MÜMİNLERİN İMTİHAN EDİLİP DENENMESİ
- Yayınlandı
Ayetullah’il Uzma İmam Humeyni (ra)
Çeviri: Kadri Çelik
İmtihanın Anlamı, Sonucu ve Hak Teala'yla İlgisine Dair
Enbiya, Asfiya ve Mtü'minlerin İptilasının Şiddetine Dair
Peygamberlerin Nefret Edilen Hastalıklara Mübtela Olmaları
Dünyanın Hak Teala'nm Mükafat ve Ceza Diyarı Olmadığı
Ruhsal iptilamn Şiddetin idrakin Şiddetine Tabi Olduğuna Dair
MÜMİNLERİN İMTİHAN EDİLİP DENENMESİ
"Semâe, Hz. Sadık'ın (aleyhisselam) şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Ali'nin (as) kitabında şöyle bir ifade vardır. "Belaya mübtela olmak açısından peygamberler insanlann en uç noktasında yeralırlar.
Daha sonra peygamberlerin vekilleri (halefleri), onlardan sonra iyiler ve daha sonra da iyiler. Ve muhakkak ki mü'minler sahip oldukları iyilikler oranında belalara mübtela olurlar. Şu halde kimin dinî durumu iyi ve amelleri güzel olursa belası da o oranda şiddetli olur.
Bu ise, Allah Teaîa'nın dünyayı mümin için bir mükafat diyarı kılmamış olmasından ve kafire bir ceza diyarı haline getirmemiş olmasından ileri gelmektedir. Kimin dini mahdud ve aklı
KIRK HADİS ŞERHİ
zayıf ise, onun belası da o oranda sınırlı ve zayıftır. Bela, muttaki müminin üstüne yağmurun yağışından daha hızlı yağar." (*)
Şerh
Kimileri, "bu hadis-i şerifte geçen "insanlar" ("İnsanların en uc noktasında" ifadesinde geçen "insanlar") ifadesinden, insanların en mükemmel noktasında yer alan peygamberler, evliya ve asfiya kastedilmiştir, nitekim bu rivayetlerde vardır, demişlerdir. Oysa bu yersiz bir kanıdır. Burada bütün insanları kastedilmiş olmalıdır.
Bu açık bir husustur. Bunun için Kafinin bu babına müracaat edilebilir. Ve eğer bir hadiste "nas" (insanlar) ifadesi kamil insanlar için kullanılmışsa bu, nasm her zaman kamil insanlar anlamına geldiği manasına alınamaz.
Bela ise deneme ve imtihan etme anlamındadır ve müs-bet ve menfi anlamda kullanılabilmektedir. Nitekim bunu dil bilginleri de belirtmişlerdir. Hak Teala'nm kullarını kendisiyle imtihan ettiği herşey bela ve ibtiladır.
Bu hem dünyevi hastalık, illet, yoksulluk, zillet ve perişanlık olabilir, hem de onlar sayesinde kişinin imtihandan geçirileceği tam tersi durumlar, yani makam ve mevki, iktidar, servet, riyaset, izzet ve azamet olabilir. Ama ne zaman "bela", "beliye", "ibtila" veya benzerleri mutlak şekliyle kullanılsa, o durumda bunlar ilk şıkkı ifade ederler.
Şimdi de Allah Teala'nm izin ve keremiyle bu hadisin yorum gerektiren yanlarını birkaç bölüm halinde ele almaya
(*) Kafî, C. 2., Kitabu'1-îman ve'1-Kufr, bab Şiddetu İbtila el-Mü'miıı, 29. hadis.
MÜMİNLERİN İMTİHAN EDİLİP DENENMESİ
çalışacağız.
1. bölüm
İmtihanın Anlamı, Sonucu ve Hak Teala'yla İlgisine Dair
Bil ki insanî ruhlar ortaya çıktığı sırada, bedenlerle ilişki içine girme ve mülk alemine (dünya) gönderilmesi sırasında bütün ilim, kültür ve güzel-kötü melekelerinde, bütün idrak ve kuvvelerinde bilkuvve (potansiyel)
durumundadır ve yavaş yavaş faaliyete geçip Hakk'm (celle ve ala) inayetiyle onda önce cüz'î ve zayıf idrakler gelişir (dokunma duyusu ve sair zahirî duyular gibi) ve sonra da tedrice batınî idraklere kavuşur, ama gene de bütün kuvvelerinde bu bilkuvvelik (yani potansiyel durum) devam eder.
Ve eğer etki altına alınmazsa doğası gereği habis kuvvelere mağlub düşer ve uygunsuz durumlara meyleder. Çünkü şehvet, öfke ve benzeri içsel cazibeler onu doğal olarak fısk ve fücura,
zulmetmeye ve sapkınlığa yönlendirip çeker ve birkaç kez onlara tabi olunca da kısa süre zarfında oldukça garib bir hayvana ve acaib bir şeytana dönüşür.
Ama Hak Teala'nm inayet ve rahmeti ezelden beri ademoğiunun haline şamil olduğundan, onda iki mükemmel mürebbi ve uyarıcı yer almıştır ki bunlar ade-moğlunu onlar sayesinde cehalet, noksanlık ve kötülük çukurundan ilim, marifet, kemal ve cemal ve mutluluk doruğuna yükselebileceği iki kanat durumundadır.
Ademoğlu bu iki kanat sayesinde tabiatın dar alanından çıkıp geniş ve yüce melekût fezasına yükselebilir. Bunlardan bir tanesi batınî mürebbi olan akıl ve değerlendirme kuvvesi, diğeri de harici mürebbi olan peygamberler ve saadet ve şekavet yollarının
göstericileridir. Ve bu ikisinden hiçbiri yekdiğerinden ayrı ve müstakil olarak bu görevi tek başlarına ifa edemezler. Ne beşer aklı tek başına saadet ve şekavet yollarını keşfedebilir ve gayb alemi ile ahirete yol bulabilir ve ne de peygamberlerin rehberlik ve yol göstericiliği tek başına, akıl ve değerlendirme kuvvesinden bağımsız bir şekilde buna muvaffak olabilir.
Bu nedenle de Hak Tebarek ve Teala bu iki mürebbiyi birlikte lütfetmiştir. Bunları lutfetmesinin sebebi ise beşerin sı-nanmasıdır. Çünkü insanlar bu iki nimet sayesinde birbirinden ayrılıp sınıflanmakta, mesut ve şakî, itaatkâr ve âsi, kâmil ve noksan olanlar bu iki nimet sayesinde birbirinden ayrılmaktadır. Nitekim yüce Velayet Sahibi (Hz. Ali) şöyle buyurmuştur:
Elçisini hak üzere gönderene andolsun ki belalara uğratılacak ve pek çok elekten geçirilip sınanacaksınız." (*)
Kafî'de "Temhis ve İmtihan" babında da İbn Ebi Ya'fur Hazreti Sadıktan (as) şunu nakletmektedir:
"İnsanlar istisnasız birşekilde arındırılacak, imtihan edilip birbirinden ayrılacak ve eleneceklerdir." (**)
"Buyurdu ki: "Ey Mansur! Muhakkak ki kıyamet erişmez size üzüntüden önce,hayır vallahi sizler elenip ayıklanma-dıkça hayır vallahi sizler halis kılınıp arıtılmadıkça ve hayır vallahi kim üzülecek, kim mesut olacak belli olmadıkça."
Hz. Ebul-Hasan'dan (as) rivayet edilen bir diğer hadiste; Söyle buyrulmuştur: "Altının arıtılması giri arıtılacaklar."(*)
(*) Feyz, Nehcu'l-Belâğe, Hutbe 16.
(**) Kafi, C. 1. Kitabu'l-Hucce, Babu't-Temhis ve'1-îmtihan, 2. hadis. (***) Kafi, C. 1. Kitabu'l-Hucce, Babu't-Temhis ve 1-İmtihan,
3. hadis.
Yine Kafî'de senedi Hz. sadık'a ulaşan bir rivayette şöyle buyrulmuştur:
"Allah'ın istek, kaza ve iptilası olmaksızın gerçekleşen hiçbir daralma ve genişlik yoktur." (**)
Yine Hz. Sadık'tan (as) nakledilen bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
"İçinde darlık ve genişlik bulunan Allah Teala'nın hiçbir emri ve buyurması veya sakındırması yoktur ki içinde Allah Teala'nın imtihanı ve yargısı bulunmasın." (***)
Burdaki "darlık" (Kabz) sakındırma ve engellenme, "genişlik" (bast) ise ihsan ve lütuf anlamındadır. O halde her imkan ve lütuf her emir ve sakmdırma,imtihan amacına yöneliktir.
Demek ki peygamberlerin gönderilmesi ve semavi kitapların tenzil edilmesinin tümü insanların birbirinden temyiz edilmesi ve şakiler ile saidlerin, mutiler ile asilerin birbirinden ayrılması içindir.
Hakkın imtihanı da bu temyizi bilmek değil, insanların gerçekten birbirinden ayrılmasıdır. Çünkü Hak teala'nın ilmi ezelidir ve herşeyi henüz var edilmeden önce bile kapsamaktadır.
Filozoflar bu imtihan ve ib-tila hakkında daha pek çok şey söylemişlerdir. Ama bunların zikri bu kitabın kapsamını aşmaktadır. Sadece şu kadarını söylemekle yetiniyoruz ki bu imtihanın aslı, said ve şaki olanların birbirinden ayrılıp temyiz edilmesidir.
Bu imtihanda herkesin durumu delil ve açıklanmışlık doğrultusunda gerçekleşmekte ve herkes bilerek saadet veya şekavet yolunu tercih etmektedir. İtirazı gerektirecek birşey
(*) Kafî, C. 1. Kitabu'l-Hucce, Babu't-Temhis ve'1-İmtihan, 4. hadis. (**) Kafî, C. 1. Kitabu'l-Hucce, Babu't-Temhis ve'1-İmtihan, 1. hadis. (***) Kafî, C. 1., Kitabu'l-Hucce, Babu'l-İbtilâ ve'1-İhtibâr, 2. hadis.
KIRK HADİS ŞERHİ
kalmamıştır. Kim saadeti ve ebedi hayatı tahsil ederse, bunu Hakkın tevfik ve hidayetiyle tahsiledecektir. Çünkü o bütün imkanları insanlara bağışlamıştır, kim de şekaveti tahsil eder,
helaka sürüklenir ve şeytana ve nefsine tabi olursa hidayetin bütün yolları ve saadete ulaşmanın bütün imkanları kendisine açık olduğundan, kendi eliyle kendisin helak ve şe-kavete sürüklemiştir; itirazını haklı çıkaracak hiçbir şey yoktur.
"Herkesin kazandığı iyilik lehine kazandığı kötülük de kendi aleyhinedir." (*)
2. bölüm
Enbiya, Asfiya ve Mü'minlerin İptilasının Şiddetine Dair
Bil ki, bundan önce insanın ortaya koyduğu her davranışın ve hatta beden mülkünde gerçekleşen ve nefsin idrakine müteallik olan herşeyin nefsi üzerinde bir etkisinin olduğu belirtilmişti. Bunlar ister iyi ameller olsunlar, ister kötü ameller, değişmez.
Mesela insanın yiyip içtiklerinden veya tattıklarından elde ettiği her lezet nefs üzerinde etki bırakır, ruhun derinliklerinde o şeye karşı ilgi ve muhabbet doğar ve nefsin ona olan ilgisi artar.
Ve bunlara ne kadar rağbet edilirse nefsin bu aleme duyduğu ilgi ve sevgi o oranda şiddetlenir. Nefs dünyaya bağlanır, onun tiryakisi olur. Aldığı zevk arttıkça bu sevgisi daha da kökleşir. Hayat şartları ne oranda rahat-laşıp kolaylaşırsa, dünyaya ilgi duyma ağacı o oranda gelişip serpilir. Ve nefs ne oranda dünyaya yönelirse, Hak'tan ve
(*) Bakara Suresi, 286. 304
MÜMİNLERİN İMTİHAN EDİLİP DENENMESİ
ahiret aleminden o oranda gafilleşir. Ne zaman ki nefsin bütün esasları dünyevîleşti o zaman bütün eğilimleri maddi ve dünyevî bir hal alır. Hak Teala'dan ve O'nun kerem diyarından yüzçevirir. Ve 'Tere yapışıp kaldı ve hevesine tabi oldu" (*)
Şu halde lezzet ve iştiha denizine dalmak muhakkak dünyayı sevmeyi doğurur. Dünyayı sevmek, ondan başkasına nefret etmeyi beraberinde getirir ve mülk alemine yönelmek melekût aleminden gafil olmaya neden olur. Nitekim bunun tersine eğer insanherhangi bir şeyden kötülük görürse, nefste o şeye karşı nefret doğar.
Onun nefreti ne oranda güçlü ve belirgin olursa, batını nefret de o oranda güçlü olur. Nitekim bir kişi herhangi bir şehirden geçerken bir hastalığa yakalansa ve dahilî ve haricî sıkıntılarla yüzyüze gelse derhal oradan nefret duyar ve ayrılmak ister.
Hastalık ve sıkıntı ne oranda fazla olsa, kaçma arzusu ve nefret de o oranda fazla olur. Ve eğer daha iyi bir şehir biliyorsa o şehre göç eder. Yok eğer oraya gidemiyorsa hasretini çeker ve gönlünü oraya hicret ettirir.
Şu halde eğer insanın bu dünyadan elde ettiği şey sadece bela, sıkıntı ve rahatsızlıklar olursa ve dünya, üstüne fitne ve sıkıntı dalgalarını salıp durursa hemen dünyadan nefret duymaya başlar,
ona olan ilgisi azalır ve dünyaya güvenmeme durumu ortaya çıkar. Ve eğer başka bir aleme itikadı varsa ve elem ve sıkıntıdan arınmış bir diyarın varlığından haberdarsa, derhal o diyara sefer eder. Eğer cismanî sefere gücü yetmiyorsa, ruhanî yönden sefer eder ve gönlünü oraya gönderir.
Çok açıktır ki bütün ruhsal, ahlakî ve amelî fesatlar dün-
(*)A'raf Suresi, 176.
yayı sevmekten ve Hak teala ve ahiretten gafil olmaktan kaynaklanmaktadır. Dünya sevgisi her günahın anasıdır. Buna karşılık bütün nefsanî, ahlakî ve amelî ıslahatın kaynağı da Hakka ve O'nun kerem diyarına yönelmek ve dünyaya ilgi duymayıp onun süslerinden yüzçevirmek ve onlara güvenmemektir.
Demek ki Allah Teala'nm kime lütuf ve inayeti daha fazla ise ve merhameti kimin haline daha şamil ise onu o oranda bu dünyadan ve içindeki süslerden uzaklaştırır.
Bela ve fitne dalgalarını daha çok üstüne salar ta ki ruhu bu dünyadan ve süsünden uzaklaşsm, imanı oranında ahiret alemine yönelsin ve gönlünün yüzü o tarafa yönelik olsun. Ve belalara tahammül etmek için bu durum yeter de artar bile.
Hadis-i şeriflerde de bu manaya işaret edilmektedir:
"Uz. Bakır (as) buyuruyor ki: "Muhakkak ki Allah Teala mümini hela ile hediyelendirir, tıpkı kişini seferden dönünce aile bireylerine hediye getirmesi gibi ve onu dünyadan perhiz ettirir, tıpkı hekimin hastayı perhiz ettirmesi gibi." (*)
Aynı anlamda bir hadis daha vardır, ama Hakk'm bazı kullarına muhabbet göstermesi ve Zat-ı Akdes'in bunlara büyük yardımlarda bulunmasının (Allah Muhafaza) anlamsız ve yersiz birşey olduğu sanılmasın.
Aksine, mü'min bir Allah kulunun Rabbine doğru attığı her adımla birlikte Hakkın yardımı o kula yönelir ve Hak Teala ona mesafelerce yaklaşır.
İmanlı olmak ve başarının sebeplerini hazırlamak, karanlık bir yolda insanı elinde bir lamba bulunmasına benzer. Bu lamba, attığı her adımda önünü aydınlatır ve bir sonraki adı-
(*) Kafi, C. 2., Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Bab Şiddetu İbtila'el-Mu'min, 17. hadis.
mı atmasına zemin hazırlar. İnsan da ahiret yönünde attığı her adımla yolunun aydınlanmasını sağlar ve Hakk'ın ona olan inayeti artar, kendisine yakınlaşmanın yolunu kolaylaştırır ve uzaklaşmayı güçleştirir. Ve Hak Teala'nın enbiya ve evliyaya olan ezeli yardımı, O'nun ezeli ilmi ve onların her-zaman O'na itaat etmelerinden ötürüdür.
Nitekim eğer iki çocuğunuz varsa ve daha bebekliklerinden itibaren bunlardan birinin sizi razı ve memnun etmek için elinden geleni yapacağını, öbürününse sizi daima üzeceğini biliyorsanız elbette ki ilkini daha bebekliğinden itibaren daha çok sevecek ve ona daha çok ilgi göstereceksiniz.
Allah'ın has kullarının belalara şiddetli bir şekilde müb-tela olmalarını bir diğer yönü de onların bu sıkıntı ve belalar yüzünden Hak Teala'yı daima hatırda tutmaları, Zat-ı Mukaddese daima niyaz edip münacaatta bulunmaları ve O'nun zikir ve fikriyle hemhal olmalarıdır.
İnsanoğlu doğası gereği, bela ve sıkıntılarla yüzyüze geldiğinde hemen birkurtuluş çaresi arar. Buna karşılık rahat ve huzurlu olduğu sıralarda da gaflete sürüklenir.
Ve- Allah'ın has kulları Hak Teala'nın dışında bir esasa yönelmediklerinden sıkınta halinde hemen O'na yönelip devayı O'nda arar ve Allah Teala'nın rahmet ve inayetin kazanmaya çalışırlar.
İşte peygamberler bu nedenle yoksullluğu zenginliğe, belayı esenliğe ve sıkıntıyı başka bir duruma tercih etmişlerdir. Nitekim hadis-i şeriflerde bu hususun delil ve tanıkları bulunmaktadır.
Bir hadis-i şerifte Cebrail'in yeryüzünün bütün hazinelerinin anahtarlarını Hz. Peygambere (sav) sunup bunları kabul etmesi halinde uhrevî makamında n hiçbir şey de kaybetmeyeceğini belirttiği, Ama Hz. Peygamber'in Hak Teala
karşısında tevazu gösterek bunları kabul etmediği ve yoksulluğu tercih ettiği de ifade edilmektedir.
Kafi'de senedi Hz. Sadık'dan (as) ulaşan bir hadis de şöyledir:
Kâfir, eğer Allah'tan dünyayı ve içindekilerin tümünü istese Allah verir ona." (*)
Bir diğer hadiste de Allah Teala'nm cisimler alemini yaratmasından itibaren bu aleme lütuf nazarıyla bakmadığı belirtilmektedir.
Mü'minlerin bu ibtila şiddetinin bir diğer yönü de rivayetlerde de ifade edildiği gibi onlar için kimi makamların bulunması ve bu makamlara belalara katlanmanın dışında bir yolla erişememeleridir.
Ve bu makamların dünyadan uzaklaşmak ve Hakk'a yönelip yakınlaşmak olması mümkündür. Ayrıca bu bela ve sıkıntıların melekutî suretlerinin bulunması ve onlara katlanmak dışında bu suretlere erişmenin mümkün olmaması da ihtimal dahilindedir.Nitekim bu konuda Kafî'de senedi Hz. Sadık'a (as) ulaşan bir hadis-i şerif mevcuttur:
"Buyurdu ki: "Muhakkak ki her kulun Allah'ın katında bir derece ve makamı vardır ki o makama şu iki özelliğin dışında bir yolla erişemez: Ya malını mülkünü yitirmesi veya cismine bir bela ve rahatsızlığın erişmesi." (**)
Hz. Seyyidu'ş-Şuheda (imam Hüseyin)in (aleyhisselam) şehadetiyle ilgili rivayette de Hz. Rasul'ü (sav) rüyasında gördüğü belirtilmektedir.Hz. Peygamber o mazluma buyur-muş ki, "Senin için cennette bir derece vardır ki ona şehade-
(*) Kafî, C. 2., Kitabu'1-îman ve'1-Küfr, Bab Şiddetu İbtila'el-Mu'min, 28. hadis.
(**) Kafi, C. 2., Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Bab Şiddetu îbtiîa'el-Mu'min, 23. hadis.
tin dışında bir yolla erişemezsin."
Elbette ki Allah yolanda şehid düşmenin melekûtî sureti onun mülk diyarında gerçeklik kazanması ve kişinin şehit düşmesinin dışında bir yolla elde edilmesi mümkün değildir.
Nitekim yüce ilimlerde mütevatir rivayetlerde her amelin öbür alemde bir suretinin olduğu delillerle ifade edilmiştir: Kafî'de Hz. Sadıktan (as) şu ifade nakledilmektedir:
Buyurdu ki: "Muhakkak ki ecrin büyüğü belanın büyüklüğüyle elde edilir. Ve Allah hangi topluluğu sevmiş ise onları belaya mübtela kılmşıtır." (*)
Bu konuda daha pek çok hadis rivayet edilmiştir.
3.bölüm
Peygamberlerin Nefret Edilen Hastalıklara Mübtela Olmalarına Dair
Büyük muhaddis Meclisi (aleyhirrahme) buyuruyor ki: "Bu hadislerde (yani peygamberlerin iptilasıyla ilgili rivayet edilen hadislerde) peygamberler ve evliyanın hissi ve cismanî hastalıklarda sair insanlar gibi oldukları hususu gayet açıktır.
Hatta onlar ecirlerinin daha fazla olabilmesi için bu tür sıkıntılara sair insanlara oranla daha açık bir durumdadırlar ki bu yolla dereceleri yükselsin.
Ve bu durum onların sahip olduğu makama ters düşüyor da değildir. Aksine, bunlar onları daha da yüceltmektedir. Çünkü eğer bu tür sıkıntılara uğramazlarsa gösterdikleri mucize ve harikuladeliklerden ötürü hıristiyanlann kendi pe3^gamberleri için söyledikleri durumla yüzyüze getirilirler. Ve bu durum rivayetlerde de belirtilmektedir.
(*) Kafi, C. 2., Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Bab Şiddetu İbtila'el-Mu'min, 3. hadis.
Araştırma ve incelemeci Tusî (attarallahu merqadehu) Tecrid'de peygamberlerin kendisinden berî olmaları gereken durum hakkında şöyle buyurmaktadır: "Kendisinden nefret edilen her şey."
Bunun tefsirinde de: "Peygamberlerin, verem ve cüzzüm gibi hastalıklardan münezzeh olmaları lazım, çünkü bunlar nefret çeker ve nefrete mucib olmaları bi'setin anlamına aykırı düşer" denilmiştir.
Ben diyoram ki: Peygamberlik makamı nefsanî kemale ve ruhanî makamlara tabidir, cismanî makamlarla bir ilgisi yoktur ve cismanî hastalık ve noksanlıklar onların ruhanî makamlarına herhangi birzarar veremez. Ve nefret çeken hastalıklar onların yüceliklerinden ve makamlarının azametimden hiçbir şey eksiltemez.
Bunlar olsa olsa onların kemalini tekid eder ve sahip oldukları dereceyi gösterirler. Nitekim bu duruma işaret edildi. Ama bu iki araştırmacının kendisinden söz ettikleri durum da gözden ırak tutulabilecek birşey değildir.
Çünkü halk geneli dereceler arasındaki farkı tesbit edecek durumda olmadığından ve cismanî noksanlığın ruhanî noksanlıktan kaynaklandığını veya onun bir gereği olduğunu düşündüklerinden ve kimi noksanlıkları yüce makamlara layık görmediklerinden,
Hakk'm inayeti, şerait ve risalet sahibi peygamberlerin bu bir nefret çeken hastalıklra mübtela olmasını izin Duyurmamaktadır. Şu halde peygamberlerin bu tür illetlere mübtela olmamaları bunların nübüvvet makamı için bir noksanlık teşkil etmelerinden ötürü değil,
olsa olsa tebliğin daha etkili olması içindir. Dolayısıyla da şeriat sahibi olmayan kimi peygamberlerin, büyük velilerin ve mü'minlerin bu tür hastalıklara mübtela olmamaları
için herhangi bir sebep yoktur. Nitekim Hz. Eyyub ve Hz. Habib Neccar bunlara mübtela oldular ve Hz. Eyyüb'ün bu ibtilasıyla ilgili pekçok rivayet mevcuttur.
Bunlardan birini de Ali b. İbrahim, Ebî Basîr'den, o da Ebu Abdullah (as)'dan rivayet ettiği uzun bir hadiste der ki: "Onun aklı ve iki gözü haricinde bedenine musallat etti. iblis ona üfledi ve başından ayaklarına kadar bir yara açıldı. Uzun bir zaman böyle kaldı. Allah'a hamd ve şükürler etti. Hatta vücuduna kurt düştü.
Kurt bedeninden çıkınca onu çıktığı yere tekrar iade ediyor ve "Allah'ın seni yarattığı yere tekrar dön" diyordu. Böylece pis bir koku peydah oldu. Köy halkı onu köyden çıkararak köyün dışındaki çöplüğe attı." (*)
Kafî'de ise Ebu Basîr Abdullah (as)'dan rivayet eder: "Ona dedim ki: "Kur'anı okuyacağın zaman kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. Seylan'ın iman eden ve rablerine tevekkül edenler üzerinde sultası yoktur.
Ve dedi ki: Ey Eba Muhammed,vallahi müminin bedenine musallat olur, ama dinine musallat olamaz. Nitekim Eyyub'a musallat oldu ve onun şeklini çirkinleştirdi, ama dinine musallat olamadı. Mü 'minlerin de bedenlerine musallat olabilir ama dinlerine musallat olamaz." (**)
Naciye'den rivayet olunur: "Ebu Abdullah (as)'a dedim ki: Muğire diyor ki: "Mü'min cüzzam, abraş ve şuna., şuna mübtela olmaz.." Dedi ki: "Öyleyse o kolları çolak olan Habib-i Neccar'dan habersizdir.
Zira Habib-i Neccar'm kolu felç (veya titrek) idi. "İmam daha sonra elini felçlilerin eli gibi yaparak şöyle buyurdu:"Sanki ben onun çolak kolların görüyor gibiyim. Onlara geldi ve uyardı. Ertesi gün tekrar geldi ve onu
(*) Buhar, c. 12., s. 342.
(**) Ravza-i Kafi, s. 288, h. 433.
öldürdüler. Sonra dedi ki: Mü'min her bela ile mübtela olur, her şeyden ölebilir. Ama kendi nefsini öldürmez." (*)
Bu hadislerden ve benzeri daha pek çok hadisten anlaşıldığı gibi müminler ve peygamberler kimi zaman bazı maslahatlar gereği nefret çekici hastalıklara mübtela olurlar. Gerçi bu rivayetlerin aksine,
Hz. Eyyüb'ün (as) basma bu türden illetler geldiğine ilişkin sözleri reddeden rivayetler de vardır, ama onlara değinmek hem sözü çok uzatacaktır ve hem de bunun pek bir yaran da yoktur.
Hasılı, bu tür hastalıklar müminlerin haline herhangi bir zarar vermez, bu onlar için ve peygamberler için herhangi bir noksanlık teşkil etmez. Aksine olsa olsa makamlarını yüceltir ve onları daha yüksek mertebelere çıkarır.
"Doğrusunu Allah bilir."
4. bölüm
Dünyanın Hak Teala'nın Mükafat ve Ceza Diyarı Olmadığına Dair
Bil ki, dünya alemi sahip olduğu noksanlık, zaaf ve kusurlardan ötürü ne Hak teala'nın kerem ve sevap ve ne de ceza ve azap diyarıdır. Çünkü Hakk'm kerem diyarı, nimetleri halis,
rahatı da yorgunluk ve sıkıntı icab ettirmeyen bir alemdir ve bu alemde şöyle bir nimet mümkün değildir. Çünkü bu diyar zahmet diyarıdır ve her nimeti zahmet ve sıkıntılarla içiçedir.
Filozoflar demiş ki: Bu alemin lezzetleri elemleri defetmek kabilindendir ve denilebilir ki lezzetleri elemler gerektirmektedir. Çünkü burada her lezzet, sıkıntı
(*) Kafî, C. 2., Kitabu'1-îman ve'1-Küfr, Bab Şiddetu İbtila'el-Mu'min, 12. hadis.
elem ve yorgunluk gerektirir, bu alemin maddesi halis rahmeti içerip kapsayacak genişlikte değildir. Nitekim bu hususa hadis-i şerifin metninde işaret edilmişti ve biz bu yorumlamaya gayret etmiştik.
Allah Teala bu dünyayı mümin için mükafat ve kafir için ceza diyarı kılmış değildir." Burası görev diyarıdır, ahiretin tarlasıdır ve kazanç alemidir. Ahiret alemi ise mükafat ve ceza, sevap ve ikab diyarıdır.
Hak Teala'mn bu dünyada masiyet ve sapkınlığa sürükleneni veya birine haksızlık ve zulüm edeni derhal cezalandırıp engelleyeceğini sananlar bunun sünnetullaha aykırı olduğundan gafil olanlardır.
Burası imtihan diyarı ve şakî ile saidin, itaatkâr ile asinin birbirinden ayrılıp ayıklandığı bir faaliyetler alemidir. Amellerin sonuçlarının alındığı yer değil. Ve eğer Hak Teala nadiren bu zalimi derde giriftar ediyorsa,
denilebilir ki bu, Hak Teala'nm o zalime bir lütfudur. Eğer zulüm ve masiyet ehlini kendi hallerine bırakırsa aşama aşama azaba yaklaştırmaktır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"Onları bilmedikleri yerden aşama aşama (azaba) yaklaştıracağız. Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım metindir (ondan kurtuluş yoktur)." (*)
Ve buyurmuş ki:
"Kâfirler sanmasınlar ki kendilerine mühlet vermemiz kendileri için hayırlıdır. Biz onlara mühlet veriyoruz ki günahı artırsınlar. Onlar için elim bir azap vardır." (**)
Ve Mucme'u'l-Beyân'da Hz. Sadık'tan (as) şu rivayet yapılmaktadır:
"Bir kul günah işlediğinde onun için bir nimet yenilenir
(*) Kalem Suresi, 44, 45, (**) Al-i İmraıı Suresi, 178.
ki bu günahından istiğfar etsin ve bu kendisine verilen bir mühlettir. " (*)
5. bölüm
Ruhsal İptilanın Şiddetin İdrakin Şiddetine Tabi Olduğuna Dair
"Dini ve aklı zayıf olanın belası da az olur." hadis-i şerifinin zeylinden anlaşıldığı üzere belalar hem cisanî olabilirler ve hem de ruhanî.
Akılları zayıf ve idrakleri yetersiz kimseler akıl ve idraklerinin kapasitesi oranında ruhanî belalardan ve aklı sorunlardan uzak kalırlar. Buna karşılık akılları kamil ve idrakleri güçlü olanlar ise akıllarını kemali ve idraklerinin şiddeti oranında ruhsal ibtilaları şiddetli olur.
idrakler ne oranda mükemmel ve ruhaniyet ne kadar güçlü olursa belalar o oranda çok ve duyumsanması o oranda şiddetlidir. Bu nedenle Hz. Rasulullah'ın (sav) "Hiçbir peygamber benim çektiğim kadar eziyet çekmemiştir." (**) buyruğu da bu anlama delalet ediyor olabilir.
Çünkü rububiyetin azamet ve celaleti-ni kim daha çok idrak ediyor ve Hak Celle ve Ala'nın mukaddes makamını kim daha iyi tanıyorsa o, kulların isyanından ve muharrematı irtikab etmelerinden daha çok müteessir ve müteellim olur.
Aynı şekilde, kimin Allah'ın kullarına merhamet, inayet ve şefkati fazla ise onların sapkınlık ve şakiliklerinden o daha çok eziyet eder. Ve elbette ki Hatemu'n-Nebiyyin (sav) bu makamda ve sair kemal aşamalarında enbiya, evliya ve diğer insanlardan daha kamil bir mertebedey-
(*) Mucma'el-Beyân, C. 5, s. 340. (**) El-Cami" el-Sağîr, C. 2., s. 44.
di ve bu nedenle de çektiği sıkıntılar daha çok ve teessürü daha fazlaydı. Ayrıca bu hususun bir diğer yönü de var ama bu, konumuzun kapsamı dışında kalmaktadır. "Vallahu'l-alimu ve lehu'l-hamd."
-------------------
eKitap: www.islamkutuphanesi.com