Türkçe alhassanain Özel İslami Düşünce ve Kültür Yayın Sitesi

KIYAM VE İNKILABIN SEBEPLERİ



KIYAM VE İNKILABIN SEBEPLERİ

İmam Hüseyin (a.s)'ın hayatına göz attığımızda; İmam'ın (a.s) maddi güçle zalim Emevi hükümetini yıkmasının mümkün olmadığın görmekteyiz. Hatta İmam Hüseyin (a.s)'e mektup yazarak, Kufe'ye davet edenlere dahi güvenmiyordu. Onların mektupları kendisine yetişmeden önce, kendi şanlı hareketini bildirmişti.

İmam Hüseyin (a.s) kanlı kıyamının haberi Resulullah'ın (s.a.a) şehri Medine'de yayıldı. Kufe halkının imam'a (a.s) tabi ve o'nu muhabbet duydukları haberi verilmişti. Hicazdaki müslümanların ise imam (a.s)'a alakaları olmasına rağmen ne yazık ki o'nu muhafaza etmeye kadir olmadıklarını İmam Hüseyin (a.s) sezip hissetmişti.

İmam Hüseyin (a.s) Mekke'de zalim hükümetin şerrinden kendisini koruyamayacağını hissederek ırak tarafına doğru hareket etti. O, Ali Muhammed'in kanını Allah'ın emin karar kıldığı yerde dökülmesini istemiyordu. Her ne kadar İmam (a.s) kendi şahadetini bilse dahi ısrarla ve açıkça zalim ve tağut Yezid hükümetine karşı mücadele ediyordu. Bu şekilde kendi İslami hareketini istediği (arzuladığı) hedefe ulaştırmak ist istiyordu.

İmam Hüseyin (a.s)'ın ciddiyetle ve sabırla mücadele etmesi acaba nerden kaynaklanıyordu?
Hazreti Hüseyin (a.s)'ın kanlı kıyamının ve hareketinin maksadı neydi?
Bu derin ve manalı soruların cevabını aşağıdaki hakikatlerde arayalım.

1- Sapık bir insan olan Yezid b Muaviye'nin halife olması, ümmetin geleceğini, tehlikeye atıyordu. Özellikle islam'dan hiçbir setilde nasibini almamış, islam'ın asil terbiyesini görmemiş cahil ve ahmak bir insandı. Yezid ayyaş bir ailede büyümüş ve İslam güneşinin nuruda hiç bir şekilde onu etkilememişti. Yezidin kumarbazlığı, sarhoşluğu ve islam dışı hareketleri sakın sizleri şaşırtmasın.

İmam Hüseyin (a.s) (Abdullah Elayeli, Merucezzeheb Ehval-ı Yezid) bütün bu insani sıfatlardan mahrum, alçak ve ayyaş bir adam, İslam rehberliğini yapacak kudrete sahip olmamasıyla bereber, İslam ümmeti'nin rehberlik ve halifelik gibi büyüt ve ağır vazifeyi üstlenmeyi unutmamış.

Böyle bir sorunun İslam'ı bütün sapıklıklardan temizlemek, İslam'ın öz şiarlarını söyletip ve halis İslam'ı ortya koymak için iyi bir fırsattı. Halls ve vefadar İslam mücahidleri için iyi bir zemineydi. Mücahidler Yezid hükümetinin zaafından istifade ederek, tağut hükümetini zayıflatmaya çalıştılar.

Hatta, çeşitli büyük kabilelerden gelerek, İslam ile hiç bir şekilde bağlantısı olmayan bu insanın hareketlerinin İslam aleyhine olduğunu sanıp aleyhinde tebliğ ediyorlardı. Bu durum İslam'ın vefadar mücahidlerine asil İslamı anlatmak ve hükümeti uyandırmak açısından büyük fırsatlar veriyordu. sonuç olarak, tek çare Yezid'e karşı can ve mal ile savaşmayı gerektiriyordu.

İmam Hüseyin (a.s) bunun için İslam'ın asil ve ölmez kahramanıdır ki; Emevi ordusunun baş komutanı olan Hür İbni Riyahi ile Irak topraklarında karşılaştığında, Ben-i Ümeyye'nin İslam çizgisinden çıkmasının en hassas noktalarını böylece açık ve seçik ifade etmiştir:

"Ey millet! Resul-ü Ekrem (s.a.a) buyuruyor ki; Kim Allah'ın hammını helal sayan, Allah'ın ahdini çığneyen Allah'ın Resulünün simnetme aykırı haraket eden, Allah'ın kullan arasında kin ve düşmanlıkla hükdumet eden bir yöneticiyi yörürde karşısına dikilmezse Allah ona layık olan cezayı verecek tir.

Bilinki; Yezid ve taraftarları, şeytana tebidir ve ona kul olmuşlardır. Yüce Allah'a (c.c) kulluktan uzaklaşmışlar. Fuhuş ve kötülükleri açık ve aşikar yapıyorlar, ilahi hududu çiğniyor beytulmal eline geçince de nefsi isteklerine göre hareket ediyor, Allah (c.c)'ın haramını helal ve helalini haram ediyorlar."

İmam Hüseyin (a.s) kesin sohbetleriyle Ben-i Ümeyye'nin iç yüzünü ve hedefini bildirdi. İslam Ümmeti'nin kalbine sevyileri atarak, himmet duygusunu uyandırdı ve cahaleti kaldırarak, onları hakikate yöneltti. Gayrimeşru olan Ben-i Ümeyye hükümetinden karışmış zihinleri, batıl hükümetin iç yüzünü bildirerek aydınlattı.

2- Halkın fikri ve ilmi seviyesine umumi olarak değinilmesi gerekirse; olması gerekenin çok altında ve zulüm dolu mütecaviz bir yönetimin karşısında, hastalık haline gelmiş dünya rafahını maddiyat ve batıl şeyleri maslahat diye görmek, neticede bu gaflet ve madde perestlik, onları tağut karşısında mücadeleden alıkoymuştu. Böyle itaatsizlik insanı dünya malına karşı yanlız bırakarak hiç bir şekilde ifade edilmeyecek korkunç bir hadiseden başka bir şey değildir.

Ümmetin arasında her nekadar tanınmış ve nüfus sahibi insanlar olsada; onlar da neyazık ki dünya malını toplamak ve zengin olmaya çalışmakla meşguldüler. Bazı çeşitli kavimlerde, böyle kötü sıfatlara yakalanmışti. Malesef cihad ve mücadelenin yerine rahatlık, huzur ile insanı rahatsız edecek her türlü şeyden el çekmeyi,

birbaşka deyişle ona gamsız ve kedersiz bir dünyada yaşamayı fısıldıyordu. O Bu üzücü olayı maalesef 25 yıllık bir geçmişle göğsünde taşıyordu ve bu müddet içerisinde tebliğle uğraşanlar mübelliğler, menfaatçiliği, mücadelesiz bir zaferi ile ucuz bir cenneti düşünüyorlardı.

İmam Hüseyin (a.s)'ı Emevi devleti ile karşıkarşıya getirmemek için yolundan alıkoymaya çalıştıklarını yaptıkları eylem ve fikirlerinde görüyoruz. Zira Muaviye'nin ordusu ile Hz. Hüseyin (a.s) ordusu mukayese edilecek gibi değildi. Sakın İmam Hüseyini bu zalim ordu şehit etmesin? onlar Emevi hükümetinin

iç yüzünü bildikleri gibi imam'ı (a.s), en iyi şekilde tanımışlardı. Onlar, İmam Hüseyin (a.s)'ın hakimiyetini tasdik ediyorlardı. Hatta Ömer'ul Etraf şöyle demiştir:
Ebu Muhammed Hasan b. Ali (a.s) babası Emirel Müminin (a.s)'dan bana bir hadisinde nakletti: "Ey Hüseyin sen öldürüleceksin. Fakat senin için en hayırlısı Yezid'e biat etmendir.

Abdullah b Ömer b. Hattab, Hz. Hüseyin (a.s)'e hitaben şöyle dedi: "Senin için en iyisi Emevi hükümetiyle karşı karşıya gelmemendir. Abdullah b. Zübeyr de; İmam Hüseyn (a.s); bu savaştan Sakınmaya çalışmış fakat başaramamıştır. Hatta imam'ın (a.s) kendi Ehl-i Bey'inden bazıları dahi İmam (a.s) mani olmaya çalışmışlarsada enyelleyememişlerdir.

Bütün bu olayların neticesinde Müslümanlar'ın iman getirmiş oldukları, insanların cihad ve mücadele ruhunu kaybettikleri gözlenmekdedir ve böyle bir insan topluluğu nasıl olurda Resulullah'ın (s.a.a) evlâdına karşı vefasızlıklar eder. Kufe halkının Hz. Hüseyin (a.s)'a yüzlerce, binlerce mektup yazarak davetlerinde bütün varlıklarını O'nun yolunda feda edeceklerini, bütün can ve mallarıyla imam (a.s) destek olacaklarını,

İmam'ın (a.s) Kufe'ye gelmesi için ricada bulunduklarını ifade ederlerken, Yezid'in, ordu komutanlarından olan İbn-i ziyad'ın vaadlerine aldanıp, dünya mallarını arzuladıklarını görüyoruz. Onlar Resulullah'ın (s.a.a) iki yüzünün nurunu hidayet güneşini dünya malı uğruna satıp, ahiretlerini hiç çekinmeden feda ediyorlar. Resul-ü Ekrem'e ihanet eden ve onun sevgili torununu yalnız bırakan o insanlara yazıklar olsun!

Allah (c.c) ve Resulü'nün (s.a.a) huzurlarında mesuliyeti büyük ve azim olan bu şuursuz insan topluluğunu islami harekete ilgisiz ve alakasız olan bu insanlara ancak ferazdak'ın şiiriyle seselenebilir ve haykırabiliriz İmam (a.s) ferezdak'tan Kufe halkının halini sorduğunda cevabında şöyle demiştir: "İnanan kalpler seninle,

kılıçlar Ben-i Ümeyye iledir" Şüphesiz böyle bir halde, kalplerin ne kadar değişti; Ben-i Ümeyye'nin Ümme içinde meydana getirdiği bu büyük fitneyi açıkça göstermekdedir ve yukarıda bahsettiğimiz gibi zavallı ve zayıf imanlı bu ümmeti dünyayı arzulamasıyla İmam Hüseyin (a.s)'in karşısına çıkarmıştır ve O'na biat alınmaktan alıkoyulmuştur. Onlar, böyle bir hidayet güneşi karşısında kör olmuş; İmam Hüseyin (a.s) inkılabının asıl sebeplerindendir.

Onların ölmüş kalplarini, gaflete boğulmuş ruhlarını hayat bulması ve diritmesi İmam Hüseyin (a.s)'ın inkılabının hedeflerindendir. Hiç şüphesiz İmam Hüseyin (a.s) onların zillete düştükleri bu hayat için hiç bir şerî mazeretlerinin olmadığını biliyordu. Resulullah'a karşıda mazeret getirecek hiç bir delilleri yoktu. Mukaddes İslam şeriatının kendi ehline verdiği böyle basiret ve kalp gözü,

gerçekleri göstermekte ve dünya acılarının kaçınılmaz bir olay olduğunu bir kez-daha ifade etmekteydi. Adalet ve hidayetin, bu tür gerçeklerde saklı olduğunu beyan etmiş ve yakini olarak da amel etmede ilk adımın yöntemini göstermişdir. Asıl üzücü ve gönüllere acı veren olay zamanın şer ve fasık insanları tarafından, şehvetpereslik ile hayvani arzu ve istekleri için çaba sarfedecek hedef ve maksadını topluma bulaştıramaz onun nefsi isteklerine cevap vermek lüzumu ruhu verilmiştir.

Kur'an-ı Kerim inkar edilemez bu gerçeklere, deyinmekte ve işaretlenmektedir. Bazen dünya hayatına gafletle dalmayı, mektebi uğruna, hakikatlar uğruna, İzzet ve şeref uğruna can ve mal vermek ruhuyla bağadaşmadığını ifade ederken bu sıfatlara mensub olan insanlarıda kınamayı da unutmuyor.

Ey İman edenler! Size cihad emri geldiğinde niye aldırmaksızın dünyayla meşgul oluyorsunuz? Gerçekten dünya hayatını ahiret hayatına tercih mi ediyorsunuz? Dünya hayatı ahiret hayatına nisbet hiçtir. Bilin ki; eğer Allah ve onun dini uğruna cihad emrine uymazsanız, acıklı bir azaba uğrayacaksınız ve sizin yerinize ayrı bir kavmi görevlendirecektir, gerçekte sizin bu yaptıklarınız Allah'a zarar vermez. Allah (c.c) her şeye kadirdir."

Allah(c.c) zalimlere boyun eğmeği kesinlikle yasaklamıştır ve Allah bu konuda şöyle buyurur:
"Sakın zalimlere boğun eğmeğin ve teslim olmayın yoksa azaba müstâhak olursunuz."
Yeri gelince mü'minler de ilan ediyor ki; İlahi Yolunda şehadete hazırız, mukaddes dinin olan islam uğrunda canımızı malımızı ve tüm varlığımızı feda etmeğe ve düşmanla tüm gücümüzle mücadele edip savaşmağa hazırız. Rabimiz! bizlere sabir ve düşmana karşı zafer ver derler.

Kur'an şöyle buyuruyor:
Allah-u Teâlâ mü'minlerin can ve mallarını kendilerine vaad edilen cennet karşısında satınalmaktadır. Allah (c.c) yolunda cihad edenler, İslam düşmanlarını öldürenler ve bu yolda da kendi canlarını verenler kendilerine vadedilen cennete ulaşacaklardır.

Bu Allah'ın (c.c) açık bir hükmüdür. İmam Hüseyin (a.s)'ın mektebi Allah'ı bu şekilde derinden derk ediyordu. Zira Hüseyin (a.s) din düşmanları karşısında, mücadele ile cevap vermesi ile onlara hiç bir surette kabul etmemesi kendi mektebinin özü ve ölçüsü olduğunu gösterir.

İmam ne pahasına olursa olsun; İslam'ı zafere ulaştırmalıydı, zahiri Müslüman, batını fasık olan böyle din düşmanı insanlara islam teslim edilmemeliydi. Bununla beraber İmam'ın (a.s) üstlenmiş olduğu ilahi bir sorumluluk da, hak ve hakiakat üzere olduğunun da hiç bir şüphesi yoktur. İmam'a (a.s) kendi hayallerinde nasihat eden o kimselerin,

aynı zamanda yürekleride yanıyordu. İmam Hüseyin (a.s) onları kendi beraberinde, Allah (c.c)'ın salih kullarının yolu veya bir başka deyişle İslam'ın nuru olan kendi yoluna davet ediyordu. Abdullah b. ömer Hz. İmam'a nasihat ederek; Beni-ümeyye'ye karşı başlattığı inkılâp hareketinden vazgeçmesini söylemiş, Hz. İmam (a.s)'ıda onun bu sözüne karşılık şöyle buyurmuştur:

Ey! Ebu Abdurrahman! Allah (c.c)'dan kork , takva sahibi ol, bana yardım etmekten sakın çekinme.
Hz. Hüseyin (a.s) böyle bir durumda İslam ümmetini derin ve perişan uykudan uyandırmak, mektebin hakikatlerini gizleyen perdeyi yırtmak hedefindeydi. Uzun bir zamandır, ölümün kokusu kalplere sinmişti. Büyük ve ilahi önder bütün azim ve iradesi ile kararını almıştı.

Zalim mütecaviz bir hükümet tarafından islam ümmetinin cihad ve mücadele ruhunun kırılması, kendi batıl siyaset halkın zihniyeti ve düşüncelerini bulundurmuş olması imam (a.s)'ın kararının kadar doğru ve hak olduğunu açıkça ortaya koymaktdır. Ümmeti birlik ve beraberlik için bir vücud haline getirmek düşüncesi, toplumu hareketlendirmek, içine düştükleri bataklıktan kurtarmak, İslam ümmeti'nin perişanığı, hakikatlardan uzaklaşması, gerçek ilahi hukukun icra olunmaması inkilabı hareketini vazgeçilmez bir hale getiriyordu.

3- İslam Ümmet'inin imamet anlayışı ve inancı ile mukaddes mektebin rehberlik sorumlulukların çeşitli yönlerden dikkate almak gerekir. Kesinlikle bu konuya ehemmiyet verilmesi gerekir. İlahi değerler taşıyan islami kanun ve kuralları Ben-i Ümmeyye'nin şeytani siyasetleri tarafından oyuncak haline getirilmesi bu değerler hiç bir surette dikkate alınmaması belli başlı şahıslar tarafından kudreti ellerine geçirmesine,

ümmete nüfus edmesine zemine hazırlamıştır, bu vesileyle islam adı altında devleti sömürüyorlardı. Bu mesele kendi başına zarif olduğu gibi incelenip araştırılması gerekli bir konudur.

İmam Hüseyin (a.s) bu konuyu en güzel bir şekilde derk etmişti. Bunun için ilk iş olarak Ben-i Ümeyye hükümetinin geçmişte yapmış olduğu acı ve elem verici hadiseleri gözler önüne sererek, halkı aydınlatmaya çalıştı. Özellikle, Emevi hükümetinin kurum ve kuruluşlarında onda yer alan şahısların imameti ile hiç bir şekilde bağdaşmadığını anlatmıştır.

Ben-i Ümeyye hükümeti ise diktatör bir devlet, şah ve şahzade hükümeti haline gelmişti. Bu sorun Muaviye'nin oğlu Yezi'de biata toplanması ile başlamıştı.
Muaviye'nin İslam aleminde meydana getirdiği büyük ve önemli tehlikenin acısını İslam alemi yıllardır, asırlardır çekmekte, gün geçtikçe İslam'da derin yaralar açmakta ve bu da her fırsatta İslam düşmanlarına yarar sağlamaktadır.

İmam (a.s) İlahi kanunlara göre hareket edip İslam aleminde icra etmeyi ve insanları saadete erdiren İslam ahkamının uygulanması gerektiğini, tağut hükümetin şeytani siyasetlerde bulunmasını,

her fırsatta deyip hakikatleri beyan ediyordu. Kendisinin gayesinin ilahi bir hedefden başka bir şey almadığını anlatıyor ve bununla ilgili olarak şunları buyuruyordu:
İmam'ın (a.s) Kerbelâ çölünde, Hür'ün komutasında olan orduya yaptığı konuşmasıdı:

Ey millet! Takvalı olun, hakkı tanımak için gayret gösterin ve bilin ki, sizin için en hayırlısı budur. Biz Resulullah'ın Ehl-i Beyt'i halifelik iddia eden, yalancı, zalim ve İslam düşmanlığını güden Ben-i Ümeyye'den daha hayırlıyız. Diğer bir sözünde buyuruyor:
Hamd-ü senâ ve Resul-ü Ekrem'e salat ve selamlar dan sonra buyurdu, muhakkak Allah-u Müteala, Hz. Muhammed'i hatem-i nebi olarak seçti. O'na Peygamberliği bağışladı.

İmam'ın (a.s) Basra'ya gönderdiği mektupta bir bölüm: O yüce Peygamberi'ni ikram ve ihtiram ettikten sorna ona, ağır bir vazife olan risalet makamını vedi. Sonra o büyük zatı kendi rahmet civarına götürdü. Oysa Allah (c.c) (peygamberi vesilesiyle) ulaştırmışdı. Bizler ise O zatın hanedanı, ailesi,

yakınları,mirasçıları ve halifesiyiz, daha onun makamına herkesten çok daha layıkız. Oysa bizim akrabalarımız cüret göstererek, bizden öne geçtiler ve bizler ise tefrika çıkması korkusu ile köşeye çekilmek zorunda kaldık ve bununla rahmet-i İlahi bizimle beraber idi. Elbette, biliyoruz ki;

o hakikate yetişmek hususunda ve vilayete layık ve bizim üzerimizde vilayet hakkına sahip olmak hususunda, herkesten daha çok bizler layıkız ve yine bundan önce bu manada mektuplar gönderdim şimdi sizleri Kur'an'a sünnete ve Peygamber (s.a.a) tarafına davet ediyorum. Bu durumda zalim hükümet tarfından binbir oyun ile sünnet kaldırılmış ve bidat onun yerini almıştır.

Sözümü dinlediğiniz takdirde sizleri doğru yola ve hidayete eriştireceğim. Kalbe işleyen bu sözler ve şifa bağışlayan cümleler İmam Hüseyin (a.s), Ben-i Ümeyye'nin İslam hükümeti ve halifeliğe layık olmadını açıklığa kavuşturdu. Onların, özellikle hak Peygamber'in (s.a.a) getirdiği öz ve halis islam'la zıt olduklarına değiniyordu. İslam ümmeti ise az bir şekilde İslam ahlâkına sahip olmuş idi. İmam (a.s)'ın vücudunu, İslam'ın seçkin

sıfatlarından görüyor, özellikle İmam (a.s)'ı nübüvvetin fidanı, mektebin ve risaletin yetiştirdiği ilahi bir önder ve vahy Mektebinin talebesi biliyordu. Evet, İmamet ve islam rehberliği Hz. Hüseyin (a.s)'in kıyam etmesini gerektiriyordu. Bu kıyam Ben-i Ümeyye düzeninin iç yüzünü açığa çıkararak, hükümetin padişahlık tahtını elinden alıp, aleme rezil etti

İslam mektebinde insan hiç bir zaman görevlerini terketmeye izinli değildir.
İnsanın ruhu ve atifesi kendi mektebiyle karışmış ve devamlı onun isteklerine cevap vermektedir. Hatta mektebi için mücadele ederken, hiç çekinmeden kendini feda etmektedir. Yine her Müslüman'a iyilikleri emredip kötülükleri neyhetmek, Allah (c.c) yolunda cihat etmek farzdır. Bu yüce ruhu, mukaddes İslam dini kendine tabii olanlara bağışlamıştır. Bütün insanlar, İslam ve ilahi dinde olan herkes, bu yüce ruha sahip olabilir, Herkes kendi mertebesine göre o nurdan istifade edebilir. İslam kamil bir dindir ve kendine tabi olanları kemale erdirir.

Hz. Hüseyin (a.s), Hz. Ali (a.s)'ın oğlu, Resulullah'ın (s.a.a) torunu, mektebin ve risaletin yetiştirdiği eşsiz bir önderdir. Risaletin ve ilahi mektebin yaşayan vücudunu İslam'a icabet etmişlerin en faziletlisi olmakla beraber, İlahi emre icabet etmiş, İslam'a lebbeyk demiş o arzulanan gün gelip çatınca, sözüne vefa etmiş hiç bir insanın yapamayacağı fedakârlığı Allah (c.c) ve İslam yolunda yapmıştır.

Hz. Hüseyin (a.s) sözüne vefası, islam'a bağlılığı ve İlahi emre teslimiyeti, İnkılâbı ve İslami hareketini vazgeçilmez hale getiriyordu ve ayrı bir yolda görülmüyordu. Emevi hükümetinin siyasetinin değişmesinden, İnkılab'ın olmasından başka bir saadet yolu görülmüyordu. Ümmetin saadeti için tek ümit yolu inkılâp idi.
İmam (a.s) islam hareketini her fırsatta açıklıyor, İslam ümmetini bu konuda aydınlatmaya çalışıyor, bu inkılabın gerçekleşmesinin kaçınılmaz olduğuna değiniyordu.

"Muhakkak ki ben kibir, gurur, isyan, zülüm ve fesad çıkarmak için inkılab hareketini başlatmadım. Maksadım, ceddim Resulullah'ın Ümmetin'ın perişan halini düzeltip, onlara saadet kapılarını açmaktır. Onlara iyilikleri emredip ve kötülükleri nehyetmeye eda edip, ceddim Muhammed (s.a.a) ve babam Ali (a.s)'ın yoluyla hareket etmektir ki; onların yolu Allah (c.c) ve Kur'an yoludur. O yol, hakikaat yolu ve nur yoludur. İnsanlığın hidayet kapısıdır, o yol Enbiya ve Peygamberlerin yoludur.

Böylece İmam (a.s) kendisine farz gördüğü her teklifi eda ediyordu. Bunun için kendi zamanında vilayetin ve risaletin gülü ve sümbülü ve en çok yürekten yanan, İslam'ı savunan ve ençok iman eden biri idi. Bütün bu gerçekler açık ve kesin delillerdir ki, islam inkılabının gerçekleşmesi Hz. Hüseyin (a.s) ve O'nun sahabeleri tarafından gerçeğe kavuşmuştur ve onların dilaverce savaşmaları göstermiştir ki; kan ile savaşmak zafer ulaşmaktır. Bu zaferde dertsiz dertlere ilaç, İslam dininin ebedi ve bekâsı olmasıdır.

Netice olarak ilham alan mücahidler ve İnkılapçılar gelecek nesillerde mukaddes İslam'ın savunuculuğunu ve sağlam temellere oturmasını sağlamak için savaş meydanlarında hazır olmuşlardır.

İNKILÂB TUFANI

Muaviye'nin ölümünden sonra oğlu Yezid, hükümet makamına oturdu. Kendi devlet adamlarına halktan biat almaları için emretti, özellikle İmam (a.s)'dan biat alınması gerektiğini vurguluyordu. Ben-i Ümeyye'nin bu utanç verci emri uygulayıp onları katletmeden başka hiç çaresi yoktu. Bunun yanında Hz. Hüseyin (a.s) kudret ve sabırla direniyordu. Nezaman İmam Hüseyin (a.s)'i ele geçirselerde biat olmak için muavaffak olamadılar. Bütün yolarını kapattılar. Eğer imam'dan biat almış olsalardı, kendileri için gerisi çok kolay olacaktı..

Bunun için Yezid acele olarak Medine valis olan Velid b Utbe'ye mektup yazarak Medine halkından ve özellikle Hüseyin b Ali (a.s)'dan kendisine biat almasını istedi. Velid halifenin emrine itaat etmekten başka çaresinin olmadığını düşünerek hizmetçilerinden birini gece yarısı İmam (a.s)'ın evine gönderdi.

İmam (a.s) hizmetçinin gece yarısı gelmesinden gerçeği sezmişti. Bunun için imam (a.s) hazırlandıktan sonra, 30 kişilik ashabı ile beraber hareket etti. Onlara seslenerek; içeride herhangi bir olay olursa, herhangi bir ses yükselirse içeri hamle etmelerini söyledi. İmam (a.s), Velid'in evine girdikten sonra oturdu. Velid'de meseleyi dedikten sonra, Yezid'e biat etmenin bundan daha iyi bir fırsat olmadığını önerdi. İmam (a.s) valiye hitaben, biatın halkın huzurunda olmasının daha iyi olacağını söyledi.

"Benim böyle gizli biat etmem, biat olmaz. Eğer biat etmeleri için halkı toplarsan beni de çağır ben de geleyim, hep birlikte biat gerçekleşsin."

İmam Hüseyin'ın (a.s) gayesi vakit kazanmak hükümetin bir müddet tahrik olmamasını sağlamaktı. Elbette orada olanlardan birisi de, Mervan b. Hakem idi. Mervan, Velid'i tahrik ederek, Hüseyin b. Ali (a.s)'dan zorla biat almasını, eğer biat almazsa öldürmesi gerektiğini, akis: taktirde kendisinin ve adamlarının makamı elinden çıkacağını söyledi.

İmam (a.s) ihtiyatlı davrandı. İmam (a.s) Mevan'a sinirlendi, aralarında yüksek sesle tartışma başladı. İmam Hüseyin (a.s)'ın ashabi içeriye hücum ettiler, İmam (a.s)'ı evine götürdüler ve olayı yatıştırdılar.

Bundan sonra saltanat, imam (a.s)'a karşı tavrını değiştirdi... İmama karşılık şeytani siyaseti ve tehdidi artırmaya başladılar. O da, en son merhalesine yetişti. Hz. İmam (a.s) vazifesini ve şer'i teklifini yerine getirmeye karar verdi. Çünkü, ümmetin imamlık vazifesi, rehberlik emaneti ve mukaddes İslam mektebi ona emanet edilmişti.
Böylece ceddi Resululullah'ın pak türbesine giderek, kabrinin kenarında bir kaç rekat namaz kıldı, sonra ellerini açarak şöyle dua etti:
İlahi muhakkak ki bu kabir senin peygamberlerin Hz. Muhammed'in (s.a.a) kabiridir. Ben de senin peygamberi'nin kızının oğluyum ve başıma gelen olayları sen bilirsin. İlahi hiç şüphesiz ben iyilikleri severim, kötülüklerden kaçarım. Ey kerim olan ve büyük Allah (c.c)'ım Sen den şu kabir sahibinin yüzü suyu hürmetine diliyorum ki; sonumu hayırlı eyle ki; Senin Peygamberin (s.a.a) bundan razı ve hoşnut olsun.)

Dikkat ederseniz İmam Hüseyin (a.s) Allah-u Müteal'a söz veriyor ki; her ne pahasına olursa olsun, İslâm ahkamına boyun eğip ve onu savunacak, böylece Allah'ın rızasını cezbedebilsin.
Bu gerçek bazı dualarda göze çarpmakta dikkat ettiğimizde açıkça gözlenmektedir.

O yüce ruhlu, vefalı örnek insan gerektiğinde ruhunu İslam'a teslim etmekten kaçınmamıştır. Aynı zamanda kendini mukaddes mektebin bir parçası bilmekte ve onsuz olmanın da mümkün olmayacağını telakki etmekteydi İslamsız, kendini hiç sayıyordu. Bunun için Hz. Hüseyin (a.s) canını ve malını Allah (c.c)'a teslim ediyor, zat-ı zülcelal ile muamele ediyordu ki öyle de yaptı.
Aralıksız, yarenlenine ve asahbına haberler göndererek, Mekke-i Mükerreme'ye Emn-i İlahiye doğru hareket edeceklerini ilân etti. Bununla itiraz edenlerin sesi yükselmeye başladı. Bir kısmı yolunu değiştirmesini söylerken bir kısmıda, nefs ve iman zayıflığından, İmam (a.s)'ı Yezid'e biat etmesi hususunda öneride bulunuyorlardı. Oysa imam (a.s) itminan kalp ve Allah (c.c)'ın izni ile asla sözünden dönmüyor, karşı çıkıp direniyordu.

Eğer yüksek dağları İmam (a.s) ve hedefinin arasına koymuş olsalardı yine de İmam (a.s)'ı kendi kararından vazgeçiremezlerdi. Zaten gerçekte bu idi.
İmam (a.s) öncelikle vasiyetnamesini yazdı. İlk vasiyetini kardeşi Muhamed b Hanifi'ye adına idi. Bu aynı zamanda inkılab haraketinin başkangıcı olmuştu.

Elbette ben inkılab hareketini kibir, gurur, zulüm etmek, fesat çıkarmak için başlatmadım, bilakis maksadım ve gayem İslam develetine düzen vermek, ceddim Resulullah'ın ümmetini perişan halinden kurtarmaktır.

Ben, iyiliği emredip, kötülüklerden menetmek istiyorum. Ceddim Muhammed (s.a.a) ve babam Ali'nin izinde gitmek istiyorum. Öyleyse kim beni kabul ederse Allah (c.c) hakka daha yakındır ve kim benim kıyamına itiraz ederse, Allah-u Teâlâ benim ile bu cemaatin arasında hüküm vereceği güne kadar sabredeceğim. Muhakkak Allah (c.c) en iyi hüküm verendir.

Hz. Hüseyin (a.s) bu tarihi beyanı, sapık, gayr-i meşru, zalim, sitemkâr olan Emevi hükümetinin iç yüzünü açığa çıkarıp aleme ilan ediyordu: Güya, iyilikler unutulmuş, kötülükler devlet şiarı olmuştu ve İmam (a.s) bu tarihi beyanıyla resmi olarak inkılap hareketini başlatıyordu. Diğer bir deyişle, inkılabın hedefi, gayesi, aslı ve esası idi.

İmam Hüseyin (a.s)'ın kafilesi Mekke şehrine doğru hareket etti. İmam kalbi, dili ve bütün vücudu ile hak taalayı zikrediyordu her şey ile Allah'ın rızasını ve dostluğunu arzu ediyordu. İmam (a.s) Mekke'ye girdiğinde şu ayeti kerimeyi okuyordu:

Musa (a.s) Medyen şehrine vardığında şöyle dedi; umarım Allah-u Teâlâ beni doğru yola hidayet eder.
İmam (a.s) Abbas b. Abdullah Müttalib'in evinde misafir oldu. Mekke'nin müminleri muhacirler hacc için mekke'ye gelmişlerdi, onlar İmam (a.s)'ın hizmetine geldiler ve imam'a (a.s) hoş geldin deyip O'(a.s) nu ihtiramla ağırladılar.

Hz. Hüseyin (a.s) yetiştiği yerde derhal hükümet ve Yezid'in halifeliği hakkındaki haberleri ele geçirme çabasındaydı ve İmam 'a (a.s) yetişen en güzel haber, Irak hükümetinin canlanması siyasi yönden etkili olabilmesi için hassas bir nokta idi.
Mücahidler ve kuvvet güçleri, baskı ve hükümeti devirmek için yeni bir fırsat ele geçirmiş, tağut hükümetin şeytani siyasetiyle mücadele etmenin tam zamanıydı. Bu mücadele için yeni bir güç bulmuşlardı.

Elbette tabii olacak, Ehl-i Beyt şiaları hazırlıklı olma gayreti içindeydiler. Şialar geçmişi olmayaan büyük bir topluluk oluşturarak, buhran içinde olan hükümeti incelemek, eleştirmek ve özellikle Yezid'in kendini halife ilân etmesi, Ehl-i Beyt Şialarına daha büyük vazifeler yüklüyordu. Bunun için büyük bir cemaat oluşturdular. "Süleyman b. Sured, Gazai" cemaatinin evinde oluşmuştu o cemaatin içinden çıkarak bir konuşma yaptı. İmam Hüseyin (a.s)'ın kıyam hareketini Yezid hükümetine karşı başlattığını ve şimdi İmam'ın (a.s) Mekke'de olduğunu haber verdi.

Topluluk, İmam'ın (a.s) yarenteri ve tabileri oldukları dikkate alınarak oluşmuş idi. Onlardan mümkün olduğunca İmam (a.s)'ın yardımına koşmaları istendi.

Hükümetin bulunduğu durumu mahkum etmek için gönülden çalışmanın İmam (a.s)'a yardım açısından gerekli olduğunu ve İmam (a.s)'ı bu konuda haberdar etmek gerekiyordu. Eğer böyle olmazsa Hz. İmam (a.s)'ı davet etmeyip, O'nu feci hadiselere ve tehlikeli duruma düşmesini önlemeliydiler.

Süleyman, toplantıda hazır olanlardan bu durumla ilgilenmelerini istedi. Hayret verci nokta şu ki, meclis birlik ve beraberlik içinde imam (a.s), arkasında olduklarını ve bütün vücutlarıyla O'nu (a.s) savunacaklarını belirttiler. "O'nun düşmanlarıyla savaşacağız ve canımızı onun yolunda feda edeceğiz."

Kufe halkı, İmam (a.s)'a biat olduğu gerekçesi ile davet mektupları yazdılar. Bununla Yezid hükümet ile muhalif olduklarını ve İmam Hüseyin (a.s)'ın hilafete daha layık olduğunu ikrar ettiler.

Yine, İmam Hüseyin (a.s) dan daha layık kimsenin olmadığını, O'ndan (a.s) başkasına hiç bir surette itaat etmeyeceklerini açıladılar.
Ardarda yazılan mektuplar imam (a.s)'a yetişiyordu. Mektuplarda, İmam (a.s)'dan ısrarla Kufe'ye gelmesi gerektiğini O'ndan Müslümanların halife ve önderi olmasını dile gertiriyorlardı.
Sonuçta, halk bu davetlerin kabileler adıyla daha iyi olacağını düşünerek, kabilelerin adıyla ve onlarda olan savaşçılar savaşmaya hazır yiğitleri mücahitleri belirterek İmam'ın emrine teslim olmuş bir şekilde O'nun yanlarına gelmesini ve istek ile hizmetinde olacaklarını belirten mektup gönderdiler. Toplam olarak İmam (a.s) ile beraberliğini ilan edenlerin sayısı 100 bine ulaşmıştır.

İmam Hüseyin (a.s) Kufe halkının ısrarla yaptıkları önerileri inceledikten sonra, sonunda kendisine vekil olabilecek, layık birisini göndermeliydi O, Irak halkından biat alabilecek, emre itaatte ve halkın muhabbetini Ehl-i Beyt'e karşı çoğlatıp ve ameli olarak ilahi ve mukaddes Ehl-i Beyt (a.s) mektebine gösterebilecek durumda ve kudrette olmalıydı.
Bu yüzden, amcasının oğlu Müslim İbn Akil'i şüphesiz takvalı,

fikir düzeyi yüksek selahiyet sahibi olan ender bir insan olan amcası oğlu Müslüm b Akil'i seçerek Küfe şehrine göndermeye karar verdi. Müslim b Akil'in siyaseti, fikir düzeyinin yüksek oluşu, Kufe'nin ileri gelenleri için, odak noktası sayılabilir durumdaydı.

O, islam ümmetini hidayet ve sırat-ı müstakime yöneltmeye yardımcı olacaktı. Müslim b Akil'in imam (a.s) tarafından Kufe'ye vekil olarak seçildikten sonra Hz. İmam, Kufe halkına ve özellikle kendi adıyla imam'a (a.s) mektup yazan Kufe'nin ileri gelenlerine mektup yazarak Müslim'e teslim etti.

İmam (a.s) mektupta, kendi vekilini tanıtıyor ve O'nu Kufe'ye gönderme sebeplerinden bahsediyordu. İmam (a.s) açık olarak; Müslim b Akil'i Kufe'nin durumunu öğrenmesi için Kufe yakınlarına gönderiyorum diye buyuruyordu.
Gerçekten Kufe halkının durumu, niyeti ve söylediklerinin doğru olup, olmadığını dakik olarak bilmek istiyorum. Bunun için bana karşı olan tepkilerini öğrenene kadar bekleyeceğim.

Ve İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuşlar:1
Rahman ve Rahim olan Allah (c.c)'ın adıyla. Bütün mü'min ve Müslümanlar'a hitaben Hüseyin b. Ali tarafından yazılmıştır:
"Allah (c.c)'a hamd, Resulü'ne salat ve selam olsun. Mektuplarınızı Hani ve Said bana getirdiler. Bu iki kişi bana göndermiş olduğunuz en son elçiler benim yanımda idiler ve mesajlarınızı ve söylediğiniz herşeyi bana ilettiler. Anlıyorum, demek istediğiniz şu ki, bizim bir İmama ve öndere ihtiyacımız var. Buraya gel, Allah Teâlâ senin sayende bizleri hakka hidayet eder.

Ben de, bunun üzerine kardeşim, amcamın oğlu, güvenilir insan ve kendi ailemden olan Müslim b Akil'i sizin yanınıza gönderiyorum. O'na, durumu inceledikten sonra beni habedar et ve istekleriniz olumlu, akıl sahibi insnlar, faziletli, zeki ve kemal sahibi insanlarınız. fikirleriyle yazdıkları mektuplar birbirini tuttuğu zaman, İnşaallah, Allah izin verirse size doğru hareket edeceğim

Allah (c.c)'a yemin olsun ki, hiç kimse ilahi hükmü Kur'an'ın nurunu, toplumda adaleti, hakdinin hükümlerini ve yüklenmiş olduğu mesuliyeti Allah için icra etmedikçe İmamlık makamına layık olmayacaktır vesselam.
Kufe şehri, imam Hüseyin (a.s)'ın göndermiş olduğu Müslim b Akil'i büyük bir törenle karşıladılar. İhtiram gösterdiler ve onun vasıtasıyla imam Hüseyin (a.s)'a biat ettiler. Kufe halkının karşılama

şekli, Müslim'i etki altında bırakmış idi. Böyle sadık ve İmam'a gönülden bağlanmış bir toplum ile Ehl-i Beyt (a.s) nübüvet, İslam ve ilahi mektebin kanunlarını icra edebilir, düşüncesiyle bir değerlendirme yaptı ve bu tümüyle değişmiş bir toplumdur ki bu normal bir durum değildi. Bu duruma ilgisiz kalınmazdı. Belki bu büyük kudretten istifade etmek gerekir, eğer önem verilmezse veya göz ardı edilirse herhangi bir hadise ortaya çıkmadan ondan olduğunca faydalanmalı.

Bunun için Müslim (Allah (c.c)'ın selamı ona olsun.) bu sevindirici haberi imam Hüseyin'e (a.s) bir an önce yetiştirmek gerektiğini düşündü Kufe şehrinin vefasını, sadık olduklarını haber vermeliydi ki, İmam (a.s) Kufe'ye yarenlerinin arasına gelsin ve onlara katılsın.

Müslim b. Akil'in İmam (a.s)'a haberi şöyle idi. Haberci ve gözcü asla kendini aldatamaz. Bütün Kufe halkı seninle beraberdir. Şu anda 18 bin kişi biat ettiler. Benim mektubumu okur okumaz bir an önce kendini Kufe'ye yetiştir. Allah'ın selam ve rahmeti üzerine olsun.1

Bu arada İmam Hüseyin (a.s) Basra Şehrinin ileri gelenlerini mektupla haberdar edip, zalim ve sitemkâr hükümete karşı muhalif olduğunu bildirmek için mektup yazdı ve Basra şehrine gönderdi. Basra halkından olan Yezid b Mesud Nehşeli (r.a) İmam (a.s) mektubunu gerektiği bir şekilde cevap verdi:

Al-i Temim ve Ben-i Se'd'in Ehl-i Beyt (a.s)'e olan muhabbet ve ihlasını belirtti. Fakat malesef mektup İmam (a.s) yetiştiğinde İmam (a.s) Kerbelâ çölünde küfrün ordusuyla karşı karşıya idi. Bunun için imam (a.s)'ın yardımına koşmak mümkün olmamıştı. Hatta imam (a.s) şahadeti Yezid b. Mesud'a yetiştiğinde Mesud ruhunu teslim etmişti.

(Allah (c.c)'ın selamı O'na olsun.) Çünkü İmam (a.s)'a yardım edememişti. Peygamber (s.a.a) evladının imdadına koşamamıştı. O Kerbelâ çölünde yalnız kalmıştı. Oysa imam (a.s)'ın emrine itaat etmiş tembellik etmemiş ve müsamaha göstermemişti Yani imam (a.s)'dan gaflet etmemişti.

-----
- (Mes'udi'nin Muru'cuz Zeheb adlı kitabına bakınız.)
- ( Kitab-ı irşad, Şeyh Müfid İmam Hüseyin (a.s)'a ait olan kısım)
- İrşad (Şeyh Müfid) İmamın (a.s) Medine'den çıkışı, 184
- El-vesaik'ul Resmiyye, Li-siret'u Hüseyin (a.s) Abdulkerim Gazuini- Taberi tarihinden nakledilmiş.
- 1- Taberi Tarihi'nden nakledilmiştir.

Görüş ve önerileriniz

Kullanıcı Yorumları

Yorum yok
*
*

Türkçe alhassanain Özel İslami Düşünce ve Kültür Yayın Sitesi