri bir gerçektir. Ancak onlara karşı duyulması gereken bu "sevgi" ve "aşkın" hangi esas ve temelden kaynaklandığı asıl meseledir.
Eğer sadece onları sevdiğimizi belirlemekle yetinir ve bunu zahiri ihtiramlar kalıbında özetlersek gerçekten onların sevgisine varmış olabilir miyiz? Geniş bir çapta Ehl-i beytin faziletleri4 ve onları sevmeğe dair verilen emirler hakkında Resulullah'tan (s.a.a.) bize gelip çatan hadislerden amaç sadece meselenin zahiri yönü ve Ehl-i beytin methinde birkaç beyit şiir yazıp okumak mıdır? İnsan aklının bu sorulara olumlu cevap vermesi ve Resulullah'ın (s.a.a.) ancak ve ancak bizden istediği şeyin onun yakınlarını sevmemiz olduğunu, bu sevmenin ardında hiç bir şeyi kastetmediğini ve biz de sadece, onlar Peygamber'in yakınları oldukları için Peygamber'in hürmetine onları sevdiğimizi bildiriyoruz demesi pek garip bir şeydir.
4} Ayetullah Firuz Abadi'nin "Fezail-ul Hamse Fi Sihah-is Sitte" bakınız.
Müslümanlar arasında Ehl-i beyt'e olan ilgi aslında Resulullah'tan (s.a.a;) bize ulaşan tavsiyelerden kaynaklanmaktadır. Ehl-i sünnetin mühim hadis kaynaklarında geniş bir çapta mevcut olan bu rivayetler, Aziz Peygamber, Ehl-i beyti Kur'an'dan sonra dinin iki esasî temellerinden biri olarak saydığını dile getirmektedir. Ve bu nedenledir ki kimse Ehl-i beyt'e karşı ilgisiz kalmaya cüret edememiştir. Sadece arapça dilinde, ehl-i sünnet yazarları tarafından "Ehl-i Beyt'in hakkında yediyüze yakın kitap yazılmıştır5.
Ama asıl eleştirilecek husus şu ki, bunca sahih faziletlerin mevcut olmasına rağmen nasıl olur da onların çoğusu tahrife uğramış ve sonraları bazı hadisçilerin ve de Muhammed b. İdris-i Şafiî gibi bazı fakihlerin ısrar etmesi nedeniyle bu mevzu sadece "sevmek" haddinde noktalanmıştır6. Öyle' ki Şafii şöyle demiş:
Ey Resulullah (s.a.a.)'ın Ehl-i beyti, sizi sevmek, Allah'ın indirdiği Kur'an'da farz kılınmıştır. Bu yücelik ve azamet size yeter ki size salat ve selam göndermeyenin namazı, namaz değildir1.
Peygamberin zamanındaki ve ölümünden hemen sonraki ve aynı şekil hicri ikinci asrının ortalarına kadar gerçekleşen olaylara dikkat etmek, bu sorunun cevabını biraz da olsa kolaylaştırır. Peygamber'in (s.a.a.) zamanından itibaren Kureyş'in, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına karşı öfke ve gazap beslediklerini bildiren bir rivayet elimizde bulunmaktadır.
5) "Türâsuna" dergisinin "Ehl-ül Beyt fil-Mektebet-il Arabiye" makalesine bakınız. Bu makaleyi Seyyit Abdul Aziz et-Tebatebai yazmıştır. Şimdiye kadar alfabe harfleri sırasıyla 340 kitaptan fazlası yazılmıştır, ama kendisinin de söylemiş olduğu gibi alfabetik harflerin sonuna kadar yedi yüze yakın kitap olmaktadır.
6) Hz. Ali'yi (a.s.) dördüncü halife olarak tesbit edenin Ahmed b. Hambel olduğunu ve kendi zamanına kadar, bugün bazı farklarla, sünen adını kendilerine veren osmaniyenin bu mevzuya inanmadıklarını bilmekteyiz (Tabakat-ül Henabile.c: 1, s: 45) bakınız.
Resulullah'ın (s.a.a.} amcası Abbas Peygamber'e, "Ku-reyş birbirleriyle karşılaştıklarında güler yüz gösteriyorlar; ama bizi gördüklerinde, tanımadığımız yüzlerle karşılaşıyoruz" dedi. Resulullah (s.a.a.) öfkelenip şöyle buyurdu:
Muhammed'in canını elinde bulundurana ant olsun ki birileri sizi Allah ve Resul'ü için sevmedikçe onların kalbine iman girmemiş demektir8.
Bu rivayet Kureyş'in son zamanlarda Peygamber'in yakınlarından hoşnut olmadığını gösteriyor. Kabileler hakkında söylenen bir misalde, dört kabile hakkında dört şeyin imkansız olduğu söylenmiş: "Zübeyri'nin" cömert, "Mahzumi'nin" alçak gönüllü, "Sami'nin" nasebinin sahih olması ve "Ku-reyşi'nin" Muhammed'in (s.a.a.) evlatlarını sevmesi9.
Bu rivayetlerden, Resulullah'ın (s.a.a.) yakınlarına ve akrabalarına karşı rekabet ve düşmanlıkların mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sakife vak'asında ensarın iç rekabeti gibi farklı delillerle Ebu Bekir'e biat edildikten, Ömer'in, şiddet ve hiddetle muhaliflerin biat etmelerini istemesinden ve bu arada Ali (a.s.), Zübeyr ve başkaları biat etmedikleri taktirde kendileriyle birlikte evlerini yakacağına10 dair tehdit ettikten sonra Ehl-i beyt'e karşı sert bir tutum gösterileceği tabii idi.
Bu tutum, İmam'ın altı ay Ebu Bekir'e biat etmeyerek yaptığı muhalefetiyle ve Hz. Fatime'nin (a.s.) halifeye karşı dargın olmasıyla11 gitgide genişledi ve nitekim müslümanların arasında ilk ayrılığa neden oldu. Bu ayrılığın semeresi de ehl-i beyt'in mazlumiyeti idi ve bu mazlumiyet ise Kerbela'da tam doruğuna ulaştı.
Peygamberin, Ehl-i beyt'in fazileti hakkında genel olarak ve bizzat onların her biri hakkında özel olarak buyurmuş ol-duğu sayısız sözlerinden başka, defalarca halkın arasında açıkça onlar hakkında tavsiyede bulunup, kendi Ehl-i beyt'ine karşı iyi davranmalarını, istemiş olduğu halde bu vâk'alar gerçekleşiyordu.
"İbn-i Ebi Şebih" Abdurrahman b. Avf'dan müstenet olarak şöyle nakletmiş: Peygamber (s.a.a.) Mekke'nin fethinden sonra Tâif şehrini fethetmek için on sekiz veya on dokuz gün bu şehri kuşattı ama Tâif fethedilemedi. Bu sırada bir gün veya bir gece yürürken durup:
Ey insanlar! (Benim ölümüm yaklaşıyor), itretime iyilik etmenizi vasiyet ediyorum, Kevser havuzunda bana kavuşacaksınız, nefsimi dinde tutan (Allah'a) and olsun12.
Başka bir hadisde de Peygamber (s.a.a.), Allah'ın kitabını tanıttıktan ve ona sarılmanın farz olduğunu bildirdikten sonra şöyle buyurdu:
"Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum". Bunu üç defa tekrar etti13.
Bu tavsiyelerin tümü, Kur'an'ın Ehl-i beyt'in tathirini (arınmış olduklarını), Peygamberin yakınlarının hissesini ve Rasulullah'ın (s.a.a.) Muhammed'e ve onun evlatlarına sala-vat olarak tefsir ettiği, Peygamber'e salavatı vurgulamasıyla ve Peygamber'in de kendi tebliği karşısında kendi yakınlarını sevmeleri mükâfatını halktan istemesiyle birlikte bunların tümü, Sadr-ı İslam toplumunun siyasetçilerinin aşın tutumları nedeniyle bir kenara bırakıldı. İş bir yere vardı ki Emir-ül Müminin "Onların tutumu neticesinde, biz tamamen halkın hafızasından silindik" buyurdu14.
12) İbn-i ebi Şaybe, c: 14, s: 508/ İbn-i Asâkir'in "Tarih-i Dimaşk"i, c- 2 Hadis no: 875 (İbn-i ebi Şebih'in) dipnotundan naklen/el-Ma'rifetu vet-Tarih, c: L s: 282'283- Peygamber (s.a.v.) kendi rihletinin yakınlığına değinerek onları itret ile iyi geçinmeye vasiyet etti ve Ali'nin (a.s.) kendinden veya kendi nefsinin mertebesinde olduğunu bildirdi.
Ebu Süfyan karanlığı doruğundayken, Kabe'nin yanında tevhid feryadını yükselten Rasulullah'ın ezeli dostu Ebuzer, ehl-i sünnetin hadis kaynaklarında defalarca nakledilen bir rivayete göre Kabe'nin halkasını tutup şöyle feryad etti: "Ey millet! Ben Ebuzer'im; tanıyanlar hiç, tanımayanlar varsa bilsinler ki ben Ebuzer-i Gifari'yim:
Size sadece Resulullah (s.a.a.)'tan duyduğumu anlatacağım. Peygamberden duydum, diyordu ki: Ey insanlar, aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabı ve itretim, Ehl-i beyt'im. Bunların biri öbüründen daha üstündür, oda Allah'ın kitabıdır. Bunlar havuzun başında bana gelip çatıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar. Bunlar Nuh'un gemisine benzer, binen kurtulur, binmeyen ise boğulur15.
Bu iki hadis, Ehli beyt'in müslümanlara önderlik etmedeki büyük rollerini vurgulayan meşhur "Sageleyn" ve "Safine" hadisidir. Resulullah'ın (s.a.a.) "Gökyüzü Ebuzer'den daha sadık, daha doğru birinin üzerine gölge düşürmemiş ve yeryüzü de ondan daha doğru birinin ayaklan altına serilme-miştir" buyurduğu Ebuzer, tevhid feryadı ettiği zaman Mekke dönemindeki Sadr-ı İslamın hatıralarını diriltecek bir şekilde halkı Ehli beyt'e böyle davet ediyordu:
O gün, müşrikler ona, eziyet ettiler, daha sonra ise başkaları onu sürgüne gönderdiler. Ebuzer sadece İmam Ali'nin (a.s.) kısa hilafet süresinde Ehli beyt'in gerçek mevkiini açıklayabildi. O, Küfe mescidinin avlusunda yeniden Gadir hadisini diriltti* ve ondan sonra defalarca Ehl-i beytin faziletlerini sıraladı. Onun, Ehli beyt'in yüce makamı hakkındaki güzel cümleleri Nehc-ul Belaga'da ve diğer hadisî ve edebî kaynaklarda zikr edil-
mistir.
15) el-Ma'rifetü vet-Tarih, c: 1, s: 538. Her iki "Sageleyn" ve "Safine" hadisi mütevatirdir. Bakınız: Abakat-ül Envar 12. cildin ikinci kısmı - İsfahan baskısı - .Yıl: 1341.
*) Gadir hadisinin nakledilen yolların çoğunun ehli sünnet kaynaklarından olmasının sebebi imam Ali'nin (a.s.) Küfe mescidi avlusunda başlattığı hareketten kaynaklanmaktadır. İmam bunu yapmasaydı, hadis-çiler, diğer bir çok şeyler gibi bunu da unutacaklardı.
Biz de onun bazı bölümlerini başka bir yerde derledik16.
Ama Muaviye'nin ve diğer Süfyan ve Mervan boyunun başa geçmesiyle ve minberlerde Ali (a.s.) ve evladına açıkça küfretmeleriyle ve hatta Ehli beyt'in gündeme getirilmemesi için Abdullah b. Zübeyr'in Peygamber'e selam göndermemesiyle Ehli beyt'in faziletlerinin Peygamber'in dilinden halkın arasında söylenmesi nasıl beklenilebilir. Bu siyasetin neticesi sadece Ehli beyt'i unutturmak değil, hatta halkın Ehli beyt'i kabullenmediğini de icat etmek idiyse de halkın onlara karşı duydukları bağlılığı korudukları sonraları belli oldu.
Hz. Ali'nin (a.s.) yadigârı olan bir tek Küfe dolayısıyla orada da kendisine karşı kin duyuluyor ve düşmanlık gösteriliyordu ve Ali'nin (a.s.) hatırasını canlandırdı ve Hz. Ali'nin (a.s.) evladını üstün gördü ve batınlarında Ehli beyt'in hilafetini beslediler, hatta Hişam b. Abdul Melik, onların Ehli beyt'e itaat etmeyi kendilerine farz bildiklerine tekid etti17 ve hatta diğer kaynaklarda da halkın onların hilafetini kabul etmeğe hazır olduklarına itiraf edilmiştir18. Daha sonraları Beni Abbas bu fırsattan yararlanarak kendilerini Ehl-i beyt adına cahil halka tahmil ettiler.
Ama hakikat gizli kalmadı ve sadece bir azcık insafı olan had isçiler arasında Ehli beyt'in faziletleri, özellikle de Gadir hadisi korunabildi. Ve biz bugün "el-Gadir" kitabı gibi büyük bir mirasa sahibiz ama olmaması gereken şey gerçekleşti.
16) "Siyasi islam Tarihi" başlangıçtan kırk hicriye kadar, s: 433-434.
17) ibn-i A'sem'in "el-Futuh"u, c: 4, s: 23, Tevvabin'in kıyamı ve Muhtar'ın hareketi de açıkça bunu göstermektedir." Siyasi İslam Tari-hi'nde kırkıncı yıldan yüzüncü hicri yılına kadar bölümünde ayrıntılarıyla bu konuyu ele almışız.
18) Müberred'in "el-Kâmil-u 1il-Edeb"i, c: 1. Bu rivayette Halid b. Ye-zid, Abdul Melik Mervan'ı, Haccac'ın, Abdullah b. Cafer'in kızıyla evlenmemesi gerektiğini söylüyor. Çünkü halk arasında Beni Haşim hakkında bazı söylentiler yar ve bu evlilik Beni Ümeyye'nin yok olmasına ve Haccac'ın başa geçmesine neden olacak. Abdul Melik de Irak halkının Beni Haşim hakkındaki inancından korkarak Haccac-ı, Abdullah b. Cafer'in kızını boşamaya mecbur ediyor.
İslam toplumunun rotası Ehl-i beyt ve itretin ilim ve amelinden yararlanmakla eğitilmesi gerekirken başkalarının yanlış ve hatalı bir takım amellerine dayandırıldı, mazlum Ehli beyt ise kendi çalışmalarını şialara yönelik belirli bir düzeyde sürdürdüler. Fakat ehli sünnet de bazı yerlerde onların sözlerinden yararlanıyorlardı.
Onca baskı, istibdat ve daraltılan atmosfere rağmen Ehli beyt-i Athar düşünce ve amel sebatını sürdürdü ve şahsiyetlerinin yüceliği, Kur'an ve itrete dayalı şii mirasının korunmasına neden oldu. Ebuzer'in feryad ettiği şeyi, şia amelen gerçekleştirdi ve fıkıh, tefsir, ahlak ve siyasetde yüce imamlarının yolunu devam ettirdi.
Ehli sünnetin Ehli beyt'i sevdiklerini gösterdiklerini ve bu sözlerini isbat etmek için Ehli beyt'in faziletleri ve hatta oniki imamın yaşantılarını açıklama hakkında kitap yazdıklarına değinmiştik19. Ama bunlar Gadir vak'asının sadece Ali'yi (a.s.) sevmenin isbatı için mi olduğunu ve hiç bir köken ve esasa dayanıp dayanmadığını asla kendilerinden sormuyorlar. Tevatür olduğu tesbit edilen "Sakaleyn" hadisi sadece sathi olarak Ehl-i beyt'i izlemenin farz olduğunu bildiren ve "Sefine" hadisi onlara itaat etmenin farz olduğunu gösteren en açık bir teşbih değil midir?
İnsanı hayrete düşüren şey Suyuti ve başkalarının "el-Eimmetü İsna Eşer" (İmamlar oniki tanedir) hadisinin reddedilemez bir hadis olmasına ve âlimlerin ortak kabul ettiklerine rağmen yanlış yere bunu bazı halifelere yorumluyor ve bazen da "dördü gelmiş ve diğerleri de gelecek" gibi vade veriyorlar. Bu rivayet şia imamlarından başkası hakkında yorumlanabilir mi? İmam Askeri'nin (a.s.) zamanında henüz imam hayattayken Cahiz'in, onbir imamı "âlim, zahid, nasik, suca ve tahir" lakaplarıyia ve kendi görüşünce hilafete layık
19) Tezkiret-ül Havass, el-lthaf, Yenabi'ul-Meveddet ve İbn-i Tu-lun'un yazdığı el-Eimmet-ül İsna Eşer gibi ve "Turasuna" dergisindeki Te-batebai'nin gösterdiği fihristteki diğer kitaplar.
görüp methettiği kimseler şia imamları değil midirler?21 8u imamlar o kadar azametlidirler ki İmam Rıza'yı (a.s.) "Ali b. Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib" unvanıyla veliahd olarak tanıtmak istediklerinde "Ant olsun Allah'a eğer bu isimler sağır ve dilsiz kimselere okunursa Allah'ın izniyle şifa bulurlar" dediler22.
Bu hanedanın ehemmiyetini sadece az bir grup idrak edebiliyordu ama çoğuları da Ehli' beyt'in bu makamından hoşnut değillerdi. Bir rivayette, hadiscilerden olan "Zâide"ye neden Cabir Cu'fi'den, İbn-i Ebi Leyla'dan ve Kelbi'den hadis nakletmiyorsun? denildi. O dedi: Ben Kelbi'nin yanına gidip Kur'an okuyordum, bir gün şöyle dediğini duydum:
Bir süre hastalanıp ezberlediğim her şeyi unuttum "Âl-i Muham-med'in (s.a.a.)" yanına gittim, ağzının suyundan ağzıma bırakınca unuttuğum her şeyi hatırladım. Zaide, "bunu duyunca artık ondan bir şey nakletmedim" diyor23. Zâide'nin Kelbi ile olan düşmanlığının nedeni malumdur. Şehristani de ehl-i sünnet ve cemaattan olmasına rağmen Ehli beyt'in azametinin yüceliğine ve bizzat Kur'an ilminin Ehli beyt'in yanında olduğuna inanmaktadır24.
Rasulullah'ın sünnetinin gerçek koruyucularının Ehl-i beyt olduğu bir hakikattir. Ve bu nedenle Peygamber onlara Kur'an'ın yanında yer verip onların birbirinden ayrılmalarının imkansız olduğunu buyurdu. Bu sünneti koruma hususu, şia İmamlarının fikirsel hayatı hakkındaki tarihi araştırmalarımız boyunca titizlik gösterdiğimiz konulardan biridir. Peygamberin sünnetini Ehli beyt'in nasıl koruduğunu aydınlığa kavuşturmak için burada üç örneğe değiniyoruz:
21) Asar-ul Cahiz, s: 235, "imam Rıza'nın hayatından. naklen, s: 147, Cahiz, ehli sünnetin üçüncü asırdaki büyük yazar ve edebiyatçılarm-dandır. '
24) "Turasuna" dergisinin 12. sayısı. Doktor Azerşeb'in "Şehristani-'nin Tefsiri" hakkındaki makalesine bakınız.
Emir-ul Müminin Ali (a.s.) "din görüş ile değerlendirilecek olursa ayağın altının meshedilmesi, üstünün meshedilmesinden daha evladır; ama, ben Rasulullah'ın ayağın üstünü meshettiğini gördüm" buyurdu25. Bu tutum "görüş ve ra'y" hükümeti karşısında Rasulullah'ın (s.a.a.) sünnetini korumanın ta kendisidir.
· Ebu Musa Aş'ari şöyle diyor:
Ali (a.s.) Camel (savaşı) günü Peygamber'in namazını hatırlatan bir namaz kıldı, oysaki biz onu unutmuş veya bile bile terketmiştik26.
· İmam Seccad (a.s.) ezan söylediğinde "hayye alel felah" cümlesine geldiği zaman -ehli sünnetin terketmiş oldukları- "Hayye ala hayril amel" cümlesini söylüyor ye başkalarının bu cümleyi atmakla ezanı tahrif ettiklerini bilmeleri için "ilk ezan böyle idi" buyuruyordu27. Rasulullah'ın sünnet ve tutumuna dayalı bu gibi tavırların benzerleri Ehli beyt'in arasında pek fazladır.
Şianın, ehli beyti bu kadar sembol edinmesi, bir taraftan Peygamberin onca tekidinden ve diğer bir taraftan da Ehlibeyt'in dinin esasını korumadaki siyerinden dolayıdır. Burada, gerçekçi ve gerçeği arayan bütün ehli sünnete, ehli beyt hakkında daha çok araştırma yapmalarını ve bilhassa fezâilin gerçek anlamında ve onun fikirsel semerelerinde düşünmelerini tavsiye etmek yerinde olur bizce. Belki de inşaallah böylece hepimiz ehli beyte sarılarak hidayet yolunu bulur ve Hakk Teala'nın bize lütuf edeceği tevfik ile sırat-ı müstakimde yürürüz28.
' 28) Burada iki kitap tanıtılabilir: Biri Muhammed Taki Rahber'in tercüme edip İslami Tebliğler Teşkilatının bastığı Dar-ut Tevhidin yayınladığı "Ehli Beyt Mektebinde", diğeri de Merhum Şehabuddin İşraki ve Ayetullah Fazıl Lenkerani'nin yazdıkları "Ehl-ül Beyt veya Parlak Simalar". Bu kitab "İslami Kültür yayım bürosu" tarafından yayınlanmıştır.
Değerli üstadım Allame Seyyit Cafer Murtaza'ya, bu mecmuaya değerli bir önsöz yazdıklarından dolayı çok teşekkür ediyor ve ehli beytin hayatı hakkındaki bu muhtasar araştırmamı ehli beyti Athar’ın yolunu izleyenlere takdim ediyorum.
Resul Caferiyan
1
10- İMAM ALİ NAKİ (HADİ) (AS) 10- İMAM ALİ NAKİ (HADİ) (AS)
İMAM HADİ(a.s)
Hz. Ali b. Muhammed (a.s.), şiaların onuncu İmamı ve lakabı da Hâdi'dir. Sikat'ül İslam Küleyni, Şeyh Müfid, Şeyh Tusi ve de İbn-i Esir'in rivayetine göre İmam Hadi (a.s.) hicri 212[1] yılının Zilhacce ayının ortasında dünyaya gelmiştir.
Başka bir rivayete göre ise -ki onu Hatib-i Bağdadi ve diğer bir grup rivayet etmişler hicri 214 yılında[2] gözlerini dünyaya açmıştır. İmam Hadi (a.s.) ve değerli oğlu İmam Hasan b. Ali (a.s.) "Askeriye" diye meşhur olmuşlardır[3] Çünkü Beni Abbas halifeleri 233 yılından, bereketli ömürlerinin sonuna kadar onları "Samirra" (Asker) da gözaltında tutmuşlardır.
İmam Hadi (a.s.), Alim, Fakih, Emin ve Tayyib gibi lakablarlâ da meşhurdur. İmam Hadi (a.s.)'ın mübarek künyesi ise Eb'ul Hasan'dır. İmam Kazım (a.s.) ve İmam Rıza (a.s.)'ın da lakabları Eb'ul Hasan olduğundan herhangi bir yanlışlık olmasın diye İmam Kâzım (a.s.)'a Eb'ul Hasan-ı Evvel, İmam Rıza (a.s.)'a Eb'ul Hasan-ı Sani ve İmam Hadi n (a.s.)'a da Eb'ul Hasan-ı Salis veya Eb'ul Hasan-ı Mazi denilmiştir.
İmam Hadi (a.s.)'ın annesi Samane adında bir Ümmü Veled (cariye) ve Mağrip ahalisinden idi. İbn-i Sabbağ-ı Maliki'nin rivayetine göre İmam Hadi (a.s.)'ın yüzüğüne Allahu rabbi ve hüve ismeti min halkihi cümlesi yazılıydı.[4]
Şeyh Müfid ve başkalarının rivayet ettiğine göre, İmam Hadi (a.s.) 254 yılının receb ayında, yani yirmi yıl dokuz ay Samirra'da yaşadıktan sonra dünyadan göçmüştür.
O dönemde, on üçüncü Abbasi halifesi Mu'tazz hilafet tahtınday[5]dı. Şehr Aşub O hazretin tabii eceliyle dünyadan gitmediğini nakletmiş ve bu hususta -Abbasi halifesi Mutamid'in Onu zehirlettiğine dair- İbn-i Babeveyh'den bir rivayet nakletmiştir'.[6] Mutamid'tn 255 yılında, yani O hazretin şehadetinden takriben bir yıl sonra halife olduğu ortadadır. Her halükarda O hazretin zehirletildiği ve şehid edildiği tarihte mevcuttur.
Ancak çoğu tarihçiler bu konuya ya asla değinmemiş ya da değinmişse de onu diğer görüşler karşısında bir görüş olarak telakki etmişlerdir. Mes'udi ve Sıbt İbni Cevzi, O hazretin zehirletilmesin! ve şehid edilmesini bir rivayet olarak belirtmişlerdir.[7] Fakat zamanın zalim ve diktatörlerinin, Ebu Talib evlatlarına, özellikle de onların büyüklüklerine ve şia İmamlarına karşı güttükleri kin ve düşmanlık nazara alındığında ve de İmam Hadi (a.s.)'ın uzun bir süre zorla Samirra'da tutulduktan sonra kırk dört yaşında vefat ettiğine ve vefat etmesine sebep olan herhangi bir cismi hastalığın tarihte mevcut olmadığına dikkat ettiğimizde İmam'ın zehirtetilmesi ve şehid edilmesi hususundaki rivayetin sahih olma olasılığı büyük bir ölçüde güçlenmektedir.
İMAM HADİ (a.s.)'IN İMAMETİ
İmam Cevad (a.s.) 220 yılında şehid olduktan sonra, henüz altı yaşında olan oğlu İmam Hadi (a.s.) imamete erişti. Şialar, İmamın baliğ olma sorununu İmam Cevad (a.s.) hakkında tecrübe ettiklerinden dolayı ne şialar, ne de onların büyükleri İmam Hadi (a.s.)'m imameti hususunda özel bir şüpheye düşmediler. Şeyh Müfid ve Navbahti'nin yazdığına göre, İmam Cevad (a.s.)'ın şialarından birkaç kişi hariç, diğerlerinin tümü İmam Hadi (a.s.)'ın imametini kabul ettiler.
İmam Hadi (a.s.)'ın imametini kabul etmeyen az bir grup ise sadece kısa bir süre için Musa b. Muhammed'in[8] (ölümü, 296) imametine inandılar, ama bir süre geçtikten sonra onun imametinden yüz çevirip İmam Hadi (a.s.)'ın imametini kabul ettiler.[9] Sa'd b. Abdullah, onların İmam Hadi (a.s.)'a dönmelerine sebep olarak, Musa'nın kendisinin onlardan' bizar olmasını ve onları kendi etrafından kovmasını göstermiştir.[10] Tabersi ve İbn-i Şehr Aşub açısından şiaların, İmam Hadi (a.s.)'ın imameti hususunda icma etmelerinin, kendisi O hazretin imametini teyid eden, doğrulayan ve şüphe götürmeyen sağlam bir delildir.
[11] Bununla birlikte Merhum Küleyni ve diğer alimler o hazretin imametiyle ilgili nasları sıralamışlardır. Bazı rivayetlerden anlaşılıyor ki imam Cevad (a.s.) Mutasım tarafından Bağdat'a çağrıldığında -bunun bir tehdid olduğunu ve tehlikeli olacağını sezince- İmam Hadi (a.s.)'ı kendi yerine İmam tayin etti[12] ve hatta kendinden sonra, bu hususta herhangi bir şüphe bırakmamak için O hazretin imameti hakkında yazılı bir nas da bıraktı.[13]
İMAM HADİ (a.s.)'A KARŞI MÜTEVEKKİLİN SİYASETİ
Mutasım 218 yılının Receb ayından 227 yılının Rabi'ül Evvel ayına kadar ve ondan sonra da 232 yılının Zilhacce ayına kadar Vasık hükümet etti, Mütevekkil ise 247 yılının Şevval ayına kadar hilafeti elinde tuttu. Mütevekkil'den sonra Muntasır (ölümü, 248) bir yıl kadar, ondan sonra Mustaîn 255 yılına kadar hükümeti ellerinde tuttular[14] ve İmam Hadi (a.s.) da önceden de belirttiğimiz gibi 254 yılında dünyadan göçtü.
Mütevekkil hükümeti ele alıncaya kadar, halifeler genellikle Memun'un siyasetini takib ediyorlardı. Bu siyaset Mutezileyi himayesi altına almaktaydı ve bu da ister istemez âl-i Ebu Talib için nisbeten müsait bir siyasi ortam yaratmıştı. Fakat Mütevekkil'in gelmesiyle dar görüşlülükler yeniden başlamış oldu. Mütevekkil, Mutazile ve Şia'yı ezmek için hadis ehlini himayesi altına alıp harekete geçirdi.
Eb'ul Ferec İsfahani, Mütevekkil'in döneminde gerçekleşen âl-i Ebi Talib kıyamları hakkında söze başlarken, Mütevekkil'in 'Talibiler" hakkındaki kötü tutum ve muamelesine değinmiş ve onun veziri Übeydullah b. Yahya b. Hakan'ın da-Mütevekkil'in kendisi gibi âl-i Ebu Talib'in bir numaralı düşmanı olduğunu belirtmiştir. Mütevekkil'in Talibi'lere karşı kötü tutum ve düşmanca muamelesinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Seyyid-üş Şüheda İmam Hüseyn (a.s.)'ın mak-beresini tahrib etmek, makberenin etrafındaki yerleri sürerek dümdüz araziye çevirmek ve orayı tarla olarak kullanmak, İmam Hüseyn (a.s.)'ın türbesini ziyarete gelenlere eziyet etmek, kötü davranmak ve onları feci bir şekilde cezalandırmak[15]. İmam Hüseyn (a.s.)'ın Kerbela'da bulunan kabrinin, halk kitlesiyle şia düşünce tarzı ve şia imamları arasındaki atifi bağı pekiştireceğinden korkulduğu için böyle bir işe girişildi. Eb'ul Ferec, bu halifenin Medine'deki âl-i Ebu Talib hakkındaki çok üzücü baskı ve kötü muamelelerinden bir kaçını da örnek olarak göstermiştir.
İMAM HADİ (a.s.)'IN MEDİNE'YE GETİRİLİŞİ
Mütevekkil bu baskıları yaparken, İmam Hadi (a.s.)'ın Medine'de tutuklanıp Samirra'ya getirilmesini emretti. İmam Hadi (a.s.)'ın Samirra'ya getirilmesiyle halkın İmam'la olan ilişkisini yakından izleyecek ve kontrol altına alacaktı. İşte bu siyaset Memun'un İmam Rıza (a.s.) hakkında uyguladığı siyasetin kendisiydi.
Hadis ve tarih kitaplarında İmam Hadi (a.s.)'ın Medineden Samirra'ya sürülmesi hususunda pek çok rivayetler mevcuttur. Şimdi biz o rivayetleri bir araya getirerek bu hususta nisbeten etraflı bilgi sunmak istiyoruz. Mütevekkil 233 yılında İmam'ı Medine'den Samirra'ya getirtmek istiyor, Şeyh Müfid ise İmam'ın 243 yılında Samirra'ya getirildiğini belirtmiştir, ancak bu doğru değildir, bu tarihte şialardan biri İmam'ın getirtilmesi hususunda Mütevekkil'in mektubunu istinsah etmiştir'.[16]
Abdullah b. Muhammed-i Haşimi adında biri o yıl Mütevekkil'e şöyle bir mektup yazdı: "Eğer haremeyne (Mekke ve Medine) ihtiyacın varsa Ali b. Muhammed'i oralardan uzak tut. Çünkü O halkı kendine davet etmiş ve büyük bir topluluk da onun davetine müsbet cevap vermiştir." Mütevekkil'in karısı da bu hususta ona bir mektup yazarak harekete geçmesini istedi.
[17] İşte bunlardan dolayı Mütevekkil İmam'ı tutuklattırıp Samirra'ya getirtti.[18] İbn-i Esir, Mütevekkil'in âl-i Ebu Talib hanedanına karşı katı tutumuna değinerek, bazı nasibi-terin ve Abdullah b. Muhammed-i Haşimi'nin halifenin içindeki ateşi körüklediklerini söylemiştir.
Bu gibi kimseler hep Mütevekkil'! âl-i Ebu Talib hakkında uyarmış ve Mütevekkil'in sert ve katı davranmasına ve sürgüne göndermesine sebebiyet vermişlerdir.[19] İbn-i Cevzi, risalet hanedanı hakkında kötümser olan bazı kişilerin, Mütevekkil'in yanında onları kötülediğine değindikten sonra şöyle devam ediyor: Mütevekkil, halkın İmam Hadi (a.s.)'a ilgi duyduğu ve meyilli olduğuna dair haberlere dayanarak O'nu Samirra'ya getirtti.[20]
Şeyh Müfid'in yazdığına göre, İmam Hadi (a.s.) Mütevekkil'e bir mektup yazarak bu gibi haberleri yalanlıyor.[21] Mütevekkil de İmam'ın mektubuna saygılı bir şekilde cevap yazarak -Medine'de namaz kıldırmak ve savaşla ilgili işlerin sorumlusu olan- Abdullah b. Muhammed-i Haşimi'yi görevden uzaklaştırıyor ve kurnazlık yaparak İmam'dan Samirra'ya (Asker'e) gelmesini istiyor.
Merhum Küleyni de Şeyh Müfid de Mütevekkil'in yazmış olduğu mektubun metnini kitaplarında getirmişlerdir. Mütevekkil mektubunda tekidle İmam'ın yüce şahsiyetini idrak ettiğini. Gereken her türlü yardımı kendisine yapmaya hazır olduğunu, Abdullah b. Muhammed'i görevden alıp onun yerine Muhammed b. Fazl'ı atadığını.
Muhammed b. Fazl'a da İmam'a karşı ihtiramlı davranmasına ve İmam'ın emirlerinden çıkmamasına dair emir sadır ettiğini O hazretin bilgisine sunmuş. Ve İmamla ahdini tazelemek ve Onu görmek istediğini ve bu yüzden de -uygun bir zaman ve münasib bir fırsatta -dilediği biriyle beraber veyahut da dilerse Yahya b. Harseme ve ordusu ile -ki O hazretin emirlerine uyacak ve itaat edecekler.[22] Samirra'ya gelmelidir, diye sözlerine devam etti.
Daha sonra da Yahya'yı çağırıp üç yüz askerle beraber Kûfe'ye gitmesini ve orada yorgunluklarını giderip sahra yolundan Medine'ye giderek Ali b. Muhammed'i (İmam Hadi) alıp getirmelerini ve O hazrete saygılı davranmalarını emretti.[23] Mütevekkil halkın hassasiyetini uyandırmamak ve İmam'ın zorla getirilmesiyle istenmedik olaylara sebebiyet vermemek için böyle bir plan yapmıştı, fakat Medine halkı baştan beri olaydan haberdar olmuştu. İbn-i Cevzi bu hususta Yahya b. Harseme'den şöyle naklediyor: Ben Medine'ye gidip şehre girdim, halk çok perişan oldular, üzüldüler ve beklenmedik bir takım tepkiler gösterdiler, ama aynı zamanda sert davranmadılar.
Tedricen halkın üzüntüsü alenen ortaya çıktı ve ağlayıp sızlamaya başladılar ve bu hususta öyle aşırı gittiler ki o zamana kadar Medine şehri böyle bir duruma şahit olmamıştı. Onlar İmam Hadi (a.s.)'ın başına bir şey gelmesinden korkuyorlardı. Çünkü İmam daima halka iyilikte bulunmuş, mescidden ayrılmamış ve dünya işlerine meşgul olmamıştı. Bu durum karşısında mecburen halka güvence verip sakin olmalarını ve kontrollerini kaybetmemelerini istedim. Onların karşısında yemin ederek, İmam Hadi (a.s.)'a karşı sert davranmayacağıma ve İmam'ı hiçbir tehlikenin tehdid etmediğine dair söz verdim.[24]
Fakat Yahya hakikatte İmam'ı zorla da olsa Samirra'ya
götürmekle görevlendirilmişti. Bu yüzden -yukarıdaki rivayetin devamında da belirtildiği gibi- İmam'ın evinde arama yaptı, dua kitaplarından ve ilmi kitaplardan başka hiç bir şey bulamadı. Bunun kendisi de Yahya b. Harseme'nin İmam'a hayran olmasına ve kalben O hazretin imametine inanmasına sebep oldu.[25] Uyûn'ul Mücizat'ta nakledilen bir rivayete göre, Yahya b. Harseme önce Abdullah b. Muhammed-i Haşimi'nin yanına gidip Mütevekkil'in mektubunu ona gösteriyor ve daha sonra her ikisi birlikte İmam'ın yanına gelip, O
hazretin yolculuk hazırlıklarını yapması için üç gün zaman tanıyorlardı. Üç gün bittikten sonra İmam'ın yanına geldiklerinde O hazretin hazır olduğunu gördüler.[26] Elimizde mevcut olan bir rivayette İmam Hâdi (a.s.), zorla Samirra'ya götürüldüğünü buyurmuştur.[27]
İMAM'IN SAMİRRA'DA İKAMET ETMESİ
İmam (a.s.) halkın karşılamasıyla Samirra'ya girdi ve Hüzayme b. Hazim'in evine getirildi.[28]
Yahya b. Harseme şöyle diyor: Yolumuzun üstünde olan Bağdat'a girdiğimizde, Bağdat'ın valisi İshak b. İbrahim-i Tafiri'yi gördüm. O, İmam hakkında bana şunları söyledi: "Ey Yahya, bu gördüğün şahıs Resulullah (s.a.a.)'in torunudur, Mütevekkil'in ahlaki durumunu göz önünde bulundur -ki sen kendin onu daha iyi tanıyorsun-. Eğer O'nun hakkında tahrik edici bir rapor halifeye verecek olursan, halife O'nu öldürür ve eğer böyle olursa kıyamet gününde Resulullah (s.a.a.)'e hesap vereceksin." Samirra'ya girdiğimizde önce Vasif-i Türki'yi görüp İmam'ın geldiğini ona ilettim.
Şöyle dedi: "Eğer bu şahsın başından bir tüy bile azalırsa kendin hesap vereceksin." Daha sonra Mütevekkil'in yanına gidip İmam'ın hoş ahlaklı, takvalı ve zahid olduğunu, evini aradığımda da Kur'an'dan ve birkaç ilmi kitaptan başka bir şey bulamadığımı söyledim.[29] Şeyh Müfid'in dediğine göre, İmam'ın Samirra'ya girdiği ilk gün Mütevekkil, İmam'ın Saalik hanına[30] götürülüp bir gün orada ağırlanmasını ve ondan sonra O hazret için nazarda tutulan eve götürülmesini emretti.[31] Salih b. Said'in görüşüne göre, İmam'ı küçük düşürmek amacıyla böyle bir şeyi yaptılar.
O şöyle diyor: İmam'ın şehre girdiği an o hazrete hitab ederek şöyle dedim: Bunlar daima sizin nurunuzu söndürmek ve ilahi mevkiinizi göz ardı etmek istemişlerdir ve bu yüzden de size Han'us Saalik diye meşhur olan bu handa yer vermişler.[32] İmam (a.s.) ömrünün sonuna kadar -yirmi yıldan fazla- bu şehirde yaşadı. Şeyh Müfid İmam'ın zorla Samirra'da tutulduğuna değinerek şöyle yazıyor: Halife zahirde İmam'a ihtiram gösteriyordu, ama batında İmam'a karşı bazı 'desiseler düzenlediyse de onların hiç birinde başarılı olamadı.[33]
MÜTEVEKKİL'İN İMAM'A KARŞI TUTUMU
İmam (a.s.), Samirra'da zorla tutulduğu süre zarfında zahiren rahat bir şekilde yaşıyordu. Fakat Mütevekkil, genel nezaretler dışında, İmam'ı da hükümet taraftarlarından biri olarak göstermeğe çalışıyor" ve böylece de hem İmam'ı kontrolü altında tutmak, hem de O hazretin halkın gözündeki azamet ve yüceliğini azaltmak istiyordu. Tabersi şöyle yazıyor:
Mütevekkil, İmam'ın şahsiyetini zedelemek ve itibarını sarsmak için çok çalıştı.[34]
Meşhur tarihçi Mes'udi, İmam'ın Mütevekkil'e karşı tavır ve tutumlarında şu iki örneği zikretmiştir:
1 - Muhammed b. Yezid-i Müberred şöyle diyor: Mütevekkil bir gün İmam'a sordu: Babanın oğlu (yani sen) Abbas b. Abdül Muttalib hakkında ne düşünüyor? İmam cevaben dedi ki:
"Ey halife, Allah onun oğullarına itaat etmeği halka ve ona itaat etmeği oğullarına farz kılmıştır, o halde babamın oğlu onun hakkında iyilikten başka ne diyebilir?"
Mütevekkil, İmam'ın bu cevabını kendi isteğine uygun' bulunca memnun oldu ve yüz bin dirhem bağışladı, İmam'a, Mes'udi bunu naklettikten sonra şöyle diyor: İmam'ın bu cevaptan kasdettiği asıl şey şuydu: Allah'ın emirlerine itaat etmek Abbasoğullarına farzdır. İmam buna işaretle değindi.[35]
İmam'ın bu şekil cevap vermesi, O hazretin doğrudan Mütevekkil tarafından tehdit edildiğini göstermektedir. Buna göre imam takiyye etmeli ve sadece dikkat ve düşünce sahiplerinin anlayabileceği bir cevap vermeliydi. Sadece onlar İmam'ın asıl hedefinin ne olduğunu anlayabilirdi.
Mütevekkil çok iyi biliyordu ki İmam açısından bu ayet "O gün zalim, ellerini ısırıp duracak"[36] bazı halifelere işaret etmektedir. Bu yüzden bunu kötüye kullanmak istedi. Meseleyi dile getirmekle İmam'ı bir nevi ehl-i sünnet karşısına çıkarmak istedi. Binaenaleyh herkes toplandığında bu ayet hakkında İmam'a sordu. İmam şöyle buyurdu:
Maksad iki kişidir ki Allah ima yoluyla onlardan söz etmiştir. Allah onların adını açıklamamakla onlara minnet koymuştur. Acaba halife Allah'ın gizli tuttuğu şeyin açığa vurulmasını mı istiyor? Mütevekkil "Hayır" dedi.[37] Böylece İmam kendisi için hazırlanan tehlikeden kurtulmuş oldu.
2 - İmam Hadi (a.s.)'ın evinde silah ve şiaların yazmış oldukları mektupların vb. mevcut olduğu Mütevekkil'e bildirildi. Mütevekil bir grup askerlerin ve görevlilerin -gizlice-İmam'ın evine saldırı düzenlemelerini emretti. Halifenin emrine itaat edildi. İmam'ın evine girdiklerinde O'nun yalnız başına bir odada kumlar üzerinde oturduğunu, odanın kapısını kapatmış olduğunu, yünlü elbise giydiğini, başına bir örtü attığını, Kur'an'dan müjde ve azap ayetleri okuduğunu gördüler.
İmam'ı olduğu gibi alıp Mütevekkil'in yanına götürdüler. İmam, Mütevekkil'in yanına geldiğinde Mütevekkil'in elinde bir şarap kadehi vardı. Halife, İmam'ı kendi yanında oturtup O'na da bir kadeh uzattı ve "Siz de için" dedi. İmam mazeret getirerek dedi ki: Şimdiye kadar benim etim ve kanım şarapla kirlenmemiştir. O sırada Mütevekkil, kendisini coşturacak şiir okumasını istedi, İmam'dan. İmam şöyle buyurdu: "Pek şiir okumam." Fakat Mütevekkil ısrar edince İmam şu şiirleri okudu:
"Usta ve güçlü kimselerin bekçilik ettikleri dağların tepesinde sabahladılar, ama dağların tepeleri onlara fayda sağlamadı. Sığınaklarından aşağılara indirildiler ve kara toprağın altında kaldılar. Kötü mü kötü bir yerde konakladılar.
Kendi kabirlerine girdikten sonra biri bağıra bağıra onlara şöyle dedi: O bileklikler hani, hani o taçlar, o güç ve kudretiniz hani nerde.
Nimet ve bolluk içinde yetişen, karşılarına çok değerli ve ince perdeler asılan o yüzler nerde kaldı.
Onlara bu soru sorulduğunda, onlardan taraf kabirleri şu cevabı verecekler: O yüzlerde şimdi et yiyen böcekler ve yılanlar dolaşmaktadır.
Uzun ömürleri boyunca yediler, içtiler ve onca yemekten, içmekten ve eğlenmekten sonra şimdi kendileri böceklere yem olmuşlardır.
Nice saraylar yaptılar, onlarda yaşamak için fakat, nitekim o sarayları ve kendi azizlerini geride bırakarak ölüp gittiler.
Nice servet üst üste yığdılar, biriktirdiler fakat onları düşmanlarına bırakarak yaşamlarını terkettiler, öldüler.
Sonunda oturdukları yerler viran oldu, kendi hallerine terk edildi ve o sarayda oturanlar kabirlerine doğru koştular."
İmam (a.s.) bu şiirleriyle oradaki herkesi etkiledi ve hatta Mütevekkil'in kendisi o kadar etkilendi ki ağlamaktan yüzü ıslandı. Bundan sonra halife şarap meclisinin dağıtılmasını ve şarapların toplanmasını emretti... Daha sonra da İmam'ı ihtiramla evine götürmelerini emretti.[38]
Mütevekkil, İmam'ı da vezirler, emirler, ordu komutanları ve etrafındaki şahıslar gibi pahalı elbiseler giymeye, en iyi bir şekilde kendine çeki düzen vermeye, Mütevekkil -ata bindiğinde diğerleri gibi O'nun da- halifenin arkasında yaya yürümeye zorluyordu. Halifenin karşısında yaya yürümekten müstesna olan tek şahıs, halifenin kin dolu veziri Feth b. Hakan idi. O da halife Mütevekkil gibi at üzerinde hareket ediyordu. Bu durum İmam için çok zor ve dayanılmaz bir durumdu. İşte bu olayın ardından İmam (a.s.) "Dua'ul Mazlum ala'z Zalim" duasına tevessül etti.[39]
Ayrıca Mütevekkil kendi düzenlediği eğlence ve şarap meclislerine İmam'ın da katılmasını ısrarla istiyordu. Çünkü Mütevekkil böylelikle -şiaların İmamı ve temiz insanların önderi olan- O hazreti daha iyi bir şekilde tahkir edebilir ve şialarını ondan uzaklaştırabilirdi. Mütevekkil'in kendisi de bunu itiraf etmişti:
İmam (a.s.) Samirra'da öyle yüce bir şahsiyete ve ruhi azamete sahipti ki, herkes O'nun karşısında ister istemez tevazu ediyor ve çok ihtiram gösteriyordu[41]
Mütevekkil, ömrünün son günlerinde İmam'ı şehid etmeye karar verdi. İbn-i Urume şöyle diyor: O günlerde samirra'ya gitmiştim. Mütevekkil, hizmetçisi Said'e İmam'ı teslim ederek öldürmesini istemişti.
Fakat Mütevekkil iki gün sonra -İmam'ın da öngörüde bulunduğu gibi- geceleyin Türklerin saldırısına uğrayarak kendi evinde -yatağında yanığı bir halde- öldürüldü ve böylece İmam O'nun pençesinden kurtuldu.[42] Başka rivayetlerde şöyle belirtilmiştir:
Mütevekkil, İmam'ın tutuklanma emrini verdikten üç gün sonra öldürüldü.[43]
Mütevekkil'den sonra oğlu Muntasır hilafete geçti ve bu da hükümetin âl-i Ebu Talib ve bizzat İmam Hadi (a.s.) üzerindeki baskısının azalmasına sebep oldu. Gerçi bazı şehirlerde şialar üzerindeki devlet adamlarının baskısı olduğu gibi devam etmekteydi.[44]
Önceki dönemlere oranla baskıların azalması şiaların çeşitli şehirlerdeki örgütlenmelerini güçlendirdi. İmam'ın şehirlerdeki vekillerinden biri tutuklandığında O hazret başka birini onun yerine nasbediyordu. Ali b. Cafer O hazretin vekillerinden biriydi o da tutuklanarak zindana atılmıştı.[45] Muhammed b. Farec de Mısır'da tutuklanarak Irak'a getirildi ve sekiz yıl zindanda kaldı.[46]
Dr. Casim Hüseyin bu hususta şunları, yazıyor: Kindi'nin yazdığına göre Mısır'daki şialar -halife tarafından Mısır'a hakim seçilen- Yezid b. Abdullah-i Türki'nin baskı ve eziyetine maruz kalmışlardı. Yezid b. Abdullah, Mısır'daki Ehli-beyt dostlarının önderlerinden olan Ebu Hamza'yı adamlarıyla birlikte tutukladı. Onlar gizli faaliyetlerle suçlanıyorlardı. Onlar 248 yılında Irak'a sürgüne gönderildiler.[47] Şeyh Küleyni şöyle yazıyor:
İmam Hadi (a.s.)'ın şialarının takip edilip tutuklanmaları kötü ve istenmedik bir sonuç doğurdu.[48] Muhammed b. Hacer öldürüldü, Seyf b. Leys'in mallarına el kondu ve aynı zamanda Samirra'da oturan İmam'ın bazı şiaları Irak'da tutuklandı[49] ve O hazretin Kufe'deki,vekilî Eyyüb b. Nuh şehrin kadısı tarafından takib edilmeye başlandı.[50]
İmam Hadi (a.s.) şialarına şu tavsiyede bulunmuştu: Üstünüze çeki düzen verin, zahiriniz düzenli olsun ve içtimai şahsiyetinizi koruyun. İmam, bir gün Şialarından birinin elinde balık tutarak yürüdüğünü görünce ona hitaben şöyle buyurdu: Siz, düşmanları çok olan bir topluluksunuz, elinizden geldiğince üstünüzü temiz ve düzenli tutun[51]. Eskilerden beri şialar masum İmamların emriyle hükümet makamlarına giriyor ve gereken yerlerde de şialara yardım ediyorlardı.
Yakub b. Yezid halife Muntasır'ın katiplerinden olmasına rağmen, muhtelif konular hakkında "Beda", "Kitab'ul Mesail" ve "Kitab'u Nevadir-il Hac" gibi kitaplar telif etmiştir.[52] Bu gibi şahısların çok gizli bir şekilde faaliyet ettikleri çok açıktır. Aksi halde halifeler onların mahiyetini anlar, İmam Hadi (a.s.)'la irtibatta olduklarından haberdar olup onlara eziyet eder, görevlerinden alır ve aylıklarını keserlerdi.[53]
İmam Hadi (a.s.)'ın şialarının dışında O hazretin ashablarından takriben yüz doksan kişinin 0'ndan hadis rivayet ettiği tesbit edilmiştir. Onlardan hemen hemen yüz "seksen kişi muhtelif konular hakkında hadis rivayet etmişlerdir ve o hadisler elimizde bulunmaktadır. O zamanlarda İmamların vekillerinin tedvin ettikleri fıkhi ve kelami hadis kitapları şiaların yanında mevcuttu ve onlar, vekiller aracılığıyla sorularını İmam'dan soruyorlardı.
İmam (a.s.) da kendi ashabı arasından Ehl-i beyti çok seven ve uzun bir geçmişleri olan kimselere yöneltiyordu, onları.[54] Sonraki karinelerden -gerçi tarih, o dönemlerdeki şiaların durumu hakkında bize dakik bilgiler vermemektedir- İmamların döneminde Şiiliğin büyük bir ölçüde yayıldığı çok iyi anlaşılıyor. Kesinlikle bunun sebebi de İmamların ve vekillerinin düzenli faaliyetleri ve de Müslümanların, Resulullah (s.a.a.)'in Ehl-i beytine duyduğu derin sevgi ve muhabbettir.
İmam Hadi (a.s.) döneminde Zeydiye önderleri de önceki zamanlara kıyasla daha yaygın bir şekilde İslam devletinin bütün bökelerinde kıyamlar başlattılar. Zeydiye bütünüyle -imamiye'ye karşı sert tutumlarından dolayı- İmamlar tarafından dışlanıyor ve reddediliyordu. Fakat bazen kıyamlarında sadakat ve ihlas gösterdiklerinde İmamiye şiaları da atifi olarak onların derdini paylaşıyor ve ortaklık ediyordu. Bu husustaki rivayetleri Eb'ul Ferec'i İsfahani'nin "Makatil'üt Talibin" kitabında bulabilirsiniz.
İMAM HADİ (as.)'İN VEKİLLERİ VE ONLARIN YETKİLERİ
Şianın son İmamlarının dönemi genelde Abbasi halifeleri tarafından uygulanan şiddetli - baskılarla doluydu. Aynı zamanda bu dönemde şia, İslam topraklarının her yerine yayılmıştı. Bu dönemin şiilik aleyhindeki eserlerinden ve gün geçtikçe şiaların nüfusunun artmasını önlemek amacıyla halifelerin almış oldukları birtakım tedbirlerden, siyasi ve askeri girişimlerinden, şia nüfusunun o dönemdeki artışı kolaylıkla anlaşılmaktadır.
İleride değineceğimiz gibi, İmam Hadi (a.s.)'ın İran şialarıyla irtibat sağlamasının yanı sıra; Irak, Yemen, Mısır ve diğer bölgelerdeki şialarla da irtibat içindeydi. Bu irtibatın ortaya çıkmasını, devam etmesini sağlayan ve onu sağlamlaştıran şey vekalet sistemiydi, imam Rıza (a.s.) tarafından, ondan sonra imam Cevad (a.s.) ve ondan sonra da İmam Hadi (a.s.) tarafından vekil tayin edilen şahıslar, İmam ile şialar arasında irtibat kurmakla görevliydiler.
Ayrıca humusu toplayıp İmam'a göndermenin yanı sıra kelami ve fıkhi sorunların çözümlenmesinde yapıcı bir rol oynuyorlardı ve de bir sonraki İmam'ın imametini yerine oturtmada kendi bölgelerinde bir mihver durumunda ve konumundaydılar. Bazen bu vekillerden bazıları İmam'ın hattından saptıklarında, İmamlar tarafından tekzib ediliyor ve onların yerine başkaları tayin ediliyordu. Kısacası vekalet sisteminin, İmamiye şiasının siyasi ve kültürel konumunu sağlamlaştırmada önemli ve esasi bir payı vardı.
Dr. Casim Hüseyin şöyle yazıyor: Rivayetlerden de anlaşıldığı üzere, vekillerin tayin edildikleri şehirler dört bölgeye bölünüyordu:
1. Bölge: Bağdat, Medain, Sevad, Küfe.
2. Bölge: Basra, Ahvaz.
3. Bölge: Kum, Hamedan.
4. Bölge: Hicaz, Yemen, Mısır.[55]
Genelde İmamların vekilleri, mektup ve emin şahıslar vasıtasıyla İmam'la irtibat kuruyorlardı. İmam Cevad (a.s.) , hakkında belirttiğimiz ve İmam Hasan Askeri (a.s.) hakkında da belirteceğimiz gibi İmamların fıkhi ve kelamî maarif ve öğretilerinin büyük bir bölümü şialarına yazmış olduğu mektuplarda beyan edilmiş ve o mektuplar hadisi kaynaklarda nakledilmiştir, ki bugün elimizde mevcuttur.
İmam Hadi (a.s.)'ın vekillerinden biri Bağdat'ın Haminiya köyünden Ali b. Cafer'dir Onun hakkında Mütevekkil'e bazı haberler rapor edildiğinden Mütevekkil onu tutuklatarak-zindana attırdı. Ali b. Cafer uzun bir süre zindanda kaldıktan sonra oradan kurtuldu ve İmam Hadi (a.s.)'ın emriyle Mekke'ye hareket etti, ömrünün sonuna kadar da orada kaldı.[56]
İmam Hadi (a.s.), Gulat'ın ileri gelenlerinden biri -Faris b. Hatem Kazvini- karşısında Ali b. Cafer'in kariyerini teyid etmek amacıyla bazı ashabının sorularına cevap olarak bir takım mektuplar yazmıştır. Bu mektuplar 240 yılında yazılmıştır.[57]
O hazretin vekillerinden biri de İbrahim b. Muhammed-i Hamedani idi. Keşşi'nin rivayetine göre İbrahim kırk defa hac ziyaretine gitmiştir.[58] İmam Hadi (a.s.) ona yazdığı bir mektup da şöyle buyurmuştur.
"Gönderdiğiniz paraları aldım, Allah senden kabul etsin ve şialarımızdan razı olsun, dünya ve ahirette onları bizden ayırmasın. "[59]
Bu vekilin şialardan paraları toplayıp İmam'a göndermekle sorumlu olduğu ve mali sorumluluk taşıdığı bu rivayetten açıkça anlaşılmaktadır. İmam (a.s.) bu mektubun devamında, vekili İbrahim'e şöyle yazıyor: Sizin hakkınızda Nazr b. Muhammed-i Hamedani'ye[60] tavsiyede bulundum, benim yanımdaki mevkiini ona bildirdim ve size karşı gelmemesini ona yazdım. Eyyüb (b. Nuh b. Derrac)'a[61] da aynı emri verdim. Hamedan'daki dostlarımıza da bir mektup yazarak sana itaat etmeleri gerektiğini bildirdim. Çünkü orada senden başka vekilimiz yoktur[62]
Hüseyin b. Abd-i Rabbih veya -diğer bazılarının rivayetine göre- onun oğlu Ali[63] de İmam Hadi (a. s.)'in vekillerinden biriydi. Ondan sonra da Ebu Ali b. Raşid onun yerine vekil olarak tayin edildi. İmam (a.s) 232 yılında Ali b. Bilal'a yazmış olduğu mektupta şöyle yazmıştır:
"Ben Hüseyin b. Abd-i Rabbih'in yerine Ebu Ali'yi seçtim ve bu makam için önü kendi eminim karar kıldım. Çünkü onun dindarlığını ve emin olduğunu (emanete hiyanet etmediğini) -bu hususta kimse ondan üstün değildir- biliyordum. Senin, kendi bölgenin şeyhi olduğunu biliyorum ve işte bunun için de sana taclilen ve ihtiramen bu mektubu yazarak bizzat meseleden haberdar etmek istedim. Ebu Ali'ye itaat et ve yanında bulunan paraların tümünü ona teslim et, dostlarımızı ona itaat etmeye teşvik et, onları öyle bir şekilde şuurlandır, bilinçlendir ki ona yardımcı olsunlar ve işlerinde başarılı olmasını sağlasınlar.
Onun ihtiramını riayet ederek hareket etmeni istemekteyiz ve bu işinden dolayı Allah seni mükâfatlandırsın. Allah dilediği herkese kendi rahmetiyle en üstün mükafatı verir. Seni Allah'a emanet ediyorum. Bu mektubu kendi hattımla yazıyor ve Allah'a hamd ve şükür ediyorum.[64]
Bu mektubun metnine dikkat edildiğinde bir vekilin vazifeleri ve yetki alanı, cüz'i vekillerin geniş bir bölgede faaliyet eden vekillerle irtibat keyfiyeti çok iyi anlaşılmaktadır.
Ebu Ali b. Raşid hakkında, İmam Hadi (a.s.)'ın yazdığı başka bir mektup da elimizde mevcuttur. İmam (a.s.) bu mektubunda ibn-i Raşid'in mevkiini beyan ederek ona itaat etmenin Allah'a ve İmam'a itaat olduğunu belirtmiştir, imam'ın bu mektuptaki ibaresi aynen şöyledir:
"Ona itaat etmek bana itaat etmektir, ona isyan etmek' de benim emrimden çıkmak demektir. Bu yoldan ayrılmayın, Allah sizi mükafatlandırsın ve kendi fazlından size artırsın."[65]
Aynı şekilde Eyyüb b, Nuh'a yazmış olduğu mektup da şöyle yazmıştır, İmam: "Ebu Ali'ye karşı gelmekten sakın. Sen ve Ebu Ali, her biriniz kendi bölgenizde yüklendiğiniz vazifelerle amel edin." Bu mektubun aynını da Ebu Ali'ye yazmış, onda Eyyüb b. Nuh hakkında tavsiyede bulunmuş ve her ikisinin kendi bölgesinde şiaların mali işleriyle ilgilenmelerini ve birbirlerinin bölgesinden bir şey almamalarını istemişti. [66]
Keşşi'nin İsmail b. İshak-ı Nişabûrî hakkında naklettiği rivayetten, Ahmed b. İshak-ı Razi'nin, İmam Hadi (a.s.)'ın vekillerinden bir başkası olma olasılığı ele gelmektedir.[67]
İMAM HADİ,(a.s.) MEKTEBİNDE KUR'AN'IN ASALETİ:
Gulat'ın ortaya çıkardıkları ve diğer İslami grupların da onlara saldırmalarına sebebiyet verdikleri inhiraflardan biri,
Kur'an'ın tahrif edilme meselesiydi. Ehl-i sünnetin kitapları da Kur'an'ın tahrif edildiğine dair uyduruk bazı hadisler içerdiğinden onlar da bu meseleye duçar olmuşlardır. Fakat aynı zamanda, Gulat hariç, Müslümanların çoğunluğu sünnisiyle şiasıyla bu batıl inançla mücadele etmişler.
Bununla birlikte İbn-i Şazan'ın "el-İzah" ve Hayyat-ı Mutezili'nin "el-İntisar" kitabından da anlaşıldığı üzere, hicri üçüncü yüzyılda şia, Kur'an'ın tahrif edildiğine inanmakla itham ediliyor, suçlanıyordu. Bu itham karşısında şia imamları daima Kur'an'ın asil olduğunu ve onunla muhalif olan her rivayetin batıl olduğunu belirtmişlerdir. Ehl-i sünnet arasında da bu asla inananların sayısı az değildir, ancak önemli olan bu aslın amelen ne derece riayet edildiğidir.
İbn-i Şübe-i Harrani'nin İmam Hadi (a.s.)'dan naklettiği mufassal bir risalede İmam (a.s.), Kur'an'ın asaletini şiddetle savunmuş, sahih hadisleri sahih olmayan hadislerden ayırt etmede Kur'an'ın dakik bir miyar ve ölçü olduğunu duyurmuştur. Buna ilaveten, bütün İslami grupların kabul ve istinad ettikleri tek metnin Kur'an olduğunu resmen belirtmiştir.
İmam Hadi (a.s.) ilk aşamada hadisleri iki kısma bölüyor:
a: Hak olan ve amellerin mebna ve temeli olması gereken rivayetler.
b: Batıl olan ve amel edilmemesi gereken rivayetler.
O halde bütün İslami fırkalar açısından Kur'an'ın hakkaniyetine dair bütün ümmetin icmaına -bundan hiçbir şüphe yoktur- teveccüh edilmelidir. Daha sonra buyuruyor ki, eğer Kur'an bir rivayetin sahih olduğunu teyid eder, ama ümmetten bir grubu bunu kabul etmezse o rivayetin sahih olduğunu itiraf etmek gerekir.
Çünkü asılda, Kur'an'ın hakkaniyetinde görüş birliğindedirler. Daha sonra da örnek olarak, velayet ayetine ve bu ayetin ehl-i sünnet rivayetlerinde nakledilen nüzul sanına dayanarak "Sekaleyh" hadisini zikrediyor. Ondan sonra "Ne cebrdir ve ne de tafviz; ikisinin arasında bir yoldur" hadisinin izahında yine Kur'an'ın bir çok ayetlerine dayanarak bu hadisin sahih olduğunu Kur'an'ın teyid ettiğini belirtiyor. Tabii ki İmam (a.s.) kendi istidlalında bir açıdan cebre ve başka bir açıdan da tafvize (ihtiyar) işaret eden onlarca Kur'an ayetine de değiniyor ve sonunda da Emir'ül Müminin (a.s.)'m bu husustaki sağlam ve metin sözlerini şahid getiriyor.[68]
Başka bir yerde de ihtilaf konusu olan bir mesele hakkında İmam (a.s.) Kur'an'a istinad ederek kendi görüşünü herkese kabul ettiriyor.[69]
İMAM HADİ (a.S.) VE KELAM İLMİ
Şianın muhtelif fırkaları arasındaki mevcut görüş farklılıkları, onların Tahir İmamlar (a.s.) tarafından hidayet edilmesini zorlaştırıyordu. Şiâların dağınıklığı ve zaman zaman başkalarının görüşleriyle etkilenmeleri, durumu daha bir zorlaştırıyordu. Bu hengamede gayri şii fırkalar ve mutaassıb şia düşmanları da bu ihtilafları körüklüyor ve daha da derin göstermeye çalışıyorlardı. Elimizde mevcut bulunan Keşşi'nin naklettiği bir rivayette, birinin Zürariye, Ammariye ve Yafuriye adında mezhepler ürettiğini ve bunu da İmam Sadık (a.s.)'ın büyük ashablarından dan Zürare, Ammar-i Sabati ve İbn-i Ebi Yafur'a nisbet verdiği açıkça görülmektedir.[70]
Athar İmamlar (a.s.) bazen, şianın büyük şahsiyetleri arasındaki görüş farklılığından kaynaklanan bazı sorulara muhatap oluyordu, ancak o ihtilafların bir kısmı sırf suri ve lafzi ihtilaflardı.
İmamların büyük ashabları arasında görüş farklılıklarının ortaya çıkmasına sebep olan kelami meselelerden biri "Teşbih ve Tenzih" meselesiydi. Şia İmamları işin başından beri "Tenzih" görüşünün hakkaniyetini tekid ediyorlardı. Emir-ül Müminin Ali b, Ebi Talib (a.s.)'dan sonra İmamların ve hatta şiaların elinde bulunan Ali (a.s.)'ın hutbeleri bu iddianın en iyi şahididir.
Şeyh Saduk'un büyük bir özenle çaba sarf ederek "Tevhid" kitabında bir araya topladığı diğer İmamlardan
nakledilen rivayetler de aynı manaya delalet etmektedir. Bununla birlikte diğer fırkalar daima şiayı teşbih'e inanmakla itham ediyorlardı ve bu da en yaygın ithamlardan biri olmuştu. Tabii ki bir nebze insaflı davranan kimseler sadece şianın bir fırkasının teşbihe inandığını söylemişlerdir.
Hidayet İmamları (a.s.), şiaya yapılan bu ithamı reddetmek için çok çalışmışlar ve sonraları şia alimleri de imamlarının bu doğrultudaki çalışmalarını sürdürmüşlerdir. O alimlerden biri Şeyh Saduk (r.a.)'dir. Onun 'Tevhid" kitabını telif etmekten hedefi şiaya isnad edilen 'Teşbih ve Cebr" inancından şianın beri olduğunu ispatlamaktır.[71]
Bizim bu hususta bahsetmemize sebep olan amil, Hişam b. Hakem ve Hişam b. Salim'e isnat edilen görüşlerdir.-Bu iki şahıs arasında bir takım ihtilaflar vardı ve hatta Hişam b. Hakem, Hişam b. Salim'e reddiye olarak bir risale yazmıştır. Ancak şunu bilmek gerekir ki, sadece cisim lafzını yersiz olarak kullanmak ve onu Allah hakkında zikretmek şianın teşbih ve tecsim inancıyla itham edilmesine sebep olmuş ve Hişam b. Hakem teşbihe inanan bir rafîzi olarak tanıtılmıştır.
[72] Hişam b. Hakem'in gerçekten tesçime inanıp inanmadığı- hususunda bazı araştırmacılar arasında görüş farklılıkları ortaya çıkmıştır. Tahkik ürünü bir makalede, Hişam'ırt gerçekten tecsime inanmadığı isbat edilmiştir. Çünkü o, cisim kelimesini yaygın ve mustalah olan manasında kullanmıyor ve onun "şey kelimesiyle eşit, eş anlamlı ve müteradif olduğuna inanıyordu.[73] Bununla birlikte, Tahir İmamlar (a.s.), düşmanların Hişam'ın bu görüşünü kötüye kullandıklarını görünce hakikatte bu Hişam'ın kötü bir prensibiydi- onunla muhalefet ettiler ancak, münasip fırsatlarda da onun tecsim ve teşbihe inanmadığını duyurdular.
Hişam b. Hakem'in inancını tekzib etmek hususunda İmam Hadi (a.s.)'dan nakledilen bir rivayeti açıklamak için yukarıdaki sözlerin tümünü mukaddime olarak getirdik ki, o hadis yanlış bir şekilde yorumlanmasın.
Sakr b. Ebi Dulef'den rivayet edilmiştir: İmam Hadi (a.s.)'dan tevhid hakkında sorup, Hişam b. Hakem'in inancında olduğunu söyledim. İmam (a.s) hiddetlenerek şöyle buyurdu: Hişam'ın görüşü seni ne ilgilendirir, ondan sana ne? Allah "azze ve celle"nin cisim olduğunu düşünen bizden değildir ve biz dünya ve ahirette ondan beriyiz. Ey Ebi Dülefin oğlu, çişimin kendisi mahluktur ve onu var eden Allah'tır, ona cisimlik veren de Allah'tır.[74]
Muhammed b. el-Ferec-ir Ruhhaciy'den rivayet edilmiştir:
İman Hadi (a.s.)'a bir mektup yazarak Hişam b. Hakem'in "cisim" hakkındaki ve Hişam b. salim'in de "suret" hakkındaki sözüyle ilgili olarak imam'dan sordum. İmam şöyle buyurdu: Hayrette kalanlânn hayretini bir kenara bırak ve şeytandan Allah'a sığın. Hişam b. Hakem ve Hişam b. Salim'in dediği şeyler bizim -söz, görüş ve inancımız- değildir.[75]
Fazil Muhakkik -biraz belirttiğimiz makalenin yazarı- "Filcism" tabirine işaretle şöyle yazmıştır: Eğer Hişam tecsime inansaydı "bil-cism" demesi gerekirdi, fakat Hişam Allah hakkında "cism" kelimesini kullandığında kastettiği manaya işaret etsin, nazarındaki şeye deyinsin diye "fil-cism" tabirini kullanmıştır.[76] İmam Sadık (a.s.) ve İmam Kazım (a.s.) da Hişam'a nisbeti verilen bu görüşle şiddetle muhalefet etmişlerdir.[77]
2
10- İMAM ALİ NAKİ (HADİ) (AS) 10- İMAM ALİ NAKİ (HADİ) (AS)
Hişam b. Hakem ve Hişam b. Salim'in sözleri, şialar arasında bazı ihtilafların çıkmasına neden olmuştu. Bu yüzden de şia İmamları çoğunlukla bu gibi sorulara muhatab oluyorlardı. İbrahim b. Muhammed-i Hamedani bu hususta İmam Hadi (a.s.)'a bir mektup yazarak şöyle demiştir:
Bu bölgede yaşayan sizin dostlarınız tevhid hakkında ihtilafa düşmüş; bazıları tecsime ve diğer bazıları da teşbihe inanmaktalar. İmam (a.s.) bunun cevabında şöyle yazdı:
Münezzehtir tarif kabul etmeyen ve tavsif edilmesi mümkün olmayan Allah. O, eşsizdir, duyan ve görendir.[78]
Muhammed b. Ali Kaşâni[79] ve diğer şahıslardan da bu soru rivayet edilmiştir ve bu da o zamandaki şialar arasında ihtilafın var olduğuna bariz bir numunedir.
Allah-u Teala'nın hatta kıyamet gününde bile görünmesinin imkansız olduğu -teşbihe inananlar ve hadis ehli arasında onun mümkün olduğu meşhurdur- hususunda İmam Hadi(a.s.)'dan nakledilen rivayette Allah'ın görünmesinin imkansız olduğuna istidlal edilmiştir.[80] İmam (a.s.) bir başka rivayette de Allah'ın, dünyanın gökyüzüne ineceğini şiddetle reddetmiştir[81]
Bu hususta, bazıları çok mufassal olan yirmi bir hadis İmam Hadi (a.s.)'dan rivayet edilmiş ve onların tümünde İmam (a.s.) tenzih mevziinde yer almıştır.[82]
Şia imamlarının cebr ve ihtiyar meselesi hakkındaki inançları hususunda da İmam Hadi (a.s.)'dan mufassal bir risale nakledilmiş ve bugün elimizde mevcuttur. Bu risalede -imam Sadık (a.s.)'dan rivayet edilen-
"Ne cebrdir ye ne de tafviz; ikisinin arasında bir yoldur." hadisi Kür'an ayetlerine dayanılarak şerh edilmiş ve bu mesele hakkındaki şianın kelam! mebna ve görüşleri dakik olarak beyan edilmiştir.[83]
İmam (a.s.) bu risalenin bir bölümünde bu meseleyle ilgili şöyle buyurmuştur:
"Biz şöyle diyoruz: Allah (azze ve celle) kendi yaratıklarını sonsuz kudretiyle yarattı, onlara ibadet ve kulluk etme gücü verdi. Onları istediği şeye emr, istemediği şeylerden de nehyetti.
Onların, kendi emirlerine uymalarını kabul etti ve bununla da onlardan razı oldu, emirleri karşısında itaatsizlikten de onları nehyetti ve bu doğrultuda da emrine itaat etmeyenleri sorumlu tuttu. Emr ve nehiyde ihtiyar ve seçim hakkı Allah'a mahsustur. İstediği şeye emreder ve hoşlanmadığı şeyden nehyeder ve onun doğrultusunda da onları sorumlu tutar (azab eder). Çünkü O, emirlerine itaat etme ve günahlardan kaçınma gücünü kullarına vermiştir: Çünkü O'nun adalet, insaf ve hikmet-i baliğesi (tam zahir hikmeti) apaçık ortadadır ve inkar edilemez.[84]
Bunun devamında da cebrin isbatında bazı ayetlerin zahirine istidlal edilmesini cevaplandırmıştır.
İmam Hadi (a.s.)'ın ihticacları unvanında nakledilen rivayetler arasında cebr ve tafviz hakkındaki rivayetler çoğunluğu teşkil etmektedir.[85]
İMAM HADİ (a.s.)'IN DUA VE ZİYARET KÜLTÜRÜ
Şu gerçeği unutmamak gerekir ki, şia çok zengin dua ve ziyaret kültürüne sahiptir. İslami fırkaların hiçbiri bu derece dua ve ziyarete sahip değildir. İşte bu şii irfanını şekillendiren, şii toplumunda dini ihlas ve nefs tezkiyesini güçlendiren şiiliğin mânevi çehresinin alametidir.
Şia İmamları katında duanın çok önemli ve çok yüce bir yeri vardır. Onların bazıları dua hakkında çok tekid etmiş ve bu hususta çok değerli bir miras geride bırakmıştır. İmam Seccad (â.s.)'la ilgili bölümde duanın önemini beyan etmiştik. İmam Hadi (a.s.) da kendi programında dua ve ziyarete çok önem vermiş, dua ve ziyaret kalıbında şiaları eğitmede, şia kültür ve öğretilerini onlara aktarmada büyük bir ölçüde onlardan yararlanmıştır.
Bu dualarda Allah ile razı ve niyaz etmenin dışında, bazı siyasi - içtimai meselelere de muhtelif şekillerde değinilmiştir. İşte bunlar şianın siyasi hayatında çok etkili oluyor ve düzenli olarak birtakım özel mefhumları onların toplumuna telkin ediliyordu. Şimdi bu dualardan bazılarına değineceğiz:
1-HALK VE EHL-İ BEYT ARASINDA BİR BAĞ OLUŞTURMA:
Muhammed ve âl-i Muhammed (s.a.v.)'e sık sık salavat göndermenin yanı sıra -ki bu dualarda ve genelde Ehl-i beyt İmamlarının dualarında mevcuttur- ümmet ve âl-i Muhammed (s.a.a.) arasında sağlam ve kopmaz bir bağ oluşturmaya da özel bir yer verilmiş ve bunun üzerinde önemle tekid edilmiştir, örnek olarak bir duanın bir bölümünü aşağıya aktarıyoruz:
"Allah'ım, Muhammed (s.a.a.)'e ve Ehl-i beytine selam ve salavat gönder, benimle onlar arasındaki irtibatı dünya ve ahirette koparma ve benim amellerimi onların hürmetine kabul buyur."[86]
2-EHL-İ BEYTİN YÜCE MAKAMINA TEKİD
İmam Hadi (a.s.)'dan rivayet edilen ziyaretlerde Ehl-i beytin üstünlüğüne ve onların İslam ümmetinin önderi olduğuna sık sık tekid edilmiş ve Resulullah (s.a.a.)'in Ehl-i beyti özel anlamıyla, şu tabirlerle vasfedilmiştir: Ma'den-ür Rahmet, Hüzzan-ül İlm, Kadet'ül Ümem, Saset'ül İbad, Ümena'ür Rahman, Eimmet'ül Huda, Vereset'ül Enbiya, Hücecüllah ala ehl-id dünya velahireti vel-ûta.[87] Aynı bu ziyarette hidayet İmamlarına hitaben şöyle denmiştir:
"Şehadet ederim ki siz; raşid, hidayet olmuş, masum, faziletli, Allah'a yakın, takvalı, sadık, Allah tarafından seçilen ve Allah'a itaat eden imamlarsınız."
Bu bölümlerin devamında Tahir İmamlar (a.s.)'in özellikleri ve faziletleri zikredilmiş, İmam dakik olarak şialara tanıtılmış ve imam'ın sahip olması gereken özellikler şialara bildirilmiştir.
3-DİNİN TANITIMI VE SAHİH DİNİN EHL-İ BEYT MEKTEBİNDE OLDUĞU
Şiaların İmamlara hitaben nasıl şehadet vermeleri ve ne demeleri onlara şöyle öğretilmiştir:
"Allah yolunda gerektiği gibi cihad ettiniz; davetini ilan, farzlarını beyan ve sınırlarını ihya ettiniz. Allah'ın hükümlerini yaydınız, sünnetiyle amel ettiniz. Kur'an'ın tevil ve tenzili, Allah'ın ayetleri sizin yanınızdadır. Allah'ın nuru, burhanı sizdedir ve şüpheler; ihtilaflar sizinle çözümlenir."
İlahi maarif ve hak öğretileri sadece Peygamber (s.a.v.)'in Ehl-i beytinin mektebinde aramak gerekir. Sadece Ehl-i beytin mektebine ve talimatına uyanlar hak üzeredirler.
"Sizden yüz çeviren dinden çıkmış olur, size itaat edenlerse hak üzeredir."[88]
4 - ŞİANIN ZULÜM VE SİTEMLE MÜBAREZESİ:
Şianın kabul ettiği en aşikar, en bariz mefhumlardan biri zulüm ve haksızlıkla savaşmaktır. İmam Hadi (a.s.)'dan rivayet edilen dualarda bu mana dakik olarak gözlenmektedir.
Bu dualardan biri olan "Dua'ul Mazlum Alâz-Zalim"[89] sadece O hazretten nakledilmiştir. Bu duada, zalim ve gaddarların zulmünün ortadan kaldırılması için Allah'tan yardım dilenilmiştir. Bu duada, zulmün ortadan kaldırılması işi zahiren Allah'a bırakılmıştır fakat ondan amaçlanan şey, zulmün toplumda var olduğunu ve çeşitli şekillerde uygulanmakta olduğunu halka bildirmektir.
Zulmün ortadan kaldırılması için yapılması gereken en esaslı ve önemli şey de budur. Bu dua, dakik olarak Mütevekkilin, İmam hakkında yapmış olduğu zulüm ve ihanetin ardından İmam'ın diline cari olmuştur ve bunun siyasi boyutu açıkça gözlenmektedir.
İMAM HADİ (a.s.) VE GULAT:
Şianın içindeki sorunlar da en azından düşmanların yarattıkları sorunlar kadardı, özellikle de iç sorunlar dış sorunların artmasında çok etkiliydi. Bu sebepleydi ki şia İmamları, ne pahasına olursa olsun şiiliği guluvdan temizlemek ve Gulat'ı kendilerinden uzaklaştırmakla iç sorunları halletmek için çok çaba sadettiler.
Fakat Gulat çıkarlarından veya yanlış düşündüklerinden dolayı kendilerini şia İmamlarına müntasab ediyor ve İmamların onlara karşı muhalefetlerinin bir nevi takiyye olduğunu söylüyorlardı. Haliyle şia ilim, fıkıh ve kültürünün -gerektiği gibi- yerleşmediği uzak şehirlerde bazıları Gulat'in kandırmacalarına aldanıp, itikadi açıdan munharif ediliyorlardı ve bu da şiaların, diğer İslami fırkalar nezdinde kötü tanıtılmasında çok etkili oluyordu. İmam Hadi (a.s.), İmamların faaliyeti doğrultusunda Gulat ile mübareze etti. Çünkü onun ashabı arasında da guluv inancını taşıyan kimseler vardı.
Tahir İmamlar (a.s.)'a çok bağlanan ve din hususunda her çeşit guluv ile muhalif olan mutedil şia alimlerinden biri dan Ahmed b. Muhammed b. İsa rivayet etmiştir ki, İmam Hadi (a.s.)'a bir mektup yazılarak şöyle soruldu: "Size ve babalarınıza öyle hadisler isnat edilmektedir ki insan onları duymaktan nefret ediyor. Bu hadisler sizden ve değerli babalarınızdan nakledildiği için de onları reddetmeye cüret edemiyoruz." Daha sonra şöyle devam ediyor:
Kendilerini sizin dostlarınız ve şialarınız diye tanıtan Ali b. Haske ve Kasım Vaktini "Şüphe yok ki namaz, çirkin ve kötü şeylerden alı-"koyar insanı"[90] ayeti hakkında fehşa ve münkerin bir şahsa işaret olduğunu naklederler. Zekat hakkında da diyorlar ki zekat, bir miktar dirhem ve dinar ödemek değil, ondan maksad erkektir. Onlar bazı farz, sünnet ve günahları da bu minval üzere tevil ediyorlar. Eğer maslahat görüyorsanız bunu bizim için aydınlatın ve şialarınız üzerine minnet koyarak onları bu gibi sapıkcasına teviller bataklığından kurların. İmam bunun cevabında şöyle yazdı:
"Bu gibi teviller dinimizden değildir, ondan sakının."[91]
Buna benzer mektuplar "İbrahim b. Şaybe ve Sahi b. Ziyad'dan da rivayet edilmiştir. Bunların birine İmam (a.s.) çok mufassal bir cevap vermiştir. Bu cevapda Muhammed b. Haske reddedilmiş, onun Risalet hanedanına ve onların velayetine bağlılığı tekzib edilmiştir ve bunun yanısıra onun hurafelerinin batıl olduğunu belirtmiş ve şiaların da onlardan uzak durmasını emretmiştir ve hatta şialardan, o iki kişiyi nerede görürlerse hemen öldürmelerini istemiştir.[92] Başka bir rivayette de İmam (a.s.) Muhammed b- Haske ve Kasım Yaktini'ye beddua ve lanet etmiştir.[93]
Ali b. Haske, Kasım Şaranii Yaktini'nin üstadı idi ve o da Gulat'ın büyüklerinden olup, Tahir İmamlar tarafından reddedilmiş ve dışlanmıştı.[94] Hasan b. Muhammed b. Baba-i Kummi ve Muhammed b. Musa eş-Şüreyki de Ali b. Haske'nin öğrencilerindendi. İmam Hadi (a.s.)'ın lanet ettiği kimselerden ikisi de Muhammed b. Nesir-i Nümeyri ve Faris b. Ha-tem-i Kazvini idi. İmam (a.s.) bir mektupta İbn-i Baba-i Kum-mi'den bizar ve beri olduğunu bildirerek şöyle yazmıştır:
"O -İbn-i Baba- benim önü peygamber seçtiğimi ve kendisinin benim kapım olduğunu sanıyor." Daha sonra da şialara hitaben şöyle buyurmuştur: "öldürebilirseniz öldürün, onu.[95]
Peygamberlik iddiasında bulunan Muhammed b. Nesir-i Nümeyri, Nümeyriye veya Nesiriye fırkasının reisiydi. O, tenasühe ve İmam Hadi (a.s.)'ın rububiyetine, mahremlerle evlenmenin ve erkeğin erkekle evlenmesinin caiz olduğuna inanıyordu. Ve İmam Hadi (a. s.) tarafından peygamberliğe seçildiğini iddia ediyordu. Muhamed b. Musa b. Hasan b. Fırat da Muhammed b. Nesir'in yakın dostlarından ve yardımcılarından olup onu destekliyordu. Muhammed b. Nesir öldükten sonra, Gulat'ın en meşhur fırkalarından olan Nesiriye birkaç gruba bölündü.[96] O dönemde yaşıyan Gulat'ın büyüklerinden bazıları da Abbas b. Sadakat, Eb'ul Abbas Tarfani (Taberani) ve Şah Reis diye tanınan Ebu Abdullah Kindi idi.[97]
İmam Hadi (a.s.), Faris b. Hatem hakkında onun tekzib edilmesini, ona saygı gösterilmemesini ve Faris b. Hatem ile Ali b. Cafer arasında çıkan ihtilaflarda Ali b. Cafer'i destekleyerek İbn-i Hatem'i reddetmelerini istedi. Ayrıca İbn-i Hatem'in öldürülme emrini vererek onu öldürene uhrevi saadeti müjdeledi, onun cennete gireceğini tazmin etti.
Cüneyd adında bir şia, İmam'dan sözlü izin alarak İbn-i Hatem'i öldürdü. "Rical-i Keşşi"de İbn-i Hatem hakkındaki bir çok rivayetler, İbn-i Hatem'in, şianın mevcudiyetini tehdit eden büyük bir tehlike olduğunu hatırlatıyor. Şialar İmam Hadi (a.s.)'dan sık sık onun hakkında birtakım sorular sormuş ve İmam da bu Soruların tümüne cevaben İbn-i Hatem'den beri ve bizar olduğunu belirtmiştir.[98]
Sürey b. Selame de Gulat'la ilgili ve onların bozgunculukları hakkında İmam Hadi (a.s.)'a bir mektup yazmış ve İmam da bunun cevabında şialara dua ederek Gulat karşısında onları sebatlı olmaya ve mukavemet etmeye davet etmiştir.[99]
İmam Hadi (a.s.)'ın ashabından olduğunu tanıtmaya çalışan Gulat'tan biri de Ahmed b. Muhammed-i Seyari'ydi.[100] Şia "Rical" alimlerinin ekseriyeti, onun Gulat'tan ve fasid-ül mezheb olduğunu söylemişler.[101] Kur'an'ın tahrif edildiğine dair "Kitab'ul Kıraat" adında bir hadis kitabı yazmıştır ve kesinlikle batıl şeylerden başka bir şey onda bulunamaz.[102] İmam Hadi (a.s.), İslami fırkalar açısından Kur'an'ın tahrif olmadığına bizzat tekid etmiştir:[103]
Hüseyin b. Abid de Gulat'tan olup kendisinin İmam Hadi (a.s.)'ın ashabından olduğunu söylüyordu ve bu yüzden de Ahmed b. Muhammed b. İsa Kummi, onu ve diğer bir kaç kişiyi guluv ehlinden oldukları için Kum'dan kovdu. Bundan önce de belirttiğimiz gibi Kum ehli asil ve hakiki şii düşüncesine sahip idiler ve en ufak bir guluvvu bile tahammül etmiyorlardı.
Bunun için bazen -gerçek anlamıyla ve imamlar hakkında bir nevi rububiyet itikadi olan- Gulat'tan olmayan kişileri bile suçluyorlardı. Herhalükarda hidayet imamlarının sık sık tekzipleri ve dışlamaları sonucunda Gulat, kendilerini Tahir İmamların ashabı diye tanıtmak gibi en önemli silahlarını kaybettiler. Tabii şunu da unutmamak gerekir ki, guluv eserleri henüz bile rivayetlerimiz ve hadislerimiz arasında görülmektedir.
Hadislerimizi onlardan arındırmak, şia İmamlarının metod ve prensiplerine inanan her İmami şianın göz ardı edemeyeceği bir vazifedir. Çünkü kasıtsız olan, inkar edilemez sadakat ve samimiyetle faaliyet eden, ancak maalesef ki bu gibi guluv hadislerinden etkilenen öyle kişiler görülmüştür ki. Feth b. Yezid-i Gürcan'ı, İmam Hadi (a.s.)'dan mufassal bir rivayet naklederek, İmamet makamıyla bağdaşmadığı için İmam'ın yemek ve içmeğe ihtiyacı olmadığı inancında olduğunu itiraf ediyor ve İmam Hadi (a.s.) da ona cevaben şöyle buyuruyor:
"Ey Feht b. Yezid, bizler için örnek olan Peygamberler bile hem yer hem içerler hem de pazarlarda yürürler. Çişime cisimlik veren Allah'tan başka herkes böyledir.[104]
İMAM HADİ (a.s.) VE KUR'AN'IN MAHLUK OLUŞU:
Üçüncü yüzyılın başlarında ehl-i sünnet alemini meşgul eden en önemli konulardan biri Kur'an'ın hadis ya da kadim olması meselesiydi. Bu mesele ehl-i sünnet arasında bölünmelere ve yeni fırkaların ortaya çıkmasına neden oldu. İlk olarak bu meseleyi gündeme getiren şahıs Ahmed b. Ebi Davud idi.[105] Daha sonra Memun ve ondan sonra da Mutasım meseleyi takib etti. Onlar tarihte "Mihnet'ül Kur'an" diye adı geçen -Kur'an'ın hadis olduğu inancını- alimlere ve muhaddislere kabul ettirmeye çok çalıştılar. Başta Ahmed b. Hanbel olmak üzere hadis ehli Kur'an'ın kadim olduğuna inanıyordu ve bu yüzden de Abbasi hükümetinin baskı ve ihanetlerine ve hatta onların emriyle kırbaçlanmaya maruz kaldı.
Fakat Mutasım'dan sonra onun yerine geçen Mütevekkil, Ahmed İbn-i Hanbel'i destekledi ve birbirinin yardımıyla onun mezhebinin -Kur'an'ın kadim olduğuna itikad- lehine meseleyi noktaladılar, kendilerine muhalif olan alimleri de sahneden uzaklaştırıp susmaya zorladılar. Ayrıca onlar, hadis ehli mezhebini İbn-i Hanbel'in getirdiği çerçeve dahilinde yayarak diğer mezheplerin bidat olduğunu söylediler. Bu meselenin akabinde bütün hadisçi gruplar -kendi görüşlerini savunmak amacıyla- birbirlerine karşı cephe açtılar ve her grup kendi görüşünü ortaya koydu.
Ama -bildiğimiz kadarıyla-[106] Ehl-i beytin rivayetlerinde ve İmamların ashabının sözlerinde bu konuya değinilmemiş ve şialar da bu hususta konuşmamışlardır. Bu gün elimizde mevcut olan imam Hadi (a.s.)'dan rivayet edilen bir mektup da İmam (a.s.) şialarından birine, bu hususta görüş belirtmemesini ve onlardan hiçbirinin tarafını tutmamasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Allah, bizi ve seni fitnelere bulaşmaktan korusun; her iki gruptan da kendini uzak tutarsan senin yararına olur, aksi taktirde helak olursun.
Bizim inancımıza göre Kur'an hakkında cedel etmek bidattir. Bundan kaynaklanan günah ve kötü neticelerden hem soran hem de cevap veren sorumludur. Çünkü soruyu soran, yükümlü olmadığı bir şey hakkında sormuş olur ve cevap veren de yükümlü bulunmadığı bir şeyden dolayı hiç bir delile dayanmadan cevap verdiği için sorumlu tutulur.
Allah'tan başka bir yaratan yoktur ve O'ndan başka, her şey O'nun mahlukudur; Kur'an da Allah'ın kelamıdır. Kendi yanından ona bir ad takma, aksi taktirde zalimler zümresinden olursun. Allah, gaybe iman eden, Allah'tan ve kıyamet gününden sakınan kimselerden karar kılsın, bizleri.[107]
Bu mektuplar ve tavırlar, şiaların böyle sonuçsuz bir konuya girmemelerine sebep oldu.
İMAM HADİ (a.s.) VE İRAN'DAKİ ŞİALARI:
Tahir İmamlar (a.s.)'ın şialarının hemen hemen hepsi Küf eli idiler. Şianın "Rical" kitaplarına bakıldığında kolayca anlaşılmaktadır bu. Çünkü onların çoğunun isminin sonuna "Kufi" kelimesi eklenmiştir. İmam Bakır (a.s.) ve İmam Sadık (a.s.)'ın döneminden itibaren İmamların bazı ashabının isminin sonuna ise "Kummi" kelimesi eklenmiştir. Bunlar Arap soyundan olan ve Kum'da yaşayan Eş'arilerdi.
imam Hadi (a.s.) "m döneminde Kum, İran şialarının toplandığı en önemli merkez idi ve bu şehirdeki şialarına Tahir İmamlar (a.s.) arasında çok sağlam, sarsılmaz bir irtibat mevcuttu.
Şunu unutmamak gerekir ki, Küfe şiaları arasında mevcut dan guluv ve inhiraf! eğilimler kadar, Kum şiaları arasında itidal ve guluv zıddı düşünce tarzı hakim idi. Bu şehrin şiaları, bu mesele hakkında çok ısrar ediyor ve titizlik gösteriyorlardı. Guluv hakkında imam Hadi (a.s.)'a yazılan meşhur mektup bu şehirden gönderilmişti ve bu şehirde Gulat'a karşı büyük bir tepki ve baskı vardı.
Kum'un yanındaki Abeh veya Aveh ve Kaşan şehirleri de şii kültür ve maarifinden etkilenmiş ve Kum ehlinin görüş ve düşünce tarzına sahip idiler. Bazı rivayetlerde, Muhammed b. Ali Kaşani'nin İmam Hadi (a.s.)'dan "tevhid" hakkında sorular sorduğu zikredilmiştir.[108]
Kum halkının imam Hadi (a.s.) ile mali irtibatları da vardı. Bu hususta Muhammed b. Davud-i Kummi ve Muhammed Talhi'nin adı geçmiştir. Bunlar, Kum ve etrafındaki yerler hakkında İmam'a bilgi veriyor ve oradan para toplayarak İmam'a gönderiyorlardı.[109]
İmam (a.s.) diğer ithamların yanı sıra, Kum halkının kendisine para göndermesiyle de suçlanıyordu.[110]
Ayrıca Kum ve Aveh halkı İmam Rıza (a.s.)'ın mübarek türbesini ziyaret etmek için Meşhe'de gidiyorlardı. İmam Hadi (a.s.) onları, bu amellerinin karşılığında "mağfurun lehüm" ibaresiyle vasfetmiştir.[111]
İran'ın diğer şehirlerinin halkı da İmamlarla buna benzer bir ilişki içindeydiler. -Emevilerin ve Abbasilerin gaddarca nüfuz ve İslam alemindeki sultalarından dolayı- İran'ın çoğu şehirleri sünnü eğilimli ve şiaların da azınlıkta olmasına rağmen, şialar bu irtibatı kurmuş ve korumuşlardı. Ebu Mukatil-i Daylemi diye tanınan Salih, İmam Hadi (a.s.)'ın ashabından biri olup rivayet ve kelam çerçevesinde İmamet hakkında bir kitap yazmıştır.
[112] Hicri ikinci yüzyılın sonlarından itibaren "Daylem" birçok şiayı kucağında eğitmiştir. Bunun yanı sıra Daylem'den Irak'a hicret edenler de şiilik mezhebine girmişlerdi. İmam Hadi (a.s.)'ın ashabından bazılarının isminin sonuna eklenip, yer ve şehire işaret eden kelimelere baktığımızda onların ikamet ettikleri, yaşadıkları merkezi biraz da olsa tanıyabiliriz. Mesela: Bişr b. Beşşar-i Nişaburi, Feth b. Yezid-i Cürcani, Ahmed b. İshak-ı Razi, Hüseyn b. Said-i Ahva-zi, Hamdan b. İshak-ı Horasan! ve Ali b. İbrahim-i Talekani vb. İran'ın muhtelif şehirlerinde yaşıyorlardı.
Gürcan[113] ve Nişabur[114] şiaların gün geçtikçe gelişen faaliyetleri neticesinde dördüncü yüzyılda şianın nüfuz ettiği merkezlerden biri haline geldi. Bazı şahidler, İmam Hadi (a.s.)'ın bazı ashaplarının Kazvin'de de yaşadığını göstermektedir.[115] Mutaassıb Hanefi Sünnilerin şehri diye tanınan -gerçekten de onların büyük bir bölümü öyleydi- İsfahan şehrinde de İmam Hadi (a.s.)'ın bazı ashaptan yaşıyordu.
Onlardan biri İbrahim b. Şaybe İsfahan! idi. İbrahim aslen Kasan'lıydı ama ihtimalen İsfahan'da uzun bir süre kalmıştı. İmam Hadi (a.s.)'ın ashabından olan Ali b. Muhammed-i Kaşani de aslen İsfahanlı idi.[116] Bir rivayette de Abdurrahman-ı Nami'nin adı geçmiş ve İsfahanlı olduğu söylenmiştir. Nami, Samirra'da İmam Hadi (a.s.)'dan görmüş olduğu kerametin etkisinde kalarak şia mezhebine girmiştir.[117]
Hz. Emir'ül Müminin Ali (a.s.)'ı malından, canından ve ailesinden daha çok seven birçok kimseler dördüncü yüzyılda İsfahan'da yaşıyordu.[118] Başka bir rivayette de İmam Hadi (a.s.)'ın, Hamedan'daki vekiline bir mektup yazarak şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Hamedan'daki dostlarıma sizin hakkınızda tavsiyelerde bulundum."[119]
[3] Yafii "Mir'at-ül Cinan, c: 1, s: 160" da bu söze değinerek Samirra'-nın Asker diye meşhur olmasının sebebini, Mutasım'ın ordusuyla birlikte oraya intikal etmesi olarak bilmiştir. Tezkiret'ül Havas, s: 359. Maan'll Ahbar, s: 65.
[14] Nasebname-i Hülefa ve Şehriyaran (Zambaver), s: 3.
[15] Makatil'üt Talibîn, s: 478. Eb'ul Ferec yazısının devamında şöyle diyor: İmam Hüseyn (a.s.) şialarından bazıları, tahrib edilen İmam Hüseyn (a.s.)'ın makberesinin yerinde bazı alametler bıraktılar ve'Mütevekkil öldürüldükten sonra Kerbela'ya gelip bazı Talibi ve Alevilerle birlikte mezarın yerini belirledi ve üzerine de bir türbe bina ettiler.
[43] Menakib, c: 2, s: 447. Müsned'ül İmam'il Hadi, s: 41. Mütevekkil'in imam'a karşı kötü davranışları hakkında elimizde bir çok rivayet mevcuttur ancak onları buraya aktarmak mümkün değildir.
[63] Mamekani. bu hususta detaylı bir şekilde bahsetmiş ve Hüseyin t».
Abd-i Rabbih'in İmam Hadi (a.s.)'ın vekili olduğunu belirttikten sonra (Öyle diyor; Hem Ali'nin ve hem de babasının kendi zamanlarında O hazretin vekili olmaları uzak bir ihtimal değildir. Bakınız: Tankih-ül makal. c: 1. 331-332.
[105] et-Tabakat'us Sünniye fi Teracim'il Hanefiye, Riyad baskısı, Yıl:1983.
[106] Muhakkik Üstad Seyyid Mehdi Ruhani'nin görüşüdür, bu. Bu konunun asıl unvanını ona borçluyuz.
[107]Müteşabih'ül Kur'an ve Muhtelefuhu, c: 1, s: 61. Bu şayiada imam Seccad (a.s.)'dan şöyle bir rivayet nakledilmiştir: Kur'an, ne haliktir ve ne de mahluk; o halik (yaratan) Allah'ın kelamıdır.