Türkçe alhassanain Özel İslami Düşünce ve Kültür Yayın Sitesi

Nehc’ul Belağa’yı Tanıyalım

Nehc’ul Belağa’nın Lafızlarına İstinad Edilebilir mi? Bilindiği gibi Nehc’ul Belağa Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s)’ın hutbeleri, mektupları ve kısa sözleri olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Hz. Ali (a.s)’ın mek­tup ve kısa sözleri hususunda hiç bir şüphe yoktur ve biz­zat lafızları muteber ve istinad edilebilir bir konumdadır. Öyle ki bir mektubu olduğu gibi korumak ve kısa sözleri ez­berlemek kolay ve yaygın görülen bir olaydır. Ama Nehc’ul Belağa’nın uzun ve detaylı hutbeleri hususunda şöyle söylenmektedir: “Eğer Ali (a.s) o hutbeleri bir minbe­rin üzerinde veya savaş meydanlarında söylemiş ise du­yan kimselerin o kelimeleri olduğu gibi ezberlemesi ve yazması nasıl mümkün olabilir? Dolayısıyla bu soruya şöyle cevap vermek gerekir ki hutbelerin ravileri anlam ve içeriğini ezberlemiş ama kendi fikir ve dikteleriyle birtakım ifa­deler beyan etmişler ve yazmışlardır.” Bu cevapta bir çok yönden kabul edilemez konumdadır. Birinci olarak daha öncede belirttiğimiz gibi Nehc’ul Belağa fesahat ve belagat açısından bilginlerin ve edebi­yatçıların şaşkınlığa düştüğü sözlerden oluşmaktadır. Bu yüzden Nehc’ul Belağa’nın beşer sözünün üstünde, Allah’ın sözünün altında yer aldığını beyan etmişlerdir. Ayrıca bilindiği gibi fesahat ve belagat lafız ile ilgili nitelikler değildir. Aksine cümlenin akıcı, revan, karmaşalıktan uzak, itici olmayan anlamsız karşılaştırmalara yer vermeyen ve benzeri niteliklerden uzak olmasını ifade etmektedir. Dolayısıyla eğer Nehc’ul Belağa’nın lafızlarını raviler inşa etmişlerse o halde Ali’yi değil, bizzat inşa eden kimseleri fesahat ve belagat açısından övmek gerekir. İkinci olarak, Nehc’ul Belağa’da yer alan uzun hutbele­rin bir benzerini Peygamber ve Ehl-i Beyt imamlarından öğüt ve delil gösterme noktasında nakledilen hadis ve ri­vayetlerde de görmek mümkündür. İslam bilginleri özel­likle de büyük fakihler Nehc’ul Belağa’nın lafız ve iba­retlerinin bizzat kendisini şahit göstermişlerdir. Aynı zamanda Nehc’ul Belağa’nın bütün şarihleri de hutbeleri şerh ederken kayıtlara geçen lafızların edebi ve lügavi özel­liklerini zikretmiş ve açıklamışlardır. Hatta bazen şöyle demektedirler: “Eğer bu kelime yerine örneğin fa­lan ke­lime kullanılmış olsaydı şu ayıpları taşırdı.” Dolayısıyla açıkça görüldüğü gibi bütün alim ve bilginleri böylesine sorunlardan gafil bilmek mümkün değildir. 4- Ayrıca Hz. Ali (a.s) zamanında yaşayan bazı şair­lerden de oldukça uzun ve detaylı şiirler nakledilmiştir. Ayrıca bu şiirler irticali ve bir ya­zıya dökülmeksizin be­yan edilmiştir. Örneğin, Ha­san b. Sabit’in Gadir-i Hum’da okuduğu şiir on beş beyitten oluşmaktadır ve el-Gadir kitabında da nakledilmektedir. Ayrıca Kays b. Sa’d, Kemiyyet, Ferazdak gibi kimselerden uzun şiirler ve Sahban Vail ve Kays b. Harice gibi kimseler­den ol­dukça uzun hutbeler nakledilmiştir. Bunların hepsi ön hazırlığı yapılmadan yazıya dökülmek­sizin beyan edilen şiir ve hutbelerdir. Şuanda da edebiyat ve tarih kitapla­rında kayıtlıdır. Dolayısıyla bu şiir ve hutbelerin kaydedilmesi hu­su­sunda şöyle demek gerekir: Araplar oldukça güçlü ve sağlam hafızaları sayesinde şiirleri olduğu gibi ez­berliyor­lardı ya da bu şiirlerin yazılmasında onlara büyük kolaylık sağlıyordu. Veya raviler, şair ve hatiplerin konuşma­sından sonra birbirlerine ya da bilemediğimiz bir tarzda ibare ve kelimeleri olduğu gibi kaydediyorlardı. Zira belli bir vezin ve kafiye öl­çüsü olan şiirleri sadece anlamıyla nakletmek mümkün değildir. Nitekim Nehc’ul Belağa’daki hutbelerin çoğu da belli bir kafiye ve vezne sahiptir. Lafızları de­ğiştirmek bu sözün kelam ve veznini bozmaktadır. Hatta bazen iki kelimeden sadece bir keli­mesi kafiye ve vezne sahiptir. Nitekim aşağıdaki cümleler Hz. Ali (a.s)’ın Garra adıyla bilinen uzun hutbesinde yer almış­tır. “O insan, rahimlerin karanlıklarında gizlice tasar­lanıp kararlaştırılan dökülmüş erlik suyu ve yaratılışı noksan bir kan parçası, bir pıhtı değil miydi? Sonra ra­himde bir yavru oldu. Çıkıp süt emen bir çocukken, er­genlik çağına geldi. Sonra da kendisine duyduğunu bel­leten bir gönül, konuşan bir dil, bakıp gören bir göz ve­rildi ki duyup gördüğünü anlasın, ibret alsın ve kötülük­lerden kaçınsın. Ama o büyüyüp geliştiğinde tekebbüre kapıldı, yüz çevirdi, heva ve hevesine uydu, lezzetlere dalsın diye dünyası için çalışıp çabaladı, zorluğa düştü. Belaya düşeceğini ummaz, korkması gerekenden korkmaz oldu.” Az da olsa Arapça bilen herkes bu tür tabirlerin Sahban ve Kays gibi kimselerin olmasına imkan ver­mez. Zira fesahat ve belagat dahilerinin kitaplarında bile böy­lesine cümleler görülmemektedir. Bu lafız ve ibarelerin kafiye ve vezni korunduğu halde değiştiril­mesi mümkün değildir. Örneğin, hutbede geçen “yafien” kelimesi yerine “mürahiken” kelimesi koyu­labilir veya “müzdeciren” ke­limesi yerine “müntehiyen” kelimesi geçirilebilir. Ama bu değişiklik mana açısından doğru olsa da “ayn” ve “ra” harflerinin kafiye ve veznini ortadan kaldırmaktadır. O halde şöyle demek zorundayız: Bu kelime ve lafızların ol­duğu gibi İmam Ali (a.s)’ın mübarek ağzından çıkan ke­limeler olduğunu kabul etmek zorundayız. Nehc’ul Belağa’nın Kaynakları Bazı İslami fırkalar araştırılmamış, kendile­rine miras kalmış inançları doğrultusunda Nehc’ul Belağa’da yer alan bazı konuların kendi inançlarıyla çeliştiğini sanmış­lardır. Dolayısıyla da Nehc’ul Belağa’nın Hz. Ali (a.s)’ın sözleri olduğu hakkında şüpheye düşmüş ve bu kitabı Seyyid Razi ve kardeşi Seyyid Murteza’nın yazdığını söylemişlerdir. Bu yüzden bazı yazarlarımız ve araştır­macılarımız Nehc’ul Belağa’daki bütün hutbe, mektup, vasiyet ve kısa söz­lerin Seyyid Razi daha doğmadan veya bizzat o asırda yada sonraki asırda yazılmış olan kay­naklardan elde etmeye çalışmışlardır. Bu sözlerin sağlam, güvenilir kaynaklarla Hz. Ali (a.s)’a ulaşmış olmasına büyük özen göstermişlerdir. Bu konuda buldukları kitap­ları, sayfa numaralarını ve kitabın diğer özelliklerini en ince detayına kadar zikretmişlerdir. Bu konuda büyük bir başarı elde etmişlerdir. Benim bu konuda tanıdığım kimseler şunlardır: 1- Hadi Kaşif’ul Gıta, kendi Müstedrek-i Nehc’ul Belağa kitabının bir bölümünü Nehc’ul Belağa’nın kay­naklarına ayırmış 236. Sayfada 265. sayfaya kadar bu kaynakları zikretmiştir. Ama sayfa numaralarını çok az açıklamıştır. 2- Seyyid Hibbetütdin Şehristani, “Mahuve Nehc’ul Belağa” adlı kitabında daha çok itiraz edilen Şıkşıkıyye hutbesinin kaynaklarını zikretmiş ve bu hutbeyi Seyyid Razi’den önce ve sonra, ken­disiyle çağdaş dokuz kaynak­tan nakletmiştir. Ay­rıca ifade farklılıklarını da beyan et­miştir. Araştır­malarım neticesinde bulduğum ve merhum Şehristani’nin görmediği kitaplardan biri de Sipt İbn-i Cevzi’nin Tezkiret’ul Hevas kitabıdır. Bu şa­hıs adı geçen kitabının 124. sayfasında şöyle söylemektedir: “Nehc’ul Belağa’nın sahibi İbn-i Razi, Şıkşıkiye hutbesinin bir bö­lümünü zikretmiştir ve bir bölümünü de atmıştır. Ama ben bu hutbenin tümünü zikrediyorum. Daha sonra da hutbenin senedini şeyhi olan Ebul Ka­sım Anbari’den İbn-i Abbas’a ulaşana dek zikretmektedir. 3- Abdullah Nimet ise Mesadir-u Nehc’ul Belağa kita­bının ikinci bölümünde 130 ila 320 . sayfalarda bu kaynakları sıralamakta, cilt ve say­falarını belirtmek­tedir. 4- Ali Han Arşi ise “İstinad-u Nehc’ul Belağa” adlı ki­tabında sadece Hindistan Ranbaver kütüp­hanesinde bulduğu kaynaklardan söz etmiştir. Ali Han Arşı de bu kü­çük cüzvesinde söz konusu kütüpha­nelerdeki nüshalarda Nehc’ul Belağa’nın hutbe, mektup ve hikmetli sözlerin­den bulduklarını cilt ve sayfa numaralarıyla birlikte zik­retmiştir. 5- Seyyid Abd’uz-Zehra Hüseyini Hatip ise, Mesadir-u Nehc’ul Belağa ve Esanidihi adlı kita­bında bütün gü­cüyle Nehc’ul Belağa’daki sıralamayı göz önüne alarak tüm Nehc’ul Belağa’nın kaynaklarını bulmaya ve zikretmeye çalışmıştır. Anladığım kadarıyla bu kitabın sadece dört cildi bası­labilmiştir. Muhterem yazar, tüm Nehc’ul Belağa’nın kay­naklarını 26 ila 37. sayfalarında yer verdiği 109 kay­nak kitaptan çıkarıp nakletmiştir. Okuyucuların bu araştırmacının metodunu yakından tanıması için Nehc’ul Belağa’nın üç bölümünden beşer örnek vermek istiyorum. Bu beş kitabın tümü de şu anda yanımda mevcuttur. (Mesadir-i Nehc’ul Belağa ise tam dört cilttir.) Hutbeler Birinci Hutbe: Bu hutbe “Hamd, Allah’a mahsustur ki övenler onu hakkıyla övemezler.” cümlesiyle başla­mak­tadır ve bu hutbe aşağıdaki şu kitaplarda yer almıştır: 1- İrşad-i Müfit[107] 2- Tuhaf’ul Ukul, Necef baskısı, s. 43[108] 3- Tevhid-i Saduk s.24 ila 28 4- Emali-i Şeyh Tusi, (H. 460 yılında vefat et­miştir) c. 1, s. 22 5- Mecalis-u Müfit, s. 149,[109] Merhum Meclisi ise Bihar, c. 77, s. 302’de bu hutbenin büyük bir bölümünü Uyun’ul Hikmet-i Vasiti’den naklet­mektedir. İkinci hutbe: Bu hutbe de “Nimetini tamamladığı için ona hamd ederim” cümlesiyle başlamaktadır. El Müsterşid-u Taberi, kitabında s. 73’de birtakım fazlalık­lar ve farklılıklarla nakledilmiştir. Üçüncü Hutbe: Bu hutbe ise meşhur olan “Şıkşıkıye” hutbesidir. İlal’uş Şerai’ s. 144, Mean’il Ahbar[110] 404. bab, s. 361, Emali-i Şeyh Tusi, c. 2, s. 382- 384, Şafi-i Seyyid Murtaza (H. 426 yılında vefat etmiştir) s. 203, İrşad-i Şeyh Müfit s. 166 ve bir başka baskısında s. 135, ve aynı zamanda Şeyh Müfit bu hutbeyi el-Cemel s. 46 ve 76 da, el-İfsah kitabında ise s. 17’de nakletmiştir. Ebu Said Mansur ve H. 422 yılında ölen Zirabi Nesr’ud- Durer kitabında Nehc’ul Belağa’dan az bir farklılıkla bu hutbeyi naklet­miştir. Adı geçen hutbe, bu kitaplarda farklı ve İbn-i Abbas’a ulaşan senetleriyle nakledilmiştir. Senet zinciri arasında Ehl-i Sünnet alimlerinden bir gurup da göze çarpmakta­dır. Örneğin H. 303 yılında vefat eden Ebu Ali Cebai, H. 317 yılında vefat eden Ebul Kasım Belhi ve hakeza H. 606 yılında vefat eden İbn-i Esir Nihaye kitabında “Şıkşıkıye” lafzı hususunda şöyle diyor: “Bu kelimeyi Hz. Ali (a.s) bu hutbesinde kullanmıştır.” Firuzabadi de Kamus adlı kitabında şıkşıkıye hutbesini Hz. Ali’ye isnat etmiş ve “Aleviyye” diye ad­landırmıştır. Bütün bu söylenenlerin yanı sıra İbn-i Ebil Hadid de bu hutbeyi Ebul Kadım Belhi-i Mutezili’nin kitabından nakletmiştir ve bu kitap Seyyid Razi’nin do­ğumundan yıllar önce yazılmıştır. Musaddık Vasiti’den şöyle söylediğini nakletmektedir: “Üstadım İbn-i Haşşab’a şunu sordum: “Acaba bu hutbe yalan yere mi Ali’ye isnat edilmiştir?” Üstadım: “Allah’a and olsun ki ben bu hutbenin Hz. Ali’nin sözleri olduğu husu­sunda yakin içindeyim. ” Bende: “halkın çoğu Nehc’ul Belağa’yı Seyyid Razi’nin uydurup Hz. Ali’ye isnat etti­ğini söylüyorlar.”dediğim zaman bunun üstadım bana şu cevabı verdi: “Seyyid Razi ve diğerlerinin böylesine nefis üslupları ola­bilir mi? Biz Seyyid Razi’nin yazılarını gör­dük. Onun söz ve şiirlerinin metodunu ve tarzını biliyoruz.”[111] Dördüncü Hutbe: Bu hutbe de “karanlıklarda bizimle hidayete erdiniz” diye başlamaktadır ve el Müstedrek, s. 76 ile İrşad-i Müfit s. 119’da nakledilmiştir. İbn-i Ebil Hadid şöyle diyor: “Bu hutbe de Hz. Ali’nin en uzun hut­belerinden biri sayılmıştır.” Daha sonra hutbenin tümünü nakletmekte ve bazı kelimeleri hususunda görüş belirt­mektedir. Beşinci Hutbe: Bu hutbe de “Ey insanlar fitne dalgala­rına karşı direnin” diye başlamaktadır. İhticac-ı Tabersi, s. 127, Tezkiret’ul Havas, s. 128 de senet zincirleriyle ve tabir farklılıklarıyla nakledilmiştir. İbn- i Ebil Hadid ise hutbenin söyleniş nedenlerinden, ön bilgilerinden ve atılmış fazla­lıklarından söz etmektedir. Mektuplar Birinci Mektup: Bu mektup “Allah’ın kulu ve Mü­minlerin Emiri Ali’den Kufe ehline” diye başlamaktadır. H. 286 yılında ölen İbn-i Kuteybe’nin El İmame ve’s-Siyase kitabı s. 58 de, başka bir baskısında ise s. 67 de ve aynı zamanda Şeyh Müfid’in el Cemel kitabında s. 115 ve bir başka baskısında ise s. 131 de nakledilmiştir. İkinci Mektup: Bu mektup da Şeyh Müfid’in el- Cemel kitabı s. 200 ve en-Nasre, s. 215’de senet fazla­lıkları ve farklılıklar ile kaydedilmiştir. Üçüncü Mektup: mektup ise “Ey Şureyh, ama şüphe­siz sana... gelecektir...” diye başlamış olup Emali-i Şeyh Seduk, s. 87, H. 654 yılında ölen Sibt İbn-i Cevzi’nin yazdığı Tezkiret’ul-Havas, s. 654 ve 185 ve H. 454 yılında ölen Kadı Kudai’nin yazdığı Destur-u Mea­lim’il-Hikem, kitabı s. 454 ve 135’de nakledilmiştir. Dördüncü Mektup: Tezkiret’ul-Havas, s. 157’de nakledilmiştir. Beşinci Mektup: “Senin sorumluluğun, ekmek ve su vesilesi değil, boynundaki emanetin hakkını vermek için çalış­maktır.” diye başlayan bu mektup İbn-i Kuteybe’nin el-İmame ve’s-Siyase kitabı, c. 1, s. 79 bir başka baskıda ise s. 91’de, İbn-i Abdurrabbeh’in[112] İkd’ul-Ferid, c. 2, s. 232 bir başka baskısında ise c. 3, s. 14 ve H. 212 yılında vefat eden Nasr b. Müzahim’in Siffin kitabı, s. 20’de nakledilmiştir. Kısa Sözler 1- “Fitneye karşı iki yaşındaki deve gibi ol” H. 380 yılında ölen Ebu Hayyan Tevhidi, el-İm­tina’ ve’l-Muanese kitabında c. 2, s. 31; Amedi’nin Gurer’ul-Hikem kitabında, “kaf” harfinde nakledilmiştir. Aynı zaman Al­lame Hilli’nin kardeşi Şeyh Raziyuddin de el-Aded’ul-Kaviyye kitabında bu cümlenin tamamını ayrıntılı olarak nakletmiştir. 2- “Tamaha sarılan, kendini alçaltır.” Tuhuf’ul-Ukul, s. 201’de nakledilmiştir. 3- “Cimrilik ardır (utançtır), korkaklık noksanlıktır.” Tuhuf’ul-Ukul, s. 201’de nakledilmiştir. 4- “İlim, en değerli mirastır.” Emali-i Şeyh Tusi, c. 1, s. 114; Tuhef’ul-Ukul, s. 201; Mecalis-i Müfid, s. 295’de nakledilmiştir. 5- “Dünya, bir kimseye ikbal gösterirse...” [113] H. 346 yı­lında vefat eden Mesudi, Muruc’uz-Zeheb kitabında, c. 3, s. 434’de; Destur-u Mealim’ul-Hikem, s. 25 ve Amedi, Gurer ve Durer kitabında, s. 142’de nakledilmiştir. Nehc’ül-Belağa’nın Senetleri Hususunda Şüphe Etmek Şüphesiz muhterem okuyucular bu söylenenler ışı­ğında Nehc’ül-Belağa’nın senetleri konusunda şüpheye düşmenin söz konusu edilmesini şaşkınlıkla karşılayacaklar­dır. Ama bilmek gerekir ki bu tür şüpheler bir takım ya­zarların cehalet, bağnazlık, yersiz, boş inançlara taraftarlık etmek ve benzeri şeylerden kaynaklanmıştır ve de kitap­larda oldukça çok görülmektedir. Meşhur deyimle bunlar “delinin kuyuya attığı taşı kırk akıllı çıkaramaz” türünden şüphe­lerdir. Tam iki yüz elli yıl boyunca bütün Rical ve biyografi alimleri Nehc’ül-Belağa’yı Seyyid Razi’nin telif ettiği kitap olarak kabul etmiş ve içindeki sözlerin Müminlerin emiri Hz. Ali’ye ait olduğu hususunda yakin içinde ol­muşlardır. Aniden Musul bölgesinde, Erbil kalesinde Şemsuddin İbn-i Hallekan adında bir şahıs.[114] Vefiyyat’il-A’yan kitabında Nehc’ül-Belağa’yı Seyyid Razi’nin kardeşi Seyyid Murtaza’nın kitabı olduğunu iddia etmiştir. Daha sonra da hiçbir delili olmadan kendi düşüncelerini şöyle aktarmıştır: İnsanlar, Ali b. Ebi Talib’in söz­lerinden oluşan Nehc’ül-Belağa hususunda ihtilafa düş­müşler ve bu kitabı Seyyid Murtaza’nın veya Seyyid Razi’nin kaleme aldığı hususunda şüphe etmişlerdir. Kitabı yazanın da toplayanın da bir olduğunu ve Ali’ye yalan yere isnat edildiğini söylemişlerdir.[115] İbn-i Hallakan’dan sonra Yafii[116], Zehebi[117], İbn-i Hacer[118], İbn-i İmad Hanbeli[119] ve Ahmed Emin[120] gibi ortaya çıktı ve İbn-i Hallakan’ın sözünü tekrar ettiler. Ama Hatip Hüseyni’nin bu gruptan saydığı[121] Selahuddin Safedi ise İbn-i Teymiye’nin bunu in­kar edip şöyle dediğini nakl etmektedir: “Nehc’ül-Belağa Seyyid Razi’nin diktesi olamaz, Nehc’ül-Belağa’da yer alanlar Ali b. Ebi Talib’in kelamıdır, Seyyid Razi’nin Nehc’ül-Belağa’daki sözleri (önsözü ve açıklamaları) ise bilinmektedir.[122] İbn-i Hallakan’ın yolunu takip etmek isteyen bazı kim­seler sözde bu hayali iddialarına bir takım deliller de getirmişlerdir. Bu delillerden bazıları şöyledir: 1-Nehc’ül-Belağa Peygamber’in ashabına hakaret ile doludur. 2-Gayb ilmini bildiğini iddia etmektedir. 3-Uzun hutbeleri vardır. 4-Lafzi kafiyesi ve... vardır. 5-Konuları oldukça dikkatli bir şekilde inceden inceye nitelendirmiş ve ayırmıştır. 6-Hıristiyanlarınkine benzer bir şekilde insanlara sü­rekli ölümü hatırlatmakta, dünyayı terk etmeye davet et­mektedir, gibi... Nehc’ül-Belağa’nın konuları Seyyid Razi’den çok ön­celeri telif olmuş ve kaynak kitaplardan çıkarılmadan önce bazı Şii ve Sünni yazarlar bu hayali itiraz­lara cevap vermeye çalışmışlardır. Örneğin Seyyid Abduzzehra Hüseyni,[123] Seyyid Hibbetuddin Şehristani[124], Seyyid Abdullah Nimet,[125] Muhammed Muhyiddin,[126] ve Şeyh Hadi Kaşif’ul-Gıta[127] gibi bazı kimseler bu konuda bü­yük çaba sarf etmişlerdir. Alimlerin o gün verdiği bu tür cevaplar bize göre in­sanları suvaran, kuyuya atan taşa benzemektedir. Ama bugün artık Nehc’ül-Belağa, kelime kelime incelenmiş ve çok sağlam kaynaklardan çıkarılmıştır. Dolayısıyla artık böyle bir tartışma yersizdir ve insanın vaktini boşuna harcamaz anlamına gelmektedir. Ama söylemek gerekir ki bu itiraz edenler evvela Ali b. Ebi Talib’i o yüce ilmi ve ilahi ma­kamından aşağı indirmiş ve onu kendileri ile eşitlemişler­dir. Onun yüce ve ruhani sözlerini kendi kısır akıllarıyla değerlendirmişlerdir. Dolayısıyla kafalarına takılan problemleri de hemen kağıda dökmüşlerdir. Psikolojik Yorum Gerçi daha önce de söylediğimiz gibi Nehc’ül-Belağa’nın senetlerinden şüphe etmek şaşırtıcı bir şeydir. Elbette bir açıdan fazla şaşırmamak da gerekir çünkü İbn-i Hallakan ve takipçileri çocukluk dönemlerin de anne ve babasın­dan bütün sahabelerin adil, takvalı, doğru sözlü ve güve­nilir insanlar olduğunu işitmişlerdir. Daha sonra kendi öğretmen ve üstatlarından da bunu duymuşlardır. Kitap­la­rında da bunu okumuşlar toplumlarında da bunu derk et­mişlerdir. Bir ömür boyu sahabelerin tümünün mukad­des ve münezzeh melekler olduğuna inanmışlardır. Dola­yı­sıyla bu tür insanlar ellerine kalem alıp da Nehc’ül Belağa hususunda hüküm vermek istediklerinde kendi inançlarına aykırı olan Şıkşıkiye hutbesi gibi ko­nuları görünce, Ali (a.s)’ı ne tasdik edebilmekteler ve ne de tekzip! Çünkü Ali (a.s)’da sahabeden biridir. Bu nedenle sığınacakları tek çare olarak şöyle diyorlar: “Bu kitap Ali’nin sözü değildir.” Elbette onlar böyle derken bu acele hükümleri ile ken­dilerinden sonra bir takım insanların çıkıp Nehc’ül-Belağa’da yer alan konuları bizim muteber kitaplarımız­dan da çıkarabileceklerini ve bu durumda rüsva olacakla­rını düşünememişlerdir. Biraz daha anlayışlı ve uzak gö­rüşlü olanlar ise böyle kötü bir akibeti görmüşler ve başka bir çare bulmaya çalışmışlardır. Onlara göre de Nehc’ül-Belağa, Hz. Ali’nin sözleridir. Ama kendi inançlarına ay­kırı olan yerleri kendileri açıklama getirmeye çalışmaktadırlar. Yani bu tabirleri manevi doğruluğundan uzaklaştırmakta ve kendilerine miras kalan inançlarına uyarlamaya çalış­maktadırlar. İbn-i Ebi’l Hadid’in aşağıdaki cümleler hakkında yaptığı hatalı yorumlar gibi: 1- “Allah’a and olsun ki Ebi Kuhafe oğlu, hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi. [128] 2- “Baktım da, Ehl-i Beyt'imden başka yardım edip destekleyen, hakkımı savunan kimsenin olmadığını gör­düm.”[129] 3- “...Ve velayet hakkının hususiyetleri onlarındır.”[130] 4- “Vasiyet ve veraset onlardadır.”[131] (İbn-i Ebi’l Hadid bazen bu tevilleri “ashabımız öyle diyor” diye nakletmektedir ve belki kendisi de buna inan­mamaktadır.) 5-Kadi’ul Kudat’ın Şıkşıkıye hutbesindeki İbn-i Ebi Kuhafe kelimesi hakkında yaptığı açıklama ve yanlış yorum gibi...[132] Diğer bir grup ise bu tür yerlerde sessiz kalmayı tercih etmekte ve hiç bir açıklama yapmamaktadır. Şeyh Muhammed Abduh, Mersifi, Muhammed Ebul Fazl ve benzeri kimseler bu gruptandır. Allah, kullarının içinde gizlediklerini herkesten daha iyi bilmektedir. Dipnotlar
-------------------------------------------------------------------------------- [1]- Seyyid Razi’nin Biyografisi hakkında aşağıdaki kitaplara müracaat ediniz: Enbah’ur-Rubat, 3/114, el-Bidayet-u ve’n-Nihaye, 3/12, Tarih-i Bağdat, 2/246, Kamil-i İbn-i Esir H. 406. Yıl olayları, Tarih-i İbn-i Ebil Feda, 2/145, ed-Derecat’ur-Rafie, s. 466, Revzet’ul-Cennat s. 573, Şezerat’uz-Zeheb, 3/182, el-İber 3/95, Lisan’ul-Mizan, 5/141, Mirat’ul-Cinan, 3/18, el-Muntezem, 7/279, Mizan’ul-İ’tidal, 3/523, el-Vafi bil Vafiyat 2/374, el-Gadir, 4/180 ve Reyhanet’ul-Edeb, 2/121-128 [2]- Seyyid Razi’nin Nehc’ül-Belağa, kitabının ön sözünden özetle [3]- İstinad-i Nehc’ul Belağa, s. 7 [4]- Mesadir-u Nehc’ul Belağa, Abduzzehra Hüseyini Hatip, s. 97 [5]- a.g.e, s. 93 [6]- a.g.e, s. 97 [7]- a.g.e, s. 93 [8]- a.g.e, s. 98 [9]- a.g.e, s. 99, Nezerat’un fil Kur’an kitabından naklen. [10]- a.g.e, s. 99 [11]- Şerh-u İbn-i Ebil Hadid, c. 7, s. 202 [12]- a.g.e, c. 6, s. 246 [13]- Mesadir-u Nehc’ul Belağa, Hüseyni, s. 100 [14]- a.g.e, 100 ila 106. Sayfalar, özetle. [15]- a.g.e, s. 100 Abkeriyyet’üş-Şerif’ten naklen. [16]- a.g.e, s. 105, el-Teraz kitabından naklen. [17]- Abkariyyey’ul İmam, s. 178 [18]- Mukaddeme-i Nehc’ul Belağa, Şerh-i Muhammed Abduh, Özetle. [19]- el-İmam Ali c. 1, s. 102 [20]- el-Beyan ve’t-Tebyin, c. 1, s. 83 [21]- Şerh-i İbn-i Ebil Hadid c. 7, s. 212 [22]- Subh’ul A’şa c. 1, s. 59 [23]- el-İmam Ali (a. s) c. 1, s. 174 [24]- ez-Zeria c. 7, s. 189, Mesadir-u Nehc’ul Belağa, c. 1, s. 48 [25]- ez-Zeria, s. 7, s. 191; Mesadir, c. 1, s. 49 [26]- Mesadir, c. 1, s. 53 [27]- Mesadir, s. 1, s. 51 [28]- Mesadir, c. 1, s. 51 [29]- Fihrist-i Neccaşi s.148 [30]- Ez-zeria, c. 7, s. 188 [31]- Fihrist-i İbn-i Nedim, s. 140 [32]- Mesadir, c. 1, s. 59 [33]- Mesadir, c. 1, s. 50 [34]- ez-Zeria, c. 7, s. 190 [35]- Ez-Zeria, c. 7, s. 191 ve Mesadir, c. 1, s. 62-65 [36]- el-Kunye ve’l Elkab, c. 2, s. 448 [37]- Mesadir-u Nehc’ul Belağa, c. 1 s. 16 [38]- Mucem’ul Buldan, Beyn’es-Sureyn kelimesinde [39]- ez-Zeria, c. 7, s. 192; Kütüphanenin yakılış tarihini 447, İbn-i Esir ise 450 olarak kaydetmiştir. [40]- Ez-Zeria, c. 7, s. 192 [41]- Bu hutbeler Hui’nin 21 ciltlik şerhinde şu sıralamayla yer almıştır: c. 4, s. 14, c. 4,s. 118, c. 4, s. 141, c. 7, s. 69, c. 10, s. 288. [42]- Bu hutbeler hakkında El Kaşif kitabında İbn-i Ebil Hadid’in kitabının dördüncü baskısından bazı örnekler verdik. [43]- Muruc’uz-Zeheb c. 4, s. 441. (Fransızca tercümesiyle) ve c. 2, s. 431 (Mısır baskısı) [44]- Tuhaf’ul-Ukul, s. 60 [45]- ez-Zeria, c. 7, s. 192; Menakib-i Al-i Ebi Talib’den naklen. [46]- Seyr-i der Nehc’ül-Belağa, s. 6 [47]- Mesadir-u Nehc’ul Belağa, s. 330 [48]- a.g.e. [49]- a.g.e. s. 332 [50]- Gurer ve Durer-i Amedi, c. 3, s. 392 [51]- a.g.e. c. 6, s. 159 [52]- a.g.e., c. 6, s. 378 [53]- a.g.e., c. 6, s. 250 [54]- a.g.e, c. 2, s. 467 [55]- Mesadir, c. 1, s. 68 [56]- a.g.e., c. 1, s. 71 [57]- a.g.e. [58]- a.g.e. c. 1, s. 73 [59]- Mesadir, c. 1, s. 72 (Tebersi, H. 548 yılında vefat etmiştir. Mezarı Meşhed’de olup Şiiler tarafından ziyaret edilmektedir ve aynı zamanda Mecme’ul-Beyan kitabının da yazarıdır.) [60]- Mesadir, c. 1, s. 75 [61]- Mesadir, c. 1, s. 75 [62]- a.g.e., s. 81 [63]- a.g.e. s. 84 [64]- a.g.e., s. 85 [65]- a.g.e., s. 85 [66]- a.g.e., s. 86 [67]- ag.e., s. 87 [68]- a.g.e., s. 89 [69]- a.g.e., s. 90 [70]- a.g.e., s. 91 [71]- Fihristi Neccaşi s. 282 [72]- el-Gadir, c. 4, s. 199 [73]- Keşf’uz Zunun, s. 428 ve 159 [74]- Mesadir, c.1, s.117 [75]- a.g.e, s. 117 [76]- a.g.e, s. 118 [77]- a.g.e, s. 118 [78]- a.g.e, s. 118 [79]- a.g.e, s.119 [80]- a.g.e s, 121 [81]- ez-Zeria, c. 14, s. 112- 155 [82]- el-Gadir, c. 4, s. 186- 192 [83]- Mesadir-u Nehc’ul Belağa, s. 1, s. 247- 329 [84]- Müstedrek, c. 3, s. 326 [85]- Mesadir-i Nehc’ul Belağa, c. 1, s. 248 [86]- a.g.e, s. 248 [87]- a.g.e. s. 249 [88]- el-Muntazam, c. 1, s. 222 [89]- el-Gadir, c. 4, s. 186 [90]- Mesadir-i Nehc’ul Belağa, c. 1, s. 40 [91]- a.g.e, s. 41 [92]- Nehc’ul Belağa-i dr. Subhi Salih, s. 49 [93]- a.g.e, s. 61 [94]- a.g.e, s. 61 [95]- a.g.e, s. 126 [96]- a.g.e, s. 129 [97]- a.g.e, s. 164 [98]- a.g.e, s. 176 [99]- a.g.e, s. 167 [100]- Ama kendisi de tümüyle sayamamış ve bir takım yerleri gözden kaçırmıştır. [101]- 1. hutbe [102]- İbrahim suresi, 34. Ayet. [103]- 1. hutbe [104]- Saffat suresi 6. ayet [105]- 34. hutbe [106]- Ahzap suresi 19. ayet [107]- Şeyh Müfit, Seyyid Razi’nin üstadıydı. H. 413 yılında 77 yaşında vefat etmiştir. [108]- Bu kitabın yazarı Hasan bin Şube Harrani’dir. Vefat tarihi belli değildir. Rical alimleri kendisini dördüncü asır alimlerinden saymıştır ve muhtemelen daha Seyyid Razi doğmadan vefat etmiştir. [109]- Şeyh Hadi Kaşif’ul Gıta Behc’ul Belağa’nın birinci hutbesini Bihar, s. 113’de Uyun’ul Hikme ve’l Muvaize’den nakletmiştir. Ama herhalde Garra hutbesiyle karıştırılmıştır ki c. 17, s. 113’de (eski baskı) bu kitaptan nakletmiştir. [110]- Saduk diye meşhur olan Ebu Cafer Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Babeveyh Kummi H. 381 yılında 70 küsür yaşında iken vefat etmiştir. Şıkşıkıye hutbesini bu iki kitapta farklı senetlerle nakletmiştir. Merhum Şehristani ise Nehc’ul Belağa’dan farklı tabirlerini “Mahuve Nehc’ul Belağa” kitabında izah etmiştir. [111]- Şerh-u Nehc’ul Belağa-i İbn-i Ebil Hadid, eski baskı, s. 41, (Şıkşıkiye hutbesinin şerhinin sonunda) [112]- Gaybet-i Suğra asrının edebiyatçılarından ve muhaddislerinden olup Şafii mezhebindendir. 328 yılında 82 yaşında iken vefat etmiştir. [113]- Bu arada Nehc’ül-Belağa’da nakledilmiş olan üç cümle için ise baktığım kaynaklarda herhangi bir senedi ve kaynağı zikr edilmemiştir. Sadece Seyyid Abduzzehra Naziri, 2. cümlesi için kaynak zikr etmektedir. [114]- Hallakan diye meşhur olan Ahmed b. İbrahim b. Ebi Bekr ceddine mensuptur ve İbn-i Hallakan diye bilinmektedir. H. 608 yılında öldü ve 681 yılında da vefat etti. Şair ve edip biriydi. Özellikle de Yezid b. Muaviye’nin şiirlerine karşı büyük bir ilgisi vardı. Ömrünün sonunda Melik Muzafferin oğluna aşık olmuştu. Bir gün onu sokakta gördü. Üzerindeki kadılık elbisesini çıkararak onun ayaklarının önüne attı. Saltanat ailesi çocuklarını İbn-i Hallakan ile birlikte olmaktan men etmişlerdi. İbn-i Hallakan bu çocuğun aşkından çılgına dönmüş sürekli şu şiirleri okuyordu: “Ben Vallahi Helak oldum Yaktı beni o boy poz ki Şüphesiz kıyametim kopmuştur.” İbn-i Hallakan ölüm halinde dahi bu şiiri okuyordu ve bu hal üzere öldü. Mesadir-u Nehc’ul-Belağa, c. 1, s. 114; Fevat’ul-Vefiyyat, c. 1, s. 17’den naklen ve hakeza Tezyin’ul-Esvak, s. 17 [115]- Vefiyyat’il-A’yan, c. 3, s. 313 [116]- Mir’at’ul-Cinan, c. 3, s. 55, H. 768 yılında vefat etmiştir. [117]- Mizan’ul-İ’tidal, c. 3, s. 124, H. 748 yılında vefay etmiştir. [118]- Lisan’ul-Mizan, c. 3, s. 223, H. 852 yılında vefat etmiştir. [119]- Şezerat’uz-Zeheb, c. 3, s. 257, H. 1089 yılında vefat etmiştir. [120]- Fecr’ul-İslam, s. 178, [121]- Mesadir-u Nehc’ul-Belağa, c. 1, s. 115 [122]- el-Vafi bil Vefiyyat, c. 2, s. 370 [123]- Mesadir-u Nehc’ül-Belağa, c. 1, s. 127-220 [124]- Tercüme-i Mahuve Nehc’ül-Belağa, Seyyid Abbas Mirzade, s. 104-126 [125]- Mesadir-u Nehc’ül-Belağa, s. 70-128 (bu kitapta on yedi itiraz nakledilmiş ve hepsine cevap verilmiştir.) [126]- Mukaddeme-i Nehc’ül-Belağa-i Şerh-i Abduh, [127]- Medarik-u Nehc’ül-Belağa, s. 226-234 [128]- Minhac’ul-Beraa, Seyyid Habibullah Hui, c. 2, s. 414 [129]- a.g.e., c. 3, s. 372 [130]- a.g.e., c. 2, s. 332 [131]- a.g.e., c. 2, s. 341 [132]- a.g.e., c. 3, s. 38



Nehc’ul Belağa Hz. Ali (a.s)’ın kısa hilafeti döneminde buyurmuş olduğu 239 hutbe, 79 mektup ve 480 hikmetli kısa sözden oluşan bir kitaptır. Seyyid Razi[1]

adıyla meşhur olan ve büyük Şii alimlerinden biri sayılan Muhammed b. Hasan Musevi (359-406) söz konusu hutbe, mektup ve kısa sözleri biraraya toplayarak değerli bir eser oluşturmuş ve bu eseri Nehc’ul Belağa olarak adlandırmıştır.

O bu değerli kitabı H. 400 yı­lında kaleme almıştır. Nehc’ül-Belağa yazarı Seyyid Razi, bu eseri oluşturma hedefi hususunda kitabın ön­sözünde şöyle demektedir:

“Ömrümün baharındayken ve ömür dalım henüz ta­zeyken İmamların (a.s) özellikleri ve hususiyetleri hak­kında bir kitap yazmaya başladım. (Hasais’ul Eimme kitabı) Bu kitapta o zatların güzel ve değerli sözleri vardı.

Elbette bu kitabın başında da belirttiğim gibi bu işe belli bir hedef ve niyetle giriş­tim. Ama Hz. Ali’nin özgün hususiyetlerini yazdıktan sonra bu kitabı devam ettirmeyecek bölümlere ve kısımlara ayırdım. Son bölümünde uzun hutbeler ye­rine, öğütlerini hikmetlerini, örneklemelerini ve kısa edebi sözlerini bir araya topladım.

Bazı dostlarım bu kitabı okuyunca çok beğenip öv­dü­ler, fesahat ve belagatı ile eşsizlik ve özgünlüğüne hayran oldular. Bu nedenle benden Hz. Ali (a.s)’ın çeşitli dallarda ve konulardaki öğüt, yazı, hutbe ve hik­metli sözlerini toplayarak derlememi istediler.

Onlar Hz. Ali (a.s)’ın bu sözleri­nin fesahat ve belagatını, Arapça’nın incileri, dini-dün­yevi sözlerin nuru olduğunu çok iyi biliyorlardı; çünkü böylesi özellikler hiçbir beşeri söz ve kitapta bir araya gelmemiştir.

Hz. Ali, fesahatin kapısı, belagatın temeli ko­numundadır. Fesahat ve belagatın gizlilikleri onun sözle­rinde tecelli etmiş ve onunla bir düzene girmiştir.

Her ha­tip onun örneklendirmelerini almış, her vaiz onun sözle­rinden yararlanmıştır. Buna rağmen o herkesten iler­dedir ve onlar Hz. Ali’den geri kalmışlardır.

Zira onun sözlerinde ilahi ilmin izi ve Peygamberin kokusu vardır. Ben de bu isteklerine icabet ettim ve telif ettiğim bu eserin adını da Nehc’ul-Belağa koydum.”[2]

Nehc’ül-Belağa kitabı 1000 yıl boyunca sürekli ilim, edep ve ilahi öğretiler semasında nurlu bir güneş gibi parlamış; ışık saçmış; İngilizce, Fransızca, Almanca, Farsça, Orduca ve Türkçe dillerine tercüme edilip, basıl­mıştır.

İslam bilginleri bu kitap için sayısız şerhler, talika­ler, lügat açıklamaları, lafız beyanları, seçmeler, özetler, Nehc’ül Belağa’da gezintiler ve Nehc’ül Belağa’dan dersler adı altında sayısız kitaplar kaleme al­mışlardır.

“Merhum Muhaddis Nuri, Seyyit Razi’nin Hesais’ul Eimme” bir nüshasının Şeyh Hadi Al-i Kaşif’ul Gıta kütüphanesinde ve bir nüshasının da Hindistan Rambor kütüphanesinde bulunduğunu söylemiştir. Aynı zamanda H. 1369 yı­lında da Necef-i Eşref’te de basılmıştır.[3]

Yazıldığı ilk yıllarda bir kitap hakkında doğru dürüst bir hüküm vermek mümkün değildir. Şahsi sevgi ve kinler, aceleden kaynaklanan hükümler, zayıf ve güçlü noktaların gizli kalması ve benzeri sebepler kitabın gerçeğinin gizli kalmasına veya değişik gösterilmesine sebep olabi­lir.

Ama bin yıldır bilginlerin fikirlerini üzerinde yoğunlaştırdıkları, ince görüşlü dü­şünürlerin bilgisine ve basiretli insanların görüşüne su­nulan bir kitapta bu tür ihtimaller düşünülemez. Bütün bunlara rağmen bir kitap, değerini korumuş ve dikkatleri kendi üzerinde odaklandırmışsa bu o kitabın önem ve yüksek değerini gösterir.


Bilginlerin İtirafları

Farklı İslam mezheplerinden bir çok edebiyatçı ve ilim erbabı kimseler Nehc’ul Belağa kitabını çok dakik bir şe­kilde incelemiş, hakkında değişik görüşler belirtmişlerdir. Araştırmalarının sonunda kısaca şu itiraflarda bulunmuş­lardır:

1- İbn-i Ebil Hadid şöyle demektedir: “Nehc’ul Belağa’nın bir tek satırı İbn-i Nubate’nin bin satırına be­deldir. Oysa İbn-i Nubate bilginlerin ortak görüşü esa­sınca kendi asrının yegane hatibi ve usta konuşmacısıydı.”[4]

2- Dr. Zeki Mübarek ise şöyle diyor: “Başka çaresi yok, açık bir şekilde itiraf etmeliyiz ki Nehc’ul Belağa muteber bir kaynağa sahiptir. Aksi taktirde Şiilerin yeryüzünde belagat ve fe­sahat şaheseri sözler söylemekte, insanların en üstünü olduğunu söylememiz gerekir.”[5]

3- Alusi ise şöyle diyor: “Ali b. Ebi Talib’in hutbele­rini içeren Nehc’ul Belağa, ilahi kelam nurunun bir ışığı­dır ve nebevi mantık fesahati ile parlayan bir güneştir.”[6]

4- Üstat Halil Hindavi şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa gibi farklı bölümlerinin, bir tek üslupla ve bir kişi tarafından yazılan bir başka kitap göremiyorum. Bu yüzden önemle vurguluyor ve tekrar ediyorum ki Nehc’ul Belağa bir tek şahıstan ortaya çıkmış ve ona bir tek nefes üflenmiştir.”[7]

5- Mersefi ise şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa Kur’an’ın fesahat, mucize, hidayet, ilim ve hikmet nuru için canlı bir örnektir. Bu kitap deha sahibi bilginlerin, seçkin filo­zofların ve büyük hikmet sahibi kimselerin kitapla­rında görülmeyen nurlu öğütler, siyasi kanunlar ve yüce hik­metlerle doludur.”[8]

6- Yazıcı ise şöyle söylemektedir: “Eğer ilim, edep ve yazı açısından rakiplerine üstün gelmek istiyorsan Kur’an ve Nehc’ul Belağa’yı ezberlemen gerekir.”[9]

7- Alusi-i Bağdadi ise şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa, Müminlerin emiri Hz.Ali (a.s)’ın hutbelerini içermekte olup, yaratıkların sözünün üstünde ve Allah’ın sözünün altında bir kitaptır. Mucize derecesine çok yakın, haki­kat ve mecaz yollarını ortaya koyan bir eserdir.”[10]

8- İbn-i Ebil Hadid şöyle diyor: “Fesahat ve belagat öğrenmek ve sözlerin üstünlüğünü bilmek isteyenler, Nehc’ul Belağa’daki hutbeler üzerinde düşünmelidir.

Zira Allah ve Resulünün sözü dışında hangi sözle mukayese edilirse edilsin karanlık bir taş karşısında parlak bir yıldız gibi durmaktadır. Ayrıca bu kitaptaki aydınlığı, nuraniyeti ve azameti görmeli; nasıl bir korku ve dehşet yarattığını algılamalıdır.

Allah bu kitabın konuşmacısını (Hz. Ali’yi) en hayırlı mükafatlarla mükafatlandırsın.

Hz. Ali bazen kılıcıyla İslam’ı savunmuş, bazen de dili, beyanı, fikri ve kalbiyle İslam düşmanlarının karşısında durmuştur. Cihat hususunda o, mücahitlerin efendisi, nasihatte vaaz edenle­rin en etkilisi, fıkıh ve tefsirde fakih ve müfessirlerin re­isi; adalet ve tevhitte adil ve muvahhidlerin önderidir.


Allah’a hiç de zor değildir.

Bütün alemi bir insanda toplaması.”[11]

9- İbn-i Ebil Hadid bir başka yerde ise şöyle demekte­dir: “Tevhit, adalet ve benzeri ilahi değerli konular bu ilahi şahsın sözleri olmaksızın asla anlaşılamaz.

Bü­yük sahabelerden nakledilen sözlerin hiç birinde bu tür konuşmalar rastlamak mümkün değildir. Belki bu konuşmalar akıllarından dahi geçmiyordu. Zira akıllarından geçmiş olsaydı beyan ederlerdi. Evet bu Ali (a.s)’ın en büyük faziletlerinden biridir.”[12]

10- Dr. Zeki Mübarek ise şöyle diyor: “Ben öyle ina­nıyorum ki Nehc’ul Belağa kitabını okumak insandaki cesaret ruhunu, mertliği ve nefis azametini güçlendir­mektedir. Zira Nehc’ul Belağa kitabı zorluklara aslanlar gibi göğüs geren güçlü bir ruhtan ortaya çıkmıştır.”[13]

11- Muhammed Emin Nevavi ise şöyle diyor: “Ali (a.s) bütün Kur’an’ı ezberlemiş ve bütün sırlarından haber­dardı. Kur’an, Ali’nin eti ve kanıyla karışmıştır. Bu ger­çeği sadece Nehc’ul Belağa’yı okuyanlar anlayabi­lir.”[14]

12- Üstat Emin Nahle ise şöyle ediyor: “Her kim nefis hastalığının iyileşmesini istiyorsa, Hz. Ali (a.s)’ın Nehc’ul Belağa’daki sözlerine yönelmeli ve o kitabın ışı­ğında yü­rümeyi öğrenmelidir.”[15]

13- Muhammed Emin Nevavi İmam Yahya Ye­meni’nin Nehcu-ul Belağa hakkında şu sözlerini nakletmektedir: “Her güçlü konuşmacı Ali (a.s)’ın sözlerinin manasından içmiş ve her belagat sahibi konuşmacı onun metoduyla konuşmaya çalışmıştır. Ali fesahat ve belagatın kaynağı, yüklü yağmurların bulutudur.”[16]

14- Abbas Mahmud Ukad şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa kitabında tevhit ayetlerinin ve ilahi hikmetlerin feyizleri vardır ve bu feyizler, ilahi öğretileri ve tevhidi ilkeleri öğrenmek isteyenlerin zihnini genişletmekte, ba­siret sahibi kılmaktadır.”[17]

15- Muhammed Abduh ise şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa’yı mütalaa edince fesahat devleti ve belagat aza­meti gözümde tecessüm etti. Bu yüzden yakin ettim ki bu devletin yöneticisi, bu azametin kahramanı ve muzaffer bayraktarı hiç şüphe yok Ali b. Ebi Talib’tir.

Nehc’ul Belağa’nın Hz. Ali(a.s)’ın sözleri olduğuna şüphe eden­lerin boş hayalleri gözlerimde yok oldu; bozuk düşünce­leri ve batıl hayalleri silinip gitti.”[18]

16- Corc Jardak ise şöyle diyor: “Ali b. Ebi Talib akıl açısından eşsiz bir insandı. Hz. Ali İslam’ın kutbu, İslami öğretilerin kaynağı ve Arap ilimlerinin çeşmesiydi. Araplar arasında varolan bütün ilimlerin temelini hiç şüphe yok Hz. Ali atmıştır veya en azından bu konuda büyük bir katkıya sahiptir.”[19]

17- 255 yılında vefat eden Cahiz ise Hz. Ali (a.s)’ın bir tek cümlesi hakkında şöyle demektedir: “Allah-u Teala bu kısa cümleye, sahibinin temiz niyeti ve takva­sıyla uyum arz eden azametten bir elbise, hikmet nurun­dan bir perde giydirmiştir.”[20]

Peygamber (s.a.a)’in ashabı arasında bir grup kimse ilahi ve manevi açıdan yüce makamların sahibi olmuşlardır. Ama onların hiç birinin Nehc’ul Belağa gibi canlı ve olumlu bir eser bıraktığı görülmemiştir.

Hatta Nehc’ül Belağa’nın nicelik açısından onda biri ni­telik açısından ise binde biri dahi başkalarından miras kalmamıştır. Bu yüzden gerçekçi olan bir araştırmacı başkaları hakkında nakledilen o makam ve dereceler hu­susunda şüpheye düşer ve bu nakledilenler hususunda bir takım bağnazlıkların, taraftarlığın, uydurma ve tahrifin rol oynadığı ihtimalini kabul eder.

Ama Nehc’ül Belağa gibi aydın ve canlı bir eserin varlığı bir ışığın güneşin varlı­ğına delaleti gibidir. Zira ilim ve sanat uydurulacak bir şey değildir.

Marifet ve ilimleri Ali b. Ebi Talib’in derece­sine ulaşamayan bir insan, Nehc’ül Belağa gibi bir kitabında asla yazamaz. Nitekim hat sanatında bu makaledeki hat dere­cesine ulaşamayan kimselerde bunun bir benzerini vü­cuda getiremezler.

Dünyada bir üstünlük ve deha elde eden kimseler hiç şüphesiz insanların dar görüşlülüğü, haset, it­ham ve kö­tülüklerinden uzak kalamaz

Deha sahibi insanların ve hatta ilahi peygamberlerin hiç birisi de bu tür ithamlardan kurtulamamışlardır. Dolayısıyla Nehc’ül Belağa’yı telif eden ve beyan eden kimse de bu kınama ve eleştirilerden korunamamıştır.

Ama yaptığım araştırmalarda da gördüğüm gibi hiç kimse Nehc’ül-Belağa’nın fesahat ve belagatı açısından bir şek ve şüpheye asla düşmemiştir. Nitekim gördüğümüz gibi dünyada bir çok edebiyatçı ve belagat sahibi kimseler de Nehc’ül-Belağa’yı övmüş, üstünlüğünü kabul etmişlerdir.

Kur’an ve Nebiyy-i Ekrem (s.a.a)’in sözünden sonra ve eşsiz benzer­siz olduğunu kabul etmişlerdir. Arap edebiyat ve belagat­çılarının Nehc’ül-Belağa kitabının belagatı hususunda hiçbir şüphe ve ithama düşmemelerinin nedeni,

belki de onun bir benzerini getirmekten aciz ve güçsüz kalışları­dır. İşte bu yüzden de Nehc’ül Belağa’nın üstünlüğünü ifade etmek zorunda kalmışlardır.

Daha önce de beyan ettiğimiz gibi bir şey hakkında bin yıl sonra verilen bir hüküm her türlü sapmadan ve kusur­dan uzaktır. Bu sözün daha iyi anlaşılması için değerli okuyucuların hatta Şii olmayan bir çok eleştirmen ve ede­biyatçıların sözlerine dikkat etmelerini istiyorum.


Ali(a.s)’ın Sözünün Değerlendirilmesi

Bazı edebiyat ve belagat bilginleri, Hz. Ali (a.s)’ın sözlerini dünyadaki diğer edebiyatçıların sözleri ile mu­kayese etmek, yorum ve tahlile tabi tutmak istemişlerdir ve bu yolda oldukça ince ve derin araştırmalar yapmış­lardır. Bunlardan bazılarına yer vermek istiyo­ruz:

1- İbn-i Ebil Hadid Mu’tezili, Nehc’ül Belağa’nın hut­belerinden birini şerh edip açıkladıktan sonra “İmam Ali’nin sözü ile İbn-i Nubate’nin sözünün mukayesesi adı altında bir bölüm açmış ve şöyle demiştir: [21] “Burada bü­yük hatip Abdurrahim b. Nubate’nin hutbelerinden bir bölümüne yer vereceğiz.

Bu hutbeler bazı açılardan diğer hutbelerle karşılaştırıldığında daha incelikli ve üstün oldukları göze çarpmaktadır. İnsanlar İbn-i Nubate’nin hutbelerinin aşığı olmuşlardır. Bütün uzman­lar, İbn-i Nubate’nin öğütlerinin son de­rece güzel ve çekici olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.”

Daha sonra İbn-i Nubate’nin şöyle başlayan öğüt dolu hutbelerinden birini nakletmektedir: “Ey insanlar, hazır­lıklı olun aranızda göç zili çalınmıştır. Önce çıkın şüphe­siz ki teslim alınacağınız an yaklaşmıştır.”

Daha sonra bu hutbenin bazı kelimelerini inceleyerek şöyle demektedir: “Bir yerde “kahkari” kelimesi bir satı­rın yarısında tekrarlanmıştır ve bu edebi açıdan çok çir­kindir. İçindeki bu hutbelerden bazı kelimelerin duyul­ması kulağa asla hoş gelmemekte ve konuşma adabından uzak insanların sözlerini andırmaktadır.”

Diğer cümleleri hakkında ise şöyle diyor: “Bu cümle­lerin ne zarif bir anlamı vardır ve ne de lafız açısından tatlı ve akıcıdır.”

Evet eğer bu kelimelerden bir teki Nehc’ül-Belağa’da görülmüş olsaydı biz onu övmezdik ve dolayısıyla da bu kitap sıradan normal bir kitap sayılırdı.

2- Kalakşendi, Subh’ul A’şa adlı kitabında şöyle di­yor:[22] “Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuş­tur: “Her insanın değeri övdüğü şeyledir. Şairin biri de Hz. Ali’nin bu sözündeki anlamı aynı şekilde kendi şiirine yan­sıtmıştır:

“Ey beni kınayan bırak beni de değerim artsın

“insanların kıymeti övdüğü şeyledir.”

Sadece bu şiirin ikinci mısrası bir çok kusurlarıyla Ali (a.s)’ın sözünün anlamını içermektedir. Ama burada “kullu imrein” (herkes) lafzı yerine “kullunnas” (bütün insanlar) kelimesi kullanılmıştır ve iki “nun”, aralarında bir tek sakin harf yer alacak şekilde bir araya getirilmiştir.

Cümlenin başındaki “fa” harfi ise çirkin ve faydasızdır. Dolayısıyla iki cümle aynı anlam içerdiği halde şairin sözü edebi açıdan bir çok eksiklikler içermektedir.

3- George Jordac,[23] “Ali b. Ebi Talib’in hürri­yet hakkında söylediği sözleri naklederek şöyle demiştir: “Asla başkasının kulu olma ve şüphesiz ki Allah seni hür yaratmıştır.” Ömer b. Hattab da bu anlamda şöyle demiştir: “İnsanları nasıl köle edersiniz. Oysa anneleri onları hür doğurmuştur.

Burada görüldüğü gibi Ali b. Ebi Talib’in sözü ile Ömer b. Hattab’ın sözü arasında temelde çok büyük farklılıklar vardır. Zira ilk olarak Ömer’in sözünde yer alan hürriyet kelimesi diğer çağdaşların kullandığı gibi kölelik kavramının karşıtı olarak kullanılmıştır,

çünkü o zamanlar insanlar köle ve cariye olarak alınıp satılıyordu, ama Ali b. Ebi Talib’in sözü geniş anlamda bir hürriyet ve özgürlüğü kapsamaktadır ve insan varlığının önemli bir boyutunu içermektedir.

İkinci olarak Ömer sadece köle sahiplerine seslenmiş ve insanları neden köleleştirdiklerini sormaktadır. Oysa onlara nasihat etmenin hiç bir fay­dası yoktur. Ali b. Ebi Talib ise burada bizzat kölelere seslenmekte, onlara özgürlük ruhunu hissettirmektedir.

Onlara, kendilerine dayanmalarını ve yaratılış düzeninin aksine kendilerini köle edinenlere karşı kıyam etmele­rini söylemektedir. Hz. Ali (a.s) bu kısa sözüyle kölelerin kalbine heyecan tohumu ve sömürgecilerin boyunduru­ğundan kurtuluş ümidini ekmektedir.

Üçüncü olarak Ömer insanların özgürlüğünü annelerinden doğuşuna bağlamıştır, oysa Ali b. Ebi Talib, özgürlüğün kökeninin ilahi bir taktire, sünnete ve yaratılış alemine dayandır­mıştır. Bu da şüphesiz ki anneden doğuştan kaynaklanan özgürlükten çok daha geniş ve köklü bir anlam ifade et­mektedir.


Ali(a.s)’ın Sözlerinin Toplanması

Ali (a.s)’ın ashabı arasında büyük bir aşk ve tutkunlu­ğun yanı sıra basiret ilim sahibi olan , aynı zamanda rical alimlerinin de ifade ettiği gibi, doğru sözlü, doğru inançlı ve güvenilir olan bir grup vardı.

Bunlar, İbn-i Abbas Kumeyl b. Ziyad, Haris A’ver, Reşit Hicri, Meysem-i Temmar, Hicr b. Adiyy, Esbağ b. Nubate, Sa’saa b. Suhan, Nuf’i Bekkali, Zirar b. Zamere,

Zeyd b. Veheb gibi yüce makama ve büyük bir üne sahip kimselerdi. Ha­yatlarının da tanıklık ettiği gibi aydın kalpli olan bu in­sanlar bizzat kendi zamanlarında artık bundan böyle hila­fet makamına Ali b. Ebi Talib gibi birinin geçemeyece­ğini anlamışlardı.

Artık gökyüzü Ali gibi birinin sesini asla duymayacaktır. İşte bu yüzden sürekli Hz. Ali ile birlikte bulunuyor, can-u gönülden sözlerini dinliyorlardı.

Sabırsız aşıklar Cuma ve Bayram namazlarında, Camilerde, savaş mey­danlarında, genel toplantılarda, ve özel oturumlarda söylediği sözleri Arapların yaygın adeti olduğu üzere hafızalarına kaydediyor, başkaları için naklediyor ve yavaş yavaş yazı, mecmua ve kitap haline gelmesini sağlıyorlardı.

Hatta Hz. Ali (a.s)’ın bulunduğu savaşlara katılmış olan ve herkesten daha çok Hz. Ali (a.s)’ı sözle­rinin aşığı bulunan Zeyd b. Veheb Kitab’ul-Huteb adında bir kitap yazdı.

Kendisi H. 96 yılında vefat etmesine rağmen kitabı beşinci asra kadar da ulaşmıştır. Zira Şeyh Tusi kitabının fihristinde o kitaptan da rivayette bulunmaktadır.[24]

Ondan sonra yazılan, zahiren şuanda örneği bulunma­yan, sadece rical ve tercüme alimlerinin adlarını zikrettiği diğer kitaplar ise şunlardır:

1- Mus’ade b. Sadaka’nın yazmış olduğu “Huteb-i Emir’el Mü’minin” adlı kitapta İmam Sadık (a.s)’dan da bir takım hadisler rivayet edilmiştir. Bu kitabın bir nüshası Seyyid b. Tavus’un eline ulaşmıştır ve Şeyh Hasan Hilli de Muntehab’ul Besair kitabında ondan bir takım na­kil­lerde bulunmuştur.

Bu kitap veya Mes’ade’nin diğer bir kitabı Seyyid Haşim Behrani’nin eline ulaşmıştır ve o da Burhan tefsirinde ondan bazı hususlar nakletmiştir.[25]

2- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise İsmail b. Mehran yazmıştır ve bu şahıs İmam Rıza (a.s)’ın as­habındandır.[26]

3- Huteb-i Ali (a.s) adlı kitabı ise İbrahim b. Hakem Fezzari adlı şahıs yazmıştır ve de ikinci asrın yazarların­dan sayılmaktadır.[27]

4- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise İmam Hasan (a.s)’ın evlatlarından olan Seyyid Abdulazim Hasani adlı şahıs yazmıştır. Bu şahsın kabri Rey şeh­rinde Ehl-i Beyt aşıkları tarafından ziyaret edilmektedir. Bu şa­hıs sekizinci, dokuzuncu ve onuncu imamların za­manını da derk etmiştir.[28]

5- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise on bir, on iki ve on üçüncü imamların zamanında yaşayan Salih b. Hammad adlı şahıs yazmıştır. [29]

6- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise üçüncü as­rın sonlarında yaşayan İbrahim b. Süleyman telif etmiştir.[30]

7- Huteb-i Ali adlı kitabı ise H. 206 yılında vefat eden[31] Hişam b. Muhammed b. Saib-i Kelbi yazmıştır.

8- Huteb-i Ali ve Kutubuhu ila Ummalihi adlı kitabı ise H. 225 yılında vefat eden Ali b. Muhammed Medaini yazmıştır.[32]

9- el-Hutbet’uz Zehra adlı kitabı ise H. 157 yılında ve­fat eden Ebi Mahnef, Lut b. Yahya yazmıştır. [33]

10- Huteb-i Emir’el Mü’minin adlı kitabı ise H. 332 yılında vefat eden Ebu Ahmed Celludi yaz­mıştır. Bu kitap Hz. Ali’nin hutbelerini mektuplarını, şi­irlerini, öğütlerini, güzel sözlerini, dualarını ve şurada beyan ettiği sözlerini içermektedir.[34]

11-14 Vakidi, İbrahim b. Hilal, Kadı Nu’man Mısri ve Nasr b. Müzahim adlı kimselerin yazıları ise ri­cal kitaplarında yer almıştır.[35]


Nehc’ül Belağa’nın Telifi

Seyyid Razi, asil ve nefis kitaplara ulaşma açısından çok şanslıydı. Çünkü onun asrında ve yaşadığı yer olan Bağ­dat’ta bulunan iki büyük ve zengin kütüphaneden istifade etme imkanına sahipti.

Bu iki kütüphaneden ilki, Seyyid Razi’nin kendi kardeşinin kütüphanesiydi ve seksen binden fazla kitap bulunduruyordu. Bu veya başka sebeplerden dolayı Seyyid Murtaza’ya “Semanini” veya “Ebu’s-Semanin” de diyorlardı.[36]

İkincisi ise Beyt’ul-Hikme adıyla bilinen kütüphaneydi. Bu kütüp­haneyi de Bahauddevle İbn-i Babeveyh Deylemi’nin ve­ziri olan Şapur b. Erdeşir, H. 381 yılında Memun’ur-Reşid’in Beyt’ul-Hikme’sine benzer bir şe­kilde kurmuştu.

Şapur, bu kütüphaneyi Bağdat Kerh beldesinde, Beyn’us-Sureyn adlı mahallede tesis etmişti. Bu kütüpha­nede on binden fazla İran ve Irak’tan getirilmiş asıl ki­taplar ve Hindistan, Çin ve Rum’dan aslı üzerinden ya­zılmış nüshalar mevcuttu. Burası da Şiilere mah­sus bir kütüphaneydi.[37]

Yakut Hamevi şöyle diyor: “Bu kütüphaneden daha iyi bir kütüphane yeryüzünde yoktu.”[38]

Bu kütüphane yaklaşık yetmiş yıl baki kalmıştır. Daha sonra H. 447 veya 450 yılında Tuğrul Bey’in Bağdat’a saldırısının ardından kötü ve dinsiz insanların eliyle yakı­larak yıkılmıştır.”[39]

Seyyid Razi, bu iki kütüphanede mevcut olan kitap­larda gördüğü Hz. Ali (a.s)’ın hutbeler, mektuplar ve kısa sözlerinden fesahat ve belagat açısından beğendikle­rini seçmiş ve bunun bütününü bir kitap haline getirip Nehc’ul Belağa olarak adlandırmıştır.

Kitabı seçilmiş sözlerden oluştuğu ve daha çok edebi boyuta sahip ol­duğu için de rivayetlerin senedini zikretmemiştir. Hatta bazen bir hutbenin bazı cümlelerini çeşitli yollardan bir araya getirmiş ve birbiri ardınca zikretmiştir.

Öyle ki ba­zen aralarında manevi bir bağ bile gözükmemektedir. 37, 38, 85, 106 ve 120. Hutbeler ile 10. Mektup gibi.

Ez-Zeria adlı kitabın sahibi şöyle diyor: “Seyyid Razi bir gün kütüphanesinin ateşe verileceğini ve binlerce yıl sonra insanların Ali (a.s)’ın sözlerini işitmeye muhtaç olacaklarını nereden bileceklerti.

Bu sözler şüphesiz İslam ümmetinin islahı ve hidayeti için beyan edilmiş sözlerdir. Seyyid Razi’ye böylesine değerli bir eser olan Nehc’ul Belağa’yı bizlere hatıra bıraktığı için teşekkür borçluyuz.”[40]

Ez-Zeria kitabının yazarı bazı bilgisiz bağnazların bu konuda şüphelerinin Şii bilginlerinin Nehc’ul Belağa’nın hatta Şıkşıkiye hutbesinin kaynaklarını baki kalan kitap­lardan da çıkarabileceğini bilemiyordu.

Öyle ki Nehc’ul Belağa’nın dört katı içindeki sözlerinin kaynaklarını be­lirten kitaplar yazılmıştır.


Nehc’ul Belağa’daki Mevcut Kaynaklar

Seyyid Razi, on altı yerde Nehc’ul Belağa’nın kayna­ğını bizzat itiraf etmiştir. Bu yerler şunlardır:

1- 32. hutbeyi Cahiz’in el Beyan ve’t-Tebyin kitabın­dan,

2- 89. hutbeyi Mes’ada b. Sadaka yoluyla İmam Sa­dık (a.s)’dan nakletmiştir. Nitekim İbn-i Ebil Hadid nüs­ha­sında da mevcuttur ve bu hutbe “Eşbah” olarak adlandı­rılmıştır.

3- 180. hutbe Nevf-i Bekkali’den,

4- 54. Mektubu Ebu Cafer İskafi’nin “Mekamat” kita­bından,

5- 74. Mektubu Hişam Kelbi’nin “Hat” kitabından,

6- 75. Mektubu Vakidi’nin Cemel kitabından,

7- 78. Mektubu Said b. Yahya el-Emevi’nin “Meğazi” kitabından,

8- 88. mektubu İmam Muhammed Bakır’dan rivayetle,

9- 77. Hikmetli sözü “Zirar-i Zebbai’den,

10- 104. Hikmetli sözü Nevf-i Bekkali’den rivayetle,

11- 147. Hikmetli sözü Kumeyl b. Ziyad-i Neh’i’den,

12- 373. Hikmetli sözü Tarih-i Taberi’den,

13- 375. Hikmetli sözü Ebi Cuheyfe’den,

14- 434. Hikmetli sözü Saleb, İbn-i A’rabi’den,

15- 466. Hikmetli sözü Müberred’in “el-Muktezeb” kitabından,

16- 4. Hikmetli sözü ise Ebu Ubeyd Kasım b. Se­lam’dan nakil veya rivayetlerle bu belirtilen kaynaklardan elde etmiştir.


Nehc’ul Belağa’nın Müstedrekleri

Daha öncede dediğimiz gibi Müminlerin Emiri Ali (a.s)’ın ashabı onun sözlerinin aşığıydı. Ali (a.s) da böyle­sine susuz insanlar görünce ilahi marifetleri,

gerçekleri ve dini ilkeleri onlara beyan etmeyi bir görev biliyordu. El­bette itiraf etmek gerekir ki Hz. Ali’nin söylediği halde bize ulaşmayan sözleri elimizdekilerden çok daha fazladır.

Zira doğal olarak Hz. Ali(a.s)’ın tüm sözleri yazılmamış, yazılanların bir miktarı da tarihte yer alan bazı olaylar neticesinde ortadan kaybolmuştur. Ama ne mutlu, demek gerekir ki bugün elimizde var olanlar sadece Nehc’ul Belağa’ya özgü değildir.

Bildiğimiz gibi Seyyid Razi, Hz. Ali (a.s)’ın sadece edebiyat ve belagat özelliği taşıyan sözlerini ve mektuplarını kaydetmiştir. Bu yüzden İbn-i Ebil Hadid,

Seyyid Habibullah Hui ve İbn-i Meysem gibi bazı Nehc’ul Belağa’yı şerh eden kimseler bazı hutbelerin şerhinde Seyyid Razi’nin önce veya sonrasından çıkardığı bölümleri de asıl kaynağından nakletmişlerdir.

Örneğin, Hui yazdığı kitabında 29, 30, 37, 92 ve 180. Hutbeleri şerh ederken Seyyid Razi’nin çıkarmış olduğu bölümlere de yer ver­mişlerdir.[41]

İbn-i Ebil Hadid de kendi nezrindeki mevcut kaynak­lara işaret etmiş ve Seyyid Razi’nin ilave ettiği ekleri zik­retmiştir. [42]

Ali b. Hüseyin Mes’udi de “Ali (a.s)’ın farklı yerlerde buyurduğu hutbelerden 480 küsürünün ezber­lendiğini sözlü ve uygulamalı olarak insanlar arasında yaygın hale geldiğini söylemiştir.”[43]

Oysa Nehc’ul Belağa’daki mevcut hutbeler 239 tane­dir ve Mes’udi’nin dediğinin yarısından da azdır. Tu­haf’ul-Ukul adlı kitabının 163 sayfasını Hz. Ali (a.s)’ın hutbe, vasiyet ve öğütlerine ayıran Hasan b. Şube şöyle söylemektedir:

“Eğer Hz. Ali (a.s)’ın sadece tevhit hakkın­daki söz ve hutbelerini hiç bir ilave ve başka anlam vermeden bir araya getirecek olursak, Tuhaf’ul–Ukul kadar kalın bir kitap olurdu.”[44]

H. 588 yılında vefat eden İbn-i Şehraşub, Menakib-i Al-i Ebi Talib adlı kitabında, Nehc’ul Belağa’da mevcut olan Şıkşıkiye, Tevhit, Kasıa, Eşbah, İstiska ve Garra aslı hutbelerinin yanı sıra bu kitapta olmayan başka hutbelerin adını da zikretmektedir.

Örneğin; Lu’lu’, iftihar, Dürre-i Yetime, Ekalim, Vesile, Talutiyye, Kasbiyye, Süleymaniyye, Natıka, Dameğa, Fazıha hutbeleri gibi... Daha sonra Zeyd b. Veheb ve Süleyman b. Mehran’ın kitaplarından söz etmekte ve bunların kendi zamanında da varolduğuna işaret etmektedir. [45]

Bazı alimlerde Nehc’ul Belağa’nın müstedreki olarak başlı başına bir takım eserler yazmışlardır. Örneğin:

1- Şeyh Hadi, Kaşif’ul Gıta, 17 - 188. sayfalarda Nehc’ul Belağa’nın düzeninde olduğu gibi Hz. Ali’nin söz ve mektuplarını nakletmiştir.

2- Çağdaş bilgin Şeyh Muhammed Bakır Mahmudi, “Nehc’üs Saade fi Müstedrek-i Nehc’ul Belağa” adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitabın dört cildini bizzat ben gördüm, üç cildini ise büyük hatip ve bilgin Seyyid Abduzzehra Hüseyni’ye bizzat kendisi göstermiştir.

Bazı büyük bil­ginler de bu kitabın içeriğini Nehc’ül-Belağa’nın kay­nakları olarak tanıtmıştır. Öyle anlaşılıyor ki sanki “Mesadir-u Nehc’ul Belağa ve Esanidihi” kitabıyla karış­tırılmıştır.[46]

3- Abdullah b. İsmail Halebi’nin yazmış olduğu, Kitab’ut Tezyil,[47]

4- İbn-i Nake Ahmed b. Yahya’nın yazmış olduğu, Mulhek-u Nehc’ül Belağa,[48]

5- Seyyid Ali Han Emir Ehvaz’ın babası olan Halef b. Seyyid Abdulmuttalip Meşaşi’nin yazmış olduğu en-Nehc’ut-Takvim kitabı,[49]

6- Seyyid Hasan Mir Cihani Tabatabai’nin yazmış ol­duğu, Misbah’ul-Belağa kitabı,

7- Abdulvahid Amedi’nin yazmış olduğu, Gurer’ul-Hikem ve Durer’ul kilem kitabı... Bu kitapta, Nehc’ül-Belağa’da çok azı yer alan Hz. Ali (a.s)’ın kısa sözleri yer almıştır. Aynı anlamı taşıyan ama farklı şekillerde yazılmış olan sözleri de vardır.

Örneğin, “Edep güzelliği en üstün soyluluktur”[50] sö­zünün Arapça metninde “hüsn” kelimesi kullanmışken aynı anlamı ifade eden bir başka hadisde ise “ni’me” kelimesi kullanılmıştır ve her ikisi de “güzel” anlamındadır.[51] “Edepten daha üs­tün soy yoktur.

” Hadisinde de aynı durum göze çarp­maktadır.[52] Zira bir başka yerde “Edep gibi soy yoktur.”[53] veya “soyların en üstünü güzel edeptir.”[54] buyurulmuştur ve her üç hadis de aslında bir tek mana ifade etmektedir.

8- İbn-i Ebi’l-Hadid, kendi Nehc’ül Belağa şerhinin sonuna Seyyid Razi’nin naklettiği kısa sözlere 998 tane daha ekleyerek bunu “el-Hikem’ul Menşure” diye adlan­dırmıştır.

9- Kadı Kudai’nin telif ettiği, “Destur-u Mealim’il-Hikem” kitabı,[55]

10- Ebil Abbas Simeri’nin telif ettiği, “Kelam-u Ali ve Hutebuhu”kitabı,[56]

11- Şeyh Ali Vasiti’nin H. 457 yılında yazdığı, “Uyun’ul Hikem ve’l Mevaiz” kitabı,[57]

12- Mahmud b. Ebi Bekr Hafız Medini’nin telif ettiği, Huteb-u Ali b. Ebi Talib,[58]

13- Fazl b. Hasan Tebersi’nin telif ettiği, Nesr’ul-Leali,[59]

14- Fazl b. Ravendi’nin telif ettiği, Nesr’ul-Leali,[60]

15- H. 553 yılunda vefat eden Reşid Vetvat’ın telif et­tiği, “Metlub-u kolli Talib”kitabı,[61]

16- H. 841 yılında vefat eden İbn-i Faht Hilli’nin telif ettiği, “İstihrac’ul-Vekayi’il Mustekbele” kitabı,[62]

17- Mir Kasım Karabaği’nin hattıyla yazılmış olan “Monteheb-u Vesaya-i Emir’ul Muminin” kitabı, [63]

18- Hacı Sultan İsfahani’nin hattıyla yazılmış olan, “Vasaya-i Emir’ul Mu’minin kitabı, [64]

19- Kutb’ul-Ektab, Hüseyni Zehebi Şirazi’nin telif et­tiği, “el-Lealil Menşure” kitabı,[65]

20- Şeyh Abdullah Behrani Semahici’nin telif ettiği, es-Sahifet’ul-Aleviye kitabı,[66]

21- H. 1320 yılında vefat eden Hacı Mirza Hüseyin Nuri’nin es-Sahifet’ul-Aleviyyet’ul-Saniye kitabı, [67]

22- Hıristiyan bilginlerinden birinin yazmış olduğu, Hikem-i Ali b. Ebi Talib, kitabı,[68]

23- Şeyh Muhammed Harz’ın, Şeyh Tayyib Ali hindi için dikte ettirdiği, “Huteb-i Emir’ul-Muminin, fil Melahim mea şerhiha” kitabı,[69]

24- Şeyh Servet Şerkavi Mısri’nin yazmış olduğu, “Huden ve Nur” kitabı,[70]

Şüphesiz bu yazarlar birbirinden haberdar olmadıkları için kitaplarında bir çok ortak yönler göze çarpmakta­dır ve dolayısıyla hepsini Nehc’ül-Belağa’nın müstedreki hakkında kaleme alınmış bağımsız birer eser olarak kabul etmek mümkün değildir.

Seyyid Razi’nin Nehc’ul Belağa’nın Senetlerinin Sağlamlığını Ortaya Koymaktadır

Rical ve biyografi alimleri Seyyid Razi’nin yazdığı kitaplar hakkında bir çok söz söylemişlerdir. Diğer ya­zarların eseleri gibi Seyyid Razi’nin eserleri hakkında da yeterli bir araştırma yapılamamıştır. Bizde burada itibar ve güven açısından birinci derecede öneme sahip olan Neccaşi’nin sözünü nakletmek istiyoruz.

Neccaşi kendi fihristinde Seyyid Razi’nin kaleme al­dığı on iki kitabı nakletmiştir. Bu kitapları şu şekilde sıralayabiliriz:

1- Mecaz’ul-Kur’an; 2- ez-Ziyadat fi Şi’r-i Ebi Te­mam; 3- Ta’lik-i Hilaf’il Fukeha; 4- Ta’likat Ala izah-i Ebi Ali el-Farisi; 5- el-Ceyd min şi’r-i İbn-il Haccac; 6- Muhtar-u Şi’r-i Ebi İshak es-Sa’bi; 7- Madare Beynehu ve beyne Ebi İshak;

8- Ziyadat fi Şi’r-i Ebi’l Haccac; 9- Nehc’ul Belağa; 10- Hesais’ul Eimme; 11- Hakaik’ul Tenzil (Te’vil); 12- Mecazat’un Nebeviyye (Mecazat’ul Asar’in Nebiyye)[71]

Merhum Allame Emini bu listeye beş kitabını daha eklemektedir.[72] Ama sözünü ettiğimiz konu için Hakaik’ut-Tenzil ve Mecazat’un Nebeviyye adlı iki kitabı kaynak olarak kabul ediyoruz.

Çünkü Nehc’ul Belağa’nın senetleri hususunda bu iki kitap dışında şüpheye düşülmüştür. Bu iki kitabı Seyyid Razi’nin yazdığı konusunda hiç kimse şekke düşmemiştir.

Ehl-i Sünnet alimlerinden olan İsmail Paşa bu iki kitabın adınıdan söz etmiş[73] ve Bağdadi ise Hakaik’ut Tenzil kitabı hususunda şöyle söylemiştir, “Seyyid Razi Kur’an’ın manaları husu­sunda bir benzerini kaleme almanın mümkün olmadığı bir kitap yazmıştır ve öte yandan Seyyid Razi her iki kita­bında da Nehc’ul Belağa adlı kitabından söz etmektedir. Şöyle ki:

1- Seyyid Razi, Kitab’ul Mecazat’un Nebeviyye adlı kitabında beş yerde Nehc’ul Belağa’ya işaret etmektedir:

a) “Benim nezdimde insanlardan en çok gıpta edil­mesi gereken kimse, yükü hafif olan mümin­dir.” hadisi hakkında şöyle diyor: Bu sözün beyanı ise müminlerin emiri Ali (a.s)’ın şu sözlerinde yer almıştır: “Yükünüzü hafif tutun ve katılın...” ki biz bunu Nehc’ul Belağa adlı kitabımızda zikrettik.[74]

b) Seyyid Razi, “Bana en çabuk ulaşacaklarınız eli uzun (cömert) olanlarınızdır.” Hadisindeki bu cümleyi Nehc’ul Belağa’dan naklettiği Hz. Ali (a.s)’ın şu sözüne benzetmektedir: “Kısa elle ihsan edilene uzun elle ihsan edilir.”[75]

c) “Şüphesiz ki dünya göçüp gitmiştir” ha­disi husu­sunda ise bu kelamın müminlerin emiri Ali (a.s)’dan da nakledildiğini beyan etmekte ve burada Nehc’ul Belağa’yı zikretmektedir.[76]

d) “Kur’an’da hiç bir ayet nazil olmamıştır ki...” ha­disi ise Hz. Ali (a.s)’ın Nehc’ul Belağa’da yer alan şu sözünü hatırlatmaktadır: Kur’an çok yüzlü bir taşıyıcı­dır.”[77]

e) “Kalpler kaplara benzer, bazısı diğerinden daha çok alır.” Hadisini tabir farklılığıyla Nehc’ul Belağa’da Hz. Ali (a.s)’dan nakletmektedir.[78]

2- Maalesef sadece beşinci cildi bulunan diğer ciltle­rinin ise nerede olduğu bilinmeyen Hakayik’ut Te’vil kitabı­nın Necef’te basılan mevcut cildinde 167. sayfada şöyle demektedir: “Eğer birisi sözlerimizin delilini bulmak isti­yorsa yazdığımız ve adını Nehc’ul Belağa koyduğumuz kitabı dikkatle incelemelidir.[79]

Daha öncede dediğimiz gibi Nehc’ul Belağa kitabı Seyyid Razi’nin daha önce kaleme aldığı Hesais’ul Eimme kitabının bir bölümüdür. Bu kitabın bir nüsha­sını merhum Muhaddis Nuri,

Şeyh Hadi Al-i Kaşif’ul Gıta kütüphanesinde, diğer nüshası ise Hin­distan Rambever kütüphanesindedir. Dolayı­sıyla bu ki­tabı Seyyid Razi’nin yazdığı kesin ve şüphe götürmez bir gerçektir ve H. 1369 yılında Necef’te ba­sılmıştır.[80]



Nehc’ul Belağa’nın Şerhleri

Bildiğimiz kadarıyla Kur’an’ı Kerim’den sonra Nehc’ul Belağa kadar dünyadaki kitaplar ara­sında İslam bilginlerinin dikkatini bu ka­dar çeke­bilen bir başka kitap yoktur.

Nehc’ul Belağa hakkında şerh, ta’lik, tercüme ve bir çok ilgili kitaplar yazılmış çok çeşitli dünya dillerine tercüme edilmiştir. Bir çok alimler tarafından bazı bölümleri şerh edilmiş,

şiir diliyle ifade edilmiş, hakkında müstedrek kitapları yazılmış, lügatleri açıklanmış, seçmeler yapılmış, ke­limelerinin anlamı izah edilmiş ve kaynakları belirtil­miştir.

Bütün bu hususlarda bir çok eserler kaleme alınmıştır ve henüz de alınmakta­dır. Evet, canlı olmak, sürekli parlamak ve bilginlerin dikkatini çekmek budur.

Nehc’ul Belağa’yı merhum Muhaddis Nuri, Seyyid Muhsin Emin, Merhum Şeyh AbdulHüseyin Emini, Mer­hum Hacı Şeyh Ağabozorg Tehrani (Razi), Seyyid Abduzzehra Hatip Hüseyni ve benzeri bir çok ünlü alim­ler de detaylı olarak şerh etmişlerdir.

Merhum Şeyh Tehrani, tercüme ve şerh hususunda 147 eserden söz etmektedir.[81] Ama o sadece Şiilerin yazdığı eserleri zikretmiştir. Dolayısıyla da ez-Zeria ki­tabının di­ğer ciltlerinde özel isimlerle yazılmış olan bazı şerhleri hesaba katmamıştır.

Merhum Emini 81 şerh saymış,[82] Seyyid Abduzzehra Hatip ise 143 şerh, ter­cüme ve açıklama zikretmiştir.[83] İbn-i Ebil Hadid’in Şerh-u Nehc’ul Belağa kitabına yazılmış olan beş açıklama,

eser gibi Nehc’ul Belağa’nın bazı şerhlerine yapılan açıklamalar yanı sıra, eğer bir kimse bütün bu mecmuaları toplar ve birleş­tirirse şüphesiz ki 250 den yukarı çıkmaz. Elbette bunlar arasında 20 cildi bulan eserler de vardır. Şerh-i Huyi ve Şerh-i İbn-i Ebil Hadid gibi.

Şeyh Nuri, Nehc’ul Belağa’yı şerh eden ilk kişinin Beyhaki olduğunu ifade etmektedir.[84] Muhaddis Kumi’yi de el-Künye ve’l elkab adlı kita­bında bu görüşü kabul etmiştir.[85] Bizzat Beyhaki de şöyle söylemiştir: “Ben­den daha önce hiç bir alim Nehc’ul Belağa’yı şerh etme­miştir.”

İbn-i Ebil Hadid ise, Nehc’ul Belağa’yı şerh eden kim­senin Kutb-i Ravendi olduğunu söylemektedir.[86]

Hakeza Riyaz’ul Ulema kitabının sahibi de bu gö­rüşü kabul etmiştir. Ama hiç şüphe yok Seyyid Razi’nin çağ­daşı olan Ali b. Nasır’ın, A’lam-u Nehc’ul Belağa kitabı Nehc’ul Belağa hakkında yazı­lan ilk kitaptır.

Seyyid Muhsin Emin ise onun “el-Mearic fi Şerh-i Nehc’ul Belağa” adlı bir kitabı oldu­ğunu da ifade etmektedir.[87] Şimdi de zahiren Ehl-i Sün­net ve’l Cemaat’tan olan (kalplerini Allah daha iyi bilmektedir) ve Nehc’ul Belağa’yı şerh eden bazı alimlerin adını zikretmek istiyoruz.

1- Muhammed b. Amr, Fahr-u Razi adıyla tanınmış ve H. 606 yılında vefat etmiştir. Kıfti’nin Tarih’ul Hukema kitabında dediği üzere şerhi ya­rım kalmıştır.

2- İbn-i Ebil Hadid adıyla tanınan Abdulhamid b. Muhammed Mutezili Medayini ise 656 yılında vefat etmiş ve şerhini dört yıl sekiz ayda bitirmiştir. Bu şerh oldukça kapsamlı tam ve hatta mevcut şerhlerin en iyi­sinden sayılmaktadır.

Hatta bazı Şia alimleri ise onun ki­tabına özet eserler yazmışlardır: İkd’un-Nezid, Selasil’ul- Hadid ve er-Red-i Ali b. Ebil Hadid gibi.

3- Yazarının sadece bazı Ehl-i Sünnet alim­leri olduğu belirtilen ve Astane Kütüphanesinde bulunan en-Nefais fi Şerh-i Nehc’ul Belağa adlı kitap.

4- Mutevvel İrşad ve Tehzib’ul Mantık kitapla­rının sa­hibi olan ve hicri 792 yılında vefat eden Molla Saduddin Taftazani Şafii.

5- Keşf’uz-Zunun kitabında yer aldığı üzere hicri 922 yılında ölen Kıvamuddin Yusuf b. Ha­san Kazi-i Bağ­dadi.

6- Sahihi Buhari’ye şerh yazan ve hicri 650 yı­lında ölen lügat ve hadis alimlerinden olan Ha­san b. Muhammed Sagani Hanefi .

7- Hicri 1322 yılında ölen Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abduh.

8- Muhammed Abduh’un şerhini, İbn-i Ebil Hadid’in şerhinden eklerle nakleden Muhyiddin Hayyat.

9- El-Ezher Üniversitesinin Edebiyat fakül­tesi öğre­tim üyesi Muhammed Muhyiddin.

10- Nehc’ul Belağa’nın zor kelimelerini şerh eden Üstat Muhammed Hasan Nail Mersefi, Talik eseri hicri 1328 yılında Mısır’da basılmıştır.

11- Muhammed Ebul Fazl İbrahim. Şerh-i iki cilt olup H. 1383 yılında Dar-u İhya’İl Kütüb’il Arabiyye’de ba­sılmıştır.

Sünni veya Şii bütün bu alimlerin hepsi de yazdıkları kitapların ön sözünde, Nehc’ul Belağa kitabının Hz. Ali’nin sözleri olup, Seyyid Razi tarafından bir araya geti­rildiğine kesin bir şekilde inandıklarını dile getirmişlerdir.

Hatta Şeyh Muhammed Abduh, Nehc’ul Belağa’nın için­deki kelimelere dayanmakta ve bunlarla lügat ehli aleyhine deliller getirmektedir. 195. hutbenin içinde yer alan bazı cümleler hakkında edebiyatçıların yanıldı­ğını ve Hz. Ali’nin sözünün hüccet olduğunu dile getir­miştir.


Nehc’ul Belağa’nın Hafızları

Hadis alimleri, sürekli Kur’an-ı Kerim’den sonra Nehc’ul Belağa’yı hıfzetmeye önem vermişlerdir. Burada onlardan bazısını zikretmek istiyoruz.

1- Şeyh Muntecebuddin’in dediği üzere, Seyyid Razi’ye yakın bir zamanda yaşamış olan Kadı Cemalüddin Kaşani.

2- İbn-i Kesir’in tarihinde ve İbn-i Cevzi’nin ise Muntezem adlı eserinde belirttiği üzere, H. 564 yılında ölen Ebu Abdullah Muhammed Faruki. [88]

3- H. 1280 yılında vefat eden Seyyid Muhammed Mekki Hairi.

4- Şeyh Muhammed Hüseyin Mürüvvet Hafız Amili[89]

Elbette Nehc’ul Belağa’nın bütün hafızlarını saya­bil­mek mümkün değildir. Çünkü bir çok insan bunu açıklamamış ve tarih de adını kaydetmemiştir. Bazıları ise yüzde doksan beşini ezberlediği halde hafız sayıl­mamış­lardır. Ben de bu son gruptan üç çağdaş alimi bizzat ta­nıdım ki içlerinden biri de vefat etmiştir.

Ayrıca yazarlık hususunda neredeyse darb-ı mesel ha­line gelen ve H. 2. asrın başlarında yaşamış bulunan Abdulhamit Katip de şöyle söylemektedir: “Ben, Ali (a.s)’ın yetmiş hutbesini ezberledim daha sonra zihnim kayna­dıkça kaynadı. [90]

Arap Hatiplerinin darb-ı meseli haline gelen İbn-i Nubate ise şöyle diyor: “Ben, Hz. Ali (a.s)’ın sözlerin­den yüz bölüm ezberledim ve bu benim için bitmeyen bir ha­zine oldu.[91]

Nehc’ul Belağa’nın Kur’an’la olan İlişkisi;
Müminlerin emiri Ali (a.s), bazı yerlerde sözlerine de­lil olarak Kur’an ayetlerini zikretmiştir. Seyyid Razi, bunlardan bazısını Nehc’ul Belağa’da zikretmiştir. Ör­ne­ğin:

1- “Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır.”[92]

2- “Kitapta Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”[93]

3- “Eğer o, Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı.”[94]

4- “Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi âlemlerin Rabbine eşit tutmuştuk...” [95]

5- “Melekler şerefli kılınmış kullardır. Allah'tan önce söz söyleyemezler; ancak O’nun emri üzerine iş yaparlar.”[96]

6- “Dünya hayatı gökten indirdiğimiz su gibidir ki, onunla insan ve hayvanların yiyeceği bitkiler yetişip bir­birine karışmıştır.” [97]

7- “Gizliliklerin ortaya çıkacağı gün” [98]

8- “Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, yarat­maya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu Biz yaparız.”[99]

Dr. Suphi Salih, Nehc’ul Belağa’nın şerhinde bu Kur’an ayetleri için özel bir fihrist hazırlamıştır ve 110 ayete yer vermiştir.[100] Bunlardan bazısında birden fazla ayet şahit gösterilmiştir ve bazısında ise bir ayetin sadece bir bö­lümü şahit gösterilmiştir ama çoğu tam bir ayet ola­rak şa­hit tutulmuştur.

Bunların dışında Ra­bıta-i Kur’an ve Nehc’ul Belağa adında yazmış olduğum kitapta ve ge­çen yıl Bünyad-i Nehc’ul Belağa kurumu tarafından ba­sıldı. Bu kitapta anlam açısından Kur’an ile uyuşan Nehc’ul Belağa’nın 150’ye yakın sözlerini zikrettim. Ör­neğin:

1- Nehc’ul Belağa: “Sayıcılar nimetlerini sayamaz­lar." [101]

Kur’an: “Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremez­siniz.” [102]

2- Nehc’ul Belağa: “Sonra onu gezegenlerle ve ışılda­yan yıldızlarla süsledi.” [103]

Kur’an: “Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldız­larla süsledik.” [104]

3- Nehc’ul Belağa : “Sizleri düşmanınızla cihada da­vet edince korkudan gözleriniz dönüyor, adeta ölümün çetinliği ve gaflet sarhoşluğu içinde çırpınıyorsunuz.” [105]

Kur’an: “Kalplerine korku gelince ölüm baygınlığı geçiren kimse gibi gözleri dönerek, sana baktıklarını gö­rürsün. “[106]

Ben Nehc’ul Belağa’nın Kur’an ile olan ilişkisinin bu 150 husus ile sınırlı olduğunu iddia etmiyorum. Çünkü tümüyle sayabilmek için insanın öncelikle Nehc’ul Belağa’yı hıfzetmiş olması ve zihnine yerleştirilmiş bu­lunması gerekmektedir.

Ancak böylece Kur’an ayetlerinden birini görünce Nehc’ul Belağa hazinesinden hıfzettikleri arasında ilgili cümleyi bulup ayırabilir veya Nehc’ul Belağa’nın bütün ta­birleri arasında Kur’an’ın bu ayetiyle uyuşsun bir söz ol­madığını ifade edebilir.

Bu uygulamayı Kur’an’ın bütün ayetleri hususunda hayata geçirebilir yada bu tatbik işinde öncelikle Kur’an’ı ezberleyip ve sonra da Nehc’ul Belağa’yı mütalaa ederek ilgili yerleri kaydedebilir.

Bununla birlikte Nehc’ul Belağa’nın bazı hutbeleri de Kur’an’dan bir ayet veya surenin tefsiri niteliğindedir. Örneğin: 219. hutbe Tekasür suresinin tefsiridir. 221. hutbe, “Ey insan çok cömert olan Rabbine karşı seni al­datan nedir?” ayetinin tefsiri konumundadır.

220. hutbe ise “Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinden adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O’nu tespih ederler.” ayetinin tefsiridir.

Bütün bu söylenenlerin yanı sıra çağdaş alimlerden biri olan Mecellet’un Necef’te, “Elfaz’ul Kur’aniyye fi Nehc’ul Belağa” adında çok güzel bir eser yazmıştır ama şu anda elimde olmadığından özelliklerini açıklayamayacağım. Ayrıca Nehc’ul Belağa’da 21 yerde Kur’an’ın niteliklerinden söz edilmiştir. Bu Dr. Subhi Salih’in fihris­tinde de vardır.

Elbette bazı hususları da yine gözden kaçır­mıştır ki bunlara da benim yazmış olduğum el-Kaşif ki­tabın­daki “Kur’an ve Kitabullah” kelimesinin beyanında yer verilmiştir.

Dolayısıyla altı yerinde Kur’an ile Nehc’ul Belağa kitabının ilişkisini açıklayan “Rabita-i Kur’an ba Nehc’ul Belağa” isimli kitabım bu hususta araştırma­cılar için bir kılavuz konumundadır.

Görüş ve önerileriniz

Kullanıcı Yorumları

Yorum yok
*
*

Türkçe alhassanain Özel İslami Düşünce ve Kültür Yayın Sitesi