Hutbeler



Hutbeler

Birinci Hutbe: Bu hutbe "Hamd Allah'a mahsustur ki övenler onu hakkıyla övemezler." cümlesiyle başlamaktadır ve bu hutbe aşağıdaki şu kitaplarda yer almıştır:

1- İrşad-i Müfit
2- Tuhaf'ul Ukul, Necef baskısı, s. 43
3- Tevhid-i Saduk s.24 ila 28
4- Emali-i Şeyh Tusi, (H. 460 yılında vefat etmiştir) c. 1, s. 22
5- Mecalis-u Müfit, s. 149, Merhum Meclisi ise Bihar, c. 77, s. 302'de bu hutbenin büyük bir bölümünü Uyun'ul Hikmet-i Vasiti'den nakletmektedir.

İkinci hutbe: Bu hutbe de "Nimetini tamamladığı için ona hamd ederim" cümlesiyle başlamaktadır. El Müsterşid-u Taberi, kitabında s. 73'de birtakım fazlalıklar ve farklılıklarla nakledilmiştir.

?çüncü Hutbe: Bu hutbe ise meşhur olan "Şıkşıkıye" hutbesidir. İlal'uş Şerai' s. 144, Mean'il Ahbar 404. bab, s. 361, Emali-i Şeyh Tusi, c. 2, s. 382- 384, Şafi-i Seyyid Murtaza (H. 426 yılında vefat etmiştir) s. 203, İrşad-i Şeyh Müfit s. 166 ve bir başka baskısında s. 135, ve hakeza Şeyh Müfit bu hutbeyi el-Cemel s. 46 ve 76 da, el-İfsah kitabında ise s. 17'de nakletmiştir. Ebu Said Mansur ve H. 422 yılında ölen Zirabi Nesr'ud- Durer kitabında Nehc'ul Belağa'dan az bir farklılıkla bu hutbeyi nakletmiştir.


Mezkur hutbe bu kitaplarda farklı ve İbn-i Abbas'a ulaşan senetleriyle nakledilmiştir. Senet zinciri arasında eHl-i Sünnet alimlerinden bir cemaatta göze çarpmaktadır. Örneğin H. 303 yılında vefat eden Ebu Ali Cebai, H. 317 yılında vefat eden Ebul Kasım Belhi ve hakeza H. 606 yılında vefat eden İbn-i Esir Nihaye kitabında "Şıkşıkıye" lafzı hususunda şöyle diyor: "Bu kelimeyi Hz. Ali (a. s) bu hutbesinde kullanmıştır."

Hakeza Firuzabadi de Kamus adl kitabında şıkşıkıye hutbesini Hz. Ali'ye isnat etmiş ve "Aleviyye" diye ad-landırmıştır. Bütün bu söylenenlerin yanısıra İbn-i Ebil Hadid de bu hutbeyi Ebul Kadım Belhi-i Mutezili'nin kitabından nakletmiştir ve bu kitap Seyyid Razi'nin do-ğumundan yıllar önce yazılmıştır.

Hakeza Musaddık Vasiti'den şöyle dediğini naklediyor: "Üstadım İbn-i Haşşab'a şunu sordum: "acaba bu hutbe yalan yere mi Ali'ye isnat edilmiştir?" üstadım şöyle dedi: "Allah'a and olsun ki ben bu hutbenin Hz. Ali'nin sözleri olduğu husu-sunda yakin içindeyim." Dedim ki: "halkın çoğu Behc'ul Belağa'yı Seyyid Razi'nin uydurup

Hz. Ali'ye isnat etti-ğini söylüyorlar." Bunun üzerine üstadım şöyle dedi: "Seyyid Razi ve diğerlerinin böyle bir nefis üslupları ola-bilir mi? Biz Seyyid Razi'nin yazılarını gördük. Onun söz ve şiirlerinin metodunun, tarzını biliyoruz."


Dördüncü Hutbe: Bu hutbe de "karanlıklarda bizimle hidayete erdiniz" diye başlamaktadır ve el Müstedrek, s. 76 ile İrşad-i Müfit s. 119'da nakledilmiştir. İbn-i Ebil Hadid şöyle diyor: "Bu hutbe de Hz. Ali'nin en uzun hut-belerinden biri sayılmıştır." Daha sonra hutbenin tümünü nakletmekte ve bazı kelimeleri hususunda görüş belirt-mektedir.


Beşinci Hutbe: Bu hutbe de "Ey insanlar fitne dalgala-rına karşı direnin" diye başlamaktadır. İhticac-ı Tabersi, s. 127, Tezkiret'ul Havas, s. 128 de senet zincirleriyle ve tabir farklılıklarıyla nakledilmiştir. İbn- i Ebil Hadid ise hutbenin okunuş sebebini, ön bilgilerini ve atılmış fazla-lıklarını zikretmektedir.


Mektuplar

Birinci Mektup: Bu mektup da "Allah'ın kulu ve Mü-minlerin Emiri Ali'den Kufe ehline" diye başlamaktadır. H. 286 yılında ölen İbn-i Kuteybe'nin El İmame ve's-Siyase kitabı s. 58 de, başka bir baskısında ise s. 67 de ve hakeza Şeyh Müfid'in el Cemel kitabı s. 115 ve bir başka baskısında ise s. 131 de nakledilmiştir.

İkinci Mektup: Bu mektup da Şeyh Müfid'in el- Cemel kitabı s. 200 ve en-Nasre, s. 215'de sened fazlalıkları ve farklılıklar ile zikr edilmiştir.

Üçüncü Mektup: Bu hutbe de "Ey Şureyh, ama şüphesiz sana... gelecektir..." diye başlayan bu mektup da Emali-i Şeyh Seduk, s. 87, H. 654 yılında ölen Sibt İbn-i Cevzi'nin yazdığı Tezkiret'ul-Havas, s. 654 ve 185 ve H. 454 yılında ölen Kadı Kudai'nin yazdığı Destur-u Mealim'il-Hikem, kitabı s. 454 ve 135'de nakl edilmiştir.

Dördüncü Mektup: Bu hutbe de Tezkiret'ul-Havas, s. 157'de nakl edilmiştir.
Beşinci Mektup: Bu hutbede "Senin sorumluluğun, ekmek ve su vesilesi değil, boynundaki emanetin hakkını vermek için çalışmaktır." diye başlamaktadır ve İbn-i Kuteybe'nin el-İmame ve's-Siyase kitabı, c. 1, s. 79 birbaşka baskıda ise s. 91'de, İbn-i Abdurrabbeh'in İkd'ul-Ferid, c. 2, s. 232 bir başka baskısında ise c. 3, s. 14 ve H. 212 yılında vefat eden Nasr b. Müzahim'in Siffin kitabı, s. 20'de nakl edilmiştir.


Kısa Sözler

1- "Fitneye karşı iki yaşındaki deve gibi ol"
H. 380 yılında ölen Ebu Hayyan Tevhidi, el-İmtina' ve'l-Muanese kitabı c. 2, s. 31; Amedi'nin Gurer'ul-Hikem kitabı, "kaf" harfinde nakl edilmiştir. Hakeza Allame Hilli'nin kardeşi Şeyh Raziyuddin de el-Aded'ul-Kaviyye kitabında bu cümleyi detaylı başı ve sonuyla birlikte nakl etmiştir.

2- "Tamaha sarılan, kendini alçaltır." Tuhuf'ul-Ukul, s. 201'de nakl edilmiştir.
3- "Cimrilik ardır (utançtır), korkaklık noksanlıktır." Tuhuf'ul-Ukul, s. 201'de nakl edilmiştir.
4- "İlim en değerli mirastır." Emali-i Şeyh Tusi, c. 1, s. 114; Tuhef'ul-Ukul, s. 201; Mecalis-i Müfid, s. 295'de nakl edilmiştir.
5- "Dünya, bir kimseye ikbal gösterirse..." H. 346 yılında vefat eden Mesudi, Muruc'uz-Zeheb kitabı, c. 3, s. 434'de; Destur-u Mealim'ul-Hikem, s. 25 ve Amedi, Gurer ve Durer kitabı, s. 142'de nakl edilmiştir.

Nehc'ül-Belağa'nın Senetleri hususunda Şüphe Etmek

Şüphesiz muhterem okuyucular bu söylenenler ışığında Nehc'ül-Belağa'nın senetlerinde şüphe etme hususunun söz konusu edilmesini şaşkınlıkla karşılayacaklardır. Ama bilmek gerekir ki bu tür şüpheler bir takım yazarların cehalet, bağnazlık yersiz boş inançlara taraftarlık etmek ve benzeri şeylerden kaynaklanmıştır ve de kitaplarda oldukça çok görülmektedir. Meşhur deyimle delinin kuyuya attığı taşı kırk akıllı çıkaramaz türünden şüphelerdir bunlar.


Tam ikiyüz elli yıl boyunca bütün Rical ve biyografi alimleri Nehc'ül-Belağa'yı Seyyid Razi'nin telif ettiği bir kitap olarak kabul etmiş ve içindeki söylerin Müminlerin emiri Hz. Ali'ye ait olduğu hususunda yakın için de ol-muşlardır. Aniden Musul bölgesinde, Erbil kalesinde Şemsuddin İbn-i Hallekan adında birisi Ortaya çıkarak eline kalemi aldı.

Vefiyyat'il-A'yan kitabında Nehc'ül-Belağa'yı Seyyid Razi'nin kardeşi Seyyid Murtaza'nın kitabı olduğunu iddia etmiştir. Daha sonra da hiçbir delili olmadan şöyle demiştir: İnsanlar Ali b. Ebi Talib'in sözlerinden oluşan Nehc'ül-Belağa hususunda ihtilafa düşmüşler ve bu kitabı Seyyid Murtaza'nın veya Seyyid Razi'nin kaleme aldığı hususunda şek etmişlerdir. Kitabı yazanın da toplayanın da bir olduğunu ve Ali'ye yalan yere isnad edildiğini söylemişlerdir.

İbn-i Hallakan'dan sonra Yafii , Zehebi , İbn-i Hacer , İbn-i İmad Hanbeli ve Ahmed Emin gibiler ortaya çıktı ve İbn-i Hallakan'ın sözünü tekrar ettiler. Ama Hatip Hüseyni'nin bu gruptan saydığı Selahuddin Safedi ise İbn-i Teymiye'nin bunu inkar edip şöyle dediğini nakl etmektedir: "Nehc'ül-Belağa Seyyid Razi'nin diktesi olamaz,

Nehc'ül-Belağa'da yer alanlar Ali b. Ebi Talib'in kelamıdır, Seyyid Razi'nin Nehc'ül-Belağa'daki sözleri (önsözü ve açıklamaları) ise bilinmektedir.
İbn-i Hallakan'ın yolunu takip etmek isteyen bazı kim-seler sözde bu hayali iddialarına bir takım deliller de beyan etmişlerdir. Örneğin şöyle demişlerdir:

1-Nehc'ül-Belağa Peygamber'in ashabına hakaret ile doludur.
2-Gayb ilmini bildiğini iddia etmektedir.
3-Uzun hutbeleri vardır.
4-Lafzi kafiyesi ve... vardır.


5-Konuları oldukça dikkatli bir şekilde inceden inceye nitelendirmiş ve ayırmıştır.
6-Hıristiyanlarınkine benzer bir şekilde insanlara sürekli ölümü hatırlatmakta dünyayı terk etmeye davet et-mektedir.
Nehc'ül-Belağa'nın konuları Seyyid Razi'den çok ön-celeri telif olmuş kaynak kitaplardan çıkarılmadan önce bazı Şii yazarlar ve hatta Sünni yazarlar bu hayali itirazlara cevap vermeye kalkışmışlardır. Örneğin Seyyid Abduzzehra Hüseyni, Seyyid Hibbetuddin Şehristani , Seyyid Abdullah Nimet, Muhammed Muhyiddin,

ve Şeyh Hadi Kaşif'ul-Gıta gibi bazı kimseler bu konuda büyük çaba sarf etmişlerdir.
Alimlerin o gün verdiği bu tür cevaplar bize göre in-sanları suvaran, kuyuya atan taşa benzemektedir. Ama bugün artık Nehc'ül-Belağa, kelime kelime incelenmiş ve çok sağlam kaynaklardan çıkarılmıştır.

Dolayısıyla artık böyle bir tartışma yersizdir ve insanın vaktini telef etmesi anlamına gelmektedir. Ama söylemek gerekir ki bu itiraz edenler evvela Ali b. Ebi Talib'i o yüce ilmi ve ilahi ma-kamından aşağı indirmiş ve onu kendileri ile eşitlemişlerdir. Onun yüce ve Ruhani sözlerini kendi kısır akıllarıyla değerlendirmişlerdir. Dolayısıyla kafalarına takılan problemleri de hemen kağıda dökmüşlerdir.


Psikolojik Yorum

Gerçi daha önce de söylediğimiz gibi Nehc'ül-Belağa'nın senetlerinden şüphe etmek şaşırtıcı bir şeydir. Elbette bir açıdan fazla şaşırmamak da gerekir zira İbn-i Hallakan ve takipçileri daha çocuk iken anne ve babasından bütün sahabelerin adil, takvalı, doğru sözlü ve güvenilir insanlar olduğunu işitmişlerdir.

Daha sonra kendi öğretmen ve üstatlarından da bunu duymuşlardır. Kitapla-rında da bunu okumuşlar toplumlarında da bunu derk et-mişlerdir. Bir ömür boyu sahabelerin tümünün mukaddes ve münezzeh melekler olduğuna inanmışlardır. Dolayısıyla bu tür insanlar ellerine kalem alıp da Nehc'ül_Belağa hususunda hüküm vermek istediklerinde kendi inançlarına aykırı olan Şıkşıkiye hutbesi gibi konuları görünce, Ali (a. s)'ı ne tasdik edebilmekteler ve ne de tekzib! Zira o da sahabeden biridir. Dolayısıyla kalkıp da tek çare olarak şöyle diyorlar: "Bu kitap Ali'nin sözü değildir."


Elbette onlar böyle derken bu acele hükümleri ile ken-dilerinden sonra bir takım insanların çıkıp Nehc'ül-Belağa'da yer alan konuları bizim muteber kitaplarımızdan da çıkarabileceklerini ve bu durumda rüsva olacaklarını düşünememişlerdir. Biraz daha anlayışlı ve uzak görüşlü olanlar ise böyle kötü bir akibeti görmüşler ve başka bir çare bulmaya çalışmışlardır.

Onlara göre de Nehc'ül-Belağa, Hz. Ali'nin sözleridir. Ama kendi inançlarına aykırı olan yerleri tevcih ve tevil etmeye çalışmaktadırlar. Yani bu tabirleri manevi doğruluğundan uzaklaştırmakta ve kendilerine miras kalan inançlarına uyarlamaya çalışmaktadırlar. İbn-i Ebi'l Hadid'in aşağıdaki cümleler hakkında yaptığı teviller gibi:


1- "Allah'a and olsun ki Ebi Kuhafe oğlu, hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi.
2- "Baktım da, Ehl-i Beyt'imden başka yardım edip destekleyen, hakkımı savunan kimsenin olmadığını gör-düm."
3- "...Ve velayet hakkının hususiyetleri onlarındır."
4- "Vasiyet ve veraset onlardadır."


(İbn-i Ebi'l Hadid bazen bu tevilleri "ashabımız öyle diyor" diye nakletmektedir ve belki de kendisi buna inan-mamaktadır.)
5-Kadi'ul Kudat'ın Şıkşıkıye hutbesindeki İbn-i Ebi Kuhafe kelimesi hakkında yaptığı tevcih ve tevil...
Diğer bir grup ise bu tür yerlerde sessiz kalmayı tercih etmekte ve hiç bir açıklama yapmamaktadır. Şeyh Muhammed Abduh, Mersifi, Muhammed Ebul Fazl ve benzeri kimseler bu gruptandır.


Allah, kullarının içinde gizlediklerini herkesten daha iyi bilmektedir.

Seyyid Razi'nin Şahsiyetine Kısa Bir Bakış


Muhammed bin Hüseyin Musevi Bağdadi, Seyyid Razi diye tanınmakta olup Hüseyin bin Musa Alevi'nin ikinci oğludur. Seyyid Razi hem anne ve hem de baba tarafından Peygamber(s. a. a)'in soyundan gelmektedir. Babası Hüseyin bin Musa, zamanının ünlü şahsiyetlerinden olup Ebu Talip soyundan ve Abbasi halifelerinin özel ilgisini kazanan bir kimseydi. Ülkenin bir çok problemlerini kendi tedbir ve idareciliğiyle hallediyordu. H. 403 yılında Bağdat'da vefat etmiş ve orada defn edilmiştir.


Seyyid Razi'nin Annesi ise Fatıma; Bağdat alevilerinin başkanı olan Hüseyin bin Ahmed alevinin kızı ve Nasır-i Kebir diye bilinen Hasan bin Ali Alevi'nin torunudur. Nasır-i Kebir ilim ve cihat ehliydi. Allah yolunda yaptığı cihad sebebiyle Gilan ve Mazenderan halkının bir çoğu Müslüman oldu. Orada bir çok cami yaptı ve İslam'ı yaymaya çalıştı.

Nasir-i Kebir H. 301 yılında Mazenderan'a girdi Bağdat halifelerinin uşağı olan Saman Emirleriyle savaştı. Onları Mazenderen'dan çıkararak burada Şia mezhebini yaydı. H. 303 veya 304 yılında İran'ın Amul şehrinde vefat etti ve orada defnedildi. Na-sır-i Kebir ayrıca fıkıh, kelam ve hadis ilimlerinde de bir çok kitap yazmıştır.

Örneğin; fıkıh dalında yazdığı "Sed Mesele" (yüz mesele) kitabını zikredebiliriz. Torunu ve aynı zamanda Seyyid Razi'nin büyük kardeşi olan Seyyid Murteza'da bu kitabı şerhetmiş ve son zamanlarda basıldığı şekliyle "Mesail-i Nasiriyat" diye adlandırmıştır. Seyyid Razi'nin annesi Fatıma asrındaki büyük faziletli kadınlardan biri sayılmaktaydı. Büyük Şia alimlerinden Şeyh Müfid de "Ahkam'un-Nisa" kitabını onun isteği üzere yazmıştır. Burada kadınlara özgü bilinmesi gereken konular yer almıştır.


İbn-i Ebi'l-Hadid-i Mutezili "Şerh-u Nehc'ul-Belağa" kitabının en sonunda şöyle yazmaktadır: "Tarihçilerin yazdığına göre Şeyh Müfid bir gün rüyasında Hz. Fatıma'yı gördü. Hz. Fatıma oğulları Hasan ve Hüseyin (a. s)'ın elinden tutarak yanına getirdi. Selam verdikten sonra şöyle dedi: "Ey Şeyh bunlar benim çocuklarımdır,

onlara fıkıh ilmini ve dini hükümleri öğret." Şeyh Müfid uykudan uyandı ve bu ilginç rüyanın ne anlama geldiğini düşündü. Ertesi gün her zamanki gibi Bağdat'da Şiilerin oturduğu "Kerh" mahallesindeki camide ders verirken aniden vakarlı bir kadının iki çocuğunun elinden tutarak camiye girdiğini gördü. Kadın selam vererek şöyle dedi:

"Ey Şeyh bu ikisi benim çocuklarımdır, onlara fıkıh ilmini ve dini hükümleri öğret." Yani o rüya aleminde gördükleri sözlerin aynısını ifade etmişti. O kadın Hasan bin Musa Alevi'nin eşi Fatıma idi. Çocukları Seyyid Murteza ve Seyyid Razi'yi Şeyh Müfid'in yanına getirmiş ve kendilerine fıkıh ilmini ve dini hükümleri öğretmesini istemişti.


Şeyh Müfid o rüya ve bu tabir karşısında şaşkınlığa düşmüş, ağlamıştı. O kadına ve iki çocuğa saygı göstererek yerinden kalktı onları selamladı ve kendilerine gördüğü rüyasını anlattı. Ardından büyük bir arzu ve ihlas ile o iki çocuğu terbiye görevini üstlendi. Onların yüksek ilmi ve ameli makamlara ulaşması hususunda büyük bir çaba harcadı.

Böylece o iki kardeş zamanının büyük alimlerinden ve dahilerinden sayıldılar. Annesi Fatıma H. 385 yılında vefat ettiğinde Seyyid Razi 26 yaşındaydı. Seyyid Razi gam ve hüzün dolu bir şiirinde onun hakkında şöyle demiştir: "Bütün anneler senin gibi iyi olsaydı çocukların babaya ihtiyacı kalmazdı."


Büyük kardeşi Alem'ul-Hüda Seyyid Murteza Ali bin Hüseyin bin Musevi H. 355 yılında Bağdat'ta dünyaya geldi. Şeyh Müfit ve diğer büyük alimlerden ders aldı. Böylece Şia ve hatta kendi asrındaki alimlerin en büyüğü, mütekellimi ve fakihi oldu.


Seyyid Murteza akli ve nakli ilimlerde; fıkıh, usul, kelam, tefsir, hadis, şiir ve edebiyat dalında çok çeşitli kitaplar kaleme almıştır. Şeyh Tusi gibi bir çok büyük insan yetiştirmiştir. Aynı zamanda da büyük bir şairdi ve şiir divanı iki cilt halinde basılıp yayınlanmıştır. Seyyid Murteza H. 436 yılında Bağdat'ta vefat etti.

Özetle Seyyid Razi'nin ailesi İmamiye Şiasının dini ve ilmi büyük aile-lerinden biri olmuştur. Soyu baba tarafından beş göbekten İmam Musa Kazım (a. s)'a ve anne tarafından ise dört gö-bekten İmam Zeynul Abidin (a. s)'a ulaşmaktadır.

Seyyid Razi
Seyyid Razi diye meşhur olan Muhammed Hüseyin Musevi Bağdadi, Seyyid Murtaza'nın doğumundan dört yıl sonra H. 359 yılında gözlerini dünyaya açtı.

Seyyid Razi kendi asrının şairlerinden sayılıyordu. Gö-rüş sahipleri onu Ebu Talib soyunun en büyük şairi kabul etmişlerdir. Seyyid Razi dini ilimlerde bir çok kitaplar ve nefis eserler kaleme almıştır. En meşhur eserlerinden biri olan Nehc'ul Belağa tarihe geçmiş, ebedileşmiştir.

Seyyid Razi Şii Ali Buye ve Abbasi halifeleri tarafından zamanında büyük bir makam sayılan Seyyid ve Alevilerin başkanlığına tayin edilmişti. Aynı zamanda adliye başkanlığına getirilmiş ve bütün İslam dünyasından gelen hacıların başkanlığını yürütmüştür. Bütün bu makamlar akıl ve tedbirinin yanı sıra İslami ilimlerde de büyük bir üne sahip olan bu alimin uhdesine verilmişti bu makamlar Seyyid Razi'nin vefatından sonra da büyük kardeşi Seyyid Murtaza'ya verildi.


Seyyid Razi Dar'ul İlm diye bilinen bir okul tesis etti. Öğrencilerin bütün ihtiyaçlarını karşılıyor, onlara aylık veriyordu. Büyük bir kütüphane kurmuş ve tam donanımlı bir anbar tesis edip talebelerin her birine birer anahtar vermişti. İsteyen herkes anbara gidiyor ve istediği her şeyi oradan alıyordu. Dar'ul İlm medresesinin anbar sorumluluğunu ise coğrafya ilminde büyük bir üne sahip olan Ebu Ahmet Abdusselam bin Hüseyin Basri'ye ver-mişti ama, herkese anbardan istediğini alma hakkını da tanımıştı. Dar'ul İlm medresesi Seyyid Razi'den sonra da kardeşi Seyyid Murteza tarafından idare edildi.

Hatırlat-mak gerekir ki Seyyid Razi'nin tesis ettiği Dar'ul İlm medresesi, Hace Nizam'ul Mülk Tusi tarafından tesis edilen Nizamiye medreselerinden yüz yıl önce tesis edil-miştir. Sonunda Seyyid Razi bütün bu kıvanç dolu hayat ve üstünlüklerden sonra çok çabuk gelen ölüme yenik düştü ve 47 yaşında H. 408 yılında Bağdat'ta vefat etti.


Salebi Yetimet'ud- Dehr kitabında şöyle dyaor: "Şerif Razi on yaşında şiir söylemeye başladı. Bugün de asrının en büyük şairi Irak'ın ileri gelenlerinin en soylusu, hasep ve nesebi bulunan şerafet sahibi birisi, üstün bir edep apaçık bir fazilet ve bütün güzellikleri haiz biridir."

Seyyid Razi'yi gençlik yıllarında gören Hatibi Bağdadi Tarih-i Bağdat adlı kitabında çeşitli yerlerde onun adını zikretmektedir. Örneğin vefat yılında (408) şöyle demiştir. "Seyyid Razi büyük bir fazilet, edep ve ilim sahibiydi. Ahmet bin Amr bin Ruh şöyle nakletmiştir: "Seyyid Razi çocukluk yıllarında Kur'an'ı öğrendi çok kısa bir sürede Kur'an'ı hıfzetti." Hakeza şöyle diyordu: "Seyyid Razi Kur'an'ın anlamı hususunda çok az bulunur eşşiz kitaplar yazmıştır."


H. 598 yılında vefat eden İbn-i Cevzi'de Tarih'ul-Muntezem adlı kitabında detaylı bir şekilde Seyyid Razi'yi anmakta ve büyük şahsiyetini överek şöyle demektedir: "Seyyid Razi fıkıh ilmi ve dini farizeler husu-sunda büyük bir makama sahipti. Seyyid Razi Fazilet sahibi bir bilgin, yazar, şair, temiz bir ruh sahibi, yüce bir himmet ehli ve dinine çok sıkı bağlı bir insandı."


İbn-i Ebil-Hadid ise Şerh-u Nehc'il-Belağa adlı kitabı-nın önsözünde şöyle demektedir: Seyyid Razi edip bir bilgin ve söz ehli bir şairdi. Şiirleri oldukça bu güzel uyumlu ve hoştu. Hiç kimseden ödül kabul etmezdi. Hatta babasının ödülünü bile almamıştı. Bu da onun ruh şerafetini göstermeye yeterlidir. Al-i Buye sultanları kendisine her ne kadar hediye vermek istediyse de o asla kabul etmedi.

Seyyid Razi ve Ebu İshak Sabi

Ebu İshak Sabi Seyyid Razi'nin çağdaşı olan güçlü bir yazardı. Saltanatın bütün önemli mektupları onun kale-miyle yazılıyordu. Aynı zamanda da büyük bir şairdi. Seyyid Razi ile dost olmuş ve aralarında karşılıklı olarak çeşitli mektup ve kasideler yazmışlardır. Sa'lebi ise Seyyid Razi ve Sabi arasında karşılıklı yazılan ilmi ve edebi mektupları tam üç cilt halinde bir araya gelmiştir.


Ebu İshak H. 384 yılında 91 yılında vefat ederken Seyyid Razi onun mateminde bir kaside yazdı ki birgün artık bir darb-ı mesel haline gelmiştir.
"Şu tabutlarda kimi götürdüklerini bildin mi?
Gördün mü nasıl da meclis ışıkları sönüverdi?"


Bağdat Şiileri Seyyid Razi'yi kınayarak neden onun gibi kafir biri hakkında böylesine kaside yazdığını söylediler. Seyyid Razi onlara şöyle dedi: "Ben onun fazilet ve kemalini övdüm bedenini değil."
Seyyid Razi o zamanlar henüz 25 yaşındaydı. Bu da onun üstün zekasını ve nitelendirilmesi zor duygularını göstermektedir. O genç yaşında Ebu İshak gibi yaşlı biriyle yazışıyor, Müslümanların başkanı olduğu halde Müslüman olmayan birini ilim ve fazileti sebebiyle övüyor, vefatından dolayı büyük bir üzüntü duyuyordu.


Ebu İshak Kur'an-ı ezberlemiş ve yazışmalarında Kur'an ayetlerine yeren veren biriydi.
Seyyid Razi 7 yıl sonra H. 393 yılında bir grup ile bir-likte Bağdat Şunize mezarlığından geçerken gözü Ebu İshak'ın mezarına ilişti ve ona hitaben şu kasideyi okudu:

"Eğer yanımdakiler senin yanımda durmamı kınama-salardı
Yüksek bir sesle mezarını selamlardım ey Ebu İshak"

Seyyid Razi ve Abbasi Halifeleri


Abbasi Halifeleri de Emevi Halifeleri gibi İslami hilafeti gasb etmiş kimselerdi. Onların çoğu hilafeti ele geçirdikten sonra Ehl-i Beyt ve Seyyidlere oranla düşmanlık hususunda Emevilerden de kötü idi. Elbette onlardan bir kaçını istisna etmek gerekir. Seyyid Razi zamanında ya-şayan Ettayilillah ve Elkaimbillah adlı iki halife bu istisna halifelerden idi.


Seyyid Murtaza ve Seyyid Razi'nin bu halife ile araları oldukça iyiydi. Ayrıca bu halifeler Haşimi soyundan idiler ve Alevi Seyyidler ile kendilerini aynı boydan kabul ediyorlardı. Hilafet sarayını eline geçiren Şii Al-i Buye sultanlarının sultası sebebiyle de bu ilişkiler daha da bir güçlenmiş idi.


Sözü edilen halifeler de Al-i Buye sultanları gibi Seyyid Murtaza ve Seyyid Razi'ye büyük bir ilgi duyuyorlardı. Onlara saygı gösterme hususunda ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu yüzden her iki kardeş de iki halife hakkında kasideler söylemişlerdir ki bu kasideler kendi divanlarında da yer almıştır. Onlar halife ile kurdukları bu ilişki sayesinde Şia camiasını korumayı amaçlıyorlardı. Halifeler ile şahsi bir alış verişleri yoktu.


Seyyid Razi'nin Değerli Eseri Nehc'ül-Belağa

Daha önce de dediğimiz gibi Nehc'ül-Belağa Seyyid Razi'nin ebedi eserlerinden biridir. Seyyid Razi büyük bir edebiyatçı ve yüce bir şair olup daha kırk yaşlarında iken H. 400 yılında bu değerli eseri kaleme almıştır.


Seyyid Razi o zamana kadar kitaplarda yer alan, şii ve sünni alimlerin topladığı müminlerin emiri Ali (a. s)'ın sözlerinden seçerek üç bölüm halinde bir araya topladı. Birinci bölümde hutbe ve emirleri, ikinci bölümde kısa ve uzun mektupları, üçüncü bir bölümde ise hikmet ve öğütleri yer almıştır.


Seyyid Razi oldukça güzel bir tabirle Nehc'ül-Belağa'nın önsözünde şöyle demektedir: "Dostlar benden Emir'el-Mü'minin Ali (a. s)'ın hutbelerini, mektuplarını, öğütlerini, hayat tarzını belirten ifadelerini bir araya getirmemi istediler. Onlar bu esas üzere yazılacak bir kitabın fesahat ve belagat açısından şaheser bir eser olacağını dini ve dünyevi sayısız sözleri barındıracağını biliyorlardı.
Bu sözler başka hiçbir yerde bulunmayacak, hiçbir ki-tapta görülmeyecekti.

Müminlerin emiri Ali (a. s) fesahat ve belagat açısından kaynak durumdadır. Belagat ondan vücuda gelmiş, ondan türemiş ve kanunları ondan alın-mıştır.
Her konuşmacı konuşmalarında ondan istifade etmiş, her güçlü hatip onun sözlerinden güç almıştır. Buna rağmen hiç kimse belagat ve fesahat açısından ona ulaşamamıştır. Hz. Ali (a. s)'ın sözleri ilahi ilmin bir örneğidir ve ondan Peygamber-i Ekrem (s. a. v)'in sözlerinin kokusu gelmektedir.


Seyyid Razi bu kitabını Nehc'ül-Belağa olarak adlan-dırmıştır ki gerçekten de adıyla müsemma bir kitaptır. Bundan daha iyi, daha çekici ve daha uygun bir isim hiçkimsenin aklına gelmemiştir.


H. 573 yılında vefat eden büyük Fakih ve mütekellim Kutbuddin Ravendi Şerh-i Nehc'ül-Belaga'nın sonlarında şöyle diyor: "Seyyid Murtaza'nın kızı Nehc'ül-Belağa'yı amcası Seyyid Razi'den rivayet etmiştir." Yani Seyyid Razi Nehc'ül-Belağa'yı kardeşinin kızı için ders vermiştir. Onun Arapçayı çok iyi bildiğini ve Nehc'ül-Belağa'daki derin anlamları kolayca anladığını görünce ona başkalarına da ders verebilmesi için izin vermiştir.

Oysa bu ders ve izin o zamanlar ne erkekler ve ne de kadınlar arasında görülmemiş bir şeydi.
Bu da İslam toplumu için çok değerli bir anlam ifade etmektedir. Bundan bin yıl önce Avrupa'da ortaçağ ka-ranlığında yaşarken İslam'da ilmin ulaştığı yüce zirveye bakın.

Bir kadın Nehc'ül-Belağa'nın ilk ravisi olarak tarihe geçmektedir. Bundan da ilginci Biyografi alimlerinin yazdığına göre H. 548 yılında vefat eden kardeşinin oğlu Bağdadi de Şiraz'da Seyyid Murtaza'nın bu kızından ica-zet alan biriydi. Bu icazet de şüphesiz Nehc'ül-Belağa'yı rivayet etme hususundaydı.